Sendikal Hareketteki Canlanma - Petrol

Transkript

Sendikal Hareketteki Canlanma - Petrol
Merhaba!
Örgütlenme sendikaların ayağını bastığı toprak olan kapitalizmin gelişme seyriyle
yakından ilişkili bir konu. Dünya sendikal hareketi bu gelişme seyrine başlangıçta
hazırlıksız yakalandı. Ancak son yıllarda sorunu doğru teşhis edip doğru stratejiler
geliştirme arayışına girebildi.
Bu şu anlama geliyor: Günümüzde artık sorun, örgütlenmenin nesnel koşullarının yanı
sıra sendikal kadrolardan, onların örgütlenmeye yaklaşımından da kaynaklanıyor.
Dünya sendikal hareketinin deneyiminden çıkardığımız derslerden bazıları şunlar:
•
•
•
•
•
Sendikal hareketin yaşadığı kriz sadece nesnel koşullara sığınmakla geçiştirilemez. Bu
konuda sorumluluğun önemli bir bölümü sendikalardadır.
Doğru bir stratejik yaklaşıma sahip sendikalar sendikal hareketin krizinin
örgütlenmeyi zorunlu kıldığını görüyorlar.
Bazı sendikalar nesnel koşulların elverişsizliğine rağmen örgütlenebiliyorlar.
Örgütlenmede başarıyı güvenceye alacak sihirli bir değnek ya da reçete yok.
Kapsamlı, çok yönlü ve tabana dayalı bir strateji oluşturabilen sendikalar her şeye
rağmen örgütlenmeyi başarıyorlar.
Örgütlenme kültürünün sendikanın yaptığı her işe sinmesi gerekiyor.
Kısacası, örgütlenebilmek, sendikanın üye tabanını harekete geçirme kapasitesini, nesnel
koşulları doğru okuyup doğru yanıtı verebilmesini sağlayacak stratejik kapasitesini ve
tüm örgüt kademelerindeki kadro kapasitesini geliştirmesine bağlı. Bütün bunlar ise bir
örgütlenme kültürünün oluşması demek.
Dosyamız sendikal örgütlenmenin bu yönü üzerinde duruyor.
Dostça selamlarımızla.
Bill Fletcher ABD ulusal sendikal merkezi AFL-CIO’da 1995’ten sonraki yeni
yönetim döneminde başkan danışmanı ve eğitim müdürü olarak çalıştı. Afrika
kökenli Amerikalıların (siyahların) politik hareketi içinde aktivist ve örgütçü
olarak çalışıyor. Democratic Left adlı derginin Sonbahar 2000 sayısından
aldığımız söyleşinin sendikal hareketle ilgili bu bölümünde, Bill Fletcher, ABD
sendikal hareketinin sorunları ve yenilenme perspektifleri üzerinde duruyor.
Sendikal Hareketteki Canlanma
Soru:Sendikal hareket konusunda öne sürdüğünüz en kışkırtıcı görüşlerden biri,
örgütlenmeye sadece kaynak ayırmanın sendikaların üye sayısını ve gücünü artırmaya
yetmeyeceği yolunda. Sizce başka neler yapılması gerekiyor?
BF:Sendikal hareketin mevcut yapısında ve işlevlerinde değişikliğe gitmeden
örgütlenmeye para ayırmak, hastada kanama sürerken kan nakli yapmayı andırıyor.
Örgütlenmenin sendikaların örgütlenme kapasitesini niteliksel olarak dönüştürmesi
gerekiyor. Yirmi milyon işçi, sadece Ulusal Çalışma İlişkileri Bürosu’nun düzenleyeceği
yetki oylamalarına yönelik kampanyalarla örgütlenemez. Yığınsal üye kazanımı, işçilerin
kendilerinin sendika arayışına girdiği bir hareketin ateşlenmesini gerektiriyor. Örgütçünün
rolü ve örgütçülerin faaliyet gösterdiği toplumsal bağlam üzerinde yeniden kafa
yormalıyız.
Bazıları şu görüşü öne sürüyorlar: Sendikal hareket yığınsal bir toplumsal hareketle
kesişmedikçe başarılı olamayız. Oysa 1930’lardakine veya 1960’lardakine benzer bir yığın
hareketinin kabarmasını beklemek, kendini yenilmiş hisseden insanların düştükleri bir
yanılgıdır. Böyle bir gerileme döneminde yeni bir kabarış bekleyebilirsiniz, ama şimdi
yapmakta olduğumuz çalışma o kabarışın oluşmasına katkıda bulunur. Kabarışın alacağı
biçimi elbette bilemeyiz.
Küçücük bile olsa kazanılan zaferler umudu ve iyimserliği pekiştirir.
Soru:Sendikal hareketin güçlenmesini sağlayacak
hareketliliğin ipuçlarını içeren kıpırtılar gözleniyor mu?
türden
geniş
bir
toplumsal
BF: Sınırlı da olsa bazı ipuçları var. Özellikle California’da, göçmen işçiler arasında müthiş
bir hareketlilik var. Yeni göçmen topluluklarındaki çeşitli toplumsal hareketler
kendiliğinden sendikal harekete bağlanıyor. İkinci gelişme, 1960’ların sonlarında ve
1970’lerin başlarında ABD’nin güney kesiminde gözlediğimiz hareketler doğrultusunda
olabilir. Bu oluşumlarda medeni haklar hareketi ile sendikal hareketin birleştiğini
gözlemiştik. Memphis’te, St. Petersburg’da, Florida’da, Güney Carolina’da ve her yerde
sendikalar, ırk adaleti için verilen mücadelenin taşıyıcısı oldu. Afrika kökenli Amerikalıların
(siyahların) politik iktidar için özellikle Güney'de verdiği mücadele, ekonomik adalet
mücadelesiyle birleşebilir. Bir başka gelişme, geleneksel sendikal oluşumun dışında yer
alan, ama sendikal büyümenin koşullarını kolaylaştıran, ekonomik adalete yönelik
hareketlerden (asgari ücret kampanyaları, genel sağlık hizmetlerine yönelik mücadele ve
kabarmakta olan küreselleşme karşıtı hareketlerden) kaynaklanabilir. Bunlar ille de
sendikaların örgütledikleri hareketler değildir, ama yine de sendikal büyümenin toplumsal
koşullarının gelişiminde önemli bir rol oynayabilir.
Burada bir saptama yapmak istiyorum. Küresel ekonominin yeniden yapılanmasını izleyen
her sendika aktivisti, örgütlenmek için yeni örgütlenme stratejileri ve biçimleri üzerinde
kafa yormak gerektiğini fark eder. Sözgelimi, bilgisayar endüstrisi yeni örgütlenme
biçimleri gerektiriyor olabilir. Sendikal hareketin nesnel koşullardaki değişmeleri ciddi bir
şekilde ele alması gerekiyor. Daha yüksek düzeyde bir stratejik düşünmeye, savunmacı
olmayan, gözüpek ve yaratıcı bir stratejik düşünmeye ihtiyaç var. Biz ise böyle bir şeyle
uğraşmak istemiyoruz; genellikle başarısız sonuçlar verse de, daha ziyade nasıl
yapıldığını iyi bildiğimiz şeyleri sürdürmeyi yeğliyoruz.
Soru: Bir iddianız da şu: “Örgütsüzlerin örgütlenmesi”, mevcut 17 milyon sendika
üyesinin harekete geçmesini ve örgütlenmesini gerektirecektir. Sendikal hareketin
mevcut üye tabanını örgütlemeye daha fazla özen göstermesi gerektiğini söylerken ne
demek istiyorsunuz?
BF: Güney Afrika’dan yeni geldim. ABD’deki sendikal hareketin, özellikle üyelerin
sendikaları yönlendirmesi konusunda, Güney Afrika sendikal hareketinden öğreneceği çok
şey var. Sadece işçilerin toplu sözleşme kampanyalarında harekete geçmesinden ve
gönüllü örgütçülükten söz etmiyorum. Üyelerin sendikalarını gerçekten kontrol etmesini
sağlamamız gerekiyor. Sendikalar yabancı, üçüncü kişi konumunda bürokratik kurumlar
olarak algılandıkları ölçüde, sıradan insanlar sendikalara yönelmiyeceklerdir. Yerleşik
sendikal hareket sendikaların işçiler tarafından kontrolü konusunu çok soğukkanlı bir
biçimde, çok dikkatle ele almak zorunda.
Biçimsel demokrasinin sınırlarını aşmamız gerekiyor. Yöneticiler doğrudan seçimle geliyor
olabilir, yani biçimsel demokratik yapılar bulunabilir, ama yine de üye kontrolü
bulunmayabilir. Burada söz konusu olan, biçimsel çoğulculuk ile somut katılım ve gerçek
demokratik erk dağılımı arasındaki farktır.
Soru:AFL-CIO’da eğitim müdürüydünüz ve Başkan John Sweeney’ye danışmanlık
yapıyorsunuz. Ayrıca Siyah Radikal Kongre’nin liderlerinden birisiniz ve sol örgütlerle
dostça ilişkileriniz var. Yerleşik sendikal hareketin belli kesimlerinde yöneticilerin sol
kadrolara açık olduğunun göstergesi olarak anlayabilir miyiz bunu?
BF:John Sweeney sol kadrolarla çalışmayı istemiştir. Yerleşik sendikal hareketteki
yöneticilerin sol kadroları istihdam etmeye can attıkları anlamına gelmiyor bu. Bu
yöneticiler sol kadrolar kaliteli iş çıkardıkları sürece onları istihdam ediyorlar. John L.
Lewis’in 1930’larda söyledikleri, bugünkü sendika yöneticilerinin bu konudaki tutumunu
iyi özetliyor: “Kendini işçilere adamış, akıllı insanlar çoğunlukla solda olanlar”. Sendikal
hareket ise yeni fikirlere ve taze kana ihtiyacı olduğunu biliyor. Ben kendi rolümü,
yerleşik sendikal örgütlerin genellikle görmezden geldiği görüşlerin savunucusu olarak
tanımlıyorum. Sendikal bürokrasinin tarihsel olarak dışladığı tabandaki toplumsal
kesimlerin savunucusu olmanın sorumluluğunu hissediyorum.
Soru:ABD’deki sendikal hareketin yapısını tanımayan bazı kimseler, AFL-CIO’nun tepe
yönetimindeki değişimin önemini abartabilirler. Bu değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
BF:ABD’deki merkezi sendikal federasyonun ademi merkezi (yerinden yönetim esasına
dayalı) niteliği, AFL-CIO yönetiminin sendikal hareketi tepeden yapılmış resmi
açıklamalarla dönüştüremeyeceği anlamına geliyor. Federasyonumuzun gevşek yapısı
içinde, üye işkolu örgütlerinin geniş bir özerkliği var. Ne var ki AFL-CIO’nun tepe
yönetiminde John Sweeney, Linda Chavez-Thompson ve Richard Trumka gibi insanların
bulunması, sendikacılığın yönelmesi gereken doğrultu konusunda manevi bir pusula işlevi
görüyor. Sendikal hareketin aktif kadrolarının farklı bir sendikacılık vizyonu geliştirmesine
olanak sağlıyor.
Soru:Uzun yıllar sendikal eğitimle uğraştınız. Sendikal hareketin canlandırılmasında
sendikal eğitimin nasıl bir rol oynayacağını düşünüyorsunuz?
BF:AFL-CIO anti-kapitalist bir sendikal federasyon değil. Öyle federasyonlar Güney
Afrika’da, Brezilya’da var. Hangi parametreler çerçevesinde çalıştığımızı bilmemiz önemli.
Sendikal harekette şirket karşıtı, neoliberalizm karşıtı, hatta kapitalizm karşıtı analize
olanak var. İşçiler çoğu durumda kendi deneyimlerine dayanarak bir araya gelirler ve
sistemin kendilerine yaşattığı şeylere karşı öfkelidirler. AFL-CIO’da uyguladığımız sendikal
eğitim programı, şirket karşıtı ve neoliberalizm karşıtı bir yaklaşımı içeriyor. Ama bu
eğitim açık anti-kapitalist bir yaklaşım içermiyor. Çünkü bize böyle bir politik görev ve
yetki verilmiş değil. Kadrodan bir kişi olarak, federasyonumuzun politik gündemini ben
belirlemiyorum. Ama gözlemlerime göre, insanlarda mevcut sistemi dönüştürme
yönündeki alternatif yaklaşımlara bir açlık var.
ABD sendikal hareketi genelde radikal seçeneklere karşı isteksiz bir tutum takınmıştır.
Şimdilerde neoliberal kapitalizmi eleştirmeye çok istekli. Ama açık bir anti-kapitalist
yaklaşımı ve ekonomiyi demokratik bir biçimde düzenlemeye yol açacak alternatif bir
anlayışı benimseme eğilimi taşımadı. Bazı sendika liderleri böylesi bir anti-kapitalist
yaklaşıma daha açıklar, ama resmi sendikal eğitim açısından henüz bu noktada değiliz.
Sendikal harekette yerleşik söylemi değiştirecek oluşumların yukarıdan ziyade aşağıdan
gelmesi gerekiyor.
Soru:Örgütlenmenin ilkelerinden biri, en yakınınızdaki kişiyi örgütlemektir. Bu nedenle,
beyaz ilericiler ırkçılığa karşı beyaz topluluk içinde mücadele etmelidirler; yüksek öğretim
kurumlarındaki profesörler kendilerini örgütlemeli ve çevrelerindeki öğretim görevlilerinin
ve asistanların mücadelelerine katılmalıdırlar. Bununla birlikte birçok sendika, şimdilerde,
işçileri örgütlemek için kolej kampüslerinden gelen yeni mezunları alıyor ve istihdam
ediyorlar. Bu yaklaşımın güçlü ve zayıf yanları nelerdir?
BF:Sendikal hareketi canlandırmak için her düzeyde etkinlik gerekiyor. Kendilerini işçi
sınıfının çıkarlarına adama kararı vermiş orta katmanlardan insanların sendikal harekete
katılmasını olumlu karşılıyoruz. Sendikal kadrolarda görev almak ya da işyerlerine girerek
oraları içeriden örgütlemek, bunların her ikisi de değerli çabalar. Sınıf bilincini
güçlendirmek ve tabanda işçi liderleri yetiştirmek gerekiyor. Ve bunu yapmanın birçok
yolu var. Bunu sağlamanın yollarından biri, kolej mezunu olsun olmasın, sendikalarda
örgütçü olarak çalışmaktır. Yerleşik sendikal yapıların henüz ulaşamadığı işçi sınıfı
kesimlerini dikkate almamız gerekiyor.
İşçi sınıfının örgütlü kesimlerinin dar çıkarlarının ötesinde düşünmeli ve bütün emekçi
insanların geniş çıkarlarına yönelmeliyiz. Kapitalizmin dinamikleri işçileri sürekli olarak
savunma konumlarına itiyor. Sendikal hareket sürekli olarak kapitalistlerin ataklarına,
yani kârların artmasına ve çalışma koşullarındaki kötüleşmeye cevap veriyor. Sendikal
hareketin bu savunmacı mücadele anlayışını aşması gerekiyor. Sadece mevcut sendikal
yapıları güçlendirmekle yetinirsek, işçi sınıfının belli bir kesiminin savunma kapasitesini
güçlendirmekten başka bir şey yapmış olmayız.
Ne demek istediğimi bir örnekle anlatayım. Bu yıl 52 milyon insan sağlık yardımı
almayacak. Bu mücadelede sendikaların rolü nedir? Bazı sendika yöneticileri bu
mücadelede sendikal hareketin rolü olmadığını söylüyorlar. “Üyelerimizden birçoğu yamalı
bohçaya benzeyen mevcut sistemin kapsamı içinde. Bu nedenle bu bizim ana sorunumuz
değil” diyorlar. Şimdi bu dar bir sendikal yaklaşım. Gerçek bir sendika liderinin işçi
sınıfının gücünü bu sorun çevresinde harekete geçirmenin yolları üzerinde kafa yormaya
çalışması gerekiyor. Bu eylemin sendika üyelerini kapsamakla kalmaması, işçi sınıfının
çok daha geniş kesimlerini harekete geçirmesi gerekiyor.
Aşağıdaki yazı Boston Review adlı derginin internetteki sitesinden alındı. Allison
Porter AFL-CIO Örgütlenme Enstitüsü’nün yöneticilerinden, Richard Bensinger
ise AFL-CIO’nun eski Örgütlenme Enstitüsü Müdürü.
Allison Porter ve Richard Bensinger
Sendikal Hareket Yol Ayrımında
Sosyal adaleti hedefleyen bir araç olarak sendikal hareketin vizyonundan esinlenen
Amerikan aktivist kuşakları hayatlarını sendikaların inşasına adadılar. Kuşaklar boyu
örgütçüler, işçilerin sendikalar aracılığıyla demokratik ideallerini dile getirmelerine olanak
sağlamak için mücadele ettiler. Ama günümüzde örgütlü işçi oranındaki ciddi düşüşle
birlikte, birçok insan sendikaları geçmişteki görkemli günleriyle anıyor.
Ömrünü sendikal harekete adamış insanlar olarak bizler sendikaların şimdilerde karşı
karşıya bulunduğu zorlukları içimiz yanarak görüyoruz. Sendikaların büyümesinin
önündeki dış engellerin şunlar olduğunu biliyoruz: köhnemiş ve adaletsiz iş mevzuatı,
sendikal harekete düşmanca yaklaşan işverenler ve serseri mayın gibi dolaşan
uluslararası sermaye. Şu örgüt içi engellerin de farkındayız: halinden memnun olmanın
rehaveti, savunmacı bir tutum ve bürokratikleşme. Ama bizler, geçmişin zaferlerini
göklere çıkarmak ya da zorluklar karşısında umutsuzluğa kapılmak yerine, bu bilinci
örgütlenmeyle ilgili yeni stratejik fikirlere dönüştürmeye çalışıyoruz.
AFL-CIO’nun Örgütlenme Enstitüsü böylesi fikirler geliştirmek üzere kuruldu. Enstitü
sendikaların karşı karşıya bulunduğu sorunlardan bazılarının üstesinden gelebilecek
nitelikte iki proje üzerinde çalışıyor.
Enstitü, örgütlenmedeki başarılardan ders çıkarmak ve gelecekteki çalışmaları
yönlendirmek üzere, örgütlenme konusunda yöneticilerden oluşan bir çalışma grubu
kuruyor. Bu çalışma grubu, örgütlenme alanında başarılı bir geçmişi olan yerel ve
bölgesel sendika yöneticilerini bir araya getiriyor. Sendikalar örgütsüz işçilere ulaşabilmek
için değişmek zorundalar. Çalışma grubunun amacı, ne tür bir değişimin yararlı olacağını
belirlemek.
Gelecekteki gücümüzü inşa etmek için, yeni bir örgütçü kuşağı yetiştiriyoruz. Bu insanlar
adaletsizliğe karşı dinmeyen bir öfke besliyorlar, kendilerini sendikal örgütlerin
güçlendirilmesine adamışlar ve projeyi hayata geçirecek enerjiye sahipler.
Büyümek için değişmek isteyen örgütler ve adaletsizliğe karşı dinmeyen bir öfke besleyen
örgütçüler, eğer bu ikisi bir arada ise, demokrasi kaygısı duyan ve sendikaların bunun
önemli bir parçası olduğunu kavrayan herkes için elinizde güçlü bir kaynak var demektir.
Yeni Bir Örgütlenme Kültürü
Sendikal hareket ile işverenler arasında İkinci Savaş sonrasında oluşmuş toplumsal
sözleşme çerçevesinde, sendikaların rolü, üyelerine hizmet etmek, insana yaraşır ücret ve
sosyal haklar sağlamak ve işçileri işverenlere karşı korumaktı. Bu dönemde sendikalar
genelde başarılı oldu.
Ama mevcut üyelere hizmet vermek bir şeydir, yeni işçileri örgütlemek bir başka şey.
1980’lerde, işten çıkarmaların, verilen ödünlerin, şirket birleşmelerinin ve şirketlerdeki
yeniden yapılanmanın etkisiyle, sendikalar ile işverenler arasındaki ilişkiler bozulunca,
birçok sendika yeni gelişmelere hazırlıksız yakalandı. Üye kaybı karşısında, hizmet
sendikacılığından örgütlenme sendikacılığına geçişi sağlayacak örgütsel değişmeleri
gerçekleştirmek, ilerici sendika yöneticileri için bile mücadele konusu oldu. Ne var ki bazı
yerel sendikal örgütler bir örgütlenme gündemi çevresinde yeniden yapılandı ve üyelerini
harekete geçirdi. Özellikle böylesine sendika karşıtı bir ortamda, bu riskli ve karmaşık bir
çalışmadır. Buna rağmen, bu sendikalar büyüme sürecine girmiştir ve yaşadıkları
deneyim öğreticidir.
İşverenlerin yoğun saldırıları karşısında, sendikal örgütlenme, kadro-yoğun (kadrolara
dayanılarak yürütülen) bir süreçtir ve iyi tasarlanmış, uzun vadeli bir strateji gerektirir.
Örgütlenmeyi hayata geçirmek isteyen yöneticiler, sendikaların sınırlı kaynaklarını üyelere
hizmetle sınırlı kalmaktan kurtarıp örgütsüzlerin örgütlenmesine kaydırmak ve bu
çalışmayı yönlendirip yürütecek kadroları sağlamak zorundadırlar.
Ayrıca, yerel sendikal örgütleri örgütlenmeye yönelik aygıtlara dönüştürecek politik
iradeyi tek başına yöneticiler yaratamazlar. Sözgelimi örgütlenme programlarını finanse
etmek için aidatların artırılması ya da örgütlenme kampanyalarında işverenlerin tarafsız
kalmasını öngören toplu pazarlık taleplerinde ısrar edilmesi gibi zor kararların alınmasında
üye desteğinin sağlanması gerekir. Örgütsüz işçilere yönelik politikalar geliştirilmesi
gerekir.
Sözgelimi, şimdilerde ABD Hizmet Çalışanları Sendikası’nın (SEIU) çatısı altında yer alan
hizmet sektöründeki yerel bir sendikanın başkanlığına 1980’lerin başlarında Tom
Woodruff geldi. Başkanın yaptığı ilk iş, örgütlenmeyi gündemin birinci maddesi yapmak
oldu. Woodruff her sendika toplantısında, görüşmede, genel kurulda ve etkinlikte
örgütlenmeyi öne çıkarıyordu. Üyelerin örgütlenmeye yardımcı olmasını sağladı. Sonra,
üyelerin oylarıyla, kaynakların önemli bir bölümünü hizmetten örgütlenmeye kaydırdı.
Bugün Hizmet Çalışanları Sendikası’nın bu yerel örgütü, yerel örgütlerin örgütlenme
harcamaları ortalama yüzde beş dolayında iken, aidat gelirlerinin yüzde 35’ini
örgütlenmeye harcıyor.
Bütün bunların yanı sıra, Woodruff, alanında önde gelen bir kişiyi örgütlenme müdürü
olarak göreve getirdi. Örgütçüleri yetiştirecek, yönlendirecek, destekleyecek, besleyecek
ve onlardan hesap soracak böyle bir kişi olmaksızın, örgütlenme alanına yapılan yatırım
sonuç vermeyecekti. Söz konusu sendika, örgütlenmeye yaklaşımı nedeniyle, yetenekli
yeni örgütçüleri saflarına çekti. Üç yıldan kısa bir sürede, böylesi iki örgütçü birlikte
çalışarak 2.000’den fazla işçiyi örgütledi.
Bu yönde ilerleyen başka sendikalar da var. Bu sendikalar örgütlenme ve müzakerelerde
atak bir tutum takınıyorlar, öncelikli hedefleri belirliyorlar, yeterli kaynak ayırıyorlar,
üyelerin desteğini kazanıyorlar ve örgütlenmenin gerçekleşmesine elverişli bir kültür
yaratıyorlar. Ama bütün bunları yapmış olsalar bile, işe adım attıracak insanları bulmaları
gerekiyor.
Yeni Bir Örgütçü Kuşağı
Bir sendika örgütçüsünün yaşam biçimini benimsemeye hazır insanları bulmak hiçbir
zaman kolay olmamıştır ve örgütlenme çalışmasının koşulları elverişsizleştikçe, bu daha
da zorlaşmıştır. Bu nedenledir ki Örgütlenme Enstitüsü’nün programı geleneksel yerlerin
dışından örgütçüler arıyor ve tabandan gelen gönüllü örgütçü kadroları yetiştiriyor.
Giderek artan sayıda yüksek öğrenim görmüş gençler, sivil toplum örgütçüleri ve
tabandan gelme aktivistler bu işe talip oluyorlar. Ülkenin dört bir yanında sendikal
kampanyalarda çalışan kadınların ve renkli ırktan insanların sayısı artıyor. Örgütlenme
Enstitüsü’nün çağrısına yanıt veren insanlar genellikle kişisel yaşamlarında adaletsizlik
deneyimi geçirmiş kişiler. Ama bu tür deneyimlerin yaygın olduğunu biliyorlar ve sendikal
örgütlenmenin, adaletsizliği temelinden çözmek için gerekli gücü insanlara sağlamada
yardımcı olacağını umuyorlar. Bu yeni örgütçüler sendikal harekete bağlanmakla
kalmıyorlar, sendikal hareketin yeniden yapılanması sürecine de aktif olarak katılıyorlar.
Kate Bronfenbrenner ABD’de Cornell Üniversitesi Endüstri ve Çalışma İlişkileri
Okulu’nda Sendikal Eğitim ve Araştırma Bölümü’nün müdürü. Küresel ekonomi,
örgütlenme ve toplu pazarlık stratejileri konusunda araştırma ve incelemeler
yapıyor.
Kate Bronfenbrenner
Amerikan Sendikal Hareketi ve
Sendikal Örgütlenmede Canlanma
Son yirmi yıldır, dünyanın dört bir yanındaki sendikalar, işverenlerin ve hükümetlerin
ABD’nin ekonomi politikalarını, iş yasalarını ve sendika karşıtı stratejilerini uygulama
çabasını kaygıyla izliyor. Sonuç, istihdam ilişkisiyle ilgili her konuda (işçi sağlığı ve iş
güvenliği, sözleşmelerin uygulanması, iş güvencesi, örgütlenme hakkı, vb. konularda)
kıran kırana bir kapışma olmuştur. Bununla birlikte, yeni bir yüzyılın eşiğinde, Amerikan
sendikal hareketi canlanma belirtileri gösteriyor.
Politik cephede canlanma belirgin. Bu alanda Amerikan sendikaları, tabana yönelik
eğitimle ve üyelerinin ve sivil toplumdaki müttefiklerinin harekete geçirilmesiyle, asgari
ücret vb. konularda Kongre üzerinde başarılı sonuçlar elde ediyor. Bridgestone-Firestone,
Wheeling Pittsburgh Steel, United Parcel Service, Bell Atlantic ve Continental Tire
işletmelerindeki
toplu
pazarlık
çalışmalarında,
sendikalar,
yaratıcı
stratejik
kampanyalarla, dünyanın en güçlü şirketlerinden bazılarına meydan okumayı
başarıyorlar.
Amerikan üniversite kampüslerini sarsan öğrenci etkinliklerindeki kabarmada da sendikal
hareketin canlanmasının ipuçları gözleniyor. Kampüslerdeki öğrenciler, ağır çalışma
koşullarının bulunduğu işyerlerine karşı örgütlenen kampanyalara katılıyor
kampüslerdeki hizmet sektörü çalışanlarının sendikalaşmasını destekliyorlar.
ve
Sendikal konulara medyanın ilgisinde büyük bir değişme var. Onlarca yıldır ilk kez
sendikaların başarılarıyla ve diğer sendikal konularla ilgili haberler birinci sayfada yer
alıyor.
Ama ABD sendikal hareketinin yenilenme çabaları en çarpıcı biçimde örgütlenmede
gözleniyor. Hızla kötüleşen ekonomik, politik ve yasal koşullara rağmen, son yıllarda
ABD ulusal sendikal merkezi AFL-CIO, ulusal ve yerel sendikal örgütlerle birlikte,
örgütlenme kapasitesini geliştirmek için büyük bir çaba harcıyor. Bu çaba kadroların ve
mali kaynakların örgütlenmeye kaydırılmasını, yönetimlerin ve üye tabanının örgütlenme
kampanyalarına yönelmesini, daha etkin örgütlenme stratejileri ve taktikleri geliştirilip
uygulanmasını içeriyor.
Bir süre önce yayımlanan örgütlenme verileri, bu yeni sendikal örgütlenme girişimlerinin
sonuç vermeye başladığını gösteriyor. ABD’nin dört bir yanında sendikalar daha çok
sayıda kampanya yönetiyor, daha çok sayıda örgütçüyü saflarına kazanıyor ve eğitiyor,
daha çok sayıda yetki oylaması kazanıyor. Sendikalar yeni işkollarında yeni üyeler
kazanıyor. Sendikal örgütlenmedeki büyük gerileme artık son noktasına varmış
görünüyor.
Örgütlenme Görevi
ABD sendikal hareketindeki birçok insan, örgütlenme sorunlarının 1980’lerde Başkan
Reagan’ın sendika karşıtı girişimleriyle başladığı kanısındadır. Ne var ki, serbest piyasa
ekonomisi politikalarının ve koruyucu iş mevzuatındaki çözülmenin birkaç yıl içinde
sendikal örgütlenme çabalarını yerle bir ettiği diğer sanayi ülkelerinden farklı olarak,
ABD’de sendikalılık oranındaki ve örgütlenmedeki gerileme Reagan döneminden onyıllarca
önce başladı. ABD’de şirketler ve oralarda çalışan işçiler 1950’lerde ve 1960’larda dünya
ekonomisindeki büyümenin nimetlerinden pay aldıkları sürece, sendika yönetimleri
başlarını kumda gömülü tutabiliyorlar, kötüleşen yasal, ekonomik ve politik koşulların
uzun vadeli olumsuz etkilerini görmezden gelebiliyorlardı. Koşullardaki bu değişmenin
etkisi bütün boyutlarıyla 1980’lere kadar hissedilmedi. Fark edildiğinde ise, gerilemeyi
tersine çevirecek köklü stratejik ve yapısal değişmelerin kolayca yapılması için artık çok
geçti.
Bugün, 60 küsur yıldır ilk kez sendikalı işçi oranı yüzde 14’ün altına düşerken, ABD
sendikaları üzerinde değişimin baskısı daha da yoğunlaşmış bulunuyor. İşverenlerin
örgütlenme karşıtı tutumu ölçek, karmaşıklık ve etkinlik yönünden hızlı bir tırmanış
içinde. Kuralsızlaştırma, özelleştirme ve liberal ticaret politikaları ekonominin her
kesiminde işçilerin güvenliğini tehdit ediyor.
Bu olumsuz baskılar hiçbir alanda örgütlenme alanında olduğu kadar belirgin değil. Son
yirmi yıl içinde, işyeri kapatmalar, işten çıkarmalar, şirket yeniden yapılanmaları, yetki
kaybı ve taşerona iş verme gibi nedenlerin yol açtığı sendikalı işçi ve iş kayıpları, özel
sektörde kazanılan yetki oylamalarının oranındaki (yüzde 50’nin altı) düşüş, bağıtlanan ilk
sözleşme oranındaki (yüzde 70’in altı) düşüş ve her yıl sendikaların özel sektörde toplu
pazarlık yaptıkları işçi sayısındaki (60.000’den az) düşüş nedeniyle telafi edilemedi.
Bu duruma ve örgütlenme koşullarındaki elverişsizliğe rağmen, şimdilerde Amerikan
sendikalarının örgütlenme alanında gidişatı tersine çevirme konusunda önemli bir ilerleme
kaydettiğinin bazı ipuçları var. Los Angeles’ta (California) Hizmet Çalışanları Sendikası’nın
(SEIU) ev bakım hizmetlerinde çalışan 74.000 emekçiyi örgütlemesi, Las Vegas’ta Otel ve
Lokanta Çalışanları Sendikası’nın (HERE) MGM ve Bellagio otellerinde çalışan yaklaşık
10.000 işçiyi örgütlemesi, İletişim İşçileri Sendikası’nın (CWA) 26.000 küsur havayolu
rezervasyon görevlisini örgütlemesi ya da geçen yaz, Tekstil İşçileri Sendikası’nın (UNITE)
5.000 tekstil işçisiyle ilgili başarılı çalışmaları, bütün bunlar, işverenlerin son derece
saldırgan tutumlarına rağmen, bazı sendikaların başarılı olabildiklerini ortaya koyuyor.
Dahası, AFL-CIO’nun ve ona üye en büyük sendikalardan birçoğunun örgütlenmeye daha
fazla kaynak ayırmaya ve daha önce görülmemiş bir hız ve ölçekte örgütlenmeye
başladığını gözlüyoruz.
Bu süreç yavaş ama emin adımlarla sonuç vermeye başlıyor. 1998’de, onyıllardır ilk kez,
Amerikan sendikaları kaybettikleri üye sayısında yeni işçiyi örgütlediler.
Sendikalar, özel sektörün yanı sıra kamu sektöründe de örgütlenmeyi sürdürüyorlar.
Yeni İşçiler, Yeni İşkolları
Örgütlenme alanında son zamanlarda gözlenen bu atılımların en dikkat çekici yanlarından
biri, bunların yoğunlaştıkları yerlerdir. Yetki oylamalarında yetkili kurum olan Ulusal
Çalışma İlişkileri Bürosu çerçevesinde örgütlenen işçilerin yaklaşık yarısı sağlık
sektöründe, sosyal hizmetlerde, otel ve eğlence sektörlerinde ve hizmet sektörünün diğer
birimlerindedir. Buralarda Büro’nun düzenlediği yetki oylamalarındaki kazanma oranı
ortalama yüzde 60’ın üzerindedir. Bu işkollarında ağırlıklı olarak kadınlar ve renkli ırktan
işçiler çalışmaktadır. Yeni örgütlenen işçilerin ancak yüzde 21’i sendikal hareketin
geleneksel kalesi olan imalat sektöründedir ve yetki oylamalarında kazanma oranı bu
sektörde ancak yüzde 41’dir. Kamu sektöründe örgütlenen yeni işçilerin belirgin bir
çoğunluğunu kadınlar oluşturmaktadır. Buna karşılık, Ulusal Çalışma İlişkileri Bürosu’nun
prosedürü dışında örgütlenen “evlerde bakım hizmeti veren emekçilerin” ve otel işçilerinin
çoğunluğunu ise kadınlar ve renkli ırktan işçiler, özellikle Asya, Latin Amerika ve
Karayipler’den gelmiş göçmen işçiler oluşturmaktadır.
Örgütlenmedeki Gerilemenin Kökleri
Amerikan sendikalarının örgütlenmedeki başarısızlıklarını eleştirel gözle değerlendirmesi
ve gerilemeyi tersine çevirecek ciddi önlemleri alması 40 yıldan fazla bir zaman
gerektirmiştir. Bununla birlikte, sendikaların örgütlenmedeki gerilemeyi tersine çevirmesi,
toplu sözleşme masasındaki ve toplumdaki gücünü yeniden kazanması için, her yıl yüz
binlerce değil, milyonlarca işçiyi örgütlemesi gerekiyor. Diğer ülkelerdeki sendikaların
bizim deneyimimizden ders alarak gerilemeyi henüz bizdeki düzeye gelmeden
durdurmaları tek dileğimizdir.
1930’larda ve 1940’ların başlarında ABD sendikaları, ekonominin genişlediği, politik ve
toplumsal ortamın ise elverişli olduğu bir dönemde, atak bir örgütlenmeyle üye sayılarını
ve güçlerini büyük ölçüde artırdılar. Daha sonraki dönem boyunca üye sayısı istikrarını
korudu, ama sendikaların hızla büyüyen işgücüne ayak uyduramaması nedeniyle, genelde
sendikalı işçi oranı geriledi. Bu gerilemenin bir bölümü,
ABD ekonomisindeki ve
işgücündeki yapısal değişmelere (sermayenin hareketliliğindeki artışa, teknolojik
değişime ve emek organizasyonundaki değişmelere) bağlanabilir. Bu süreç sendikalı
işkollarında önemli istihdam kaybıyla ve örgütsüz hizmet sektöründe hızlı büyümeyle
sonuçlandı. Sendikalı işkolları üzerindeki bu baskılar, kuralsızlaştırma ve serbest ticaret
politikaları gibi devlet politikaları sonucunda daha da ağırlaştı.
İş mevzuatındaki değişme de bu gerilemeye katkıda bulundu. Ulusal Çalışma İlişkileri
Yasası’nda işveren yanlısı değişiklikler yapılmadan hemen önce, 1940’ların sonlarında
sendikalı işçi oranı en yüksek noktasına ulaştı. Yasadaki işçi karşıtı Taft-Hartley
değişiklikleri, işverenlerin sendikalara karşı çıkma olanaklarını genişletirken sendikaların
örgütlenme olanaklarını kısıtladı. Dönemin soğuk savaş histerisini yansıtan ve değişiklik
sonucu yasaya giren bir hükme göre, ayrıca, sendikaların, sendikal faaliyette
bulunabilmek için, komünist olmadıkları yolunda bir yeminli beyan imzalamaları
gerekiyordu. Bu dönemde, sendikal hareketin en iyi örgütçülerinden oluşan bir kuşağın
tamamı
komünist, sosyalist ya da onlara yandaş oldukları gerekçesiyle
sendikalardan tasfiye edildiler. Bu insanlarla birlikte zengin bir stratejik bilgi ve
örgütlenme deneyimi birikimi de gitti. Bu kayıp iki kuşak sonra ancak şimdi telafi
edilebiliyor.
Sendikalı işçi oranındaki gerileme Taft-Hartley değişikliklerinden sonra başlamış olmasına
rağmen, yasadaki bu değişikliklerin gerçek etkisini, büyüyen ekonomi örttü. 1950’lerde
ve 1960’larda sendikalar, örgütsüz kalmış işkollarını ve sektörleri örgütlemekten çok,
mevcut üyelerine hizmet vermeye odaklandılar. ABD’nin savaş sonrası ekonomik
patlaması ilk kez 1970’lerde sarsıldı ve sendikalar, işten atmalarla, işyeri kapatmalarla ve
sermayenin kaçışıyla ilk kez önemli sayıda üyeyi kaybetmeye ve sendikal hakların
kısıtlılığını bütün ağırlığıyla hissetmeye başladılar. Örgütlenmeye giriştiklerinde ise
karşılarında örgütlenmeyi engellemek için ellerinden gelen her şeyi yapmaya hazır
işverenleri buldular.
Sendikalar işverenlerin bu saldırısına hazırlıklı değildiler. Yüzyılın başlarında tekstil ve
otomobil fabrikalarındaki örgütçüler başarının ağır, gizli ve topluma dayalı
örgütlenmekten geçtiğinin farkındaydılar. Sendikalara yönelik en küçük kıpırdanmayı
izleyen, döven, işten atan, kara listeler hazırlayan işverenler karşısında bu örgütçüler ev
ev, mahalle mahalle dolaştılar, öncüler yetiştirdiler, toplum içinde ilişkiler kurdular ve
daha gözüpek bir çıkışa hazırlandılar. Ama 1950’lerdeki ve 1960’lardaki çoğu sendika için
örgütlenme, fabrika kapısında üye kayıt fişleri dağıtmaktan, birkaç büyük toplantı
düzenlemekten ve basılı malzeme postalamaktan başka bir anlama gelmiyordu. Bir kısım
sendika (özellikle inşaat işçilerinin ve kamyoncuların sendikaları) içinse, örgütlenme
büyük bölümüyle yukarıdan aşağıya, sendika görevlilerinin sendikasız işçileri ziyaret
etmesiyle yürütülüyordu. Sendikalar işkolundaki “pazar paylarını” kontrol edebildikleri ve
işveren baskısı asgari düzeyde olduğu sürece bu stratejiler sonuç verdi. Ama 1970’lerde
ve 1980’lerde işverenler sendikalara karşı saldırganlığını artırdıkça, örgütlenme
çalışmaları düşüşe geçti.
Sendikalar güçsüzleştikçe, işverenler sendika karşıtı stratejilerinde daha cüretli hale
geldiler ve yöntemlerini daha da geliştirdiler. İşyerlerine sendika sokmamak için her şeyi
ödemeye hazır işverenlere hizmet sunmayı meslek edinmiş “yönetim danışmanları”ndan
oluşan bir sektör türedi. 1980’lerin ortalarında işverenler, özel sektördeki sendikal
örgütlenme kampanyalarının yüzde 71’inde sendika karşıtı danışmanlar kullandılar.
1995’te bu oran yüzde 90’a yükseldi.
Sendikalara karşı yasadışı etkinlikler de arttı. 1960-1980 döneminde işverenlerle ilgili
yasadışı sendikal baskı (yani örgütlenme hakkının ihlali) iddiaları dört misli arttı. Sendikal
faaliyet nedeniyle işten atma iddialarının sayısı üç misli arttı. Bu nedenle tazminat alan ya
da işe iade edilen işçilerin sayısı ise beş misli artış gösterdi.
Başkan Reagan’ın işverenlerin sendika karşıtı gündemine açıkça destek veren tutumu
onları bu konuda daha da cesaretlendirdi.
Bugün ABD’li işverenlerin üçte birinden fazlası örgütlenme kampanyalarında sendikal
faaliyet gösterdikleri gerekçesiyle işçileri işten atıyor, yarısından fazlası örgütlenme
sırasında işçileri şirketi kapatmakla tehdit ediyor, yüzde 15 ile 40’ı ücretlerde ve çalışma
koşullarında yasadışı değişiklikler yapıyor, sendikaya karşı çıkan işçilere rüşvet veriyor ya
da örgütlenme kampanyası sırasında sendika aktivistlerini elektronik izlemeye alıyor.
Kısaca, örgütlenmeyle karşı karşıya kalan işverenler, korku, çatışma, kuşku ve gözdağıyla
dolu bir ortam yaratmak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Böylelikle, işçilerin
işyerinde sendikal örgütlenmenin başlamasından önceki dönemi mumla aramasını
amaçlıyorlar.
ABD’de işverenler bu saldırgan politikalarını uygularken, Ulusal Çalışma İlişkileri
Bürosu’ndan veya mahkemelerden herhangi bir dişe değer ceza geleceği korkusunu da
taşımıyorlar. En ciddi olaylarda bile durum değişmiyor. Sözgelimi İletişim İşçileri
Sendikası’nın 1994’te Sprint firmasının San Francisco’daki pazarlama biriminde yürüttüğü
örgütlenme kampanyası sırasında, önce Ulusal Çalışma İlişkileri Bürosu, daha sonra da
mahkemeler, firmayı örgütlenme kampanyası boyunca elliden fazla iş yasası ihlalinden
suçlu buldu. Bu suçlar arasında delil uydurmak, rüşvet, tehdit, yasadışı izleme, işten
atmak ve sonunda da sendikal örgütlenme nedeniyle işyerini kapatmak ve işi başka bir
yere taşımak eylemleri bulunuyordu. Saptanan bütün bu suçlara verilen tek “ceza”,
işyerini tekrar açacak olursa, işverenin benzer ihlallerden kaçınması gerekeceği yolunda
bir karar oldu.
1995’te Michigan, Oscoda’daki ITT Otomotiv işyerinde Otomobil İşçileri Sendikası’nda
örgütlenmeye başlayan işçiler de benzer bir işveren saldırısıyla karşı karşıya kaldılar.
Daha alışılmış yöntemler olarak tehditlerin, tacizin ve sendika aktivistlerinin işten
atılmasının yanı sıra, yetki oylamasının yapılacağı günden kısa bir süre önce, şirket
tesisleri bir gecede söktü. Sendika için muhtemel bir zafer bir anda yenilgiye dönüştü.
İşverenlerin bu sistemli saldırılarının yoğunluğunun sendikaların örgütlenme çalışmaları
üzerinde yıkıcı bir etki yaratması şaşırtıcı değil.
Bu nedenledir ki birçok araştırmacı, ABD sendikalarının örgütlenme çalışmalarındaki
gerilemenin ana nedenleri arasında, sistemli işveren saldırısını ve iş yasalarının
yetersizliğini sayıyor. Bununla birlikte, ABD sendikaları örgütlenmedeki başarısızlıklarını
sadece dış faktörlerle açıklayamazlar. Kabahatin büyük bir bölümü kendilerindedir.
1950’lerde ve 1960’larda sendikalar bütün işkollarında yığınsal örgütlenme kampanyaları
başlatabilecek kaynak ve güce sahipken, bunu yapamadılar. Aynı şekilde, ekonominin
bütün sektörlerini görmezden geldiler ve çoğu zaman bilinçli bir biçimde aldırmadılar,
çünkü buralarda çalışanların çoğu düşük ücretli kadınlar ve renkli ırktan insanlardı. Bu
kısmen önyargıdan kaynaklanıyordu. Ama, aynı zamanda, bu işçilerin sendikalara pek ilgi
duymadıkları ve bu işkollarının örgütlenmesinin daha zor olduğu yanılgısından da
kaynaklanıyordu. Birçok sendika bu yanlış inancı 1990’larda da sürdürdü. Oysa
araştırmalar şu olguyu açık bir şekilde ortaya koyuyor: Kadın işçilerin, hizmet
sektöründeki düşük ücretli işçilerin ve renkli ırktan işçilerin de en az diğerleri kadar
örgütlenmesi mümkündür.
ABD sendikaları, onyıllar boyunca, beyaz yakalı işçilerin örgütlenmesini de görmezden
geldiler. Bu konuda da bu işçilerin mavi yakalılara göre sendikalarla daha az ilgilendikleri
kanısı hâkimdi. Bu tutum, 1960’larda ve 1970’lerde, kamu sektöründe toplu pazarlığa
başlanmasıyla, kamu sektöründeki öğretmenlerin, büro emekçilerinin ve idarecilerin
sendikalara yığınsal olarak akmaya başlamasıyla bir ölçüde değişti. 1990’lara
gelindiğinde, ABD’deki toplam işgücünün sadece yüzde 16’sı eyalet yönetimleri, yerel ve
federal yönetim kuruluşları tarafından istihdam edilmekle birlikte, AFL-CIO üyesi
sendikaların temsil ettiği işçilerin üçte biri kamu sektöründe istihdam ediliyordu ve kamu
sektöndeki sendikalı işçi oranı yüzde 35’in üzerindeydi. Kamu sektöründeki işçiler, özel
sektörde çok yaygın olan sistemli işveren saldırısına pek maruz kalmadan sendikalarda
örgütlenip toplu sözleşme bağıtlayabiliyorlardı.
1970’lerde, sağlık hizmet sektörü işçilerinin Ulusal Çalışma İlişkileri Yasası’nın kapsamı
dışında tutulmasına son verilmesi üzerine,
özel sektördeki hastane ve ev bakım
emekçileri arasındaki örgütlenme çalışmalarında bir patlama oldu. Keza 1980’lerde,
Birleşik Otomobil İşçileri Sendikası (UAW) gibi birçok sendika büro emekçileri arasında
yürüttükleri birçok örgütlenme kampanyasını başarıyla sonuçlandırdılar. Kamu
sektöründeki ve özel sektördeki bu başarılı çalışmalar binlerce kadını ve renkli ırktan
insanı sendikal harekete kazandırdı. Ama bu kazanımlar bile sendikal hareketin eski
kaleleri olan otomotiv, çelik, inşaat, elektronik ve tekstil işkollarındaki kan kaybını
durdurmaya yetmedi.
Sendikalardaki gerileme olgusunun görmezden gelinmesinin artık zorlaştığı 1980’lerde
bile, çok az sendika, örgütlenmeyi gündemine almıştı. Çoğu sendika kaynaklarını,
örgütlenme yerine, daralan üye tabanına hizmet vermeye ayırıyordu. Ama bazı sendikalar
işverenin sistemli saldırısına ve örgütlenme koşullarındaki elverişsizliğe rağmen
örgütleniyorlardı. ABD sendikal hareketinin önündeki görev, neden bu sendikaların daha
başarılı olduklarını ve bu başarıya katkıda bulunan taktik ve stratejileri saptamaktı.
Örgütlenmede Başarıya Katkıda Bulunan Faktörler
ABD’de sendikal örgütlenmedeki gerilemeye katkıda bulunan faktörler üzerine bir hayli
araştırma yapılmış olmasına rağmen, bu araştırmaların çok azı, sendikal taktiklerin
örgütlenme sürecinde oynadığı rolü incelemiştir. Bunun nedenlerinden biri,
araştırmacıların, sendikal taktiklerin bu alanda önemli bir rol oynadığını düşünmemesidir.
Bazı araştırmacılar şöyle düşünür: Sendikal taktikler tepkici bir nitelik taşır, sendikal
taktiklerin ne olacağını işyeri yönetiminin uyguladığı taktikler belirler. Bu nedenledir ki bu
araştırmacılar sendikal taktikleri örgütlenmeyle ilgili araştırma modellerine almazlar.
Bazıları ise sendikal taktiklerin önemli olduğu kanısındadırlar, ama bu faktörü araştırma
modellerine katamazlar. Çünkü sendikaların örgütlenme kampanyalarında kullandıkları
taktikler konusunda sınırlı bir anlayışa sahiptirler ve sendikaların kampanya verilerine
ulaşamazlar. Bu nedenledir ki özel sektörde örgütlenmeyle ilgili çoğu araştırma, Ulusal
Çalışma İlişkileri Bürosu’nun veri tabanından kolayca sağlanabilecek oylama, birim ve
işveren değişkenlerine odaklanmaya devam ediyor.
1988’de, AFL-CIO’nun Örgütlenme Bölümü ile birlikte, yetki oylaması kampanyalarının
başarısını ya da başarısızlığını etkileyen faktörler konusunda, sendikal hareket ve
araştırma dünyası için yeni bir anlayışla bir çalışma başlattık. Özel sektördeki ve kamu
sektöründeki örgütlenme kampanyalarında çalışan öncü örgütçülerle yapılan anketlerle,
hangi sendikal taktiklerin sendikal örgütlenmenin başarısı üzerinde en olumlu etkiyi
yarattığını belirledik.
Bu araştırmaların bulguları açıkça şunu gösteriyordu: Sistemli işveren saldırısına rağmen
oylamaları kazanan sendikalar, kaybedenlerden çok farklı kampanyalar örgütlüyorlardı.
Gerçekten, sendikal stratejiler ve taktikler, oylama sonuçlarını belirlemede en az diğer
değişkenler (pazarlık biriminin demografik yapısı, işverenin özellikleri ve kullandığı
taktikler ve genel örgütlenme ortamı) kadar önem taşıyordu. Araştırmanın en önemli
bulgularından biridir bu. Çünkü anlamı şudur: Oylama sürecinde ABD sendikalarının
kontrol ettiği bir öğe, yani sendikaların örgütlenme strateji ve taktikleri, örgütlenmeye en
elverişsiz koşullarda bile başarıyı belirlemede önemli bir fark yaratabilir.
Vardığımız sonuç şu oldu: Sendikalar, örgütlenmenin başlangıcından itibaren tabana
dayalı stratejiler kullanarak, sendikal örgütsel yapıları güçlendirerek ve bir sendika gibi
davranarak atak ve yaratıcı kampanyalar örgütlediklerinde yetki oylaması kampanyalarını
kazanma ihtimalleri artacaktır. Böylece, öncü kadroları ve sendikal bilinci geliştirmek için
sendikanın teke tek temasa, ev ziyaretlerine ve küçük grup toplantılarına odaklandığı ve
işçileri işverenin sendika karşıtı stratejisine karşı uyanık tuttuğu kampanyalar, esas
olarak kapıdan bildiri dağıtma ve basılı malzeme postalama yöntemlerinin, yığınsal
toplantıların kullanıldığı geleneksel kampanyalardan çok daha başarılı sonuçlar
vermektedir.
Bu demek değildir ki örgütlenme kampanyaları sırasında bildiri ve basılı malzeme
dağıtmak ve göndermek yanlış bir şeydir. Sendikaların kişisel temastan ziyade dolaylı
iletişim yöntemlerine odaklandığı geleneksel kampanyalarda bunun bir işlevi vardır. Teke
tek temas ise ev ziyaretleriyle ve küçük grup toplantılarıyla örgütçüler için önemli ve
etkin bir yöntemdir. Örgütçüler bu sayede işçilerin kaygılarına kulak verirler, korkularını
yatıştırırlar ve onları harekete geçirirler. İşverenin yürüttüğü acımasız ve yoğun
kampanyayı göğüslemek için bu gereklidir.
Araştırma bulguları, sendikanın örgütlenme kampanyasına tabanın katılımını sağlamasının
da başarıya katkıda bulunduğunu gösteriyor. Buna göre, bütün farklı çıkar gruplarını
temsil eden geniş, aktif bir taban komitesinin, örgütlenmenin başarısına diğer
faktörlerden daha fazla katkıda bulunacağı, sendikanın oylamayı kazanma olasılığını
yüzde 20 oranında artıracağı saptanmış bulunuyor. Sendikaya karşı işyerinde günde sekiz
saat saldırgan bir kampanya yürütün işverenlerle baş edebilmenin en etkin aracı bu
komitelerdir. Komiteler, işverenin yürüttüğü kampanyanın yarattığı korkuyu ve yanlış
bilgilendirmeyi göğüslemek için gereken işçi katılımını ve bağlılığı sağlar. Temsili taban
komiteleri, ayrıca, sendikanın örgütlemeye giriştiği işçilerin sorunları ve kaygılarıyla
teması sürdürmesi açısından da önemlidir. Ama belki de en önemlisi şudur: Bu komiteler
işçilere sendika ve örgütlenme kampanyası konusunda bir sahiplik duygusu kazandırır,
onlarda demokratik bir örgütün bir parçası oldukları duygusunu yaratır. Bu ise işverenin
sendikayı dışarıdan bir üçüncü kişi olarak gösterme çabalarını çok daha zorlaştırır.
Dilekçeler, yığınsal şikâyetler, mitingler, toplumsal forumlar veya işverene tedarikçi
firmalar, yatırımcılar, hissedarlar ve müşteriler üzerinden baskı uygulamak gibi taktikleri
işyerinde ve toplumda tırmandırmak da sendikal örgütlenmenin başarısı üzerinde önemli
bir olumlu etki yaratmaktadır. Bu eylemler önemlidir, çünkü dayanışma yaratır, liderlerin
yetişmesini sağlar, sendika yanlısı işçiler arasındaki bağlılığı pekiştirir ve kararsız işçileri
sendikayı güvenle destekleyebilecekleri konusunda ikna eder. Bu taktikler işçiler arasında
ve toplumda sendikaya destek yaratarak işverenin sendika karşıtı kampanyasını geriletir.
Araştırma bulgularına göre, sendikal başarı, toplu sözleşme bağıtlama sürecini
örgütlenme süreciyle bütünleştiren uzun vadeli bir kampanya stratejisi geliştirilmesine de
bağlıdır. Sendikanın, sözleşmeye, yetki oylamasından önce –anketler düzenleyerek, toplu
pazarlık komitesini seçerek ve işçileri araştırma ve öneri hazırlama sürecine katarakhazırlanmaya başladığı kampanyalarda başarı oranı önemli ölçüde artmaktadır. Bu
taktikler işçilerin sendikanın kazanacağına olan güvenini pekiştirir ve işçilere toplu
pazarlık sürecinde aktif rol oynayacaklarını gösterir.
Sendikanın yaptığı her işe sinmiş bir örgütlenme kültürünün geliştirilmesine önem
veriliyorsa, örgütlenmedeki başarı daha da artar. Bu ise örgütlenmeye hem yerel hem de
uluslararası düzeyde önemli bir kadro ve mali kaynak ayrılmasını gerektirir. Örgütlenme
para demektir. Kadro, eğitim, araba, yakıt, otel, basılı malzeme, bilgisayar ve telefon için
para harcamak demektir. Üye sayısının ve aidat gelirlerinin düştüğü bir dönemde, çoğu
sendika, kısıtlı kaynaklarını en iyi nasıl harcayacağı sorunuyla cebelleşiyor. Sendikaların
örgütlenmeye yeterli kaynak aktarabilmesi, yöneticilerini ve üyelerini, sendikanın
geleceğinin örgütlenmeye ve örgütlenmenin de kaynak ayrılmasına bağlı olduğu
konusunda ikna edebilmesine bağlıdır.
Örgütlenme için üye desteğini harekete geçirmenin en etkin yollarından biri, örgütlü
işyerlerinden gelecek üye örgütçülerin kazanılması, eğitilmesi ve kullanılmasıdır. Bu
gönüllü kadroların önemi, sadece, kısıtlı örgütçü kadroları masrafsız bir şekilde takviye
etmelerinden gelmiyor. Bu kadroların en önemli katkısı, kendi geçmiş deneyimlerinden
kaynaklanan bir samimiyet ve güçle konuşabilmeleridir. Gönüllü kadrolar örgütsüz işçileri,
sadece örgütlenme ve kazanma olanağı konusunda değil, yapılacak işin tehlikeye,
korkuya ve mücadeleye değdiği konusunda da profesyonel örgütçülerden daha kolay ikna
edebilirler.
Son olarak, sendikal örgütlenmenin başarısı, stratejik araştırma ve hedef belirlemeye
bağlıdır. Böyle bir çalışmada, işçilerin örgütlenmeye gerçekten hazır olup olmadıkları,
sendikanın işkolundaki işçileri örgütlemek için gereken uzmanlık ve deneyim birikimine ve
kaynaklara sahip olup olmadığı ve belki de en önemlisi, sendikanın oylama kazanıldıktan
sonra işçiler adına ilk sözleşmeyi bağıtlama olanağına sahip olup olmadığı dikkatle
değerlendirilir.
Özel sektörde sendikalı işçi oranının yüzde 9’a düştüğü ve sendikal örgütlenme
kampanyalarının zar zor başlatılabildiği bir dönemde, sendikaların kaybetmeye mahkûm
oldukları kampanyalara değerli zaman ve kaynaklarını harcamaya tahammülü yoktur.
Sendikaların enerjisinin kazanma olasılığının en fazla olduğu yerlere odaklanması
gerekiyor.
1980’lerin sonlarında, bu örgütlenme araştırmalarından ilkini yürütürken, yukarıda
değinilen kapsamlı stratejinin her bir öğesinden birçoğunu saptadık. Bu taktiklerin
uygulandığı kampanyalardaki kazanma oranları, bu taktiklerin uygulanmadığı
kampanyalardaki kazanma oranlarından yüzde 10-30 daha fazlaydı. En yüksek kazanma
oranlarını veren taktikler arasında şunlar vardı: işyeri komitesi kurulması, ev ziyaretleri
yapılması, işverene baskı taktiklerinin uygulanması, oylamadan önce tabana dayalı bir
toplu pazarlık komitesi kurulması, üyeler arasından gönüllü örgütçüler seçilmesi, sadece
ücret ve geçim sorunlarıyla sınırlı kalmak yerine işyerinde işçilerin saygınlığının ve
adaletin sağlanmasıyla ilgili sorunlara da ağırlık verilmesi.
Araştırma şunu da ortaya koydu: 1980’lerin sonlarında sadece çok sınırlı sayıda sendika
yetki oylaması kampanyalarında kapsamlı ve çok yönlü bir sendikal strateji uyguluyordu.
Araştırma kapsamındaki sendikaların üçte birinden azı komiteler kurmuştu, işçilerin
çoğunluğunu evlerinde ziyaret etmişti, on ya da daha fazla sayıda küçük grup toplantıları
yapmıştı ve ana sorunlar olarak saygınlık ve adalet konularına odaklanmıştı. Oylama
öncesinde ilk toplu sözleşme için hazırlık yapanların ya da dayanışma günleri, toplumsal
ittifaklar, mitingler, medya kampanyaları gibi baskı tekniklerini kullananların sayısı ise
daha da azdı.
Sendikalar söz konusu çok yönlü taktiklerden beş ya da daha fazlasını uygulayarak
kapsamlı bir kampanya yürüttüklerinde, son derece az sayıdaki kampanyada (yüzde 3)
düzenlenen her yetki oylamasını kazanabiliyorlardı. Ne var ki bu taktiklerin beşinden azını
kullandıklarında, kampanyalardaki kazanma oranı sadece yüzde 41 düzeyinde kalıyordu.
O zamandan bu yana, Ulusal Çalışma İlişkileri Bürosu’nun düzenlediği oylamalardan
ikisiyle ilgili izleme çalışması yürüttük. Bu oylamalardan biri 1994’te, diğeri ise 1993 ve
1995 yılları arasında yapıldı. Genelde bu iki incelemenin sonuçları 1980’lerdeki
araştırmanın bulgularıyla örtüşmesine rağmen, iki önemli fark var.
Birinci fark şu: İşveren kampanyaları yoğunluk ve etkinlik yönünden önemli bir artış
gösterirken, sendikal kampanyaların niteliği ve yoğunluğu çok daha sınırlı ölçüde arttı.
Örgütlenmeye daha fazla kadro ve mali kaynak ayıran sendikaların sayısında elbette artış
var ve elbette daha fazla sayıda sendika komiteler kuruyor, işçilerle teke tek temasa
geçiyor, baskı taktikleri uyguluyor ve örgütlenme kampanyası sırasında toplu sözleşme
için hazırlık yapıyor. Ne var ki, atak kampanyalar düzenleyen işverenlerin oranı yüzde
21’den yüzde 64’e çıkmışken, atak kampanyalar düzenleyen sendikaların oranı yüzde
3’ten sadece yüzde 30’a çıkmıştır.
İkinci fark ise şu: 1990’larda, faktör olarak sendikal taktiklerin kazanma oranlarını ancak
yüzde 2-16 ölçüsünde etkileyebileceği düşünülüyordu. Oysa bugün, beş ya da daha fazla
sayıda sendikal taktiğin kullanıldığı kampanyaların yüzde 30’unda kazanma oranı yüzde
50 iken, beşten az sayıda taktiğin kullanıldığı durumlarda bu oran yüzde 36, hiçbir
taktiğin kullanılmadığı durumlarda ise yüzde 27 oluyordu. Daha da önemlisi, sendikanın
10 ya da daha fazla sayıda taktik uygulayarak gerçekten çok yönlü bir kampanya
yürüttüğü olayların yüzde 6’sında, kazanma oranı yüzde 72’yi buluyordu. İşveren
taktiklerinin de içinde yer aldığı diğer oylama kampanyası değişkenlerinin etkisini
yönlendirecek bir denkleme, kullanılan sendikal taktiklerin sayısını ölçecek bir değişken
eklendiğinde, sendikanın oylamayı kazanma olasılığı, kullanılan her yeni taktikle yüzde 9
artıyordu. Buna karşılık, sendikanın oylamayı kazanma olasılığı, işverenin uyguladığı her
yeni sendika karşıtı taktikle yüzde 7 düşüyordu.
1990’ların verilerinin sonuçları şunu gösteriyor: İşveren kampanyalarının yoğunluğunda
ve genel ekonomik, toplumsal ve politik ortamın örgütlenmeye elverişsizliğinde büyük bir
artışın gözlendiği günümüz ABD’sinde, sendikaların kullandığı stratejiler ve taktikler
bugün her zaman olduğundan daha önemlidir. Ne var ki sendikal başarıyı güvence altına
alacak tek bir taktik veya “altın gol” yoktur. Sendikal başarı çok yönlü ve kapsamlı bir
strateji uygulanmasına bağlıdır. Böyle bir strateji ise hem çok yönlüdür hem de tabana
dayalıdır ve sendikal örgütü güçlendirmeye yönelik öğeler içerir (teke tek temas, tabanın
liderliğinin geliştirilmesi, baskı taktiklerinin uygulanması ve örgütlenme kampanyası
sırasında toplu sözleşme için hazırlanmak, vb.). Bir örgütlenme kampanyası sırasında
sendikal strateji ne kadar kapsamlı ve çok yönlü ise, sendikal örgütü güçlendirmeye
yönelik stratejiler ne kadar çok kullanılıyorsa, oylamanın kazanılması olasılığı da o kadar
yüksektir.
Veriler şunu da gösteriyor: Son on yılda daha çok sayıda örgütçü daha atak örgütlenme
kampanyaları düzenlemeye yöneliyor. Ne var ki bu kadroların örgütlenmeye yaklaşımı
parçalı. Geleneksel örgütlenme pratiğine bir ya da iki yeni taktik eklemekle yetiniyorlar;
yeni taktikleri daha tutarlı ve daha kapsamlı bir stratejiyle bütünleştirmiyorlar. Daha çok
sayıda sendika bir işyerindeki işçilerin çoğunluğuna ev ziyaretinde bulunabilir, ama eğer
ev ziyaretlerinde sadece profesyonel kadrolar kullanılıyorsa, etkin bir taban komitesi
oluşturulmuyorsa ve gönüllü örgütçüler kullanılmıyorsa, bu ev ziyaretleri pek etkili
olmayacaktır. Daha çok sayıda sendika örgütlenme komiteleri de kuruyor, ama bu
komiteleri atak ve yaratıcı bir kampanyaya her zaman aktif olarak katmadıkları için,
komitelerin olumlu etkisi azalıyor. İşverenlere yatırımcılar, tedarikçi firmalar ya da
müşteriler üzerinden, yani dışarıdan baskı taktiklerini uygulayan sendikaların sayısında da
artış gözleniyor.
Araştırmamızda, yetişmiş ve deneyimli örgütçülerin, özellikle kadınların ve renkli ırktan
insanların istihdamındaki yetersizliğin son birkaç yılda kriz boyutlarına ulaştığını saptadık.
Bugün, on yıl önce olduğu gibi, kampanyaların yarısından ancak biraz fazlasında, oy
verme yetkisine sahip her 100 işçi için tamgün çalışan bir örgütçü var. Daha da
kaygılandırıcı olanı şu: On yıl önce öncü örgütçülerin yüzde 12’si kadın ve yüzde 15’i
renkli ırktan iken, bugün kadın öncü örgütçülerin oranı ancak yüzde 16’ya yükselmiş,
renkli ırktan olanların oranı ise yüzde 9’a düşmüştür.
Örgütlenme kampanyalarının kadrolarına kadınların ve renkli ırktan insanların
kazanılmasında önemli adımlar atıldı. Bugün, Ulusal Çalışma İlişkileri Bürosu’yla ilişkili
olarak yürütülen kampanyaların tümünün yüzde 40’ından fazlasında ve esas olarak
kadınların çalıştığı işyerlerindeki kampanyaların yüzde 58’inde kampanya kadrosu ya da
yöneticisi olarak en azından bir kadın örgütçü vardır. Öte yandan, bütün kampanyaların
üçte birinde ve renkli ırktan işçilerin çoğunlukta olduğu kampanyaların yüzde 58’inde ise
en azından renkli ırktan bir kişi kadro ya da yönetici olarak çalışmaktadır. Bu örgütçülerin
büyük bölümü Afrika ya da Latin kökenli Amerikalıdır. Buna karşılık, günümüzde
örgütlenme kampanyalarına çok sayıda Asyalı işçi katılmakla birlikte, örgütçülerin yüzde
2’sinden azı Asyalıdır.
Sonuç
Örgütlenme kampanyalarıyla ilgili araştırmamız açıkça gösteriyor ki 1990’larda ABD’de
giderek daha çok sayıda sendika, günümüz örgütlenme ortamında sendikal oylamayı
kazanmak için gerekli olan kapsamlı yaklaşımı benimsiyorlar. Son beş yılda sendikal
başarılardaki aslan payının bu sendikalara ait olması şaşırtıcı değildir. Bu sendikalar, aynı
zamanda, örgütlenmeye en fazla kaynağı ayırmakta, örgütlenme kadrolarında en çok
sayıda kadını ve renkli ırktan insanı istihdam etmekte, seçim kampanyalarının büyük
bölümünü yürütmekte, en büyük işyeri birimlerini kazanmakta ve üye sayısındaki artışa
en büyük katkıyı yapmaktadırlar. Ne yazık ki bu sendikalar hâlâ azınlıktadır.
Serbest pazar ekonomi politikalarının, liberal ticaret uygulamasının ve koruyucu iş
yasalarının tasfiyesinin veya kısıtlanmasının her ülkede örgütlenmeye çalışan işçilerin ve
sendikaların risklerini ve ödediği bedeli büyük ölçüde artırdığı açıktır. Ama araştırmamızın
bulguları şunu da gösteriyor: Örgütlenmeye en elverişsiz koşullarda bile sendikalar
örgütlenebilir ve kazanabilirler. Yeter ki çok daha kapsamlı bir örgütlenme stratejisine
bağlanmayı istesinler.
Ama işin gecikmeye tahammülü yok. ABD’deki sendikalar, onyıllar boyunca, üye ve güç
kaybının sorumluluğunu kabul etmediler. Örgütlenmedeki güçlüklerden dolayı kabahati
dış faktörlerde aramayı sürdürmekle kalmadılar, politik müttefikleri tarafından kurtarılma
beklentisinde de ısrar ettiler. Örgütlenmede her yeniliğin önce iş yasalarında köklü bir
reform yapılmasına bağlı olduğu yolundaki inanç gerçeği görmelerini engelliyordu. Bu
nedenle şu gerçeği kavrayamadılar: Örgütlenmenin yasal koşullarının kötüleşmesi hep
üye sayısındaki ve politik güçteki gerilemenin doğrudan sonucu olmuştur. Aslında, ABD
sendikaları, ancak ekonominin her sektöründe çok sayıda insanı örgütleyerek politik
gücünü yeniden kazanabilecektir. Daha ileri ve daha etkin iş yasaları ise bu politik güç
sayesinde sağlanabilir.
Çok daha büyük ve dağınık işkollarındaki işçileri örgütlemek için Ulusal Çalışma İlişkileri
Bürosu’nun düzenlediği yetki oylaması modelinin geleneksel çerçevesi dışına çıkmak
gerekiyor. Birçoğu en zengin ve en güçlü çokuluslu şirketlerden oluşan işverenlerin
işyerlerinde örgütlenmek için yapılması gereken, kapsamlı bir kampanyayla tabandaki
işçileri aşağıdan yukarıya doğru örgütlerken işverene de yatırımcılar, tedarikçi firmalar,
müşteriler, hissedarlar, vb. kanalıyla yukarıdan aşağıya doğru sistemli baskı
uygulamaktır.
Yetki oylamasındaki başarı, zor da olsa, örgütlenme sürecinde sadece ilk adımdır. Çünkü
sözleşme bağıtlanmadan ne üyeden söz edilebilir ne de sözleşme kazanımlarından ve
birkaç yıl içinde sendika yetkisiz kalır ya da çekilir. Ulusal Çalışma İlişkileri Bürosu’nun
yetki oylaması modeli çerçevesinde örgütlenmeye girişen özel sektör işçilerinin dörtte
birinden azı toplu sözleşmeyle temsil hakkını kazanabilmektedir.
Başarı oranındaki bu düşüklük, işverenlerin çoğunluğunun sendika karşıtı kampanyayı
oylama kazanıldıktan sonra da sürdürmesinden ve sendikaların çoğunluğunun atak ve
tabana dayalı bir stratejiyi oylama kampanyasından sonra da sürdürememesinden
kaynaklanıyor. Araştırmamıza göre, sendikanın ilk sözleşmeyi bağıtlayabilmesi ve
bağıtlanan ilk sözleşmeden sonra örgütlülüğünü koruyabilmesi, başlangıçtan itibaren
uyguladığı çok yönlü ve tabana dayalı kampanyayı yoğunlaştırarak sürdürmesine bağlıdır.
Örgütlenme hiç durmaz.
Örgütlenmeye böyle bir anlayışla yaklaşan sendikalar, kazandıkları yeni üyeleri statükoyu
sürdürmeye yarayacak basit birer aidat kaynağı olarak göremezler ve görmemelidirler.
Yeni üyelere söz hakkı tanınmayacak olursa, bu insanlar riskleri üstlenme ve
örgütlenmeye omuz verme isteği taşımayacaklardır. Yeni üyeler sendikal harekete yeni
sorunlar ve talepler getirecekler ve sendikanın örgütlenme kampanyasındaki aktif ve
demokratik tutumunu ilk toplu sözleşmenin bağıtlanmasından sonra da sürdürmesini
bekleyeceklerdir.
Yeni binyılda işverenleri sendikayı tanımaya ve işbirliğine daha yatkın stratejiler
uygulamaya ikna edecek, daha kolay ve daha az çatışmacı bir model olduğunu
düşünemeyiz. Son onyılın deneyimi çok açıktır: İster dış kaynaklı çokuluslular olsun ister
ABD kökenli aile işletmeleri, ister imalat sektöründe olsun ister sağlık sektöründe, ister
ileri teknoloji kullansın ister düşük ücret versin, bugün ABD’de işverenler, işyerinde ve
toplumda örgütlü gücünü ortaya koyamayan sendikaları kendi iradeleriyle kabul
etmiyorlar ve etmeyeceklerdir.
Uzun yıllar boyunca ABD’de sendikaların politik gücündeki gerilemenin etkilerini, İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonraki ekonomik patlama hafifletti. Zamanla ABD sendikal
hareketinin büyük bölümü bir kriz yaşadığını, sendika düşmanı bir Başkanla ve küresel bir
pazar ekonomisiyle karşı karşıya olduğunu kabul etti. Diğer sanayi ülkelerinde kriz çok
daha sonra ve çok daha hızla gelişti. Ama bugün, ister İngiltere’de, ister Brezilya’da, ister
Kore ya da Yeni Zelanda’da olsun, krizin şiddeti aynıdır.
ABD’de sendikalar şunu öğreniyorlar: Örgütlenmeye en elverişsiz ortamda bile işçiler
örgütlenebiliyor ve sendikalar kazanabiliyor. Yeter ki sendikalar, örgütü aşağıdan
yukarıya doğru yavaş ve kararlı bir şekilde inşa eden, daha atak ve kapsamlı bir
örgütlenme stratejisine odaklanma isteği taşısınlar. Etkin ve koruyucu iş yasalarının
bulunmadığı koşullarda sendikalar her yerde böyle örgütlenmek zorunda kalmışlardır.
Serbest piyasaların, serbest ticaretin, kuralsızlaştırmanın ve çokuluslu şirketlerde yeniden
yapılanmanın hâkim olduğu bir çağda dünyanın her yerinde daha çok sayıda sendika
böyle örgütlenmek zorunda kalacaktır. Bu büyük bir zorluktur, ama yerkürenin dört bir
yanında daha güçlü ve daha birleşik bir sendikal hareket yaratabilmek için de büyük bir
fırsattır.
Jason Willoughby California Los Angeles Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde
öğretim üyesi. 2003 yılında yazılmış aşağıdaki yazı, ABD sendikal hareketindeki
iki ana örgütlenme damarını karşılaştırmalı olarak inceliyor ve ilginç sonuçlar
çıkarıyor.
Jason Willoughby
Örgütlenmede Öncülük
ABD ulusal sendikal merkezi AFL-CIO’nun yönetimine 1995’te John Sweeney ve ekibinin
seçilmesi Amerikan sendikal hareketinin yeniden doğuşunun müjdecisi gibi görünüyordu.
Ülkedeki sendikalı işçi oranı son kırk yılda sürekli bir düşüş içindeydi ve 1980’lerde sayısız
grev yenilgiyle sonuçlanmış ve toplu sözleşmelerde ödünler verilmiş olmasına rağmen, o
zamanki AFL-CIO yönetiminden pek ses çıkmıyordu. Federasyonun o zamanki başkanı
Lane Kirkland yeni hiçbir gelişmenin olmadığını söylüyordu. Tarihi boyunca sendikal
hareketin öleceği öngörülmüş ve sendikal hareket varlığını hep sürdürmüştü. Ne var ki
John Sweeney’nin Yeni Ses programı “örgütsüzleri örgütlemek” hedefine odaklanarak
köklü bir değişim öngörüyordu. Sweeney yeni bir Örgütlenme Birimi kurdu ve Örgütlenme
Enstitüsü’nü faaliyete geçirdi. Ayrıca, AFL-CIO üyesi sendikaları örgütlenme programlarını
köklü bir biçimde gözden geçirmeye ve kaynaklarının yüzde 30’unu örgütlenmeye
ayırmaya çağırdı.
Ne var ki bu erken iyimserlik iki yönlü bir sonuç verdi. Örgütlenen yeni işçilerin sayısında
artış olurken, sendikalı işçi oranı düşmeye devam etti. Bunun nedenlerinden biri,
sendikaların büyük bölümünün örgütlenme görevini görmezden gelmesi. Hizmet
Çalışanları Sendikası (SEIU) ve Otel ve Lokanta Çalışanları Sendikası (HERE) gibi bazı
sendikalar yeni bir anlayışla örgütlenmeye girişmekle birlikte, çoğu sendika eski anlayışı
izledi, örgütlenmeye ise kaynaklarının ancak yüzde iki ya da üçünü ayırmakla yetindi.
Birkaç sendikanın örgütlenme çabası kanamayı yavaşlatmakla birlikte,
hastayı
iyileştirmeye yetmedi. Sendikal hareket, sendikalı işçi oranını artırmak için gerekli yeni
bir milyon üyeyi örgütleme hedefinden hâlâ uzak. Eski anlayışı sürdürmenin yararı yok,
çünkü sendikal hareketin riske girmeye ve yeni seçenekler bulmaya devam etmesi,
herhangi bir kazanç ya da kayıptan çok daha önemli. Sendikal hareketin yaşamakta
olduğu ağır kriz herkesin malumudur. Bu nedenle, şu soru önem kazanıyor: Bazı
sendikaların yeni stratejiler benimsemesinin, buna karşılık diğerlerinin bu yeni stratejileri
görmezden gelmesinin nedeni nedir?
Hizmet Çalışanları Sendikası (SEIU) ile Kamyoncular Sendikası arasında yapılacak bir
karşılaştırmada bu sorun öne çıkıyor. Her iki sendika da örgütlenmeye en çok ağırlık
verenler arasında yer almasına rağmen, Kamyoncular’ın geleneksel yaklaşımı
örgütlenmede sınırlı sonuçlar vermiştir. SEIU ise hayata geçirdiği yeni anlayışla en hızlı
büyüyen ve en büyük sendika olmuştur. Sendikanın kendi deyimiyle, SEIU “örgütlenmede
öncülük yapmaktadır”. Bu nedenle, bu iki sendikanın tarihsel gelişmesinin
karşılaştırılması, sendikal yenilenmenin nedenlerinin kavranmasına yardımcı olacaktır.
Sendikal Yenilenme Önemlidir
Sendikal hareketin gerilemesinde beş neden öne çıkıyor. Birincisi, istihdamın sendikasız
sektörlerde genişlerken sendikalı sektörlerde daralması, ekonominin demografik
yapısında değişmeye yol açtı. Araştırmacılara göre, sendikal hareketteki gerilemede mavi
yakalı işçilerin yerini beyaz yakalıların almaya başlamasının önemli etkisi var. İkincisi,
yasama ve yargı organlarının tutumu, özellikle Taft-Hartley Yasası, sendikal hareketi ciddi
ölçüde zayıflattı. Üçüncüsü, küreselleşme ve serbest ticaret, işçiler arasındaki rekabeti
artırdı ve ulus-devletin sendikaları koruma kapasitesini sınırladı. Dördüncüsü, 1960’ların
sonlarında işverenler sendika karşıtı büyük bir saldırı başlattılar. Araştırmacılara göre,
işverenlerin bu yöndeki sistemli ve çok yönlü saldırılarında ciddi bir tırmanış var. Son
olarak, sendikalar, ekonomideki etkilerini sürdürmek için gereken örgütlenme düzeyini
tutturamayarak ve kadın ve göçmen işçilerin sayısındaki artışı görmezden gelerek
sendikal hareketteki gerilemeyi beslediler.
Sendikaların hareketsizliği sendikal gerilemede rol oynamış olmakla birlikte, şu soru
önemini koruyor: Sendikalar gidişi tersine çevirmek ve örgütlenme kampanyalarını
başarıyla sonuçlandırmak için neler yapabilirler? Sendikalar etkin bir yenilenmeye
gidebilirler mi, yoksa dış faktörlere mi tabidirler? Genel kabul gören bir saptamaya göre,
Ulusal Çalışma İlişkileri Bürosu’nun (NLRB) düzenlediği yetki oylamalarında uygulanan
sendikal stratejiler genellikle şirketlerin uyguladığı kampanyalara yönelik tepkici önlemler
niteliğini taşımış, sadece yangını söndürmekle yetinmiştir. Araştırmalar gösteriyor ki
işyeri yönetimlerinin taktiklerine (ki bu işveren taktiklerinden bazıları şunlardır: şirket
kampanyallarında danışman istihdamı, baskı kullanarak işçi toplantıları düzenlenmesi,
işten atmalar ve ücretlerin artırılması) karşı oluşturulan sendikal örgütlenme stratejileri,
Ulusal Çalışma İlişkileri Bürosu’nun düzenlediği oylama sonuçlarının belirlenmesinde en
önemli faktördür.
Yeni Sendikal Taktikler
Aşağıda şu beş yeni sendikal taktik incelenecek: (1) tabanın harekete geçirilmesi; (2)
stratejik hedef belirleme; (3) şirket kampanyaları; (4) Ulusal Çalışma İlişkileri Bürosu’nu
devre dışı bırakacak bir oylama stratejisi; (5) genel toplumsal sorunlara odaklanmak.
(1) Tabanın Harekete Geçirilmesi
Kişisel temasa ve tabandaki işçinin sorumluluğuna ağırlık veren kampanyalar örgütü
güçlendirir, işçileri aktifleştirir ve lider kadroların gelişmesini sağlar. Ev ziyaretleri,
örgütlenme komiteleri, üyeler arasından örgütçüler yetiştirilmesi ve küçük toplantılar
yapılması gibi tabana dayalı taktikler uygulayan sendikaların kazanması olasılığı daha
fazladır. Bir sendikanın bu taktiklerden en az beşini içeren kapsamlı bir kampanya
uygulaması sendikal etkinlik düzeyini son derece artıracaktır.
İşçilerin katılımını sağlayan sendikal kampanyaların işçileri aktifleştirme kapasitesi daha
fazladır. Örgütlenilen bir işyerinde işçilerin çoğunluğunun, yetki oylaması yapılması için
Ulusal Çalışma İlişkileri Bürosu’na başvuruda bulunmakla yetinmeyip yetki
kartlarını/fişlerini imzalamasından sonra, örgütlenme komitesi, sendikanın işyerinde
tanınması talebiyle işverenin karşısına çıkar. Bu eylem genellikle güç dinamiğini etkiler ve
işçilere kolektif eylemin gücünü gösterir.
İşyeri dışından medyanın ilgisini çekmeye yönelik doğrudan eylem yeniden yaygınlaşıyor.
Sendikaların “adil olmayan yasalar çerçevesinde kazanamaması” nedeniyle sivil itaatsizlik
eylemleri ve grev eylemleri özel önem kazanıyor. Bu taktikler 20. yüzyıldaki hemen
hemen her yığın hareketinin ayrılmaz parçası olmuştur. Hizmet Çalışanları Sendikası’nın
(SEIU) Bina Hizmetleri Bölümü Müdürü Stephen Lerner şöyle bir açıklama getiriyor:
“Deneyimimiz şunu gösteriyor: İnsanlar bizimle mücadele etmenin sonuçlarının çözüme
yanaşmaktan daha kötü olduğunu düşünürlerse, çözüme yanaşacaklardır ve biz kazanmış
olacağız.”
(2) Stratejik Hedef Belirleme
Etkin örgütlenme sadece kazanılan üye sayısıyla sınırlı kalmamalı, örgütü güçlendirmeye
odaklanmalıdır. Bu nedenle, sendikalar, örgütlenmek için yanıp tutuşan ve kapılarına
dayanan her işyerini örgütlemek yerine, işkolu açısından taşıdığı öneme göre örgütlenme
hedeflerini seçmeye başladılar. Stephen Lerner sendikal hareketin etkinleşmesi açısından
sendikalı işçi oranının artmasının önem taşıdığı 14 sektörü şöyle sıralıyor: perakende
ticaret, hizmet sektörü, sağlık, dayanıklı tüketim malları imalatı, finans ve sigorta, eğitim,
dayanıklı olmayan tüketim malları imalatı, kamu yönetimi, inşaat, toptan ticaret, otel ve
eğlence, ulaşım, iletişim, tarım ve madencilik. Sendikalı işçi oranının yüzde 35,3 olduğu
eğitim sektörüne oranla, sendikalı oranının yüzde 2,7 olduğu finans ve sigorta sektöründe
sendikalar daha güçsüzdür. Sendikalı işçi oranının coğrafi yönden gösterdiği farklılık da
sendikaların gücünü etkiler. Sözgelimi bina hizmetleri sektöründe New York kentindeki
sendikalı işçi oranı yüzde 90 iken ülkenin geri kalan bölümünde bu oran ortalama yüzde
10’dur. Bu açıdan New York kentinde bu sektörde faaliyet gösteren sendikalar toplu
pazarlıkta diğerlerine oranla daha etkindir.
Bazı sendikaların deyimiyle “hareket eden her şeyi örgütlemek” kan kaybını geçici olarak
hafifletmekle birlikte, bu anlayışın sendikal hareketteki gerilemeyi tersine çevirmeye
hiçbir katkısı olmamaktadır. Çünkü sendikalar yeni üye kazanmakla kalmamalı, eldeki
üyeleri de tutabilmelidirler. Ücretleri ve çalışma koşullarını iyileştirmede zorluk çeken
sendikalar, mevcut ve potansiyel üyelerini harekete geçirmekte de zorlanmaktadırlar.
(3) Şirket Kampanyaları
Son zamanlarda sermayenin hareketliliğinde gözlenen artış ile ABD endüstri ilişkilerinin
yerel niteliğinin bir araya gelmesi, sendikaların geleneksel silahlarının etkinliğini sınırladı.
Büyük
çokuluslu
şirketler,
tesislerinden
biriyle
sınırlı
bir
greve
rahatlıkla
dayanabilmektedir. Ayrıca, sermayenin bir yerden başka bir yere kayması, sendikaların
yerel mücadelelerine karşı silah olarak kullanılmaktadır.
Ne var ki, yeni bir anlayışa sahip sendikalar bu gelişmeleri analiz edip çözümler
geliştirebiliyorlar. Sendikalar, özellikle “çatışmanın sınırlarını üretim alanının ötesine
doğru genişleten” şirket kampanyaları örgütlüyorlar. Bu kampanyalar, hem yerel hem
ulusal, çeşitli düzeylerde baskı uygulanacak stratejik noktaları saptamaya yönelik
kapsamlı araştırmalar gerektiriyor. Bu taktikler genellikle şirket imajını veya hissedarlara
baskı uygulamayı hedefliyor. Ayrıca, sendikalar, boykot yöntemini daha etkin bir biçimde
kullanıyor ve şirketlerin müşteri çevresine boykota uyması için baskı uyguluyorlar.
(4) Ulusal Çalışma İlişkileri Bürosu’nu Devre Dışı Bırakacak Oylama Stratejisi
Ulusal Çalışma İlişkileri Bürosu’nun uyguladığı resmi oylama prosedürünün sendikaların
aleyhine işlediği ve işverenlere sendika karşıtı etkinliklerinde büyük bir serbestlik
sağladığı konusunda herkes aynı görüşte. İşverenler teknik-hukuki engellemelerle
prosedürü aylarca, hatta yıllarca sürüncemeye sokabiliyor ve bu arada işçilere hayır oyu
vermeleri için baskı uygulayabiliyorlar. Sendikalar söz konusu prosedürü kontrol
edebilmek için değişik stratejiler geliştirmeye başlıyorlar. Ulusal Çalışma İlişkileri Bürosu
dışında örgütlenmek genellikle işverenlere baskı uygulamayı gerektiriyor. Bu baskının
amacı, işçilerin çoğunluğunun sendika yetki fişlerini/kartlarını imzalamasını sağlayarak
işverenleri işyerinde tarafsızlığa ve sendikayı tanımaya razı etmek.
Sendikanın örgütlenilen işyeri birimini tanımlamasına olanak veren bu yaklaşım, başarı
olasılığını artırıyor. Denver’deki Kapıcılara Adalet kampanyası sırasında bu kanıtlandı.
Önce, işyeri yönetimi, bir yerdeki taşeron işçilerinin sendikalaşması halinde, artan
maliyetin o taşeronu zor durumda bırakacağı iddiasında bulundu. Ne var ki, sendikanın
işkolunun bütününü örgütleme stratejisi, bu iddiayı saf dışı bıraktı. Bu strateji, Ulusal
Çalışma İlişkileri Bürosu’nun toplu pazarlık birimlerini dar bir anlayışla tanımlamasına
değil, piyasa gerçekliğine dayandığı için, işçiler açısından daha mantıklı.
(5) Genel Toplumsal Sorunlar
Yaygın kanıya göre, Amerikalı işçiler, sendikalarının ücretler, iş saatleri ve çalışma
koşulları gibi günlük sorunlara yönelmesini isterler. Ne var ki, adalet, hakkaniyet veya
hizmet gibi daha geniş kapsamlı sorunları ele alan sendikaların başarı olasılığının, daha
dar bir yaklaşıma sıkışıp kalan sendikalardan daha fazla olduğu kanıtlanmış bulunuyor.
Ayrıca, geniş tabanlı hareketleri yöneten sendikalar üyelerine güç veriyor ve
örgütlenmeye yeni olanaklar yaratıyor. SEIU göçmen işçilerin hakları için bir kampanya
başlattı ve bu kampanya daha sonraki Kapıcılara Adalet kampanyasına yardımcı oldu.
Sendikanın Bina Hizmetleri Bölümü yöneticisi Lerner, “göçmen işçilerin örgütlenme
olanağının artmasına elverişli bir ortam” yarattıklarını söylüyordu. Konfederasyon olarak
CIO’nun etkin olduğu tarihsel dönemde yapılmış 564 toplu sözleşmenin incelendiği ve
Judith Stepan-Norris ve Maurice Zeitlin adlı iki araştırmacı tarafından 2003 yılında
yayımlanmış bir araştırma, radikal sendikaların bağıtladığı sözleşmelerin daha “işçi
yanlısı” olduğu sonucuna varıyor.
Sendikalar
yukarıda
açıklanan
beş
stratejiyi
uyguladıklarında
örgütlenme
kampanyalarında daha başarılı oluyorlar. Bu stratejiler, işçilerin katılımını ve mücadele
yeteneğini harekete geçiren kampanyalar örgütlenmesini gerektiriyor; sendikal kadrolar
ise yaptıkları analiz ve hazırladıkları strateji ile bu çalışmaya katkıda bulunuyorlar.
Kapsamlı bir kampanyada bu stratejileri tutarlı bir biçimde uygulayabilen sendikalar yeni
işçileri örgütlemede ve toplu sözleşme bağıtlamada daha başarılı oluyorlar.
Örgütsel Yapı
Bu beş stratejinin etkinliği apaçık ortadayken, çoğu sendika bu stratejilere
yanaşmıyor.1986-1994 döneminde işverenlerin sendika karşıtı etkinlikleri ciddi bir
tırmanış içindeyken, aynı şey sendikaların tabana dayalı taktiklerinde gözlenmedi. Onun
yerine, çoğu sendika belli bir tekniği (sözgelimi ev ziyaretlerini) alıyor ve geleneksel
yöntemlerle yürütülen bir kampanyaya eklemliyordu. 1994’te incelenen 165 olayda,
sendikaların ancak yüzde 15’i kapsamlı bir kampanya uygulamıştır. Çoğu sendikanın (ki
bunlar arasında örgütlenmeye girişenler de vardır) başarı için gerekli temel stratejileri es
geçtiği gözleniyor.
Rachel Sherman ve Kim Voss adlı araştırmacılara göre, sendikal taktiklerde yenilenme,
örgütsel yapıdaki değişmeye bağlıdır. Bu iki araştırmacı, yenilenmeyi başarabilen sendikal
örgütlerin bazı ortak özelliklere sahip olduğunu vurguluyor. Örgütsel değişimle ilgili bu
özellikler şunlardır: Tamgün çalışan bir müdürün bulunduğu bir örgütlenme birimi
kurmak; örgütçülerden ve tamgün çalışan araştırmacılardan oluşan geniş bir kadro
istihdam etmek; üyelere yönelik bir eğitim programı uygulamak; kaynaklardan önemli bir
bölümünü mevcut üyelere yönelik hizmetlerden örgütlenmeye kaydırmak. Yukarıda
incelediğimiz taktikler örgütsel destek olmadan uygulanamaz. Sözgelimi, bir sendika, bilgi
ve veri sağlayan araştırmacılar olmaksızın bir şirkete karşı kampanya düzenleyemez ve
bir eğitim programı olmadan bir örgütlenme programı gerçekleşemez.
Ayrıca, Voss ve Sherman, örgütsel değişime yol açan koşulları analiz etmiş ve şu üç
faktörü saptamıştır: Birincisi, sendikal örgüt içinde bir kriz oluşmasıdır. Bu kriz, üye
sayısında büyük bir düşüşün, ciddi bir yıkıma yol açan bir grevin veya yönetim
kadrosunun ağır bir politik yenilgiye uğramasının sonucu gerçekleşebilir. İkincisi, sendika
genel merkezinin etkisinin ve müdahalesinin taşıdığı hayati önemdir. Üçüncüsü ise
sendika dışındaki toplumsal hareketlerde deneyim kazanmış sendika kadrolarının
varlığıdır. Bu kadrolardır ki sendikal hareketin krizinin örgütlenmeyi zorunlu kıldığı
yorumunu getirecektir. Bu tür kadrolar sendikal hareketin inşasına odaklanmışlardır,
bunun nasıl yapılacağı konusunda yeni fikirlere sahiptirler ve medeni haklar hareketi,
kadın hakları hareketi gibi toplumsal hareketlerin geliştirdiği stratejileri uygularlar. Ve
sendikalar böyle davranabildiği zaman, mücadele gücü artmıştır.
Sendikal yenilenme, yönetim kadrolarının yeni bir anlayışla yapacağı stratejik
planlamanın yanı sıra, sendika üye tabanının harekete geçmesini gerektirir. AFL-CIO
Başkanı John Sweeney, “örgütlenmek için değişmek” gerektiğini vurgularken haklıydı.
Örgütlenme çalışmasını desteklemek için sendikal yapılar dönüştürülmelidir. Sendikalar
sadece örgütlenmeye değil, aynı zamanda üyelerin eğitimine ve işkolundaki yapı
değişiminin araştırılmasına da kaynak ayırmalıdırlar. Örgütlenme isteği tek başına
yetmez, yenilenme kapasitesi de hayati önem taşır.
İki Sendika İki Anlayış
Yenilenme sürecinin anlaşılmasını sağlamak için Hizmet Çalışanları Sendikası (SEIU) ile
Kamyoncular Sendikası’nın tarihsel gelişme çizgilerini karşılaştıracağız. SEIU ve
Kamyoncular Sendikası ülkedeki en büyük üç sendikadan ikisidir. Her birinin bir milyonun
üzerinde üyesi vardır. Ayrıca, tarihsel gelişmeleri bakımından aralarında birçok benzerlik
vardır. Her ikisi de Amerikan Emek Federasyonu (AFL) içinde meslek sendikası olarak
faaliyete geçmiş ve geleneksel ademi merkezi (yerinden yönetim esasına dayalı) yapısını
sürdürmüştür. Her iki sendikanın da ayırt edici özelliği, “hareket eden her şeyi” örgütleme
anlayışında olmasıdır.
Ne var ki, savaş sonrası dönemde SEIU, yeni taktikler uygulamaya başlamış ve örgütsel
bir değişim süreci başlatmış olmasına rağmen, Kamyoncular Sendikası geleneksel
yaklaşımını ve ücret sendikacılığı anlayışını sürdürmüştür.
Kamyoncular Sendikası
Sendika, Uluslararası Kamyon Sürücüleri Sendikası adıyla 18 bağımsız yerel örgütün
katılımıyla 1899’da kuruldu ve o zamanki ulusal sendikal merkez AFL’ye (Amerikan Emek
Federasyonu) üye oldu. Sendikanın faaliyete geçmesiyle birlikte hemen yerel örgütler
arasında çekişmeler başladı. Başlıca anlaşmazlık konularından biri kimlerin üye olacağıyla
ilgiliydi. 1899’da sendika, en fazla altı ekibi bulunan kamyoncuları üye olarak kabul etti.
Ne var ki birçok yerel örgüt, kendisine bağlı ekipleri bulunan kişilerin yönetici sayılması
gerektiğini, ekonomik nüfuzları nedeniyle bu kişilerin sendikayı egemenlikleri altına
aldıklarını öne sürdü. 1903’te üyelik, tek ekibi bulunan kişilerle sınırlandı.
1907’de yönetime gelen Daniel Tobin bir uzlaşma formülü buldu. Buna göre, yerel örgüt
yöneticilerinin otoritesi tanınıyor ve sendikanın genel merkezi güçsüzleşmiş ve sadece
isimden ibaret bir yapı olarak kalıyordu.
Genelde işkolunun özellikleri nedeniyle, yerel örgütlere özerklik tanıyan bu düzenleme
varlığını sürdürdü ve Tobin 1952’ye kadar genel başkan kaldı. Eyaletler arası kamyon
taşımacılığının gelişmesinden önce, piyasaya yerel firmalar hâkimdi. Bu nedenle, Tobin
yerel sendikaların sorunlarını göz ardı etti ve AFL içinde uygulanacak politikaya ağırlık
verdi. AFL içindeki en güçlü kişiydi. Federasyonun yönetim kurulunu fütursuzca elinde
tutuyordu.
Kamyoncular Sendikası’nın örgütlenme tarzı, 2. Savaş öncesi dönemin alternatif ulusal
sendikal merkezi CIO’ya (İşkolu Örgütleri Kongresi) bağlı sendikaların mücadeleci
yöntemlerine benzemiyordu. Kamyoncular Sendikası’nın stratejisi örgütlenmekte olan
işçileri genellikle harekete geçirmemekle birlikte, son derece başarılı sonuçlar alıyordu.
Kamyon taşımacılığı birçok işkolu bakımından hayati önemde olduğu için, Kamyoncular
dayanışma boykotu eylemini etkili bir şekilde kullanabiliyorlardı. Bu taktik ekonomik baskı
uygulanmasını öngörüyordu. Sözgelimi antrepo işçileri için sendika bir sözleşme
imzalayana kadar kamyon sürücüleri antrepoda grev yapıyorlardı.
Ne var ki bu örgütlenme taktiklerinin etkinliğini Taft-Hartley Yasası ve daha sonra Wagner
Yasasıyla getirilen değişiklikler ciddi bir şekilde sınırlıyordu. Kamyoncular, ellerindeki en
etkin silah etkisizleşmesine rağmen, herhangi bir ciddi yenilenmeye yanaşmadılar.
Overnite kamyon taşımacılığı şirketindeki geleneksel kampanya öğreticidir. Sendika 4.000
çalışanı örgütledikten sonra, grev kararı aldı. Üç yıl devam eden grev büyük bir hezimetle
sonuçlandı. Oysa sendika yönetimi grevin üçüncü haftasının sonunda şirketin felce
uğrayacağını öngörüyordu. Bu durum, sendika yönetiminin şirkete ilişkin stratejik
yaklaşımında bir sakatlık olduğunu gösteriyor.
Kamyoncular Sendikası işletme sendikacılığı anlayışındaydı. Sendikanın başkanlarından
Jimmy Hoffa’ya göre, sendika “işgücünün satışıyla uğraşan, ideolojik yönü ve reform
kaygısı olmayan bir pazarlama kuruluşu” idi. Jimmy Hoffa şöyle diyordu: “İşgücünüzü
bize en fazla papeli sayana satmamız için değilse, bize niçin geliyorsunuz?” Başkanlardan
Dave Beck ise emek ile sermaye arasındaki işbirliği anlayışını şu sözlerle vurguluyordu:
“Bir işletmede olmayan bir şeyi o işletmeden alamazsınız. Kovada olmayan bir şeyi
kovadan alamazsınız."
Sendika yönetimi profesyonel kadrolara tabanın katılımından daha fazla önem veren
Standard Oil Company’nin örgütsel yapısından etkilenmişti.
Bütün bunların sonucunda, kendisini “iyiliksever bir diktatörlük, sendika liderini de
iyiliksever bir diktatör olarak” gören bir sendika ortaya çıktı.
Hizmet Çalışanları Sendikası (SEIU)
Bina Hizmetleri Sendikası adıyla 1902’de kurulan sendika, Amerikan Emek
Federasyonu’nun (AFL) geleneksel anlayışının tipik bir temsilcisiydi. Kamyoncular
Sendikası gibi bu sendika da sermaye-emek işbirliğini savunuyordu ve İşkolu Örgütleri
Kongresi’nin (CIO) militan tarzına karşıydı.
Keza, Kamyoncular Sendikası’nda olduğu gibi, Bina Hizmetleri Sendikası da CIO
sendikalarında rastlanmayan yerel örgütlerin özerkliği esasına dayanıyordu. Sendikanın
ulusal merkezi küçük ve zayıftı, örgüt içinde New York’un, Chicago’nun ve San
Francisco’nun güçlü yerel örgütleri hâkimdi. Suç örgütleri sendikaya sızmıştı.
Kamyoncular Sendikası’dan başlıca farkı şuydu: Bina Hizmetleri Sendikası işçi
aristokrasisini temsil etmiyordu; sendikanın eskilerinin deyimiyle, işgücünün ayaktakımını
temsil ediyordu. Başlangıçtan itibaren örgütün üye tabanında çok sayıda Afrika kökenli
Amerikalı vardı.
SEIU daha sonraki yıllarda önemi anlaşılmış birçok yenilik yaptı. Sendikanın başkanı
McFetridge 1940’larda bir araştırma birimi kurdu ve yerel örgütlerden bilgi toplamaya
başladı. Genel merkezde işlenen bilgi yerel örgütlerin yöneticilerine dağıtılıyordu.
McFetridge yaptıkları işi şöyle açıklıyordu: “Günümüzde bilginin sendikalar açısından
taşıdığı değeri kavramak zor olmasa gerek. İşveren örgütleri bunun farkında ve bilgi
toplamak için milyonlarca dolar harcıyorlar.”
1971-1980 döneminde başkanlık yapan George Hardy de birçok önemli yeniliği hayata
geçirdi. Sendikal hareketin dışından gelen kadroları istihdam etmeye başladı. Sendika
tabanının dışından kadro istihdam eden sendika sayısı çok az olduğu için, en yetenekli
kadroları bulmak mümkündü. 1971 yılında, Hardy, 30-40 sendika örgütçüsünü topladı ve
örgütlenme konusunda bir hafta süren bir çalışma toplantısı düzenledi. Bu toplantı
sonucunda bir elkitabı hazırlandı. Elkitabı sendikal harekette bu alandaki en iyi
kaynaklardan biri oldu. Hardy’nin yaptığı diğer önemli işler arasında şunlar da vardır:
üyelere yönelik yeni eğitim çalışmaları, sendikanın yerel örgütleri arasındaki iletişimi
geliştirmeye yönelik konferanslar, temsilci elkitabı, “gizli” örgütlenme (bu tarz
örgütlenmede, işçilerin çoğunluğu üye olarak kazanılana kadar örgütlenme kampanyası
gizli tutuluyordu) ve belki de en önemlisi, örgütlenmeye ayrılan kaynakların önemli
ölçüde artırılması.
Bu değişim ve özellikle daha sonraki Sweeney yönetiminin yaptıkları, SEIU’yu daha
gelişmiş ve daha mücadeleci bir örgüt haline getirdi ve ona bir zamanların mücadeleci
sendikal merkezi CIO’nun (İşkolu Örgütleri Kongresi) ruhunu aşıladı.
Los Angeles’ta düzenlenen ve çok tartışılan Kapıcılara Adalet kampanyası, SEIU’nun yeni
anlayışının tipik bir örneğidir. Bina hizmetlerinin taşerona verilmeye başladığı
1980’lerdeki yeniden yapılanma, sektördeki örgütlü kesimlerde hızlı bir gerilemeye yol
açtı. Sağlık sektörüne yönelmiş olan yerel örgütler bina hizmetleri sektöründen el çekmek
üzereyken, sendika genel merkezi yeni örgütlenme yöntemleri kullanarak yığınsal bir atak
başlattı. Sendika tabanını tahrip eden işkolundaki değişim köklü bir yenilenme
gerektiriyordu. Örgütlenme atağında son derece nitelikli, genellikle kolej eğitimi görmüş
örgütçüler ve araştırmacılar istihdam ediliyordu.
Burada önemli olan, merkezden yönlendirilen bir kampanyanın mücadeleci taktiklerle
beslenmesiydi. Kapıcılara Adalet kampanyası bir yandan tabanı harekete geçirirken, öte
yandan deneyimli sendika yönetiminin dikkatli stratejik planlamasını devreye sokuyor ve
sendikanın mali kaynaklarıyla uzmanlık birikiminden yararlanıyordu. Böylesi bir yaklaşım
olmasaydı örgütlenme kampanyası başarılı olamazdı.
Bitirirken
Dönemin ulusal sendikal merkezi AFL’nin çatısı altında yer alan iki sendikayı incelerken,
sendikal yenilenmeye yol açan nedenlerin kavranmasını amaçladım. Hizmet Çalışanları
Sendikası ile Kamyoncular Sendikası’nı, ABD sendikal hareketinde taşıdıkları önem
bakımından seçtim. Her iki sendikanın üye sayısı da bir milyonun üzerindedir.
Kamyoncular Sendikası (ve onun başkanı Hoffa) belki de en (kara)ünlü Amerikan
sendikasıdır. Buna karşılık Hizmet Çalışanları Sendikası en hızlı büyüyen sendikadır. Her
iki sendika da birçok sendika için örnek işlevi görmektedir.
Her iki sendikanın gelişmesinin şekillenmeye başladığı 1950’li yılları izleyen dönem,
alternatif ulusal sendikal merkez CIO’nun örgütlenme döneminin bitimini izleyen
dönemdir. ABD sendikal hareketinin büyük örgütlenme atakları ve zaferleri henüz sona
ermiş ve sendikalara yeni kısıtlamalar getiren Taft-Hartley yasası henüz çıkmıştır.
Sendikal hareketin başına bugün musallat olan sorunlar henüz başlamıştır.
Bu söyleşi Boston Review dergisinin internetteki sitesinden alındı. Değişik bir
örgütlenme anlayışı ve deneyimi üzerinde düşünme olanağı sağlıyor. Bayan Kris
Rondeau halen Amerikan Eyalet, Kent ve Belediye Çalışanları Federasyonu’nda
(AFSCME) Örgütlenme Müdürü; Richard Balzer ise örgütsel değişim alanında
uzmanlaşmış bir danışmanlık kuruluşunun yöneticisi.
Örgütlenme Üzerine Söyleşi
Richard Balzer: Kris, seninle örgütlenme konusunda söyleşi yapacağım için mutluyum.
Sendikalar konusunda okuduğumuz ya da duyduğumuz hemen her şey ya üye kaybıyla
ya da sendikaların bir oylamayı kazanmasının ne kadar güç olduğuyla ilgili. Amerikan
Eyalet, Kent ve Belediye Çalışanları Federasyonu’nun (AFSCME) son zamanlarda Harvard,
Minnesota ve Illinois üniversitelerindeki çalışanlar ve Connecticut’taki hemşireler arasında
yaptığı başarılı örgütlenme çalışmaları nedeniyle, bu konuda ve geleceğe yönelik
örgütlenme çalışmalarının başarı olasılıkları konusunda ne düşündüğünü merak ediyorum.
Kris Rondeau: Örgütlenmek gerçekten zor. Reagan ve Bush dönemlerinde oyunun
kurallarının değiştiğini söylemeye gerek yok. Ulusal Çalışma İlişkileri Bürosu’nun
(sendikaların yetki, oylama ve pazarlık prosedüründen sorumlu kurul) kararları
sendikalara kesinlikle zarar veriyor. Daha da kötüsü, işverenlerin gidişattan giderek daha
fazla memnun tutumu. Son beş ya da on yılda, işverenlere, istedikleri her tür acımasız
sendika düşmanı kampanyayı yürütme konusunda açık çek verildi ve onlar da bunun
gereğini büyük bir zevkle yerine getiriyorlar. İşçileri aldatarak, korkutarak, onlara
gözdağı vererek sendikalaşmayı engellemek için her türlü taktiği kullanmaya hazırlar.
Uyguladıkları ince psikolojik hilelerle işçilerin özgüvenini ve demokratik karar verme
hakkına duydukları inancı yok ediyorlar. Bu son derece ürkütücü bir şey. Tahmin
edeceğin gibi, özellikle eskimiş örgütlenme teknikleri kullanıyorsan, bu saldırı
kampanyalarıyla başa çıkabilmek son derece zor. Ama örgütlenmenin yeni yöntemleri,
etkin yöntemleri var. Örgütlenme konusunda bir model geliştirdik biz.
Balzer: Bu model üzerine bir şeyler söyleyebilir misin?
Rondeau: Önce, sendikanın üstünlüğünün nerede olduğunu sormak gerekiyor. Çünkü
işveren güç, kaynak, nüfuz ve olanak açısından birçok üstünlüğe sahip. Bu sorunun bir
tek yanıtı var ve bu da birbirimizle eşit koşullarda dürüst ilişkiler geliştirme yeteneğimiz.
Her tür olanak bu tür ilişkiler geliştirmekten doğar.
Balzer: Bu model nereden geliyor?
Rondeau: Emekçi kadınların deneyiminden geliyor. Bu erkeklerden bir şey eksiltmiyor.
Aslında, sendikal hareket daha çok erkek işçiler için erkekler tarafından kuruldu ve
hareketin gelenekleri, tarzı ve yapısı gibi bütün özellikleri erkek kültürünün ürünü.
Sendikaların genellikle tamgün çalışan ve ailelerini geçindiren erkekleri örgütleyerek
kazanımlar elde ettikleri dönemde bu model son derece iyi işliyordu. Bugün işgücünün
yapısı değişti, insanların çalışma yeri ve biçimi değişti. Bu nedenle görevimiz farklılaştı.
Sendikal hareket kadın örgütçülere kulak verecek olursa, önümüzdeki yıllarda daha
başarılı olabiliriz.
Balzer: Geliştirdiğiniz model Harvard’dan başka yerlerde işleyecek mi?
Rondeau: İşleyeceğinden eminim. İşledi de. Ama zamana ve desteğe ihtiyaç var. Bu
bağlamda, AFSCME’nin saflarında bulunduğumuz için çok talihliyiz. Sendikamız
geliştirdiğimiz modeli destekliyor ve sulandırmaya çalışmıyor.
Balzer: Bu modelin bazı öğeleri üzerine konuşabilir miyiz?
Rondeau: Ana öğesi teke tek örgütlenmektir ya da bir kerede bir kişinin örgütlenmesidir.
İşçiler arasında güçlü bağlantılar kurarak sağlam kişisel ilişkiler oluşturmaya dayalı bir
örgütlenme bu. Piyasa tekniklerine ya da reklama ve tanıtıma dayanmıyor. Birilerine bir
şey satmayı amaçlamıyor. İnsanlar arasında bağlantı kurarak güçlü bir örgüt
kuruyorsunuz. Sendika bu ilişki ağından doğuyor. Bu olmaksızın, elinizdeki her şey yapay
bağlantılardan ibaret olacaktır. Bu ise işverenin sendika düşmanı tutumunun kızgın
soluğuna karşı koymaya yetmez.
Balzer: Bu ilişkileri nasıl kuruyorsunuz?
Rondeau: Gerçekten çok basit. Bunun üç yolu var: En önemlisi dinlemek. Dinleyince
önemli şeyler keşfedersiniz. İkincisi konuşmak. Sadece sendikadan söz etmeyi
kastetmiyorum, kendi hikâyenizi anlatmaktan söz ediyorum. Siz kendi hikâyenizi
anlatmadıkça, başkalarından kendi hikâyelerini anlatmalarını isteyemezsiniz. Üçüncüsü,
ilişkilerin sürdüğünden emin olmanız gerekir. Sendikal örgütlenme bir atımlık, hatta bir
yıllık bir iş değildir.
Balzer: Dinlemenin hayli önemli olduğu anlaşılıyor. İnsanlara dinleme eğitimi veriyor
musunuz? Yoksa onlara sadece dinlemelerini mi söylüyorsunuz?
Rondeau: Bazı insanlar iyi dinleyicidir. Kadınlardan genellikle son derece iyi örgütçüler
çıkmasının nedenlerinden biri, onların diğer insanlarla ilgilenmeleri ve onları dinlemesini
bilmeleridir. Kimileri örgütlenmenin bir şeyi kabul ettirmek olduğunu sanır. Oysa değildir.
Böyleleri, karşısındaki konuşurken kafasında ona vereceği yanıtı hazırlar. Dinlemek bu
değildir. Dinlemek bir başkasının yaşamıyla, deneyimleriyle ilgilenmeyi gerektirir.
Ayrıca, işçiler yabancıların karşısına çıkmaktan, kendilerini tanıtmaktan ve sendikadan
konuşmaktan ilkin korkarlar. Bu korku hemen hemen bütün örgütçülerde vardır.
Balzer: Bu nasıl bir korku?
Rondeau: Yabancılarla konuşma korkusu. Aynı zamanda reddedilme korkusu, çünkü bir
başkasından sizin önemsediğiniz bir şeyi önemsemesini istiyorsunuz. Ama işin içinde,
birilerinin karşısına çıkıp onlarla konuşma korkusu da var. İnsanlara ilk öğrettiğimiz
şeylerden biri, birileriyle sendikayı konuşacaklarsa, onlara sendikayı anlatmamalılar.
Hikâyelerini dinletmenin başka yollarını bulmalılar.
Balzer: Dinlemeden bir hayli söz ettin. Hikâye anlatma konusunda ne diyeceksin?
Rondeau: Sendikada iletişim kurma konusunda kullandığımız başlıca yöntemlerden biri,
hikâyeler anlatmak. Gerçek hayat hikâyeleri. Hep soyutlamalar yaparak konuşmayız ya
da öyle büyük politik vizyonlardan dem vurmayız. Günlük hayattan konuşuruz. Hayatı
nasıl değiştireceğimizden söz ederiz. İşveren soyut konuşur. Hikâye anlatmak işçilerin
dilidir.
Hikâyelerin onlar için anlamı vardır. Elbette her tür olguyu girdisi çıktısıyla avucumuzun
içi gibi biliyoruz, ama önemli şeyleri iletmek için hikâyeleri kullanırız. Teke tek
örgütlenmede, toplantılarda hikâyeleri kullanırız. Bu bizim mizah anlayışımızın bir
parçasıdır.
Balzer: Dinleyerek ve hikâye anlatarak ne yapmaya çalışıyorsunuz?
Rondeau: İnsanların birbirleriyle bağlantı kurmasını sağlamanın önemli yollarından biridir
bu. İşçilerin birbirleriyle ve bizimle bağlantı kurmasını istiyoruz. İnsanlar çalışırken
genellikle kendilerini tek başlarına hissediyorlar. Onlara, “Yalnız değilsin, sendika burada”
demekle yetinemezsiniz. Siz insanlarla bağlantı kurdukça, onlar sendikanın desteğini
iliklerinde hissetmeye başlıyorlar.
Hem insanlar kendi kişisel çalışma koşulları üzerine birbirleriyle konuştukça ve birbirlerini
dinledikçe, daha geniş bir bağlamın varlığını görmeye başlıyorlar. Kendi hikâyelerinin
öbür işçilerin hikâyelerine denk düştüğünü fark ediyorlar. Çıkar ortaklığı böyle oluşuyor.
Çıkar ortaklığı: Sendikamız işte bununla ilgili. Böylesi bir ortaklığa dayalı bir örgütü inşa
etmek zaman ister ve temel öğe insanların diğer insanlarla konuşmasıdır. Bu
gerçekleştiğinde, insanlar sendikanın iyi bir şey olduğunu ve onun bir parçası olmak
istediklerini görmeye başlayacaklardır.
Balzer: Üye olarak kazanmak istediğiniz işçileri sendika ve sorunlar konusunda nasıl
bilgilendiriyorsunuz? Çok sayıda basılı malzeme (broşür, bildiri, vb.) dağıtıyor musunuz?
Rondeau: Hiçbir basılı malzeme kullanmıyoruz. Bunun çeşitli nedenleri var. Bir kere, biz
kendi liderlerimizi yetiştirmek istiyoruz. Lider yetiştirmek sendikanın önemli bir işidir. Bu
konuda becerikli insanları öyle kendiliğinden bulmuyorsunuz. İnsanların üstlendikleri rolde
yetişmeleri ve gelişmeleri gerekiyor. Kendinizi sadece basılı malzemeyle sınırladığınızda,
aktivist kadroların rolünü genellikle bir kimseye bir bildiri ya da broşür vermeye
indirgemiş olursunuz. Bu anlayış aktivistin pek fazla bir şey yapmasını gerektirmez.
Malzemeyi alan kişi için ise durum daha da kötüdür. Burada edilgin bir deneyim söz
konusudur. Bu nedenle, basılı malzemenin, yararlı olmaması bir yana, zararlı olduğu
kanısındayız. Çünkü insanlarda, sendikanın ne menem bir şey olduğunu zaten bildikleri
izlenimini yaratır ve sendika hakkında bilgi edinmenin yolu bu değildir.
Balzer: Peki, insanlar ihtiyaç duydukları olgu ve bilgileri nasıl sağlıyorlar?
Rondeau: Önce, olgular konusunda bir şey söyleyeyim. Sendikayı seçip seçmeme
konusundaki kararların bir dizi ikna edici olguya indirgenebileceği yolunda bir inanç var.
Bu doğru değil. İnsanlar bir dizi olgu üzerinde mutabık kalmakla yetinirlerse, örgütle
ilişkileri çok sınırlı kalır. Bizim olgular üzerinde konuşmamamız anlamına gelmiyor bu.
Ama olgular kâğıt üzerinde yaşamaz, ancak bir sohbetin ve ilişkinin parçasıdır. Olguları
ele almadan önce işe ilişki kurarak ve görüşerek başlamanız gerekir.
Balzer: Harvard’daki örgütlenmeniz sırasında basılı malzeme kullanmamanıza işyeri
yönetimi nasıl tepki verdi?
Rondeau: Beğendiklerini sanmıyorum. Aslında, beğenmediklerini biliyorum. Bu onların
elindeki ana silahlardan birini düşürüyor. Basılı malzeme olmayınca, işverenin cevap
vereceği şeyler sınırlanıyor. Bağlamından koparıp istedikleri gibi kullanabilecekleri
açıklamalar
bulamıyorlar,
bizi
sınıflandıramıyorlar,
inandıklarımızı
çürütmeye
çalışamıyorlar. Sendika karşıtı kampanyalarını hayal ürünü iddialara dayandırmak
zorunda kalıyorlar ve doğrusu, o hayal ürünü iddialar da hep yanlış oluyor.
Balzer: Harvard’daki örgütlenme kampanyası sırasında, örgütlenme pek işverene karşı
yapılmadı. Niye öyle oldu?
Rondeau: Sanıyorum, Harvard yönetimi kendilerine karşı örgütlenmediğimiz için hayal
kırıklığına uğradı. İşveren her zaman kendisinin önemli olduğunu düşünür ve eğer bir işçi
bir şey yapacaksa, bir fikir geliştirecekse ya da örgütlenecekse, bunun işverenle ilgili
olmasını bekler. Ama örgütlenme işverenle ilgili değil, işçilerle ilgilidir. İşçilerin işleri ve
hayatları üzerinde söz ve karar sahibi olma ihtiyacıyla ilgilidir. Bu nedenle, işverenin nazik
ya da insaflı, iyiliksever ya da acımasız olması önemli değildir. Bu hiç önemli değildir.
İşçilerin ihtiyaç duyduğu şey, söz sahibi olmaktır. Bunun işverenle ilgisi yoktur. Onların
söylediklerinin ya da yaptıklarının önemi yoktur; bu onlarla ilgili değildir, bizlerle ilgilidir.
Balzer: İşverene karşı örgütlenmiyorsanız,
sorunları nasıl buluyorsunuz?
o
zaman
çevresinde
örgütleneceğiniz
Rondeau: Şaşırtıcı gelebilir, ama biz sorunlar çevresinde örgütlenmiyoruz. Her Amerikalı
işçi sorunların neler olduğunu biliyor: Ücretler, aile sorunları, sağlık ve emeklilik
yardımları, eğitim. Bizim vurgulamak istediğimiz şey, o sorunların üstesinden gelmenin
sadece bir yolu olduğudur ve o yol da işçilerin belli bir güce sahip olmasını sağlamaktan
geçer. Eğer sendika yoksa, o zaman işveren gerçek güce sahip tek taraftır ve zamanla bu
dengesizlikten zarar gören taraf işçiler olacaktır.
İşçilerin sadece geçim sorunlarıyla sınırlı tutulan bir kampanya çok dardır. Sendikal bir
kampanyada asıl sorun, işçilerin söz, etki ve kolektif güç sahibi olup olmadığıdır. Eğer
sendikaları varsa, işçiler kendileriyle ilgili öbür bütün sorunlarda ilerleme kaydetmek için
o sendikayı kullanabilirler.
Bir şey daha: Biz kuruma karşı örgütlenmiyoruz. Sözgelimi Harvard’da çalışan insanlar o
kurumu yerle bir etmek değil, daha iyi bir yer haline getirmek istiyorlar. Bu nedenledir ki
sloganlarımızdan biri şuydu: “Sendikadan yana olmak Harvard’a karşı olmak demek
değildir.” Çünkü sendika bizimle ilgilidir, bu toplumda işimiz ve yaşamımız üzerinde söz
ve karar sahibi olma ihtiyacımızla ilgilidir.
Balzer: Kris, büyük kuruluşlarda sendika karşıtı kampanyaların üstesinden gelinebilir mi?
Rondeau: Evet, ama felaket bir iştir. Azim ve cesaret ister. Biliyoruz ki işveren işçileri
örgütsüz kalmaya ikna etmek için büyük miktarda para (hatta ücret artışlarına
harcanacak olandan kat kat fazla bir para), zaman ve enerji harcamaya hazır olacaktır.
Toplantılar yapacak, mektuplar gönderecek, söylentiler çıkaracak, broşürler dağıtacaktır.
Bütün bunlar insanların sendikaya hayır demesini sağlamak içindir.
Biliyoruz ki işçiler, hemen hemen bütün işçiler, işin başında sendikaya karşıdır. Sendikalar
hakkında olumsuz bir görüşleri yoksa bile, sendikadan korkarlar. İnsanlara okulda
sendikaya katılmanın kendi çıkarlarına olduğu öğretilmez. Sadece sendikalı olmak
açısından değil, sadece kazançları ya da diğer kazanımları açısından değil, iş güvenceleri
ve çalışmaya katılabilmeleri açısından bile öğretilmez.
Balzer: Peki ne yapıyorsunuz?
Rondeau: Bir kere, en ezilmiş işçi kesimleri çevresinde örgütlenmeyle ilgili geleneksel
anlayışı bir kenara bırakıyoruz. Bana şu öğretildi: “İşçileri işveren örgütler.” Bunun anlamı
şuydu: Eğer ücretler ve çalışma koşulları yeterince kötüyse ve işveren de yeterince cimri
ve kötüyse, o zaman işçiler sendikalaşmak isteyecektir.
Biz bunun tersinin doğru olduğunu gördük. Tek tek işçiler ne kadar ezilmişlerse,
işverenden de o kadar korkuyorlar ve bir sendikal kampanyaya katılmaları ihtimali de o
kadar azalıyor. Genellikle şunu gözlüyoruz: İşte en fazla özgürlüğe sahip olanlar,
üstleriyle ilişkileri iyi olanlar ve belli ölçüde bağımsız davranabilenler en önce harekete
geçiyorlar. Bu tür kişiler güvenli bir ortam yaratıyorlar ve daha fazla insanın katılmasıyla
ortam daha da güvenli hale geliyor. Görülecektir ki sendikaya en son katılan kişiler
kaybedecek şeyi en çok olanlardır ve zamanla onlar da sendikaya katılırlar. Sendika onları
koruyabilecek güçtedir. Bunun içindir ki en az ezilen işçilerden başlarız.
Balzer: Sendika karşıtı kampanyalar yürüten büyük işyerlerinin örgütlenmesinde farklılık
gösteren başka neler yapıyorsunuz?
Rondeau: Sendikalara yakın bazı akademik çevrelerin de
büyük işyerlerinin örgütlenmesini defterden silmiştir. Ne
birçok
kişi böyle
düşünmektedir.
Bu
saçmalık.
örgütlenebiliyorsanız, 7.000 işçilik bir işyerine niçin
yaklaşmayasınız?
içinde yer aldığı birçok insan,
yazık ki, sendikal harekette
Çünkü küçük işyerlerinde
70 küçük işyeriymiş gibi
Balzer: Harvard gibi bir yerde bir dizi küçük işyerini nasıl örgütlüyorsunuz?
Rondeau: Harvard’da örgütlenecek 3.600 çalışan vardı. Burada işyerinin bütünü için bir
örgütlenme komitesi kuracağımıza, 36 örgütlenme komitesi kurarsak daha başarılı
olacağımıza karar verdik.
Bunun birçok nedeni var. Bir kere, biz örgütlenme komitelerini geleceğin liderlerini
yetiştirmek için kullanıyoruz. Bir kimse 100 kişilik bir grupta kendisini 1.000 kişilik bir
grupta olduğundan çok daha rahat ve güvenli hissedecektir. İkincisi, 3.600 kişiyi nasıl
örgütleyeceğini düşünmek bile insanın gözünü korkutabilir. İşin büyüklüğü altında
ezilebilirsiniz. Daha küçük alanlar oluşturmak işi daha bir üstesinden gelinebilir kılar.
Örgütlenecek işçiler için de iyidir bu. Elbette onların daha büyük bir sendikal örgütün
parçası olmasını istiyoruz. Ama işçilerin daha küçük alanlarda daha derinlemesine ve
rahat ilişkiler kurduklarını görüyoruz.
Sendika karşıtı kampanyalar sırasında, işyerindeki öncüler arkadaşlarına sımsıkı
sarılmalılar, el ele tutuşmak için birbirlerine yaklaşmalılar. Saçma görünebilir, ama doğru:
Birden çok el bir araya gelince yapılan iş hafifler. Ayrıca, birden çok el yapılan işin
kalitesini artırır.
Balzer: Kris, Harvard’daki örgütlenme sırasında sık sık değerlerin öneminden söz ettiğini
biliyorum. Bu değerler neler?
Rondeau: Evet, sendikanın esas olarak değerlere dayalı bir örgüt olduğunu düşünüyoruz.
Sendikal hareketin her zaman savunduğu bazı temel değerlerden yola çıkıyoruz.
Sözgelimi, insanların birbirini gözetmesi ve seni güçlendiren şeyin, beni doğrudan
etkilemese bile, beni de güçlendireceği gibi değerler bunlar. Ayrıca, şu birkaç basit değeri
de vurguluyoruz: birbirine nazik ve saygılı davranmak gibi, mizah duygusuna sahip olmak
gibi, şarkı söylemeye istekli olmak gibi.
Balzer: İnsanlara nazik ve saygılı davranma konusunda bir şeyler söyleyebilir misin? Bu
ne demek?
Rondeau: İnsanların kendilerini özgür ve güvenli hissedecekleri bir ortam yaratmak
demek. Bununla birbiriyle nezaket yarışına girmeyi kastetmiyoruz. Ama birbirimize
ölesiye saldırmıyoruz ve bir tarafın diğerine körü körüne karşı çıktığı tartışmalar
yaratmıyoruz. İnsanların diğerlerinin söylediklerinden yararlandığı ve saldırgan olmayan
bir tavırla yeni fikirler öne sürdüğü tartışmalar yaratıyoruz. İnsanların sendikayı güvenli
bir yer, saçma sapan bir soruyu bile sorabileceği ve yeni bir şeyi deneyebileceği bir yer
olarak görmesi gerçekten önemli.
Bu nezaket ve saygının bir gereği de insanlara seslerini duyurabilme olanağı tanımaktır.
Bu özellikle kadınlar için önemli. Özgüvene sahip olmakla ilgili. Birçok erkek, konu ne
olursa olsun, bir toplantıda söz alıp konuşacaktır. Birçok üyemizin toplantılarda kendisini
rahat hissetmesini sağlamak için çalışmalıyız. Öyle ki sendikanın akıllarına gelen bir şeyi
söyleyebilecekleri bir yer olduğunu hissetsinler. Birbirimizin güçlenmesine yardımcı olmak
için oradayız ve bunu açıkça, ama nazik bir biçimde yapıyoruz.
Balzer: Kris, mizahın ve şarkı söylemenin önemine de değindin. Biraz bunlardan da söz
eder misin? Hangi tür şakalar yapıyorsunuz?
Rondeau: “Bir ampulü takmak için kaç yönetici gerekir?” gibi bir soru oldu bu. Evet,
mizaha iki nedenle önem veriyoruz. Birisi şu: Sendikal örgütlerin inşası uzun bir zaman
gerektirir ve siz de durmadan ha babam çalışıp didinmek istemezsiniz. Güçlü işverenlerle
karşı karşıyayız ve işimizi yaparken eğlenmemiz de gerekiyor.
İkincisi, bir sendikayı inşa etmek sadece kazanmak ya da kaybetmekten ibaret bir şey
değildir. İnsanların hayatlarıyla ilgili bir örgüt inşa ediyorsunuz. Bunu mizahsız yapmak
olanaksız. Çünkü şaka hayatın vazgeçilmez bir parçası.
Balzer: Peki ya şarkı söylemek?
Rondeau: Aslında biz de örgütümüzde tam bu konu üzerine konuşuyorduk. Şarkı
söylemeyen bir sendikanın kaybeden bir sendika olacağı kanısındayım. İnsanların neden
şarkı söylediklerini bilmiyorum. Kazandıkları için mi şarkı söylüyorlar, yoksa şarkı
söyledikleri için mi kazanıyorlar?
Balzer: Sendikanın şarkı topluluğu Pipetler’den söz eder misin biraz?
Rondeau: Biz Harvard Tıp Okulu’nda örgütlenirken, okulun yönetimi, düzenlediği beceri
gösterisinde bizden bir topluluğun şarkı söylemesine izin vermedi. Topluluğu bu nedenle
kurduk ve çalışmaya başladık. Bir kez başlayınca arkası geldi. Herkes şarkı söylemeyi
sever. Yetişkinler pek fırsat bulamaz. Bizim mitinglerimize gel, insanların severek şarkı
söylediklerini göreceksin. Bir şey daha: Şarkıların şaşırtıcı bir gücü var. Şarkıları hem
mizahınızı hem de öfkenizi dile getirmek için kullanabilirsiniz.
Balzer: Mizah, şarkı, mitingler, danslar, toplumsal etkinlikler. Bütün bunlar ne demek
oluyor?
Rondeau: Sendikalar kültür örgütleridir ve bizler sendikanın insanların yaşamlarıyla
ilişkili olmasını istiyoruz. Aile bunun bir parçasıdır. Eğer güçlü bir sendika inşa etmek
istiyorsanız, aileye de yer vermek zorundasınız. Çocuklara, büyükanne ve büyükbabalara
ve emeklilere yer vermek, eşlere yer vermek demektir bu. Bir sürü toplumsal etkinliğin
yapılması demektir bu. Bu tür şeyler sendikayı güçlendirir. Çünkü bir parti ya da bir
danslı toplantı veya bir miting düzenlediğiniz zaman, insanlar birbirleriyle konuşurlar ve
onlar birbirleriyle konuştukça sendika güçlenir.
Balzer: Peki, bu değerlerle ne oluşturmaya çalışıyorsunuz?
Rondeau: Güçlü bir sendika, güçlü bir kimlik ve dayanışan bir örgüt oluşturuyoruz.
Günümüzde işyerlerindeki insanlarda dayanışma duygusu uyandırmak gerekiyor, çünkü
bir zamanlar insanlara bu dayanışma duygusunu veren toplumsal yapılar ortadan
kalkıyor. Aile, mahalle, kilise, ibadet yeri ve diğer toplumsal kurumlar bu ihtiyacı pek
karşılamıyor. İşverenlerin de insanların bu ihtiyacını karşılayacağına inanmıyorum. Bunu
sendika yapabilir ve yapıyor da.
Balzer: Örgütlenmeden söz ettiğin zaman, olaylardan çok ilişkileri vurguluyorsun. Neden
öyle?
Rondeau: Sanırım şundan: Genellikle oyuna geliyoruz ve olaylara taşıdığından daha fazla
anlam veriyoruz. Güçlü bir sendikal örgütün temelini oluşturan sağlam ilişkiler kurmaya
yönelik günlük çalışma dikkatimizden kaçıyor. Sana bir örnek vereyim. Geleneksel
örgütlenme kampanyalarının birçoğunda ana kaygı üye kayıt fişlerine odaklanır. Ana dert
[yetkiyle ilgili] oylamadır ve imzalanan fişler yeterli sayıdaysa oylamaya gidersin. Biz ise
kampanyalarda üye fişlerini çok sonra ortaya çıkarırız. Fiş imzalamanın büyük önemi
olduğunu sanmak büyük hatadır. Çoğu insan fiş imzalamakla yetiniyor, oylamada “evet”
mi yoksa “hayır” mı diyeceği üzerinde aslında kafa yormamış oluyor. Bu nedenle biz fiş
imzalama olayı üzerine daha az odaklanıyoruz ve insanların sendikayla bağlantılarını
hissedecekleri ilişki geliştirmeye ağırlık veriyoruz.
Balzer: İlişki kelimesi güçlü bir kelime. Geliştirmek için belli bir süre gerektiği izlenimi
bırakıyor? Öyle değil mi?
Rondeau: Kesinlikle zaman gerektiriyor. Aslında örgütlenme konusunda bir kimseye en
zor öğretilecek şey, insanların değiştiği fikridir. Biz bu değişim fikrine inanmamaya
koşullanmışız. Ama doğru koşullarda insanlar değişir. “Değişme” kelimesi tam uygun
düşmeyebilir. İnsanlar ilişkilerde oluşurlar. Ama bu zaman ister.
Bunun bir kadının dünyaya bakış tarzı olduğunu biliyorum. Erkeklerin daha çok görevlere
ya da olaylara, kadınların ise daha çok ilişkilere odaklandığından zaman zaman söz
ederiz. Ama örgütlenmede hep ilişkilere ağırlık verdiğimizi görebilirsiniz. Yaptıklarımızın
büyük bir bölümü insanların özgüven kazanmasına ve onları söz sahibi kılmaya yönelik
olduğu için, bunun zaman gerektirdiğini biliyoruz. Şunun farkındayız: İnsanlar birbirleriyle
ilişki kurdukça cesaretleri artar. Daha fazla riske girerler. Bunu özellikle işçi kadınlarda
gözleyebilirsiniz. Bazı kadınlar ancak 10, 20, hatta 30 toplantıya katıldıktan sonra söz alıp
konuşurlar. Erkeklerin bir toplantıda konuşması, görüşlerinin çok önemli olduğunu
düşünmesi çok daha kolaydır. Kadınlar ve çekingen erkekler daha çok şöyle bir tavırla
konuşurlar: “Bunun aptalca görüneceğini biliyorum ama bir de şöyle düşünelim...”
Zamanla daha rahatlarlar, özür dilemeden sorular sormaya başlarlar, görüş belirtirler ve
sonunda gönüllü olarak sendikal bir görev ya da sorumluluk üstlenecek hale gelirler.
Korkarım, bunun gerçekleşmesini hızlandıracak bir yöntem yok. Elbette, eğer sınırlı
sayıda insanın katılımını sağlamak istiyorsanız, sadece önce öne atılan ya da ağzı iyi laf
yapan insanları alırsınız. Eğer çok sayıda insanın sorumluluk üstlendiği geniş tabanlı bir
sendikal örgüt istiyorsanız, zaman gerekir.
Bir sendikanın geniş tabanlı olması için hiç kimsenin dışarda kalmamasını sağlamak
gerekir. Her ırk, her iki cinsiyet, her yaş grubu, her işten insan. Bu değişik gruplar
arasında bağlantı kurmak zaman alır. Ama gelişme sürer. Bütün bu insanlar sendikanın
bir parçası haline geldiğinde, gelişmeye devam ederler. Yeni şeyler öğrenirler. Yeni
beceriler edinme cesaretini bulurlar. Yeni öğrendikleri bir şeyi bir başkasına öğretmenin
zevkine varırlar.
Balzer: Öyleyse sen bir örgütlenme çalışmasında zamanı düşman olarak görmüyorsun,
değil mi?
Rondeau: Hayır, biz zamanı saygı göstermemiz gereken bir şey olarak görüyoruz. Çünkü
bütün bu ilişkiler zaman gerektiriyor. İyi örgütlenme zaman alır. Bu hep geçerli bir
doğruydu. Ama şimdi sabır her zaman olduğundan daha önemli. Eskiden, yetki
oylamasından sonra işveren ilk sözleşme için hemen müzakere masasına otururdu.
Şimdilerde işverenler oylama süreci sırasında da sizinle mücadele ediyorlar ve
müzakereye oturacaklarına sendika karşıtı kampanyayı sürdürüyorlar. Eskiden oylama
öncesinde ilişkileri belli bir düzeye getirir ve oylamadan sonra da sakin bir ortamda
geliştirmeye devam ederdik. Bugün ise sendika karşıtı kampanya işyerinde esen kasırgayı
andırıyor. Zayıf olan her şey uçup gidebilir.
Bu nedenle, oylamadan önce, örgütsel yapıyı son kişiye kadar sağlam tutmalıyız. İnsanlar
geleneksel anlayışla şöyle derlerdi: “Oylamayı kazan, sonra örgütlenirsin.” Biz ise şöyle
diyoruz: “Hayır, önce örgütlen, oylamayı sonra kazan.”
Balzer: Bu modelden başkaları da yararlanabilir mi? Bu model örgütçülerin kazanmasına
yardımcı olacak mı?
Rondeau: Modelin işleyebileceğini kanıtladık. Ama bilirsin, insanlar kendileri açısından
neyin uygulanabilir olduğunu bulmak zorundalar. Örgütçüler halen uygulamakta oldukları
bazı şeylerin bu modelde yer aldığını görecekler ya da örgütlenmede bizim geliştirdiğimiz
belli öğeleri işlerine yarayacağı için alıp kullanacaklar. Biz de böyle yaptık.
Bunların örgütçülerin başarısına katkıda bulunacağı kanısındayım. Elbette hepimiz
kazanmak istiyoruz. Kazanmak önemli, ama biliyorsun, kazanma üzerinde kafa yormaya
gereğinden çok zaman ve enerji harcanıyor. Nasıl kazanacağımızı biliyoruz, kazanmanın
ne anlama geldiğini biliyoruz, ama uzun ve çetin bir kampanyayı sürdürmek için her gün
yapılan işe kesintisiz odaklanmak gerektiğini de biliyoruz.
İşin özü, günlük işe odaklanmak, ilişkiler kurmak ve özgüven geliştirmektir. İşin özü,
işleri elbirliğiyle ağır ve sakin bir şekilde yürütmektir. Bu ise karşımıza çıkan günlük
sorunların içerdiği serüvenden ve eğlenceden kaynaklanır. Bunları yaptığımızda emeğin
kimliğini şekillendirmiş oluruz. Oylamayı kazanmak harikadır, ama işçilere söz sahibi
olmaları ve kendi şarkılarını söylemeleri için yardımcı olmak daha da harikadır.
Aşağıdaki metin Uluslararası Endüstri İlişkileri Kurumu’nun 25-29 Haziran 2002
günlerinde Toronto’da (Kanada) Amerika kıtasına yönelik olarak düzenlediği 4.
Bölge Kongresi’ne sunulmuş tebliğdir. Yazarların kendi deyimiyle, “küresel
kapitalizm çağında sendikaların yeniden inşası” konusunu işlemektedir. Glennis
Hanley ve Peter Holland, Avustralya’daki Monash Üniversitesi’nin Yönetim
Bölümü’nde öğretim görevlisi. Uzmanlık alanları endüstri ilişkileri, sendikalar ve
yeni çalışma modelleri.
Dr. Glennis Hanley
Dr. Peter Holland
Avustralya’da Örgütlenmeci Sendikacılık
Modelinin Gelişmesi
Giriş
Anka Kuşu güneşin tutuşturduğu alevlerde kendini yakan ve daha sonra kanatlarını
çırparak küllerinden yeniden hayat bulan efsanevi bir kuştur. Yeniden doğuşun güçlü bir
simgesidir.
Son on yılda, ABD, İngiltere, Yeni Zelanda ve Avustralya sendikal hareketleri,
örgütlenmeye dayalı sendikacılık modelinin bir ölçüde öncülüğünü yaptı. Örgütlenmeci
model sendikal hareketin Anka Kuşu olabilecek mi, yoksa sendikalar önlenemeyen bir
üye kaybıyla mı karşı karşıya?
Bu tebliğin ana amacı, 1990’larda Avustralya’da gelişen örgütlenmeci sendikacılık
modelinin oluşumunu gözler önüne sermek ve modelin üye kaybının önünün
alınmasındaki başarısını eleştirel olarak incelemektir. Tebliğ üç bölümden oluşuyor. Birinci
bölüm, örgütlenmeye ve hizmete dayalı sendikacılık modellerinin özellikleri üzerinde
duruyor. Bu bölüm sendikal örgüt ve katılım modellerindeki değişim konusunda da genel
bir bilgi veriyor. İkinci bölüm, üye kaybından kaynaklanan sorunları ele alıyor. Bu bölüm,
Avustralya’daki örgütlenme modelinin gelişmesini ortaya koyuyor. Son bölüm ise
Avustralya’da örgütlenme modelinin gelişmesini tartışıyor.
Örgütlenmeye dayalı sendikacılık ve hizmet sendikacılığı modelleri
Örgütlenmeye dayalı model, sendikal stratejilerde, önceliklerde ve kaynaklarda önemli bir
değişme gerektirir. Mevcut hizmet sendikacılığı modelinden kopuşu ifade eder. İşyerinin
dışından sendikal faaliyete dayalı ve sendikanın işlevini üyelere kolektif ve bireysel hizmet
sunumuna indirgeyen hizmet sendikacılığı modelinin tersine, örgütlenmeye dayalı model,
işyerinde sendikal örgüte ve faaliyete ağırlık verir.
Amaç, işyerinde olabildiğince çok sayıda üyenin sendikal faaliyete katılmasını ve
sendikadan beklenen çeşitli faaliyetleri aktivistlerin üstlenmesini sağlamaktır. Bu ise
sendikaların, şikâyete, tahkime ve sözleşme müzakerelerine dayalı örgüt anlayışından,
işçileri seferber eden, onların sendikal faaliyete katılımını sağlayan bir anlayışa yönelmesi
demektir. Örgütlenmeye dayalı model, sendikalara varlık kazandırmanın ve
sendikalaşmadaki düşüşü geri çevirmenin önkoşulunun sendikal faaliyete üyelerin katılımı
olduğu varsayımına dayanır.
Başka bir deyişle, örgütlenmeye dayalı yaklaşım, üyelere yetki ve sorumluluk vermeye,
onları sendikanın odağı haline getirmeye çalışır. Örgütlenme kültürüne doğru atılacak ilk
adım, sendikada iç örgütlenme pratiklerini hayata geçirmektir. Bu ise örgütlenmeye
odaklanmayı ve bu alandaki görevleri yerine getirebilecek zamanı örgütçülere sağlamayı
gerektirir.
Sendikal örgüt ve katılım modellerindeki değişim
Küresel ekonomik manzara çok yönlü ve geniş kapsamlı bir dönüşüm geçiriyor ve
günümüzün gitgide kuralsızlaştırılan işyerinde sendikalar çeşitli nedenlerden ötürü güç ve
etkinlik kaybediyor. Sendika karşıtı devlet ve işveren politikaları sendikaların geleneksel
rolünü zayıflatıyor.
Avustralya’da 1983-1996 arasında, İşçi Partisi hükümeti iktidardaydı. Bu hükümet ile
Avustralya Sendikalar Konseyi (ACTU) arasında sıkı bir ittifak ilişkisi vardı. Sendikaların
masada bir yeri vardı ve sendikalar ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında
etkin bir rol oynuyorlardı. Ne var ki bunun maliyeti fazla oldu, bu dönemde sendikalar
yılda yüzde 1’in üzerinde üye kaybına uğradılar. 1996 başlarında Federal İşçi Partisi
hükümeti iktidardan ayrıldı ve yerine açıkça sendika karşıtı politikalar izleyen
muhafazakâr koalisyon hükümeti kuruldu. Yeni hükümet, özellikle mevcut endüstri
ilişkileri sistemini kuralsızlaştırmaya girişti. 1996 tarihli İşyeri İlişkileri Yasası’yla
sendikalara karşı sert önlemler getirdi. Birçok işyerinde, modern insan kaynakları
yönetimi teknikleri uygulanmaya başladı. Sendikaları devre dışı bırakmaya yönelik bu
yeni anlayış işçilere bireysel söz ve katılım hakkı ve daha iyi çalışma koşulları vaat
ediyordu. Sadece istihdamın yapısında şimdiye kadar görülmemiş değişmeler olmuyor,
sendikaların tanınmaması yönünde bir eğilim de var, önemli sayıda işyerinde işçiler
sendikasız.
1980’ler ve 1990’lar, ekonomik yönden gelişmiş çoğu ülkedeki sendikal hareket için
gerileme dönemi oldu ve Avustralya da bunun dışında kalmadı. Son yirmi yılda
Avustralya’da sendikalı işçi oranı ciddi bir darbe yedi ve 2000 yılına gelindiğinde, istihdam
edilen işgücünün ancak yüzde 25’i sendika üyesiydi. Burada çelişki gibi görünecek bir
olguyu vurgulamak gerekiyor: 2000’de, genelde sendikalı işçi oranı düşerken, sendikalı
işçilerin toplam sayısı son on yılda ilk kez yükseldi. 1999’daki 208.000’lik düşüşe karşılık,
sendikalı işçi sayısı 2000’de 23.600’lük bir artış gösterdi. Bununla birlikte, 1992’den bu
yana Avustralya’da sendikalı işçi sayısı –1,4 milyon civarında yeni iş alanı yaratılmasına
rağmen- yaklaşık 600.000’lik bir düşüş göstermiştir.
Bu durum, büyük bir hızla büyüyen, kuralsızlaştırılmış, esnek, parçalanmış, genç ve parttime bir işgücü piyasasında sendikal etkinlik ihtiyacını artırıyor. Bu işgücü sektörü, bir
yandan, henüz ulaşılmamış bir üye potansiyeli taşıyor, öte yandan, ulaşılması güç ve
örgütlü davranma geleneğinden yoksun kesimleri içeriyor. Öyle görünüyor ki işverenlerin
uyguladığı insan kaynakları yönetimiyle ilgili yeni teknikler, işyerinde sendikaların rolünün
görmezden gelinmesinde etkili olmuştur.
Bu durum sadece Avustralya’ya özgü değil. İşyerinde bir “sendika anlayışı”nın
canlanmasına ve ekonominin büyüyen kesimleri ile geleneksel olarak sendikasız
kesimlerinde örgütlenmeye ihtiyaç olduğu açık. Bu olgu bir başka deyişle şöyle
özetlenebilir: Sendikalar gelişip büyüyecekse, toplum, devlet, işverenler ve sendika
üyeleri tarafından etkin örgütler olarak görülmeliler.
Avustralya’da Üye Kaybının Üstesinden Gelinmesi
Alternatif bir yaklaşımın Avustralya Sendikalar Konseyi’nin (ACTU) politikalarına girmesi
1980’lerin sonlarında gerçekleşti. Böylesi bir yaklaşımın ana öğeleri, sendikal yeniden
yapılanma ve sendikal örgütlenme idi. ACTU’nun 1987 tarihli konferansında Sendikal
Hareket İçin Geleceğe Yönelik Stratejiler (kısaca: Geleceğe Yönelik Stratejiler) başlıklı bir
politika belgesi görüşüldü. Belge sendikal hareketin geçmiş başarılarını vurgulamakla
kalmıyor, açıkça geleceğini de değerlendiriyordu:
“Sendikalar değişimin artan baskısını görmezden gelemezler. Sorun, sendikal hareketin
gerekli uyumu gösterip gösteremeyeceği değil, varlığını sürdürebilmek ve daha da
büyüyebilmek için yeterli düzeyde uyum gösterip gösteremeyeceğidir.”
Strateji belgesi, geleceğe giden doğrultuları kapsamlı bir şekilde gözden geçiriyor, temel
sorun olarak gördüğü hareketin örgütsel temelinin pekiştirilmesi ve genişletilmesi
üzerinde duruyordu. Belge, ayrıca, sendika üyelerine gelişmiş hizmetler sunulmasının
sendikaların sayısındaki –birleşmeyle sağlanabilecek- azalmaya bağlı olduğunu kabul
ediyordu. Bu amaçla bir dizi politika geliştirildi ve 1990’ların ortalarında, ülke ölçeğinde
kayıtlı sendikaların sayısı 326’dan 142’ye düştü. Ne var ki, şimdiki durum da güllük
gülistanlık olmaktan uzaktır. Birleşmeler sonucunda, birden fazla sektörü kapsayan büyük
sendikalar ortaya çıkmıştır. Bu ise sendikaların rahatsızlık yaratan örgüt içi sorunlar ve
sınıf uzlaşmaları yaşamasına yol açmıştır.
1980’lerde örgütlenme hem ulusal sendikal merkez ACTU’nun hem de tek tek
sendikaların gündeminin başında yer almıyordu. 1990’lara gelene kadar, doğrudan
örgütlenmeye odaklanmış hiçbir resmi program geliştirilmedi. Bu alanda geliştirilen tek
strateji, yukarıda değinilen ve yaklaşık 20 geniş tabanlı işkolu sendikasının ortaya
çıkmasına yol açan yapısal uyum/birleşme stratejisi oldu. Birleşme sürecinin amaçladığı
yararlardan biri, örgütlenmeyi besleyecek büyük bir kaynak havuzunun oluşmasıydı. Üye
kaybı 1990’lara kadar artan bir hızla devam edince, yapısal uyum politikalarının beklenen
yararı sağlayamadığı anlaşıldı. Birleşme sürecini eleştirenlere göre, sendikal yeniden
yapılanma süreci, artan bürokrasi nedeniyle, kaynakların örgütlenmeye harcanmamasına
yol açmıştı.
Hızlanan üye kaybının üstesinden gelinememesinin sonuçları ortadaydı. İşgücünün üçte
birinden azını temsil etmesi nedeniyle, sendikal hareketin meşruluğu tehdit altındaydı.
Üye kazanma ve örgütlenme sorununun acil bir sorun olarak ele alınması gerekiyordu.
Bir Örgütlenme Kültürü Geliştirmek
Sendikal harekette yapısal uyum stratejisiyle üye kaybının önüne geçilememesi ve üye
kaybının hızlanması, ACTU’yu, bu sorunu daha doğrudan yöntemlerle ele alma arayışına
itti. Yeni genç üyeler kazanılmasının ana hedef olması gerektiği anlaşıldı. Üye kaybını
daha etkin yöntemlerle önleyebilmek için üye kazanma ve kazanılan üyeyi sendikada
tutma stratejileri gündemin başına yerleşti.
ACTU ve ona üye örgütlerden temsilcilerin oluşturduğu bir delegasyon alternatif
stratejileri inceledi ve Avustralya sendikal hareketi için bir model saptadı. Bu model,
1980’lerin ortalarında, Reagan ve Bush yönetimlerinin sendika karşıtı mevzuatıyla ve
stratejileriyle mücadele etmek üzere, geleneksel olarak sendikalaşma oranının düşük
olduğu ABD’deki sendikal hareket tarafından geliştirilmişti.
ABD’deki ulusal sendikal merkez AFL-CIO (Amerikan Emek Federasyonu-İşkolu Örgütleri
Kongresi), üye kaybı sorununun acil olarak üzerine gidilmemesi halinde, örgütün
herhangi bir lobi grubundan farkı kalmayacağını düşünüyordu. 1950’lerin ortalarından
beri sendikalı işçi oranı yüzde 35’ten yüzde 15’e düşmüştü. AFL-CIO’nun hazırladığı
İşçilerin ve Sendikalarının Değişen Durumu başlıklı rapor, sendikal harekete yeni bir yön
ve stratejik bir yönelim kazandırmayı amaçlıyordu. “Stratejik” yaklaşım, sadece mevcut
üyelerle sınırlı bir hizmet sendikacılığı modelinden, potansiyel üyelere yönelik bir
örgütlenme modeline geçilmesini gerektiriyordu. Örgütlenmeye dayalı bu modelin ana
özellikleri, örgütlenme alanlarının saptanması ve gelişmiş kampanyalarla bu alanların
hedeflenmesiydi. Ne var ki, mevcut üyelere hizmet verilmesi ana işlev olarak kaldı.
ABD sendikal hareketinin temel değerlerine odaklanma konusunda ilk önemli adım, AFLCIO’nun Örgütlenme Enstitüsüsü’nü kurmasıyla 1989’da atıldı. Örgütlenme Enstitüsü
sendikalarda bir örgütlenme kültürünün gelişmesini sağlamaya çalışıyor. Enstitü
Amerikan sendikal hareketinin canlanmasında hem bir odak hem de bir öncü. Örgütlenme
Enstitüsü, böylesi bir örgütlenme modelinin gelişmesini kolaylaştırmak üzere
yöneticilerden oluşan bir çalışma grubu oluşturdu. Çalışma grubu, bir örgütlenme
modelinin geliştirilmesini ve bu değişim sürecinin önündeki engelleri ve potansiyel
sorunları kaldırmayı amaçlıyordu.
Temmuz 1993’te, Avustralya sendikal merkezi ACTU’nun Yönetim Kurulu, örgütlenme
pratiklerini yerinde incelemek üzere ABD’ye bir delegasyon gönderdi. Bu heyet
Örgütlenme Enstitüsü’nün rolünü inceledi ve başarılı bir örgütlenme kültürünün
oluşturulmasında önem taşıyan şu noktaları saptadı:
•
•
•
•
•
•
•
•
Sendikanın bir numaralı önceliğinin örgütlenme olduğunu kabul etmek;
Sendikanın her kademesinde bir örgütlenme kültürü geliştirmek;
Bütçe ve kadro kaynaklarının önemli bir bölümünün örgütlenmeye ayrılması
gerektiğini kabul etmek;
Örgütlenme hedeflerini hayata geçirmek için sendikanın bütün etkinliklerini
bütünleştirmek;
Ulusal ve yerel düzeylerde örgütlenme hedeflerine yönelik stratejik planlama ve analiz
ve ulusal yönden bütünlük taşıyan örgütlenme planlarının geliştirilmesi;
Geçmişte sadece mevcut üyelere hizmet verilmesinin, yeni üye kazanılmasını
engellediğini kabul etmek;
Hizmet sendikacılığı zihniyetinin, daha yerinde bir deyişle, sadece “hizmet vermeyle”
sınırlı bir anlayışın, üye kaybı sorununun üstesinden gelmeye yetmediğini kabul
etmek;
Üyelerin kendileriyle ilgili eylemlere ve kararlara (sözgelimi işletme sözleşmesi
müzakerelerine, örgütlenme çalışmalarına veya işyerindeki sorunların ve şikâyetlerin
çözümü sürecine) katılımını sağlamak. ABD sendikaları, örgütlenme hedeflerini hayata
geçirmek için üye katılımını sağlamaya yönelik bu yaklaşımı “örgütlenme modeli”
olarak tanımlıyor.
Delegasyon, dönüşünde, Avustralya sendikalarının örgütlenme stratejisinin oluşumunda
ABD modelinin esas alınmasını ve ayrıca ABD Örgütlenme Enstitüsü benzeri, bağımsız bir
örgütlenme birimi kurulmasını önerdi. ACTU’nun bugünkü “Örgütlenme Merkezi” işte
bunun üzerine 1994 yılında kuruldu. Merkezin iki ana hedefi vardı. Birinci hedef, yeni bir
sendika örgütçüsü kuşağını eğitmek ve desteklemekti. İkincisi ise bir örgütlenme kültürü
geliştirmekti. (Bu konuda ayrıntılı bilgi için, Dünya Sendikal Hareketi Dosyası dizisinden
Küreselleşme ve Sendikal Örgütlenme adlı 6 nolu dosyamıza bakabilirsiniz.)
Tabana Dayalı Sendikacılık
Örgütlenme Merkezi’nin çalışmalarında ağırlık noktası, özellikle sendikalaşmanın düşük
olduğu sektörlerdeki işyerlerini ziyaret eden, buralardaki sorunları ele alan ve sorunların
ele alınmasında sendikal hareketin oynayabileceği rolü saptayan örgütçüler yetiştirmektir.
Bu girişimler sendikal harekette bir örgütlenme kültürü oluşmasını sağlar.
Örgütlenme Merkezi’nin yöneticilerinden birinin deyişiyle: “Bu, geleneksel alanlarda
çalışan insanları tekrar sendikalara kazanmakla değil, yeni sektörlerdeki insanları
kazanmakla ilgilidir.” 18-25 yaş grubundakilerin sendikal hareketteki düşük temsil oranı
(yüzde 20’nin altında), örgütlenme çalışmalarının önündeki ana sorunlardan biridir. Bu
nedenle, örgütçülerin profili bu konuda önemli bir noktadır. Örgütlenme Merkezi
mezunlarının yaş ortalaması 25’tir, çoğunluğu kadındır ve yüzde 50’den fazlası ikinci bir
dil bilmektedir. “Benzerler benzerleri örgütleyebilir”. Bir işyerinde örgütlendikten sonra
ana sorun, üyelerin katılımını sağlamaya yönelik kalıcı bir örgütlenme kültürü
oluşturmaktır.
Örgütlenme Merkezi’ne Sendikaların Katılımı
Başlangıçta birçok sendika örgütçü eğitimi programına kayıtsızdı, ancak ulusal merkez
ACTU’nun (Avustralya Sendikalar Konseyi’nin) üst düzey yöneticileri önemli ölçüde politik
baskı uyguladıktan sonra üye örgütler programa katılmayı kabul ettiler. Birçok üst düzey
sendika yöneticisi sürece açık bir kuşkuyla yaklaşıyordu. Bu tutumun nedeni sadece
modelin ABD’den alınmış olması değildi. Ayrıca, örgütçülükten gelmeyen, daha kendilerini
kanıtlamamış bu yeni yetmelerin, yani Örgütlenme Merkezi mezunlarının, işyerlerinde
kendilerini kabul ettirebileceklerinden kuşku duyuyorlardı.
Kaç adayın eğitim göreceğini sendikaların talebi belirliyordu. Ne var ki, örgütlenme
kültürünün sendikalarda kökleşmesi için, bu kültürün sendikal çalışmanın ayrılmaz bir
parçası haline gelmesi gerekiyordu. Bu bağlamda, mezunlarla yapılan görüşmeler,
sendikaların hizmet sendikacılığı modelinden örgütlenme modeline geçişlerinde bir dizi
can sıkıcı sorunun yaşandığını ortaya koyuyordu.
Sözgelimi, mezunlardan biri, sendikasız yeni bir işyerinde örgütlenmek için yaptığı ilk
çalışmalardan şöyle söz ediyor: İşçiler sendikanın sağlayacağı kazanımlar konusunda
olumsuz bir tutuma sahip. Genç örgütçü sendikanın üst düzey yöneticilerinden işyerini
ziyaret etmelerini istediğinde, yöneticiler, mevcut üyelerin sorunlarıyla uğraştıkları için,
birkaç kişiyi bile görecek zamanları olmadığını öne sürüyorlar. Örgütçü bu birkaç kişinin
doğal grup liderleri olduğunu ve üye kazanılmasında etkili olabileceğini vurguluyor.
Sendika desteğinin yokluğu, sendikanın uzak ve ilgisiz kaldığı izlenimini pekiştiriyor.
İşyerindeki örgütlenme girişimi sonuçsuz kalıyor.
Bir başka mezun, sendikal ayartma sorununa değiniyor. Yeni üye kazanmaya ağırlık
verilmesine rağmen, diğer sendikaların üyelerinin ayartılması az rastlanan bir olay
değildi. Sendika bunu resmen onaylamamakla birlikte, örgütçüye göre, örtülü bir onay
söz konusuydu.
Birçok mezun, eğitim gördükten sonra kendilerine sadece bir yıllık bir istihdam olanağı
sağlandığını söylüyor. Mezunlardan biri, çalıştığı sendikanın kendisini bu konuda önceden
uyardığını belirtiyor. 50 civarında üye kazanmanın maaşını karşılamaya yeteceğini biliyor.
Oysa o 350-400 dolayında üye kazanmış ve bu bile sendikada çalışmaya devam
etmesine yetmiyormuş.
Bir üst düzey sendika yöneticisi ise, sendikaların –sübvansiyon sağlanan- bir örgütçü
adayını dokuz aylık eğitim dönemi için işe aldığını ve bir süre sonra o kişinin iş
sözleşmesini feshettiğini ve daha sonra bir başka aday için başvuruda bulunduğunu
belirtiyor. ACTU’nun bu uygulamayı görmezden geldiğini vurguluyor.
Mezunlardan biri yaşadığı bir kültürel soruna değiniyor. Sendika, hizmet sendikacılığı
modelinin işleyişine engel olmadığı sürece, örgütlenme çalışmasını yürütecek ‘ucuz’
işgücü istihdam etmekten memnundu. Örgütlenme Merkezi’nde öğretilen örgütlenme
teknik ve yaklaşımlarının birçoğu kuşkuyla ve olumsuz bir tutumla karşılanıyordu.
Özellikle ana sorunları saptamak için belli bir işyerinin üye yapısını ve tarihini inceleme
konusunda böyle bir tutum söz konusuydu. Genç örgütçü bu tutumu şöyle anlatıyor:
“Onlara işlerini öğretmeye çalıştığımı sanıyorlardı”.
Bu son örnek, yeni bir yön kazanma ve kaynakları farklı bir anlayışla yönetme konusunda
sendikalarda yaşanan gerginlikleri iyi anlatıyor.
Tartışma
Örgütlenme Merkezi bugüne kadarki faaliyetlerinde bir dizi başarı elde etti. Bunlardan
birkaçı, sendikal harekete çok sayıda genç aktivist kazandırması ve çok sayıda sendika
kadrosunu eğitmesidir. Bu çalışma programı sonucunda yılda 10.000’in üzerinde yeni üye
kazanılması, birçok sendikada örgütlenme konusunda yaklaşım ve tutum değişikliğinin
ifadesidir. Ne var ki, hizmet ve örgütlenme sendikacılığı konusunda ikili ya da dengeli bir
yaklaşım benimsemek yerine, hâlâ birçok sendika hizmet sendikacılığı modeline
kilitlenmekten kurtulamamıştır. Burada şöyle bir etkileşim söz konusudur: Potansiyel
üyelerin ihtiyaçlarını anlamaksızın, sendikal hizmet anlayışının değişen taleplere uyum
sağlayabilmesi olasılığı yoktur.
ACTU şu olguyu dikkate almaktadır: Uyguladığı programın başarısına rağmen,
Örgütlenme Merkezi, üye kaybı sorununun çözümünü tek başına sağlayamaz. Bu
dönemde de sendikaların üye kaybının sürmesi bunun kanıtıdır. Bu bağlamda, ACTU, bir
örgütlenme modelinin gelişmesini sağlamak için çeşitli stratejiler geliştirmiştir. Bunlardan
bazıları şunlardır: Tavsiye, yardım ve yönlendirici bilgi sağlamak üzere, Sydney’de,
Melbourne’da ve Brisbane’de, ulusal ölçekte erişilebilir telefon merkezleri kurmak;
bölgesel örgütlenme kampanyaları geliştirmek; belli kampanyalara kaynak ayırmak.
ACTU’nun geliştirdiği diğer stratejiler arasında ise belli ticari ve mali hizmetlerin
(sözgelimi konut ödünçleri ve seyahat sigortası hizmetlerinin) yaygınlaştırılması ve
sadece belli sendikal hizmetlerden yararlanmak isteyenlere yönelik kısmi üyelik gibi
önlemler bulunmaktadır. Bu politikalar özellikle konaklama ve eğlence sektörüyle ve
finans sektörüyle ilgili sendikaların üye kazanma çalışmalarında belli bir başarı
sağlamıştır.
1999’da ACTU’nun hiyerarşik yapısıyla ilgili bir değişiklik oldu ve Örgütlenme Birimi’nin de
katılımıyla, para ve insan kaynaklarına sahip bugünkü Örgütlenme Merkezi kurularak
ACTU’nun yeni örgütsel yapısı içinde yerini aldı. Ayrıca, yeni bir strateji belgesi
hazırlanarak Avustralya sendikalarının örgütlenme anlayışı onaylanmış oldu (bu strateji
belgesinin metni için, Petrol-İş’in dünya sendikal hareketi üzerine dosya dizisinin üçüncü
dosyası olarak çıkan Sendikal Örgütlenme adlı kitaba bakınız).
Örgütlenme Merkezi’nin uyguladığı programın başarısının değerlendirilmesinde bir dizi
kriterin kullanılması gerekiyor. Programın odak noktası üye kazanılması olduğu için,
başarının ana kriteri ya da göstergesi sendika üyeliğidir. İstatistikler, programın
uygulandığı dönemde de sendikaların üye kaybının sürdüğünü gösteriyor. Bu durum
sendika ve işkollarına göre değişmesine, sözgelimi konaklama ve perakende sektörlerinde
önemli kazanımlar sağlanmasına rağmen, bu işkollarında istihdamın genellikle geçici
nitelikte olması, bu kazanımların kalıcı olmasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, uygulanan
program, genel üye kaybı üzerinde sınırlı bir etki yaratmıştır.
ACTU açısından, bu, programın genel hedeflerini doğru biçimde yansıtmamaktadır.
Program, üye kaybı sorununa ilişkin olarak ACTU’nun benimsediği geniş bir stratejik
yelpazenin öğelerinden sadece biridir. Örgütlenme Merkezi’nin ana hedefi, geleneksel
hizmet sendikacılığı modelinin yerine geçmek üzere, sendikalarda bir örgütlenme
kültürünün geliştirilmesidir. Kültür değişimi ve mali yatırım bağlamında programın
başarısı daha iyi anlaşılmaktadır. Ne var ki, yukarıda belirtildiği gibi, birçok sendika hâlâ
geleneksel hizmet sendikacılığı modelini uygulamaya devam ediyor. Başlangıçta birçok
sendikanın programa ACTU yönetiminin politik baskısı nedeniyle katılmış olması sendikal
hareketteki değişim sürecinin aksaklıklarını pekiştirmektedir. Öte yandan, daha ilerici
sendikalarda örgütlenme birimlerinin ve seksiyonlarının oluşması, örgütlenme modelinin
yavaş yavaş benimsendiğini göstermektedir.
Mali açıdan, yeni mezun gençlerin örgütlenme çalışmasıyla yarattıkları gelir, bu alana
yapılan yatırımların boşa gitmediğini kanıtlamıştır. Bu programın uygulanmasıyla
sendikalarda yaratılan yıllık 2,7 milyon doların üzerindeki gelir, bu alana yapılan yatırımın
iki katından fazladır. Bu ise katılımcı sendikalar için programı mali yönden cazip
kılmaktadır. Ayrıca, bu sürecin daha önce örgütsüz işkollarında yeni üye kazanılması
açısından sağladığı uzun vadeli yararlar özellikle dikkate değer.
Sonuç
Örgütlenme Merkezi’nin uyguladığı programın başarısı çeşitli açılardan değerlendirilebilir.
ACTU açısından, Örgütlenme Merkezi, sendikal hareketi geleneksel hizmet modelinden
örgütlenme modeline taşıyarak canlandıracak strateji içindeki öğelerden sadece biridir.
Daha da önemlisi, bu program, üye kaybının acil bir sorun ve bütün sendikaların ortak
sorunu olarak ele alınması gerektiğinin Avustralya sendikal hareketi tarafından kabulü
anlamına geliyor. Ne var ki, bazı sendikalar örgütlenme modelinin özelliklerini sergiler ve
yararlarını devşirirken, bazıları bu programı benimsemek zorunda kalmış, diğerleri ise
mevcut üye tabanına hizmetle sınırlı modele saplanıp kalmıştır. Öyle görünüyor ki bazı
sendikalar değişime direnmeyi sürdürecekler. Bu sendikalar her ne pahasına olursa olsun
eski düzeni korumak istiyorlar.
Genelde, yeni örgütlenme anlayışının toplam üye kaybını gidermeye henüz yetmediği
görmezden gelinemez. Bir yazarın deyişiyle: “Bu uzun vadeli bir stratejidir. Örgütsel
kültürün değişmesi uzun sürer.” Kültürel üstünlük savaşının kazanılmış olduğunu
gösteren bazı ipuçları artık var. Ne var ki, işyerindeki yetersiz sendikal faaliyet ile düşük
üye sayısı ve örgütlenme arasındaki bağlantı da ortaya çıkmış bulunuyor. Üye kaybının
1990’larda yılda yüzde birin üzerinde seyretmesi ve sendikaların şimdilerde işgücünün
yaklaşık dörtte birini temsil etmesi şu gerçeği ortaya koyuyor: Eğer sendikalar gerekeni
yapmazsa, üye kaybı sürecek.
Ne var ki, örgütlenme de tıpkı Anka Kuşu gibi, geçmişe saplanıp kalmış değil; yeniden
doğmak için ateşten geçmek istediğini gösteriyor. Önümüzdeki birkaç yıl, küllerin
soğuyup soğumadığını ya da ateşin harlayıp harlamayacağını bizlere gösterecek.
Geleceğe Yönelik Stratejiler adlı rapor Avustralya Sendikalar Konseyi (ACTU)
tarafından hazırlanarak 2003 yılında yayımlandı. Biz dosyamıza, üç bölümden
oluşan belgenin özellikle örgütlenmeyle ilgili üçüncü, yani son bölümünü
alıyoruz. ACTU’nun 1999’da hazırladığı bir önceki önemli strateji belgesi ise
dünya sendikal hareketiyle ilgili dosya dizimizin Sendikal Örgütlenme adlı
üçüncü kitabında yer alıyor.
Geleceğe Yönelik Stratejiler
Giriş
Sendikalar milyonlarca Avustralyalı’nın hayat standartlarının iyileştirilmesinde önemli bir
rol oynuyor. Son yıllarda bu rolün önemi daha da arttı.
İşçiler çetin engellerle karşı karşıya. İşyerindeki değişim işten çıkarmalara, ücretlerin
düşmesine, geçici ve part-time çalışmaya ve eşitsizliğin artmasına yol açıyor.
Maliyetleri kısma arayışı içindeki işverenler ücret ve çalışma koşullarını sürekli baskı
altında tutuyor. Bu değişim süreci sendikalarda üye kaybına yol açıyor.
1999 yılında ulusal sendikal merkez Avustralya Sendikalar Konseyi (ACTU) bu sorunların
üstesinden gelebilmek amacıyla bir strateji belgesi yayımladı (bu belge için bkz. Petrolİş’in Dünya Sendikal Hareketi Dosyası dizisinin Sendikal Örgütlenme adlı 3. kitabı).
Mantık açıktı: Sendikalar, daha adil bir topluma ulaşmak için, yeniden üye ve güç
kazanmak zorundaydılar.
1999’dan bu yana birçok sendikanın bu strateji belgesini başarıyla hayata geçirdiği
gözleniyor.
Ne var ki 2000 ve 2001’deki sınırlı bir artışa rağmen, 2002’de sendikalar yeniden üye
kaybetti. Çünkü işgücünün arttığı alanlarda üye artışı olmuyor. ACTU, sendikal hareketin
karşı karşıya bulunduğu sorunların üstesinden gelmesine yardımcı olmak için, bu yıl iki
rapor hazırlıyor. Amaç tartışma başlatmak, değişimi hızlandırmak ve yeni politikalar
oluşturmak.
Geleceğe Yönelik Stratejiler adını taşıyan birinci rapor, dört yıl önce 1999’da yayımlanan,
dönüm noktası niteliğindeki rapora dayanıyor. Sendikaların üye kazanması, güçlenmesi
ve etkinleşmesi için bazı stratejik doğrultuları öne çıkarıyor.
Parçalanmış Gelecekler – Çalışma Yaşamında Yeni Sorunlar adını taşıyan diğer rapor
değişimin işçiler ve işgücü üzerindeki etkilerini inceliyor.
Yapılacak çok şey var. İçinde yaşadığımız kritik dönem bütün sendikaların daha adil bir
toplum yaratma çabalarını artırmasını gerektiriyor.
Greg Combet, ACTU Sekreteri
Sharan Burrow, ACTU Başkanı
Mayıs 2003
Önümüzdeki Görev
Yirmi birinci yüzyılın başlarında, sendikaların önündeki daha adil bir toplum kurma görevi
son derece önemli.
Sendikalar bu görevi yerine getirebilmek için ne ölçüde hazır? Bu rapor bu soru üzerine
tartışma açmayı amaçlıyor.
Son yıllarda sendikalar ve üyeleri çetin koşullarla karşı karşıya. Sendika karşıtı bir
hükümet, adil olmayan iş yasaları ve saldırgan işveren çevreleri ekonomik değişimin
acımasız baskısını pekiştiriyor.
Bu koşullarda birçok sendikanın kan kaybı hâlâ sürüyor ve yeni işgücünün ortaya çıktığı
alanlarda örgütlenme yeterli olmadığı için üye artışı kolay kolay sağlanamıyor.
Bu nedenledir ki ACTU’nun 1999 tarihli strateji belgesinde vurgulanan örgütlenme ihtiyacı
yaşamsal önemini koruyor.
Son dönemde yöneticilerle ve örgütçülerle ülke ölçeğinde çeşitli toplantılarda yapılan
görüşmeler, sendikaların bu strateji belgesinin uygulanmasında hayli ilerleme kaydettiğini
ortaya koyuyor.
Genelde sendikal kadrolar bu stratejinin değişime katkısı olduğu, ama bu doğrultuda
daha fazla çalışmak gerektiği kanısındalar.
Sözgelimi, sadece örgütlenme eğitimine para ayrıldığı için, kadroların eğitimi konusunda
etkin sonuçlar alınacağı düşünülemez.
Geleceğe Yönelik Stratejiler adlı bu belge, 1999 tarihli bir önceki strateji belgesinde ele
alınan sorunlardan bazılarını yeniden ele alıyor ve daha geniş kapsamlı bazı sorunları
tartışıyor. Bu rapor bir önceki belgenin yerine geçmesi için değil, onu tamamlamak ve
geliştirmek için hazırlandı.
Rapor üç bölümden oluşuyor:
1. Sendikalar ve toplum
2. Sendikalar ve işyeri
3. Sendikaların yeni üyelere ulaşması
Sendikaların Yeni Üyelere Ulaşması
GİRİŞ
ACTU’nun 1999’daki strateji belgesinin yayımlanmasından bu yana birçok sendika, üye
kaybının önüne geçilmesine olanak sağlayacak dönüşümleri hayata geçirdi.
Kaydedilen ilerlemenin büyük bölümü, sendikaların mevcut üyelerinin ve faaliyetlerinin
bulunduğu alanlarda yapılan örgütlenmeyle gerçekleşti. İstihdamın büyümekte olduğu
sektörlerdeki işçilerin örgütlenmesinde sınırlı bir ilerleme kaydedildi.
Sendika üye sayılarının artış gösterdiği yıllarda bile, bu artış, yeni istihdamın yaratılması
sürecine –özellikle hizmet sektöründe- ayak uyduramadı.
Son on yılda yaratılan istihdamın önemli bir bölümü düşük ücretli, geçici işlerdi. Bu
istihdam alanları genellikle sendikaların sınırlı olarak var olduğu ya da hiç bulunmadığı
işyerlerinde ve işkollarındaydı.
İşyerinde sendika bulunmaması ise işçilerin daha kısıtlı söz sahibi olması, düşük ücret
alması ve daha kötü koşullarda çalışması anlamına geliyor.
Avustralya’da sendikalı işçilerle sendikasızların ortalama haftalık ücretleri arasındaki fark
111 dolardır ya da oran olarak yüzde 16’dır. Bu fark kadınlarda daha da büyüktür: 121
dolar ya da yüzde 22,8.
Düşük ücretli, sendikasız işyerlerinin yarattığı rekabet koşulları nedeniyle, bu durum,
sendikalı işçilerin ücretleri, çalışma koşulları, vb. üzerindeki baskıyı artırıyor. Ayrıca,
eşitsizliğin ve adaletsizliğin artmasına da katkıda bulunuyor.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği sorunları da varlığını sürdürüyor. Hâlâ her yıl işle ilgili 3.000
dolayında ölüm olayı var ve yarım milyon dolayında işçi iş kazalarında yaralanıyor ya da
hastalanıyor.
Üye kazanarak güçlenme mücadelesi sendikaların kendi çıkarıyla ilgili bir sorun değildir.
Toplumun kıyısına itilen işçiler açısından eşitsizlikle mücadele, hayat standartlarının
yükseltilmesi ve adaleti gerçekleştirme sorunudur.
Bu sorunların üstesinden gelmede ilk adım, sendika yönetimlerinin, yeni alanlarda üye
kazanma –yeni işçiler örgütlenmesi- konusunu gündemin başına yerleştirme kararlılığını
göstermesi olacaktır.
Geleceğe Yönelik Stratejiler belgesinin bu 3. bölümünde, mevcut ana alanların dışındaki
işçi kesimlerine ulaşma ve onları örgütleme sorunu üzerinde durulacaktır. Bu bölümde şu
üç konu ele alınacaktır:
•
•
•
Kaynaklar, araştırma ve planlama
Uzman örgütlenme ekipleri
Yeni taktikler
1. KAYNAKLAR, ARAŞTIRMA VE PLANLAMA
KAYNAKLAR
Yeni üyelerin örgütlenmesini finanse edecek kaynakları yaratmak önemlidir.
ABD’de Hizmet Çalışanları Sendikası’nın (SEIU) 1,5 milyon üyesi var. Bu sendika
1996’dan beri 535.000 yeni üye kazanmıştır. Şu an ABD’deki en büyük, dünyada ise en
hızlı büyüyen sendikadır. SEIU bütçesinin yüzde 50’sini örgütlenme çalışmalarına
ayırmaktadır.
Kaynak arayışında bazı Avustralya sendikaları şu seçenekleri deniyorlar:
¾
¾
¾
Bazı sendikalar mevcut kaynakları daha verimli kullanarak kaynak yaratıyorlar.
Sendikanın yedek kaynakları ve yatırım gelirleri örgütlenme çalışmalarının
finansmanında kullanılıyor.
Sınırlı birkaç örnekte, üyelerden sağlanan ek katkılar ve aidatlar, örgütlenme
projelerinin finansmanında kullanılıyor.
Bütün bunlar mevcut üyelere hizmet sunma göreviyle dengeli bir şekilde bağdaştırılıyor.
Örgütlenmeyi finanse etmek için gelirlerini artırma seçeneğini hayata geçiren sendikaların
deneyimi gösteriyor ki bu seçenek, mevcut kaynakları sendikal hizmetten örgütlenmeye
kaydırma seçeneğinden daha etkin sonuçlar vermiştir.
Eğer Avustralya sendikaları büyüyecekse, örgütlenmeye kaynak sağlamaya daha sistemli
bir yaklaşım gerekecektir. Sendikalarca tartışılması gereken seçeneklerden bazıları
şunlardır:
¾
¾
¾
¾
Harcamaların belli bir bölümünü örgütlenmeye ayırmak.
Gayrimenkul geliri gibi sürekli bir kaynak akışıyla beslenen bir örgütlenme fonu
oluşturmak.
Örgütlenmeye kaynak sağlamak üzere üyelerin katkı ve desteğine başvurmak.
Üye aidatlarını artırmak.
Bu seçenekler birlikte uygulanabilir.
Ne var ki bütün bunlar, temelde, sendikal büyüme konusunda bağlayıcı bir karar
alınmasına bağlıdır.
ARAŞTIRMA
Örgütlenme hedeflerinin stratejik bir yaklaşımla seçilmesi, örgütlenmenin başarısı
açısından önemlidir.
Avustralya’daki ve başka ülkelerdeki deneyim gösteriyor ki sendikalar dikkatle seçilmiş az
sayıda örgütlenme hedefine odaklandıklarında örgütlenmede başarılı sonuçlar
alınmaktadır.
Hedeflerin bu şekilde seçilmesi dikkatli bir araştırma ve analiz gerektirir.
Bu süreç şu noktaları içermektedir:
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
Sendikanın faaliyet alanındaki üyelerin ve üye olmayan işçilerin haritasının
çıkarılması.
Belli başlı işverenlerin ve işyerlerinin saptanması.
Sendikanın karşı karşıya bulunduğu tehditlerin saptanması.
Sendikanın etkinliği açısından stratejik önem taşıyan işyerlerinin ya da işverenlerin
saptanması.
Başarılı örgütlenme çalışmalarının taşınabileceği diğer işyerlerinin saptanması.
Sendikal örgütlenme karşısında işverenin takındığı tutumun ve bunun örgütlenme
çalışması üzerinde yaratacağı etkinin analiz edilmesi.
İşyerlerindeki örgütlenmenin altyapısının –mevcut sendikal ilişkilerin, bağlantıların ya
da potansiyel baskı noktalarının- değerlendirilmesi.
Bir işyerinde örgütlenmek için gerekli kaynakların değerlendirilmesi; sendikanın
örgütlenme konusunda elinde bulunan kaynakları dikkate alarak hedefi gerçekçi
olarak saptaması gerekiyor.
Bütün bu faktörlerin sendikalarca özenle araştırılması ve dikkate alınması ve az sayıda
uygun hedefin örgütlenme için seçilmesi gerekiyor.
Böyle yapılmazsa, sendikal örgütlenme hedeflerinin tepkici bir anlayışla ve rasgele
seçilmesi tehlikesi vardır.
Sendikal kaynakların örgüt içinde dağılımı çok zayıf olabilir, en fazla stratejik üstünlüğe
ve en büyük başarı olasılığına sahip örgütlenme hedefleri gözden kaçırılabilir.
PLANLAMA
Sendikal örgütlenme hedefleri seçildikten sonra, dikkatli bir planlama ve kaynak
değerlendirmesi yapmak gerekir.
Sendikal planlama süreçleri, örgütlenme hedefinin niteliğine bağlı olarak değişir. Bununla
birlikte, ele alınması gereken noktalar şunlardır:
¾
¾
¾
¾
¾
¾
Mevcut örgütlenme altyapısını değerlendirmek (bağlantılar, hukuksal sorunlar, işyeri
yapısı, sektördeki baskı noktaları, vb.).
İşyerindeki ana sorunları saptamak (anket, yoklama, görüş alınması, vb.).
Gerekli kampanya malzemesi ve hazırlanışı üzerinde düşünmek.
Örgütlenmeyi destekleyecek hukuki stratejiler üzerinde çalışmak.
Sendikanın işçilerle görüşeceği en uygun yerin neresi olduğunu saptamak (işyeri mi,
işyerinin dışı mı, yoksa ev mi?). Diğer işyerlerinden temsilci veya aktivist kadrolar
yardım edebilecekler mi?
Gerekli taktikler üzerinde düşünmek. Örgütlenme kampanyasının belli noktalarında
işçilerle teke tek görüşme yapılmasını öngören bir program yararlı olabilir mi? Buna
nasıl kaynak ayrılacak?
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
¾
Kampanya sırasında gerektiğinde başvurulacak sendika dışındaki kaynakları saptamak
(ev ziyaretleri, telefonla görüş alınması, hukuk ve endüstriyel ilişkiler konusunda
uzmanlık hizmetleri).
İşverenle başa çıkabilmeye yönelik stratejileri ele almak (kim,nasıl,ne zaman?).
İşverene tüketici, medya ya da şirket baskısı uygulamak mümkün mü?
Diğer sendikaların deneyim veya bilgisinden yararlanılabilir mi?
Örgütlenme projesini destekleyecek kadro veya temsilci eğitimi üzerinde durmak.
Kampanyanın ana aşamalarını saptamak ve her aşamayla ilgili hedefleri belirlemek.
İşyerinin ne zaman “örgütlenmiş” olacağını ve sendikal örgütün yerleşik yapılarıyla
nasıl bütünleşeceğini belirlemek.
Kadro, mali ve diğer kaynak ihtiyaçlarını değerlendirmek.
Örgütlenme projesinin sendikadaki diğer çalışmalar ve kaynaklar üzerindeki etkisini
değerlendirmek.
Örgütlenme projesine özgü bir bütçe hazırlamak.
Kampanyanın gelişmesinin nasıl değerlendirileceğini, yetersizlik halinde, sendikanın
kampanyaya nasıl ve ne zaman son vereceğini belirlemek.
Etkin planlama ve kaynak sağlamanın yanı sıra doğru hedeflerin seçilmesi, disiplinli,
sistemli ve başarılı örgütlenmenin temel koşullarıdır.
2. UZMAN ÖRGÜTLENME EKİPLERİ
Avustralya’da ve başka ülkelerde sendikasız işyerlerinde etkin bir biçimde örgütlenen
sendikalar, örgütlenme konusunda alan çalışması yapacak uzman ekipler kuruyorlar.
Ne yazık ki Avustralya’da pek az sendika bu yaklaşımı benimsiyor. Bu durum birçok
Avustralya sendikasının uzun vadede büyümesi önünde önemli bir engel olarak duruyor.
Sendikaların şunları yapması gerekiyor:
¾
¾
¾
¾
¾
Yeni alanlarda örgütlenme çalışması yapacak uzman ekipler kurmak.
Bu ekipleri özel olarak seçilmiş ve eğitimli kadrolarla donatmak.
Ekibi deneyimli ve yetişmiş bir Öncü Örgütçünün yönetmesini sağlamak.
Ekibin çalışmalarına gerekli kaynağı sağlamak.
Ekibin çalışmalarının münhasıran örgütsüz ya da zayıf örgütlenmiş işyerlerindeki
örgütlenmeye odaklanmasını sağlamak.
Uzman örgütlenme ekibinin görev alanına şu işler girmelidir:
¾
¾
¾
¾
¾
Yöneticilerin sendika için bir örgütlenme stratejisi hazırlamasına yardımcı olmak.
Hedeflenen örgütlenme projelerini saptamak.
Ayrıntılı bir örgütlenme planı hazırlamak.
Bir bütçe çerçevesinde çalışmak.
Hedeflenen projeye yönelik örgütlenme planını uygulamak.
Deneyim gösteriyor ki projeye odaklanmış bir yaklaşım benimsendiğinde, örgütlenme
ekipleri daha etkin çalışmaktadır.
Örgütlenmeye proje anlayışıyla yaklaşılması, sendika kaynaklarının daha stratejik ve
planlı kullanılmasını sağlayacaktır. Proje bütçesi çerçevesinde, sonuçlar daha kolay
değerlendirilebilecek ve mali hesap verme mekanizması daha iyi işleyebilecektir.
Öncü Örgütçüler
•
•
•
•
Öncü Örgütçüler, yeni işyerlerinin örgütlenmesinde önemli bir faktördür.
Örgütçülerden oluşan ekibi yönlendiren ve koordine eden Öncü Örgütçüler, ABD’de
çoğu örgütlenme kampanyasında yaygın olarak istihdam edilmektedir.
Öncü Örgütçü genellikle 5-7 kişilik bir örgütçü grubuyla çalışır. Bütün çalışmaların
genel kampanya stratejisine uygun ve eşgüdümlü (koordine) olmasını sağlar.
Örgütçüleri yönlendirir ve destekler, diğer Öncü Örgütçülerle ve üst düzey sendikal
kadrolarla bağlantı kurar.
Avustralya’da öncü örgütçü kadroların istihdamı son derece olumlu sonuçlar veriyor.
ACTU Örgütlenme Merkezi halen Öncü Örgütçü eğitimiyle ilgili çalışmalarını
sürdürüyor. ACTU, Öncü Örgütçülerin eğitim olanaklarını artırmak için, Avustralya
sendikaları ile uluslararası sendikalar arasında bir örgütçü alışverişi programı üzerinde
çalışıyor.
3. YENİ TAKTİKLER
Bir örgütlenme kampanyası sırasında gelişmeleri sistemli olarak planlamak, izlemek ve
analiz etmek üzere, ACTU Örgütlenme Merkezi, bir veri tabanı oluşturdu. Bu veri tabanına
işyerleri ve çalışanlarla ilgili bütün bilgiler çapraz bir referans sistemiyle depolanabiliyor.
Avustralya sendikaları yeni örgütlenme taktiklerini giderek daha fazla benimsiyorlar.
Bunlar, email ve telefon bağlantıları için listeler oluşturulmasından sendikal kampanya
kapasitesini artırmak için toplumsal ve politik ittifaklar oluşturulmasına kadar geniş bir
yelpazeye yayılıyor.
Sendikasız işyerlerindeki örgütlenme kampanyalarında özellikle şu iki yeni yaklaşım
başarılı sonuçlar veriyor:
¾
¾
İşçilerle işyeri dışında bağlantı kurulması
Sendikaların faaliyet alanına yeni yaklaşımlar
İŞÇİLERLE İŞYERİ DIŞINDA BAĞLANTI KURULMASI
Avustralya sendikaları genellikle işyeri içinden örgütlenmişlerdir. Ama örgütlenme hakkı
üzerindeki baskılar bu yaklaşımı zorlaştırıyor.
Örgütlenmeye geleneksel yaklaşımlar, işverenlerin husumetini ve
kullandıkları gözdağı yöntemlerini gerektiği kadar önemsememektedir.
örgütlenmede
Bütün bunlar, özellikle bir örgütlenme kampanyasının ilk aşamalarında, işyerlerinin
işçilerle görüşmeye kimi zaman pek elverişli olmayabileceğini gösteriyor.
Bu faktörler şu tür yeni örgütlenme yaklaşımlarını gerektiriyor:
¾
¾
¾
İşçilerle iş saatleri dışında ve işyerinin dışında görüşmek.
Tek tek işçilerle iş saatleri dışında evlerinde sistemli bir görüşme yürütmek üzere,
yetişmiş örgütçülerden veya temsilcilerden oluşan geniş ekipler kullanmak.
İşçilerle telefonda görüşmek veya görüşlerini yoklamak üzere sendika çağrı merkezleri
oluşturmak.
Örgütlenme kampanyalarının başarısında bu tekniklerin önemli katkısı vardır.
Sonuç olarak, Avustralya’nın deneyimli örgütçülerinden birçoğu, örgütlenilen işyerlerinde
ilk ilişkileri artık işyerinde kurmadıklarını vurgulamaktadır.
SENDİKALARIN FAALİYET ALANINA YENİ YAKLAŞIMLAR
Örgütlenmenin yetersiz olduğu işyerlerinde, bölgelerde ya da işkollarında, sendikaların
geleneksel faaliyet alanına katı yaklaşımlar, sendikal örgütlenmenin etkinliğini
engelleyebilir.
Sendikaların faaliyet alanı konusuna daha esnek ve yenilikçi bir yaklaşım geliştirmek
gerekiyor.
Bu bağlamda üç nokta üzerinde durulabilir:
¾
¾
¾
Örgütlenmenin yetersiz olduğu işkollarına ortak sendikal yaklaşım
Bölgesel örgütlenme girişimleri
Geleneksel faaliyet alanının dışında örgütlenme
ORTAK YAKLAŞIM
Deneyim göstermektedir ki yeni ya da örgütlenmenin yetersiz olduğu işkollarında
sendikalar arasında faaliyet alanı konusunda çıkabilecek rekabet ya da çekişme, bir
işkolunda sendikaların var olmasını engelleyebilmektedir.
Eğer sendikalar bu konuda ortak bir yaklaşım benimseyecek olurlarsa, işkolundaki bütün
işçilerin ve sendikaların çıkarları genelde daha iyi savunulmuş olacaktır.
Sözgelimi, gitgide yaygınlaşan çağrı merkezleri konusunda, bir dizi sendika, işçilerin
başlangıçta temas kuracağı nokta olarak tek bir ortak telefon numarasından oluşan ACTU
Çağrı Merkezi çevresinde bir araya geldi.
Çağrı Merkezi’nde
iletilmektedir.
toplanan
örgütlenmeyle
ilgili
bilgi
ve
veriler
ilgili
sendikaya
Sendikalar işkolu için tek ve standart bir davranış kuralı getirdiler.
Bu ortak sendikal yaklaşım diğer alanlarda da uygulanabilir.
BÖLGESEL ÖRGÜTLENME
Batı Avustralya’daki Pilbara bölgesinde imalat, iletişim, elektrik, inşaat, orman, maden,
enerji ve nakliyat işkollarında faaliyet gösteren beş sendika, BHP Billiton çokuluslu
şirketinin demir işletmelerinde kendilerini temsil etmek üzere bir sendika örgütçüsü
istihdam etmektedir. Projeyi ve bütçeyi ACTU koordine etmektedir.
Proje o kadar başarılı olmuştur ki bir başka çokuluslu şirket olan Rio Tinto’nun Hamersley
demir madenindeki örgütlenme çalışmalarında da uygulanmıştır.
Sendikaların işbirliğine dayalı yaklaşım üzerinde ciddi olarak kafa yorması gerekiyor.
GELENEKSEL FAALİYET ALANININ DIŞINDA ÖRGÜTLENMEK
ACTU’nun 2000 yılındaki kongresinde sendikaların benimsediği politika, ACTU’ya,
sendikaların geleneksel faaliyet alanlarının dışında örgütlenme önerilerini destekleme
yetkisi veriyordu. Bunun gerçekleşmesinin koşulu, bir dizi kritere uygunluktu.
Bu politika, özellikle örgütlenmeye yetecek kaynakları bulunan ama büyüme kapasitesi
sınırlı sendikalar tarafından dikkate alınmalıdır.
YENİ ÖRGÜTLENME YAKLAŞIMLARIYLA İLGİLİ BİR ÖRNEK OLAY:
HAMERSLEY DEMİR MADENİ
Giriş
1990’ların başlarında, Batı Avustralya’nın Pilbara bölgesindeki demir madenlerinde,
maden şirketleri büyük bir sendikasızlaştırma kampanyası yürütüyorlardı. Şimdilerde Rio
Tinto adlı çokuluslu şirketin elinde bulunan iki maden şirketinin (Hamersley Iron ile Robe
River şirketlerinin) o zamanki sahipleri, bireysel sözleşmeleri kullanarak işçilerin
örgütlenmesini ve toplu sözleşme yapmasını önlüyordu. Yaklaşık on yıl boyunca bu iki
işletmeye sendika giremedi. 1999 yılında BHP adlı şirket Pilbara’daki madenlerinde aynı
bireysel sözleşme stratejisini uygulamaya kalkınca, işçiler ve sendikalar bu sefer farklı bir
tepki gösterdi. Sendikalar gündemlerinin başına birlik sorununu aldılar. ACTU’nun ve Batı
Avustralya sendikalarının desteğiyle, kapsamlı bir örgütlenme stratejisi geliştirildi. O
bölgedeki beş sendika, bütün sendikalar adına çalışma yapmak üzere bir sendika
örgütçüsü istihdam etmeye başladı. Uygulanan sendikal strateji başarılı sonuç verdi.
BHP’deki bireysel sözleşme uygulaması durdu.
Örgütlenme Olanağı
2002 başlarında, çokuluslu Rio Tinto, Pilbara madenlerindeki işçilerle sendikayı devre dışı
bırakarak sözleşmeler yapmaya çalıştı. Bölgedeki şirketlerde sendikal altyapı sınırlı
olmasına rağmen, sendikalar, iki haftadan daha kısa bir süre içinde yürüttükleri
kampanyayla, Rio Tinto işçilerini, yapılacak oylamada şirket önerisine karşı çıkmaları
halinde sahip olacakları seçenekler konusunda bilgilendirdiler. Birlik yine sendikal
gündemin birinci maddesiydi. Bütün örgütlenme çalışması Batı Avustralya Sendikalar
Birliği’nin çatısı altında yürütüldü. Basılı malzemeler dağıtıldı, yerel gazetelere ilanlar
verildi. Parklarda, kahvelerde ve kapalı mekânlarda toplantılar yapıldı. Oylama günü
geldiğinde, Rio Tinto’nun iki ayrı işyerinde çalışan işçilerin çoğunluğu şirketin önerisini
reddetti.
Hedefle İlgili Araştırma
Hayır oyu işçilerin sendikal seçeneklerini artırdı. Kampanya, Rio Tinto’daki işçilerle ilişki
ağları oluşturmak üzere sendikaların birlikte etkin bir çalışma yapabileceklerini gösterdi.
Ama sendikalar Rio Tinto’da yeniden örgütlenmenin zorluğunu gerçekçi bir şekilde
değerlendirdiler. İlk adım, gerçek bir örgütlenme olanağının var olup olmadığını
değerlendirmek oldu. ACTU, durumu araştırıp analiz etmek üzere bölgeye bir Öncü
Örgütçü gönderdi.
İşçilerin Sorunlarını Anlamak
Yapılan analizler, Hamersley’deki işyerinde örgütlenme olanağının bulunduğunu ortaya
koydu. Madencilik işkolundaki sendikalar, işçilerin ana sorunlarının saptanması amacıyla
ortak bir proje başlattılar. Ana sorunlar konusunda bir araştırmacının yönetiminde
Hamersley işyerindeki işçilerden toplanan bilgi ve veriler örgütlenme stratejisinin
geliştirilmesinde son derece yararlı oldu.
Sendikaların Geleneksel Faaliyet Alanı Üzerinde Yeniden Kafa Yormak
Yapılan araştırma çalışması, sendikalarca benimsenen ortak yaklaşımın örgütlenme
açısından önemli bir faktör olduğunu ortaya koydu. Haziran 2002’de, sendikalar,
Hamersley’de örgütlenmeyi yürütecek bir ACTU örgütçüsünün yapacağı çalışmaların
birlikte finanse edilmesinde anlaştılar. Örgütlenme çalışması (işyerinin haritasının
çıkarılması ve işyerinde bir ilişki ağı kurulması) başlangıçta işyerinin dışından yürütüldü.
İşçileri sendikaya üye kaydetmek amaçlanmıyordu, işçilerden Hamersley işyerindeki
sendikal örgütlenmenin gelişmesi için kurulan fona katkıda bulunmaları istendi.
Yeni Taktikler
Kasım ayına gelindiğinde, görevlendirilen örgütçü geniş bir ilişki ağı kurmuştu ve bir işyeri
örgütlenme komitesi faaliyete geçmişti. Sıra işçileri evlerinde ziyaret etmeye gelmişti.
ACTU Örgütlenme Merkezi’nin yardımıyla, 6 sendikadan ve 5 eyaletten 22 sendika
örgütçüsü Pilbara’da bir araya geldi. Öncü Örgütçüler belirlendi, ekipler oluşturuldu ve
hedefler saptandı. 2 gün boyunca yaklaşık 230 ev ziyaret edildi. Ziyaretler çok başarılı
sonuçlar verdi. Yeni bağlantılar kuruldu, yeni sorunlar saptandı ve işçilerin yarısından
çoğu örgütlenme fonuna düzenli katkıda bulunmayı kabul etti.
Daha alınacak çok yol olmakla birlikte, Hamersley örgütlenme kampanyası gitgide güç
kazandı. Sendikal örgütlenmeye verilen destek ve örgütlenme çalışmasına katılım
artmaya devam ediyor. Sendikalar, Hamersley’deki işçilerin ücret ve çalışma koşullarını
iyileştirmeye yönelik olarak geliştirilen ortak ve koordine bir stratejiyi uygulamaya
başladılar.
Özet
1. KAYNAKLAR, ARAŞTIRMA VE PLANLAMA
Örgütlenme konusunda sendikanın yönetimi düzeyinde bağlayıcı bir karar alın.
Sendikanın bağlayıcı kararını örgütlenmeye ayrılacak kaynaklarla destekleyin. Bu konuda
şu tür seçenekler dikkate alınabilir:
¾
¾
¾
Sendikanın mevcut harcamalarının daha büyük bir bölümünü örgütlenmeye ayırmak.
Bu amaçla bir örgütlenme fonu oluşturmak.
Üye aidatlarını artırmak ya da üyelerin örgütlenmenin finansmanına katkılarını
sağlamak.
Sendikanın faaliyet alanındaki işkolları ve işyerleriyle ilgili araştırma ve analizler yapın ve
örgütlenme konusunda hedeflenen sendikasız işyerleri arasından, üstesinden
gelinebilecek sayıda işyerini seçin.
Yeni örgütlenme projeleri için dikkatli bir planlama, kaynak sağlama ve bütçe oluşturma
çalışması yapın.
Gerektiğinde örgüt dışındaki kaynaklardan ve uzmanlık çalışmalarından yararlanın.
2. UZMAN ÖRGÜTLENME EKİPLERİ
Yeni alanlarda örgütlenmek için, deneyimli bir öncü örgütçünün yönetiminde bir
örgütlenme ekibi oluşturun.
Bu ekibin yeterli kaynaklara ve becerilere sahip olmasını sağlayın.
Örgütlenme girişimlerinin açık hedefleri bulunan bir proje yaklaşımı içinde olmasını
sağlayın.
Örgütlenme girişimleri için somut planlar ve bütçeler oluşturun.
Sonuçları gerçekçi planlara göre ölçün ve değerlendirin.
Öncü örgütçülerin yetişmesini hızlandırmak için, dış ülkelere yönelik örgütçü değişim
programına katılmalarını sağlayın.
3. YENİ TAKTİKLER
Örgütlenmede hedef olarak seçilen işyerlerindeki işçilerin tutumlarını sistemli olarak
inceleyin.
Çalışma saatleri dışındaki örgütlenme yöntemlerini (telefonla arama ve ev ziyaretleri gibi)
göz ardı etmeyin.
Sendikaların faaliyet alanlarına geleneksel yaklaşımlar üzerinde yeniden kafa yorun ve şu
yöntemleri uygulamanın koşullarını yaratın:
¾
¾
¾
Yeni alanlarda ve işkollarında örgütlenmeye ortak sendikal yaklaşım.
Bölgelerde örgütlenmeye ortak, işbirliğine dayalı ya da bireysel sendikal yaklaşımlar.
Sendika mevcut faaliyet alanı çerçevesinde hareketsiz kalıyorsa, sendikanın
geleneksel faaliyet alanı dışında kalan örgütlenme çalışmalarına ACTU’nun desteğinin
sağlanması.

Benzer belgeler

Sendikal Hareket ve Yeniden Yapılanma

Sendikal Hareket ve Yeniden Yapılanma örgütçüler, eğer bu ikisi bir arada ise, demokrasi kaygısı duyan ve sendikaların bunun önemli bir parçası olduğunu kavrayan herkes için elinizde güçlü bir kaynak var demektir. Yeni Bir Örgütlenme K...

Detaylı