29 Ekim - Türk Parlamenterler Birliği

Transkript

29 Ekim - Türk Parlamenterler Birliği
Parlamento
Hakimiyet Milletindir
Ekim 2013 Sayı: 7
Ayl ı k sürel i yay ı n
Cumhuriyetimiz 90 yaşında
Yerel seçimlere
iddialı hazırlık
Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanı Mehdi Eker:
Tarım ve hayvancılığımız
hak ettiği değere kavuştu
RAYLAR
ÜZERİNDE
157 YIL
Ekim 2013 Sayı: 7
Fiyatı: 20 TL / Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL
Yerel süreli yayın
ISSN 2147-6616
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına
TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Eren Safi
Yayın Koordinatörü
Erbay Kücet
Editör
Songül Baş
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKAN
Nevzat PAKDİL
Kahramanmaraş Milletvekili
Yazı İşleri
Bilge Yavuz
Cahit Yıldız
Deniz Varol
Elif Çelik
Gökçe Doru
Nehir Öztürk
Pınar Ünsal
Zeynep Yiğit
Yahya AKMAN
Şanlıurfa Milletvekili
Katkıda Bulunanlar
Dr. Ahmet Tetik
Hakan Arslanbenzer
Dr. Polat Safi
Yusuf Karaca
Kadir Ramazan COŞKUN
Genel Sekreter
19. Dönem İstanbul Milletvekili
YAYIN KURULU
Cahit BAĞCI
Çorum Milletvekili
Tasarım
Evrim Uluçay
Sinan Günçiner
İlknur İNCEÖZ
Aksaray Milletvekili
Koordinasyon
İsmail Demir
Alpaslan KAVAKLIOĞLU
YAPIM
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti.
Uğur Mumcu Cd. 13/5 Çankaya / ANKARA
T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82
www.buyukharf.com.tr
BASKI
Başak Matbaacılık ve Tanıtım Hiz. Ltd. Şti.
T: 0312 397 16 17
Niğde Milletvekili
Nuri USLU
Genel Sekreter Yardımcısı
23. Dönem Uşak Milletvekili
Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu
yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz
iktibas yapılamaz.
E k im 2 013
İçindekiler
KAPAK
22
Kara trenden hızlı trene:
Raylar üzerinde 157 yıl
29 TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman:
Trenlerimizin hızına hız katıyoruz
DOSYA
46
Yılmaz
Karakoyunlu:
Siyaset dili
terbiye
demektir
64
Şarkı söyleyen
kasır:
Aynalıkavak
72
Ali Rıza
Alaboyun
NATOPA’yı
anlattı
34 Yerel seçimlere iddialı
hazırlanıyorlar
4
Başkanın Mesajı
DÜNYAPARLAMENTOLARI
6Birlik’ten
10Haberler
18Dünyadan
20 Erdoğan Bayraktar:
Çevreye yatırım, insana
ve geleceğe yatırımdır
44 Suat Kılıç:
“Güçlü Yarınlar” için
büyük yatırımlar
78 Tarih Sahnesi
39 Macaristan Parlamentosu:
Göğe uzanan demokrasi
84 Yüzlerce yıllık keyif
86Kitap
87Film
50
56
60
88Müzik
89Televizyon
90 Vekiller ne okuyor / ne izliyor
92 Sosyal medya günlükleri
93 Zelkif Kazdal ile sosyal
medya söyleşisi
94Unutmayacağız
69
Han Duvarları’ndan
Meclis sıralarına bir
şairin hikayesi
Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanı
Mehdi Eker
ile söyleşi
Büyük zaferin dosta
düşmana ilanı:
29 Ekim 1923
74
Ateş kahramanları:
Yangın söndürme ekibi
Uluç Gürkan ile
siyaset üzerine
80
Müşfik Kenter’i
dinliyorum gözlerim kapalı...
6
Başkanın Mesajı
Yeni yasama yılı
B
Nevzat Pakdil
Türk Parlamenterler Birliği
Genel Başkanı,
Kahramanmaraş Milletvekili
Demokratik bir cumhuriyetin
erdemi, halkı bütün renkleri,
sesleri ve iradesiyle siyasi
iktidarın odağı haline
getirmektir.
Ekim 2013
aşbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı demokratikleşme
paketinden hemen sonra yeni yasama yılının başlaması çok anlamlı
oldu. Çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi var olan sorunların çözüm merkezidir. Cumhuriyet bu Meclis çatısı altında kuruldu, Kurtuluş Savaşı buradan
yönetildi ve kazanıldı. Cumhuriyetin ilanı ve onu takip eden reformlar,
kalkınma hamleleri bu Meclis eliyle gerçekleştirildi. Bir bağımsızlık savaşı
kazanan, şimdiye kadar ortaya çıkan sorunları çözen bu Meclis, mevcut
tüm sorunları çözmeye de muktedirdir.
Özellikle askerî darbeler sonrasında kabul edilen anayasa ve kanunların ortaya çıkardığı insan hakları sorunlarının, millet iradesi ile seçilen milletvekillerinden oluşan Meclis tarafından çözülmesi önemli bir misyondur.
Her türlü sorunun çözümüne katkı sunmak, bu misyona layık olabilenler
için de en büyük şereftir.
Demokratik bir cumhuriyetin erdemi, halkı bütün renkleri, sesleri
ve iradesiyle siyasi iktidarın odağı haline getirmektir. Toplumu tek tipleştirme, prototip kalıplara sığdırma düşüncesi 20. yüzyılda kalmıştır.
Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde bu yıllardan kalan engeller bir
bir aşılacaktır.
İnsanların fikir ve dinî inançlarına müdahale etmek, etnik kimlikler
üzerinde baskılar yapmak bu engellerden bazılarıdır. Son yıllarda yapılan
demokratikleşme hamleleri ile bu sorunların birçoğu çözülmüştür. Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı yeni demokratikleşme pake-
Başkanın Mesajı
ti, şimdiye kadar demokratikleşmeye yönelik
düzenlemelere ciddi katkılar sağlayacaktır.
Şimdi yeni yasama yılı başladı. Demokratikleşmeye yönelik olarak Parlamento’nun
çıkaracağı kanunlar, halkın siyasi iradesini
yansıtacaktır. Bu açıdan değerlendirdiğimizde
tüm siyasi partilerin çözüm süreçlerine, atılan
adımlara destek sunması bu millete olan saygının bir göstergesidir.
Sorunlara değişik çözüm önerileri sunmak,
farklı bakmak normal bir durumdur. Farklı
bakış açılarını “kutuplaşma” olarak görmek,
olgunlaşmamış bir demokratik anlayışın tezahürüdür.
Gerek demokratikleşmeye yönelik yapılacak
kanuni düzenlemelerde, gerekse yeni anayasanın kabul edilmesine yönelik çalışmalarda
demokratik olgunluk son derece önemlidir.
Demokrasinin olgunluğu, ülkenin temel siyasi
meselelerinde en yüksek düzeyde katılımın teşviki ve güçlendirilmesi ile yakından alakalıdır.
Saygılarımla.
Ekim 2013
7
8
Birlik’ten
Türk Parlamenterler Birliği Adıyaman’daki çadırkentte incelemelerde bulundu
“Yüzyılın trajedisi Suriye’de yaşanıyor”
TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi
Nevzat Pakdil, Suriye’de yüzyılın trajedisinin yaşandığını belirterek, “Suriye’de yüzbinlerce insan öldü,
milyonlarca insan başka ülkelere sığındı, her beş kişiden biri evini barkını terk etti. Bu trajediyi küresel
güçler bir tiyatro sahnesinde yaşanıyormuş gibi seyrediyor. Batılıların evrensel ve vazgeçilemez insan
hakları ilkeleri bir söylevden ibaretmiş. Suriye’de
insanlıkla birlikte bu ilkeler de ölmüştür” dedi.
Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat
Pakdil, TBMM İdare Amiri ve Malatya Milletvekili Ömer Faruk Öz, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı
ve Malatya Milletvekili Mahmut Mücahit Fındıklı,
Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Kaçar, Adıyaman
milletvekilleri Mehmet Erdoğan, Salih Fırat, Adıya-
Ekim 2013
man Belediye Başkanı Necip Büyükaslan ve AK Parti Adıyaman İl Başkanı İbrahim Halil Fırat, Adıyaman’daki çadırkentte incelemelerde bulundu. Yetkililerden
bilgi alan heyet daha sonra Suriyeli sığınmacılarla görüştü. Suriye’deki iç savaşta
babasını kaybeden Abdullah Nasri isimli çocuğun Türkçe okuduğu türkü heyeti
duygulandırdı.
“İnsanlık bitmiştir”
Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, Suriye’de her ay 5 bin
insanın öldüğünü, 2 milyon insanın iç savaşta ülkeyi terk etmek zorunda kaldığını
ifade ederek, “Türkiye’de çadırkentlerde kalan sığınmacı sayısı 200 binin üzerine
çıkmıştır. Türkiye olarak biz bu kardeşlerimizin her türlü ihtiyacını karşılıyoruz.
Eğitimleriyle ilgileniyoruz, meslek sahibi olmaları için kurslar düzenliyoruz.
Fakat hiçbir şey bu kardeşlerimizin kendi evlerine dönmelerinden daha önemli
olamaz” diye konuştu. Türkiye’nin tarih boyunca zulümlerden kaçan insanlara
kapılarını açtığını hatırlatan Pakdil, “Biz merhamet peygamberinin ümmetiyiz.
Darda kalan kim varsa onların durumlarıyla ilgileniriz. İnsan hakları budur.
Darda kalanın sıkıntısıyla ilgilenmek bir insan hakkıdır. Bizim inancımızın bir
gereğidir” dedi.
Birlik’ten
“Demokrasimize
sahip çıkıyoruz”
Pakdil:
Her yeni girişimci, ülkemizin
kalkınması için bir tuğla
koymaktadır
TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı
TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, Türkiye’nin yıllarca
“darbe rejimi”nin gölgesi altında kaldığını, bunun sonucunda 28 Şubat gibi süreçlerin yaşandığını belirterek, “Bu tepeden inmeci, yaptırımcı, dayatmacı rejim anlayışlarından kurtulmamız gerekmektedir. Türk demokrasisi gelişmiş demokrasilerde
olduğu gibi halkın iradesine bağlı olarak sürdürülmelidir. Millet sandığa giderek
oyunu vermelidir ve çıkan sonuca herkes saygı göstermelidir. İktidar da süresi dolduğunda tekrar seçime gitmeli ve halkın tercihleri yenilenmelidir. Bunun haricinde
bir beklenti içerisinde olmak halkımıza ihanettir” dedi.
Pakdil, 12 Eylül askerî darbesinin 33. yıldönümü dolayısıyla yaptığı açıklamada
şunları ifade etti: “Cumhuriyetimiz bazı temel prensipler üzerine kurulmuştur.
Bunlardan en önemlisi ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ prensibidir. Milletin
tercihine, oy vererek seçtiği yöneticilere karşı çıkmak, beğenmemek, elit sınıf anlayışından kurtulamamak demektir. Ülkemizde askerî darbeleri yapanlar, ‘Demokrasinin tıkanıklıklarını aşmak için yaptık. Ülkeyi iç karışıklıklardan kurtardık’
demişlerdir. Oysa ülkemizde darbelere giden yola baktığımızda durumun hiç de
öyle olmadığı görülmektedir. Darbeler sonrasında yıllarca süren ekonomik ve sosyal
darboğazlar, açmazlar oluşmuştur. Darbeler halka ve halkın iradesine karşı yapılan
eylemlerdir. Darbeleri kabul etmek, mazur görmek, hiçbir demokratik anlayışa,
hiçbir insan hakları saikine uymaz.”
“Yamalı bohça haline geldi”
Farklı yıllarda yapılan anayasa değişiklikleri ile 1982 Anayasası’nın yamalı bohça
haline geldiğine işaret eden Nevzat Pakdil, “12 Eylül 2010 tarihinde yapılan anayasa
değişikliği ile 1982 Anayasası’nın bu ülke insanının üzerine koyduğu ipotek kısmen
de olsa kalkmıştır. Vatandaşlarımız bu referandumda ‘Demokrasimize sahip çıkıyoruz’ demiştir. Bizim isteğimiz özgürlükçü, ülkenin gelişmesinin önündeki engelleri
kaldıracak, üzerinde herkesin mutabakat sağladığı, insan haklarının ön plana çıkarıldığı bir anayasanın bir an önce kabul edilmesidir” dedi.
Nevzat Pakdil ile Kahramanmaraş milletvekilleri Sıtkı Güvenç ve Mesut Dedeoğlu, KOSGEB
Uygulamalı Girişimcilik Eğitimi Sertif ika
Töreni ve Yeni Girişimci Desteği Bilgilendirme
Etkinliği’ne katıldı. Toplantıda konuşma yapan
Nevzat Pakdil, ülke kalkınması için devlet olarak girişimcilere ciddi destekler verdiklerini,
yatırım yapmak isteyenlerin önündeki engelleri
kaldırdıklarını söyledi. Türk insanının müteşebbis bir ruha sahip olduğunu, kısıtlı sermaye
ile ciddi işler yaptığını ifade eden Pakdil, “Her
yeni girişimci, bu ülkenin kalkınması için bir
tuğla koymaktadır. Girişimcilik, günümüzün
en popüler konularından biri olarak çok çeşitli
kesimlerden ilgi görmektedir. Kişilerin kariyer
planlamalarını yaparken girişimciliği bir seçenek olarak gündemlerine alabilmeleri artık büyük ölçüde kolaylaşmış ve girişimciliğe olan bu
yönelişin hızını artırıcı özelliklere sahip yepyeni
bir ekonomik yapı ortaya çıkmıştır. Burada bize
düşen yatırım yapan girişimcilerimize pazar konusunda yardımcı olmaktır. KOSGEB bu konuda
ciddi çalışmalar yürütmektedir” dedi.
KOSGEB İl Müdürü Dr. Sadık Gözek ise
“Uygulamalı Girişimcilik Eğitimi, girişimcilik
kültürünü yaygınlaştırmak ve girişimcileri iş
planı kavramı ile tanıştırarak başarılı işletmelerin kurulmasını sağlamak amacıyla veriliyor.
Eğitim sonunda girişimci adaylarının kendi iş
fikirlerine yönelik iş planlarını hazırlayabilecek
bilgi ve deneyimi kazanmaları hedefleniyor” diye
konuştu.
Ekim 2013
9
10
Haberler
Türk Parlamenterler Birliği:
Eğitime yapılan yatırım, geleceğimize ışık tutmaktır
TÜRK Parlamenterler Birliği 2013-2014 eğitim-öğretim döneminin hayırlı
olmasını diledi. Birlik’ten yapılan açıklamada yaklaşık 17 milyon öğrenci
ve 800 bin öğretmenin ders başı yaptığı belirtilerek, “17 milyon çocuğumuzu geleceğe hazırlamak zorundayız. Bunun yolu da kaliteli eğitimden
geçmektedir” denildi. Bir ülkenin kalkınmasında en önemli unsurun
geleceğin teminatı çocukların en iyi şekilde eğitilmesi olduğu vurgulanan
açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Bugün ilkokul, ortaokul ve liselerimizde verilen eğitim, çocuklarımızın bundan sonraki hayatlarını yakından
ilgilendirmektedir. Eğitimden mahrum bir tek çocuğumuzun kalmaması
için mücadelemizi sürdürmemiz gerekiyor. Öğrencilerin başarısında okul,
aile ve çevre faktörleri çok önemli bir yer tutuyor. Lider ülke olabilmek
için eğitimli ve kültürlü bir gençliğe ihtiyaç bulunuyor. Öğretmenlerimizin gayretleri, çocuklarımızın mücadelesi kendinden emin bir gençliğin
yetişmesinde etkili olacaktır. Çocuklarıyla ilgilenen, sorunlarını çözmeye
çalışan, okulla işbirliğini geliştiren ailelerin çocuklarının başarı oranı çok
yüksektir. Okul-aile işbirliği son derece önemlidir. Bu açıdan okul-aile birliklerinin yaptığı çalışmaları çok önemsiyor ve destekliyoruz.”
“Esnafımızın değişim ve
dönüşümüne destek veriyoruz”
ESNAF ve sanatkarların toplumun temel omurgasını oluşturduğunu belir-
ten Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, “Ülkemizde
esnaf ve sanatkarlar ekonomik kriz, küreselleşmeden kaynaklanan yüksek
rekabet, yetersiz sermaye, gelenekçi ticari modeller, proje üretememe,
tüketici tercihlerine cevap verememe, işbirliği ve kümelenme kültürünün
eksikliği gibi bir sorun yelpazesi ile karşı karşıyadır. Bu sorunların çözümü
için mücadele etmeye devam edeceğiz” dedi.
Pakdil “Ahilik Haftası” dolayısıyla yaptığı açıklamada, “Ahilik yüzyıllar
önce ortaya koyduğu ilkeler ile günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
İnsanı temel alarak kurulan Ahilik, bu özelliği ile asırlara, yeniliklere,
değişimlere meydan okumuştur” değerlendirmesinde bulundu. Günümüzde tüketicilerin haklarının kanunlarla belirlendiğine işaret eden Pakdil,
“Oysa Ahilik’te oluşan gelenek ve doğal hukuk müşterinin tüm haklarını
korumaya yöneliktir. Müşteriye, vatandaşa karşı yapılan her yanlış sonrasında o esnafın bulunduğu çarşıda barınma imkanı kalmıyordu. Çıranın
yakılması, pabucun dama atılması sözlerinin altında da yanlış yapan kişinin esnaflığının bitirilmesi yatıyor. Dürüstlük ve doğruluk Ahilerin genel
anlamda topluma mal ettikleri bir temel değerler ilkesidir” dedi.
Ekim 2013
Haberler
Milletvekillerinden
cevizli sucuk üretimi
CEVIZLI sucuk enerji, mineral ve vitamin
yönünden zengin olan geleneksel bir gıdamız.
Anadolu’nun değişik illerinde yapılan cevizli
sucuk, bu kez milletvekilleri tarafından üretildi.
Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve
Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil,
Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Kaçar, Adıyaman
Milletvekili Mehmet Erdoğan, Malatya milletvekilleri Ömer Faruk Öz ve Mahmut Mücahit
Fındıklı, Adıyaman’ın bir köyünde cevizli sucuk
üreten aileye misafir oldu. Milletvekilleri bu sırada cevizli sucuk üretiminin her aşamasına katkıda bulundu. Vekiller cevizli sucuk yapımında kullanılan nişastanın kıvamında
olması için kazanı iyice karıştırdıktan sonra ipe dizili cevizleri nişastalı kazana daldırıp
çıkardı. Sonuçta tadına doyulmaz bir lezzet ortaya çıktı.
Nasıl yapılıyor?
Cevizli sucuk ülkemizin çeşitli yörelerinde değişik isimlerle üretiliyor. İplere dizilen
cevizler şeker, su, sitrik asit, pekmez ve nişasta karışımının pişmesiyle oluşan kıvamlı
karışıma daldırılıp çıkarıldıktan sonra kurutuluyor. Bu lezzetli gıda cevizdeki yağ ve
şekerden dolayı iyi bir enerji kaynağı, pekmez ve ceviz nedeniyle de vitamin ve mineral
yönünden zengin. Cevizli sucuk protein de içeriyor.
Öğrencilerden Parlamenterler Birliği’ne ziyaret
TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Sekreter
Yardımcısı Nuri Uslu ve 20. Dönem Hatay
Milletvekili Mehmet Sılay, Almanya’dan gelen öğrenci heyetini kabul etti. Öğrencileri
TBMM’de görmekten duyduğu memnuniyeti dile getiren Uslu, Türkiye ile Almanya
arasındaki ilişkilerin önemine vurgu yaptı.
Genel Sekreter Yardımcısı Nuri Uslu, master
öğrencilerine Türk parlamenter sistemi hakkında bilgi verdi.
Ekim 2013
11
12
Haberler
Başbakan Erdoğan
“Demokratikleşme Paketi”ni açıkladı
“Yeni seçim sisteminin nasıl
olması gerektiği konusunda üç
alternatifi tartışmaya açıyoruz.
Bu seçenekleri önümüzdeki
günlerde tartışacak,
Türkiye için en doğrusu,
en isabetlisi hangisiyse o
yönde düzenlemeyi Meclis’e
getirecek, yolumuza o şekilde
devam edeceğiz.”
siyasi partilerden yüzde 3’ü aşan oranda
oy alanlara da Hazine’den ayrılan toplam
kaynak içinden devlet yardımı yapılacak.
TEŞKİLATLANMADA KOLAYLIK : Siyasi
partilerin teşkilatlanmalarına kolaylık getiriliyor. Siyasi Partiler Kanunu’nun 20’nci
maddesi değiştirilerek ilçede teşkilatlanma
için beldelerde teşkilat kurma zorunluluğu
kaldırılacak.
EŞ GENEL BAŞKANLIK : Siyasi partilerde
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Başbakanlık Yeni Bina’da düzenlediği basın toplantısıyla
“Demokratikleşme Paketi”ni açıkladı. Türkiye’nin artık geri döndürülemez biçimde demokrasi istikametinde ilerlediğini ifade eden Erdoğan, “Bu paket, işte bu ilerleyişin çok mühim,
tarihî bir aşamasıdır. Demokratikleşme Paketi’yle birlikte Türkiye’nin ekonomisi, demokrasisi, toplumsal yapısı ve kardeşliği inanıyorum ki çok büyük güç kazanacak” dedi. Başbakan
Erdoğan’ın açıklamalarına göre “Demokratikleşme Paketi”nin başlıkları şöyle:
YENİ SEÇİM SİSTEMİ: Yeni seçim sisteminin nasıl olması gerektiği konusunda 3 alternatif
tartışmaya açıldı: Mevcut sistemle, yani yüzde 10 barajıyla devam etme; barajı yüzde 5’e
çekip 5’li gruplandırmayla Daraltılmış Bölge Seçim Sistemi’ni uygulama; ülke barajını tamamen kaldırarak Dar Bölge Seçim Sistemi’ni getirme.
SİYASİ PARTİLERE DEVLET YARDIMI: Siyasi partilere devlet yardımının kapsamı genişletiliyor. Devlet yardımı için yüzde 7 olan mevcut oran yüzde 3’e çekiliyor. Seçime katılan
Ekim 2013
eş genel başkanlığın önü açılıyor. Tüzüklerinde yer alması ve 2 kişiden fazla olmaması kaydıyla partilere eş genel başkanı
sistemini uygulama imkanı getiriliyor.
PARTİ ÜYELİĞİ : Seçim Kanunu hükümlerine göre oy verme hakkına sahip olan
herkesin siyasi partilere üye olabilmesinin
önü açılıyor.
FARKLI DİL VE LEHÇEDE SİYASİ PROPAGANDA : Siyasi partiler ve adaylar tara-
fından yapılacak her türlü propagandada
Türkçenin yanında farklı dil ve lehçelerin
de kullanılabilmesi mümkün hale geliyor.
Haberler
Aynı şekilde, ön seçimlerde fark lı
dil ve lehçelerde propaganda imkanı
getiriliyor.
FARKLI DİL VE LEHÇELERDE EĞİTİM : Özel okullarda farklı dil ve leh-
çelerde eğitimin önü açılıyor. 2923
Sayılı Kanun’a yapılacak bir Ek ile
Özel Eğitim Kurumları Kanunu hükümlerine tabi olmak üzere farklı dil
ve lehçelerde özel öğretim kurumu
açılabilecek. Bu kurumlarda eğitim
ve öğretimin yapılacağı dil ve lehçeler
Bakanlar Kurulu’nca tespit edilecek.
Milli Eğitim Bakanlığı, bu tür kurumların açılmasına ve denetimine ilişkin
esasları çıkaracağı bir yönetmelikle
düzenleyecek.
NEFRET SUÇUNA CEZA ARTIRIMI :
Nefret saikiyle işlenmesi durumunda
belirli suçların cezası artacak. Belirli
suçlar, kişinin dili, ırkı, milliyeti,
rengi, cinsiyeti, engelliliği, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini veya mezhebi nedeniyle işlenirse ceza daha da
ağırlaşacak.
AYRIMCILIKLA MÜCADELE: Kişinin,
inançlarının gereğini yerine getirmesi
dolayısıyla belli haklarını kullanmasını, belli haklardan yararlanmasını engelleyenler ceza kapsamına
alınıyor. Bu sebeple işlenen suçun cezası da 1 yıldan 3 yıla kadar
artırılıyor. Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu kuruluyor.
İBADETE ENGELE CEZA : Dinî inancın gereğinin yerine getiril-
mesinin engellenmesi ceza kapsamına alınıyor. Cebir veya tehdit
kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla bir kimsenin
inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına
ilişkin tercihlerine müdahale edenlere ya da bunları değiştirmeye
zorlayanlara 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası getiriliyor.
BAZI HARFLERİN KULLANIMI : Türk Ceza Kanunu’nda belirli
harflerin kullanılmasından dolayı var olan cezai müeyyide kaldırılıyor.
TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞLERİ: 2911 Sayılı Toplantı ve
Gösteri Yürüyüşleri Hakkındaki Kanun’da önemli değişiklikler
yapılıyor. Toplantı yer ve güzergahının belirlenmesinde katılımcılık
sağlanıyor. Buna göre mülki amir, ilgili sivil toplum örgütlerinin
görüşlerini almak suretiyle nihai kararını verecek.
Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin süreleri de uzatılıyor. Açık yerlerde güneşin batışından bir saat önceye kadar sürebilen toplantılar,
güneş batmadan dağılacak şekilde; kapalı yerlerde saat 23:00’e kadar süren toplantılar da saat 00:00’a kadar yapılabilecek. Toplantı
ve gösteri yürüyüşlerinde Hükümet Komiseri uygulamasına son
veriliyor. Mevcut durumda Hükümet Komiseri tarafından üstlenen yükümlülükler, artık Düzenleme Kurulları tarafından yerine
getirilecek.
KÖY İSİMLERİ: Köy isimlerinin değiştirilmesinin önündeki yasal engeller kaldırılıyor. Köylerin 1980’lere
kadar kullandıkları tarihî isimlerini yeniden almaları mümkün
hale getiriliyor.
HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ : Nevşehir Üniversitesi’nin
ismi Hacı Bektaş Veli Üniversitesi olarak değiştiriliyor.
KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASI: Kişisel verilerin korunmasına
yasal güvence getiriliyor. Kişilerin özel bilgileri ilgisiz kişiler tarafından kullanılamayacak, ilgisiz kişilerle paylaşılamayacak.
YARDIM TOPLAMA : Yardım toplamada kısıtlamalar kaldırılıyor.
Vatandaşlar yardımlarını istediği yere verebilecek.
KAMUDA BAŞÖRTÜSÜ YASAĞI KALKIYOR : Kamu Kurum ve
Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetlerine Dair
Yönetmelik’te değişiklik yapılarak kadın çalışanların giyimleri üzerindeki ayrımcı ihlaller kaldırılacak. Resmî elbise giymek zorunda
olan Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları, emniyet mensupları, yargıda hakim ve savcılar bunun dışında tutuluyor.
ÖĞRENCİ ANDI KALKIYOR : İlkokullardaki öğrenci andı uygulamasına son veriliyor.
ARAZİ MANASTIR VAKFI’NA İADE : Mor Gabriel, diğer adıyla
Deyrulumur Manastırı arazisi Manastır Vakfı’na iade ediliyor.
ROMAN DİL VE KÜLTÜR ENSTİTÜSÜ: Roman Dil ve Kültür Enstitüsü kuruluyor.
Ekim 2013
13
14
Haberler
Adnan Menderes dualarla anıldı
unsurlarıyla bu milletin parçalarının örnek
bir mozaik teşkil ettiğini söyledi. Program,
İstanbul Müftüsü Doç. Dr. Rahmi Yaran’ın
ettiği dua ile sona erdi.
Cemil Çiçek: Menderes’in idam
edilmesini lanetliyorum
27 Mayıs Askerî Darbesi’nin ardından 17 Eylül 1961 tarihinde idam edilen merhum Baş-
bakan Adnan Menderes, mezarı başında resmî törenle anıldı. Bu yıl AK Parti’nin organizasyonuyla düzenlenen Topkapı’daki törene Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı temsilen
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı
Süleyman Soylu, İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Menderes’in oğlu Aydın Menderes’in
eşi Ümran Menderes ve anıtmezarda kabirleri bulunan bakanların aile yakınları katıldı. Törende, eski bakanlardan Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan için de dualar edildi.
Saygı duruşu ve Kur’an-ı Kerim okunmasıyla başlayan törende kalabalığa hitaben Bakan
Egemen Bağış bir konuşma yaptı. Menderes’in milletine inandığını ve bu uğurda kaybetmeyi
baştan göze aldığını ifade eden Bağış, idamdan 52 yıl sonra kaybedenin Menderes ve arkadaşları değil, idamı gerçekleştiren zihniyet olduğunu söyledi.
Darbelerin ardından hesap sorma algısının yerleşmemesi yüzünden hep bir sonraki darbenin gerçekleştiğini belirten Bağış, “60 darbesinden hesap sorulamadığı için Türkiye 71
Muhtırası’nı yaşadı. 71 Muhtırası sorgulanmadığı için Türkiye 80 Darbesi’ni yaşadı. 80 Darbesi yargılanmadığı için Türkiye 28 Şubat süreciyle baş başa kaldı. 28 Şubat süreci yargılanmadığı için birileri 27 Nisan’da milletin iradesini temsil eden iktidara kendi akıllarınca ayar
vermeye kalktı. Ama 28 Nisan’dan sonra her şey değişmeye başladı. Artık hiçbir darbenin,
darbeyi yapanın yanına kâr kalmayacağını bütün dünya biliyor” dedi.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu da darbe döneminde yaşananlara
ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Soylu, Menderes’in idam edildiği dönemde camilerin
kiralandığını ve ezan Arapça okunduğunda insanların yargılandığını belirterek darbe döneminde üniversiteler, basın, iş dünyası ve yargının iyi bir sınav veremediğini ifade etti.
Törene katılan Menderes’in oğlu Aydın Mende-res’in eşi Ümran Menderes ise kalabalığa
hitaben yaptığı konuşmada bu topraklarda yaşamaktan mutluluk duyduklarını ve bütün
Ekim 2013
TBM M Başka nı Cemi l Çiçek, Ad na n
Menderes’in idam edilişinin 52. yıldönümü
dolayısıyla yayımladığı mesajda, işlenen
bu cinayetle siyasi tarihimize kara bir leke
sürüldüğünü belirterek, “Vicdanımızın
kabul edemediği bu idam, ruhumuzu burkmuş, milletimizin şuuraltında derin bir
travmaya dönüşmüştür” dedi. Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan ise mesajında şu
ifadeleri kullandı: “Milletimizin gönlünde
müstesna bir yer edinmiş olan Adnan Menderes, Türkiye’nin demokratikleşmesine,
kalkınmasına ve ilerlemesine eşsiz katkılar sağlamıştır. Türkiye’nin demokrasi
tarihine damgasını vuran değerli siyasetçi
Adnan Menderes, inanıyorum ki Cumhuriyet’imize, demokrasimize, ülkemize ve
milletimize yaptığı hizmetler dolayısıyla
asla unutulmayacak, aziz milletimiz nezdinde her zaman bir halk kahramanı olarak
anılacaktır.”
Haberler
Tarımda sertifikalı
kadınlar dönemi
TBMM’ye sosyal
sorumluluk ödülü
TÜRKIYE Büyük Millet Meclisi’nin 30 Kasım
AILE ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile
Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin ortaklaşa düzenlediği Kadın Çiftçi Eğitimi
Sertifika Töreni Sakarya’da gerçekleştirildi.
Törende konuşan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, bir yandan kişi
başına düşen millî geliri artırmaya, diğer yandan kalkınmaya ve insanların yaşam
kalitesini yükseltmeye çalıştıklarını söyledi. “Benim ülkemde artık her çocuk
sigortalı doğuyor, anası-babası, sosyal güvencesi ne olursa olsun, 18 yaşına kadar
sağlık güvencelerinden ücretsiz faydalanıyor” diyen Şahin, bundan dolayı anne ve
bebek ölüm oranlarını Avrupa Birliği ortalamalarına getirdiklerini belirtti.
Meselenin para değil, onun nasıl kullanılacağı, öncelikle nereye harcanacağı
olduğunu belirten Fatma Şahin, “Bugün yoksullukla mücadele ediyorsak, kadının
statüsünü yükseltmeye çalışıyorsak bu temel felsefeye öncelik veriyoruz. Tarımda
kadın çiftçilerimizin eğitimli olmasını çok önemsiyoruz. Eğitimli bir kadın, dalga
dalga bütün toplumu aydınlatıyor. O yüzden Başbakanımızın önderliğinde bu işi
çok önemsiyoruz. Yalnızca çiftçilik alanında değil, sanayide, hizmet sektöründe,
her alanda kadınımızın ne ihtiyacı varsa onu sağlamayı, ihtiyaçlarını gidermeyi
büyük bir görev gördük” diye konuştu.
2012 tarihinde başlatılan “İsrafa Son/Fazla
Yemekler İhtiyaç Sahiplerine, Artık Yemekler
Hayvan Barınaklarına” projesi Konya Selçuk
Üniversitesi Ali Akkanat Sosyal Sorumluluk
Ödülleri’nin “Sosyal/Kurumsal” kategorisinde
birinci oldu.
TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu,
ödülü İstanbul’da gerçekleştirilen ödül töreni ile
aldı. Törene AK Parti Konya Milletvekili Mustafa
Akış, MHP Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker ile
Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, seçici kurul üyeleri Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Hakkı Gökbel, Cumhurbaşkanlığı Basın Başdanışmanı H. Ahmet Sever, Selçuk Üniversitesi Rektör Danışmanı Prof. Dr. H. Kürşat Güleç, Selçuk
Üniversitesi Rektör Danışmanı Prof. Dr. İbrahim
Ercan ve Arama Katılımlı Yönetim Danışmanlığı
Kurucu Yöneticisi Doç. Dr. Oğuz Babüroğlu ile
çok sayıda davetli katıldı.
Seçici Kurul’un, tüm dünyada küresel gıda
krizinin yaşandığı ve tartışıldığı bu dönemde
Meclis’in böyle bir hassasiyet göstermesini hem
israfı önlemek hem de toplumsal duyarlılığı
artırmak açısından son derece anlamlı bulduğu
belirtildi.
TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu,
Meclis’e sosyal sorumluluk ödülü kazandıran
proje hakkında bilgi verdi. TBMM kampüsü
içinde hizmet verilen dört ayrı mutfakta pişen
yemeklerden ortalama 300-500 porsiyon yemek
arttığını, bu yemeklerin eskiden çöpe döküldüğünü, ancak bu projeyle birlikte ihtiyaç sahiplerine
gönderildiğini ifade eden Neziroğlu, projenin
diğer bir ayağının da tabaklarda kalan artık
yemeklerin hayvan barınaklarına gönderilmesi
olduğunu söyledi.
Ekim 2013
15
16
Haberler
Meclis’te
rehberlik hizmeti
Avrupa’ya giden
“Uzun İnce Bir Yol”
AB Bakanlığı ve TRT işbirliğinde hazırlanan “Türkiye-AB İlişkilerinin 50 Yıl-
TBMM Basın Bürosu, Meclis’i gezecek yabancı
ziyaretçilere 8 dilde rehberlik hizmeti verileceğini
bildirdi.
TBMM’nin tanıtımı kapsamında başlatılan Halk
Günü uygulamasında, Meclis’i gezmek isteyen ziyaretçiler cumartesi günleri randevuya gerek olmadan 11:00-16:00 saatleri arasında TBMM Dikmen
kapısından giriş yapmak suretiyle rehberli ziyaret
programından yararlanabiliyor.
7 Eylül 2013 Cumartesi gününden itibaren başlayan uygulamaya göre, yabancı ziyaretçiler İngilizce
rehberlik hizmeti kapsamında cumartesi günleri
13:30-14:30 saatleri arasında rehber eşliğinde
TBMM’yi gezebilecek. Ayrıca önceden randevu
alan gruplara Almanca, Arapça, Çince, Fransızca,
İspanyolca, Kazakça ve Rusça dillerinde de rehberlik hizmeti verilecek.
Bu uygulamayla yabancı ziyaretçilerin TBMM’yi
gezmesi, tanıması ve Meclis hakkında daha fazla
bilgi edinmesinin amaçlandığı belirtilirken ziyaretçilerin “[email protected]” adresinden
iletişime geçebilecekleri bildirildi.
Ekim 2013
lık Öyküsü: Uzun İnce Bir Yol” belgeselinin gala gösterimi yapıldı.
Gösterime Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, AB Bakanı ve Başmüzakereci
Egemen Bağış, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mevlüt Çavuşoğlu, TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır,
Türkiye-Almanya Parlamento Dostluk Grubu Başkanı Çağatay Kılıç, Dışişleri
eski Bakanı Ali Bozer ve bazı AB ülkelerinin büyükelçileri katıldı.
Gösterim öncesinde konuşan Ali Babacan, Türkiye’nin AB yolunda bazen yavaşlasa da hep ileri doğru gittiğini belirterek AB üyeliğinin Türkiye için büyük
bir stratejik vizyon olduğunu söyledi. “Bir ülkenin kendi kendine demokratik
bir ülke demesi çok kolay. Bugün dünyaya baktığınızda kendine demokratik
cumhuriyet diyen, ama aslında demokrasiden çok uzak olan ülkeler maalesef
fazla. Demokrasinin kalitesi söz konusu olduğunda aslında AB süreci bize bir
kalite testi imkanı sunuyor” diye konuşan Babacan, Türkiye’nin bu süreç içinde
olmasının AB’ye de itibar kattığını söyledi.
AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ise Türkiye’nin AB yoluna girmesinden bu yana geçen 50 yılda çok büyük ilerlemeler katettiğini belirterek
“Son krizlerde özellikle Suriye ve Mısır konusunda AB’nin içine düştüğü pasif
durum, AB’nin Türkiye gibi aktörlere ihtiyaç duyduğunu çok net bir şekilde
ortaya koydu. Biz bu süreçte çok şey kazandık ama AB de bu süreçte çok şey
kazanıyor. Bundan sonraki süreçte de biz Türkiye’nin kazanımlarına yoğunlaşacağız. Bizim ülkemizin standartlarının yükselmesi için hep birlikte daha
önemli adımlar atacağız” diye konuştu.
Bağış, daha sonra belgesele katkıda bulunanlara teşekkür plaketi sundu.
Haberler
Meclis polisine suikast önleme eğitimi
EMNIYET Genel Müdürlüğü Kriminal Polis La-
boratuvarı Daire Başkanlığı yetkilileri tarafından
TBMM’de görevli polislere kalem, çakmak, baston,
cep telefonu gibi eşya görünümündeki yakın suikast
silahları tanıtıldı.
Suikast tipleri, suikastçıların kullandığı yöntemler
hakkında bilgi verilen toplantıda, suikastlara karşı
alınacak fiziki önlemlerin yanında dikkatin de çok
önemli olduğu vurgulandı.
Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuvarı Daire Başkanlığı’ndan Emniyet Amiri
Ersin Taze, eğitimin amacının yasama yılı öncesinde
suikastlar ve suikast silahlarına karşı farkındalığı
artırmak olduğunu dile getirdi.
Yakın suikast silahlarının özelliklerini gazetecilere de tanıtan Taze, en yaygın kullanılan silahın
kalem tabancalar olduğunu söyledi.
TBMM Türk Halk Müziği Korosu’ndan Sivas konseri
TBMM Türk Halk Müziği Korosu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 90. yıldönümü ile Sivas Kongresi’nin 94. yılı dolayısıyla Sivas
Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi bahçesinde, Şef Ali Haydar Gül’ün yönetiminde konser verdi.
Halkın yoğun ilgi gösterdiği konsere TBMM İdare Amiri Malik Ecder Özdemir, Sivas Valisi’ne vekâleten Sivas Vali Yardımcısı Vefa Kaya,
Sivas İl Kültür ve Turizm Müdürü Kadir Pürlü ve TBMM Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkan Yardımcısı Cemil Tutal katıldı.
Konserin sonunda TBMM İdare Amiri Malik Ecder Özdemir ve Sivas Vali Yardımcısı Vefa Kaya, günün anlam ve önemine ilişkin birer
konuşma yaparak Şef Ali Haydar Gül’e çiçek takdiminde bulundu.
Ekim 2013
17
18
Haberler
Meclis’te “Bilgi
Güvenliği”
semineri
TBMM Başkanlığı İdari Teşkilatı, 2013
yılı eğitim planı kapsamında Türkiye
Bilişim Derneği ve ISSA Bilgi Sistemleri
Güvenliği Derneği işbirliğinde “Bilgi Güvenliği” semineri düzenledi.
Türkiye Bilişim Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Dr. İzzet Gökhan Özbilgin ile ISSA Türkiye Başkanı Batuhan Tosun’un konuşmacı olarak katıldığı seminerde bilgi güvenliğinin ve öneminin
ne olduğu, bilgi güvenliği ve kullanıcı sorumluluğu, güvenlik duvarı ile korunma, sosyal mühendisliğin ne olduğu, sosyal medya
ile iletişim gibi konular ele alındı.
Seminer ile bilgisayar ve internet kullanan tüm Meclis personelinin bilgi güvenliği konusunda fark yaratması amaçlanıyor.
İlk mutluluk ormanı
Çanakkale’de
ORMAN ve Su İşleri Bakanı
Veysel Eroğlu’nun talimatı ile
Orman Genel Müdürlüğü yeni
evlenecek çiftlerin düğünlerini
yapabileceği mutluluk ormanı
projesini hayata geçiriyor. Mutluluk ormanına aynı zamanda
yeni evlenen çiftlerin mutluluklarını ölümsüzleştirmek için fidan
dikilecek.
Bu kapsamda ilk mutluluk ormanı Çanakkale’de oluşturuldu.
Asmatepe mesire yeri içerisinde oluşturulan ve bahçe düzenlemeleri dışında büyük oranda tamamlanan mutluluk ormanında
haftada bir günün, yeni evlenecek çiftlere düğünlerini yapmaları
için bedelsiz olarak verilmesi planlanıyor.
Milletvekillerinden
HÜLYA GÜVEN GÖRME ENGELLI
VATANDAŞLARI DINLEDI
MUZAFFER YURTTAŞ’TAN “TEMIZ GEDIZ” PROJESI
CHP İzmir Milletvekili Hülya
bir türlü çözüm üretilemeyen Gediz Havzası’nın kirliliğine AK Parti Manisa Milletvekili Dr. Muzaffer Yurttaş’tan çözüm önerisi geldi.
Yurttaş yaptığı açık lamada, “Batı
Anadolu’nun en önemli havza larından biri olması nedeniyle Gediz
Havzası’nın korunmasında tüm kurum ve kuruluşların üstüne düşen sorumlulukları yerine getirmesi
gerekir. Yani herkesin elini taşın altına koyması ve aynı sorumluluk
ile hareket etmesi gerekir” diyerek çözüm önerilerini sıraladı.
“Temiz Gediz İçin El Ele” kampanyasını başlatan Yurttaş, Gediz konusunda herkesi duyarlı olmaya davet ederek açıklamasını
şöyle sürdürdü: “Herkes ‘Bu benim işim’ diye düşünmelidir. Gediz
nehrinin temiz akması hepimizin sorumluluğundadır. Bizim için
altın değerinde olan Gediz ovasını gelecek nesillere en güzel ve verimli şekilde teslim etmek, onlara önemli bir miras olacaktır. Gediz
Havzası’nda tespit edilen kirlilik kaynaklarının daha detaylı incelenmesi; özellikle mevcut durumda meydana gelen kirliliğin önlenmesi
için gerekli tedbirlerin alınması; kısa, orta ve uzun vadede kirliliğin
azaltılmasına yönelik önlemlerin belirlenmesi amacıyla ‘Gediz
Havzası Koruma Eylem Planı’ geliştirildi. Tüm hemşehrilerimizi bu
konuda duyarlı olmaya ve Gediz’e sahip çıkmaya çağırıyorum.”
Güven, CHP Genel Merkez Engelliler Üst Kurulu İç Anadolu
Heyeti üyeleri ile birlikte Konya’daki engelli derneklerini ziyaret etti. Güven ve heyet üyeleri
ilk olarak Görmeyenleri Koruma
Derneği’nde görme engelli vatandaşların sorunlarını dinledi.
Hülya Güven burada yaptığı konuşmada, engellilerle ilgili yasal
düzenlemelerin engellilere yönelik iyileştirmeler getirdiğini ifade
ederek şunları söyledi: “Engelli sorunlarını dinlemek, problemleri
birebir yerinde saptamak için buraya geldik. Çözümleri de yine
sizinle birlikte oluşturmak için sizleri ziyaret ediyoruz. Yaptığımız
çalışma sonunda geniş kapsamlı bir rapor hazırlayacağız ve eksikleri
gidermek için bu raporu Meclis’e götüreceğiz.”
Program kapsamında İç Anadolu’da 16 il ziyareti gerçekleştirdiklerini bildiren Güven, “Heyetimiz çalışmalarına 1,5 yıl önce başladı.
Bu zamana kadar birçok il gezdik. Engelli sorunları bölgeden bölgeye değiştiği gibi il bazında da farklılıklar var. Bizim amacımız tüm
ülke sathında engelli sorunlarının çözülmesini, onların da bir birey
olarak bizimle aynı koşullarda yaşamlarını sürdürmelerini sağlamaktır” dedi.
Ekim 2013
YILLARDIR gündeme gelen, ancak
20
Dünyadan
Almanya’da seçimlerin galibi Merkel
ALMANYA’DAKI genel seçimlerde, Başbakan Angela Merkel
liderliğinde seçimlere ortaklaşa giren Hıristiyan Demokrat Birlik
(CDU) ve Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) partileri %42,5 oyla birinci oldu. Muhalefet partisi Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD)
%25,9 oyda kalırken, sıralamayı %8,4 ile Sol Parti, %8 ile Yeşiller
Partisi ve %4,6 ile Hür Demokrat Partisi (FDP) takip etti.
Bu sonuç Angela Merkel’in üçüncü kez başbakanlık koltuğuna
oturacağına işaret ederken tek başına iktidara gelecek oy çoğunluğunu elde edemediği için Sosyal Demokratlarla koalisyon kurması
bekleniyor.
11 Türk milletvekili Alman Meclisi’nde
Almanya Başbakanı Angela Merkel’in zaferiyle sonuçlanan seçimlerde biri Merkel’in listesinden olmak üzere 11 Türk kökenli aday
milletvekili seçildi.
Ailesi yıllar önce Batı Trakya’dan Almanya’ya yerleşen Cemile
Yusuf, iktidardaki Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi’nden (CDU)
meclise giren ilk Müslüman ve Türk federal milletvekili oldu. 1978
doğumlu Yusuf, 2012 yılından bugüne CDU’nun Kuzey Ren Vestfalya Teşkilatı Yönetim Kurulu üyeliği yapıyordu.
CDU’yu uzaktan takiple ikinci çıkan Alman Sosyal Demokrat
Partisi (SPD) listesinden aday gösterilen Mahmut Özdemir (26) ise
Ekim 2013
parti tarihinin en genç milletvekili olmayı başardı. SPD’nin Genel
Başkan Yardımcısı ve Hamburg Milletvekili Aydan Özoğuz da
tekrar seçilerek Federal Meclis’e girdi. Uyum konularında çalışan
Özoğuz’un parti içinde ağırlığının artması bekleniyor.
Sosyal demokratlardan bölgesinde seçimi kazanan diğer isimler
ise 2008 yılından beri Hamburg Eyalet Meclisi’nde görev yapan
Metin Hakverdi, Cansel Kızıltepe ve uyum çalışmalarıyla Federal
Liyakat Nişanı alan Gülistan Yüksel oldu. 2009 yılında delegelerin
eyalet listesinde yer vermediği için milletvekili olmadan Yeşiller
Partisi eşbaşkanlığını yürüten Cem Özdemir Stuttgart bölgesinden seçilmeyi başardı. Yeşiller’den meclise giren diğer adaylar ise
Bavyera’dan Ekin Deligöz ve Berlin’den Özcan Mutlu. Yeşiller’de
kadın ve çocuk konularında uzman olarak öne çıkan Deligöz 1998
yılından beri Federal Meclis’te görev yapıyor. Aynı zamanda Berlin
eyalet milletvekili olan Mutlu ise eğitim konularında çalışmalar
yürütüyor.
Sol Parti’den Sevim Dağdelen bu göreve üçüncü kez seçildi.
Sol Parti Meclis Grubu Uyum ve Göç Politikaları Sözcüsü olan
Dağdelen aynı zamanda Türk-Alman Parlamentolararası Dostluk
Grubu Başkanvekili. Sol Parti’den meclise giren diğer Türk kökenli
isim ise 2009’da Berlin Charlottenburg-Wilmersdorf ilçe belediyesi
yabancılar sorumluluğundan emekli olan Azize Tank.
Dünyadan
İhvan’ın bütün faaliyetleri yasaklandı
MISIR’DA ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed
Mursi’yi devirerek iktidarı ele alan askerî yönetim,
Müslüman Kardeşler’in (İhvan-ı Müslimîn) faaliyetlerini yasakladı. Ayrıca hareketin sivil toplum kuruluşu
statüsü iptal edilerek mal varlıklarına el konulması
kararlaştırıldı. Bundan sonraki süreçte İhvan’ın gözaltına alınmayan liderlerinin tutuklanacağı, harekete
mensup işadamlarının malına ve banka hesaplarına
el konulacağı, seçimlere girmesinin yasaklanabileceği
belirtildi.
Mısır yargısının verdiği karar, Mursi için haftalarca
sokaklarda gösteri yapan Müslüman Kardeşler mensuplarının Kahire’deki kampını basarak yüzlercesini
öldüren askerî yönetimin İhvan’a yönelik daha ağır
baskı yapacağının işareti olarak değerlendiriliyor.
Darbe sonrasında İhvan mensubu Cumhurbaşkanı
Mursi, hareketin manevi lideri Muhammed Bedii ile
yardımcıları ve önde gelen pek çok ismi, başta şiddete
teşvik olmak üzere çeşitli suçlamalarla gözaltına alınmıştı.
Barselona’ya
Putin, ders
sanal memur
kitaplarında yer alacak
BARSELONA Bele-
RUSYA Devlet Başkanı Vladimir Pu-
tin, okul öğrencileri için yeni hazırlanacak Rusya tarihini anlatan ders
kitabına giriyor. Devlet Başkanı’nın
girişimleriyle çıkarılacak söz konusu
ders kitabında Putin için özel bölüm
oluşturulacak.
İzvestia gazetesinin haberine göre,
Kremlin kulislerinde Putin’in yeni tarih kitabında kendisinden bahsedilmesini arzu etmediği konuşuluyor. Putin’e göre kendi çalışma ve kararlarına
yönelik bir değerlendirmenin yapılması için henüz erken.
Devlet Başkanı Putin’in Basın Sözcüsü Dmitri Peskov ise “Sayın Vladimir Vladimiroviç bilimadamı ve öğretmenlerin çalışmalarına müdahale
etmek istemiyor. Bu kitabın nasıl olacağına ve şimdiki yönetimle ilgili
meselelerin kitaba ilave edilip edilmeyeceğine profesyoneller karar versin”
diye konuştu.
diyesi Cisco’yla ortak
yürüttüğü proje kapsamında vatandaşların kamu hizmetini
de v le t d a i reler i ne
gitmeden alabilecekleri bir servis başlattı. Pilot uygulama aşamasında
olan proje dahilinde şehir sakinleri için sanal temas
kabini oluşturuldu. Yüksek çözünürlüklü video, dokunmatik ekran, tarayıcı, faks, yazıcı gibi aksesuarla
donatılmış olan kabin özel bir sisteme sahip. Mesai
saatleri içinde herkesin ücretsiz olarak kullanabildiği
kabinde yetkililerle görüşme yapmak, çeşitli başvurularda bulunmak, doküman imzalamak ve belge transferi yapmak mümkün. Kabin, internet bağlantısı olan
herhangi bir lokasyona rahatça konumlanabildiği için
alışveriş merkezleri, kaldırımlar, stadyumlar gibi şehrin pek çok farklı alanında kullanılabiliyor.
Ekim 2013
21
22
Çevreye yatırım,
insana ve geleceğe yatırımdır
Ü
Erdoğan Bayraktar
Çevre ve Şehircilik Bakanı
Çevresel değerler gözetilerek
gerçekleştirilen şehirleşme projeleriyle
Türkiye ‘‘yaşanabilir çevre ve
marka şehirlere sahip lider bir ülke’’
konumuna gelecektir.
Ekim 2013
lkemizin sosyo-ekonomik bakımdan kalkınması, daha yaşanabilir
kılınması için düzenli şehirleşme ve sağlıklı bir çevre şarttır. Bu
şartları gerçekleştirmek adına geniş bir görev yelpazesine sahip olan Bakanlığımız, çalışmalarını sağlıklı ve planlı bir şekilde yürütmekte, halkın
hayat kalitesini artıracak uygulamalara imza atmaktadır.
Her alanda dünyada yükselen itibarımıza ek olarak, şehircilik anlamında yaptığımız çalışmalarla da Türkiye’yi dünya standartlarında bir
ülke haline getirmek, her bir şehrin çevre ve yaşam kalitesini yükseltmek
hedefindeyiz.
Çalışmalarımızın başında dayanıksız ve sağlıksız, altyapısı eski veya
yetersiz konutları enerji yalıtımı olan, çevresi yeşil, dayanıklı, sorunsuz
konutlara dönüştürmek gelmektedir. “Gayemiz sadece binaları yenilemek değildir” sözünden hareketle; dönüşümün gerçekleşmesiyle afet
sonrası can ve mal kaybı azalacak, enerji yalıtımıyla Türkiye ekonomisine
katkı sağlanacak, üretim ve istihdam artacaktır.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak Türkiye’nin gelişimine paralel bir
şehircilik anlayışı ile marka kentler oluşturmayı hedefliyoruz. Kentsel
dönüşümü çevre esaslı gerçekleştirdiğimizi de ayrıca belirtmek istiyorum. Kentsel dönüşüm projeleri aslında “yeşil şehir”leri hedefleyen bir
çevre dönüşüm projesidir. İşte bu noktada “akıllı kent” kavramı üzerinde
kafa yormaya ve geleceğin akıllı kentleri konusunda çeşitli projeler
geliştirmeye başladık. Kentsel alanlarda kaçak yapılaşma, trafik ve atık
yönetimi gibi sorunlarla mücadeleden elektrik ve su kullanımına kadar
her uygulamayı içeren ve sunan “akıllı kent”ler için proje ve uygulamalar
yürütüyoruz. Bu kentlerde özellikle önem verdiğimiz diğer bir husus rüzgar ve güneş enerjisinden, yağmur suyundan istifade etmektir. 2023’e
kadar atık su arıtma sorunlarını halletmiş, katı atık bertaraf tesislerini
en modern şekilde kurmuş, iklim değişikliği stratejisine tam uyumlu,
sera gazı emisyonlarının azaltılması kriterlerinde Avrupa’yı yakalamış bir
Türkiye hedefliyoruz.
Bakanlığımız Türkiye’yi “yaşanabilir çevre ve marka şehirlere sahip
lider bir ülke” yapma hedefiyle çalışmalarını sürdürmektedir. 2023
vizyonumuzda gerek çevresel değerlerin korunması gerekse şehirleşme
adına pek çok uygulama bulunmaktadır. Dünyada endüstri ve teknoloji
23
alanında meydana gelen hızlı gelişmeler hayat seviyesinin yükselmesini
sağlamış; artan nüfus ve hızlı şehirleşme ile birlikte doğal dengeler
giderek bozulmuştur. Bu gerçeğin anlaşılması, beraberinde geleneksel
kalkınma modellerinin terk edilmesini ve yeni model arayışlarını da gündeme getirmiştir. Böylece sürdürülebilir ve dengeli kalkınma modelleri
olan yeşil ekonomi ve yeşil politikalar ön plana çıkmıştır.
Türkiye için yeşil büyüme politikası oluşturma; ekonomik, çevresel ve
sosyal açıdan sürdürülebilirliği sağlama konusunda Bakanlığımız etkin
çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalara her yıl onlarcasını ekliyoruz. Örneğin; 2013 yılının ilk 6 ayında çevre mevzuatına aykırı davrandığı tespit
edilen 44 tesisin faaliyetlerini durdurduk, 19 buçuk milyon ton katı atık
denetimi yaparak 875 bin 533 TL idari para cezası uyguladık. Denetim
altyapısını güçlendirmek için 60 adet tam donanımlı denetim ve numune aracı alındı, 40 adet daha alınması planlanıyor. Yılın ilk altı ayında
17 bin 994 denetim yaparak 31.860.186 TL idari para cezası uyguladık.
2009 yılında Kyoto Protokolü’nü imzalayan Türkiye, her türlü çevre
problemi ile mücadele konusunda adım atmaya bütün kararlılığı ile
devam etmektedir. Bir mukayese yapmak gerekirse 2002’de 248 belediyede 145 atık su arıtma tesisi ile belediye nüfusunun %35’inin atık suyu
arıtılmakta iken bugün 550 belediyede 428 tesis ile nüfusun %72’sinin
atık suyu arıtılmaktadır. 2023 hedefimiz bu oranı %100’e çıkarmaktır.
Günlük 10 bin metreküpün üzerinde atık su deşarjı yapan işletmeleri
online olarak izliyoruz. 2002 yılından bugüne kadar çevresel altyapı
projelerine yaklaşık 830 milyon TL nakdi yardım yaptık. Atık su arıtma
tesislerinin elektrik giderlerinin %50’sini ödüyoruz. Patlayan çöp yığınlarının bulunduğu 2002 yılında 15 düzenli depolama tesisi varken bugün
69 düzenli depolama tesisi ile 903 belediyede 44 buçuk milyon kişiye
hizmet veriyoruz. 2023’e kadar düzensiz katı atık depolama sahalarının
tümünü rehabilite etmiş olacağız. 2003’te tehlikeli atık geri kazanım
tesisi sayımız 18 iken bugün 201’dir. Bakanlığımızca lisanslandırılan
1086 geri kazanım tesisinde 60 bin kişi istihdam edilmekte ve geri
kazanımlar sonucu yılda 1 milyar TL’yi aşan katma değer sağlanmaktadır.
İklim değişikliğiyle mücadelede 2023 yılını öngören stratejiler ve eylem
planlarımız hazır durumdadır. 2002’de gemi atıklarının toplanması için
faaliyet gösteren herhangi bir tesis yokken bugün Bakanlığımızca lisanslandırılan 233 liman atık kabul tesisinde gemi atıklarının alımı hizmeti
verilmektedir. “Mavi bayrak”ta İspanya ve Yunanistan’ın ardından dünya
üçüncüsüyüz. 2003’te mavi bayraklı plaj sayımız 151 iken bugün bu sayı
404’e ulaşmıştır. Deniz kirliliğin tespiti için kullanılan ölçüm istasyonu
sayısı 2002’de 26 iken bugün bu sayıyı 249’a çıkardık. 2005 yılından
itibaren kullanılmış kızartmalık bitkisel yağ toplanmaya başlamış olup,
toplanan yağların geri kazanımını sağlayan tesis sayısı 25’e ulaşmıştır.
Yıllık toplanan bitkisel atık yağ miktarını 19 bin tona, endüstriyel ve
motor atık yağ miktarını ise 39 bin 500 tona çıkardık. Çöp toplama aracı,
kanalizasyon, atık su arıtma, katı atık düzenli depolama tesisi gibi çevresel altyapı tesislerine Bakanlık olarak çevre katkı paylarından maddi
yardım yapmaktayız. Bugüne kadar belediyelerimize toplam 1048 adet
çöp toplama aracı verdik. Hava kalitesinin takibini ülke genelinde toplam 164 adet hava kalitesi ölçüm istasyonu ile online olarak yapıyoruz.
Sadece Marmara Bölgesi’nde bulunan hava kalitesi ölçüm istasyonu
sayısı 63 adettir. 2013 yılı sonuna kadar bütün büyük sanayi tesislerinin
baca gazı emisyonlarını online olarak takip etmiş olacağız. İzin ve lisans
işlemlerinin elektronik ortamda gerçekleştirilmesi ile her yıl 12 buçuk
ton kağıt tasarruf ediyoruz. Çevre ve doğa dostu ürünlerin üretilmesini
teşvik amacıyla “çevre etiketi” uygulaması yönünde çalışma yürütüyoruz.
Son 20 yılda değerlendirilen ÇED raporlarının tamamının elektronik
ortama alınmasına yönelik çalışmalarımızı tamamlamak üzereyiz. Bu
uygulama ile 6-9 ay olan ÇED sürecini 2-2,5 aya indirecek; kağıt, enerji
ve işgücünden büyük tasarruf sağlayacağız. 2012’de ülke genelinde yaklaşık 23 bin adet çevre denetimi gerçekleştirdik. 2013 yılında bu sayıyı
35 bine çıkaracağız.
Çevreye yapılan yatırımın aslında insana ve geleceğe yapıldığının
farkında olan bir Bakanlık olarak; çevrenin korunması, iyileştirilmesi,
çevre kirliliğinin önlenmesi, zararlı atıkların bertaraf edilmesi, enerji
tasarrufunun sağlanması, doğaya uyumlu ve ekolojiye zarar vermeyen
konutların inşası gibi faaliyetlerle insanımız için sağlıklı, güvenli, yaşam
kalitesi yüksek çevreler oluşturmayı hedefliyoruz.
Ekim 2013
Demiryolu
uçar gider...
Ekim 2013
23 Eylül 1856’da İzmir-Aydın hattına ilk kazmanın
vurulmasıyla başlar Türk demiryolu tarihi...
Cumhuriyet döneminde altın çağını yaşayan “kara
tren”, bir ara hız kesse de günümüzde son sürat yol
alıyor. Rayların üzerindeki 157 yıllık yolculuk “hız”
çağını yaşıyor.
Ekim 2013
26
Kapak
Kara trenden hızlı trene...
Raylar
üzerinde
157 yıl
Zeynep Yiğit
Sadece bir yerden bir yere
ulaşmanın adı değildir
demiryolu. Binbir anlam
yüklü “kara tren” yalnızca
insanları değil, gün gelir bir
ülkenin istikbalini de taşır;
Cumhuriyet’in ilk yıllarında
olduğu gibi...
B
ir sevda yolculuğu anlatacağımız…
Tam 157 yıllık… Her sevda gibi
öylesine duygu yüklü ki kâh kavuşmanın sevinci kâh ayrılığın hüznü var bu
hikayede. Bir benzeri yok; her geçen
gün “hız”la yol almakta. Yüreğinde
bu sevdayı taşıyanlar kimler derseniz,
geçmişten günümüze uzanmak gerek:
“Demiryolları Türk milletinin refah
ve medeniyet yollarıdır” diyerek ülkeyi demir ağlarla örenler… Yokluğa,
yoksulluğa, kara kışa, kavurucu sıcağa
aldırmadan uzakları yakın edenler…
Yarım yüzyıllık ihmale “dur” deyip
demiryollarına hız verenler…
OCAK 1856 Osmanlı topraklarındaki ilk demiryolu İskenderiye-Kahire hattında işletime açıldı. 23 EYLÜL 1856 Anadolu’daki ilk demiryolu hattının yapımına başlandı.
130 kilometrelik İzmir-Aydın hattı Türk demiryolu tarihi için milat oldu. 5 OCAK 1871
Yedikule-Bakırköy-Yeşilköy-Küçükçekmece hattında ilk yolcu taşımacılığı başladı. İstanbul’da
yaşayanlar treni ilk kez gördü. MART 1889 Anadolu-Osmanlı Demiryolu Anonim Şirketi kuruldu. 25 MART 1903 Anadolu-Bağdat demiryolu hattının yapımına başlandı. 19 AĞUSTOS 1908
Haydarpaşa Garı hizmete açıldı. 24 TEMMUZ 1920 Ankara Hükümeti demiryollarının tamamına el
koyarak bütçelerini millîleştirdi. 24 EKIM 1922 Büyük Taarruz’un başladığı 26 Ağustos’tan itibaren
Ekim 2013
Kapak
Rayların üzerinde bir buçuk asır
öyle çok şey anlatır ki bize. Sadece bir
yerden bir yere ulaşmanın adı değildir
çünkü demiryolu. Binbir anlam yüklü
“kara tren” yalnızca insanları değil,
gün gelir bir ülkenin istikbalini de
taşır; Cumhuriyet’in ilk yıllarında
olduğu gibi. Savaş meydanında canını
ortaya koyup istiklâli sağlayanlar, ülkeyi bir uçtan bir uca ayağa kaldırırken
demiryoluna büyük önem verir. Atatürk “Demiryolları bir ülkenin toptan
tüfekten daha mühim bir emniyet
silahıdır... Türkiye’de iktisadi hayatın
27
yüksek gelişmeleri demiryollarıyla olacaktır” dediğinde takvimler 1931’i göstermektedir. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınması ve modernleşmesinin raylar
üzerinden olacağının işareti ise daha 1920’li yıllarda verilir. Ulu Önder, demiryolunun kalkınmanın anahtarı olduğunu çeşitli vesilelerle dile getirir ve yapımına
verdiği önemi “Memleketin bütün merkezleri yekdiğerine az zamanda şimendiferle
bağlanacaktır” sözüyle ifade eder.
Gerçekten de onca imkansızlık içinde refah ve medeniyet yolunun rayları bir
bir döşenir. 1923-1950 yılları arasında inşa edilen 3 bin 578 kilometrelik demiryolunun 3 bin 208 kilometresi 1940’a kadar tamamlanır. 1920’li, 30’lu yıllarda
tüm olumsuz şartlara rağmen demiryolunda sağlanan başarının kaynağı “ulusal
güç”tür. Ülkedeki demiryolu seferberliği imtiyaza değil, millî çıkarlara dayanır.
Yabancı şirketlerin elindeki demiryolu hatları satın alınarak devletleştirilir, bir
kısmı anlaşmalarla devralınır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında altın çağını yaşayan
demiryolu yapımı İkinci Dünya Savaşı ile birlikte yavaşlar.
58 günde bütün Anadolu hattı (Karaköy-Bilecik
hariç) ve İzmir-Kasaba temdidi hattının 220 kilometresi işletmeye açıldı. 27 OCAK 1924 Anadolu
Demiryolları’nın millîleştirilmesi kararı alındı. 22
NISAN 1924 TBMM’de kabul edilen 506 sayılı
kanunla Anadolu hattının satın alınmasına karar
verildi. Millî demiryolu politikasının başlangıcı
sayılan bu kanunla hem yeni hatların inşası hem
de şirketlerin elindeki hatların satın alınması kabul edildi. Hatlar 1928’de satın alındı ve Bağdat
Demiryolu’nun yapılamayan bölümleri 1940’ta
tamamlandı. 22 NISAN 1924 Anadolu ve Bağdat
Demiryolları Müdüriyet-i Umumiyesi kuruldu.
23 MAYIS 1927 Türkiye Cumhuriyeti Devlet
Demiryolları’nın çekirdeğini oluşturan “Devlet
Demiryolları ve Limanları İdare-i Umumiyesi”
Ekim 2013
28
Kapak
“Her gün bir karış fazla...”
Demiryolu Cumhuriyet’in çelik koludur... “Her gün bir karış fazla şimendifer” diyerek alınterini toprağa
akıtanlar, asırlar sürecek bir sevdanın
can suy unu verir. Çeli k çubuk lar
birbirine eklendikçe bu sevda büyür,
tüm yurdu sarar. Demiryolu sevdalısı
Mustafa Kemal Atatürk yurt gezilerini
Cepheden
dönemeyen
evlada
ağıt yakarken
de doyasıya
sarılamadan
giden yârin
ardından gözyaşı
dökerken
de kara treni
anımsamaz mı
Anadolu insanı?
kuruldu. 20 EKIM 1932 Mersin’den Samsun’a
ilk tren yolculuğu yapıldı. Böylece demiryolları
Akdeniz’den Karadeniz’e ulaştı. 26 EKIM 1936
Çatalağzı’ndan yola çıkan ilk kömür treni Ankara’ya
geldi. 30 EKIM 1937 Yeni Ankara Garı açıldı. Garın mimarı Şekip Sabri Akalın’dır. 22 TEMMUZ
1953 Devlet Demiryolları katma bütçeli yapıdan
ayrılarak iktisadi devlet teşekkülü haline getirildi.
Ekim 2013
trenle yapar. Rayların üzerinde sarsıntılarla giden vagonun
penceresinden Anadolu’ya bakarken ülkenin geleceğini düşünür elbet. Tren yol aldıkça vatanın da Anadolu insanının
da kaderi değişir. Belki de bu yüzden bir başkadır tren yolu
gözlemek… Umudu, mutluluğu, acıyı, hüznü vagonlara
yüklemek…
Cepheden dönemeyen evlada ağıt yakarken de doyasıya
sarılamadan giden yârin ardından gözyaşı dökerken de kara
treni anımsamaz mı Anadolu insanı? İçinden tren geçen
nice türkü, şiir, oyun, mani yok mudur? Elinde tahta bavuluyla Haydarpaşa Garı’nın merdivenlerinde durup koca
İstanbul’a şaşkın gözlerle bakan Anadolu köylüsü kim bilir
kaç filmin konusudur. Hikayeleri farklı olsa da taşı toprağı
altın İstanbul’a yolculuk her biri için umudun diğer adı değil
midir? Ya umutlar sönerse, ya beklenen gelmezse... İşte o
zaman sazın teline bir başka vurulur; notalar da sözler de
sitem doludur: Kara tren gelmez m’ola, düdüğünü çalmaz
m’ola, gurbet ele yâr yolladım, mektubumu almaz m’ola... Tren
hasret yüklenince sesi de bir başka dokunur insana. Yüreğin
çaresizliği şiir olur gelir günümüze; tıpkı Orhan Veli’nin di-
Aynı kanunla idarenin adı Türkiye Cumhuriyeti
Devlet Demiryolları (TCDD) oldu. İşletmenin demiryolu inşaatıyla ilişkisi kalmadı. 29 OCAK 1993
Ankara-Haydarpaşa arasında elektrikli tren işlemeye başladı. 9 MAYIS 2004 İstanbul Boğazı’nın
altından Asya ile Avrupa’yı birleştirerek saatte
150 bin yolcu taşıyacak Marmaray Projesi’nin
temeli atıldı. 5 NISAN 2006 Ankara-İstanbul
Kapak
zelerindeki gibi: Garibim / Ne bir güzel var avutacak gönlümü /
Bu şehirde / Ne de bir tanıdık çehre / Bir tren sesi duymaya
göreyim / İki gözüm iki çeşme
1856’da ilk kazma vuruluyor
Demiryolunun Anadolu topraklarındaki binbir anlam
yüklü yolculuğu Cumhuriyet döneminden önceye uzanıyor.
Türk demiryolu tarihinin başladığı yıl 1856. Yani George
Stephenson’ın tasarladığı trenin dünyadaki ilk demiryolu
taşımacılığını gerçekleştirmesinden 31 yıl sonra. Doğum yeri
İngiltere olan demiryolu ulaşımı Osmanlı topraklarına pek
çok ülkeden önce geliyor. 1851 yılında bir İngiliz şirketine verilen imtiyazla 211 kilometrelik İskenderiye-Kahire
hattının temeli atılıyor. Hattın açıldığı 1856
yılında Anadolu’daki ilk demiryolu hattına
kazma vuruluyor. 130 kilometrelik İzmirAydın hattının yapımı 23 Eylül 1856’da
başlıyor. Bir İngiliz şirketinin imtiyaz
sahibi olduğu bu hattın seçimi elbette
tesadüf değil. İzmir-Aydın yöresi nü-
fus bakımından kalabalık, ticari potansiyeli yüksek, İngiliz
sanayisinin gereksinim duyduğu hammaddeye kolay ulaşılabilecek bir noktada... Tercih sebeplerini uzatmaya gerek
yok. Bilinen o ki Osmanlı topraklarında yapılan demiryolu
hatları, geçtiği güzergahlar imtiyaz verilen ülkelerin iktisadi
ve siyasi amaçlarına göre biçimleniyor. 1876’dan 1909’a kadar
tahtta kalan Sultan II. Abdülhamid, hatıralarında bu konuya
da işaret ediyor: “Bütün kuvvetimle Anadolu demiryollarının inşasına hız verdim. Bu yolun gayesi Mezopotamya ve
Bağdat’ı Anadolu’ya bağlamak, İran Körfezi’ne kadar ulaşmaktır. Alman yardımı sayesinde bu başarılmıştır. Eskiden
tarlalarda çürüyen hububat şimdi iyi sürüm bulmaktadır,
madenlerimiz dünya piyasasına arz edilmektedir. Anadolu
için iyi bir istikbal hazırlanmıştır. İmparatorluğumuz dahilindeki demiryollarının inşaatı mevzuunda büyük
devletler arasındaki rekabet çok garip ve
şüphe davet edicidir. Her ne kadar büyük
devletler itiraf etmek istemiyorlarsa da
bu demiryollarının ehemmiyeti yalnızca
iktisadi değil, aynı zamanda siyasidir.”
Hızlı Tren Projesi’nin ilk kısmında Polatlı-Duatepe Tüneli açıldı. 13 MART 2009
Ankara-Eskişehir Yüksek Hızlı Tren seferleri başladı. 16 ŞUBAT 2011 İlk YHT Garı
Polatlı’da açıldı. 23 AĞUSTOS 2011 Ankara-Konya YHT hattının resmî açılışı yapıldı.
23 ARALIK 2012 Bursa Yüksek Hızlı Tren Hattı’nın temeli törenle atıldı. 23 MART 2013
Türkiye’nin üçüncü Yüksek Hızlı Tren hattı olan Eskişehir-Konya hizmete açıldı. 29 MAYIS
2013 TCDD “En İyi İşbirliği” ödülü aldı. Uluslararası Toplu Taşımacılar Birliği, 3 bin 400 üyesi
arasından İZBAN’ı “En İyi İşbirliği” kategorisinde birinciliğe layık gördü. 21 EYLÜL 2013 Ankara-İzmir Yüksek Hızlı Tren Projesi’nin Afyonkarahisar-Ankara kesiminin temeli törenle atıldı.
Ekim 2013
29
30
Kapak
Osmanlı’dan 4 bin
kilometrelik miras
1856-1922 yılları arasında Osmanlı
topraklarında toplam 8 bin 619 kilometre demiryolu hattı yapılır. Bunun
4 bin 136 kilometrelik bölümü bugünkü millî sınırlarımız içinde kalır.
Osmanlı’dan miras demiryolu hatlarına Cumhuriyet’le birlikte yenileri
eklenir. Kalkınma ve modernleşmenin
lokomotifi olarak 1923-1950 yılları arasında hızla yol alan demiryolu, bu tarihten sonra tahtını karayoluna bırakır.
Bunun nedeni ulaşım politikalarının
karayolu üzerine kurulmaya başlaması,
1960 sonrası planlı kalkınma dönemlerinde demiryolları için öngörülen
hedef lere ulaşılamamasıdır. Sonuçta
1950-1980 arasında yılda ortalama
sadece 30 kilometre yeni hat yapılır.
Ekim 2013
Uzun
yılların
ihmalinin
ardından
demiryolu
2000’lerde
“hız” kazanır.
Türkiye Yüksek
Hızlı Tren’le
(YHT) tanışır.
1980’li yılların ortalarında ise karayolu yapım seferberliği
başlatılır. GAP ve turizmden sonra ülkenin üçüncü büyük
projesi kabul edilen otoyollar için önemli yatırımlar yapılırken demiryolu kendi yağıyla kavrulmaya çalışır. Karayolu
ağırlıklı ulaşım politikaları sonucunda 1950-1997 yılları
arasında karayolu uzunluğu yüzde 80 artarken demiryolunda
bu rakam yüzde 11’de kalır.
Uzun yılların ihmalinin ardından demiryolu 2000’lerde
“hız” kazanır. Türkiye Yüksek Hızlı Tren’le (YHT) tanışır.
Takvimler 13 Mart 2009’u gösterirken Ankara-Eskişehir
arasındaki YHT ilk seferini yapar. Zaman rayların üzerinde
hızla akar ve iki kent arasındaki mesafe 1 saat 25 dakikaya
iner. 23 Ağustos 2011’de Ankara-Konya arasında hizmete giren Yüksek Hızlı Tren, yedi ay önce de Eskişehir ile Konya’yı
birbirine bağlar. Şimdi sırada Ankara-İstanbul arasını 3 saatte kat etmeye hazırlanan Yüksek Hızlı Tren var. Hedef ise
5 yıl içinde 14 şehri hızlı tren hattıyla birbirine bağlamak...
Görünen o ki demiryolunun Anadolu topraklarındaki 157
yıllık yolculuğu hızla devam ediyor. Şu anda saatteki hızı en
az 250 kilometre...
Kapak
TCDD Genel Müdürü
Süleyman Karaman:
TRENLERIMIZIN
HIZINA HIZ
KATIYORUZ
Söyleşi: Nehir Öztürk
Demiryoluna yapılan yatırımlarla hızlı, ekonomik ve
güvenli bir ulaşımın sağlandığını belirten TCDD Genel
Müdürü Süleyman Karaman, “Önemli projeleri hayata
geçirerek hem binlerce kişiye istihdam sağladık
hem de treni tekrar vatandaşımızın gündemine
taşıdık. Avrupa ve dünya standartlarındaki araç,
tesis ve makinelerle trenlerimizin hızına hız katıyoruz.
Demiryolu ulaşımına ilgi her geçen gün artıyor” dedi.
TCDD eylül ayında 157. yılını kutladı.
Geçmişten günümüze değerlendirdiğimizde demiryollarının ulaşım sektöründeki yeri ve önemi nedir?
Mevcut durumla ilgili bilgi vermeden
önce demiryolu tarihimize bakmakta
yarar var. 1856 yılında İzmir-Aydın
hattına ilk kazmanın vurulmasıyla
başlayan demiryolu tarihimiz inişli çık ışlı bir seyir izledi. Osmanlı
İmparatorluğu’nun son dönemi ile
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna
tanıklık eden demiryolları, Kurtuluş
Ekim 2013
31
32
KapakSöyleşi
Savaşı’nda önemli görevler ifa etti.
Gerek cephane taşınmasında gerekse
askerlerin cepheden cepheye sevkinde
demiryolları aktif olarak kullanıldı.
“Demiryolları bir ülkenin toptan tüfekten daha mühim emniyet silahıdır”
diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk,
demiryolunun sadece barışta değil,
ülke tehdit altındayken de ne kadar
önemli olduğunu gördü. Bu nedenle
Cumhuriyet’in ilk yıllarında onca
kıt kaynağa karşın Anadolu’yu demir
ağlarla örme seferberliği başlattı. 19241940 yılları arasında yüzde 80’i coğrafi
koşulların çetin olduğu Doğu’da olmak
üzere yaklaşık 3 bin 500 kilometrelik
demiryolu inşa edildi.
İkinci Dünya Savaşı ve dünyada
karayolu ağırlıklı politikalarla birlikte demiryoluna yatırım ödenekleri
gittikçe azaldı. Buna bağlı olarak demiryolunun yolcu ve yük taşımadaki
payı düştü. TCDD neredeyse 50 yıl
demiryolu ağının yetersizliği, altyapı
standartlarının düşüklüğü, demiryolu
araçlarının sayı ve nitelik olarak yetersizliği, sinyalli ve elektrikli hatların
azlığı, uzman personel eksikliği, diğer
ulaştırma türleri ile bütünleşme ve
rekabette sıkıntılar gibi yapısal sorunlarla adeta baş başa bırakıldı. TCDD
bu yapısal sorunlar içinde işletme ve
yatırım faaliyetlerini kısıtlı finansman
kaynaklarıyla sürdürmeye, tekeri döndürmeye çalıştı.
2003 yılında ise demiryolları yeniden devlet politikası haline geldi. Bunun sonucu olarak TCDD’nin yatırım
ödeneği büyük oranda artırıldı. 2003
yılından 2012 yılı sonuna kadar 2013
fiyatları ile demiryolu sektörüne yaklaşık 25,5 milyar TL kaynak aktarıldı.
Demiryoluna verilen önem yatırım
planlamasında kendini gösterdi. 2000
yılında 75 milyon TL olan demiryolu
sektörü ödeneği, 2012 yılında 55 kat artarak yaklaşık 4,1 milyar TL’ye ulaştı.
Ekim 2013
AnkaraEskişehir
Yüksek
Hızlı Tren
(YHT) hattının
2009 yılında
hizmete
girmesiyle
vatandaşımız
hem YHT
konforuyla tanıştı
hem de Türkiye
YHT teknolojisi
kullanan
dünyada 8’inci,
Avrupa’da 6’ncı
ülke oldu.
2003-2012 yılları arasındaki bu ödeneklerle hızlı, ekonomik
ve güvenli bir demiryolu taşımacılığının sağlanması ile diğer ulaştırma modları karşısında TCDD’nin rekabet gücü
artırılarak yolcu ve yük taşımacılığındaki payı yükseltildi.
Neler yapıldı, kısaca bahseder misiniz?
2003 yılından itibaren ulaştırma sistemi içerisinde demiryolu
yatırımlarına öncelik verilmesi sonucu 2003-2012 döneminde
1086 kilometre yeni demiryolu yapıldı. Asırlardır el değmeyen yollar yenilendi; araç filomuz güçlendirildi; sinyalsiz
hatlar sinyalli, hemzemin geçitler ise korunaklı hale getirildi.
Ankara-Eskişehir Yüksek Hızlı Tren (YHT) hattının 2009 yılında hizmete girmesiyle vatandaşımız hem YHT konforuyla
tanıştı hem de Türkiye YHT teknolojisi kullanan dünyada
8’inci, Avrupa’da 6’ncı ülke oldu. Tamamen Türk mühendis
KapakSöyleşi
ve işçisinin eseri olan Ankara-Konya YHT hattı 2011 yılında
hizmete girdi. Üçüncü YHT hattı Konya-Eskişehir ise 2013
yılında yolcu taşımaya başladı. Eskişehir-İstanbul YHT hattının Marmaray’la birlikte işletmeye alınması planlanıyor.
Ankara-Sivas, Ankara-İzmir ve Ankara-Bursa YHT hatlarında inşa çalışmaları sürüyor. Tüm bu yapılanların yanında
yerli demiryolu sanayisinin gelişmesi için de önemli adımlar
attık. Çankırı’da makas fabrikası, Erzincan’da ray bağlantı
elemanları fabrikası, Sakarya’da ise tren seti üreten Eurotem
fabrikasını hayata geçirdik. Yani günü kurtarmadık, Türkiyemizi geleceğe taşıyacak önemli projeleri hayata geçirerek
hem binlerce kişiye istihdam sağladık hem de treni tekrar
vatandaşımızın gündemine taşıdık.
TCDD 157. yılına yolcu sayısından tren setlerine kadar nasıl bir
tabloyla girdi?
Şunun altını çizmeliyim ki seyahatlerde tren yolculuğunun
her zaman ayrı bir yeri vardır. YHT’lerin hizmete girmesiyle
birlikte trenlerimize ilgi her geçen gün artıyor. YHT hatlarında 2009’dan günümüze yaklaşık 12 milyon yolcu taşındı.
2013 Ocak-Haziran döneminde 44,5 milyonu banliyö, 10,1
milyonu şehirlerarası olmak üzere 54,6 milyon yolcuya hizmet verildi. Ayrılıkçeşme-Kazlıçeşme arasında 29 Ekim 2013
tarihinde Marmaray banliyö trenlerinin sefere başlaması
ile 2013 yıl sonu itibarıyla 87 milyonu banliyö, 21 milyonu
şehirlerarası yolcu olmak üzere 108 milyon yolcu taşınması
bekleniyor. Bu rakamın 4 milyonu Yüksek Hızlı Tren yolcusudur. 2002 yılında 73 milyon olan yolcu sayısı yüzde 48
artışla 108 milyona ulaşmıştır. 2014 yılında Marmaray ve
Ankara-İstanbul YHT taşımacılığı ile yolcu sayısının yüzde
117 artışla 159 milyona ulaşmasını bekliyoruz.
Burada tren setlerimize değinmek isterim. TCDD’nin gelişen, hızlanan ve modernize olan yapısı içerisinde filomuzu,
atölye ve depolarımızı teknik, konfor, iş sağlığı ve güvenliği
yönünden hızlı bir şekilde yenilemeye, modernize etmeye ve
en son teknoloji makine-teçhizatla donatmaya çalışıyoruz.
Avrupa ve dünya standartlarında çeken ve çekilen araçlar,
tesis ve makinelerle trenlerimizin hızına hız katıyoruz.
Gururla ifade etmem gerekir ki TCDD Avrupa’da 6’ncı,
dünyada 8’inci Yüksek Hızlı Tren işletmecisidir. Bu işletimi
gerçekleştirebilmek için 12 adet YHT seti satın aldık. Setler
halen Ankara-Eskişehir, Ankara-Konya ve Eskişehir-Konya
hatlarında servis yapıyor. Bu setlerimizden HT 65001 dünyadaki en gelişmiş muayene sistemleri ile donatıldı ve “Piri
Reis” adıyla Ankara-Konya hattımızın testlerinde kullanıldı.
89 adet DE 33000 tipi dizel elektrikli lokomotif temin edildi.
Yük trenlerinde çalıştırılması planlanan 89 adet DE 33000
tipi lokomotif, 2003-2009 yılları arasında bağlı ortağımız
TÜLOMSAŞ’ta üretildi. Banliyö hatlarındaki araçlarımız da
yenilendi. 32 adet E 23000 tipi elektrikli banliyö treni temin
edildi. 12 adet 2 vagonlu MT 15000 tipi DMU tren seti alındı.
Bu setler Adana-Mersin, İzmir-Aydın ve Eskişehir-Kütahya
hatlarında kullanılıyor. Yük vagonlarıyla ilgili geliştirme ve
iyileştirmeler yapılıyor. 2013 yılı için 738 adet yük vagonu
imalatı planlanıyor. Yeni açılacak Ankara-Haydarpaşa-Halkalı, İstanbul-Konya, Ankara-Konya, Ankara-Afyonkarahisar-İzmir, Ankara-Sivas, Ankara-Bursa, İstanbul-Bursa
YHT hatlarında kullanılmak üzere 106 adet YHT seti temini
projeleri için 2013 yılı içinde ihaleye çıkılacak. 300 kilometre
hız yapan 6 adet çok yüksek hızlı tren seti ise 2015 yılından
itibaren filoya dahil edilecek.
İfade ettiğiniz gibi son yıllarda demiryolunda önemli atılımlar
gerçekleşti. Önümüzdeki dönem için yeni projeler söz konusu mu?
Şunu belirtmeden geçemeyeceğim ki demiryolları vatanını,
milletini seven, her şartta fedakarca çalışan çok büyük bir
ailedir. Böyle bir ekiple birlikte görev yapmaktan gurur duyuyorum. Yarım asırlık ihmalin izlerini silmek için canla başla
çalışılıyor. Bu bağlamda baktığınızda demiryollarına bir çivi
çakmak bile çok önemlidir. Türkiye’nin 2023 vizyonunda 10
bin km yeni YHT hattı ile 4 bin km konvansiyonel hat hedeflenmesi, mevcut sistemin modernize edilmesi, yerli demiryolu
Ekim 2013
33
34
KapakSöyleşi
sanayisinin geliştirilmesi, yerli ve yabancı özel sektörün
katılımının sağlanması gibi onlarca, yüzlerce projemiz var.
Bunun yanında personelimizin eğitimi ve gelişimi için atılan
adımlar da gelecek için büyük önem arz ediyor. 29 Ekim’de
Asya ile Avrupa’yı demir ağlarla kavuşturan Marmaray’ı,
yıl sonunda Ankara-İstanbul arasını 3 saate indirecek YHT
hattını hizmete açacağız. 100 yıllık projelerin hayata geçirilmesi dolayısıyla büyük bir heyecan ve gurur duyuyoruz.
Tüm bu projelerle demiryolları, ulaşım sisteminde kendini
daha fazla hissettirmekte, rekabet gücü artmaktadır. Sonuç
itibarıyla demiryollarını bir milim ileriye taşıyan her proje,
her adım çok önemli. Bu vesileyle demiryoluna destek veren
Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a, Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Bakanımız Sayın Binali Yıldırım’a
şükranlarımı sunuyorum. Demiryoluna inanan herkese teşekkür ediyorum.
Demiryolu ulaştırmasıyla ilgili yasa Meclis’ten geçti. Kanun neler
getirecek?
Türkiye Demiryolu Ulaştırmasının Serbestleştirilmesi Hakkında Kanun 1 Mayıs 2013 tarihinde yasalaştı. Bu dönemde
“Demiryolları özelleşiyor” şeklinde eleştiriler yapıldı. Bu
eleştiriler gerçeklere dayanmıyordu. Çünkü demiryollarının özelleştirilmesi değil, serbestleştirilmesi söz konusudur.
Demiryollarının serbestleşmesi esasında Türkiye’nin gelecekteki lojistik ve taşımacılık anlamında en büyük reformudur.
Bu düzenlemeyle mevcut demiryolu ağımızı çok daha verimli kullanacağız. Demiryolunun özellikle organize sanayi
bölgeleri, fabrikalar ve liman bağlantıları çok hızlı şekilde
yapılacak. Bunun yanı sıra özel sektör demiryolu işletmeciliği ve altyapı işletmeciliği de yapacak. Yeni demiryolu
yapıp işletip devredecek. Çok kapsamlı bir düzenleme. Yasal
düzenlemeler tamamlandığında özel sektörün de desteğiyle
ülkemizde demiryolu taşımacılığında hizmet kalitesi artacak,
hızlı tren ile yolcu taşımacılığı yaygınlaştırılacak. Bunların
sonucu olarak demiryolu taşımacılığının sektör içindeki payı
artacak ve TCDD’nin kamu üzerindeki mali yükü azalacak.
TCDD tecrübelerini farklı ülkelerle paylaşıyor. Bu konudaki çalışmalardan söz edebilir misiniz?
Uluslararası Demiryolları Birliği, uluslararası eğitimleri için
lider partner olarak TCDD’yi seçti. Bu doğrultuda Eskişehir
Eğitim Merkezi’nde Ortadoğu Demiryolu Eğitim Merkezi’ni
(MERTCE) kurduk. Burada bölgesel ihtiyaçlara yönelik
eğitim programları veriliyor. Ortadoğu ülkelerinden gelen
demiryolcular Eskişehir’de ders görüyor. Bunun yanında
ülkemizde düzenlenen demiryolu fuarı da marka oldu. Birçok
Ekim 2013
100 yıllık
projelerin
hayata
geçirilmesi
dolayısıyla büyük
bir heyecan
ve gurur
duyuyoruz. Tüm
bu projelerle
demiryolları,
ulaşım
sisteminde
kendini
daha fazla
hissettirmekte,
rekabet gücü
artmaktadır.
ülke Türkiye’deki fuarda stant açarak
hem bilgi alışverişi yapma hem de
demiryolundaki gelişmeleri yakından
takip etme fırsatı buluyor. Ayrıca YHT
hatlarımızı ve trenlerimizi incelemek
için Türkiye’ye heyetler geliyor. Biz
yurt dışında bazı incelemelerde bulunuyoruz. TCDD’nin hem yurt içinde
hem de yurt dışında saygın bir yeri
var artık.
TCDD sosyal sorumluluk projeleri de yürütüyor. Bu projelerin hedefleri ve kurumun
toplumla ilişkilerine katkıları nelerdir?
Demiryolları sadece ulaşım hizmeti
vermez, bir yaşam biçimi de sunar. Ülkemizin modernleşmesinde lokomotif
görevi gören demiryolları, toplumun
ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasında çok önemli bir rol üstlenmiştir. Anadolu insanı sağlıktan eğitime
kadar birçok “ilk”le demiryolu sayesinde tanışmıştır. Benim de çocukluğumda tren sadece ulaşım aracı değildi, bir
anlamda medeniyetle bizi buluşturan
bir araçtı. Bu nedenle tren şiirlere,
şarkılara konu olmuş; hasretin, kavuşmanın simgesi haline gelmiştir. Yarım
asırlık ihmal sürecinde bu özelliğini
yitiren tren, yeniden toplum hayatında
kendini hissettirmektedir. YHT’lerle
ulaşım a lışkanlık ları değişmekte,
kentler arasındaki etkileşim artmakta,
garlarımız ve istasyonlarımız kentlerin
cazibe merkezi haline gelmektedir.
Trenin ülkemizin en ücra köşelerine
kadar ulaşabilmesi nedeniyle çeşitli kurumlarla işbirliği içinde sosyal sorumluluk projeleri yürütüyoruz. Örneğin
dünyada bir ilk olan “Tiyatro Treni”
ile 7’den 70’e her yaştan kişiyi tiyatroyla buluşturduk. “Gençlik Treni” ile
gençlerimizin ülkemizi tanımalarını,
kaynaşmalarını amaç edindik. Bu
projeler devam ediyor, çok da güzel
oluyor. Treni bilmeyen çocuklarımız,
gençlerimiz treni keşfediyor.
Ankara’nın
başkent oluşunun
yıldönümü...
90.
ANKARA
Ey insan arşı yayla! Ey bozkır! Ey Ankara!
Seslen bana: Ben senden nasıl uzak yaşarım;
Bahtım, senin bağrından ayrıldığım an kara,
Ben sendeki gözlerden feyz alarak yaşarım.
“Halep ordaysa arşın burda” dersen ne çıkar?
Sende al atım için meydan da cirit de var.
Başka yerin sahrası hız almaya bile dar!
Ben sende heyecanım şahlanarak yaşarım!
Koşarım bozkırlarda gem bilmeyen bu tayla,
Hislerim sürü sürü benim, bağrım da yayla.
Ana gibi, yar gibi kaynaştım Ankara’yla,
Alnım gökten yukarı, mermerden ak yaşarım.
Fatih’in gemileri nasıl kaydı karada?
Nasıl bir sızı vardır şerefli bir yarada?
Ben böyle imkânsızlık içinde Ankara’da,
Hayatımı sürerim, hislerimi yaşarım.
Gönlümü atsalar da dünyanın bir ucuna,
Düşer bir gülle gibi Ankara’nın burcuna,
Bilmem şahin sığar mı avuçların ucuna,
Ankara’da ben böyle çırpınarak yaşarım.
Behçet Kemal ÇAĞLAR
Ekim 2013
Yerel
seçimlere
iddialı
hazırlanıyorlar
Songül Baş
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
temsil edilen siyasi partilerin
genel başkan yardımcılarına yerel
seçim hazırlıklarını ve
31 Mart 2014 sabahı nasıl bir
tablo beklediklerini sorduk.
Yanıtlar siyasi partilerin
sandıktaki iddialarını ortaya
koyuyor.
Ekim 2013
T
ürkiye yerel seçimler için sandık başına gitmeye hazırlanıyor. 30 Mart 2014
tarihinde yapılacak seçimlerin heyecanı şimdiden kendini hissettiriyor. Siyasi partiler yerel seçimlerden en iyi sonuçla çıkabilmek için yoğun bir çalışma
yürütüyor. Bir yandan aday belirleme süreci devam ederken bir yandan seçim
kampanyaları hazırlanıyor. Sandıkta “gülen taraf ” olmak için her konunun
üzerinde titizlikle duruluyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilen dört siyasi partinin seçim
hazırlıklarını ve 31 Mart 2014 sabahı nasıl bir tablo beklediklerini yerel yönetimlerden sorumlu genel başkan yardımcılarına sorduk. Adalet ve Kalkınma
Partisi (AK Parti) Genel Başkan Yardımcısı ve Antalya Milletvekili Menderes
Türel, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara
Milletvekili Gökhan Günaydın, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel
Başkan Yardımcısı ve Yozgat Milletvekili Sadir Durmaz, Barış ve Demokrasi
Partisi (BDP) Eş Genel Başkan Yardımcısı ve Muş Milletvekili Demir Çelik’e
şu soruları yönelttik:
“Partinizin 30 Mart 2014’te yapılacak yerel seçimlere yönelik hazırlıkları
nelerdir?”, “Partiniz yerel seçimler öncesinde seçmene hangi mesajlarla seslen-
Dosya
“Başarılı
belediyecilik hizmetlerinden tüm
meyi, özellikle hangi konulara vurgu
yapmayı planlıyor?”, “Yerel seçimlerin
ardından hem Türkiye hem de partiniz
için nasıl bir tablo öngörüyorsunuz?”
Sorulara aldığımız yanıtlar siyasi
partilerin yerel seçimlere verdikleri
önemi ve sandıktaki iddialarını ortaya koyuyor. 30 Mart 2014 tarihinde
sandıktan birinci parti çıkacaklarına
inandıklarını belirten genel başkan
yardımcıları, yerel yönetimlerdeki
başarılarının altını çiziyor. Dikkat çekilen bir başka nokta ise yerel seçimler
sonucunda oluşacak tablonun Ağustos
2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimi ve
Haziran 2015’teki genel seçimler için
de “ipuçları” vereceği…
vatandaşlarımızın istifade
etmesini gönülden arzu ediyor
ve çalışmalarımızı ona göre
sürdürüyoruz.”
Menderes Türel
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Antalya Milletvekili
Y
erel seçimlere yönelik hazırlıklarımızı son derece yoğun
bir şekilde sürdürüyoruz. Bir taraftan kampanya stratejilerimizi ve çerçevesini tamamlamaya çalışırken diğer taraftan
doğru adayların bulunması, uygun isimlerin belirlenmesi
yönündeki analizlerimize yoğun şekilde devam ediyoruz.
Biz AK Parti olarak belediyeciliğin ustası bir partiyiz. Zira
partinin başında belediyecilik konusunda mucizevi başarılara imza atmış bir baş usta bulunmaktadır. Bu yüzden biz
AK Parti olarak bütün belediyelerimizde sunmuş
olduğumuz başarılı belediyecilik hizmetlerinden tüm vatandaşlarımızın istifade etmesini
gönülden arzu ediyor ve çalışmalarımızı
ona göre sürdürüyoruz.
“Yerel seçimlerin ardından hem
Türkiye hem de partiniz
için nasıl bir tablo öngörüyorsunuz?” sorusunu
şu şekilde cevaplayayım… Tabii ki bizim
Ekim 2013
37
38
Dosya
arzumuz Türk iye’nin kalk ınması,
refahıdır. İnsan haklarına dayalı bir
ülke olması, demokratikleşmesidir.
Bu çerçevede 10 senede Türkiye çok
önemli mesafeler katetmiştir. Ancak
maalesef Türkiye’nin demokrasisine
göz dikenler vardır. İşte bunlarla ilgili
birtakım antidemokratik girişimlere
karşı ülkemiz mücadele etmektedir.
Ben Türkiye’nin yerel seçimlerde bir
kez daha yeni bir demokrasi sınavını
başarıyla tamamlayacağını düşünüyorum.
Gökhan
Günaydın
CHP Genel Başkan Yardımcısı
ve Ankara Milletvekili
Y
erel seçim hazırlıklarımız uzun
zamandır hız kesmeden devam
ediyor. 23 Mayıs 2012 tarihinde “Yerel
Seçimler İçin Hedef 2014” adını verdiğimiz yerel seçim strateji belgesini
açıkladık. Bu belge ile seçim sürecine
yönelik ne zaman, ne yapacağımızı
kamuoyunun bilgisine sunduk. 2012
sonbaharından itibaren yaptırmış
olduğumuz anketlerle de yerel politikalarımızı yönlendirmekteyiz.
2 Eylül 2013 itibarıyla tüm Türkiye’de
aday adaylığı başvurularını aldık.
Başvurular kabul edilirken dönemin
dinamikleri olan gençler ve kadınlardan adaylık ücreti alınmadı. Aynı
şekilde yüzde 33’lük kadın kotası
ve yüzde 10’luk gençlik kotası
ile gençlere ve kadınlara bir
çağrı yapmış olduk. Onları
“ana gemi”de siyaset yapmaya davet ettik.
30 Ma r t 2014’te 1396
noktada seçime gireceğiz.
Bu noktaların hepsine ay rı ay rı
Ekim 2013
“Gençler
ve kadınlardan
adaylık ücreti
alınmadı. Yüzde
33’lük kadın
kotası ve yüzde
10’luk gençlik
kotası ile gençleri ve kadınları
‘ana gemi’de
siyaset yapmaya davet ettik.”
ve doğru bir şekilde temas etmeye çalışıyoruz. Bu açıdan
Bursa’nın Mudanya’sından Ardahan’ın Posof ’una kadar tüm
coğrafyaya hakim olacak şekilde bir anlayış sergiliyoruz.
Aday belirleme süreci ile ilgili olarak tüzüğümüzün
bizlere sunmuş olduğu imkanlar çerçevesinde hareket ediyoruz. Hem örgütümüzün hem de halkımızın isteklerini ve
beklentilerini karşılayabilecek en uygun yöntemi bulmaya
çalışıyoruz. Çünkü doğru adayı bulabilmek doğru yöntemlerle mümkündür ve bizler bu yöntemlerle halkta ve örgütte
karşılığı olan adaylar bulma gayretindeyiz.
Resmî seçim kampanyamız güleryüzlü, halkçı ve kucaklayıcı olacaktır. Partimizin 90’ıncı yaşını kutladığı bugünlerde
“Dev Çınar, Yeni Filiz” söyleminden de anlaşılacağı üzere
bu kampanya önceki seçim kampanyalarımıza benzemeyen,
ancak CHP ilkeleriyle barışık ve onun üzerine “zamanın
ruhu”nu koymuş bir kampanya olacaktır.
CHP bu seçim döneminde daha planlı, programlı, katılımcı, aklı ve bilimi kullanan, halka daha çok temas eden bir anlayışla seçimleri en iyi sonuçla kazanmak için çalışmaktadır.
Ancak, “Kazanmak yetmez, kazandığını iyi yönetmek lazım”
diyoruz. Bu bakımdan Türkiye’nin en başarılı belediyelerinin
de CHP’li belediyeler olduğunu söylüyoruz. Üstelik bu başarı,
belediyelerimizin ellerini kollarını bağlayan yasalara rağmen
gerçekleşmektedir. Türkiye’de yaratılan algı “Bir belediye
iktidar partisi mensubu değilse başarısız olur” şeklindedir.
Biz bu algının doğru olmadığını göstermek için 28 Mayıs-2
Haziran 2013 tarihleri arasında iki bin proje arasından seçtiğimiz beş yüz projeyi “Proje ve Hizmet Fuarı”nda halkımızla
buluşturduk. Bu fuarda herkes belediyelerimizin kendi kaynaklarını yaratarak büyük başarılara imza attığını gördü.
Cumhuriyet Halk Partisi 30 Mart 2014 yerel seçimlerinden
zaferle çıkma gayesindedir. Şu an itibarıyla 534 olan belediye
Dosya
sayımız, inanıyorum ki 31 Mart 2014 sabahı büyük oranda artış gösterecek. Son
yıllarda hızlı bir ivme yakalayan partimiz, bu artış ile birlikte 2015 yılındaki genel
seçimlerde iktidar olma yolunda önemli bir adım atmış olacak.
Sadir Durmaz
MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Yozgat Milletvekili
M
illiyetçi Hareket Partisi, mahalli idareleri millî kalkınma ilke, hedef ve politikalarının yerel uygulayıcıları ve yurt sathında yaygınlaştırılmasının öncelikli
paydaşları olarak nitelendirmektedir. Partimiz, yerel yönetimleri vatandaş memnuniyetini ve hayat kalitesinin yükseltilmesini ülkü edinen hizmet kurumları olarak
değerlendirmektedir. Demokratik, insan hakları ile din ve vicdan özgürlüğüne
saygılı; sosyal adaleti, toplumsal huzuru, hizmette eşitliği ve vatandaşı bilgilendirmeyi amaç edinen; değişim ve gelişimde millî ve evrensel değerleri
bütünleştiren; yerel hizmetleri vatandaşa en etkili biçimde sunan anlayış,
yerel yönetimler açısından siyasi anlayışımızın temelini oluşturmaktadır.
Mahalli idareler seçimlerine hazırlık çalışmalarını yürütmek için il,
ilçe ve belde teşkilatlarında yer alan yöneticiler, belediye ve il genel meclisi
üyeleri ile sürece katkı sağlayacak uzman kişilerin yer aldığı komisyonlar oluşturuldu. Genel siyasi eğilimleri ve mevcut belediyelerin
faaliyetlerini değerlendiren anket çalışmaları yaptırıldı. Kamuoyu yoklamaları belirli aralıklarla devam ettirilmektedir.
Tüm çalışmalarımız tamamlanmıştır.
Seçimlere en hazır parti olduğumuzu
ifade edebiliriz.
Milliyetçi Hareket Partisi bugüne
kadar kendisine emanet edilen yerel
yönetimlerde ortaya koyduğu yönetim
yeteneklerini, bir değerler manzumesi
olarak milletimizin hizmetine sunmayı görev addetmiştir. Millet emanetine
sahip çıkarken, aynı zamanda vizyoner
bir yaklaşımla geleceği kucaklamak,
gelecek nesillere daha yaşanabilir bir
ülke bırakmak en önemli önceliğimizdir. Bu sebeple ülkemizin yeni
bir belediyecilik vizyonuna ihtiyaç
duyduğu gerçeğinden hareketle partimiz “Üretken Belediyecilik” modelini
geliştirmiş ve milletimizin istifadesine
sunmuştur. “Üretken Belediyecilik”,
toplumun ayrıştırılmasına karşı geliştirilen önemli ve etkili bir belediyecilik
anlayışı olarak hem birlik ve beraberliğimizi güçlendiren hem de hizmette
kalite, etkinlik ve sürekliliği sağlayan
bir yerel yönetim anlayışıdır.
Kamuoyunda dürüst belediyecilik
denince ilk akla gelen MHP’li belediyelerdir. Partimiz mahalli idareler
seçimlerinde insanı merkeze alan
kutlu bir hizmet anlayışına sahip,
temsil ettiği milliyetçi fikirlerin
yüksek sorumluluğunu taşıyan,
sağlıklı ve huzurlu bir toplumun
yetişmesinde görev almaya talip,
mahalli idarelerin demokrasi içindeki yeri ve
önemine vakıf, büyük milletimizin
Ekim 2013
39
40
Dosya
kardeşliğini korumakta kararlı, dürüst hizmeti ilke edinen
adaylar ve kadrolarla yola çıkacak ve başarıya ulaşacaktır.
Hedefimiz mahalli idareler seçimlerinde partimizi birinci
parti yapmaktır.
Mahalli idareler seçimleri, sonuçları ve yaratacağı etki
itibarıyla tüm siyasi partiler ve ülkemiz açısından önemli
bir dönüm noktası olacaktır. Bu seçimlerin sonuçları aynı yıl
yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimini ve 2015’teki milletvekilliği genel seçimlerini de etkileyecektir. Bu açıdan mahalli
seçimler yalnızca yerel yöneticilerin seçimi olmayacaktır,
aynı zamanda ülkemizin siyasal gidişatını belirleyecek ve
geleceğinin nasıl şekilleneceğine dair işaretler verecektir.
Demir Çelik
BDP Eş Genel Başkan Yardımcısı ve Muş Milletvekili
Y
erel seçim çalışmalarımıza başlamadan önce birçok
ilkesel karar aldık. Bu kararlar halkımızın tercih ve
taleplerinin birebir karşılanması amacını taşımaktadır. Bu
temel ilke çerçevesinde seçim çalışmalarımıza start verdik.
Belediyelerimizin hizmetlerinin ne derece yeterli olduğunu
araştırmak ve eksikliklerimizi tespit etmek öncelikli hedefimizdi. Gördük ki halk herhangi bir talebi için belediyelerimize koşulsuz gidebiliyor. Bu aslında bugüne kadar kamu
daireleri ile halk arasında oluşan sert duvarların yıkılması
demektir. Yaptığımız kamuoyu araştırmalarında halkımızın
yüzde 80’inin belediyelerimizin hizmetlerinden memnun
olması bunun bir göstergesidir.
Biz hazırlıklarımızı yaparken yüzde 80’in memnuniyeti
üzerinden hareket etmedik, bizimle farklı bakış açısına sahip
yüzde 20’nin memnun olmama nedenlerini baz aldık. Bu
oran siyasi bir görüş farklılığına dayansa da biz bu durumu
asla küçümsemiyoruz. Halkımızın bütün bileşenlerinin istek
ve talepleri bizim için önemlidir. Bizler siyasi görüş farklılığı
bulunan kesimler de dahil olmak üzere toplumun bütün
kesimlerine hiçbir fark gözetmeden hizmetlerimizi sunmaya
devam ettik ve edeceğiz. Bu anlayışımızı aday belirleme
süreçlerine de yansıtmaktayız. Daha önce hangi siyasi
görüş içinde olursa olsun, bu dönem partimizde görev
almak isteyen ve halkımıza hizmet edeceğine inanan
herkese kapılarımızı açtık.
Adayların belirlenmesinde esas belirleyici halkımızın eğilimi olacaktır. Halkın genel eğiliminin aday şahsında yaşam bulması için
parti içi mekanizmalarımızı kurmuş
bulunmaktayız. Partimize oy veren,
vermeyen, hatta vermeyecek olan
Ekim 2013
kesimlerden görüş ve öneriler alacağımız bir mekanizma
geliştirdik. Buradaki esas amacımız, seçimleri kazandığımız
yerlerde, partimize oy vermeyen kesimlerin temsil haklarını
korumaktır.
Biz ezilen tüm halklar ve kimliklerin temsiliyetini hassasiyetle yerine getirmeye çalışan bir partiyiz. Bu nedenle
bizleri seçenler, kendi kendilerini yönetmek adına seçiyorlar.
Hangi uygulamanın ne şekilde hayata geçeceğine halkın kendisi karar verecek. Bizler vekaleten bu görevi aldığımızı her
fırsatta dile getirmeye, bu algıyı canlı tutmaya çalışacağız.
Bize oy veren herkesin bizden hesap sorma, gerekçe isteme
hakkını da her zaman koruyacağız. Seçimlerdeki temel
vurgularımız da bunlar olacak.
Elimizdeki veriler ışığında söylemek gerekirse,
önümüzdeki yerel seçimlerde BDP’li belediyelerde
ciddi bir artış görülecek. Bu seçim, içinden geçtiğimiz süreç itibarıyla barışın nasıl tesis edileceğinin de
belirlendiği, demokratik zemini güçlendiren bir seçim
olacak. Halklar kendi iradelerini yeni yönetimlerde
daha fazla görme isteğiyle sandıklara gidecek. Bu nedenle önümüzdeki seçimlerin Türkiye’nin yaşadığı
en kritik seçimlerden biri olacağı kanaatindeyim.
Göğe uzanan
demokrasi
Macaristan Parlamentosu pek çok “en”in taşıyıcısı; hem Avrupa’nın
en eski parlamento binalarından biri, hem de Macaristan’ın en
büyük, Budapeşte’nin ise en yüksek yapısı. Kıta Avrupası’nın en
görkemli yapılarından biri sayılan parlamento binası aynı zamanda Macaristan’ın önemli simgelerinden.
Elif Çelik
Ekim 2013
Budapeşte’nin
altın tacı
1846
Kutsal Taç,
Macaristan’ın ilk kralı
Stephen’a ithafen “Aziz Stephen’ın
Tacı” olarak da adlandırılıyor.
Macaristan krallarının 12. yüzyıldan
itibaren giydiği bu taç, tüm Avrupalı
Hıristiyan hükümdarların taçları
gibi sembolik bir hale olarak
algılanır, onu giyenin ülkeyi ilahî
bir hakla yönettiğine inanılırdı.
Ekim 2013
yılında, “Ülkenin bir eve ihtiyacı var” diyordu Macarların ünlü şairi
Mihály Vörösmarty. Öyle ya, Macar Krallığı’nı kuran Árpád Hanedanı devleti yönetirken mekan gözetmemişti, sonraki yüzyıllardaysa başrahipler,
baronetler, asilzadeler ve aristokrat yurttaşlar olmak üzere dar bir kesimden oluşan
“ülke”, konsillerde toplanmıştı. Ne var ki Aydınlanma Çağı bu gidişatı değiştirdi
ve yönetim hakkı halkın daha geniş bir kesimine verildi. Artık ülkenin, kelimenin
tam anlamıyla kendine ait bir evi olması gerekiyordu; ama bu ev bir saray değil,
henüz kundaktaki demokrasiyi temsilen tüm şehrin üzerinde yükselecek, göklere
uzanacak bir yapı olmalıydı.
Pek çok mücadele ve çalkantıyla geçen yılların ardından, 1882 yılında bu önemli
yapının mimari tasarımı için bir yarışma düzenlendi. Yarışmada bir adım öne
çıkan Imre Steindl’ın tasarımı tarihe ayna tutacak eklektik bir binaydı; pek çok üslupsal öğeyi barındırıyordu ve aynı zamanda yenilikçiydi. Dışarıdan bakıldığında,
1830-1900 yılları arasında altın çağını yaşamış olan neo-Gotik üslubun en gösterişli
örneklerinden birini sunacaktı; içiyse Rönesans ve Barok öğeleriyle donatılacaktı.
1885 yılında temelleri atılan binanın açılış töreni, ülkenin bininci yıldönümü
olan 1896’da yapıldı. 1904 yılında inşası tamamen bittiğinde, Avrupa’nın en büyük
parlamento binasıydı. Bu süre boyunca bin civarında işçinin emek verdiği inşaatta 40 milyon tuğla, yarım milyon değerli taş ve 40 kilogram saf altın kullanıldı.
Bugün Tuna nehri boyunca sıralanmış yüzlerce binanın arasından yükselerek bizi
büyüleyen binanın o dönemde yarattığı hisleri hayal etmek bile çok zor...
Mimarın Rönesans üslubunda bir kubbeyle taçlandırdığı bina hem içinde hem
de dışında tam bir simetriye sahip. Öyle ki, birbirinin tıpatıp aynısı olan iki tane
meclis salonu var. Binanın yapıldığı dönemde çift meclisli olan Macar Parlamentosu
bu farklı salonlarda toplanıyor, birleşik oturumlar ise kubbeli salonda gerçekleş-
Dünya Parlamentoları
Böylesi bir ihtişam
sadece binanın kendinde
değil şüphesiz, bir de
önünde mağrurca süzülen
Tuna Nehri var ki nice
şiire, şarkıya, klasik müzik
eserine, hatta türküye
ilham kaynağı olmuş...
tiriliyordu. Macaristan Cumhuriyeti,
23 Ekim 1989 tarihinde parlamento
binasının Kussoth Meydanı’na bakan
balkonundan Mátyás Szűrös tarafından ilan edildi. O tarihten bu yana
Macaristan Parlamentosu, Ulusa l
Meclis’ten oluşuyor ve bugün, eski
yasama organının meclis salonunda
toplanıyor. Eski ayan meclisi ise günümüzde konferans ve toplantılar için
kullanılıyor. Bugün toplam 386 koltuğa
sahip Macaristan Parlamentosu’nda
milletvekili seçimleri dört yılda bir
yapılıyor. Başbakan ve cumhurbaşkanı ise parlamento üyeleri tarafından
seçiliyor.
Bina nın içinde 152, dışında 90
olmak üzere toplam 242 heykel yer
alıyor. Ön cephede; Macarların atası
Ekim 2013
43
44
Árpád ve Kutsal Roma İmparatoru I.
Ferdinand gibi önemli hükümdarların, Transilvanyalı önderlerin ve ünlü
askerlerin temsilî heykelleri yerleştirilmiş. Pencerelerin üzeriyse krallara
ve düklere ait hanedanlık armalarıyla
süslenmiş. Ana girişin iki yanında aslan heykelleri karşılıyor gelenleri.
Altını olan kuralları koyar
Parlamento binasının içi altın gibi
ışıldıyor dersek yanlış olmaz, hemen
hemen her yerde altın varaklı süslemeler kullanılmış. Ana girişten binaya
girildiğinde fevkalade dekore edilmiş
ve Korint sütunlarıyla süslenmiş merdivenlerden çıkarken bir yandan da
tavandaki freskolara takılıyor gözünüz. Macaristan tarihini anlatan bu
Ekim 2013
Dünya Parlamentoları
freskoların her biri ayrı bir zarafet ve
incelikle yapılmış. Ayrıca mimarın ve
Macaristan tarihi için önem taşıyan
bazı kişilerin heykelleri de bu bölümde
yer alıyor.
Kubbeli salon, binanın tam merkezinde bulunuyor ve onaltı kenarlı
poligon bir plana sahip. “Macaristan’ın
Kutsal Tacı”, kraliyet asası, bir küre
ve kılıç 2000 yılından beri kubbeli
salonda özel bir muhafaza içinde sergileniyor. Kubbe içinin ve duvarların
neredeyse tamamının altın varakla
bezendiği bu salonda bulunup da gözlerin kamaşmaması mümkün değil...
Nispeten daha sade olan vitray ve cam
mozaik çalışmaları, Miksa Róth’a ait.
Binada cumhurbaşkanı ve başbakanın çalışma ofisleri dahil toplam 700
oda yer alıyor. Parlamento binasının
mimarisi kadar ilgi çeken bir diğer
özelliği de Budapeşte’nin sıcak yaz
Macaristan Parlamentosu’nun kütüphanesi yarım milyon civarında kitap ve
doküman barındırıyor.
Komünist rejim süresince binanın
kubbesinde yer alan dev kızıl yıldız,
1990 yılında kaldırılmış.
Viyana’da güzel sanatlar fakültesinde okuyan mimar Imre Steindl,
gönül verdiği tarihselciliği, Rönesans ve Gotik mimariyi Macaristan
Parlamentosu’nda bir araya getirerek
şaheser ortaya koymuş. Ne var ki tüm
dünyanın hayran kaldığı bu görkemli
yapıyı Macarlara kazandıran mimar,
binanın inşası henüz tamamlanmadan
görme yetisini kaybetmiş.
günleri için tasarlanmış olan özel havalandırma sistemi. Binanın önündeki
iki su kaynağından içeriye, toplantı
odalarına dek uzanan dar tüneller aracılığıyla taşınan sular, serin ve ferah bir
hava sağlıyormuş. Tünellerden bazıları
zaman içinde kapatılmış, kalanlarsa
yazın buzlarla doldurularak bugün bile
klima niyetine kullanılıyor.
Binanın muhteşem güzellikteki ön
cephesi Tuna nehrine bakıyor, ana
giriş ise diğer taraftaki Kossuth Meydanı üzerinde yer alıyor. Macaristan
için tarihî ve siyasi bakımdan önem
taşıyan bu meydana, bağımsızlık mücadelesinde büyük payı olan Ferenc II.
Rákóczi ile meydana adını veren Lajos
Kossuth’un heykelleri dikilmiş. Ayrıca 1956 yılındaki Macar Devrimi’nin
kahramanları ve kurbanları onuruna
yakılan sonsuz ateşi de burada görmek
mümkün.
Ekim 2013
45
46
“Güçlü Yarınlar”
için büyük yatırımlar
“G
Suat Kılıç
Gençlik ve Spor Bakanı
Bakanlık olarak gençlik ve spor
yatırımlarına büyük kaynak ayırdık. 2002
yılında devletin gençlik ve spor alanında
yaptığı yatırım sadece 63 milyon lira
iken bu rakam bugün 5 milyar 268
milyon 330 bin liraya ulaşmış durumda.
Ekim 2013
üçlü Yarınlar” sloganıyla iki yıl önce çıktığımız yolculukta bugün
yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. Olimpiyat heyecanını
geride bırakıp sporda söz sahibi, olimpik değerlere sonuna kadar bağlı
bir Türkiye için artan heyecanımızla çalışmalarımıza son sürat devam
ediyoruz.
Ülkemiz son 10 yılda düzenlediği uluslararası büyük spor organizasyonları ile sporda önemli bir merkez haline geldi. Gençlik ve Spor
Bakanlığı olarak iki yılda başlattığımız, bitirdiğimiz ve devam ettiğimiz
projelerle ve yatırımlarla organizasyon becerilerimizi sürekli kılmak
adına kalıcı işler yapıyoruz. Bu bağlamda Bakanlık olarak gençlik ve spor
yatırımlarına büyük kaynak ayırdık. 2002 yılında devletin gençlik ve spor
alanında yaptığı yatırım sadece 63 milyon lira iken bu rakam bugün 5
milyar 268 milyon 330 bin liraya ulaşmış durumda.
Bu kapsamda yürüttüğümüz spor tesisi sayısı 786. Bunları açmak
gerekirse, ülke genelinde yapımına devam edilen veya ihale sürecinde
olan stadyumların adedi 25. Bunların maliyetleri 2 milyar 656 milyon
527 bin lira. Yapımına devam eden ve maliyeti 168,5 milyon lira olan
futbol sahalarının adedi 267. Maliyeti 1 milyar 50 milyon 199 bin lira
tutan 193 spor salonunun inşaatı sürerken, aynı şekilde yapımı devam
eden atletizm pistlerinin adedi 21 ve maliyetleri 84 milyon 431 bin lira.
Tenis kortu, cimnastik salonu ve diğer branşlardaki spor tesislerinden yapımına devam edilenlerin adedi 78 ve bunların maliyeti de 564,8 milyon
lira. Yine yurt genelinde yapımına devam edilen 48 havuzun maliyeti ise
363,5 milyon lira.
Sporun tüm toplum katmanlarına yayılmasının ancak güçlü bir alt
yapı ile mümkün olacağının farkındayız. Bununla birlikte bu düşünceler-
47
le çıktığımız yolda çalışmalarımızı sadece alt yapıyla sınırlandırmıyoruz.
İnşa ettiğimiz tesislerin ancak insanımızın etkin kullanımıyla bir mana
ifade edeceğinin bilincindeyiz. Sporda söz sahibi olmanın yolu güçlü alt
yapının yanında olimpik değerlere sahip elit sporcularla mümkün.
2002 yılında Türkiye’de lisanslı sporcu sayısı 268 bin iken bugün
itibarıyla 4 milyon 750 bin rakamına ulaştı. Bu, hükümetimizin spora
verdiği önemi göstermesi açısından önemli bir veri. Bu rakam, lisanslı ve
faal sporcularımızın sayısı, önem verilen ve nitelikli özel tesislere kavuşturulan branşların sayısı her geçen gün artacak. Bakanlık olarak amatör
branşlara yönelik malzeme ve tesisleşme konusundaki desteklerimiz de
devam edecek.
Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla başladığımız
2020 Yaz Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları adaylık sürecinde sıklıkla dile
getirdiğimiz gibi Türkiye olarak olimpik harekete olan inancımızı koruyor
ve bu inancı geliştirmeye, güçlendirmeye devam ediyoruz.
Bu süreçte milletimizin gösterdiği olimpiyat tutkusu her türlü takdirin üzerindedir. Türk toplumu olimpik ruha, İstanbul halkı olimpiyat
felsefesine büyük bir tutkuyla sahip çıktı. Ev sahibi olmak isteyen değil,
adeta olimpiyatın doğduğu bir ülke gibi büyük bir tutku, heyecan ve
istek toplumun bütün katmanlarına egemen oldu. Milletimizin olimpiyata gösterdiği büyük ilgi ülkemize çok daha büyük eserler, değerler ve
katkılar kazandıracaktır.
Sayın Başbakanımızın ve hükümetimizin büyük desteği ile Türkiye’nin
spor ülkesi olma yolundaki vizyonu ve gayreti had safhadadır.
Bakanlık olarak kendimize şiar edindiğimiz “Güçlü Yarınlar”ı yakalama kararlılığının itici gücü hiç şüphesiz geleceğimizin teminatı gençleri-
mizdir. Bu açıdan Bakanlığımızın kuruluşuyla birlikte gençlik politikaları
da artık tek elden yürütülüyor. Gençlerimizi geleceğe daha iyi hazırlama
adına önemli adımlar attık, atıyoruz, atacağız. Yükseköğrenim Kredi ve
Yurtlar Kurumu’na bağlı yurtlarımızı adeta otel konforuna kavuşturduk.
Şu an yurtlarımızda kalan öğrenci sayısı 310 bin. Bu rakamın yıl sonunda
350 bine çıkacağını tahmin ediyoruz. Halen 184 yurdun yapımına devam ediyoruz. Bunun yanında mevcut yurtlarımızda geçtiğimiz eğitimöğretim sezonu içinde ücretsiz internet devrini başlattık. Ranza sisteminden 2-3 kişilik odalara geçen yurtlarımızda kalan 310 bin gencimiz için
310 bin elyaf yorgan satın aldık. Yurt odalarımızda ilk etapta 32 bin mini
buzdolabı da bu eğitim-öğretim sezonunda yerini aldı.
Yükseköğrenimdeki öğrencilerimize Bakanlık olarak bu yıl başlangıç
ödeneğinde 5 milyar 328 milyon 558 bin lira ayırdık. Yıl sonunda bu
rakamın 6 milyar 191 milyon 289 bin liraya ulaşacağını tahmin ediyoruz. Şu an 301 bin 800 burslu öğrencimiz bulunurken bu sayı yenilerle
birlikte 1 Ocak 2014 itibarıyla 400 bin kişiye çıkacak. Kredi verdiğimiz
öğrenci sayısı ise 680 bin. İsteyen her öğrencimize 12 ay boyunca ayda
280 lira öğrenim kredisi veriyoruz. Bunun yanında yüksek lisans öğrencilerine 560, doktora öğrencilerine ise 840 lira burs ve kredi yardımında
bulunuyoruz.
Tüm bunlar şüphesiz önemli ve büyük işler, fakat bu memleketin
ve milletin her şeyin en iyisine layık olduğuna inanan bir siyasi kadro
olarak, daha iyisini yapmak ve “Güçlü Yarınlar”a ulaşmak için milletin
verdiği yetkiyi yine millet adına, milletin çocukları için sonuna kadar
kullanma aşkı ve heyecanı içinde durmaksızın çalışmaya devam ediyoruz
ve edeceğiz.
Ekim 2013
48
Röportaj
1995 ve 1999 yıllarında
milletvekili seçilen Yılmaz
Karakoyunlu ile hem siyaset
hem de edebiyat konuştuk.
Siyaset yaparken kullanılan
dilin önemine işaret eden
Karakoyunlu, “Diliniz bir kere
bozulursa siyasetinizin etkin
ve sağlam kalması mümkün
olmaz” diyor. Karakoyunlu
okurlarına ise yeni romanların
müjdesini veriyor.
Yılmaz Karakoyunlu:
Siyaset dili terbiye demektir
Röportaj: Nehir Öztürk
“D
oğmadığın, büy ümediğin bir toprakta hiçsin demektir”… Yılmaz
Karakoyunlu’nun Mor Kaftanlı Selanik isimli romanından bir cümle bu…
Hem dikkat çekici hem de yakıcı. 1920’lerde Türkiye ile Yunanistan arasında
yaşanan mübadeleyi konu aldığı son romanı yaklaşık bir yıl önce okurla buluşan
Karakoyunlu, şu sıralar yeni eserlere hayat vermeye hazırlanıyor. Bunlardan biri
Sultan Abdülhamid’le ilgili bir roman… Diğeri ise 1950’li yıllarda yaşanmış bir
aşk hikayesi…
Siyasetçi, yazar, gazeteci Yılmaz Karakoyunlu bu ayki röportaj konuklarımız
arasında. Siyasetten edebiyata uzanan sohbetimize geçmeden, 77 yıl önceye gidelim… Yılmaz Karakoyunlu 1936 İstanbul doğumlu. Öğretmen bir anne ile avukat bir babanın oğlu. Siyasete ilgisi aileden geliyor. “Babam Demokrat Parti’nin
kurucuları arasında. Dolayısıyla siyasete Demokrat Parti terbiyesinde başladım.
Demokrat Parti’nin giderek sertleştiği ve demokratik yaşam disiplininden uzaklaşmaya başladığı dönemlerde Mülkiye öğrencisiydim” diyen Karakoyunlu, üniversite
yıllarına ilişkin şu değerlendirmeyi yapıyor: “O tarihlerde Mülkiye öğrencisinin
siyasetle ilişkisi, diğer üniversite gençliği ile karşılaştırılamayacak kadar özgün,
derinlikli ve kararlılık içinde gelişen disiplin örneklerini sergilerdi. Demokrasi
tutkunluğu, Mülkiye eğitiminin en önemli ve değerli müfredatını oluştururdu. Bir
irade yaratırdı. Ancak, o tarihte üniversite gençliğinin ortaya koyduğu demokrasi
talebi daha ziyade özgürlük talebi olarak tezahür ediyordu.”
Ekim 2013
“Demokratik irade ve
karar zaafları yaşandı”
Aileden gelen siyaset ilgisi Ankar a Ün i ve r s i t e s i S i y a s a l B i l g i l e r
Fakültesi’nde okuduğu yıllarda pekişen Yılmaz Karakoyunlu, 1995’teki
genel seçimlerde milletvekili oldu.
Siyaset yaptığı parti Anavatan Partisi, seçim bölgesi ise İstanbul’du.
1999’daki seçimlerin ardından bir dönem daha Meclis çatısı altında yer alan
Karakoyunlu, DSP, ANAP ve MHP’nin
oluşturduğu koalisyon hükümetinde
Devlet Bakanlığı yaptı. Karakoyunlu
TBMM’deki yıllarına dair unutamadığı olayları sorduğumuzda şu yanıtı
veriyor:
“Süleyman Demirel cumhurbaşk a nı seçi ld i k ten sonra Ba şba k a n
Demirel’den çok farklı nitelik ve ka-
Röportaj
“Bugün ülkemizin acil siyasi
ihtiyaçlarının başında yeni anayasa
düzenlemesi geliyor. Parlamento bu
konuda çok emek verdi, ama bir
sonuç alınamadı. Partilerimizin
henüz aynı anlayış birliğine
gelebildiklerini söylemek mümkün
değil. Doğrusu istenirse bu konuda
bir talihsizlik yaşanıyor.”
pasitede bir siyasetçi hüviyeti sergilemeye başladı. Başbakan
Demirel modelinde siyaset terbiyesine alıştırılmış bulunan
Doğru Yol Partisi kadroları, Cumhurbaşkanı Demirel kadrolarındaki siyaset modeline intibakta zorluk çekiyordu.
Tansu Hanım, Demirel’in bu yeni modeline intibakta siyasal
sorunlar yaratan ve sürdüren bir model sergilemeye başladı.
Örneğin Erbakan’la koalisyon kurarak iktidar olmayı bile
göze aldı. Oysaki ana muhalefette kalmayı bir süreliğine tercih etseydi, 28 Şubat denilen o yersiz ve pek tabii ki gereksiz
sürecin yaşanması söz konusu olmayacaktı.
Bugün 28 Şubat diye bir süreç tartışması yaşanıyorsa, bu
durum tamamen Erbakan’ın her ne şart altında olursa olsun
başbakan olma arzusundan ve Tansu Hanım’ın başbakanlığı sıraya bindirip kendi vaktinin gelmesini beklemesinden
kaynaklandı. Hem Türk demokrasisi büyük bir talihsizlik
yaşadı, hem Erbakan’a yanlış siyaset tohumları ekme fırsatı
verildi, hem de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hiç gereği olmayan
birtakım müdahale merakları ve teşebbüsleri ile demokratik
irade ve karar zaafları yaşandı. Bugün bile bu irade ve karar
zaafının olumsuz tesirleri görülmektedir.”
“Yeni anayasa konusunda
talihsizlik yaşanıyor”
Yılmaz Karakoyunlu milletvekilliği ve bakanlık yaptığı
dönemlerle bugün arasında önemli farklar olup olmadığını
sorduğumuzda “siyaset dili”ne işaret ediyor: “Siyaset dili terbiye demektir. Diliniz bir kere bozulursa siyasetinizin etkin
ve sağlam kalması mümkün olmaz. Bugün Türk siyaseti bu
hoyrat manzarayı yaşamaktadır. Parlamenter siyasette bu durum varsa yerel siyasette ölçüyü muhafaza etmeniz mümkün
değildir. Bunun sonucunda garip, bazen de nüktelere konu
Ekim 2013
49
50
Röportaj
olacak sevimsiz ve seviyesiz manzaraların yaşanması söz konusu olur.”
Yılmaz Karakoyunlu’ya göre bugün
ülkemizin acil siyasi ihtiyaçlarının başında yeni anayasa düzenlemesi geliyor.
Tecrübeli siyasetçi, “Parlamento bu
konuda çok emek verdi, ama bir sonuç
alınamadı. Partilerimizin henüz aynı
anlayış birliğine gelebildiklerini söylemek mümkün değil. Doğrusu istenirse
bu konuda bir talihsizlik yaşanıyor.
Ülkemizin üç güzide hukukçusu bu konuda emek veriyor. Meclis Başkanımız
Sayın Cemil Çiçek, Adalet Bakanlığı
günlerinden beri bu çalışmalarda çok
duyarlı ve kararlı davranış disiplini sergilemiştir. Aynı şekilde Sayın
Burhan Kuzu, Sayın Ahmet İyimaya
bu konuda parlamenter ciddiyet ve
hukuk adamlığı örneği verdiler” diye
konuşuyor.
Söz günümüzden açılınca Ortadoğu’da
yaşananları da sorduğumuz Karakoyun-
Ekim 2013
Salkım
Hanım’ın
Taneleri, Güz
Sancısı, Üç Aliler
Divanı… Yılmaz
Karakoyunlu
Cumhuriyet
tarihinin siyasi
ve toplumsal
olaylarını ele
alan romanlara
imza atıyor.
lu, “Türkiye bölgenin önder ülkesidir. Hem anayasal siyaset
düzeni hem de dış ilişkilerde dikkat çeken, saygı duyulan
ve örnek alınan bir politika ve uygulama kaynağı olduğunu göstermelidir” yorumunu yapıyor.
Yılmaz Karakoyunlu siyasetle başlayan sohbetimizde
edebiyata geçmeden önce seçim barajına da değinerek
şunları söylüyor: “AKP hükümetleri orduyu kışlasına
göndermekte ısrarlı ve başarılı oldu. Ama ne tuhaf bir
durumdur ki bu başarıyı ancak askerî idarenin getirdiği
yüzde 10 seçim barajıyla sağlayabildi. Orduyu kışlaya
gönderenler, nedense yüzde 10 barajından vazgeçmek
istemediler. Seçimde böyle yüksek baraj engellemeleri
olursa hiçbir iktidar demokratik bir anayasa gerçekleştiremez. Çünkü iktidarın mevcudiyeti ihtilal metotları ile
sağlanmış olmaktadır.”
Ödüllü kitaplar, çarpıcı filmler
Salkım Hanım’ın Taneleri, Güz Sancısı, Üç Aliler Divanı… Yılmaz Karakoyunlu Cumhuriyet tarihinin siyasi
ve toplumsal olaylarını ele alan romanlara imza atıyor.
1990 Yunus Nadi Roman Ödülü sahibi Salkım Hanım’ın
Taneleri, İkinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul’daki
ticaret sermayesinin el değiştirmesini, bu süreçteki ah-
Röportaj
laki ve kültürel yozlaşmayı, Varlık
Vergisi uygulamalarıyla güç duruma
düşen azınlıkların dramını işliyor.
1991’de yayımlanan Üç Aliler Divanı,
Atatürk’e yapılan İzmir suikastını ve
Cumhuriyet’in kurucu kadrolarıyla
İttihatçılar arasındaki hesaplaşmayı
konu ediyor. 1992’de Türkiye Yazarlar
Birliği’nin Roman Ödülü’nü kazanan
Güz Sancısı ise İstanbul’da 1955 yılında yaşanan 6-7 Eylül Olayları’nı ele
alıyor.
Yılmaz Karakoyunlu Çiçekli Mumlar
Sokağı’nda işgal yıllarında İstanbul’a
gelen Batumlu göçmenlerin Kurtuluş
Savaşı’na katkılarını, Yorgun Mayıs
Kısrakları’nda Adnan Menderes, Yahya
Kemal, Nâzım Hikmet gibi belli başlı
kişiler çevresinde Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından 1960’a uzanan dönemi
yansıtıyor. Serçe Kuşun Sonbaharı’nda
Şeyh Bedreddin ve çevresini döneminin tarihsel, dinsel ve toplumsal
koşullarında işleyen usta yazar, son romanı Mor Kaftanlı Selanik’te ise çarpıcı bir
dille mübadeleyi anlatıyor.
Yılmaz Karakoyunlu’nun eserleri saydıklarımızla sınırlı değil. Daha pek çok
romanı, tiyatro oyunu ve şiirleri var. Salkım Hanım’ın Taneleri ve Güz Sancısı
romanları beyazperdeye uyarlanan Karakoyunlu, “Tarihî romanlar, diziler ve filmlerle son dönemde sıkça karşılaşıyoruz. Siz bu gelişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?”
diye sorduğumuzda şu yanıtı veriyor: “Tarih romanları günlük yaşamımızda layık
olduğu ilgiye yaklaşmaktadır ve yakın bir gelecekte kavuşacaktır. Buna inanıyorum. Halen gündemde olup itibar ve ilgi gören tarihî filmler, diziler, yeni romanlar
bu başlangıç ürünlerinin iyi örnekler olduğunu kanıtlar.”
Sultan Abdülhamid’in romanını yazıyor
Yılmaz Karakoyunlu son romanı Mor Kaftanlı Selanik’in gördüğü ilgiden memnun.
Usta yazar, “Yeni bir eser hazırlığınız var mı?” sorusuna okurlarını mutlu edecek
bir yanıt veriyor: “Sultan Abdülhamid’in yaşamını ve yönetimini konu alan bir
roman üzerinde çalışıyorum. Yakında bir öykü kitabım yayımlanacak. Adı Ekinler
Gece Büyür. Öte yandan bir petit roman yazdım. Demokrat Parti’nin kuruluş ve
batış yıllarının konu alındığı, Ayvalık’ta yaşanmış bir aşk romanı. Bitirdim sayılır.”
Yılmaz Karakoyunlu ile siyaset ve edebiyat üzerine yaptığımız sohbeti bu iki
konuyu bir araya getirdiğimiz soruyla noktalıyoruz: “Siyasetçi ve edebiyatçı kimlikleriniz birbirini nasıl etkiledi?” Karakoyunlu’nun yanıtı kısa, ama anlamlı: “Bunlar
benim meşguliyet alanlarımdır, karakterlerim değil. Karakterim özgürlükçü ve
demokrattır.”
Ekim 2013
51
52
KapakSöyleşi
Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanı
Mehmet Mehdi Eker:
Tarım ve hayvancılığımız
hak ettiği değere kavuştu
Gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda tarım sektöründe rekor üstüne rekor
kırıldığını, hayvancılığın hak ettiği değere kavuşmasıyla üretimde ve verimde
önemli artışlar sağlandığını belirten Bakan Eker, tüketici sağlığına
verilen önemi ise bir kez daha vurguladı: “Biz Türkiye’de insan gıdası olarak
tüketilmek üzere hiçbir GDO ürüne izin vermiyoruz.
Bu konuda denetimler çok sıkı; endişe etmeye gerek yok.”
Söyleşi: Songül Baş
Ekim 2013
Söyleşi
Ülke ekonomisinin belkemiği sektörlerinden olan tarım ve hayvancılıkla ilgili politikaları belirlerken hangi temel noktalar
üzerinde duruyorsunuz? Gıda, tarım ve
hayvancılık alanında yapılan çalışmalarla
ilgili bilgi verebilir misiniz?
Son 10 yılda tarım sektörüyle ilgili yeni
ve önemli birçok çalışmayı hayata geçirdik. Tarım sektörünü sosyal alandan
ziyade stratejik ve rekabete dayalı iktisadi bir sektör olarak ele aldık. Bakanlıkta
ilk defa stratejik plan hazırlandı. Bu
planla sektörün amaçları ve hedefleri
belirlendi, bunlara nasıl ulaşılacağı ortaya konuldu. Yapılan derinlik analizi
ile tarım sektörünün mevcut durumu
tespit edildi, alınacak tedbirler ve uygulanacak projeler belirlendi.
Yapısal sorunları çözmek amacıyla
Tarım Kanunu’nun da aralarında yer
aldığı 16 kanun çıkarılarak tarımda
yapısal değişim ve dönüşüm döneminin
önü açıldı. Sektörün önemli sorunlarından olan ve verimlilikle doğrudan
ilişkili bulunan parçalı tarım arazilerini
birleştirmek için toplulaştırma çalışmalarına hız verildi. Bu kapsamda son 10
yılda 3 milyon hektar alan tarım arazisi
toplulaştırıldı.
İlk kez yapılan bir çalışmayla iklim,
toprak, topografya, arazi sınıf ları ve
kullanım şekillerine dayalı yaklaşık
528 milyon veri değerlendirilerek Türkiye tarımının 30 adet tarım havzası
belirlendi. Tarım Havzaları Üretim ve
Destekleme Modeli ile tarım envanteri
ortaya çıkarıldı. Böylece hangi havzada
hangi üründen daha fazla verim elde
edileceği ortaya konuldu.
Tarımsal destekleri ise kalite, sağlık,
verimlilik ve kırsal kalkınmayı esas alacak şekilde yeniden düzenledik. 52 yeni
destek uygulamasını hayata geçirdik.
2003-2012 döneminde çiftçilerimize
toplam 50,6 milyar liralık nakit destek
ödemesi yaptık. Hayvancılığın toplam
destekler içerisindeki payını ise yüzde
4,4’ten 2012 yılında yüzde 29’a çıkardık. Böylece son 10 yılda hayvancılığa verdiğimiz destek miktarı 26 kat artmış oldu. Bitkisel üretimde de verimlilik ve kalitenin
artırılması amacıyla sertifikalı tohumluk ve fide/fidan kullanımını 2005 yılında ilk
kez destekleme kapsamına aldık.
Gıda güvenilirliği konusunda da önemli çalışmalara imza attık. 75 milyon insanımıza hitap eden ve 175 yıllık köklü bir geçmişe sahip olan bakanlığımızı “Gıda
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı” adıyla yeniden yapılandırdık. Gıda mevzuatımızı
AB Gıda Mevzuatı ile uyumlulaştırdık. Bununla birlikte ülkemizin her yerindeki
vatandaşımızın tarladan sofraya güvenilir gıda tüketmesini sağladık.
Tarım-sanayi entegrasyonunu sağlamak amacıyla yüzde 50 hibe destekli Kırsal
Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesi Programı’nı 2006 yılında hayata geçirdik.
Program kapsamında tarımsal ürünlerin işlenmesi, paketlenmesi, depolanması ile
ilgili ekonomik yatırımlar ile makine-ekipman alımları, damla ve yağmurlama sulama yatırımlarına yüzde 50 hibe desteği sağladık. Ayrıca çiftçilerimizin üretimde
en çok kullandıkları makine ve ekipmanı da destekleme kapsamına aldık.
70 yıllık bir rüya olan “Tarım Sigortası”nı uygulamaya koyduk. Sigorta ile doğal
afetlerden etkilenen üreticilerimizin mağduriyetleri en aza indirildi. Ayrıca göreve
başlattığımız 10 bin tarım danışmanı ile yaklaşık 35 bin köyümüzde çiftçilerimize
ücretsiz olarak danışmanlık hizmeti veriyoruz. Yine, tarımda ileri araştırma, teknoloji ve eğitim merkezleri açtık. Son 10 yılda tarımsal Ar-Ge projelerine toplam 621
milyon liralık kaynak sağladık.
İfade ettiğiniz tüm bu çalışmalar sonucunda ülkemizin gıda, tarım ve hayvancılık tablosu
nasıl bir değişim gösterdi?
Yapılan çalışmalarla birlikte tarım sektörümüz son 9 yılın 8’inde büyüyerek yarım
yüzyılın en istikrarlı dönemine ulaşmıştır. Ülkemizin tarımsal hasılası son 10 yılda
23,7 milyar dolardan 62,5 milyar dolara yükselmiştir. Türkiye tarımsal ekonomik
büyüklükte 2002 yılında dünyada 11’inci, Avrupa’da 4’üncü sırada iken dünyada
7’nci, Avrupa’da ise birinci sıraya yükselmiştir.
Türkiye, 75 milyon insanımızın ve 32 milyon turistin gıda ihtiyacını karşılayıp,
üstüne de 188 ülkeye 1663 çeşit tarımsal ürün ihraç eden bir ülke konumuna gelmiştir. Ülkemiz tarım ürünleri ihracatında rekor üstüne rekor kırmıştır. Tarımsal
Ekim 2013
53
54
Söyleşi
ihracatımız 2002 yılında 4 milyar dolar
iken 4 kat artarak 2012 yılında 16 milyar
dolara ulaşmıştır.
Cumhuriyet’in 100. yılını kutlayacağımız
2023 için gıda, tarım ve hayvancılık sektörünün hedefleri nelerdir?
Tarım sektörünü temel sorunlarını
çok geride bırakmış, üretici, tüketici ve
insan odaklı, büyüme ve gelişmesiyle
ön planda olan daha güçlü bir yapıya
kavuşturmak temel hedefimizdir. Bu
anlayış çerçevesinde stratejik sektör
olarak ele alınan ve hak ettiği değere kavuşan tarım sektörünün, son dönemde
yakaladığı atılımı gelecek dönemde de
sürdürmesi için çalışmalarımız aralıksız devam edecektir.
Bakanlığımız, ülkemiz nüfusunun
yeterli ve dengeli beslenme ile kaliteli
Tüketiciye
güvenilir
gıda arzının
temini, tüketici
sağlığının ve
menfaatinin en
üst seviyede
korunması
ve sektörde
haksız rekabetin
önlenmesi
bakanlığımızın
temel
yaklaşımıdır.
tarım ürünleri ihtiyacının çevre, insan ve hayvan sağlığını
koruyarak sürdürülebilir bir şekilde güvence altına alınmasını
hedeflemektedir.
Değişen tüketim alışkanlıkları ve ihtiyaçlar doğrultusunda çağdaş, bilimsel ve teknolojik imkanlardan yararlanarak
tarımsal üretim ve arz güvenliğini destekleyen politikalar ile
yeterli ve güvenilir gıda arzını sağlamak; hastalık ve zararlılardan dolayı oluşacak ekonomik kayıpları azaltarak arzulanan üretim seviyelerine ulaşmak; üreticilerin gelir seviyelerini
artırmak; ulusal ve uluslararası ticareti kolaylaştırmak temel
yaklaşımımızdır.
Bu hedeflere ulaşmak için bakanlığımızca Tarımda 2023
Vizyonu hazırlanmıştır. Buna göre sürdürülebilir büyümesini devam ettiren, Tarımsal Gayrisafi Yurtiçi Hasılası 150
milyar dolara ulaşmış, tarımsal ihracatı 40 milyar doları aşmış, parçalı arazilerini birleştirerek 14 milyon hektar alanda
arazi toplulaştırmasını tamamlamış, 8,5 milyon hektarlık
sulanabilir alanın tamamı modern sulama teknikleriyle suya
kavuşmuş bir Türkiye hedefliyoruz.
Halk sağlığını yakından ilgilendiren gıda güvenilirliğine yönelik
çalışmalar son yıllarda ivme kazandı. Gıda denetimlerinden sağlıksız ürünleri piyasaya sunan markaların teşhirine kadar bu çalışmalarda gelinen nokta ve halk sağlığı açısından kazanımlar nelerdir?
“Çiftlikten sofraya” anlayışı ile tamamlayıcı ve etkin bir gıda
denetiminin sağlanması yoluyla tüketiciye güvenilir gıda
arzının temini, tüketici sağlığının ve menfaatinin en üst
seviyede korunması ve sektörde haksız rekabetin önlenmesi
bakanlığımızın temel yaklaşımıdır. Bu politika kapsamında
tüm gıda zincirindeki resmî kontrol faaliyetleri kontrol görevlilerimiz ile gerçekleştirilmektedir. Ayrıca gerek yurt içinde
gerekse ithalat/ihracat amacıyla yapılan resmî kontrollerde
alınan numuneler analiz ettirilmek üzere bakanlığımıza
bağlı kamu ve özel il gıda kontrol laboratuvar müdürlüklerine
gönderilmektedir.
Resmî kontrollere ilişkin görevler, genel olarak denetim,
gözetim, tetkik, izleme, takip, doğrulama, numune alma,
analiz gibi uygun kontrol metotları ve teknikleri kullanılarak
yürütülür. Bu kapsamda 5996 sayılı “Veteriner Hizmetleri,
Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu”na göre resmî kontroller
risk esasına göre uygulanmaktadır. Denetim sıklığı açısından
büyük ya da küçük firma ayrımı gözetmeksizin işletmenin
hijyen durumu, gıda işletmecisinin uyguladığı otokontrol
amaçlı gıda güvenilirliği planları, daha önce idari yaptırım
uygulanıp uygulanmadığı ve ürünün taşıdığı risk göz önünde
bulundurulur. Ayrıca ürün güvenilirliği açısından daha riskli
olarak kabul edilen hayvansal gıdaları üreten işletmeler daha
sık denetlenmektedir.
Ekim 2013
Söyleşi
Ekmek ve Ekmek
Çeşitleri Tebliği ile birlikte
ülkemizde üretilen
ekmeklerde tuz miktarı
azaltılmış, kepek oranı
artırılmış, tam buğday
ekmeği ve/veya kepekli
ekmeklerin satış
yerlerinde bulundurulması
zorunlu kılınmıştır.
Tüketicilerin de denetim mekanizmasına etkin katılımının sağlanması amacıyla
2009 yılında 174 ALO GIDA HATTI faaliyete geçirilmiştir. Web tabanlı yazılım
sayesinde talepler anında işleme alınmakta ve en kısa sürede sonuçlandırılmaktadır. Ayrıca BİMER ve il müdürlüklerimize yapılan bireysel başvurular da değerlendirmeye alınmakta ve tüketicilerimize sonuç hakkında bilgi verilmektedir.
Firmaların kamuoyuna duyurulması 5996 sayılı “Veteriner Hizmetleri, Bitki
Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu” ile kanun kapsamında yayımlanan “Gıda ve Yemin
Resmî Kontrollerine Dair Yönetmelik”in getirdiği yeniliklerden sadece biridir. Bu
uygulamanın temel amacı tüketicinin sağlığı ve menfaatinin korunması, sektörde
haksız rekabetin önlenmesidir.
5996 sayılı kanun ve bu kanun kapsamında yayımlanan yönetmelik gereğince,
laboratuvar sonucuyla taklit veya tağşiş yapıldığı kesinleşen gıda ve yem ile kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye düşürecek şekilde bozulmuş, değiştirilmiş
gıdaları üreten ve/veya satan firmanın adı, ürün adı, markası, parti ve/veya seri
numarasını içeren bilgiler bakanlığın resmî internet sitesi olan www.tarim.gov.tr
adresinde duyurulmak suretiyle kamuoyunun bilgisine sunulmaktadır.
Bakanlığımız kamu otoritesi olarak yasalarla verilmiş tüm yetkileri tereddütsüz kullanarak bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da tüketici ve çevrenin
korunmasına yönelik çalışmalarını titizlikle devam ettirecektir.
Sofralarımızdan eksik etmediğimiz ekmekle ilgili hem tüketiciye hem de üreticiye yönelik çalışmalarınız var. Ekmekte katkı maddesinin azaltılması, tam buğday ekmeğine
geçişin teşvik edilmesi gibi uygulamalar hangi hedeflerle yaşama geçirilmiştir?
Ülkemizde 2012 yılı itibarıyla günlük 25 bin 295 ton, yıllık 9,2 milyon ton ekmek
üretilmektedir. Bu miktar 250 gram baz alınarak adete dönüştürüldüğünde günlük 101 milyon, yıllık 37 milyar ekmeğe karşılık gelmektedir.
Ekmeğin tekniğine uygun ve hijyenik şekilde üretilmesi, muhafaza edilmesi,
taşınması ve pazarlanması büyük önem arz etmektedir. Ekmek ve Ekmek Çeşitleri
Tebliği ile birlikte ülkemizde üretilen ekmeklerde tuz miktarı azaltılmış, kepek
oranı artırılmış, tam buğday ekmeği
ve/veya kepekli ekmeklerin satış yerlerinde bulundurulması zorunlu kılınmıştır. Ekmeklerin üretiminden tüketiciye ulaşmasına kadar geçen sürede
maruz kalacağı koşullara ilişkin yeni
hijyen kriterleri getirilmiştir. Böylelikle obezite ile mücadelede önemli bir
aşama kaydedilmesi, tuza bağlı olarak
görülen hastalıklarda azalma meydana
gelmesi, ekmeklerin çok daha sağlıklı
ortamlarda üretilmesi, dağıtılması ve
satışa sunulması, ekmekteki kepek
oranının artırılmasıyla daha fazla
buğdayın ekonomiye kazandırılması
hedeflenmiştir.
30 Haziran 2013 tarihinde yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Gıda Katkı
Maddeleri Yönetmeliği’ne istinaden,
ambalajsız olarak piyasaya arz edilen ekmek, tam buğday ekmeği, tam
buğday unlu ekmek, kepekli ekmek ve
ekşi hamur ekmeklerine hiçbir katkı
maddesi katılmayacaktır. Söz konusu
ekmeklerin yapımında kullanılan buğday unlarına sadece üretim aşamasında (un fabrikası) olmak üzere askorbik
asit (C vitamini) katılabilecektir.
Ekim 2013
55
56
Söyleşi
Son zamanlarda tartışma konusu olan GDO ürünlere bakanlığınızın yaklaşımı ve bu konuda
yürüttüğü çalışmalar nelerdir?
Biz Türkiye’de insan gıdası olarak tüketilmek üzere hiçbir GDO ürüne izin vermiyoruz. Bu konuda denetimler çok sıkı; insanımızın hiçbir şekilde endişe etmesine
gerek yok. Ne üretimine ne de ithalatına izin veriliyor. AB’de insan gıdası olarak bazı
ürünlere izin var, bizde o konuda sıfır tolerans söz konusu. Ülkemizde Biyogüvenlik
Kurulu tarafından sadece yem amaçlı olarak 3 adet soya fasulyesi çeşidi ile 16 adet
mısır çeşidi onaylanmıştır, gıda amaçlı hiçbir gene izin verilmemiştir. Bakanlığımızca
yürütülen ithalat kontrollerinde GDO olduğu tespit edilen gıdaların ve onaylanmamış gen içeren yemlerin yurda girişine izin verilmemektedir.
Ülkemizde GDO ürünlerle ilgili işlemler 26 Eylül 2010 tarihinde yürürlüğe giren
“Biyogüvenlik Kanunu” ve yine aynı tarihli “Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmelik” hükümlerine göre yürütülmektedir. Genetiği
değiştirilmiş bitki ve hayvanların üretimi, GDO ve ürünlerinin onay alınmaksızın
piyasaya sürülmesi, Kurul kararlarına aykırı olarak kullanılması veya kullandırılması, Kurul tarafından piyasaya sürme kapsamında belirlenen amaç ve alan dışında
kullanılması, bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılması yasaktır.
İthalat aşamasında ürün ve ülke bazında risk esaslı kontrol uygulanmaktadır.
GDO açısından riskli olan mısır, soya, kolza, pamuk, papaya, domates, şeker pancarı, pirinç/çeltik, patates, buğday ve bunlardan elde edilen ürünlerin GDO üretimi
ve ticaretinin olduğu ülkelerde yapılması durumunda ithalatlarda %100 analiz
yapılmaktadır. Ayrıca ithalat aşamasındaki kontroller sonucunda uygun bulunan
yemlerin, yönetmeliğin 19. maddesine göre etiketlenmesinin ardından yurda girişine
izin verilmektedir.
GDO içermesi muhtemel gıdalara
yönelik yurt içi GDO kontrolleri ve
ithalatına izin verilen GDO’lu yemlerin
kontrolleri Biyogüvenlik Kanunu ve
Biyogüvenlik Kurulu kararları yönünde
etkin bir şekilde bakanlığımızca yürütülmektedir. Resmî kontrol sonucu
olumsuzluk tespit edilmesi halinde
ürünlerle ilgili olarak 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu çerçevesinde yasal
işlem uygulanmaktadır.
Tarımın yanı sıra hayvancılık da ülkemiz
açısından ekonomik ve stratejik önem taşıyor. Hayvancılık sektörünün gelişmesine
yönelik çalışmalarınız hangi noktalarda
ağırlık kazanmaktadır?
Yıllardır ihmal edilen hayvancılığımıza
hak ettiği değeri verdik. Başlattığımız
sayısız proje ile üretimde ve verimde
önemli artışlar sağlandı. Sıfır faizli
kredilerle hayvancılık yatırımları hız
kazandı. Damızlık et ve süt yetiştiriciliği, düve yetiştiriciliği ile küçükbaş
yetiştiriciliği yapan üreticilerimize
Bakanlığımızca
yürütülen ithalat
kontrollerinde
GDO olduğu tespit
edilen gıdaların ve
onaylanmamış gen
içeren yemlerin
yurda girişine izin
verilmemektedir.
Ekim 2013
Söyleşi
faizsiz, iki yıl ödemesiz yedi yıl vadeli
kredi uygulaması başlattık. Bu kapsamda 2010-2013 arasında 195 bin üreticiye
toplam 7,1 milyar lira faizsiz kredi
kullandırıldı.
Hayvancılığın geliştirilmesine verilen öneme paralel olarak son 10 yılda
suni tohumlama sayısı 5 kat artarken
50 başın üzerinde büyükbaş hayvancılık işletmesi sayısı 4 bin 300’den 27
bin 865’e çıktı. Ülkemiz coğrafyasında
en uygun hayvancılık olan koyun-keçi
yetiştiriciliği desteklendi, üretim ve
hayvan sayısında artışlar sağlandı. İlk
kez koyun-keçi sütüne inek sütüne göre
2,5 kat daha fazla destek primi verildi.
2006 yılında ilk kez anaç koyun-keçi
desteği başlatıldı. 2013 yılında küçükbaşta hayvan başına 20 lira destekleme
ödemesi yapıyoruz. Sağlanan destekler
ve yürütülen etkin çalışmalar sonucunda küçükbaş hayvan sayısında 1980
yılından itibaren devam eden azalma,
son 4 yılda tersine döndü. 2009-2012
döneminde küçükbaş hayvan sayımız
yüzde 33 arttı.
Mera ıslah çalışmalarına büyük
önem verildi. Toplam 4,5 milyon dekar
alanda mera ıslah çalışması tamamlandı. Hayvancılığımızın geliştirilmesi
amacıyla meralarımızın hayvancılık
yatırımı yapmak isteyen üreticilerimiz
ve girişimcilerimizin hizmetine sunulması için çalışmalar başlatıldı. Son 10
yılda yem bitkileri üretimine 3,1 milyar
lira destek ödendi.
Et ve sütte fiyat dalgalanmalarının
olumsuz etkilerinin ortadan kaldırılması, üreticinin korunup gelirinin artırılması, piyasada istikrar sağlanması
gibi görevleri de içerecek şekilde Et ve
Balık Kurumu Genel Müdürlüğü’nü
yeniden yapılandırdık.
Arıcılık ilk kez 2003 yılında destekleme kapsamına alındı. Seralarda
bombus arı kolonisi kullanan üreticilere ise 2005 yılından itibaren destek
Yıllardır ihmal edilen hayvancılığımıza hak ettiği değeri verdik.
Başlattığımız sayısız proje ile üretimde ve verimde önemli artışlar
sağlandı. Sıfır faizli kredilerle hayvancılık yatırımları hız kazandı.
verilmeye başladı. Arıcılık ve bombus arısına bugüne kadar toplam 220 milyon
lira destek ödendi.
Türkiye su ürünlerinde büyük başarıya imza attı. Su ürünleri yetiştiriciliği ilk kez
destekleme kapsamına alındı ve bugüne kadar 880 milyon lira destek ödendi. Balıkçı
gemilerine ÖTV’siz akaryakıt uygulaması başlatıldı. Sektöre 5 yılda 500 milyon
liranın üzerinde katkı sağlandı. Türkiye dünyada su ürünleri üretiminde en fazla
büyüyen 3’üncü ülke oldu. 2002-2012 döneminde su ürünleri yetiştiricilik üretimimiz
yüzde 248, su ürünleri ihracatımız yüzde 325 oranında arttı. İhracatımızın yüzde
80’i AB ülkelerine yapılıyor.
Sektörün geliştirilmesi için hayvan hastalıklarıyla etkin mücadele edildi. Şap, Koyun Keçi Vebası, Kuş Gribi ve Yalancı Tavuk Vebası hastalıkları ile mücadelede etkinliği artırmak ve hastalıklara karşı hazırlıklı olmak için acil eylem planları hazırlandı.
Hayvan hastalıklarıyla daha etkin mücadele için ilk kez aşılama desteği başlatıldı.
Avrupa Birliği’ne katılım müzakereleri çerçevesinde bakanlığınızca yürütülen çalışmalar
nelerdir?
35 fasılda yürütülen AB müzakerelerinde, gıda ve tarımla ilgili 3 fasılda önemli çalışmalar yapılıyor. Tarım ve Kırsal Kalkınma, Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki
Sağlığı, Balıkçılık fasılları bakanlığımızın çalışma alanıyla ilgili. Gıda Güvenliği,
Veterinerlik ve Bitki Sağlığı Faslı (12. Fasıl) açılış kriterleri yerine getirilerek 30 Haziran 2010 tarihinde müzakerelere açıldı. Tüm gıda üretim, satış ve toplu tüketim
yerlerinin onay, kayıt ve kontrol işlemleri AB standartlarında yapılmaya başladı.
Türkiye-AB Mali İşbirliği kapsamında 147 milyon avro bütçeli 22 proje tamamlandı. 134 milyon avro bütçeli 8 proje ise devam ediyor. AB Komisyonu Teknik
Destek ve Bilgi Değişim Ofisi (TAIEX) tarafından tarımda ulusal mevzuatımızın AB
mevzuatına aktarımı, uygulanması ve yürütülmesi amacıyla 2005 yılından bugüne
çalıştay, toplantı, ziyaret gibi toplam 112 faaliyet düzenlendi.
Ekim 2013
57
58
Büyük zaferin dosta düşmana ilanı:
29 Ekim
1923
Türkiye Büyük Millet Meclisi,
4 yıl boyunca Anadolu
topraklarının her bir karışında
mücadele eden Türk milletine
en güzel hediyeyi Cumhuriyet’i
ilan ederek verir.
Ekim 2013
Y
Bilge Yavuz
akın tarihimizin belki de en önemli yılları 1918-1923
arasıdır. Mondros Ateşkesi’ni müteakip ülkenin birçok
toprağı istilaya uğramış ve milletin kaderi yine milletin
eline bırakılmıştır. Bu süreç çok çetin şartlarda mücadele
verdiğimiz İstiklal Harbi’nin zaferle sonuçlanacağı Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne kadar devam eder. Türkiye
Büyük Millet Meclisi, 4 yıl boyunca Anadolu topraklarının
her bir karışında mücadele eden Türk milletine en güzel
hediyeyi Cumhuriyet’i ilan ederek verir.
59
Esasen Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920’deki açılışıyla beraber siyasi irade Türk milletinin eline
geçmiştir denilebilir. 21 Anayasası’nda
“Hakimiyet bila kaydü şart milletindir”
denilerek üstün olanın millet olduğuna
işaret edilmiştir. Meclis, bu anlayışla
İstiklal Harbi’ni yönetmiş ve tarihimizin en dirençli günlerinin adeta kalesi
olmuştur.
Kocatepe’den Lozan’a
Şüphesiz Başkomuta n lı k Meyda n
Muharebesi tarihimizin en önemli
zaferidir. 9 Eylül 1922 günü İzmir’in
kurtuluşuyla birlikte düşmanlardan
temizlenen vatan toprakları artık huzura kavuşmuştur. İtilaf Devletleri’nin
çağrısıyla 3 Ekim 1922’de Mudanya’da
1921
Anayasası’nda
“Hakimiyet
bila kaydü şart
milletindir”
denilerek üstün
olanın millet
olduğuna işaret
edilmiştir.
mütareke görüşmelerine başlayan Meclis, 11 Ekim 1922’de
uzlaşmış ve Türk-Yunan savaşı resmen sona ermiştir. Bundan
sonra TBMM Lozan’a gidecek, sınırlarımız belirlenecek ve
diğer uluslararası konular karara bağlanacaktır.
TBMM Hükümeti 28 Ekim 1922’de Lozan’da toplanacak
barış konferansına davet edildi. Lozan’da baş temsilci olarak
İsmet Paşa uygun görüldü ve çalışmalara başlandı. Fakat
İtilaf Devletleri Lozan’a İstanbul Hükümeti’ni de davet etti.
Bu kabul edilemez durumu bir netliğe kavuşturmak üzere
1 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldı. Saltanatın kalkması
Osmanlı Devleti’nin lağvedildiğini gösteriyor, ulusal ve
uluslararası bütün alanlarda söz sahibinin TBMM olduğunu
ilan ediyordu.
Tabii Ankara Hükümeti Lozan’da sadece Yunanlarla
değil, I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’yı mağlup eden devletlerle de masa başına oturacaktı. I. Dünya Savaşı’nın galibi
olan İtilaf Devletleri mağlup ettiği devletlerle 1919 yazından
itibaren anlaşmalar yapmaya başlamıştı. 1919 yılı içerisinde
Almanya’yla Almanya tarihinin en ağır antlaşmalarından
Ekim 2013
60
olan Versailles Antlaşması 28 Haziran’da, Avusturya’yla Saint-Germain Antlaşması 10 Eylül’de ve Bulgaristan’la Neuilly Antlaşması 27 Kasım’da imzalandı. 4
Haziran 1920’de ise Macaristan’la Trianon Antlaşması yapıldı. İtilaf Devletleri’nin
bizimle ilgili planlarını ise İstiklal Harbi bozdu. 10 Ağustos 1920’de Osmanlı hükümetiyle imzalanan Sevr Antlaşması’nı tanımayan TBMM, antlaşmaya imza atan
3 kişiyi ve Sadrazam Damat Ferit Paşa’yı vatan haini ilan ederek haklarında idam
kararı verdi. Anadolu’da elde edilen zaferin ardından hiçbir geçerliliği kalmayan
Sevr, bir tasarıdan öteye geçemedi.
20 Kasım 1922’de başlayan Lozan görüşmelerinin birinci aşamasında netice
alınamadı. Musul, kapitülasyonlar ve İstanbul’un boşaltılması meselelerinde anlaşma sağlanamayınca 4 Şubat 1923’te görüşmeler kesintiye uğradı. Görüşmelerin
kesilmesi yeniden savaş ihtimalini gündeme getirdi ve Sovyetler Birliği savaş çık-
tığı takdirde Türkiye’nin yanında yer
alacağını duyurdu. Buna mukabil İtilaf
Devletleri Türkiye’yi tekrar Lozan’a
davet etti ve 23 Nisan 1923’te yeniden başlayan görüşmeler 24 Temmuz
1923’te anlaşma sağlanarak son buldu.
“Yaşasın Cumhuriyet”
Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan
1920’de açıldığında henüz yeni devletin adı konulmamıştı. Meclis hükümeti sisteminin yürürlükte kaldığı bu
Teşkilâti Esasiye Kanununun Bâzı Mevaddının
Tavzihan Tadiline Dair Kanun
Madde 1. — Hâkimiyet,
bilâkaydüşart Milletindir.
REİS — İkinci madde hakkında mı ?
ğu Hükümeti, bugün de Türk
Milleti Ankara’ya kurmuştur.
İdare usulü halkın mukad-
MEHMED EMİN B. — Evet!
Şu aziz saatte ben, bu ihtiyar
deratı bizzat ve bilfiil idare
...
arkadaşınız, Allah’ımdan
etmesi esasına müstenittir.
Ondört asır sonradır ki, ey
bu Hükümeti takdis ederim.
Türkiye Devletinin şekli Hü-
arkadaşlar! Allah, yine böyle
Bu Hükümetin temellerinin,
kümeti Cumhuriyettir.
bir ilâhi hükümet kurdur-
arzın temelleri kadar sağlam
mak, ikinci bir mucizesini
olmasını isterim. Ben, bu
yaptırmak için en müntehap,
ihtiyar arkadaşınız, bu Hü-
REİS — Madde hakkında söz
istiyen var mı ?
en büyük bir milleti intiha-
kümetin hak ve adalet güne-
yok. Maddeyi aynen kabul
(Hayır sesleri) Söz istiyen
betmiştir, bu millet Türk
şinin büyük ve küçük bütün
buyuranlar lütfen el kaldır-
Milletidir. Ondört asır evvel,
caniplere, zayıf ve kuvvetli
sın. Kabul edilmiştir. (Sürekli
Peybamber Muhammed’in
bütün alınlara mütesaviyen
alkışlar)
Mekke duvarlarında kurdu-
(Yaşasın Cumhuriyet
sesleri)
Madde 2. — Türkiye
nurunu saçmasını isterim. (Amîn sesleri.) Ve bu
duamın kanatları altında,
Cumhuriyetin ruhu önünde
Devletinin dini, Dinî
tazimen kıyam ederek üç
İslâmdır. Resmî lisanı
kere: «Yaşasın Cumhuri-
Türkçedir.
yet» diye Hükümetimizi
MEHMED EMİN B.
taziz etmelerini muhterem
(Karahisarı Şarki) —
arkadaşlardan temenni
Reis Bey aralıkta bir
eylerim.
söz istiyorum, müsaade
ediyor musunuz?
Ekim 2013
(Yaşasın Cumhuriyet!
diye üç defa bağırıldı.)
61
yıllarda meclis başkanı aynı zamanda hükümet
başkanlığı da yapıyordu. 1921 Anayasası’nda bir
devlet başkanının ve kabine sisteminin yer almaması hükümet kurma noktasında sık sık buhranlara sebep oluyordu. Nitekim 25 Ekim 1923 günü
Başbakan Fethi Bey’in istifa etmesinin ardından
hükümet kurulamamış, Meclis için ciddi bir handikap olan bu durum yeniden ortaya çıkmıştı.
Gazi Mustafa Kemal ve İsmet İnönü 28 Ekim gecesi bir kanun tasarısı hazırlayarak 29 Ekim günü
öncelikle Halk Fırkası Grubu’na sundu. Aynı gün mecliste
de oylamaya sunulan tasarı kabul edildi ve Türkiye Cum-
huriyeti resmen ilan edildi. “Yaşasın Cumhuriyet”
nidalarıyla kabul edilen kanunun ardından sıra
cumhurbaşkanını seçmeye geldi. 158 vekilin katıldığı oylama sonucunda Gazi Mustafa Kemal oy
birliğiyle cumhurbaşkanı seçildi. Aynı gece atılan
101 pare topla kutlamalar yapıldı.
Artık Türkiye yeni bir yola girmişti. Savaşlarla
geçen sıkıntılı yılların ardından vatan toprakları bağımsızlığına kavuştu. Türkiye “vatanın ve
milletin bölünmez bütünlüğü”nü cumhuriyetle
birlikte teminat altına aldı.
90. yılına giren Cumhuriyetimiz kutlu olsun.
Reisicumhur intihabı
REÎS — Türkiye Cumhuriyeti
olması lâzımgelen mahiyeti
bu emniyet ve itimada kesbi
için yapılan intihapta reye
beynelmilel mâruf unvanı ile
liyakat etmek için pek mü-
iştirak eden âzanın adedi
yadedildi. Bunun icabı tabiisi
him gördüğüm bir noktadaki
158’dir. Yüz elli sekiz âza
olmak üzere, bugüne kadar
ihtiyacımı arz etmek mecburi-
müttefikan Ankara Mebusu
doğrudan doğruya Meclisini-
yetindeyim. O ihtiyaç, Heyeti
Gazi Mustafa Kemal Paşa
zin Riyasetinde bulundurdu-
Aliyenizin şahsım hakkın-
Hazretlerini Cumhuriyet Ri-
ğunuz arkadaşınıza ifa ettir-
daki teveccüh ve itimadının,
yasetine intihabetmişlerdir.
diğiniz vazifeyi Reisicumhur
müzaheretinin devamıdır.
(Sürekli alkışlar ve yaşasın
unvanı ile yine aynı arkada-
(Hiç şüphe yok, daima sesleri)
sadaları)
şınıza, bu âciz arkadaşınıza...
Ancak bu sayede ve Allah’ın
(Estağfurullah, hakkınızdır
inayetiyle, şahsıma tevcih bu-
sesleri) tevcih buyurdunuz.
yurduğunuz ve buyuracağınız
GAZİ MUSTAFA KEMAL
PAŞA (Ankara) — (Alkışlar
arasında kürsiye gelerek)
Muhterem arkadaşlar, mü-
vazaifi hüsnü ifaya muvaffak
...
him ve cihan şümul hadisatı
fevkalâde karşısında muh-
olabileceğimi ümidederim.
(Allah muvaffak etsin sesleri)
Türkiye Cumhuriyeti
Daima muhterem arkadaş-
terem milletimizin teyak-
cihanda işgal ettiği mevkie
larımın ellerine, çok samimî
kuz ve intibahı hakikisine
lâyık olduğunu aşariyle ispat
ve sıkı bir surette yapışarak
bir vesikai kıymettar olan,
edecektir. (İnşallah sesleri)
onların şahıslarından kendi-
Teşkilâtı Esasiye Kanunumu-
Arkadaşlar bu müessesei
mi biran bile müstağni görmi-
zun bâzı maddelerini tavzih
âliyeyi vücuda getiren Türk
yerek çalışacağım. Milletin
için encümeni mahsus tara-
Milletinin son dört sene
teveccühünü daima noktayı
fından Heyeti Celilenize teklif
zarfında ihraz ettiği, zafer,
istinat telâkki ederek, hep
olunan kanun lâyihasının
bundan sonra da birkaç misli
beraber ileriye gideceğiz. Tür-
kabulü münasebetiyle yeni
olmak üzere, tecelliyatını
kiye Cumhuriyeti mesut, mu-
Türkiye Devletinin zaten
gösterecektir. (İnşallah sesle-
vaffak ve muzaffer olacaktır.
cihanda malûan olan, malûm
ri) Âcizleri mazhar olduğum
(Şiddetli ve sürekli alkışlar)
Ekim 2013
62
Röportaj
Uluç Gürkan:
Siyasetin
olmazsa olmazı
çizginizi
değiştirmemektir
Röportaj ve Fotoğraflar: Songül Baş
1991-2002 yılları arasında
Meclis çatısı altında yer
alan Uluç Gürkan, siyaset
yaşamı boyunca doğru
bildiğini yaptığını ve oyunun
rengini hiç değiştirmediğini
belirterek, “Siyasetin olmazsa
olmazı iktidar veya muhalefet
olmaya göre çizginizi
değiştirmemektir” diyor.
Ekim 2013
Y
ıllar önce ANKA Ajansı’nda haber peşinde koşarken
tanışmıştım Uluç Gürkan’la. 20’li yaşlarındaki genç bir
gazeteci olarak meslek büyüğümün elini saygıyla sıkmış,
anlattıklarını dikkatle dinlemiştim. Geçmişte yazı işleri
müdürlüğü ve genel yayın yönetmenliği yaptığı ANKA
Ajansı’nı ziyareti sırasında sohbet ettiğimiz Gürkan, genç
meslektaşlarının kulağına küpe olacak sözler söylemişti.
Yıllar sonra Parlamento dergisi için röportaj yapmak üzere
Uluç Gürkan’ın kapısını çaldığımda aklımda hem o günün
hatıraları hem de biraz sonra yöneltmeyi düşündüğüm
sorular vardı. Kapı açıldığında ilk soru Uluç Gürkan’dan
geldi: “Sizinle daha önce tanışmış olabilir miyiz?” Ben şaşırmış bir halde “Evet” yanıtını verirken gazetecilikte dikkatin
ne denli önemli olduğunu bir kez daha duyumsadım.
Gazeteci ve siyasetçi kimlikleriyle Meclis’in Basın
Koridoru’nu da Genel Kurul Salonu’nu da çok iyi bilen Uluç
Gürkan’la ofisinde sohbet ettik. 1991-2002 yılları arasında
Röportaj
üç dönem TBMM çatısı altında yer
alan tecrübeli siyasetçiye ilk sorumuz
“Sizi politikaya yönlendiren nedir?”
oldu. Yanıtı bizi geçmişe, ta 1950’li
yıllara götürdü: “Annem öğretmen,
babam askerdi. Demokrat Parti döneminde babamın sürekli tayini çıktığı
için ilkokulu beş ayrı yerde okudum.
27 Mayıs 1960’tan önce Talas Amerikan Ortaokulu’nda ikinci sınıftaydım.
Rahmetli İsmet İnönü’nün Kayseri’ye
gelişi sırasında yaşanan olaylara birebir
tanık oldum. Küçük yaşlarda ailemden
gelen Cumhuriyet Halk Partisi taraftarlığı üniversite dönemimde iyice pekişti. 1964 sonbaharında üniversiteye
başladığımda 18 yaşını doldurmuştum.
5 Kasım 1964 tarihinde CHP’ye üye
olarak kendime bir doğum günü hediyesi verdim.”
Miting meydanından
parlamentoya
Uluç Gürkan Siyasal Bilgiler Fakültesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu.
Öğrencilik döneminde Bülent Ecevit’in
başlattığı Ortanın Solu hareketini
destekleyen gençlik grupları içinde
yer alan, “NATO’ya Hayır” mitinglerine katılan Gürkan, “Siyasete ilgim
gazetecilik yıllarımda da devam etti.
Bu ilgi sonucu 1991’de SHP’den Ankara Milletvekili seçildim” diyor. Erdal
İnönü’nün genel başkanlığı döneminde
SHP çatısı altında Meclis’te yer alan
Uluç Gürkan, 1995 ve 1999 yıllarındaki
seçimlerde DSP’den aday olmasıyla
ilgili şunları söylüyor: “12 Eylül askerî
darbesinin ardından kapatılan CHP
1992 yılında yeniden açıldı. DSP ve
SHP’nin CHP kapatıldığı için kurulmuş partiler olduğunu, bu nedenle
CHP çatısı altında bütünleşmek gerektiğini savundum. Fakat görüşler örtüşmedi. CHP’nin yeniden kuruluşuna
katıldım ve Grup Başkanvekili oldum.
1994 yerel seçimlerinde sonuçlar CHP,
SHP ve DSP için hayal kırıklığı olunca partilerin birleşmesi gündeme geldi. Ben
ve bir grup arkadaşım birleşmenin Bülent Ecevit’in genel başkanlığında olması gerektiğini savunduk. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal başlangıçta bu görüşümüze
destek verir gibiydi, fakat daha sonra DSP bir kenara bırakıldı ve CHP ile SHP’nin
birleşmesi gündeme geldi. ‘SHP’yle birleşeceksek SHP’den niye ayrıldık?’ diye itiraz
ettim. Bir grup arkadaşımız CHP ile SHP birleşirken DSP’ye girdi, ben bağımsız
kaldım. O sıralarda Meclis’te özelleştirme yasaları görüşülüyordu, ben de sık sık
kürsüye çıkıyordum. Hemen her madde için önerge veriyordum, hatta bazı önergelerim benden bıktıkları için kabul de edildi! Bu görüşmeler sırasında rahmetli
Bülent Ecevit yanıma geldi, ‘Aynı doğrultuda çalışıyoruz, niçin ayrı ayrıyız? Sizinle
birlikte çalışmak istiyorum’ dedi. Bu davet üzerine Aralık 1994’te DSP’ye katıldım.”
“Refahyol, 28 Şubat’a davetiye çıkardı”
Uluç Gürkan 1995-1999 yılları arasında TBMM Başkanvekilliği yaptı. 28 Şubat
sürecinde kabul edilen 8 yıllık temel eğitim yasasının görüşmeleri sırasında
kürsüdeydi. Gürkan’a hem o günü hem de 28 Şubat dönemini sorduk. “28 Şubat
Refahyol Hükümeti’nin kendi yarattığı canavara teslim olmasıdır. Başka bir deyişle
28 Şubat koşullarını Refahyol kendisi yaratmıştır” diyen Gürkan şöyle devam etti:
“Refahyol Hükümeti 30 Eylül 1996 günü Başbakanlık bünyesinde bir Kriz Yönetim
Merkezi kurulmasını kararlaştırmıştır. Bu merkezle ilgili yönetmelik 9 Ocak 1997
günü Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Bu yönetmelik doğal afetler, yangın gibi
durumların yanı sıra etnik yapı ile din ve mezhep farklılıklarından kaynaklanan
olayların da ‘kriz yönetimi gerektiren haller’ arasına alınmasını öngörmekteydi.
Bunun ötesinde, kriz koşullarında hükümete ait olması gereken icra yetkilerini
MGK Genel Sekreteri’ne devrederek devlet işleyişini MGK üzerinden askere teslim
etmekteydi. DSP’nin TBMM Grup Toplantısı’nda yaptığım bir konuşmada Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği’nin yarattığı tehlikeye dikkat çekmiştim.
28 Şubat süreci Refahyol Hükümeti’nin bu yönetmeliğinin ürünüdür.”
Uluç Gürkan 4 Aralık 1967 tarihinde Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kuruluş yıldönümü töreninde İsmet İnönü ile birlikte. Gürkan o
tarihte Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanı.
Ekim 2013
63
64
Röportaj
8 yıllık temel eğitim yasası Refahyol Hükümeti’nin ardından kurulan Anasol-D
Hükümeti döneminde kabul edildi. Yasa görüşüldüğünde TBMM Başkanvekilliği koltuğunda oturan Uluç Gürkan o günü şöyle anlatıyor: “Yasa görüşülürken
Meclis’i yönetmem konusunda partiler arasında bir tür konsensüs oluştu. Tarafsız
ve adil davranacağıma dair bir algı vardı, öyle de oldu. Önce 8 saatlik bir oturum
yaptık, sonra 28 saat aralıksız kürsüde kaldım. Hakikaten meşakkatli bir süreçti.
Oylar birbirine oldukça yakın olmasına rağmen kavga çıkmadı. Yasa kabul edildikten sonra Refah Partisi hemen grup toplantısı yaptı. Rahmetli Necmettin Erbakan
yasayı eleştirmeye başlamadan önce ‘Oturumu tarafsızlıkla yöneten Uluç Gürkan’a
teşekkür ederim’ dedi. Başbakan Mesut Yılmaz, Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit
odaya gelerek yönetimim nedeniyle kutladılar. Bu arada Meclis Başkanı Mustafa
Kalemli arayıp ‘Cumhurbaşkanı telefonda bekliyor’ dedi. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel son derece nazik bir dille tarafsız, kavga çıkmasına fırsat vermeyen
yönetimim nedeniyle kutladı ve ‘Rejimi kurtardınız’ dedi. O gün benim için çok
özel ve gurur vericiydi.”
Uluç Gürkan, 28 Şubat döneminden söz ederken askerî darbelere de değinerek,
“Her askerî darbe öncesinde bir büyük ekonomik kriz vardır ve o ekonomik krizden
çıkışın adı olan istikrar paketleri askerî
darbe sonrasında yaşama geçmiştir,
devalüasyonlar dahil. Askerî darbeler
sonrasında sermaye hep bir adım ileri
gitmiştir. 28 Şubat’ta da sermayenin bu
hareketini ayrıca incelemek gerekir”
yorumunu yapıyor. Darbelerin acısını
çekmiş, askerliğini “sakıncalı piyade”
olarak yapmış bir birey olarak parlamento yaşamı boyunca iki noktada
çok titiz davrandığını belirten Gürkan
şunları söylüyor: “1991 yılında parlamentoya adım atar atmaz anayasanın
12 Eylül askerî müdahalesine övgü
içeren başlangıç bölümünün değiştirilmesi gerektiğini savundum. Bu konuda
anayasa değişikliği önerisi hazırladım.
Uzun mücadelelerimiz sonucunda 1995
anayasa değişikliklerinde başlangıç
bölümü değiştirildi. Parlamentoda
üzerinde durduğum ikinci konu ise
Refahyol Hükümeti’nin 28 Şubat’a
davetiye çıkaran yönetmeliğidir. Bu
konudaki uyarılarımı dile getirdim.”
“Anayasa çalışmalarında
dikkatli olunmalı”
Uluç Gürkan 1995’teki anayasa değişikliklerini hatırlatınca sözü günümüze getirip “Yeni anayasa hazırlık
çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye sorduk. Tecrübeli siyasetçi
şunları söyledi: “1982 Anayasası’nda
“Yukarıdan Meclis
nasıl görünüyor?”
“TBMM Başkanvekili olarak ilk kez
kürsüye çıkmıştım. Genel Kurul bitince gazeteci arkadaşımız Mustafa
İstemi, ‘Yukarıdan Meclis nasıl görünüyor?’ diye sordu. Aklım kadınerkek eşitsizliğine takılmıştı; ‘Çok
kıllı’ dedim. Bu tablonun değişmesi
gerekiyor.”
Ekim 2013
Röportaj
linde bir federatif yapılanmaya doğru gitmesinin altyapısını
oluşturmamalı. Bu yönde sıkıntılar var. Örneğin ana dilde
öğrenim... Ana dilin öğrenimi herkesin hakkıdır, ama ana
dilde eğitim dediğiniz zaman bu durum sıkıntı yaratabilir.
Dil farklı olursa bir arada yaşama iradesi kırılır ister istemez. Bu anayasa düzenlemeleri umarım Türkiye’yi kendini
çok uluslu bir ülke olarak tarif etmeye zorlamaz. Dünyada
kendini çok uluslu olarak tarif eden devletler istisnadır. Bir
istisna eski Yugoslavya’ydı. Orada yaşananları hepimiz hatırlıyoruz. Bu konuda çok dikkatli olmamız lazım. Dünyaya
bir Yugoslavya yeter.”
Aktif siyasette 11 yıl
“Ana dilin öğrenimi herkesin hakkıdır,
ama ana dilde eğitim dediğiniz zaman bu
durum sıkıntı yaratabilir. Dil farklı olursa bir
arada yaşama iradesi kırılır ister istemez.”
bugüne kadar pek çok değişiklik yapıldı. Temel hak ve özgürlükler konusunda çok ileri adımlar atıldı. Hatta 2001 ve
2002 değişikliklerinden sonra temel hak ve özgürlüklerin
kullanılmasına yönelik bütün kısıtlayıcı hükümler kaldırıldı. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde bu değişiklikleri anlatırken Türkiye Cumhuriyeti anayasasının bütün
eksikliğine, yetersizliğine karşın temel hak ve özgürlükler
bakımından Avrupa Konseyi’nin en ileri on anayasasından
biri haline geldiğini söyledim, hiçbir itiraz da olmadı. Sorun,
yargı bağımsızlığının tam olarak sağlanamamış olmasıdır.
Maalesef 12 Eylül 2010’daki değişikliklerle yargı bağımsızlığı daha sıkıntılı bir duruma geldi. Şimdi anayasada yargı
bağımsızlığını tam sağlayacak, temel hak ve özgürlükleri
güvence altına alacak düzenlemeler mutlaka gerekiyor, ama
bunlar hiçbir şekilde Türkiye’nin etnik ve dinî cemaat teme-
Sohbetimiz sırasında Uluç Gürkan’a Meclis’te yer aldığı
dönemlerle bugün arasındaki farkları sorduk. Gürkan şu
değerlendirmeleri yaptı: “Meclis’teki yıllarım koalisyon hükümetleriyle geçti. Şimdi tek parti hükümeti var. Deniliyor
ki ‘Tek parti hükümetiyle istikrar sağlandı. Türkiye AKP
iktidarıyla dünyanın 17. büyük ekonomisi oldu. Sözü dinlenen bir bölge gücü haline geldi.’ Türkiye için bu söylenenler
doğru. Ancak bunlar AKP iktidarıyla olmadı. Türkiye’nin
dünyanın 17. büyük ekonomisi olması 1993 yılında gerçekleşti. Türkiye’nin sözü dinlenir bir ülke olduğu da 18 Şubat 1999
günlü Independent gazetesinde Robert Kaplan’ın ‘Türkiye’nin
bir dünya oyuncusu olarak ortaya çıkışı’ başlıklı makalesinde belirtilmişti. Şubat 2002 baskılı Turkey’s New World adlı
kitapta ‘Türkiye dünya olaylarında gerçek bir bölge gücü
olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye pek çok bakımdan en üstün mertebede bir merkez ülkedir’ denilmektedir. Örnekleri
çoğaltabiliriz. Suriye’nin 9 Ekim 1999’da Abdullah Öcalan’ı
sınır dışı etmesi DSP olarak içinde yer aldığımız hükümetin
kararlılığı ve Türkiye’nin bölgedeki gücü sonucu olmuştur.
2002’de biz Abdullah Öcalan’ı ömür boyu hapse mahkum bir
hükümlü olarak teslim ettik, şimdi görüşme muhatabı oldu.”
11 yıl aktif siyasetin içinde yer alan Uluç Gürkan’a son
sorumuz “Size göre siyasetin olmazsa olmazı nedir?” oldu.
Gürkan siyaset yıllarından örnek vererek şunları söyledi: “Siyasetin olmazsa olmazı iktidar veya muhalefet olmaya göre
çizginizi değiştirmemektir. Ben oyumun rengini hiç değiştirmedim. Örneğin muhalefetteyken olağanüstü hal, çekiç güç
gibi yasalara ‘hayır’ diyordum. İktidar üyesi olduğumuzda
tezkereler gelmeye başladı, oyum yine ‘hayır’ oldu. Sayın
Rahşan Ecevit’in adıyla anılan meşhur af yasasına hayır oyu
veren iki DSP milletvekilinden biriyim. RTÜK yasasındaki
değişikliklere muhalefetle birlikte karşı çıkıyordum. Doğru
bildiğini yapabilmek ilkesine uyduğumu düşünüyorum ve
bununla övünüyorum.”
Ekim 2013
65
66
Millî Saraylar
Sarkı söyleyen kasır
Aynalıkavak
Ekim 2013
Millî Saraylar
Millî Saraylar Daire Başkanlığı’na
bağlı saray ve kasırların en eskisi
olan Aynalıkavak Kasrı ilgi
çekici mimarisi, huzur veren
bahçesi ve III. Selim’in
bestelerine ilham veren manzarasıyla üç yüz yıllık bir şaheser.
Pınar Ünsal
H
içbir sevgilinin unutturamadığı, cennet-i âlânın altında
mı üstünde mi olduğunu sorgulatan, gönül tahtlarında
keyfince kurulmasına izin verilen, parlaklığının ancak güneşle
kıyaslanabileceğini düşündüren kurşun kubbeli şehir İstanbul,
şairlere bunca ilham verdiyse, dört yüz küsur sene başkentlik
yapmış bu şehrin en güzel manzaralı yerlerinde ikamet eden,
en yeşil alanlarında avlanan, en tatlı sularını içen padişahlara
ne yapmaz? Bir semtini sevmenin bile ömre bedel olduğu şehir, birçok padişahı sanata tutkun kılmış; en güzel resimler,
en etkileyici şiirler Âsitâne-i Saadet-Âşiyan manzaralı saray
pencerelerinin ardında oluşturulmuş. Sultan III. Selim’in (17891807) Haliç kıyılarının süsü Aynalıkavak Kasrı’nda onlarca
beste yapması gibi.
‘‘Aynaları kavak kasır’’
Mis kokulu limon ağaçları, kırmızının binbir tonunda nar çiçekleri, göğe uzanan servileriyle huzur verici bir doğaya sahip olan
ve diğer hasbahçeler gibi “irem bağı” olarak nitelenen Tersane
Bahçesi, Aynalıkavak Kasrı dahil çeşitli yapıları bünyesinde
bulunduran bir korulukmuş. Bizans İmparatorluğu’ndan beri
hükümdarların dinlenme ve avlanma yeri olan korulukta ilk
imar faaliyetleri Fatih Sultan Mehmet (1451-1481) tarafından
başlatılmış. Bölgeye ilk kasrı ise I. Ahmed (1603-1617) yaptırmış.
Ekim 2013
67
68
Millî Saraylar
Doğasındaki güzellik, toprağındaki
verim, havasındaki çiçek kokularıyla
sonraki padişahların da ilgisini çeken
bölge, başka kasırların da yapılmasıyla bir saray kompleksi haline gelmiş.
Kasımpaşa-Hasköy isti kametinde
sanayi oluşumlarının yoğunlaşması
nedeniyle Tersane Sarayı adını alan
yapılar bütünlüğünden günümüze
sadece Aynalıkavak Kasrı ulaşmış. Haliç sahilinde, setler halinde yükselen
bahçelerin tepesinde bulunan Kasr’ın
III. Ahmed (1703-1730) döneminde
yapıldığı, III. Selim döneminde Krikor Amira Balyan’a restore ettirildiği
kabul edilir.
1718 yılında Osmanlı’nın Avusturya’da topra k kaybetmesine neden
olan Pasarofça Antlaşması imzalanır. Venedikliler Mora yarımadasını
Türklere bırakarak ucuz yırttıklarını
düşünmüş olacaklar ki antlaşma sonrası Sultan III. Ahmed’e büyük boyda
Ekim 2013
Aynalıkavak
Kasrı’nın
salon ve
odalarına yerleştirilen, o dönemde yapılmış
gravürlerde bile
görülen kavak
kadar uzun
aynalar, halk
arasında Kasr’a
“aynaları kavak
kasır” denmesine neden olur.
değerli aynalar hediye ederler. Aynalıkavak Kasrı’nın salon
ve odalarına yerleştirilen, o dönemde yapılmış gravürlerde
bile görülen kavak kadar uzun aynalar, halk arasında Kasr’a
“aynaları kavak kasır” denmesine neden olur. Bu isim zaman
içinde değişikliğe uğrayarak Aynalıkavak Kasrı haline gelir.
Deniz cephesinden iki, kara cephesinden tek katlı olarak görülen Aynalıkavak Kasrı, içindeki Rokoko ve Barok
tarzı Batı geleneği süslemeler olmasa mimari açıdan tam
bir Osmanlı tarzı olarak değerlendirilebilir. Alçı oymalara
cam parçaları yerleştirilerek yapılan revzen pencereler ve
geniş saçaklı çatı, dekorasyondaki sedir tipleri, kandiller,
ısıtmada kullanılan mangallar, bitkisel motiflerle bezenmiş
tavan süslemeleri Kasr’ı günümüze ulaşan diğer Osmanlı
mirasları içinde ayrı bir yere koyar. 18. yüzyılda İtalya’da
yaygın olan ve mermer görünümü veren stuko kaplamalar o
dönemde yapılan saray, köşk, cami gibi yapılarda olduğu gibi
Aynalıkavak Kasrı’nda da uygulanmıştır. Avrupa mimarisi
özentiliğinin henüz tam yerleşmediği yıllarda yapıldığı için
olsa gerek, Aynalıkavak Kasrı stuko kaplamalara ve Batı
tarzı süslemelere rağmen Osmanlı mimarlık geleneklerine
uygundur.
III. Selim’le özdeşleşmiş Kasr’ın divanhanesi ve önemli
konukların ağırlandığı arz odasının duvarlarında Sultan’ın
Ekim 2013
70
Millî Saraylar
altın yaldızla bezenmiş tuğrası bulunur. Enderuni Fazıl’ın
Kasr’ı, Şeyh Galib’in III. Selim’i öven kasideleri Yesarizade
Mehmet Efendi tarafından Kasr’ın geniş pencerelerinin üst
kısımlarına, lacivert zemin üzerine altın yaldızlarla yazılmıştır ki bu yazılar Aynalıkavak Kasrı’nın belki de en değerli
manevi hazinesidir.
Binbir renkte çiçeğin süslediği Kasr’ın bahçesi zamanla
tersane birimlerine dahil edilerek küçülse de hâlâ Enderuni
Fazıl’ın iddia ettiği gibi cennet bahçeleriyle yarışacak güzelliktedir. Çimenlik, iki yanı ağaçlı yollar, mazı ile çevrili
çiçek tarhları ve doğal koruluğuyla Türk bahçe sanatını en
iyi yansıtan Kasır bahçesi aynı zamanda yapıldığı dönem
itibarıyla Batı etkisinde en az kalan bahçedir.
Musiki ile zaman yolculuğu
Lale Devri’nin ünlü minyatürcüsü Levni’nin çizimlerinden
anlaşıldığı kadarıyla şehzadelerin sünnet düğünlerinin
yapıldığı ve çeşitli ziyafetlerin düzenlendiği Aynalıkavak
Kasrı, III. Selim’den sonra ilgiden mahrum kalır ve zamanla
harabeye döner. Padişahların kendi gösterişli saray ve kasır-
larını yaptırma telaşına yenik düşen Kasır, yakınında bulunan tersanenin erzak ambarı haline bile gelir. Halbuki bu
Kasır, manzarası ve doğal güzellikleriyle Sultan III. Selim’e
ilham veren ve beste yapmasına vesile olan yerdir.
Aynalıkavak Tenkihnamesi’nin (1779) imzalanması ve
Musul Konferansı’nın (1924) toplanması gibi siyasi olaylara
da tanık olan Aynalıkavak Kasrı, 1925 yılında çıkarılan bir
kararname ile Millî Saraylar Müdürlüğü’ne bağlanır. Bir süre
uluslararası kongre ve sempozyumların gerçekleştirildiği
Kasır, 1984 yılında saray-müze olarak hizmete açılır.
Kasır, müzisyen olan III. Selim’e ithafen bünyesinde Klasik Türk Müziği Aletleri Müzesi bulundurur ve bu müzede
müzik aletlerinin yanı sıra hanedan üyelerinden biri olan
Gevheri Osmanoğlu’nun bağışladığı çalgı, yazılı belge ve taş
plaklar da sergilenir. Çeşitli yıllarda geçirdiği yenileme çalışmaları ve bilimsel araştırmalara dayalı onarım projeleriyle
hak ettiği değeri ve ilgiyi görmesi amaçlanan Aynalıkavak
Kasrı’nda sık sık Klasik Türk Müziği’nin seçkin örneklerini
içeren veya III. Selim bestelerine ağırlık verilen konserler
düzenlenir.
Osmanlı mimarisi geleneklerine uygun olarak inşa edilen Aynalıkavak Kasrı’nda III. Selim’e
ithafen düzenlenmiş Klasik
Türk Müziği Aletleri
Müzesi de bulunur.
Fotoğraflar Millî Saraylar Daire Başkanlığı’ndan alınmıştır.
Ekim 2013
Türk Şiiri öyle ürünler vermiştir ki millet olarak yerini
tartışmasız kabul ederiz. Millî mutabakat sağladığımız
bu şiirler şairlerinden kopmuş, anonimleşmiştir. Bu
doğrultuda örneğin Akif’in İstiklal Marşı için “Onu ben
yazmadım. O, milletin eseridir” demesi boşa değildir.
Bu durum Faruk Nafiz’in “Han Duvarları” şiiri için de
geçerlidir.
“Han Duvarları’nın bütün gücü,” der Turgut Uyar;
“şairinin Anadolu içinde, Anadolu karşısında
güçsüzlüğünü sezmesinde.” Faruk Nafiz Çamlıbel’in
en önemli şiiri Han Duvarları 1923’te yazıldı. 1922’de
Ulukışla yolundan Kayseri’ye göreve giden Faruk Nafiz
bu yolculuğu sırasında gördüklerini, İstiklal Harbi’nin
yorgun topraklarının efsanevi hikayesini yazarak
borcunu ödemek ister. Ödeyebilmiş midir? Bunu
anlamak için şiirin bıraktığı etkiyi iyi görmek gerekir.
Han Duvarları’ndan Meclis
sıralarına bir şairin hikayesi:
Faruk Nafiz
Çamlıbel
Ekim 2013
72
Faruk Nafiz Çamlıbel
Enis Behiç Koryürek
“Bir lübbüdür cihanda ellez-i lezaizin
Her mısraı güzidesi Faruk Nafiz’in”
Faruk Naf iz, 18 May ıs 1898 günü
Orman ve Maadin Nezareti başkatipliğinden emekli Süleyman Nazif
Bey’in oğlu olarak İstanbul’da doğar.
Bakırköy Rüşdiyesi’nin ardından, orta
tahsilini Hadika-i Meşveret İdadisi’nde
tamamlayan şair, Tıp Fakültesi’ne
kaydını yaptırır. Henüz öğrenciyken
yayımladığı şiirler oldukça dikkat çeker. Tıp Fakültesi’ni yarıda bırakarak
1917 yılında Ati gazetesi yazı işlerinde
çalışmaya başlayan Faruk Nafiz, son-
Ekim 2013
Orhan Seyfi Orhon
Bugün
Beş
Hececiler
olarak
andığımız
Enis Behiç
Koryürek, Halit
Fahri Ozansoy,
Yusuf Ziya
Ortaç ve
Orhan Seyfi
Orhon ile
birlikte
Anadolu’yu ve
sıradan insanı
konu alan,
süsten uzak bir
dil benimser.
Yusuf Ziya Ortaç
Halit Fahri Ozansoy
rasında Edebiyat öğretmenliği yapar. 10 yıl kadar Kayseri
ve Ankara’da sürdürdüğü öğretmenlik görevine 1932’den
sonra İstanbul’da devam eder. Öğretmenliği sırasında Güneş,
Tavus, Yedigün ve Hayat dergilerinde şiirleri ve makaleleri
yayımlanır. Bir süre Anayurt isimli bir dergi çıkarır. İlk
şiirlerinden sonra “aşk şairi” olarak anılan Faruk Nafiz’in
ilginç bir şekilde mizahi şiirler de yazdığı görülür. Bu şiirler
Deli Ozan ve Çamdeviren takma adlarıyla Akbaba, Karikatür
gibi mizah dergilerinde yayımlanır.
Aruz vezninin son büyük temsilcilerinden olan Faruk
Nafiz, daha sonra bu vezni terk ederek şiirlerini hece vezniyle
kaleme almıştır. Bugün Beş Hececiler olarak andığımız Enis
Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç ve
Orhan Seyfi Orhon ile birlikte Anadolu’yu ve sıradan insanı
konu alan, süsten uzak bir dil benimser. Kişilik olarak oldukça sessiz ve mütevazı olan şair, Yahya Kemal’in övgüsüne
mazhar olur. Yahya Kemal, “Bir lübbüdür cihanda ellez-i
lezaizin / Her mısraı güzidesi Faruk Nafiz’in” diyerek onun
şiirinin hakkını teslim etmiştir.
İlk üç kitabı Şarkın Sultanları (1918), Gönülden Gönüle
(1918) ve Dinle Neyden (1919) onu “aşk şairi” olarak meşhur
yapar yapmasına, ama sonra bu aşk şairi “memleket şairi”ne
dönüşür. Şair yukarıda söylediğimiz gibi 1898 doğumlu. Bu
nesil Balkan Harbi’yle başlayıp Cumhuriyet’in ilanıyla son
bulan, bütün hayatı savaşların, mücadelelerin kuşattığı bir
ortamda büyümüştür. Bu bakımdan tarihimizin en önemli
nesli diyebileceğimiz bu neslin bir parçası olan İstanbullu
şair, Anadolu’yu gezdikten sonra şiirinde elbette bir değişime
gidecektir. Ankara’da öğretmenlik yaptığı yıllarda dönemin
Maarif vekilinin başkanlığında Şark Vilayetlerini Tetkik
Heyeti’ne iştirak eden Faruk Nafiz Erzurum, Sivas, Trabzon, Kastamonu gibi pek çok şehri yakından görme fırsatı
bulmuştur. Bu izlenimleri ve (Turgut Uyar’ın da belirttiği
73
gibi) Anadolu karşısındaki ezikliği onun “Çoban Çeşmesi”, “Yolcu
ile Arabacı”, “Memleket Türküleri” gibi şiirlerine yansır. Burada
“eziklik” olarak nitelendirilen şey aslında Anadolu’nun büyüklüğüdür. İstiklal Harbi’nde bitkin düşen bu toprakların zaferi karşısında ezilir şair. Samimiyetle ezilir, içtenlikle kucaklaşmak ister.
Siyasi yıllar ve “Zindan Duvarları”
Faruk Nafiz II. Dünya Savaşı’nın sonrasında, 1946’da Demokrat
Parti saflarında Meclis’e girer. 27 Mayıs darbesine kadar İstanbul
Milletvekilliği’ne devam eden şair, darbe sonrası Yassıada’ya gönderilir. Onun siyasi hayatının belirgin tarafı nicelikten çok niteliğe
önem vermesindedir. Meclis’te eğitimle ilgili konuşmasında şöyle
seslenmiş şair: “Köy çocuğunun okumadığını bildiğimiz zaman
tehlike yoktur; zira onu okutmak yollarını araştırabiliriz. Asıl
tehlike, okumıyan bir çocuğu okur zannetmemizdir; zira ilmini,
kifayetini tahlil etmeden, onu köy okulundan, orta okuluna, köy
orta okulundan bölge üniversitesine yükselmiş olur ve diplomasını aldığı zaman da ne yapacağımızı bilmemekten doğan bir
hayretle birbirimize bakışıp dururuz.” Bir diğer konuşmasında da
“Edebiyat ile meşgul olanlar, ciddî eserlere karşı alâka görmeyince,
gündelik yazılarla hayatlarını kazanmak yoluna gitmektedirler. Bu
gidişle ciddî eser buhranı muhakkaktır” der. 1949 ve 1947 tarihli
bu konuşmalarda şairin eğitim, sanat gibi alanlarda nitelik hususunda gösterdiği titizlik ortada. Faruk Nafiz, siyasi tartışmaların
içine ise pek girmez. 27 Mayıs sabahına kadar milletvekilliği devam eder; fakat darbenin ardından Yassıada günleri başlar. 1960
haziranından 1961 eylülüne kadar önce Yassıada’da ardından
Kayseri Kapalı Cezaevi’nde tutuklu kalan şair, mahkeme sonunda suçsuz görülerek beraat eder. Hapishane
günleri bu naif şairi yorar ve orada çektiği sıkıntıları
şiirinin konusu yaparak ‘‘Zindan Duvarları’’nı yazar.
Faruk Nafiz, siyasete geri dönmez. 8 Kasım 1973
günü vefatına kadar hayatını şiire emek vererek geçirir.
Hecenin bu en büyük şairi, “Şair! Sen üzüldükçe ve
öldükçe yaşarsın!” diyen Faruk Nafiz, eski veya yeni
birçok şairi etkilemiş, eşsiz bir sadelik ve ahenkle yazdığı şiirleri nesiller boyu ezberlenmiştir.
HAN DUVARLARI
...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
“On yıl var ayrıyım Kınadağı’ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben”
Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...
...
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
Ekim 2013
74
Asambleler
NATO Parlamenter Asamblesi Türk Grubu Başkanı Ali Rıza Alaboyun:
Türkiye NATO’da ağırlığı olan bir ülke
Söyleşi: Cahit Yıldız
TBMM
’ dek i u lu sla r a r a sı
komisyonlardan NATOPA, özellikle Ortadoğu’nun sıcak
gündemi dolayısıyla her an önemini
koruyan bir oluşum. NATO’nun dünya gündemini belirleyen problemleri
diplomatik yollarla çözme çabasının
en önemli girişimlerini gerçekleştiren
NATOPA’nın Türk Grubu Başkanı
Ali Rıza Alaboyun’la komisyonun
yapısı ve yapılan çalışmalar üzerine
konuştuk.
NATOPA ne zaman kuruldu, hedefleri
nelerdir?
Bildiğiniz gibi NATO’nun kuruluşu
1949’dur. Türkiye ise 1952 yılında üye
oldu. Biz 2002’de iktidar olana kadar
16 NATO üyesi varken daha sonra
demir perde ülkelerinin dahil olmasıyla birlikte şu an üye sayısı 28. 1955’te
kurulan o zamanki adıyla NATO Parlamenter Konferansı, şimdiki adıyla
NATO Parlamenter Asamblesi ise bu
28 ülkenin parlamentolarından oluşuyor. Şu an toplam 257 milletvekili
var. Türk Grubu olarak 7 AK Partili,
3 CHP’li, 1 MHP’li ve 1 BDP’li olmak
üzere 12 parlamenterle Türkiye’yi temsil ediyoruz. NATOPA kendi içinde 5
ayrı komiteye sahip: Savunma Güvenlik Komitesi, Ekonomi ve Güvenlik Komitesi, Siyasi Komite, Güvenliğin Sivil
Boyutu Komitesi ve Bilim ve Teknoloji
Komitesi. Bu komiteler değişik NATO
ülkelerine giderek toplantılar yapıyor.
Gittikleri ülkelerin bölgesel sorunları,
ülkenin askerî yapısı, demokratikleşme
Ekim 2013
ve insan hakları gibi başlıkları yakından takip ediyor.
Şunu da belirtmek lazım ki NATOPA’nın bir yaptırımı yok. Fakat savunma
güvenliğinin sivil boyutunu, bilimsel boyutunu ilgilendirebilecek her alanda faaliyetleri var. Mesela özellikle bilim ve teknolojinin temelinde savunma sanayiini
ilgilendiren birtakım gelişmeleri unutmamak lazım. Örneğin insansız uçakların
temelinde savunma sanayiinin finansmanı ve Ar-Ge çalışmaları vardır. Dolayısıyla
dünyadaki temel teknolojik gelişmelerin ana itici kuvveti savunma sanayiinde
yapılan Ar-Ge çalışmalarıdır.
Başkanlığınız döneminde ne gibi çalışmalar yaptınız?
NATOPA’nın konusu tamamen savunma ve güvenlik olduğu için ilgilendiğimiz
konular da zaman içinde değişiyor. Mesela 2003’ün başında Irak ön plandaydı,
Afganistan yine böyleydi. Şu an Suriye ön planda. Buralarla ilgili hazırlanan raporlar var, biz bu raporlara müdahil oluyoruz. Hatta mümkün olduğu kadar parlamenter arkadaşlarımızın komitelerde görev almasını istiyoruz. Bu doğrultuda bir
arkadaşımız Bilim ve Teknoloji Komitesi’nde raportör şu anda. Raportör olmanın
şöyle bir avantajı var tabii. Raporlar hazırlanırken Türkiye’nin gerçeklerini, politik
bakış açısını da dikkate alarak raporlarda bunlara yer verme imkanımız oluyor.
Süreç içerisinde başlangıçta Afganistan ve Irak son zamanlarda da Suriye olmak
üzere (belki bundan sonra Mısır da önemli bir konu olacak) hazırlanan raporlarda
demokrasi ve bölge sorunları açısından Türkiye’nin görüşlerini dile getiriyoruz.
Asambleler
Ortadoğu’da güvenlik konusunda büyük
soru işaretleri var. NATOPA nasıl bir stratejiyle yaklaşıyor bu bölgeye?
Bu sor uy u ce vaplay abi l mek iç i n
NATO’nun geçmişinden bahsetmekte
yarar var. Berlin Duvarı yıkılmadan
önce NATO’nun ana özelliği Varşova
Paktı ülkelerine karşı bir savunma
paktı olmasıydı. Berlin Duvarı yıkılınca “NATO işlevini mi kaybetti
acaba?” diye bir soruyla karşı karşıya
kalındı. NATO bu süreçte yeni bir
misyon yüklenmeye başladı. Yapılan
Berlin Plus Antlaşması’yla birlikte silah
kullanan bir güçten sorunları insancıl,
diplomatik bir yolla çözmeye çalışan
bir yapıya dönüştü NATO. Fakat 11
Eylül bir dönüm noktası oldu. Bu tarihten sonra adı İslam’la anılan bir terör
ortaya çıktı. Biz bütün toplantılarda
terörle İslam’ın yan yana olamayacağını dolayısıyla bir terör örgütünün,
El Kaide’nin, “İslami terör” olarak
adlandırılmasına hep karşı çıktık.
Çünkü herhangi bir dinin içerisinden
bir grup aşırı eylemlere gidebilir. Bu,
o dini bağlamaz. Nitekim Bosna’da da
Müslümanların başına gelen şey Hıristiyanlık adına yapılan bir katliamdı.
Ama biz hiçbir zaman “Bu Hıristiyan
terörüdür” demedik. Bizim çabaları-
mız sayesinde NATO’nun hiçbir dokümanında El Kaide’den bahsederken “İslami
terörizm” ibaresi geçmez. İslam’da aşırılaşmadan bahsedilebilir, aşırı gruplardan
bahsedilebilir; ama bu ifade kullanılmaz. Resmî metinlerde bizler müdahale ederek
bu ifadeyi çıkardık.
Toparlarsak eğer NATO başlangıçtaki Sovyetler’den gelebilecek bir saldırıya
hazır halde bekleyen bir “hard power”dan tamamen “soft power”a dönmeye başladı. NATO’daki bu değişim ve dönüşüm halen devam ediyor. Güncel politikaya
göre hareket ediliyor. Libya’da örneğin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bir
karar alınca NATO müdahil oldu, ama Güvenlik Konseyi bir karar alamayınca
Suriye’de hareket edemedi.
NATOPA önümüzdeki günlerde neler yapacak?
NATOPA’da en güncel konu Ortadoğu. Anlaşılan o ki Ortadoğu bir süre daha
dünyanın en sıcak noktası olmaya devam edecek. Tabii bu doğrudan NATO üyesi
olarak Türkiye’yi ilgilendiriyor. Bu sıcak bölgede biz çok kritik bir ülkeyiz. Bütün dünya genelinde NATO’nun belirlemiş olduğu 16 sıcak çatışma bölgeleri var.
Bu sıcak çatışmaların birçoğu bizim çevremizde, komşumuz olan ülkelerde. Bu
doğrultuda Türkiye “komşularıyla sıfır sorun” politikası izliyor. Etrafında sıcak
çatışmaların her an olduğu bir ülke olarak bizler bu ülkelerle sıfır sorun politikasını
izlemek zorundayız. Sıfır sorun şu demektir: Biz komşularımızla sorun yaratmayacağız. Önceden gelen sorunlar da hangi taraftan kaynaklanırsa kaynaklansın
biz bunu çözeceğiz; ama yeni sorunlar çıkartmayacağız.
Şunu da söylemek lazım ki Türkiye NATO’da ağırlığı olan bir ülke. Biz NATOPA toplantıları dolayısıyla bunu net bir şekilde görüyoruz. Ekim ayında NATOPA
heyeti Türkiye’yi ziyaret edecek. Başbakanımızla ve Dışişleri Bakanımızla görüşecekler. Ayrıca, Akdeniz ve Ortadoğu Özel Grubu’nun başkanlık seçimleri de burada
yapılacak. Bu seçimde benim adaylığım da söz konusu. Biz bu bölgede başkanlığı
ve raportörlüğü almayı çok arzu ettik. Bunun nedeni bu bölgeyle tarihten gelen bir
bağımızın olması. Buraları çok iyi bilen, resmi iyi okuyan bir başkana ihtiyaç var.
Biz sorunları uzaktan görmüyor, bire bir yaşıyoruz. Bu doğrultuda adaylığımızı
koyduk ve destek de aldık. Ekim ayı içerisinde bu konuda yapılacak bir seçimle
mütabakat sağlanacak.
Ekim 2013
75
76
Ateş kahramanları:
Yangın söndürme ekibi
Meclis’in yangın söndürme ekibi 7 gün 24 saat görev başında.
TBMM binalarını yangından korumak için her türlü tedbiri alan ekip,
gerektiğinde gözünü kırpmadan alevlere koşuyor.
Röportaj: Zeynep Yiğit
Fotoğraflar: Elif Çelik
Ekim 2013
Meclis Çalışanları
T
ürkiye Büyük Millet Meclisi’nin
bahçesindeyiz. Ankara’ya çok yakışan sonbaharın güzellikleri dört bir
yanımızı sarmış durumda. Serin hava
bizi biraz üşütse de yavaş adımlarla
Çankaya kapısına doğru ilerliyoruz. Bu
sırada çalan siren sesi kulaklarımızda
çınlıyor. Ne olduğunu anlamaya çalışırken TBMM’nin yeni personel binası
avlusundaki hareketlilik dikkatimizi çekiyor. Gazetecilik merakıyla kendimizi
olay yerinde buluyoruz. Çok geçmeden
bunun bir yangın tatbikatı olduğunu
öğrenip derin bir nefes alıyoruz. Sonra
da deklanşöre basarak Meclis personelinin binadan kurtarılış anını, gökyüzüne uzanan alevlerin söndürülmesini
kare kare fotoğraflıyoruz. Başarılı tatbikatı ilgiyle izleyenlerle birlikte Meclis’in
yangın söndürme ekibini alkışlamayı da
ihmal etmiyoruz.
25 Eylül-1 Ekim arasındaki “Yangın
Haftası” etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen tatbikatın ardından Yangın
Söndürme Ekibi Nöbet Odası’na gidiyoruz. Burada bizi Gazi Aktaş karşılıyor.
Aktaş, Yangın Söndürme Amir Vekili.
Kendisine bu ay “Meclis Çalışanları”
sayfalarımıza konuk ettiğimiz yangın söndürme ekibiyle ilgili sorular
yöneltiyoruz. Aktaş, TBMM Destek
Hizmetleri Başkanı’na doğrudan bağlı
Sivil Savunma Uzmanı’nın sevk ve idaresindeki yangın söndürme ekibinde,
1 Yangın Söndürme Koordinatörü,
1 Yangın Söndürme Amir Vekili, 25
yangın söndürme eri ve 3 şoförün yer
aldığını ifade ediyor. Yürüttükleri
görevleri sorduğumuzda ise şunları
söylüyor: “Öncelikli görevimiz, TBMM
binalarının açık ve kapalı alanlarının
yangına karşı korunması için önleyici
tedbirleri almak, yangın çıkması durumunda ivedi şekilde müdahale etmek.
Diğer görevlerimizi ise şu şekilde sıralayabilirim: Meydana gelebilecek çökme, patlama, mahsur kalma, kaza gibi
olaylara müdahale etmek. Yangın söndürme malzemelerinin ve itfaiye araçlarının
her an kullanılır durumda olmalarını sağlamak. Emniyet görevlileri ile birlikte her
akşam belirli zamanlarda yangın güvenliği ve emniyeti açısından TBMM binalarını
kontrol etmek. Yangın algılama erken uyarı sistemleri ve yangın ihbar telefonları ile
binaların yangın güvenliği takibini yapmak...”
Gazi Aktaş üstlendikleri görevleri anlatırken araya girip birkaç konuyu açmasını
istiyoruz. Bunlardan biri yangın söndürme malzemeleri ve itfaiye araçları… Aktaş,
Meclis binalarında olası yangınlara müdahale edebilmek için 2 itfaiye arozözü ve
gerekli her türlü malzemenin bulunduğunu belirterek, “İtfaiye araçları ve içindeki
malzemeler yangın söndürme ekibimiz tarafından her sabah ve akşam kontrolden
geçiriliyor. Böylece her an kullanıma hazır hale geliyorlar” diyor. Aktaş’ın verdiği
bilgiye göre Meclis’te olası bir yangına karşı alınan önlemler bununla sınırlı değil.
TBMM’nin tüm binalarında yangın algılama ve erken uyarı sistemleri bulunuyor.
Yangın söndürme ekipleri 7 gün 24 saat bu sistemlerin takibini de yapıyor.
Karanlığa meydan okuyorlar
Gece gündüz görev başındaki yangın söndürme ekibi 24 saat kesintisiz vardiya
sistemiyle çalışarak Meclis binalarını yangından koruyor. Röportajımız sırasında
Meclis’teki yangın söndürme erlerinin her birinin TBMM binalarını avcunun içi
gibi bildiğini öğreniyoruz. Gazi Aktaş, “Ekibimizdeki her arkadaşımız Meclis
binalarını çok iyi bilir. Karanlıkta bile hiçbir sorun yaşamadan binalara girip
çıkabiliriz. Olası bir yangında elektrikler kesildiği zaman müdahale edebilmemiz
için bu şart” diyor. Söz yangın söndürme erlerinin taşıdığı özelliklerden açılınca
“Mesleğinizin olmazsa olmazları nelerdir?” diye soruyoruz. Gazi Aktaş ilk sıraya
cesareti koyup devam ediyor: Soğukkanlılık, hızlı ve doğru karar verebilme, mesleki beceri, özveri, birbirine saygı ve güven duyma.
“Yangın olduğunda herkes dışarı kaçarken biz içeri koşuyoruz. Ne alevlerden korkuyoruz ne de zehirli gazlardan… Çünkü bizim görevimiz ivedi bir şekilde yangını
söndürüp tehlikeyi ortadan kaldırmak. Bunun için canla başla çalışıyoruz” diyen
Aktaş, bu noktada önemli bir konunun altını çiziyor: “Mesleğimizi yaparken birçok
Ekim 2013
77
78
tehlikeyle karşı karşıya kalıyoruz. Yalnızca alevlerle değil,
dumanla ve zehirli gazlarla da mücadele ediyoruz. Bu sırada
ekip olarak birbirimize güven duymamız çok önemli. Örneğin
iki arkadaş kırgın olabilir, ama herhangi bir olaya müdahale
ederken bu durumu bir kenara bırakıp karşılıklı güven içinde
işlerini yaparlar. Mesleki dayanışmaya büyük önem veririz.
Başarıya ulaşmak için olmazsa olmazlardan biri budur.”
Yangın söndürme ekibi küçük büyük demeden her ihbarı
titizlikle değerlendiriyor. Röportajımız sırasında da nöbet
odasındaki yangın algılama ve erken uyarı sistemlerinin ne
denli dikkatle takip edildiğine tanık oluyoruz. Yangın Söndürme Amir Vekili Gazi Aktaş, TBMM yerleşkesinde açık
alanda yer üstü hidrantlar bulunduğunu, böylece binalardaki
yangınlara dışarıdan da müdahale edilebildiğini belirterek,
“TBMM binalarının bazı bölümlerinde gazlı söndürme sistemleri ile yağmurlama (sprinkler) söndürme sistemleri de
mevcut” diyor. Olası bir yangına karşı her türlü önlemi alan
yangın söndürme ekibi, Meclis’in çeşitli birimlerinden gelen
talepleri de karşılıyor. Örneğin yüksek noktalarda yapılması
gereken işlere itfaiye arozözü ile destek sağlanıyor.
Personele yangın eğitimi
Yangın söndürme ekibinin görevleri arasında Meclis personeline yangın eğitimi vermek de yer alıyor. Gazi Aktaş, eğitimlerde
yangın söndürme cihazları ve yangın dolaplarının nasıl kullanılacağına dair bilgi verildiğini kaydederek, “Buradaki amaç,
olası yangına bilinçli bir şekilde müdahalede bulunulmasını
sağlamak” diyor.
26 yıldır Meclis’te görev yapan Gazi Aktaş, alınan tedbirler
sonucunda TBMM’de bugüne kadar birkaç çok ciddi yangın
çıktığını, bunlara da anında müdahale edilerek büyümesinin
Ekim 2013
“TBMM’deki
herhangi bir
olaya ilk müdahale süremiz en
fazla 2-3 dakikadır. Hızlı hareket
edip doğru
müdahalelerde
bulunarak görevimizi en iyi şekilde
yerine getirmeye
çalışıyoruz.”
önlendiğini belirtiyor. Unutamadığı
bir olay olup olmadığını sorduğumuz
Aktaş şunları söylüyor: “1990 yılında
milletvekillerinin araçlarının bulunduğu garajda yangın çıkmıştı. İçeri girdiğimizde bir otomobili sarmış alevler
ve dumandan başka hiçbir şey görünmüyordu. Hemen yangına müdahale
edip büyümeden söndürdük. O günkü
manzara hâlâ gözümün önündedir.
Bir başka olay ise Meclis camisinde
yaşandı. Bir cuma günü namaz kılındıktan sonra bundan önceki dönemde
görev yapan milletvekillerinden biri rahatsızlandı, bayılmak üzereydi. Biz ilkyardım eğitimi de aldığımız için hemen
müdahale ettim. O sırada doktor geldi
ve ‘Müdahaleyi kim yaptı?’ diye sordu.
‘Ben’ dedim. ‘Teşekkür ediyorum, çok
doğru bir uygulama yapmışsınız’ dedi.
Yangın söndürme ekibindeki herkes
ilkyardım konusunda bilgi sahibidir.”
Eyüp Topaklar, yangın söndürme
ekibinin en deneyimli ismi. 30 yıldır bu
görevde bulunan Topaklar, “Mesleğimi
severek yapıyorum. Yangın söndürme
eri olmaktan gurur duyuyorum” diyor.
Meclis’te 24 saat görev başında olduklarını, aldıkları tedbirler sonucunda çok
önemli bir olay yaşanmadığını ifade
eden Eyüp Topaklar şunları söylüyor:
Meclis Çalışanları
“Çok iyi bir eğitim alıyoruz. Meclis’te A’dan Z’ye her
noktaya hiç şaşırmadan, tökezlemeden müdahale
edebiliyoruz. TBMM’deki herhangi bir olaya ilk müdahale süremiz en fazla 2-3 dakikadır. Hızlı hareket
edip doğru müdahalelerde bulunarak görevimizi en
iyi şekilde yerine getirmeye çalışıyoruz. Meclis’teki
görevimiz yangına karşı gerekli tedbirleri almak ve
yangına müdahale etmekle sınırlı değil. Diğer birimlerden çeşitli konularda gelen yardım taleplerini
de karşılıyoruz. Bu açıdan ekibimizin Meclis’te çok
önemli işler yaptığını düşünüyorum.”
“Her canlı bizim için önemli”
Deneyimli yangın söndürme eri, unutamadığı olayı ise şöyle anlatıyor: “Mesleğe yeni başladığımız
yıllardı. Şu anda yapım çalışmaları devam eden
halkla ilişkiler binasının bulunduğu yerde elektrik
güç merkezi vardı. Gece saat 02:00’de elektrik güç
merkezinden yangın ihbarı geldi. O zaman Meclis’te
Cumhurbaşkanlığı Muhafız ve Tören Taburu vardı,
askerlerle birlikte gittik. Kapalı haldeki demir kapının
ardında kablolar yanıyordu. Askerler demir kapıyı
demir boruyla açmaya çalışıyordu. Bunun yanlış
olduğunu, oradaki kablonun demir kapıya değmesi
sonucu hepsine elektrik çarpacağını söyledik ve kapıyı başka bir şekilde açtık. O sırada ilgili arkadaşlar
gelip elektriği kesti, biz de yangına müdahale ettik.
Bilinçsiz olsaydık o gün hayatımızı kaybedebilirdik.”
Ertan Yalçınkaya 5 yıldır yangın söndürme ekibinde çalıştığını ve mesleğini çok sevdiğini belirtiyor.
Yangının ne zaman, nasıl çıkacağının belli olmadığını, bu nedenle 7 gün 24 saat görev başında olduklarını anlatan Yalçınkaya, yangın söndürme erliğinin
adrenalini yüksek bir meslek olduğuna işaret ediyor.
Ertan Yalçınkaya, aldıkları her ihbarı değerlendirdiklerini belirterek şu ilginç örneği veriyor: “Bir gün
Isı Merkezi’nden bir ihbar geldi. Bir kedi ve iki yavrusunun ağaçta mahsur kaldığı bildirildi. Bizim için
her canlı önemli olduğundan bir arkadaşımla birlikte
gittik. Kedileri ağaçtan indirdik. İki yavruyu iyi beslenip bakılmaları için kafeterya tarafına götürdük.
Bir gün sonra Isı Merkezi’nden tekrar bir çağrı geldi;
‘Anne kedi yavrularını arıyor. Nereye bırakıldıysa geri
getirir misiniz?’ diye... Yangın önleme ve söndürme
çalışmalarının yanı sıra bu tür ihbarları da mutlaka
değerlendiriyoruz. Meclis’in neresinde bize ihtiyaç
varsa orada oluyoruz.”
Ekim 2013
79
80
Tarih Sahnesi
5 Ekim 1953 - Türkiye, BM
Güvenlik Konseyi üyeliğine
seçildi.
1 Ekim 1977 - Brezilyalı efsane
futbolcu Pele futbolu bıraktı.
13 Ekim 1923 - TBMM
Ankara’yı hükümet merkezi ve
başkent ilan etti.
1
2
5
7
8
11
13
14
2 Ekim 1187 - Selahaddin
Eyyubi, Kudüs’ü fethederek 88
yıllık Haçlı işgaline son verdi.
11 Ekim 1689 - Deli Petro (Büyük Petro) Rus Çarı oldu
7 Ekim 1571 - Hıristiyan birleşik donanması ile İnebahtı’da karşılaşan Osmanlı donanması yenildi.
Ekim 2013
81
29 Ekim 1923 - Türkiye 14 Ekim 1950 - Türk askerî
Cumhuriyeti ilan edildi ve Mustafa Kemal
Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi.
birliği Kore’ye ulaştı.
24 Ekim 1964 - ABD’li insan hakları savunucusu Martin Luther King Nobel Barış Ödülü aldı.
20
24
26
30
20 Ekim 1941 - Alman
işgalindeki Sırbistan’da binlerce sivilin ölümüne neden olan
Kragujevac katliamı gerçekleşti.
26 Ekim 1461 - Trabzon Rum
8 Ekim 1912 - I. Balkan Savaşı başladı.
İmparatorluğu, Fatih Sultan Mehmet komutasındaki Osmanlı güçlerine
teslim oldu.
Ekim 2013
82
Genellikle Nazım
için kullanılan
“mavi gözlü dev”
tanımlaması
Müşfik Kenter’e
de bir o kadar
yakışıyor. O da
“dev” olmayı hak
ediyor kesinlikle...
Pınar Ünsal
Müşfik Kenter’i
dinliyorum gözlerim kapalı…
‘‘Dolu dolu caddelerde, tıklım tıklım kaldırımlarda elleri cebinde dolaşan kişidir yalnız.’’ İnsanın koca bir okulu, kendisiyle
tanışmayı dileyen onlarca seveni ve hepsi birbirinden değerli
insanlardan oluşan büyük bir ailesi olsa da yalnızlık çekebiliyor demek ki; ya da yalnızlığı tanımlayabiliyor, ondan
muzdarip olanı anlayabiliyor. Ama insan yıllar evvel yaşamını yitirmiş bir şaire sesiyle can verebiliyorsa, elleri
cebinde yalnız dolaşsa bile sokaklarda aşk türküleri söyleyen deniz kızı, ciğercinin kedisi, ayakları suya değen kadın,
eski bir arkadaş, işi gücü gökyüzünü boyamak olan Dalgacı
Mahmut’la tıklım tıklımdır içi.
Ekim 2013
83
Ders 1: İyi bir insan olun
Güzel bir İngiliz kadını ile ona olan aşkı
uğruna mesleğini bırakan diplomat bir
adam en romantik filmlere konu olabilecek fırtınalı bir aşk yaşarlar. Müşfik
Kenter, bu aşkın meyveleri olan dört
çocuktan biridir. Gavur analarından
dolayı babaanneleri tarafından bile
“Yarısı yavrumun yarısı, yarısı yılan
yavrusu” diye bahsedilen dört yavru,
entelektüel ve soylu bir babaya rağmen
yoksul bir çocukluk geçirir. Zira babaları yasak elmayı yemiş, o dönemin
Türkiyesinde hiç de hoş karşılanmadığı
halde yabancı bir kadınla, üstelik bir
İngiliz’le evlenmiş, bu yüzden işsiz
kalmıştır.
Kenter ailesinin, arkasında soba
boruları ve tel dolaplar yüklü tıngır
mıngır ilerleyen bir arabayla Ankara’ya
taşınması, Müşfik Kenter’i hiç de ilgisi
olmadığı halde tiyatronun göbeğine
bırakacak bir başlangıçtır. Ailenin en
sevecen, en esprili çocuğu Müşfik, apartmandaki komşuları Agah Hün sayesinde
Ankara Devlet Tiyatrosu Çocuk Bölümü’nde oyunculuğa başlar. Çocukken her şeye
güldüğü için öğretmenleri tarafından sürekli uyarılan ve genellikle sınıftan atılan
bu mavi gözlü cin bakışlı çocuk, tiyatro dahil hiçbir sanata veya meslek grubuna
kendini yakın hissetmeyen biridir. Abisinin “Senin adam olacağın yok, artist ol bari”
demesi “Hamlet”teki oyunculuğuyla dünya literatürüne girecek kadar yetenekli bir
tiyatrocu; huzur verici, yatıştırıcı ve benzersiz ses tonuyla aranan bir seslendirme
sanatçısı; “Üşüdüğümüzde camı kapatmak kadar kolay olsaydı keşke, sevilmediğimizi anladığımızda o kişiye yüreğimizi kapatmak” gibi aşka dair onlarca güzel
sözün sahibi Müşfik Kenter’i Türkiye’ye hediye edecektir.
“Bütün dünya bir sahnedir ve herkes ancak birer oyuncu. Sırası gelen girer veya çıkar” diyerek yaşamı bile tiyatroyla içselleştirmiş, tiyatroya âşık, Türk Tiyatrosu’nun
seviye atlamasında önemli role sahip Müşfik Kenter, insanoğlunu tanımlamak için
de kullanılan doğru ve yanlış, güzel ve çirkin, iyi ve kötü kıstaslarından doğru, güzel
ve iyi olandır. Yıllarca yaptığı tiyatro hocalığında ilk dersinin ilk cümlesi “İyi bir
insan olun” olan birinin yanlış, kötü ve çirkinlik neresinde olabilir ki zaten?
“Tiyatro ciddi bir şakadır”
Müşfik Kenter, Yıldız Kenter, Şükran Güngör ve Kamuran Yüce’nin elde avuçta ne
varsa ortaya koyup Harbiye’de kurdukları Kenter Tiyatrosu; Claude Magnier, John
Osborne, Anton Çehov, John Steinbeck ve Türkiye’de tanınmayan daha nicesinin
eserlerini sergilemekten çekinmez. Hem de tiyatroların en zor döneminde, 60’ların
Türkiyesinde... Türk tiyatrosunun bu dört atlısı, öncü hareketleriyle ülkedeki tiyatro
Bütün dünya bir sahnedir ve
herkes ancak birer oyuncu.
Sırası gelen girer veya çıkar.
Ekim 2013
84
“Bizim tiyatromuz çok ileride
ama seyircimiz geride”
demesi fast live, fast food,
fast music, fast love
yaşamalarına rağmen hiç vakti
olmayan gençlere bağlanabilir
belki de.
hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini? Copy-paste yapabilir
misiniz dalgaların sahille buluşmasını? İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz
maille arkadaşlarınıza? Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız? Öpüşmek için hangi tuşlara
basmak gerekir? Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını? Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında? Koklamak,
duymak, dokunmak yok mu yaşam skalanızda? Bilgi toplumu oldunuz da, duygu
toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?”
Geri dönüşüm kutusunda saklanamıyor kaybolan zaman
anlayışına yeni bir soluk kattığı gibi
tiyatro izleyicisinin kültürel anlamda
daha da gelişmesini sağlar.
Müşf ik Kenter’in ciddi bir şaka
olarak nitelediği tiyatro için “Bizim
tiyatromuz çok ileride ama seyircimiz
geride” demesi fast live, fast food, fast
music, fast love yaşamalarına rağmen
hiç vakti olmayan gençlere bağlanabilir
belki de. Hayvan mı yaratık mı olduğu
belli olmayan, Alf adındaki ukala uzaylıyı sadece çocuklara değil yetişkinlere
bile sesi sayesinde sevdiren Müşfik
Kenter’in dostluğu klavyelerde, yaşamı
monitörlerde arayan şimdiki gençlere
bir çift sözü vardır: “Hangi tuş daha
etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da
Ekim 2013
Müşfik Kenter’in 15 Ağustos 2012’de ölümüyle otuz sene boyunca sesini verdiği
Veli’nin oğlu Orhan da ölür. “Bir Garip Orhan Veli”yle yüzlerce defa seyirci karşısına
çıkan Müşfik Kenter kendi de yazdığı için mi bu kadar güzel şiir okuyordu yoksa
Orhan Veli dizelerinde kendini mi buluyordu bilinmez. Kenter’in ölümle ilgili bir
şiiri, yaşamını yitirdiğinde neden arkasından konuşma yapılmamasını istediğini
de açıklar aslında:
Üzülüyorsun, takma diyorlar
Kızıyorsun, değmez diyorlar
Boş veriyorsun, gamsız diyorlar
Konuşuyorsun, muhatap olma diyorlar
Çekip gidiyorsun, mücadele et diyorlar
Alttan alıyorsun, tepene çıkardın diyorlar
Bağırıyorsun, sakin ol diyorlar
Aklı başında davranıyorsun, bu kadar uslu olunmaz diyorlar
Ölünce ne diyecekler?
Muhtemelen “Ölüm sana yakışmadı”
Normal tabii, dirimizi beğenmediler ki ölümüzü beğensinler.
Tiyatro okulunda onlarca sanatçı yetiştirmişken; Orhan Veli, Huysuz İhtiyar,
Boyacı Halil, Hamlet olmuşken ölemiyor insan. Bir filminde “Hey bre Karacaahmet,
kara mezarlık. Sana gelmiyorum işte! Var mı bir diyeceğin? Daha çoook beklersin”
dememiş miydi zaten? Farz edelim ki İstanbul’u dinliyor gözleri kapalı…
Türk Parlamenterler Birliği’nden
Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul
kararıyla 2013 yılında yıllık 120 TL’dir.
Bankalar tarafından müşterilerine, uluslararası Banka
Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir. Üyelerimizin aidatlarını yatırırken
problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir.
Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları
2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir.
Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve
Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması,
Türk Parlamenterler
Birliği ANKARA
KONUKEVİ
Üyelerimiz ve misafirlerine
hizmet vermektedir.
Royal Anka Hotel
Tel: 0312 446 36 86
Bayraktar Mahallesi Bayraklı Sokak
No: 35 GOP / Ankara
5253 sayılı Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların
belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir.
Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını
mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur.
TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr
Fax Hattı: 0312 420 66 24
Sayın Üyelerimiz, her konuda bize ulaşabilirsiniz.
Türk Parlamenterler Birliği
TBMM B Blok 2. Asma Kat 06540 Bakanlıklar / ANKARA
Tel: 0 312 420 66 21 Fax: 0 312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği
Ziraat Bankası TBMM Şubesi
IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
Sağlık Hattı
Sağlık uygulamaları, hastaneler ve
anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü
bilgi için 0312 420 0 112 numaralı
telefonu arayabilirsiniz.
86
Yüzlerce yıllık keyif
Küçücük bir çekirdek... Kimi zaman bizi masalsı bir yolculuğa
çıkaran, kimi zaman dostlukları pekiştiren sohbetlerin bahanesi
olan. Daha edebi bir ifadeyle mürde cisme can katan...
Erbay Kücet
D
ünyanın belki de en keyifle yudumlanan içeceği olan kahve zihni uyarma,
yorgunluk giderme, mutluluk verme gibi pek çok özelliğe sahip bir mucize. Etkileyici kokusu ve muhteşem tadı ise dillere destan. Ani ısı değişimlerinin olmadığı,
bol yağış alan, don olayının görülmediği yerlerde, yani sadece ekvator kuşağında
yetişirken tüm dünyada severek tüketilen bir içecek olması bundan olsa gerek.
3. yüzyılın keşişlerinden olan ve Etiyopya'da yaşayan çoban Khaldi’nin, keçilerinin parlak ve koyu yapraklı bir ağaçtaki kırmızı meyveleri yedikten sonra daha
da hareketlendiklerini görmesi ve bunun üzerine kendisinin de o meyvelerden
yemesi kahvenin keşfiyle ilgili bilinen en yaygın hikaye. Khaldi, kendisine enerji
veren bu meyveyle ilgili gözlemlerini çevresiyle paylaşmış ve meyvenin ünü kısa
sürede yayılmış.
Önceleri yağda kızartılarak ve yenilerek tüketilen kahve, günümüzde kavrulup
öğütüldükten sonra içiliyor. Bu şekilde tüketilmesi Şazeliyye Tarikatı kurucusu
Ebu’l Hassan Şazeli’ye kadar uzanıyor. Şeyh Hacc’a giderken, yolda müridi ile yaptığı sohbette kahve çekirdeklerini kaynatarak içtiğini söyler. Bu alışkanlık insanlar
arasında zamanla yayılır. Bu yüzden de Şeyh Şazeli, tüm kahvecilerin piri addedilir.
Öyle ki İstanbul’daki kahvehanelerde “Her seherde besmeleyle açılır dükkanımız,
Hazreti Şazeli’dir pirimiz, üstadımız. Bu kahve öyle bir kahvedir ki, her usûlü ha
safa içinde, sakin olanlar çekmesin asla cefa” yazılı çerçeveler bulunurmuş.
Kahve çekirdeğinin 14. yüzyılda Habeşistan’da başlayan serüveni önce Yemen’de,
sonraları İstanbul ve ardından Avrupa’da devam etmiş. Osmanlı’nın kolayca
Ekim 2013
87
benimseyerek gündelik hayatına kattığı kahve, kısa sürede özel misafirlere
ikram edilen bir içecek haline gelmiş.
1669 yılında Fransa’da elçi olarak görev yapan Süleyman Ağa’nın konuklarına ikram ederek sevdirdiği Türk kahvesinin, o günden sonra Paris’te birçok
kahvehanenin açılmasını sağladığı ve
kahvenin Avrupa’da yaygınlaşmasına
vesile olduğu rivayet edilir.
Kahveye hazırlanması, pişirilmesi
ve sunumuyla kendine özgü bir kimlik
kazandıran atalarımız dünyaya kahve
kültürünü de tanıtmışlardır. Kahve
ve kahvehanelerin sosyal hayatın ayrılmaz bir parçası olmasıyla birlikte
dünyada hiçbir içeceğin sahip olamadığı yaygınlıkta bir kahve kültürü
doğmuştur. İlk kaynaklarda kahveden
“Türklerin içtiği, siyah renkli, yemeklere asla eşlik etmeyen, ağır yudumlarla
tadına varılan ve arkadaş toplantılarından eksik olmayan bir içecek” şeklinde
bahsedilir. Osmanlı tarihçileri kahvehaneleri “mekteb-i irfan” şeklinde tanımlar.
Günün ilk yemeğine “kahvaltı” (kahve altı) denmesi, pek çok söz, şiir ve mani
olması kahvenin kültürümüzde ne kadar mühim bir yere sahip olduğunun göstergesidir. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır”, “Acı kahvesini içmek”,
“Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane” gibi deyim
ve atasözleri kahveye verilen önemin en güzel biçimiyle ifade edilişidir. “Kahve
Yemen’den gelir” türküsü ve “Kahve piştiği yerde / Pişip taştığı yerde / Güzel çirkin
aranmaz / Gönül düştüğü yerde” gibi sözlere sahip maniler Türk halkının kahveyi
içselleştirmesine güzel birer örnek teşkil eder. Kız isteme esnasında gelin adayının
pişirdiği kahveleri görücülere ikram ederek kendini göstermesi, damadın sabrını
ölçmek için kahvesine tuz katılması ise bu güzel içeceği Türk halkı olarak ne kadar
benimsediğimizi, gelenek-göreneklerimize bile kattığımızı gösterir.
Kahire, Şam, Halep ve İstanbul üzerinden yolculuğuna Avrupa’da devam eden
kahvenin coğrafya değiştikçe sunum şekli de değişmiş. Osmanlı’da ince işçilikli
fincan takımları ve göz alıcı tepsilerle sunumu yapılan kahve; tatlı, şerbet, lokum
veya günümüzde çikolata ile servis edilerek içimi kolay hale getirilmiş. Bir Osmanlı
geleneği olan özenli kahve sunumu zamanla şekil değiştirse de Bosna’da aynı tepsi
içinde, odun ateşinde pişirilmiş kahvenin bulunduğu cezve, fincan ve çifte kavrulmuş lokumlu sunum halen devam etmektedir.
Biz kahvenin yanında lokum, çikolata görmeyi beklerken bir Arap atasözünde
“Kahvenin kahve olabilmesi için aşk gibi tatlı değil, ölüm gibi acı olması gerekir”
deniyor. Biz de kahvenin çıkış yeri kabul edilen o toprakların sesine kulak veriyor, en güzel dostlarla yaptığımız en tatlı sohbetlerimize en acı kahveleri bahane
ediyoruz.
Önceleri yağda
kızartılarak
ve yenilerek
tüketilen kahve,
günümüzde kavrulup
öğütüldükten
sonra içiliyor. Bu
şekilde tüketilmesi
Şazeliyye Tarikatı
kurucusu Ebu’l
Hassan Şazeli’ye
kadar uzanıyor.
Ekim 2013
Kitap
88
Nükleer Savaş ve
Çevre Felaketi
Noam Chomsky - Laray Polk
Çev: Melda Elif Keskin,
İnkılap Kitabevi, 144 sayfa
Dost
Vüs’at O. Bener
Yapı Kredi Yayınları, 118 sayfa
Osmanlı
ve Modern
Türkiye
Halil İnalcık
Timaş Yayınları, 328 sayfa
Ekim 2013
Asrın entelektüel dahisi olarak kabul edilen Noam
Chomsky’nin Türkçedeki son kitabı, yazar Laray Polk’la
yaptığı söyleşilerden oluşuyor. Kitapta Chomsky’ye göre
dünyanın beklediği en büyük iki tehlike olan nükleer savaş
ve çevre felaketleri çok geniş bir perspektiften ele alınmış.
Küresel ısınmaya dikkat çeken yazar, bu konudaki duyarsızlıktan ve kısa süreli kâr politikaları sebebiyle yapılan
geçiştirmelerden oldukça şikayetçi. Kitabın en çarpıcı
sayfaları ise Chomsky’nin ABD ve İngiltere işbirliği ile
yapılan Irak savaşının bir istila olduğunu, Bush ile Blair’in
yargılanması gerektiğini söylediği sayfalar. Nükleer Savaş
ve Çevre Felaketi, çağın filozofunun işaret ettiklerine bakmak açısından değerli bir kitap.
Modern Türk hikayeciliğinin en önemli kalemlerinden Vüs’at O. Bener’in ilk baskısı 1952 yılında yapılan Dost kitabı YKY tarafından özel bir baskıyla yeniden yayımlandı. 2005 yılında kaybettiğimiz yazarın bu kitabı onun Sait Faik’le beraber Türk
hikayeciliğinin en önemli ismi olarak anılmasının başlıca nedenlerinden. Kendine
has üslubu ve ironisiyle unutulmaz hikayeler yazan Vüs’at
O. Bener’e olan ilgi günümüzde (tıpkı Sait Faik’te olduğu
gibi) çok az. Bunun sebeplerini tartışmak eleştirmen ve
yeni nesil hikaye yazarlarının başlıca işlerinden olmalı.
Dostoyevski “Hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıktık”
demişti. Türk hikayeciler bizim paltomuzun sahibini
arıyorlar mı? Türk hikayeciliği kaynaklarından koparak
varlığını koruyabilir mi? Dost bu düşündürücü soruların
eşiğinde umarız Türk hikayesinin neler yapabileceğini
yeniden gösterecektir.
Hocaların hocası Halil İnalcık şüphesiz Türk tarihçiliğinin en önemli aktörü. Hayatı boyunca Osmanlı tarihi
üzerine kafa yoran düşünür, Türkiye’de Osmanlı tarihi
araştırmalarının yön tayin edici karakteri olmayı başarmış, tartışmasız bir isim. Son kitabı Osmanlı ve Modern
Türkiye yazarın daha önce yayımlanmış makalelerinin bir
derlemesinden oluşuyor. Kitap, Osmanlı siyasi yapısından
Cumhuriyet devrimlerine; Osmanlı ilminin Batı’daki
etkilerinden ekonomik yapıya birçok farklı alanda vaka
tespitleri yaparak bütünlüklü bir portre çiziyor. Yer yer
bazı kalıplara başvuran yer yer de bazı kalıpları yıkma
iddiası taşıyan kitap, Osmanlı tarihinin efsane profesörü Halil İnalcık’tan tarihe
bakarken dikkatleri kaybetmemek gerektiğini hatırlatan önemli bir eser.
Müzik
TÜRK sanatçıların Amerikan müzik kültürünün önemli bir türü olan Jazz’da çok iyi icralar
vermesi öteden gelen bir şey. Bir Amerikalı zencinin örneğin Neşet Ertaş söylediğini, saz
çaldığını düşünmek bile tebessümle karşılanacaktır. Buna karşılık Türk sanatçılar hem
vokal hem enstrümantal olarak Jazz ve hatta Blues işini çok iyi yapıyor. Tuna Ötenel de bu
isimlerden biri ve Jazz müziğin Türkiye’deki en önemli
temsilcilerinden. 50 yılı aşan sanat hayatında yüzlerce konser veren Ötenel, pek çok başarılı sanatçıyla çalıştı. TRT
Arşiv Serisi’nin sunduğu bu albümde ise sekiz tane harika
şarkı var. Albüm sonbahar akşamlarını sakinleştirecek bir
dinginlik ve zengin müzik kulağına sahip olanlar için yeni
müzikal keşifler sunuyor.
TRT Arşiv Serisi’nden kaybolduğunu düşündüğümüz kayıtlardan başarılı bir seçki daha.
Bu albümlerin önemi ve değeri tartışmasız. Bugün Türk Musikisi’nin neredeyse tamamen
ortadan kalktığı bir ortamda bu albümler sadece nostaljik özlemlere hitap etmesi bakımından değil, aynı zamanda Türk Musikisi eğer dirilecekse hangi yolların izleneceğini
işaret etmesi bakımından da önemli. Bu albümde İstanbul
Radyosu emekli ses sanatçılarından Tülin Yakarçelik’in
seslendirdiği eserlerin bir seçkisi sunulmuş. Yirmi iki adet
esere yer veren albümde ağırlıklı olarak Türk Musikisi’nin
değişmez konuları olan hasret ve gurbet temalı şarkılara
ağırlık verilmiş. Tülin Yakarçelik’ten Seçmeler sanatçının
içimize işleyen şarkılara kattığı zenginlikleri ve üslubuyla
değerli bir çalışma.
POP müzik ile piyano bir arada anıldığında akla ilk gelen isim Elton John olur şüphesiz.
Henüz 3 yaşındayken başlayan piyano macerası, başarı öyküleriyle dolu bir yol açmış John’ın
önünde; onlarca değerli ödül almak, gelmiş geçmiş en iyi sanatçılar arasında adı anılmak
gibi... Aradan geçen yıllara rağmen güçlü sesinden bir şey kaybetmeyen Elton John, “yaşayan
efsane” olarak adlandırılıyor.
Aynı şarkıları tekrar tekrar söylediği konserler verse,
yine de binlerce bileti satabilecek bir isim Elton John.
Müzikte 50. yılının içinde olan efsane şarkıcı, son çıkardığı albümden bu yana geçen 7 yılın hakkını vermişe
benziyor. The Diving Board aşina olunan pop müzik
öğelerinden biraz uzak bir albüm; ritimler ve makamlar
arasındaki sürpriz geçişler dikkate değer. Albüm ilk dinlemede değil ama birkaç defa CD çalarınızda döndükten
sonra sizi kavrayacak derinliklere sahip...
89
TRT İstanbul Hafif
Müzik ve Caz
Orkestrası Yıldızları
Tuna Ötenel
TRT Arşiv Serisi
Tülin Yakarçelik’ten
Seçmeler
TRT Arşiv Serisi
The Diving Board
Elton John
Capitol Records
Ekim 2013
Film
90
Once Upon a Time in America | Bir Zamanlar Amerika’da
Senaryo: Yönetmen: Oyuncular: Yıl: Leonardo Benvenuti, Enrica Medioli, Sergio Leone
Sergio Leone
Robert De Niro, James Woods, Elizabeth Mcgovern
1984
İTALYAN sinemacılar olmasaydı Amerika kıtasında sinemadan bahsetmek ancak fantastik bir şey olacaktı.
İşin hem oyunculuk hem de yönetmenlik tarafında İtalyanların Amerikan sinemasına kattıkları tartışmasızdır. Bir İtalyan’ın elinden çıkmış filmlerden biri de Once Upon a Time in America. Film, İyi, Kötü ve Çirkin, Bir
Zamanlar Batı’da gibi kült yapımlara imza atan, Spagetti Western türünün efsane yönetmeni Sergio Leone’nin
son “büyük” filmi. 1984 yapımı filmin müthiş işlenmiş senaryosu, oyuncu kadrosu, kostümleri ve elbette Ennio Morricone’nin müzikleri olağanüstü bir bütünlük sergiliyor. Robert De Niro’nun oyunculuk kariyerindeki
en iyi performanslardan birini sergilediği film bu açıdan ayrıca değerli.
Once Upon a Time in America işe çocukluktan başlayan iki arkadaşın oluşturduğu bir mafya grubunun
hikayesi üzerinden Amerika’nın yer altı dünyasını anlatıyor. Amerika’nın iç politikasını ilgilendiren onlarca ayrıntı veren film dili itibarıyla
sert denebilecek sahnelerle zenginleştirilmiş. Film için dramatik yapısıyla sinema tarihinin en ağır hikayelerinden biri denebilir. Once Upon a
Time in America’nın hazin konusu şöyle: Noodles (Robert De Niro) ve Max (James Woods) New York’un kenar mahallesinde çocukken tanışır
ve diğer 4 arkadaşıyla birlikte küçük bir çete kurarlar. Zamanla işleri büyüten grup büyük paralar kazanmaya başlar. Noodles, bütün hayatını
kaplayan Deborah’ın (Elizabeth Mcgovern) onu terk etmesiyle başlayan olaylardan sonra otuz beş yıllık bir yalnızlığa mahkum kalacaktır.
Otuz beş yıl sonra ise elinden alınmış hayatının aslında bir hayalden ibaret olduğunu öğrenecek, fakat hayatı “çöpe atılan” taraf olmayacaktır.
Sergio Leone’nin farklı dönemleri geriye dönüşlerle dahice anlattığı hikaye tam bir başyapıt.
Muhsin Bey
Senaryo: Yönetmen: Oyuncular: Yıl: Yavuz Turgul
Yavuz Turgul
Şener Şen, Uğur Yücel, Sermin Hürmeriç
1987
YAVUZ Turgul bir söyleşisinde “Şener’i düşünmeden bir karakter yazamıyorum” demişti. Sinema tarihinde
yönetmen-oyuncu işbirliğinin en güzel örneklerinden birini oluşturuyor bu ikili. Yavuz Turgul’un yönetmen
koltuğuna oturduğu filmlerden yalnızca birinde, Fahriye Abla’da Şener Şen başrolde değil. Muhsin Bey ise
ikilinin belki de en iyi filmi. Ve tabii Uğur Yücel’in efsane performansı... Kariyerinin en başarılı tiplemesini
oynayan Yücel bu performansıyla birçok ödül de almıştı.
Muhsin Bey dikkatli sosyolojik çözümlemeleriyle “yeni dünya” ile “antika adam” hikayesi üzerinden bir
modernleşme eleştirisi yapıyor. Dönemin yozlaşan İstanbul’u ve nitelik kaybına uğrayan, giderek arabeskleşen
müzik dünyası kimilerinin iştahını kabartırken Muhsin Bey gibiler direnmeye gayret ediyor. Filmden hareketle Yavuz Turgul’un İstanbul’u Yahya Kemal’in İstanbul’udur demek mümkün. Sıradanlaşan zevkler, gittikçe kaba bir görüntü veren kentleşme ve onun getirdiği yabancılaşma, estetik açıdan giderek çekilmez bir hal alan İstanbul... Türk sinemasının çıkmaza girdiği bir zamanda
çekilen Muhsin Bey’in konusu şöyle: Muhsin Bey (Şener Şen) oldukça prensipli eski bir müzik yapımcısıdır. Bir gün türkücü olmak üzere
İstanbul’a gelen Ali Nazik (Uğur Yücel) Muhsin Bey’i bulur ve yakasını bırakmaz. Dönemin gözde türü arabeske düşman olan Muhsin Bey,
hapse girme pahasına Ali Nazik’in türkü kasetini piyasaya sunar. Kendisi hapisteyken meşhur olan Ali Nazik ise arabesk yapmaya başlamış
ve Muhsin Bey’in Sevda’sını (Sermin Hürmeriç) elinden almıştır. Muhsin Bey hapisten çıktığında maziden elinde kalan sadece prensipleridir.
Tüm Yavuz Turgul filmlerinde olduğu gibi ümit vaat eden bir gelişmeyle son bulan film, Türk sinemasının en iyi filmlerinden.
Ekim 2013
Televizyon
91
Televizyonda
dizi sezonu
açıldı
T
ürk dizi sektörü son on yılda akıl
almaz bir sıçrayış yaptı. Türk televizyon tarihinin bu sektörde rekorlar
kırdığı son zamanlarda bol miktarda
ihraç ettiğimiz yapımlar da var. Artık
bizim diziler özellikle Ortadoğu, Balkanlar ve Orta Asya’da ratingleri altüst
eder durumda. Türk yapımcılarının
bu başarılı çıkışı devam edecek gibi
gözüküyor.
Yeni yayın döneminde birkaç sezondur devam eden iddialı diziler yine
en çok konuşulacak yapımlar olacağa benziyor. Hürrem’ini
“tükenmişlik sendromu”na kaptıran Muhteşem Yüzyıl ciddi
bir kayıp yaşasa da bu yılın en çok izlenen yapımları arasındaki yerini koruyacak gibi. Son sezonuna giren dizide
bitmek bilmeyen saray entrikaları seyirciyi ekrana kilitliyor.
Diğer bir yapım ise Beren Saat’li İntikam. Son yılların gözde
aktrisi Beren Saat, adeta iğneyle kuyu kazarak hazırlandığı
intikamının peşinde bir kadını canlandırdığı rolüyle başarılı bir oyunculuk sergiliyor. Ve Kenan İmirzalıoğlu’nun
başrolündeki Karadayı. Geçtiğimiz
sezon işlerin çıkmaza girdiği bir anda
ara verilen dizi yeni sezonda nasıl bir
yönde devam edecek merak konusu.
Kenan İmirzalıoğlu’nun Deli Yürek’ten
bugüne oyunculuğuna neler kattığını
ortaya koyduğu dizi seyretmeye değer.
Yeni ve iddialı yapımlara baktığımızda ise ilk göze çarpan dizi Ben Onu
Çok Sevdim. Atv ekranlarında başlayan
dizi Adnan Menderes’in siyaset yolculuğu üzerinden dönemin Türkiye’sini
ele alırken Başvekil’in aile hayatını da anlatacak. Adnan
Menderes rolünde usta oyuncu Mehmet Aslantuğ’u seyredeceğiz. Yeni yapımlardan bir diğeri ise daha önce iki defa
senaryolaştırılan ve izlenme rekorları kıran Çalıkuşu. Kanal
D’de ekrana gelecek dizinin yönetmen koltuğunda başarılı
isim Çağan Irmak var. Oyuncu kadrosuyla dikkat çeken
dizinin başrol oyuncuları Burak Özçivit ve Fahriye Evcen.
Türk seyircisi en çok sevdiği dizi olan Çalıkuşu’nu bir kez de
Çağan Irmak’ın gözüyle seyredecek.
Ekim 2013
92
Vekiller
Ne Okuyor
Ne İzliyor
Ayşe Nedret
Akova
CHP Balıkesir Milletvekili
BALKANLAR ve göç konusu, göçmen olduğum ve bu
dramı ailem de yaşadığı için hep ilgimi çekmiştir. Son
aylarda bu konuyla ilgili kitapları okuyorum. Şu anda
elimde birkaç kitap birden var: İrfan Kaya Ülger’den
Yugoslavya Neden Parçalandı?-Balkan Dramının Perde
Arkası, Catherine Samary’den Parçalanan Yugoslavya ve Bosna’ da Etnik Savaş, Mithat Atabay’dan 20.
Yüzyılda Türkiye ve Balkanlar, Ahmet Halaçoğlu’ndan
Balkan Harbi Sırasında Rumeli’den Türk Göçleri: 1912-1913. Yılmaz Özdil’in Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda isimli kitabını yeni
bitirdim. Rahatlamak için klasik müzik dinliyorum. Dizi izlemeyi
sevmem ve hiç izlemem; ancak tarihî filmler ile savaş ve komedi
filmlerini çok severim. Yakın zamanda Anthony Quinn’in “Kasabanın Sırrı” isimli filmini tekrar izledim.
Fatih Şahin
AK Parti Ankara Milletvekili
EN son Taha Akyol’un Rumeli’ye Elveda - 100.
Yılında Balkan Bozgunu adlı kitabını okudum.
Genellikle yakın dönem ve siyasi tarih kitaplarını
okumayı tercih ediyorum. Dünya Klasikleri de
her zaman başucumdaki kitaplar arasında yer alıyor.
Sinemada en son “Lincoln”ü izledim. Gündemde olan,
ilgimi çeken filmleri takip ediyorum. Müzikte en çok
Türk Sanat Müziği eserlerini dinlemeyi seviyorum.
Popüler müziğin iyi örneklerini de beğenerek dinliyorum.
Ekim 2013
Yılmaz Tunç
AK Parti Bartın Milletvekili
GÜNCEL siyasi konularla ilgili kitap-
la r ok uyor u m. Son dönemde A h met
Davutoğlu’nun Teoriden Pratiğe-Türk Dış Politikası Üzerine Konuşmalar, Şamil Tayyar’ın Beşinci Darbe,
Ayşe Karabat’ın Suriye Savaşları, Refik Koraltan’ın Tek Parti
Devrinden 27 Mayıs İhtilali’ne Demokratlar adlı kitaplarını
okudum. Sinemada tarihî ve dram ağırlıklı filmleri izlemeyi
seviyorum. En son çocuklarımla birlikte “Fetih 1453” ile
“Eve Dönüş-Sarıkamış 1915”i izledim. Başarılı yapımlardı.
Müzikteki tercihim genellikle Türk Halk Müziği. Volkan
Konak’tan Zara’ya, Orhan Hakalmaz’dan Neşet Ertaş’a kadar beğenerek dinlediğim birçok sanatçı var. Barış Manço ile memleketim
Bartın’ın sanatçısı, genç yaşta hayatını kaybeden Barış Akarsu’yu da
burada anmak isterim. Her ikisi de beğendiğim sanatçılar arasında
yer alıyor. Tasavvuf müziği de dinliyorum.
Hasan Hüseyin
Türkoğlu
MHP Osmaniye Milletvekili
ŞU sıralar Rıza Müftüoğlu’nun 9 Işık Üzerine
Bir İnceleme adlı kitabını okuyorum. Son dönemde siyasetten tarihe, araştırma-incelemeden romana kadar birçok
kitap okudum. Ali Rıza Özdemir’in Kayıp Türkler ve Fransız yazar
Jean-Christophe Grangé’nin Kaiken adlı eserleri bunlardan ikisi.
Yabancı yazarlar arasında Jean- Christophe Grangé
ile Dan Brown’u ayrı bir yere koyuyorum. Grangé’nin
polisiye-gerilim romanlarını, Brown’un ise sırlarla
dolu kitaplarını ilgiyle takip ediyorum. Sinemaya
gitmeyi seviyorum, ancak yoğun Meclis çalışmaları
nedeniyle pek fırsat bulamıyorum. Müzikte özellikle Ege türkülerini, Klasik Türk Sanat Müziği
eserlerini seviyorum. Eskiden ud çalardım.
93
Şefik Çirkin
MHP Hatay Milletvekili
EN çok tarih kitaplarını seviyorum, ancak şu
Ayla Akat Ata
BDP Batman Milletvekili
DAHA çok araştırma-inceleme, tarih, mi-
sıralar terör ve Türkiye’nin yaşadığı süreçle
ilgili uluslararası araştırmaları okuyorum.
Son dönemde anayasa ile ilgili kitaplara da
ağırlık verdim. Şu anda elimde İlber Ortaylı’nın
Osmanlı’da Değişim ve Anayasal Rejim Sorunu adlı kitabı var. Aynı
zamanda Mümtaz Soysal’ın anayasayla ilgili bir kitabını okuyorum.
Sinemaya gitmeyi çok seviyorum, ama üzülerek belirtmeliyim ki
pek vakit bulamıyorum. Müzik türleri arasında ayrım yapmıyorum.
Her türün güzel eserlerini dinliyorum.
toloji kitaplarını tercih ediyorum. Hepsini
bir arada bulunduran eserler de var. Şu anda
Andrew Collins’in Meleklerin Küllerinden
adlı kitabını okuyorum. Evdeki zamanımı
genellikle kitap okuyarak değerlendiriyorum. Televizyonda haber
dışında neredeyse hiçbir şey izlemiyorum. Kitaptaki tercihlerim
sinema için de geçerli. Tarih, mitoloji konulu filmleri izlemekten keyif alıyorum. Daha çok beni dinlendirecek filmleri tercih ediyorum.
Çok sık olmasa da sinemaya zaman ayırmaya çalışıyorum. Müzikte
ise Türk Halk Müziği’ni seviyorum.
Nihat Zeybekci
Mehmet Şevki
Kulkuloğlu
AK Parti Denizli Milletvekili
ELIMDE her zaman çok sayıda kitap bulu-
nur. Hepsini bir arada okurum. Şu anda yıllar
önce okuduğum birçok kitap yeniden başucumda duruyor. Bunlar arasında Bahaeddin
Özkişi’nin Köse Kadı ve Uçtaki Adam eserleri, Ali
Ulvi Kurucu’nun üç ciltlik Hatıralar’ı, İsmail Bilgin’in
Medine Müdafaası-Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa adlı
kitabı yer alıyor. Mektûbat’ın yanı sıra Sultan Abdülhamid Han’la ilgili eserleri de bir kez daha okuyorum.
Aydın Menderes’in Babam ve Ben, Sıddık Akbayır’ın Aynı
Göğün Uzak Yıldızları: Nazım Hikmet-Necip Fazıl adlı
kitaplarını yeni bitirdim. Sinemada genellikle çocuklarımın tercih ettiği filmleri izliyorum. Hem onlarla birlikte
vakit geçiriyorum hem de sinemadan uzak kalmıyorum.
Müzikte ilk tercihim Türk Halk Müziği. Daha sonra sırasıyla Türk Sanat Müziği, Klasik Türk Müziği ve Klasik Batı
Müziği geliyor.
CHP Kayseri Milletvekili
SIYASETÇI olduğum için daha çok gündeme
dair kitapları takip ediyorum. En son Mustafa Sönmez’in Kent, Kapital ve Gezi
Direnişi’ni okudum. Çocuklarımla birlikte DVD’den
“İyilik Bul, İyilik Yap” filmini izledim. Filmde küçük
bir çocuk, öğretmeninin verdiği ödev üzerine karşılıksız iyilik yapmakla ilgili bir proje hazırlıyor. “Mükemmel Dünya” ismini verdiği proje bir süre sonra insanlar arasında iyilik zinciri oluşmasına yol açıyor. Çok
güzel bir filmdi. Şu sıralar müzikteki tercihim Volkan
Konak şarkıları. Volkan
Konak’ı dinlemek beni
dinlendiriyor.
Ahmet Toptaş
CHP Afyonkarahisar Milletvekili
GENELLIKLE tarih kitapları ve roman okuyorum. Yaşar Kemal’in Tanyeri Horozları-Bir Ada
Hikayesi 3 adlı kitabını yeni bitirdim. Şevket Süreyya Aydemir’in Toprak Uyanırsa eserini bir
kez daha okudum. İlk gençlik yıllarımda okuduğum bir kitaptı, yeniden okuma ihtiyacı hissettim ve çok yararlandım. Son dönemde Koçgiri ile ilgili de bir kitap okudum. Sinemada
genellikle Türk filmlerini izliyorum. Zaman zaman tiyatroya gidiyorum. Ankara Devlet
Tiyatrosu ile Ankara Sanat Tiyatrosu’nun (AST) oyunlarını izlemeye çalışıyorum. Müzikteki tercihim ise türkü. Türk Sanat Müziği’ni ve klasik müziği de seviyorum. Özellikle Çaykovski
ve Vivaldi’nin eserlerini beğeniyorum. Ruhi Su, Arif Sağ, Emel Sayın, Zeki Müren ve Muazzez Ersoy beğenerek
dinlediğim sanatçılar arasında yer alıyor.
Ekim 2013
94
sosyalmedya
gunlukleri
İNSAN onuru ve haysiyeti kimsenin kim-
AVRUPA’NIN 30 yıldır kullandığı çöp
seye bahşedebileceği özel mülk değildir.
Birisi vermez, doğarken eşit olarak sahip
olursun...
bertaraf tekniğini İzmir’e uygulamayı
tartışalım...
@saitrifat
@safakpavey
AÇLIĞIN dili olmaz, yoksulluğun vatanı...
@aykuterdogdu
PARTIMIZIN yaşça en büyük ve küçük
üyeleriyle birlikte 90. yıl pastamızı kestik.
@sedefkucuk
ÇIZEBILSEYDIM, mahkeme ve hapishaWBF Dünya Tavla Şampiyonası üçüncüsü,
Bursa’mızın gururu İrfan üstada karşı tavla
oynamak hiç de kolay olmadı!
@aykanerdemir
ne önünde bekleyen, gözleri kupkuru
dua eden anaları resmetmek isterdim.
Yazabilseydim, mahkeme ve hapishane
kapısında sabırla, şikayetsiz bekleyen,
süt bulamadığı için bebeğini su içirerek
avutan kadınları yazardım...
@meral_aksener
İLK ders zili çalan okullardan biri de yarım
asırdır kapalı olan Gökçeada’daki Rum
okulu.
@BilalMacit
İSTANBUL, öyle güzel, öyle alımlı, öyle
başkasın ki bu gece sana yeniden ve bir
daha aşık oluyorum...
@SuayAlpay
SIYASI kutuplaşma, siyasi fanatizm öfkesi
baldan tatlıdır, ama bir toplumu aptal
eder, perperişan hale getirir. Yine de geçmez, çoğalır...
YILLAR önce temelini attığımız fuarları-
yatırımdır. Yarınlarımız ve geleceğimiz
için zil çaldı. Başarılar diliyoruz.
@CahitBagci
@bkusoglu9 Eylül
@nejatkocer
EĞITIME yapılan yatırım geleceğe yapılan
Ekim 2013
mızın dünya ölçeğinde geldiği nokta ile
bugün gurur duymamak mümkün değil.
95
Facebook’u önceden çok aktif kullandım, ama şimdi kullanmıyorum.
Ona çok zaman ayırmam gerekiyor,
yük oluyordu. Uzun zamandır sosyal
medya adına sadece Twitter’ı kullanıyorum.
Zelkif Kazdal
@zelkifkazdal
Ak Parti Ankara Milletvekili
Twitter’ı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında ilk sıralarda yer alıyorsunuz.
Twitter’ı ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkla kullanıyorsunuz?
Twitter’ı üç seneden biraz daha uzun bir süredir kullanıyorum. Gün içindeki kullanımım iş tempoma göre farklılık gösteriyor. Ama gün içinde birkaç kez mutlaka
bakarım. İlgimi çeken, gündemin yoğun olduğu zamanlarda Twitter’da uzun süre
kaldığım, adeta gündemi oradan takip ettiğim de oluyor.
Sosyal medya sizin için ne ifade ediyor, Facebook veya diğer sosyal paylaşım siteleri de ilgi
alanınıza giriyor mu?
Sosyal medya, sadece sosyal medya olmasının çok ötesinde bir işleve sahip. Ciddi
bir haber kaynağı aynı zamanda. Genel kanaatlerin oluşmasına dönük bir kamuoyu
yapıcılığı ve yönlendiriciliği de var. İnsanların kendilerini özgürce ifade edebildikleri, hatta var edebildikleri etkili bir mecra.
Önceden insanlar kendilerini konuşarak ifade etmek durumundaydı. Bu şekilde
ulaşabildikleri, seslerini iletebildikleri kişi sayısı çevresiyle sınırlı oluyordu. Şimdi
yazarak ifade ediyor ve bu sayede hem daha etkili oluyor hem de çok insana ulaşabiliyor. Tanıdığınız insanlara kendinizi ifade ederken geçmişinizle, kişiliğinizle,
bilindik taraflarınızla ifade edersiniz, burada ise sadece ifade etmek istediğinizi
anlatmak zorundasınız. Sosyal medyanın iletişim kalitesine önemli katkı yaptığını, belki bugünkü seviye itibarıyla olmasa da ileriye dönük eğitici bir tarafının
olduğunu düşünüyorum.
Ben gündemle ilgili yaklaşımlarımı takipçilerimle ve kamuoyuyla paylaşmak için
zahmetsiz, ama ulaştığı kitlesi fazla mobil bir imkan olarak görüyorum Twitter’ı.
Çok hızlı haberleşme imkanı sunduğu için neredeyse diğer haber kaynaklarına hiç
ihtiyacınız olmuyor. Görüşünü merak ettiğim insanların görüşlerini çabucak öğrenebiliyorum. Twitter hayatımızın önemli bir parçası haline geldi dersem abartmış
olmam sanırım.
Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru olarak kullanması ne
gibi bir önem taşıyor?
Siyasetçilerin sosyal medyayı aktif kullanmalarını önemsiyorum. Gündemle
ilgili görüşlerini elbette paylaşmalılar.
Halkın siyasetçilerin görüşlerini bilmeye hakkı var. Her siyasetçinin görsel
medyayı kullanması, kendini oralardan ifade etmesi mümkün olamıyor.
O halde böyle bir imkan varsa bunu
kullanmak, doğru bilgiyi ve yaklaşımı kamuoyuyla paylaşmak gerekiyor.
Ayrıca sosyal medyanın manipülasyon
amaçlı kullanımların, yalan haberlerin, iftiraların yayıldığı etkili bir
ortam olabildiğini de gördükten sonra
bence siyasetçiler onu kullanmaktan
uzak duramazlar. Siyasetçi toplumu
bilgilendirebileceği bütün olanakları
değerlendirmek zorundadır en azından.
Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu?
Twitter’da yöresel yemek yapan bir restoranın açılış fotoğrafını paylaşmıştım.
Onun üzerine Türkiye’nin her tarafından yöresel yemek isimleri yağmaya
başladı. Sonra baktım ki güzel bir arşiv
oluştu. Oturdum, hangi yörenin hangi
yemeği varsa tek tek yazdım ve 1000’in
üzerinde yöresel yemek arşivi oluşturdum. İşte, iletişimin gücü budur.
Ekim 2013
Unutmayacağ ız ...
Kazım İpek
17. Dönem Amasya Milletvekili Kazım İpek, 1926 Amasya Gümüşhacıköy doğumludur.
Yüksek öğrenimini Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Sanayi ve Ticari İşletme
Bölümü’nde tamamlayan İpek, Amasya Şeker Fabrikası Muhasebe Kalkülatörlüğü ile Güraş Gıda Sanayi ve Ticaret AŞ Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı.
Kazım İpek’in cenazesi, 2 Eylül 2013 tarihinde Alanya Dinek Belediye Mezarlığı Camii’nde
öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Mustafa Güven Karahan
21. Dönem Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahan, 1943 Kastamonu Çatalzeytin
doğumludur. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde yüksek öğrenim ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ihtisas eğitimini tamamlayan Karahan, İstanbul
Üniversitesi Tıp Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanlığı ve İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği 2. Başkanlığı; Bandırma Sosyal Sigortalar Kurumu ve Devlet Hastaneleri Üroloji Uzmanlığı; Bandırma Devlet Hastanesi Başhekim Yardımcılığı; TBMM Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanlığı ve 56. Hükümet Sağlık Bakanlığı yaptı.
Mustafa Güven Karahan’ın cenazesi, 4 Eylül 2013 tarihinde Bandırma Haydar Çavuş
Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Nuri Beşer
12. Dönem Zonguldak Milletvekili Nuri Beşer, 1922 Kemaliye Sosik (Akçalı) doğumludur.
Beşer, Sanat Okulu eğitiminin ardından İstanbul Belediye Meclis Üyeliği ve Türkiye İşçi
Sendikaları Konfederasyonu Başkanlığı yaptı.
Nuri Beşer’in cenazesi, 10 Eylül 2013 tarihinde İstanbul Maltepe Merkez Camii’nde öğle
namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Ali İhsan Balım
12. Dönem Isparta Milletvekili Ali İhsan Balım, 1923 Isparta Senirkent doğumludur. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ve ihtisasını Amerika’da yapan Balım, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Kliniği mütehassıslığı ve Mikrobiyoloji Enstitüsü doktorluğu; Yalvaç Sağlık Merkezi Başhekimliği; Senirkent Göğüs
Hastalıkları Hastanesi Baştabipliği ve İç Hastalıkları Uzmanlığı; Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Başasistanlığı ve yazarlık yaptı.
Ali İhsan Balım’ın cenazesi 10 Eylül 2013 tarihinde Isparta Senirkent Büyük Cami’de ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Hüseyin Abbas
15. Dönem Tokat Milletvekili Hüseyin Abbas, 1934 Tokat Çat doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde tamamlayan Abbas, Tokat İmam-Hatip
Okulu meslek dersleri öğretmeni ve Müdür Baş Yardımcısı; Sivas İmam Hatip Okulu meslek dersleri öğretmeni olarak görev yaptı.
Hüseyin Abbas’ın cenazesi 15 Eylül 2013 tarihinde Demetevler Öz Elif Sitesi Camii’nde
öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Mehmet Necati Gültekin
16. Dönem Ankara Milletvekili Mehmet Necati Gültekin, 1923 Çankırı doğumludur. Yüksek öğrenimini Harp Okulu’nda tamamlayan Gültekin İngiltere Kraliyet Hava Kuvvetleri
Koleji’nde pilotluk eğitimi aldı ve Hava Tuğgenerali, pilot, Jet Uçuşu Öğretmeni, Kıta Komutanı, Hava Kuvvetleri Karargâh Subayı, Napoli NATO Karargâhı Subayı, İstanbul Füze
Üs Komutanı, Hava Kuvvetleri Hava Savunma Dairesi Başkanı olarak görev yaptı.
Mehmet Necati Gültekin için 23 Eylül 2013 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi.
Gültekin’in cenazesi, Ahmet Efendi Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze
namazının ardından toprağa verildi.
Rıfat Çini
Kurucu Meclis Kütahya Temsilcisi Rıfat Çini, 1919 Kütahya doğumludur. Yüksek öğrenimini Fransa’da Seramik ve Porselen Sanayi Okulu ile İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret
Okulu Malî Şubesi’nde tamamlayan Çini, serbest ticaretle uğraştı ve Temsilciler Meclisi
Başkanlık Divânı Kâtip Üyeliği yaptı.
Rıfat Çini’nin cenazesi 25 Eylül 2013 tarihinde İstanbul Levent Camii’nde öğle namazını
müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Eylül ayında aramızdan ayrılan arkadaşlarımız için Cenab-ı
Allah’tan rahmet diliyor, kederli aileleri için kalpten duygularla
sabr-ı cemîl niyaz ediyoruz.

Benzer belgeler