ÖTÜKEN

Transkript

ÖTÜKEN
ÖTÜKEN
Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu
UMUMÎ TÜRK TARİHİ HAKKINDA
TESPİTLER, GÖRÜŞLER, MÜLÂHAZALAR
İÇİNDEKİLER
SUNUŞ
7
-ITARİHİMİZ ÜZERİNE TESPİTLER
VE UMUMÎ MÜLÂHAZALAR
1- Tarihte “Türk” Adı ...................................................................................11
2- Türkmen Adı, Manası ve Mahiyeti ...........................................................26
3- Kutadgu Bilig ve Kültür Tarihimizdeki Yeri...............................................37
4- Yanlış Kullanılan Türk Kültür Terimlerinden Birkaç Örnek: Ulus, Yasa,
Kurultay...................................................................................................67
5- Türk Fütuhat Felsefesi ve Malazgirt Muharebesi .......................................75
6- Eski Türk Dini ..........................................................................................89
7- Türk Devleti ...........................................................................................119
8- Eski Türklerde Devlet Meclisi (Toy)........................................................150
9- XII. Asra Kadar İstanbul’un Türkler Tarafından Muhasaraları.................154
10- Türk-Bulgar’ların Tarih ve Kültürüne Kısa Bir Bakış .............................170
11- Bilge Kağan’ın Adı ve Lâkabı...............................................................200
12- Bilge Kağan .........................................................................................204
13- Ortaçağın Türk Asıllı Tarihçileri I, Aynî.................................................215
14- Ortaçağın Türk Asıllı Tarihçileri II, Zehebî ............................................221
15- Yiltavar Unvanı....................................................................................227
- II TARİH EĞİTİMİMİZ HAKKINDA
1- Tarih İlmi ve Bizde Tarihçilik..................................................................237
2- Üniversite Tarih Öğretiminde Yeni Bir Plân ...........................................250
3- Ziya Gökalp’de Tarihçilik .......................................................................262
6
UMUMÎ TÜRK TARİHİ HAKKINDA
- III TÜRKLER VE MEDENİYET ÜZERİNE MÜLAHAZALAR
1- Eski Türk Medeniyetinin Tarihî Rolü ......................................................271
2- Batı Medeniyeti ve Türkler .....................................................................274
3- Türk Medeniyeti ve Batıya Tesirleri........................................................277
4- Ortaçağ Türk-İslâm Dünyasında İlim ve Batı’ya Tesirleri ........................286
- IV MOĞOLLAR VE CENGİZ ÜZERİNE
1- Türk Tarihinde Moğollar ve Cengiz Meselesi ..........................................303
2- Türkler, Moğollar ve Cengiz’in Milliyeti ..................................................329
3- Cengiz Türk Müdür? ..............................................................................333
-VUMUMÎ TÜRK TARİHİ İLE İLGİLİ İSLAM ANSİKLOPEDİSİ’NDE
YAYINLANMIŞ MADDELERİ
1- İbn Arabşâh ...........................................................................................339
2- İbn Battûta.............................................................................................345
3- İbn Dokmak...........................................................................................352
4- Kalkaşandî[ler].......................................................................................354
5- Kutbeddin..............................................................................................366
6- Mahmud Gaznevî ..................................................................................368
7- Tekiş......................................................................................................385
8- Kuteybe .................................................................................................392
9- Salur......................................................................................................396
10- Sü-Başı ................................................................................................401
11- At ........................................................................................................404
İNDEKS
409
SUNUŞ
18 Ağustos 1984 Cumartesi günü 70 yaşında Hakk’ın rahmetine kavuşan
ve ömrünün 40 yılından fazlasını Türk tarihine hasreden, hocaların hocası
Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu’nun eksikliğini, aradan 30 yıl geçmesine rağmen
hâlâ hissetmekteyiz.
İbrahim Kafesoğlu’nun çalışmalarını iki ana noktada toplamak mümkündür:
1- İlmî dergilerde yayınlanan ilmî makale ve kitapları.
2- Kültür konularını ihtiva eden fikrî yayınları.
Türk tarih ve kültürünün iyi anlaşılması için, araştırıcıların tarihimizi
bir bütün olarak değerlendirmesini arzu ederdi. Bu şekilde hareket edilmediği takdirde, çok önemli konularda eksik ve hatalı sonuçların ortaya çıkacağına dikkat çeken Hoca, Türk tarihinin Osmanlı devresi ile meşgul olanların
Selçuklu ve İslâm öncesi konularını da iyi bilmesi gerektiğine inanır, keza
tarihimizin başlangıç noktası üzerinde çalışanların da bilhassa kültür mevzularında günümüze kadar meseleleri birbirine bağlayarak getirmesini beklerdi.
Bu noktadan hareket eden İ. Kafesoğlu hoca, mesleğinin ilk 15 yılını
Selçuklu devri Türk tarihi meselelerine hasretmiş idi. Kafesoğlu, ömrünün
son 25 yılından fazlasını, talebeliğinden beri büyük merak duyduğu İslâmiyet öncesi Türk tarih ve kültürü mevzularına vermiştir.
İşte elinizdeki Umumî Türk Tarihi Hakkında Tespitler, Görüşler, Mülâhazalar adlı bu eser, hocanın son 25 yılda yayınladığı ilmî makalelerinin bir araya getirilmesi ile, okuyucuların hizmetine sunulmuştur. Aslında yıllar önce yapmamız gereken bu çalışmada eksiklik ve ihmalkârlık şahsımdan kaynaklanmıştır.
8
UMUMÎ TÜRK TARİHİ HAKKINDA
Şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki, hocanın ele aldığı konuları, bilhassa
bu çalışmalarının ilmî bir semeresi olan Türk Millî Kültürü adlı eseri okumayan veya okuyup da değerlendiremeyen herhangi bir tarihçi, meselâ;
a- Türk devletlerinde veliahd kavgalarının sebeplerini;
b- Türk cihan hâkimiyeti düşüncesinin ana unsurlarını;
c- Türklerin fazla devlet kurmuş olmalarının sırrını;
d- Türklerin muhtelif kavimleri idare etmede gösterdiği mahareti;
e- Türklerde “ülke topraklarının hükümdar âilesinin ortak malı” olmadığı ve buna paralel olarak, Türklerde “ülke topraklarının” hânedan üyeleri
arasında “paylaşılmasının” söz konusu edilemeyeceği hususunu;
f- Türk tarihinin hiçbir devresinde Türk hükümdarlarının “despot, diktatör” olmamasının kaynağını, vb. diğer konuları, anlatmakta güçlük çekecektir.
Eserin hazırlanmasında emeği geçen meslektaşlarım Muallâ Uydu Yücel, Kürşat Yıldırım ve Fatma Dıngıl’a; yayınını gerçekleştiren ÖTÜKEN Neşriyat’ın bütün yetkililerine ve çalışmanın rahmetli Kafesoğlu’nun tercih
ettiği imlâ ve transkripsiyon ile hazırlanmasını sağlayan ve indeksini düzenleyen İskender Türe Beyefendi’ye, hususiyle bu ve diğer eserlerin yayınlanmasını yıllardır teklif eden, makalelerin tespit ve tasnifinde birinci derecede
rol oynayan sevgili kardeşim Erol Kılınç Beyefendi’ye Kafesoğlu âilesi ve
şahsım adına şükranlarımı sunarım.
Abdülkadir DONUK
-ITARİHİMİZ ÜZERİNE
TESPİTLER VE UMUMÎ MÜLÂHAZALAR
-1TARİHTE “TÜRK” ADI
[Reşit Rahmeti Arat İçin’den ayrı basım, TTK., Ankara 1968]
Bugün ilim dünyasında, umumiyetle, “Türk” adının m. VI. yüzyıl ortasında Gök-Türkler tarafından kurulmuş olan devlet (552-744) ile ortaya çıktığı kabul olunmaktadır1. Buna göre, “Türk” adı ilk olarak Çin yıllığı Çouşu’da, Gök-Türk birliğini göstermek üzere, 542 yılında2 ve Batı Wei imparatoru T’ai-tsu tarafından Gök-Türk şefi Bumın’a elçi gönderilmesi münasebetiyle de 545 yılında görünmektedir3.
1
2
3
Batı literatüründe umumiyetle, doğrudan doğruya, “Türkler”, “Türk devleti” diye zikredilen bu topluluk ve siyasî teşekküle biz, bunu diğer Türk topluluk ve devletlerinden
ayırmak üzere, Gök-Türkler, Gök-Türk devleti vb. demekteyiz. Yalnız, Türk dilinin tarihî
tasnifinde “Eski Türkçe” bölümünde, Uygurca’dan önceki safha olarak yer alan bu Türk
toplumunun diline Batı literatüründe Gök-Türkçe (Kök-Türkçe) adı verilmektedir (Gök
kelimesinin o çağdaki telâffuzu kök’tür). Bu tabir ilk defa W. Bang I tarafından kullanılmış (bk. W. Bang, Über die köktürkische Inschrift... Leipzig, 1896; ayn. müell., “Zu den
Kök-Türk Inschriften”, T’oung Pao, 1896, s. 255 vdd; ayn. müel., “Köktürkisches...”
WZKM. 1897, XI, s, 192 vdd., vb...), daha sonra Türk dili mütehassıslarının çoğu tarafından devam ettirilmiştir (meselâ, A.v. Le Coq, Köktürkischen aus Turfan, Berlin, 1909; J.
Németh, “Die köktürkischen Grabinschriften...”, KCsA, II, 1-2, 1926, s. 131 vdd; R. R.
Arat, “Türk şivelerinin tasnifi”, TM, X, 1953, s. 96, 119; A. Caferoğlu, Türk dili tarihi, I,
İstanbul, 1958, s. 49, 99, vd; A. Dilaçar, Türk diline genel bir bakış, Ankara, 1964, s. 74, 92
vd).
Bilindiği gibi, “Kök-Türk” tabirini bizzat bahis mevzuu Türkler kendileri kullanmışlardır
(H.N. Orkun, Eski Türk yazıtları, I, 1936, s. 30: Kül-Tegin, I D, 3; Bilge, II D, 4). “KökTürk” tabirinin mânası hakkında bk. V. Thomsen, Turcica, 1916, s. 19-25; O. Pritsak,
“Qara, Studie zur türkischen Rechtssymbolik”, Z. V. Togan Arm., İstanbul, 1953, s. 259;
R. Giraud, L’Empire des Turcs celestes, Paris, 1960, s. 15, 25.
Bk. Liu Mau-Tsai, Die chinesischen Nachrichtens zur Geschichte der Ost-Türken, I, Wiesbaden,
1958, s, 28.
Liu M.-Tsai, ayn, esr, I, s. 6; II (1958), s. 490, not, 22. Gök-Türk devletinin kuruluş tarihi
olarak gösterilen 552 senesi Bumin’in resmen İl-Hagan unvanını aldığı yıldır. Fakat gerçekte bu devletin daha önceki tarihlerde müstakil hüviyette bulunduğunu Çin ile elçi
teatisi ortaya koymaktadır. Nitekim Bumin kendi elçilerini Wei imparatoruna 546’da
göndermiştir (ayn. esr., I, s. 7). Gök-Türk hakanı Işbara (ölm. 587)’ya göre, bu devlet
535’de kurulmuştur (bk. L. M. Ts., ayn. esr., I, 52; II, 528).
12
UMUMÎ TÜRK TARİHİ HAKKINDA
I- Türk adının eskiliği hakkında ileri sürülen gö
görüşler:
Türk adı Çin tarihî vesikalarında böyle ortaya çıkmakla beraber, Türk
soyundan gelen ve Türkçe konuşan topluluklar şüphesiz çok eskiden beri
mevcut bulunuyordu.
Asya Hunları (Çin kaynaklarında, Hsiyung-nu), Batı Hunları (Avrupa
Hunları), kuzey Çin’de Tabgaç’lar (Çin kaynaklarında, T’o-pa) ile aynı sahanın çeşitli bölgelerinde küçük devletler kuran “Hsiyung-nu imparatorları”na
bağlı toplulukların ekseriyeti anadilleri Türkçe olan ve Türk soyundan gelen
kütleler idiler4. Türklerin böylece tarihte büyük yer tutan eski bir millet olduğu düşüncesi birçok tarihçi ve dilciyi “Türk” adının pek eski bir maziye sahip olabileceği hükmüne götürmüş ve bunlar “Türk” adını en eski tarih kaynaklarında aramak yoluna girmişlerdir.
Meselâ ünlü tarihçi J. v. Hammer, Herodotos’un doğu kavimleri arasında zikrettiği Targita’ların Türk olduğunu tahmin etmişti ki, ona göre, “Türk”
ismi ilk olarak bu kavmin adında geçmiş olmalı idi5. Keza v. Hammer Tevrat’taki Togharma adını da “Türk” ismi ile ilgili görmekte idi6. Herodotos’da
“Türk” adını arayanlardan biri de Avusturyalı bilgin Tomaschek’dir. Bu da
Grek tarihçisinin “İskit” arazisinde gösterdiği kavimlerden Tyrkae (Jyrkae)’i
Türk kabul etmişti7. Linguistique esasa dayanarak değil, fakat benzetme yolu
ile “Türk” adının, pek eski devirlerde izlerini bulmağa çalışanlar daha çoktur.
Meselâ bir Fransız şarkiyatçısı, Plinius ile P. Mela’da Turcae şeklinde geçtiği
iddia olunan kavmi Türklerle aynı saymış8, F.v. Erdmann, Thrak adını “Türk”
ile aynîleştirmiş9, V. de St. Martin ile meşhur J. Marquart eski Hind kaynaklarındaki Turukha veya Türüşka (yahut Turuşka) adını “Türk” ile birleştirmek
istemişler10, Ön Asya çivi yazılı metinlerde ülke adı olarak görülen Tourki
kelimesi ile ve Asurca çivi yazılı vesikalardaki Turukku okunabilen kavim adı
ile “Türk” sözünün münasebeti düşünülmüş11, ayrıca “Türk” isminin Arabcadan uydurma Turkor kelimesinden çıktığı iddia olunmuştur12.
4
Liu Juan, Liu Ç’ung (304-318), Çe-Li (329-334), Çe-Hu (343-349), Pei Liang (397-439), bk.
B. Szász, A hunok története.,. Bp. 1943, s. 87 vd.; A. Caferoğlu, ayn. esr, I, s. 62-78. 394439 yılları arasındaki Asya Hun sülâleleri için bk, W. Eberhard, Çin Tarihi, 1947, s. 182;
Selçuklulardan önce Orta Asya ve Orta Doğuda Türkler için bk. R. N. Frye-A. Sayılı, Belleten, sayı: 37, 1946, s. 103 vd.
5
J. v. Hammer, Geschichte d. Osm. Reiches, I, 1832, s. 1.
6
Göst. yr.
7
W. Tomaschek, Kritik der altesten Nachrichten über den Skytischen, Wien, 1887.
8
G. de Rialle, Mémoire sur l’Asie centrale, 1875, bk. Türklük (mecmua), 1, İstanbul, 1939, s.
74 vd.
9
Ek. J. Németh, “Der Volksname “Türk”, KCsA, II, 4, 1927, s. 277.
10
V.de St. Martin, Dictionnaire de Géographie, VI, 1899; J. Marquart, Erânšahr, 1901, bk. H.
N. Orkun, Türkçülüğün tarihi, İstanbul, 1944, s. 10 vd.
11
Bk. H. Koşay, Z. V. Togan Arm., s. 35.
12
I. Türk tarih kongresi zabıtları, 1932, s. 151.
TARİHTE “TÜRK” ADI
13
Türk adının çok eskiden beri mevcut olduğu kanaatinin hâkim bulunduğu zamanlarda bu ad tabiatıyla eski Çin kaynaklarında da aranmıştır. Böylece
Çin yıllıklarında m.ö. 2. bin ortalarından itibaren göründüğü söylenen Tik
kavminin adının, telâffuz bakımından “Türk”e yakınlığı sebebi ile. “Türk”
kelimesinin Çincedeki ilk şekli olduğu ileri sürülmüştür13. Bu fikir bazı Türk
tarihçilerine cazip gelmiş görünmektedir14. Fakat Tik-Türk münasebeti daha
önce W. Koppers, P. Pelliot vb. gibi mütehassıslar tarafından şüphe ile karşılanmış15, A.v. Gabain tarafından kabul edilmemiş16 ve W. Eberhard’ın tetkikleri de Tik’in Türk ile alâkasızlığını ortaya koymuş bulunuyordu17.
İslâm kaynaklarında ise “Türk” adının dikkat çekici bir durumu vardır.
Bilindiği gibi, İslâm literatüründe Hicrete kadar olan dünya tarihi daha ziyade bir hülâsa mahiyetindedir. Bu eserler İslamiyet öncesi İran, İsrail, Grek,
Cahiliye-Arab tarihlerini kısaca ve birbirine muvazi şekilde kaydederler. İslâmiyetten önceki Türk tarihi hakkında bilgi veren İslâm kaynakları ile bunlardan nakiller yapan meselâ Süryâni müelliflerin eserlerinde, bilâhare Türklüğü sabit oları kavimlerin ve hânedanların Türk olduklarının belirtilmesi dikkate değer bir noktadır ki, bu nevi mâlûmat arasında bizi burada ilgilendiren
bahis iki rivayet manzumesine dayanır:
1- İran, yani Zend-Avesta rivayetleri,
2- İsrail, yani Tevrat rivayetleri.
Tevrat’a dayanan rivayetlerde; “Türk”ün Hazret-i Nuh neslinden olduğu
kabul edilir18. Bir kısım kaynaklarda Türk, Nuh’un üç oğlundan Yâfes’in oğlu
olarak gösterilir19. Böylece o zaman mevcut bulundukları tasavvur olunan
13
14
15
16
17
18
19
J. J. de Groot, Die Hunnen der vorchristlichen Zeit, Berlin-Leipzig, 1921, s. 4 vd. Daha bk. L.
Ligeti, KCsA, II, 1-2, 1926, s. 2. Burada Tik’ler Asya Hunları ile bir sayılmış, daha doğrusu, Tik = Türk aynîliği üzerinde durulmuştur. Tik’ler hakkında tafsilât için bk. B.
Szász, ayn. esr., s. 49, 74, 474, 479, 513
Meselâ. H. N. Orkun, Türk sözünün aslı, İstanbul, 1940. s. 11-18; Z. V. Togan, Umumî
Türk tarihine giriş, İstanbul, 1946, s, 386.
Bk. W. Koppers, “Cihan tarihinin ışığında ilk Türklük ve ilk İndo-Germenlik”, Belleten,
sayı: 20, 1911, s. 475, n. 6 (Almancası, ayn. yer, s. 486, n. 6).
A.v. Gabain, “Hun-Türk münasebetleri”, II Türk tarih kongresi (1937) zabıtları, 1943, s.
900 vd; Ayn. müell., “Hunnisch-türkische Beziehungen”, Z.V. Togan Arm., s. 18.
W. Eberhard, Çin’in şimâl komşuları, Ankara, 1942, s. 117. Esasen “Türk” adının Çincede
iki heceli olarak tesbit edilmiş oluşu bu gürüşü değerden düşürmeğe kâfidir (aşağıya
bk). “Türk” adına dair buraya kadar zikredilen iddiaların linguistique bir bir temele dayanmadığı hakkında bk. J. Németh, “Die Probleme der türkischen Urzeit”. BOH, V, Bp.
1947, s. 91-98; ayrıca bk. Ayn, müell., “Türklüğün eski çağı”, türkç. terc. Ş. Baştav, Ülkü,
sayı: 90, 1940, s. 518.
Bilindiği gibi, aslında Tevrat’a göre Nuh, Tufan’dan sonra bütün insanların atası durumundadır.
Al-Þabarī TārīÌ al-Umam va’l-Mulūk, I, Kahire, 1357, s. 139; İbn’al-A³īr, Al-Kāmil, I, Kahire, 1348, s. 44; Rivayetin kaynağı ilk İslâm tarih rivayetçisi sayılan Vahb b. Munabbih
(ölm. 110 = 728)’dir.
14
UMUMÎ TÜRK TARİHİ HAKKINDA
kavimler arasında Türk’e verilen ehemmiyet belirmektedir. Bazı müellifler
de Türk’ü Yâfes’in doğrudan doğruya oğlu değil, fakat torunu veya onun
neslinden biri saymaktadırlar20.
Ancak Nuh ile ilgili rivayetin muahhar olduğu ve “Türk” adının bu rivayete Türklerin (daha doğrusu Gök-Türklerin ve onlardan itibaren Türk soyundan gelen diğer toplulukların) VIII.-X. yüzyıllarda İslâm dünyasında kendilerini hissettirecek derecede rol oynamağa başladıkları zamanlarda ilâve
edildiği anlaşılıyor. Zira elimizdeki, aslına en yakın olarak tesbit edilen Tevrat
metinlerinde Türk, ne şahıs (ata), ne de kavim adı olarak yer almaktadır21. O
hâlde Tevrat rivayetine istinaden İslâm kaynaklarında ve bunlardan nakillerde bulunan Süryânî kaynaklarında kaydedilen “Türk” adı sonraki bir devreye
ait olmak gerekir. “Türk” adı yanında zikredilen çeşitli isimlerdeki Türk boyları da bunu gösterir.
Diğer taraftan aynı İslâm kaynakları İran rivayetlerini naklederken de
“Türk”den bahsetmişlerdir. Avesta’nın Ebû’l-beşer (insan cinsinin babası ki,
Tevrat’ta Hz. Âdem mukabilidir) olarak tanıttığı Kayūmar³ (Kayûmareta)den
ve Tevrat rivayetindeki Nuh zamanına rastlayan Camşīd’den sonra, İran rivayeti şöyle devam, eder: Hükümdar Farīdūn geniş ülkesini üç oğlu: Salm
(Sarm), İrac, AÔvac veya Þuvac (doğrusu, Turaç) arasında taksim etti22 ve
Türk, Çin ülkeleri Turac’a düştü23. Bu arada zuhur eden taht kavgalarında
İrac diğer kardeşleri tarafından öldürüldü. İrac’ın yerine geçen oğlu Minūçihr
(Manūçithra) babasının intikamını almak üzere “Türk” ülkesine yürüdü ve
20
21
22
23
Al-Mas’ūdī, Murûc al-ðahab, I, Kahire, 1367, s. 131. İbn Ëurdâdbih ve Gardīzī (ölm. 440
= 1048/1049)’ye göre (Zayn al-aÊbār, neşr. ve Macarcaya terc. G. Kuun, “Gerdezi a
Törökökröl”, KSz., II, 1901, s. 2), Tufan’dan sonra Nuh dünyayı üç oğlu arasında taksim
ettiği zaman Ye’cüc-Me’cüc (bk. Eİ, (Gog-Magog, ~aklāb bk. İA bu mad,), Çin havalisi
ve ‘‘Türk”, Yâfes’in hissesine düşmüştür. Burada “Türk” başka bir yoldan Yâfes’e bağlanmaktadır. Süryani Mihael (ölm. 1200) Tourkaye kavminin Yâfes soyundan olduğunu
belirtmekle iktifa eder (J. B. Chabot, Chronique de Michel le Syrien, III, 1905, s. 149).
Barhebraeus (ölm. 1286)’a göre (Abu’l-Farac Tarihi, I, Türk. (terc. Ö. R. Doğrul, Ankara,
1945, s. 75) ise doğudan batıya doğru bütün kuzey bölgesi, Alan memleketi. Medya,
Türkler vb. Yâfes’in oğullarına ait olmuştur.
Bu rivayet Orta çağ Türk müelliflerinde de görülür: Kâşgarlı Mahmud, DLT, neşr. ve
terc. B. Atalay, I, 350 vd. Daha bk. Ebülgazi Bahadır Han, Türk şeceresi, Anadolu Türkçesine çeviren, Dr. R. Nur, 1925, s. 13.
Bk. Kitâb-ı Mukaddes, yani Ahd-i atîk ve Ahd-i cedîd, Der Saadet, 1922, bahsin gcçtiği yer:
Tekvîn, X, 2. E. Blochet’ye göre, Yâfes’in oğlu Türk, Moğol tarihini yazan müslüman tarihçiler tarafından ilâve edilmiştir (MTM, I, 1, 1331, s. 126, n. 1). Fakat bu ilâve çok daha eski İslâm tarihlerinde görülüyor. Ancak XIII. yüzyıldan sonraki şecerelerde bir de
Moğol adı eklenmiştir.
Al-Þabarī, I, n. 178; Al-Mas‘ūdī, I. 224 vdd., 238 vd.; İbn al-A³īr, I, 47.
“Tūrac’ın bir adı da Tür (şūr vezninde)’dur, Farīdūn’un büyük oğludur. Mâveraünnehir’den Çin ve Maçin’e kadar onun hissesidir... Tūr aynı zamanda Tūrān (Türk) vilâyetinin adıdır” Tercüme-i Burhān-i ċātı‘, 1287, I. 1, s. 67, Tur adı, menşei ve mânası hakkında bk. V. Minorsky, Eİ. mad. “Tūrān”.
TARİHTE “TÜRK” ADI
15
Turaç neslinden Afrāsyāb ile çarpıştı. Çetin savaşlardan sonra, iki memleket
arasında hudut ok atmak suretiyle tesbit edildi: Bir İranlı tarafından Taberistan’dan atılan ok24 Belh nehri (Ceyhun, Amu-derya) üzerine düştü. Bu sebeble bu nehir iki ülke arasında sınır sayıldı25. Bundan sonra İran rivayetlerinde artık Türk ülkesinden “Turan”, Fars ülkesinden de “İran” tabirleri ile
bahsedilmiştir26.
İran-Turan harpleri, bilindiği gibi, meşhur destan şairi Firdevsî (ölm.
1021)’nin Şehnâme’sine başlıca mevzu teşkil etmiştir27. Firdevsî’nin büyük
mübalağalarla anlattığı bu savaşların28 tamamı ile hayâl mahsulü olduğu, İranlıların kendileri için eski Hind-Avrupa mitolojisinden zengin ve renkli bir
mazi, İran, hükümdarlarının iyiliklerini, adaletini ve imar faaliyetlerini göstermek maksadiyle bir sürü vekayi icat ettikleri ilmî araştırmalar neticesinde
anlaşılmıştır. Meselâ burada İran hükümdarı olarak zikredilen Farīdūn (veya
Afrīdūn) Hind-İran mitolojisinde Thrae-taona adı ile geçen bir ilâh olduğu gibi, Afrāsyāb da aynı ilâhlar zümresinden savaş tanrısıdır ve asıl adı Frangrasyan’dır29.
Minūçihr öldükten sonra, “Türk hükümdarı” Afrāsyāb30 İran’a girdi, Azerbaycan’ı istilâ ederek Babil’e kadar ilerledi. İran’ı bu durumdan Minūçihr’in torunu Zav b. Þahmāsb kurtardı. Þahmāsb gençliğinde “Türk ülke24
25
26
27
28
Rivayete göre, iki tarafın orduları Taberistân’da §mul şehrinde (bk. Yāċūt, Mu‘cam albuldān, 1, 2, 68 vd,) idi.
Bu rivayete göre ok atma hâdisesi Tīr-māh (= Ok ayı, İran şemsî takviminde, 4. ay)’ın
13. günü (2 ağustos) vukubulmuş, bundan dolayı kutlu addolunan bu gün “Mecûsî’lerin
bayram günü olmuştur (Terc. Burhān-i ċātı‘. I, 2, s. 73). Aynı takvimde ayların 13. günleri “Tīr” diye anılır (göst. yr.).
Bu rivayete göre, İran adı İrac’dan, Tūran adı da Tūrac (=Tūr) isminden gelmektedir.
Gerçek mânası ve coğrafî mevkii üzerinde çok durulmuş olan “Tūrān” tâbiri hakkında
bk. J. Marquart, Erânšahr, s. 153 vdd.; W. Barthold, Cugrâfyâ-yi târih-i İrân, Farsçaya terc.
H. Sardādvar, Tahran, 1308 ş, s. 5 vd.; Ayn. müell., Orta Asya Türk tarihi hakkında dersler,
İstanbul, 1927, s. 77 vd. E. Oberhummer, “Der Name Turan”, Turân, Bp. 1918, 4, s.
193-208; H. N. Orkun, Türkçülüğün tarihi, s, 10 vd.; R.N. Frye - A. Sayılı, Belleten, sayı:
37, s. 118-121; A. Caferoğlu, Türk dili tarihi. I, s. 12 vd; V. Minorsky, Eİ, mad. “Tūrān”.
“Ferdowsi’s Shahnameh, A revision of Vullers edition...”, I-IX., Tahran, 1934-1935;
Şāhnāmeh, neşr. M. Rama@ānī, 1310-1312 ş.; Türkçeye terc. N. Lugal, Şehname, I-III,
1945-1949 (Şark-İslâm klasikleri, n. 10); İA, mad. “Firdevsi”.
Rivayetleri Al-Þabarī’den nakleden büyük tarihçi İbn al-A³īr bile mübalağalara işaret
etmekte ve yukarıdaki ok atma münasebetiyle şöyle demektedir:
( !"# $ )
29
30
“Bir ok atışının bu kadar mesafeye varması Farsların yaptığı uydurmaların en şaşılacaklarındandır.” (Al-Kāmil, I, s, 93).
A. Christensen, Les Kayanides, Copenhague, 1932, s, 28; bk. Z. ~afā, Hamāsa-sarāl dar
İrān, Tahran, 1324 ş, s. 575, 577.
Frāsyâb b. Fuşanc b. Rustam b. Turk, Al- Þabarī, I, 133; “Afrāsyāb b. Fuşanc b. Rustam,
Malik al-Turk” İbn al-A³īr, I. s. 116.
16
UMUMÎ TÜRK TARİHİ HAKKINDA
si”ne gitmiş, orada Türk hükümdarlarından birinin kızı ile evlenmişti. Bu
Türk prensesinden doğan Zav bir çok başarılı savaşlar yaparak “Afrāsyāb alTurkī”yi uzaklaştırdı, Afrāsyāb’ın İran topraklarında 12 yıl kaldığını bildiren
bu rivayete göre, İran’ın kurtuluşu hâdisesi büyük sevince vesile oldu ve bayram telâkki edildi31. Bundan sonra, hükümdar olarak, Kayċubād ve Kaykāvūs’u müteakip, Siyāvūş geldi. Bu da Afrāsyāb’ın kızı ile evlenmişti32. İşte
İran-Turan savaşlarının asıl kahramanı bu evlenmeden doğan KayÊusrav’dır.
KayÌusrav, Afrāsyāb’ın kuvvetlerini ağır mağlubiyetlere uğrattı, 50-60 bin
kişiyi telef etti, 30 bin kişi esir aldı. Bu arada Türk kumandanlarından çoğu
öldü. Oğlu da mağlup olarak ölen Afrāsyāb bizzat sefere çıktı ise de 100 bin
kişilik telefat verdikten sonra, Azerbaycan’a çekildi, saklandı; fakat yakalanarak KayÊusrav’e getirildi ve öldürüldü33.
Bu son savaşlarda bir hakikat mevcut gibi görünüyor. Zira eski Grek
kaynaklarında adı geçen İran hükümdarına ait bazı izlere tesadüf edildiği
bildirilmektedir, Herodotos’da ilk Ahameniş kralı olarak zikredilen zatın
Kyrus (KayÌusrav adının Grekçe şekli) adını taşıdığı, “Turan” hükümdarı Afrāsyāb’ın da Herodotos’un Med kralı olarak tanıttığı Astiag olduğu beyan
edilmiştir ki, buna göre, Ahameniş devri İranlıları Medya’lıları “Turanlı” saymakta ve Med ülkesi “Turan”a dâhil bulunmakta idi34.
Diğer taraftan KayÌusrav ile çarpışan Afrāsyāb’ın Saka hükümdarı olduğu da ileri sürülmüştür35. Bu takdirde eski İskitlerle ilgili bulunan Sak’ların
bir Türk kolu olduğunu kabul etmek icap eder36.
31
32
33
34
35
36
Al-Þabarī’ye göre (ayn. eser. I, s. 320) İranlılar Navrûz ve Mihricân bayramlarından sonra
üçüncü olarak bu hâdiseyi kutlarlar.
Rivayete göre, Türk prensesinin adı Vispānfrya (Frāngīs) idi (bk. Z. ~afā, ayn. esr., s. 576).
Al-Þabarī’ya göre (ayn. esr. I, s. 361), düğün Türk şehirlerinden birinde yapılmıştı. NarşaÌī, Afrāsyāb’ın başkentini Buhara’nın kuzeyindeki Rāmiyān şehri olarak gösterir (bk.
R. K. Frye- A. Sayılı, ayn. esr., s. 121) Kâşgarlı Mahmud’a göre (DLT, III. s. 368), Afrāsyāb’ın başkenti Kâşgar idi (daha bk. W. Barthold, Dersler, s. 78).
İranlılara büyük zaferler bahşeden bu rivayetlerde Afrāsyāb adlı Türk hükümdarının uzun zaman yaşamış olması (bir kaç asır!) icap etmektedir. Fakat her ne kadar Türk hükümdarları değişiyorsa da, İranlılar onları daima merhametsiz harp tanrısı “Afrāsyāb” adı ile anıyorlardı. Son İran muvaffakiyetinden sonra da Afrāsyāb’ın kardeşi ve oğulları
ile KayÌusrav kuvvetleri arasında sürüp gittiği İbn al-A³īr tarafından bildirilen bu savaşlar (Al-Kāmil, I, s. 137 vd.)ın heyet-i umumiyesi hakkında bk. Ëônd-mīr, Íabīb al-siyar, I,
Tahran, 1333 ş. s. 185-200; Dr. R. Nur, “Şehnamede İran-Turan cenkleri”, Türk Bilik Revüsü, IV, Kahire, 1934.
Bk. M. Şemseddin Günaltay, İran Tarihi, I, Ankara, 1918, s. 103-125. Eğer Afrāsyāb =
Astiag görüşü doğru ise, “Turan” sahasının doğu Anadolu-kuzey İran-Mâveraünnehir’in
doğusu istikametinde uzanan bir mevhum hattın kuzeyindeki ülkeler olduğunu kabul
etmek gerekir.
Z. V. Togan, Umumî Türk tarihine giriş, s. 36.
Fakat bu husus sarih değildir (Son olarak bk. K. H. Menges, “Early Slavo-Iranian Contacts and Iranian Influences in Slavic Mytihology”, Z. V. Togan Arm., s. 468 vdd.)
TARİHTE “TÜRK” ADI
17
Burada gerek Medya’lılar, gerek Saka’lar hakkında ileri sürülen tahminlerdeki tarihî gerçek payını tayin etmek müşkül ise de, bahis mevzuu “Afrāsyāb”ın hakikaten bir Türk hükümdarı olduğu şüphesiz görünmektedir. Çünkü onun büyük ve muazzez hatırası Asya Türkleri arasında asırlarca yaşamış37 ve tabiatiyle İran rivayetlerindeki uydurma ad altında değil, fakat, Türk
ananesine göre, Tunga Alp Er şeklindeki Türkçe adı ve unvanı ile tanınan bu
ulu Türk hükümdarı namına Türkler yüzlerce yıl yoğ’lar, törenler tertip etmişlerdir38.
Böylece Türk-İran münasebetlerindeki Afrāsyāb adlı hükümdarın belki
m.ö. asırlarda rol oynamış büyük bir Türk başbuğu olduğu ortaya çıkmaktadır. Ancak bizi burada alâkadar eden cihet, bütün İslâm kaynaklarının
Afrāsyāb’ı daima “Türk” olarak zikretmiş olmalarıdır. Bununla beraber, İslâm kaynaklarındaki rivayetlerin de, tesbit bakımından, gerçek mehazleri
Vehb b. Munabbih olsa dahi, VIII. yüzyıl başlarından daha geriye gitmediği
unutulmamalıdır39.
İslâmî devir kaynaklarından önce yazılmış Arabca eserler içinde “Türk”
adının ilk geçtiği yer olarak Câhilîye devrinin meşhur Arab şairi Al-NābiÈa
al-Zubyānî (ölm. 595-612 yılları arası)’nin Dîvân’ı gösterilmiştir40. Buna göre, Arabca yazılmış eserler arasında “Türk” adının ilk defa VI. yüzyılın sonlarına doğru zikredilmiş olduğunu kabul elmek lâzımdır.
Bizans literatüründe ise, Türklerin eski Troya’lılarla münasebete getirilmiş olması dikkat çekicidir. Bu husus İstanbul’un fethinden sonra İtalya’ya giden Bizanslı Th. Gazes ile İtalyan hümanisti F. Filelfo arasında teati
edilen mektuplarda görünüyor. Bu mektuplardan anlaşılıyor ki, XV. asır
Türkleri eski Troya’lıların neslinden sayılmaktadır: Türkler Bizans başkenti37
38
39
40
Meselâ büyük Türk hânedanları kendilerini “Afrāsyāb”a nisbet etmişlerdir. Karahanlılar
“§l-i Afrāsyāb, Nabīra-i Afrāsyāb” diye tanındığı gibi (bk. İA, mad. “Karahanlılar”), Selçuklu âilesi de Afrāsyāb’a bağlanmaktadır (bk. İA, mad. “Selçuklular”). Diğer taraftan
Karabalgasun Uygur kitabesinde adı geçen Uygur hükümdarı Bögü Han Uygurlar tarafından “Afrāsyāb” olarak tanınmıştır (“Târih-i Cihânguşây”, I, GMS, 1912, s, 40). AlMas’ūdî’ye göre (ayn. esr., 1, 132, 271) Gök-Türk hanları da Afrāsyāb neslinden idi.
Bk. Gök-Türklerde: Eski Türk yazıtları, I, s. 50, 63. Uygarlarda: Eski Uygur şehirlerinden
Bezeklik’de bir mabedin duvarında Er Tunga’nın muharebe ve ölümü tasvir edilmiştir
(M. F. Köprülü, Türk edebiyatı tarihi, İstanbul, 1926, s. 57; R. N. Frye - A. Sayılı, ayn. esr.,
s. 120). Karahanlılarda: Kutadgu Bilig (neşr. R. R. Arat, I, metin, 1947, s. 43, bugünkü
Türkçeye terc. R. R. Arat, II, 1958, s. 31): “Türk bey’leri arasında meşhur olanı Tunga
Alp Er idi... İranlılar ona Afrāsyāb derler”, Selçuklularda: Kâşgarlı Mahmud, DLT, III,
368: “Türklerin büyük hakanı Afrāsyāb’ın asıl Türk adı Tunga Alp Er’dir.
Al-Þabarî dışında. Balāðurī ve NarşaÌî’de VII. asır 2. yarısında Türkler için bak. R.N.
Frye - A. Sayılı, ayn. esr., s. 105 vd.
T. Kowalski, “Die ältesten Erwähnungen der Türken in der arabischen Literatur”, KCsA,
II, 1-2, 1926, s, 38-41; H. Derenbourg. Le Divân de Nabigha Dhobyâni, Paris, 1869, s, 93,
Frans. terc, s. 144. Al-NābiÈa ve ölüm tarihi hakkında bk. A. Ateş, Şarkiyat Mecmuası, II,
İstanbul, 1958, s. 29-32.
18
UMUMÎ TÜRK TARİHİ HAKKINDA
ni zapt etmek suretiyle, Troya’yı hile ile elegeçiren Greklerin torunlarından,
atalarının intikamını almışlardır41. Bu gibi telakkilerin doğuşunda şüphesiz
“Türk” adının eski şeklinin “Troia” olduğu zannı rol oynamıştır. Bilindiği gibi, Bizans müellifleri arasında “Türk” adı ilk defa, Gök-Türkler dolayısiyle,
Aghatias tarafından zikredilir42.
IIII- “Türk” adının telâffuzu:
Türk adının eski telâffuzu meselesinde bugün varılan netice, bu adın eskiliğine dair yukarıda sıraladığımız görüşlerin icabet derecesini tayin bakımından büyük ehemmiyet taşımaktadır.
Bilindiği gibi, Gök-Türklerden bahseden ilk Çin kaynakları “Türk” adını
oldukça farklı bir şekilde zapt etmişlerdir: T’u-küe43. Burada -Çincede r sesinin bulunmamasından sarf-ı nazar- dikkati çeken nokta “Türk” adının çift
heceli olarak tesbit edilmiş olmasıdır. Tanınmış Fransız sinologu P. Pelliot
bu Çince işaretin “Türküt” okunması gerektiğini ve bunun da “Türk” kelimesinin, Moğolca cemi eki +t ile yapılmış, çoğul şekli olduğunu ileri sürmüştür44. Ancak +t cemi ekinin yalnız Moğolcaya mahsus olmayıp, Gök-Türklerden önce bile Türk dilinde kullanıldığı45 ve ilk ve Orta çağlarda çok üstün
bir kültür dili olan Türkçeden devlet, hukuk, teşkilât tabirlerinin Moğolcaya
41
42
43
44
45
Tafsilen bk. Gy. Moravcsik, “Byzantinische Humanisten über den Volksname “Türk”,
KCsA. II, 5, 1930, s. 381-385. Türkler-Troyalılar münasebeti hakkında daha bk. R. S.
Atabinen, II. Türk tarih kongresi zabıtları, 1948, s. 543-556. Burada Attila zamanında
(434-453) Batı Hun imparatorluğuna bağlanmış olan Turciling’lerin (bunlar hak. bk. B.
Szász, ayn. esr., s. 180, 201, 307) Türk oldukları, “Türklerle Latinlerin müşterek Troya
menşei” ve “Türk” adının Avrupa’da ilk defa rahip Hieronymus (VII. asır)un eserinde
geçtiği meseleleri ileri sürülmüş, diğer taraftan H. J. Graf (“Yngve Tyrkia Conungri;
Türklerin kralı Yengve”, bk. Z. V. Togan Arm., s. 30 vdd.) da Troya meselesinden başka,
eski Alman, İskandinav dillerinde Torchi (“Türk” ve Torchotus “Türklerin kralı”) sözlerini bahis mevzuu etmiştir.
Agatihas (ölm. 582)in Gök-Türklerden bahseden eseri 552-556 yılları vekayiini ihtiva
eder (bk. Gy. Moravcsik, Byzantinoturcica, I, 1943, s, 104 vd).
Çin kaynaklarındaki “Türk” sözünü gösteren işaret mütehassıslar tarafından çeşitli tarzlarda okunmuştur: E. Chavannes (Documents sur les Toukiue -Turcs- occidentaux, Petersbourg, 1900): Tou-kiue; P. Pelliot (T’oung Pao, XVI, 1915, s. 687 vd.); T’ou-kiue; W. Eberhard (Çin’in şimal komşuları, Ankara, 1942, s. 86 vdd.):Tu-cüe; A.v. Gabain (“Hunnisch
Türkische Besiehungen”, Z.V. Togan Arm., s. 17 vdd.): T’u-kiu; P. A. Boodberg (Semitic
and Oriental Studies, XI, 1951): T’u-chüeh; B. Ögel (“Doğu Göktürkleri hakkında notlar”,
Belleten, sayı: 81, 1957, a. 84, 109): T’u-chüeh; Liu Mau-Tsai (ayn. esr.); T’u-küe.. Son okunuş tarzı L. M. Tsai’ninkidir.
P. Pelliot, “L’Origines de Tou-kiue, nom chinois deg Turcs”, TP, XVI, s, 687 vdd. A. v.
Gabain’e göre (göst. yr.): “Türkit”.
Bk. L. Bazin, “Retherches sur les parlers T’o-pa”, TP, XXXIX, 1950, s. 228 vd.; krş.
A.v.Gabain, Hunnisch-Türkische Beziehungen, s. 27. Orhun kitabelerinde +t ile cemilenmiş
sözler vardır: Tarkat (tarhanlar), toygut (toygunlar = devletin ileri gelenleri), oğlut (oğlanlar) vb. Bk. Eski Türk yazıtları, 1, 30, 54, 174; II, 111, vb.
19
TARİHTE “TÜRK” ADI
geçmesinin de gösterdiği üzere , daha ziyade Türkçenin Moğolcaya tesirinin
bahis mevzuu olabileceği hatırlanmalıdır. Nitekim son araştırmalardan birinde “Türkler” şekline tekabül ettiği söylenen Çince işaretin sonunda +t
değil, Türkçede diğer bir cemi eki olan +z bulunduğu, buna göre de Çince
kelimenin “Tür-küz” okunması icap ettiği beyan edilmiştir47. Fakat bu suretle,
“Türk” adının Çincede daima çoğul şekliyle (Türkler!) kullanıldığı peşinen
kabul olunmaktadır ki, bu herhalde mümkün değildir. Diğer taraftan, Çincedeki çift heceli şeklin hakikatte ‘‘Türk” adının müfret halindeki karşılığı olduğunu, binaenaleyh bu adın vaktiyle iki heceli olarak telâffuz edildiğini gösteren emareler vardır.
Bu hususta en kuvvetli delil bizzat Türklerin yazdığı Gök-Türk kitabeleridir. Kitabelerde “Türk” adı hem “Türk”, hem de “Türük” olarak iki şekilde
geçmektedir48. Anlaşıldığına göre, önceleri çift heceli telâffuz edilen ad GökTürkler devrinde tek heceli şekliyle birlikte iki türlü telâffuz olunmuş, bilâhere yalnız “Türk” şeklini almıştır.
Söyleniş bakımından üzerinde durulan bir husus da Türk kelimesindeki
vokalin ses değeridir. Arablar ve İranlılar bu kelimeyi “Turk” telâffuz ederler:
Bilād al-Turk, malik al-Turk, Turkān vb. XI-XII. asırlardan kalma ilk Rus vekayinâmelerinde “Türk” adı Tork, Turki (Türk, Türkler) şeklinde tesbit edilmiştir49. Bu dillerde esasen ü sesi mevcut olmadığı için izahta herhangi bir güçlük yoktur. Fakat kelimenin Süryânî kaynaklarında Tourkaye olarak50 ve fonetik alfabe sistemi olan Grekçede Tourkos (Toΰρχoл, Toΰρχoι) şeklinde zaptedilmiş oluşu dikkate şâyandır51. Hattâ yukarıda adları geçen iki hümanist
46
46
47
48
49
50
51
İ. Kafesoğlu, “Türk tarihinde Moğollar ve Cengiz meselesi” Tarih Dergisi, sayı: 8, İstanbul, 1953, s. 116-124.
P.A. Boodberg, “Three Notest on the T’u-chüeh Turks”, Semitic and Oriental Studies,
California, XI; krş. L.M. Tsai, ayn. esr., II, s. 488. Türkçede cemi eki olarak +t ve diğer
ekleri için bk. A. Caferoğlu, ayn. esr., s. 134.
“Türk” (krÖt) için bk. Eski Türk yazıtları, metin, I, s. 101 (1, 2. satır, ilk kelimenin yarısı; 2. ilk kelimenin yarısı; 3. ilk satır, 5. kelime), s. 103 (9. son satır, son kelime), s. 107
(20, 2. str. 3. kelimenin son yarısı), s. 129 (3. ilk str. 4. kelime).
“Türük” (XrÖt) için bk. Ayn. esr., metin, I, s. 23 (1 c.1, ilk str. sağdan 4. kelime; 1 c.3,
ilk str. 5. kelime), s. 25 (1 c.7, ilk str. 3. kelime) vb.. Son hecedeki +ük harfinin Yenisey
varyantı olan B ile: 1, s. 117 (46, 2. str. 2. kelimenin ilk yarısı; 52, ilk str. 5. kelime) vb...
V. Thomsen Gök-Türk kitabelerindeki bu çift telâffuz üzerine daha 1922’de dikkati
çekmişti (bk. TM, III, s. 82). Kül-Tegin ve Bilge kitabelerinde kelime daima “Türük” şeklinde geçtiği için son zamanlardaki araştırmalarda iki heceli telâffuz ilk plâna alınmış
görünmektedir (meselâ, bk. R. Giraud, L’Empire des Turcs célestes, Paris, 1960).
Bk. H. Antal, “Az orosz érkōnyvek Magyar vonatkozásai”, Bp. 1916, s. 89, 159, 161, 235.
Bu Türkler, Oğuzların Karadeniz kuzeyinden Balkanlara inen kısmıdır (A. N. Kurat, Peçenek Tarihi, İstanbul, 1937. s. 10, 17 vb.; L. Rásonyi, Dünya tarihinde Türklük, Ankara,
1942, s. 124, 135). Bunlar Bizans kaynaklarında Uz diye geçer.
Michel le Ayrien, III. s. 149.
Gy. Moravcsik, Byzantinoturcica, II, s. 269 vd.
20
UMUMÎ TÜRK TARİHİ HAKKINDA
arasında “Türk”‘ adının telâffuzu hakkına fikir teatisi olmuş, F. Filelfo Milano’dan yazdığı 1 temmuz 1472 tarihli mektubunda Roma’da bulunan Th.
Gazes’den “Türk” adını niçin u ile değil de ü ile yazdığını sormuş ve bu münakaşadan Türklerin Troya menşeli oldukları meselesi ortaya çıkmıştı52. Burada bizi ilgilendiren husus, Th. Gazes’in kaydı dışında, bütün Grek literatüründe adın “Turk” şeklinde olmasıdır.
Halbuki, kelimenin aslında Türk olarak söylendiğini gösteren alâmetler
vardır. Adın Orhun kitabelerindeki yazılışında ilk hecenin vokali u veya o değil, fakat ö ve çok defa ü sesini vermektedir. Ancak Türk şeklindeki son harfin
q (k) oluşu yabancılarm dilinde u’lu telâffuza yol açmış olabilir. Buna göre
de, Batıdaki yabancı vesikalara adın tek heceli şekli ile intikal ettiğini kabul
etmek lâzımdır53.
Gök-Türk kitabelerinde ilk hecedeki vokalin hem ü, hem de ö olabileceğini görmüştük. Kelimenin Çincedeki karşılığında doğru söylenişin hangisi
olduğunu tesbit mümkün olamamıştır. Bu mesele üzerinde duran L. Bazin,
fonetik yazı sistemi olduğu için vokallerin değeri kolayca tayin edilebilen
Brahmi yazılı bir metindeki Türk kelimesine istinaden, bahis mevzuu vokalin ö olduğunu ve iki hecelilik durumu dolayısiyle de, “Türk” adının asıl telâffuzunun “Törük” olması gerektiğini belirtmiştir54. Bu bilgine göre, adın ilk
şekli Török veya Törük olup55, kitabelerdeki Türük şekli ikinci hecedeki ü’nün
regressif bir tesirle ilk hecedeki ö’yü ü’ye kalbetmesinden doğmuş (meselâ,
Anadolu lehçesinde, yörük’den yürük vb. gibi) ve iki heceli şeklin son hecesindeki vokal de bilâhere düşerek “Türk” telâffuzu meydana gelmiş (meselâ,
erik’den erk, börük’den börk vb. gibi), böylece “Türk” adı telâffuz itibariyle şu
inkişafı takip etmiştir: Törük> Türük > Türk56.
Türk adının telâffuzu üzerindeki bu mutalcalarla ulaşılan neticeler bizi
tarih yönünden şu mühim hükümlere götürmektedir:
1- “Türk” adının Gök-Türk çağından eski devirlerdeki telâffuzu iki heceli
ve “Törük” şeklinde olduğuna göre, türlü kaynaklarda ve çeşitli vesikalarda
“Türk” ile ilgili gösterilen, yukarıda sıraladığımız, isimlerin “Türk” adının
çok muahhar telâffuzu ile sadece dıştan benzerlikler gösteren yabancı kelimeler olması icap eder.
52
53
54
55
56
Tafsilât için bk. Gy. Moravcsik, KCsA. II, 5, 1930, s. 381-388; “Türk” sözü ile ilgili Grekçe metin için bk. Ayn. müell. Byzantinoturcica, II, s. 274.
Bizanslı Th. Gazes’in doğru olarak “Türk” yazması onun bu adı İstanbul’un fethini
müteakip bizzat Türk’lerden duymuş olmasıyle ilgili olabilir.
L. Bazin, “Notes sur les mots “Oguz” et “Türk”, Oriens, VI, 2, 1953, s. 315-322. Müellif
burada görüşünü takviye etmek üzere Macarcada “Türk” adının Török şeklinde yaşamakta olduğuna dikkati çeker.
“Türk” adının Çince şeklini son zamanlarda “Törküt” olarak okuma tecrübesi (b.H.W.
Haussig, Byzantion, XIII, 1954, s. 311) bu fikri kuvvetlendirmektedir.
L. Bazin, göst. yr.
TARİHTE “TÜRK” ADI
21
2 - Çincedeki T’u-küe kitabelerdeki iki heceli şekli aksettirse bile bu, nihayet Türük’e tekabül etmekte, yani daha eski şekil olan “Törük”e nazaran
muahhar bir telâffuz durumunda olduğundan “Türk’“ adının ilk defa VI. yüzyılda meydana çıktığı ve önce Çin kaynaklarında göründüğü fikri kabule şâyan olmamak gerekir.
3- Bir kelimenin bünye değişikliğine uğramasının uzun zaman isteyen
bir husus olduğu, bilhassa özel adların gelişmesinde bu zaman payının daha
uzun olacağı dikkate alınırsa, “Türk” adının şimdiye kadar sanıldığından belki asırlarca önce mevcut bulunduğu düşünülebilir. Türk kelimesinin cins ismi olarak mevcudiyetinin ise daha da eski olacağı aşikârdır57.
IIIIII- “Türk” ne demektir?
Tarihte “Türk” adına bir çok mânalar verilmiştir. Gök-Türk devrindeki
Sui-şu adlı Çin kaynağına göre, T’u-küe, Türk dilinde miğfer mânasına gelir.
Çünkü Türkler adlarını, Altay bölgesinde, eteklerinde oturdukları, miğfer
biçiminde yükselen dağın şeklinden almışlardır58. Hunlar ve Türkler hakkındaki büyük eserini 1756-1758’de yazmış olan De Guignes’den beri59 Orta
Asya tarihi ile meşgul olan Batılı bilginlerden çoğu “Türk” sözünün miğfer
demek olduğu hususundaki Çin tefsirine ehemmiyet vermiş ve kendi açılarından bu kaydı izaha çalışmışlardır: J. Klaproth (1826) T’u-küe’yi “takye”
ile60 J. Schmidt (1824) “dugulga” (miğfer) ile61, Gobelentz (1837) ve Schott
(1849) Farsça “targ” (miğfer)62 ile, J. J. Hess (1918), Türklerin silâh imalcisi
bir kavim olduğunu ileri sürerek, keza “targ” ile, B. Munkácsi (1921)
“dugulga”nın aslı olduğunu iddia ettiği T’u-küe (kendisine göre, doğru okunuş: Tu-lu-ke) sözünü yine “miğfer”“ ile münasebete gelirmiş63, S. W. Koelle
57
58
59
60
61
62
63
“Türk”e Török diyen Macarların Türklerle münasebeti hayli eskidir: “Dilimizin gösterdiğine göre, Macarların cedleri milâddan binlerce sene evvel Ural dağlarının yakınında
ve dağların Avrupa tarafında Fin-Ugor kavimlerinin cedleriyle birlikte yaşamışlardır.
Fin-Ugorların batısında herhâlde İndo-Germenler, doğu cihetinde de Türklerin cedleri
bulunuyordu. Müteaddid gramer uygunluğu ve bazı müşterek kelimelerin mevcudiyeti
Ural ana-kavminin her iki komşu ile olan münasebetin hatırasını muhafaza etmiştir” (F.
Eckhart, Magyarorsság torténete, Türkçe terc. Macaristan Tarihi, Ankara, 1949, s. 3). IV. V. asırlarda Türk-Macar münasebetleri hakkında; L. Ligeti, Az urali Magyar öshaza, bk. A
magyarsYg östörténete, Bp. 1943, s. 36 70; daha bk. aşağıda, n. 80, 81.
O. Franke, Beiträge aus chinesischen Quellen zur Kenntniss der Türkvölker... Berlin, 1904, s.
13; L. M. Tsai, ayn. esr., I, 40; II, s. 490, n. 16. Diğer bir Çin kaynağı olan Çou şu’da T’uküe’nin hükümdar unvanı olduğu bildirilmiştir (ayn. esr., 1, s. 6).
De Guignes, Hunların, Türklerin... tarih-i umumîsi, Türkçe terc. H. Cahid (Yalçın), II, İstanbul, 1923, s. 271.
J. Klaproth, Tableaux historiques de l’Asie, Paris, s.115.
Bk. J. Németh, “Der Volksname “Türk”, KCsA, II, 4. 1927, s. 275 vdd.
Bk. J. Németh, “Der Volksname “Türk”, KCsA, II, 4. 1927, s. 275 vdd.
Bk. J. Németh, “Der Volksname “Türk”, KCsA, II, 4. 1927, s. 275 vdd.
22
UMUMÎ TÜRK TARİHİ HAKKINDA
“Türk” kelimesinin kökünü tur-, tir- addederek, bunu “çekmek, cezbetmek”
mânasına bağlamış64, kelimenin aslının “Turku” olduğunu beyan eden K. Fiók, bunun “İskit” dilinde “Deniz kıyısında oturan adam” mânasında olduğunu ileri sürmüştür65.
İslâm kaynaklarında da bunlara benzer garip izahlara tesadüf olunur. İbn
al-Faċīh al-Hamadānī (ölm. 930’a doğru)’ye göre66, Türkler, Ye’cüc-Me’cüc
seddinin arkasında “terk” edilmiş oldukları için bu adı almışlardır. Gardīzī
(ölm. 1048-1049)’de Nuh’un oğlu Yâfes’e düşen arazi arasında “Türk diyarı”
insandan hâlî, “terk edilmiş” durumda bulunduğu için Türklere bu adın verildiğini kaydeder67.
“Türk” adının bir de XI. asırda Kâşgarlı Mahmud’un zikrettiği bir izah
tarzı vardır. Bu ünlü Türk dilcisi Türk milletine Tanrı tarafından verildiğini
belirttiği “Türk”‘ adının “Olgunluk çağı” demek olduğunu ifade etmiştir68.
Türk adının izahında ilk ilmî tecrübenin A. Vámbéry tarafından yapıldığı
kabul edilmektedir. Buna göre, “Türk”, Türkçede “türemek” mânasında olan
türe-, veya törü-’den iştikak etmiş olup, “yaratılmış, mahlûk” mânasına gelir69. Bizde Ziya Gökalp’a göre, “Türk”, “türeli-” demektir70. Türk tarihine dair
tetkikleri ile meşhur W. Barthold da: “Türk kelimesinin Orhun kitabelerinde bir
çok defa kullanılan “törü” (kanun, âdet, kanunla düzelmiş, birlik kazanmış halk)
kelimesi ile münasebettar olduğunu farzetmek mümkündür.”71 demek suretiyle
“Türk” adına Gökalp’ınkine yakın bir mâna vermektedir.
Fakat “Türk” adının çok başka bir mâna taşıdığı Orta çağ Türk vesikalarından anlaşılmıştır. Bu hususta ilk kaynağı ortaya koyan Alman türkologu
64
65
66
67
68
69
70
71
Bk. J. Németh, “Der Volksname “Türk”, KCsA, II, 4. 1927, s. 275 vdd.
Bk. J. Németh, “Der Volksname “Türk”, KCsA, II, 4. 1927, s. 275 vdd.
AÌbār al-buldān, BGA, V, 1885, s. 299.
Zayn al-aÌbār, gös. yr., s. 2. İslâm kaynaklarındaki izahta, “Türk” ve “terk” kelimelerinin
Arab harfleriyle yazılışında birbirinin aynı oluşu rol oynamış görünmektedir.
DLT, I, s. 353.
A. Vámbéry, Die primitive Cultur des Türko-Tatarischen Volkes, Leipzig, 1879, s. 51. Fakat
bu izaha Németh tarafından birkaç noktada itiraz edilmiştir. (J. Németh, Der Volsksname
“Türk”, göst. yr., daha bk. H. N. Orkun, Türk sözünün aslı, s. 23).
Ziya Gökalp, Türk medeniyeti tarihi, I, İstanbul, 1341, s, 26. Gökalp’a göre, “türe”‘ teâmül
ve âdet (la coutume) karşılığıdır. Z. Gökalp “Eski Türklerde içtimâi teşkilât ile mantıkî
tasnifler arasında tenazur” adlı uzun makalesinde, (MTM, I, 3., 1331, s. bilhassa 449454) yazdığına göre, Türklerin ilk içtimaî şekli “büyücülük” devridir ki, burada 4’lü teşkilât ile şamanizm hâkim bulunur. Şamanizm ise, bir yandan totemizm ile, bir yandan
da “mâderî semiye” (clan maternel) ile alâkalıdır. Daha sonra, Türkler arasında yeni bir
din başlamıştır (Oğuz Han menkîbesinde Oğuz Han’ın getirdiği yenilik bu yeni dînin
zuhurunu haber vermektedir). 6’lı, 8’li ve 24’lü teşkilâtın görüldüğü ve “peder-şâhî” aileye dayanan bu devir “türecilik” devridir. İşte “Türk” adının mânası buradan çıkmaktadır. Sondaki +k ek olup, kelimenin bütün olarak mânası “türeli”, yani türe dinine malik
demektir.
W. Barthold, Orta Asya Türk tarihi hakkında dersler, s. 27.
TARİHTE “TÜRK” ADI
23
F. W. K. Müller’in Uygur metinlerinde, cins ismi hâlinde, tesbit ettiği “türk”
kelimesi “kuvvet-li, güç-lü mânasına gelmektedir72. Buradaki “türk” kelimesinin kavim adı olan “Türk” ile aynı olduğunu ilk defa A. v. Le Coq ileri sürmüş73 ve büyük türkolog V. Thomsen de bunu kabulde tereddüt etmemiştir74. Daha sonra Gy. Németh kavim adı olarak “Türk”ün “güç-lü, kuvvet-li”
demek olduğunu Türklerde ad verme usulüne istinaden ve analojiler göstererek isbat etmiştir75.
Ancak bu, “Türk” adının lügat mânası olup, etimolojisi değildir. Kelimeyi etimoloji bakımından yine törü+ köküne bağlamanın mümkün olduğu
düşünülmüştür. L. Bazin “Türk” adını törü+mek (Anadolu lehçesinde, türemek)’ten neşet ettiğini kabul ederek, adın son telâffuz tarzına doğru geliştikçe mâna itibariyle da şu nüansları kaydettiğini söylemiştir: “Türk” adı ilk
şekli ile “var olmuş, şekil kazanmış” mânasında iken, sonra, “gelişmiş”, daha
sonra, “tamamiyle gelişmiş” mefhumlarını ifade etmiş, nihayet telâffuz “Türk”
şeklini aldığı zaman “kuvvet, güç” mânasını kazanmıştır76. Böylece, menşe hususunda Vámbéry ile birleşen L. Bazin mâna bakımından Németh’in isbatını
takviye etmiş durumdadır ki, “Türk” adının menşe ve mânası hakkında varılan bu netice, cins ismi olduğu gibi, millet adı olarak da “Türk” sözünün çok
eski bir maziye sahip bulunduğunu bir kere daha ortaya koyan bir mahiyet
taşır77.
72
73
74
75
76
77
F. W. K. Müller, Uigurica, II, 1911, s. 10, 15, 97. Buradaki Türkçe metin için bk, H. N.
Orkun, Türk sözünün aslı, s. 24. Ayrıca, A. Caferoğlu, Uygur sözlüğü, III, İstanbul, 1938, s.
201; R. Rahmetî Arat, Eski Türk şiiri, Ankara, 1965, s. 388.
Bk. V. Thomsen, Festschrift, 1912, s. 151.
TM, III, s. 82.
Der Volksname “Türk”, s. 275-281. Burada belirtildiğine göre, eski Türklerde kuvvet, cesaret, fazilet, sağlamlık vb. ifade eden kelimelerin kavim, boy, oymak adları olarak kullanılması yaygın bir âdetti. Meselâ, Peçenek oymaklarından birinin adı Kangar (kahraman), diğer birinin adı Erdem (fazilet) idi. Oğuzlardan Kayı oymağının adı “katı, kuvvetli”, Salur oymağının adı “muharip”, Şor Türklerinden Karan oymağının adı “cesur, kahraman” mânalarına geliyordu. Yine Oğuzlardan Kınık oymağının adı “kuvvetli, sağlam”
mânasında idi (bk. L. Rásonyi, “Tōrök adatok a Magyar etymologiái szōtárhoz”, Bp,
1941, s, 31. Kelimenin KınıÈ şekliyle “gayretli, heyecanlı, çalışkan” mânasına geldiği de
söylenmiştir. bk. R. R. Arat, ayn. esr., s. 403). V. Thomsen “Türk” kelimesini, hükümdar
neslinin, yani Gök-Türk hükümdar ailesinin adı kabul eder (TM, III, s.82). Németh’e
göre ise, önce oymak adı olan “Türk”, sonra bütün Türk kavminin adı olmuştur (“Ahonfoglalô Magyarság kialakulása”, Bp., 1930, s. 49).
L. Bazin, Notes sur les mots “Oguz” et “Türk”, s. 321 vd.
“Türk” adının şimdiye kadar umumiyetle sanıldığından eski olması ihtimali hakkında
bk. Mustafa Köymen, “Hsiung’nu’ların Tu-ku (T’u-ko) kabilesi”, DTC Fakültesi Dergisi,
III, 1, Ankara, 1944, s. 51-59, Almanca terc. s. 59-68. Burada “Türk” adının Asya Hun
imparatoru Mao-tun’un hükümdar olduğu tarihten (m.ö. 209) beri mevcut olabileceği
ihtimali üzerine dikkat çekilmiştir. Bununla beraber, Tu-ku veya T’u-ko adının Türkçe
“tuğlug” (tuğ taşıyan kabile) tarzında L. Bazin’in bir izah tecrübesi de vardır (bk. H. W.
Haussig, ayn. esr., s. 350, n.)
24
UMUMÎ TÜRK TARİHİ HAKKINDA
IVIV- “Türk” adının yaygınlığı:
“Türk” adının Gök-Türklerden itibaren sür’atle yayıldığı dikkati çeker.
Bu hâdise, Gök-Türk imparatorluğuna bağlı, Türk soyundan gelen, çeşitli
boyların (kavimlerin) aynı zamanda “Türk” adını almaları ve bunların yabancılar tarafından hep “Türk’’ umumî adı altında tanınmış olmaları ile ilgilidir.
Gök-Türk hâkimiyetinin çökmesini müteakip bu soydaş kavimler (boylar)
ayrı devletler kurdukları veya çeşitli istikametlerde muhaceret ettikleri zaman, kendi hususî adları yanında, toplayıcı ad olarak “Türk” ismini de kullanmışlardı. Meselâ Batı Gök-Türk idaresinde bulunan Karluk’larla daha bir
kaç küçük Türk grupu tarafından kurulan Karahanlı devletinden İslâm kaynaklarında umumiyetle “Türk Hanları” diye bahsedildiği gibi, Orta Asya eski
Türk ülkelerinden muhtelif tarihlerde İslâm memleketlerine gelenler de aynı
kaynaklarda hep “Atrāk” (müfredi, “Turk”) diye anılmıştır. Ayrıca, vaktiyle
Gök-Türk imparatorluğunda yer almış olan Oğuz’lar da daha sonra “Türk”
adını muhafaza etmişlerdir. Bu suretle, Rus yıllıklarında “Tork ve Torki” diye
zikredilen Oğuzlardan başka Selçuklulardan zamanımıza kadar, diğer Oğuz
oymakları tarafından tesis edilen bir çok devletler aynı zamanda “Türk” adını
taşımışlardır. Diğer Türk grupları tarafından kurulan devletlerde de “Türk”
adı unutulmamıştır (meselâ, Harezmşah’lar, Mısır Kölemen devleti vb.).
“Türk” adının Türk soyundan gelen kavimlerin hepsine şâmil millî bir
isim olarak yayılmasını W. Barthold müslümanların eseri saymaktadır: “Arablar birçok kavimlerin, VII.-VIII. asırlarda muharebeler yaptıkları Türklerle aynı
dili konuştuklarını görerek, bunların hepsine “Türk” demişler, İslâmiyeti kabul eden
Türkler de gittikçe bu adı benimsemişlerdir”78. Barthold bu görüşüne, “Türk” adının İslâmiyet hudutları dışında pek intişar etmediğini, meselâ ne Rusların,
ne de Batı Avrupalıların Peçeneklere veya Kuman’lara “Türk” demediklerini
ve İslâmiyeti kabul eden Türklerin hepsinin de kendi dillerine “Türkçe” demediklerini de ilâve eder79. Halbuki “Türk” adının tahminden ve Barthold tarafından zikredilen hususların gerektirdiği genişlikten çok daha yaygın olduğu muhakkaktır. Bazan Gök-Türklerden önceki devirlere giden bu yaygınlıkta Türklerin İslâmiyeti kabul etmeleri keyfiyetinin tesiri olmıyacağı aşikârdır. Daha 420 yılında İran’ın kuzeyi sahalarındaki “Altaylı” kavimlere,
Perslerin umumî olarak “Türk” demeleri80 dışında, Bizans kaynaklarında sarahatle belirtildiği üzere, Sabır’lar (VI. asır)81, Hazarlar (IX. asır), Macarlar
78
79
80
81
W. Barthold, Dersler, s. 27.
Bk. W. Barthold, ayn. esr., s. 27 vd.
H. W. Haussig, “Theophylaktos excurs über die Skytischen Völker”, Byzantion, XIII,
1954, s. 311 ve not, 93-95.
Bizans tarihçisi I. Antiocheus (eserini 610’da yazmıştır) 515 yılındaki bir hâdise münasebetiyle “Türk” sözünü zikretmiştir (Bk. H. W. Haussig, ayn. esr., s. 310, n. 92). Bu hâdise Sabır Türklerinin Karadeniz civarına yaptığı akındır (Gy. Moravcsik, Bizantinotur-
TARİHTE “TÜRK” ADI
25
(IX-XI. asır), Vardarlılar (XI-XIV. asır), Selçuklular, Mısır Türk kölemen
devleti, Osmanlılar aynı zamanda “Türk” adı ile zikredilmişlerdir82. Hattâ
coğrafî terim olarak “Türkiye” (Turkia) adı da Orta çağlarda çok geniş sahaları göstermekte idi. VI. yüzyılda Orta Asya için kullanılan Türkiye tabiri83,
IX-X. asırlarda Volga’dan Orta Avrupa’ya kadar uzanan Hazar ve Macar ülkeleri için kullanılmış (Doğu Türkiye-Hazar memleketi; Batı Türkiye= Macaristan)84, XII. yüzyıldan itibaren de Anadolu’nun adı olmuştur85. Mısır Kölemen devleti toprakları da Türkiye diye anılıyordu86.
82
83
84
85
86
cica, I, 173). Bizanslı tarihçi bu münasebetle Toυρνγoΰu (Türk-Hun) tâbirini zikreder ki,
bu tabir Haussig’e göre (göst.yr.) “Kudretli Hun” demektir. Böylece tâbirin bir şahıs
adından ziyade o şahsın mensup bulunduğu âileyi veya kavmi (kudretli Hunlar) şeklinde gösterdiği anlaşılmaktadır.
Bk. Gy. Moravcsik, Byzantinoturcica, II, s. 269, vdd. Macarlara İslâm, Ermeni, Alman
kaynaklarında da “Türk” denildiği hakkında bk. Gy. Németh, A honfoglalô... s. 196-203.
Menandros’da Toυρxια bk. “A Magyarok elödeiröl és a honfoglalásról”, Bp., 1958, s. 40.
Gy. Németh, A honfoglalô..., s. 201 vd.
Bk. İA, mad. “Selçuklular”.
Gy. Moravcsik, Byzantinoturcica, II, s. 269.

Benzer belgeler

Tarihte "Türk" Adı

Tarihte "Türk" Adı "Türk” adının bir de XI. asırda Kâşgarlı Mahmud’un zikrettiği bir izah tarzı vardır. Bu ünlü Türk dilcisi, Türk milletine Tanrı tarafından verildiğini belirttiği "Türk” adının "Olgunluk çağı” demek...

Detaylı