Dêrsim Kürdlerine Karşı Askeri Operasyon 23 Ocak 1908

Transkript

Dêrsim Kürdlerine Karşı Askeri Operasyon 23 Ocak 1908
Temmuz 1908 ; Konstantinopl’da Jöntürk Askeri Darbesi, Dêrsim Bölgesinde
Askeri Seferler. Temmuz 1908’den 1938’e, 1938’den 1993’e…..
Kürd yiğitleri, kürd milli giysileri içinde.
Tarih yazımı iki şekilde yapılıyor. Bazıları sadece sözlü tarihi kullanırlar.
Bazıları ise yazılı tarihi. Bense her ikisini birlikte kullanmanın doğruluğuna
inanıyorum. Bundan dolayı tanıkların anlatımlarıyla arşivlerdeki bilgileri
karşılaştırıp sunmayı daha sağlıklı buluyorum. Tarih kapsamlı çalışmalarımı,
değerlendirme yazılarımı hem diğer ülkelerin arşivlerinde bulduğum belgeler, hem
T.C. yetkililerinin bastırdıkları çalışmalar, hem de tanıkların verdikleri bilgilerle
bütünleyerek okurlara sunuyorum. “1908 Dêrsim Seferi » ile ilgili olarak bulduğum
belgeler bana 100 yıl öncesini ve bugunü karşılaştırma olanakları sundular.
1-«Dêrsim Kürdlerine Karşı Askeri Operasyon 23 Ocak 1908.
Ben daha önce 152 no. lu ve 4.11.1907 tarihli raporda rediflerin çağrısı konusuna
değinmiştim. Sivas vilayetindeki rediflerle ilgili yazmıştım. Temmuz ayından beri
Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde Rediflerin çağrısı ; Sivas vilayetindeki
redifler 8 Ekim de hazırlandılar, askeri olarak donatıldılar, harekete geçirildiler.
Sivas Redif Alayları Nizam taburlarının garnizonuna gidecekler, yerlerini alacaklar.
Çünkü Nizam Garnizonunun bazı taburları Dêrsim’e gönderildiler. Dêrsim
bölgesindeki bazı Kürd aşiretlerinin mensupları bölge de bazı şeyleri tahrip
etmişlerdi. Taburlar, onları cezalandırmak, bastırmak için gönderildiler. Kasım
1907’nin ilk günlerinde askerler Dêrsim bölgesine gönderildiler. Genel Kurmay’ın
Albayı Neşad Bey’in komutası altında Nizam ın 19.cu bölümün 6.cı taburu,
(1.4/74, 1.2/ 75 ve 2.4/ 76) üç canon la birlikte gönderildiler.
Sonuç ; fazla bir şey olmadı. Dağlarda üç haftalık çatışmanın sonucu ; Osmanlı
Ordusu’ndan üç asker, bir subay öldü, yirmiden fazla yaralı vardı. Operasyonları
durdurdular. Neden olarakta hava şartları gösterildi.
Ordu mensupları dağlardan geri çekilirken, çekilme güzergahlarındaki köyleri
yaktılar. Ki bu köylerin insanları daha önce kendi köylerinden kaçmışlardı.
Kürdler de intikam almak için Xozat sancağına baglı Çemişgezek kazasının iki
köyündeki eşyalara el koydular.
İki tabur Xozat’da ki garnizon da bırakıldı. 4 tabur ve topçular Mezere’ye
götürüldüler. Bütün kış boyunca burada kalcaklar. » (Ambassade de France prés la
Porte Ottomane, Constantinople, le 23.1.1908, no : 183, Dêrsim Kürdlerine Karşı
Askeri Operasyon, E.M.A.F., A.T. 7 N 1635)
Sivas-Erzingan-Diyarbekir arasında kalan Dêrsim bölgesi
2-Dêrsim Kürdlerinin başkaldırısı ve askeri sefer.
183 no.lu ve 23 Ocak 1908 tarihli raporumda size Kasım 1907 süreci içindeki askeri
hareketliliği, sevkiyatı haber verdim.
Erzingan ve Diarbekır arasındaki dağlık bölge de, Dêrsim bölgesinde KürdKızılbaşlar bulunmaktalar. Bu sevkiyat (Kasım 1907) hiç bir sonuç vermedi.
Güvenliği sağlamak, garantiye almak için 6 tabur Neşed Paşa’nın emri altında
Dêrsim’de bırakıldı. Neşed Paşa, Kasım 1907 operasyonundan sonra general
olmuştu.
Bir kaç ay sessizlikten sonra bölge de yeniden çok ciddi olaylar gelişmeye başladı.
Dogruluğundan emin değiliz. Bu sefer genel, bütün Kızılbaş aşiretleri birlikte
başkaldırdılar ki nedenini tam olarak bilmiyoruz. Bu aşiretler Dêrsim, Xozat,
Plumer, Çemişgezeg merkezlerindeki idari birimlere baskın düzenlediler ve bu idari
birimlerin kontrolunu ele geçirdiler. Bu yerlerde konumlandırılan çok sayıda askeri
öldürdüler.
Onlar, telgraf tellerini kestikleri için haberleşme kesildi. Bundan dolayı da Osmanlı
idarecileri bölgeden haber alamıyorlar. Neşed Paşa ve diğerlerinin akibeti bilinmiyor.
Osmanlı yetkilileri bir yandan gelişmelerle ilgili olarak Dêrsim bölgesine haber
beklerlerken, diğer yandan da çok sayıda askeri gücü takviye olarak bölgeye doğru
gönderdiler. Dêrsim bölgesine gönderilen güçler ;
Erzerum’dan ; 1 tabur piyade, 1 süvari birliği, 1 dag taburu.
Erzingan ; 1 piyade taburu, 1 dağ taburu.
Diarbekir ; 1 piyade taburu. Bu gönderildi. Diğerleri de en kısa sürede gönderilmek
için hazırlandırılıyorlar.
Sonuç ; Yenixan, Tokad, Niksar, Zile (63.alay) redif taburları Dêrsim bölgesine
doğru gönderildiler.
Benim aldığım haberlere, bilgilere göre Osmanlı İmparatorluğu idarecileri neye
mal olursa olsun bütün Kürdlere ders olacak şekilde, son başkaldırı olacak şekilde
Dêrsim bölgesini ezmek, bastırmak istiyorlar. Bir daha bir başkaldırı olmasını
istemiyorlar.
Aşiret mensupları ise dağlara çekilmiş durumdalar. Osmanlı idarecileri de onlara
saldırmak ve bölgeye düzenledikleri seferde başarılı olmak için 15-18 taburu da
bölgeye gönderecekler. Aşiretlere şans, olanak bırakmak istemiyorlar. Tümünü
tesirsiz bırakmak amacıyla bu kadar taburu gönderecekler.
Operasyon, askeri sefer basit, rahat olmayabilir. Çünki o dağlarda yürümek, oralara
girmek çok zor. O dağlara çıkmak, yürümek çok zor olduğu gibi, Kürd Kızılbaşlar
8.000 kişilik itibarlı iyi bir savaşçı gücünü taburlara karşı çıkarabilirler. Biz Dêrsim
bölgesi Kürdlerini tanıyoruz. Onlar, savaşmayı iyi biliyorlar. (Ambassade de France
prés la Porte Ottomane, Constantinople, le 04.7.1908, no : 247, Dêrsim Kürdlerinin
başkaldırısı ve askeri sefer, E.M.A.F., A.T. 7 N 1635)
3-Dêrsim Kürdlerinin başkaldırısı ve askeri sefer.
Size yeni rejimden bu yana (1908 askeri darbesinden bahsediyor) Türkiye’de ki en
önemli gelişmelerle ilgili olarak bilgi verme ihtiyacından dolayı yeni rejimin
mensuplarının, yeni idarecilerin başkaldırı durumunda bulunan Dêrsim Kürd
aşiretlerine yönelik olarak onların başkaldırılarını sonlandırmak için ne yapmaya
karar verdiklerine dair bilgilendirmede bulunamadım.
23.1.1908 tarihli ve 183 no.lu raporumda size bilgi vermiştim. Bu aşiretlere karşı
Albay Neşed Bey komutasında Kasım 1907’de gerçekleştirilen askeri seferi ve bölge
de bırakılan 7 taburu (1.2.4/74, 1.2/75, 1.2/76) ki amaç sukuneti sağlamaktı.
Bu rapordan sonra 247 nolu 4.7.1908 tarihli raporla diğer gelişmeleri bildirdim.
Bölgede gelişen, gerçekleşen ciddi olay, orada askerler bulunmalarına rağmen bu
başkaldırı gelişti. Askerler bir şey yapamadılar ; Kızılbaşların genel
başkaldırısı, çok sayıda yerleşim birimine saldırı, görevlileri öldürme….vb.
Bu gelişmelerden sonra daha önce belirttiğim gibi yönetim daha acil olarak çok
sayıda askeri güçü Dêrsim bölgesine gönderme kararı aldı. IV.Ordu komutanına da
yapması gereken hazırlıklar için emir verildi. Bölgede daha önceden Neşed
Paşa’nın denetimi altında 7 nizam taburu, 3 kanon vardı. Bütün bunlarla beraber
temmuz ayında da da;
2 nizam taburu ; (2/25) Erzerum’dan, 1/26 Trebizon’dan,
15 redif taburu ; (1.2.3.4/49) Dêrsim bölgesine gönderilmek üzere Pers sınırından
geriye çekildi,
1.2/50 Xarput’dan,
3.4/52 Gümüşhane’den,
1/58 Malatya’dan, 1.2.3/61
1.2.4/62 Pers sınırından geri çekildi.
Erzingan 22 Süvari alayından 2 müfreze, 2 dağ taburu (5.6/23)
Erzerum’dan, 1 Hamidiye süvari alayı no ; 36 Varto’dan,
Toplam ; 24 tabur, 7 müfreze, 2 bateri ½ Neşed Paşa’nın denetimine verildiler.
Neşed Paşa, denetimindeki bu güçlerle Temmuz ayının sonunda saldırılara başladı.
Biz detaylı bilgiye sahip değiliz. Biliyoruz ki Osmanlı için sonuç iyi değil.
Başbakan Kamil Paşa’nın
yönetimi altında bakanlar kurulu toplandı. Bu
toplantıdan sonra İçişleri bakanının teskeresi açıklandı ve teskereyi okuduk. Bu
teskere de deniyorki ; « Bu kadar asker göndermemize rağmen Dêrsim haydutluğunu
bastıramadık. Dêrsime sivil ve askeri memurlardan oluşan bir heyet göndermek
gerekiyor. Bu heyet de yer alacak olan görevliler askeri sefere rağmen bastırmanın
gerçekleştirilememesinin nedenlerini, haydutluğun önlenememe sebeplerini,
başkaldırı ve haydutluğu önlemek için gerekli olan tedbirleri yerinde tespit
edecekler. »
Bu karardan dolayı o bölgeyi, ülkeyi çok iyi tanıyan iki kişi, General Ali Paşa -ki
görevden alınmıştı, yeni rejim kendisine kendi görevini iade etmişti- ve Devlet
Konseyi Mustafa Bey seçildiler ve her ikisi Dêrsime gidecekler.
Aynı zamanda General Neşed Paşa askeri sefer de yetersiz, başarısız bulundu ve
görevinden alındı. Onun yerine IV.Ordu Tugay Komutanı General Mehmet Paşa
görevlendirildi. Ali Paşa gidene kadar bu kişi operasyonu yönetecek.
Ali Paşa ve misyonundaki diğer kişiler birlikte Eylül ayının sonuna doğru yola
çıktılar. Eylül sonunda Dêrsim Bölgesindeki askeri güçlere gelince ;
7 tabur Quruçan da,
7 tabur ve 2 kanon Xozat ve Qızılkilise’de,
6 tabur ve 2 bateri ½ Ovacıg’da,
3 tabur Çemişgezeg’de,
1 tabur Mazkêrd’de.
Ağustos ayı ortasında 36.cı Hamidiye Alayı’nı Dêrsim’den geri çektiler. Bu alayın
Dêrsim’de kalmasını istemediler. Çünkü alay mensupları disiplinsizdiler. Kendileri
için haydutluk yapıyorlardı. Hamidiye mensupları bu tür haydutluklar yapmaya
alışkındılar.
Şimdiye kadar Ali Paşa heyetinin çalışmalarından, yaptıklarından haberdar değiliz.
Haber alamadık.
Kışın yaklaşması ; bu yüksek dağlık bölgede çok erken kış geliyor ve çok soğuk
oluyor. Kış yaklaştı. Düşünüyoruzki kesinlikle askeri operasyon durdurulacak.
Operasyonların durdurulacağı bu süreçde ise başkaldıran aşiretlerle görüşmeler
yapmaya çalışacaklarına inanıyoruz.
Çünkü, en iyi sonucu elde etmek için silah kullanma yerine, konuşmayı tercih
edebilirler. Operasyonun yapılamayacağı bu mevsimde başkaldıran aşiretlerle
görüşüp, operasyonla elde edemediklerini görüşme, diplomasi yoluyla elde etme
yoluna gideceklerine inanıyoruz.
(Ambassade de France prés la Porte Ottomane, Constantinople, le 05.12.1908, no :
287, Dêrsim Kürdlerine karşı askeri sefer, E.M.A.F, A.T. 7 N 1635)
Şurası bir gerçekki yaşanılanları tüm çıplaklığıyla, gerçekliğiyle T.C.
kaynaklarında bulmak mümkün değil. Fransa elçilik görevlileri gelişmeleri net olarak
anlatırken, Osmanlı ordusu mensuplarının yenilgilerinden, başarısızlıklarından,
görevden almalardan, Kürd direnişçilerin savaşçılıklarından bahsederlerken, T.C.
kaynaklarında haydutluk, çapulculuk vb.sıfatlarla oluşturulan cümlelerle karşı
karşıya kalıyoruz. Osmanlı askeri güçlerinin yenilgisinden bahsedilmez. Halkların
direniş nedenleri, zaferleri, kimlikleri açıklanmaz. Osmanlı devlet görevlilerinin
uyğulamalarına değinilmez. Bundan dolayı da itibar etmek mümkün değil.
Fransız elçilik görevlileri yukarıda aktardığım bilgileri merkezlerine aktarırlarken
T.C.nin askeri yetkililerinin bastırdıkları kitaplarda o yıllar ve gelişmelerle ilgili
anlatımları ; « 1893-1905 arasın da Dersim’de zaman zaman karışıklıklar olmuş
ve hükümet zor duruma düşürülmüştü. Bu meselenin halli için Bab-ı âli (hükümet
dairelerinden bir çoğu da içinde toplanan ve padişah vekillerinin de bulundukları
dairenin adı), tedip (uslandırma, yola getirme, terbiye etme) ve ıslahat (düzeltme)
gibi çeşitli tedbirler düşünmüşse de netice de idare-i maslahat (bir işi günün
şartlarına göre yapma) politikasını devam ettirmek durumunda kalmıştı.
1907’de iyice şiddetini artıran bu soygunculuğa son vermek için Koçuşağı ve Reşik
aşiretlerinin tedibine Elazığ Redif Tugay Komutanı Neşet Paşa memur edilmiş ve
iki topla takviyeli dört taburla yapılan takip hatekâtında kesin bir sonuç elde
edilememişti.
1908 de Koç, Şam uşakları, Reşik aşiretleri kendilerine yapılan harekâtın
intikamını almak için Dersim aşiretlerinin ittifakını sağlayarak tekrar civar ilçelere
akınlara ve çapulculuğa başladılar.
Çemişkezek, Hozat, Ovacık bölgelerinde asilerin baskın ve saldırıları, zamanında
mahalli kuvetlerle önlenemediği için bu bölgelere yeni kuvvetler gönderilmek sureti
ile asilerin tenkiline çalışılyordu.
28 Temmuz 1908’de Harbiye Nezareti, IV.Ordu Müşirine verdiği emirde «
Meşrutiyetin ilânı sebebiyle Dersim’de kan dökülmesinin caiz olmayacağını,
aşiretlerle anlaşmak suretiyle hatekâta son verilmesini.. » istedi.
Neşet Paşa komutasında yapılan bu tenkil harekâtında bir dağ bataryası, bir
Hamidiye Süvari Alayı, yedi Redif, sekiz Nizamiye Taburu kullanılmış ve 13 günde
17 aşiret halkı tedip ve dehalete mecbur edilmiş, bir çok reis tutuklanmıştı.
Neticede, Dersim reislerinin kısmen af, kısmen de az çok cezaya çarptıtılmasına
rağmen Dersimliler çapulculuk geleneklerinden vaz geçmediler. Esasen 1908 tedibatı
(uslandırması, yola getirmesi) iyi idare edilmemiş ve halkı silâhtan tecrit etmek en
önemli hedef olmak lâzım gelirken bu nokta üzerine lüzumu kadar eğilinmemiş ve
tedip kesin bir sonuca götürülememişti. Dolayısıyle 1909’da daha esaslı
hazırlıklarla tedip (uslandırma) harekatına devam etmek üzere 1908 harekâtına
son verildi.
1909’da yapılan Haydaranlıların tedibi harekâtından sonra, Dersim’de kısa bir
süre sükûnet görüldü. Bu sırada, hatta 1910’da Dersimlilerin 23 Temmuz 1908’den
sonraki suçlarının affı düşünüldü. Bunlara karşı gösterilen ılımlı tutumdurki,
Dersimlileri Balkan Harbinden önceki günlere kadar eskisi kadar azgın ve taşkın
duruma sokmadı. Bununla beraber Dersimlinin mutadı (âdet olmuş, alışılmış)
olan çapulculuk hareketleri de önlenmiş degildi. »
(T.C. Genelkurmay Harp tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları, Seri No: 8, Türkiye
Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924-1938), B.Tunceli’nin (Dersim’in) Asayişsizlik
Durumu - 1.Cumhuriyet Önceki Durum, Ankara, Gnkur. Basımevi, 1972, s.372, 373)
1860 itibarıyle osmanlı asker-sivil bürokratlarının bu bölgeye yönelik çalışmaları
1908 askeri darbesi sonrası İttihad-ı Terakki Cemiyeti-Partisi yöneticilerinin panislamizm, pan-türkizm politikalarıyla yeniden şekillendirilmiştir. 1913 itibarıyla tam
olarak iktidar olan ittihatçılar her yeni seferle yakmaya, yıkmaya, yaralamaya, esir
almaya, öldürmeye, sürmeye devam etmişlerdir.
1908 -1909 sonrası da seferler düzenlenir. 1911, 1914, 1916, 1926, 1930, 1937-38.
1937-1938 itibarıyla askeri, siyasi, kültürel, dinsel seferler günümüze kadar devam
etmekte.
Türkçeleştirilen Dêrsim kürdlerine özgü isimlere gelince; Haydaran;Heiderû, Kör
Abbas; Avasû, Roşnak; Rosnage, Demenanlı; Demenu, demenız, Piter; Pêterê,
Kafat; Kalferat, Keçel; Keçelû, Bal Uşağı; Bolevanu, Dojikbaba; Tujikbava,
Abbasan; Avasû, Aşuran; Asuru, Beyit; Beytu, İskisor; İksor, Demenanlı; Aşira
Demenu, demenız, Koç ;Qoçu, Şam uşakları ; Sam-Samali, Reşik ; Reçuku.
Kırklardağı; Koê Qhelxeru, Darboğazdere yolu; rea dere çeti, Zel Dağı; Koê Jele,
Kırmızı ve Kosur dağları; Koo sur, Keçizeken; Borê čorr, Tagar; Tağu, Bozan;
Bozu,
Tanık anlatımına gelince;
1.500 erkeğimizi tek tek seçerek götürdüler. Götürülenlerden geri dönen olmadı.
Pısmamê Hesê Mikê Memêy dirêj; Mazgirt, Dirban köyündenim. 1929
doğumluyum. Bizim köy 350 haneliydi. Eskiden kazaymış. Köylülerin hepsi Şadi
aşireti mensubudurlar. Bizler çiftçilik yapıyorduk. Hemen herkesin arazisi vardı.
Sadece iki hanenin arazisi yoktu. Biz onlara zivistani-kışlakçı diyorduk. Bu
ailelerden biri Bextiyar aşiretindendi. Kendi köylüleriyle sorunları vardı. Köyümüze
sığınmışlardı. Diğer aile de Usivan aşiretindendi. Mazkêrd ve çevresinde üç büyük
aşiret vardır. Şadi, Xıran, İzol. Mazkêrd merkeze bağlı olarak da Rutan, Suran,
Qureş aşiretleri varlar.
Kırım öncesi harman zamanı Alan aşireti mensupları gelip harmanlarımızda
çalışırlardı. Çünkü yoksullardı. Çok az sayıda hayvan ve arazi yaşamaları için
yeterli gelmiyordu. Ayrıca bölge de topraksız köylüler, marabalar da vardı.
Osmanlı döneminde de, T.C. döneminde de memleketimize yapılan her askeri sefer
köylerimizi, yakma, yıkma, taşınır, taşınmaz mallarımıza el koyma, halkımızı
açlığa mahkum etmekle sonuçlandırılmıştı. Osmanlı memurları, mülki idarecileri,
askerleri insanlarımızı aç bırakma yoluyla teslim almayı, islamlaştırmayı, halifeye
kullaştırmayı, nufusu azaltmayı, çoğalmayı engellemeyi denemişlerdi. Sanki salgın
hastalıklar yetmiyordu !
Askeri seferlerin neden oldukları yokluk, yoksulluğa doğa koşulları da eklenince
insanlarımız kendilerini doyuramıyorlardı, ihtiyaçlarını karşılayamıyorlardı.
İçinde bulundukları şartlardan dolayı mecburen gaspa, hırsızlığa da
yöneliyorlardı.
Bizde büyük aileler vardı. Küçük aile yoktu. Biz 49 kişiden oluşan büyük bir
aileydik. 1949’da birbirimizden ayrıldık. 4 ev olduk. Şimdi 50 haneye ulaşmış
durumdayız. Bölgemizde toprağa bağlıydık ve herkes çalışırdı. Ürettiklerimiz
Palu’da, Dep (Karakoçan) da pazarlanırdı. Diyebilirim ki her iki ilçeyi de bizim köy
besliyordu. Buğday, arpa, kusnef, yulaf, mercimek, nohut ekilirdi.
1938’den önce aşiret ilişkileri; bizim köyde iki aile arasında araziden dolayı
problem yaşanmıştı. Bundan dolayı da bir aile Alan aşireti ağası Sülü’ye
sığınmıştı. Alanlar silah kuşanmış, atlarına binmiş olarak köyün ileri gelenleri
olan bizlere geldiler. Bizde kaldılar. Araya girildi. Her iki aile barıştırıldı. Hesê
Mıkê Şadi aşireti reisiydi. Ondan dolayı Alan aşireti büyükleri bize geldiler. Onlara
Çe Hesê Axaê Çuxurê ya da Xanêdanê Çuxurê denirdi. Bizim oranın belirli
ailelerindendiler.
1936’dan itibaren gelişmeler ; 1936’dan itibaren gelişmeleri anlatabilirim. 1936’da
ilk kez halktan silah toplamaya başladılar. Köylerin muhtarlarına tebligatta
bulundular. Sonra jandarma köylere, evlere girdi. Köylülerimiz silahlarını getirip,
bizim harmana bıraktılar. Odun yığını gibi bir görünüm oluştu. Jandarma köye
geldi, köylülerin hayvanlarına o silahları yüklediler ve Mazgêrd’e taşıdılar.
Jandarma korkunç acımasızdı. Halk zulüm görmekten korkuyordu. İşkenceye
uğramamak, öldürülmemek için silahlarını getirip, harmanımıza bıraktılar. Babam
“Bizi öldürmeyeler de sürgün edeler.”demeye başladı. Kalbine damlamış, kendisine
bazı şeyler ayan olmuştu. Yapılabilinecekleri tahmin ediyordu. 1937’de de silahlı
olarak gördüklerinin silahlarını alırlardı. Küfreder ve dayak atarlardı.
Kêrtê Mazgêrd; 1938 Temmuz ve Ağustos ayıydı. Herkese “Gidip Mazgirt’te
silahlarınız olmadığına dair beyanatta bulunacaksınız. Belge alacaksınız.”
denildi. Belge almak için ilçe merkezine gidenler de geri dönemiyorlardı. Sadece
Mazgêrd merkezdeki kürd olmayan kişilerle ilişkileri iyi olanlar geri dönebildiler.
Örneğin Xıran aşireti ağaları döndüler. Bizim köyden üç kişinin gitmesi istendi. Her
üçü de gittiler ve sadece kör olan dönebildi.
1938’de bizim köye kara askeri girdi. Herhalde komutanları Baki Vandemir’di. Bir de
Mustafa Kemal’in bir yakını vardı. Selanik doğumlu Korgeneral Salih Omurtak.
Başlarında bu general vardı. Çok sayıda asker, bir tabur askerdi. Askeri Kanisıpi’ye
yerleştirdiler. Muhtar aracılığıyla bilgi aldılar. Babam onlar ekin biçiyorlardı. Köye
geldiklerinde ellerindeki listeye bir amcamın adını yazdılar.
Akşam, babam eve gelince, gelişmeler kendisine anlatıldı. Dedem kendisine “Oğul
Bıro’yu listelerine yazdılar. Sen saklan. Onlara görünme. Senin adın da listeye
yazılmasın.” uyarısında bulundu. Babam, dedemin isteğini kabul etmedi ve “Benim
sadece iki çocuğum var. Abim çok sayıda çok babası. O gitmesin, ben giderim.” dedi.
Kanisıpi’ye gidip yeniden köye döndü. Sabahleyin kalktı bölgemizdeki erkeklerin
giydikleri kürd milli elbiselerini giyindi, kuşandı, atına bindi ve Mazgêrd merkeze
doğru sürdü. Askeri yetkililerin yanına gitti. Kağıt yazdıracak, belge alacak ki bizim
silahımız yok. Biz tedirgin bir halde kendisinin köye dönüşünü bekliyoruz.
Komutan olan kişi elindeki el lambasıyla babamı baştan, aşağı süzüyor. Babam ince
uzun boylu tipik bir Dêrsim erkeğiydi. Kıyamazdın güzelliğine bakasın. Hep
kendisini, güzelliğini seyrederdim. Askeri yetkili amcamın adını silip, listeye
babamın adını yazıyor. “Biz aradığımız adamı bulduk.”diyor. Listeye adı yazılan
kişilerin silahlarının olduğu belirtiliyordu. Babamın atı süvarisiz eve geldi. Kim,
nasıl o atı getirdi? Orayı hatırlıyamıyorum.
“Silahlarınızı Mazgirt’te askeri birimlere teslim etmek zorundasınız.”denilerek
erkeklerimiz tek, tek ilçe merkezine gönderildiler. İnsanlarımız kandırıldılar.
Devleti temsil edenler hileyle, yalanla onları ilçe merkezine çektiler.
İlçeye gönderilen, istenilen erkeklerimizin isimleri nasıl mı tespit edildi?
T.C.nin bölgemizde ajanlaştırdığı kişiler askeri birimlere bilgi veriyorlardı. Onlar,
kimlerin devlet güçlerine karşı durabileceklerini, çarpışabileceklerini,
direnebileceklerini tahmin ediyorlardı ve isimleri tespit edip, bildiriyorlardı. Ajanlar,
askeri komutanların önlerinde köyleri dolaşıyorlar ve tek tek erkekleri T.C. Ordusu
komutanlarına gösteriyorlardı. İsimlerin listelere yazılmasını sağlıyorlardı. Çok
sinsice çalıştıkları için de amaç anlaşılamıyordu.
Örnek verecek olursam, Bamansur ocağından 5 seid, Qurqurik köyünden 13, Moxindi
merkezden de 5 erkek aldatılarak aynı taktikle merkeze çekilmişlerdi. Mazgêrd’e
gönderilen insanlarımızla ilgili tüm bilgileri üç mahalli ajan topluyordu;
Moxındi’den Seyd Husên ve Allık (Ali Yıldırım), Canig’den Xıdo Öztürk. Xıdo
Öztürk’ü ben kendim gördüm. Bizim köye gelen kara askerlerinin kılavuzluğunu
yapan oydu.
Askerler bizim köyde toplanmışlar, Mestan köyüne gidecekler. Mıkê Hesê çok yaşlı
ve hastaydı. Her sabah kendisinin yatağını ceviz ağacının altında sererdik. Orada
kendisini rahat his eder, dinlenir, yanına gidenlerle sohbet ederdi. Mıntıkanın
saygısını kazanmış bir şahsiyetti.
O askeri birliğin başı, “Köye gelmişken Hesê Mıkê’yi görelim.”demiş. Xıdo(Hıdır
Öztürk) dedem içim “ O, benim kayınbabam. Torunuyla evliyim.” diyor. Bilgi
veriyor. Birlikte dedemin yanına geldiler. Dedem, bana döndü ve “Oğul içeri haber
ver de kahve hazırlasınlar.” dedi. Kahve hazırlandı, tepsi içinde yanlarına getirdim.
Gelen misafirler içtiler.
Kırzi köyünden üç köylü tarlalarında ekin biçiyorlar. O sıra da oradan geçen bu
kişiler onları tarlalarının içinde esir alıyor, bağlayıp, kendileriyle birlikte
yürütüyorlar. Onları da bizim köye getirdiler. O zavallılara “Sizin ağır silahlarınız
var. Teslim edeceksiniz.”diyorlar. Amaç panik, tedirginlik yaratmak, korku yaymaktı.
Kahveler içilirken her üç köylü dedeme “Apê hesê bizi kurtar.”diyerek, figan etmeye
başladılar. Tam bu esnada dedem o komutana “Bana sıgara verir misiniz ?
”sorusunu yöneltti. Subay dedeme tek sıgara ikram etti. Dedem elini uzatmadı ve o
sigarayı almadı.
Subaya “Sizden bir paket sıgara istedim.”dedi.
Subay “Vallahi yok. Bitmiş. Bir tek sıgara kalmış.”cevabını verdi.
Dedem bu açıklama üzerine “Allahtan korkun. İnsanlarımızdan ne istiyorsunuz. Siz
devlet subayısınız. Devlet arkanızda ve üzerinizde sıgara bulunmuyor. Bu yoksul
köylülerde makinalı ne arar? Hangi imkanlarla, paralarla makinalıları alacaklar.
Herkes biliyor ki 1936-37’de silahlar teslim edildiler. Ben kendim Osmanlı
ordusunda asker olarak yer aldım. O kadar görev yaptım. Bizlere niye bu zulmü reva
görüyorsunuz? Devlet olarak bizlerden ne istiyorsunuz.....” konuştu, konuştu, çok
şey anlattı, sordu.
Suçsuz, günahsız insanları tarlalarından, bağlarından, evlerinden, yollardan tek tek
toplayıp, rahatlıkla öldürüyorlardı. Kim, kimden hesap soracak? Kanun mu, adalet
mi vardı? Zorba bir rejim sürekli kan döküyordu. Kürd olmak öldürülmek için tek
sebebdi.
Dedemin sorgulaması, hitapları, tavrı üzerine subay efendi kızdı. Üç köylü serbest
bırakıldılar. Ben büyüdüğümde ajan olan ve aynı zamanda da halamla evli olan
kişiyle konuştum. Subayın o zaman kendisine söylediklerini bana anlattı.
Subay; “Bu yaşlıyı götürüp, şu aşağı derede vuralım.”
Xıdo; “Yegenini vurdunuz. Bu yaşlıyı öldürürseniz, bu mıntıka ayaklanır.”
uyarısında bulunuyor. Risk olmasa o yaştaki dedemi de öldüreceklermiş.
Askeri çektiler. Mesta köyüne gittiler. Adam toplamaya devam ediyorlardı. O köyde
tespit ettikleri İzol aşireti ağaları Memê Efendi, Axa Çawış(Çavuş), Urşo(Hurşit)
ve birini daha “Madem silahınız yok. O halde Mazgirte gidip, silahınız olmadığına
dair bildirimde bulunacaksınız. Vesika alacaksınız.” cümleleriyle kandırıp, köyden
uzaklaştırıyorlar. 1938’de, Dêrsim’de ölümün parolası bu cümlelerdiler.
İnsanlarımızı tek tek avlıyorlardı.
Askerleri Mesta köyünden sonra Akkilise köyüne götürüyorlar. İzolllardan Bılo gilde
Memê ve Axa Efendileri dövene koşuyorlar. Onları aynen öküzlerin dövene
bağlandıkları gibi bağlıyorlar. Boyunlarına nir takıyorlar. Döve, döve düveni
çektiriyorlar. Öküzlerin yaptığı görevi onlara yaptırıyorlar. Döven düz agaçtan
yapılır. Alt tarafına keskin, kırılmayan taşlar yerleştirilir. Biçilen ve harmana
yerleştirilen ekinlerin üzerine konur. Bir kişi de üstüne çıkar. Ağırlık yapar. Döven,
öküzler tarafından çekilir. Otlar, saplar ufaltılır. Buğday ve sap ayrıştırılır.
Memê ve Axa Efendi öğrenim görmüş ve uzun süre ABD’de de tahsil yapmış
insanlarımızdılar. Axa Efendi bir ara Elazığ’da resmi bir görev de yapmıştı. Bu
insanlarımıza istedikleri kadar zulüm yaptıktan sonra onları da Mazgirt’e
gönderiyorlar. Onlara da aynı cümleler söyleniyor. Bu devletin en üst makamlarının
Dêrsim’de soykırım kararı veren Mustafa Kemal ve arkadaşlarının belirledikleri bir
parolaydı. Kürd yiğitlerini avlama metoduydu. Bu yöntemle 1.500 erkeği Mazgêrd’e
göndermeyi, orada toplamayı başardılar. Topladıklarını Mazgêrd’de bir camiye
dolduruyorlar. Sıkıyönetim vardı. Bütün yollar, çevre yollar tutulmuştu. İnsanlar
kaçacak yer de bulamıyorlardı.
İnsanlarımız çok temiz ve saflar. Kendi memleketlerinde, kendi imkanlarıyla
yaşıyorlardı. Geçmişde kendileri rahatsız edildiklerinde, kendlerini rahatsız
edenlere karşı direniş göstermişlerdi. Mazgêrtliler “Biz Ali-mutiyiz. Devlete
bağlıyız. Bir sucumuz yok ki! Niye devletin askerleri bizi öldürsünlerki ?” diyorlardı.
Dêrsim’in diğer tarafları harabeye çevrilmişken, onlar kendilerine yönelik saldırı
beklemiyorlardı. Bundan dolayı tedbirsiz davrandılar. Tedbirsiz davrandıkları için
de kuzu seçer gibi en seçkin, yiğit erkeklerimiz tek tek tespit edilerek, kandırılarak
merkeze gönderildiler.
Bizim köylü Apê Weis (Veysi) yaşlıydı. Oğlu merkezde okuyordu. Askerler onların
kapılarının önlerinden geçerlerken Sıvas’lı olan Alevi inancından bir subay
Yusuf’u bir köşeye çekiyor ve gizlice “Babana söyle bir kaç güne kadar kendisini
eşekte saklasın. Öldürülecek. Tedbirini alsın.”diyor.
Adı listede olan Apê Weis bu bilgilendirme sonucu tedbirini aldı ve Mazgêrd’e
gitmedi. Askerler köylerimizi dolaşa dolaşa erkeklerimizi tespit ede, ede Mazgêrd
merkeze gönderdiler. Bu yöntemle 1.500 erkek topladılar.
« Silahları olmadığına dair beyannaatta bulunmaya » gidenlerden dönen
olmadı. Çünkü öldürüldüler. Hem de nasıl? Tek, tek süngüleyerek. Süngüleme işi
askerlere ağır gelmiş ve isyan etmeye başlamışlar. Özellikle Sivas ili nufusuna
kayıtlı yani Koçgirili olan askerlere, Dêrsim insanıyla kimlikleri bir olan, hem Kürd,
hem de Alevi olanlara Dêrsimlileri öldürme görevi veriyorlar.
Görevlendirilen askerler dilleri, inançları kendileriyle bir olan insanlarımıza
yapılanlara isyan edince, öldürmemek için direnişe geçince Dêrsim’de bulunan
komutanlar durumu bağlı oldukları Ankara’daki Mustafa Kemal ve soykırımı
yöneten idari-askeri birime bildiriyorlar.
Onların yeni emri üzerine olsa esir aldıkları insanlarımızı kurşunlamaya
başlıyorlar. İnsanlarımızı, kendi insanlarımıza süngületmelerinin nedenine
gelince ; ordunun kurşununu harcamamak, orduyu masrafa sokmamak. 1938 yazında
1.500 erkek Mazgêrd’de bu şekilde öldürüldüler.
Bizim oymakdan (ezbet) Tosın Ağa bize geldi. Erkeklerimizin kırımdan
geçirildiklerini, öldürüldüklerini O, dedeme bildirdi. Mazgêrd merkezde Kürd
olmayanlar varlardı. Devlet idaresi onların ellerindeydi. Devletin kurumlarında,
kuruluşlarda onlar görevliydiler. Tosın Ağa’nın onlarla ilişkileri iyiydi. Onlar,
kendisinin öldürülmelerini engelliyorlar. Babamın öldürüldüğünü de söylüyorlar.
1937-38 kırımında Çuxur hanedanlarından Hesê Ağa, Keki Ağa ve Sülü Ağa’nın
ailelerinden kimseyi sağ bırakmadılar. Hepsini babam ve diğerleri gibi Kertê
Mazkêrt’te kurşuna dizdiler. Halk onların öldürülmeleriyle ilgili ağıtlar yaktı. Çuxur
Ağalarını anlatan ağıtın bir bölümü ;
“Ala bêrê bêrê mın û na hêkmete
Ame mı dî me dı cenderme dewlete
Ax mire, mire, mirê min ê welati
Nai ve mire mı’ra qerqesûne polati
Ax dina dina çixas sırıtmale kıwarê
Çeune ma barkerdo şie kertê Mazgerdi wuare
Xaninu mitralyoz saz kerde
Tern û cence ma este te vira’re”
Çuxur’dakiler kürdçenin kırmancki lehçesini konuşuyorlar. Ordu mensupları ağanın
kızına akşamdan sabaha kadar tecavüz ediyorlar. Kız sadece « beso, beso » diyerek
inliyor. Dêrsim’de yapılan zulmün sınırı yoktu. (Burada hıçkırarak ağlamaya
başladı. Konuşamadı. Durdu. Derinden nefes aldı.) Yapılanlar dilden dile
dolaşıyordu. Ağıtları dinlemeye cesaret, güç lazımdı.
Ben bu toplamayla ilgili olarak ajanlardan Xıdo (Hıdır) Öztürk’ten açıklama
istediğimde 30 yaşındaydım. Babam öldürüldüğünde ise 9 yaşındaydım. Xıdo,
tam açılmadı. O, kesinlikle babamdan bahsetmezdi. Diğer kişilerle ilgili olarak
konuştu. Ben ajanım demezdi. Şakavari konuşmalar yapardı. Hata bir gün bana
“Senin için bir ihbar yapıldı. Mazgirt’teki şube yüzabaşısı beni çağırdı. Ben
sildim, süpürdüm, dosyayı kapattım.” dedi.
Kendisine ulan ihbarı yapan sensin, dediğimde pişkinliğe verdi. Yüzü bile
kızarmadı. Adam yaptığı işten rahatsız olmuyordu. Maaşla besleniyordu. Katiyen,
kesinlikle 1938’de bölge de Türkiye Ordusu mensuplarına kılavuzluk yaptığı
dönemden bahsetmezdi. Kendisine, niye böyle bir görev kabul ettin? Ocaklar
söndürdün. Dullar, yetimler oluşturdun, dediğimde es geçiyordu.
Ben kendisine hakaret ediyordum. Eleştiriyordum. Dêrsim’de, bu topraklarda, Kürd
halkının içinde dolaşmaya utanmıyor musun? derdim. O Dêrsim’de ajanlık yaptı,
yaptı. Daha sonra kendisini Ankara’ya aldılar. Orada görevlendirdiler.
Ankara’dayken, Genelkurmay yetkililerinin istemi üzerine Moxındi’li ajanımız bir
kitap da yazdı.
İnsan avcısı olması, kılavuzluk yapması, en seçkin erkekleri toplatması,
öldürtmesi Ankara’daki yetkililerce yeterli görülmedi. O insanları Kürd oldukları
için öldürmemişler miydi? Öldürdüklerini öldürmüşler, sağ kalanları da özlerinden
uzaklaştırmak, kendilerine yabancılaştırmak için kitapda yazdırıyorlardı. Xıdo’ya
yazdırılan kitab da “Tunceliler Horasan’dan gelmeler ve Türkler.”deniyordu. O kitap
1985’de basıldı.
Dêrsim, Tunceli yapıldığı gibi, Xorasan Kürdleri, Dersim kürdleri de türk
yapılmışlardı. İnsanlarımızın gidip de Xorasan’ı görme imkanları da yoktu.
Xorasan’dan gelme kürdler olduklarını kendilerinden önceki insanlarımızın sözlü
aktarımlarından dolayı biliyorlardı.
Babam ve diğerleri Kürd milli giysileri içinde öldürüldüler. At sütü içerken değil.
Kendi dilleriyle, kendi ziyaretlerinde ibadetlerini yapıyorlardı. Şaman dansları
yapmıyorlardı. Mekke’ye, Medine’ye değil, güneşe dönüp dua ediyorlardı. Xızırê
Kal’dan yardım isteniyordu. Xıdo Öztürk benden ve gençlerimizden it gibi korkardı.
Ankara’da görevliyken geberdi. Onun geçmişini, yaptıklarını bilenler cenaze
törenine katılmadılar.
Köylerden ilçe merkezine gönderdikleri erkeklerimiz müslüman değillerdi. Onları
ilkin camiye dolduruyorlar. Ondan sonra da kafile kafile götürüp kêrtê mazgêr de
öldürüyorlar. Kırzi köyünden Memê (M.Ali Doğan)ın babasının cenazesini köylüler
çalıyorlar. Köylerine götürüp gömüyorlar. Kirzi merkeze çok yakındır.
Benim akrabalarım da gidip, babamı gömüyorlar. Ben bu gün 74 yaşındayım. Halen
babamın mezarının yerini bilmiyorum. Köylere ölüm haberleri geldiğinde şoklar
yaşandı. İnsanlarımız tuhaflaştılar, sindiler. Korkudan, acıdan, yaşanılan şoktan
kimsenin ağzı açılmıyordu.
Ben intikam alma gibi bir amaç gütmedim. T.C.nin yerel ajanları; Xıdo Öztürk ve
Seyd Husên üst makamlar tarafından Bursa’ya gönderiliyorlar. Allık(Ali Yıldırım)
ise Elazığ’da kalıyor. A.Yıldırım daha sonra uzun süre Moxındi’de kaldı. Evli bir
bayanı kaçırdı. Bir süre mahkemeyle oyalandı. Kaçırılan bayanın eşi onu
öldürmek istedi. Kurşunlar kendisine isabet etmedi. Dep’e(Karakoçan) gitti.
Arzuhalci oldu. Dilekçe yazardı. Dava vekilliği, arzuhalcilik yaparak, dilekçe yazarak
hiç zahmete katlanmadan kendisini tanımayan saf insanlarımızdan, durumundan
haberdar olmayan halktan bilgi toplardı. Avdile (Abdullah) Öcalan’ın eşi Kesire
Yıldırım onun kaçırdığı evli kadından olan kızıdır.
Gençlerimiz uyanınca, ulusal mücadele güçlenince A.Yıldırım’a saldırılar
düzenlenmeye başladılar. Kendisini dövdüler. Hastenelik duruma düşürüldü.
Kendisinin üst görevlileri kendisini Angora’da görevlendirdiler. Orada da Dêrsimli
öğrenciler kendisinin peşini bırakmadılar. Ne yazık ki cezalandırılamadı,
gebertemediler. Eceliyle öldü.
Seyd Husên 1947’de Bursa’dan Moxındi’ye döndü. Adam hem ajandı, hem de
dedelik yapmaya devam etti. Kanlı pratigiyle, geçmişiyle Bamansur ocağını temsil
ediyordu. 1938’de Mazgêrd’i vurmadılar ama en büyük acıyı da çektirdiler. 1.500
seçme erkeği yok ettiler. Yerli işbirlikçiler kime kafayı takmışlarsa, kimi
çekemiyorlarsa, kimi rakip olarak görüyorlarsa onu listelere yazdırdılar. Seyd Husên
Bamansur ocağındandı. Qurqurık köyünden 13 erkeği kendisine saygılı
davranmamışlar diye listeye yazdırmıştı. Pirlik ve kürd kanını döktürme birbiriyle
bağdaşır mı? O bağdaştırdı ve çift sıfatlıydı.
Mazgirtliler becerikli akıllı, geleceği görebilen insanlar olsalardı Dêrsim’e gelmiş
olan Koçgirilileri, Alişêr Efendi’yi, Seyd Rıza’yı yalnız bırakmazlardı. Sadece
seyrettiler, yapılanlara üzülüp acı çektiler. Seyirci oldukları, tedbirli
davranmadıkları için de 1.500 erkek süngülerle, kurşunlarla öldürüldüler.
Mazgêrd’de karşı koyuş yoktu.
Babamın ölüm haberi geldiğinde annem elimden tuttu ve yola düştü. O anı çok iyi
hatırlıyorum. Mazgêrd’e gidecektik. Komkar mezrasından M.Ali bizi durdurdu.
“Sıkıyönetim var. Yollar tutulmuş. Her taraf asker dolu. Nereye gidiyorsunuz?”
diyerek yürümemizi engelledi. Bizi evine götürdü. Zavallı annem ölüm haberini
almanın yarattığı şokla yürüyordu. Sadece babamı görmek, babama dokunmak
istiyordu. Ben ölüm haberi üzerine ne yaşadım, nasıl oldum? Bilmiyorum. O andan
sonrasını hatırlayamıyorum. Sanki tümü beynimden silinmiş. Yaşamamışım.
Annem ise ölüm haberi üzerine yıkıldı. Babamla sevgiye dayalı bir evlilik
yapmıştı. Birbirlerini seviyor ve değer veriyorlardı. Ölümden sonra amcamlarımın
anneme yaklaşımları kabul edilecek gibi değildi! Onlar mülk derdindeydiler. Ki
babam amcalarımdan birini koruduğu için kendisi öldü. Babamın öldürülmesi ve
ardı sıra babamı çok seven annemin bu acıya dayanamayarak hastalanıp ölmesi
beni tümüyle yetim bıraktı. Şok üzerine şok yaşadım. Biz iki kardeştik.
Annem ilkin Hesê Mikê’nin oğluyla evleniyor. İlk eşini bir kaza da kaybediyor.
Babam o sıra bekarmış. Dedem aşiretin ileri gelenlerini topluyor. Annemin bir
başkasıyla evlenmesini kaldıramayacaklarından bekar olan babamla evlendirme
kararı alıyorlar. Aşiret meclisi karar veriyor. Annemin, babamla nikahı yapılacak.
Babamla, annemin ilk eşi birbirlerini çok seviyorlar, birbirlerine değer veriyorlar.
Onun bir kaza sonucu ölmesi dostu, seveni, yakını olarak babamı da sarsıyor.
Annemin ilk eşinden olan oğlu babamın boynuna sarılıyor “Bana söz vermiştin.
Babamın intikamını alıp, ondan sonra annemle evlenecektin.” Üvey abimin bu
hatırlatması sonucu babam ağlayarak evi terk ediyor. Kirvamız gile gidiyor.
Kirvasına “Kirva git babamla konuş. Ben şimdilik bu evlilikten vazgeçtim.”diyor.
Bize gelen misafirler dağılıyorlar. Annemin ilk eşinin ölümüne neden oldukları
iddia
edilen,
kendilerinden
şüphelenilen
aile
köyden
göç
ediyor.
Çarsancak(Kwederiç) ağalarının yanlarına gidip, sığınıyorlar. O ağalar Kürd
değiller. Babam onları takip ettiriyor. İki kardeş değirmene gidiyorlar. Babam haber
alıyor. Kwederiç ve bizim köy arasında kalan Lemk köyünde onları kıstırıp,
vuruyor. Onlardan biri ölüyor. Annemin ilk eşinden olan oğlu da ölüyor.
Üvey abimin istemi yerine getiriliyor. İntikam alınıyor! Bu gelişmeden sonra
annemle babam evleniyorlar. Kan dökmek, can almak insanı bir durum değil. Babam
kendi insanlarımızdan birinin attığı bir taşın, annemin ilk eşinin kafasına
dokunması, onun ölümüne neden olması sonucu intikam amacıyla hareket etti ve bir
insanın canını aldı. Kendisinin de canı alındı. T.C. ordu mensuplarınca öldürüldü.
Yani babam da eceliyle ölmedi. Hesê Mikê’nin soyu tükendi, bitti. Tek kızı
kalmıştı. O da bir ay önce öldü. Hesê Mıkê’ye biz kalo (dede) derdik. Dedemin
babasıyla onun babası kardeştiler.
Babam öldürülünce annem bir daha evlilik yapmadı. Sakladığı altınları bir bez
içinde benim yanımda kendi kardeşine verdi. Annemin ölümünden sonra ben
Moxındi’ye giderek dayımdan o altınları istedim. Dayım, pirin önünde dahi eşiyle
birlikte altınların kendisine verilişini inkar etti. Bir tek parça bile bana vermedi. Ben
hem anne tarafından hem de baba tarafından destek görmedim. Bundan dolayı da
yokluk içinde büyüdüm. Yamalı elbiselerle okula gidip geliyordum. Ben annesiz,
babasız büyüdüğüm içinde okulu bıraktım. Amcalarımla birlikte oturuyorduk. Bir
tek amcam bizi korudu. Annemin ilk eşinden olan ablamı arada bir görürdüm. Xıran
aşireti ağalarından birisiyle evlenmişti. O ablam da genç yaşta öldü.
Annemin ikinci evliliğinden iki kardeş büyüyünce, babama düşen mülkiyeti aldık.
Ben parayı malı ne yapayım? Dağ gibi bir kardeş öldürülüyor. Diğer kardeşler
anında altın, mal derdine düşüyorlar. Zor kullanarak gelinlerinin üzerinde olanları
alıyorlar. Ben anneme yapılanları, amcalarımın zor kullanarak kendisine ait olan iki
kiloya yakın altın ve gümüşü aldıkları anı unutamıyorum. Babamın ölümünden
sonra anneme şiddetle yaklaşan amcalarımın burunlarından getirdim. Ama altın ve
gümüşleri geri alamadık. Vermediler.
1938’e kadar babamla çok yakın bir ilişki sahibiydik. Nereye gitse, beni de
kendisiyle birlikte götürürdü. Geçmişi ve o günkü durumu anlatır,
değerlendirmelerde bulunurdu. Beni ata bindirir ve bana at üstünde silah tutmayı,
taşımayı öğretirdi. Sabah saat dörtte beni kaldırır ve kendisiyle birlikte tarlaya
götürürdü. Çok çalışkan bir insandı. Sapları katırlara bindirir, beni de ortaya
oturturdu. Sürekli kendisinin yanında bulundururdu. Hayvanlar tarlalardan köye tek
başına, yükleriyle birlikte dönerlerdi. Ben dokuz yaşımdayken üreticiydim. Yükün
üzerinde oturtulur ve hayvanları köye götürürdüm. »
Koçgirililere Batı Dêrsimlilere, Doğu Dêrsimlileri öldürtme
Hesêy Tay Seydan ve Arbe’li Çıtax ; Koçgiri’de kendi köylümüz ve pir olan Hesêy
Tay Seydan Dêrsim’de askerdir. Kızkardeşi Melê dedemle mısaibti. Babam
kendisine amalıx derdi. O, bir kez İstanbul’daki evimize geldi. Babamla yaptığı
sohbet sırasında karşılıklı olarak o dönemin kılamlarından yaşanılanlardan
bahsettiklerini duydum. Ben o zaman bütün gelişmelerden 37, 38 den habersiz ve
ortaokul öğrencisiydim. Benim yanımda çok az konuşuldu. Duyduklarımı
unutmadım, unutamadım. Seyd Hesen’le mezralarımız ayrıydı.
Kendisinin Tercan bölgesine kadar talipleri vardı. Sazıyla söylediği deyişler film
şeridi gibi gözlerimin önünden kayıyorlar. O sözlü tarihti. Ama biz çok küçüktük ve
onu arşivlerimize yerleştiremedik. O, yaşlılığına rağmen ceylan bakışlı ve çok
yakışıklı bir Kürd erkegiydi. Eğilmiş beliyle hızlı hızlı yürüyüşünü hatırlıyorum.
Dedemin mısaibi, babamın Analığı Melê’nin aklımda kalan anlatımları ; « Abim
Hesê ve Arbe köyünden Çıtax Dêrsim’de askerlerdi. Çıtax Dêrsimlileri
öldürdüğünde abim ağlıyor.
« Meke li lo meke, meke li lo meke
Em îro eskerên tırkı tatanın
Tılliı bêçiyan bi xune sur meke
Xuna meı vana yêke
Mekuje lı lo mekuje, mekuje lı lo mekuje
Gune ne lı lo gune ne, gune ne lı lo gune ne
Xuniyo, xunxaro, zalimo meke
Meke, meke, meke zimanê meı vana yeke
Çıbkım, çıbkım…ew ro te li herdu çavan kur ke
Şarikêşıvan wan baskan kud ke
Cogi te keri lal ke
Kuriniı ziviniya van zarikan te din ke
Çıbkım…çibkim…tu xuna reş verışi
Ava zer bıkevi wan junıyan nekani bılivi
Lı te derdên bê derman peyda bin
Bi axı tufê rabi runi
Kurm bikevin te, bıbi nikı teşi
Venegeri nav komı kufletê xa
Ava Matiyê da bixendıqi
Li lo li me şermnakê, li ziyaretan natırsi
Meke lı lo meke, meke lı lo meke
Mekuje lı lo mekuje, mekuje lı lo mekuje
Gudariya biyaniyan, zabitan meke
Kurmancan qırmeke, ocaxan reşmeke
Meke xayino meke, meke xuniyo meke.»
Ben Ekim 1992’de İzmir Çigli’ye belediye seçim çalışmaları için gittiğim.
Koçgirililer toplu olarak Çiğli semtinde oturuyorlardı. Köyümüzün pirlerinde
Babali’nin evinde kaldım. Eve gelen misafirlerden biriyle konuşurken hangi köyden
olduğunu sordum. « Arbe » deyince, Çıtax adlı kişiyi tanıyıp tanımadığını
sordum. Babası olduğunu belirttiğinde, ben kendisine babasının Dêrsim’de
yaptıklarını bildiğimi açıkladım. O, şaşkınlık geçirdi ve hareketsiz kaldı.
Bilebileceğimi düşünememişti.
Köyümüzdeki Şarıkêşıvan ocağı analarından Mele’nin, babasının yaptıklarını
babama anlatırken, yaşanılanlardan bir kesiti duyduğumu ve unutamadığımı
belirtim. Çıtax’ın oğlu ise bana yaşanılanları konuşmamam, evde bulunanların
duymamaları için sus işareti yaptı.
Bu kişinin bu tavrı üzerine Çıtax’ın çocuklarının babalarının Doğu Dêrsim’deki
pratiklerinden haberdar olduklarını anladım. Çocukları biliyorlar ve gizliyorlardı.
Ben de biliyorum ve yazıyorum. Koçgirililer de, Dêrsimliler de bu ismi bilmeliler.
Arbe köyü ; Tarbas, Bonax, Çomeldin ve Arçaylan köyleri arasında yer almakta.
Çuxure ağıtının değişik versiyonları bulunmakta. Alan aşireti mensubu olan
birisinden aldığım kesim ise şöyle ;
Wayi wayi wayi Süli Axaye mı wayi
De wayi wayi Hesen Axaye mı wayi
Hequtala bıvesno çe Celal Pasayi
Hequtala bınızno bero çe zalim Celal Pasayi
Axlere Çımıre xanım u axayi pero giredayi
Fişt ra raye rusnay ap u ded u beg u bırazayi
Berdi vere Kerte Mazgerdi de
hata son tija amnani vera
xanim u axayi vmdarrnayi
Celal Bayari emir do
axır makina kurmis kerde
Zalimi ver ra nay be ma ra
qoluncone ma de sıbiyane makino perrayi
Celal Bayari emir do axır makina kurmis kerde
Zalimi verra nay be ma ra
qoluncone ma de sıbiyane makino perrayi
Süli Axa vano "Derde dinalige
mı de sono bine topraxa harde şiyayi
Dew u tımare ma jüvini ra bare kerde
bene sa dewiz u morevayi
Kıstena ma re bene sa
jü İmge sero reqeşiyayi
Çuxur a,Çuxur a Memed Axaye mı kemer o.
Çuxura merese Hesen Axaye mı kemer o
Elçiye bırusne Süli Axa ecele nevındero bero
Celal Bayar meymano gıran o
emso nevındeno ma sero
Süli Axa ax keno dano zonine xo ro
Tersa mı ke zalim ma befo qırrkero
Hefe çe Qırre Mewaliye Badi mara bıcero
San o de san o Hesen Axaye mı san o
De san o san o Memed Axaye mı san o
Pepug u goyin roso Çuxure de
wejirone ma re bıwano
Celal Bayar nistoro emso ma sero meyman o
Elçiye bırusne Süli Axay re
bıraye ma wo pilo bero ma ra se vano
Celal Bayar çay u qewa ma nesımeno
mara xori heredano
Cıxara esta werte beçıkane xo fetelino
ma de xayin niyadanö
Süli Axa vano derde ma gıran
pepug ma re bıwano
Zerre mı terseno kafir di smenö kan o
Zerre mı terseno nafa kafir köke ma ano
Xaskar Xanıme vana "Efkar meke
mordemi ke xeta kerde
hot bedeli tepiya axır dene xo dano"
Çuxur a Çuxur a Memed Axaye mı kare
Axlerone Çuxure goç gureto
sone vere Kerte Mazgerdi ware
Celal Bayari emir do axır makina na ro
xanım u axayi tija amnani vera
jü roze cendegi este te vırare
Suli Axa vano "Bırayene efkar mekere
dina keşi de nina bos a be tivare
Cari u şiwane çeverone ma üste ra
zern u seme ma jüvin ra kerde bare"
Derdi de derdi Hesen Axaye mı derdi
Derdi wiy derdi Memed Axaye mı derdi
Derdi de derdi Süli Axaye mı derdi
Axlerone Çuxure göçe xo gureto
sone vere Kerte Mazgerdi
Axlerone Çuxure göçe xo gureto waye
xo şano vere Kerte Mazgerdi
Celal Bayari emir da axır makina kurmis kerdi
Tija amnani vera Sultan u wejiri jü roze qırkerdi
Süli Axa vano "Derde dinalige mı de amay bine hardi
Cari u şiwane çevere ma üste ra
dew u timare ma jüvin ra bare kerdi.
2 Temmuz 1993’i gerçekleştiren ideoloji, Temmuz 1908, Temmuz 1938’i
gerçekleştiren ideolojinin devamıdır. Birey isimleri değişmiş ama aynı anlayış yeni
kadrolarla yönetmeye devam etmektedir. Dêrsim bölgesindeki köyler yerine,
şehirmerkezindeki otel tutuşturulmuştur. Binler yerine, 33 cana kıyılmıştır. Ağıt
yakanlar yakılmışlardır. Çuxır ağıtının yerine yeni mezar başlarında yeni ağıtlar
gözyaşları eşliğinde yankılanmaktadır. Temmuz ayı seferleri, pan-islamizm, pantürkizm, temmuz magdurlarının yakınları tarafından iyi analiz edilmelidir. Analiz
edilmediği sürece de yeni temmuzlar yaşayacaklar.
Not ; Siirler, belgeler ve resimler yazara, Sevê Evin Çiçek`in arşivine
aittir. İzinsiz kullanılamaz.

Benzer belgeler