09.08.2014

Transkript

09.08.2014
1
SÖYLEŞİ
Horasan’ın sesi
Yalda Abbasi
Diyarbakır’da
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:15 - 09 - 15 Ağustos 2014
basnews.com
Sayfa 16
IŞİD ağır kayıplar veriyor
Peşmerge Musul’da
Demirtaş, çözüm süreci adayı
Türkiye’de 10 Ağustos’ta halk oylaması ile yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı
seçimleri kampanyasında göz dolduran
bir performans sergileyen HDP Hakkari Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın
adaylığı bağlamında başlayan tartışmalar
Türkiye’de ilginç gelişmelere neden oldu.
Demirtaş’ın seçim kampanyasında kullandığı temkinli dilin, Türk kamuoyunda
Kürdistan sorununun çözümü konusunda
daha olumlu bir atmosferin doğmasına
neden olduğuna inanılıyor. Sayfa 7
IŞİD’in Kürdistan’a saldırması ardından başlayan çatışmalarda saldırı pozisyonuna geçen
Peşmerge’nin Musul’u hedeflediği bildiriliyor.
Şengal ve Zumar’daki IŞİD güçlerinin büyük
oranda kırılması üzerine, dağılarak iç bölgelerde
saldırılar düzenlediği bildiriliyor.
YÜZLEŞME
IŞİD’in büyük güç biriktirdiği Musul’u hedefleyen Peşmerge’nin kentin kimi mahallelerden
IŞİD’i çıkardığı bildiriliyor. Musul’a operasyon
başlatan Peşmerge’nin ilerlediği ve Arabiye’nin
IŞİD’den temizlendiği bildiriliyor. Peşmerge,
baraja yakın eski Musul semtine de girdi. Sayfa 2-3
Diyarbakır’a 5 No’lu müze
12 Eylül Askeri Darbesi
döneminde Kürd siyasi
tutuklulara insanlık dışı
uygulamaların yapıldığı, onlarca tutuklunun katledilip,
sakat bırakıldığı Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi müze
yapılıyor.
Müze yapılması için 100
bin imza toplanması ardından
Diyarbakır Cezaevi’nin “Barış
ve kardeşlik sembolü olarak
insan hakları müzesi yapılma-
Diyarbakır Cezaevi
MİTHAT SANCAR
Şengal birliğe çağırıyor
s05
MESUT YEĞEN
s03
sı” kararı verildi. Türkiye Milli
Savunma Bakanlığı yıllarca
insan haklarının çiğnendiği
cezaevinin müze olmasının toplumsal barışa katkı
sağlayacağını bildirdi. Ancak
cezaevinde işkence ve insanlık
dışı uygulamalara maruz
kalanlar ve mağdur yakınları,
cezaevindeki işkenceciler
ve katliamlardan sorumlu
olanların yargılanmasını da
istiyor. Sayfa 4-5
Afedersiniz Gezi +
FERHAT KENTEL
s07
“Rojava’nın bağımsızlık
talebine saygı duyarız”
Defalarca söyledik, rejimle hiçbir ilişkimiz yok.
Bu alınan tedbirler ve kanton meselesi de kendimizi
korumak ve buradaki düzenimizi kurmak içindir.
Zaten bunu en başta kabul etmeyende rejimin
kendisidir. Zaten rejimin kendisi de, ben Suriye’nin
parçalanmasından yana değilim kabul etmiyorum
diyor. Kürd statüsünden korkan ve bunu kabul
etmeyen kesimler var bunun en başında da rejim
geliyor. Zaten rejimin eski haline geleceğini düşünmüyorum. Sayfa 6
02
MANŞET
BasHaber SÖYLEŞİ
09 - 15 Ağustos 22014
Savaş Musul’a kayıyor
I
ŞİD’in Kürdistan’a saldırması ardından başlayan çatışmalarda saldırı
pozisyonuna geçen Peşmerge’nin
Musul’u hedeflediği bildiriliyor. Şengal ve
Zumar’daki IŞİD güçlerinin büyük oranda
kırılması üzerine, dağılarak iç bölgelerde
saldırılar düzenlediği bildiriliyor. Bu arada
Peşmerge’nin IŞİD’in büyük güç biriktirdiği
Musul’u hedeflediği ve kentin birkaç dış
mahallesinden IŞİD’i çıkardığı bildiriliyor.
Peşmerge Güçleri ve Rojava Halk Savunma güçleri’nin (YPG) gerçekleştirdiği ortak
operasyonun ardından Kürd güçleri Zumar
ve Şengal ilçelerinin etrafında kontrolü ele
geçirdi.
Savaşın Musul etrafında yoğunlaşmaya
başladığı, bölgeden gelen haberlere göre
Peşmerge ile YPG güçlerinin ortak bir askeri
konvoyla IŞİD’in kontrolündeki Musul’un
Mahmudiye köyünü kuşatarak kurtardığı bildirildi. Mahmudiye’deki tüm IŞİD
üyelerinin öldürüldüğü veya yakalandığı
bildiriliyor.
Bu arada Peşmerge birlikleri sabah saatlerinde Musul Barajı’na yakın eski Musul
semtine de ağır silahlarla bir operasyon düzenledi. Operasyonda çok sayıda IŞİD üyesi
ölürken, askeri yetkililer IŞİD’e ait onlarca
aracın da imha edildiğini ifade etti. Operasyonun ardından bölgeye giden Peşmerge
birlikleri IŞİD’e ait zırhlı ve Hummer ile çok
sayıda silaha el koydu. Operasyondan sonra
sağ ve ölü ele geçirilen çok sayıda IŞİD üyesinin fotoğrafları yayınlandı. IŞİD’in Eski
Musul Mahallesi’nde 9 Haziran tarihinden
bu yana elinde tuttuğu mevzileri terk ederek
geriye çekildiği belirtildi.
Geçtiğimiz Çarşamba günü Musul’un
Arabiye semtine yönelik operasyon başlatan
Peşmerge’nin ilerlediği ve Arabiye’nin
IŞİD’den temizlendiği bildiriliyor. IŞİD
militanlarının çok sayıda ağır silahla güçlendirilmiş bir mevziye sahip olduğu Arabiye
semtinde şiddetli çatışmalar yaşanırken,
Peşmerge birliklerinin belirlenen alanlara
doğru ilerlemeye başladığı ifade edildi.
Peşmerge ve YPG güçleri kim bölgedlerde
uçaksavar ve tanklarla IŞİD militanlarının
bulunduğu noktalara ortak operasyonlar düzenlerken, operasyon emrini Mesut Barzani
verdiği bildiriliyor. Bölgedeki Peşmerge birliklerine Mesud Barzani’nin oğlu Mensur’un
komuta ettiği haber veriliyor.
YPG ve Peşmerge ortak operasyon
yapıyor
YPG sözcüsü Polat Can, “IŞİD Zumar ve
Şengal’e saldırıp Zaho’dan ayırmak istiyor.
Bunun önünü almak için buradayız. Aradaki
sınırları kaldırdık. Güneyli Kürdistanlı kardeşlerimizi IŞİD çetelerinden korumak için
büyük bir güçle Güney’e geçtik.” dedi.
IŞİD’in Kürdlere yaptığı saldırılar Peşmerge ile YPG’yi bir araya getirdi. YPG’nin
bölgeye gitmesinin ardından, Kürdistan
Bölge Başkanı Mesud Barzani’nin talima-
bildirdi. Kampın boşaltılma kararını PKK
yönetiminin verdiği bildiriliyor.
Bu arada yaklaşık 5 bin Şii Türkmen sığınmacının yaşadığı Hazer Çadır Kampı da
dağıtılmaya başlandı. Kürdistan yönetimi,
Maxmûr yakınlarıda yer alan ve Erbil’den
30 kilometre uzakta olan Hazer Çadır Kampı’ndaki 5 bin sığınmacıyı tahliye ediyor.
Hazer Kampı, IŞİD’le çatışmaların
yaşandığı Musul’un Hamdaniye (Karakuş)
ilçesine 20 kilometre uzaklıkta bulunuyor.
Kampta ağrılıkla Şii Türkmen ve Arap sığınmacılar kalıyor.
Bu arada Guver köyü yakınlarında Salı
günü çıkan çatışmada öldürülen 16 IŞİD
üyesinden dördünün Fransız, birinin ise
ABD vatandaşı olduğu açıklandı.
tıyla Peşmergeler ağır silahlarla Şengal’i
kuşattı. Ortak operasyonda ağır kayıplar
veren IŞİD, Şengal etrafındaki şiddetli çatışmalar bir haftadır devam ediyor. YPG ve
Peşmerge’nin başlattığı ortak operasyonda
IŞİD ciddi oranda geriletildi ve işgal ettiği
bölgelerin büyük kısmı geri alındı. Bölgede
çok sayıda Ezdi de silahlanarak Peşmerge ve
YPG’ye katıldı. Peşmerge ve gerillaların Şengal Dağı’nın zirvelerine çıkan halka yardım
ulaştırdığı bildirildi.
Savunmadan saldırıya
4 Ağustos’tan beri Peşmerge Güçleri
ve YPG Zummar’de kontrolü sağladığını,
Şengal çevresindeki kırsal alanlarda dağılan
IŞİD grupları ile yer yer çatışmalar devam
ediyor. Erbil muhabirimizin verdiği bilgilere
göre, yaşanan şiddetli çatışmaların ardından
geri çekilen IŞİD’e ait tank ve zırhlı araçlar
ele geçirildi. Peşmerge Bakanlığı Sözcülerinden Generel Helgurd Hikmet de Şengal
bölgesinde kontrolün sağlandığını söyledi.
Musul’un kuzey batısında bulunan Rabiya
bölgesi de IŞİD’den geri alındı. YPG Basın
Merkezi’nden yapılan açıklamada da Rabia
kasabasında 6 YPG savaşçısının hayatını
kaybettiği ve kentin kontrolünün ele geçirildiği duyuruldu. Açıklamada, Rabia’dan
Til Maruf köyüne kadar 200 km’lik hatta
çatışmaların sürdüğü belirtildi. Bu arada Hewler’de toplanan Peşmerge
komutanları, Barzani’nin de talimatıyla
savunma pozisyonundan çıkıp, saldırıya
geçme kararı aldı. Bu doğrultuda Hewler ve
Duhok’tan, çok sayıda Peşmerge bölgeye sevk edildi. Şengal’de kontrolü büyük
oranda sağlayan Peşmerge güçleri de saldırı
pozisyonuna geçti.
BasHaber’in bölgeden edindiği bilgilere
göre, yaşanan şiddetli çatışmaların ardından IŞİD güçlerinin geri çekilmesi üzerine
Zumar ve Şengal’in kontrolü büyük oranda
Kürd güçlerinin eline geçti. Çatışmalarda
çok sayıda IŞİD militanı öldürüldü, bir çoğu
da esir alındı. IŞİD’e ait tank ve zırhlı araçlara da el koydu.
Peşmerge Bakanlığı Sözcülerinden Generel Helgurd Hikmet, Şengal ilçesinin büyük
bölümünün temizlendiğini belirtmiş IŞİD
üyerine ait onlarca cenazenin ele geçtiğini
söylemişti. Hikmet operasyonun sadece
Şengal ve Zumar’la sınırlı kalmayacağını
ifade ederek IŞİD mevzilerine doğru ilerlenileceğini vurgulamıştı.
Hikmet, Perşembe günü çıkan çatışmalarda da 90 IŞİD militanı öldürdüklerini,
100’den fazlasının da yaralandığını ifade
etti. Öldürülen militanlar arasında IŞİD
liderlerinden Abdurrahman el Libi ve
yardımcısı Abu Nasır Libi’nin de olduğu
bildiriliyor. Maxmûr kampı tehdid altında
IŞİD’İn Musul bölgesindeki saldırılarının artması ve Maxmûr kampının tehdit
altına girmesi üzerine kampın kadın ve
çocuk sakinleri Erbil’e gönderildi. Maxmur
Kampı, Erbil’in 80 km güneyinde bulunuyor. Maxmûr’a 30 km uzakta olan Guwer
bölgesinde birkaç IŞİD grubu ile Peşmerge
güçleri arasında çıkan çatışmalar ardından Maxmûr’da tedirginlik başlamıştı.
Peşmerge’nin Guwer’in çıkışında savunma
hattı oluşturarak IŞİD’i bölgeden çıkarmak
için saldırya geçtiği bildiriliyor. Bölgedeki
Arap aşiretlerin de desteklediği IŞİD’in
Guwer’e önemli oranda güç yığdığı ve
Peşmerge saldırısına karşı şiddetle direndiği
bildiriliyor.
Maxmûr Kampı yöneticilerinden Hüseyin
Guzareşê, kampın tamamen boşaltılmadığını, olası saldırılara karşı sadece
kadın, çocuk ve yaşlıların tahliye edildiğini
söyledi. Guzareşê, eli silah tutanların kamp
savunması için mevzilendiğini belirtirken,
diğer kent sakinlerinin Hewler’e doğru
tahliyesinin güvenli bir şekilde sürdüğünü
Barzani: IŞİD’e ölümcül
darbe vurun
Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani,
yaptığı bir açıklamada Peşmerge komutanlarına, Kürdistan halkının düşmanlarına
karşı savaşması emrini verdi. Barzani, “Düşmanlarımıza öldürücü darbeleri indirmek
için saldıracağız” dedi. Musul’un IŞİD’in
eline geçmesinin ardından Kürd bölgesinin
yalnızca kendini savunma pozisyonunda kaldığını hatırlatan Barzani, “Ancak
teröristler, bize savaşı dayattı. Kürdistan’a
saldırı düzenlediler ve son birkaç gün içinde
üzüntü verici hadiselerin yaşanmasına
neden oldular. Bu yüzden Peşmerge’nin
savunma pozisyonunu terk etmesi yönünde
karar aldık. Peşmergelere son nefeslerine
kadar savaşmaları emrini verdik. Kürdistan
toprağının tek karışını düşmanlara terk etmeyeceğiz. Şengal’deki Êzidi kardeşlerimizi
ve bacılarımızı gözümüz gibi koruyacağız.
Onları korumak boynumuzun borcudur”
dedi.
Karayılan: Şengal‘i IŞİD’e
bırakmayız
IŞİD’in Şengal’i ele geçirmesi ve Ezidilerin dağlara sığınmasından, Peşmerge ile
birlikte YPG de Şengal’i işgalden kurtarmak
için operasyon başlatmasının ardından,
bir açıklama yapan KCK Yürütme Konseyi
Üyesi ve HPG Sorumlusu Murat Karayılan,
Şengal’e müdahale edeceklerini söyledi.
Karayılan “Şengal’de Kürdlük ruhu vardır.
IŞİD’e bırakmayız. Tüm halkımız bilsin
ki, gücümüz oranında Şengal’e müdahale
edeceğiz ve gerilla orada kalacaktır. Güçlerimiz Sincar mıntıkasını ve dağını IŞİD’den
temizleyene kadar geri çekilemeyeceklerdir
ve gerekirse orada kalıcı olacağız” dedi.
Karayılan’ın Şengal’e müdahale edeceklerini
açıklamasından sonra 1600 HPG ve YJA
gerillasının Şengal’e ulaştığı bildiriliyor.
Siviller Şengal dağlarına sığındı
IŞİD’in Şengal’e yönelik saldırısından
sonra Şengal Dağı’na göç etmek zorunda
kalan binlerce kişinin zor durumda olduğu
MANŞET
BasHaber
09 - 15 Ağustos 2014
3
SÖYLEŞİ
IŞİD’in Kürdistan’a saldırması ardından başlayan çatışmalarda saldırı pozisyonuna
geçen Peşmerge’nin Musul’u hedeflediği bildiriliyor. Şengal ve Zumar’daki IŞİD
güçlerinin büyük oranda kırılması üzerine, dağılarak iç bölgelerde saldırılar
düzenlediği bildiriliyor.
bildiriliyor. Açlık ve susuzlukla birlikte şimdiye kadar
6 çocuğun öldüğü de gelen bilgiler arasında. Konu ile
ilgili Şengal Savunma Birlikleri sözcüsü, Dilşer Şengal, bugün binlerce insanı güvenlik altına aldıklarını
ancak ciddi oranda su, ilaç ve yiyecek sorunu olduğunu söyledi. Binlerce kişinin daha Şengal Dağı’nın
değişik bölgelerinde arazide ve tehlikeli noktalarda
kurtarılmayı beklediğini belirten Şengal, siviller için
ulusal ve uluslararası yardım çağrısında bulundu.
Şengal, özellikle kadın ile çocukların zor durumda
olduklarını ve on binlerce insanın bölgeden tahliye
edilmesinin zaman alacağını bunun da hayati riskler
barındırdığı söyledi.
Zumar’dan çekilen Peşmergelere
soruşturma
Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, Şengal
ve çevresindeki bölgelerden kaçan ve buraların
IŞİD’in eline geçmesi konusunda güvenlik zaafı
gösterenlere gereken yaptırımın uygulanacağını
söyledi. Ezdi Kürdlerin dini liderlerinden Baba Şêx ve
beraberindeki heyetle bir görüşme gerçekleştiren Barzani, Şengal ve Zumar’da yaşananlar hakkında Baba
Şêx’den bilgi aldı. Ezdi Kürdlerin yüzyüze kaldıkları
trajediye çözüm için tüm imkanların seferber edil-
mesini isteyen Baba Şêx, kendilerinin de IŞİD’e karşı
şavaşmaları için imkan verilmesini istedi. Barzani ise
Ezdilerin karşılaştıkları durum karşısında üzüntülerini belirterek, “Ezdi halkımızı teröristlerin elinden
kurtarmak ve mültecilere yardımcı olmak için tüm
imkanlarımızı seferber edeceğiz. Şengal’in her karış
toprağını koruyacağız” dedi. Barzani Şengal, Zumar
ve çevresindeki bölgelerde kontrolün IŞİD’in eline
geçmesine sebep olan güvenlik zaafiyetini incelediklerini belirterek, “Buna sebep olanlar gerekli yaptırıma
tabi tutulacak” dedi.
Barzani’den sükunet çağrısı
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan
Barzani bir açıklama yaparak halkı sükunete çağırdı. Açıklamasında Peşmerge’nin Sincar, Celevle ve
Guver’de IŞİD’i bozguna uğrattığını belirten Barzani,
halktan korkuya kapılmamasını, huzur ve sükunet
içinde günlük yaşamını sürdürmesini istedi. İçişleri Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada da
Kürt bölgesinin tamamen Peşmergenin kontrolünde
olduğu belirtilerek, ‘bölge halkının, düşmanın kara
propagandasına ve ideolojik savaş taktiklerine kapılmaması’ istendi.
Peşmerge, YPG ile birlikte Suriye sınırında
Peşmerge Bakanlığını Genel Sekreteri Cabber Yawer,
Peşmerge ve YPG güçlerinin Suriye sınırında birlikte hareket ettiğini belirterek, Şengal merkez IŞİD’in,
kontrolde olduğu, etrafını da Kürd güçlerinin elinde
olduğunu söyledi. Şengal’in içinde IŞİD gruplarının
hakim olduğunu söyleyen Cabbar Yawer BasHaber’e
yaptığı açıklamada şu açıklamada bulundu: Kürd güçleri
Şengal’in etrafında kontrolü sağlamış durumda. Şengal
merkezde Şengal’i Savunma Güçleri savaşıyor. Etraftaki birçok köy Peşmerge’nin
elinde. YPG güçleri Rojava tarafında ki sınırı korumaktadır. Peşmerge ve YPG Suriye
sınırında birlikte hareket etmekte. IŞİD’in
gücü çok fazlaydı ve büyük bir güçle gelmişlerdi. Şengal Duhok’tan uzakta ve bu taraf
ağırlıklı olarak Arap köylerinden oluşuyor.
Onlar da İŞİD’i desteklediler. Peşmerge
geri çekilmek zorunda kaldı. Zumar tarafı
da öyle oldu. Orada da Araplar var ve orası
da öyle oldu. Şengal’de halkın durumu iyi
değil. Binlerce çocuk, yaşlı ve kadın dağda
mahsur. Bölgesel Hükümet hava kuvvetleriyle yardım ediyor ama durum tehlikeli
bir noktada. İşin bu duruma gelmesi aniden oldu. Irak
hükümeti de onlara içecek ve yiyecek yardımı yolluyor.
Maxmûr yakınlarında çatışmalar başladı. Bu durum
karşısında hükümetin hazırlıkları hızlı bir şekilde devam
ediyor. İŞİD’in Kürdistan’dan temizlenmesi için her türlü
yol deneniyor. Komşu ülkeler ve Avrupa ülkeleriyle de
ilişkiler kuruldu. Silah yardımı yapmaları için çağrıda
bulunuldu” dedi.
IŞİD saldırıları YPG ile Peşmerge’yi yakınlaştırdı
Cephede bulunan YPG savaşçısı Mahsûm Mahmoud,
IŞİD’in şu an hakimiyet kurduğu yerler daha önce Maliki
Hükümetinin üzerinde hakimiyet kurduğu yerler olduğunu belirterek, İŞİD Musul’u işgal ettikten sonra merkezi
hükümet buradan çekildi. Kürd topraklarına denk gelen
yerlere Güney Kürdistan güçlerinini sonradan yerleştiği,
Peşmergeler burada yeni oldukları için tam hakimiyet
kuramadığını söyledi. Peşmerge Şengal’e tam olarak
hakim olamadığı için geri çekilmek zorunda kaldığını
söyleyen Mahmoud, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Bir çoğu Til Koçer tarafından Rojava’ya çekildi ve
oradan Duhok tarafına geçti. YPG burada onlara yardım
etti. IŞİD bu bölgelerin bir çoğunu ele geçirdi. YPG
yetkilileri Peşmergelerle konuştu durum değerlendirmesi yapmak için. Birçok yerde YPG ve Peşmerge ortak
hareket etti. IŞİD ele geçirdiği bir çok yerde katliam
yaptı. Kürd halkı Ezidilere sahip çıkmalı ve umuyorum ki
sahip de çıkacaktır, bu bütün Kürdlerin boyun borcudur. IŞİD’in Kürdistan coğrafyasına yaptığı saldırı YPG
ve Peşmerge’nin birlikte hareket etmesine sebep oldu.
Bütün Kürd taraflarında birlik ister ve bu iyi bir sebep
de olabilir. Şimdiye kadar Rabîa taraflarında; Mahmut,
Welo Wewelid, Zêmar köyleri YPG tarafından alındı”
şeklinde konuştu.
03
Şengal birliğe çağırıyor
MESUT YEĞEN
Beklenen oldu. IŞİD belası sonunda
Kürtlere ve Kürdistan’a da bulaştı. Araplar, Türkmenler neye, hangi vahşete
maruz kaldıysa, Şengal’in Ezidileri de
şimdi ona maruz kalıyor. Ezidi Kürtler,
Ezidi Kürtlerin evi Şengal IŞİD’in olmayan insafına kalmış durumda.
Aslında ne oldu, kim nerede, ne hata
yaptı da Kürtlerin en mazlumları Ezidi
Kürtler IŞİD’in insafına kaldı üzerine
çok şey söylenecek elbette. Ama şimdi yapılması gereken herhalde bu değil. Bugün yapılması gereken öncelikle
Şengal’i IŞİD’den temizlemek ve Şengal faciasının Kürdistan’ın herhangi bir yerinde tekrarını engellemek. Bunun
için de yapılması gereken ilk şey belli ki güney, batı ve
kuzey Kürtleri arasında acil ve mevzii bir askeri birliktelik
oluşturabilmek; birleşmek değil belki ama mevzii de olsa
birlikte davranabilmek.
Ancak bunun kolay olmadığı da açık. Zorluk, teknik
ya da fiziki değil. Eninde sonunda Ezidi Kürtleri ve Şengal’i IŞİD’in insafına bırakmak istemediğini bildirmiş bir
peşmerge ve Şengal’i yeniden özgürleştirmek için savaşmaya
hazır olduğunu duyurmuş bir HPG ve YPG var ve bunlar
Şengal’e intikal edebilir, nitekim kısmen etmiş de görünüyor.
Fiziki olarak mümkün olmakla beraber gerçek, büyük bir intikal ancak siyasi bir kararla mümkün. Aslında iki kararla.
Güney Kürdistan yönetiminin Şengal’in özgürleştirilmesinin vazgeçilemez bir hedef olduğunu kararlaştırması, ardından da HPG ve YPG gerillalarının kendi kontrolündeki
topraklardan geçerek IŞİD’le çatışmasına rıza göstermesi
gerekiyor. Bu da şu demek: Şengal’i IŞİD’den temizlemek
ve Şengal faciasının tekrarını önlemek için ihtiyaç duyulan
acil ve mevzii askeri birliktelik için önce yine acil ve mevzii
bir siyasi ortaklaşma, siyasi bir karar gerekiyor. Öte yandan,
bu hiç de kolay değil çünkü siyasi olarak (mevzii de olsa)
ortaklaşması beklenen aktörlerin siyasi, sosyal, ekonomik,
bölgesel ve diplomatik vizyonları köklü farklılıklar arz ediyor. Güney Kürdistan’ın dünya sistemiyle bütünleşmiş enerji
tedarikçisi bir devlet olmasını isteyen KDP’nin karşısında
sistem dışı bir gerilla hareketi olarak PKK var. Bütün bu
esaslı farklılıklara rağmen söz konusu mevzii ortaklaşma
sağlanamaz mı? Sağlanabilir elbette. Biraz güven, biraz da
hürmet duygusuyla. Açıklamaya çalışayım: Kürdistan’da siyaset yapanlar, Kürdistan’da askeri mücadele yürütenler ikili
bir gerçeği aynı anda kabul etmek durumunda. Kürdistan’ın
her bir parçasını ayrı, kendine özgü kılan hususlar ve dinamikler olduğu kadar Kürdistan’ın her bir parçasını benzer
kılan da bir husus var: Kürtlerle meskun olması, Kürdistan
olması. Bu ikili gerçek Kürdistan’ın farklı parçalarında farklı
siyasi, ekonomik ve diplomatik vizyonların galebe çalmasına
olduğu kadar, aynı parçada farklı vizyonların taşıyıcılarının
bir arada bulunabilmesine de mahal veriyor. Kürdistan’ın bu
ikili hali Kürt aktörlerine temel bir sorumluluk yüklüyor: Bir
diğerine hürmet göstermek, bir diğeriyle, çok gerekiyorsa,
‘tanıyarak’ mücadele etmek. Bu, pratik olarak Güney Kürdistan’ın PKK’ye, Kuzey ve batı Kürdistan’ın da KDP’ye açık
olmasına razı olmak demek.
IŞİD musibetini def etmek ve tekrarını engellemek için
gereken bu türden bir yakınlaşma, bu türden bir siyasi ortaklaşma. Uzatmayayım: Şengal, Kürtleri tez elden hem
mevzii hem kalıcı bir ortaklaşmaya çağırıyor. Şengal, Güney
Kürdistan’ın PKK ve YPG’ye, Batı ve Kuzey Kürdistan’ın da
KDP’ye açık kılınmasını buyuruyor.
Kanaatimce, hem Şengal’i özgürleştirecek mevzii askeri
birliktelik, hem bu askeri birlikteliği mümkün kılacak mevzii
siyasi ortaklaşma ama hem de daha kalıcı bir siyasi ortaklaşma, mesela ulusal kongre, kaçınılmaz olarak gerçekleşecek
çünkü Şengal ve Ezidiler Kuzey, Güney ve Batı Kürtlerinin
gözleri önünde IŞİD’e yem oluyor ve buradan doğan infial şöyle ya da böyle genel bir Kürdistan kamuoyu yaratıyor.
Kürdistan’ı çevreleyen siyasi iklimin hızla büyütecek
göründüğü Kürdistan kamuoyu Şengal’in birlik çağrısının
daha kuvvetlice duyulmasını sağlayacaktır, buna inanıyorum.
04
BasHaber SÖYLEŞİ
09 - 15 Ağustos 42014
DOSYA
5 No’lu Cezaevi’nin müze
yapılması için Kürdistan’da
yürütülen kampanyalara
AKP Hükümeti’nin olumlu
yanıt vermesinin Çözüm
Süreci’nin “geçmişle yüzleşme” aşamasında önemli bir
rol oynayacağına inanılıyor.
Ancak cezaevinde işkence
ve insanlık dışı uygulamalara maruz kalanlar ve mağdur yakınları, cezaevindeki
işkenceciler ve katliamlardan sorumlu olanların
yargılanmasını da istiyor.
Diyarbakır’a 5 No’lu Müze
12
Eylül Askeri Darbesi döneminde Kürd
siyasi tutuklulara insanlık dışı uygulamaların yapıldığı, onlarca tutuklunun
katledilip, sakat bırakıldığı Diyarbakır 5 No’lu
Cezaevi müze yapılıyor.
Müze yapılması için 100 bin imza toplanması ardından Diyarbakır Cezaevi’nin “Barış
ve kardeşlik sembolü olarak insan hakları
müzesi yapılması” kararı verildi. Türkiye Milli
Savunma Bakanlığı yıllarca insan haklarının
çiğnendiği cezaevinin müze olmasının toplumsal barışa katkı sağlayacağını bildirdi. 5 No’lu
Cezaevi’nin müze yapılması için Kürdistan’da
yürütülen kampanyalara AKP Hükümeti’nin
olumlu yanıt vermesinin Çözüm Süreci’nin
“geçmişle yüzleşme” aşamasında önemli bir
rol oynayacağına inanılıyor. Ancak cezaevinde
işkence ve insanlık dışı uygulamalara maruz
kalanlar ve mağdur yakınları,
cezaevindeki
işkenceciler ve
katliamlardan
sorumlu olanların
GEÇMİŞLE
yargılanmasını da
YÜZLEŞME
istiyor.
Meclis Dilekçe
Komisyonu’nun görüş sorduğu Milli Savunma
Bakanlığı’nın cevabi yazısında, 1980-1988 tarihleri arasında faaliyet gösteren 7’nci Kolordu
Komutanlığı ve Sıkıyönetim Özel Askeri Ceza
ve Tutukevi Müdürlüğü adı altında faaliyet
gösteren Diyarbakır Cezaevi’nin 1988 yılından
sonra Adalet Bakanlığı’nın sorumluluğuna
devredildiği belirtildi ve Adalet Bakanlığı’nın
görüşünün esas olacağı ifade edildi.
1
“Özel müze için destek veririz”
Yazıda, “12 Eylül 1980 askeri darbe rejimi
tarafından Sıkıyönetim Özel Askeri Ceza ve
Tutukevi olarak kullanılan Diyarbakır Askeri
Cezaevi’nde yaşanan insanlık dışı muameleler
insanlık hafızasında önemli izler bırakmış bir
yapıt olduğu kanısı toplum tarafından paylaşılmaktadır. Ülkemizde bir daha bu tür acıların
yaşanmaması açısından söz konusu Cezaevinin
sembolik anlamda da olsa Ankara Ulucanlar
Cezaevi’nde olduğu gibi müzeye dönüştürül-
mesinin yararlı olacağı, toplumsal barışa katkı
sağlayacağı değerlendirilmektedir” denildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan alınan
cevabi yazıda ise Diyarbakır‘da Türkiye’nin en
büyük müze komplekslerinden birinin yapımı
çalışmalarının sonuçlanma aşamasına geldiği
ifade edildi. Diyarbakır Cezaevi’nin bakanlığa
bağlı bir müze olmasına gerek olmadığı, ancak
özel müze yapılabileceği, her türlü ilmi ve teknik yardımda bulunulabilineceği ifade edildi.
Av.Cemşid Bilek: Müvekkillerimiz
avukat bey gelmeyin diyorlardı
Avukatlar olarak çıkana kadar marşlardan
kafamız şişiyordu. Sonradan öğrendik ki içerdeki herkes 60 marş öğrenmek zorundaymış.
Bazıları Türkçe bilmiyordu onlara da sabaha
kadar İstiklal Marşı’nı ezberleyin diye baskı
uyguluyorlardı. Avukat olarak gittiğimiz de,
ki o dönemde marşların sesinden müvekkillerimizle rahat görüşemezdik, görüşmelerimizi
asker gözetiminde yapıyorduk. Her soruyu
soramıyorduk, onlarda cevap veremezdi ve
her konuyu konuşamıyorduk çünkü zaten
müvekkillerimizi içeride uyarıyorlardı. Bir örnek vermek gerekirse bir arkadaşım içerdeydi
Mehmet Can ve Nedim Seçkin. Birkaç kere
Nedim’i çağırdım her gelişte neredeyse kan
ter içinde geliyordu. Hatta bir seferinde ‘Sayın
avukatım beni bu kadar sık çağırma! ‘dedi.
Bende şaşırdım ‘ben buna iyilik yapıyorum bu
neden böyle diyor’ diye. Keza Mehmet Can da
öyle o da CHP il başkanlığı yapmıştı Siirt’te bir
gün görüşmeye gittiğimde geldi ve ’’ Herhalde
ben buradan sağ çıkmayacağım, benim bir saatim var değerli bir saat, eğer ben ölürsem bunu
benim aileme ulaştırabilir misin?’’dedi. Ben
neden böyle yaptığını sorduğumda da bana
buradan sağ çıkabileceğini düşünmediğini
söyledi. Nitekim saatini gönderdi bana, bende
ailesini tanıyordum eğer sana bir şey olursa
ailene ulaştırırım dedim.
Necmettin Büyükkaya kendisi duruşmaya
geldi ki o zaman mahkemelerde sanıkların söz
alması konuşması zordu. Yolda aranıyorlardı,
durduruluyordu ve mahkemelerde başlarında
coplu askerler bekletiliyordu. Çok zor şartlarda duruşma yapılıyordu, o sıkı vaziyette kıpırdamadan durmak zorundaydılar. Rahmetli
Necmettin Bey duruşma salonunda söz istedi.
Ki biz 30 avukat ve 100 sanıkla birlikte ve
sanıklarının yakınları ile birlikte bunun büyük
bir cesaret olduğunu düşünüyorduk. Hakim
söz verdi ve Necmettin ‘’Efendim şu anda
gördüğünüz gibi sıhhatim yerinde ve herhangi
bir sorunum yok, fakat beni içerde öldürecekler‘’ dedi. Hakim ‘’neden böyle düşünüyorsun’’
dedi. ‘’Ben o kanaate vardım, bu cezaevinde
beni öldürecekler, eğer ölürsem bunu bir beyin
kanamasına veya başka bir nedene bağlayabilirler. Ama gördüğünüz gibi sıhhatim yerinde,
hatta inanmıyorsanız beni bir hastaneye gönderebilirsiniz kontrol için. Ölürsem bilesiniz ki
cezaevi yöneticileri tarafından öldürülmüşüm’’
dedi.
Hatta görüşmesine gittiğimizde Necmettin neden böyle düşünüyorsun dedik. O da
‘’Yahu siz benim avukatlarım olarak bile buna
inanmıyorsunuz’’ dedi. Tabii daha sonraki
mahkemeye gelmedi duyduk ki ölmüş. Böyle
bir cezaevi yönetimi vardı.
Sonraki nesiller bunları bilmeli
Hiç olmazsa sonraki nesillere böyle bir şeyin
yaşandığı aktarılır. Ki bunun hesabı sorulamıyor nitekim Necmettin Büyükkaya meselesinde 10 kişi öldü onlarca kişi yaralandı
ama yanılmıyorsam 15 senelik dava sonunda
beraat çıktı. Bu bir sonraki nesillere de bir
mesaj olabilir en azından unutulmaz. Bence
bu yapılanlar unutulmamalıdır eğer gerçekten
demokrasi olacaksa Kürdler haklarına kavuşacaksa o yaşanılanlar da hatırlanmalı bence
bu şekilde biraz onları onure edebiliriz.
Müze o cezaevinde yatanların
talepleriyle şekillenmeli
Bence cezaevinde yatan insanların anlatımlarına uygun bir biçimde yapılmalı. Kıyımlar
yapıldı, köpekler salındı insanlar üzerine,
aşağı katlarda insanların gördüğü zulumleri
gösteren şeyler olmalı. O zamanın insanların
yaşadığı ne ise onun gösterilmesi gerekir ama
bunun gerçeğine uygun bir şekilde yapılmalı.
Bütün zalimler yargılanmalı
Biz bütün zalimlerin mahkemelerde yargılanmasını isteriz ama artık bunu neredeyse
tarihe bırakıyoruz çünkü eskiden o kadar çok
buna benzer olay yaşandı ki; Dersim, 1925’ler,
1929 gibi isyanlar var. Ancak ne Türk devleti
Kürd insanlarına ve diğer ırklara yönelik
bunların hesabını verebilir ne de biz bunların
hepsinin hesabını sorabiliriz.
Necmeddin Büyükkaya’nın eşi Cemile Büyükkaya:
5 Nolu’da neler oldu herkes bilmeli
Ben elbette oranın müze olmasını isterim.
Bir ara okul yapacaklarını söylüyorlardı ama
orası okul değil insanların gidip görebileceği
bir yer olmalıdır. Bu şekilde insanlar orada ne
yaşandığından haberdar olabilir. O çektiğimiz acıların, sıkıntıların bir bedeli olması
gerekiyor. Hiç olmasa bu şekilde teselli bulmuş
oluruz. Bu bir şekilde yüzleşmedir ama daha
yapacak birçok şeyleri vardı. Açıkçası oranın
müze olacağını hiç tahmin etmiyordum. Birçok
arkadaşta bunun mücadelesini veriyor.
En önemlisi orada yatanların giysileri müzede olmalıdır. Orayı
yansıtacak eşyalar
olmalıdır, hikayeleri olabilir. Müze
olursa elbette
ziyaret etmeyi
düşünürüm, her
ne kadar o
yaşadığımız
zorlukları
tekrar benliklerimizde
hissetsekte.
DOSYA
BasHaber
09 - 15 Ağustos 2014
5
SÖYLEŞİ
TUTUKLULAR NE DİYOR?
Rahime Karakaş (DDKD Davası)
Müzeye dönüştürülme kararını duyunca sevindim.
Niye sevindim, bu tür ulusal kurtuluş mücadelesi veren
her insanın acı çektiği yerler müzeye dönüştürülmüştür.
Dünyada benzerleri var. Acılar bu şekilde somutlaşıyor, onun için mutlu oldum. Müzede yaşadıklarımızın
teşhir edilmesini isterim. Orada acı çeken, işkence
gören hayatlarını kaybeden insanların geçmişleri olması
lazım. Niçin yaşadıklarını, neler çektiklerini sonraki
kuşağa anlatılması lazım. Ödedikleri bedellerin sonraki
kuşaklarca bilinmesinin yolu açılmalı, çünkü bunlar
çok önemli şeyler. İnsanlar orada farklı amaçlar uğruna
yatmadılar, herkesin bir amacı vardı; bağımsız bir ülke.
Özgürce yaşayabilecekleri bağımsız bir ülkeydi amaç.
Kadınıyla, erkeğiyle hatta çocuk yaştakileriyle orada
acı çekmişlerse bunların belirtilmesi lazım. İşkence
türlerinin orada deşifre edilmelidir. Ben bir yıl yattım,
durdurulmasam bir yıl boyunca konuşabileceğim
sermayem var. Bunları da bu toplumun bilmesi lazım.
Bugün Kürd mantalitesi bu kadar yüksekse benim yaşadığım cezaevinde ki vahşetin çok büyük etkisi var. Aynı
zamanda orası bir üniversiteydi. Kürd mücadelesinin bu
gün duruğa ulaşmasını sağlayan üniversite görevi gören
5. Nolu’ydu. Ben övünerek çocuklarımla birlikte ziyaret
etmek isterim.
Ramazan Ülek (PKK Ana Dava)
Bizim çektiğimiz acıların, yaşadığımız işkencelerin
gelecek nesillere aktarılması açısından Cezaevi’nin
müzeye dönüştürülmesi iyi bir karar. Belki her şeyi
karşılamaz ama yüzleşme açısından iyi bir karar. Orası
dünya işkence laboratuvarı gibi bir şeydi, dünyanın hiç
bir yerinde olmayan teknikler orada uygulandı.
Orada şehit düşen arkadaşlarımızın anılarının
yaşatılmasını isterim, orada temsil edilmesini isterim.
Binlerce kişinin işkence gördüğü aletlerin orada sergilenmesi gerek. Belki birebir gerçeği yansıtamaz ama
tabi aslına uygun bir şekilde hafıza merkezine dönüştürülmesi lazım. Dünya örnekleri var mesela Almanya
faşizminin uygulama alanlarının müzeye dönüştürülme
örnekleri gibi olabilir. Bir daha böyle uygulamaların
yaşamaması için kurulması lazım. İnsanlık onlara bakıp
bizlerin neler çektiğini, eğer Kürd halkı özgürlüğe ulaşacaksa bizim payımızın bunda etkisi, arkadaşlarımızın
yaşadıkları acıların bunda etkisinin ortaya çıkartılması
açısından önemli. Çektiğimiz acılar gelecekte halkımızın
özgürlüğünün bedeli olacak. Kuşakların orada çekilen
acıları anlaması açısından önemli. Açılırsa elbette ki
ziyaret etmeyi düşünürüm, her ne kadar o duyguları
hatırlamak zor gelsede.
Mehmet Can Azbay (KUK Ana Dava)
Diyarbakır Cezaevi Kürdistan tarihinde çok önemli
bir dönüm noktasıdır. 12 Eylül Cuntası Milli Güvenlik
kararıyla Diyarbakır’ı pilot bölge seçerek uygulamalarına
başlamıştır. “Kürdçülüğü” yok etmek için böyle bir uygulamalara başladılar, Kürdistan davasını burada boğabileceklerini, Kürdleri Türkleştirebileceğini düşünüyordular.
İtirafçılık dayatılarak Kemalist bir nesil yetiştirmeye çalıştılar. İşkence sonucu ölen binlerce insanımız oldu. Türkiye
ilk önce kendi faşist zihniyetiyle yüzleşmesi gerekir, bu
olmadığı sürece tam bir yüzleşme olmaz. Ben orada 8 yıl
kalan, 20 yılını cezaevinde kalan bir insan olarak Diyarbakır Cezaevi insanlığa karşı işlenmiş suçlar müzesi olarak
insanın hafızasında yer almasının sağlanması gerektiğini
düşünüyorum. Ortak bir komisyonun kurulup mahiyetini
onların belirlemesi gerekir, ben yaptım oldu şeklinde
olmamalı. Buna uluslararası kurumlarda dahil edilebilir.
Devletin sadece teknik imkanların sağlanması konusunda
dahil olması lazım. Türkiye Cumhuriyetinin Kürd halkına
karşı işlediği suçların orada teşhir edilmesi lazım. Bu
aletler, kovuşlar ve o döneme ait gerçekliğiyle yer bulması
lazım. Cezaevi’nin bir tarafı büyük bir salona dönüştürülebilir ve burada etkinlikler düzenlenebilir. Bir tür hafıza
merkezine dönüştürülmesi lazım. Sadece siyasiler değil
Kürd toplumunun bütün kesimleri değişik bahanelerle
oradan geçti. Elbette bunun üzerinden bir şeyler elde
etmeye çalışılmamalı, pazarlık konusu yapılmamalıdır.
Diyarbakır Cezaevi katliamlar zincirinin bir halkasıdır.
Orada yaşanılanı ne bir şair ne bir romancı ifade edemez.
Haluk Yıldızhan (Ala Rızgari Davası)
Bizim daha önceden müzeye dönüştürülmesi için
olan çalışmalarımız vardı. Komitemiz imza kampanyası
başlatmış ve kamuoyuna açıklamlarda bulunmuştuk.
Bu çalışmalarla sonuç alma sevindirici bir şey. Dünyada da bu örnekler böyle olur; Almanya’da ki kamplar,
Macaristan’da ki terör evi gibi... Kendisiyle yüzleşebilen
toplumlar olaylara böyle yklaşıyor. Türkiye’nin de böyle
davranıyor olması sevindirici bir şey. Geçmişle yüzleşmenin bir ön adımı.
Müze olacaksa doğal yapısı bozulmamalıdır. Şu an
silinen duvarda ki sloganlar, resimler ve bayraklar tekrar
aslına uygun olarak yapılabilir. Bunun üzerinden insanlara böyle eziyetler çektirildiğini anlatabiliriz. Mesela
Macaristan’da ki örneğinde insanlar müzeyi gezince
çığlıklar dinletilliyor, her şey olduğu gibi sergileniyor.
Marşlar da dinletilebilir. Orada kalan, ölen ya da sakat kalanların listeleri asılabilir. Zaten olanlar vahşeti anlatmaya
yeterlidir. Ben geçmişimle olumlu olumsuz yüzleşerek bir
şeyler olacağımıza inanıyorum. Orada dehşetleri de yaşamış olsak ziyaret etmeyi düşünürüm. Bu bir intikam alma
değildir sedece böyle acıların olmaması için toplumun
yüzleşmesidir.
“Geçmişle Yüzleşme” dosyamız kapsamında Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi
mağdurlarıyla yaptığımız görüşmeler önümüzdeki sayılarda
devam edecek:
5 No’lu da katledilenler
Diyarbakır Cezaevi’nde 1980-84 yılları arasında hayatını kaybeden tutuklular: Ali Erek, İbiş Ural, Mazlum
Doğan, Önder Demirok, Kemal Pir, M. Hayri Durmuş,
Akif Yılmaz, Ali Çiçek, Abdurrahman Çeçen, Necmeddin
Büyükkaya, Cemal Arat, Cemal Kılıç, Seyfettin Sak, Orhan Keskin, Remzi Aytürk, Ali Sarıbal, Yılmaz Demir, M.
Emin Akpınar, Aziz Özbey, Kenan Çiftçi, M. Ali Eraslan,
İsmet Karak, Bedii Tan, Ramazan Yaya, Ferhat Kurtay,
Medet Özbadem, Necmi Öner, Eşref Anyık, Mahmut
Zengin, Aziz Büyükertaş, Hüseyin Yüce, H. İbrahim
Baturalp.
05
Hafıza mekanları ve
Diyarbakır cezaevi
MİTHAT SANCAR
Geçmişle ilişkiyi, esas itibariyle
unutma üzerine kurmuş bir coğrafyada yaşıyoruz. Geçmişteki günahları, utançları, suçları olabildiğince yok
saymak, unutmak ve unutturmak, hem
bireysel hem de toplumsal düzlemde
yaygın ve baskın bir tutumdur. Böylece
geçmişin hesabının kapanacağı umut
edilir.
Geçmişteki zulüm ve vahşet pratiklerini unutturmaya
çalışmak, bu ülkede güçlü bir siyasal tercih ve yönetme
tekniğidir aynı zamanda. Devlet, neyin ne kadar ve nasıl hatırlanacağına karar verme hakkını kendinde görür;
hatırlanmasını istemediği olaylara ve dönemlere, bir karartma uygular, gerekirse hatırlama yasağı koyar. Böylece
geçmişteki ihlallerin ve suçların hesabının sorulmasına
engel olacağını varsayar. Yönetim zihniyetinin sorgulanmasını önlemek de unutturma politikalarının hedeflerindendir.
Buna karşılık, hatırlamak ve hatırlatmak, hak ve adalet mücadelesinin vazgeçilmez unsuru, hatta şartıdır. Geçmişteki zulüm pratiklerinin hesabını sormanın yolu, çoğu
zaman buradan geçer.
Hatırlamanın ve hesap sormanın amacı, geçmişteki
adaletsizliği gidermekten ibaret değildir. Bugünü ve geleceği adalet üzerine inşa etmek için de, hatırlamaya ve hesap sormaya ihtiyaç vardır. Kısacası, Milan Kundera’nın
dediği gibi, “insanın iktidara karşı mücadelesi, hafızanın
unutmaya karşı mücadelesidir.”
Geçtiğimiz asrın son çeyreği, hatırlama kültüründe
önemli gelişmelere sahne oldu. Mazlumların ve mağdurların hafızalarının uyanışından söz etmeyi mümkün kılan
bu gelişmelerin en önemlileri, Latin Amerika ülkelerindeki askeri diktatörlüklerin çöküşü ve Güney Afrika’daki
ırkçı rejimin çözülüşüdür. Bu ülkelerde, geçmişteki insanlık suçlarının hesabını sormak ve bunların tekrarlanmasını
önlemek için yöntemler arandı. Geçmiş dönemin zulüm
merkezlerini, zulüm politikalarının teşhir edildiği mekanlara dönüştürmek, bu yöntemler arasında yer aldı. Gerçi
bu tür hafıza mekanları, ilk defa buralarda oluşturulmadı,
ama en çarpıcı örneklerine Şili ve Arjantin’de rastladığımız uygulamalar, hatırlamanın siyasal ve toplumsal öneminin yeninde ve daha geniş boyutlu bir şekilde keşfedilmesini sağladı.
Pinochet diktatörlüğü altında on yedi yıl geçiren Şili,
baskı ve zulüm dönemleriyle hesaplaşma konusunda başka toplumların ilham alabileceği tecrübeler üretti. Çoğu
son 5-6 yılda billurlaşan bu tecrübelerden biri de, başkent
Santiago’daki Hatırlama ve İnsan Hakları Müzesi’dir. Tanıtım broşüründe yer alan şu cümle, müzenin amacını yalın bir şekilde anlatıyor: “11 Eylül 1973 ila 10 Mart 1990
arasında insan hayatına ve onuruna yapılan saldırılar üzerinde düşünmek için bir davet...” Müzede, darbenin yapıldığı andan başlayarak yapılan vahşetler, orijinal video
ve audiolarla, gazete küpürleri ve tanıklıklarla, fotoğraflar
ve çocukların çizdiği resimlerle sergileniyor. Santiago’da,
ilginç hafıza çalışmalarından biri de, diktatörlüğün önemli merkezlerinin yer aldığı güzergahtır. Örneğin darbeye
kadar Sosyalist Parti binası olarak kullanılan, diktatörlük
döneminde gizli polisin gözaltı ve işkence merkezine dönüştürülen yer, şimdi resmi hafıza mekanı olarak bu güzergahta yer alıyor.
Acımasız bir askeri diktatörlüğü yedi yıl süreyle (1976
- 1983) yaşayan Arjantin’de de hafıza mekanları ve hatırlama çalışmaları konusunda değerli uygulamalar var.
Bunların en önemlileri, başkent Buenos Aires’teki Donanma Teknik Okulu (ESMA) kompleksinin bir bölümünün müze ve insan hakları araştırma merkezi haline
getirilmiş olmasıdır. Vahşetin sembollerinin başında gelen ESMA’da onbirlerde kişiye işkence yapılmış, bunların
yaklaşık otuz bini uyuşturularak kargo uçaklarına bildirilmiş ve okyanusa canlı canlı atılmıştı.
Her iki ülkede de, bütün bu çalışmalar, hakikat ve adalet ekseninde ve ‘’bir daha asla” (nunca mas) sloganıyla
yürütülüyor. Diyarbakır Cezaevi’nin müze yapılması talebini de bu çerçevede düşünmek, lazım...
06
SÖYLEŞİ
BasHaber
09 - 15 Ağustos 2014
BasHaber
GÜNDEM
09 - 15 Ağustos 2014
Salih Müslim:
Rojava’nın bağımsızlık talebine saygı duyarız
O
Rawîn Stêrk
rtadoğu’da sürekli değişen dengeler,
Kürdler açısından gelişen yeni durumlar, IŞİD’in saldırıları ve Rojava’daki
son gelişmeleri konuştuğumuz PYD Eş Genel
Başkanı Salih Müslim, gelecekte Rojava halkından bir bağımsızlık talebi yükselirse buna
saygı duyacaklarını söyledi.
Başından beri PYD olarak demokratik
Suriye için mücadele ettiklerini söyleyen Salih
Müslim, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin
bağımsızlık kararına saygı duyduklarını, bütün
Kürdlerin Rojava konusunda hassas olmaları
gerektiğini ve IŞİD’in Ortadoğu’da herkes için
tehlike oluşturduğuna dikkat çekti. Müslim,
IŞİD, Rojava, Bağımsızlık, Ortadoğu, Türkiye
ile ilişkiler konusunda BasHaber’in sorularını
yanıtladı.
Rojava’da şu an durum nedir?
İki yerde çatışmalar yoğunlaşmış durumda
biri Kobanê biri Hesekê’de olmak üzere. Tabi
ben askeri durum hakkında pek bilgi sahibi değilim ama ara sıra birkaç saatliğine durabiliyor
çatışmalar.
Barzani, Kerkük ziyaretinde,
Peşmerge’ye Rojava’yı korumalarına
dair bir mesaj verdi bunun hakkında ne
söyleyeceksiniz?
Biz zaten yakınlaşmayı istiyoruz. Zaten orda
da Peşmerge ve IŞİD arasında çatışmalar var
ve bizim burada da var. Tabii ki koordineli
çalışırsak güzel olur. Bence sayın Barzani’nin
söylediği genel bir nottu sadece, ama elbette
olursa yardımlaşmak için gerekenleri yaparız
sonuçta ortak bir düşmanımız var.
Sizin Güney Kürdistan’la işbirliği
girişimleriniz çağrılarla mı sınırlı kaldı
yoksa herhangi bir resmi girişimde de
bulundunuz mu?
Bizim temsilcimiz zaten orada, eğer konuşmak veya görüşmek isterlerse, beraber oturup
askeri yönden de konuşmak isterlerse YPG’nin
sorumlularını çağırıp konuşabilirler. Ama
bu da olmuyor. Bu tür şeyler böyle çağrılar
üzerine olur zaten, biz özellikle oraya gidip
kendimizi dayatamayız bu yanlış olur.
Peki, IŞİD saldırılarına karşı Rojava’daki siyasi oluşumlarla PYD arasında gerçekten ortak bir hareket var mı?
Onların herhangi bir askeri hareketleri
yok. Sadece bazı devreleri var, beraber çalışıp
beraber karar alıyorlar. Bilhassa PDK Suriye
partisi sadece çamur atıyor başka bir işlevi var
diyemem.
Hem medyada yer alan haberlerde
hem de bizim kendi yaptığımız bazı
görüşmelerde, PYD’nin bu siyasi oluşumlara baskı uyguladığı ifade ediliyor
bununla ilgili ne söylemek istersiniz?
Hepsinin büroları ve ofisleri var her şehirde.
Qamışlo’daki konferanslarını YPG ve asayişin
koruması altında yaptılar. Bu yüzden ne tür bir
baskıdan bahsettiklerini bilmiyorum.
Özellikle hendek meselesinin tartışıldığı dönemde PDK Suriye’nin bürolarının kapatıldığı
gibi bir gerçek var gündemde yine bu noktadan hareketle birçok partinin de bürolarının
kapatıldığı ve baskıya maruz kaldığı, PYD ve
YPG ile birlikte hareket etme noktasında PYD
ve YPG’nin sadece kendi silahlı gücünü dikkate
aldığı konusunda eleştiriler var.
Kısaca şunu söyleyeyim biri kendi namus ve
şerefini korumak isterse, kimseden izin almasına gerek kalmaz. Bunların hepsi bahanelerdir.
Eğer korumak gibi bir niyetin yoksa kalkıp bu
baskıları bahane edip, biz böyle yapmak istiyoruz, ama izin vermiyorlar diyerek gerilerden
gelemezsin. YPG hepsinin silahlı gücüdür. Ama
bazı partiler bilhassa bu PDK meselesinde,
kendi gelişmesini yapmak istiyor. Burada tek
bir güç olması kararı Yüksek Kürd Konseyi’ne
ait bir karardır. Nasıl ki Araplar, Suriyeliler
varsa bu gücün içinde onlarda olabilir. Çünkü
bu ulusal bir güçtür herhangi bir partiye
falan bağlı değildir. Ve onlar iki de bir kalkıp
PYD’nin gücü diyor ama bu ulusal bir güç.
Bazen halk tepki gösteriyor mesela hendek
meselesinde halkın tepkisini üzerine çekmişti
bazı insanların bir yerlere saldırması kötü bir
şey elbette bu planlı veya bilinçli yapılan bir
şey değildir. Ancak şikâyet olduğu durumda
soruşturma başlatılır ve gereken neyse yapılıp
suçlular cezalandırılır. Ancak kimse böyle bir
şikayette etmedi. Artık nasıl oluyorsa onlara
sormak lazım. Hem sistemi kabul etmiyorsun
hem sana hakaret edildiğinde de hiçbir şikayet
yapmıyorsun. Yani ağlayarak bu işler olmaz
istiyorsan orada bir yönetim var. Araplar,
Süryaniler, Kürdler, Suriyeliler var. Bunlar
hep beraber bir yönetim yapmışlar. Ama eğer
sen kaos yaratmak veya farklı bir boşlukta
yaşamak istiyorsan bu tartışılır. Burada bir
sistem kurulmuş sistemin kurallarına göre
oynamalıyız. O da herhangi bir parti gibi izin
alır ve katılır. Birinin sana haksızlık yaptığını düşünürsen de gidip mahkemeye şikayet
edersin. Ama sen mahkemeyi de tanımıyorsun
asayişi de tanımıyorsun. Bir de sürekli bana
saldırdılar deyip medyada ağlıyorsun. Neden
gidip mahkemeye şikayet etmiyorsun veya
asayişe şikayet etmiyorsun.
rejiminin eski günlerine dönme ihtimali ortaya çıktığında sizin orda oluşturduğunuz yapıya müsaade etmesi söz
konusu mu?
Biz her zaman dostluk elimizi uzatıyoruz.
Ve hala uzatıyoruz aramızda çok uzun bir ülke
sınırı vardır. Zaten iç içe geçmişiz artık. Daha
iyi ilişkilerde bulunmakta istiyoruz.
Defalarca söyledik, rejimle hiçbir ilişkimiz
yok. Bu alınan tedbirler ve kanton meselesi de
kendimizi korumak ve buradaki düzenimizi
kurmak içindir. Zaten bunu en başta kabul
etmeyende rejimin kendisidir. Zaten rejimin
kendisi de, ben Suriye’nin parçalanmasından
yana değilim kabul etmiyorum diyor. Kürd
statüsünden korkan ve bunu kabul etmeyen
kesimler var bunun en başında da rejim
geliyor. Zaten rejimin eski haline geleceğini
düşünmüyorum. Rejimin eski halini asla kabul
etmiyoruz. Rejim ya demokratikleşecek ya
da yönetim gidip yeni bir yönetimle yeni bir
demokratik yapı gelecek ama biz bunu beklemediğimiz için kendimiz tedbir aldık. Biz eğer
olursa demokratik bir Suriye’nin parçasıyız.
Ama bu durum düzelene kadar da savaşacağız.
Eğer eskisi gibi rejim gelirse bu devrim devam
edecektir.
Güney Kürdistan’da bağımsızlık
gündemde bununla ilgili referandum
yapılacak ve komisyonlar kurulmaya
başlandı bununla ilgili neler düşünüyorsunuz PYD’nin görüşü nedir?
Rejimin eski günlerine geri dönmesi
söz konusu olursa veya demokratik bir
Suriye gerçekleşmediğinde sizin bu durum karşısındaki tavrınız ne olur? Bir
strateji değişikliğine gider misiniz?
Bu durumumuzu koruyacağız. Ama ileride
Suriye parçalanacaksa veya federasyon söz
konusu olacaksa bizde kendi parçamızda kalırız. Strateji değişikliği de durumuza ve diğer
kesimlerin nasıl bir strateji uyguladığına bağlıdır. Kürd varlığına ve Kürdlere karşı bir şeyler
olurda bizde kendi tedbirlerimizi alacağız.
Türkiye ile ilişkileriniz ne durumda?
Güney Kürdistan Kürdistan’ın bir parçasıdır Kürdistan değildir. Ve her parçanın kendi
koşulları vardır. Oradaki halk kendi kararını
verir ve her yerde buna saygı gösterilmesi
gerekiyor. Aynı zamanda Rojavadaki halkında
seçimine herkesin saygı göstermesi gerekiyor.
Rojava’da gelecekte böyle bir talep
çıkarsa PYD olarak ne dersiniz?
Çıkarsa saygı gösteririz ama şimdiye kadar
öyle bir şey yok diğer halklarla birlikte demokratik bir çatı altında yaşamayı seçmişiz. Muhakkak buradaki oluşumlarla birlikte yaşamak
isterler bu bizim için daha doğru olabilir ama
yine bilemeyiz ki değişen durumlara bağlı bu
taleplerde değişebilir.
Kanton bölgesindeki memurların
maaşlarının devlet tarafından ödenmesi gelecekte kantonun özgürlüğü açısından bir engel oluşturmaz mı?
Bu devrimden önce bazı memurlar maaşlarını devletten alıyorlardı ama hiçbir zamanda
rejime bağlı kalmadılar. Devlet başkadır,
rejim başkadır. Maaş alanlar Özgür Suriye
Ordusu’nda da var. Bu rejime bağlı bir şey
değildir. Bu her yerde olan bir şeydir.
Bölge açısından veya uluslararası
alanda Rojava’nın statüsünün kabul
görme durumu nedir, sizin girişimleriniz nelerdir?
Yüzlerce senedir Ortadoğu gerçeği var. Şimdi dengeler değişiyor yani bir oluşum ortaya
çıkıyor Kürd halkının iradesiyle. Bunu çıkarları
ve rantları için sindiremeyen kesimler var.
Bizim bu kadar çaba ve çalışmamıza rağmen
yüzümüze birçok yerde kapılarda kapanmıştır.
Neden kapandığına baktığınızda da bu Kürd
çıkışına karşı ve Kürdün statü kazanmasına
karşı yapılan çalışmalarımızı engellemek için
olduğunu görüyoruz. Sorduğumuzda da kimisi
şirket meselesi diyor kimisi de ticaret meselesini bahane ediyor.
Kanton yönetimi olarak, rejimle
aranızdaki mesafe nedir? Yarın Suriye
Afedersiniz Gezi +
FERHAT KENTEL
Demirtaş çözüm süreci adayı
T
ürkiye’de 10 Ağustos’ta halk oylaması ile yapılacak
olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri kampanyasında göz dolduran bir performans sergileyen HDP
Hakkari Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın adaylığı bağlamında başlayan tartışmalar Türkiye’de ilginç gelişmelere neden oldu. Demirtaş’ın HDP adayı olarak Türkiye
kamuoyunda da olumlu bir profil yaratması, CHP/
MHP’nin ortak adayı olan Ekmelledin İhsanoğluna’a oy
vermesi beklenen kimi seçmenlerin tercihlerini değiştirmesine neden olacağına inanılıyor. Bu arada Kürd
kulvarında siyaset yapan Hak-Par’ın seçimlerde oy
kullanmama ve Kürd Demokratlar Platformu’nun Tayip
Erdoğan’ı destekleme kararı da Kürd oylarını bölmüş
durumda. Hüda-Par’ın da Demirtaş’ı desteklemesinin
beklenmediği seçimlerde, HDP’nin Batı’da yaşayan
seçmenle geçmiş seçimlere kıyasla daha yakın bir ilişki
kurduğu ifade ediliyor. Demirtaş’ın seçim kampanyasında kullandığı temkinli dilin, Türk kamuoyunda Kürdistan sorununun çözümü konusunda daha olumlu bir
atmosferin doğmasına neden olduğuna inanılıyor. Farklı
kesimlerden şahsiyetler seçimlerin olası sonuçlarını
BasHaber’e değerlendirdi.
Hasip Kaplan (HDP Şırnak Milletvekili): Seçimde sürpriz yapacak, herkesi şaşırtacağız
Herkesin merkez sağa, muhafazakarlığa, milliyetçiliğe
ve ırkçılığa yöneldiği bir atmosferde halkın ve emekçilerin hem özgürlük hem de hak taleplerini dile getiren
farklı bir siyaset olarak Cumhurbaşkanı seçimi HDP
projesinin maya tuttuğunu ortaya koydu. Çünkü adaylığı
belirlerken içinde bulunduğum heyetlerle temaslar yaptık; sendikalarla, meslek örgütleriyle, partilerle ortaklaşa
bir aday ve ortak bir proje etrafında yürüyen bir seçim
çalışması var. Bu bir soluk yarattı. Biz de bunu bütün
Türkiye çapında çok iyi değerlendirerek, halkın artık alternatifsiz olmadığını ispatladık. Bunu 2015 seçimlerinde
taşlandırmak istiyoruz. HDP olarak bu seçimde sürpriz
yaparak herkesi şaşırtacağız.
Prof. Doğu Ergil (Siyaset Bilimci): Barış süreci
Demirtaş’ın adaylığını mümkün kıldı
Şimdiye kadar halk arasındaki resmi söylem hep
şuydu: “Türkler ile Kürdler arasında bir fark var mı?
Yurttaşlık düzleminde zaten eşitiz. O yüzden bir mani
yok ki bir Kürdün Cumhurbaşkanı adayı olmasında”
deniliyordu. Şimdi böyle bir açıklama varsa toplumda
bunun sınaması yapılacaktır. Artık Demirtaş’ın Kürdlüğü
tartışılmıyor Demirtaş’ın Cumhurbaşkanı adayı olmasıyla Türkiye’de etnik bariyer aşılmıştır. Süreç Demirtaş’ın
aday olmasını da mümkün kıldı.
Fehmi Demir (Hak-Par Genel Başkan
Yardımcısı)
Partimizin tavrını boykot şeklinde ifade etmiyoruz
Parlamento adayları belirliyor ve halkın önüne sunuyor.
Halkın farklı bir alternatifi olmuyor. Ayrıca halkın doğrudan aday belirleme yöntemlerini bulmaları gerekiyordu. Ama esas önemli olan üç adayın üçünün de bizim
açımızdan ve özellikle Kürd sorununa bakış açıları bakımından bizi ifade etmiyor. Üçü de bildiğimiz milliyetçi
sloganlarla yürüyorlar.
Orhan Miroğlu (Yazar): Erdoğan’a verilen her
oy Erbil için önemlidir
Kürdlerin Ortadoğu’daki en büyük gücünü tanıyan
bir lider ve bir hükümet vardır. Erbil’in de hatırlanarak
oyların verileceğini düşünüyorum. Şimdi Kürdistan petrolünün dünyaya ulaşmasında en büyük etken Türkiye
ile kurulan ilişkiler sayesindedir. Bu ilişkileri Kürdistan
hükümeti bilerek kurdu. Bu pencereden baktığımızda
güvenlik açısından Peşmerge’nin Türkiye’den bağımsız
düşünülemeyeceği kanaatindeyim. Kürdler geçmişte
Türkiye için bir güvenlik problemiydi ama şimdi Kürdlerin güvenliliğinin inşasına talip olan bir Türkiye var. Bu
yüzden Erdoğan’a verilecek her oy Kürdistan bölgesine
verilecekti anlamına geliyor. Tahminimce birinci turda
Tayyip Erdoğan kazanır ve ikinci tura kalmaz. Selahattin Demirtaş’ı herkes destekliyor gibi görünüyor ama
ajitasyona kapılmamak lazım bunun sandığa yansıması
farklı olacaktır.
PDK-Bakur Temsilcisi- Sertaç Bucak
Kürdler açısından ortak bir tablo söz konusu değil
maalesef. HDP kendi parti bileşenleriyle kendi adayını
göstermiştir. Kürd olarak bunu yapan kimse yok yasal
olarak ben Kürd kimliğiyle Kürdlerin ortak adayıyım ve
Kürdler beni ortak aday olarak tayin ettiler ve dışlanan
tüm kesimleri temsil edebileceğimi düşündüler denilseydi çok farklı olacaktı. Demirtaş, Kürdlerin ortak iradesi
sonucu aday olmuş birisi değildir. Bizi bağlayan bir yönü
yok. Yani HDP içerisindeki insanların ortak adayıdır.
Demirtaş’ın standına saldırdılar
Sanmıyorum, biri otonom olur, biri siyasi bir oluşum olur, biri
bağımsız olur. O Kürdlerin iradelerine bağlı. Eğer gerçekten sağlam
bir ilişki oluşturulmak istenirse bunlar engel değildir. Herkes birbirinin iç ilişkilerine saygı gösterirse bu gerçekleşebilir.
07
Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken kuruluşunda,
bütün etnik ve mezhep gruplarının partisi olma ilkesini
benimsediğini her seferinde dile getiren HDP’ye yönelik
saldırılar da tırmandı. Daha önce Rize, Samsun ve İzmir’de
seçim çalışmaları yürüten partililere yönelik saldırıların
ardından bu kez İstanbul Küçükçekmece’de silahlı saldırı
gerçekleşirken, Okmeydanı’nda ve Gazi Mahallesi’nde seçim çalışmalarını yürütenlere saldırı yapıldı. Bununla birlikte Gaziosmanpaşa’da IŞİD’e yakın oldukları söylenen bir
grup da HDP’nin seçim bürosuna saldırdı. Bir hafta önce
Özgür Demokratik Alevi Derneği’nin İstanbul Nurtepe’de
Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ı desteklemek
için açtığı standa yapılan saldırıyla başlayan olaylar daha
sonra Gazi Mahallesine de sıçramış ve ateşlenen silahlar
sonucu bir kişi hayatını kaybetmişti. Bir kişinin ölümüne
neden olan saldırılarla ilgili, HDP tarafından olayların
provokasyon olabileceği vurgusu yapılırken, Halk Cephesi
ise kendi barikatlarından herhangi bir ateş açılmadığını
ve polislerin kendilerine yönelik saldırısında yaralanan
kişinin de yanlarında bulunduğuna söyledi.
Bu sıralarda öğrenci arkadaşlarla
“neo-liberalizm, kent politikaları, Sulukule vakası”; “sıradanlaşan kötülük”, “AK
Parti’nin ekonomik gücü” üzerine yaptığımız sohbetler zihnimi açıyor.
12 Eylül’den bu yana gelişerek süren,
AKP zamanında yeni bir aşamaya geçen
neo-liberal politika ve pratikler, tabiatına
uygun bir biçimde topyekûn bir hal aldı. Rant ekonomisi
sıradan bir gerçeklik haline dönüştü, kent mekânları talan edildi, Erdoğancılık siyaseti hayatın her alanı (Nerede
AVM yapılmalı? Kızlar kimle evlenmeli? Hangi arsa kime
verilmeli? Hangi medya kuruluşunu kim satın almalı? Kadınlar neden gülmemeli?) hakkında dersler vermeye devam ediyor; izansızca hayatımızı kuşatan kapitalist modern
tüketim zinciri içinde uyumlu ve uysal bedenler inşa etmek
için sonsuz bir uğraş veriyor.
Halka yalan söyleyip, Sulukule’yi yerle bir eden, oradan
Romanları kovalayan, yerlerine çöreklenen yeni seçkin,
zengin ve egemen sınıf... Adeta devrim sonrası Sovyetik bir
nomenklatura... “Hijiyen”, “kalkınma” benzeri seçkin dillerin arkasına saklanmış ve “halk”ı evlerinden kovalayan,
“halk” adına, “halk” için her şeyi bildiğini iddia eden “en
halk” iktidarı!
Hayatı çizgisel modernist bir doğrultuda okuyan, “çok
para”, “çok çıkar”, “çok büyüme” diyen; bu yüzden de “az
gelişmişliğin” dibine vuran, kifayetsiz muhteris bir iktidar...
Halkın yaptığı muhteşem mimari örnekleri, mahalle hayatını, geleneksel dayanışma ağlarını yok edip, Manhattan’ı,
19. yüzyıl Amerikan, İngiliz maden patronlarını, Fransız
devlet zihniyetini taklit eden yeni yetme muhteris burjuvaların iktidarı...
Betonlaşan İstanbul’da yağmur sularından sel üreten ve bu kadar suyun içinde susuz bırakan; Sakarya’dan,
Melen’den su apartan, yani başkalarının suyunu çalan bir
zihniyet...
Boğaz’a nazır villalarında, asla halk olmayan; sabah akşam “bizim medeniyetimiz, bizim kültürümüz” muhabbeti
yapan bir takım insanlar etraflarında olan adaletsizliğe kıllarını bile kıpırdatmıyorlar. Her yerden güç devşiren, başta
ekonomi olmak üzere, her alanda kendi sınıfsal hegemonyasını kurmak için her yolu mubah gören, inanılmaz bir
güç farklılığı içinde her hakkı kendinde gören bir iktidarı
savunmak için sekiz takla atıyorlar.
İman ve amel arasındaki ilişkide tutarlılığın gereğini
anlatan, bazı kaynaklara göre Hz. Ömer’e, başka kaynaklara göre ise Hz. Ali’ye atfedilen bir kelam-ı kibarı hatırlatmak gerekiyor belki de bu “Protestan Müslümanlara”:
“İnandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanmaya
başlarsınız!”
Bu “yeni Türkiye”nin “yeni patronları” yaşadıkları hayatı –yani kapitalizmi- dinlerine ikame ettiler. Şimdi bu
yeni dinlerine inanıyorlar ve gerçekten onların düzenine
halel getirecek “yeni” olan her şeyden çok korktukları için,
yeni dinlerine inanmayanlara saldırıyorlar.
İşte HDP’ye IŞİD adlı besleme caniler örgütünün Türkiye şubesine bakan uzantıları da, “Cephe” adı verilen “solcu” görünümlü, “gayet işlevsel” tosunlar da, bizzat ülkücü
tosunlar da saldırıyor. Akit de saldırıyor, Sözcü adlı şey de,
Erdoğan da saldırıyor, aparaçik tosuncuklar da saldırıyor.
Böyle bir ortamda Cumhurbaşkanını seçeceğiz.
AKP artık “yeni”yi temsil etmiyor. Ve “yeni”nin hızla
değiştiği bir dünyada “yeni”yi artık Selahattin Demirtaş
temsil ediyor. AKP’nin kendi döneminin bir ürünü olmasına rağmen, AKPciliğin kafasının basmadığı Gezi ruhunu,
anti-otoriter zihniyeti, başkasının derdiyle empati duymayı,
haksızlığa isyanı Demirtaş’ın temsil ettiği zihniyet taşıyor.
Üstelik Gezi’ye karışmış olan Kemalist ve laikçi kaygılarından kurtulmuş bir zihniyet bu... Çok daha uzlaşmacı, küfretmeyen, mizah yapan ve gerçekten bu toprakların adalet
taleplerini bünyesinde toplayan bir yeni dil...
“Affedersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni” diyebilen
bir ırkçılığın kol gezdiği bir diyarda “Gezi +” yeni bir soluk... Gezi’nin tecrübelenmiş, damıtılmış dili...
08
BasHaber SÖYLEŞİ
09 - 15 Ağustos 8
2014
BAĞIMSIZLIK
Kürdistan’da self determination mümkün mü?
B
Hamiyet Çelebi
ağımsızlık tartışmaları kapsamındaki dizi
yazısının bu bölümünde Kürdistan Bölgesi’nin Irak
Merkezi Devleti’nden ayrılma
hakkının meşruluğu ve yasallığı kapsamında başlayan
tartışmalara katkıda bulunmak için uluslararası hukuka
göre Self Determination
Hakkı’nın (SDR) iç ve dışsal
nedenlerle uygulanma imkanı
olup olmadığını dünyadaki
kimi örnekleri de gözeterek
inceleyeceğim.
Birleşmiş Milletler (BM)
1991-2003 yılları arasında
688 Nolu karara dayanarak,
36. paralelin kuzeyi ve 32.
paralelin güneyinde kalan
bölgeyi uçuşa yasak bölge ilan
ederek Kürdleri Saddam’ın
soykırım politikalarına
karşı koruma altına almıştı.
2003 yılında Baas rejiminin
yıkılarak yerine federal bir
cumhuriyetin kurulması ise
Kürdleri bölgede önemli bir
aktör haline getirmişti.
Irak Federal Anayasası’na
göre ülkenin kurucu uluslarından olan Kürdler istikrarlı bir yönetim kurmayı
da başarmıştı. Başlangıçta
merkezi hükümet ile gerilimsiz ilişkiler ilerleyen
süreçle birlikte yerini merkezi
hükümetin tahakkümüyle
sonuçlanan çatışmalı ilişkilere bırakmıştır. Şii Başbakan
Nuri el Maliki’nin Kürdleri
ve Güney Kürdistan’ı hedef
alan olumsuz söylemleri,
çatışma sürecini derinleştirmişti. Orduyu Kürdlere karşı
silahlandıran, F-16 uçakları
satın alarak gözdağı veren
Maliki, Kerkük sorununun
çözümünü amaçlayan 140.
maddeyi işletmek bir yana
bölgeye Dicle Operasyon güçlerini yerleştirmiş, Irak’ın en
çatışmasız bölgesini bile militarize etmiştir. Diğer taraftan
bütçeden Kürdistan’a verilmesi gereken payı, Peşmerge
maaşlarını Kürd hükümetine
vermeyerek Kürdistan’ın
ekonomik olarak tahribine
ve halkın yoksullukla karşı
karşıya kalmasına yol açmıştır. Bir taraftan Kürdistan
bölgesinin yetki ve sorumlulukları kısıtlanmış diğer
taraftan ise merkezi hükümetin yetkileri genişletilmiştir.
Benzer baskılar Sünnilere
yönelik de geliştirilmiş, Sünni
Tüm Kürd partilerinin bağımsızlık konusunda yekpare bir görüntü çizmesi gerekiyor. Bağımsızlığın tüm partilerin ve örgütlerin talebi olduğu görüntüsü, dünya
kamuoyunda bunu Kürdlerin ortak talebi olduğu yolundaki görüşü destekleyecek.
Bu da meşruiyet tartışmalarına Kürd cephesinden verilen bir cevap olacaktır.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı
Tarık Haşimi hakkında idam
kararı alınmış, Maliye bakanı
tutuklanmış, birçok Sünni
ordu ve devlet adamı devlet
kurumlarından uzaklaştırılmıştır. Merkezi hükümet
süreç içinde bir Şii diktasına
dönüşmüş, Şiiler dışındaki
tüm halklar temsili demokrasinin dışına itilmiş, iktidardan uzaklaştırılmıştır. İŞİD
faktörü karşısında Bağdat’a
çekilen merkezi hükümet ve
güvenlik güçleri tüm halkı kaderiyle başbaşa bırakmıştır.
Kürdler ise yüksek yoğunluklu iç savaş karşısında kendi
topraklarını koruma çabasına
girişmiş, İŞİD tehlikesinden
kaçan Türkmen, KeldaniAsuri ve diğer azınlıklara
Kürdistan’ın kapılarını açarak
güvenlikli bir ortam sunmuştur.
Gelinen noktada; 2003’e
kadar Saddam’ın Baas
Partisi’nin Süni etnisiteli
diktatöryel merkezi hükümeti
tüm Irak’ı temsil etme kabiliyetini yitirmiş, temsili demokrasiden uzak Maliki’nin
Kanun Devleti Partisi’nin
baskın olduğu Şii etnisiteli bir
diktaya evrilmiştir.
Kürdistan bu tablo karşısında İç SDR’sinin yoğun
olarak ihlal edilmesine
sessiz kalarak mevcut durumu sürdürmekle Kürdistan
coğrafyasının istikrar ve
güvenliğinin sağlanması ve
barışın tesis edilmesi için
Dış SDR İlkesi çerçevesinde
ayrılık/bağımsızlık tercihi ile
karşı karşıyadır. Uluslararası
hukuk ve teamüller ile son
kuşak uygulamalar düşünüldüğünde Kürdistan tarihinde
hiç olmadığı kadar, bu gün
bağımsızlık ihtimaline/imkanına yakındır.
Seçenekler
1-Dış SDR Hakkı’na başvurmak isteyen Kürdlerin
bağımsızlık talebi uluslararası
bir mesele olup, uluslararası
hukukun dikkatle izlenmesini
şart koşmaktadır.
2-Gruplar arasında varılan
anlaşma ile devletin belirli
bir bölümünün statüsünün
belirlenmesi uluslararası
toplum tarafından kabul
edilmektedir. Bu halde tarafların anlaşması bir itiraz ile
karşılaşmamakta, devletin
statüsüne ilişkin yapılan anlaşmalar uluslararası planda
meşru kabul edilmektedir.
Örneğin Çek ve Slovak Cumhuriyetlerinin ayrılması durumu, Eritre ve Etiyopya’nın
ayrılma süreçleri bu kapsamda uluslararası meşruiyet
açısından ciddi tartışmalara
konu olmamıştır. Kürdistan
Hükümeti’nin bu hususu
gözetmesi, şartları bu yönüyle
zorlaması ileriki süreçte uluslararası meşruiyet sorununu
da çözecektir. Ortada varsa
bir müzakere masası, masayı
ilk terk edecek olan Kürdler
olmamalıdır. Keza, Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı
Mesud Barzani, geçtiğimiz
aylarda, sorunun çözümü
noktasında Çekoslovakya
Modelini dillendirmiştir.
3- Federal devlet anayasalarında, federe devletlerin
ayrılma hakları düzenlenmiş ise, bu anayasal bir hak
olarak kabul görmektedir.
Irak Anayasası bağlamında
duruma baktığımızda açıkça
bu hak ifade edilmemişse de
bu hakkın hiçbir zaman kullanılamayacağı yönünde de
bir madde yoktur. Dolayısı ile
Irak Anayasası’nda bu hakkın
düzenlenmemiş olması,
Kürdistan Bölgesi’nin mutlak
olarak ayrılma hakkına sahip
olmadığı anlamına gelmemektedir.
4-BM’nin Dostça İlişkiler
Bildirisi halkların geleceklerini belirleme hakkına riayette
özellikle “temsili hükümetin
varlığı”nı tartışma konusu
yapmaktadır. Uluslararası
planda da kabul gördüğü üzere Irak Merkezi Hükümeti demokratik ve temsili niteliğini
yitirmiş, Şii diktasına evrilmiştir. Nitekim liderlerinden
başlamak üzere Sünni halka
yönelik baskı ve yıldırma
uygulamaları İnsan Hakları
İzleme Örgütü (HRW) kayıtlarına bile düşmüştür. Kürdistan Bölgesinin anayasal
hakkı olan petrol gelirlerinden bir bölümünün gönderilmemesi, Kerkük Sorunu’nun
(tartışmalı bölgeler) anayasal
prosedür çerçevesinde çözülmemesi Kürdlere yönelik de
merkezi hükümetin görevlerini mutad ve her türlü
hukuki dayanaktan yoksun
olarak yerine getirmediğini
göstermektedir.
Tüm bunlara paralel olarak, yeni bir hükümet kurma
çalışmalarının yapıldığı
Temmuz ayı meclis oturumlarında Kürd ve Sünni milletvekilleri Irak Meclisi’ni terk
etmek zorunda kalmıştır.
Sonuç olarak Irak Devleti’nin
mevcut hali, saydığımız uluslararası belgeler çerçevesinde
Irak sınırları içinde yaşayan
halklara kaderlerini tayin
hakkını vermektedir. Kürdlerden, bu ortamda mevcut
durumlarını korumalarını
beklemek, dış SDR hakkına
başvurmasını hukuka aykırı
görmek, bizzatihi uluslararası hukuka aykırılık teşkil
edecektir.
6- Bağımsızlık aynı zamanda bir kamuoyu oluşturma
meselesidir. Dünya’nın her
yerindeki Kürdler bu konuda
lobi faaliyetleri yürütmeli,
eylemler düzenlemeli dünya
kamuoyu Bağımsız Kürdistan talebinin tüm Kürdlere
hasredilebilecek bir talep
olduğuna ikna edilmelidir.
Aynı şekilde hükümetin yürüteceği diplomasi faaliyetleri de bu kapsamda hayati
önemdedir.
7- Demokratik bir Kürdistan taahhüdü, Irak’ta tehlike
altında olan azınlık haklarının koruma altına alınması
Kürdistan’ın bağımsızlık
talebinin meşruiyetini sağlamlaştıracak diğer hususlar
olacaktır.
8- Uluslararası gözlemciler
nezdinde yapılacak olan bir
referandumda çıkacak olan
yüksek orandaki bağımsızlık
taraftarı oylar, uluslararası
kamuoyunun Kürdlerin Dış
SDR Hakkı’nı teslim edecek,
ileriki süreçlerde Kürdistan’ın
bağımsız bir devlet olarak tanınmasının önündeki önemli
bariyerleri aşmanın kapılarını
açacaktır.
DİYASPORA
9
SÖYLEŞİ
BasHaber
09 - 15 Ağustos 2014
09
Diyaspora bağımsızlığı destekliyor
B
asHaber’in “Bağımsızlık” konusuyla
ilgili yönelttiği ‘‘Bağımsız Kürdistan talebini nasıl karşılıyorsunuz” sorusuna
diyasporada yaşayan Kürd şahsiyetleri yanıt
verdi.
Hüseyin Turhallı – Hukukçu / yazar:
Bağımsız Birleşik Kürdistan’ın kurulması
için on yıl kadar savaşçı, komutan, yönetici
olarak görevler yürüttüm. Kayıtsız şartsız
Kürdistan’ın bağımsızlığını savunanlardanım.
Bağımsız Kürdistan idealini hedef edinmeyen
partileri ciddiye almadım. Uluslararası hukukun, doğal hukukun halklara tanıdığı bu hakka
karşı çıkmak utanç verici bir suçtur. Yani
halkların özgürlüğüne karşı işlenmiş suçlar
kapsamında değerlendirilen bir suç. Hukukçuyum ve Devletler Hukuku alanında bir süre
teorik çalışmalarım oldu. Birleşmiş Milletler
Ana Sözleşmesi başlangıç hükümlerinde
halkların ve bireyler zulme karşı direnmeleri
meşru ve hatta gerekli bir hak olarak görür.
Saddam, Esad, Humeyni ve TC’nin yaptığı
zulümleri bir bir anımsayalım. İnsan haysiyet
ve onuru karşısında isyan etmemek mümkün
mü? Yine Kültürel ve ekonomik haklar ile İkiz
Sözleşmeler’de yer alan hükümler var. Buna
göre “Kendilerini ayrı bir ulus olarak değerlendiren topluluklar, özgürce kendi kaderlerini
tayin etme hakkına sahiptirler” denir.
Şimdi Irak’a bakalım bir de Güney
Kürdistan’a. Bundan 11 yıl önce 30 dolar
olan aylık gelir şu an itibarıyla 10.000 doları
bulmuş. Buna karşı Irak ne durumda, halini
görüyoruz. Ortadoğu’da Kürdistan’dan daha
huzurlu bir ülke var mıdır? O halde bağımsızlık için neyimiz eksik? Hukuk, ahlak,
meşruiyet kuralları, 11 yıllık uygulama hepsi
bizi doğruyor. Peki neyi bekliyoruz?
Bağımsızlık bir haktır ve tarihte hiçbir dönemde olmadığı kadar Mesud Barzani böyle
bir fırsat yakalamıştır. Bu fırsatı mutlaka değerlendirmeli. Ancak nasıl olacağını ve zamanını kendisi belirlemelidir. Diğer bir ifadeyle
Bağımsız Kürdistan için bundan daha olgun
ve elverişli şartlar olamaz. Mesele zaman
mesele değil, an meselesidir artık. Bağımsızlığa karşı çıkanları “işbirlikçi, hain” olarak
görüyorum. Bağımsızlık benim hakkım.
Hiç kimse benim bu hakkıma dokunamaz.
Kendi kaderimi nasıl tayin edeceğime ben
karar veririm. Bu hak şahsa sıkı sıkıya bağlı
haklardandır, devredilemez, vazgeçilemez. Bu
davanın savaşçısı olarak Bağımsız Kürdistan
davasını tartışmayı zul bilirim.
Kani Xulam- Washington AKIN Yöneticisi: Kürdlerin kendi kaderini tayin etme
hakkı tartışmaları, 1. Dünya Savaşı dönemine
tekabül eder. Amerika’nın 29. Cumhurbaşkanı Woodrow Wilson, Kürdlerin ismini vermeden, yıkılan Osmanlı İmparatorluğu‘ndaki
halkların bagımsızlığını Amerika’nın savaşa
girme nedenlerinden biri olarak ileri sürdü
(Madde 12). Lenin aynı şeyi Avrupa’da zaten
savunuyordu. Daha sonra Birleşmis Milletler
Sözleşmesi bu hakki tüzüğune aldi. Fakat,
aradan 100 yıla yakın bir sürenin geçmesine
rağmen, Kürdler hala bu haktan yararlanamıyor. Sebebine gelince, insanlar melek değil ve
sözleşmeleri ile gerçekleri arasında, her za-
man büyük bir uçurum var. Bu uçurumu, bu
aralar, Güney Kurdistan’ın bağımsızlığı söz
konusu olunca kapatma imkanı ile yüz yüzeyiz. Olmamış bir elmayı ağacından koparırsan
ekşi olur. Güney Kürdistan, deyim yerindeyse, Kürdistan’ın diğer 3 parçası ile karşılaştırıldığında, tam da yetişmiş bir elmaya benziyor. Ufak bir sallantiyla Irak’tan kopacakmış
gibi bir durum arzediyor. Gereken meşruluğu
için uluslararası camiada zemin hazırlanması.
Darısı diğer Kürdistanlıların başına.
İbrahim Seydani-Yazar: Diğer tüm
onurlu milletler ve coğrafyalar gibi, aziz Kürd
milletinin ve Kürdistan vatanının da hür ve
müstakil bir şekilde yaşamaya hakkı vardır. Bu
hak, Allâh-û Teâlâ’nın verdiği ilahî bir haktır.
İmân ettiği Kitab’a sadık olan hiçbir Müslüman, Hristiyan veya Musevî, bunun tartışmasına dahi girmez. Bu tabiî ve ilahî hakkın
Kürdistan’ın güney parçasında tecelli ediyor
oluşu, elbette başta Kürtler’in kendisi olmak
üzere tüm hür vicdanlı milletler nezdinde saygıyla karşılanması gerekir. Kürdistan’ın hürriyet ve istiklâline karşı çıkan her birey, hareket
veya devlet, ister Müslüman (Şiî – Sünnî), ister
Hristiyan, ister Musevî olsun, en başta kendi
itikadına aykırı hareket ediyor demektir.
Hüseyin Narlı - Yazar: Bağımsızlığı prensip olarak doğru buluyorum. Kürdlerin kazanımıdır. Ama bir taraftan da İran ve Türkiye’nin
politikaları, plan ve stratejileri uzun vadeli
hesaplanmalı. Türkiye ile ittifakı yansıtan ya
da bölgede yaşanan kutuplaşmaya uygun bir
politika üzerinden bağımsızlık kurup ondan
sonra o istikamette gitmek öbür parçaların
aleyhinde gelişmeler doğurabilir. Barzani’nin
vizyonunu doğru buluyorum.
Işık İşcanlı - Yazar: Kürdistan’ın dört
parçasından birinde oluşacak bir bağımsız
Kürdistan devleti, „Kürd’üm“ diyen herkesin
hayalidir. Bu yaklaşık yüzyıldır dört farklı ülkenin esareti altında yasayan, her türlü kültürel
ve siyasal asimilasyona rağmen Kürdler’in
ortak ruhsal şekillenmesinin en onemli belirtisidir. Ulus olmanın ölçütüdür. Bağımsızlığa
karşı çıkmak, dünya halklarının uluslaşma
süreçlerindeki gelişmelere paralel olmayan
bir durumdur. Bu sosyolojik defekte rağmen
ortak hayallerimiz uluslaşma sürecinin artık
tamamlandığını, örgütlenme (devletleşme)
sürecinin de hayatın dayattığı bir süreçteyiz.
Kürd politik partilerinin içinde yaşadıkları
sürece bağlı olarak zaman zaman, yönetimi
altında yaşadıkları devletler ile birarada
yaşama isteği(!) ve stratejileri olsa da bu
Kürdler’in hayallerini değiştirmiyor. Güney
Kürdleri‘nin günümüzdeki devletleşme istemi hem sürece hem de Kürdlerin taleplerine
uygun. Ancak Ortadoğu‘da büyük bir kaosun
ve korkunç katliamların olduğu bir süreci
yaşıyoruz. Yaşanılan bu zorlu sürece rağmen,
gecikmiş devleti kurmanın zamanı. Bunu
hayata geçirmek iyi politik-diplomatik bir
beceri ve örgütlü bir savunma gücü gerektirir.
Su anda Kürdler bu imkanlara sahip. Örgütlü
güçlerden olan beklenti, yirmibirinci yüzyılın
başında bunu hayata geçirirken bir tek Kürdün ölmemesi (yeterince bedel odendi), ve
diğer parçalarda ki Kürdler’in de çıkarlarının
korunması ve güvenliklerinin sağlanmasıdır.
Sorun gücün maximum kullanılmasıdır. Bir
parcada ki bağımsızlığın bedeli diğer parcada
ki Kürd’ün hayatı olmamalı. Tıpkı söylendiği gibi ‘Kürdistan’ın her toprağı kutsal’ dır.
Ancak Kobane, Mahabad, Amed ve Musul da
ki her Kürd bireyi de, Kurdistan toprakları
kadar kutsaldır. Bağımsız Kürdistan’ın teminatı ulusal birliktir. Kürd örgütleri arasında
BasHaber gazetesinin konuyla ilgili yönelttiği ‘‘Bağımsız Kürdistan talebini nasıl karşılıyorsunuz” sorusuna diyasporada
yaşayan Kürd şahsiyetleri yanıt verdi.
koordinasyonu sağlayacak olan bir yapılanmanın acilen hayata geçirilmesi beklentimizdir. İnançlarından ve etnisitelerinden dolayı
boğazların kesildiği bir coğrafya da, kendimi
yönetme hakkımı kullanmak istiyorum.
Kadir Amaç - Yazar: Her şeyden önce
şu hakikati hatırlatmakta yarar görüyorum:
Ülkemizin ve halkımızın düşmanları her gün
ruhlarımıza ve gönüllerimize yönelik önce
tuzak, ardından suikast düzenliyor... Ülkemizi
ve halkımızı sevmezsek, onlara karşı ödevlerimizi yerine getirmezsek, uyanık ve tedbirli
olmazsak; her gün, ruh ve gönül atlasımızı
bölük-bölük çalmaya devam edeceklerdir.
Çünkü bunlar, şehirleri ve memleketleri yağmalayan bir kavimdir...! Bu zaviyede Kürtlerin
Guney Kürdistan’da devletleşmeleri Muazzam
bir kazanım olacaktır. İlk başlarda çok büyük
sıkıntılarla boğuşacağı muhakaktır... Lakin Güney Kürdistan siyaseti öncelikli olarak milli ve
bilimsel bir siyaset izlerse, farklı inanç ve düşünce gruplarını pluralist politikalarla koruyup
ve bu farklılıkları bir kültür haline dönüştürmeyi başarırsa; dört parçaya bölünen Kürtlerin
en kısa zamanda birleşmesine vesile olacaktır.
İkincisi; Siyasi- sosyal-ekonomik- psikolojik ,
mistifikasyon ve komplikasyonlarından kurtulmuş olacak. Bu şu demek oluyor artık: Hiç
bir işgalçi güç Kürd milletinin iradesi üzerinde,
tasalut ve istibdat unsuru olmayacaktır. Kürd
milletinin ortak iradesiyle vücud bulacak olan
bu siyasal egemenlik mekanizması ,bu milletin
istikbalini ve yazgısını belirleme ehliyetine
sahip olavaktır. Kürd milletinin, iktisadi ve
ictima hayatında kölelik, sefalet, fakirlik,
ümitsizlik, tereddüt, ihtilaf, karamsarlık ve
güvensizlik dönemi kapanmış olacak; Allah’ın
izniyle, yerine özgürlük, siyasal egemenlık,
şeref, aşk, sevgi, bilgi, zenginlik, güven, birlik,
dönemi başlamaış olacak.
Nicat Cebrayilov - Azerbaycan Kürd
Gençleri Teşkilatı Başkanı: Son yaşanan hadiseler bağımsız Kürdistan devletinin
kurulmasının kaçınılmaz oldugunu gösteriyor. Bu konuda Mesud Barzani’nin yürüttügü
siyaseti destekliyoruz. Bizler de artık istiyoruz
ki bizim de bayrağımız diger ülke bayrakları
arasında gururla dalgalansın. Hepimizin kalbi
Bağımsız Kürdistan ateşiyle yanıp tutuşuyor.
Bu yolda yüz binlerce şehid verdik. Yeryüzünde öyle bir halk yok ki nüfusu altmış milyondan yukarı olsun ama bir devleti olmasın.
Her zaman ihanete kurban gitmişsiz. Artık
Özgür Kürdistan Devleti bizim hakkımızdır.
Biz Azerbaycan Kürdlerinin yüreği daima
Kürdistan’ın dört bir parçasında yaşayan kardeşlerimizin yanındadir. Umud ediyoruz ki
çok yakında Kürd halkının da yüzüne güneş
doğacaktır.
Hasan Îrandost - Yazar: Kürdler kendi
kararlarını verebilmeli, geleceklerini tayin
hakkı olmalıdır. Yarın öbür gün dünya Kürdlerin bu kararı için ne der bilinmez ama öyle
gözüküyor ki ekonomik şartlarla bağlantılı
olarak olumlu yaklaşacaklardır. Bu mesele
biraz da komşu halkların bakışına da bağlıdır.
Bunun referandumla yapılması lazım ve bu
referanduma diğer parçalardaki Kürdler de
dahil edilmelidir.
10
BAĞIMSIZLIK
BasHaber
09 - 15 Ağustos 2014
Bağımsızlığa destek büyüyor
K
ürdistan Bölgesel Yönetim
Başkanı Mesud Barzani’nin,
Kürdistan Parlamentosu’ndan
bağımsızlık referandumuna hazırlık
için komisyon oluşturularak 90 gün
içinde referandum tarihi belirlemesini
istemesi ve dünyanın farklı ülkelerinde
yapılan bağımsızlık kampanyaları uluslararası kamuoyunda yankı bulmaya
devam ediyor.
Kürdistan için Bağımsızlık
Obama’ya sunulacak
Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı için
yürütülen çalışmalar büyük bir hızla
devam ediyor. Uluslararası alanda
devam eden çalışmalar, özellikle Beyaz
Saray’ın resmi internet sitesinde başlatılan bağımsızlık için imza kampanyası
uluslararası alanda yankı uyandırdı.
Beyaz Saray’ın sitesinde Güney
Kürdistan’ın bağımsızlığı için toplanan
imza sayısı kısa sürede 86 bin civarında
ulaştı. Giderek artan bu sayı 100 bine
ulaştığında, toplanan imzalar Başkan
Obama’ya sunulacak ve Beyaz Saray‘da
Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı gündeme gelecek. İmza kampanyasında
Obama‘nın Kürdleri ve bağımsız bir
Kürd devletini desteklemesi gerektiği
vurgulanıyor.
Kampanyanın açıklama metninde,
Kürdistan Bölge Başkanı Mesud
Barzani’nin, uzun bir süreden beridir
Kürdistan Bölgesi’nin bağımsız bir
devlet olması için çalışma yürüttüğü
belirtilerek; bağımsız bir devlet olması
halinde Kürdistan’ın Ortadoğu’da
demokratik bir yönetime ve zengin
doğal kaynaklara sahip bir ülke olacağı
belirtiliyor. Bu özellikleri sayesinde
ABD ve Batı ile güçlü ilişkilere sahip
olabileceği belirtilen açıklamada bu
yapılanmaya önem ve destek verilmesi
gerektiği ifade ediliyor. Beyaz Saray’ın
“whitehouse.gov” adresli resmi web
sitesinde yer alan dilekçe bölümünde
başlık açılarak imza toplayabiliyor.
Bağımsızlık kampanyasına verilen
imza sayısı 22 Ağustos’a kadar 100 bine
ulaştığı taktirde konu ABD Başkanı’na sunuluyor. Kampanyaya imza vermek
için açılan link:
https://petitions.whitehouse.
gov/petition/support-kurdish-independence/wk7K9SSp
Change.org’da kampanya
Dünyanın en büyük imza kampanyası
platformu olarak bilinen Change.org sitesi de ‘’Kürdistan’a Bağımsızlık’’ başlığı altında İngiltere hükümetine sunmak üzere
Kürdistan Toplumuna Destek Platformu
Direktörü Rizgar Eli imzasıyla bir imza
kampanyası başlattı. Rızgar Eli başlatılan
imza kampanyası ile ilgili olarak, amaçlarının Kürdistan‘ın bağımsızlık konusunu
İngiltere’de gündeme getirmek olduğunu
söyledi. Change.org sitesinin açtığı
kampanyanın linki şöyle:
https://www.change.org/en-GB/
petitions/uk-government-supportthe-independence-request-ofkurdistan-region-of-iraq
Mesrur Barzani’den destek
Beyaz Saray sitesinde başlatılan anket Kürdistan Bölgesi’nde de ilgiyle izleniyor. Ankete katılım oranının yüksek
olduğu Soran‘da, Soran Üniversitesi,
Beyaz Saray imza kampanyasına destek
amaçlı bir çalışma başlattı. Öğretim
üyeleri ve uzamanlar gözetiminde yapılan çalışmada imza sayısı 83 bin’i buldu. Kürdistan Asayiş Ajansı Danışmanı
Mesrur Barzani’nin de imzacı olduğu
kampmayada binlerce imza toplandı.
Bu arada „Bağımsız Kürdistan
Referandumu“ isimli organizasyonun
bağımsızlık için gösteri ve mitingler
düzenleyeceklerini açıkladı. Kürdistan‘daki azınlıkların çoğu da bağımsızlık kampanyasına katılıyor. Özellikle
Keldani ve Süryanilerin tepkisi oldukça
olumlu.
Musul’un IŞİD ve diğer Suni güçler
tarafından ele geçirilmesinden sonra,
Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud
Barzani, Irak’ta artık geriye dönüşün
imkânsız olduğunu söylemiş, Kerkük
ziyaretinde Bağımsızlık referandumuna
gidileceğini açıklamış ve bağımsızlık
referandumuna hazırlık yapması için
Kürdistan Parlamentosu‘nda bir komisyon kurulması talimatı vermişti.
Kuzey’de kampanya devam ediyor
Bağımsızlık için Kürdsitan’da
başlayan imza kampanyası da devam
ediyor. Platform a Demokratên
Kurd (PDK) bünyesinde yürütülen
kampanya Kürdistan’ın birçok ilinde
devam ediyor. Türkiye‘deki çalışmalar
hakkında BasHaber’e konuşan PDK
Sözcüsü Tahsin Sever çalışmaların
devam ettiğini, bu çalışmaların farklı
illerde de devam etmesi yönünde talep
aldıklarını belirterek; „Diyarbakır‘daki
ses bombalı saldırı da normaldir, çünkü
bu süreç ve yürütülen kampanyalar
bazı kesimler tarafından sindirilemiyor.
Bunu da doğal karşılıyoruz ama bu
bizim çalışmalarımızı hiçbir şekilde
durduramayacak’’ dedi.
ABD‘deki imza kampanyası hakkında
görüşlerini sorduğumuz PDK Sözcüsü
Tahsin Sever, „Bağımsızlık tüm dünyadaki Kürdlerin sorunudur. Diasporanın da önemli görevler üstlenmesi
gerekiyor. Amerika bu meselede kendi
çıkarlarını esas alsa bile, Kürdlerin devletleşmesi Amerikan’ın çıkarlarına ters
düşmez. Bundan sonra Amerikan’ın
Kürdlerin bağımsızlığına karşı olacağını düşünmüyorum.’’ dedi.
İmza kampanyasına bir süre belirlemediklerini ifade eden Sever, somut
bir netice elde edilene kadar bu çalışmanın devam edeceğini, bunun sadece
Güney Kürdistanı ilgilendirmediğini,
dört parçadaki bütün Kürdlerin taleplerini yükseltmek için büyük bir fırsat
olduğunu belirterek, imza kampanyaları dışında, konferans ve paneller gibi
farklı etkinliklerle devam edeceklerini
söyledi.
Sever, imza verenlerin 10 binlerle
ifade edildiğini belirtterek, kampanya
için Batman, Diyarbakır ve Mardin’de
sokağa inildiğini ve çok olumlu tepkiler
aldıklarını belirtti: „Bu çalışmayı yaparken sokağa indik. Batman, Diyarbakır
ve Mardin‘de beklediğimizin üstünde
ilgi gördük. Bunu diğer bölgelerde de
yaygınlaştırmayı düşünüyoruz. Zaten
başka illerden de arayıp neden burada
da yapmıyorsunuz gibi bir talepler de
var. Bu kampanyayı bu şekilde genişletmeyi düşünüyoruz’’dedi.
Almanya’dan kampanyaya yoğun destek
Almanya’da yaşayan Kürd kurum
ve şahsiyetleri de bağımsızlık için
Güney Kürdistan’a destek kampanyasına hız verdi. Geçtiğimiz Pazartesi
gününden itibaren Başbakan Angela
Merkel’e sunulmak üzere başlatılan
imza kampanyası ile Almanyalı Kürdler, Federal Hükümet‘in “Kürdlerin
bağımsızlık talebine destek” vermesini ve harekete geçmesini istiyor.
Kürd kurumları geçen haftalarda da
Merkel’e “Kürdistan’nın bağımsız-
lığına destek verilmesi için” açık bir
mektup sunmuşlardı.
“Federal hükümete talep Kürdistan’ın bağımsızlığını destekle!”
başlığıyla kamuoyuna açılan imza
kampanyasının ilk imzalayacıları
arasında Nizamettin Arıç, Xelîl Evîn,
Yousif Zuber gibi müzisiyen ve sanatçılar ile Civata Kurd/Almanya Kürd
Toplumu (KGD), KOMKAR-Almanya,
Heveldana Partiya Kurdistanî (HPK),
Tehdit Altındaki Halklar Örgütü
(GfbV) ve Almanya Kürd Doktorlar
Birliği (Verband der kurdischen Ärzte
in Deutschland e.V) gibi kurum, parti
ve kişiler de bulunuyor.
Amerika’daki “Kürdistan İçin
Bağımsızlık” kampanyasını örnek
alan Almanyalı Kürdler çağrılarında,
“Kürd halkının kendi kendisini yönetmek için kendi geleceğini belirleme
hakkına” destek vermesi için Alman
hükümetinden aktif destek talep
ediyor.
BasHaber
09 - 15 Ağustos 2014
Wekîl Mûstafaev:
Bağımsızlık istemeyenler
ferasetsizdir
K
ızıl Kürdistan’ın yıkılmasından sonra, 1990’lar- iki ay sonra seçim yapacaktık. Seçimsiz olmazdı. Ordu
da yeniden bağımsızlık ilanı için harekete
kuramadığımız için o seviyeye gelemedik. Kürdler
geçen Kafkas Kürdleri Wekîl Mûstafaev önderkurmamızı istemedi, bize destek vermediler. Müslüman
liğinde harekete geçti. Ermenistan ve Sovyetlerin desKürdler yardımımıza gelmedi. Laçin Kürdistan’ı iki ay
teğine rağmen bağımsızlık kurulamazken, Mustafayev
devam etti. Bütün dünyadan gazeteler ve kişiler geldi.
diğer parçalardaki Kürdlerin destek vermediğinden
Mesele bütün dünyaya yayıldı. Orası bizim topraklarıyakınıyor. Öcalan’dan da bir gerilla birliği istediğini
mızdı ve tarihi bir izin çıkmıştı. Biz kanunlara göre her
ancak bu isteğin yerine getirilmediğini aktaran
şeyi yaptık.
Mustafayev, bu günlerde gündemde olan bağımsızlık
* Apocular burası bize lazım değil dedi. Apocularda
konusunda ise dikkat çekici açıklamalarda bulundu.
bir şekilde bırakmadılar. O zaman Mahîr Welat geldi.
Bağımsızlığın Kürdistan ve Kürdlerin en kutsal
Bizim Kürdistan’a ihtiyacımız yok dedi. Biz büyük
talebi olduğunu ifade eden Mustafayev, “Bağımsızlık
Kürdistan’ı istiyoruz ve miletimizin 5 parça olmasını
istemiyorum diyenlerin
istemiyoruz. Rus Hükümeti ve
Kürdler birliğini oluşturmak
yeri tımarhanedir. Onlar
Mahîr Welat’la bir araya geldik,
kafayı yemiş. Ben bağımzorunda, birlik olamıyoruz. Birlik tartıştık. Rusya içinde size bir
sızlık istemiyorum diyen
kaç yer verelim dediler, madem
kişilerin eliyle yapılır, tarihide
ferasetsizdir bana göre” diye
Kürdistan kurulmadı durum
konuştu. İtalya’da yaşayan
sakinleşene kadar milletinizi
kişiler yapar. Biz çobansız
76 yaşındaki Mustafayev,
oraya götürün dediler. Mahîr
sürü gibiyiz.
BasHaber’e konuştu.
Welat ona da hayır dedi. Onunla
1961 yılında Ruslar’ın Kafkas Kürdistanını
kavga ettik. Ben onlardan 200 tane gerilla istedim.
dağıttığını ve ondan sonra Kafkas Kürdlerinin
Bana dediler ki Apo seni çağırıyor ve iki genç beni göasimilasyona tabi tutulduğunun altını çizen Mustatürmeye geldiler. Ruslar dedi ki; “Wekîl yalnız başınadır
fayev, “36-37 yılında Seyîd Riza’nın isyanı başladı
siz niye hem kendi hem de onun evini yıkıyorsunuz
bizi de Kırgızistan ve Kazakistana sürgün ettiler.
Kürdistan’ın kurulmasına izin verin.” Welat hayır dedi.
Ben 38 yılında dünyaya geldim. Bizim her şeyimiz
97’de ben Apo’nun yanına gittim, Şam’da. Üç defa beni
Ermenistan ve Azerbeycan’da. Gelip onlara devlet
çağırmıştı. Ailemle birlikte beni savaş için dağa gönderkurdular biz devletsiz kaldık. 70 yıl içinde Ruslar
mesini istedim, savaşmak istiyordum. Eşim binbaşıdır,
bizi 4 defa jenoside tabi tuttular. Kürdler o zaman
iki oğlumda pehlivandır. Biz savaşçı bir aileyiz. Laçin
Kırgızistan ve Kazakistana sürgün edildiler. Ben Kızıl
Kürdistan’ın durumunu ona anlattım. Birkaç gerilla
Ordu askeriydim. Savaşta zabitlik yaptım. Omuzuma
yardımımıza yolla dedim, olmadı sonuçta.
yıldızlar taktılar. Hem savaşta hem de istihbarat da 33
* Biri sosyalizm, biri komünizm biri bilmem ne istiyıl çalıştım. Ruslar ve Kürdler 200 yıl boyunca düşyor. Biz bağımsız Kürdistanı istemiyoruz diyen namumandılar. Onlar da Türk, Arap, Farslar gibi Kürdlere
suzdur. Onlar kafayı yemiştir. Ordu içinde bir asker ben
yaklaştılar, Kafkasya’da aynısını Kürdlere uyguladılar.
bağımsızlık istemiyorum dese komutanları başına sıkar.
Orta Asya’nın petrol ve gazı Türkiye’ye gitmesin diye
Birlik isteyenler kendilerine bir önder bulmak zorunRuslar Kürdistanı kurmaya karar verdi. Ermeniler de
dalar. Şimdi bizim üç önderimiz var biri hasta, biri esir
biliyordu ki Kürdlerin toprağı olmadan denize açıbiri de Kürdistanı kuruyor. İnsan düşünebiyorsa şimdi
lamazlar. Ermenistan’ın etrafı sarılmıştı, Gürcistan,
ki liderin Barzani olduğu ortada. O partisi ve aşireti
Azerbaycan ve diğer devletler tarafından. Dolayısıyla
savaş içinde büyümüşler, Kürdistan için savaşıyorlar.
bağımsızlığımıza taraftardılar” diye konuştu. Wekil
Hiç bir zaman hainlik yapmamışlardır. Ben gönülden
Mustafayev’in konuşmasındaki bazı satırbaşları şu
Barzani’yleyim. Ben bir hatasını görmüş değilim.
şekilde:
Rojava bugün kendin bir lider seçti, Salih Müslim. Biz
* O zaman bizim nüfusumuz 70 bin civarındaydı.
Kürdistanı istemiyoruz diyorlar, peki sen ne istiyorsun.
Gorbaçov Kürdistan’ın kurulmasına karar vermişti.
İtalya ve İsveç’e uygun olan kantonları istiyorum diyor.
Kurulma kararımız 2 ay sonra gerçekleşecekti. Gobel
3 tane kanton kurulmuş, kimin için kurdun bunları.
Antlaşması’nda hileyle Laçin ve Kelbecer Ermenilere
Ben iki üniversite bitirdim kantonun ne olduğunu
verildi. Bu yüzden Ruslarla planımız gerçekleşiyi biliyorum.
medi. Êzdî Kürdler bu antlaşma için ayağa
* Kürdistan’a dönmeyi elbette isterim.
kalktılar, ve silahla direneceğiz dediler. Bizim
Kafkas Kürdistanı artık yenilmiştir, oraya
cehşlerimiz Müslüman Kürdlerin gelmesini
gidip bir şey yapamazsam çok incinirim.
engellediler. Biz bağımsızlığı ilan etmeye
Onun için gitmiyorum. Diğer parçalar
yaklaşınca Azerbaycan yalanlarla dedi ki; siz
özgür olmadığı için gitmiyorum. Güney
bağımsızlık ilan ederseniz biz yarım milyon
Kürdistan şimdi özgür ama gidince para
Azerbeycan Kürdünü bir gecede
istiyorlar. Herkes para istemek için
öldürecez. Bunun için imgidiyor. Şayet ben gidersem benim
dadımıza koşan Kürdler
içinde aynısını diyebilirler. Böyle
de korkmaya başladı.
bir söylenti benim için ölüm* Kürdistan’ı kurmadür. Ama oranın yönetimi
ya çalıştık ve bende
beni çağırırsa ben gidelideri seçildim. Biz
bilirim. Ben bağımsız
şartları oluşturduk
Kürdistanı görmeve Kürdistan’ı ilan
den ölmeyeceğim.
ettik. Başbakan ve
O zamana kadar
ölmeyeceğim.
diğer yöneticilerin
seçilmesi için
HABER
11
Selocan Haçağutyun
gı mağtem!
FİLORİTA ULUK BENLİ
Egemenlerin ağzında “Azınlık, gavur öteki
’nden daha da çirkin “olarak kullanılmaya ve
incitilmeye hazır Ermeni adımızı ağzında hiç
hırpalamadan saygıyla, sevgiyle eşitleyen tek
C.Başkanı adayı Sayın Selahattin Demirtaş ;
adaletsiz sistemin adil olmayan seçim yarışında, bu defa gözü açılan biz Ermeni’ler, yarım
ağızla ‘ Haçağutyun gı mağtem ‘ (başarılar dilerim) demekle kalmıyor, gönül rahatı ile tercihimiz olan seçim
çalışmalarına canla başla katılıyor ve seni desteklemekten onur
duyuruyoruz.
Biliyoruz ki; 1915 Ermeni soykırımını, taziye maskesi takıp
‘savaş zamanında karşılıklı olmuştur’ diyerek bizimle dalga geçen
bir cumhurbaşkanı adayı başbakanın ve iki yüzlü samimiyetsiz siyasilerin olduğu ülkemizde,doğal ve adil olan duruşuna teşekkür
etmek saygısızlık olur. Ancak; cesaretin, açık sözlülüğün ve eşitlikçi yaklaşımın ne kadar takdir edilecek bir durumsa,bizzat tanık
olduğum örnek tutumu da bir çok insanın düşüncesini olumlu
yönde değiştirip insanlığa fayda sağladığı için, başta bir Ermeni
olarak kendim ve tüm dünyada ezilen halklar ve kimlikler adına
yürekten teşekkür etmeyi borç bilirim.
İçimdeki coşkuya hakim olamadığım ve eksiklerimi kusur
görmeyeceğinden emin olduğum için, saygısızlık olarak algılanma endişemi bile ona duyduğum hayranlık ve sevgi ile eritip, resmini çizme cür’etini gösterdim. Hatta biraz daha ileri giderek iki
yanına üzerinde haç olan iki tane mum çizerek çiçeklerle süsledim. O kadar yüreğimden, ailemden bildiğim bir yakınım, bir o
kadar da,bu zorlu süreçte güvenebileceğim yoldaşımdı. Bu duygu
ve düşüncelerimi becerebildiğim kadarıyla “Selocan kezi hed enk
“ (Selocan seninleyiz) diye yazıp somutlaştırdığım bir tablo ile
Şişli Kent Kültür Merkezine ‘Yeni Yaşam Çağrısı’ toplantısına
gitmeden önce; siyaset alanında Kürt kimliği , aydınlık beyni,eşit
yurttaşlığa olan inancı ve onurlu mücadelesinden aldığı güçle
kendisi biricik olan Demirtaş’ın şahsında Ermeni’ler olarak bir
çok ilkleri yaşadık.Onun ait olduğu siyasi partiye daha önce hiç
oy vermeyen bir çok Ermeni kadının isteği ile başka ilki gerçekleştirmek için beyaz üzerine mor renkle “Haraçtimagan hay giner
“ (İlerici Ermeni kadınlar ) yazıp, Taksim’in göbeğinde kendiliğinden oluşan, küçük korsan eylemimizi bir fotoğraf ile ölümsüzleştirdik. Öncesinden ona Selocan denip denmediğinin bilgisine
sahip değildim. Ona ailemden biri, bir yakınım gibi hissettiğimden tüm sevdiklerime yaptığım gibi onun adını da Selocan olarak
değiştirirken bile, sahiciliğinden ve samimiyetinden hiç kuşku
duymayacağım bu insanın duygularımı anlayacağına olan güvenimle tereddüt etmedim hiç. Ve üzerimize küme düşürülen, tüm
ezilen halklar gibi Ermeni’ler olarak bizde Selocan’ı çok sevdik.
Hiç ummadığım, tahmin etmeyeceğim insanlardan ona yakıştırdığım bu isimle destek sunmak adına hitabedenlerin sayısı çoğaldıkça, Ermeni’lerin 1915 ölüm uykusundan hiç uyanamayacağına
dair endişemin yerine, içimdeki bastırılmış kırılgan umut güçlenerek canlandı.Türkiye ‘de, kendi öz vatanımızda ‘azınlık, renk
ve zenginlik’ denmesinin bile bizi inciten dilinden uzak,farklı etnisitedeki insanların kültürleri arasında bir köprü olmayı başarıp,
ortak mücadele etrafında gerçek bir sevgi ve güven bağı ile toplamayı başardı. Bu toplumsal uyanışına vesile olan seçim süreci,
gelecek güzel günlerin kazananı olacağımızın habercisi olarak
tarihte yerini alacaktır.
Yaşadığımız ülke böyle bir birliğin ve beraberliğin eşiğinden
atlarken, Kürdistan ‘da Kürt’lerin ulusal birliğine tehdit olabilecek bölge devletlerinin gizli /açık tutumlarına ek olarak yaşanan
korkunç IŞİD terörüne son vermek, kendi kaderlerini tayin etmek konusunda bunu bir fırsata dönüştürmek için,tüm Kürt’lerin
birlikte mücadele yürütmelerinin biz Türkiye ‘de yaşayan farklı
ve ezilen milliyetlere örnek teşkil edip ilham vermesini umuyorum. Dünyanın her yerinde, özgürlüğe ve eşitliğe açılan bu meşakkatli yolda yürüyenlere bin selam olsun. Kaybettiğimiz her
canın da mekanı cennet olsun...
BasHaber SÖYLEŞİ
09 -15 Ağustos12
2014
SÖYLEŞİ
Mehmet Altan:
IŞİD bağımsızlığı meşrulaştırır
Petrol, Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı için çok önemli mi sizce?
Cesim İlhan
IŞİD’in Musul saldırısı ardından
bölgede katliamlar yaptı. Özellikle
Kobanê üzerine saldırılarını arttırdı, ardından Güney Kürdistan’da
Şengal’e saldırdı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
IŞİD bölgede şüphe doğuracak kadar rahat
bir hale geldi. Başta sadece Sünni bölgeleri
ele geçirdi, şimdi başka bölgeleri ele geçirme
noktasında kendisinde bir güven görüyor,
yavaş yavaş Kürd ve Sünni bölgelerinin
dışında da bir etki alanı yaratmaya çalışıyor.
Benim Irak’ta gördüklerim şuan itibariyle
ABD katiyetle bölünmesini istemiyor. Ama
belirli vadede buranın mümkün olduğu
en büyük düzeydeki bir anlaşmayla ya Şia,
Sünni, Kürd olarak ayrışması ya da en iyi
ihtimalle bir federasyon haline dönüşmesini amaçlıyor ama çatışmayla, kanla ileriye
yönelik büyük sıkıntıları getirecek bir şekilde
değil, daha sühunetle, daha barışçıl bir şekilde zamana yayılarak gerçekleşmesini istiyor.
Yani birinci dünya savaşında belirlenen
sınırlar zorlanıyor muhakkak ki değişerektir,
Kürdler çok önemli bir aktör olarak ortaya
çıkıyor. Ama üzüntü veren durum hala
Ortadoğu’nun ırk, din, mezhep üzerinde
ayrışma düzeyinde kalmış olmasıdır.
IŞİD’in Ortadoğu’da etkinliğini artırması ile birlikte Güney
Kürdistan’ın bağımsızlığı da öncesine göre daha yoğun gündeme geldi.
IŞİD’in bölgede var olması Güney
Kürdistan’ın bağımsızlığı için bir
etkisi oldu mu?
Ben IŞİD’in dünya dinamitlerinin dışında
tek başına hareket ettiğini düşünmüyorum.
Uluslararası sistem IŞİD hareketlerinden
çokta şikâyetçi, çokta fazla kayba uğruyor
gibi durmuyor, tam tersine IŞİD’in varlığından yararlanıp bölgeyi istedikleri doğrultuda
şekillendiriyorlar gibi geliyor. IŞİD’in oraya
girmesi ilk önce Kerkük’ü çözdü. Kerkük
çok sıkıntılı bir bölgeydi, IŞİD’in sahnede
belirmesiyle Irak Kürdistan’ının bir doğal
parçası oldu. Hâlbuki en büyük sorundu
Kerkük. IŞİD bir tarafta büyük sorunlar
ortaya çıkarıyormuş gibi duruyor, ama bir
taraftan da bölgenin yeniden şekillenmesin-
BasHaber’e konuşan Prof. Dr. Mehmet Altan, IŞİD’in Kürdistan’a
saldırmasının Kürdlerin birleşmesine sebep olduğunu söyledi.
de vahşi bir katalizörü oluyor. IŞİD’in şuan
bölgede var olması Kürdlerin orta vadede
Irak’ın federasyona dönmesi ya da ayrışması
halinde kendi varlıklarını, kimliklerini ve siyasal oluşumlarını kolaylaştıran rol oynuyor,
üstelik birleştiriyor hepsini.
IŞİD Kürdlere ne kazandırdı ve ne
kaybettirdi?
Şimdi IŞİD’in yaptığına baktığımız zaman
kabul edilebilir bir durum değil; çoluk-çocuk, kadın, yaşlı herkesi öldürüyor, vahşet
saçıyor. Kendi başına bir din kurmaya
çalışıyor. Bu vahşi, ürkütücü görüntünün
altında sistemin ne kadar acımasız olduğunu
görüyoruz. IŞİD en çok Kürdleri öldürüyor,
bu büyük bir acı. Siyasi bir tabloda analiz yapıldığı vakit, Kürdlere kazandırdığı şeyler de
vardır. IŞİD, Barzani, PKK, PYD, KCK aralarındaki siyasal rekabet ve çekişmeyi ortadan
kaldırarak onların birlikte hareket etmesini
sağlıyor. Sorunlu bölgelerdeki tartışmaları
ortadan kaldırıyor. Şimdi Irak Kürdistan’ındaki partiler arasında ki siyasi rekabetten
dolayı sıkıntılar vardı, IŞİD tehlikesi bunu
da ortadan kaldırdı. IŞİD Kürdlerin tek
cephe haline dönüşmelerini ve bölgede
potansiyel bir Kürd devletinin aktörlerinin
arasındaki ilişkilerinin nispi düzenlemesine
de yardımcı oldu. Yani ölümlerin acıları
olmazsa, siyasi açıdan yararı oldu Kürdlerin
bölgedeki varlığına. Yine IŞİD’in saldırıları
Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı meşrulaştırır, taraflarını çoğaltır. İnsanlar daha çok
hak verir. IŞİD’in yaptığı vahşi saldırılar
karşısında birleşmek ve bağımsızlık isteği
daha fazla taraf toplayacaktır. IŞİD tehlikesinin Kürd siyasetinin kendi başına yol alması
halinde bir sürü muhalefet, engel ve eleştiriyi ortadan kaldırıyor ve bağımsızlığa giden
yolu açıyor. Ayrıca IŞİD, Musul’a girdiği
zaman Kürdler de hemen Kerkük’e girdiler
ve burayı ele geçirdiler. Burası çok tartışmalı
referandum yapılamayan bir yerdi. Kerkük
aynı zamanda büyük bir petrol merkezidir.
IŞİD bölgede nasıl oluştu ve bölgede uzun süre kalabilir mi sizce?
Bölgede IŞİD’in işini kolaylaştıran en
büyük etken Sünni aşiretlerdir. Çünkü ilk
başta oraya 7500 kişi ile girdi bütün aşiretlerin yardımıyla yüz bini arttı gittikçe de
gücü arttı. ABD’nin Irak işgalinden sonra,
ciddi manada Irak’ta huzursuz bir potansiyel
oluşmuştu, IŞİD bu potansiyeli kendi lehine
göre kullanıyor. Sünni siyasetini yapan çoğu
kişi IŞİD’ten yana tavır aldı ve ona katıldı.
Bölgede uzun süre kalır mı? yani böyle vahşi, terör estirerek, radikal bir dinle kalacağını düşünmüyorum. Bir de benim sezdiğim
kadarıyla kendisine verdikleri rol bittikten
sonra kendisine de bir ayar çekerler.
Kürdistan ilk başta tabi ki petrolde büyük
yarar sağlar, nüfusu az, bağımsızlığını garanti altına alır, ama toplumsal huzurunu petrole dayalı olarak gelişmesini, kalkınmasını
yani nitelikli bir hale dönüşmesini tek başına
petrol sağlamaz. Sonuç olarak siyasetten
çözer ama sosyal olarak çok verimli hale getirmez. Kürdler 21. Yüzyılda çok önemli bir
aktör olarak Ortadoğu’da var olacaklar. Irak
Kürdistan’ına ve Rojava’ya baktığımı zaman
birer alternatif devlet olarak ortaya çıktılar.
Tabi bunları ayrı ayrı değil de büyük bir
bağımsız Kürd devleti olarak ortaya çıkması
kaçınılmaz gözüküyor. Dediğim gibi 21.
Yüzyılın yükselen gücü Kürdlerdir. Benim
izlediği, gördüğüm ve gördüğüm kadarıyla
Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı 2015 erken
gibi gözüküyor. Uluslara arası sistem ve ABD
bunu orta vade de düşünüyorlar.
Rojava meselesiyle birlikte Kürd
partileri arasında sorunlar da çıkmaya başladı. IŞİD’in saldırıları ile
birlikte Kürdler zaman zaman bir
araya geliyorlar. Sonrasında yine bu
bozuluyor. Bunu nasıl okumak lazım?
Şimdi Kürdler maalesef çok ezilmiş bir
halk. Ayrı ülkelere dağılmışlar, hiçbir zaman
devletleri olmamış. Bir taraftan çok zarif ve
nazikler ama bir taraftan da yüksek egolara
sahipler ve herkes bir yerleri yönetmek
istiyor. Ben hep söylüyorum 21. Yüzyılın en
önemli sloganı; “beni kimin yönettiği değil,
nasıl yönettiği” olmalıdır. Hâlbuki oralarda
yönetilenler önemli değil, yönetme kavgasında nerde durduğu var, illa bir şeyi yöneteceksin. Şimdi çok gelişmiş bir toplumsal yapı
olmadığı için siyaset üstünde yapıyorlar.
Onun için Kürdlerin kendi aralarındaki
siyasal rekabet de böyledir. Kürdlerin çok
önemli bir aktör olarak yükselmekte olduğu
bu süreçte siyasi yönetme ihtirasının daha
da kabardığı görüyorum. Bu nasıl düşmanlık haline gelmez, nasıl önlenir bunu
da demokrasinin kurallarını, demokrasinin
daha sağlıklı yaşama koşullarını, hukuku
sahiplenerek çözülmesi gerektiğini düşünüyorum. Tabi böyle durumların Kürdlerin
arasında olması zor bir durumdur.
IŞİD’in Musul’a girmesi, Kürd yönetimine avantaj
acı. Siyasi bir tabloda analiz yapıldığı vakit, Kürdlere kazandırdığı şeyler de vardır. IŞİD, Musul’a girdiği zaman Kürdler
de hemen Kerkük’e girdiler ve burayı ele
geçirdiler. Burası çok tartışmalı referandum yapılamayan bir yerdi. Kerkük aynı
zamanda büyük bir petrol merkezidir.
Yine Kürdlerin en büyük sorunlarından
bir tanesi de PKK/PYD ile Barzani arasındaki rekabetti. IŞİD’in saldırı bu rekabeti
ortadan kaldırıyor. IŞİD’in saldırıları Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı meşrulaştırır, taraflarını çoğaltır. İnsanlar daha çok
hak verir. IŞİD’in yaptığı vahşi saldırılar
karşısında birleşmek ve bağımsızlık isteği
daha fazla taraf toplayacaktır. IŞİD tehlikesinin Kürd siyasetinin kendi başına
yol alması halinde bir sürü muhalefet,
engel ve eleştiriyi ortadan kaldırıyor ve
bağımsızlığa giden yolu açıyor.
13
Şehir çocuğunun son kozu: Ciğercilik
Öztekin Çaçan
A
kşam saat sekiz Gazi
Caddesi’nde seyyar
kebap tezgâhları kurulmaya başlanmış. Caddeye
açılan dar sokaklardan kafasını uzatıp çevreyi kontrol
eden yarı ürkek gözler az
sonra “dezgeyi” kuracaklardır
kaldırıma. Ve yine az sonra
çoğu gençliklerini kafa yapan
“cığara” ile yakmış ciğer
ustaları yelledikleri mangalın
dumanıyla başlayacaklar ihtiyarlıklarını da köz etmeye.
“Gene duman altı Diyarbakır.” Çare yok, Amed bu dumana katlanacak. Öyle ise vur kebaba!
Tezgahta ciğer kebapçılığı herkesin özendiği bir iş değildir.
Genelde fakir ailelerde doğmuş “şehir çocuklarının” işidir.
Önemli bir kısmı gençliğini çalışmadan, okumadan, meslek
sahibi olmadan geçirmiştir. Ustaların çoğu gün gelmiş zaman
geçmiş aileleri tarafından “belki adam olur” diye evlendirilmişlerdir. Aslında çoğunun hikâyesi de tam buradan başlamıştır. Evde hanım, çoluk çocuk ve parasızlık beraber hücum
edince üzerlerine, çareyi ciğer tezgahı açmakta yani “son
kozu” oynamakta bulmuşlardır. Eş dost ahbaptan 500 TL
bulmak zor olamazsa eğer 5 kilo ciğer ile biraz öteberi tezgah
işine başlayabilirsin artık. İlerde paran olursa el arabasına
geçip birkaç da kürsü, masa yatırımı yaptın mı olay tamam.
Bütün sokak başları yer tutabilirsen, diş geçirebilirsen senindir artık. Hepsi öyle “son koz” değildir tabii, kimisi de kebapçı çıraklığından terfi etmiştir ustalığa ve kendi tezgâhını
kurmuştur. Hatta bir kısmı da ciddi zengin olmuş yükünü de
tutmuştur. Ciğerci Muharrem usta ve meşhur tavacı Recep
ciğercilikten gelmedir. Zaten meslek silsilesi hep aynıdır.
Fakir ve çaresizsen, tezgâh ciğerciliğiyle başlayıp kebapçılığa,
lokantacılığa buradan terfi edersin. Mekân sahibi olursun.
Ama tezgâhta ciğercilik lokantacılıktan da kebapçılıktan
da farklıdır. Neden mi? Çünkü küçe başında yani sokakta
çalışırsın. Daha mekân sahibi olmana çok var demektir. Ya
nasip. “Yelle babo kömüri bir kuş daha düşti” (kebabı yelle
bir müşteri daha geldi manasında)
Kebap deyip geçmeyin
Özelliği ne diyoruz neden bu kadar “meşhur” bu kebap
cevap gecikmiyor Aziz (Ezo) ustadan “ağız tadı” diyor.
Cevabı bize göre tabi ki çok soyut kalıyor ama dedi bir
‘Fukara kebabı...’
Amed’i çok iyi bildiğine inandığım dostum Av. S. Bülent Yılmaz “fukara kebabı” der ciğer kebabına. “Bakmayın şimdi herkesin yediğine. Eskiden bu kebabı fukaralar
pişirir fukaralar yerdi” diye de ekledi. Zengin evlerde
“hayvan” kesilir amma nesi var nesi yok o gün pişirilmesi
gerekir buzdolabı yok bir şey yok. Ciğeri ya kesene ya da
mahalledeki “durumu olmayan” ailelere verilirdi. Alan
fukara ne yapsın ya yağda kızartarak, yahnisini yaparak
ya da kebap edip yerdi. Kasabın kestiği koyunun pahalı
kısımını zengin ucuz kısmını sakatatını ise ancak fukara
alabilirdi. Şimdi öyle mi? Değil elbet. Eskiden bu kadar
Yayın Yönetmeni: Faysal Dağlı
BasHaber Editörü: Yeter Polat
BasNûçe Editörü: Rawin Stêrk
Haber Merkezi: Cesim İlhan,
Aziz Tekin, Özcan Şahin
kere. “Açıklar mısın?” diye
bakıyoruz yüzüne Aziz ustayı
neden anlayamadığımızı bu
kez de o anlamıyor. “Ağız
tadı dedik ya anlamayacak
ne var?” Hayda şimdi gel de
çık bu işin içinden. Ağız tadı
demek kendine hazırlıyor
usta, kendisinin hoşuna
giderse herkes sever, yani
ustanın ağız tadı iyi ise
herkese sever o kebabı. Ağız
tadı eyi değilse ustanın bir
iki sene yeller mangalı sonra
bakar nanay iş olmuyor. Vınnn başka işe. Ağız tadından
“millet anlar” iyi kebabı. Aziz usta ciğer kebabı affedersin
“kola gibidir” diyor. Bir şok daha yaşıyoruz. Yine kebapçı
Ezo’yu anlamıyoruz. Mesela “afedersini” neden kullandı
yazarken bile anlayabilmiş değilim ama Amed’de lafa
değil ana fikre bakmakta her zaman için fayda vardır.
Devam ediyor Ezo: “Kola derken şunu diyorum yani
“herkes sever.” Kola gibi Arap’ı da içse sever Rus’u da
gavuru da. Yani bu Türkiye’de yaşayan herkes bu kebabı
sever” diyor. Kafamız biraz daha karışıyor tabii ama “ana
fikri” anladığımızdan eminiz. Bizim özetimiz şu; Ağız tadı
iyi olan usta tutulur, kola gibi ciğer kebabını da her yiyen
sever. Hızla topuk bize bu kadar karmaşa yeter. Biri değil
hepsi filozof bu ciğerci esnafının az ilerde Remzi ustanın
tezgâhı var Peygamber camiye karşı küçe başında. Oda
başka bir âlem. Remzi başlıyor sıralamaya; “Usta temiz
olacak. Gözü gönlü tok olacak. Müşterinin önüne koyduğu, domateste, sebzede ekmekte gözü kalmayacak…
Yanında nefsik (milletin yediğinde gözü olan) eleman
çalıştırmayacak.”
Sonra soluklanıyor Remzi usta: “Abê bu işi herkes yapmaz yapamaz” diyor ve devam ediyor. İpsizi, sutalı, efendisi, turisti, talebesi, memuru, askeri, polesi hepsini idare
edeceksin hepsinin dilinden anlayacaksın. Yoksa bizim
Remo gibi olursun. “Remo’ya ne olmuş” diye soruyoruz.
“Tezgahı benim karşımda kurardı yolun o tarafına.” Ee
diyoruz, devam ediyor; “Huyu çok pisti, kaburgası kalındı” cevabını alıyoruz. Esnaflık yapamadı zabıtayla polisle
kapıştı sürdüler onu buradan. Demek işin içinde zabıta
da var. Var diyor usta burada hepimiz kaçak duruyoruz
sadece bazılarımızın seyyar satıcılar odasına kaydımız
var ama oda kâfi değil tabi. Kaçak durumdayız. Anlarsın
ya zabıtasız olmaz bu iş. İlerliyoruz yol üzerinde daha çok
tezgâh var.
ciğer tüketimi yokken ciğer kebabıyla et kebabı arasında
neredeyse yarı yarıya fark olurdu. Şimdi ciğer ”sosyete
işi” olduğundan aradaki fark neredeyse yok olmuş. Yani
eskinin fukara kebabı tüketimin artması ve seveninin
bollaşmasıyla şimdilerde “sosyete kebabı” olmuş durumda. En ucuz tezgâhta bile 4 şiş kebap 8 tl (ki eskiden 5 şiş
verirlerdi). Yani fakir çoğalmadı ama meraklısı çoğaldı.
Biraz popülizm yapalım mı? Ne diyelim “fakirin lokması
gene zenginin ağzında.” Niye mi? Evet çünkü onlar yemese ciğer bu kadar pahallı olmaz. Yani ciğerde sınıf farkı
kalmamış. Ama bu da fukaranın işine yaramamış.
İmtiyaz Sahibi: Botan Tahsin
İdare Müdürü: Brusk Solduk
Hukuk Danışmanı: Av.Hamiyet Çelebi
Görsel Yönetmen: Anıl Aslı İncesu
Tasasrım: Alp Tekin Babaç
Tel: +90 212 243 27 79
Fax: +90 021 243 27 60
E-mail: [email protected]
www.basnews.com
Meşelik sok. No:22 D/3 Beyoğlu/İST
Baskı: İhlas Matbaa-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe gazetesinde yayınlanan haber, yazı, fotoğraf ve her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketine aittir.
BasNûçe
IŞİD’in Ortadoğu’da var olmasının, Kürdlere saldırmasının,
Kürdler’e olumlu veya olumsuz
etkisi var mıdır?
Şimdi IŞİD’in yaptığına katliamlara
baktığımız zaman kabul edilebilir bir
durum değil; çoluk-çocuk, kadın, yaşlı
herkesi öldürüyor, vahşet saçıyor. IŞİD
Kürdlere ne kazandırdı dediğimiz zaman,
başta insanlarını öldürüyor, bu büyük bir
YAŞAM
13
SÖYLEŞİ
BasHaber
09 -15 Ağustos 2014
BasHaber
12
İşin sırrı kişniş ve
kuyruk yağı
Saat ilerlemiş, bütün tezgâhlar kendi bölgesine yerleşmiş hepsi açılmış durumda. Oh memleket tam “duman altı”
olma kıvamında. Gazi caddesinin birçok yerinde küme küme
insanlar mangalları başında nasiplerini bekliyor. Müşterisi bol
tezgâhlardan birine yaklaşıyoruz bizde kebabımızı söyleyip
başlıyoruz diğer müşterileri deşmeye. Herkes sulanmış ağızlarıyla bir yandan mangalı gözleyip bir yandan da ustanın ustaca
hareketlerini izliyor. Ustamızın adı Nuro, 11 yıldır tezgah açıyor
3 çocuğu var ve artık mesleğinde “üstad” olmuş. “İşin sırrı ne”
diye soruyoruz. Anlatıyor. “Bu işin temeli ciğeri iyi seçeceksin
lekeli olmayacak, diri olacak ve kuzu ciğeri olacak. Sonrası
kendiliğinden gelir zarını sıyıracaksın diyor.” Ve devam ediyor:
“Bizim ciğeri önceden terbiyelemeyeceksin ateşe atmadan
hemen önce tuzunu biberini ekip kişnişini katacaksın. Sonrası
sadece ağız tadı.”
Eski bir Amedli olarak bence işin sırrını tam vermiyor. İşin
bir sırrı kişnişte ise diğer sırrı da kuyruk yağında. Kebabın esas
dermanı da o yağ çünkü
ciğeri o yağ pişiriyor. Ha bir
de sıralama da şöyle olacak
bir tike ciğer bir tike yağ
sonra bir tikke daha ciğer
bir tikke daha yağ beş tikke
ciğer ve dört tikke yağ ile
lezzet hazır. O yüz den bir
diğer adı da “penci goşt”
kebabıdır. Otantik sıralama
bu ama herkes kafasına
göre takılıyor.
Mangalın etrafına kümelenmiş müşteri kitlesinden
iki kişinin konuşmaları
dikkatimizi çekiyor buralı
değiller. Soruyoruz “nerelisiniz” diye Hataylı olduklarını öğreniyoruz. “Biz yolcuyuz”
diyorlar hastanelerde kullanılan otomatik kapı montajı işinde
olduklarını ve Van’a, montaja gittiklerini belirtiyorlar.“Ciğer için
yolumuzu değiştirdik şehre girdik” diyorlar. Halef Çerçi ve kalfası bu lezzeti 6 yıldır bildiklerini ekleyip “böyle ciğer ne Urfa’da
ne de Antep’te var” diyorlar. “Urfa’nın ciğeri kuru ve taneleri
küçük Antep in kebabın da ise yağ yok diyorlar. Biz buranınkini
seviyoruz” deyip kebaba yumuluyorlar. Her biri 8 şiş ciğer yiyip
yollarına devam edeceklermiş.
Diyarbakır’da ciğer bir kültürdür, ağız tadıdır, geçim kaynağıdır, karın tokluğudur. Sakatatın bin türlüsü yapılır ama
tezgâhlarda değişmiş tezgâhta yapılan. Ciğer, dalak, kaşhe,
dalak dolması, perde ciğeri, koç yumurtası gibi kebapların
yanında artık tavuk, köfte hatta kuşbaşı tamamen zengin işi
kabaplar yapılmaya başlanmış. Yani fakir işi olmaktan çıkmış
ciğer kebapçılığı.
BasNewsMedya
İBAN:
TR90 0006400000110520941254
Türkiye İş Bankası/
Taksim Şubesi/İstanbul
Hesap No: 1052 0941254
Abone Tel: +90 212 243 27 60 - 79
Adres: BasNews Medya Ltd. Şti.
Meşelik Sok. No:22 D/3
Beyoğlu/İstanbul
E-mail: [email protected]
Abone bedelini yukarıdaki formu
doldurup adresimize yolladıktan
sonra aboneliğiniz başlayacaktır.
Abonelik Formu
Ad Soyad:.....................................
Adres:...........................................
......................................................
......................................................
......................................................
......................................................
Tel:................................................
E-mail: .........................................
6 Aylık
80 TL
1 Yıllık
160 TL
14
BasHaber SÖYLEŞİ
09 - 15 Ağustos14
2014
MEDYA
İMC Genel Koordinatörü Eyüp Burç
‘Demokratik uygarlığın medya ayağıyız’
N
eredeyse tamamının uzun süre
MGK tarafından yönlendirilip
yönetildiği Türkiye medyasında
farklı bir ses ve soluk olan İMC İstanbul
Eyüp’e bağlı Ayvansaray semtinde lüks
bir iş merkezinde, tek stüdyo ve tek rejili
bir ofiste, deyim yerindeyse tıkış tıkış bir
ortamda yayınını sürdürüyor. Kanalın yayın politikası ve izlenme oranlarına ilişkin
başarısı konusunda gazetemizin sorularını
yanıtlayan Genel Koordinatörü Eyüp Burç,
Türkiye’de rejimin uzun süredir kendisini
bir değişime tabi tuttuğunu, bu değişimin medyada da kendisini dayattığını,
İMC açısından bu durumun bir avantaj
olduğunu söyledi. Burç, İMC’nin çoğulcu bir yayın politikası izlediğini ve aynı
zamanda demokratik uygarlığın medyadaki temsilcisi olduğunu ifade etti. Burç
şöyle konuştu: Türkiye bir bütün olarak
değişim süreci yaşıyor. Sosyolojik, siyasi,
Ortadoğu düzleminde konumsal olarak
bir değişim geçiriyor. Türkiye’de olumlu
yönde bir değişim ihtiyacı var. Bu 80 yıllık
bir rejimin değişim sancılarıdır. Bu değişimi olumlu yönde değiştirmek isteyenler
var, rejimin el değiştirmesi biçiminde
değişmesini isteyenler de var. Dolayısıyla
Türkiye’deki bu siyasal ve sosyal değişim
medyaya da yansıyor. Medya bu değişimde sancılar çekiyor. Buna Türk medyası
demek daha doğru olur, çünkü kendisini
devletin ideolojik aygıtı haline getirmişti
ve kendisini devletle özdeşleştirmişti.
Çünkü Türklük üzerine inşa edilmiş bir
rejimde medya ideolojik bir aygıt haline
geldi. Şimdi yavaş yavaş Türkiye medyasından bahsetmek biraz mümkün. Bu da
aslında, birazda İMC’nin çıkışıyla böyle
bir boyuta doğru gitti. Daha demokratik
Vücud ayetleri: Deq
televizyonu olarak yola çıktık.
Bêzar Bêwar
bir Türkiye için değişimin medya ayağında
da bir değişime ihtiyaç duyulduğu ortaya
çıktı. AK Parti iktidarı ile birlikte çevredekilerin merkeze doğru gelişi bir demokratikleşme şiarıyla oldu. Seksen yıllık
cumhuriyet sisteminin üzerine bir demokratikleşme şiarıyla geldiler. Ama görünen
o ki sonunda kendileri de bu sistem değişikliği yerine, sistemin sahiplerinin değişimi problemini yaşadı. Medya’da da böyle
bir durum söz konusu. Medya aracılığıyla
Türkiye’nin demokratikleşmesi gerekirken, aksine Türkiye’de rejimin el değiştirmesinin aygıtları haline getirildi ve ikiye
bölündü, candaş ve yandaş medya diye. Ve
biz statükocular ve statükonun el değiştiricileri gibi iki kesimle karşı karşıyayız
Türkiyede. Bizde dedik ki Türkiye’nin
demokratikleşmesi gerekiyor ve bunun
bütün aparatları ile değişmesi gerekiyor.
Ve bizim açımızdan bu demokratikleşme
Cumhuriyetin demokratikleşmesi süreciyle özdeşleşti. Bizde, Türkiye’nin demokratik medya ayağını oluşturmak, ve bilinen
80 yıllık aygıtsallaşmış medya anlayışına
karşı, yeni demokratik ana akım medya
hareketini başlatmak ve bunun gönüllüsü,
ilk kurumsallaşması olmak istedik ve bu
yola çıktık. Dolayısıyla bir ihtiyaca cevap
olarak bu tavrımız tuttu.
Medya manzarası ve rejimin üzerinden
bir analiz yaparak, bazı ilkeler ortaya koyduklarını ve demokratik medyanın uyması
gereken temel ilkeleri ortaya koyarak,
yayın politikasını belirlediklerini aktaran
Burç, “Bu ilkeler anti militarist bir dile
sahip olmak, cinsiyetçi dilden ve anlayıştan uzak kalmak, milliyetçiliği reddetmek,
tekçiliğe karşı çoğulculuğu savunmak,
nefret söyleminden uzak durmak, toplumsal ekolojik hassasiyete sahip olmak gibi
ilkeleridir. Bilginin gücünü bilen bir haber
Ezilenlerin ekranı
Türkiye’nin İstanbul merkezli medya sektörüne
2011 yılı 1 Mayıs’ında dahil olan İMC televizyonu,
kısa süre içerisinde hem hitap ettiği yelpazeyi dikkat
çekici bir şekilde genişletti ve hem de anlık haber konusunda kısıtlı imkanlara rağmen Türkiye’nin en iyi
kanallarını geride bırakacak seviyeye geldi. İzlenme
istatistiklerine göre Türkiye’nin en büyük ve en çok
izlenen iki haber kanalıyla yarışan ve bazen onları da
geçen İMC, yapılan anketlerde de en güvenilir medya
organı olarak görülüyor.
Yayına başladığı günlerde Türkiye medyasında
isim yapmış birçok kişiyle yayın yapan ve sonrasında kendi kadrosunu oluşturan İMC, ülkenin ezilen,
sömürülen, emekçi, işsiz, solcu, Kürd ve hak mağduriyetine uğrayan tüm kesimleri, tüm etnik grupları
yayın politikası gereği yayın akışına ekleyerek dikkatleri üzerine çekiyor.
Habercilik dili açısından Türkiye medyasında alışık
olduğumuz militarist, ırkçı, ayrıştırıcı, erkek egemen
ve kategorize eden jargon dışında bir habercilik ve
televizyonculuk algısını yayınlarına yansıtan televizyon, teknik ve personel konusunda ciddi sıkıntılar
yaşamasına rağmen, habercilik konusunda bir ‘klasik’
olma yolunda. Sendikal alandan, Kürd siyasetine, sol
yelpazeden kadın mücadelesi veren kurumlara kadar
bu güne kadar ekranlarda yer bulamayan kişi ve kesimleri sık sık yayına çıkaran kanal, bazı kesimlerce
sadece Türkçe yayın yapması ve HDP siyasetine yakın
durmasıyla da eleştiri alıyor. Şu anki çalışanlarının
tamamı Türkiye’deki Kürd medyası geleneği ve solsosyalist kurumlarda mesleğe başlamış insanlardan
oluşurken, haber kaynağı konusunda da zengin bir
fihriste sahip. Türkiye’de yayın yapan ve Kürdlere
dair her şeyi ‘terörist’ kavramı dahilinde görmeyen
tek kanal olan İMC, aldığı eleştirilere ise önümüzdeki yıllarda yeni televizyon kanalları açarak cevap
vermeyi planlıyor. Kanal yöneticileri İMC Kurdî, İMC
Arabî vs. gibi projeleri hayata geçirmek için, var olan
kanalı kurumsallaştırıp güçlendirmeye çalıştıklarını
belirtiyor.
Diyarbakır sermayesi daha yakın
duruyor
Finansman ve reklam verme konusunda İstanbul’daki Kürd sermayesinin biraz
çekinceli davrandığını ancak Diyarbakır
merkezli Kürd sermayesinin bu projeye
dahil olup destek verme konusunda daha
yakın durduğunu dile getiren Burç, televizyona ilişkin eleştirileri ve projelerini de şu
şekilde cevapladı: Türkçe yayın yapmak dolaylı bir asimilasyonun parçası değil midir
üzerinden eleştiriler alıyoruz. Biz demokratik Türkiye perspektifinin medya kurumlaşmasının içindeyiz, Türkiye’deki bütün
mağdurların sesi olabilmeye çalışıyoruz.
Dolayısıyla bizim ortak buluşabileceğimiz
tek dil maalesef Türkçe. Yani Laz’ı Kürd’e
anlatmak, Çerkez’i Boşnak’a anlatmak, kürdü Türk’e anlatmak için maalesef ortak bir
dil haline gelmiş olan Türkçeyi kullanmak
durumunda alıyoruz. İnançları ve kültürleri
birbirine anlatmak Türkçe üzerinden mümkün oluyor. Tabii umarım ilerde İMC Kürdi,
İMC Romani gibi kanlar da olur. Böyle bir
derdimiz de var bizim bu ihtiyaçlarında
farkındayız. Ama bizim ortaya çıkışımızda
daha çok tanımak ve tanıtmak için yola
çıktık. Çünkü bütün bu kültürler ve inançlar
sistem tarafından birbirlerine çok fazla
yabancılaştırılmış bir durumda. Bir yandan
pratikte PKK’nin TV’si olduğu yönde bir
eleştiri var öbür taraftan da sadece sizin
bahsettiğiniz o demokratik kesim, HDP ve
çevresine daha fazla yer veren karşıt görüşlere pek yer vermediğinize dair de eleştiriler
var. Biz şöyle bir sloganla yola çıktık ‘’biz
kimsenin televizyonu değiliz ama kimsesizde değiliz’’ çünkü büyük bir projenin ve
değişim sürecinin aktörleri üzerinden bir
kurgu yaptık.
YAŞAM
15
SÖYLEŞİ
BasHaber
09 - 15 Ağustos 2014
Dövme, bedene uyumlu bir
boya maddesinin ömür boyu
çıkmayacak biçimde derinin alt
yüzeyine desenler halinde nakşediliş sanatıdır. Dövmenin, ilk
ortaya çıktığı tarih hakkındaki
bilgilere bakılırsa; on bin yıllara
dayandıran da 500 yıllık diyen de
var. Mezopotamya’da yüz yıllar öncesinde her kabilenin, her dinin, her
sınıfın farklı dövmesi bulunurmuş.
Dövme, düğüm, dak ve deq diye
isimlenen bu kültür, dünyanın birçok coğrafyasında da görülmüştür.
D
Paşa İmrek
eqin tarihi ile ilgili kesin bir tarih söylemek çok zor,
çünkü on bin yıllara dayanıyor. Bazı kaynaklarda ise
500 yüz yıllık olduğu da söylenir. Kamış ve yaprak
boyalarıyla yapılmış Mısır mumyalarındaki deqlerin M.Ö.
2000’li yıllara ait olduğu söylenmektedir. Mezopotamya’da
on binlerce yıldan beri Kürdler ve Arapların yaşadığı coğrafyada yapılmaktadır. Kabile döneminde de deq geleneğine rastlandığı söylenir. Her kabilenin ayrı bir dövmesi, ve
her kabilenin içindeki insanların yaptıkları işe göre dövm
yaptırdığı, kabile reisinin dövmesi ayrı, işçilerin dövmesinin ayrı şekillerden oluştuğu söylenir. Bu feodalizmin
gelişmesiyle aşiretlere ve dinlerde de görülmektedir. Her
farklı dinin farklı simgeleri, ve her aşiretin farklı dövmeleri
olduğuna dair kesin bilgiler bulunmaktadır. Günümüzde
ise sadece yaşlı insanlarda olduğu görülmektedir. Gençlerde pek görülmemektedir.
İngilizce’de “tattoo” diye yayılan isim, Türkçe’de “dövme,
düğüm” Kürdçe’de “daq” veya “deq” diye isimlenen bu
kültür, neredeyse tüm dünyaya yayılmıştır. Mısır mumyalarındaki dövmeler İÖ. 2 binli yıllara aittir. Hunların
Pazırık Kurganlarında da dövmeler bulunmuştur. Antik
Trak Kavmi, dövmeyi asalet nişanesi olarak kabul ederdi.
Cezayirli gemiciler tarafından Osmanlı’ya yayılan dövmelerin, 17.yy da Yeniçeri bölüklerini simgelemek amacıyla
kullanıldığı bilinmektedir. Pasifik bölgesinde (Amerika,
Avustralya, Markiz, Samoa, Yeni Zelanda, Meksika Hawai,
Burma, Tayland, Laos, Japonya) dövmecilik tekniği hayli
gelişmiştir. Sibirya, Orta Asya, Ortadoğu ve Afrika’nın
önemli bir bölümü, dövmenin yaygın olduğu bölgelerden
sayılır. Eskimolar, Çukçiler, Gurdenland ile İtalya’nın
bazı yerlileri cilt altına bazı cisimleri gömerek yapılan
dövme türüne rağbet ederler. Mağaralarda, duvarlarda ve
mezarlarda da bu deq motiflerine rastlamak mümkündür.
Mezarlarda dahi dövme motiflerine çok rastlanılmaktadır. Dövmeler; Şamanizm, Paganizm, Animizm, Saabilik,
Taoizm, Budizm, Manihaizm ve Bahdini inançlarının derin
izlerini içinde taşır. Dövme motifleri ve sembolleri aslında
her biri birer hikayeyi, öyküyü ve geçmişin sırlı, mistik ve
mitolojik değerleri anlatmaktadır.
Dövme, bedene uyumlu bir boya maddesinin ömür boyu
çıkmayacak biçimde derinin alt yüzeyine desenler halinde
nakşediliş sanatıdır. Kürdistan’da deq işleyenler genellikle
Romanların “Qereçî” diye bilinen kolundandır. Qereçiler,
M.Ö 4 Y.Y’da Hindistan’ın Karaçi bölgesinden Kürdistan’a
göçen ve yerleşik hayata geçemeyen Romanlardır. Daha
çok dans, müzik aletleri çalma gibi alanlarda tanınırlar. Bu
kişiler yöre halkını ücreti karşılığında dövmelerle donatırlar. Şimdilerde revaçta olmayan ama geçici ve baskı
dövmelerle yer değiştiren bu kültürün halen genç erkekler
tarafından işlendiği görülmüştür. Daha önce köylerde
dolaşıp bu işi yapan Qereçîlere de pek rastlamak mümkün
değil artık.
Kız doğuran anne sütünden
Dövmenin yapılışı ise; Dövme boyası hazırlanır, bu boyanın
hammaddesi yeni doğum yapmış kadın (kız çocuğu dünyaya
getirmiş) sütü, hayvan ödü, lambanın isi ve bazı katkı maddeleri karışımıyla elde edilir. Dövme vücudun hangi bölgesine işlenecekse ince bir çöple şekli çizilir. Daha sonra üç,
beş, yedi veya dokuz iğne ile şeklin üstü saatlerce iğnelenir.
Deri altına geçilip her tarafa işlenir. Sonra bir hafta boyunca
iğnelenen vücuttaki bu bölgeler kabuk tutar. Kabuk iyileşip
kalktıktan sonra dövme ya da dek dediğimiz şekil ortaya çıkar.
Kürdistan’da yapılan kalıcı mavi dövmeler temelinde güzellik,
soyluluk, hatta aşiret soyuna bağlılık olarak da tanımlanır.
50 yıl önce Urfa’da bir erkek bir kızla nişanlandığında erkek
nişanlısına dövme parasını gönderip nişanlısının vücuduna
dövmeler yaptırmasını isterdi. Dövme işini yapan erkeklere
“deqak”, kadınlara ise “deqabe”, dövme yaptıran erkeğe “medquq”, kadınlara “medquqe” denilmektedir.
Dudak deqi: Feminist tepki
Kadınların çoğunda, alt çenelerinde dövme görülmektedir.
Bunun anlamı da, cariye bir kadının bir erkek tarafından
dudağının ısırılmasına tepki olarak tüm kadınlar alt dudaklarını dövme ile kapatmışlardır. Cariyeye sahip çıkma amacıyla
dudaklarının maviye boyanması eyleminden sonra bu gelenek
olağan hale gelmiştir. Böyle tepkisel bir eylem olduğu da söylenmektedir. Tarihin belki ilk feminist eylemidir de denebilir.
Kadınların vücutlarına kazıttığı her motif, her figür sembolik
şifrelerle doludur. Araştırmacılara göre, dövmelerdeki şekillerin tümü, bir bakıma ana tanrıçanın kutsanmasına dayanır.
Hayat kaynağı annenin doğurganlığını, döl ve bereketini,
ceninin gelişim evrelerini ve nihayet hayat ve ölümü simgeler.
Deq yapmadaki amaçları da farklıdır. Kimisi büyüden, kem
gözlerden korunmak için, kimisi yitirdiği sevdiğini bedeninde ölümsüzleştirmek için, kimi aşiretinin damgası niteliğini
taşıdığı için, kimileri de mitolojik, dini süsü olduğu için vücuduna işler. Bazıları da güzellik için ve etkilenmek amacıyla
yapmaktadır. Köyden veya komşusundan birinde gördüğü
dövmeyi kendisinde de görmek istemişler.İnsan bedeninin
çeşitli yerlerine işlenen dövme kutsal birer metin olarak tanımlanmaktadır. Bir abide anıtı ve yazıtı gibi günümüze kadar
yaşatmaktadırlar.
15
Kahkaha atan Ermeni
kadınlar tek başlarına
tatile çıktıklarında
SENNUR BAYBUĞA
Gemi batarken,uçak düşerken ya da panik ya da afetin yarattığı bir ani durumda bildik bir
cümle vardır; Önce kadınlar ve
çocuklar.Ve savaşlarda da önce
kadınlar ve çocuklar öldürülür.
Kurtarma ve yok etme arzusunun
erkekte ya da iktidara özgülenen
her iki durumda kadınlar ve çocuklar üzerinde öncelenmesinin
anlamını bilmiyorum, bilenler mutlaka vardır.Ama çok
tanrılı dinler zamanından bu yana kadar sözün,lanetin
ve ölümün kadınlar üzerinden tarif edilmesinde mutlaka
yazanlarının erkek olmasının bir rolü olsa gerek.
İki hafta evvel bülent arınç denen yılların kurt siyasetçisi kadın kahkahasını lanetleyen bir konuşma
yaptı,memleketin tüm gülen kadınlarını ayağa kaldırdı
bu yaz sıcağında.gülen kadın fotoğraflarından benim
gibi bir asık suratlı insan bile yoruldu. Takiben, şeriki
bir başka siyasetçi de yüzyıldır bu lain memleketin küfür
sözlüğünde yazılı ,bir halkı anlatan kelimeyi yine sözlük
anlamı ile kullanarak lanetli hafızalara hitapla sözüm
ona seçmenini konsolide etti.Affedersiniz Ermeni diye
bile iftira etmiş kendisine muhalifleri.Başbakanın ne
söylediğinden çok ,ona Ermeni diye hakaret eden kalabalığın şimdi bu sözünü kınama yazıları döşenmesindeki
tırtım iki yüzlülük nedir peki.Hadiyin canım diyesim var
.Kıymeti olmasa bir canlı tv programında bu adam bu
sözü etmezdi , acaba ne bok yedik de biz bu sözü kıymete değer hale getirdik diye düşünenimiz ne kadar az.
‘halkın’temsilcilerinden birinin;çıkıp da bizim hazmedemediğimiz bir söz söylediğinde özcesi;iki hafta
bilemedin bir ay, o sözün ve sahibinin arkasına düşüp
,sözü sahibine küfretmenin bir vasıtası olarak kulllandıktan sonra unutup hayatımıza devam ediyoruz.Hayır bu
değil,bir sözün arkasına düşmenin yolu sahibine sataşıp
iki protesto ile yola devam etmek değil,olmaması gerekir.Sözü doğuran kültürü yaratan bu ülkede yaşayanlarla
hiç mi derdimiz yok.Kürsüden söylenen sözün alkışçıları ile,o sözü dinlemek için alanlara giden insanlarla,o
söze o kalabalıkların nasıl da iştahla ihtiyaç duyduğunu
bilen adamlarla hiç mi derdimiz yok.Tek başına tatile
giden hangi Ermeni kadın akşam yemeğinde kahkaha
attığında,kaldığı otelin sahibi ve hiç de o sözün sahibi
partiyi desteklemeyen adamın,o otelin müşterilerinin, o
otelde konaklayan,kocasıyla çoluğu çocuğuyla konaklayan kadının o masaya nasıl bakacağından kimsenin haberi yok mu yani bu memlekette şimdi.O kadınların ve
adamların fısır fısır aman da nasıl konuşacaklarını bilmeyeniniz var mı,yaşamayanınız var mı.
Cinayete kurban giden genç kızların cenazelerine ,annelerinin ablalarının katılmadığı bir memlekette
yaşıyoruz ve cenazeyi kaldıran on kadının, katil erkeğe
küfrünün bir kıymetinin yarına taşınmadığı ortada.Alışk
anlıklarımızda,yaşadıklarımızda ve edindiklerimizde bir
sorun var bizim.Bu sorunu ancak terapi ile çözebileceğimizi düşünüyorum,tümümüz evet o lanet hastalığına tutulmuş durumdayız. Yaz sıcağında seçim çalışmaları yaparken giyeceği bluzun kısa kolunun boyunu ölçen özgür
kadınların ülkesinde,bu yaratılan değere itiraz etmek
değil de kurala uyarak yürümek kolaylığına kaçan bu
kadın-erkeklerin ülkesinde bülent arınç kim ki erdoğan
kim ki.Ne kadar yeri yakarlar ne kadar cana dokunurlar.
Ve gülmeyen yüzü hiç gülmeyecek olan Ermeni
kadınların da olduğu bir ülkede,gülme eyleminden her
bahsedildiğinde aklıma sevgili Ani Balıkçı’nın geldiği bu
ülkede , sevgili kadınlar ve onların doğurduğu büyüyüp
adam olmuş sevgili erkekler; keşke tüm Ermeni kadınların gülerek tatile çıkabildiği bir ülke yaratmaya gücümüz olsa,niyetimiz olsa.Önce kadınları çocukları değil
tümümüzü birden kurtarmanın bir yolunu bulsak,kendi
doktorumuzu bulsak.Ve bir gün sevgili Ani Balıkçı’nın
bile yüzünün güldüğü bir ülke olabilsek…ah olabilsek..
16
MÜZİK
BasHaber SÖYLEŞİ
09 - 15 Ağustos16
2014
Yalda Abbasi:
Diyarbakır ve Dersim’de çok heyecanlandım
Mehmet Engin
Dicle-Fırat Kültür
Sanat Derneği tarafından
düzenlenen konserde
Türkiye Kürdistanı’ndaki
dinleyicileriyle buluşan
Abbasi, Rojhilat Kürdlerinin müzikteki gizemli
kapılarını Diyarbakırlılara açtı adeta. Abbasi
konseri sonrasında gazetemizin sorularını yanıtlayarak, Türkiye’de konser vermekten duyduğu
memnuniyeti dile getirdi.
Her ezgisinde yaşanmış
bir trajedi olduğunu ve
asla coşturmak gibi bir
derdinin olmadığını aktaran Abbasi, amacının
her zaman Kürd müziğini dünyaya tanıtmak
olduğunu söyledi. Sesi
kadar mütevaziliğiyle de
dikkat çeken Abbasi ile
geçmişini, müzik hayatını, Türkiye’deki Kürdlere
bakış açısı ve hedeflerine
ilişkin söyleştik.
Öncelikle Horosan Kürdleri ve kendi geçmişinizden
bahseder misiniz?
Osmanlı döneminde meydana
gelen Çaldıran savaşının ardından atalarımız Horasan’a göç
etmişler. Horasanlı Kürdlerin
tümü geçmişte yaşanan olaylardan dolayı buraya göç ettirildi.
Ankara’da nasıl ki Kürd köyü varsa, İran Horasan’nındaki Kürdler
de aynı şekilde göç ettirilmiştir. O
dönem Kazakların istilası sırasında Horasanlı Kürdlerin çok ciddi
bir direnişi oldu, bu sayede İran
düşmedi. Çünkü saldırılara karşı
atalarımız ciddi bir mücadele
verdi. Başarılarımızdan dolayı
Şah Tahmaz atalarımıza ‘Siz
büyük bir başarı elde ettiniz, benden ne dilerseniz onu vereceğim’
demişti. Atalarımız da o dönem
Horasan’ı istemiştir. Bizler de
yıllardır o topraklarda yaşıyoruz.
Bütün parçaların yaşanmış bir hikayesi var ezgilerinizde genelde yaşanmış
trajedileri, hikayeleri görüyoruz. Bu müzikal çalışmalarınızda size ne getiriyor
ya da götürüyor?
Seslendirdiğim parçaların
çoğu evet yaşanmış olaylardan
derlenmiştir. Ancak hepsi değil.
Halk ezgileri ile müzik yapıyoruz. Horasan müziği çok eskilere
dayanıyor. Her bir şarkının tarihi
o ilçenin tarihi ile yaşıttır. Bizim
müziğimiz oyun havası değil,
show müziği değil. Seslendirdiğimiz şarkının gerçek bir hikayesi
var. Şarkılarda geçmişte Özbeklere karşı kendimizi korurken
yaşanan olaylar anlatılıyor, ya da
orada vurulan bir kişi ile ilgilidir.
Hepsinin gerçek ve acılı bir hayat
hikayesi var. Bu nedenle şarkılarda coşturan değil, hüzünlendiren bir tarzımız var. Bu şarkılar
daha çok o dönem insanlarının
yaşamış olduğu acılara dönüktür. Çatışmalarda erkeklerimiz o
FOTOLAR: MEHMET MASUM SÜER
kadar çok ölmüştü ki, çobanlığı
kadınlar yapıyordu. Melodiler
daha çok annenin yüreğinden
kopan acı ve feryattır. O anki
hislerle dile getirilen ezgilerdir.
Tüm parçalarımızın orijinal hallerini bozmadan seslendiriyoruz.
Onları kirletmeden ve farklı bir
tarza sokma niyetimiz de yok. Bu
nedenle kimseyi coşturma gibi
bir derdimiz yok, tarzımızı bozmayacağız. Düğün şarkılarımız
bile insanları coşturacak tarzda
değil, onlar bile ağır kalıyor.
İnsanlar birçok yerde kendilerini
oynatacak müziği seviyorlar, biz
de bunun farkındayız. Ama bizim
müziğimiz bu değil. Coşku üzerinden müzik yapmıyoruz.
‘Porê Dayîka min
Sor e’parçasına
yer vereceğim’
Türkiye Kürdleriyle ilk
tanışmanızdı buradaki konserleriniz. Neler hissettiniz,
neler düşündünüz?
Türkiye’de ilk kez konser verdiğim için hem çok heyecanlıyım,
hem de çok mutluyum. Parçalar
birbirinden kopuk olunca insanların tanışması da geç oluyor. Bu
bir tanışmaydı benim için. Böyle
algılıyorum ama bundan sonra
da bu tarafa dönük olacağım.
Bir sonraki albümümde Türkiye
Kürdlerinin müziklerine de yer
vermek istiyorum. Buradan bazı
şarkıları okumak istiyorum. Bu
yönde çalışmalarım olacak. Hatta
‘Porê Dayîka min Sor e’ isimli bir
parça var Kuzey Kürdlerinin, onu
albümümde okumak istiyorum.
Konserde çok
heyecanlandım
Kuzey Kürdistan’da icra
edilen müziğe ilişkin neler
düşünüyorsunuz?
Türkiye’de yaşayan Kürdlerinin kendi müzik tarzına karşı ciddi bir ilgisinin olduğunu biliyorum ve bu beni çok mutlu ediyor.
Bize karşı bir dinleyici kesimin
olduğunu ve teveccüh gösterdiğinin farkındayız. Türkiye’de ilk
kez Diyarbakır’da konser verdim,
bundan dolayı da çok heyecanlıydım. İlk kez bu kadar heyecanlandım. Kendi kültürüm ve
dilimle aynı olan bir coğrafya’ya
geldiğim için çok mutlu oldum.
Bu imkanı sağlayan belediye ve
ilgili kurumlara teşekkür ediyorum. Genel olarak ilgi ve alakadan memnun kaldım. Burada
yapılan müziği tamamıyla takip
etmek zor ancak çok iyi işlerin
yapıldığını biliyor ve dinliyorum.
Elbette ki modernizasyon adı
altında yapılan bazı yanlış uygulamalar var ama Kürdistan’ın her
karışı muazzam bir kaynak ve
müzik malzemesiyle dolu.
Özellikle ‘Lê
Yarê’ isimli ezgisiyle
sesindeki duruluğu
dünyaya duyuran
Horosan Kürdlerinden
Yalda Abbasi, yaptığı
müzik ve tarzıyla Kürd
Müziğinin ‘prensesi’
olarak tanımlansa
yeridir. Zira Abbasi
gerek müzikal alt
yapısındaki Kürdi
ustalık ve otantik
enstrümanların sesiyle
bir armoni halinde
yol alması sayesinde,
Kürd müziğindeki
derin huşuyu dinleyiciye taşıyor. Yalda
Abbasi Türkiye’de ilk
kez geçtiğimiz günlerde Dersim Festivali
kapsamında sahne
almış ve ardından da
Diyarbakır’da bir konser vermişti. Abbasi’yi
büyük bir kalabalık
ilgi ile dinledi.
‘Halk ozanlarının yanında bu işi öğrendim’
Müzikle tanışmanız ve Horasan’da icra edilen müziğe ilişkin bilgi verebilir misiniz?
Amacım Kürd kültür ve müziğini dünyaya tanıtmak.
Çalışmalarım da yaşama sevincim de bu yönde. Horasanın kendine has bir Kürdçesi var. Buraya çok yakın.
Müzik anlamında Horasanda konservatuar ya da müzik
üzerine çalışan özel bir kurum yok. Öğrendiğim müzik
medrese tarzında. Medrese zemininde yetişen ve bu
anlamda icraatta bulunan insanların etkisini fazlasıyla
hissediyorum. Halk ozanlarının yanında büyüdüm ve onların sayesinde buralara geldim. 11 yaşından beri onlarla
birlikte çalışıyorum. İtalya’da bunun eğitimini almak
istiyorum. Eğitimimi tamamladıktan sonra yine Horasan
ağırlıklı müzik çalışmalarım sürecek. Bugüne kadar iki
albüm hazırladım, şu an üçüncü albüme hazırlık yapıyorum. Kısa zamanda o da çıkacak. Bu albümde bölgemizin
insanlarının acılarını anlatan, işleyen ezgiler olacak.

Benzer belgeler

13.09.2014

13.09.2014 Hoşyar Zebari, ABD’nin, yeni hükümetin farklı olacağı konusunda garanti verdiğini söyledi. Zebari, Süleymaniye’de yapılan toplantının ardından yaptığı açıklamada, “Eğer 3 ay içinde Bağdat’tan somut...

Detaylı