Geriye Doğru Incelenmesi

Transkript

Geriye Doğru Incelenmesi
Neler Yitirdik, Neler Öğrenebiliriz?
Lozan Antlaşmas1'mn
Geriye Doğru Incelenmesi
RENEE HIRSCHON
tuz yıl kadar önce Pire'nin Kokkinia adındaki göçmen semtinde
incelemelerime başlarken bu konu önemli sayılmamaktaydı. Fa. kat günümüzde Lozan Andaşması'nın özel politik öneminden yalnız
bu bölgede değil, çatışmalar sonucu insanların evlerini terketmek zorunda kaldıkları dünyanın birçok yerinde artık sözü edilmekte. Bu
yüzden senelerdir kenara itilmiş fakat nüfus mübadelesinden sonra geçen 80 yıla mührünü basmış bu konuyla ilgili konferans düzenlemenize çok sevindim.
Bildirinin ana konusu Lozan Andaşması'nın neye mal olduğu­
dur. Aynı zamanda bugünkü dünyada da rastlanan zorla toplu yer değiştirmelerden neler öğrenebileceğimizdir. Zorunlu göç, günümüzde en
önemli çağdaş sorunlardan biridir. BMMYK (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) kayıtlarına göre göçmen sayısı 23 milyonu
geçer. Kalkınma programları yüzünden göç edenlerin sayısı ise yılda
on milyona varmakta. Son on yılda toplam yüz milyon insan yer değiştirmek zorunda kaldı (Bu sayılara Türkiye'deki baraj yapımiarı yüzünden göç edenlerin sayısı da eklenmeli).
Son otuz yılda Türkiye ile Yunanistan arasındaki nüfus mü-
O
2
lozan antıaşması'nın geriye doğru incelenmesi
badelesi benim hem akademik hem de kişisel bakımdan ilgimi çekmekte.
Sosyal antropolojide alan araştırmalarının büyük avantajı, incelediğimiz yöredeki insanlarla yanyana yaşamak ve yaşamlarını paylaş­
maktır. 1970'lerin başlarında Pire'nin bir semti olan Kokkinia'nın
-şimdiki resmi adı Nikea- fakir mahallelerinden birinde oturma şan­
sını buldum. Bu yoğun nüfuslu semt 1920'lerde göçmenleri barındır­
mak için kurulmuştu. Fakat 50 yıl sonra bu yöre, diğer birçok göçmen
bölgesi gibi, hala politik ve sosyal açıdan geri bırakılmış, yaşam standartları gayet düşük olanbir yerdir (geniş anlatım için bkz. Hirschon
Mübadele Çocukları 2000, Hirschon, 1988 [1989]). Tabii Yunanistan
Avrupalı dönemine başladığından ve refah topluıniarına katıldığından
beri bu koşullar artık eskisi gibi devam etmiyor. Bütün geri bırakılmış­
lığına rağmen Kokkinia hem sosyal hem kültürel açıdan g:;tyet canlı bir
semtti. Osmanlı kozmopolitizmi ve incelikli davranış biçimiyle donanmış olan semt, çarpıcı kibarlığıyla 5.0 yıl sonra bile yerel toplumdan
ayrılıyordu.
Alan çalışması sırasında, göç ettiklerinde genç yaşta olan in·
sanlar artık eski nesli oluşturmaktaydı. Şimdi düşündüğümde, ahbaplık ettiğim o yaşlı insanlar son Osmanlılardandı. O zamanlar bu gerçeğin bilincinde değildim. Onlardan elde ettiğim deneyimi birkaç sözle belirtmek gerekirse, kozmopolit anlayış, farklılığa hürmet ve son
olarak derin bir insanlık duygusu diye özetleyebilirim. Bu temel değerler, kanımca, çağdaş dünyada bize en çok yardımcı olacak değer­
lerdir. Ayrıca, günümüzde çoğalmakta olan kültürlerarası ilişkiler -ki
küreselleşmenin özelliklerinden biridir- ötekini öğrenme ve ona anlayış gösterıneyi gerekli kılmaktadır. Fakat 1923'te bölgenin karışık nüfusunu ayırmakla, karşılıklı yabancılaşma süreci başlatılmış oldu. Bu
durum sırasıyla devlet ve kişiler arasında Ege'nin her iki yakasında da
geleneksel bir düşmanlığa yol açtı. Bundan dolayı Pire'nin Anadolu'dan gelen göçmenlerinin sesi duyulmalı, çünkü çağdaş dünyada
karma nüfusların yan yana yaşamaları konusunda bize yararlı bilgiler verebilir.
· lozan
antiaşması'nın
geriye do&ru incelenmesi 3
FARKLILIGIN TANINMASI
Göçmenlerin önde gelen özelliklerinden biri çokkültürlülüğe yakınlık­
larıydı. Konuşurken pek sık diğer grupların -Müslüman, Ermeni, Mu~
sevi, Avrupalı- geleneklerine atıfta bulunurlardı. Dünya görüşleri kozmopolitti. Bu tutumları ötekinin alışkanlıklarına, gelenek ve göreneklerine alışmış olduklarını gösteriyordu. Kokkinia semtinin yaşlıları,
memleketlerindeki yaşamlarından söz ederken ötekinin yaşam tarzını
tanıyıp, buna saygı gösterdikleri ortaya çıkıyordu. Bu özellik onları,
bilgisi sınırlı yerli Yunanlılardan ayıran husustu.
Örneğin bir gün Ankara'nın Sungurlu köyünde doğmuş, 68 yaşında bir kadın olan ev sahibim bayan Marika'ya, ülkernde sofra adabına ne kadar önem verildiğini anlatıyordum. "Ha, evet, biliyorum.
İngiliz usülü" diye yanıtladı. Bildiğini ispatlamak istercesine ince bir
dilim ekmek kesip güldü. "Onlar sigara kağıdı gibi ince dilimler ekmeği." Genellikle ekmek dilimlerini kalın keserdi. İnce dilim kesmeyi Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale Savaşı'nda Türk ordusuyla beraber
savaşmış kocasından öğrenmişti.
"Fakat biz de davraruşlarıınıza dikkat ederiz. Konuşanın sözünü
kesmez, ayaklarımızı sürmez, masada yemek yerken dik otururuz.
Biz, yani Küçük Asyalılar, böyle şeylere dikkat ederiz. Yunanlılar
ne yapar bilmem, buraları halk sınıfı. İlk gelişirnde bu insanlarla
nasıl yan yana yaşayabileceğimi merak ediyordum."
Yukarıdaki sözler hiçbir şekilde kişisel yorum sayılmamalıdır;
aksine göçmenlerin yerli halka ilişkin kibarlık ve savoir vivre'den [nezaket] uzak yaşadığına dair inancın dile getirilmesidir.
Bayan Marika yaşamı boyunca düşlediği Kutsal Toprakları ziyaret etmekten söz ettiğinde, bu farklılık belirginleşmekteydi. Kocası
Prokopis ona muziplik olsun diye, "Nasıl gideceksin, İbranice biliyor
musun?" diye soi-duğunda, İbranice bir cümleyle karşılık verdi. Daha
sonra İkinci Dünya Savaşı'ndan önce 3 yıl boyunca 60.000 Musevi sakini olan Selanik'te yaşadığını söyledi. Hayranlıkla "Selanik'i Selanik
yapan Musevilerdi. O yüzden savaştan sonra kent geriledi. En büyük
4 lozan antiaşması'nın geriye dotrıo incelenmesi
mağazalar, kuyumcu dükkanları, şirketler onlara aitti. Zenginlikleri tarif edilemez. Aralarında bir tek dilenci yoktu. Çünkü Cuma günleri, fa- ·
kirler, cemaatin topladığı parayı bölüşmekteydiler. Sıkı çalışırlardı, çok
çalışkandılar. Fakat Almanlar onları uzaklara yollayıp sabun yaptı."
Mezalimden söz açıldığında Ermeniterin Sungurlu'da uğradık­
ları kıyıını hatırlardı. Çocuktu o zamanlar. Sofia adındaki küçük bir
Ermeni kızdan bahsederdi. 1922'de İstanbul'da bir hastanede tedavi
görüyordu. Sofia bir Türk sayesinde ölümden kurtulmuştu. Anlattık­
larına göre kıyıını gerçekleştiren Türkler çevreyi aramaya yönelip
onun bulunduğu yeri terk ettiklerinde üç gün süreyle kanlar içindeki
cesetler arasında yatmıştı. Hayatta kalan diğer 15-20 kişiyle köylere
doğru yol almaya karar vermişler. Yolda rastladıkları bir Türk'ten yardım dilemişler. "Azizler bizi ölümden kurtardı, lütfen siz de ele vermeyin!" Tyrk, köyüne dönmüş ve hepsini birer birer değişik evlerde saklama işini ayarlamış. Aynı akşam arabayla geri dönerek onları arabadaki samanların altına gizlemiş. Yirmi gün süreyle köylülerin evinde
saklanmışlar. Bazıları Rum, bazıları da Türk evlerinde kalmış. Gene
Türk köylülerin yardımıyla İstanbul'a varmayı başarmışlar. Bayan
Marika anlatısının sonuna geldiğinde sözlerini şöyle tamamladı:
"Merhametli Türkler de vardı, ayrıca bazıları emirleri yerine getirmeye mecbur edilmişi erdi."
Bayan Marika, Sungurlu'da Türklerle ilişkilerinin ne kadar iyi
olduğunu anımsıyordu. "Ramazanda bütün gün oruçluydular. Akşa­
ma doğru evden çıkar, tambur eşliğinde şarkı söylerlerdi. Bizlere yemek ikram ederlerdi. Aynen bizim Paskalyada onlara kuzu, kırmızı yumurta, çörek ikram ettiğimiz gibi (bkz. Tane 2001, Hirschon 2003}.
Sungurlu'da 100 kadar Rum ailesi yaşardı. Çiftlikleri Türklerinkiyle
yan yana olmasına rağmen düşmanlık ya da hırsızlık yoktu. Bahçeleri
bölen duvarın dibindeki ağacın meyveleri toplanıp, komşuya verilirdi.
Şimdiki gibi çiftiikierin geceleyin yağmalandığı, ürünlerin çalındığı
günler görülmemişti. O zamanlar insanlar namusluydu."
Geçmişe bakışın romantik unsurlar taşıdığını göz önüne alsak
bile, bu uyumlu ilişkilerin gerçeğe yakın olduğunu düşünebiliriz, zira
lozan
antlaşmasrnın
geriye
doğru
incelenmesi
5
farklı
kaynaklarda aynı anlatırnlara rastlanmaktadır. Yalnız Kokkinia'daki sözlü tanıklıklarda değil, Küçük Asya Araştırmaları Merkezi
arşivlerinde ve yabancı araştırmacıların (örneğin Hasluck, 1998) belgelerinde aynı durumlardan söz edildiğini görmekteyiz.
Buna rağmen anılar her zaman da hoş değildir. Kokkinia'da
kaldığım evin yanındaki ev, dörde bölünüp dört aile tarafından paylaşılıyordu. İki kardeşin evli çocukları oturmaktaydı. 80 yaşındaki Theodora göçten önceki yaşamını hatırlamaktaydı. Khios Adası'nın (Sakız) karşısında Krini'ye (Çeşme) yakın bir köyde oturuyorlardı. İki kez
köylerinden kovulmuşlardı. Birincisi 1914'teydi. Yöre sakinleri stratejik bölge ve adalardan uzaklaşma emri almışlardı. Altı yıl boyunca,
Yunanlıların gelişine kadar, İzmir'de kalmak zorunda kalmışlardı. Evzonların kıyıya ayak bastıkları sırada, Theodora büyük bir kalabalık­
la birlikte iskelede bekliyordu. Bir komşunun Yunanlılara karşı fazla
coşkul_u davranmamaları yönünde kendilerini uyardığım hatırlıyordu.
Ne olacağı pek belli değildi. Ailesiyle tekrar köye dönüp üç yıl orada
kaldı. 1922 yaz sonu bir gün bağlarda çalışırken ansızın 'katliamın
başladığını' öğrendiler. Binbir zorlukla bölgeden kaçtılar. Bir İngiliz gemisine binip Pire'ye vardılar. Yanlarına hiçbir şey alamamışlardı.
"Ama hiç olmazsa bizlere bir şey olmamıştı." Bazıları daha az şanslıy­
dı. Gemide rastladıkları bir kadının anlattığına göre, onu evinin üst
katına sürükleyerek sırayla ırzına geçmişlerdi. "Fakat yalnız o değil­
di ... " diye devam etti Theodora.
"Bizimkiler de neler yapmadı ... Evet Türkler vahşileşti, ama Yuorada ne işi vardı? Çatını sağlam dikeceksin, bir iş yapmadan önce kendini sağlama alacaksın ... Yunanlılar bizi bırakıp
gittiler. Katliam, ırza geçmeler, öldürmeler... "
nanlıların
Aynı şekilde
Margaro ve ailesi 1914'te Vourla'dan (Urla) sürüldükten sonra İzmir'in Kordelio (Karşıyaka) semtine yerleşmişlerdi.
1922'nin Eylül ayında annesi ve dört kızkardeşiyle ~bunlardan biri daha bebekti- oradan da kaçmak zorunda kalmışlardı. Büyük yangın çıl­
gınca her şeyi yakarken liman etrafında vuku bulan korkunç sahneler
6 lozan antiaşması'nın geriye doğru incelenmesi
hala aklındaydı. Cesetler petrol dolu sularda yanıyordu, yanan bedenler kaybolup birden su yüzüne çıkıyordu. Yaşananlar o kadar dehşet
vericiydi ki, anılar o kadar yıl sonra hala acı vermekteydi. Bu yüzden
de kimse o günleri anlatmak istemiyordu. Theodora bazı tanıdıkların
evlerini görmek için memleketlerini ziyaret ettiklerini, fakat çoğu evlerini viran halde bulduklarını ·ekledi. Ülke hala gelişmemişti. Theodora,
'Fakat her şeye rağmen Türklerden korkuyoruz' diyerek sözlerini bitirdi. Çoğu anlatıda olayların gerçekçi bir bakışla hem olumlu hem
olumsuz taraflarıyla verildiğini kaydetmeliyim. Bu neslin insanları, tek
yanlı ve basmakalıp barbar Türk imgesine çoğunlukla katılmıyorlardı.
Çeşme ya da kaplıca etrafında buluşan mahalle kadınlarının ortaklaşa çalışıp işbirliği yapmalarını teşvik ederek -örneğin hazırlan~n
yemekierin bölüşülmesi, onları birbirlerine yaklaştıran iyi ve kötü günlerin paylaşılması- onları dinliyordum. Gayet açıklayıcı bir anlatı, kar~
ma toplumlu ve heterojen bir kent olan Brusa'dan (Bursa) ve Angeliki'nin ağzından geliyor (d. 1881, evi. 1901, öl. 1959}:
"Türk kadınlar ayazmalara~ kutsal sulara gider, yıkarur ve şifa busayesinde. Halbuki aynı inancı taşımayan bizimkiler, fayda görmüyorlardı. 'Siz de hocalara girmelisiniz' derlerdi
bize, fakat biz 'Olmaz' diye yanıtlardık" (KAAM B136).
lurlardı. İnançları
Kent bol sularıyla meşhurdu, Kokkinia'da sohbet ederken, bazı
şifalı kaplıcaların kutsal sayıldığını hem Hıristiyan hem Müslüman sakinler tarafından ziyaret edildiğinin gayet canlı bir şekilde anlatılışını
dinledim. Angeliki şöyle devam ediyor:
"Hamamda, taşın üstünde bir ayak izi vardı. Türk kadınlar bunun
bir Hıristiyan azizeait olduğunu söylerdi. Onlar öyle diyordu, ben
daha küçüktüm. 'Bütün bunlar sizindi çocuğum' derlerdi. 'Sizden
aldık ve gene size teslim edeceğiz'. Fakat her şeyi geri gelmeyecek
biçimde toptan yitirdik" (KAAM B136).
Farklı inançların
bayram günlerinde karşılıklı hürmet vardır.
Angeliki Müslümanların sabırsızlıkla Paskalya yortusunu bekledikle-
lozan
antıaşması'nın
geriye dotru incelehmesi
7
rini hatırlıyor. Hıristiyan ailelerin diğer inançlara sahip komşularına
vermek maksadıyla çok sayıda kırmızı yumurta hazırladıklarını sözlerine ekliyor. Bayramlarda Müslümanlarm tatlı ikram ettiklerini, Agios
Dimitrios'a Kasım adını vererek özel hürmet gösterdiklerini, Agios
Georgios'u da Hıdrellez adıyla andıklarını anımsıyor. Azizin isim gününde Bursa'da herkes Muradiye'ye çıkıp mezarını ziyaret eder.
Geçmişi güzel çizgilerle tarif ed~n bu aniatılar yalnızca romantik duygular ve nostaljiyle açıklanamaz. Son Osmanlı döneminde değişik gruplar arasındaki kültürel ve dini ilişkilerin varoluşunu yabancı
araştırmacıların tarafsız belgeleri doğrulamakta (Hasluck 1928). Türk
annelerio bebeklerine ayazma serpmesi, haçları muska olarak kullanması, bilinen azizierin mezarlarını ve ayazmaları herkesin ziyaret etmesi, Ortodoks Hıristiyanların Kutsal Topraklara hac ziyareti gerçekleş­
tirmeleri adet halini almıştı. Hatta Hıristiyanlar dönüşlerinde hacı sı­
fatını kullanmaya başlardı, tıpkı Müslüman komşularının hacdan
döndüğünde yaptığı gibi. Bu durum gayet açık şekilde kültürel alışve,..
rişe örnek oluşturuyor.
Bu içten aniatıların karakteristik özelliği, farklı bir Türk imgesini ortaya koyması dır. İlk nesil Küçük Asyalılar, Türklerin bütün· insanlar gibi hem kusur hem de fazilet sahibi olduklarını kabul ediyorlardı. Onları yakından tanımışlardı, dolayısıyla görüşleri farklıydı ve
basmakalıp olmaktan uzaktı. Kanımca insanlar başkalarıyla günlük
temasta bulunmadıkları zaman basmakalıp görüşler yaratacak bir sürecin devreye girmesi daha kolay oluyor. Böylece 'öteki' hakkında
olumsuz imgeler öyle geniş boyutlara varıyor ki, 'öteki' kötülüğü sembolize etmeye başlıyor. Bu süreç, özellikle ulusal kimliğin oluşturulma­
sında düşmanlığın temel olarak alındığı durumlarda, milliyetçi söylemle beslenir.
Küçük Asyalıların görüşleri bize etkileyici görünür, zira onlar
'Türk' kategorisinin farklı öznelerden meydana geldiğinin bilincindeydiler. Burada vurgulanması gereken nokta, uğradıkları ya da tanık oldukları mezalimi anlatırken bu eylemleri yapanlarla mazlumlara yardım edenleri ayırt etmeleridir. Küçük Asyalılar Jön Türkleri Osmanlı-
8 lozan antiaşması'nın geriye doğru incetenmesi
!ardan, ordudaki askerleri çok sayıda vahşet eylemlerine girişen milis
kuvvetlerinden, onları koruyan ve gitmemeleri için yalvaran komşula­
rını çete, soyguncu ve adi katillerden, Çerkesleri Yörüklerden ve Zeybeklerden ayırt edebiliyorlardı. Bu görüşlerin 'öteki' ile ilgili fantastik
ve soyut bir algılamaya dayanmadığını, yaşanmış olaylardan ve gerçek
temastan kaynaklandığını kaydedelim.
Bu deneyimler çok sayıda farklı yaklaşıma temel oluşturabilir.
Bu yaklaşımlar Küçük Asyalılık gerçekliği içinde doğal olarak farklı­
laşmaya işaret etse de, yerli Yunanlılar için bir anlam taşımıyordu. Dolayısıyla bu farklılık yerli halka anlatılırken basite indirgeniyordu, zira onlar için ince ayırt edici çizgilerin bir anlamı yoktu. Yunan devletinde yeni topluma uyma sürecinde, bu ayırt edici çizgiler değişime uğ­
ramıştı. Çok renkli palet tek renk olmuştu. Kanımca her iki tarafın da
kayıpları vardı. Her iki ülkede de 1922'den sonra gerçek bilgi ya da
yaşanmış deneyime dayanan görüşler bulmak olanaksızdır, çünkü ulusal kimlik yaratma sürecine girilmişti. Bu süreç düş dünyasından kaynaklanan soyut suçlamalara, devlet propagandasının etkisindeki basmakalıp görüşlereve milliyetçi önyargılara dayanmaktaydı.
BİRARADA VAROLMAK YA DA AYRI DURMAK:
"LOZAN"DAN NELER ÖGRENEBİLİRİZ?
Farklılıkları görebilme ve farkları değerlendirip gruplaştırabilme kabiliyeri gelişmişliğin göstergesidir. Bu gösterge kanımca, doğrudan temasın sonıcudur. Basmakalıp düşüncenin tam karşıtıdır. Basmakalıp düşünce tarzı bilgi noksanlığından kaynaklanır, bu da sırasıyla ayrılık­
tan, uzakta olmaktan ve tecritten doğar. Şüphesiz temas, topluluklar
arasında zorluk, baskı ve gerilim yaratabilir. Fakat öte yandan ortak
deneyimlere yol açar ve kanımca, her ne kadar tek başına yeterli değil­
se bile temas, karşılıklı uyumun, anlayış ve karşılıklı hürmetin vazgeçilmez önkoşuludur.
Ne var ki, tersini savunan bir karşı görüş de vardır. Bu görüşe
göre farklı insanlar yan yana yaşadıklarında uyuşmazlık doğabilir.
Bundan dolayı tek çözüm yolu toplulukları ayırmaktır. Bu görüş ka-
tozan ant~ması'iMn geri)ll! doAfll incelenmesi 9
nımca
apartheid tipi ayırınacı bir düşünce tarzıdır. Bu durumda homoçeşitliliğe tercih edilir. Bu görüşün taraftarları her şeyin 'temiz'
şekilde ayrılmasından yanadır. Bu görüşün sonucu ulus-devlet modelidir ve Yunanistan'la Türkiye arasındaki nüfus mübadelesine yol açan
1923 'Lozan Andaşması'yla gerçekleşen yaklaşımdır. Günümüzde iki
karşıt yaklaşım politik tartışmalarda ele al_ınmaktadır. Uluslararası,
ulusal ve toplumsal düzeydeki tartışmalarda, çokuluslu toplumun değerlerini savunanlada homojenliği ve kültürel benzerliği tercih edenler
karşı karşıya gelmektedir. Lozan örneğinin, Balkanlar'daki son politik
gelişmeler, çözülmesi zor Hindistan ve Pakistan arasındaki Keşmir sorunu, Kıbrıs ya da İsrail-Filistin sorunu gibi toplulukların ayrıldığı durumlarla benzerliği olduğu ortadadır.
'Ayırmacı' görüşe katılmıyorum. Çeşitliliği destekleyen bir ortamda, bireyler arası ilişkinin, modus vivendinin • ve gruplar arasında­
ki anlayışın temeli olduğunu savunuyorum. Tecrit ve bilgi noksanlığı
olumsuz, basmakalıp görüşlere ve 'öteki'nin kötülüğün sembolü sayıl­
masına yol açabilir. Sosyal psikoloji, ortak kimliğin nasıl yaratıiclığına
ışık tutar. Çok sayıda bilimsel çalışma, belirli şartlar altında sosyal iliş­
kinin farklı gruplar arasındaki olumsuz önyargıları azalttığını göstermektedir. Bu araştırmaların sonuçlarına göre, işbirliği içinde ortak hedeflerin saptanması, düşmanlığı azaltmakta en önemli etkendir. Bundan
dolayı Küçük Asyalı kadınların mahalle içindeki, özellikle gündelik yaşam faaliyetlerini dile getirmelerinin önemi büyüktür. Bu yüzden kanım­
ca, karma toplumlu Anadolu malıailelerindeki Müslüman ve Hıristiyan
sakinler arasındaki gündelik faaliyetlerinden kaynaklanan ilişkiler ve iş­
birliği, ortak deneyimlerin oluşmasında rol oynamıştır. Bu durum Küçük Asyalıların dünya görüşlerinin neden bu kadar geniş olduğuna ve
buna karşılık yerli halkın neden daha dar görüşlü olduğuna ışık tutabilir. Yerli halk karma bir toplumda yaşama deneyiminden yoksundu; ayrıca 100 yıldan beri homojen bir toplum içinde ve ulus-devlet sınırları
dahilinde ulusal kimliğin yaratıldığı bir süreçte yaşıyordu.
jenlik,
(*} Toplumsal uzlaşma hali- y.n.
10 lozan antıaşması'nın geriye doğru incelenmesi
Küçük Asyalılar örneği, açık bir paradoks oluşturmasına rağ­
men ortak yaşam lehine bir argüman olabiliyor. Kıyıma uğramış, evlerinden kaçmak ve yer değiştirmek zorunda kalmış bu insanlar, Türklere karşı nefret duyan kişilerin görüşlerine katılmıyor. İster erkek ister
kadın göçmen olsun 'Türklerle aramız iyiydi' diyorlar. Şaşırtıcı olan,
bu sözleri vahşetten söz eden anıların takip etmesi. Şiddet kullanılarak
yerlerinden uzaklaştırılmalarına, yurtlarını dehşet içinde terketmelerine, ailelerini, evlerini, mal varlıklarını yitirmelerine rağmen anlatıları­
nın dengeli olması şaşırtıcı. Göçmenlerin romantizm ve nostaljiye meyilli oldukları tezine karşı, bu aniatıların değerinin yüksek olduğunu
savunuyor, aynı zamanda bu aniatıların dikkatle incelenmesi gerektiğine inanıyorum (Hirschon, 2001). Şiddet kullanılarak yurtlarından
kovulmuş olmalarına karşın düşmanlık duygularının azlığı gerçekten
etkileyici. Özetle denebilir ki, Türklere karşı genel bir nefret ve. düş­
manlık duygusu yokluğu görülmekte.
Bu durumu son yıllarda ulus-devlet boyutları içinde eğitim görmüş Yunanlıların düşmanca tutumlarıyla kıyaslamak ilginç. Büyük bir
olasılıkla Yunanltiara karşı Türklerin tutumu hakkında da aynı gözlemlerden söz edilebilir. Kuşkusuz Ege'nin her iki yakasında ulusal tarihin rolü çok önemli. Her iki ulus-devletin yakınlaşma dönemlerinde,
okul kitaplarının yeniden gözden geçirilmesi önerilerinin ortaya atıl­
ması bunu gösterir (Millas, 1999).
Siyasal düzeyde, Kokkinia'daki sohbetlerde sık sık duyulan
cümle şuydu: 'Sorunları yaratan ortalama Türk halkı değildi. Türklerle aramız iyiydi, sorunları yaratan siyasetçilerdi'. Bunun dışında iki
toplum arasındaki vahşeti 'Büyük devletlerin' bölgedeki rolüne atfediyorlardı. Çok sık dile getirilen diğer bir görüş ise, 'nefrete siyasetçilerio yol açtığı' şeklindedir. İmparatorluğun Hıristiyan azınlığa karşı değişen tutumunun Jön Türkler'in yaymakta olduğu milliyetçi görüşler­
den kaynaklandığını ifade ediyorlardı. Angeliki Bursa'dan kaçışlarını
anlatırken şöyle diyordu:
lozan antlaşl"ast'nın geriye do~ru Incelenmesi
11
"1922'de, gitmeye hazırlarnrken Türkler ağlayarak 'Gitmeyin, sizi
sizi koruyacağız' diyorlardı. 'Geçer, düzelecek' diye
ekliyorlardı. Türkler bizi severdi, beraber çok iyi yaşardık. Fakat
bütün bu nefreti Jön Türkler getirdi" (KAAM B136).
saklayacağız,
SONUÇ
Osmanlı İmparatorluğu zamanında, Anadolu Hıristiyanlarının Müslümanlada ilgili anıları uyumlu bir ortak yaşamı ortaya seriyor. Bu durull! Osmanlı İmparatorluğu içinde milliyetçi duyguların yeşermesine
kadar böyledir. Tanıklıklarının siyasal önemi aşikar. Müslüman yurttaşlarına karşı gösterdikleri geniş görüştülük ve anlayış, kanımca, yakın temasa ve doğrudan edinilmiş deneyime dayanır. Anlatılar, karşı­
lıklı uzlaşmayı, hürmeti ve uyumu kanıtlıyor. Sonuç olarak bu anlatı­
lar, Yunan-Türk çekişmesini değişmez, ezell bir olgu olarak gösteren,
kalıplaşmış belirli zihniyetieri dengeler bir özelliğe sahip. Bununla birlikte farklı dönemlerde yapılmış ayrıntılı araştırmalar, daha karmaşık
bir ilişkiler ağı ortaya çıkarıyor.
Yunan devletinin topraklarında yerleşmek zorunda kalan Küçük Asyalıların uzun süre farklı zihniyet sahibi olduklarını göstermeye
çalıştım. Yukarıdaki düşünce tarzının, çeşitliliğe değer veren bir önkoşullar bütününe bağlı olduğunu düşünüyorum. Bu yaklaşım homojen
bir yapıya dayalı ulus-devlet ideolojisiyle beslenen zihniyete tam anlamıyla karşıt bir düşünce tarzıdır. Bu açıdan, Osmanlı İmparatorlu­
ğu'nun bu eski sakinlerinin dünya görüşü, 'ortak insan doğasına' daha geniş ve özlü bir anlam yüklemektedir. Bu bakış açısının, 'Türkleri', başa gelen felaketin tek sorumlusu olarak suçlamadığını kaydetmek gerekir. Her iki halkın da acı çektiği, 'Hepimiz insanız' ve 'Sürgün
her iki tarafta da gerçekleşti' cümleleriyle dile gelmektedir.
Son 80 yıl içinde gerek resmi olmayan kişisel ilişkiler alanında,
gerekse uluslararası alanda milliyetçi duyguların yıkıcı sonuçları her
iki ülke için de ortadadır. Ulusal sınırların küreselleşme sonucu sürekli baskı altında kaldığı çağdaş dünyada, Osmanlı İmparatorluğu'nun
çokuluslu toplumunda yaşamış olanların tanıklığı bize çok şey öğrete-
12 lozan antiaşması'nın geriye dojru incelenmesi
bilir. Bunların arasında farklılığa değer vermeyi, birbirine anlayış gösterneyi ve yan yana yaşamanın bu kadar kaçınılmaz olduğu bu dünyada, ayıncı politikaların ne kadar tehlikeli olduğunu gösterıneyi sayabiliriz.
Çeviren THAN OS ZAR ANGALiS
KAYNAKÇA
Brown, R., Prejudice, Its Soda/ Psychology, Oxford, Blackwell, 1995.
Hasluck, F. W., Christianity and Islam Under the Sultans, Oxford: Oxfo.rd Uniersity Press, 1929.
Hewstone, M. & Brown, R. (der.), Contaa and Conflict inIntergroup Encounters,
Oxford: Blackwell, 1986.
Hirschon, R., Heirs of the Greek Catastrophe, Oxford ve New York: Berghahn Books, 1998 [1989].
- , "Surpassing Nostalgia: Personhood and the Experience of Displacement", yayımlanmamış bildiri, Golson Lecture in Forced Migration, Oxford, 2001.
(der.), Crossing the Aegean: An Appraisal of the 1923 Compulsory population
Exchange between Greece·and Turkey, Oxford ve New York: Berghahn Books, 2003 (Ege'yi Geçerken: 1923 Türk-Yunan Zorunkt Nüfus Mübadelesi,
çev. Mü fide Pekin-Enuğ Altınay, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,
2005].
Millas, H., "History Textbooks in Greece and Turkey", History Workshop Journal- 1991, sayı 31: 21-33.
Mardin, Ş. Group Conf/ia and Cooperation, Londra: Routledge & Kegan Paul,
1986.
Tane, B., "Where Local Trurnps National: Christian Orthodox and Muslim Refugees since Lausanne", Balkanologie 5(2), 2001, s.273-289.
Worchell, S. & Austin, W. G. (der.), Psychology of Intergroup Relations, Chicago:
Nelson, 1986.