fikri ve sınai haklar yargı istişare grubu birinci toplantısı
Transkript
fikri ve sınai haklar yargı istişare grubu birinci toplantısı
AVRUPA BİRLİĞİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ FİKRİ VE SINAİ HAKLAR YARGI İSTİŞARE GRUBU BİRİNCİ TOPLANTISI 22 Kasım 2008 ANTALYA İÇİNDEKİLER GİRİŞ ____________________________________________________________________ 1 TOPLANTININ GÜNDEMİ __________________________________________________ 2 TOPLANTIDA ÜZERİNDE DURULAN KONULAR ______________________________ 4 A. MEVZUAT UYGULAMASINDAN KAYNAKLANAN SORUNLAR _______________ 4 I. Marka Mevzuatı, Uygulama ve Sorunlar_____________________________________________ 4 II. Tasarım Mevzuatı, Uygulama ve Sorunlar ___________________________________________ 9 III. Patent Mevzuatı, Uluslararası Gelişmeler ____________________________________________ 9 B. İNTERNET ORTAMINDA FİKRİ MÜLKİYET HAKKI İHLALLERİ____________ 10 I. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) ve Bilgi Toplumuna Uyum_______________________ 10 II. Koruyucu Programları Etkisiz Kılmaya Yönelik Hazırlık Hareketleri _____________________ 12 III. FSEK Ek. Md.4/3’de Düzenlenen “Uyar-Kaldır Yöntemi” _____________________________ 12 C. BİLİRKİŞİLİKLE İLGİLİ SORUNLAR _____________________________________ 14 D. İŞ YOĞUNLUĞU-PERSONEL YETERSİZLİĞİ V.B. KONULAR _______________ 16 E. HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI İLE İLGİLİ SORUNLAR“TEKERRÜR”- “İTİYADİ SUÇLU”- “SUÇU MESLEK EDİNEN KİŞİ” KURUMLARININ FİKRİ MÜLKİYET SUÇLARINDA UYGULANMASI ________ 18 F. 5846 SAYILI YASADA 5728 SAYILI YASA İLE YAPILAN DEĞİŞİKLİK SONRASI ORTAYA ÇIKAN PROBLEMLER__________________________________________ 20 G. 5846 SAYILI YASANIN 81. MADDESİNDE 5728 SAYILI YASA İLE YAPILAN DEĞİŞİKLİK SONRASI ELE GEÇİRİLEN ÜRÜNLERİN DEPOLAMA VE İMHASINDA YAŞANAN SORUNLAR ______________________________________ 26 2 GİRİŞ Avrupa Birliği (AB) Devlet ve Hükümet Başkanlarının 17 Aralık 2004 tarihli Zirvesinde aldığı karar doğrultusunda 3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg'ta yapılan Hükumetler Arası Konferans ile Türkiye resmen AB'ye katılım müzakerelerine başlamıştır. AB ile tam üyelik için gerçekleştirilen müzakere sürecinde 35 konu başlığından birisi, 7 Numaralı “Fikri Mülkiyet Hukuku Faslı”dır. Söz konusu faslın tarama süreci sonunda AB tarafından, müzakere açılış kriteri olarak Türkiye’nin bir eylem planı hazırlaması öngörülmüştür. Avrupa Birliği Genel Sekreterliği koordinatörlüğünde, ilgili kurum ve kuruluşların (Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türk Patent Enstitüsü, Gümrük Müsteşarlığı) katılımı ile hazırlanan “Eylem Planı”nda, Adalet Bakanlığı tarafından 2008 yılı sonuna kadar gerçekleştirilmesi öngörülen eylemlerden birisi de “Fikri ve Sınai Haklar Yargı İstişare Grubu” oluşturulmasıdır. “Fikri ve Sınai Haklar Yargı İstişare Grubu”nun Amacı: “Fikri ve Sınai Haklar Yargı İstişare Grubu”nun amacı, fikri ve sınai haklar alanında görev yapan hakim ve Cumhuriyet savcılarının; ¾ Uygulamada yaşadıkları sorunları, ¾ Fikri sınai haklar (FSH) ile ilgili mevzuatta yapılması gereken değişiklikleri, ¾ Özellik arz eden konularda mahkemelerin ve Cumhuriyet savcılıklarının yaptığı uygulamayı, ¾ FSH alanında ulusal ve uluslararası düzeydeki son gelişmeleri değerlendirmek ve ¾ FSH ile ilgili davaların temyiz incelemesini yapan Yargıtay’ın ve kurulması öngörülen Bölge Adliye Mahkemelerinin kararları hakkında bilgi alış-verişinde bulunmalarını sağlamaktır. “Fikri ve Sınai Haklar Yargı İstişare Grubu”nun Çalışma Şekli: Yılda bir kere (gerektiğinde daha fazla), Adalet Bakanlığı Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü koordinatörlüğünde toplanacak olan “Fikri ve Sınai Haklar Yargı İstişare Grubu”nda; ¾ Yargıtay 11 inci Hukuk ve 7 nci Ceza Dairelerinin hakimlerinin ve ¾ Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bu konu ile ilgilenen Yargıtay Cumhuriyet Savcılarının, ¾ FSH ihtisas mahkemelerinde görev yapan tüm hakimlerin, 1 ¾ FSH ihlalleri ile ilgili suçların soruşturmalarını yürüten Cumhuriyet savcılarının, ¾ FSH ceza mahkemelerinde duruşmalara katılmakla görevli Cumhuriyet savcılarının ve ¾ Bakanlığın ilgili birimlerinin temsilcilerinin yer alması öngörülmüştür. Eylem Planının hazırlandığı tarihten sonra FSH ihtisas mahkemelerinin sayısının artmış olması nedeniyle ve ayrıca bu mahkemelerde görev yapan tüm hakim-savcıların toplantıya katılmaları halinde işlerin aksayacağı düşünülerek, ihtisas mahkemeleri hakimlerinden birer temsilci ve hazırlık soruşturmalarını yürüten ve FSH ihtisas mahkemelerinde duruşmalara katılan Cumhuriyet savcıları arasından birer temsilcinin "Fikri ve Sınai Haklar Yargı İstişare Grubu" toplantılarına katılmak üzere görevlendirilmeleri, Personel Genel Müdürlüğü aracılığı ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ndan talep edilmiştir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 27.10.2008 gün ve 370 sayılı Kararı ile üç Cumhuriyet savcısı ve iki hakime, “Fikri ve Sınai Haklar Yargı İstişare Grubu” toplantılarına katılmak üzere izin verilmiştir. “Fikri ve Sınai Haklar Yargı İstişare Grubu”nun 2008 yılı toplantısı, Adalet Bakanlığı Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü ve Eğitim Dairesi Başkanlığının, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema ve Telif Hakları Genel Müdürlüğü ve Bilgi Üniversitesi Fikri Mülkiyet Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi ile işbirliği halinde, 10-21 Kasım 2008 tarihleri arasında Antalya'da, FSH alanında görev yapan ancak bu konuda özel bir eğitim almamış bulunan hakim ve Cumhuriyet savcıları için organize etmiş oldukları “Fikri Mülkiyet Hukuku” konulu eğitim programının hemen akabinde, 22 Kasım 2008 tarihinde, eğitim programına katılan yaklaşık 33 hakim ve Cumhuriyet savcısının da toplantıya katılmaları sağlanmak suretiyle, geniş bir katılımla gerçekleştirilmiştir. TOPLANTININ GÜNDEMİ A. Sınai Haklarla İlgili Mevzuatın Uygulanmasından Kaynaklanan Sorunlar B. İnternet Ortamında Fikri Mülkiyet İhlalleri İle İlgili Sorunlar C. Bilirkişilikle İlgili Sorunlar D. İş yoğunluğu-Personel Yetersizliği v.b. Konular E. Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması ile İlgili Sorunlar-“Tekerrür”- “İtiyadi Suçlu”- “Suçu Meslek Edinen Kişi” Kurumlarının Fikri Mülkiyet Suçlarında Uygulanması F. 5846 Sayılı Yasada 5728 Sayılı Yasa İle Yapılan Değişiklik Sonrası Ortaya Çıkan Problemler G. 5846 Sayılı Yasanın 81. Maddesinde Yapılan Değişiklikle Ele Geçirilen Ürünlerin Depolama ve İmhasında Yaşanan Sorunlar. 2 GÜNDEM, 22 Kasım 2008, Antalya 09:00-09.15 09:15-09:30 Kayıt Açılış Konuşması Sn. Zümra Yılmaz Adalet Bakanlığı Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü I. Oturum Başkanı: Sn. Levent Yavuz (Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Üyesi) 09:30-09:50 09:50-10:10 10:10-10:25 10:25-10:50 10:50-11:10 11:10-11:25 Sınai Haklarla İlgili Mevzuatın Uygulanmasından Kaynaklanan Sorunlar Sn. Türkay Alıca Ankara Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi Hakimi Görüş Alış-Verişi İnternet Ortamında Fikri Mülkiyet İhlalleri İle İlgili Sorunlar Sn. Türkay Alıca Ankara Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi Hakimi 11:25-11:45 11:45-12:00 Görüş Alış-Verişi Kahve Arası Bilirkişilikle İlgili Sorunlar Sn. İlhami Güneş İzmir Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi Hâkimi Görüş Alış-Verişi İş yoğunluğu-Personel Yetersizliği v.b. Konular 12:00-13:30 Öğle Yemeği II. Oturum Başkanı: Sn. Salih Kocalar (Yargıtay 7. Ceza Dairesi Üyesi) 13:30-13:50 13:50-14:10 14:10-14:30 14:30-14:50 14:50-15:10 15:10-15:30 15:30-15:50 15:50-16-45 16:45-17:00 Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması ile İlgili Sorunlar“Tekerrür”- “İtiyadi Suçlu”- “Suçu Meslek Edinen Kişi” Kurumlarının Fikri Mülkiyet Suçlarında Uygulanması Sn. Önder BAYRAK İzmir 1 Nolu Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesi Hâkimi Görüş Alış-Verişi 5846 Sayılı Yasada 5728 Sayılı Yasa İle Yapılan Değişiklik Sonrası Ortaya Çıkan Problemler Sn. Nevhan AKYILDIZ İzmir Cumhuriyet Savcısı Görüş Alış-Verişi Kahve Arası 5846 Sayılı Yasanın 81. Maddesinde Yapılan Değişiklikle Ele Geçirilen Ürünlerin Depolama ve İmhasında Yaşanan Sorunlar Sn. İsmail ONARAN İstanbul Cumhuriyet Savcısı Görüş Alış-Verişi Diğer Konular Kapanış 3 TOPLANTIDA ÜZERİNDE DURULAN KONULAR1 A. MEVZUAT UYGULAMASINDAN KAYNAKLANAN SORUNLAR I. Marka Mevzuatı, Uygulama ve Sorunlar Sorun 1: Anayasa Mahkemesi’nin 05.07.2008 gün ve 26927 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 03.01.2008 gün ve 2005/15 E, 2008/2 K sayılı kararı ile 24.6.1995 günlü, 556 sayılı KHK’nin 1- 9. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile ikinci fıkrasının (b) bendinin, 2- 61. maddesinin; a- (a) bendinin, 9. maddenin birinci ve ikinci fıkralarının (b) bentleri yönünden, b- (c) bendinin, Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline, iptal hükümlerinin, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine, oy birliğiyle karar verilmiştir. İptal hükümlerinin yürürlüğe girmesi için Kararda belirtilen altı aylık süre 05.01.2009 da dolmuştur. Görüş ve/veya Öneri: Anayasa Mahkemesinin 05.07.2008 tarihli ve 26927 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 03.01.2008 gün ve 2005/15 E., 2008/2 K sayılı Kararı ile iptal edilen 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında KHK’nin 9/1-b, 9/2-b, 61/a ve 61/c bentlerinin yerine, iptal kararının yürürlüğe gireceği 05.01.2009’dan önce yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır. (Not: 5833 sayılı ve 21.01.2009 tarihli “Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile Anayasa Mahkemesinin belirtilen Kararı ile iptal edilen hükümler yeniden düzenlenmiştir.) Sorun 2: 1 Bu bölüm, toplantı gündemi gereğince konuşma yapan sayın konuşmacıların ve söz alarak bilgi, tecrübe ve görüşlerini paylaşan sayın katılımcıların ses kayıtlarının çözümü esas alınarak Adalet Bakanlığı Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü Tetkik Hakimi Hülya ÇETİN tarafından hazırlanmıştır. 4 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında KHK 7/1-b hükmü, mehaz Avrupa Birliği (AB) Tüzük ve Direktifi ile uyumlu değildir. Görüş ve/veya Öneri: 556 sayılı KHK’ nin 7/1-b maddesinde mutlak ret nedeni olarak sayılan “Aynı veya aynı türdeki mal veya hizmetle ilgili olarak tescil edilmiş veya daha önce tescil için başvurusu yapılmış bir marka ile aynı veya ayırt edilemeyecek kadar benzer olan işaretler marka olarak tescil edilemez.” hükmü, TPE tarafından hazırlanmakta olan Markalar Kanunu Tasarısı Taslağında nispi ret nedenleri arasına alınmalıdır. 556 sayılı KHK’ nin 7/1-b maddesi uyarınca “Aynı veya aynı türdeki mal veya hizmetle ilgili olarak tescil edilmiş veya daha önce tescil için başvurusu yapılmış bir marka ile aynı veya ayırt edilemeyecek kadar benzer olan işaretler marka olarak tescil edilemez.” Bu husus bu maddede “mutlak red nedeni olarak” öngörülmüştür. Oysa mehaz 89/104 sayılı AB Direktifi’nin 4. maddesi ile 40/94 sayılı Topluluk Marka Tüzüğü’nün 8.maddesinde aynı durum nispi ret nedeni olarak öngörülmüştür. Bunun anlamı şudur; mutlak ret nedeni olarak kabul edildiği için, tescil sürecinde TPE tarafından bu husus re’sen dikkate alınacaktır. Oysa AB mevzuatındaki gibi nispi ret nedeni olsaydı TPE bunu resen dikkate almayacaktı. Bu nedenle bizim mevzuatımız önemli oranda mehaz teşkil eden direktif ve tüzükten ayrılmış durumdadır ve bu önemli sorunlara neden olmaktadır. Bir kere TPE’ nün yaptığı işlemler çok sık dava konusu olmaktadır. Bu TPE’ nün iş yükünü arttırdığı gibi esasen mutlak ret nedeni sayılması nedeniyle TPE’ nün bir yükümlülüğü olarak ortaya çıkmaktadır. Yani TPE bu hususu resen dikkate almaktadır. Halbuki nispi ret nedeni olarak düzenlenseydi, tescil sürecinde TPE bunu dikkate almayacaktı. Eğer önceki marka sahibi bir başvurunun kendi markasıyla iltibas teşkil ettiğini düşünür ve itiraz ederse TPE, bu hususu dikkate alacaktı. Bu durumda taraflar TPE’ ne yapılan itiraz üzerine verilen karardan tatmin olmazlarsa, taraflar yargı yoluna başvuracaktı. TPE’ nün farklı uygulamalar yaptığı iddiaları nedeniyle 7/1-b hükmü uygulamada önemli bir tartışma konusu. Çünkü bir marka uzmanı başvuruyu değerlendirirken önceki arşivi-veri tabanını tarıyor. Eğer başvuru konusu markanın, daha önce tescili yapılmış veya tescil için başvurusu yapılmış bir marka ile 7/1 -b anlamında yani aynı 5 veya ayrıt edilemeyecek derecede benzer olduğu düşüncesinde ise mallarında aynı veya aynı tür olması koşuluyla başvuruyu reddediyor. Türk Patent Enstitüsü tarafından hazırlanan “Marka Kanunu Tasarısı”nda da aynı düzenleme korunmuştur. Marka Kanunu Tasarısında 7/1-b hükmü, 8/1-b yani nispi ret nedenleri arasında düzenlenmelidir. Sorun 3: Markaların Korunması Hakkında KHK’nin 7/1-b maddesinin yorumundan kaynaklanan sorunlar. Görüş ve/veya Öneri: Markaların Korunması Hakkında KHK’nin 7/1-b maddesi, Avrupa Toplulukları Adalet Divanı uygulamasına paralel olarak dar yorumlanmalı. Mevcut mevzuat çerçevesinde; Markaların Korunması Hakkında KHK’nin 7/1-b maddesindeki “aynı zamanda bu aynı veya ayırt edilemeyecek şekilde benzer” kavramı Türk uygulayıcıları tarafından geniş yorumlanmaktadır. Avrupa Topluluğu Adalet Divanı bunun özellikle çok dar şekilde yorumlanması gerektiğini söylüyor. (ECJ Case C-291/100 LTJ Diffusion) Sonuç olarak, 556 sayılı KHK’nin 7/1-b hükmü, yukarıda belirtildiği şekilde, Marka Kanunu Tasarısında nispi ret nedenleri arasına aktarılmadığı takdirde, dar yorumlanmalıdır. Sorun 4: Marka hukuku uygulamasında, “ortalama tüketici” kavramının istikrarlı bir uygulamaya sahip olmaması. Görüş ve/veya Öneri: Ortalama tüketici kavramı “makul ölçüde iyi bilgilenmiş, dikkatli ve özenli ortalama tüketici” olarak istikrarlı bir uygulamaya kavuşmalı. Ortalama tüketiciyi net olarak tanımlama konusunda uygulamada sıkıntı yaşanmaktadır. Avrupa Topluluğu Adalet Divanına göre “ortalama tüketici” konusundaki eşik Türk uygulamasında daha aşağıda tutulmaktadır. Avrupa Topluluğu Adalet Divanı bir kararında (ECJ Lloyd case/reasonably well-informed, observant and circumspect) ortalama tüketiciyi “makul ölçüde iyi bilgilenmiş, dikkatli ve özenli ortalama tüketici” olarak tanımlamaktadır. Ama Türk 6 uygulamasında “ortalama tüketici” genel olarak ifade edilmekte, bu kıstasları içinde barındırıp barındırmadığı net olarak tartışılmamaktadır ve istikrar kazanmış bir uygulamaya dönüşmediği görülmektedir. Sorun 5: Marka başvurusunun veya tescilli markanın kullanımının önceki tarihli markaya tecavüz sayılıp sayılmayacağı sorunu. Görüş ve/veya Öneri: Marka başvurusunun veya tescilli markanın kullanımının önceki markaya tecavüz sayılmayacağı konusunda sıkıntılar yaşanmaktadır. Salt bir marka başvurusunda bulunmak başkasının önceki tarihli markasının İçtihatlar bu yöndedir. ihlali anlamına gelmemektedir. Ama Türkiye’de bu kuralın uygulanmasında şöyle bir sonuçla karşılaşılmaktadır. Bir rakip firmanın iyi tutan bir markasını kötü niyetle birkaç değişik harfle yanına kendi lider markasını da koyarak 15-20 adet başvuru yapan kişinin başvurusu, incelemeyi yapan uzmanlardan birinin, önceki tescili gözden kaçırması ile kabul edilmektedir. Bu durumda kötü niyetli başvuran, tescilli bir hakkı kullanmaya başlamaktadır. Bu şekilde büyük firmalar, başkasına ait, iyi tutan markaları seri olarak abluka altına almaktadırlar. Bu şekilde ihlal teşkil eden kullanıma yasal kılıf sağlanmış olmaktadır. İlk derece mahkemelerinin, Yargıtay denetiminden geçmemekle birlikte, son bazı kararlarında eğer kötü niyet çok açıksa, tazminata da hükmedilmiştir. Böyle durumlarda, salt marka başvurusu ileriye dönük bir ihlal hareketinin başlangıcı demektir yani ihlale ilişkin açık bir tehlike ortaya çıkmıştır ve bu durum tecavüzün men’i davasıyla önlenebilmelidir. Bu yaklaşımın yeniden gözden geçirilmesi ve gerekirse, başvuru kötü niyetliyse, tescilli marka olsa bile tecavüzün men’ine karar verilmelidir. Tasarımlar konusunda da aynı sorun yaşanmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu yakın zamanda verdiği bir kararda, sırf kötü niyetle tescil halinde markanın hükümsüzlüğüne karar verilebileceği kanaatine varmıştır. Karara konu olayda; yabancı bir marka söz konusudur. Bu marka Türkiye’de hiç kullanılmamış ve tanınmış bir marka da değildir. Ama marka Avrupa da hızla gelişen bir markadır. Giysi ve moda sektöründe Avrupa’nın öncü ülkeleri olan İtalya, İspanya, Portekiz, Fransa gibi ülkelerinde süratle büyüyen ve tanınmış marka olma yolunda hızla ilerleyen, yatırımlarını artıran bir markadır. Bir Türk müteşebbisi, daha Türkiye’de bir tek bu markalı üründen satılmadan, tanınmış marka olmadan önce, 7 gelip aynısını Türkiye’de tescil ettirmiştir. Yabancı marka, Türkiye’ye ihracat yapmaya kalkıştığında Türk müteşebbis bu markanın kendisine ait tescilli marka olmasını gerekçe göstererek yabancı markalı malların gümrükten geçişini engellemiştir. Kendisinin Türkiye’de üretimi de yoktur. 556 sayılı KHK’nin 42. maddesinde, bir markanın hangi sebeplerde hükümsüz sayılacağı sınırlı olarak sayıldığı halde ve bu sebepler arasında salt kötü niyetli tescil, bir hükümsüzlük sebebi olarak düzenlenmediği halde, bu olayda ilk derece mahkemesi, Medeni Kanun’un 2. maddesi gereğince kötü niyetin himaye edilmeyeceği genel kuralından hareketle markanın hükümsüzlüğüne karar vermiştir. 11. Hukuk Dairesinin görüşü ise, “556 sayılı KHK’ nın 42 maddesinde sayılan hükümsüzlük halleri sınırlıdır, genişletilemez ve bu sebeplerin dışında başka bir sebebe dayanarak marka hükümsüz kılınamaz” şeklinde olmuştur. Fakat bu görüş Daire içerisinde de tekrar tekrar tartışılan bir konuydu. Sonuçta ilk derece mahkemesi, bozma üzerine verilen kararında direnmiş ve Hukuk Genel Kurulunda, ilk derece mahkemesinin görüşü benimsenmiştir. Sorun 6: 556 Sayılı KHK md.8/4 anlamında tanınmış markaların tescilli olmadığı sınıfların dışında başka sınıflarda tescili engelleme özelliği ile ilgili sorunlar. Görüş ve/veya Öneri: 556 Sayılı KHK Md.8/4: “Marka, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu daha önce yapılmış bir markanın aynı veya benzeri olmakla birlikte, farklı mallar veya hizmetlerde kullanılabilir. Ancak, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış markanın, toplumda ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarına zarar verebileceği veya tescil için başvurusu yapılmış markanın ayırt edici karakterini zedeleyici sonuçlar doğurabileceği durumda, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu daha önce yapılmış bir marka sahibinin itirazı üzerine, farklı mal veya hizmetlerde kullanılacak olsa bile, sonraki markanın tescil başvurusu ret edilir.” Yargıtay 11 Hukuk Dairesinin son dönemde istikrar kazanmış içtihatları, 556 Sayılı KHK.’nin 8/4 maddesindeki koşulların her olayda titizlikle değerlendirilmesi gerektiği yönünde ve çok isabetlidir. Gerek özellikle 2000 yılından önce Yargıtay’ın, gerekse yerel mahkemelerin, KHK.’nin 8/4 maddesi üzerinde fazla durmadan verdiği bazı kararlar bulunmaktadır. Örneğin “Avrupa Birliği İç Pazar ve Uyumlaştırma 8 Ofisi”nin (OHIM) bir kararına konu olan bir olayda, çikolatada “duplo” markası varken aynı markanın (duplo’nun) kağıt ve basım ile ilgili ürünler bakımından tescil edilmesi talebinde, önceki “duplo” çikolata markasının sahibi itiraz etmiştir. Bu itirazı OHIM Temyiz Kurulu (TPE’de Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu’nun karşılığı) reddetmiştir. OHIM Temyiz Kurulu’nun gerekçesi şu şekildedir: önceki marka (çikolata markası) bir şeyin iki kat (duble) olduğunu ima eden zayıf bir markadır. İtiraz sahibi iddiasını kanıtlayamamıştır. Malların farklılıkları haksız rekabeti ve ürüne zarar vermeyi engellemektedir. Yani mallar arasındaki uzaklık (cins, tür açısından), önceki markanın itibarına zarar verme tehlikesini ortadan kaldırmaktadır. İlişkilendirme yoktur. II. Tasarım Mevzuatı, Uygulama ve Sorunlar Sorun: 554 sayılı KHK’nin 32. maddesinin uygulanması ile ilgili sorunlar. Görüş ve/veya Öneri: 554 sayılı KHK’nin 32. maddesi “Konusu ve kapsamı 3. madde hükümlerine uymayan bir tasarım tescil talebi Enstitü tarafından geri çevrilir” hükmünü amirdir. Buna göre, Enstitü yapılan bir başvuruyu her şeyden önce kapsam ve konusu itibariyle tasarım ve ürün tanımına uygunluk yönünden incelemelidir. Ne var ki, uygulamada TPE, KHK’nin, 32. maddesinde düzenlenen incelemeyi, 32. maddenin birinci fıkrasından çok, ikinci fıkrasında da belirtilen “başvurunun 26 ve 28. maddelerdeki şekli şartlara uygunluğu” hususuna ağırlık vererek gerçekleştirmektedir. Bu durum, çoğu zaman tanım ve kavram bakımından tasarım olarak tesciline ve korunmasına hiçbir şekilde olanak bulunmayan tescillerle karşılaşılmasına neden olmakta, sistemin sağlıklı işlemesi bakımından gerekli olan güven unsurunu olumsuz etkilemektedir. III. Patent Mevzuatı, Uluslararası Gelişmeler Avrupa Birliği Patent Mahkemesi Sözleşmesi Taslağı (4 Kasım 2008 gün ve 14970/08 sayı) Komisyonun internet sitesinde yayınlanmıştır. Patent haklarının korunmasında Avrupa düzeyindeki bölünmüşlük, ulusal yargı sistemleri arasındaki önemli farklılıklar özellikle küçük ve orta ölçekli yatırımcıların haklarını takip etmelerini zorlaştırmakta, inovasyonu (buluş yapmayı) olumsuz yönde 9 etkilemektedir. Avrupa Birliği Patent Mahkemesinin kurulması suretiyle patent haklarının korunmasında yeknesaklık ve hukuki belirlilik sağlanacaktır. Bu mahkeme, İlk Derece Patent Mahkemesi, Bölgesel ve Yerel Patent Mahkemelerinden oluşacaktır ve gerek hükümsüzlük gerekse ihlal davalarına bakmaya yetkili olacaktır. Bu mahkemelerde yeterince hukukçu ve teknik hakimler görev yapacaktır. Avrupa Birliği Patent Mahkemesinin kurulması konusunda artık çok somut adımlar atılmaya başlanmıştır. Avrupa Patent Sözleşmesi (APS) üye ülkelerin katılımına da açıktır. Bu nedenle APS’ne taraf ülke olarak Türkiye eğer isterse Avrupa Birliği Patent Mahkemesi Sözleşmesine taraf olabilecektir. Bu mahkeme ilk derece patent mahkemesi, bölgesel veya yerel patent mahkemelerinden oluşacak, gerek hükümsüzlük ve gerekse ihlal davalarına bakmaya yetkili olacak ve Avrupa düzeyinde geçerli kararlar verecektir. Türkiye devam etmekte olan bu sürece aktif katılmalı ve pozisyonunu belirlemelidir. B. İNTERNET ORTAMINDA FİKRİ MÜLKİYET HAKKI İHLALLERİ I. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) ve Bilgi Toplumuna Uyum Sorun 1: FSEK.’nun düzenlediği “çoğaltma hakkı”na istisna getirilmesi zorunluluğu. Görüş ve/veya Öneri: 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun, çoğaltma hakkını düzenleyen 22. maddesine göre: “Bir eserin aslını veya kopyalarını, herhangi bir şekil veya yöntemle, tamamen veya kısmen, doğrudan veya dolaylı, geçici veya sürekli olarak çoğaltma hakkı münhasıran eser sahibine aittir.” 5846 sayılı FSEK’na, 2001/29/EC sayılı AB Bilgi Toplumu Direktifi’nin 5/1 maddesi ile internet servis sağlayıcıları ve yasal kullanıcıların faaliyetlerine ilişkin çoğaltma hakkı bakımından öngörülen zorunlu istisna hükmüne paralel bir metin eklenmelidir. Sorun 2: FSEK.’nun düzenlediği “kamuya ödünç verme” inhisari hakkına istisna getirilmesi zorunluluğu. Görüş ve/veya Öneri: 10 5846 sayılı FSEK’nun “yayma hakkı”nı düzenleyen 23. maddesine göre, “Bir eserin aslını veya çoğaltılmış nüshalarını, kiralamak, ödünç vermek, satışa çıkarmak veya diğer yollarla dağıtmak hakkı münhasıran eser sahibine aittir.” Kamuya ödünç verme inhisari hakkına, en azından eser sahibine bir bedel ödenmesi koşulu ile sınırlandırma getirme ve bu bedeli kültürel teşvik amaçlarına uygun olarak belirleme imkanı veren 92/100/EEC sayılı AB Direktifi’nin 5. maddesine uygun bir düzenlemeye FSEK’te yer verilmesinde yarar bulunmaktadır. Anılan maddenin 3. paragrafı uyarınca (kütüphane, eğitim kurumları, arşiv) gibi belirli kuruluşların bu halde bedel ödeme yükümlülüğünden de muaf tutulması mümkündür. Yayma hakkı bakımından önemli olduğu düşünülen bir diğer husus şudur: “Kamuya ödünç verme” hakkı, bizim hukukumuzda inhisari bir haktır. Bir çok Avrupa ülkesinde de böyledir. Ama kamuya ödünç verme hakkı 92/100/EEC sayılı AB Direktifinin 5. maddesinde önemli sınırlandırmalara tabi tutulmuş durumdadır. Direktife göre, üye ülkeler isterse bu istisnaları kendi yasalarına aktarabilirler. Bu istisnalar arasında özellikle üzerinde durulması gereken kütüphane, eğitim kurumları ve arşivlere ilişkin istisnalardır. Türkiye’de yasal olarak piyasaya sunulmuş bir nüsha kitabın bir kütüphane tarafından alınması halinde hiçbir problem kalmadığı düşünülmektedir. Ama yasa bunu söylememektedir. Devlet kütüphanesi olsa bile, aldığı nüshayı eser sahibinin izni olmadan kamuya ödünç verdiğinde, eser sahibinin yayma hakkı ihlal edilmiş olmaktadır . Türkiye’deki uygulama aslında fiilen sorunsuz görünmektedir ama kütüphanelerin faaliyetleri şu anda tehlike altındadır. Kütüphanelerin oluşturulması o kadar kolay değildir. 92/100/EEC sayılı AB Direktifinde, bu haklar bakımından istisna oluşturulabileceği gibi herhangi bir ödeme yapmaksızın da kullanma yönünde üye devletlere seçenek verilmiştir. Biz de bu seçenekleri kullanmalıyız. Örneğin bazı üniversiteler dijital arşiv yapmak istiyorlar. Ancak yasal koruma süreleri dolmamış olan eserleri dijital arşivlerine alamazlar. Çünkü yasal koruma süreleri dolmamış olan eserler, eser sahibinin izni olmaksızın dijital ortama aktarıldığında, eser sahibinin çoğaltma hakkı ihlal edilmiş olur. Sadece koruma süresi dolmuş olan eserler dijital ortama aktarılabilir. O nedenle AB Direktifindeki konu ile ilgili istisnalar mevzuatımıza mutlaka dahil edilmelidir. 11 II. Koruyucu Programları Etkisiz Kılmaya Yönelik Hazırlık Hareketleri Sorun: 5846 sayılı FSEK’nun 72. maddesi kapsamının dar olması. Görüş ve/veya Öneri: 5846 sayılı Kanunun 72nci maddesine göre: “Bir bilgisayar programının hukuka aykırı olarak çoğaltılmasının önüne geçmek amacıyla oluşturulmuş ilave programları etkisiz kılmaya yönelik program veya teknik donanımları üreten, satışa arz eden, satan veya kişisel kullanım amacı dışında elinde bulunduran kişi altı aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.” Madde 2001/29/EC sayılı Bilgi Toplumu Direktifi’nin kapsamını karşılamaktan uzaktır. 72nci maddenin kapsamı çok dardır. Sadece bilgisayar programlarına ilişkin bir düzenlemedir. Bu madde, kapsamı 2001/29/EC sayılı Direktife uyacak şekilde yeniden gözden geçirilmelidir. III. FSEK Ek. Md.4/3’de Düzenlenen “Uyar-Kaldır Yöntemi” Sorunlar ve Görüş ve/veya Öneriler: 1. İnternet ortamında hakları ihlal edilen kişi, öncelikle bilgi içerik sağlayıcıya başvurarak (ihtar göndererek) ihlalin üç gün içinde durdurulmasını (içeriğin internetten kaldırılmasını) ister. Bu düzenleme ile ilgili olarak; a) ihtar (uyarı) yöntemi (yazılı, e-posta, noter) açıkça belirlenmemiştir. Ancak işin mahiyetine göre e-posta veya noter ihtarı olmasında yarar vardır. b) İhtarın içeriği konusunda açıklık bulunmamaktadır. İhlal edilen eser, mali ve manevi haklar, ihlal eden içerik, hak sahipliğine ilişkin varsa belgeler, adres bilgileri ve açık kimlik bildirilmelidir. Yeterli açıklık olmaması Cumhuriyet savcısının başvuruyu ret etmesine veya içerik sağlayıcının sorumluluğunun kalkmasına neden olabilir. 2. Üç gün içinde içerik kaldırılmaz ise, Cumhuriyet savcısına başvuru üzerine üç gün içinde içerik sağlayıcısına verilen internet hizmetinin durdurulması istenir. Bu düzenleme ile ilgili olarak; a) Cumhuriyet Savcısına başvuru sırasında sunulacak belgeler açıkça düzenlenmemiştir. Ancak en azından ihtar ile alındı ise içerik sağlayıcısının cevabı ve ekleri sunulmalıdır. 12 b) Cumhuriyet Savcısının uygulayacağı usul, servis sağlayıcısına göndereceği ihtarın içeriği, takdirini ne şekilde kullanacağına dair koşullar açık değildir. Bu hususların tamamının Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmeliğe bırakılması, haberleşme ve bilgi alma özgürlüğüne sınırlama getirmesi bakımından isabetli olmamıştır. 3. FSEK Ek md. 4 gereğince yapılan uyar-kaldır işlemi, iletişimin hakkının sınırlandırılmasıdır. Her ne kadar Ek md. 4 ile iletişimin durdurulması yetkisi Cumhuriyet savcısına verilmişse de buna mahkemenin karar vermesinin daha uygun olacağı düşünülmektedir. Cumhuriyet savcısına yapılan başvuru üzerine, Cumhuriyet savcısının Hakim’den (ya da FSHCM’den) içerik sağlayıcısına verilen hizmetin durdurulmasını/bu içeriğe erişimin engellenmesini talep edebilir. Bu uygulama, özgürlüklerin sınırlandırılması niteliğindeki soruşturma işlemlerinde hakim kararı alınmasına dair Anayasa ve CMK sistemine daha uygundur. 4. FSEK Ek md.4 gereğince verilen kararlarda hangi eser ihlal edilmiş ve hak sahibi iletişimin durdurulmasını hangi eserler yönünden talep etmişse, buna ilişkin olarak verilecek kararlarda bütün web sitesine ulaşımın engellenmesi değil, ihlale konu esere erişimin engellenmesiyle sınırlı karar verilmesi gerekir. Teknik olarak internet servis sağlayıcılar bunu yapamıyorlar. Ancak iletişim hakkının engellenmesi yerine bu teknik imkansızlığı aşmak daha yerinde olur. Bunun için internet servis sağlayıcılarının yatırım yapmaları gerekmektedir. FSEK Ek md.4 uyarınca verilecek karar örneği: “www.....com alan adlı internet sitesinde yer alan ……… adlı eserin mp3 formatında yada başka formatlarda internet kullanıcılarına ulaştırılmasının, dinlemeye açık tutulmasının ve bireysel ENGELLENMESİ amacıyla kullanıcıların sınırlı olarak, bilgisayarlarına Türkiye’de indirilmesinin faaliyet gösteren www…….com isimli siteye servis sağlayan tüm internet servis sağlayıcılarının (Host-Service Providers) bu eser yönünden İNTERNET ALANI SAĞLAMA VE HER TÜRLÜ ARACILIK HİZMETLERİNİN DURDURULMASINA….” 13 C. BİLİRKİŞİLİKLE İLGİLİ SORUNLAR Sorun 1: Hakimlerin, hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel bilgiler ve hukuki bilgilerle çözülebilecek konularda bilirkişiye başvurmaları. Bilirkişilerin kendilerini hakim yerine koyarak rapor düzenlemesi. Görüş ve/veya Öneri: Bilirkişi raporu başlı başına bir kanıt değil, kanıtların değerlendirilmesine yarayan bir araçtan ibarettir. Bilirkişi teknik ve özellikli bilgi gerektiren konuları mahkemeye açıklamakla yükümlüdür. Hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel bilgiler ve hukuki bilgilerle çözülebilecek konularda bilirkişi dinlenmez (CMK 63, HUMK 275. md). Buna göre uzmanlık gerektiren teknik konularda bilirkişi görüşü alınması zorunludur. Usul yasaları bilirkişinin konusunu, çalışma alanını net olarak sınırlamamıştır. Ancak belirtilen ana ilke doğrultusunda davadaki duruma göre bu alanı sınırlamak hakime düşmektedir. Bu sınırlama, bilirkişinin görevini aşan ve dışına çıkan konularda da görüş beyanını ve davayı etkilemesini önleyecektir. Hazırlanan Hukuk Muhakemesi Kanunu (HMK.) Tasarısında, bu konudaki yasak (raporun hukuki görüş içermeyeceği) açıkça dile getirilmiştir( HMKT 283/4 md.). Tasarıdaki bir başka yeni hüküm, CMK 67/son ve 278 md ile paralel olarak özel ve teknik konularda uzman görüşünden yararlanılabileceğidir (HMKT 297 md.). Uygulamada, zaten davanın tarafları, dosyaya mali yük getirmeden özel bilirkişi görüşü temin ederek dosyaya sunmaktadır. Bilirkişinin görev ve hareket alanı da önceden görevi tebliğ edilirken net biçimde tanımlanmalıdır. Böylece bilirkişinin görevini aşmaması sağlanacak ve hakimin yerine geçerek karar verircesine rapor düzenlemesi önlenmiş olacaktır. Bilirkişilerin tarafsızlığı, sadece tarafların etki veya baskısından uzak olmayı değil, aynı zamanda hâkimin görüş ve telkinlerinden bağımsız düşünebilmeyi de gerektirir. Hâkimin, dosyayı bilirkişiye tevdi ederken, bilirkişinin dosyayı kavramasına yardımcı olacak nitelikte aydınlatıcı bazı bilgileri bilirkişiye aktarması, bilirkişiye sorulan soruları sözlü olarak açıklayarak daha bir netleştirmesi, görevinin sınırlarını ve kendisinden istenen görüşün çerçevesini hatırlatması mümkün ve hatta gereklidir. 14 Ticaret ve Sanayi Odalarının, bilirkişilerin seçimi, denetlenmesi, eğitilmesi konusunda yükümlülükler üstlenmesi gerekir. Başarısız olan ve tarafsız olmayan bilirkişilerin listeden çıkarılması gerekir. Sorun 2: Ceza yargılamasında bilirkişilere ödenen ücretlerin karşılandığı suç üstü ödeneklerinde yaşanan sıkıntılar nedeniyle kaliteli ve konusunda uzman bilirkişiye ulaşmak çok zordur. Görüş ve/veya Öneri: Suçüstü ödeneklerinin zamanında gönderilmesi. Sorun 3: Bilirkişinin görev sınırı ne olmalı? Bilirkişi dosyaya sunulan kanıtlardan çıkarım yapmakla sınırlı olarak mı vazifesini ifa edecek yoksa uzmanı olduğu alanın geçmişten bugüne teknik bilgisini, kültürel bilgilerini de kullanabilecek mi? Görüş ve/veya Öneri: Bilirkişi sadece dosyada bulunan delillerle sınırlı olmamalıdır. Fikri mülkiyet hakları bakımından olduğu gibi sınai haklar alanında da yenilik, buluş basamağı gibi konularda bilirkişinin kendi arşivinden, kendi bilgilerinden yararlanabileceğine, taraflarca bunun yeni olmadığı, buluş basamağı taşımadığı iddia edildiğinde, sadece dosyaya konulan birkaç örnekle değil, mutlak yenilik kapsamında bilirkişinin kendi arşivinden, kendi araştırmalarından, kendi veri tabanından yaralanarak bu yeniliği tartışabileceğine dair Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin kararları vardır. Sorun 4: Başka yerlerden gelen talimatlarda bilirkişilerin tayin edilmiş olması. Ceza Muhakemesi Kanununun 64üncü maddesi gereğince bilirkişiler her yıl adalet komisyonlarınca belirlenmekte ve listeler halinde yayınlanmaktadır. Yine Ceza Muhakemesi Kanunu; gönderilen talimatlarda soruşturma mahalli savcılığının ya da mahkemesinin bilirkişiyi, adalet komisyonlarınca yayınlanan listeden seçebilmesine imkan tanımaktadır. Uygulamada, soruşturmalarda hiç bilirkişilik yapmamış ve hiç rapor yazmamış olan ama adalet komisyonunun bilirkişi listesinde ismi olan kişilerden bilirkişi raporu alınması için talimat yazıldığında bu bilirkişilerin hazırladığı raporlar yetersiz olabilmektedir. Talimatta, ismi bildirilen veya adalet komisyonu listesinde yer alan bilirkişilerin dışına çıkılabilmesi için gerekçe gösterilmelidir. Ayrıca gelen talimatta 15 örneğin 10 tane CD’nin 3 bilirkişiye inceletilmesi talep edilmektedir. Bu durumda bilirkişiye ücret takdirinde sıkıntılar yaşanmaktadır. Görüş ve/veya Öneri: UYAP sistemi kullanılmak suretiyle bilirkişilerin bu sistem üzerinden atanması ve mahkemelerin kendi atadıkları bilirkişilere ait bir sistem oluşturup bu sistemin diğer hakimler tarafından da görülmesinin sağlanması. Böylece bir hakim, aynı alanda görev yapan ve talimat yazacağı yerdeki hakimin o alanda kimleri bilirkişi olarak görevlendirdiğini görerek o bilirkişilere başvurma yoluna gidebilecektir. Bu da büyük şehirlerde talimatlardan kaynaklanan iş yükünü ortadan kaldırabilir. D. İŞ YOĞUNLUĞU-PERSONEL YETERSİZLİĞİ V.B. KONULAR Sorun I: Yargıtay 7. Ceza Dairesine temyiz incelemesi için gönderilen dosyaların Yargıtay’dan dönmemesi. Görüş ve/veya Öneri: Yargıtay 7. Ceza Dairesi tarafından, fikri ve sınai haklarla ilgili davaların temyiz incelemeleri daha kısa sürelerde sonuçlandırılmalıdır. Sorun II: Katip sayısının yetersizliği ve katip dağılımındaki orantısızlık (Örneğin İstanbul 3 Nolu FSH Ceza Mahkemesinin derdest dosyası 2100 ün üzerindedir. İstanbul’da 600 derdest dosyası olan mahkemede de 4 katip, 2100 derdest dosyası olan mahkeme de de 4 katip bulunmaktadır.) Görüş ve/veya Öneri: Mahkemelere yeterli sayıda, donanımlı ve mahkemenin iş yükü ile orantılı katip verilmelidir. Sorun III: Ceza İşleri Genel Müdürlüğü tarafından 07.11.2008 tarihinde yayınlanan “fikri ve sınai ihlalleri ile ilgilenen Cumhuriyet savcılarının ihtisaslaşması” konulu duyuru gereğince fikri ve sınai haklarla ilgili bir yıllık toplam soruşturma sayısı 500’den fazla olan yerlerde bu soruşturmaları yürütmekle görevli bir savcılık bürosu oluşturulması veya ayrı bir büro oluşturulmasını gerektirecek kadar iş yoğunluğu olmaması halinde bu soruşturmaların 16 mevcut bürolardan birine veya belirli Cumhuriyet savcılarına verilmesi öngörülmüştür. FSH hukuk ve ceza mahkemelerinin kurulması ile hakimlerin uzmanlaşması sağlanmış olup, söz konusu duyuru ile Cumhuriyet savcılarının uzmanlaşması sağlanacaktır. Ancak, uzmanlaşan hakim ve Cumhuriyet savcılarının görev yerlerinin değiştirilmesi ve fikri ve sınai haklar dışında bir alanda görevlendirilmeleri halinde bu hakim ve Cumhuriyet savcılarının uzmanlaşması için yapılan yatırımlar boşa gitmiş olacaktır. Görüş ve/veya Öneri: Ceza Muhakemesi Kanununun (CMK.) 250. maddede yer alan yapılanmaya benzer bir yapılanmayla, FSH ihtisas mahkemelerine bölgesel yetki verilmesi, ihtisaslaşmanın sağlanması açısından daha uygun bir yöntem olabilir. Sorun IV: İş yoğunluğu nedeniyle hakimler tarafların “delil tespiti” taleplerini karşılayamamaktadırlar. Bu da hak kaybına neden olmaktadır. Görüş ve/veya Öneri: Bazı Avrupa ülkelerinde olduğu üzere, hukuk mahkemeleri nezdinde görevlendirilecek adalet yüksek okulu mezunu personelin delil tespiti, keşif gibi işlemleri yapması hakimin iş yükünü azaltacaktır. Sorun V: Fikri ve sınai haklarla ilgili mevzuatın cezai hükümlerinde ve genel ceza mevzuatında sık sık yapılan değişiklikler nedeniyle kesinleşemeyen kararlar, ceza yargılamasının genel problemi haline gelmiştir. Görüş ve/veya Öneri: Uyum çalışmaları nedeniyle bir yasa değişikliği yapılacaksa bunun en kısa sürede yapılması ve bundan sonra artık uzun bir süre söz konusu yasalarda değişiklik yapılmaması. Sorun VI: Yargı mensuplarının bir kısmında ve kamu oyunda, fikri ve sınai haklar konusunda yeterli bilincin oluşmaması. Görüş ve/veya Öneri: Ülkemiz 1995 yılından beri bu alanda çok çaba göstermiş, başarılar elde etmiştir. Buna rağmen hala bu yasanın ve fikri sınai haklar ile ilgili yasaların bazı hak sahiplerinin 17 çıkarlarını koruduğu, ürünlerin pahalı satıldığı bu ürünlerin pahalı satılmasına bu hükümlerin neden olduğu gibi eleştiriler son derece haksızdır ve ülkemizin bu konuda göstermiş olduğu çabaya haksızlıktır. Sorun VIII: Soruşturma aşamasında arama, el koyma gibi işlemler için sulh ceza mahkemesinden alınan karalara yapılan itirazlar, fikri ve sınai haklar ceza mahkemelerinin olduğu bazı yerlerde bu mahkemelere, bazı yerlerde ise asliye ceza mahkemelerine yapılmaktadır. Bu durum uygulama farklılıklarına yol açmaktadır. Görüş ve/veya Öneri: Madem ki ihtisas mahkemeleri var, ihtisas mahkemeleri de bu işi bildiklerine göre artık bu itirazların fikri ve sınai haklar ceza mahkemeleri tarafından değerlendirilmesine yönelik düzenlemelerin yapılmasını gerekir. E. HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI İLE İLGİLİ SORUNLAR“TEKERRÜR”- “İTİYADİ SUÇLU”- “SUÇU MESLEK EDİNEN KİŞİ” KURUMLARININ FİKRİ MÜLKİYET SUÇLARINDA UYGULANMASI Sorun 1: Mağdurun uğradığı zararın miktarı belirlenmeden infaz sırasında belirlenerek giderilmesi koşuluyla da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilemeyeceği sorunu. Görüş ve/veya Öneri: “Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzüğün” 51/2-b maddesinde “Mağdurun veya kamunun uğradığı zararın miktarı, mahkemece kararda belirtilmemiş ise, 5275 sayılı Kanunun 98 inci maddesine göre Cumhuriyet savcısının talebi ile uğranılan zararın tespiti mahkemeden istenir.” denmekte ise de, bu hüküm derdest davalarda kıyasen uygulanamaz. Mahkeme infaz sırasında bilirkişi incelemesi yaptırarak zarar miktarını belirleyemez. Çünkü 5237 Sayılı TCK’nin 51. maddesi, zarar miktarının infaz sırasında belirlenmesi koşuluyla, cezanın bir infaz kurumunda çektirilmesinin ertelenmesine karar verilebileceğini belirtmekte ise de, CMK’nin 231. maddesi zarar miktarının belirlenmesini ön koşul olarak düzenlemiştir. Bunun infaz sırasında belirlenmesi olanaksızdır. Fakat kovuşturmada belirlenen zarar miktarının infaz sırasında taksitle ödenmesine karar verilebilir. 18 Sorun 2: Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için: a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekmektedir (CMK m.231/6, 5560 S.K.md.23). Bu üç koşul, olmazsa olmaz, üçü bir arada olması geren koşullar mıdır? Takibi şikayete bağlı olmayan fikri ve sınai hak suçları bakımından (FSEK. md.81’de düzenlenen bandrol suçları açısından) nasıl hareket edilmelidir? Bu suçlar dolayısı ile mağdurun veya kamunun uğradığı bir zarar var mıdır? Görüş ve/veya Öneri: Kural olarak bu koşulların hepsinin bir arada bulunması gerekir ama, bir suçtan dolayı zarar meydana gelmemiş ise mağdurun veya kamunun bir zararı yoksa hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi mümkündür. Bu koşullar elbette ki bir arada bulunacaktır. Ama her suçta da bir mağdur veya kamunun bir zararının bulunması söz konusu olmayabilir. O zaman da, bunlarda zarar koşulunu yerine getiremedi diye hükmün açıklanmasının geri bırakılmasından sanığın faydalanması mümkün değildir demek, sanık aleyhine bir yorum olacaktır. Herhalde yasa koyucunun iradesi bu yönde değildir. Yani FSEK. 81inci maddesi açısından, hükmün açıklanmasının geri bırakılması için, “mağdur veya kamunun zararının giderilmesi” dışındaki diğer iki koşulun gerçekleşmesi yeterlidir. Bandrol suçları kamu düzenine karşı işlenen suçlardır. Kamunun uğradığı zarar var mıdır? Bu ürünler zaten kopyadır. Bandrol alınmasına olanak yoktur. Kamunun zararı bulunmamaktadır. Kamunun zararının araştırılmasına da gerek yoktur. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilebilmesi, hiç olmazsa takibi şikayete bağlı suçlarda hakimin takdirine bırakılmalıdır. CMK’nun ilgili hükümleri buna imkan verecek şekilde düzenlenmelidir. 19 F. 5846 SAYILI YASADA 5728 SAYILI YASA İLE YAPILAN DEĞİŞİKLİK SONRASI ORTAYA ÇIKAN PROBLEMLER Sorun I: Bağlantılı hak sahiplerinin FSEK 68inci maddede düzenlenen haklardan faydalanması, 71inci maddenin kaleme alınma şekli ve 68/4’de öngörülen “yazılı çoğaltma izni” şartı ile FSEK. 18/2 ve Borçlar Kanunu 385inci madde arasındaki ilişki ile ilgili sorunlar. Görüş ve/veya Öneri: 1. Bilindiği üzere 5728 sayılı Yasa değişikliğinden önce, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Esreleri Kanunu’nun 68inci maddesi, eser sahibinin mali haklarının ihlali nedeniyle tecavüzün ref’ini düzenlemekte ve bağlantılı hak sahiplerinin “tecavüzün ref’i” ile ilgili 68inci maddedeki taleplerden yararlanması, 80. maddenin sondan bir önceki fıkrasındaki bir atıf nedeniyle mümkün olmaktaydı. 5728 sayılı yasayla, 5846 sayılı Kanunun 68inci maddesinde yapılan değişiklikle, bu atıf korunmakla birlikte 68inci maddeye, icrayı, fonogramı veya yapımları işleyen, temsil edenlerin de telif tazminatı talep edebilecekleri hüküm altına alınmıştır. Bu durumda, 80inci maddede fonogram ve film yapımcısının işleme hakkı olmadığı halde, bu kişilere telif tazminatı isteme yolunu niye açıyoruz? 2. Aynı hataya 71inci maddenin birinci fıkrasında yapılan değişiklikle de düşülmüştür. Bu fıkrada; “icrayı, fonogramı veya yapımı hak sahibinin izni olmaksızın işleyen....... değiştiren......” ifadesi kullanılmış. Bunların (icracı sanatçının, fonogram ve film yapımcısının) manevi hakkı yoktur, bu kişiler eser sahibi değildir. Bu nedenle bütün sistemi alt üst eden değişikliklere gidilmiştir. Söz konusu değişiklikler yapılmadan önce Yargıtayın ilgili dairesinden görüş sorulmalıydı. Bu değişiklikler hukuk yargılamasını açmaza doğru götürmektedir. 3. 68inci maddenin dördüncü fıkrasında yapılan değişiklik ile “ikinci ve üçüncü fıkralardaki taleplerin eser sahibinden başka hak sahiplerince yapabilmesi için çoğaltma hakkının yazılı olarak alınmış olması” öngörülmektedir. Ama 68inci maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarındaki eylemler “yayma hakkı”ndan bahsetmektedir. Yazılı izin konusunda, Borçlar Kanunu’nun 385inci maddesinde ve FSEK 18/2’de düzenlenen iş ilişkisi hallerinde mali hakların devri için eser sahibinin yazılı izni gerekmez. Aralarındaki özel sözleşme veya işin mahiyetinden aksi anlaşılmadıkça, 20 memur, hizmetli ve işçilerin işlerini görürken meydana getirdikleri eserler üzerindeki haklar bunları çalıştıran veya tayin edenlerce kullanılır. Bu durumlarda, çalıştıran veya tayin edenler, yazılı izne sahip olmadıkları için 68inci maddede düzenlenen telif tazminatından yararlanamayacaklar mı? Bu hususlar dikkate alınarak, 5846 sayılı Yasanın yukarıda belirtilen maddelerinin, söz konusu çelişkileri giderecek şekilde değiştirilmesi gerekmektedir. Sorun II: 5846 sayılı FSEK.’nun 81/13 delaletiyle 81/4 ve 71inci maddeleri arasındaki ilişki. Görüş ve/veya Öneri: 1. Görüş: Orijinal eserlerde, orijinal eser bandrolsüz ise 81/4 kuşkusuz uygulanacaktır. Ancak, korsan eserler, yani hak sahibinin izni olmadan çoğaltılan bandrole tabi eserler bakımından ise 81/13’e göre 71inci madde hükmü devreye girecektir. Ceza Muhakemesi Kanununun (CMK) 158inci maddesinin 6ncı fıkrasında; “kovuşturma evresinde suçun takibinin şikayete bağlı olduğunun anlaşılması halinde; mağdurun açıkça şikayetten vazgeçmesi halinde dava düşecek aksi takdirde yargılamaya devam edilecektir.” Bu düzenleme çerçevesinde mağdur açıkça şikayetten vazgeçmesi halinde dava düşecek veya FSEK.’nun 81inci maddesindeki suça dönüşecek ve yargılama FSEK 81’e göre devam ettirilecektir. Dava 81inci maddeye istinaden açılmış ve 81/13 gereğince 71inci maddenin uygulanması söz konusu olmuş ise burada artık 71inci madde açısından mağdurun açıkca şikayet etmesi şartı aranmamalıdır. Çünkü zaten 81inci maddeden dava açılmış, 6 aylık şikayet süresi geçmiştir. Bundan sonra, şikayet süresi geçti demenin anlamsızlığını vurgulamak için CMK’nda 158/6’da yer alan düzenleme getirilmiştir. Bu nedenle açıkça vazgeçme olmadığı takdirde 71inci maddenin uygulanması gerekir ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması söz konusu olduğunda mağdurun zararının da hesaplanması gerekir. 71inci madde uygulanırken, şikayetten açıkça vazgeçme halinin varlığının tespiti bakımından ise CMK’ya göre mağdurun kovuşturma evresindeki haklarından olan davadan haberdar edilme hakkı nedeniyle davadan haberdar edilmesi gerektiğini, tebligat yapılmasını, tebligata rağmen gelmediği takdirde 71inci maddeden uygulama yapılması gerekmektedir. 2. Görüş: Adalet Bakanlığı Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü ve Kültür ve Turizm Bakanlığı işbirliği ile 12-13 Mayıs 2008 tarihlerinde Çeşme’de gerçekleştirilen seminerde, yukarıda açıklanan 1. görüşün tam aksi bir görüş üzerinde mutabakata 21 varılmıştı. Buna göre; eğer bandrol yükümlülüğüne aykırılık, yasal olarak izin alındığı halde bandrol alınmamak suretiyle işlenmiş ise bu takdirde 81/13 atfıyla 71inci maddenin uygulanacağı konusunda az çok bir mutabakata varılmıştı. Bu sonuca ulaştıran nedenlerden bir tanesi, büyük miktarlarda korsan ele geçirilen olaylarda hak sahipliği belgelerinin elde edilmesindeki güçlüklerdir. Sokak satıcılarında 3 veya 5 tane korsan CD bulunduğu zaman hak sahibine ulaşmak kolaydır. Ancak büyük kentlerde yapılan büyük operasyonlarda yaklaşık 1 milyon, 2 milyon CD, 200 bin 300 bin civarında kartonet ele geçirildiği durumlarda bunların tek tek dökümünün yapılması, hak sahibinin bulunması ve hak sahipliği belgelerinin tamamen bir araya getirilmesi mümkün olamamaktadır. Kanun koyucunun bunu düşünmesi gerekirdi. Ama 81/4 gereğince uygulama yapıldığında bütün hak sahiplerine ulaşmaya gerek kalmamaktadır. Bu pratik sonucu açısından, Bandrol yükümlülüğü olmasına rağmen eğer bandrol almadan bu suçu işlemiş ise hak sahibi zaten bellidir ona göre şikayet edecektir, bu durumda 71inci maddeye göre işlem yapılmalıdır. Ama bandrol yükümlülüğü yoksa zaten korsan çoğaltılmaktadır. Bu durumda hiçbir şekilde hak sahibi olması mümkün değildir, zaten bandrolsüz çoğaltmaktadır. Bu nedenle bu kişiler hakkında 81/4’ün uygulanması yargılamayı hızlandırmak açısından da mantıklıdır. 3. Görüş: FSEK. 13üncü maddede “bandrol yükümlülüğüne aykırılığın aynı eserle ilgili olarak.....” ifadesi yer almaktadır. Yani 81/13 atfıyla 71inci maddenin uygulanabilmesi için ortada mücerret bir “eser” olması gerekir. Fonogram eser değildir. Eseri de içerir, eserden daha da fazlasını içine alır. Dolayısıyla eser değil de bağlantılı hak sahipliği söz konusu olduğunda ve bandrolsüz olarak kamuya sunma gerçekleştiğinde, ister hak sahibinin izni alınmış olsun isterse bu izin olmaksızın korsan çoğaltılmış olsun 81/4 uygulanır yoksa 81/13 atfıyla 71inci madde değil. 71inci madde, sadece ihlal konusu mücerret eserse uygulanır. Örneğin, bir kişi kendi eseri olan makalesini kitapçık halinde yayınladı ve bandrol almaksızın piyasaya sürdüğünde 81/4 uygulanacaktır. Bu eseri eser sahibinden izin alarak yayma hakkına sahip olan kişinin, eser sahibinin haklarını ihlal edecek şekilde ve bandrolsüz olarak piyasaya sürmesi halinde ise hem bandrolsüzlük hem de 71inci maddedeki suç birlikte oluşacak, bu durumda 81/13 atfıyla 71inci maddeye göre cezaya hükmolunacak ve ceza artırılacaktır. 22 Sorun III: FSEK.’nun 81/6. maddesinde 75/3 maddeye yapılan yollama ve 81/13. madde ile 71/1. maddesine yapılan yollamaların, 81. maddenin takibi şikayete bağlı bir suç haline geldiği şeklinde yanlış yorumlanması. Görüş ve/veya Öneri: 5728 sayılı Yasa ile 5846 sayılı Yasaya yapılan değişiklikler sırasında yukarıda belirtilen yollamalar yapılacağına, 5846 sayılı Yasanın değişiklikten önceki 81/4. maddesinde olduğu şekilde bir düzenleme yapılabilirdi. Böylece şikayet konusunda tartışmalı ve çelişkili uygulamalar ortaya çıkmazdı. Hangi suçların şikayete tabi olduğu 75. maddenin birinci fıkrasında belirtilmiştir ve bunlar arasında 81. madde olmadığından aslında şikayet konusunda tereddüt edilecek hiçbir şey yoktur. Sorun IV: FSEK. 81. madde gereğince oluşturulacak il denetim komisyonlarının yaptırım uygulama gücünün olmaması. Görüş ve/veya Öneri: İl denetim komisyonlarında kolluk kuvvetlerinden (özellikle emniyet teşkilatından) temsilcilerin bulunması hem il denetim komisyonlarının daha etkin işlemesini sağlayacak hem de polisin hareket kabiliyetini artıracaktır. İl denetim komisyonunun denetimi sırasında komisyonda bir polis olursa, Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 6. maddesindeki yetkileri gereğince polis zaten suça el koymak ve Cumhuriyet savcısıyla irtibata geçerek gerekli işlemleri yapmak durumundadır. Ama il denetim komisyonunda polis olmazsa, sanığa veya faile uygulanacak bir yaptırım yoktur. Bu nedenle Kültür ve Turizm Bakanlığının hazırlayacağı mevzuatta bu hususa yer verilmelidir. Sorun V: FSEK’nun 75/2 maddesinde yer alan; “Bu Kanunda yer alan soruşturma ve kovuşturması şikayete bağlı suçlar dolayısıyla başta Milli Eğitim Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, yetkilileri olmak üzere ilgili gerçek ve tüzel kişiler tarafından, eser üzerinde manevi ve mali hak sahibi kişiler şikayet haklarını kullanabilmelerini sağlamak amacıyla durumdan haberdar edilirler.” şeklindeki hükmün uygulanmasında yaşanan sorunlar. Örneğin; -Haberdar etme yöntemi nedir? “Haberdar etme”den ne anlaşılması gerekir? Bu bir tebligat mıdır yoksa duyurma mıdır? Örneğin, internet sitesinde yayınlarsa, hak 23 sahipleri haberdar edilmiş sayılır mı? Mahkemeler ve maddede adı geçen bakanlık ve ilgili gerçek ve tüzel kişiler haberdar etme işlemini elektronik posta ile gerçekleştirebilirler mi? Yoksa CMK. ve Tebligat Kanununa uygun şekilde tebligat yapmak mı gerekir? -Mahkemelerin Kültür ve Turizm Bakanlığına haber vermesi yeterli olacak mıdır? -Kültür ve Turizm Bakanlığı hak sahiplerine nasıl haber verecek? Meslek Birliğine haber vermesi yeterli olacak mıdır? Melek birliği veya hak sahipleri tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığına cevabı üzerine yapılacak işlemler nelerdir? Meslek Birliği’nin hak sahiplerine haber verme yükümlülüğü var mıdır? Nasıl haber verecek ? Meslek birliğinin cevabı beklenecek mi? -Kültür ve Turizm Bakanlığına bildirim yapıldıktan sonra, adı geçen Bakanlığın olumlu veya olumsuz bir cevap vermesi beklenecek midir? -Maddede adı geçen bakanlık ve ilgili gerçek ve tüzel kişilere bildirimin yapılma süresi nedir? Bütün bunların sonuçlanması bazen hak sahiplerinin çokluğu dikkate alındığında bazen aylar alabilir. Bu nedenle 75/2. maddeninde uygulanması son derece kısıtlı olacaktır. Görüş ve/veya Öneriler: 1. Görüş: 75. maddenin 2. fıkrasında öngörülen “haberdar etme”ye ilişkim hüküm, emredici bir hükümdür. Uygulamada yaşanacak sıkıntılar gerekçe gösterilerek bu yükümlüğü yerine getirmekten kaçınılamaz. 5856 sayılı Kanunun 71 ve 72. maddelerinde öngörülen suçlar takibi şikayete bağlı suçlardır ve uzlaşmaya tabidir. Bu suçlar hakkında uzlaşma hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı konusunda yargının inisiyatifi yoktur. Cumhuriyet savcılıkları veya mahkemeler tarafından, 75/2. maddede belirtilen kurum veya kişilere yazılı bildirim yapıldıktan sonra Cumhuriyet savcılığı veya mahkeme bu mükellefiyeti yerine getirmiş olur. Bu yapılmazsa ileride ciddi sorunlarla karşılaşılabilir. Kültür ve Turizm Bakanlığının, kayıt ve tescil edilmeyen eserler açısından eser sahiplerini veya adreslerini bilmemesi gibi hususlar yargının sorunu değildir. Yargının sorumluluğu, ilgili kurumlara böyle bir davanın açıldığını veya açılmakta olduğunu haber vermektir. Dolayısıyla 75/2 gereğince hak sahiplerini haberdar etmek için oluşturulması gereken sistemi kurmak, kanundan kaynaklanan mükellefiyetleri yerine getirmek, alt yapıyı oluşturmak Kültür ve Turizm Bakanlığına veya Milli Eğitim 24 Bakanlığına yani maddede belirtilen kurum veye kişiler her kimse ona aittir. Bu kurum veya kişilerin açığını veya teknik imkansızlığını hak sahiplerinin hakkına halel gelecek şekilde kapatmak, yargının görevi değildir. 2. Görüş:Fikri haklarla sınai haklar birbirinden farklıdır. Sınai haklar tescile tabi haklardır. Fakat fikri haklar tescile tabi değildir. Dolayısıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı bu tür bir yükümlülük altına sokulamaz. FSEK. 75/2 madde gereğince Kültür ve Turizm Bakanlığının bildirim yükümlülüğü olduğu kabul edildiğinde birtakım problemler ortaya çıkmaktadır. Örneğin, eserlerin hepsi zorunlu kayıt ve tescile tabi değildir. Bu nedenle Kültür ve Turizm Bakanlığının da adreslerini ve kimliklerini bilmediği eser sahipleri vardır. Onlara kim haber verecek? Nasıl haber verilecek? Dolayısıyla, Kültür ve Turizm Bakanlığını kendisine kayıtlı ve tescilli olan eserler açısından bildirim zorunluluğu getirilebilir. Ama kayıt ve tescilli olmayan eser sahiplerine nasıl ulaşılacak? Bunlar Türkiye de de olmayabilir, dünyanın her hangi bir yerinde olabilir. FSEK. 75/2 bütün bu sorunları içine alan bir madde değildir. Sorun VII: Bandrole tabi olan eserler arasında bilgisayar oyunları yer almamaktadır. Bu konuda çelişkili mahkeme kararları vardır. Görüş ve/veya Öneri: Bilgisayar oyunlarının, FSEK.’nda bandrol uygulamasına tabi eserler arasında özellikle belirtilmesi gerekmektedir. Ancak, Kayıt ve Tescil Yönetmeliği’nin 4/1 maddesinde yer alan “sinema filmi” tanımında, sinema filmi için sinema sanatına özgü yöntemlerin kullanılması gerektiği halde, FSEK.’nun 5. maddesinde “sinema eseri” ; “...tespit edildiği materyale bakılmaksızın elektronik veya mekanik veya benzeri araçlarla gösterilebilen.... hareketli görüntüler dizisi” şeklinde tanımlandığından, “sinema eseri” tanımı, bilgisayar oyunlarına da uygulanabilecektir. Ancak bilgisayar oyunları, zorunlu bandrol uygulamasına tabi eserler arasında yasada açıkça düzenlenmelidir. 25 G. 5846 SAYILI YASANIN 81. MADDESİNDE 5728 SAYILI YASA İLE YAPILAN DEĞİŞİKLİK SONRASI ELE GEÇİRİLEN ÜRÜNLERİN DEPOLAMA VE İMHASINDA YAŞANAN SORUNLAR Sorun I: 03.03.2004 tarihli ve 5101 sayılı Yasa değişikliğinden önce fikri mülkiyet ihlalleri takibi şikayete bağlı suç niteliğinde idi. 5101 sayılı Yasa ile 81. maddenin 4. fıkrası değiştirilerek, 81. maddede belirtilen suçlar konusunda güvenlik güçlerine resen hareket etme yetkisi verilmiş ve Cumhuriyet savcılarına, 81. madde kapsamında ele geçirilen ürünlerin hazırlık aşamasında imhasını talep etme yetkisi verilmişti. Ancak 5728 sayılı Yasa ile temel ceza yasalarına uyum amacıyla 81. maddede yapılan değişikle bu imkan ortana kaldırılmış ve bu değişiklik sonrası, ele geçirilen ürünlerin imhasında ve depolanmasında çok büyük sorunlar yaşanmaya başlanmıştır. Görüş ve/veya Öneri: 1. Görüş: Soruşturma veya kovuşturma devam ederken, Suç Eşyası Yönetmeliğinin 9/son maddesi gereğince soruşturma ve kovuşturma sonuna kadar saklanması sırasında bozulacak veya değerlerini açık bir şekilde kaybedecek olan yahut muhafazası zor olması itibarıyla emanet dairesinde saklanması mümkün olmayan eşya hakkında uygulanan işlemler uygulanabilir. Bunun için önce bilirkişi incelemesi ile ele geçirilen ürünlerin değer tespiti yapılmalı ve eşya içinden örnek alınarak dosyaya konulmalı bundan sonra Suç Eşyası Yönetmeliğinin 9/son maddesine göre işlem yapılmalıdır. 5728 sayılı Yasa, temel ceza yasalarına uyum amacıyla çıkarılmıştır ve 81. maddedeki hazırlık aşamasında imhaya imkan veren hüküm, genel hükümlere uyum amacıyla bilinçli olarak değiştirilmiştir. Bu nedenle bu konuda tekrar düzenleme yapılması mantıklı görünmemektedir. 2. Görüş: Suç Eşyası Yönetmeliği 9/son maddesinin uygulanabileceği konusunda tereddütler yaşanmaktadır. Soruşturma veya kovuşturma devam ederken, Türk Ceza Kanunu 54/4 gereğince eşya müsadere edildikten ve Suç Eşyası Yönetmeliğinin 9/son maddesi gereğince satışa karar verildikten sonra yargılama sonunda suçun oluşmadığına karar verilirse ne olacak? Bu nedenle FSEK. 81. maddesine, suç eşyası hakkında TCK. 54. maddenin uygulanacağına dair bir atıf yapılarak soruşturma veya kovuşturma devam ederken imha imkanı getirilmelidir. 26 3. Görüş: Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından, İl Denetim Komisyonlarının bandrol gelirleri kullanılarak, özellikle 3 büyük ilde (Ankara, İstanbul, İzmir) ivedilikle depo ve görevli temin edilerek adli emanetlerin ve polis birimlerinin rahatlatılması sağlanmalıdır. 27