Issızlığa Kaçan Çocuk: M. Sadık Aslankara

Transkript

Issızlığa Kaçan Çocuk: M. Sadık Aslankara
Iþýk Kansu
Çocukluða Yolculuk
Issýzlýða Kaçan Çocuk:
M. Sadýk Aslankara
A
nlak, geçmiþin gizli gözcüsüdür. Sarayköy'ü yalayýp geçen Büyük Menderes'in ipiltili sularýný unutturmaz. Ýlk gönenci de…
Altý yaþýnda olmalý. Henüz öðrenci deðil. Babasý Gazi Ýlkokulu'nda öðretmen, onun sýnýfýna girip çýkýyor. Okula baþlamadan okuma, yazma tamam.
Bir ilkokul bitirme sýnavý anýmsýyor o günlerden. Çocuklarýn avuç
içleri terli, tek tek tahtaya çekiliyorlar. Sadýk, bir kenarda izleyici. Haritanýn önündeki çocuða “Samsun nerede?” diye sormuþlar. Küçük
parmak, Anadolu'nun güneyinde dolaþýyor, ortasýna kayýyor, bir türlü
Kuzey'e gitmiyor. Sadýk, yerinde duramýyor, hareketleniyor, boðazý
düðümleniyor, dayanamýyor:
“Çýk, çýk, yukarý çýk…”
Bulmuþtur Samsun'u, öðretmenlerin gözünde ýþýltý…
Babasýnýn kitaplýðýndaki ciltlerden kentler kurardý; evler, þatolar,
saraylar, içlerinde masallarý olan. Krallarý, kraliçeleri ve insancýklarý
olan. Kendini yaratmaya girerdi o odaya.
Tek çocuk deðildi, ama yalnýz bir çocuktu. Ayný anneden üç, toplam dört kardeþtiler. Bu
kalabalýðýn içinde yalnýzlýk seçeneðini de kendi yaratmýþtý.
Evden çýkar giderdi. Dört-beþ yaþýnda bile. Çoðu kez kaçýþtý, zaman zaman da tam sözlük
anlamýyla kaybolmaktý. Haber vermeden, ýssýz, yalýn, yalnýz, yalnýzca yitip gitmek. Hoþuna giden bir yere:
“Yalnýzlýk da hoþ oluyor zaten.”
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 4, AÐUSTOS-EYLÜL 2005
89
IÞIK KANSU
Kaçýlan yerler sýradýþý, kaçmak sýradan. Serüvene açýlma; yürüyerek, otobüsle, trenle…
Evdekilerin yüreði kabarýrmýþ, anne karalar baðlar, baba karakollarda çaresiz kalýrmýþ, hepsi geride kalýr. O, bir otobüste, þose yollardan geçiyor. Ya da trende. Sarý saçlarý kývýr kývýr, gözleri
pýr pýr, ay-yýldýzlý pencereden telgraf tellerinin bir inip bir çýkýþýný izliyor…
Telefon yok ki hemen bildirsin, “Telaþlanmayýn, Sadýk bizde”
desin, Ýzmir'deki teyzesi Zeliha Karakiþi ya da Üçkuyu köyündeki Fahriye Ablasý.
Sonra, mutlaka bir yerlerden çýkýyor, apansýz, “Ce” yaparmýþ
gibi.
Tüm yaþamý boyunca sürdü kaçmalarý. Hâlâ da öyle. Bugün
de kaçýyor bazen. Alýndý mýydý küsüyor, getireceði zararýn faturasýný da kesiyor, çekip gidiyor.
Kimi kez yalnýzlýðý yeðleme, hatta demleme var burada. Kendine sýðýnmak gibi bir þey…
48'li olduðuna göre, 1955'te ilkokula baþlamýþ olmalý, Denizli'de. Evleri, Delikliçýnar semtindeydi. Ahþaptý, bahçeliydi, büyüktü, sessiz ve sakindi.
Çok iyi bir ilkokul öðretimi gördü mü görmedi mi, kuþkulu…
Kahramanlar Ýlkokulu'nda Zeki Ülkü öðretmen, dersleri daha çok yaþatarak öðretiyor. Öðrencilerini topluyor, gezilere götürüyor. Kurbaða mý gördüler, duruyorlar, hep birlikte çömelip kurbaðayý izliyorlar. Hop… Bak zýpladý. Vrak… Bak, boðazýný þiþirdi…
Zeki öðretmenin doðalcýlýðýnýn peþi sýra, içli, sanata yakýn bir yaný da var. Keman çalýyor.
Hemen hemen her ders çalýyor.
Babasý, öðretmen arkadaþlarýyla konuþtu, hesabýnýn, yani matematiðinin zayýf kalabileceði
kaygýsýyla Sadýk'ý üçüncü sýnýfta o ilkokuldan aldý. Ciddi bir örselenme, belki de bir utanç sýzýsý kaldý bu deðiþimden. Babasý belki haklýydý baþka okul seçiminde; ama Sadýk, Zeki öðretmene karþý hep suçluluk duydu…
Babasý Abdullah Hilmi Aslankara, Mustafa Kemal'e derinden baðlý, Cumhuriyetin ilk öðretmen kuþaðýndandý. 1893 doðumluydu. Çal ilçesinin Üçkuyu köyünden, 1700'lerde Konya
tarafýndan gelen yörüklerin torunlarýndandý. Babanýn evde kesin otoritesi vardý kuþkusuz;
ama anne Cavide Aslankara'nýn duldada saklanmýþ gizli yöneticiliði hemen seziliyordu.
Annesinden duyarlardý, babasýnýn okulda yöneticilerle çatýþtýðýný. Geçimsiz bir insan deðildi hiç, ama doðru bildiði neyse onun savaþýmýný verirdi. Köylerde uzun süre öðretmenlik
90
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 4, AÐUSTOS-EYLÜL 2005
ÇOCUKLUÐA YOLCULUK/M. SADIK ASLANKARA
yapmýþtý. Kimin çocuðu okula gidiyor, kimin gitmiyor, denetlerdi. Genç Cumhuriyet'in verdiði destekle devrimin ilkelerini çocuklara taþýmakta kararlýydý. Fevri oluþu da ondandý.
Sadýk'ýn da, zaman zaman baþýna iþler açan; heyecanlý, düþünce ve duygularý dilinin ucunda olan yaný, babasýndan yadigârdý. Babadan bir baþka kalýt da kültürel varlýktý. Evde hep okuyan bir baba gözlemi kalmýþ bugüne. Anne, “Babanýz okuyor” derse, sessiz olunmasý anlamýna gelirdi. Susulurdu.
Babasýndan okuma etkilenmeleri ve erdem almýþtý. Bir de amcasýndan. Hem de çok sevdiði amcasýndan…
Amca Hüsnü Aslankara, Fatih medresesi mezunu öðretmendi.
Kurtuluþ savaþýnda topçu üsteðmen olarak görev yapmýþtý. Kuþkusuz Cumhuriyet'e gönülden baðlanmýþtý; ama yaþadýðý kimi sýkýntýlar onu baþka bir yere savurmuþtu. Ýki öðretmen kardeþ zaman zaman kavga ederlerdi. Amcasý Demokrat Parti'yi savunur, babasý da
kardeþine kýzar, üstüne üstüne giderdi.
Sadýk, hiç istemezdi kavga etsinler. Ýsterdi ki Mehmet Akif hayraný, Yahya Kemal hayraný amcasý, “Ovvv Sadýk” desin, boyunu karýþlasýn, “Ne kadar da büyümüþsün yav” desin, ezbere Yahya Kemal'ler, Ziya Paþa'lar okusun, uzun uzun aile tarihini anlatsýn, o kadar.
Ýlkokulda yazmaya baþlamasýnýn bir nedeni de buydu. Çünkü
onun okuyan bir babasý ile amcasý vardý…
Namýk Kemal Ýlkokulu'nun ardýndan Zafer Ýlkokulu'ndan diploma aldý. Denizli Lisesi, o zaman ortaokul ile birleþik. Ortaokul sabahtan, lise öðleden sonra. Zaten kocaman kentte tek ortaokul var. Kocaman dediðin, 35 bin
nüfuslu bir kent…
Ýlkokulda baþlayan okuma tutkusu, ortaokulun birinci ve ikinci yýlýnda giderek yükselen
bir kitaplýk sahibi yapmýþtý Sadýk'ý.
Babasý emekli olmuþtu. Maaþýndan oðluna aylýklar vermeye baþladý. Sadýk parayý alýr almaz
kitapçý Alaattin'in dükkânýnda soluklanýrdý. Kitapçý Alaattin'in ailesi Selanik göçmeniydi. Bildik bileli, kitapçýlýk yaparlardý Denizli'de. Babasý haber göndermiþti kitapçý Alaattin'e, “Sadýk
istediði gibi gelsin kitap alsýn, sonra ben öderim” diye. Öyle de olmuþtu.
Varlýk Yayýnlarý'ndan çýkan kitaplarýn hepsini edinmiþ, daha ortaokuldayken Varlýk dergisi sürdürümcüsü olmuþtu. Türk Dili, daha sonralarý Yeni Ufuklar, hep kolunun altýndaydý.
Tahsin Yücel, Ceyhun Atuf Kansu, Orhan Hançerlioðlu'nun yazýlarýný, altlarýný kýrmýzý kalemle çize çize okurdu. Pek anlamazdý önceleri, ama inatla okurdu. Özenli bir dil kaygýsý varsa
bugün, Oktay Akbal'ýn Varlýk'taki yazýlarýnýn tortusudur. Orta 2'de arkadaþlarýyla çýkardýðý
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 4, AÐUSTOS-EYLÜL 2005
91
IÞIK KANSU
Çalarsaat adlý duvar gazetesi ise, o günlerden
kalma çocuksu bir coþkudur…
Ya sinemayla ilk tanýþmasý?
Babasýnýn “vahþi hayvanlar” serisi vardý. Cam
kýrýklarý toplamýþ, onlarýn üzerine suluboyayla
hayvan resimleri çizmiþti. Kömürlükte arkadan
ýþýðý tutup hayvanlarýn bir bir seslerini çýkarýnca
mahallenin çocuklarý þaþkýna dönmüþtü.
Himaye-i Etfal Sinemasý da kentin tek sinemasýydý.
Kaçtýðý günlerden biriydi. 1955 filan olmalý.
Film bitmeye doðru, sinemanýn çýkýþ kapýsýný
aralamýþlar, sýzýverdi içeri. Birden o görüntü… Perdenin önünde, damlacýk boyunu kat be kat
aþan o siyah beyaz görüntü… Uðuldayan bir ses, bir kadýn ve bir erkek. Konuþuyorlardý. Harika bir filmdi, her þeyi görmüþtü, inanýn…
O sinema yýkýldý birkaç yýl sonra. Gecekondumsu Cem Sinemasý vardý, týklým týklým dolardý ve Sadýk o sinemaya da kaçtý. Sonra, Himaye-i Etfal Sinemasý'nýn yerine yapýlan Emek
Sinemasý'na da.
Bir cep defteri vardý, izlediði filmlerin yönetmeninin adýný yazardý, oyuncularýnýn adlarýný
yazardý.
O Emek Sinemasý ki Sadýk'ýn profesyonel denebilecek tiyatro yaþamýna ilk adým attýðý sahnedir de…
Denizli'de tiyatro yok, ama lisenin tiyatro kolunun oynadýðý oyunlar sergileniyor. Ýlkokuldayken, Denizli Lisesi'nin tiyatro salonunda bir antik oyun izlediðini anýmsýyor örneðin. Sezgin Ablasý, lisede o zaman. Habis Ekrem diye bir edebiyat öðretmenleri var, o koyuyor oyunlarý sahneye. Sert, Rýfaz Ilgaz'ýn Hababam Sýnýfý'ndaki Recaizade Ekrem'e düþkün öðretmen
tiplemesine benzer, öðrencilerle arasýna her zaman bir soðukluk taraçasý koyan bir eðitimci.
Ama adamcaðýza “Habis” denmesinin tek nedeni, tiyatro yaptýrmasý galiba. Galiba da deðil,
besbelli…
Liseye girdiðinde bir baþka tiyatroya gönül vermiþ edebiyat öðretmeni Murat Özmen, yaþamýnda bir kavþak noktasý oldu. Ýlkokulda, ortaokulda yýl sonlarýnda ya da eðlencelerde Sadýk'ý öne çýkarýrlar, o da taklitler yapardý. Murat öðretmenin oradan aklýnda kalmýþ olmalý ki
Sadýk'ý okulun tiyatro koluna çaðýrdý.
Önceleri skeçler, ardýndan ciddi oyunlar geldi. Cevat Fehmi Baþkut'un yapýtý Buzlar Çözülmeden'de baþrol oynadý, deli kaymakamý.
Lisedeki tiyatro deneyimi, sanatsal çalýþmaya dönüþüverdi birdenbire. Bir ekip oluþturdular, arkadaþlarýyla Gogol'ün Bir Delinin Hatýra Defteri'ni sahneye koydular. Hem de Emek
92
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 4, AÐUSTOS-EYLÜL 2005
ÇOCUKLUÐA YOLCULUK/M. SADIK ASLANKARA
Sinemasý'nýn tiyatro sahnesinde. Denizli'nin ilk amatör topluluðudur o. Ad bile koymamýþlardý topluluða. Sonra, Çetin Altan'ýn Dilekçesi'ni oynadýlar, ardýndan Sümerbank fabrikasýnýn tiyatro kolunda, yani düpedüz iþçilerin rol aldýðý tiyatroda konuk oyunculuk yaptý. Güner Sümer'in Bozuk Düzen'ini, Sabahattin Kudret Aksal'ýn Kahvede Þenlik Var'ýný sahnelediler, oynadý. Düzenli amatör tiyatro yaptý, 1964'ten baþlayarak.
Süreç, 1968'e doðru evriliyordu. Sadýk'ýn daðarcýðýnda; eve her gün giren Cumhuriyet gazetesinden, Akbaba, Akis ve kendisinin sürekli aldýðý Yön dergilerinden kalan siyasi bir derinlik var. Lisedeki aykýrý öðrencilik de biraz bundan:
Denizli Liseleri Öðrenci Birliði'ni kurmaya kalkýþtý. Reþit olmadýðýný söylediler. Avukata
gitti, “Sen dernek kuramazsýn” yanýtýný alýnca bu giriþimden vazgeçti.
Lisede dergi de çýkardý. Adý, Zeytindalý. Ýlk sayýsýndaki bir yazý nedeniyle kapatýldý. Neden,
fýndýk kabuðunu doldurmayacak türden. Yazýda, yenilen kýz takýmý niye üzülmek yerine gülüyormuþ, demiþler…
Bir sonraki Yanký dergisiydi. Yine okulda çýkarmýþlardý. Sadýk, Atatürkçülük ile ilgili bir
yazý yazmýþtý. O da kapatýldý. Hatta imha edildi.
Lise müdürü Necati Öztürk olmasaydý, bu dönemde baþý çok derde girerdi. Necati öðretmen, velisi gibiydi, hep korudu, kolladý onu.
Bir yanda tiyatro, bir yanda dergiler, bir yanda okul. Liseyi tam altý yýlda bitirdi.
Ama düþünce savaþýmýndan sýyrýlmak yok. 1966'da Ulusça Uyanýþ dergisini yayýmladýlar,
Özkan Fidan ve Hasan Gür ile birlikte. Atatürkçü bir dergi bu, ama Denizli'de matbaalar basmaya yanaþmadýlar bir dönem sonra. Sadýk, bir yazýsýndan dolayý poliste soruþturma geçirdi.
Ýki sayý da Ýzmir'de çýkardýlar, yürütemediler, kapandý.
Bir yandan da öyküler yazýyor. Evde daktilo yok. Öyküleri temize çekmek için okul kütüphanesindeki Remington marka daktiloyu kullanýyor. Ýlk öykülerinde daha çok Orhan Kemal'e öykünüyor. “Sergi” adlý öyküsünü Yunus Nadi Kýsa Öykü Yarýþmasý'na gönderiyor, Ankara Radyosu'na skeçler yazýyor.
On yedi yaþýndayken Cumhuriyet gazetesinde tartýþma köþesinde yazýsý yayýmlanýyor, sonra Ýmece ve diðer dergilerdekiler geliyor.
Yýl 1967 ve Ankara…
Türkiye Öðretmenler Sendikasý'nýn (TÖS) tiyatro kolu Denizli'ye gelmiþ ve Sermet Çaðan'ýn Ayak Bacak Fabrikasý'ný sahnelemiþ. Oyundan çok etkilenen Sadýk'ýn içi içini yiyor.
Kararlý, Ankara'ya gidecek, köy enstitülü öðretmenler aracýlýðýyla tanýþtýðý TÖS baþkaný Feyzullah Ertuðrul'u bulacak, TÖS'ün tiyatrosunda oynayacak.
Feyzullah Ertuðrul, sevgiyle karþýlýyor. “Sadýk, biz tiyatro kolunu kapattýk ama” diyor,
“TÖS tiyatrosunun yönetmeni Oben Güney, seni Halk Oyuncularý'nýn Ankara'da açýlan þubesine götürebilir.”
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 4, AÐUSTOS-EYLÜL 2005
93
IÞIK KANSU
Helal, ne büyük bir olanak bu… Oben Güney ile görüþtü, Tuncer Necmioðlu da, “Tamam
baþla” deyiverdi.
Çetin Altan'ýn Komisyon'unda komisyon üyesi oldu, figürasyonda rol aldý. Pir Sultan'da da,
Teneke'de de, Devri Süleyman'da da. Tiyatroya Çetin Altan gelirdi, Yaþar Kemal gelirdi, Vedat
Türkali gelirdi. Aydýn Engin de zaten oradaydý, onun babasýnýn da adý Sadýk'tý. Ödemiþliydi,
Sadýk'a “Aslan oðlum” derdi.
1968 þahlanmýþ, yarýn devrim olacak… Öyle bir hava…
Politik tiyatro yapýyorlar, ama yetmez, daha sert, çok daha eylemli tiyatro gerek. Böyle düþünüyor, Dil Tarih Felsefe öðrencisi Sadýk Aslankara, Siyasal Bilgiler Fakültesi öðrencisi Halil
Ergün, Erdoðan Akduman ve Mustafa Alabora…
Vasýf Öngören lokomotif oluyor, epik tiyatroya yönelecek, Bertold Brecht'in izinde Türk tiyatrosuna yeni bir yön, yeni bir rüzgâr verecekler…
Bu beþ isim, 1969'da Ankara Birlik Sahnesi'ni kurdular. En büyük destekçileri, Sadýk'ýn
“Yaþamým boyunca benim hep birinci adamým oldu” diye tanýmladýðý babasý Abdullah Aslankara oldu. Verilen para, bir sermaye deðildi, borç hiç deðil, bir burstu sanat için, Sadýk ve arkadaþlarý için.
Acemiliðin kapýþmalarý, tiyatroda bölünme, dýþlanmalar ve savrulma. Üstüne üstlük 12
Mart muhtýrasýnýn karanlýðý. Bütün siyasal yöneliþlere son verme ve tümüyle sanata adanmýþ
bir yaþam merdiveninin týrabzanýna tutunuþ…
Sakýz gibi aklanmýþ bir uykuya dalsa, düþünde çocukluðunu görse, göz kapaklarýný açar açmaz ne derdi?
“O çocuk Sadýk duruyor bende” derdi…
94
ÝMGE ÖYKÜLER YIL 1, SAYI 4, AÐUSTOS-EYLÜL 2005