Incognito: Beynin Gizli Hayatı
Transkript
Incognito: Beynin Gizli Hayatı
Incognito: Beynin Gizli Hayatı Domingo Yayınları, 2013 İnsan nasıl olur da kendine öfkelenebilir? Bu durumda tam olarak kim kime kızmış olur? İsmi J harfiyle başlayanların ismi yine J harfiyle başlayanlarla evlenme olasılığının yüksek olması sadece tesadüf olabilir mi? Yüksek IQ’lü bir bankacı olan Charles Whitman, neden durup dururken bir kuleye çıkıp 48 kişiye ateş açmış olabilir? Pink Floyd, “kafamın içinde biri var, ama o ben değilim” derken veya Carl Jung, “her birimizin içinde, tanımadığımız biri daha var” derken kast ettiği tam da budur. Bir buzdağının görünmeyen kısmı gibi bilinçaltı da davranışlarımızı kontrol eder ve seçimlerimizi belirler. David Aegleman, Incognito: Beynin Gizli Hayatı kitabında sadece yaklaşık 1,5 kg ağırlığında olmasına rağmen evrende keşfedilegelmiş en karmaşık malzemeyi bize tanıtıyor. Bu organ, kafamızın içindeki zırhlı haznede yer alan küçük geçitlerden istihbarat toplayarak bütün operasyonu yöneten bir görev kontrol merkezi konumundadır. Bu merkez müthiş karmaşık bir sistemle çalışır. Beynimizi oluşturan “nöron” ve “gliya” hücrelerinin her biri, komşu nöronlarla yaklaşık 10 bin bağlantı kurmuştur. Beynimizde milyarlarca nöron olduğunu düşününce ne denli karmaşık bir yapı olduğu tahmin edilebilir. Yani, beynimizin tek bir santimetre küpünde Samanyolu gökadasındaki yıldızların sayısı kadar bağlantı olduğunu söylemek mümkündür. Pink Floyd ve Carl Jung’un üzerinde durduğu, “bir ben var benden içeri” benzeri ifade, bu karmaşık nöron ilişki ağının oluşturduğu altyapının bir sonucudur. Beyin, sahne arkasında bizim bilinçli olarak farkında olduğumuzun çok ötesinde ve çok daha karmaşık bir işleyişe sahiptir. Peki, bu işleyiş günlük hayatımızı etkiler mi? Cevabı, evet. Hem de pek çok açıdan. Kendinizi Gıdıklayabilir misiniz? Aslında biz insanlar çevremizde olup biten binlerce küçük olayın yalnızca küçük bir parçasını algılarız. Çevremizin farkına ancak duyusal girdilerin beklentilerle çeliştiği zamanlar varırız. Dünya beklentilerimizle uyuştuğunda farkındalığa gereksinim yoktur, çünkü beyin daha önceden öğrenmiş olduğu işi gayet iyi görmektedir. Ancak ne zaman o işin yürüyüşüne biri dikkat çeker veya bir değişiklik olur, o zaman bilinçli süreç hakimiyeti ele geçirir. Örneğin, bisiklete binmeyi ilk öğrenirken tüm detaylara dikkat kesilir, her yaptığımızı bilinçli şekilde yaparız. Ancak ne zaman bisiklete binme konusunda iyileşirsek, o zaman bilinç devre dışı kalır ve beynimiz daha önce öğrendiği gibi otomatik şekilde süreci yürütmeye devam eder. Gidonu nasıl tuttuğumuz, pedalı nasıl çevirdiğimizi artık düşünmeyiz bile. Her şey otomatik şekilde işler. Ancak birden lastik patlarsa, zincir yerinden çıkarsa veya kuvvetli bir rüzgâr eserse, o zaman bilinçli beyin geri gelir, çünkü akışa aykırı bir durum söz konusudur. Bu bilinçsiz beyinden bilinçli beyine geçiş kendimizi gıdıklayamamamızın da sebebidir. Beyin gelecek mesajı bildiği için gereken tepkiyi vermez. Bazı sporcular örneğin, işimizi kolaylaştıran bilinçdışı beyine bilinçli bir geçiş yapmak için bazı fiziksel rutinlerden yararlanırlar. Örneğin basketbolcular, genellikle topu potaya atmadan önce üç kez zıplatır ve boyunlarını sola kıvırırlar. Bu ritüeller öngörülebilirlik sağlayarak kişiyi daha az bilinçli bir duruma getirmek yoluyla rahatlatıcı etkide bulunur. Örtülü Benlikçilik: Kiminle Aşk Yaşayacağımızı İsimler Belirliyor Desek, Ne Denli İnandırıcı Oluruz? 2004 yılında psikolog John Jones ve arkadaşları Amerika’da 15 bin evliliğe dair kayıtları incelediler. Ve bulguları çok ilginçti: isimleri, kendi isimlerinin baş harfiyle başlayan kişilerle evlenmeyi yeğleyenlerin sayısı, gerçekten de şans denemeyecek kadar yüksek bir orandaydı. Araştırmacılar bu durumun sebebini örtülü benlikçilik olarak isimlendirilen, kişilerin kendilerini hatırlatan isimlere sahip kişilerle, şirketlerle veya yerlerle ilişkilerini sürdürmek istemelerine bağladılar. İsmi kendi ismimizi hatırlatan markaları severiz, kendi ismimizi hatırlatan kişilerle ilişki yaşarız. Yani, bilinçdışı bir özsevgi besleriz. Örtülü benlikçilik ile ilgili yapılan bir diğer araştırmada, iki hayali çay markası katılımcılara sunuldu ve lezzet testi yapmaları istendi. Markalardan birinin ilk üç harfi, katılımcının adındaki harflerden oluşmaktaydı; örneğin Tommy adlı katılımcının deneyeceği çaylar Tomeva ve Lauler olacaktı. Katılımcılara çaylar tattırıldığında neredeyse her seferinde isimlerinin ilk üç harfiyle başlayan çay markalarını yeğlediler. Katılımcılar bu harf bağlantısının hiç farkında değillerdi, bilinçaltı görev başındaydı, seçtikleri çayın tadının daha iyi olduğuna inanıyorlardı. Farkında olmadıkları bir gerçek daha vardı: her iki fincan da aynı çaydanlıktan doldurulmuştu! Bilinçaltı Manipüle Edilebilir mi? Örneğin, bu yazıyı okuduktan sonra size doldurmanız için eksik bırakılmış kelimeler versem, örneğin “ör…. be….” gibi, büyük ihtimalle “örtülü benlikçilik” diyenleriniz “örgü bere” diyenlerinizden fazla olacaktır. Beyninizin bir parçası, biraz önce okuduğunuz metni bir kenara koymuş ve sonraki algınızı etkileyecek şekilde kodlanmıştır. Bu etkiye “hazırlama” (priming) adı verilir. Yani, beynimiz sonraki bilgiye açık hale gelmiştir. Bu etki, sizin anketlerde belli bilgileri vermenizi isteyen veya sizi belli ürünlerin alımına yönlendirmek isteyen şirketler tarafından kullanılıyor olabilir. Hazırlama, politikacıların da kullandığı bir sistemdir. Bir yüzün resmini daha önce görmüşseniz, resmi daha sonra yeniden gördüğünüzde o kişi size daha çekici gelecektir; hem de o kişiyi daha önce gördüğünüzü hatırlamasanız bile.”Salt maruz kalma etkisi” adını alan bu durum, örtülü belleğinizin, dünyayı yorumlama biçiminizi nasıl etkilediğini gösteren bir ipucudur. Sürekli göz önündeki kişilerin “reklamın kötüsü olmaz” demelerinin altında yatan da budur. Belirli bir ürüne veya yüze tekrar tekrar maruz kaldığınızda, onu giderek daha fazla tercih eder hale gelirsiniz. Örtülü belleğin bir diğer versiyonu da “doğruluk yanılsaması etkisi” olarak bilinen gerçektir. Herhangi bir ifadeyi daha önce duyduysak, doğru olsun ya da olmasın, doğru olduğuna yönelik inancımız artar. Bir araştırmada, katılımcılar iki haftada bir verilen cümlelerin geçerliliklerini değerlendirildikleri bir teste tabi tutuldular. Araştırmacılar, deney süresince katılımcılara belli etmeden daha önceki seanslarda kullanılan cümleleri de (bazıları doğru, bazıları yanlış) araya sıkıştırdılar. Araştırma sonucunda, katılımcılar daha önceki haftalarda karşılaştıkları cümleleri “doğru” olarak değerlendirdiler; hem de daha önce bu cümleyi duymadıklarına yemin etseler bile! Araştırmalar gösteriyor ki belli bir fikre sadece maruz kalmış olmak bile onunla yeniden karşılaştığımızda fikrin bize daha inanılır gelmesi için yeterli. Günümüzün bilgi bombardımanına maruz kaldığımız hızlı dünyasında neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirleyen formül hangisinin daha göze görünür olduğunda yatıyor gibi, siz ne dersiniz?