Geyikler Lanetler Murathan Mungan `Her oyun bir yazgıdır. Herkes

Transkript

Geyikler Lanetler Murathan Mungan `Her oyun bir yazgıdır. Herkes
Geyikler Lanetler
Murathan Mungan
'Her oyun bir yazgıdır. Herkes oyununda kendi yazgısını oynar
ya da oyunun yazgısı olur.'
Perde açılır. Önce göremezsiniz onları. Sonra, Büyük Sahne'nin karanlık kuytusundan yavaş
yavaş gelmeye başlarlar. İlk fark ettikleriniz cinlerdir. Cinler, kimseye görünmeden, taşıdıkları geyik
ruhlarıyla oyun kahramanlarının arabalarını iterler, iterler… Herkes ve herşey sahnenin tam ortasında
durur. Bekler. Ardından anlatıcı dilegelir, masal başlar:
'İşte şurada gördüğünüz Hazer Bey'dir. Babasına başkaldırıp da, kavmi ikiye böldüğünde daha
yirmisinde yoktu. Şu gördüğünüz karısı Kureyşa'dır. Gaipe gidip geldiği söylenir. Oğulları Mustafa işte
budur. Hala yaşadığı söylenir. Mustafa'nın karısı Cudana'dır. İki oğul vermiştir ona: Kasım ile Nasır.
Kasım ile Nasır aynı kadınla evlenmişlerdir. Bu kadın şurada gördüğünüz Suveyda'dır. Her ikisinden
de birer oğlan doğurmuştur. Kasım'ın oğluna Bakır, Nasır'ın oğluna Sidar denilmiştir. Şunlar cinlerdir.
Oyun cinleri. Yazgı cinleri. Herkesi görürler. Ve kimseye görünmezler.
Şimdiyse taş taş üstünde kalmamış. Derler ki: geyikten ve lanettendir!'
Bunun üstünedir tüm hikaye. Töreler vardır özünde. Üç kadın ve alın yazıları eşlik eder törelerin,
büyülerin ve geyiklerin lanetine.
Yazarın düş gücüyle buluşan kalemi, bir kavmin dört kuşaklık hikayesini dillendiriyor. İlginç bir bağı var
Mungan'ın geyiklerle, Mardin'de yaşadığı çocukluğuna dek uzanan: 'Çocukken bir geyiğe tutulmuşum.
Tam olarak bilemiyorum ama, üç dört yaşlarında olsam gerek. Günlerce geyik sayıkladığımı gören
babamın sonunda sabrı tükenmiş. Mazıdağı'nda bir geyik yakalatıp, Mardin'e getirtmiş. Kaleye yakın
yüksekçe bir evde oturuyorduk. Evimizin hayatında üst kata çıkan dik basamaklı uzun bir merdiven
vardı. Merdiven altındaki yuvarlak kemerli, derince boşluğu bir kafes haline getirip, geyiği oraya
yerleştirdik. Çatal boynuzlar cilalanmış gibi parlıyor, yeşil, çekik gözleri ağulu ağulu bakıyordu. Çok
mutluydum. Her sabah erkenden kalkıyor, kafesin önüne geçiyor ve bıkmadan usanmadan onu
seyrediyordum. Günler boyu sevdasına tutulduğum o geyiği seyrettim durdum. Daha sonra benden
gizli, o geyiği hasretini çektiği yurduna geri gönderip, yerine 'doldurulmuş' bir geyik koymuşlar. Bu
değişikliği anlayamayan ben, gene eskisi gibi geyiğin karşısına geçip, saatler boyu onu
seyrediyormuşum. Ben de derin, sızılı bir iz kalan belki de ilk sevdam o geyiğedir. Demek sevda o
denli bağlamış gözlerimi, canlısıyla, ölüsünü ayırt edememişim. Zaten sevda dedikleri böylesine bir
körlük olmasaydı eğer, doğruluğu nerede kalırdı onun?'
Tüm bunlar, hayal gücünün yazara anlattırdıkları mıdır yoksa çocuk Murathan'ın başından gerçekten
böyle bir öykü geçmiş midir, bilinmez. Yine de 'ilk sevda'yı, 'Geyikler Lanetler'e taşımayı başarır yazar.
Mustafa'yı da 16'sına bastığı ve ilk traş olduğu gün, çıkardığı geyik avında, sürmeli, çekik gözlü bir dişi
geyiğe sevdalandırır. Bu sevda ki, obanın üstünde dolanan geyik lanetinin ikinci başlangıcı olacaktır.
Günlerce bakışırlar dişi geyikle, Mustafa. Ne yemek, ne su Hazer Bey, üzgündür. Yine de sevdaya
karşı durmaz. Efsuncu kadınlara başvurulur. Bir büyü yapılır ki, dişi geyik, kadın vücuduna bürünsün
diye. Tutar büyü. Dişi geyik, artık Mustafa'nın karısı olan Cudana'dır. Bir tek gözleri kalmıştır
geyikliğinden geriye, Mustafa'nın aşık olduğu ve birgün bu gözler için lanetleneceğini bilmediği geyik
gözleri. Sonra, dil verir Mustafa, Cudana'nın ağzına. Dillenir Cudana. Bir geyik olduğunu bilmeden
yaşar ta ki törenin kara yüzü karşısına dikilene dek.
Lanet'in ilki ise Hazer Bey'le başlamıştır. Lanet, cinlerin geyik çığlıkları ile düşer Hazer Bey'in karısı
Kureyşa'nın yüreğine. İlk lanettir ki, Hazer Bey, karnında bebeği olan bir geyiği vurduğu için, dolanıp
durur başlarında.
Düş ile Gerçek, Masal ile Tarih
Oyun, yedi bölümden oluşur. Her bölüm, 'oyun' olarak adlandırılır. Oyuncular, cinlerin hareket
ettirdiği arabaların üzerinde sahnelerler oyunlarını. Efsuncu kadınlar, ellerinde çaldıkları teflerle oyunu,
masalın gizemine büründürürler. Cinler, yarı çıplaktır. Oyuncuların özel makyajları ve özellikle büyücü
kadının dövmelerle süslenen oyunculuğu, masalın boyutları içine çeker izleyiciyi. Yedi ve dokuz
sayıları oyunun içinde sık sık kullanılan ve büyülü olduğuna inanılan sayılardır. Anlatıcı, her oyunda,
çemberler içine yazılan 'oyun adları' ile, izleyiciyle oyun arasında bağ kurar. Aynı çemberlere çizilmiş,
şekiller gebe geyiğin kanı, Süveyda'nın geri dönmeyen kocası için saksıya ektiği çiçek, geyik, cam
kase- oyunu bütünleyen unsurlardır.
Geyikler Lanetler, dört kuşağın öyküsünü anlatır. Öykü içinde, töre ve yaslar arasına sıkışmış bireyin
dramı vurgulanır. Oyunu şu çözülme noktaları ile izleyebiliriz: Göçer bir aşiret, göçmekten vazgeçip,
geyiklerin yaşadığı bir bölgeye yerleşir. Hazer Bey, ikinci hatasını işlemiş, göçerliği bırakıp, yerleşik
düzene geçme hevesine kapılmıştır. Oysa aşiret törelerine aykırıdır yaptığı.
Hazer Bey'le Kureyşa'nın oğlu olan Mustafa bir geyiğe sevdalanır. Mustafa'nın bir geyiğe
sevdalanması baştan beri bu soya musallat olan lanetin sürdüğünün göstergesidir.
Cudana, gebe kalabilmek için gözlerini feda eder. Ancak Mustafa Bey, doğumdan sonra karısına yüz
çevirir. Bu da karısının lanetine hedef olmasına neden olacaktır. Üçüncü lanet başlar. Öçün devamı
böylece sağlanmış olur: geyik-kadın Cudana, kendine yüz çeviren kocasını lanetler.
Son lanet, Cudana'nın oğulları olan Kasım ve Nasır'ın başını bekler. Süveyda, geri dönmeyen
kocasının ardından töre gereği, Kasım'ın kardeşi olan Nasır'la evlendirilir. Oysa Kasım ölmemiştir. Geri
döner, karısı ve beyliğin üzerindeki hakkını almak için yaptığı savaşta ölür.
Oyunun masalı, yazar tarafından değişik bir tarih sıralaması ile sunulur. Önce geçmiş anlatılır, sonra
gelecek yaşanır, ardından bugün dile getiririlir ki bu, ta oyunun başında anlatılmıştır masalı
dinleyenlere: 'Kaldırın geyikleri, kaldırın lanetleri, geriye hayatımız kalır. / Hayatımız dedikleri nedir ki
zaten?/ Tarih nedir?/ Zaman nedir?/ Bir tek zaman vardır Asya'da: Geniş zaman./ Geçmiş de, gelecek
de, şimdi de, geniş zamandır.'
Yazar, masalın hangi zamanda geçtiği bilir ve kendice söylettirir anlatıcıya. Bu nedenle, rahattır içi.
Oyunda da iki seçenek sunar izleyiciye: gerçek ve düş. Kimi, tüm anlatılanların gerçek olduğuna
inanır, kimi herşeyin bir masal olduğuna. Ortadaysa geçerli olan tek bir sonuç vardır, tıpkı yazarın
dediği gibi: '… sevda dedikleri böylesine bir körlük olmasaydı eğer, doğruluğu nerede kalırdı onun?'
Taziye, Geyik Mitosu, Şamanizm
'Geyikler Lanetler'de dikkat çeken noktalardan biri de, oyunda 'Karbela' olayının anlatılmasıdır.
Sevda, lanet, tutku, öç alma, kan, ölüm Kerbela olayından bu yana yinelenegelmiştir. Bu nedenle
oyunun içinde Kerbela olayı anlatılır ve kan ile toprak cam kasede yer değiştirir. (Alıntı: Sevda Şener)
Geyik Mitosu, Anadolu'da uzun zamandır süregelen bir inanıştır ki, mitos özünde geyikleri tanrıyla
bağlantılı kılar. Şamanizm, oyunda Efsuncu Kadınlar'la karşımıza çıkar. Büyü ve efsun, Cudana'yı bir
kadın-geyik yapacak ve aşiretin üzerinde lanetin sürmesini sağlayacaktır.
Taziye
İslam dünyasında dinsel oyun yalnızca şii'lerde vardı. Şii'ler Muharrem'in onuncu günü, Hz.
Muhammed'in torunu, Halife Ali'nin oğlu İmam Hüseyin'in Kerbela'da öldürüşünü büyük bir törenle
anarlardı. İncelemecilere göre, İslam dininde bu tür oyunlu tören olmadığı için, bunun İslam öncesi
dinsel inançlardan geldiği, özellikle Tammuz ritüeli ile ilintili olduğu belirtilmektedir. G.E. von
Grünebaum, bu törenin İran'dan değil, Mezopotamya'dan çıktığını belirtiyor. Bu tören ilk kez 962
yılında düzenlenmişti.
'Taziye' gösterisinde Ortaçağ'ın Avrupa'daki dinsel gösterilerinde izlenen 'simultane' sahne düzeni
anlayışı vardı. Kerbela yangını küçük kamış bir külübeye ateş verilerek gösteriliyordu. Hüseyin'in
mezarı kara bir bezle örtülüydü. Mezarın üstüne içi doldurularak bir kaplan derisi konuluyor, bununla
mezarı bekleyen aslanlar kastediliyordu. Mezerda birkaç gün de bir imam nöbet tutuyordu. Oyun
alanının ortasında bezle kaplı bir yükselti vardı; burada cemaati coşturacak molla yeralıyordu.
Köylerde camilere, yası gösteren bezler asılıyordu. Oyun alanı kaplan derileri, silahlar, aynalar ve
resimlerle donatılıyordu. Oyun düzeninde soyutlamalara yerveriliyordu.
Oyuncular için ise kulis gibi bekleyecekleri bir yer yoktu. Avrupa'daki Ortaçağ 'simultane' oyun
düzenlerinde olduğu gibi oyuncu, seyirci önünde sırasını bekliyor, oyunun oynanıp dışarı çıktıktan
sonra da, herkesin önünde geriye gelip yerine oturuyordu. Gösteriler için yapılan hazırlık Muharrem'in
ilk gününden başlayarak gösteri günü olan onuncu güne kadar sürerdi. Gösteride rol alanlar provalara
sabah beşte başlarlardı. Gösteri süresi dokuz ya da on gün sürerdi. 'Taziye' genel olarak on bölümdü.
Bunun için de, bir kentte ne kadar oyun yeri varsa orada on bölüm birden oynanırdı. (Alıntı: Dünya
Tiyatrosu Tarihi, cilt I.-Özdemir Nutku)
Geyik Mitosu
Geyik ve ayna beraberce eski Anadolu uygarlıklarında çeşitli vesilelerle karşımıza çıkar. Geyiğin Hitit
sanatında önemli bir yeri vardır. Geyik, Anadolu'da boğa, at, kartal gibi tanrı katında hayvanlardandı.
Geyiğin bir çok tanrılarla bağlantısı vardı. Bunların biri de Koruyucu Lama'dır. Ayrıca geyik güneş
inançlarına bağlıdır.
Yaklaşık VII. yy'dan sonra Pedechtonis manastırından bir azizin efsanesinde geyiğe rastlanır. Vali
Philemarque, azizi yakalatmak için askerlerini manastıra gönderir. Askerle onu bulmayınca
izdaşlarından onunu yakalayıp götürürler. Aziz dönünce manastırda kendine insan sesiyle seslenen
bir dişi geyik bulur. Geyik ona arkadaşlarının yakalandıklarını anlatır. Gider, onu da yakalarlar. Ertesi
günü arkadaşları öldürülür, kendisi de ölmek üzere manastıra geri götürülür. Geyik oradadır. Tanrıya
yalvarır, hiçbir avcı geyiği vurmasın diye, geyik de her yıl yeni doğan yavrusunu onun için kurban
edilmek üzere getirecektir. Papaz şehit olur ve oraya gömülür. Gerçekten de ölüm yıldönümü olan her
17 Temmuz'da bir geyik gelir, sunağa bir yavru geyik bırakır gidermiş.(Alıntı: Dionisos ve Anadolu
Köylüsü- Metin And)
Geyik dağların, vadilerin ve sarp kayaların görünüp kaybolan, sihirli ve en güzel hayvanıdır.
Büyüleyen, insanı hayale kaptıran ve ulaşılamayan bir hayvan. Ala geyik yerlerin, kurt ise göklerin
sembolü ve ruhu gibidirler.
Dede Korkut'taki Basmı Beyrek hikayesinde, bir 'gök çayır' sözü yeralmaktadır. İslamiyetin girmediği
bir Altay masalında ise, şöyle bir giriş vardır: 'Oğlan bir geyik görür ve geyiği kovalamaya başlar.
Geyik, bakır bir dağdan içeri girer. Oğlan da geyiği izler ve böylece bir kızla karşılaşır. Oğlan kızla
güreşir ve güreşte kızı yenerek, alır.'
Çingiz Han'ın ana-atası olan Maral da bir ala, güzelgeyik idi. Daha sonraki Türk masallarında da, geyik
soyundan gelen han ve vezirler görülmektedir. Ortaasya Türk halk edebiyatında, böyle benekli
geyiklerin, çok daha mitolojik türlerine de rastlanır. (Alıntı: Türk Mitolojisi cilt II-Bahattin Ögel)
Şamanizm
Şamanizm, trans durumuna geçebilme yeteneğindeki kimselerin, yani şamanların, doğaüstü
varlıklarla ilişkiler kurarak onların güçlerine sahip olmalarından; bunları toplum adına kullanmalarından
ve bu amaçla yapılan dinsel-büyüsel pratik ve törenlerden ibarettir. Şamanizm ne kendine özgü bir din,
ne de majinin bir biçimidir; her iki alanı da ilgilendiren yanları bulunan, çeşitli din ve dünya görüşlerini
birleştiren inanç ve tekniktir. Şamanların başlıca iki çeşit görevi vardır: Hastaları sağaltmak ve ölenlerin
gidişlerine eşlik etmek. Bunlardan başka büyü yapmak, yağmur yağdırmak, bitki ve hayvanların
çoğalımını sağlamak, fala bakmak v.b. gibi büyüsel işler de uğraşı alanlarının içine girer. Bu tür işlerin
dışında şaman da öteki insanlar gibi toplum içinde gündelik hayatını yaşar.
Şamanın bir doktor gibi iş görmesinin gerekçesi, hastalık nedeni olarak devlerin, cinlerin ya da kötü
ruhların hastanın ruhunu alıp götürdüğü inancında yatmaktadır. Bunun yanısıra birtakım cinlerin
insanların içine girerek onları hasta ettiği inancını da belirtmek gerek. Şaman ise gerek değişik ruhsal
yapısı, gerek öğrenimi ve gerekse bu iş için tanrılar ya da ulu ruhlar tarafından seçilmiş olması
nedeniyle her zaman için iyi ve kötü cinlerle ilişkilidir.
Şaman, zararlı cinlerin etkisiyle bedeni belli bir süre için terkeden ruhu bularak onu yeniden hastanın
bedenine koymaya uğraşır ya da hastalığa sebep olan cini hastadan uzaklaştırmaya çabalar; bu işleri
yapmak için trans durumuna geçer ve böylece doğaüstü varlıklarla ilişkiler kurar. (Alıntı: İlkelerde Din,
Büyü, Sanat, Efsane-Sedat Veyis Örnek)
İlişkiler Düzleminde Soy Ağacı
Hazer Bey`in Babası – İlk Lanetleyen
Hazer Bey – Kureyşa
Mustafa – Cudana
Kasım ve Nasır Bakır
Sidar
Süveyda
Mitlerin Kökenleri
Simgelerle, imgelerle besler Murathan Mungan belleğimizi. Hem besler, tazeler, hem de
belleğimi eşeler durur; bu eşelemeden ortaya ne çıkarabilirsek o kadarını anlayabiliriz de ondan. Her
dilin içinde ikinci bir dilin daha bulunduğunu hatırlatması bundandır. Alt metni okumaktan keyif
aldığımız kadar da yoruluruz.
Oyundaki simgeler ve simgelerin süslediği mitosların başını tabii ki geyik çeker. Cerenler
Mezopotamya'dan Türk Halk Edebiyatına yerini alan geyik, Anadolu ve insanoğlu belleğinde önemli bir
yer tutar. Tanrısal katta değerli bir yaratıktır geyik. Şamanizmde ya da dinler öncesi inanışlarda kutsal,
tılsımlı ve "güzel" bir hayvandır, bir çeşit tapılası totemdir. Geyik büyüler, insanı gerçeklerden koparır
ve ulaşılmazdır. Alageyik, özellikle dişisi, yerin simgesidir. Göktürklerin inançlarında denizin ruhunu da
simgelediği yazılmış oyunun kitapçığında. Dede Korkut masallarından Basmı Beyrek'te de oğlan bir
geyik görür ve izler onu. Geyik cezbeder, geyik yol gösterir oğlana, aşık olacağı kıza götürür onu.
Geyiğin kıza dönüşmesi miti, insanoğlunun dönüşüm özlemini de yansıtır bana göre. Tanrısal iradeyle
yaratıldığımız şu halden, başka bir hale transformasyon. Alaimissemanın altından geçmek gibidir
geyikle evlenmek. Hayvanları simge olarak kullanmakla insan, Jung'a inanacak olursak, insan-dışı
psikemizi, insan görünüşümüz altındaki içgüdülerimizi ve de psike dediğimiz can yapımızın
bilinçdışından anlamlar taşır. Hayvan ne denli ilkel olursa, benliğimizin derinliklerine o denli çok
dalarız. Hayvanların birçok yayınevinin logosunda yer alması da rastlantı değildir. Hayvanın bir çeşit
taşıt, taşıma aracı olması (13. yüzyıldan itibaren bu mistik ve simgesel anlamı kazanmış), ya da
kurban edilen bir yaratık olması, ve son olarak da insanınkinden daha aşağı bir yaşam biçiminden
geliyor olması. Kendini bir hayvanla özdeşleştirmek, yaşam sularına yeniden dalıp kendini tazelemek
denli önemlidir. Hıristiyanlık öncesinde hayvan, zıtlık, karşı çıkmak ve diğer aşağılık anlamları dışında
bir anlam taşıyordu: coşku, huşu, vecd aracıydı hayvan.
Sıklıkla geçen öteki simge AYNA da geyik mitosunu destekler şekilde kullanılmıştır. Ayna, düşgücünün
ya da bilinçliliğin simgesidir. Görünenler dünyasının somut, biçimsel gerçekliklerini yansıtır. Evrenin
yansıtılmasını söze, dile dökmek adına ayna düşünceyi de simgeler. Bunu suyla bağdaştırdığımızda
ortaya Narkisus miti çıkar ki bu durumda tüm kozmos koca bir ŞİMDİ gibi görünür; dünya ise değişim
ve yer değiştirme kurallarından etkilenerek bir süreksizlik durumudur ve aynada bir görünüp bir
kaybolan görüntüleri bize ileten aracı ajan gibidir. Ayna imge üretir, ama aynı zamanda onları içinde
tutar ya da yutar da. Ayna kimi zaman da, ruhun, canın kendini tümüyle özgür kılabilmek üzere öteki
yana geçmesini sağlayan bir kapıdır. Alice Harikalar Diyarında'da bu anlamında kullanılmıştır. Ayna,
ses yankılanması gibidir, tez ve antiteze işaret eder.
Daire (ya da çember) ise, döngüsel olanın, zamanın, güneşin simgesidir. Çokparçalılıktan
birliğe, yekpareliğe dönüşü (on rakamıyla da ilintisi kurulunca özellikle) de gösterir. Cennet ve
kusursuzluğu da simgeler çember. Beyaz çember enerji olabilir, kara çember görünenler dünyasının
ötesindeki güçleri söyler. Çin simgeleri arasında başı çeken Yin-Yang'da ortada beyaz ve siyah
daireler bulunur. İç içe olmaları bu ikiliğin, dualitenin doğada olduğuna işaret eder ki aynı zamanda eril
olanın dişili, dişil olanın erili içinde barındırdığına da dikkatimizi çeker ki geyikken insan olmak da bunu
kanıtlar.
Geyik benzeri yaratıkları ciddiye almak gerekir. Gorgonlar, ya da pegasuslar gibi
canavarlaşabilirler onları değerlerinden aşağı görüp küçümserseniz. Sokrat, böylesi öykülere burun
kıvırıyor ama kendisini de Typhon'a benzetmekten alamıyor, doğasında bir kutsilik, yüce bir öz taşıyan
yalın bir hayvan olmak istediğinden söz ediyor (Phaedrus).
Hayvanların olduğu kadar, karakterlerin adları da çok şey söyler. Burada uzun uzun incelemeyeceğiz
ama biline ki bir varlığın, bir canlının adının özüyle yakından ilintisi vardır. Ad, öz hakkında bir şeyler
ima etmez, o özün ta kendisidir. O yaratığın içkin özellikleri adında gizlidir. Bu inanış da mit yaratma
işinin başında bilinmesi gereken temel kurallardandır. İmaj yapımcıları ünlenmesini istediklerinin
adlarını bu yüzden değiştirirler. Oyundaki karakter isimleri üzerine düşünmek de okuyucularıma benim
verdiğim bir ödev olsun: Cudana, Mustafa, Süveyda, Kasım, Hazer Bey, Kureyşa, Nasır, Bakır, Sidar
ve evrenin diğer canlıları: efsuncular, berber, hayalet baba, ve ille de intikam cinleri (ki aynı zamanda
geyiktiler). Ad önemlidir, analar babalar bu yüzden doğacak çocuklarına isim koymakta zorluk çekerler.
Çünkü çocuk bütün hayatı boyunca o adla, o adın geçmişiyle, o adın belleklerimizdeki tarihini de
sırtlanarak hep geniş zaman yaşayacaktır. O adın ceremesini çekecek, o adın lanetini taşıyacaktır.
Nüfus memurlarının yaptığı hatalara bu yüzden kızarız. İrademiz dışında değiştirilemez bir hatayı ömür
boyu taşımak zorunda kalışımızın verdiği bir sıkıntı. Adımız, nereye ne zaman doğacağımızı
bilemediğimiz gibi, tercih kullanamadığımız bir alan. Ancak, yetişkin olunca, yasal olarak değiştirme
hakkımızın bulunduğu yafta. Ama oyun öyle demiyor. Oyun adımız, şimdiki zamanda gördüğümüz,
yaşadığımız yazgıdır, kumlar denli kalıcıdır, diyor. Dil, imge, simge ve mitoslarla insanoğlu
muammasını mitleştiriyor.
Son bir örneklemeyi de aşka bağlayayım ve bitireyim artık: Geyik öldürmek, hele hele bebe
bekleyen bir maralı öldürmek, büyük günah. Oyun bu yüzden doğada bulunan bir kurala da işaret
ediyor. Symbiosis: Yani, ötekiyle birarada yaşamak zorunda olması tüm yaratıkların. Genellikle de
çıkar ilişkileri üzerine kurulu, ya da hayatta kalmaya içgüdülü. Hayatta kalmak için öldürmek gerek.
Ötekini öldüreceksin. Oysa, tüm dinlerin belki de tek ortak yanı, ve dolayısıyla ilk emri şudur:
Öldürmeyeceksin. Oysa symbiosis'in özünde ötekini, Pavese'nin deyişiyle cehennem olan ötekini
öldürmek yatar. Fromm, aşkı iki temel türe ayırır. Symbiotik aşk ve olgun aşk. Symbiotik aşk, köleefendi ilişkisine dayanır: taraflardan biri mazoşist, diğeri sadisttir. Biri pasif, diğeri aktiftir. Olgun aşkta
ise, taraflardan her biri de birer bireydir, kendilerini yetkinleştirmiş, kendileriyle barışmışlardır,
kendindenlikleri vardır, aynı zamanda da "öteki" ile de yekpare bir bütünlük sergilerler. İşte paradoks
da burada yatar ve olanaksızın peşinde koşmak da. Çünkü, ayrı ayrı birer birey ve varlık olmak üzere
kendindenliği olan bir oluşta ısrar etmek (Hemingway'in balığı ile yaşlı adamı gibi), yekpare bir
bütünselliği oluşturmaya çalışırken taraflardan birinin yok olmasını gerektirir. Dolayısıyla aşk, önünde
sonunda, symbiosisle noktalanır, onu kanıtlar. Önünde sonundaya değin ise oynanan oyuna aşk denir.
Yazgının tecelli etmesine değin olan bitendir aşk ya da sevda.
Oyun, oyuncuların, oyunu oynayacak olanların meydana gelmeleriyle başlar, tek tek aşiret üyelerinin
kuşak sırasıyla tanıtılmasına geçilir, arada oynanan sadece lanet vardır, sonunda oyuncular "Biz
gidiyoruz," derler ve giderler. "Ve biz gidiyoruz, kuma inanıyoruz, kumun zamanına, kumun saatine
inanıyoruz. Kumlara gömülenlere de, bir rüzgarla kumların altından yeniden görünenlere de
inanıyoruz. Ve o zaman şimdi olduğu gibi gidiyoruz. Size bu rüzgarı ve kumları bırakıyoruz. Biz
gidiyoruz."
"Dünyanın Başlangıcına Yolculuk" filminde çardağı omzunda taşıyan heykel gibi. Çardağın
çökmemesini sağlayan keresteyi, hezeni atıverse bu yükten kurtulmak için çardağın altında kalacak
adam ve ölecek. O halde, kendi ağırlığımızı taşıyabilmek zorundayız, Sisyphus gibi sonsuza dek
olmasa da, biz ölümlüyüz, bunu biliyoruz, o halde acı çekmekten korkmayıp kendi ağırlığımızı
taşıyabilmemiz gerek, çünkü ölümle bitecek her acı; yani acı, acıların en büyüğüyle bitecek, dinecek.
Ötesini bilmiyoruz, ama buradan öyle görünüyor.
Oyun Cinlerinin mitsel kökeni Antik Yunan`daki intikam köpekleri Eumenidleri çağrıştırır.
Cudana Mustafa`nın başını kesip gövdesini gömer. Burada Mısır ve Mezopotamya`ki mitleri
anımsarız. Oyundaki Mustafa`nın kesik başı Hz. Ali`nin kesik başını çağrıştırır.
Oyun arabaları her oyun`un arasında sahneye girerler. Bunlar Ortaçağ`da kullanılan Pageant
ve Carroların benzeri arabalardır. Murathan Mungan`ın anlattığına göre buna benzer bir gelenek
doğuda da vardır. Oyunda sık sık geçen 7 ve 9 rakamları, İslamdaki 7 sevap, Hristiyandaki 7 ölümcül
günah, İslamdaki 9 günah ve 7 sevapa bir gönderme niteliğindedir.
Başefsuncunun Mustafa`ya avına çıktığı ilk günü yansılamakla ona bir nevi psikanaliz
yapmayı önerir. Buradaki efsunun ardında psikanalitik bir bakış vardır.
Cudana`nın ismi Cudi dağlarındaki bir geyikten insana dönüştürüldüğü için Cudana`dır.
Cudana`nın geyik soyundan gelmesi,oğullarının lanetli geyik soyunu devam ettirmesidir. Türk
mitolojisinde de buna benzer mitler vardır. Kurt soyundan gelmek gibi.
Hazer Bey`in babasına başkaldırıp kendine ayrı bir yol çizmesi sonucunda kavim ikiye bölünür
ve babası Hazer Bey`i lanetler. Tarihteki ilk başkaldırıyı hatırlarsak eğer, Şeytan`da Allah`a
başkaldırmış ve bir dualite yaratmıştır. Hazer Bey, daha sonra vurduğu geyikle laneti ikiye
katlayacaktır. Kötülüğü,günahı,laneti temsil der. Kureyşa`nın geyiğin kanını içmesiyle lanetin onun
bedenine girip onu gebe bırakması ve Şeytan`ın insanları günahlarla baştan çıkarması arasında bir
benzerlik vardır.
İki ayrı lanet var ve bunlar bir nedensellikle birbirlerine bağlılar.
1 – Hazer Beyin Laneti (Tanrının Laneti)
2 – Geyiğin Laneti (İnsanoğlunun kendi kendine yaptığı lanet)
Kureyşa intihar etmek için geyiğin kanını içer fakat karnı şişer ve gebe kalır. Mustafa`yı
doğurur. Mustafa bir geyiğin kanından doğduğu için bir geyiğe aşık olacaktır. “Beni benden
doğuracaksın” demekle kendi kendini varettiğini belirtir. İnsan gibi.
Mustafa, karnından doğduğu geyiği öldüren babası Hazer Bey`i öldürecektir.
4. Oyun olan “Orman”da Kureyşa`nın bahsettiği insan başlı yılan figürü Şahmeran`a kesinlikle
yorulmamalıdır. Şahmeran başka bir mittir. Buradaki insan başlı yılan özellikle Anadolu`da sıkça
kullanılan bir figürdür. Mısırdaki Sfenks gibi. İnsan başlı yılan, Kuryşa`ya “uykunun anahtarını ver
bana” derken tekrar bir psikanalitik bakış yakalarız.
Yorumuma göre oyunda dağınık bir Oidipus imgesi var. Oidipus mitinden dağınık olarak
alınmış öğeler var. Cudana`nın kendi gözlerini bir erdem için kör etmesi, Mustafa`nın babasını
öldürmesi, Cudana`nın lanetinden sonra Kasım ile Nasır`ın “ilk” avlarında babalarını öldürmeleri gibi.
Oyunun sonunda “Nasır”ın iktidar uğruna “Kasım”I öldürmesi bize “Habil ve Kabil” mitini
anımsatır.
Yazar hakkında
Murathan Mungan, İstanbul'da doğdu. Mardin'de büyüdü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro
Bölümü'nü bitirdi, aynı bölümde 'master' yaptı.
Ankara'da Devlet Tiyatroları'nda ve İstanbul Şehir Tiyatroları'nda çalıştı. Uzun bir süredir serbest yazar
olarak yaşıyor. Mungan, 1976'dan bu yana çeşitli dergi ve gazetelerde şiirler, öyküler, metinler,
deneme, eleştiri ve incelemeler yayımladı. İlk kitabı 1980'de yayımlandı. Bu kitap, aynı zamanda ilk
oyunuydu: Mahmut ile Yezida.
Murathan Mungan'ın sahnelenen ilk oyunu, Orhan Veli'nin şiirlerinden kurgulayarak oyunlaştırdığı 'Bir
Garip Orhan Veli'dir. İlk kez 1981'de sahnelenen oyun, hala afiºtedir ve 1993'te kitap olarak da
yayımlanmıştır.
Yazarın 'Mezopotamya Üçlemesi', adını verdiği üç oyun, Antalya Devlet Tiyatroları tarafından 1994'te
bir yıl boyunca arka arkaya sahnelenmiş, gene aynı yıl İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali'nde, üç
oyun ardı ardına tam 11 saat süren bir gösteri olarak iki kez tekrarlanmıştır.
'Geyikler Lanetler' oyununa kaynaklık eden yazarın 'Cenk Hikayeleri', kitabındaki Kasım ile Nasır adlı
öyküsü, 1994 Ağustosu'nda iki hafta süreyle İtalya'da Umbria'daki tiyatro merkezi 'La Mamma
Umbria'da sahnelenmiştir. Gene aynı kitapta yer alan 'Şahmeran'ın Bacakları' ve 'Binali ile Temir' adlı
hikayeleri, çeşitli topluluklar tarafından sahneye aktarılmıştır.
Yazarın 'Lal Masalları' adlı öykü kitabındaki 'Muradhan ile Selvihan' ya da 'Bir Bullur Köşk Masalı' adlı
öyküsü, 1987'de, ilkin Fransa'da, Lulu Menese yönetiminde Theatter Des Arts de Cergy-Pontoıse'da,
ardından Nurhan Karadağ yönetiminde Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü Sahnesi'nde,
sahnelenmiştir. Aynı öykü, Amerika'da PenguenBoks'un 'Dünya Hikayeleri Antolojisi'ne seçilmiştir.
Mungan'ın Ankara Radyosu'nca seslendirilen iki tane de radyo oyunu vardır; 'Dört Kişilik Bahçe' ve
'Ölümburnu'. Ayrıca biri filme alınan üç tane de film senaryosu yazmıştır. 'Dağınık Yatak', 'Dört Kişilik
Bahçe', 'Başkasının Hayatı'. Bu üç senaryo 1997'de üç ayrı kitap olarak aynı anda yayımlanmıştır.
Çoğu 'Yeni Türkü' topluluğu tarafından seslendirilmiş olan şarkı sözleri yazmıştır.
Mungan, İstanbul'da yaşamaktadır.
Şiirleri,
Osmanlıya Dair Hikayat (1981), Kum Saati (1984), Sahtiyan (1985), Yaz Sinemaları (1989),
Mırıldandıklarım (1990), Yaz Geçer (1992), Oda, Poster ve Şeylerin Kederi (1993), Omayra (1993),
Metal (1994), Oyunlar İntiharlar Şarkılar (1997), Mürekkep Balığı (1997), Başkalarının Gecesi (1997)
Hikayeleri,
Son İstanbul (1985), Cenk Hikayeleri (1986), Kırk Oda (1987), Lal Masalları (1989), Kaf Dağının Önü
(1994), Üç Aynalı Kırk Oda (1999), Oyunları,
Mahmud ile Yezida (1980), Taziye (1982), Geyikler Lanetler (1993), Bir Garip Orhan Veli (1993),
Senaryoları,
Dört Kişilik Bahçe (1997), Dağınık Yatak (1997), Başkasının Hayatı (1997),
Diğer, Murathan '95 (1996, derleme-seçki), Ressamın Sözleşmesi (1996, öykü seçkisi), Paranın
Cinleri (1997, anlatı), Metinler Kitabı (1998, metinler)
KAYNAKÇA
1 Cassirer, Ernst. LANGUAGE AND MYTH. (1946) trans. Susanne K. Langer. New York:
Dover Publications Inc., 19..
2 Mungan, Murathan. GEYİKLER LANETLER. İstanbul: Metis Yayınları, 1992.
3 Mungan, Murathan. PARANIN CİNLERİ. İstanbul:Metis Yayınları, 1999
4 GEYİKLER LANETLER, Ankara Devlet Tiyatrosu, Oyun tanıtım broşürü, Haz. Sündüz
Haşar, Esra Özmener, Sayı:98-99/ 11
5 www.tiyatronline.com
Ömer Kutlu
03018410
Tiyatro Tarihi ve Teorisi

Benzer belgeler