türk milletinin yolculuğu

Transkript

türk milletinin yolculuğu
TÜRK MİLLETİNİN YOLCULUĞU
Yrd.Doç.Dr.Sait YILMAZ*
Tarihimizin ve kültürümüzün başlangıcını bulamıyoruz. Türklerin resmi tarihi
M.Ö. 318 tarihinde Hun İmparatorluğu’nun kuruluşu ile başlamaktadır. Arkeolojik
buluntulara göre Türkçenin tarihi M.Ö.15.000’lere kadar geri gitmektedir. Orta Asya
bozkırlarını dolduran ve anadilleri Türkçe olan yüzlerce boydan yalnızca bir
tanesinin adı ‘Türk’ idi. Gök-Türk İmparatorluğu zamanında tüm Türk boyları ‘Türk’
adı altında birleşti. Türkler, nüfus artışının sebep olduğu kıtlık, kabileler arası
çatışmalar ve Çin tehlikesi yüzünden batı yönünde ilerlediler. Orta Asya’dan
Anadolu’ya göç eden Oğuzların Üç-Ok budunu içindeki Kınık kabileleri Selçuklu
Devletini, Boz-Ok’lar içindeki Kayı’lar ise Osmanlı Devleti’ni kurdu. Orta Asya
(Türkistan) Türklerin atayurdu; Anadolu, Kafkaslar ve Balkanlar anayurdu oldu. Bu
makalede Türklerin tarih yolculuğu üzerinde gezinerek yolunda gitmeyenleri ve
geleceği sorgulayacağız.
İslamlaşma Sonrası Anadolu; Sünni, Alevi, Kürt Kavgası
Gök-Türk İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından Türklerin İslamlaşması
ve batıya göç süreci başladı. 8. Yüzyılın başlarından itibaren İslam’a geçiş sürecinde
Türkler üç büyük olgu ile aynı zamanda baş etmek zorunda idi; kitle halinde göç, göç
yapılan bölgede devlet kurmak ve bunun için savaşmak. Karahanlılar, Gazneliler ve
Selçuklular bu dönemde İslamiyet’e geçerken, Hazarlılar Museviliği, Uygurlar ise
Manizm’i ve bir bölümü ile Budizm’i seçiyordu. Talas Savaşı (751)’ndan sonra
Türklerin İslam’a geçişi hızlandı ve M.S. 900 yıllarından sonra İslamiyet Türkler
arasında tamamen yaygınlaştı. Moğolların önünden kaçan Türkler, Selçukluların
Moğollara yenildiği Kösedağ Savaşı’nın (1243) öncesinde ve sonrasında Anadolu’yu
doldurmaya devam ettiler.
Orta Asya ve İran üzerinden yoğun şekilde gelen göçebeler İran Selçukluları
tarafından daima bir uc kuvveti olarak ülke içlerine sevk edilmiş, parçalanarak dört
bucağa yerleştirilmiş, böylece aşiretlerin siyasi etkinliği de azaltılmak istenmiştir. 10.
ve 11. yüzyıldan itibaren Orta Asya’dan batıya göç eden ve Müslüman olan Türk
boylarına Kızılırmak’ın doğusunda Türkmen, batısında Yörük deniliyordu. Gelen
göçmenler köylü ise köye, şehirli ise şehirlere iskân edildi. Şaman’dan pek farkı
olmayan dini liderlerin (babalar) etkisi altında idiler1. Türkler, hem Sünni hem de Şii
koldan ama daha ziyade İranlılardan İslamiyet’i öğrendiler. Göçebe Türkler arasında
da çok sayıda Şii taraftarı vardı. Bu dönemde Sünni ve Şii Türkler arasında, eski
Türk Dini’nin etkisiyle ‘veliler kültü’ adı verilen bir halk dindarlığı oluştu.
İslamlaşma sürecinde hala eski Türk dini unsurlarını en çok canlı tutan AleviBektaşi toplulukları değim sürecine direnç gösterdi. Selçuklular medreseleri ülke
* Beykent Üniversitesi BÜSAM Müdürü, [email protected]
1
İlber Ortaylı: Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi, Cedit Neşriyat, 2.Baskı, (Ankara, 2008), 144-145.
1
çapında yaygınlaştırarak, halkı Sünnileştirmek istiyorlardı. Türkmenlere karşı izlenen
dostça olmayan politikalar, eski Türk dini’ndeki kolaylaştırıcı unsurların da etkisiyle,
özellikle kırsal kesimde Şii yanlısı Batıni hareketleri çoğalttı. Ancak Osman Devleti,
imparatorluk yolunda yol aldıkça büyük çoğunluk giderek Sünniliğe yönelim
gösterdi. Özetle Türkler İslamiyet’i seçti ama soya-sopa dayalı toplum yapımızdaki
gerilimler ve çatışmalar İslami bir kılığa bürünüp Alevi-Sünni kavgası adını alarak
günümüze kadar geldi. İslam’ın ayetlerini farklı yorumlayanlar birbirine karşı saf
tuttu.
16. yüzyıl başlarında Anadolu’nun güneydoğusunda Türkmenler hâkimdi.
Kürtler, Türkmenler arasına serpilmiş azınlık durumundaydı. Türkmenler; Türk
kökenli olduğu, Türkçe şiirler yazdığı ve İslamiyet’in Maturidi kolundan geldiği için
Şah İsmail’i seviyorlardı. Yavuz Selim, Şah İsmail’i yendikten sonra onun
Türkmenler ile ilişkisini kesmek istedi. Kürtler, İslamiyeti Maturidi açıdan değil
Eşari açıdan benimsemişlerdi. Yavuz, sınır boylarındaki köy ve kasabalara Kürtleri
yerleştirerek sızmaları önlemeyi amaçladı. Özellikle Irak’ın kuzeyine yerleşmiş olan
Kürtleri savaş ile birlikte Türkmenlerden boşalan köy ve yerleşim bölgelerine
getirerek sınır güvenliğini sağladı ama kökleri bugüne gelen sorunların da temeli
atıldı.
Osmanlı’dan Bugüne Bilim-Din Açmazı ve Ekonomi
Orta Çağ’da Avrupa hurafelerle uğraşırken Türk-İslam dünyası 8. yüzyıldan
itibaren akli bilimler ile bilim dünyasının aydınlanma çağını yaşıyordu. Sağlık
sistemleri ve hastaneler, rasathaneler, Türk medreseleri, matematik ürünü rakamlar,
mimari eserler, edebi eserler ve diğer sanatsal yapılar bu dönemin ürünleri idi. Bu
dönemde Türk bilim odağını temsil eden; Farabi, İbn-i Sina, İbn-i Türk, Harezmi,
Beyruni, Cevheri gibi bilim adamları yetişti. Türk düşünce yaşamı İslam dininin
kabulü ile dönüşüme uğradı. Bu dönüşüm özellikle 11. Yüzyıldan itibaren Türk bilim
odağının yavaşlaması ve düşünce odağının öne çıkması ile belirginleşti. Hıristiyanlık
âlemi henüz karanlık çağında iken Türk düşünce odağının (Türk tasavvufu ve
hümanizmi) önemli isimleri Maturidi (Öl. 944), Hoca Ahmet Yesevi, (Öl. 1166),
Hacı Bektaşı Veli (1210-1271), Mevlana (1207-1273), Yunus Emre (1238-1320),
Sarı Saltuk ve Gül Baba bu dönemde yaşamıştır.
Din ve devlet işlerini birbirinden ayıran Türk düşünürü Maturidi aklı ve
bilgiyi öne çıkarmıştı ve ona göre dine bağlanmanın ve onun bilgisine ulaşmanın
yolu Akıl idi. Maturidi’nin akılcılık ve hoşgörü anlayışını izleyen Yesevi, Bektaşi,
Mevlana, Yunus ondan çok şey almıştı. 15. ve 16. yüzyıllara kadar Osmanlı
medreseleri ve ilmiye mensupları dünyanın en ileri seviyesindeydi. Zamanla
Maturidi yerine Gazali düşüncesinin benimsenmesi Akli bilimler yerine Nakli
bilimlerin öne çıkmasına neden oldu2. İslam’ın bilime yönelik birçok ayetine
rağmen, medrese programlarından müspet ilimler yavaş yavaş çıkarıldı ve 17.
yüzyıldan itibaren medreseler sadece dini eğitim veren kurumlar haline geldi. İhtisas
2
Vahiy yolu ile bilinen dini esaslar nakile dayandıkları için ‘nakli ilimler’, akıl yolu ile geliştirilenler ise ‘akli
ilimler’ olarak adlandırılmıştır.
2
sahibi olabilmeleri için ilim adamlarının İran, Orta Asya, Suriye ve Mısır’a gitmeleri
gerekiyordu. Böyle olunca da o kültürlerin etkisi altında kaldıklarından Osmanlı’da
Türk benliği uzunca bir süre yerini ‘Osmanlı Müslüman’a bıraktı3.
Türkler İslamiyet’e geçerken töreleri ve inançlarından birçok şeyi korudular.
İslam’ın zahiri yönü gibi Batıni (gizli) yönünü de yaşamlarının bir parçası yaptılar.
Batıni düşünceler, Türk tasavvufu ve tarikatlarının önünü açtı. Araplar ve İranlılar
mezhep kuruculuğuna soyunurken, Osmanlı ile birlikte Türkler tasavvuf vadisinde
ilerlemişlerdi. Türklerin gelişiyle Anadolu tarikatlar fabrikası oldu. Bilimsel atılım
geliştirilemedi ama Türk tasavvufu, Türk hümanizmi, Alevilik, Bektaşilik serbestçe
doğup, gelişti4. Bilimsellikten uzaklaşma Osmanlı ekonomisi üzerinde de etkili oldu.
Batı, yüzyıllar boyu maddeden bilim çıkarırken, bizim gözümüzde eşya hareketsiz
kaldı5. Geçmişte önemli hizmetleri olan tarikat ve cemaatler bugün
Cumhuriyetimizin temel yapısını oluşturan devrimimize karşı şeriat düzeni
getirmeye yönelik İslamcı hareketlerin yatağı haline geldi.
Bugünkü Türkiye ve Yolumuz
Biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen ve
buradaki kardeşleri ile kaynaşan göçebe Türk boylarının torunları, Osmanlı
İmparatorluğu’nun gerileme ve çöküş dönemlerinde elinde tutabildiği topraklara
sığınmış bakiyeleriyiz. Osmanlı, İstanbul’un fethinden sonra tabiiyetindeki Türk
boylarına sırt çevirirken, çözülme devrinde imparatorluk bakımsız ve harabe
Anadolu’daki Türklere sığınmak zorunda kaldı. Kurtuluş Savaşı dedelerimiz olan o
Türklerle kazanıldı. 1908 yılında Osmanlı genel nüfusu 32.101.384 kişi idi. Osmanlı
Devleti 1908’den 1920 yılına kadar üç büyük savaşta 12 yıl içinde 22.659.490
insanını kaybetti. Uğranılan ihanetler yanında insan kaybımız korkunç miktarda idi,
bu pek az milletin başına gelen bir felaketti6.
Çin, Hint, Mısır, İran gibi kökleri derinlerde olan bir uygarlık tarihimiz
yoktur. Topluluk olmanın çelişkilerini tarihte ödünç kültürlerle ve devşirmelerle
aşmaya çalıştık7. Türkler, kendine özgü bir biçimde dini yaşayış içinde
modernleşmeye devam etmektedir. Türk kültürü içinde modernleşmenin iki temel
sorunu; kadının toplumdaki yeri ve üst sınıf erkeklerin Batılılaşması olagelmiştir.
Batılılaşmanın ahlaki çöküntü kaynağı olarak gösterilmesi en çok kadınlara ilişkin
eğilimleri etkiledi. Bu durum bugün de kadınların giyim-kuşamı üzerinden devam
etmektedir. Eski soy-sop tarzı örgütlenme bugün de hemşericiliği, akrabayı, eşi
dostu, bizimkileri kayırma şeklinde yaşamaktadır. Bu anlayış hep başkalarını
3
Gnkur.Bşk.lığı: Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, II ncü Cilt, 2 nci Kısım (1451-1566), Gnkur.Basımevi, (Ankara,
1977), 13.
4
Suat İlhan: Türk Olmak Zordur, Kimliğimizin Kaynakları, ALFA Yayınları, (İstanbul, 2009), 176.
5
Ahmed Güner Sayar: Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Ekonomik, Kültürel ve Devlet Felsefesine Ait Değişmeler,
Ötüken Yayınları, (İstanbul, 2008), 33-34.
6
Gnkur.Bşk.lığı: Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, III ncü Cilt, 6 nci Kısım (1908-1920), Gnkur.Basımevi, (Ankara,
1971), 48-51.
7
Erol Göka: Türklerin Psikolojisi, Timaş Yayınları, 3. Baskı, (İstanbul, 2008), 170.
3
suçlayan, suça ve düzen ihlaline eğilimli, mafya işlerine müsait bir toplum katmanı
da sağladı.
19. yüzyılda belirgin bir merkezileşme, modernleşme ve hukuki yönetim
sistemini benimseyen Osmanlı İmparatorluğu’nda kaçınılmaz olarak laikleşme süreci
başlamıştır. Tarihte Türk devletlerinin yıkılmasının ortak özellikleri8; dış tesirler
nedeni ile egemenliğin kullanılamaması, çok ulusluluk ve idari yapının
yönetilememesi, ekonomik geri kalmışlık, coğrafya ve kültürün birleştirilmesindeki
sıkıntılar olmuştur. Türkler, ekonomileri ya da devletleri yıkıldığı zaman dağınık ve
yönsüz bir hale gelirler. Atatürk’ün ilke ve inkılâplarının kaynağında tam bağımsızlık
ve ulusal egemenlik vardır. Atatürk; ulus egemenliğini, kişi özgürlüğünü, ulusdevleti (ülke birlik ve bütünlüğünü); hukukun üstünlüğünü; laikliği; her çağda çağdaş
olmayı amaçlayan, akla ve bilime dayalı olarak gelişmeyi ve kalkınmayı temel alan
bir düşünce sistemi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin önünü açtı.
Ancak, Kurtuluş Savaşı ile Anadolu’yu terk eden Batılılar II. Dünya Savaşı
ertesinde döndüler ve Türkiye’yi batı yörüngesine sokmak ve iç dinamiklerini ele
geçirmek için çalışmalara başladılar. 1949 yılında yapılan ikili anlaşma ile Türk milli
eğitimi ABD güdümüne sokuldu. Türkiye’de İslamcı, gerici, Cumhuriyet düşmanı
akımlar ve etnik bölücülüğü teşvik ve tahrik edici kurgular sağlandı. 1950 yılında
çok partili hayata geçiş ile birlikte demokrasi kisvesi altında gerici akımlar sahne
almaya başladı. 1990’lara kadar devam eden Sovyet tehdidi nedeni ile Cumhuriyeti
Osmanlılaştırma projesi düşük profilde tutuldu9. 1990 yılında itibaren önce
ekonomik olarak IMF, Dünya Bankası, özelleştirmeler yolu ile ulusal ekonomi
tasfiye edilerek, ülke kaynakları, bankaları, ticareti kontrol altına alınmaya başladı.
Siyasi olarak ise AB üyelik süreci görüntüsü altında 2002 yılından itibaren
Türkiye’yi federasyona dönüştürme planı hız kazandı. Bugün ‘Kürt açılımı’ diye
bunun yeni bir adımına kamuoyu hazırlanmaya çalışılıyor.
Tablo : Büyük Güçlerin Güç Kaynakları ve Türkiye
Güç Kaynağı
ABD
Rusya
Avrupa
Japonya
Çin
Türkiye
Doğal Kaynaklar
K
K
K
O
K
O
Askeri
K
O
O
Z
O
K
Ekonomik
K
O
K
K
O
O
Bilim-Teknoloji
K
Z
K
K
Z
Z
Ulusal Birlik
K
O
Z
K
K
O
Evrensel Kültür
K
O
K
O
O
Z
Uluslararası Kurumlar
K
O
K
O
O
Z
K. Kuvvetli, O: Orta, Z: Zayıf
8
Veli Yılmaz: Cumhuriyet Tarihi I, Türk Tarihinin Ana Hatları, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları,
(İstanbul, 2003), 187-194.
9
Selim Somçağ: Osmanlı ve Batı, 2. Baskı, Bengi Yayınları, (İstanbul, 2008), 315.
4
Kaynak: Joseph Nye, Robert Jackson, George Sorensen: Introduction to International Relations,
Theories and Approaches, Oxford University Press, (New York, 2003), 200’den faydalanarak
hazırlanmıştır.
Sonuç Yerine
19. yüzyılda yaşananlar ile AB üyelik sürecinin benzerlikleri açıktır. Her iki
durumda da birinci aşamada ekonomi kontrol altına alınmakta, ikinci aşamada ülke
bölünmeye götürülmektedir. Türkiye artık tarihi ve bin yılların birikimi olan kültür
mirası ile yüzleşmek, kendi yolunu çizmek zorundadır. Bulunduğumuz konjonktür ve
iyi değerlendirildiği takdirde önümüzde olan fırsatlar Türklere 21. yüzyılda yeni bir
dünya kurma fırsatı vermektedir. Eksik olan bunun düşünsel alt yapısı, vizyon ve güç
projeksiyonsuzluğu ile kendi içimizdeki sorunlara gömülüp kalma alışkanlığımızdır.
Sorumluluğumuz sadece Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı değil 250 milyonluk tüm
Türk dünyasına karşıdır. Bizim yolumuz onların da yani Türk milletinin yoludur.
Türkiye’nin geleceği Türk dünyasındadır ve bunu ancak isterse kendisi
kurabilecektir. Yapmamız gereken bağımsız ve egemen bir ulus-devlet olarak kendi
yolumuzu çizmemiz, ulusal gücümüzü geliştirmemiz (Tablo) ve Atatürk’ün dış
politika esaslarını uygulamamızdır; kendi gücümüze dayanmak, akla ve bilime
öncelik vermek, güçlü bir ekonomiye dayanmak, eşit ilişkiler kurmak, hayalci
olmamak.
5

Benzer belgeler

jeopolitik ve türkiye

jeopolitik ve türkiye Tarihimizin ve kültürümüzün başlangıcını bulamıyoruz. Türklerin resmi tarihi M.Ö. 318 tarihinde Hun İmparatorluğu’nun kuruluşu ile başlamaktadır. Arkeolojik buluntulara göre Türkçenin tarihi M.Ö.15...

Detaylı