Ali Kuşçu - TDED - Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği

Transkript

Ali Kuşçu - TDED - Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği
AYIN DOSYASI
T
ürk düşünce tarihinde
yahut vaz’î mi olduğunu tarAli Kuşçu, cihan devtışan pek çok Yunanlı filozof,
leti hâlini alan İstandüşünce tarihine kaydedilbul merkezli Osmanlı Ülkemiştir. Aristoteles ile mantık
sindeki bilimsel veri üretim
ilminin mukaddematından
ve aktarımını, Fatih Sultan
kabul edilen dil araştırmalaProf. Dr. Musa Yıldız*
Mehmet’in himayesinde dürı, dilin şiir, hitabet vb. farklı
zenleyen bir isim olarak bilialanlardaki tezahürlerinin de
nir. Osmanlı tasavvuf bilimi
göz önünde bulundurulmatarihinde, kendisinden önce Astronomi alanında verdiği eserlerle sıyla zamanla zenginleşmiş
Davud Kayseri (ö.1350) ile döneminin en ünlü âlimlerinden biri ve her türlü düşünce çalışolan Ali Kuşçu, dil felsefesi ve dil
Molla Fenari (1350-1431)’nin
masının vazgeçilmez unsuru
mantığı üzerine yaptığı araştırmalarla
yerleştirdiği
irfâni-kelâmi
olmuştur.
da Türkçenin zenginleşmesine büyük
çizgiye, kelam, matematik
Ali Kuşçu, riyazî ve
katkıda bulunmuştur.
ve astronomi sahalarında
kelâmî çalışmaları yanında,
telif ettiği eserlerle riyazidil sahasında da İslam Mekelâmi bir çerçeve kazandırmıştır. Ali Kuşçu, yal- deniyetindeki temel anlayış çerçevesinde pek çok
nızca Osmanlı topraklarında değil, Orta Asya, İran eser vermiştir. Ali Kuşçu bir yandan dilin biçimsel
ve Hindistan belgelerinde de kalıcı iz bırakmış bir yapısını ele alan sarf çalışmalarını, öte yandan dilin
âlimdir. Öyle ki “Risale der İlm-i Heyet” adlı eseri nazmını inceleyen nahiv incelemelerini, dil felsefeSanskritçeye çevrilmiş ve Hint ülkesinde yüzyıl- si ve dilin mantığı üzerinde yaptığı araştırmalarla
larca İslam astronomi mirasını temsil etmiştir.
zenginleştirmiştir. “Şerhu’t-Tecrîd” adlı eserinde,
Dil, düşünce tarihinde hem dünya görüşünün, önermenin dilsel özellikleri ve önerme ile varhem de dünya tasavvurunun inşasında, dikkate lık ilişkisini gözden geçirmiş; “Şerhu’r-Risâleti’lalınmış bir alandır. Nitekim hakikati dildeki keli- Vad’iyye”de dilin ontolojisi üzerinde durmuş;
melerin kökeninde (etimos) arayan, dilin tabiî mi “Risale fî’l-İsti’âre” adlı eserinde de dilin delâlet
* Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi
Gökyüzünün
kapılarını açtı
21
22
AYIN DOSYASI
cihetinden özelliklerini tartışmıştır. Ali Kuşçu dil
sahasındaki diğer çalışmalarında da benzer tavrını
sürdürmüştür.
İlk Büyük Külliyeyi Kurma Şerefi,
Fatih’indir
Osmanlılarda ilmin gelişmesi, ilme ve felsefeye ayrı önem veren ve âlimleri himaye eden Fatih
Sultan Mehmet zamanında gerçekleşmiştir. Fatih,
başkent hâline getirdiği İstanbul’un İslam dünyasının bilim ve kültür merkezi olması için çalışmış
ve buraya çeşitli vesilelerle ilim adamlarını davet
etmiştir. Fatih, XV. yüzyıl dünya tarihinde hem bir
devlet adamı, hem de bir ilim adamı olarak müstesna bir yere sahiptir. Çocukluğundan ölümüne
kadar ilimle meşgul olmayı elden bırakmamıştır.
Her ne kadar onun aile büyükleri ilimle iştigal etmişler; Orhan Bey İznik ve Bursa’da, Murat Bey
Bursa’da, Yıldırım, Çelebi Mehmet, İkinci Murat
Bursa’da ve Edirne’de birer medrese yaptırmışsalar
da, 16 medreseli ilk büyük külliyeyi kurma şerefi
bu ilmi himaye eden beylerin torunu II. Mehmet’e,
İstanbul’u fethettikten sonra nasip olmuştur.
Fatih Sultan Mehmet, fetihten sonra, şehre
yeni bir şahsiyet kazandırmak için imar faaliyetlerine başlamış, etrafındakileri de bu hamleye
katılmak için teşvik etmiştir. Bu faaliyetler sonucunda yüzden fazla Bizans binası, mescit ve medreseye dönüştürülmüştür. Fatih, yeni başkentini
ilim merkezi hâline getirmek için, İstanbul’un bir
tepesi üzerine, daha sonra kendi adıyla anılacak
bir külliye inşa ettirmiş ve bu külliyenin içinde,
Fatih’in merkeziyetçi tavrının ve politikasının bilim ve eğitim hayatındaki ifadesi olarak düşünülebilecek medreseler kurulmuştur. Batılı ilim adamlarına davette bulunmuş; ama bu davetine icabet
eden olmamıştır. Bunun yanında yaptığı davete,
Doğu’dan karşılık almıştır. Bunlardan birisi de Ali
Kuşçu’dur.
İstanbul’un fethinden sonra geçici olarak Ayasofya ve Zeyrek medreselerinde eğitime devam
edilmiştir. Ayasofya medresesi, Fatih külliyesi
Ali Kuşçu bir yandan
dilin biçimsel yapısını ele alan
sarf çalışmalarını, öte yandan
dilin nazmını inceleyen
nahiv incelemelerini, dil felsefesi
ve dilin mantığı üzerinde yaptığı
araştırmalarla zenginleştirmiştir.
(Medâris-i Semâniye) 1470 yılında tamamlanıncaya kadar önemini muhafaza etmiştir. Buranın ilk
müderrisi de Fatih’in hocası Molla Hüsrev’dir. Ali
Kuşçu da İstanbul’a teşrif ettikten sonra, bu medresede hocalık yapmıştır.
Fatih’in vakfiyesindeki kayda ve Ali’nin yazdığına göre, bu mevki İstanbul’un ortasına tesadüf
ettiğinden dolayı medreselere “Sahn” adı verilmiştir. Tarihi rivayetlere göre, Sahn-ı semân medreselerinin programını Mahmut Paşa ile Ali Kuşçu hazırlamışlardır. Medreselerin dördü caminin doğu
tarafında, dördü batı tarafındadır. Sahn medreselerinin arka taraflarında yüksek tahsile, yani Sahn-ı
semân medreselerine öğrenci yetiştirmek üzere Tetimme veya Mûsıla-i sahn ismiyle Sahn medreselerinden küçük, sekiz medrese inşa edilmiştir. Bu
Tetimme veya Mûsıla-i sahn medreseleri, derece
itibariyle orta tahsil medreseleri demekti. Sekiz
Sahn medresesi talebelerine “danişmend”,
sekiz Tetimme medresesi talebelerine de
“softa” adı verilmiştir. Tetimmeden
her bir hücre yani odaya üç softa talebe konulmuştur. Bu odalardan her
birisine ihtiyaçlarına harcanmak
ve mum parası olmak üzere aydan aya beşer akçe tahsis edilerek
yemekleri de imaretten verilmiştir.
Bu Tetimme talebeleri, yani softalar,
Sahn medreseleri talebesi olan danişmendlerden ders görmüşlerdir.
Sahn ve Tetimme medreselerinden
AYIN DOSYASI
başka, camiye dönüştürülen Ayasofya kilisesinin
yanındaki mahalde inşa edilen medresenin müderrisine altmış akçe ve Eyüp Camisinin yanında
yapılan medresenin müderrisine de elli akçe yevmiye ile birer müderris tayin edilmiştir. Ayasofya
medresesi Sahn-ı semân derecesinde ve daha sonraları ise Sahn-ı semân’dan üstün tutulup buranın
müderrisi beş yüz akçe yevmiyeyle kadılıklara tayin edildiği gibi, terfi eden Sahn müderrisleri Ayasofya müderrisi olurlardı. Eyüp müderrisliği ise
bazen de kadılıklara tayin edildiği gibi, terfi eden
Sahn müderrisleri Ayasofya müderrisi olurlardı.
Eyüp medresesi, Fatih zamanında Sahn olarak kabul edilmiştir.
Osmanlı
vezirleri de İstanbul’da cami
ve medrese yaptırdılar.
Mahmut Paşa, günümüze kadar gelen, cami ve
medresesini
yaptırdı.
Onu Candarlızâde İbrahim, Hadım Ali Mustafa ve Davud Paşaların
medreseleri takip etti.
Daha sonra medreselerin sayısı arttı, diğer
vilayetlerde medreseler
yapıldı ve bu şekilde
medreseler derece itibariyle bir sınıflandırmaya
tâbi tutuldu.
İstanbul’da Sahn-ı
semân ve Mûsıla-i sahn,
yani tetimme medreseleri yapıldıktan sonra
Osmanlı hudutları içerisinde medreseler de
yeni bir teşkilatlanmaya
tâbi tutuldu. Bu şekilde medreseler aşağıdan yukarıya; Hâşiye-i tecrîd, Miftâh, Kırklı, Hâriç, Dâhil ve
Sahn-ı semân olarak beş sınıfa ayrıldı.
Müderrislerin yevmiyesi de medresenin türüne göreydi: Yirmi veya yirmi beş akçe olan medreselere Hâşiye-i tecrîd, otuz-otuz beş akçe olan
medreselere Miftâh, kırk akçeli olan medreseye
Kırklı veya Telvîh, bundan bir derece yüksek olan
elli akçeli medreseye Hâriç medreseleri denildi.
Bu Kırklı, yani kırk akçe yevmiyeli ve Hâriç elli
akçe yevmiyeli medreseler, Osmanlılardan önceki
Anadolu Selçuklularının, Anadolu beylikleri hükümdarlarının ve onların ailelerinin vezir, sancak
beyi ve ümeranın yaptırdıkları medreselerdir.
Dâhil medreseleri, Osmanlı padişahları, şeh-
zade valideleri, şehzadeler ile padişah kızlarının
yaptırmış oldukları medreselerdir. Bundan sonra
en yüksek tahsil yolu olan Sahn-ı semân’a geçilirdi.
Bu medreselerde ders veren hocalar, daha büyük
bir medreseye geçmek için, padişahın huzurunda
bir çeşit müsabaka imtihanına tabi tutulurdu.
Tetimme veya Mûsıla-i sahn medreseleri, esas
itibariyle Dâhil medreseleri derecesindeyse de,
Sahn-ı Semân medreselerine talebe yetiştirmeleri
dolayısıyla Dâhil medreseleri yerine Mûsıla-i sahn
denilmişti.
İlk tedris hayatına giren bir öğrenci “muhtasarât” denilen dersleri gördükten sonra, Hâşiye-i
tecrîd medresesine devam eder; oradaki derslerde başarılı olduktan
sonra o medresenin
müderrisinden bir belge
alarak bir üst derecedeki Miftâh medresesine
geçer, oradan Kırklı,
Hâriç ve Dâhil medreseleri derslerini görür
ve son olarak Sahn-ı
semân’a girerek Danişmend olurdu.
Fatih
Sultan
Mehmet’in döneminde
yaşayan âlimler arasında devamlı bir tartışma
ortamı oluşturduğu ve
bunu canlı tuttuğu, bilinen bir husustur. Molla
Zeyrek ile Hocazâde
arasında kelam sahasında, Hocazâde ile Ali
et-Tûsî arasında felsefe
alanında, Hocazâde ile
Ali Kuşçu arasında med-cezir konusunda yapılan
tartışmalar, bu konuda örnek olarak zikredilebilir.
Fatih karşılıklı konuşmalarda kendi yerli ulemasının performansını daima dikkatle takip etmiştir.
Bu konuda Hocazâde’yi nasıl bulduğunu sorduğu
Ali Kuşçu’nun “Acem’de benzeri yoktur” ifadesine “Arap’ta da benzeri yoktur” şeklinde cevap
vermesi, Fatih Sultan Mehmet’in hedefleri hakkında açık bir fikir verebilir.
İslam Medeniyetinde, başta Usul-i fıkıh olmak
üzere, nahiv ve mantık bağlamında incelenen bu
konular, nihâî hedefi Kur’an-ı Kerim’i anlamak
olan Osmanlı-Türk âlimlerince de tekrar tekrar
ele alınmıştır. Osmanlı-Türk tarihinde Fatih Sultan Mehmet dönemi, Selçuklular üzerinden dev-
23
24
AYIN DOSYASI
ralınan İslâm ilim mirasının yeniden organize onu, İstanbul’a elçi olarak gönderdi. Bu elçilik sıraedildiği ve pek çok alanda önemli ilmî eserlerin sında Fatih tarafından kendisine çok iltifat edildi
ortaya konulduğu bir dönemdir. Bu organize faa- ve hizmetinde çalışması teklif edildi. Ali Kuşçu bu
liyetinde önemli bir yeri olan Ali Kuşçu yanında, teklifi kabul edip elçilik görevini tamamladıktan
dil alanında eser verenlerden Hüsameddîn Toka- sonra İstanbul’a gelip hizmetinde çalışacağını vaat
dî (Ö.1456), Musannifek (1470),
etti. Ali Kuşçu bu sözünü tutaMuhyiddîn Kâfiyecî (1474), Molla
rak elçilik görevini tamamladıkFatih
Sultan
Mehmet’in
Hüsrev (1480), Kara Sinan (1480),
tan sonra, ailesi ve adamlarıyla
döneminde yaşayan
Hacı Baba Tosyevî (1481), HaTebriz’den İstanbul’a hareket etti
âlimler
arasında
devamlı
san Çelebi (1481). Alâeddîn Tûsî
(1472 civarında). Fatih de yolcubir tartışma ortamı
(1482), Hasan Samsûnî (1486), Siluğu süresince ona hizmet edeoluşturduğu ve bunu
nan Paşa (1486), Hocazâde (1488),
cek ve masraflarını karşılayacak
canlı tuttuğu, bilinen bir
Molla Lutfî (1494), Muhammed
adamlar gönderdi. Her konak
husustur. Molla Zeyrek
Hatipzâde (1495), Fenarizâde Ali
için, bin dirhem harcandı. Bunile Hocazâde arasında
Çelebi (1497) ve Yusuf Kırmasdan başka, Ali Kuşçu’nun kafilesi
kelam sahasında,
tî (1500) gibi çok sayıda değerli
İstanbul’a yaklaşınca, Sultan FaHocazâde ile Ali
şahsiyetler yetişti. Bu âlimler dil
tih, şehrin kadısı Hocazâde’nin
et-Tûsî arasında felsefe
alanında olağanüstü bir şekilde
başkanlığında ilim adamlarından
alanında, Hocazâde ile
ayrıntılara inen bir üretim yapoluşan bir heyeti onu karşılamaya
Ali Kuşçu arasında
mışlardır. Çünkü doğru bir dil
gönderdi. Fatih Sultan Mehmet,
med-cezir konusunda
bilgisi, doğru bir din anlayışı ile
1473 yılında Uzun Hasan üzerine
yapılan tartışmalar, bu
doğru bir varlık tasavvuru için
yaptığı sefere birlikte götürdüğü
konuda örnek olarak
zorunludur.
Ali Kuşçu’yu, dönüşte Ayasofya
zikredilebilir.
Medresesine müderris tayin etti.
Ali Kuşçu’nun Hayatı
Bu tayin, İstanbul’da matemaTam adı Kuşçuzâde Alâ’uddîn Ebû’l-Kâsım tik alanındaki çalışmalara canlılık getirmiş, Ali
‘Alî b. Muhammed’dir. Doğum yeri ve tarihi tam Kuşçu’nun derslerini ilim adamları da takip etmişolarak bilinmemekle birlikte XV. asrın başlarında tir. Hatta Fatih, hocası Sinan Paşa’ya bu derslere
Semerkand’da doğduğu tahmin edilmektedir. Ba- gitmesini emretmiştir. Sinan Paşa da öğrencilerinbası Uluğ Bey’in doğancıbaşısı olduğu için “kuş- den Tokatlı Molla Lutfi’yi, Kuşçu’nun derslerine
çu” lakabıyla anıldı. Uluğ Bey, Gıyâsuddîn Cem- yollamıştır. Rivayetlere göre, Molla Lutfi, o gün
şîd el-Kâşî, Kâdızâde ve Uluğ Bey’in etrafındaki aldığı dersi her akşam Sinan Paşa’ya nakledermiş.
diğer âlimlerden matematik, astronomi ve çeşitli Ayvansaraylı Hüseyin Efendi Hadîkatu’l-Cevâmf
ilimler okudu. Ali Kuşçu, Semerkand’da tahsilini adlı eserinde, Fatih’in Semâniye Medreselerinin
tamamladıktan sonra, Uluğ Bey ve Kâdîzâde’den
izin alamama endişesiyle gizlice Kirman’a gitti
(1410’dan sonra). Bu arada Ali Kuşçu, üzerinde
Türk kıyafetiyle Herat’a kadar giderek şair ve âlim
Molla Câmî’yi de ziyaret etti (1423-1427 civarında) Uluğ Bey’in 1449 yılında oğlu Abdüllatif’in
entrikasıyla şehit edilmesinden sonra, oğulları
arasında taht kavgası başladı. Bu durumdan memnun kalmayan “Ali Kuşçu, hacca gitmek amacıyla
izin alıp batıya doğru hareket etti. Ali Kuşçu önce
Herat’a gitti; daha sonra kısa bir süre Taşkent’te
bulundu. Ancak uzun bir süre Herat’ta Sultan Ebû
Saîd Bahadır Han’ın çevresinde görüldü. Orada
Ebû Saîd’in Uzun Hasan’a yenilmesinden sonra (1469 civarında) baş gösteren istikrarsızlıktan usanarak Tebriz’e geçti. Ali Kuşçu,
Tebriz’e gelince Uzun Hasan ona büyük
itibar gösterdi (1470 civarında). Fatih ile
arasındaki anlaşmazlığı halletmesi için
AYIN DOSYASI
ders programını Ali Kuşçu’ya yazdırdığını aktarmıştır. Bu konu üzerinde duran bazı
araştırmacılar, medreselerin orta ve
yüksek olarak örgütlenmesinde
Ali Kuşçu ile Molla Hüsrev’in
çalıştıklarını yazmışlardır.
Bazı kaynaklara göre de bu
programları Mahmut Paşa
ile Ali Kuşçu hazırlamıştır. Ali Kuşçu İstanbul’da
bulunduğu süre içinde, Hocazâde’yle iyi
geçinmiş ve hatta kızını
Hocazâde’nin oğluna verdiği gibi onun kızını da torunu Kutbuddîn Muhammed’le
evlendirmiştir. Bu evlilikten, ünlü
astronom ve matematikçi Mîrim Çelebi (Ö. 1525) dünyaya gelmiştir.
Hayatının son iki-üç yılını İstanbul’da geçiren Ali Kuşçu, 15 Aralık 1474’de İstanbul’da vefat
Ali Kuşçu’nun dil ve belagat alanlarında
kaleme almış olduğu on üç eseri tespit
edilmiştir. Bunlar arasında beyan
ilminin konularından birisi olan istiareyi
ele alan “Risale fî’l-İsti’âre” adlı eseri,
yazının ana eksenini oluşturmuştur.
etti ve Eyüp Sultan türbesi
civarına defnedildi. Hanefi
fıkıhçılarından da sayılan
Ali Kuşçu’nun yetiştirdiği öğrencileri arasında en
önemlileri Molla Câmi diye
tanınan Nuruddîn Abdurrahmân ile Molla Lutfi, dolaylı olarak Sinan Paşa ve
Kasım b. Ahmed er-Rûmî
sayılabilir. Medrese sistemi
ve programını Ali Kuşçu,
Molla Hüsrev ve Mahmut
Paşa’nın hazırladığı dikkate alınırsa, Ali Kuşçu’nun
Osmanlı-Türk ilmî zihniyetinin merkezinde yer alan
bir düşünür olduğu açıkça
görülür. Osmanlı ilim anlayışının inşasında önemli
bir yere sahip olan Ali Kuşçu, ülkemizde ve dünyada
daha çok matematik ve as-
tronomi alanlarındaki eserleriyle tanınmıştır. Bu
makale, Ali Kuşçu’nun fazla dikkat çekmeyen dilcilik yönünü ön plana çıkarmaktadır. Ali Kuşçu’nun dil ve belagat
alanlarında kaleme almış olduğu
on üç eseri tespit edilmiştir.
Bunlar arasında beyan ilminin konularından birisi olan
istiareyi ele alan “Risale
fî’l-İsti’âre” adlı eseri, yazının ana eksenini oluşturmuştur. Ali Kuşçu’nun
söz konusu risalesi, beyan
ilminin önemli konularından
birisi olan istiareyi detaylı bir
şekilde ele almıştır. Ayrıca istiare konusunun daha iyi anlaşılması için hakikat ve mecaz konularına da
yeterince yer vermiştir. Öte yandan aralarında
hakiki anlamın anlaşılıp anlaşılmaması açısından
farkın olduğu kinaye konusuna da kısaca değinmiştir. Böylece Ali Kuşçu teşbih hariç, beyan ilmini
şematik olarak sunmuştur. Nihai hedefi Kur’ân-ı
Kerim’in daha iyi anlaşılması olan Ali Kuşçu, yaklaşık on iki sayfalık kısa ve özlü bu risalesinde, beyan ilminin konularından hakikat, mecaz, istiare
ve kinayeyle ilgili atıflarını, belagat ilminin otoriteleri kabul edilen es-Sekkâkî ve el-Kazvînî’nin
eserlerine yapmaktadır. Belagat ilminin konularını
Miftâhu’l-’Ulûm adlı eserinde sistematik bir şekilde işleyen es-Sekkâkî’den
sonra el-Kazvînî, el-îdâh ve
et-Telhîs adlı eserlerinde bu
konuları daha talimî (pedagojik) hâle getirmiştir. Ali
Kuşçu ise, bu risalesinde beyan ilminin ana kavramları
arasındaki ilişkiyi çok iyi bir
şekilde inşa ederek, istiare
konusunu öğrencilerin daha
iyi anlamasını sağlamak
maksadıyla öğretici bir hâle
kavuşturmuştur. Osmanlı
kültür mirasından geriye
kalan beş yüz binden fazla
bozulmaya yüz tutmuş el
yazma eser, ülkemiz kütüphanelerinin tozlu raflarında araştırmacıların ilgisini
beklemektedir. Bu açıdan
özellikle Arapça bilen araştırmacılara büyük görevler
düşmektedir.
25
26
AYIN DOSYASI
Ali Kuşçu’nun Eyüp’teki kabri
İ
lk medeniyetin Nil vadisinde yani bugünkü
Mısır havzasında ve
Dicle-Fırat arasında yani
Mezopotamya’da tarıma elverişli yerlerde teşekkül ettiğini görüyoruz. Hindistan
ve Çin’de dikkate değer ilmî
faaliyetler olduğunu biliyoruz. Ayrıca Eski Yunan ve
Roma da dikkat çeker.
bilinmektedir. Abbasiler döneminde Darü’l-hikmet kurulur. Eski Yunan, Roma, Bizans ve eski medeniyetlerin
kitaplarını Arapçaya çevirirler. Çok büyük araştırmalar
yapılır. Devlet tarafından
desteklenir. Halife Harun
Süleyman Zeki Bağlan
Reşid ve onun yolundan giden oğulları Emin, Memun
ve Mutasım da bu çalışmalara çok ilgi gösterirler. DöAli Kuşçu bütün İslam âlimleri gibi
Modern ilmin yapınemlerinde birçok yeni buçok değişik konularda kitap ve
sı, beynin elde ettiği biluş gerçekleştirilir.
risaleler yazmıştır. Astronomi,
rikimin neticesidir
Orta Asya, Orta Doğu
hesap, kelam, sarf, nahiv, tefsir,
Asya’da Aral gölüne
ve Anadolu coğrafyasında
vaaz, istiare, tarih ve lügat
sahalarında eserler vermiştir.
dökülen Seyhun ve Ceyhun
ilmî çalışmalar dikkat çeker.
nehirlerinin arası MaveraünMüreffeh bir toplum yapısı
nehir de, mühim ilmî faaligörülür. Modern ilmin yapıyetlerin yapıldığı yerdir. Komşusu olan coğrafya- sı, insan beyninin elde ettiği birikimin sonucudur.
da Orta Asya dikkat çeker.
Kendi köklerini arayan Batı, gerekli çalışmalaMüslümanlarda ilk ilmî çalışmaların Hz. Pey- rı Müslümanların başlattığını görür. Arapça eserlegamber (SAV) devrinde Darü’l-erkam’da başladı- ri, Latinceye çevirmeye başlarlar. Charles Baudelağını biliyoruz. Daha sonra Emeviler ve Abbasiler ire “Biz Rönesans’ı Müslümanlara borçluyuz” der.
dönemiyle Endülüs’te faaliyetlerin arttığı malum- İlim, Batı’daki Rönesans hareketiyle ortaya çıkmadur. Yemen’de üç bin sene evvel barajlar yapıldığı mıştır. Batı zaten yanmakta olan meşaleyi ele almış,
Semerkand’da
yetişti, Osmanlı’da
yükseldi
AYIN DOSYASI
daha da parlaması için elinden geleni yapmıştır.
Edebiyat Fakültesi, İstanbul 1958, Prof. Dr. Ahİslam medeniyeti Batı’ya 3 yoldan geçmiştir: med Suphi Furat neşri, S. 159-162) ve Şakaik-i
Endülüs Emevi Devleti, Sicilya ve Haçlı Seferleri. Numaniye’nin Türkçeye tercümesi olan Mecdi
Batı Medeniyeti Eski Yunan, Roma, Hıristiyanlık Mehmet Efendi’nin 1979’da İstanbul’da tıpkıve Bizans’a; İslam medeniyeti ise, Kur’an’ı Kerim’e basımı Abdülkadir Özcan tarafından yayınlanan
dayanır. Batı dünyası, Medrese (üniversite), Rasat- Hadâik’u-l Şekaik (180. ile 184. sayfaları arasında),
hane (gözlemevi) ve Darü’ş-şifâ (hastane) gibi ku- Hoca Sadeddin Efendi’nin Tacü’t-Tevarih, MEB
rumları bizden almıştır.
İslam Ansiklopedisi, Diyanet İslam AnsiklopediOrta Asya’da 552’de başlayan Göktürk, Uy- si, Ahmed Süheyl Ünver’in Ali Kuşci Hayatı ve
gur, Kırgız hâkimiyeti, 900’lerde sona erer. Siyasi Eserleri (İstanbul 1948), Muammer Dizer’in, Ali
bir boşluk doğar. Bu boşluğu Moğol kabileleri dol- Kuşçu (Ankara, 1988), Musa Yıldız’ın, Bir Dilci
durmaya başlar.
Olarak Ali Kuşçu ve Risâlefi’l-istiare’si (Ankara,
Asıl adı Temuçin olan Cengiz, Türk ve Moğol 2002), Muammer Dizer, Büyük Türk Düşünürü Ali
kabilelerinin kurultayında (1206) kağan ilan edilir. Kuşçu’nun Astronomiye Katkısı (Kandilli RasatCengiz’ Han’ın ölmeden önce oğullarına paylaştır- hanesi, 1975) ve İhsan Fazlıoğlu’nun, Osmanlılar
dığı devletten, zamanla 4 yeni devlet ortaya çıkar:
Ansiklopedisi’nde bulunmaktadır.
1) Kubilay Hanlığı (oğlu Tuluy Han’dan olma toMaveraünnehir’in hangi mıntıkasında, hanrunu Kubilay)
gi tarihte doğduğunu bilmediğimiz Alâüddin
2) Çağatay Hanlığı (oğlu Çağatay)
bin Muhammed el Kuşci (el-Kûşi) bütün
3) Altın Orda Devleti (oğlu Cuci Han’ın
Türk dünyasının en tanınmış astroolma torunu Batu)
nomudur. Kuşçu lakabı, babası
4) İlhanlılar (oğlu Tuluy Han’dan
Mehmed’in, Uluğ Bey’in doolma torunu Hulagu)
ğancıbaşısı olmasından dolaMoğollar, XVI. asırdan
yıdır.
itibaren İslâmla şereflenmeye
Ali Kuşçu, Timur’un tabaşlarlar. Çağatayların zayıfkipçisi Uluğ Bey’in, Türkistan
ladığı dönemde, Semerkand
ve Maveraünnehir emirliği
Keş’te 1336’da doğan Censırasında ilk ve dinî eğigiz Han’ın soyundan Timur,
timini aldı. Uluğ Bey, Ali
Kendi köklerini arayan Batı,
1369’da Maveraünnehir’e
Kuşçu’ya babası vasıtasıyla
gerekli çalışmaları Müslümanların
hâkim olur. Timur Devleti,
Bursalı olan ve tahsil için
yaptığını görür. Arapça eserleri
bugünkü İran, Pakistan ve
Maveraünnehir’e giden KaLatinceye çevirmeye başlarlar.
Afganistan bölgelerine hâdızade-i Rumi aracılığıyla
Charles Baudelaire “Biz Rönesans’ı
kim olur. Timur, Altın Orda
tanıyarak ona ders verdi.
Müslümanlara borçluyuz” der.
devletini yıkar (1402). AnO astronomi ve matemakara Savaşı’yla (28 Temmuz
tik sahasındaki bilgileri
1402), Yıldırım Bayezid’i yener. Osmanlı Devleti Semerkant’ta Uluğ Bey, Kadızade ve Gıyaseddin
parçalanır. Osmanlıların Balkan fetihleri durur. Bu Cemşid’den aldı. Büyük bir öğrenme hırsına sahip
yenilgi, İstanbul’un fethini 50 sene geciktirecektir.
olan Ali Kuşçu, Uluğ Bey ve Kadızade’den izin almadan Kirman’a tahsile gitti. Öğrenimini tamamKuşçu lakabı babasından
ladı. Nasruddin Tusî’nin, Tecridi’l-kelâm’ına ŞerhTimur’un soyundan gelen ve XV.-XVI. yüz- i Cedid-i Tecrid’i kaleme aldı. Eserini, Ebu Said
yıllarda İran ile Orta Asya’da hüküm süren Ti- Han’a takdim etmiştir (İÜ, Merkez Ktp. Nr. 82016).
murlular, sanatın ve kültürün gelişmesine büyük Eser, daha önceki şerhlerin muhtevasını da içine
katkılarda bulundular. İşte Türk astronom ve ma- aldığı gibi, Ali Kuşçu’nun açıklama ve fikirlerini
tematikçisi Ali Kuşçu, bu kültürel ortamda, Timur- de ihtiva eder. Bu şerh, öğrenciler arasında yeni
lular Devri’nde Semerkant’ta yetişmiş, daha sonra açıklama (cedid-i tecrid) olarak şöhret bulmuşOsmanlılarda şöhret bulmuştur.
tur. Celâlüddin Dervanî, bu esere güzel bir haşiye
Ali Kuşçu’nun hayatı, Taşköprîzade Ebû’l- yazmış; fakat Mir Sadrüddin’in ve Şirazî’nin tenHayr İsameddin Ahmed Efendi’nin (1495 Bursa, kitlerine muhatap olmuştur. Ali Kuşçu. Bu eserin
1561 İstanbul), Arapça yazdığı Şakaikü’n-Numa- kazandığı önem sebebiyle, Maveraünnehir’de ve
niye fi Ulemai’d-Devleti’l-Osmaniye Şakaikü’n- diğer İslam memleketlerinde büyük şöhrete sahip
Nu’maniye fi Ulemi’d-Devleti’l-Osmaniye (İÜ olur, İran’da “Şârih-i Tecrid” diye anılır.
27
28
AYIN DOSYASI
öğrencisinden çok, bir evlat ve dost muamelesi
yapmıştır (Zic-i Uluğ Bey, Bayezid Umumî Kütüphanesi, Nr. 46121)
Babası Şahruh’un vefatı üzerine Gürgan tahtına oturan Uluğ Bey (1450), oğlu Abdüllatif tarafından katledilir. Rasathane yerle bir edilir. Bu
duruma dayanamayan Ali Kuşçu, hacca gider. Hac
yolunda, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’la
Tebriz’deki görüşmelerinde, büyük iltifat ve ikramlar üzerine onun nezdinde kalır. Akkoyunlular ile Osmanlılar arasında sulh temin etmek için,
elçi olarak Fatih Sultan Mehmet’e gönderilir. Sultan Fatih’in Ali Kuşçu’ya İstanbul’da kalmasını
ve medresede ders vermesini teklif etmesi üzerine, Ali Kuşçu Tebriz’e dönerek görevini tamamlar
ve söz verdiği üzere İstanbul’a döner. Fatih (1473)
Akkoyunlulara zarşı sefere çıkarken Ali Kuşçu’yu
da yanında götürür. Otlukbeli Muharebesini Fatih
kazanır.
Sultan Fatih, Ali Kuşçu’yu (1470’lerin başında)
karşılamak üzere hududa kadar bir heyet gönder-
Ali Kuşçu, Kirman’da hem nakli, hem de akli
ilimleri öğrenir. Aniden geri döner. Hoca Uluğ
Bey’i ziyaret edip özür diler. Uluğ Bey özrünü kabul eder; lakin “Bana Kirman’dan ne hediye getirdin?” diye sorar. “Bir risale getirdim ve bu çalışmada, Ay’ın safhalarını hallettim. Bundan başka bir
şeyim yok” dediğinde, Uluğ Bey “Getir göreyim.
Nerelerde hata etmişsin anlayalım” emrini verir.
Bu tavra üzülen Ali Kuşçu, biraz da kızmış olarak,
Risalatü’l-eşkalü’l-kamer adlı telif eserini, başından sonuna kadar ayakta okur. Uluğ Bey bilgisine hayret eder. Ayağa kalkarak onu kutlar. Uluğ
Bey’in takdirini kazanan Ali Kuşçu, Kadızade’nin
ölümü üzerine Semerkant Rasathanesi’ne müdür
olur. Böylece Zic-i Gürganî de tamamlanır (Zic,
gök cisimlerinin mevki ve hareketlerini bulmakta
kullanılan cetveldir. Bu kelime Farsçadan Arapçaya geçmiştir). Uluğ Bey’in Zic’i, rasathanesinin en
önemli eseri olup o dönemde bu rasathanede yapılan en doğru gözlem sonuçlarını içine alır. Bu zic
genellikle Zic-i Uluğ Bey veya Zic-i Gürganî adıyla anılır. Zic-i Gürganî; 1018 yıldızın konumundan
başka, astronom ve astrolojiyle alakalı konuları
ihtiva eder. Zic-i Gürganî’nin tamamlanmasına Ali
Kuşçu yardım etmiştir. Nitekim Uluğ Bey, eserin
mukaddimesinde bunu yazmış ve öğrencisinden
bahsederken “ferzand-ı ercüment ve mahrem-i
mast” (şerefli oğlum ve çok samimi yakınım) tabirini kullanmıştır. Uluğ Bey bununla, Ali Kuşçu’ya
Maveraünnehir’in hangi mıntıkasında,
hangi tarihte doğduğunu bilmediğimiz
Alâüddin bin Muhammed el Kuşci (el-Kûşi)
bütün Türk dünyasının en tanınmış
astronomudur. Kuşçu lakabı, babası
Mehmed’in, Uluğ Bey’in doğancıbaşısı
olmasından dolayıdır.
diği gibi, bütün akraba ve yakınlarıyla Osmanlıya
gelen bu âlime, harcırah olarak günde 1000 akçe
tahsis eder. O vakit yabancı memleketlerden davet
edilen kişilere yapılan karşılama töreni, aynen Ali
Kuşçu için de yapılır. Üsküdar’a geldiğinde, zamanın uleması ve İstanbul kadısı Hocazade Muslihüddin Mustafa, onu karşılamaya gelirler. Kadırga
ile İstanbul’a (Nefs-i İstahbul) geçerken, Ali Kuşçu
ilmî bir konu açılmadığından, dikkat çekmek için,
denizler hakkında söz açarak, “Hayret! Rum Denizi dalgalı değil” der. Buna Hocazade, “Çok derin
olduğundan, değme hava ile dalgalanmaz” cevabını verir. Ali Kuşçu, sultanın huzuruna çıkınca,
“Hocazade’yi nasıl buldunuz?” sorusuyla karşılaşır. Cevap olarak, “İran’da ve Rum’da eşi yoktur”
deyince, padişah, “Arap’ta da eşi yoktur” demiştir.
Bir gün Alâüddin Tusî, Fatih’in huzurunda
yapılan Tuhafetü’l-felâsife meselesinin tartışmasından gücenip geldiği yere dönerken yolda Ali
Kuşçu’ya rastlar ve ona nereye gittiğini sorar. “Azmimiz Rum (İstanbul)” cevabını verince, “Vilayet-i
Rum’a varınca huzur içinde olmak istersen, Hoca-
AYIN DOSYASI
zade ile münasebetlerini güzelce ayarla” der. “Bu
adam öyledir ki, kişinin bildiği, onun yanında hiç
kalır.” Ali Kuşçu da Tusî’nin nasihatini tutarak,
kızını Hocazade’nin oğluyla, torunu Kutbüddin
Mehmedi’de Hocazadenin kızıyla evlendirir. Bu
evlilikten astronom Mahmud b. Muhammed Mirim Çelebi doğdu. Bütün bunlara rağmen, bazı
şikâyetlerini memleketine yazdığı mektuplardan
anlamak mümkündür.
Heşt behişt isimli eserinde İdris-i Bitlisî, Ali
Kuşçu’nun İstanbul’a talebesi Fenarizade Ali
Çelebi’nin Fatih’e tavsiyesiyle çağırıldığını söylemektedir. Ali Kuşçu, İstanbul’da ve İran sahasında birçok öğrenci yetiştirdi. Bunlar arasında Molla Camî diye tanınan Nureddin Abdurrahman ve
Molla Lütfî de vardır.
Ali Kuşçu’nun çağdaşları Cemşid Kaşî ve Kadızade gibi âlimlerle karşılaştırıldığında onlar gibi
sadece belirli bir sahada değil, din, dil, kelam ve
riyazi ilimler gibi pek
çok alanda uzman olduğu görülür. Daha
çok Gazali’nin çizgisini takip ederek,
Aristotelesçi ilkeleri
temizledi. Sayıları,
saf nicelik ifade eden
fonksiyonel unsurlar
olarak gördü. Astronomi
meselesinde
Aristotelesçi fizik ilkelerini reddederek
büyük oranda riyazikelâmi bir astronomi
anlayışını müdafaa
etti. Optik sahasında, Aristotelesçi düşüncenin yerine işraki çizgiye
yakın teorileri öne çıkaran odur. Rengin var olma
sebepleri konusunda, kendisinden önce ortaya konulan fikirleri, özellikle İbn Heysem ile Fahrüddin Râzî’nin yaklaşımlarını ele alarak renk ile ışık
münasebetini farklı bir şekilde yorumladı. Işığın,
rengin varlık sebebi değil, tezahür sebebi olduğunu ileri sürdü. O farklı bir tabiat anlayışına, hem
de seleflerinden farklı bir tabiat-matematik ilişkisi
tasavvuruna ulaştı. Fizik, matematik ve metafizik çalışmalarında, Allah’ın Kadir-i Muhtar oluşu
anlayışını merkez aldı. Bütün çalışmalarında bu
ideali devam ettirdi. Böylece az bir zaman kalsa
bile, Osmanlı düşüncesi ve ilmî zihniyetine kalıcı
bir tesir bıraktı. Bu etki Davûd-ı Kayseri ile Molla
Fenarî’nin temsil ettiği ve daha önce Osmanlı düşüncesine yerleştirdikleri irfani-kelami çizgiye, ri-
yazi-kelami çizginin katılmasıyla hülasa edilebilir.
Osmanlı Medrese Sistemi ve programını Ali Kuşçu, Molla Hüsrev ve Mahmud Paşa’nın hazırladığını dikkate alırsak, Ali Kuşçu’nun madde ve suret
itibariyle Osmanlı ilmî zihniyetinin merkezinde
yer alan bir tefekkür olduğu görülür. Bir hayli konuda İran ve Orta Asya Türk kültürüne de ciddi tesirleri olan Ali Kuşçu’nun Risâle der İlm-i heyeti
isimli eseri, Sanskritçeye de tercüme edilerek Hint
kıtasında İslam astronomisini temsil etmiştir.
Fatih’ten büyük destek aldı
Fatih, genç hocası Sinan Paşa’dan Ali
Kuşçu’nun derslerine gitmesini ister. O ise talebesi
Molla Lütfü’yü yollar. Öğrendiği dersleri, akşam
hamisi olan Sinan Paşa’ya tekrar eder. Ayrıca Sinan Paşa, Ali Kuşçu’nun torunu Mirim Çelebi’yi
yetiştirmiştir.
Fatih, Sahn-ı Seman Medreseleri’nin ders
programını Ali Kuşçu ve Molla Hüsrev
hazırlamışlardır. Ali
Kuşçu’nun tavsiyesi
ile medrese nizamnamesi Molla Hüsrev tarafından kaleme alınmıştır. Onun
İstanbul’a
gelmesiyle bizde müspet
ilimlere karşı arzu
artmıştır.
Farklı kaynaklarda Ali Kuşçu’nun
on iki lakabına rastlıyoruz. Bunlardan
birkaçı şöyledir: Ali
Kuşi, el-ulema-i Mevlâna Ali el-Kuşci el-Semerkandi, Zübdet’ül-ulemai el-müteahhirin Alâüddin
Ali Kuşci, Ali bin Mehemmedi’l-Kuşçi, Mevlâna
Ali bin Mehemmedi’l Kuşçi el-Semerkandî. Ali
Kuşçu’nun oğulları arasında; Derviş Mehemmed,
Abdurrahman, Ataullah Yahya, Yusuf vardır. Oğlu
Derviş Mehemmed ve torunu Mirim Çelebi, onun
izinden giderek ilim yolunda çalışmıştır.
Ali Kuşçu’nun ölümü
Ali Kuşçu’nun vefat günü ve tarihini, torunu
Mirim Çelebi’nin Farsça kıtasının son iki mısrasındaki tarihten tespit ediyoruz:
“İlim yol göstericisi Mevlâna Ali Kuşçu cennete gittiği zaman (hicri) sekiz yüz yetmiş dokuz
(879) senesi idi. Şabanın ilk haftası, cumartesi idi: 7
Şabrin 879 (14 Aralık 1474).”
29
30
AYIN DOSYASI
Katip Çelebi de Farsça kıtasında tarih düşü-
torunu Mirim Çelebi yapmış olabilir.
rür:
Ali Kuşçu bütün İslam âlimleri gibi çok deği“Rahmet îzed beru: Allah’ın rahmeti üzerine şik konularda kitap ve risaleler yazmıştır. Hey’et
olsun” Ebced hesabıyla H. 879 Kabri, Eyüp Sultan (astronomi), hesap, kelam, sarf, nahiv, tefsir, vaaz,
Camisi haziresindedir. Fatih devri mezar taşı özel- istiare, tarih ve lügat sahalarında eserler vermişlikleri taşır.
tir. Bu eserlerden bazıları hacimli
araştırma, bazıları ders kitabı, bir
Ali Kuşçu bütün İslam
Eserleri:
kısmı ise belirli meseleleri ele alıp
âlimleri gibi çok değişik
İstanbul’un boylamını, 59
çözen risalelerdir. Önemli eserleri
konularda kitap ve
derece, enlemini de 41 derece 14
şöyle sıralanabilir:
risaleler yazmıştır. Hey’et
dakika olarak tespit ettiği bilinMatematik eserleri: Ali Kuş(astronomi), hesap, kelam,
mektedir.
çu
biri
Farsça, dördü Arapça olsarf, nahiv, tefsir,
Türkiye’nin ve dünyanın
mak üzere beş matematik eseri
vaaz, istiare, tarih ve
muhtelif kütüphanelerinde yazkaleme almıştır.
lügat sahalarında eserler
ma eserleri vardır. İstanbul kü*Risaletü’l-Muhammedivermiştir. Bu eserlerden
tüphanelerinde bir hayli nüshalaye fi’l hisâb (Arapça): Risale der
bazıları hacimli araştırma,
rı bulunmaktadır.
ilmü’l-hisâb isimli eserin genişlebazıları ders kitabı, bir
tilmiş şeklidir. Önemi, Bahaüddin
kısmı ise belirli meseleleri
Fatih Camisi güneş saati
Amilî’nin
Hülâsatü’l-hisâb’ına
ele alıp çözen risalelerdir.
Güneş saatine bizde basıta
kadar Osmanlı medreselerinde
adı verilmişti. Ebu Behrâm Dımışkî’nin tercüme et- orta seviyeli matematik ders kitabı olarak okutultiği Atlas Minor’da (Nuruosmaniye Kütüphanesi masından kaynaklanmaktadır. Fatih’e ithaf edilen
Nüshası), İstanbul kısmına kendi bilgisinden kat- eser (1472) bir mukaddime ve iki fen üzere tertip
tığı 20 sayfa arasında, Ali Kuşçu’nun İstanbul’da edilmiştir. Birinci fen hesap ilmi, ikinci fen ise meFatih Sıbyan Mektebi tarafında basıta (güneş saati) saha ilminden bahsetmektedir. Zamanımıza kayaptığını öğreniyoruz. Aynı bilgiyi Evliya Çelebi dar yirmiye yakın nüshası gelmiştir (Süleymaniye
Seyahatnamesi’nin İstanbul’u anlatan 1. Cildinde Kütüphanesi, Ayasofya bölümü no: 2733/2 varak
de buluyoruz.
716-168 b yaprakları arasında müellif hattı, Ali
Bugün Sıbyan Mektebi olmamakla beraber, bu Kuşçu’nun kendi yazısıyla olan eser), el-Muhamçok önemli bir kayıttır. Lakin Fatih Camisi’nin sağ mediye Kâtip Çelebi tarafından Ahsenü’l hediye
minare (Akdeniz ciheti) kaidesinde basîte/güneş adıyla mukaddimesinin sonuna kadar şerhedilsaati mevcuttur. Pirinçten olan iki kaması günümü- miştir.
ze ulaşamamıştır. Dr.
Adnan Adıvar’a göre
burada kullanılan Hint
rakamları, Osmanlı’ya
XIII. asırda gelmiştir.
Bu rakamların çok eski
olması, Ebu Behram ve
Evliya Çelebi tarafından bize bildirilen Ali
Kuşçu’nun güneş saati
olması fikrini doğrulamaktadır.
Ali
Kuşçu’nun
yaptığı güneş saati
gibi Bayezid ve Süleymaniye Camileri başta
olmak üzere daha birçok yerde güneş saati
yapılmıştır. Araştırılması gerekir. Bayezid
Camisi’ndeki basîteyi
Semerkand Uluğ Bey Rasathanesi
AYIN DOSYASI
*Risale der ilm-i hisâb (Farsça): Ali Kuşçu
tarafından Semerkand’da yazılmış olabilir. Bir
mukaddime ve üç makaleden meydana gelir. elMuhammediye’nin esasını teşkil eder. Osmanlı
medreselerinde orta seviyeli matematik kitabı olarak kullanılan bu eserin, elliye yakın yazma nüshası günümüze kadar gelmiştir (Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya bölümü no: 2733 /3 varak, 170 b
221 a, Ali Kuşçu hattı müellif nüshası). Ayrıca eser,
Mizanü’l hisâb adıyla basılmıştır (1850 ve 1853).
Ali Kuşçu’nun güneş saatinin çizimi
Astronomi Eserleri: Ali Kuşçu’nun astronomi
sahasında en önemli çalışmalarından biri şüphesiz
Semerkand matematik-astronomi ekolünün ortak
bir mahsulü olan Zîc-i Uluğ Beg’e olan katkısıdır.
Bunun yanında Kuşçu’nun astronomi sahasında
ikisi Farsça, yedisi Arapça olmak üzere dokuz eseri
mevcuttur. Bunlardan bazıları ilmî açıdan, bazıları
ise eğitim-öğretim açısından önemlidir.
*Şerh-i Zic-i Uluğ Beg (Farsça) : Salih Zeki’ye
göre, Ali Kuşçu’nun en önemli eseridir. O bu şerhinde Zic’in mukaddimesinde zikrolunan teoremlerin ispatlarını vermektedir. Ayrıca Uluğ Bey’e
nispet ettiği Zic’de mevcut olan pek çok yanlışı
düzeltmektedir.
*Risâle fi halli eskali’l-muadil li’l-mesir Fâide
fî eskâli utarid (Arapça) : Risalesinde Merkür’ün
hareketleri konusunda Batlamyus’un el-Mecesti
adlı eserinde ileri sürdüğü görüşleri tenkit ve tas-
hih eder. O bu risalesini Semerkand astronomi ve
matematik ekolünün astronomi sahasında yaptığı
nadir teorik çalışmalardan biridir.
*Risâle fî asli’l-hâric yümkin fi’s-suliyyeyn
(Arapça) : Eser arzın ve güneşin hareketleri konusunda bir risaledir. Kuşçu, Batlamyus’un, Kutbuddin Şirâzî’nin et-Tuhfetü’ş-şâhiyye fi’l-hey’e adlı
eserindeki fikirlerini tenkit ve tashih eder.
*Şerh ale’t-Tuhfeti’ş-şahiyye fi’l-hey’e: Meşhur astronomi eserine yazdığı muhtasar şerhtir.
Şerh eserin başından daireler bahsine kadar olup
“kale-ekulu” (dedi-derim) şeklindedir.
*Risale der ilm-i hey-e (Farsça) : Özet bir ders
kitabı olan ve 1458’de Semerkand’da kaleme aldığı
Farsça Risale der ilm-i hey’e bir mukaddime iki
makaleden meydana gelir. Makaleler bablara ayrılmıştır. Eser, üslup ve muhteva bakımından son
derece öğretici bir şekilde yazılmıştır. Dünya kütüphanelerinde seksenden fazla nüshasının olması, eserin yaygın bir şekilde kullanıldığını gösterir.
Bu çalışmaya Muslihiddin Lârî ve ismi bilinmeyen
bir müellif tarafından birer şerh yazılmıştır. Ayrıca Molla Abdullah Perviz (ölümü 1579) tarafından Mirkatü’s-semâ adıyla Türkçeye de tercüme
etmiştir. Muslihiddin Lârî’nin şerhi ise uzun zaman Osmanlı medreselerinde okutulmuştur. Ali
Kuşçu’nun bu eseri ilki 1874’te Delhi’de olmak
üzere 1879 ve 1898 yılında basılmıştır.
*El-Fethiyye fî ilmi’l-hey’e (Arapça) : Otlukbeli Savaşı’nın kazanıldığı gün tamamlandığından
el-Fethiyye fî ilmi’l hey’e olarak isimlendirildi.
Fatih’e takdim olundu. Osmanlı astronomi öğretiminde orta seviyeli ders kitabı olarak okutulan
eser, Sinanüddin Yusûf ve Mirim Çelebi tarafından
şerh edildi. Ayrıca Muinüddin Hüseynî tarafından
Farsçaya, Seydi Ali Reis tarafından diğer astronomi eserlerinden de faydalanılarak Türkçeye tercüme edildi. Eseri, Seyyid Ali Paşa ikinci defa muhtasar olarak Mir’atül-âlem adıyla Türkçeye çevirdi
ve bu çalışma İstanbul’da basıldı (1824).
Kelam eserleri:
*Şerhü’t-tecrid (Arapça) : Nasruddin Tûsî’nin
et-Tecrid fî ilmi’l-kelâm isimli felsefi kelam eserine yazdığı şerhtir. Daha önce Şemsuddîn Isfehânî
bu eseri Teşyîdü’l-kavâid fî şerhi Tecridü’l-akâid
adıyla şerh etti ve bu şerh, Ali Kuşçu’nun şerhinden sonra Şerh-i kadim olarak tanındı. Ali Kuşçu
bu çalışmasını yaparken hemen hemen her konuda kendisinden önceki görüşleri dikkate aldı;
ayrıca kendi kanaatlerini de yeri geldiğinde ortaya koydu. Bu açıdan Şerh-i cedîd olarak tanınan
eser, Ali Kuşçu’nun matematik, fizik, optik vb.
31
32
AYIN DOSYASI
konularındaki düşüncelerini ihtiva eden, Osmanlı döneminde yazılmış olan önemli kelam eseridir.
Kendisinden sonra, İran, Orta Asya ile Anadolu ve
Balkanlar’da tesiri büyük oldu. Kelam sahasında
ileri seviyede bir eser olarak daima göz önünde
bulunduruldu. Ali Kuşçu şerhinin ihtiva ettiği fikirler, Celâleddin Devvanî ve Sadruddin Şirazî ile
daha sonra iki âlimin takipçileri arasında iki yüz
yıl süren tartışmalara sebep oldu. Bu çerçevede Osmanlı ve İran felsefî düşüncesini derinden etkiledi.
“Ali Kuşçu ekolü” diyebileceğimiz bir kelam çizgisinin teşekkülüne sebebiyet verdi. Ali Kuşçu’nun
bu eserde takip ettiği yol, büyük oranda Gazalî
çizgisidir. Riyazi-kelami sistemini
esas alır. Eser zamanımıza gelen
yüzlerce yazma nüshası yanında
(Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih bölümü, no: 3021, 323 varak),
İstanbul ve Tahran’da basılmıştır.
Ali Kuşçu’nun bu eserinin yanında kelam sahasında kaleme aldığı
pek çok risalesi vardır.
Dil Eserleri : Ali Kuşçu’nun
dil ve edebiyat sahasında pek çok
telifi mevcuttur.
Şerhü’r-risaleti’l-vâiziyye
(Arapça) : Adududin İcî’nin Fâide fi’l-va’z isimli küçük risaleyi
bir ilim dalı olarak kurduğu vaaz
ilmi konusundaki eserin şerhidir.
Ali Kuşçu’nun bu şerhi, kendisinden önceki şerhlerden daha fazla rağbet görmüş, medreselerde
okutulduğu gibi üzerinde sayısız
haşiye ve talik kaleme alınmıştır.
Dünya ve Türkiye yazma kütüphanelerinde binlerce nüshası vardır. İstanbul’da birçok defa basılmıştır.
*el-ifsâh (Arapça) : İbn Hacib’in Arapçanın
cümle yapısı konusunda yazdığı el-Kafiye fi’nnahv’nin şerhidir. Hacimli olan bu eserin ona yakın nüshası günümüze kadar gelmiştir (Topkapı
Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Emanet Hazinesi bölümü, no: 1891’de kayıtlı 180 varak).
*el-Unkûdü’z-Zevâhir fî nazmi’l-cevahir
(Arapça) : Arapça sarf ilmi yani kelime yapısı konusunda kaleme aldığı eseridir. Oldukça hacimli
olan telif sahasında rağbet görmüştür. Zamanımıza kadar sayısız nüshası gelen eser (Süleymaniye
Kütüphanesi, Esad Efendi Bölümü, no: 3087’de kayıtlıdır. 155 yaprak) aynı zamanda basılmıştır.
*Şerhü’s-Şâfiyye (Farsça) : İbni Hacib’in ilm-i
sarf sahasında kaleme aldığı eserin şerhidir. Hacimli olan bu çalışmanın bazı nüshaları günümüze
kadar gelmiştir (Köprülü Kütüphanesi, Fazıl Ahmed Paşa bölümü, no: 1598, varak 41-234).
*Risale fî Beyânî vadei’l müfredat: Kelimelerin bir mana için konulmasıyla ilgili risaledir (Süleymaniye Kütüphanesi, Şehit Ali Paşa, no: 2830,
Halid Efendi, no: 450 varak 80 b- 81 a).
*Faideli-tahkîkî Lami’t-tarif: Harf-i tarifin
bazı özellikleri üzerinde duran tek varaklık risale
(Köprülü Kütüphanesi 1593/21, Süleymaniye Kütüphanesi, Reşid Efendi, no: 1032/39).
*Risâle mâ ene kutlu : Taftazani’nin Telhîsu’lMiftah üzerine yazdığı ve elMutavvel adıyla tanınan şerhte
geçen “mâ ene kutlu” ibaresiyle
ilgili yazılmıştır. Risâle fî Beyânî
Sebebi Takdimi’l-Müsned ileyh
diye de anılır (Süleymaniye Kütüphanesi, Reşid Efendi, 1032/30
varak 183-187).
*Risâle fî’l-Hamd : Seyyid
Şerif el-Curcanî’nin el-Hasiyetu’lKubrâ’sına söz konusu ettiği
“hamd” ile ilgili sözlerin tahkikine dair bir risale (Süleymaniye
Kütüphanesi, Fatih, no: 5384, varak 68-70).
*Risâle fî ilmi’l-me’âni: İlm-i
Me’ani konusunda bir risale (Süleymaniye Kütüphanesi, Carullah
Efendi, no: 2060, varak 136-137).
*Risâle fî Bahsi’l Mufred:
Arapçada basit ve mürekkep
kavramlar hakkında dil felsefesi
ağırlıklı risale (Süleymaniye Kütüphanesi, Pertevniyal bölümü, no: 896, varak 7
b-8 b).
*Risâle fî’l-Fenni’s-Sânî min ilmi’l-beyan:
Beyan ilmi hakkında bir risale (Süleymaniye Kütüphanesi, yazma bağışlar, no: 4140, varak 78 a-81
a).
*Risâle fî beyânı sebebi takdîmi müsnedün
ileyhi
*Risâletü’l-hakika ve’l-mecaz
*Risâle fi’l-isti’are: Bu risalede, hakikat mecaz,
istiare ve kinaye konuları misallerle incelenmektedir. Dünya ve Türkiye kütüphanelerinde kırk nüshası tespit edilmiştir (Süleymaniye Kütüphanesi,
Halet Efendi, no: 512, Deniz Bölümü no: 373 ve
Süleymaniye, no: 910 nüshaları karşılaştırılarak bir
tenkitli metni, Musa Yıldız tarafından tesis olunmuştur.

Benzer belgeler