TCZB Müfettişleri Derneği

Transkript

TCZB Müfettişleri Derneği
E-Kültür
T.C.Z.B MüfettiĢleri Derneği
MD – Kültür Sanat Bülteni
ġubat 2012
Sayı 4
MD – Kültür Sanat Bülteni
MD – Kültür Sanat Bülteni
ġubat 2012
Aylık Kültür ve Sanat Bülteni
Sayı: 4
Ġnternet
Sitemiz Çok
Yakında
Açılıyor!!
Sayfa 12’de.
Ġçindekiler
Redhouse
2
Atı Alan Üsküdar‟ı Geçti
3
Ben Bu Yolu Bilmez Ġdim
4
Akılcılık‟a Kısa Bir EleĢtiri
5
ġiir– Menkıbe
5
Yüksek Yüksek Tepeler…
6
Ġncir Ağacı
6
Gezi – Gizem Turizmi
7
Çanakkale ġehitleri‟ne
10
Dernek Faaliyetleri
12
Künye
13
BAġLARKEN..
Değerli Üyelerimiz,
Çok keyifle okuyacağınız zengin içerikli yeni sayımızda
yeniden birlikteyiz. Bülten ekibi olarak yeni sayımızın
sizlere faydalı olmasını diliyoruz.
E-Kültür Bülteni Ekibi
Sayfa 1
MD – Kültür Sanat Bülteni
SÖZLÜKÇÜ REDHOUSE’U NASIL “ĠNGĠLĠZ MUSTAFA”
YAPTIK?
R
edhouse
deyince aklımıza meĢhur Ġngilizce-Türkçe sözlük
gelir. Bu sözlüklere adını veren James Redhouse kâbus gibi
geçen çocukluk yıllarının ardından Ġstanbul‟a gelerek
çalıĢmaya baĢlamıĢ ve dil konusunda pek çok esere imza
atmıĢtı.
William J. Redhouse, Biritanya Krallığının en Ģevketli çağında, 30
Aralık 1811 günü Londra‟da doğdu. O devirde Britanya Krallığı hiçbir
devlet tarafından üzerine çıkılmaz bir seviyeye eriĢmiĢ, büyük bir
refah ve sömürgelerden akan servet ile ihtiĢam çağını yaĢıyordu. Fakat
böylesine debdebeli bir imparatorluğun çocuğu için hayat kötü
baĢlamıĢtı.
Disiplinsizlikten Okuldan Kovuldu
Henüz 5 yaĢındayken babasını kaybetti. 8 yaĢında katı disiplinli bir
vakıf okulu olan Crist‟s Hospital‟a yazdırıldı. 1822‟de donanmaya
personel yetiĢtiren Matematik bölümünü seçen James, denizcilik
üzerine muntazam bir eğitim görürken herĢey bir anda altüst oldu.
Birkaç defa okuldan kaçması ve okul haricinde üniformasını çıkarması
sebebiyle 1826‟da disiplinsizlik suçundan okuldan atıldı. Aynı tarihte
Osmanlı tahtında Sultan Mahmud Yeniçeri ocağını söndürüyor, köklü
reformlar için kolları sıvıyordu.
Okuldan atıldıktan sonra gemilerde miço ve
kamarot olarak çalıĢan genç James bir yandan
da teorik eğitimini teknik sahada da görme
fırsatı buldu. ÇalıĢtığı gemi Akdeniz‟e yaptığı
bir seyahat sırasında Ġstanbul‟a uğrayınca bir
fırsatını bulup gemiden kaçtı. Böylece Osmanlı
Ġmparatorluğu‟ndaki yılları baĢlamıĢ oldu.
Ġngiliz Ġmparatorluğunun çocuğu, Osmanlı
topraklarındaki baĢ döndürücü yaĢantısına
mütevazı bir Ģekilde adım attı. Tersanelerde tornacı olarak çalıĢmaya baĢladı. ĠĢinde Ġngiltere‟deki eğitiminin
faydasını görerek teknik ve denizcilik bilgisiyle öne çıktı ve Türkçeyi öğrenmekteki maharetiyle dikkatleri
çekti.
Durmaksızın Dil Öğrendi ve Çevre Edindi
Bu sırada Osmanlı reform asrının hararetli dönemlerinden biri yeni baĢlamıĢtı. Modern Türk ordusu
kuruluyor, donanma ıslah ediliyor, muazzam bir imparatorluk için yeni bir düzene geçiliyordu. Bu
dönemde Ġngilizlerin denizlerdeki üstünlüğü de kabul edildiğinden donanma okullarındaki Fransızca yerini
Ġngilizceye bırakmıĢtı.
Devletin Ġngilizce tercüman ihtiyacı James Redhouse için tam bir fırsat oldu. Yetenekleri fark edilen James
üst makamlara önerildi ve ilk önce Babıâli tercüme odasına alındı; daha sonra teknik alana kaydırılarak
Mühendishâne‐ i Bahrî‐ i Hümâyun‟da yani Deniz Mühendishanesi‟nde Ġngilizce dersleri vermeye baĢladı.
Diğer yandan Redhouse Ġmparatorluk baĢkentinin kültür ortamında akıl almaz bir gayretle dil öğreniyordu.
Artık Türkçeye tam hakim olmuĢ, Arapça, Farsça ve dönemin gözde lisanı Fransızcayı öğrenmiĢ, halkın
“Tatlı Su Frengi “ dediği Ġstanbul‟da yerleĢik Levantenlerden Ġtalyancaya aĢina olmuĢtu. Yunancayla
Almanca ise yeni yeni baĢlıyordu.
Sayfa 2
MD – Kültür Sanat Bülteni
Redhouse Matematik bilgisi ve lisanlara
olan ilgisi sayesinde çevresini günden
güne geniĢleterek Babıâli ve Hariciye
mensuplarıyla, Harbiye ve Bahriye
mektebi hocalarıyla tanıĢtı. Bunun ilmi
geliĢimine faydası olduğu gibi devrin
ileri gelen simalarıyla görüĢmesine de
imkân sağladı. Abdülmecid devrinin eli
sopalı sadrazamı Hüsrev PaĢa‟yla bu
dönemde dostluk kurdu. Ġstanbul‟da
artık “Ġngiliz Mustafa” diye anılıyordu.
Ġlk Türkçe Sözlüğünü Rusya’da
Yazdı
1830‟da Rusça öğrenmek üzere Rusya‟ya
gitti ve 3 sene kaldı. Müntehabât‐ ı
Lügat‐ ı Osmâniyye (Osmanlı lisanından
seçmeler) adlı ilk sözlük çalıĢmasına
burada baĢladı. 1833‟de Ġstanbul‟a
döndüyse de az bir süre sonra
Ġngiltere‟ye geri döndü. Hüsrev PaĢa‟nın
tavsiyesiyle Osmanlı devleti tarafından
Redhouse‟a Ġngiltere‟deki öğrencileri
denetleme vazifesi verilmiĢ ve Ġstanbul
ile iliĢkileri anavatanında da devam
etmiĢti.
Atı Alan Üsküdarı Geçti
Kızkulesi ile ilgili olarak anlatılan hikâyelerden biri
Osmanlı Dönemi‟nde geçer.
Ġstanbul‟u (Constantinopoli) kuĢatmaya gelen Battal
Gazi, kuĢatmadan bir sonuç alamayınca Kızkulesi
önündeki kıyıya karargahını kurar ve yedi sene
burada kalır.
Hikayeye göre, Battal Gazi‟nin Üsküdar kıyılarında
bu kadar uzun süre kalmasının asıl nedeni, Tekfurun
kızına aĢık olmasıdır. Üsküdar Tekfuru, Battal
Gazi‟nin korkusu ile kızını, hazineleri ile birlikte
kuleye kapatır. ġam seferini tamamlayarak Üsküdar‟a
dönen Battal Gazi, kayık ile Kızkulesi‟ne gelerek,
Tekfurun kızı ve hazinelerini aldıktan sonra
Üsküdar‟dan atına atlayıp oradan uzaklaĢır. Çokça
bilinen “Atı alan Üsküdar‟ı geçti” lafı bu hikâyeden
gelir.
1836‟da evlendi. 1838‟de Osmanlı
baĢkentine dönerek Hüsrev PaĢa‟nın
hizmetine
girdi.
PaĢa,
Sultan
Abdülmecid‟in padiĢah olması ile zorla
Sadareti kapınca pek çok dile vakıf
Redhouse da onun tercümanı oldu.
Bitmek tükenmek bilmez enerjisi ile bu
vazifede koĢturdu. En ikbal çağını
yaĢıyordu, ki ünü imparatorluk ricali arasında iyiden iyiye yayılmıĢ, Ġngiliz hükümeti nezdinde de
tanınmıĢtı.
Yüzyılın tantanalı olaylarından birisi Osmanlı – Mısır Krizinde Bahriye Ģûrası (denizcilik komisyonu)
üyeliğine tayin edilerek Avrupa devletlerinin Mısır‟a müdahalesinde tercüme iĢlerini yürüttü. Buradaki pek
çok „cürmü küçük kadri büyük‟ hizmetleri münasebetiyle Sultan Abdülmecid tarafından liyakat ve
olağanüstü hizmet mükâfatı olarak, iftihar niĢanı ile ödüllendirildi.
Redhouse bundan sonra hariciye nezaretine girdi. 1841 yılında Osmanlı-Ġran arasındaki sınır düzeltme
müzakereleri baĢlayınca Avrupalı devletleri, bu arada Ġngiltere‟nin temsilci bulundurduğu bir heyette
tercüman kâtip olarak Erzurum‟a gitti. 4 sene burada kalarak “Grammaire raissonée de la langue Ottomane”
adlı Osmanlıca gramer kitabını yazıp yayınladı. Fakat, Erzurum‟un çetin soğuğuna dayanmayarak
hastalanan eĢi tedavi için Ġngiltere‟ye döndü; Redhouse ise Erzurum dönüĢü tekrar Bâbıâli Tercüme
Odası‟nda görev aldı.
1853‟de sağlık sorunları gerekçesiyle, isteği üzerine Osmanlı hükümeti tarafından kendisine emekli maaĢı
bağlandı ve 43 yaĢ gibi bir olgunluk çağında ülkesine döndü.
Sayfa 3
MD – Kültür Sanat Bülteni
1867‟de Redhouse hayatının son demlerine kadar meĢgul olacağı
Osmanlıca kelimelerin etimolojik kökenini veren Külliyât-ı
Azîziyye fi‟l-Lugati‟l Osmâniyye adlı hacimli bir çalıĢmaya
baĢlamıĢ hatta bunun için zaman zaman Osmanlı Hükümetine
mektup yazarak maddi konuda ve baskısı hususunda yardım
istemiĢtir. Son yıllarında da Osmanlıca ve doğu Türk lehçeler
sözlüğü hazırlamakla uğraĢmıĢtır.
Ġddia Edildiği Gibi Müslüman Oldu Mu?
Donanmada görev aldığı gençlik döneminde bahriyeliler
arasından Ġngiliz Mustafa namıyla Ģöhret bulsa da sözlükçü
Redhouse bazı kaynakların iddia ettiğinin aksine Müslüman
olmamıĢtır. ArĢiv kaynaklarında “Redhouse” veya “Redhouse elĠngilizi” olarak geçmesine karĢın hiçbir yerde kendisinden “Ġngiliz
Mustafa” olarak bahsetmez. Basılı Türkçe eserlerinde de ismini
“Redhouse el-Ġngilizi” Ģeklinde yazar.
MeĢhur Ģair Abdülhak Hamid hatıratında Redhouse‟dan Ģöyle
bahseder; “Londra‟dayken Ġstanbul‟u özledikçe Redhouse‟u
görmeye giderdim. Simaca, kıyafetçe adeta bir Ġstanbul
beyefendisiydi ve bir Eyüpsultan‟lı gibi sohbet ederdi. Seksen
küsur yaĢına rağmen Türk illerindeki mazisinden bahsederken
gözlerine bir gençlik parıltısı gelirdi.
Bu beyaz çınar, iki defa müdahale gördükten sonra devrilmiĢ, kısa
bir hastalığın ardından da uzun ömrüne veda ettiğini kadim dostu
Mr. Hyde Clark bildirmiĢti. Sefir PaĢa ve bütün sefaretçe
cenazesinde bulunduk. Fakat Hyde Clark‟ı ne kilisede ne de
mezaristanda göremedim. Daha sonra Clark‟a neden cenazeye
katılmadığını sorunca “ben ancak kendi cenazeme katılırım”
cevabını aldım.”
Hayatı boyunca Britanya tahtında 4 Kral, Osmanlı tahtında 5
padiĢah görmüĢ, Osmanlılar ile iliĢkileri çok iyi olmasına rağmen
Ġngiliz hükümeti ile pek geçinememiĢti. Belki de bu yüzden
Encyclopedia Britaninca‟ya biyografisi konmamıĢtır.
Ben Bu Yolu Bilmez Ġdim
Ben bu yolu bilmez idim,
AĢk gönlüme düĢtü gider.
AĢk elinden dertli yürek,
Kaynayarak taĢtı gider.
Hani bizden öğüt alan,
Kalmadı dünyaya gelen.
Gece gündüz tâat kılan,
O Sırat‟ı geçti gider.
Hep onlar Sırat‟ı geçti,
Varıp dost iline düĢtü.
Gönül maksûda eriĢti,
Hazrete ulaĢtı gider.
AĢk oduna yanmayanlar,
Öleceğin sanmayanlar,
Göz açıp uyanmayanlar,
ġöyle gaflet bastı gider.
Bu aĢk bana bir düĢ idi,
Hak müesser kılmıĢ idi.
DerviĢ Yunus bir kuĢ idi,
Halk içinden uçtu gider.
Yunus Emre
Melik Yavuz
MüfettiĢ
Sayfa 4
MD – Kültür Sanat Bülteni
AKILCILIK’A KISA BĠR ELEġTĠRĠ
“Aklıyla övünen bir insan, hücresinin büyüklüğüyle övünen
bir mahkuma benzer.''
Ġnsanlık tarihinde, hücresini çevreleyen parmaklıkları
en çok zorlayan insanlardan birisidir demek, yukarıdaki sözün
sahibi Albert Einstein için yanlıĢ olmasa gerek. Aklın peĢinde
uzun yollar kat ettiği içindir ki, onun sınırlarını da görebilmeyi
baĢarmıĢtır. Ġnsan aklının yeterliliğinden genel anlamda emin
olmanın, kategorik olarak yanlıĢlığını çarpıcı bir benzetmeyle
ortaya koymuĢtur.
Menkıbe
Ağla,eğil,sus ve dinle kendini..
Nehir akmakta
Ve son bir damla
Dudağının ucunda..
Ya ezeceksin emaneti
Ya da gömeceksin esareti..
Bir menkıbe yaz adına
Ve sakla kalbinde
Minada taĢla nefsini
Ve sefil bir nefesle
Yak geceleri...
Oysa ki çoğumuza düĢen yanılgı, aklımızın her Ģeye
yettiği, bize lazım olanın bir tek o olduğudur. Ġnsanoğlunun
sahip olduğu bu ortak ve genel yanlıĢın açık örneklerinden
birisi, “Akl-ı selim, Dünya'da en iyi dağılmıĢ olandır; çünkü
herkes ondan nasibini iyice almıĢ olduğunu sanır. Hatta her
konuda zor memnun edilebilen kiĢiler bile sahip oldukları
Yar kalbini, kes nefesini
akıldan fazlasını istememektedirler.” diyen akılcı filozof René
Sadece...
Descartes‟a aittir. Bu ifade, aklın varlığı kavramada mutlak
Ağla, eğil, sus ve dinle kendini...
belirleyici araç olarak kabul edilmesi gerekliliğine inanan
M. Can Ağaner
birisinin, bu inancını açıklama çabasından ibarettir. Ancak
MüfettiĢ
gerçek, insanın akla güvenme ve aklı yeterli görme noktasındaki
genel yanlıĢ tutumunu gözler önüne serdiğidir. Gerçekte en iyi
dağılmıĢ olan akıl değil, insanların en iyi aklın kendine ait olduğu vehmidir.
Akıl; zaman ve mekan düzlemleri üzerinde tanımlı olan varoluĢ içerisinde, algıladığımız
varlığımızın sınırlarını çizmektedir. Zihnimizin “var” edebildikleri, sadece ilk çocukluk anılarımızdan
gözümüzü bir daha uyanmamak üzere kapattığımız son ana kadar maddeten var olduğumuz zaman ve
mekanlar ile beslenir. Doğal olarak aklın ve onun ürünü olan fikrin sınırları, varoluĢu kavrama noktasında
eksik ve yetersizdir.
Öte yandan, aklımızın tanım kümesi dıĢında bir varoluĢu yok saymak ya da önemsememek;
hücresinin dıĢında bir dünya olmadığını ya da avludaki gülün önemli olmadığını düĢünen bir mahkumun
tavrıyla eĢdeğerdir.
Gülü ve onun varoluĢundaki hakikati, sadece kendi yoluyla kavrayabileceğini öngören bir akıl ise,
görmeyen bir kiĢinin ateĢ kırmızı bir rengi anlayabilme çabası kadar beyhude bir hal içindedir. Üstad Necip
Fazıl, bu durumu Ģu veciz beyitle anlatmıĢtır;
“Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var
Akıl için son tavır, saçlarını yolmak var”.
Varlık dünyası ile kurulan iliĢkiyi, sadece aklın sırtına yüklemek, akla zulümdür. Akla düĢen sorumluluk;
varoluĢ yolculuğunda sahibine referans oluĢturmak, varlığıyla arkasındaki esas dünyayı hatırlatan ve kapı
aralayan demir parmaklıkların vazifesini görmektir.
Nuh Agah Tahmiscioğlu
MüfettiĢ Yrd.
Sayfa 5
MD – Kültür Sanat Bülteni
YÜKSEK YÜKSEK TEPELERE EV
KURMASINLAR
Bu öykü Malkara köylerinden alınmıĢ olup belli bir
kiĢinin dilinden yazıya geçirilmiĢ değildir. Çevrede herkes
tarafından bilinen bir öyküdür. Söylentiye göre, çok eskiden
köyün birinde Zeynep isimli çok güzel bir kız vardır. Onaltıya
yeni bastığında Zeynep'i köylerindeki bir düğünde aĢırı
(yabancı) köylerden gelen Ali isimli bir genç görür. Ali
Zeynep'i çok beğenir ve köyüne döndüğünde kızın babasına
hemen görücü gönderir. Zeynep'i Ali'ye verirler. Kısa bir
zaman sonra düğünleri olur. Ali, Zeynep'i alıp aĢırı köyüne
götürür.
Zeynep'in gelin gittiği köy ile kendi köyü arası üç gün
üç gece çeker. Uzaklıktan dolayı Zeynep, anasını babasını ve
kardeĢlerini tam yedi yıl göremez. Bu özlem Zeynep'in
yüreğinde her gün biraz daha büyüyerek dayanılmaz bir hal
alır. Köyün büyük bir tepesinde bulunan evinin bahçesine
çıkarak kendi köyüne doğru dönüp için için kendi yaktığı
türküyü mırıldanır ve gözleri uzaklarda sıla özlemini
gidermeye çalıĢırmıĢ.
Hastane Önünde Ġncir Ağacı
KomĢu kızı ile beĢik kertmesi olan bir
genç askerde vereme yakalanır. Hava
değiĢimi
olarak
Yozgat'a
(Akdağmadeni) gelir. Sözlüsünün ailesi
gence kızlarını göstermek istemez. Genç
tedavi için Ġstanbul'da hastaneye yatar,
pencereden gördüğü incir ağacından
aldığı ilhamla aĢağıdaki türküyü söyler.
Yakalandığı
amansız
hastalıktan
kurtarılamayarak hastanede ölür. Ailesi
cenazesini
Yozgat'a
getiremez.,
Ġstanbul'da kalır.
Hastane önünde incir ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı
BaĢ tabib geliyo zehirden acı
Garip kaldım yüreğime dert oldu
Ellerin vatanı bana yurt oldu
Mezarımı kazın bayıra düze
Oysa kocası, Zeynep'in bu özlemine pek aldırıĢ etmez.
Kaldı ki eski sevgisi de pek kalmadığından kendini fazlaca
Benden selam söyleyin sevdiğim gıza
horlamaya, eziyet etmeye baĢlar. Sonunda bu özlem ve
BaĢına koysun, karalar bağlasın
kocasının horlaması Zeynep'i yataklara düĢürür. Gün geçtikçe
Gurbet elde kaldım diye ağlasın
hastalığı artan Zeynep'in düzelmesi için, köyden gelip gidenler
de anasının babasının çağrılmasını salık verirler. BaĢka çare
kalmadığını anlayan Zeynep'in kocası da anasına babasına haber vermeye gider. Altı gün altı gecelik bir
yolculuktan sonra bir akĢam üstü Zeynep'in anası babası köye gelirler, Zeynep'i yatakta bulurlar. PeriĢan bir
halde Zeynep hala türküsünü mırıldanmaktadır. Aynı türküyü anasına babasına da söylemeye baĢlar.
Çevresindeki bütün köy kadınları duygulanıp göz yaĢı dökerler. Annesi fenalıklar geçirir ve bayılır. Zeynep
hasretini giderir, giderir ama artık çok geç kalınmıĢtır. Bir daha onmaz, sonu ölümle biter. Herkes Zeynep
için gözyaĢı döker. ĠĢte o gün bu gündür bu türkü ayrılığın türküsü olarak söylenip durur.
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
AĢrı aĢrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Uçan da kuĢlara malum olsun ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim
Babamın bir atı olsa binse de gelse
Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse
KardeĢlerim yolları bilse de gelse
Uçan da kuĢlara malum olsun ben annemi özledim
M. Kutluhan Kazancı
MüfettiĢ Yrd.
Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim
Sayfa 6
MD – Kültür Sanat Bülteni
TÜRKĠYE’DE GĠZEM TURĠZMĠ
Türkiye´de üzerlerine birçok kitabın yazıldığı kayıp uygarlıklar ve kentler bulunmakta… Bu
yerleri görmek ve böylece ülkemizin mistik geçmiĢini keĢfetmeye çalıĢmak farklı bir tecrübe
olabilir. ĠĢte bu yerlerden bazıları…
Çoban Endymion sizi bekliyor
Büyük ozan Keats´ın en sevilen Ģiirlerinden birisi genç bir çobanla
ilgilidir, çobana Ay tanrıçası aĢıktır, ama bir ölümlü ile sürekli beraber
olamayacağı için belli zamanlarda bir dağda buluĢurlar. ĠĢte bu aĢkın
yaĢandığı dağ Türkiye´dedir. Mitolojik adıyla Latmos Dağı, antik Karya
yöresinde, Ģimdiki Bafa Gölü´nün kıyısındadır. Karya Antik Çağ´da
Halikarnas´ın baĢkentiydi. Gelelim öyküye; bir gece Artemis gümüĢ
arabasıyla göklerde dolaĢırken, aĢağıya bakar ve bir tepenin eteğinde
uyuyan genç bir adam görür. Hızla aĢağıya iner ve onu öper, uyanan
genç karĢısında tanrıçayı görünce ĢaĢırır, tanrıça ona aĢkını ilan
etmektedir. Sonra tanrıça gümüĢ parmaklarıyla genç çobanın gözlerini ovalar ve uykuya daldırır. Artemis,
her gece gelir ve uyuyan delikanlıyı ziyaret eder. Çobanlık yapan genç, ölümlüdür ama Artemis onun
çekiciliğine dayanamamakta ve Olimpos´un yani Tanrılar Dağı´nın yasalarını çiğnemektedir. Sonra çobanı
alır ve Latmos Dağı eteklerinde yaptığı küçük bir tapınağa saklar, ona ebedi gençliği aĢılar ve her gece
ziyaret etmeye devam eder. Bir diğer öyküye göre ise, çobanın adı Endymion´dur ve Yunan Kralı Elis´in
oğludur. Bu öyküde Artemis, Ay tanrıçası Selene rolündedir, Endymion´a aĢık olunca keyifli bir anında ne
isterse yapacağını söyleyen babası Zeus´a yalvarır ve Endymion´u sonsuza kadar uyutmak için izin alır.
YakıĢıklı Endymion, genç ve yakıĢıklı kalmak uğruna kabul eder ve ebediyen uyur. Selene ise, her
dolunayda gelerek sevgilisini uyurken öper. Öykü bu ama mitolojiye bakılırsa tanrıçanın uyuyan aĢkını
öpmekle yetineceğini düĢünemiyoruz. Çünkü diğer mitolojik kaynaklara göre, Artemis´in elli kızı vardı ve
herhalde bunları uyuyan çobanlardan doğurmadı. Ama farketmez, mitoloji çeliĢkileriyle değil, öykülerin
sunduğu bağımsız mesajlarla geçerlidir. Yolunuz örneğin Bodrum´a giderken muhakkak, Bafa Gölü´nden
geçecektir, bir yarım saat ayırın ve gölün karĢı kıyısına yani Latmos Dağı´nın eteğine geçin. Orada küçük bir
yıkıntı bulacaksınız, iĢte Endymion´un ebediyen uyuduğu yer burasıdır.
Antep Megalitleri
Antep; fıstığı, baklavası ve köftesi ünlüdür ama megalitlerini kimse bilmez. ĠĢte
size yöresel bir mit; Ġlyas ÖzbakıĢ adlı bir Antepli anlatıyor; "Dedemin anlattığı
bir öykü var; bir akĢam üzeri megalitlerin yakınındaki tarladan eve dönmeye
hazırlanıyormuĢ. Yürürken arkasından bir vızıltı sesinin geldiğini duymuĢ, aynı
anda da ağaca bağlı olan atı kiĢneyerek, panik halinde tepiniyormuĢ. Tam o
anda dedem kayanın üzerinde insana benzer bir Ģekil görmüĢ, hemen ardından
da ikincisinin kayanın altında durduğunu fark etmiĢ. Yukarıdaki ellerini
kollarını sallarken, aĢağıdaki yukarıdakine aynaya benzeyen bir aletle
bakıyormuĢ. Elbiseleri o kadar parlakmıĢ ki, dedemin gözleri kamaĢıyor,
bakamıyormuĢ. Sonra yukarıdaki adam geriye doğru çekilip, alttaki ise aynı
anda yok olmuĢlar. Dedem o anda, tüm tüylerinin kalktığını hissetmiĢ, Sonra
yine vızıltı sesi baĢlamıĢ ve kayanın ardından göğe doğru altın renkli bir top yükselmiĢ ve kuzeye doğru
giderek görünmez olmuĢ. Dedem ne görmüĢtü? Rahmetli olayı hiçbir kelimesini değiĢtirmeden yüzlerce kez
Sayfa 7
MD – Kültür Sanat Bülteni
anlattı. Kimdi onlar ve altın top neydi? Ben megalitleri inceledim, bana göre belli bir yıldız grubuna göre
yerleĢtirilmiĢler, sanırım Regulus ve Denebola takım yıldızlarıyla benzerlik gösteriyorlar." Anlatı böyle, Ġlyas
ÖzbakıĢ´ın dedesinin UFO´lardan, uzaylılardan haberi yoktu, onun kültüründe bunlar yoktu. Burası ilginç
ama cevap yok. Bizi ilgilendiren Ģey Ģimdilik megalitlerden ibaret. Ġngiltere´deki, Fransa´daki benzerlerini
görmeye gelen yüzbinlerce turisti gördükten sonra neden Antep´e kimse gelmiyor diye hayıflanmamak elde
değil..
Harran piramitleri
Harran, Gap´tan sonra bir cennet olma yolunda. Kurak
topraklar yeĢeriyor ve yaĢama dönüyorlar. Ġnançlara göre
Harran, Adem´in dünyaya indikten sonra çiftçiliğe baĢladığı ilk
yerdir, toprağın bereketi Adem´in elinden gelmektedir.
Mezopotamya mitlerinde Ay tanrısı Sin, Sümerler´in GüneĢ
tanrısı SamaĢ ile Yıldız tanrı ĠĢtar´ın babası, evreni yaratan Enlil
ile Ninlil´in oğludur. Tevrat, Sin´den bahseder, Ġbrahim
Peygamber´de Sin´in yönettiği Ur yöresinde doğmuĢtur. Zaten
Ġbrahim´in yaĢadığı bölgenin ġanlıurfa ve Harran olduğuna
inanılır. Bu mitlere göre, Harran kozmolojik bir merkez olarak
düĢünülür. 9. Yüzyıl´da Ay´a ve yıldızlara tapan Sabiiler´in
yaĢadığı Harran´dan Kuran´da da, Bakara ve Hac Sureleri´nde söz edilir. Sabiiler, iyi Ģeytan Azimun´a
taparlar, Adem´in oğlu ġit´e, Ġdris Peygamber´e (Yunan´da Hermes) ve mitolojik ozan Orfeus´a taparlardı.
Kısacası Harran, bu görkemli mitolojik birikimiyle sıradan bir yer değildir. Yeniden doğan Harran´ı
görmenin ötesinde, ünlü piramit evleri görmek de önemlidir. Harran´ın piramit evleri hayvanları ve bitkileri
korumak ve verimli kılmak için kullanılıyor. KıĢın sıcak, yazın serin oluyorlar. Tavukların Harran evlerinin
içinde daha çok yumurtladıkları, koyun ve ineklerinin sütlerinin arttığı, yiyeceklerin uzun süre bozulmadan
kaldığı, soğanların filiz verdiği anlatılıyor. Kısacası Harran ve piramit evleri görülmeye değer.
Donukkaya ve Stonehenge
Dünyanın en çok turist çeken on yerinden birisi, Ġngiltere
Salisbury´deki Stonehenge´dir. Kimlerin, ne zaman ve ne amaçla
yaptıkları hala kesin olarak bilinmeyen Stonehenge, gerçekten de
çarpıcıdır ama acaba dünyada tek midir? Belki veya değil. Bir adayımız
var; Tarsus´daki Donukkaya veya DönüktaĢ ya da DonuktaĢ. Ġsmin
kökeni Ģimdilik bilinmiyor. Bir dikdörtgen Ģeklinde, uzun kenarları
dıĢtan 115 metre, içten 87 metre, geniĢliği 42 metre, yüksekliği ise 8
metre. Stonohenge gibi, neden yapıldığı bilinmiyor. Birkaç kazı yapılmıĢ ama bulunanlar çok daha sonraki
çağlara ait. Bir söylenceye göre, Donukkaya Asur Kralı Asurbanipal´in mezarı, Kral burada Persler
tarafından öldürüldü ve gömüldü. Ama pek geçerli bir iddia değil çünkü böylesine görkemli ve ünlü bir
kralla ilgili birĢey bulunmuĢ değil ve bazı uzmanlara göre Donukkaya, Asur döneminin çok öncesinden
kalma. Kazılarda sadece Roma döneminden kalma birkaç silah ve kemikler bulunmuĢ. Duvarların yapısı
garip çünkü dıĢtan baktığınızda duvarların üstünün temelinden geniĢ olduğu görülüyor yani temelde beĢ
metre kalınlığı olan duvar, tepede 8 metreye kadar geniĢliyor. Veya altta bir dikdörtgen temel var, üzerine
daha geniĢ bir dikdörtgen konulmuĢ. Yapının içinde enine bir dikdörtgen daha var ama ne duvarlara ne de
içerdeki yapıya inen veya çıkan bir bağlantı yok yani ne merdiven kalıntısı var ne de baĢka birĢey. Ama
daha da garibi, Donukkaya´nın dıĢarısı ile de bağlantısı yok, yani kapısı da yok, sonraki yüzyıllarda birileri
Sayfa 8
MD – Kültür Sanat Bülteni
duvarın bir yerini yıkıp, bir giriĢ açmıĢlar. Peki Donukkaya´ya nasıl girilip, çıkılıyordu? Tam ortada zeminde
bir delik veya giriĢ ya da mağara giriĢi var ama nereye açılıyor. Bunu bilen bir yetkili yok, ama yöre halkı
ilginç Ģeyler anlatıyorlar; eskilerde yeni evlenenler bu giriĢten içeri girer ve yapının dıĢındaki bir baĢka
yerden çıkarlarmıĢ, böylece evliliğin iyi olacağına inanılırmıĢ. Ama bir gün bir çift dıĢarı çıkmamıĢ ve bir
daha bulunamamıĢlar, ondan sonra da giriĢ yasaklanmıĢ. Sonuç olarak Donukkaya çok ilginç bir yer,
Ġngilizler kadar akıllı olsaydık herhalde Donukkaya turistlerle dolup taĢardı değil mi?
Meryem Ana ve ġirince
Ege doğanın özel armağanlarıyla süslüdür. Tüm çabalarımızla doğayı
öldürmeye çalıĢmamıza rağmen güzellikler yaĢamaya devam ediyorlar.
Eski bir Rum köyü olan eski adıyla Kirkince sonra Çirkince, Ģimdi de
ġirince Köyü Selçuk ilçesinin hemen ardında ya da Selçuk ġirince´nin
bulunduğu dağın eteklerinde. Köy ve yöre bir doğa harikası, 9 km´lik
bir tırmanmadan sonra köye ulaĢılıyor. ġimdilerde turizmin yoğun ilgisi
var, otobüsler peĢpeĢe gidip geliyorlar. Tehlike baĢlamıĢ bile, Ģimdiden
kuraldıĢı yapılanma giriĢimleri görülebiliyor. Otantik mutfağı,
pansiyonları, muhteĢem çam ormanları ve nefes alıp veren bir canlı olduğunuzu hatırlatan atmosferiyle
ġirince gerçekten doyumsuz bir yer. ġirince, Ege insanlarının Türk-Rum tarihinde çok önemli bir yere sahip,
ama asıl ilginç yanı Meryem Ana ile ilgili olması. ġirince inançlarına göre yüzyıllar öncesinde, ġirince
köylüleri her yılın 15 Ağustos´unda uzun tören konvoyları oluĢturur ve Efes´in yanındaki Bülbül Dağı´na
doğru ilahiler ve dualar okuyarak yürürler ve kutlamalar yaparlarmıĢ. Törenin gerçek amacı bilinmiyor,
sadece Meryem Ana adına yapılıyormuĢ. Bu olay, Meryem Ana´nın Efes´de yaĢadığı ve öldüğü tezine
destek veriyor yani Kutsal Anne´nin yörede yaĢadığının kanıtlarından birisi olarak kabul ediliyor. ġirince´de
iki antik manastır var, birisi restore edilmiĢ diğeri ediliyor. BaĢka bir söylencede ise Meryem Ana´nın aslında
bu yörede yani ġirince´nin çok yakınında yaĢadığı anlatılıyor. ġöyle veya böyle ġirince´ye gidin, özgün
mutfağını tadın, geceleyin ve ihtiĢamlı çam ormanlarında yürüyüĢ yaparak bin yıllar öncesini düĢleyin. Belki
de Meryem Ana ve Aziz John´un yürüdüğü yerde yürüyor olabilirsiniz...
Hacer Çiğdem Çelik
MüfettiĢ
Sayfa 9
MD – Kültür Sanat Bülteni
ÇANAKKALE ġEHĠTLERĠNE
ġu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eĢi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beĢi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-
Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
BeĢerin azmini tevkîf edemez sun'-i beĢer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedî'im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiĢ gerçek:
ĠĢte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
Kaç donanmayla sarılmıĢ ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaĢĢüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahĢetle- "bu: bir Avrupalı!"
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiĢ, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beĢer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahĢer mahĢer.
Yedi iklîmi cihânın duruyor karĢına da,
Ostralya'yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler baĢka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: VahĢetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karĢısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiĢ ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba ĢimĢekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiĢ tipidir: Savrulur enkaaz-ı beĢer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
BoĢanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüĢ de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuĢ da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâĢâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i Ġlâhî o metîn istihkâm.
ġühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taĢlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez baĢlar,
YaralanmıĢ tertemiz alnından, uzanmıĢ yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneĢler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düĢmüĢ asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar Ģanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
"Bu, taĢındır" diyerek Kâ'be'yi diksem baĢına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taĢına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüĢ kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akĢamları sarsam yarana...
Yine bir Ģey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
ġarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, Ġslâm'ı kuĢatmıĢ, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taĢacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey Ģehîd oğlu Ģehîd, isteme benden makber,
Sana âgûĢunu açmıĢ duruyor Peygamber.
Mehmet Akif ERSOY
Mehmet Akif‟in kahraman Ģehitlerimizin destanını duru bir samimiyet ve en yakın gerçekliğiyle
hayalimizde tablolaĢtırıp destanlaĢtırdığı meĢhur Ģiirini -ki bir Ģaheserdir- paylaĢmayı uygun gördüm.
YabancılaĢtı(rıldı)ğımız kelimeler için azıcık lügat karıĢtırmak yeterli olacaktır kanısındayım. Lafzın ötesinde
Ģiirin canlı, hayatlı, ruhlu ve ayrılmaz bir bütün halindeki manasına odaklanmak yerinde olacaktır.
Hakan Levent
MüfettiĢ
Sayfa 10
MD – Kültür Sanat Bülteni
HĠÇLĠĞĠN ĠÇĠNDEKĠ HER ġEY…
Aslında düz ve boĢ bir kamıĢtan ibarettir ney. Ġçinde hiçbir Ģey yoktur. Bu yüzden hiçliğin içindeki her
Ģeydir o. Üst kısmından verilen nefes boğumlarından geçerek alt kısmından çıkar. Ama artık çok
farklılaĢmıĢtır.
Neyin sesi, kamıĢların üzerinden geçerken kuĢları uyandırmaya korkan tatlı bir meltemin kanat çırpınıĢları
gibidir. ĠĢte böylesine derin bir mana taĢır neyin yüreğinden çıkan nameler. Neyin bir yüreği vardır.
Neyzenin, neyin baĢ paresini dudaklarına götürüp onun ruhuna kendi ruhundan bir nefes üflediğinde bu
yürek atmaya baĢlar ancak. Der ki neyzenler; ney tek baĢına basit bir kamıĢtır. Ancak bir neyzen onun içine
üflediği zaman can alır.
Sümer toplumunda M.Ö. 5000 yıllarından itibaren kullanıldığı sanılır. Günümüzde ise Türk sazı olarak
anılmaktadır. Türklerin gerek Ġslamiyetten önceki dinleri olan ġamanizim, Animizm ve Totemizmde ve
gerekse de Ġslamiyette musiki her zaman yer almıĢtır. Ney ise özellikle Mevlevilikle bütünleĢmiĢtir. Ney
çalınmaz, üflenir! Çünkü Ġslam‟da Allah insanı yaratırken ruhu da üflemiĢtir.
Hz. Mevlana “Mesnevi” eserine Ģu sözlerle baĢlamıĢtır:
Dinle neyden, zira o bir Ģeyler anlatmada
Ayrılıklardan Ģikayet etmededir.
Ney der ki:
Beni kamıĢlıktan kopardıklarından beri
Ġniltim kadın-erkek herkesi ağlattı
Ayrılık bağrımı delik deĢik eylesin
Ta ki aĢk derdini anlatabileyim.
Hz. Mevlana‟ya göre musiki Allah‟ın lisanıdır. Yüce yaratıcı
Bezm-i Elest‟te ruhlara musiki ile seslenmiĢtir. Bu sebepten
hangi milletten, hangi dilden olurlarsa olsunlar, insanlar musiki ile aynı duyguları paylaĢabilirler. Hiçbir
sanat insan ruhuna musiki kadar doğrudan doğruya ve içinden kavrayacak Ģekilde nüfuz edemez. Musiki,
son derece değerli bir manevi temizlenme, ferahlama ve yücelme vasıtasıdır. Ruhu kir ve paslardan
temizlediği gibi, ona batmıĢ olan dikenleri de ayıklayarak tedavi eder. Gerçek musiki insana “sonsuz
varlık”ı hissettirir, sezdirir. Bu sezgiyle onu O‟na yaklaĢtırır ve nihayet ulaĢtırır. Bunda en etkili ses ise ney
sadasıdır.
Hz. Mevlana‟nın felsefesinde ney, insan-ı kamilin, yani belirli aĢamalardan geçerek olgunlaĢmıĢ
insanın sembolüdür. Benzi sararmıĢ, içi boĢalmıĢ, bağrı dağlanarak delik-deĢik edilmiĢ, geldiği yerin
özlemiyle yanıp tutuĢan, sinesinden çıkan feryat ve iniltileri ile tüm insanlığa sırlar fısıldayan bu dost,
yaratılıĢın temeli olan aĢktan bahseder. Ney, bu nedenle Mevlevîlerce kutsal sayılarak “nay-ı Ģerif” diye
anılmıĢtır. Bu düĢünceden hareketle, ney ile sembolize edilen insan-ı kamilin vücudunda Hak‟tan gayrı ne
varsa her Ģey yok edildiğinden, O‟ndan ortaya çıkacak fiillerin, ancak Hak‟ın manevi etkisiyle
gerçekleĢebileceği söylenebilir.
Gökay Yaman
MüfettiĢ Yrd.
Sayfa 11
MD – Kültür Sanat Bülteni
DERNEK FAALĠYETLERĠ
Derneğimiz internet sitesi yeni tasarımı ile çok kısa bir süre içerisinde yeniden sizlerle birlikte
olacak. Her türlü ihtiyaca cevap verecek inceliklerin düĢünüldüğü sitenin, yeni tasarımı ve içeriği ile dernek
faaliyetlerine ivme kazandıracağı öngörülmektedir. Ayrıca, yeni sitemiz, Üyelerimizin aktif iletiĢim
kurmasına katkı sağlayacak ve etkinliklerimizin yakın Ģekilde takibine imkan kılacak yeni argümanları da
kapsayacaktır. Site ile ilgili açılıĢ duyurusu dernek yönetimince üyelerimize bildirilecektir.
Yeni Sitemiz Çok Yakında
Hizmetinizde!!
www.zbmd.org
Sayfa 12
MD – Kültür Sanat Bülteni
KÜNYE
Kültür ve Sanat Bülteni Ekibi
Dernek Yönetim Kurulu
Proje Sorumlusu
ġemsettin DEMĠRDAĞ
Kamil ÖNDER (BaĢkan)
YaĢar YOLCU
Tasarım&Yayına Hazırlama
Vehbi Bahadır YALÇIN
ġemsettin DEMĠRDAĞ
Furkan ÇALIġKAN
Melih TARHAN
Sezgin KARBUZ
Mustafa Can AĞANER
Proje Ekibi
Melik YAVUZ
Denetim Kurulu
Mustafa Can AĞANER
Fatma GülĢah KAHRAMAN
Hacer Çiğdem ÇELĠK
Murat AYDEMĠR
Hakan LEVENT
Ferhat ERDOĞAN
Özge GÜMÜġ
ġemsettin DEMĠRDAĞ
Onur Kurulu
Muhammet Kutluhan KAZANCI
Atilla MERMER
Nuh Agah TAHMĠSCĠOĞLU
Mehmet ERTÜRKMEN
Gökay YAMAN
Ali KIRBAġ
Furkan ÇALIġKAN
!
Bültenin sonraki aylarda yayınlanacak sayılarının
hazırlanması aşamasında görev almak isteyen
üyelerimizin talepleri, Derneğimiz Yönetimince
değerlendirilecektir.
T.C Ziraat Bankası MüfettiĢleri Derneği, Kültür ve Sanat Bülteni
ġubat 2012
Adres: Yüksel Cad. No:11/10 Kızılay/ANKARA
E-Posta: [email protected]
Sayfa 13

Benzer belgeler