TCZB Müfettişleri Derneği
Transkript
TCZB Müfettişleri Derneği
E-Kültür T.C.Z.B MüfettiĢleri Derneği MD – Kültür Sanat Bülteni ġubat 2012 Sayı 4 MD – Kültür Sanat Bülteni MD – Kültür Sanat Bülteni ġubat 2012 Aylık Kültür ve Sanat Bülteni Sayı: 4 Ġnternet Sitemiz Çok Yakında Açılıyor!! Sayfa 12’de. Ġçindekiler Redhouse 2 Atı Alan Üsküdar‟ı Geçti 3 Ben Bu Yolu Bilmez Ġdim 4 Akılcılık‟a Kısa Bir EleĢtiri 5 ġiir– Menkıbe 5 Yüksek Yüksek Tepeler… 6 Ġncir Ağacı 6 Gezi – Gizem Turizmi 7 Çanakkale ġehitleri‟ne 10 Dernek Faaliyetleri 12 Künye 13 BAġLARKEN.. Değerli Üyelerimiz, Çok keyifle okuyacağınız zengin içerikli yeni sayımızda yeniden birlikteyiz. Bülten ekibi olarak yeni sayımızın sizlere faydalı olmasını diliyoruz. E-Kültür Bülteni Ekibi Sayfa 1 MD – Kültür Sanat Bülteni SÖZLÜKÇÜ REDHOUSE’U NASIL “ĠNGĠLĠZ MUSTAFA” YAPTIK? R edhouse deyince aklımıza meĢhur Ġngilizce-Türkçe sözlük gelir. Bu sözlüklere adını veren James Redhouse kâbus gibi geçen çocukluk yıllarının ardından Ġstanbul‟a gelerek çalıĢmaya baĢlamıĢ ve dil konusunda pek çok esere imza atmıĢtı. William J. Redhouse, Biritanya Krallığının en Ģevketli çağında, 30 Aralık 1811 günü Londra‟da doğdu. O devirde Britanya Krallığı hiçbir devlet tarafından üzerine çıkılmaz bir seviyeye eriĢmiĢ, büyük bir refah ve sömürgelerden akan servet ile ihtiĢam çağını yaĢıyordu. Fakat böylesine debdebeli bir imparatorluğun çocuğu için hayat kötü baĢlamıĢtı. Disiplinsizlikten Okuldan Kovuldu Henüz 5 yaĢındayken babasını kaybetti. 8 yaĢında katı disiplinli bir vakıf okulu olan Crist‟s Hospital‟a yazdırıldı. 1822‟de donanmaya personel yetiĢtiren Matematik bölümünü seçen James, denizcilik üzerine muntazam bir eğitim görürken herĢey bir anda altüst oldu. Birkaç defa okuldan kaçması ve okul haricinde üniformasını çıkarması sebebiyle 1826‟da disiplinsizlik suçundan okuldan atıldı. Aynı tarihte Osmanlı tahtında Sultan Mahmud Yeniçeri ocağını söndürüyor, köklü reformlar için kolları sıvıyordu. Okuldan atıldıktan sonra gemilerde miço ve kamarot olarak çalıĢan genç James bir yandan da teorik eğitimini teknik sahada da görme fırsatı buldu. ÇalıĢtığı gemi Akdeniz‟e yaptığı bir seyahat sırasında Ġstanbul‟a uğrayınca bir fırsatını bulup gemiden kaçtı. Böylece Osmanlı Ġmparatorluğu‟ndaki yılları baĢlamıĢ oldu. Ġngiliz Ġmparatorluğunun çocuğu, Osmanlı topraklarındaki baĢ döndürücü yaĢantısına mütevazı bir Ģekilde adım attı. Tersanelerde tornacı olarak çalıĢmaya baĢladı. ĠĢinde Ġngiltere‟deki eğitiminin faydasını görerek teknik ve denizcilik bilgisiyle öne çıktı ve Türkçeyi öğrenmekteki maharetiyle dikkatleri çekti. Durmaksızın Dil Öğrendi ve Çevre Edindi Bu sırada Osmanlı reform asrının hararetli dönemlerinden biri yeni baĢlamıĢtı. Modern Türk ordusu kuruluyor, donanma ıslah ediliyor, muazzam bir imparatorluk için yeni bir düzene geçiliyordu. Bu dönemde Ġngilizlerin denizlerdeki üstünlüğü de kabul edildiğinden donanma okullarındaki Fransızca yerini Ġngilizceye bırakmıĢtı. Devletin Ġngilizce tercüman ihtiyacı James Redhouse için tam bir fırsat oldu. Yetenekleri fark edilen James üst makamlara önerildi ve ilk önce Babıâli tercüme odasına alındı; daha sonra teknik alana kaydırılarak Mühendishâne‐ i Bahrî‐ i Hümâyun‟da yani Deniz Mühendishanesi‟nde Ġngilizce dersleri vermeye baĢladı. Diğer yandan Redhouse Ġmparatorluk baĢkentinin kültür ortamında akıl almaz bir gayretle dil öğreniyordu. Artık Türkçeye tam hakim olmuĢ, Arapça, Farsça ve dönemin gözde lisanı Fransızcayı öğrenmiĢ, halkın “Tatlı Su Frengi “ dediği Ġstanbul‟da yerleĢik Levantenlerden Ġtalyancaya aĢina olmuĢtu. Yunancayla Almanca ise yeni yeni baĢlıyordu. Sayfa 2 MD – Kültür Sanat Bülteni Redhouse Matematik bilgisi ve lisanlara olan ilgisi sayesinde çevresini günden güne geniĢleterek Babıâli ve Hariciye mensuplarıyla, Harbiye ve Bahriye mektebi hocalarıyla tanıĢtı. Bunun ilmi geliĢimine faydası olduğu gibi devrin ileri gelen simalarıyla görüĢmesine de imkân sağladı. Abdülmecid devrinin eli sopalı sadrazamı Hüsrev PaĢa‟yla bu dönemde dostluk kurdu. Ġstanbul‟da artık “Ġngiliz Mustafa” diye anılıyordu. Ġlk Türkçe Sözlüğünü Rusya’da Yazdı 1830‟da Rusça öğrenmek üzere Rusya‟ya gitti ve 3 sene kaldı. Müntehabât‐ ı Lügat‐ ı Osmâniyye (Osmanlı lisanından seçmeler) adlı ilk sözlük çalıĢmasına burada baĢladı. 1833‟de Ġstanbul‟a döndüyse de az bir süre sonra Ġngiltere‟ye geri döndü. Hüsrev PaĢa‟nın tavsiyesiyle Osmanlı devleti tarafından Redhouse‟a Ġngiltere‟deki öğrencileri denetleme vazifesi verilmiĢ ve Ġstanbul ile iliĢkileri anavatanında da devam etmiĢti. Atı Alan Üsküdarı Geçti Kızkulesi ile ilgili olarak anlatılan hikâyelerden biri Osmanlı Dönemi‟nde geçer. Ġstanbul‟u (Constantinopoli) kuĢatmaya gelen Battal Gazi, kuĢatmadan bir sonuç alamayınca Kızkulesi önündeki kıyıya karargahını kurar ve yedi sene burada kalır. Hikayeye göre, Battal Gazi‟nin Üsküdar kıyılarında bu kadar uzun süre kalmasının asıl nedeni, Tekfurun kızına aĢık olmasıdır. Üsküdar Tekfuru, Battal Gazi‟nin korkusu ile kızını, hazineleri ile birlikte kuleye kapatır. ġam seferini tamamlayarak Üsküdar‟a dönen Battal Gazi, kayık ile Kızkulesi‟ne gelerek, Tekfurun kızı ve hazinelerini aldıktan sonra Üsküdar‟dan atına atlayıp oradan uzaklaĢır. Çokça bilinen “Atı alan Üsküdar‟ı geçti” lafı bu hikâyeden gelir. 1836‟da evlendi. 1838‟de Osmanlı baĢkentine dönerek Hüsrev PaĢa‟nın hizmetine girdi. PaĢa, Sultan Abdülmecid‟in padiĢah olması ile zorla Sadareti kapınca pek çok dile vakıf Redhouse da onun tercümanı oldu. Bitmek tükenmek bilmez enerjisi ile bu vazifede koĢturdu. En ikbal çağını yaĢıyordu, ki ünü imparatorluk ricali arasında iyiden iyiye yayılmıĢ, Ġngiliz hükümeti nezdinde de tanınmıĢtı. Yüzyılın tantanalı olaylarından birisi Osmanlı – Mısır Krizinde Bahriye Ģûrası (denizcilik komisyonu) üyeliğine tayin edilerek Avrupa devletlerinin Mısır‟a müdahalesinde tercüme iĢlerini yürüttü. Buradaki pek çok „cürmü küçük kadri büyük‟ hizmetleri münasebetiyle Sultan Abdülmecid tarafından liyakat ve olağanüstü hizmet mükâfatı olarak, iftihar niĢanı ile ödüllendirildi. Redhouse bundan sonra hariciye nezaretine girdi. 1841 yılında Osmanlı-Ġran arasındaki sınır düzeltme müzakereleri baĢlayınca Avrupalı devletleri, bu arada Ġngiltere‟nin temsilci bulundurduğu bir heyette tercüman kâtip olarak Erzurum‟a gitti. 4 sene burada kalarak “Grammaire raissonée de la langue Ottomane” adlı Osmanlıca gramer kitabını yazıp yayınladı. Fakat, Erzurum‟un çetin soğuğuna dayanmayarak hastalanan eĢi tedavi için Ġngiltere‟ye döndü; Redhouse ise Erzurum dönüĢü tekrar Bâbıâli Tercüme Odası‟nda görev aldı. 1853‟de sağlık sorunları gerekçesiyle, isteği üzerine Osmanlı hükümeti tarafından kendisine emekli maaĢı bağlandı ve 43 yaĢ gibi bir olgunluk çağında ülkesine döndü. Sayfa 3 MD – Kültür Sanat Bülteni 1867‟de Redhouse hayatının son demlerine kadar meĢgul olacağı Osmanlıca kelimelerin etimolojik kökenini veren Külliyât-ı Azîziyye fi‟l-Lugati‟l Osmâniyye adlı hacimli bir çalıĢmaya baĢlamıĢ hatta bunun için zaman zaman Osmanlı Hükümetine mektup yazarak maddi konuda ve baskısı hususunda yardım istemiĢtir. Son yıllarında da Osmanlıca ve doğu Türk lehçeler sözlüğü hazırlamakla uğraĢmıĢtır. Ġddia Edildiği Gibi Müslüman Oldu Mu? Donanmada görev aldığı gençlik döneminde bahriyeliler arasından Ġngiliz Mustafa namıyla Ģöhret bulsa da sözlükçü Redhouse bazı kaynakların iddia ettiğinin aksine Müslüman olmamıĢtır. ArĢiv kaynaklarında “Redhouse” veya “Redhouse elĠngilizi” olarak geçmesine karĢın hiçbir yerde kendisinden “Ġngiliz Mustafa” olarak bahsetmez. Basılı Türkçe eserlerinde de ismini “Redhouse el-Ġngilizi” Ģeklinde yazar. MeĢhur Ģair Abdülhak Hamid hatıratında Redhouse‟dan Ģöyle bahseder; “Londra‟dayken Ġstanbul‟u özledikçe Redhouse‟u görmeye giderdim. Simaca, kıyafetçe adeta bir Ġstanbul beyefendisiydi ve bir Eyüpsultan‟lı gibi sohbet ederdi. Seksen küsur yaĢına rağmen Türk illerindeki mazisinden bahsederken gözlerine bir gençlik parıltısı gelirdi. Bu beyaz çınar, iki defa müdahale gördükten sonra devrilmiĢ, kısa bir hastalığın ardından da uzun ömrüne veda ettiğini kadim dostu Mr. Hyde Clark bildirmiĢti. Sefir PaĢa ve bütün sefaretçe cenazesinde bulunduk. Fakat Hyde Clark‟ı ne kilisede ne de mezaristanda göremedim. Daha sonra Clark‟a neden cenazeye katılmadığını sorunca “ben ancak kendi cenazeme katılırım” cevabını aldım.” Hayatı boyunca Britanya tahtında 4 Kral, Osmanlı tahtında 5 padiĢah görmüĢ, Osmanlılar ile iliĢkileri çok iyi olmasına rağmen Ġngiliz hükümeti ile pek geçinememiĢti. Belki de bu yüzden Encyclopedia Britaninca‟ya biyografisi konmamıĢtır. Ben Bu Yolu Bilmez Ġdim Ben bu yolu bilmez idim, AĢk gönlüme düĢtü gider. AĢk elinden dertli yürek, Kaynayarak taĢtı gider. Hani bizden öğüt alan, Kalmadı dünyaya gelen. Gece gündüz tâat kılan, O Sırat‟ı geçti gider. Hep onlar Sırat‟ı geçti, Varıp dost iline düĢtü. Gönül maksûda eriĢti, Hazrete ulaĢtı gider. AĢk oduna yanmayanlar, Öleceğin sanmayanlar, Göz açıp uyanmayanlar, ġöyle gaflet bastı gider. Bu aĢk bana bir düĢ idi, Hak müesser kılmıĢ idi. DerviĢ Yunus bir kuĢ idi, Halk içinden uçtu gider. Yunus Emre Melik Yavuz MüfettiĢ Sayfa 4 MD – Kültür Sanat Bülteni AKILCILIK’A KISA BĠR ELEġTĠRĠ “Aklıyla övünen bir insan, hücresinin büyüklüğüyle övünen bir mahkuma benzer.'' Ġnsanlık tarihinde, hücresini çevreleyen parmaklıkları en çok zorlayan insanlardan birisidir demek, yukarıdaki sözün sahibi Albert Einstein için yanlıĢ olmasa gerek. Aklın peĢinde uzun yollar kat ettiği içindir ki, onun sınırlarını da görebilmeyi baĢarmıĢtır. Ġnsan aklının yeterliliğinden genel anlamda emin olmanın, kategorik olarak yanlıĢlığını çarpıcı bir benzetmeyle ortaya koymuĢtur. Menkıbe Ağla,eğil,sus ve dinle kendini.. Nehir akmakta Ve son bir damla Dudağının ucunda.. Ya ezeceksin emaneti Ya da gömeceksin esareti.. Bir menkıbe yaz adına Ve sakla kalbinde Minada taĢla nefsini Ve sefil bir nefesle Yak geceleri... Oysa ki çoğumuza düĢen yanılgı, aklımızın her Ģeye yettiği, bize lazım olanın bir tek o olduğudur. Ġnsanoğlunun sahip olduğu bu ortak ve genel yanlıĢın açık örneklerinden birisi, “Akl-ı selim, Dünya'da en iyi dağılmıĢ olandır; çünkü herkes ondan nasibini iyice almıĢ olduğunu sanır. Hatta her konuda zor memnun edilebilen kiĢiler bile sahip oldukları Yar kalbini, kes nefesini akıldan fazlasını istememektedirler.” diyen akılcı filozof René Sadece... Descartes‟a aittir. Bu ifade, aklın varlığı kavramada mutlak Ağla, eğil, sus ve dinle kendini... belirleyici araç olarak kabul edilmesi gerekliliğine inanan M. Can Ağaner birisinin, bu inancını açıklama çabasından ibarettir. Ancak MüfettiĢ gerçek, insanın akla güvenme ve aklı yeterli görme noktasındaki genel yanlıĢ tutumunu gözler önüne serdiğidir. Gerçekte en iyi dağılmıĢ olan akıl değil, insanların en iyi aklın kendine ait olduğu vehmidir. Akıl; zaman ve mekan düzlemleri üzerinde tanımlı olan varoluĢ içerisinde, algıladığımız varlığımızın sınırlarını çizmektedir. Zihnimizin “var” edebildikleri, sadece ilk çocukluk anılarımızdan gözümüzü bir daha uyanmamak üzere kapattığımız son ana kadar maddeten var olduğumuz zaman ve mekanlar ile beslenir. Doğal olarak aklın ve onun ürünü olan fikrin sınırları, varoluĢu kavrama noktasında eksik ve yetersizdir. Öte yandan, aklımızın tanım kümesi dıĢında bir varoluĢu yok saymak ya da önemsememek; hücresinin dıĢında bir dünya olmadığını ya da avludaki gülün önemli olmadığını düĢünen bir mahkumun tavrıyla eĢdeğerdir. Gülü ve onun varoluĢundaki hakikati, sadece kendi yoluyla kavrayabileceğini öngören bir akıl ise, görmeyen bir kiĢinin ateĢ kırmızı bir rengi anlayabilme çabası kadar beyhude bir hal içindedir. Üstad Necip Fazıl, bu durumu Ģu veciz beyitle anlatmıĢtır; “Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var Akıl için son tavır, saçlarını yolmak var”. Varlık dünyası ile kurulan iliĢkiyi, sadece aklın sırtına yüklemek, akla zulümdür. Akla düĢen sorumluluk; varoluĢ yolculuğunda sahibine referans oluĢturmak, varlığıyla arkasındaki esas dünyayı hatırlatan ve kapı aralayan demir parmaklıkların vazifesini görmektir. Nuh Agah Tahmiscioğlu MüfettiĢ Yrd. Sayfa 5 MD – Kültür Sanat Bülteni YÜKSEK YÜKSEK TEPELERE EV KURMASINLAR Bu öykü Malkara köylerinden alınmıĢ olup belli bir kiĢinin dilinden yazıya geçirilmiĢ değildir. Çevrede herkes tarafından bilinen bir öyküdür. Söylentiye göre, çok eskiden köyün birinde Zeynep isimli çok güzel bir kız vardır. Onaltıya yeni bastığında Zeynep'i köylerindeki bir düğünde aĢırı (yabancı) köylerden gelen Ali isimli bir genç görür. Ali Zeynep'i çok beğenir ve köyüne döndüğünde kızın babasına hemen görücü gönderir. Zeynep'i Ali'ye verirler. Kısa bir zaman sonra düğünleri olur. Ali, Zeynep'i alıp aĢırı köyüne götürür. Zeynep'in gelin gittiği köy ile kendi köyü arası üç gün üç gece çeker. Uzaklıktan dolayı Zeynep, anasını babasını ve kardeĢlerini tam yedi yıl göremez. Bu özlem Zeynep'in yüreğinde her gün biraz daha büyüyerek dayanılmaz bir hal alır. Köyün büyük bir tepesinde bulunan evinin bahçesine çıkarak kendi köyüne doğru dönüp için için kendi yaktığı türküyü mırıldanır ve gözleri uzaklarda sıla özlemini gidermeye çalıĢırmıĢ. Hastane Önünde Ġncir Ağacı KomĢu kızı ile beĢik kertmesi olan bir genç askerde vereme yakalanır. Hava değiĢimi olarak Yozgat'a (Akdağmadeni) gelir. Sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermek istemez. Genç tedavi için Ġstanbul'da hastaneye yatar, pencereden gördüğü incir ağacından aldığı ilhamla aĢağıdaki türküyü söyler. Yakalandığı amansız hastalıktan kurtarılamayarak hastanede ölür. Ailesi cenazesini Yozgat'a getiremez., Ġstanbul'da kalır. Hastane önünde incir ağacı Doktor bulamadı bana ilacı BaĢ tabib geliyo zehirden acı Garip kaldım yüreğime dert oldu Ellerin vatanı bana yurt oldu Mezarımı kazın bayıra düze Oysa kocası, Zeynep'in bu özlemine pek aldırıĢ etmez. Kaldı ki eski sevgisi de pek kalmadığından kendini fazlaca Benden selam söyleyin sevdiğim gıza horlamaya, eziyet etmeye baĢlar. Sonunda bu özlem ve BaĢına koysun, karalar bağlasın kocasının horlaması Zeynep'i yataklara düĢürür. Gün geçtikçe Gurbet elde kaldım diye ağlasın hastalığı artan Zeynep'in düzelmesi için, köyden gelip gidenler de anasının babasının çağrılmasını salık verirler. BaĢka çare kalmadığını anlayan Zeynep'in kocası da anasına babasına haber vermeye gider. Altı gün altı gecelik bir yolculuktan sonra bir akĢam üstü Zeynep'in anası babası köye gelirler, Zeynep'i yatakta bulurlar. PeriĢan bir halde Zeynep hala türküsünü mırıldanmaktadır. Aynı türküyü anasına babasına da söylemeye baĢlar. Çevresindeki bütün köy kadınları duygulanıp göz yaĢı dökerler. Annesi fenalıklar geçirir ve bayılır. Zeynep hasretini giderir, giderir ama artık çok geç kalınmıĢtır. Bir daha onmaz, sonu ölümle biter. Herkes Zeynep için gözyaĢı döker. ĠĢte o gün bu gündür bu türkü ayrılığın türküsü olarak söylenip durur. Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar AĢrı aĢrı memlekete kız vermesinler Annesinin bir tanesini hor görmesinler Uçan da kuĢlara malum olsun ben annemi özledim Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim Babamın bir atı olsa binse de gelse Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse KardeĢlerim yolları bilse de gelse Uçan da kuĢlara malum olsun ben annemi özledim M. Kutluhan Kazancı MüfettiĢ Yrd. Hem annemi hem babamı hem köyümü özledim Sayfa 6 MD – Kültür Sanat Bülteni TÜRKĠYE’DE GĠZEM TURĠZMĠ Türkiye´de üzerlerine birçok kitabın yazıldığı kayıp uygarlıklar ve kentler bulunmakta… Bu yerleri görmek ve böylece ülkemizin mistik geçmiĢini keĢfetmeye çalıĢmak farklı bir tecrübe olabilir. ĠĢte bu yerlerden bazıları… Çoban Endymion sizi bekliyor Büyük ozan Keats´ın en sevilen Ģiirlerinden birisi genç bir çobanla ilgilidir, çobana Ay tanrıçası aĢıktır, ama bir ölümlü ile sürekli beraber olamayacağı için belli zamanlarda bir dağda buluĢurlar. ĠĢte bu aĢkın yaĢandığı dağ Türkiye´dedir. Mitolojik adıyla Latmos Dağı, antik Karya yöresinde, Ģimdiki Bafa Gölü´nün kıyısındadır. Karya Antik Çağ´da Halikarnas´ın baĢkentiydi. Gelelim öyküye; bir gece Artemis gümüĢ arabasıyla göklerde dolaĢırken, aĢağıya bakar ve bir tepenin eteğinde uyuyan genç bir adam görür. Hızla aĢağıya iner ve onu öper, uyanan genç karĢısında tanrıçayı görünce ĢaĢırır, tanrıça ona aĢkını ilan etmektedir. Sonra tanrıça gümüĢ parmaklarıyla genç çobanın gözlerini ovalar ve uykuya daldırır. Artemis, her gece gelir ve uyuyan delikanlıyı ziyaret eder. Çobanlık yapan genç, ölümlüdür ama Artemis onun çekiciliğine dayanamamakta ve Olimpos´un yani Tanrılar Dağı´nın yasalarını çiğnemektedir. Sonra çobanı alır ve Latmos Dağı eteklerinde yaptığı küçük bir tapınağa saklar, ona ebedi gençliği aĢılar ve her gece ziyaret etmeye devam eder. Bir diğer öyküye göre ise, çobanın adı Endymion´dur ve Yunan Kralı Elis´in oğludur. Bu öyküde Artemis, Ay tanrıçası Selene rolündedir, Endymion´a aĢık olunca keyifli bir anında ne isterse yapacağını söyleyen babası Zeus´a yalvarır ve Endymion´u sonsuza kadar uyutmak için izin alır. YakıĢıklı Endymion, genç ve yakıĢıklı kalmak uğruna kabul eder ve ebediyen uyur. Selene ise, her dolunayda gelerek sevgilisini uyurken öper. Öykü bu ama mitolojiye bakılırsa tanrıçanın uyuyan aĢkını öpmekle yetineceğini düĢünemiyoruz. Çünkü diğer mitolojik kaynaklara göre, Artemis´in elli kızı vardı ve herhalde bunları uyuyan çobanlardan doğurmadı. Ama farketmez, mitoloji çeliĢkileriyle değil, öykülerin sunduğu bağımsız mesajlarla geçerlidir. Yolunuz örneğin Bodrum´a giderken muhakkak, Bafa Gölü´nden geçecektir, bir yarım saat ayırın ve gölün karĢı kıyısına yani Latmos Dağı´nın eteğine geçin. Orada küçük bir yıkıntı bulacaksınız, iĢte Endymion´un ebediyen uyuduğu yer burasıdır. Antep Megalitleri Antep; fıstığı, baklavası ve köftesi ünlüdür ama megalitlerini kimse bilmez. ĠĢte size yöresel bir mit; Ġlyas ÖzbakıĢ adlı bir Antepli anlatıyor; "Dedemin anlattığı bir öykü var; bir akĢam üzeri megalitlerin yakınındaki tarladan eve dönmeye hazırlanıyormuĢ. Yürürken arkasından bir vızıltı sesinin geldiğini duymuĢ, aynı anda da ağaca bağlı olan atı kiĢneyerek, panik halinde tepiniyormuĢ. Tam o anda dedem kayanın üzerinde insana benzer bir Ģekil görmüĢ, hemen ardından da ikincisinin kayanın altında durduğunu fark etmiĢ. Yukarıdaki ellerini kollarını sallarken, aĢağıdaki yukarıdakine aynaya benzeyen bir aletle bakıyormuĢ. Elbiseleri o kadar parlakmıĢ ki, dedemin gözleri kamaĢıyor, bakamıyormuĢ. Sonra yukarıdaki adam geriye doğru çekilip, alttaki ise aynı anda yok olmuĢlar. Dedem o anda, tüm tüylerinin kalktığını hissetmiĢ, Sonra yine vızıltı sesi baĢlamıĢ ve kayanın ardından göğe doğru altın renkli bir top yükselmiĢ ve kuzeye doğru giderek görünmez olmuĢ. Dedem ne görmüĢtü? Rahmetli olayı hiçbir kelimesini değiĢtirmeden yüzlerce kez Sayfa 7 MD – Kültür Sanat Bülteni anlattı. Kimdi onlar ve altın top neydi? Ben megalitleri inceledim, bana göre belli bir yıldız grubuna göre yerleĢtirilmiĢler, sanırım Regulus ve Denebola takım yıldızlarıyla benzerlik gösteriyorlar." Anlatı böyle, Ġlyas ÖzbakıĢ´ın dedesinin UFO´lardan, uzaylılardan haberi yoktu, onun kültüründe bunlar yoktu. Burası ilginç ama cevap yok. Bizi ilgilendiren Ģey Ģimdilik megalitlerden ibaret. Ġngiltere´deki, Fransa´daki benzerlerini görmeye gelen yüzbinlerce turisti gördükten sonra neden Antep´e kimse gelmiyor diye hayıflanmamak elde değil.. Harran piramitleri Harran, Gap´tan sonra bir cennet olma yolunda. Kurak topraklar yeĢeriyor ve yaĢama dönüyorlar. Ġnançlara göre Harran, Adem´in dünyaya indikten sonra çiftçiliğe baĢladığı ilk yerdir, toprağın bereketi Adem´in elinden gelmektedir. Mezopotamya mitlerinde Ay tanrısı Sin, Sümerler´in GüneĢ tanrısı SamaĢ ile Yıldız tanrı ĠĢtar´ın babası, evreni yaratan Enlil ile Ninlil´in oğludur. Tevrat, Sin´den bahseder, Ġbrahim Peygamber´de Sin´in yönettiği Ur yöresinde doğmuĢtur. Zaten Ġbrahim´in yaĢadığı bölgenin ġanlıurfa ve Harran olduğuna inanılır. Bu mitlere göre, Harran kozmolojik bir merkez olarak düĢünülür. 9. Yüzyıl´da Ay´a ve yıldızlara tapan Sabiiler´in yaĢadığı Harran´dan Kuran´da da, Bakara ve Hac Sureleri´nde söz edilir. Sabiiler, iyi Ģeytan Azimun´a taparlar, Adem´in oğlu ġit´e, Ġdris Peygamber´e (Yunan´da Hermes) ve mitolojik ozan Orfeus´a taparlardı. Kısacası Harran, bu görkemli mitolojik birikimiyle sıradan bir yer değildir. Yeniden doğan Harran´ı görmenin ötesinde, ünlü piramit evleri görmek de önemlidir. Harran´ın piramit evleri hayvanları ve bitkileri korumak ve verimli kılmak için kullanılıyor. KıĢın sıcak, yazın serin oluyorlar. Tavukların Harran evlerinin içinde daha çok yumurtladıkları, koyun ve ineklerinin sütlerinin arttığı, yiyeceklerin uzun süre bozulmadan kaldığı, soğanların filiz verdiği anlatılıyor. Kısacası Harran ve piramit evleri görülmeye değer. Donukkaya ve Stonehenge Dünyanın en çok turist çeken on yerinden birisi, Ġngiltere Salisbury´deki Stonehenge´dir. Kimlerin, ne zaman ve ne amaçla yaptıkları hala kesin olarak bilinmeyen Stonehenge, gerçekten de çarpıcıdır ama acaba dünyada tek midir? Belki veya değil. Bir adayımız var; Tarsus´daki Donukkaya veya DönüktaĢ ya da DonuktaĢ. Ġsmin kökeni Ģimdilik bilinmiyor. Bir dikdörtgen Ģeklinde, uzun kenarları dıĢtan 115 metre, içten 87 metre, geniĢliği 42 metre, yüksekliği ise 8 metre. Stonohenge gibi, neden yapıldığı bilinmiyor. Birkaç kazı yapılmıĢ ama bulunanlar çok daha sonraki çağlara ait. Bir söylenceye göre, Donukkaya Asur Kralı Asurbanipal´in mezarı, Kral burada Persler tarafından öldürüldü ve gömüldü. Ama pek geçerli bir iddia değil çünkü böylesine görkemli ve ünlü bir kralla ilgili birĢey bulunmuĢ değil ve bazı uzmanlara göre Donukkaya, Asur döneminin çok öncesinden kalma. Kazılarda sadece Roma döneminden kalma birkaç silah ve kemikler bulunmuĢ. Duvarların yapısı garip çünkü dıĢtan baktığınızda duvarların üstünün temelinden geniĢ olduğu görülüyor yani temelde beĢ metre kalınlığı olan duvar, tepede 8 metreye kadar geniĢliyor. Veya altta bir dikdörtgen temel var, üzerine daha geniĢ bir dikdörtgen konulmuĢ. Yapının içinde enine bir dikdörtgen daha var ama ne duvarlara ne de içerdeki yapıya inen veya çıkan bir bağlantı yok yani ne merdiven kalıntısı var ne de baĢka birĢey. Ama daha da garibi, Donukkaya´nın dıĢarısı ile de bağlantısı yok, yani kapısı da yok, sonraki yüzyıllarda birileri Sayfa 8 MD – Kültür Sanat Bülteni duvarın bir yerini yıkıp, bir giriĢ açmıĢlar. Peki Donukkaya´ya nasıl girilip, çıkılıyordu? Tam ortada zeminde bir delik veya giriĢ ya da mağara giriĢi var ama nereye açılıyor. Bunu bilen bir yetkili yok, ama yöre halkı ilginç Ģeyler anlatıyorlar; eskilerde yeni evlenenler bu giriĢten içeri girer ve yapının dıĢındaki bir baĢka yerden çıkarlarmıĢ, böylece evliliğin iyi olacağına inanılırmıĢ. Ama bir gün bir çift dıĢarı çıkmamıĢ ve bir daha bulunamamıĢlar, ondan sonra da giriĢ yasaklanmıĢ. Sonuç olarak Donukkaya çok ilginç bir yer, Ġngilizler kadar akıllı olsaydık herhalde Donukkaya turistlerle dolup taĢardı değil mi? Meryem Ana ve ġirince Ege doğanın özel armağanlarıyla süslüdür. Tüm çabalarımızla doğayı öldürmeye çalıĢmamıza rağmen güzellikler yaĢamaya devam ediyorlar. Eski bir Rum köyü olan eski adıyla Kirkince sonra Çirkince, Ģimdi de ġirince Köyü Selçuk ilçesinin hemen ardında ya da Selçuk ġirince´nin bulunduğu dağın eteklerinde. Köy ve yöre bir doğa harikası, 9 km´lik bir tırmanmadan sonra köye ulaĢılıyor. ġimdilerde turizmin yoğun ilgisi var, otobüsler peĢpeĢe gidip geliyorlar. Tehlike baĢlamıĢ bile, Ģimdiden kuraldıĢı yapılanma giriĢimleri görülebiliyor. Otantik mutfağı, pansiyonları, muhteĢem çam ormanları ve nefes alıp veren bir canlı olduğunuzu hatırlatan atmosferiyle ġirince gerçekten doyumsuz bir yer. ġirince, Ege insanlarının Türk-Rum tarihinde çok önemli bir yere sahip, ama asıl ilginç yanı Meryem Ana ile ilgili olması. ġirince inançlarına göre yüzyıllar öncesinde, ġirince köylüleri her yılın 15 Ağustos´unda uzun tören konvoyları oluĢturur ve Efes´in yanındaki Bülbül Dağı´na doğru ilahiler ve dualar okuyarak yürürler ve kutlamalar yaparlarmıĢ. Törenin gerçek amacı bilinmiyor, sadece Meryem Ana adına yapılıyormuĢ. Bu olay, Meryem Ana´nın Efes´de yaĢadığı ve öldüğü tezine destek veriyor yani Kutsal Anne´nin yörede yaĢadığının kanıtlarından birisi olarak kabul ediliyor. ġirince´de iki antik manastır var, birisi restore edilmiĢ diğeri ediliyor. BaĢka bir söylencede ise Meryem Ana´nın aslında bu yörede yani ġirince´nin çok yakınında yaĢadığı anlatılıyor. ġöyle veya böyle ġirince´ye gidin, özgün mutfağını tadın, geceleyin ve ihtiĢamlı çam ormanlarında yürüyüĢ yaparak bin yıllar öncesini düĢleyin. Belki de Meryem Ana ve Aziz John´un yürüdüğü yerde yürüyor olabilirsiniz... Hacer Çiğdem Çelik MüfettiĢ Sayfa 9 MD – Kültür Sanat Bülteni ÇANAKKALE ġEHĠTLERĠNE ġu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eĢi? En kesîf orduların yükleniyor dördü beĢi, -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya- Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler, BeĢerin azmini tevkîf edemez sun'-i beĢer; Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi; "O benim sun'-i bedî'im, onu çiğnetme" dedi. Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiĢ gerçek: ĠĢte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek. Kaç donanmayla sarılmıĢ ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaĢĢüd ki ufuklar kapalı! Nerde -gösterdiği vahĢetle- "bu: bir Avrupalı!" Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiĢ, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beĢer, Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahĢer mahĢer. Yedi iklîmi cihânın duruyor karĢına da, Ostralya'yla berâber bakıyorsun: Kanada! Çehreler baĢka, lisanlar, deriler rengârenk; Sâde bir hâdise var ortada: VahĢetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl, Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl, Kustu Mehmedciğin aylarca durup karĢısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb, Öyle müdhiĢ ki: Eder her biri bir mülkü harâb. Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; Bomba ĢimĢekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müdhiĢ tipidir: Savrulur enkaaz-ı beĢer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, BoĢanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüĢ de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuĢ da açık sînelere, Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat îman? Hangi kuvvet onu, hâĢâ, edecek kahrına râm? Çünkü te'sis-i Ġlâhî o metîn istihkâm. ġühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taĢlar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez baĢlar, YaralanmıĢ tertemiz alnından, uzanmıĢ yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneĢler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düĢmüĢ asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i... Bedr'in arslanları ancak, bu kadar Ģanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? "Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyyetler eder istîâb. "Bu, taĢındır" diyerek Kâ'be'yi diksem baĢına; Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taĢına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvîzenin altında, bürünmüĢ kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem; Tüllenen mağribi, akĢamları sarsam yarana... Yine bir Ģey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini, ġarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn'i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, Ġslâm'ı kuĢatmıĢ, boğuyorken hüsran, O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, a'sâra gömülsen taĢacaksın...Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... Ey Ģehîd oğlu Ģehîd, isteme benden makber, Sana âgûĢunu açmıĢ duruyor Peygamber. Mehmet Akif ERSOY Mehmet Akif‟in kahraman Ģehitlerimizin destanını duru bir samimiyet ve en yakın gerçekliğiyle hayalimizde tablolaĢtırıp destanlaĢtırdığı meĢhur Ģiirini -ki bir Ģaheserdir- paylaĢmayı uygun gördüm. YabancılaĢtı(rıldı)ğımız kelimeler için azıcık lügat karıĢtırmak yeterli olacaktır kanısındayım. Lafzın ötesinde Ģiirin canlı, hayatlı, ruhlu ve ayrılmaz bir bütün halindeki manasına odaklanmak yerinde olacaktır. Hakan Levent MüfettiĢ Sayfa 10 MD – Kültür Sanat Bülteni HĠÇLĠĞĠN ĠÇĠNDEKĠ HER ġEY… Aslında düz ve boĢ bir kamıĢtan ibarettir ney. Ġçinde hiçbir Ģey yoktur. Bu yüzden hiçliğin içindeki her Ģeydir o. Üst kısmından verilen nefes boğumlarından geçerek alt kısmından çıkar. Ama artık çok farklılaĢmıĢtır. Neyin sesi, kamıĢların üzerinden geçerken kuĢları uyandırmaya korkan tatlı bir meltemin kanat çırpınıĢları gibidir. ĠĢte böylesine derin bir mana taĢır neyin yüreğinden çıkan nameler. Neyin bir yüreği vardır. Neyzenin, neyin baĢ paresini dudaklarına götürüp onun ruhuna kendi ruhundan bir nefes üflediğinde bu yürek atmaya baĢlar ancak. Der ki neyzenler; ney tek baĢına basit bir kamıĢtır. Ancak bir neyzen onun içine üflediği zaman can alır. Sümer toplumunda M.Ö. 5000 yıllarından itibaren kullanıldığı sanılır. Günümüzde ise Türk sazı olarak anılmaktadır. Türklerin gerek Ġslamiyetten önceki dinleri olan ġamanizim, Animizm ve Totemizmde ve gerekse de Ġslamiyette musiki her zaman yer almıĢtır. Ney ise özellikle Mevlevilikle bütünleĢmiĢtir. Ney çalınmaz, üflenir! Çünkü Ġslam‟da Allah insanı yaratırken ruhu da üflemiĢtir. Hz. Mevlana “Mesnevi” eserine Ģu sözlerle baĢlamıĢtır: Dinle neyden, zira o bir Ģeyler anlatmada Ayrılıklardan Ģikayet etmededir. Ney der ki: Beni kamıĢlıktan kopardıklarından beri Ġniltim kadın-erkek herkesi ağlattı Ayrılık bağrımı delik deĢik eylesin Ta ki aĢk derdini anlatabileyim. Hz. Mevlana‟ya göre musiki Allah‟ın lisanıdır. Yüce yaratıcı Bezm-i Elest‟te ruhlara musiki ile seslenmiĢtir. Bu sebepten hangi milletten, hangi dilden olurlarsa olsunlar, insanlar musiki ile aynı duyguları paylaĢabilirler. Hiçbir sanat insan ruhuna musiki kadar doğrudan doğruya ve içinden kavrayacak Ģekilde nüfuz edemez. Musiki, son derece değerli bir manevi temizlenme, ferahlama ve yücelme vasıtasıdır. Ruhu kir ve paslardan temizlediği gibi, ona batmıĢ olan dikenleri de ayıklayarak tedavi eder. Gerçek musiki insana “sonsuz varlık”ı hissettirir, sezdirir. Bu sezgiyle onu O‟na yaklaĢtırır ve nihayet ulaĢtırır. Bunda en etkili ses ise ney sadasıdır. Hz. Mevlana‟nın felsefesinde ney, insan-ı kamilin, yani belirli aĢamalardan geçerek olgunlaĢmıĢ insanın sembolüdür. Benzi sararmıĢ, içi boĢalmıĢ, bağrı dağlanarak delik-deĢik edilmiĢ, geldiği yerin özlemiyle yanıp tutuĢan, sinesinden çıkan feryat ve iniltileri ile tüm insanlığa sırlar fısıldayan bu dost, yaratılıĢın temeli olan aĢktan bahseder. Ney, bu nedenle Mevlevîlerce kutsal sayılarak “nay-ı Ģerif” diye anılmıĢtır. Bu düĢünceden hareketle, ney ile sembolize edilen insan-ı kamilin vücudunda Hak‟tan gayrı ne varsa her Ģey yok edildiğinden, O‟ndan ortaya çıkacak fiillerin, ancak Hak‟ın manevi etkisiyle gerçekleĢebileceği söylenebilir. Gökay Yaman MüfettiĢ Yrd. Sayfa 11 MD – Kültür Sanat Bülteni DERNEK FAALĠYETLERĠ Derneğimiz internet sitesi yeni tasarımı ile çok kısa bir süre içerisinde yeniden sizlerle birlikte olacak. Her türlü ihtiyaca cevap verecek inceliklerin düĢünüldüğü sitenin, yeni tasarımı ve içeriği ile dernek faaliyetlerine ivme kazandıracağı öngörülmektedir. Ayrıca, yeni sitemiz, Üyelerimizin aktif iletiĢim kurmasına katkı sağlayacak ve etkinliklerimizin yakın Ģekilde takibine imkan kılacak yeni argümanları da kapsayacaktır. Site ile ilgili açılıĢ duyurusu dernek yönetimince üyelerimize bildirilecektir. Yeni Sitemiz Çok Yakında Hizmetinizde!! www.zbmd.org Sayfa 12 MD – Kültür Sanat Bülteni KÜNYE Kültür ve Sanat Bülteni Ekibi Dernek Yönetim Kurulu Proje Sorumlusu ġemsettin DEMĠRDAĞ Kamil ÖNDER (BaĢkan) YaĢar YOLCU Tasarım&Yayına Hazırlama Vehbi Bahadır YALÇIN ġemsettin DEMĠRDAĞ Furkan ÇALIġKAN Melih TARHAN Sezgin KARBUZ Mustafa Can AĞANER Proje Ekibi Melik YAVUZ Denetim Kurulu Mustafa Can AĞANER Fatma GülĢah KAHRAMAN Hacer Çiğdem ÇELĠK Murat AYDEMĠR Hakan LEVENT Ferhat ERDOĞAN Özge GÜMÜġ ġemsettin DEMĠRDAĞ Onur Kurulu Muhammet Kutluhan KAZANCI Atilla MERMER Nuh Agah TAHMĠSCĠOĞLU Mehmet ERTÜRKMEN Gökay YAMAN Ali KIRBAġ Furkan ÇALIġKAN ! Bültenin sonraki aylarda yayınlanacak sayılarının hazırlanması aşamasında görev almak isteyen üyelerimizin talepleri, Derneğimiz Yönetimince değerlendirilecektir. T.C Ziraat Bankası MüfettiĢleri Derneği, Kültür ve Sanat Bülteni ġubat 2012 Adres: Yüksel Cad. No:11/10 Kızılay/ANKARA E-Posta: [email protected] Sayfa 13