Cengiz Kılıç – Türkiye kararı

Transkript

Cengiz Kılıç – Türkiye kararı
İKİNCİ DAİRE
CENGİZ KILIÇ c. TÜRKİYE DAVASI
(Başvuru no 16192/06)
KARAR
STRASBOURG
6 Aralık 2011
İşbu karar Sözleşmenin 44§2 maddesindeki şartların gerçekleşmesi durumunda kesinlik
kazanacak olup şekli bazı düzeltmelere tabi tutulabilir.
Çeviren: Av. Banu Anıl Antonetti
Cengiz Kılıç/Türkiye davasında,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (İkinci Daire),
Françoise Tulkens, başkan,
Danutė Jočienė,
Dragoljub Popović,
Isabelle Berro-Lefèvre,
András Sajó,
Işıl Karakaş,
Guido Raimondi, hakimler,
ve Stanley Naismith, daire yazı işleri müdürü,’nden müteşekkil bir daire 15 Kasım 2011
tarihinde kapalı oturumda toplandı,
Yukarıda belirtilen tarihte aşağıdaki karar verildi:
USUL
1. Dava, bir Türk vatandaşı olan Cengiz Kılıç (‘’başvuran’’) tarafından 3 Nisan 2006
tarihinde Türkiye Cumhuriyeti aleyhinde İnsan Hakları ve Temel Hürriyetlerin Korunmasına
Dair Sözleşmenin ‘’Sözleşme’’ 34. maddesine dayanılarak Avrupa İnsan Hakları
Mahkeme’sine yapılmış olan bir başvurudan kaynaklanmaktadır.
2. Başvurucu, kendisi adli yardım almış olup İstanbul Barosu avukatlarından S. Öztürk
tarafından temsil edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ‘’Hükümet’’ ise kendi vekili
tarafından temsil edilmiştir.
3. 14 Ekim 2009’da, ikinci dairenin başkanı başvuru dilekçesini Hükümet’e iletme kararı
almıştır. Sözleşme’nin 29 § 1 maddesinin öngördüğü üzere, dairenin dilekçenin kabul
edilebilirliği ve davanın esası hakkında birlikte hüküm vermesine karar verilmiştir.
OLAYLAR
I. DAVANIN KOŞULLARI
4. Başvuran 1970 doğumludur ve Denizli’de ikamet etmektedir.
5. 1996 tarihinde evlenmiştir ve 18 Mayıs 2001 doğum tarihli bir çocuk babasıdır.
1. Boşanma Davasının ilk süreci :
6. 23 Kasım 2001 tarihinde başvuran, ortak hayatı çekilmez kılacak derecede şiddetli
geçimsizlik nedeniyle Şişli Asliye Mahkemesi’nde boşanma davası açmış, bu davada çocuğun
velâyetinin de kendisine bırakılmasını ayrıca talep etmiştir.
7. 31 Aralık 2001’de eşi boşanma talebini reddettmiştir. Kendisine uygulanan şiddet
nedeniyle ayrı bir dava açmıştır.
8. 12 Nisan 2002’de, Asliye Hukuk Mahkemesi boşanma talebini mahkemenin yer
yönünden yetkisizliği gerekçesiyle reddettmiştir.
9. Dava Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderilmiş ve ilk duruşma 1 Temmuz
2002’de görülmüştür.
10. Bir sonraki duruşma, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarının tespit edilmesi
gerektiği gerekçe gösterilerek 13 Mart 2003 tarihine ertelenmiştir.
11. Söz konusu son tarihteki duruşmada, başvuranın mahkemeye sunduğu iki tanık
dinlenmiştir. Bununla beraber, mahkeme eş tarafından açılmış olan ceza davası (yukarıda 7.
paragraf) dosyasının kendisine tevdii edilmesini talep etmiştir. Bahsedilen ceza davası
dosyasının tevdii ve tarafların sosyo-ekonomik durumu ile ilgili bilgilerin beklenmesi
nedeniyle duruşma 12 Haziran 2003 tarihine ertelenmiştir.
12. 12 Nisan 2003 tarihinde, başvuranın eşi, 22 aydır eşinden ayrı yaşadığını ileri sürerek
kendisi ve oğlu için bakım nafakası talep etmiştir.
13. 16 Haziran 2003 tarihinde, başvuranın eşinin mahkemeye sunmuş olduğu iki tanığın
dinlenmesinin ve tarafların sosyo-ekonomik durumlarını gösteren dosyaların incelenmesinin
akabininde Asliye Hukuk Mahkemesi bu nafaka talebini kabul etmiş ve geriye etkili olarak 23
Kasım 2001’den başlamak üzere, eş ve çocuk lehine her ikisi için de ayrı ayrı olmak üzere,
ayda 50 milyon TL bakım nafakası ödenmesini hükme bağlamıştır. Asliye Hukuk Mahkemesi
ceza dosyasının hala mahkemeye ulaşmadığını ara kararında belirterek ceza mahkemesine
dosyanın bir kopyasını talep eden bir müzekkere yazmıştır. Sonraki duruşma 6 Kasım 2003
tarihine ertelenmiştir.
14. 18 Temmuz 2003 tarihinde aile mahkemelerinin kurulması sebebiyle dava, Bakırköy
Aile Mahkemesi’ne gönderilmiştir.
15. Bu mahkemede ilk duruşma 13 Ağustos 2003 tarihinde gerçekleşmiştir.
16. 6 Kasım 2003 tarihinde görülen bir sonraki duruşmada mahkeme, Bakırköy
Cumhuriyet Savcılığı’ndan başvuranın sosyo-ekonomik durumu hakkında bilgi edinme
talebinde bulunmuş ve sonraki duruşmayı 27 Şubat 2004 tarihine ertelemiştir.
17. Bu son tarihte, başvuranın sosyo-ekonomik durumu ile ilgili bilgilerin mahkemeye
ulaşamamış olması sebebiyle, eşin bakım nafakasının miktarının yükseltilmesine yönelik
talebiyle ilgili olan mahkeme kararı ertelenmiştir.
18. 5 Mart 2004 tarihli bir müzekkere ile Savcılık, Aile Mahkemesi’ni, istenen ceza
dosyasının Yargıtay’da olduğu yönünde bilgilendirmiştir.
19. 29 Mart 2004 tarihinde başvuran, kendisinin sosyo-ekonomik durumu hakkında hiçbir
inceleme yapılmadığına dayanarak 16 Haziran 2003’te verilen karara itiraz etmiştir.
Kendisinin işsiz olduğunu ve ailesine bakmakla yükümlü olduğunu belirtmiştir.
20. 11 Mayıs 2004’te başvuranın avukatı, mesleki mazeretler ileri sürerek 13 Mayıs
2004’teki duruşmanın ertelenmesini talep etmiştir.
21. Buna rağmen 13 Mayıs 2004 tarihinde başvuranın mevcut bulunduğu bir duruşma
yapılmıştır. Aile Mahkemesi Hakimi ceza dosyasının hala Yargıtay’dan dönmediğini dikkate
alarak duruşmayı 15 Temmuz 2004’e ertelemiştir.
22. Bu son tarihte, Savcılık’ın 5 Mart 2004’te yazdığı müzekkere (yukarıda paragraf
18’de belirtilen) Aile Mahkemesi’nin dosyasına dönmüştür.
23. 5 Kasım 2004, 3 Şubat, 5 Nisan ve 16 Haziran 2005 tarihlerindeki duruşmalar ceza
dosyasının ve yukarıda belirtilen diğer dosyaların beklenmesiyle geçmiştir. Bir sonraki
duruşma adli tatil nedeniyle 6 Ekim 2005’e ertelenmiştir.
24. 9 Ağustos 2005’te başvuran mahkemeye, çocuğun kimde kalacağı ve velayeti ile
alakalı olarak acilen karar vermesi gerektiği konusunda, annesinin çocuğun sağlığı ile ilgili
sorumsuz davrandığına dayanarak talepte bulunmuştur.
25. Başvuran, 6 Ekim 2005’teki duruşmada, mahkemeye, çocuğunun hasta olmasına
rağmen ve tüm hastane masraflarını kendisinin ödemesine karşın, eşinin oğlunu görmesini
engellediğini beyan etmiştir.
26. 21 Kasım 2005’te başvuran, yeniden bakım nafakası ödemesini zorunlu kılan ara
karardan dönülmesini talep etmiş ve oğlunun sağlığı için endişelendiğini belirtmiştir.
Çocuğun velayetinin kendisine verilmesini hususundaki talebini yenilemiş ve çocuğuyla
kişisel ilişkisinin güvenceye alınmasını istemiştir.
27. 22 Kasım 2005 tarihinde mahkeme başvuranın bu talebini olumlu bulmuş ve her ayın
ilk cumartesi günü saat 10:00 ile 17:00 arasında çocuğunu ziyaret etmesine izin vermiştir.
28. 13 Aralık 2005 tarihinde verilen ve 1 Haziran 2006 tarihinde kendisine tebliğ edilen bir
kararla mahkeme boşanma talebini, başvuran hakkındaki ceza davasında eşine uyguladığı
şiddeti belgeleyen raporları göz önünde bulundurarak reddetmiştir. Mahkeme başvuranın
tamamen kusurlu olduğuna ve ayrıca eşine hiçbir kusur yüklenemeyeceğine hükmetmiştir.
Mahkeme, bu kararında, kişinin kendi ahlaksız davranışına dayanarak kendisine çıkar
sağlayamayacağını ve eşinin de evlilik birliğini bozmak istememesini gerekçe göstermiştir.
Başvuran; Bakırköy Ceza Mahkemesi’nin 16 Kasım 2009’da verdiği bir kararın metninden
anlaşıldığı üzere, 13 Aralık 2005 tarihindeki yargılamanın dayandırıldığı kararın o tarihte
henüz kesinleşmediğini, kararın temyize gönderilmiş bulunduğunu ve dosyanın zamanaşımı
nedeniyle sona erdiğini Mahkeme önünde doğrulamıştır. (69. paragraf)
29. Başvuran, vakit kaybı olacağı düşüncesiyle temyiz yoluna başvurmamıştır.
30. 22 şubat 2006 tarihinde başvuranın eşi, Şişli Aile Mahkemesi’ne, ayrı yaşadıklarını
ileri sürerek yeniden aylık 600 TL miktarında bir bakım nafakası talebinde bulunmuştur.
2. Boşanma Davasının ikinci süreci:
31. 15 Haziran 2006 tarihinde başvuran, 5 yıldan fazla süredir ayrı yaşadıklarını ileri
sürerek Şişli Aile Mahkemesine ikinci kere yine boşanma talebiyle davası açmıştır. Bu
davada, çocuğu ziyaret hakkı talebinin yanı sıra çocuğun velayetinin kendisine verilmesini ve
eşi tarafından talep edilmiş olan bakım nafakasının reddini de ayrıca talep etmiştir.
32. 6 Temmuz 2006 tarihinde başvuranın eşi, mahkemeye sunduğu dilekçesinde
boşanmanın reddine ve çocuğun velayetinin kendisinde kalmasına yönelik taleplerde
bulunmuştur.
33. 21 Eylül 2006 tarihinde Mahkeme, başvuranın bakım nafakası miktarını aylık 175 TL
olarak belirlemiş ve babanın çocuğu her ayın son haftasonu, cumartesi saat 10:00’dan pazar
15:00’e kadar görmesine imkan verecek ziyaret hakkı tesis etmiştir.
34. 28 Eylül 2006 tarihinde başvuran, beş yıldan uzun süredir ayrı yaşadıkları gerekçesine
dayanarak davanın titizlikle incelenmesi gerektiğini öne sürerek söz konusu karara itirazda
bulunmuştur.
35. 1 Mart 2007 tarihinde, işsiz olduğu gerekçesiyle söz konusu bakım nafakasını
ödemeye imkanı bulunmadığını ve karısının, çocuğunu ziyaret ve görme hakkını engellediğini
mahkemeye beyan etmiştir. Mahkemeden bu engelleri kaldırmasını, kendisine tahsis edilmiş
olan çocuğunu görme ve onunla ilişki kurma hakkının genişletilmesini talep etmiştir.
36. 11 Mayıs 2007 tarihindeki duruşmada başvuran, hakimin duruşmayı yönetim şekline
şiddetle tepki göstermiş ve ‘’çocuğun başına bir şey gelirse hakimi sorumlu tutacağı” yönünde
tehditler savurmuştur. Hakim davadan el çekme talebinde bulunmuştur. Bu tutumu nedeniyle
beşvuran hakkında cezai kovuşturma başlatılmıştır. 2 Temmuz 2007 tarihli bir ara kararla
hakimin bu talebi reddedilmiştir.
37. Bu arada, 2 Haziran 2007 tarihinde başvuran, mahkemeye çocuğunu görme ve onunla
iletişim kurma hakkının yeniden engellendiği ve çocuğunun da kendisiyle gelmeyi
reddettiğini belirten bir dilekçe sunmuştur. Mahkemeden, bir çocuk psikoloğunun da
bulunacağı bir görüşme organize edilmesini istemiş, bu tür bir görüşmenin daha sonra
temmuz ayındaki yaz tatili boyunca çocuğunu görme hakkını kullanabilmesi açısından çok
önemli olduğunu belirtmiştir. Böyle bir görüşmenin olmaması durumunda çocuğuyla
arasındaki bağların zayflayacağını da eklemiştir. Son olarak, velayetin kendisine tahsis
edilmesi talebini tekrarlamıştır.
38. 18 Temmuz 2007 tarihinde başvuran, eşinin, çocuğu ziyaret hakkını engellediğini ve
çocuğuyla telefon görüşmesini yapmasına izin vermediğini ileri sürerek mahkemeden yeniden
bir müdahale talebinde bulunmuştur. Çocuğun velayetinin kendisine verilmesi ve ödemesi
kararlaştırılmış olan bakım nafakasının kaldırılması taleplerini ise yinelemiştir.
39. 30 Temmuz 2007 tarihinde, başvuran yukarıda belirtilen taleplerini yineleyerek,
mahkemeden, kendisine tahsis edilmiş hakların uygulanabilmesi için icra yoluna
başvurabileceği bir karar verilmesini talep etmiştir. Aynı gün, başvuranın her ayın son
haftasonu, cumartesi saat 10:00’dan Pazar saat 15:00’e kadar çocuğu ziyaret hakkı tesisine
karar verilmiştir.
40. 29 Eylül 2007 tarihinde, başvuran tekrar mahkemeye başvurarak çocuğu görmesinin
engellendiğini ve bu durumun neredeyse bir yıldır devam ettiğini yinelemiştir.
41. 19 Kasım 2007 tarihinde, mahkeme çocuğu görme ve ziyaret hakkını her ayın en son
haftasındaki Cuma akşamı saat 18:00’den Pazar akşamı saat 18:00’e kadar ve dini
bayramların 1. gününden 3. günü akşamı saat 18:00’e kadar olmak üzere değiştirmiştir.
42. 2 Ocak 2008 tarihinde çocuğu görme hakkına yönelik olarak birçok karar verilmiş
olmasına rağmen yaklaşık olarak bir buçuk senedir çocuğunu göremediğini belirtmiştir.
Bununla beraber, kamu kurumlarının konu ile ilgili yavaşlığından şikayet ederek, hakkını
kullanabilmesi için tekrardan geçici tedbir alınmasını talep etmiştir.
43. 15 Şubat 2008 tarihinde, başvuran, eşinin psikolojik tedavi gördüğünü ve 2 yıldır
oğlunu göremediğini belirtmiştir. Mahkemeden ziyaret hakkının yerine getirilebilmesi için
gerekli işlemlerin yapmılmasını talep etmiştir.
44. 13 Mart 2008 tarihinde, başvuranın eşi boşanmanın reddi, gördüğü zararlardan dolayı
başvuranın maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi, çocuğun velayetinin kendisine
verilmesi, çocuğuna bakım nafakası ve kendisine de geçim zorluğundan dolayı nafaka
ödenmesi taleplerini içeren bir dilekçeyi mahkemeye vermiştir.
45. Başvuran 24 Nisan 2008 tarihinde, başvuran çocuğunu ziyaret hakkının kullanılmasının
engellendiğini yinelemiş ve gerek Cumhuriyet Savcısı, gerekse İcra Hakimi tarafından
kendisine yönelik devam eden hukuki prosedürlerin sonuçsuz kaldığını belirtmiştir. Velayetin
kendisine verilmesini tekrar talep etmiştir.
46. 20 ve 27 mayıs 2008 tarihlerinde başvuran, velayetin kendisine verilmesini talebini
tekrarlamış ve bunun gerçekleşmemesi halinde yaz ve kış tatillerinde de ek olarak çocuğunu
görme hakkı talep etmiştir.
47. Başvuran, mahkemeye, eşinin, çocuğunu görmesini engellediğini ve çocuğun da
annesinin etkisinde kalarak kendisine onur kırıcı davranışlarda bulunduğunu belgeleyen
telefon konuşma kayıtlarını yazılı halde sunmuştur.
48. 29 Mayıs 2008’de mahkeme başvurana 1 Temmuz saat 10:00’dan 31 Temmuz saat
18:00’e kadar ek ziyaret hakkı tanımıştır.
49. 27 Haziran 2008 Cuma günü, başvuran ziyaret hakkını kullanmak istemiştir. Bir polis,
bir psikolog ve bir icra memuru eşliğinde çocuğunu kapının önünde yarım saat görebilmiş
fakat çocuk kendisiyle gelmeyi reddetmiştir. Başvurana eşlik edenler, çocuğuyla ilişki kurma
girişimlerine devam etmesini tavsiye ettiğinden çocuğu tekrar görebilmek için ertesi gün
çocuğunu tekrar görebilmek amacıyla eşinin evine gitmiştir. Eşinin ailesi tarafından saldırıya
uğradığını belirterek bu konuda şikayette bulunmuştur.
50. 30 Haziran 2008 tarihinde başvuran, ihtiyati tedbir
alınması için tekrardan
mahkemeye başvurmuştur. 27 ve 28 Haziran tarihlerinde vuku bulmuş olayları anlatmıştır.
Eşinin yaşadığı psikolojik problemleri öne sürerek, çocuğun velayetinin kendisine
verilmesinin gerekliliğini savunmuştur.
51. Aynı gün başvuranın eşi, babanın kendisine saldırdığını ve çocuğunu kaçırmaya
kalkıştığını öne sürerek babanın ziyaret hakkının ortadan kaldırılmasını talep eden bir
dilekçeyi mahkemeye sunmuştur.
52. 4 Temmuz 2008 tarihinde başvuranın ihtiyati tedbir alınmasına yönelik talebi,
boşanma davasından daha sonraki bir tarihte ileri sürüldüğü ve bunun sonucu olarak farklı bir
dava konusunu oluşturduğu gerekçesiyle reddedilmiştir.
53. 18 Eylül 2008 tarihinde mahkeme, velayetin geçici olarak kimde kalması gerektiğinin
tespiti için bir aile ve çocuk psikolojisi uzmanını bilirkişi olarak tayin etmiştir.
54. Başvuran, 28 Kasım 2008 tarihinde, kendisinin çocuğun ziyaret hakkını yerine
getirebilmek amacıyla mahkemeden ihtiyati tedbir alınmasını talep etmiştir.
55. 17 Aralık 2008 tarihinde, iki farklı psikolog tarafından verilmiş iki farklı rapor
mahkemeye sunulmuştur. Birinci rapor uyarınca:
« (...) Sonuç: Taraflarla yapılan görüşmeler ve test sonuçlarına da dayanarak her iki tarafta da
velayet tahsisine engel olacak nitelikte her hangi bir psikolojik rahatsızlığa rastalnmamıştır.
Tarafların ayrılmalarından sonra karşı karşıya kalınan durum ve şiddet olayları ile tarafların
birbirlerine karşı olan negatif tutumları çocuğun duygularını olumsuz bir yönde etkilemiştir.
(...) Ebeveynlerin birbirlerine karşı olan güvenlerini yitirmiş olmaları çocuğun anne ve
babasına karşı olan bakış açısını olumsuz yönde etkilemiş olup, bu durum çocuğun beraber
yaşadığı ebeveyn ile yakınlaşıp diğer ebeveynden uzaklaşmasına neden olmulştur. Çocuk
beraber yaşadığı ve sürekli olarak çevresinde bulunan anneye yakınlaşırken uzun süredir
görmemiş olduğu babasına karşı derin bir uzaklaşma duygusu içerisine girmiştir. (…)
Çocuğun şimdiki yaşadığı ortamın etkisi altında kaldığı ve bizzat şahit olduğu ve anne ve
babası arasında vuku bulmuş olaylardan etkilendiği görülmektedir. Bu sebeptendir ki çocuk
babasını görmeyi reddetmektedir. Bu durumun çocuğun babadan daha da uzaklaşmasına
sebep olacağını düşünmekteyim ki bu da çocuğun zihinsel gelişimini olumsuz etkileyecektir.
(…)
Uzun süredir annesiyle beraber yaşayan E.C’nin okul, oda, ev arasında gidip gelen günlük
rutininin değişmesinin bir yarar sağlamayacağını göz önünde tutmaktayım. Bu sebepten
dolayı, velayet hakkının annede kalması gerektiği konusunda hem fikirim (...) ve mahkeme
baba ve çocuk arasındaki kişisel ilişkiyi düzenlemelidir(...)»
İkinci rapor uyarınca :
« Tespitler ve tavsiyeler : (...) yapılan testler uyarınca E.C.anneye babadan daha bağlı olduğu
tespit edilmiş olsa da çocuğun babadan uzaklaşmış olduğu da aynen tespit edilmiştir (...)
E.C. ile yapılan görüşmeler esnasında çocuğun önünde Cengiz Kılıç hakkındaki eleştirilerini
açıkça ifade eden S. Kılıç’tan olumsuz yönde etkilendiği tespit edilmiştir. E.C. annesinin
anlattığına göre babasının kendisine vurduğunu beyan etmiş fakat bu olayı
hatırlayamamıştır.(...) Ebeveynlerden birinin diğeri hakkında nefret içerikli ya da aşırı
eleştirel yöndeki görüşlerini açıklamaları negatif bir davranış olup çocuklar üzerinde
sarsıntıya neden olabilmektedir. Eğer çocuk beraber yaşadığı ebeveynden direk ya da dolaylı
yollardan bir ebeveyni sevmenin diğer ebeveyni sevmememk demek olduğu mesajını alırlarsa
kendi bakış açılarını yitirecekler ve muhakeme yapma konusunda kendilerine olan güvenlerini
kaybedeceklerdir.
Aynı zamanda, bir ebeveyni severse diğer ebeveyn tarafından
sevilmeyeceğinden korkmaya başlayacaktır. (...) Zaten bir ebeveyni kaybetmiş olduğu
düşüncesi ile hareket edip diğer ebeveyni de kaybetmemek için uğraşacaktır. Annenin
davranişları yüzünden E.C. babasını görmek istemediğini beyan etmiştir.(...)
(...)E.C. doğumundan beri annesiyle yaşamaktadır. Alışmış olduğu hayatı değiştirmek onun
üzerinde olumsuz bir etki yaratacaktır. Bu sebeptendir ki E.C. nin annesiyle beraber yaşamaya
devam etmesi ve babasını da belirli aralıklarla görmeye devam etmesi uygun olacaktır.
E.C.’nin her iki ebeveyni ve onların ailelerini tanımaya ihtiyacı vardır. Babanın çocuğu ile
olan ilişkilerine uygulanacak düzen mahkeme tarafından belirlenmiş olmasına rağmen baba
çocuğu ile olan ilişkisini sürdürememektedir. (...) Baba çocuğunu görmek ve yanına almak
için icra yollarına başvurmuş olmasına rağmen bu yollara dayanarak çocuğu ile bir ilişki
oluşturamamış ve çocuk kendisiyle gelmek istememiştir. E.C. ile olan görüşmeler esnasında
görülmüştür ki çocuk annesinin etkisinde kaldığından babası ile gitmek istememiştir. (...)
Cengiz Kılıç ile yapılan görüşmeler sonucunda babanın çocuğu bir psikolog eşliğinde
görmesini gerektirecek hiçbir psikolojik bozukluğa rastlanmamıştır (...) Anne babanın çocuğu
bir psikolog eşliğinde ve icra yollarına başvurarak görmesi talebini baba ve çocuk arasındaki
ilişkiye bir engel koymak amacıyla yapmaktadır.(...) Bu durmun çocuk üzerinde negatif bir
etkisi vardır. (...)
Sonuç : E.C. nin doğumundan beri annesiyle yaşadığını göz önünde bulundurarak, alışmış
olduğu hayat tarzını değiştirmenin çocuk üzerinde negatif bir etkisi olacaktır ki çocuğun
velayeti anneye verilmelidir. S. Kılıç’ın E.C.’nin önünde Cengiz Kılıç hakkında çocuğun
babayla olan ilişkisini zedeleyecek nitelikte düşmanlık içeren sözler sarf ettiği ve eleştirilerde
bulunduğu tespit edilmiştir. (...) Eğer anne E.C. nin babasını görmesini engelleyecek
nitelikteki bu tutumuna devam ederse, velayet hakkının suistimali ortaya çıkacaktır
görüşündeyim. Bu durumda velayet hakkının anneye verilmesi hususunu yeniden gözden
geçirmek gerekir. Öte yandan, baba ve E.C. arasındaki ilişki her ayın son haftasonu ve yaz
tatili esnasında bir ay boyunca görüşmeleri şeklinde düzenlenmelidir.»
56. Başvuran 23 Aralık 2008 tarihinde, eşinin kendisine oğlu ile görüşme olanaklarına
engel olduğunu ileri sürerek yukarıdaki rapor sonuçlarına itirazetmiş ve karısının psikolojik
durumu ile ilgili tıbbi değerlendirme
yapılması talebinde bulunmuştur.
57. 19 Mart 2009 tarihinde, mahkeme boşanmaya ve çocuğun velayetinin anneye
verilmesine hükmetmiştir. Babaya oğlunu ziyaret ve görme hakkı tesis etmiştir. Eğer, anne ve
baba aynı şehirde ikamet ediyorsa, babanın ziyaret hakkı; her ayın ilk ve üçüncü cuması saat
18:00’den pazar akşamı 18:00’e kadar, dini bayramların ikinci günü 10:00’dan üçüncü günü
18:00’e kadar, yarıyıl tatilinin ilk haftasındaki pazartesi günü saat 10:00’dan ikinci
haftasındaki pazartesi günü saat 10:00’a kadar, yaz tatilinde 1 Temmuz saat 10:00’dan 31
Temmuz saat 18:00’a kadar olmak üzere düzenlenmiştir. Aynı şehirde ikamet edilmemesi
durumunda; her ayın son Cuma günü saat 18:00’den Pazar 18:00’e kadar, dini bayramların
ilk günü saat 18:00’den üçüncü günü 18:00’e kadar, yarıyıl tatilinin ilk haftasındaki pazartesi
günü saat 10:00’dan ikinci haftanın başına kadar, yaz tatilinde 1 Temmuz saat 10:00’dan 31
Temmuz saat 18:00’e kadar görüş izni vardır. Buna ek olarak mahkeme, çocuk için bakım
nafakasına, boşanmış olduğu eş için de boşandıktan sonra gelir kaybından dolayı geçim
nafakasına hükmetmiştir.
58. Ortalama üçer ay aralıklarla olmak üzere toplamda 15 duruşma yapılmıştır. Bunların
çoğu kişilerin sosyo-ekonomik durumlarının araştırılmasıyla, ceza dosyasının ve bakım
nafakasıyla alakalı belgelerin beklenmesiyle ve her iki tarafın şahitlerinin dinlenmesiyle
geçmiştir.
59. Başvuran 20 Mayıs 2009 tarihinde, dosyayı temyiz için Yargıtay’a göndermiş ve
boşanma kararı haricinde, birinci derece mahkemesinin verdiği bütün kararlara itiraz etmiştir.
60. 2 Kasım 2010’da Yargıtay’ın verdiği kararla boşanma kararı kesinleşmiştir.
3. Ceza prosedürleri :
a) Başvuran aleyhinde aile içi şiddete dayalı şikayet :
61. Bu arada, başvuranın eşi, 2001 tarihinde başvuran aleyhinde aile içi şiddete dayalı
şikâyette bulunmuştur.
62. 25 Haziran 2001 tarihinde Adli Tıp raporu yayınlamış ve raporda başvuranın eşinin
vücudunda hiperemi olan bölgeler görüldüğü ve üç gün süreyle çalışamayacağı belirtimiştir.
63. 17 Mart 2003 tarihinde Bakırköy Ceza Mahkemesi başvuranı aile içi şiddete
dayanarak 7 günlük hapis cezasına hükmetmiş, bu ceza para cezasına çevrilmiş ve askıya
alınmıştır.
64. 20 Mart 2003 tarihinde karar başvuran tarafından temyiz edilmiştir.
65. 7 Eylül 2005 tarihinde Yargıtay yürürlüğe giren yeni ceza kanununu esas alarak söz
konusu kararı reddetmiştir.
66. 31 Mayıs 2006’da, kararın dönmesi sonucu Ceza mahkemesi anılan suçlardan dolayı
başvuranı suçlu kabul etmiş ve yedi gün hapisle cezalandırmış, hapis cezası para cezasına
dönüştürülmüş ve askıya alınmıştır.
67. Başvuran bu kararı temyiz etmiştir.
68. 13 Ekim 2008 tarihinde Yargıtay bu kararı bozmuştur.
69. 16 Kasım 2009 tarihinde, ceza mahkemesi zamanaşımı nedeniyle ceza davasının son
bulmasına karar vermiştir. Bu tür suçlar için zamanaşımının yedi yıl ve altı ay olduğunu ve
fiilin 2001’de işlendiğini dikkate almıştır.
b) Başvuran tarafında öne sürülen şikayetler:
70. Bu davaya paralel olarak başvuran, 8 Ağustos 2005 tarihinde Şişli Cumhuriyet
Başsavcılığı’na, 1 Ağustos 2005 tarihinde çocuğunun hastaneye kaldırılmasını gerekçe
göstererek eşinin çocuğun hayatını tehlikeye attığını ileri süren bir dilekçeyle şikâyette
bulunmuştur. Bu şikâyet Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı’na iletilmiştir.
71. 22 Mayıs 2006’da Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı takipsizlik kararı vermiştir.
72. Başvuran 2 Haziran 2006 tarihinde Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı’na <<savcılık>>,
karısının kendisini aşağıladığını ve çocuğunu göstermediğini öne sürerek ve çocuğunu
görebilmesi için gerekli önlemlerin alınmasını talep ederek başvuruda bulunmuştur.
73. Savcı 28 Ağustos 2006 tarihinde, takipsizlik kararı vermiştir.
74. Başvuran 28 Temmuz 2007 tarihinde, çocuğuna korunma sağlanması amacıyla tekrar
savcılığa başvurmuştur. Mahkeme tarafından kendisine tahsis edilmiş olan çocuğunu ziyaret
hakkını kullanabilmek için eşinin evine gittiğini ve fakat eşinin reddiyle karşılaştığını
belirtmiştir. Ziyaret hakkını kullanabilmesi için engellerin kaldırılmasını talep etmiştir.
75. 25 Ağustos 2007 tarihinde, başvuran tekrar savcılığa başvurmuştur. Dilekçesinde; 24
Ağustos 2007 tarihinde ziyaret hakkını kullanmak için eşinin evine gittiğini fakat
reddedilerek darba maruz kaldığını, bunun üzerine polsilerle eşinin evine tekrar gittiğini,
polislerin hiçbir önlem almadığını çünkü eşinin polislere, kendisinin çocuk için bir tehlike
oluşturduğunu söylemiş olduğunu belirtmiştir. Savcılıktan, Aile Mahkemesi tarafından
hüküm altına alınan ziyaret hakkının uygulanabilmesi için gerekli önlemlerin alınması
talebinde bulunmuştur.
76. 3 Eylül 2007 tarihinde savcılık, babanın çocuğunu ziyaret etmiş olduğu gerekçesiyle
takipsizlik kararı vermiştir.
77. 3 Ekim 2007 tarihinde başvuran, farklı taleplerle ama özellikle çocuğunun kendisine
gösterilmemesi konusunda savcılığa başvurmuştur.
78. 8 Kasım 2007 tarihinde, savcı 25 Ağustos ve 29 Eylül 2007 tarihlerinde çocuğun
başvurana gösterilmemesinin Ceza Kanunu’nun 234. Maddesi anlamında bir suç teşkil
etmediği ve fakat İİK 341 uyarınca İcra Ceza Mahkemeleri’nin yetki alanına giren bir konu
olduğunu belirterek takipsizlik kararı vermiştir.
79. Başvuran 27 Kasım 2007 tarihinde mahkemenin vermiş olduğu 3 Eylül 2007 tarihli
takipsizlik kararına itiraz etmiş, başvuranın bu itirazı 21 Şubat 2008 tarihinde reddedilmiştir.
80. Başvuran 3 Nisan 2008 tarihinde, iftira, yalancı şahitlik, çocuğun kendisine
gösterilmemesi ve saldırı nedeniyle eşinin ve eşinin ailesinden bazı kişiler aleyhinde yeni bir
şikâyette bulunmuştur.
81. 20 Mayıs 2009 tarihinde, bu şikâyet üzerine takipsizlik kararı verilmiştir.
82. 12 Mart ve 20 Mayıs 2009 tarihli iki iddianame ile Cumhuriyet savcısı, başvuranın eşi
aleyhinde tehdit suçu işlediği gerekçesiyle mahkumiyetini istemiştir.
83. 22 Mayıs 2009 tarihinde, ceza mahkemesi iddianameyi kabul etmiştir.
84. Dosyadan anlaşılacağı üzere, dava halen derdesttir.
85. 28 Haziran, 2 Temmuz ve 24 Eylül 2008 tarihlerinde başvuran, eşi ve eşinin ailesi
aleyhinde, 2 aydır çocuğunu görmesini engelledikleri ve son defa çocuğunu görme amaçlı
gittiğinde eşinin ailesi tarafından saldırıya uğradığını ileri sürerek savcılığıa şikâyette
bulunmuştur.
86. 12 Mart 2009 tarihinde başvuran, Şişli Cumhuriyet Başsavcısı başvuranın eşi aleyhine,
başvuranı tehdit ettiği ithamıyla suç duyurusunda bulunmuştur. Dosya, şu an davanın hangi
aşamada olduğu ile ilgili bir bilgi içermemektedir.
4. İcra prosedürü:
87. Bununla beraber 30 Temmuz 2007 tarihinde başvuran, Şişli İcra Dairesi’ne, aile
mahkemesinin 21 Eylül 2006’ tarihli kararıyla kendisine tahsis edilen çocuğunu ziyaret ve
görme haklarının ifa edilebilmesi amacıyla başvuruda bulunmuştur. Müdürlük 7 gün içinde
yerine getirilmek üzere bir icra emri hazırlayarak, ceza hakkı saklı tutlarak, başvuranın eşine
tebliğ etmiştir.
88. 29 Eylül 2007 tarihinde başvuran, işsiz olduğunu belirterek 150 TL tutarındaki icra
masrafını karşılayamayacağını belirtip, bu miktarın karşı tarafça ödenmesini talep etmiştir.
89. 1 Ekim 2007 tarihinde , çocuğu ziyaret hakkının uygulanmasının hızlandırılmasını
garanti edecek geçici önlemler için gerekli masrafları karşılayamayacağını tekrar etmiştir.
90. 3 Aralık 2007 tarihinde İcra Mahkemesine başvurarak, çocuğuyla ilişkilerinin daha
kısa sürede tekrar kurulabilmesi için geçici önlemler alınmasını talep etmiştir.
91. 13 Mart 2008 tarihinde, Şişli İcra Ceza Mahkemesi İcra İflas Kanununun 341. Maddesi
(paragraf 78) uyarınca böyle bir suçun oluşabilmesi için davalı eşin çoçuğunu başvurana, icra
emrinin kendisine tebliğini takip eden 7 gün içinde göstermeyi engellemiş olması
gerekmektedir diyerek başvuranın eşi lehine beraat kararına hükmetmiştir. Mahkeme olayda
böyle bir durumun oluşmadığını, davalı eşin çocuğunu başvurana göstermeyi engellemediğini
fakat bu görüşmenin bir psikolog ve icra memurları refakatinde olmasını talep ettiğini
belirtmiştir.
92. 30 Nisan 2008 tarihinde, başvuran bu karara itiraz etmiştir.
93. 12 Mayıs 2008 tarihinde, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi bu itirazı reddetmiştir.
94. 4 Haziran 2008 tarihinde, başvuran, İcra Memurluğuna yeni bir dilekçeyle başvurarak bir
psikolog ve bir icra memuru ile birlikte eşinin evine tekrar gittiğini fakat oradan oğlu olmadan
ayrıldığını, çocuğun psikoloğa başvuranla beraber girmek istemediğini beyan ettiğini ve
psikoloğun görevini layıkıyle yerine getirmediğini ileri sürerek yeniden kendisine bu hakkın
tanınmasını talep etmiştir.
95. 5 juin 2008 tarihinde, başvuran, İcra Mahkemesinde eşine karşı çocuğunun kendisine
göstermediğini ileri sürerek yeni bir şikayette bulunmuştur.
96. 6 juin 2008 tarihinde, İcra Mahkemesi, 13 Mart 2008 (yukarıda 91. Paragrafta anılan)
tarihli karara atıfta bulunarak bu başvuruyu reddetmiştir. Bu kararında, mahkeme giderlerinin
karşı tarafa yüklenilemeyeceğini belirtmiştir. (icraen borçlu)
97. 16 juin 2008 tarihinde, başvuran bu kararı temyize götürmüştür ve oğlu ile bağlarının
yeniden kurulabilmesi yönündeki talebini yenilemiştir. Bu konuda, başvuran çocuk ve aile
ilişkilerinin hassasiyetine değinerek devlet otoritelerine sitemde bulunmuştur. Çocuğu görme
ve ziyaret hakkının icra dairelerince değil de kendisine bu hakkı tanıyan mahkeme kararlarına
dayanılarak yerine getirilmesi gerektiğini savunmuştur. Yargının vermiş olduğu bir kararın
yerine getirilmesinin parasal bir şarta bağlı olmasının kabul edilemez olduğunu ileri
sürmüştür. Bu durumun, zengin ve fakir vatandaşlar arasında kanun önünde bir eşitsizliğe yol
açtığının altını çizmiştir.
98. 27 juin 2008 tarihinde, icra dairesi bir tutanak düzenleyerek, aynı gün başvuranın bir
psikolog ve polis eşliğinde çocuğunu almak için eşinin evine gittiğini tespit etmiştir.
Başvuranla beraber gitmek istemeyen çocuk için psikolog çocugun babayla gitmesi için
zorlanmaması gerektiğini belirtmiştir.
99. 1 Temmuz 2008 tarihinde, yeni bir tutanakla, aynı gün, başvuranın polis ve sosyal
hizmetler uzmanı refakatinde eşinin evine çocuğunu görmek için gittiğini tespit etmiştir.
Çocuk babasını sevmediğini ve onu görmek istemediğini beyan etmiş olduğundan, sosyal
hizmet uzmanı, çocuğu, babasını görmesi için zorlamanın gereksiz bir davranış olacağını
belirtmiştir.
100. 4 Temmuz 2008 tarihinde, başvuran yeniden icra dairesine başvurarak Aile Mahkemesi
tarafından kendisine tanınan 1-31 Temmuz 2008 tarihleri arasında oğlunu görme hakkının
ifasını talep etmiştir
101. 29 Temmuz 2008 tarihinde, yeniden İcra Mahkemesine yeni bir başvuruda bulunarak
oğlunu görebilmek için acilen önleyici tedbirlerin alınmasını talep etmiştir. Oğlunu görmeden
geçirdiği bu sürenin oğlu ile olan ilişkilerinin tamamen kopması riskini doğurduğunun altını
çizmiştir.
Aynı şekilde, oğlunu ziyaret hakkını engellediği gerekçesiyle eşinin
mahkumiyetine karar verilmesini talep etmiştir.
102. 20 Kasım 2008 tarihinde, İcra Ceza Mahkemesi, başvuranın eşinin başvuranın ziyaret
hakkını engelleyecek şekilde kabul edilebilecek hiçbir harekette bulunmadığına hükmetmiştir.
103. 26 Kasım 2008 tarihinde, başvuran bu karara itiraz etmiştir. 16 décembre 2008
tarihinde, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi bu itirazı reddetmiştir.
104. Bu arada, 1 Aralık 2008 tarihinde, Yargıtay, başvuranın 16 Haziran 2008 tarihli
dilekçesini (yukarıda 97. Paragrafta anılan) icra giderlerine atıfta bulunarak
ve
“uyuşmazlığın yargılamaya konu olması için yeterli niteliğe sahip olmadığı” gerekçesiyle
esasa girmeden reddetmiştir.
105. 2 Ocak 2009 tarihinde, başvuran, İcra Ceza Mahkemesine yeni bir başvuruda bulunarak,
oğluyla olan ilişkilerinin eski haline gelebilmesi ve neredeyse iki yıldır göremediği oğluyla
olan ilişkilerinin geri dönülemez derecede zedelenmesinin önüne geçilebilmesi amacıyla
acilen önleyici tedbirlerin alınmasını talep etmiştir. Aynı şekilde, oğlunu görme ve ziyaret
hakkını engellediği gerekçesiyle eşinin mahkumiyetine karar verilmesini talep etmiştir.
106. 20 Mart 2009 tarihinde bu başvurusu reddedilmiştir.
107. 3 Haziran 2009 tarihinde bu ret kararına itirazda bulunmuştur.
108. 16 Haziran 2009 tarihinde, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi bu itirazı reddetmiştir.
109. 1 Temmuz 2009 tarihinde, İcra Memurluğu bir tutanak düzenleyerek başvuranın psikolog
eşliğinde, başvuranın çocuğunu yaz tatili boyunca yanına alma hakkını kullanmak için eski
eşinin evine gittiğini, fakat çocuğun başvuranla ayrılmayı reddettiğini tespit etmiştir.
Tutanaktan anlaşılacağı üzere, psikolog çocuğun bu kararını annesinin etkisi altında kalarak
verdiğini ve annenin çocuğu, babasıyla ayrılması durumuna hazırlamadığını saptamıştır.
110. 15 Nisan 2010 tarihli bir kararda, başvuranın eski eşi aleyhine, İcra İflas Kanunun 341.
Maddesi gereği 6 aylık “tazyik hapsi” denilen bir hapis cezasına hükmedilmiştir.
111. Bu hüküm, 31 Mayıs 2011 tarihli kararla kesin olarak bozulmuştur ve eşin beraatine
hükmedilmiştir.
II. DAVANIN ESASINA İLİŞKİN İÇ HUKUK
112. 8 Aralık 2001 tarihinde yürürlüğe giren yeni Medeni Kanunun 166. Maddesi uyarınca,
boşanma istemi sebebi her ne olursa olsun, boşanmanın reddi yönünde verilen kesin bir
kararın ardından, bu karardan itibaren 3 sene içinde, eşler tekrar ortak bir hayat yaşamaya
başlayamamışlarsa, evlilik birliğinin temelden sarsıldığı kabul edilir ve taraflardan birinin
talebiyle boşanmaya hükmedilir.
113. Ceza Kanunu
Madde 234
Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması
Velayet yetkisi elinden alınmış olan ana veya babanın ya da üçüncü derece dahil kan
hısmının, onaltı yaşını bitirmemiş bir çocuğu veli, vasi veya bakım ve gözetimi altında
bulunan kimsenin yanından cebir veya tehdit kullanmaksızın kaçırması veya alıkoyması
hâlinde, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (...)
114. İcra İflas Kanunu
Madde 341
Çocuk teslimi hakkındaki ilâmın veya ara kararının gereğini yerine getirmeyen veya yerine
getirilmesini engelleyen kişinin, lehine hüküm verilmiş kimsenin şikâyeti üzerine, altı aya
kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra ilâmın veya ara
kararının gereği yerine getirilirse, kişi tahliye edilir.
III. DAVANIN ESASINA İLİŞKİN DİĞER DÜZENLEMELER
115. 21 Ocak 1998 tarihinde kabul edilmiş olan, Avrupa Birliği Bakanlar Komitesinin aile
arabuluculuk tavsiyesi (no rec : 98), özellikle ayrlık ve boşanmayla sonuçlanmış olan bir çok
aile içi uyuşmazlığa atıfta bulunmuştur. Komite, aileler için zarar verici sonuçları göz önünde
bulundurarak, tavsiyesinde, üye devletlere aile arabuluculuk yoluna başvurmalarını ya da
durumun gerektirdiği hallerde var olan arabuluculuk yoluna başvurmalarını salık vermiştir.
Tavsiyenin 7. Fıkrasına göre, aile arabuluculuğuna başvurunun “aile bireyleri arasındaki
ilişkiyi daha iyi hale getirebileceğine, var olan uyuşmazlığı azaltabileceğine, uzlaşma
sağlanmasına neden olabileceğine, ebeveynler ve çocuklar arasındaki ilişkinin daimiyetini
sağlayabileceğine, taraflar ve devletin kendisi için boşanma ve ayrılıktan kaynaklanan sosyal
ve finansal giderlerin azalabileceğine” hükmü yer almıştır. (aynı şekilde 18 eylül 2002 tarihli
Avrupa Birliği Bakanlar Komitesinin medeni arabuluculuk tavsiyesi no Rec (2002) uyarınca :
“Adaletin doğru bir şekilde işleyebilmesi için medeni konularda Avrupa Konseyi’nin
(CEPEJ-Avrupa Adaletin Etkililiği Komisyonu) mevcut tavsiyeyle ilgili aile arabuluculuğun
uygulanmasının iyileştirilmesi için ana esaslar. “CEPEJ (2007)14)
HUKUK
I. SÖZLEŞMENİN
13.
MADDESİYLE
BERABER
DEĞERLENDİRİLECEK
SÖZLEŞMENİN 8. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
116. Başvuran, eşiyle yıllardır ayrı yaşamasına rağmen, evli kalmaya zorlandığı için özel ve
aile yaşamına saygı hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Kendisine yargı yolu ile verilen
oğlunu ziyaret ve görme haklarını ve oğluyla ilişkilerinin korunmasını sağlayacak gerekli
önlemlerin alınmamış olduğunu ileri sürerek iç hukuk otoritelerini şikayet etmiştir. Bu
bakımdan, oğlunu görememesinden doğan şikayetlerinin ulusal yetkililer tarafından ciddiye
alınmadığına dayanarak, etkili başvuru yollarının yokluğundan şikeyette bulunmuştur.
Başvuran, durumla ilgili olarak Sözleşmenin 8 ve 13 üncü maddelerini ileri sürmüştür.
Madde 8
« 1. 1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına
sahiptir. (...) »
Madde 13
« Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal
resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir
merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir. »
117. Hükümet bu sava karşı çıkmaktadır.
1. Başvuranın, haksız bir süre için evli kalınmasına zorlanmasıyla ilgili şikayeti
118. Mahkeme başvuran tarafından ileri sürülen özel hayata ilişkin şikayetin hiçbir dayanağı
olmadığını hemen tespit etmiştir. Ailevi hayata saygıya ilişkin hükmüne göre de, başvuranın
Sözleşmenin 8. Maddesine konu olabilecek var olan hiçbir aileye sahip olmadığı tespit
edilmiştir. (Charalambous/Kıbrıs davası, no 43151/04, § 51, 19 temmuz 2007, ve
Berlin/Luxembourg davası, no 44978/98, § 64, 15 temmuz 2003 ; Bacuzzi/ Italya davası
(déc.), no 43817/04, 24 mayıs 2011).
Bu nedenle, başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle,
Sözleşmenin 35. Maddesi 3. maddesi a fıkrası et 4. Maddesi gereği, reddedilmesi
gerekmektedir.
2. Başvuranın oğluyla olan ilişkisinin devamının imkansız hale geldiği yönündeki şikayeti
A. Başvuru dilekçesinin kabul edilebilirliği
119. Mahkeme şikayetin, Sözleşmenin 35. Maddesinin 3. Fıkrası uyarınca dayanaktan
yoksun olmadığını tespit etmiştir. Öte yandan, dilekçenin kabul edilebilirliğini engelleyecek
hiçbir sebep olmadığını saptayarak dilekçeyi kabul edilebilir bulmuştur.
B. Esasa ilişkin
120. Hükümet, başvuranın, ailevi hayatına ilişkin hukuksal bir koruma talep ederek hukuksal
yollara başvurduğunu gözlemlemiştir. Ulusal Mahkemeler tarafından başvuranın çoğu
eylemleri dayanaktan yoksun olarak kabul edildiğinden, Hükümet Sözleşmenin 8. Maddesi
uyarınca başvuran aleyhinde, aile hayatının korunmasına ilişkin herhangi bir saldırının
oluşmadığı kanaatindedir. Gerçekte Hükümet, başvuranın eşi ve oğlu ile olan problemlerini
uzlaşma yoluyla çözmeyi yeğlemek yerine hukuki yollara başvurduğunu gözlemlemiştir.
121. Başvuran şikayetlerini tekrar etmiştir.
122. Mahkeme hatırlatmaktadır ki, eğer 8. Madde esas olarak kişiyi, yetkililerin keyfi
müdahalelerine karşı korumakla yükümlüyse, bu madde aile hayatına ilişkin etkili bir “saygı”
yı da doğası gereği pozitif yükümlülüklere ek olarak meydana getirir. Bundan başka, bu
düzenlemeyle ilgili olarak devletin positif yükümlülükleri ile negatif yükümlülükleri
arasındaki sınırla ilgili, uygulanabilir prensiplerin aynı olduğu hallerde bile, belirli bir
tanımlama yapılamamaktadır demektedir. Diğer bir durumda olduğu gibi, bireyin ve
toplumun çıkarları arasında bir denge gözetilmelidir ki aynı şekilde, her iki durumda da,
Devlet belirli bir değerlendirme yapma rolüne sahiptir. (Keegan/Irlande davası, 26 mayıs
1994, § 49, seri A no 290).
123. Devletin positif tedbirler alma konusundaki yükümlülüğü hakkında, Mahkeme,
Sözleşmenin 8. Maddesinin, ilgili ebeveynin çocuğuyla görüşmesi için önlemlerin alınması
ve söz konusu önlemlerin alınmasının yetkililerce sağlanmasını da içermektedir demektedir.
(bakınız, örnek, Neulinger ve Shuruk/İsviçre davası [GC], no 41615/07, § 140, AİHM 2010-...,
Ignaccolo-Zenide/Romanya davası, no 31679/96, § 94, AİHM 2000-I, ve Nuutine/Finlandiya
davası, no 32842/96, § 127, AİHM 2000-VIII).
124. Mahkeme, İçtihatında yerleşmiş olan, Sözleşmenin haklar yönünden teorik ya da
aldatıcı değil de somut ve etkili bir koruma sağlamak amacında olduğu prensibini
yinelemiştir. (bakınız, mutatis mutandis, Artico/Italya davası, 13 mayıs 1980, § 33, seri A no
37). Bu mantığa dayanarak, aile hayatına ilişkin etkili bir saygının oluşmasının zamanla ilgili
olmadğını ama ebeveynlerin gelecekte çocukla kuracakları sağduyulu bir ilişkiye dayalı
olduğunu hatırlatmıştır. Yine bu aynı mantık, 8. Maddenin uygulama alanı içinde karar
sürecinin zamanı ve tarzıyla da ilişkilendirilebilir. (W./Hollanda davası, 8 temmuz 1987, § 65,
seri A no 121, McMichael/ Hollanda davası, 24 şubat 1995, §§ 87 et 92, seri A no 307-B, ve
Dore/ Porekiz davası, no 775/08, § 45, 1 şubat 2011).
125. Bu bağlamda, Mahkeme, böyle bir önlemin kabul edilmesi onun hızlı bir şekilde
uygulanacağı şeklinde değerlendirilmesi anlamındadır demektedir. Gerçekte, haklarında
verilmiş kararların uygulanması da dahil olmak üzere velayetin tahsisiyle ilgili prosedürler
acil bir müdahaleyi gerektirebilmektedir çünkü geçen zaman kendisiyle yaşamayan çocuk ve
ebeveyn arasında onarılamaz hasarlara yol açabilmektedir. (Ignaccolo-Zenide, daha önce
belirtilen, § 102 ; ayrıca bakınız Pini ve diğerleri/ Romanya davası, nos 78028/01 ve
78030/01, § 175, AİHM 2004-V).
126. Bu durumda belirleyici nokta ulusal makamlar tarafından başvuranın çocuğunu ziyaret
hakkı ve görme hakkını yerine getirebilecek çerçevede makul olarak kabul edilebilecek tüm
önlemlerin alınıp alınmadığının bilinmesidir.
127. Mahkeme, dosyada bulunan belgelere göre, tüm boşanma davası süreci boyunca,
özellikle de ekim 2005 ve aralık 2008 tarihleri arasında, başvuran, en az 10 kere yetkililerden
oğluyla ilişkilerinin düzeltilmesi ya da başvuranın eşi tarafından engellenen ziyaret hakkının
kendisine sağlaması taleplerinde bulunmuştur.
Bundan başka, başvuranın oğluyla iki sene boyunca hiç görüşemediğini ya da çok sınırlı bir
süre için görüşebildiğini tespit etmiştir.
128. Ebeveynlerin ve çocuğun psikolojik durumlarını belirten raporların ancak eylül 2008
tarihinde istendiğini, ve söz konusu raporların eşlerin ayrılmasından 7 yıldan fazla bir zaman
sonra aralık 2008 tarihinde teslim edildiğini ve başvuran tarafından öne sürülen ilk boşanma
talebine uygun olarak çocuğun velayeti de istenmiştir.
129. Bu bakımdan, yukarıda 55. Paragrafta belirtilen bilirkişi raporlarına göre oğluyla hiçbir
bağlantısı olmadan geçen zamanın oğlunun kendisiyle görüşmek istememesi kararında önemli
bir rol oynadığını belirtilmiştir.
130. Velayet tahsisi, ziyaret ve oğlunu alma haklarını kullanılmasının yerine getirilememesi
nedeniyle içine girilmiş olan durumun hukuki yollarla düzeltilmesinin zor olacağının kabul
ederek, Mahkeme, dosyadaki bilgilere dayanarak, aile hakimlerinin uzlaşma sağlayabilmeleri
amacıyla tarafları bir araya getirmemiş olduğunu ya da mahkeme kararlarının gönüllü olarak
uygulanabilmesini sağlayacak gerekli önlemleri almamış olduğunu tespit etmiştir.
Önemle belirtmek gerekir ki bu olayda uygulama alanı bulmuş olan İcra Hukukunun genel
hükümlerinin, aile hayatına ilişkin hakların yerine getirtilmesi durumunda uygulanması
yerinde görülmemiştir.
131. Başvuranın oğlu ile ilişkilerinin yeniden oluşturulabilmesi için alınmış önlemler
hakkında, Mahkeme demektedir ki, çocukla ilgili böyle hassas bir konuda zorlayıcı önlemler
arzu edilen şekilde alınmamışsa, çocuğun beraber yaşadığı ebeveyn aleyhinde, kanuna açıkça
aykırı olan davranışlarına karşı yaptırımların kullanılması gereği göz ardı edilmemelidir.
(bakınız, özellikle, Belediye/Portekiz davası, no 48206/99, § 76, AİHM 2003-VII). Oysa ki, bu
durumda, görülüyor ki, ulusal makamlar, bu tür önlemlerin alınmasıyla ilgili olarak annenin
karşisinda ekonomi yapmış, Oysa, ulusal makamlar, başvuranın eşine karşı bu hükmü
yeterince uygulamamış sadece kendisine bir tebligat göndermiştir. (paragraphe 87 ci-dessus)
132. Mahkeme, Devletin, baba ve çocuğu bir araya getirmek için alınan önlemler
konusundaki sorumluluğunun mutlak olmadığını belirtmektedir. Bununla birlikte, olayla ilgili
kişilerin işbirliği içinde olmaları ve anlayışları çocuğun psikolojik durumu göz önüne
alındığında her zaman için önemli bir etken olup, genelde barışçıl ve makul çözümler
oluşmasını sağlamaktadır. (Maumousseau ve Washington/ Fransa davası, no 39388/05, § 83,
6 aralık 2007)
Bu bakımdan, ulusal makamlardaki sivil arabuluculuğunun yokluğunu saptamaktadır, ki böyle
bir arabuluculuğun taraflar arasındaki uyuşmazlığın giderilmesinde arzu edilen bir davranış
olabileceğini belirtmiştir.
133. Bu bakımdan, Mahkeme, yukarıda 115. Paragrafta bahsedilen Avrupa Birliği Bakanlar
Komitesinin aile arabuluculuk tavsiyesine (no rec 98) aile arabuluculuğuna başvurunun “aile
bireyleri arasındaki ilişkiyi daha iyi hale getirebileceğine, var olan uyuşmazlığı
azaltabileceğine, uzlaşma sağlanmasına neden olabileceğine, ebeveynler ve çocuklar
arasındaki ilişkinin daimiyetini sağlayabileceğini, taraflar ve devletin kendisi için boşanma ve
ayrılıktan kaynaklanan sosyal ve finansal giderlerin azalabileceğine” hükmüne atıfta
bulunmuştur.
134. Mahkeme, Davalı Devletin durumun gerektirdiği ölçüde gerekli önlemleri almadığını ve
Sözleşmenin 8. Maddesinden doğan yükümlülüğünü yerine getirmediğini tespit etmiştir.
135. Mahkeme, önceki 127.-134. Paragrafları göz önüne alarak, Sözleşmenin 8. Maddesinin
ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
Öte yandan, Sözleşmenin 13. Maddesi kapsamında yapılmış olan şikayet başvurusunun
incelenmesine yer olmadığı hükmüne varmıştır.
II. SÖZLEŞMENİN 6 § 1 VE 13. MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
136. Başvuran ayrıca boşanma davasının her iki sürecinin, kendisine hak sağlayacak makul
bir süre içerisinde tamamlanabileceği bir iç hukuk yolunun olmaması yönünde de bir şikayette
bulunarak Sözleşmenin 6 § 1 ve 13. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal
edildiğini iddia etmiştir.
Madde 6 § 1
“Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine
yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız
bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak
görülmesini istemek hakkına sahiptir.”
Madde 13
“Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi
bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir
merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir.”
137. Hükümet bu sava karşı çıkmıştır. Savunmasında, ulusal makamların, durumun
gereklerine ve tarafların tutumlarına bağlı olan söz konusu sürecin uzunluğundan sorumlu
tutulamayacağını ileri sürmüştür.
Özellikle, başvuranın eski eşinin sürekli olarak boşanmayı reddettiğinin ve bu durumun 13
Mart 2008 tarihinde de halen devam ettiğnin altını çizmiştir. Bununla birlikte, ulusal
mahkemenin, boşanmaya 19 Mart 2009 tarihinde hükmettiğini hatırlatmıştır.
A. Başvuru dilekçesinin kabul edilebilirliği
138. Mahkeme şikayetin, Sözleşmenin 35. Maddesinin 3. Fıkrası uyarınca dayanaktan
yoksun olmadığını tespit etmiştir. Öte yandan, dilekçenin kabul edilebilirliğini engelleyecek
hiçbir sebep olmadığını saptayarak dilekçeyi kabul edilebilir bulmuştur.
B. Esas
139. Mahkeme, şikayetin, boşanmanın yukarıda 6, 31 ve 134. Paragraflarda anılan her iki
süreciyle de ilgili olduğunu göz önüne almıştır. Bu iki süreçten birincisi, sadece bir tek
mahkeme önünde 4 yıl 1 ay sürmüştür, ve iki süreç de iki ayrı mahkeme önünde 4 yıl ve 5 ay
sürmüştür.
140. Maheme, bir dava süreci için kabul edilebilecek makul sürenin, durmun şartları,
mahkemenin özellikle de olayın karmaşıklığı ve ilgililer için var olan tehlikeler karşısında
başvuranın ve yetkili makamların tutumu gibi kriterlere göre değerlendirildiğini belirtmiştir.
(bakınız, diğer kararlar arasından, Frydlender/Fransa davası, no 30979/96, § 43, AİHM 2000VII).
141. Mahkeme, söz konusu süreçlerin, tarafların, boşanma, velayet hakkının düzenlenmesi ve
nafakanın ödenmesi gibi konularla ilgili noktalarda hemfikir olmamaları dışında özel
addedilebilecek bir karmaşıkları olmadığını gözlemlemiştir.
142. 13 Aralık 2005 tarihinde sonuçlanmış olan ilk süreçle ilgili olarak, Mahkeme,
duruşmaların 3 aydan 9 aya kadar olan aralıklarla yapıldığına işaret etmiştir.
143. Mahkeme tespit etmiştir ki, dava süreci, taraflarca mahkemeye sunulan dört tanığın
dinlenmesi haricinde, yalnızca tarafların sosyo-ekonomik durumların tespitine ilişkin
belgelerin ve başvuran aleyhine açılmış derdest ceza davasına ilişkin bilgilerin talebi ve
beklenmesinden ibarettir. Bu bekleme süreci, 13 Mart 2003 tarihinden 13 aralık 2005 tarihine
kadar, toplam olarak 2 yıl ve 9 ay sürmüştür.
144. Mahkeme göz önünde bulundurmuştur ki, bu süreç çerçevesinde, ulusal mahkeme, biri
başvuranın eşi tarafından talep edilen nafaka, diğeri başvuranın çocuğu ziyaret hakkıyla ilgili
olmak üzere iki ara karar vermiştir. Ziyaret hakkına ilişkin karar, sürecin başlamasından 4 yıl
sonra, 22 kasım 2005 tarihinde verilmiştir.
145. İkinci prosedürle ilgili olarak, Mahkeme, boşanma, velayetin tesisi ve nafaka ile ilgili
konularda tarafların tutumlarında bir değişiklik gözlemlememiştir. Verilen ara kararlar,
başvuranın çocuğunu ziyaret ve görme hakları ile nafaka tutarıyla ilgili konularda düzeltilme
yapılması ile alakalı olarak verilmiştir.
146. Duruşmalar
daha
çok,
tarafların
sosyo-ekonomik
durumlarıyla
ilgili
değerlendirilmelerin, ceza dosyasının ve nafakanın belirlenmesine ilişkin belgelerin
beklenmesi ve taraflarca belirlenmiş olan tanıkların dinlenmesine ilişkin sebepler yüzünden
ertelenmiştir.
147. Mahkeme tespit etmiştir ki, taraflar arasındaki ilişki ve başvuranın mahkeme
karşısındaki tutumu (yukarıda 36. Paragraf) ikinci süreç esnasında daha da kötüye gitmiştir ki
bu da ulusal makamların işini hiç de kolaylaştıran bir durum olmamıştır. Öte yandan, ceza ve
icra prosedürleri, tarafları karşı karşıya getiren ve boşanma davasının (yukarıda 61-111.
Paragraflar) konusunu oluşturan esas uyuşmazlığın içinde üst üste binmiştir ki bu da zaman
zaman süreci yavaşlatmıştır.
148. Mahkeme, bununla birlikte tarafların bu davranışlarının dava sürecinin uzaması
hususunda esas neden olduğu sonucunun çıkarılamayacağı sonucuna varmıştır. Özellikle de
davayla ilgili önemli gecikmelerin başvuranın davranışlarından kaynaklanmadığı, dosyadan
anlaşılmaktadır. Mahkeme belirtmiştir ki, tam tersine, bir çok defa başvuran, bu tür uzun
yıllar alan bir dava sürecinin koşulları içerisinde oğluyla olan ilişkilerinin düzeltilmesinin
imkansızlığını ileri sürerek, ulusal makamları ivedilikle hareket etmeye davet etmiştir.
149. Ayrıca, dosyadan ve tarafların gözelmlenmesinden anlaşıldığı üzere, ulusal mahkeme,
dava süresince, gerekli belgeleri temin etmeleri ve tamamlamaları konusunda belirli bir süre
sınırı belirlememiştir. Mahkeme, altını çizmiştir ki, boşanma davasınsın ilk sürecine göre yeni
olan tek unsur, 18 eylül 2008 tarihinde yani boşanma talebinden 2 yıl 3 ay sonra verilmiş
olan ebeveynler ve çocuk için psikolojik uzman tayinidir.
Birinci derece mahkemesi, sürecin başlamasından 3 yıl sonra karara varmıştır.
150. Mahkeme, hatırlatmaktadır ki, Sözleşmenin 6 § 1 maddesi, sözleşmeci devletlere,
ulusal makamlarının tarafların ihtiyaçları doğrultusunda, makul bir süre içerisinde nihai bir
karara varmalarını (bakınız, örnek, daha önce sözü edilen, Frydlender § 45) sağlayabilecek
şekilde organize etme zorunluluğu getirmektedir. (bakınız, diğer kararlar arasından,
Duclos/Fransa davası, 17 Aralık 1996 hüküm, Hüküm ve Karar raporları 1996-VI, § 55) .
151. Mahkeme, 6 § 1 maddenin uygulama alanı içerisinde süreleri ayrı ayrı değerlendirilen
iki ayrı süreçten(yukarıda 137. Paragraf) bahsediyor olsak bile, olaydaki koşullar dikkate
alındığında, bu iki sürecin yalnızca birbirlerinin devamı niteliğinde olmayıp -ikinci süreç
ilkinin sonuçlanmasından sadece birkaç ay sonra başlamıştır- tarafları ve konularının da aynı
olduğunu gözlemlemiştir.
Davanın somut koşulları içerisinde ve davanın konusu bakımından başvuranın oğluyla
ilişkileri açısından sonuç teşkil eden boşanma davası dışında, Mahkeme, söz
konusu iki prosedürün sürelerinin makul olarak kabul edilemeyeceğini kabul etmektedir.
152. Bundan dolayı, Mahkeme, Sözleşmenin 6 § 1 maddesinin ihlal edildiği kararına
varmıştır. (Boca/Belçika davası, no 50615/99, AİHM 2002-IX, ve Granata/Fransa davası (no
2), no 51434/99, 15 Temmuz 2003 kararlarının karşılaştırılması).
153. Başvuranın 13. maddeye dayananan şikayetiyle ilgili olarak, Mahkeme, hatırlatmadadır
ki, bu düzenleme, 6 § 1. Maddede dayatılan, ulusal makamların önünde, davanın makul bir
süre içerisinde sonuçlandırılması yükümlülüğünün ihlalı şikayetine karşı, etkili bir hukuk yolu
sağlanmasını garanti etmektedir. (Kudła/Polonya davası [GC], no 30210/96, § 156, AİHM
2000-XI). Mahkeme, buna benzer bir şikayeti daha önce inceleme olanağına sahip olduğunu,
ve Sözleşmenin 13. Maddesi manasında, Türk hukuk sisteminin yargıya konu olan kişilere,
yargılamanın uzun olmasına dayalı bir şikayette bulunma hakkı tanımadığını tespit etmiş
olduğunu hatırlatmaktadır. Tendik ve diğerleri/ Turkiye davası (no 23188/02, § 36, 22 Aralık
2005) ve Ebru ve Tayfun Engin Çolak/Turkiye davası (no 60176/00, § 107, 30 Mayıs 2006)
davalarına gönderme yaparak, Hükümetin, Mahkemeye, anılan davaların sonuçlarını
çürütecek nitelikte hiçbir olgu ve argüman sunmadığını tespit etmiştir.
154. Bu nedenle, Mahkeme, başvuranın , Sözleşmenin 6 § 1 maddesi kapsamında makul bir
süre içerisinde davasının sonuçlanmamasına dayanarak şikayette bulunma hakkını garanti
edecek bir başvurunun iç hukukta yokluğu sebebiyle Sözleşmenin 13. Maddesinin ihlal
edildiğini tespit etmiştir.
III. İDDİA EDİLEN DİĞER İHLALLER HAKKINDA
155. Aynı şekilde, başvuran, haksız olarak nafaka ödemesine hükmedildiği gerekçesine
dayanarak, boşanma davasında adalet eksikliği olduğunu yönünde şikayette bulunmuştur.
Mahkeme, gözlemlemektedir ki, başvuran esasen, ulusal makamlar tarafından benimsenen
çözümlere karşı şikayette bulunmuştur. Oysa, Mahkemenin, ulusal bir yargı merciinin vermiş
olduğu karardan başka bir karara varmasına etki eden olayla ilgili unsurları kontrol etme
yetkisi bulunmamaktadır. (Kemmache/Fransa davası (no 3), 24 Kasım 1994, § 44, seri A no
296-C). Aynı şekilde, Mahkemenin, olayla ilgili yanlışlıkları ya da ulusal makamlar
tarafından verilen kararları bilmek zorunluluğu olmadığı gibi ulusal makamlar tarafından
iddia edilen haklar ve olaylarla ilgili hataları bilmek zorunda da değildir. Bununla birlikte,
dosyasının içindeki belgelerden anlaşılacağı üzere, başvuranın uzmanların bulgularına itiraz
ederek iddiasını oluşturduğu ortaya çıkmaktadır. Ulusal makamların kararlarını
dayandırdıkları sebepler, bundan başka hiçbir keyfiliğe dayanmamaktadır. Bu şikayet
Sözleşmenin 35 §§ 3 a) ve 4 maddeleri gereği açıkça dayanaksız olmasından dolayı
reddedilmiştir.
Öte yandan başvuran Sözleşmenin 3, 10 ve 14. Maddeleri ve 7 ve 12 numaralı Protokollerini
ileri sürmüştür.
Mahkeme, Türkiye’nin 7 ve 12 numaralı Protokollerini imzalamadığını gözlemleyerek, bu
şikayetlerin ratione persone (kişi yönünden) yetkisizliği nedeniyle reddine karar vermiştir.
Diğer şikayetler hiçbir temele dayanmamaktadır.
Bundan dolayı, Mahkeme, tüm bu şikayetleri Sözleşmenin 35 §§ 3 a) ve 4. Maddeleri
uyarınca açıkça dayanaksız olmaları sebebiyle reddetmiştir.
IV. SÖZLEŞMENİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI İLE İLGİLİ OLARAK
156. Sözleşmenin 41. Maddesi uyarınca
« Mahkeme, Sözleşme ve protokollarının ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek
Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği
takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.»
A. Zarar
157. Başvuran, toplamda maddi tazminat olarak 89 697 Türk Lirası (TL) talebini aşaıdaki
gibi detaylandımıştır ; birinci olarak eski eşine nafaka olarak ödediği 14 697 TL’lık tutar.
Bunun dışında, başvurusuyla ilgili olan davası süresince neredeyse 9 yıla yakın bir zaman
boyunca davayla ilgili prosedürlerle uğraşmakla meşgul edildiğinden iş bulamadığını ileri
sürerek bu zararı için de 50 000 TL istemiştir. Bunun dışında, eski eşiyle evli oldukları
döneme ait, mülkiyeti her iki tarafa ait olan taşınır malların kaybıyla ilgili olarak da 20 000
TL istemiştir.
Ayrıca, başvuran manevi tazminat olarak kendisi için 10 000 TL istemiştir. Bunun dışında,
oğlunun uğradığı manevi zararlar için 25 000 TL tutarında manevi tazminat ve kendi
ebeveynleri için de 50 000 TL tutarında maddi ve manevi tazminat talep etmiştir.
158. Hükümet bu taleplerin aşırı ve dayanaktan yoksun olduğunu öne sürmüştür.
159. Mahkeme, meydana gelen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında bir illiyet bağı tespit
edemediğinden bu talebi reddetmiştir. Bundan başka, Mahkeme, başvuran niteliğinde
olmayan kişiler adına istenmiş olan şikayete konu tüm manevi tazminat taleplerini
reddetmiştir. Buna karşılık, başvuranın başvuran lehine 17 EUR manevi zarar tespit etmiştir.
B. Masraf ve harçlar
160. Başvuran aynı şekilde, ulusal mahkemeler ve Mahkeme önünde yapmış olduğu
masraflar ve harçlar için de 8 613 TL talep etmektedir. Talebine, sıralanmış belgeleri dayanak
olarak eklemiştir; konuyla ilgili dava süreçlerini takip etmek amacıyla yaşadığı yerden
İstanbul’a yapmış olduğu yolculukların biletleri, 272 TL tutarında posta pulu masrafı, 1 140
TL tutarında mahkeme giderleri, uzman ve psikolog masrafı, 1 949 TL tutarında avukatlık
ücreti ve tercümeler için de 286 TL’lik tutarında faturalar. Bunun dışında, ulusal mahkemeler
ve Mahkeme’ye gönderilmek üzere ilgili belgekerin yaklaşık 5000 sayfalık fotokopisi için
harcadığını iddia ettiği 750 TL’lik bir tutarı da talebine eklemiştir.
161. Hükümet bu iddialara karşı çıkmıştır
162. Mahkemenin içtihatları uyarınca, harç ve masrafların gerçeklik, gereklilik ve makul bir
niteliğe haiz olduğu durumlarda kendine iadesi sağlanabilir. Bununla birlikte, elinde
bulundurduğu belgeler dikkate alındığında, zaten kendisine adli yardım kapsamında kendisine
850 EURO luk bir ödeme yapıldığından, Mahkeme, yapılan tüm masraflar için kendisine
1000 EURO ödenmesini makul bulmuştur.
C. Gecikmiş günler faizi
163. Mahkeme, gecikme faizinin hesaplanmasında, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal
kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir.
BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME
1. Oybirliğiyle, başvurunun Sözleşmenin 8. Maddesi (aile hayatına ilişkin), 6 § 1 maddesi
(Dava sürecinin süresi) ve 13. Maddeleriyle ilgili yapılan şikayetlerin kabuledilebilir
olduğuna ve bunun dışındakilerin ise kabul edilebilir olmadığına;
2. Oybirliğiyle, Sözleşmenin 8. maddesinin ihlal edildiğine;
3. Oybirliğiyle, Sözleşmenin 8. Maddesiyle bağlantılı olarak 13. Maddesiyle ilgili şikayetin
incelenmesine yer olmadığına;
4. Oybirliğiyle, Sözleşmenin 6 § 1 maddesinin ihlal edildiğine;
5. Oybirliğiyle, Sözleşmenin 6 § 1 Maddesiyle bağlantılı olarak Sözleşmenin 13. Maddesinin
ihlal edildiğine;
6. Altı oya karşı bir oyla,
a) Davalı Devlet’in Sözleşmenin 44 § 2 maddesine uygun olarak davanın kesinleştiği günden
itibaren 3 ay içerisinde başvurana manevi tazminat olarak 17 000 EURO (on yedi bin euro) ve
masraf ve harçlar için de 1000 TL tutarında paranın ve artı vergi masrafı olabilecek her türlü
tutarın, ödeneceği günün kuru esas alınarak Türk parası olarak karşılığının ödemesine;
b) Bahsedilen üç aylık sürenin bitiminden ödemenin yapılmasına kadar, bu miktarlar basit faiz
oranından, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına
üç puanlık bir artışın eklenerek hesaplanacak bir faiz oranına kadar artabilir.
7. Oybirliğiyle, bunun dışındaki tazminat taleplerini reddetmiştir.
İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve iç tüzüğün 77. maddesinin 2. ve 3. paragraflarına
uygun olarak 6 Aralık 2011 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir.
Stanley
Kalem Başkanı
Naismith Françoise
Tulkens
Mevcut karar ekinde Sözleşme’nin 45 § 2 maddesi ve İçtüzüğün 74 § 2 maddesi uyarınca
Yargıç Popović’in ayrı oy görüşü yer almaktadır.
F.T.
S.H.N.
HAKİM POPOVIĆ’İN KARARLA KISMEN UYUŞMAYAN AYRI GÖRÜŞÜ
Bu davada, meslektaşlarımın çoğu gibi Sözleşmenin 8. ve 6. Maddelerinin ihlal edildiği
yönünde oyumu kullandım. Bununla birlikte, davanın 6. noktası hususunda çoğunlukla aynı
fikirde değilim.
Şahsi fikrime göre, çoğunluk, Sözleşmenin 8. Maddesine dayalı şikayetin karara
bağlanmasında, olayın ağırlaşması ve oğlunun annesi olan eski eşiyle olan ilişkilerinin
karmaşık hale gelmesindeki başvuranın kendi payını göz önüne almayı unutmuştur. Gerçekten
de, 66. Paragrafta belirtildiği gibi, başvuran eşine karşı aile içi şiddet uyguladığı sebebiyle
suçlu bulunmuş ve ceza mahkemesi tarafından mahkum edilmiştir. Bu süreç kovuşturmanın
ortadan kalkmasıyla sona ermiştir. Başvuranın suçlu bulunduğu gerçeği açıkça göstermektedir
ki davanın esasını oluşturan olayın ciddiyetinde kendi payı da vardır.
Ayrıca, davada sunulan belgeler göz önünde bulundurulduğunda, başvuranın ulusal mahkeme
tarafından verilen, oğlunun annesi olan eski eşine nafaka ödenmesini gerektiren kararlara
uymadığını gözlemlemekteyim. Çok açıktır ki, başvuranın oğluyla ilişki kurmasını engelleyen
tutumunun, yukarıda bahsedilen başvuranın davranışlarına karşı bir misilleme yapmış olması
hukuka uygun kabul edilemez. Bununla birlikte, başvuranın bu davranışlarıyla, ailevi
durumunu kötüleştirdiği yadsınamaz bir gerçektir.
Bu sebeplerden dolayı, başvuran lehine hükmedilmiş olan tazminat miktarının 3000 EURO yu
aşmaması gerektiği görüşündeyim ki bu miktar Mahkeme tarafından benzer davalarda
hükmedilen asgari miktardır.
Sözleşme’nin 6. Maddesinin ihlaline ilişkin olarak, altını çizmek isterim ki, bu davada ihlalin
büyüklüğünü belirleme konusunda çoğunluğun hem fikir olduğu muhakeme belirsizdir.
Kanımca, paragraf 149’da, bu davada Sözleşmenin 6. Maddesinin ihlal edildiğine karar
vermelerini sağlayan davanın esasını oluşturan olgular hakkında çoğunluk kendini açıkça
ifade edememiştir. Benim fikrime göre, boşanmanın ikinci süreci birinci sürecin aksine süresi
yönünden bir problem oluşturmamaktadır. Bu noktada iki süreç birbirinden ayırt edilmelidir.
Belirtmek isterim ki sadece boşanma davasının ilk sürecinin süresi makul olarak kabul
edilemez.
Bu sebepten dolayı, fikrimce, Sözleşmenin 6. Maddesindeki ihlalin onarılması için 2 400
EURO’yu geçmeyecek bir miktar yeterli olacaktı.
Belirtmek isterim ki başvurana verilmiş toplam tutarın 5 400 EUR olması gerekirdi.
CENGİZ KILIÇ/TURKİYE DAVASI
CENGİZ KILIÇ/TURKİYE DAVASI
CENGİZ KILIÇ/TURKİYE DAVASI – FARKLI GÖRÜŞ
CENGİZ KILIÇ/TURKİYE DAVASI – FARKLI GÖRÜŞ

Benzer belgeler