Yazıyı PDF formatında okumak için burayı tıklayınız

Transkript

Yazıyı PDF formatında okumak için burayı tıklayınız
“FAİLİ MEÇHUL” -OLMAYAN“KAYIP”(LAR)
TEMEL DEMİRER
ÖRNEKLERİYLE “FAİLİ MEÇHUL”LER, ÖLÜM TARLALARI
SUSURLUK VE ÖTESİ
“DERİN (DENİLEN) DEVLET” VERİLERİ
“FAİLİ MEÇHUL” -OLMAYAN- ROBOSKÎ
İNKÂRIN YARGI KOMEDİSİ
“UNUTMA SAKIN UNUTMA”
1
“FAİLİ MEÇHUL” -OLMAYAN- “KAYIP”(LAR)[1]
TEMEL DEMİRER
“Bir yapının gerçeği
en iyi, onun en aşırı
durumunda görülebilir.”[2]
Berfo Ana’yı tanır mısınız?
12 Eylül darbesinin ardından Kars’ın Göle ilçesinde evinden gözaltına alınarak kaybedilen
Cemil Kırbayır’ın 100 yaşını aşmış annesini, faili meçhul ve kayıp yakınlarının sembolünü.
Berfo Ana’nın, “31 yıldır evimin kapısını kilitlemiyorum. Belki bir gün çıkar gelir, kapıyı kilitli
bulmasın diye açık tutuyorum. Oğlumun tek bir kemiğine bile razıyım. Senden oğlumun mezarını
istiyorum” sözleri yürekleri dağlamıştı; hâlâ da dağlıyor1
Nasıl dağlamasın? (“Faili meçhul” diye sunulan kayıp(lar), sessiz çığlıkları duyulabilen, tanıdık
öldürülen çocuklarıdır!)
“Kaybolmak”! Hem de gözaltında... Gözün gördüğü bir şey nasıl kaybolur!? Türkçenin azizliği
mi acaba?
“Gözaltında”nın tanımı: “Korunan, tutulan, gözlenen” şeydir. Bu hâlde kaybolmaktan nasıl söz
edebilirsiniz? Gözün gördüğü bir şey nasıl kaybolur ki?
İronik ve düşündürücüdür!
Başka bir açıdan: “Fail: Suç işleyen kişi”... “Meçhul: Kayıp, belirsiz”... “Faili Meçhul: Suç
işleyen kişinin belirsiz olması”dır.
Yani “faili meçhul”, “Kimin yaptığı belli olmayan” ya da “Kim vurduya giden” anlamına gelir.
Bir ceza hukuku terimidir. Herhangi bir suç unsur taşıyan olayın faillerinin yani olayı
işleyenlerin kim olduklarının belirlenememiş olması durumunda kullanılır.
“Faili meçhul cinayet” derlerse de inanmayın; herşey ayan/ beyan orta yerdedir; haki veya
mavi renkli devletlûlarca işlenmiş, cezalandırılması mümkün olmayan cinayetlerdir onlar1
Aslında hiçbir cinayetin “faili meçhul” değildir.
Sadece katillerin bir isminin olmamasıdır/ kon(a)mamasıdır; aslında bir örgüt adıdır; bütün
cinayetleri işleyen!
Siz bakmayın “faili meçhul” dediklerine; aslında onlar, “faili meşhur cinayetler”dir.
“Faili meçhul” cinayetlerin faili malûmdur.
“Faili meçhul” diye sunulan cinayetler, Susurlukçuların, JİTEM-Hizbullah-kontrgerilla yani
“Derin (denilen) Devlet”in eliyle, malûm kişilerce işlenmiştir.
A. Hicri İzgören’in, “Bütün kayıplar devletin bilgisi dahilindedir,” notunu düştüğü hâle ilişkin
olarak Emekli Koramiral Atilla Kıyat, 1993-1997 yılları arasında işlenen faili meçhul cinayetlerin
“devlet politikası” olduğunu söylemedi mi?[3]
Ya da emekli Cumhuriyet Savcısı Sacit Kayasu, “Bu memlekette 15 bin 747 faili meçhul
cinayet var,”[4] gerçeğinin altını çizerken; Mehmet Y. Yılmaz, “Türkiye’de bir derin devlet yapılanması
olduğu, bazı kişilerin kendilerini kanunların da, seçilmiş iktidarların da üzerinde görerek kendilerince
“devleti korumaya” kalkıştıkları bir sır değil;[5] Kurtuluş Tayiz, “Devletin infaz listesi olur mu? Bugün
çoğu insanın kuşkuyla karşıladığı, ‘hadi canım sen de’ diyerek burun kıvırdığı bu iddialar, yakın
zamana kadar bir Türkiye gerçeğiydi”;[6] Oral Çalışlar, “Ölüm listeleri konuşulurken MGK nerede?
Neden hâlâ o listeler ve listeleri hazırlayanlar ortaya çıkmıyor?”[7] demek durumunda
kalmışlardırlar1
El özet, failleri aramızda ve devletin güvencesi altında olan cinayetlerdir “faili meçhul”ler. Ve en
önemlisi terör kavramı, terörü yaratan muktedirin ta kendisine aitken;[8] “faili meçhul”ler de terörü
yaratan muktedirin eseridir.
Evet devlet’in kendini, “raison d’etat”sını korumak adına işlediği cinayetlerdir, terördür.
Kolay mı? 1990’larda işlenen 17 bin siyasi cinayetin failleri elbette belliydi. Örneğin dört
cinayete bizzat katıldığını itiraf eden özel harekâtçı polis Ayhan Çarkın tutuklanıp, hapse götürülürken
2
bağırdı: “Adalet için herkes yardımcı olsun. Bütün dosyalar açılacak, bütün gerçekler ortaya çıkacak.
Herkes müracaat etsin. Bütün herkesi yanıma bekliyorum”![9]
Mantık(sızlığ)ı gereği iktidarın günahları arttıkça faili meçhuller sıklaşır.
Devletlerin gizlemek, görünmez kılmak için her şeyi yapabilecekleri gerçekliktir “faili
meçhul”ler!
Genel olarak kimlerinin yaptığı bilinen, devlet patentli cinayetlerdir. Ancak öyle ulu orta yerde
söylenmez. Malum1 “Devlet güvenliği”!
Genellikle, göz göre göre gerçekleşir. Cinayet önceden bilinir, istihbaratlar alınır,
önemsenmez. Tek bilinmeyen (!) emir verendir1
Faili meçhuller ısmarlama bir iştir. Ismarlayan “meçhuldür” sözüm ona.
Coğrafyamızın geçmişinden bugüne kadar uzanan “devlet geleneği” olması yanında; nihai
kertede Cumartesi Anneleri’dir; bir kara deliktir “faili meçhul”ler.
Belki de sorunu açıklamaya en uygun düşen cümle: “Tutuklandılar, katledildiler, mezar taşları
bile olamadı”dır!
Kolay mı? Dünyanın en genç mezarlığı bizimdir. Onlar, karanlığın ötesinden gelen seslerdir, Eduardo Galeano’nun deyimiyle,- “mezarsız ölüler”dir!
ÖRNEKLERİYLE “FAİLİ MEÇHUL”LER, ÖLÜM TARLALARI
“Faili meçhul”lerin, kirli savaşla/ Kürt Sorunu ile olağanüstü bir ilişkisi olduğu herkesin
malumudur!
Hatırlayın: “PKK’ya yardım eden işadamlarının ve sanatçıların listeleri elimizde,” diyen
dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in 4 Kasım 1993’te cümleyi kurmasından çok kısa bir süre sonra
Türkiye, peş peşe öldürülen Kürt işadamları ve bürokratların haberlerini okumaya başladı. Çiller’in
1993’teki bu sözleri bir anlamda karanlık, korkutucu, acımasız, pervasız ve gayrimeşru olaylara
açılan kapı oldu. Türkiye, 90’lı yıllar boyunca faili meçhuller, köy boşaltmalar, toplu öldürmeler, siyasi
cinayetler, yargısız infazlar, ‘asker - polis - mafya’ tarafından oluşturulmuş çeteler, provokasyonlar ve
bunlara uydurulmaya çalışılan kılıflarla uğraştı.
Çiller’in cümlesinin gerçek anlamı ise emekli Koramiral Atilla Kıyat’ın itiraf gibi ifadesiyle ortaya
çıktı. Kıyat “1990’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetler devlet politikasıydı” dedi. Yani Kıyat 1993’te
belki de tüm on yıl için “malumu ilan etmiş” olmaktan başka bir şey yapmadı.
İçişleri Bakanlığı verilerine göre sözkonusu 10 yılda yalnız polis bölgesinde 1912 siyasi cinayet
işlendi. Bunun 608’i faili meçhul olarak bildirildi. Tansu Çiller’in meşhur cümlesini takip eden dönemde
ise 1993’te 411, 1994’te 453 olmak üzere 864 siyasi cinayet işlendi, 303’ü faili meçhul olarak kaldı.
‘Türkiye İnsan Hakları Vakfı’ (TİHV) ve ‘İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) göre bu rakamların misliyle
fazla insan öldürüldü. Öldürmeler akademisyenler, askerler, işadamları, siyasetçiler avukatlara
uzandı.
TBMM’de 1993’te kurulan Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu üyesi Hüsamettin
Korkutata, sonucu şu ünlü cümleyle anlattı: “Görüldü ki vatan, millet dedikleri şey para, pul, kaçakçılık
ve rant işidir.”
Tansu Çiller’in danışmanı Memduh Bayraktaroğlu ise ‘Çillerli Yıllarım’ başlıklı yapıtında “Resmi
olmayan, sabıkalı isimlerden özel bir tim kuruldu. Bu tim daha sonra uyuşturucu ticaretine karıştı. O
dönemde sivrisinek öldürür gibi insan öldürüldü,” diye yazdı. İşte karanlık 10 yılın tablosu...[10]
RAKAMLARLA “ALACAKARANLIK” 10 YIL
1912 İçişleri Bakanlığı’na göre polis bölgesinde 1990 - 2000 arasında işlenen siyasi cinayet.
608
1912 siyasi cinayetten 608’i faili meçhul kaldı.
1165 “Yargısız infazlar” o yılların korkulu rüyasıydı. Kayıtlara geçen rakam 1165 oldu. (TİHV)
GÖZALTI VE CEZAEVİNDE
403
kişi öldü (TİHV)
205
1990 - 2000 yılları arasında “kayıp” sayısı (TİHV)
253
Türkiye’deki toplu mezar sayısı (İHD)
3541 Boşaltılan köy ve mezra sayısı (İHD)
3
Oysa olan “biten”, 10 yılla sınırlı değil. “Derin (denilen) Devlet”in suç listesi, uzar gider bu
ülkede! Örnek(ler) mi?
JİTEM davası, Kürt illerindeki “faili meçhul” cinayetler, Susurluk, Yüksekova çetesi, “yeşil” kod
adlı Mahmut Yıldırım ve Hüseyin Oğuz’un ifade/ itirafları1
Mesela Vedat Aydın, Mehmet Sincar, Medet Serhat1
Mesela Ramazan Elçi, Abdurrezak Binzet, Beyaz Toroslar, Korucular1
Hasan Ocak, Metin Göktepe, Gazi Mahallesi olayları mesela1
Mesela 1 Mayıs 19771
Mesela Metin Lokumcu1
Mesela İstihbarat Örgütleri, Abdullah Çatlı, İbrahim Çiftçi, Haluk Kırcı, İbrahim Qahin1
Sonra Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Çetin Emeç, Cavit
Orhan Tütenğil, Abdi İpekçi1
Örnek mi? “Ayhan Çarkın, onca cinayet itirafına rağmen ‘somut delil yok’ diyen mahkemeye bir
anlamda ‘alın size yeni somut deliller’ diyor”ken;[11] hızla sıralayalım:
i) Kürt illerinde faili meçhul cinayetler en çok da gazetecileri seçti. Gündem gazetesinin
muhabiri veya dağıtımcısı olan 18 gazeteci ya evlerinden veya yoldan alınıp öldürüldü. Musa Anter,
Halit Güngen, Cengiz Altun, Namık Tarancı, Ferhat Tepe, Nazım Babaoğlu, İzzet Kezer, Mecit
Akgün, Çetin Abayay, Yahya Orhan, Hüseyin Deniz gibi isimler faili meçhullere kurban gitti. Bu
cinayetler hâlâ aydınlatılamadı. Kürt gazeteci ve yazar Musa Anter, 20 Eylül 1992 tarihinde
Diyarbakır’ın Seyrantepe semtinde tuzağa düşürülerek öldürüldü![12]
ii) ‘Özgür Gündem’ Bitlis muhabiri Ferhat Tepe’nin cansız bedeni, 8 Ağustos 1993’te Elazığ’da
bir gölden çıkarıldı. “Kimsesiz” denilerek basına haber verilmeden apar topar gömüldü1
Oysa henüz 18 yaşındaki muhabir, 28 Temmuz’da sivil giyimli ve telsizli kişiler tarafından
kaçırılmış, bir daha da haber alınamamıştı1 Dönemin DEP Bitlis İl Başkanı olan baba İshak Tepe,
Özgür Gündem gazetesi avukatlarıyla birlikte her yerde oğlunu arıyordu.
Aile olayı öğrenince, Tepe’nin cesedi çıkartılarak teşhis edildi. Otopsiye göre Ferhat’a yoğun
işkence yapılmış, vücudunda sigara söndürülmüş ve boğazı telle sıkılarak öldürülmüştü![13]
iii) Hakkâri Yüksekova’da, Nezir Tekçi adlı çobanın 1995 yılında askerler tarafından
öldürüldüğü ve sonra cesedinin bombayla parçalandığı iddiasına ilişkin davada, talimatla ifadeleri
alınan eski askerler ‘infazı’ doğruladı. Veysi Kaya, “Atış emri verildi, ben de ateş ettim” dedi. Üzeyir
Yantur, “Çobanı dağa götürdük, uzak bir mesafede öldürüldü, silah seslerini duydum” diye konuştu.
Hakan Gündüz ise “Gösterdiği mağara boş çıkınca 50 kişiye infaz ettirildi” diye anlattı. Cengiz Ekici
ise “Öldürüldükten sonra gömdük” diye ifade verdi![14]
iv) Mardin Dargeçit’te güvenlik güçleri Seyhan Doğan, (14) Abdurrahman Coşkun (21),
Mehmet Emin Aslan (19), Abdurrahman Olcay (20), Nedim Akyön (16), Hikmet Kaya (24) ve
Süleyman Seyhan’ı (57) gözaltına aldı. Davut Altınkaynak’ı (13) almak için evlerini basan askerler
kendisi evde olmadığı için annesi Hayat Altınkaynak’ı gözaltına aldı. Anne, sonra verdiği ifadesinde
“panzerle götürüldüğünü, elbiseleri çıkarılarak sopayla vücudunun her yerine vurulduğunu, 2 saat
boyunca işkence yapıldığını” anlatacaktı.
Gözaltına alınan çoban Seyhan Doğan’ın yerine ertesi gün hayvanları otlatmaya götüren 11
yaşındaki kardeşi Hazni Doğan da gözaltına alındı. Dargeçit Jandarma Taburu’nun altındaki işkence
merkezine götürülen çocuk, ağabeyiyle birlikte işkence ve tacize maruz kaldı. 4 günün sonunda
serbest bırakılan çocuk, yaşadıklarını ailesine anlattı. Annesi Asiye Doğan diğer oğlu Seyhan’ı
sormak için jandarmaya gittiğinde “serbest bırakıldığı, dağa gitmiş olabileceği” yanıtını aldı. Doğan,
savcılığa dilekçe verdikten sonra gözaltına alındı. Çıkar çıkmaz yaşadıklarını gazetelere anlattı.
Haberlerin ardından Doğan yine alındı ve 20 gün işkenceli sorgulara tabi tutuldu![15]
v) Silopi’de 1993 yılında gözaltına alınan 6 köylünün, kurşuna dizilip öldürüldüğü ve bilinmeyen
bir yere gömüldükleri ortaya çıktı. İddianameye göre; 13 Haziran 1993’te Silopi’ye bağlı Görümlü
köyünde konuşlanan Tekirdağ 3. Zırhlı Tugay 2. Tabur Komutanlığı’na PKK saldırdı, altı asker şehit
oldu. Saldırıdan sonra Görümlü Köyü’nü basan jandarma, Keldani kökenli baba oğul Hamdo ve
Hükmet Qimşek ile köy imamı İbrahim Akıl, Mehmet Salih Demirhan, Derecik’ten Qemdin Cülaz,
Koyunören’den Ömer Kurtay’ın da aralarında olduğu 13 köylüyü gözaltına aldı. Yedisi bırakılırken,
altısından bir daha haber alınamadı![16]
vi) 1995 yılında Mardin’in Dargeçit ilçesinde, 9 kişi PKK’ya yardım ettikleri gerekçesiyle
Dargeçit Jandarma Komutanlığı tarafından gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan 11 yaşındaki
4
Hazni Doğan ve 28 yaşındaki Hayat Altınkaynak serbest bırakıldı. Ancak 7 kişiden bir daha haber
alınamadı. Ailelerin yaptığı ısrarlı takip üzerine, Dargeçit Cumhuriyet Savcılığı 2009 yılında
soruşturma dosyasını yeniden açtı. Ailelerin ve Mardin İnsan Hakları Derneği’nin takibi sonucu 17
Qubat 2012’de, Dargeçit’in Bağözü Köyü’nde kazı çalışması yapıldı.
Toplu mezar alanı olduğu ileri sürülen Bağözü Köyü çevresinde başlatılan kazı çalışmaları, 4
gün sürdü. Kazı çalışmaları sırasında bir kuyunun içinde yanmış insan kafası ve bazı kemikler
bulundu. Bulunan kemikler, gözaltında kaybolan kişilere ait olup olmadığının belirlenmesi için Adil Tıp
Kurumu’na gönderildi. Adli Tıp Kurumu’nda gelen ilk raporda, bulunan kemiklerden birinin gözaltında
kaybolan 19 yaşındaki Mehmet Emin Aslan’a ait olduğu belirlendi. Adli Tıp Kurumu, diğer kemikler
üzerinde yaptığı çalışmalar sonucunda, bazı kemiklerin de 14 yaşında Seyhan Doğan’a ait olduğu
yönünde rapor hazırladı. Hazırlanan rapor Dargeçit Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderildi.
Mardin İHD şubesi yaptığı açıklamada, “Talep edilen ek rapor sonucunda Bağözü Köyü’nün
içinde bulunan kuyuda bulunan kemiklerin bir kısmının Seyhan Doğan’a (14) ait olduğu tespit
edilmiştir. İşlemler bittikten sonra cenazenin Doğan ailesine teslimi yapılacaktır” denildi. Aranan 7
kişinin içinde bir de asker var. İddialara göre Uzman Çavuş Bilal Batır, söz konusu cinayetler
hakkında bilgisi olduğu için yakılarak öldürüldü ve diğer cesetlerle birlikte aynı kuyuya atıldı![17]
vii) Kızıltepe’deki “JİTEM’in ölüm merkezi”nde bulunan kemikler, 1995’te kaçırılan iki kardeşe
ait çıktı. Böylece aynı yerde üç “kayıp” kişiye ulaşılmış oldu.
Mardin Kızıltepe Savcılığı’nın 2008 yılında yaptığı kazıda bulunan kemiklerin, 1995 yılında
evinden alındıktan sonra kendisinden bir daha haber çıkmayan Qemsettin Yalçınkaya ve Nejat
Yalçınkaya’ya ait olduğu belirlendi.
1995 yılında Kızıltepe Belediyesi’nde zabıta memuru olarak görev yapan Qemsettin
Yalçınkaya ve kardeşi Nejat Yalçınkaya, evlerine gelen bazı kişilerce, o dönem bölgede gözaltılarda
yaygın kullanılan ‘Toros’ araca bindirildi. İki kardeşten bir daha haber alınamadı. Yalçınkaya ailesinin
yıllarca iki kardeşe ulaşma çabaları sonuçsuz kaldı.
Kızıltepe Savcılığı’nın sürdürdüğü fail meçhul cinayetler soruşturması kapsamında 2008
yılında “JİTEM’in ölüm merkezi” olarak kabul edilen Katarlı Köyü’nde kazı yapıldı. Yapılan kazılarda
insana ait olduğu belirlenen kemiklere ulaşıldı. Bulunan kemikler, yakınlarını arayan ailelere umut
oldu. Savcılık kazılarda bulunan kemikleri DNA incelemesi için İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderdi.
Adli Tıp Kurumu, kazılarda bulunan kemikler ile kan örnekleri alınan aileler arasında eşleşme yaptı1
İHD Mardin Qubesi’nin gözaltında kayıplarla ilgili olarak yayımladığı raporda, Mardin’de 19931996 yılları arasında 52 sivil vatandaşın gözaltında kayıp edildiği belirtiliyor: “Mardin ve çevresinde
bulunan kemikler, yargısız infaz ve kaybettirilmenin bir devlet konsepti olarak uygulandığının teyididir.
Parça parça bulunan deliller bir bütün olarak insanlık dışı muamele ve uygulamaların sistematikliğini
ortaya koymaktadır”![18]
viii) Diyarbakır’ın Kulp ilçesine bağlı Alacaköy’de bulunan toplu mezardan haberiniz var mı? 11
cesede ait olduğu anlaşılan kemikler, 10 yılı aşkın bir süredir yerleşime kapalı olan bir bölgede, bir
dere yatağında bulundu. Oracıkta topluca katledilmiş olduklarına dair bulgular var. Gömülmemişler
bile. 2003 yılının Eylül ayında da Muş-Kulp karayolunun inşasında çalışan işçiler, çalışmaları
sırasında insan kemikleri buldukları iddiasıyla savcılığa başvurmuştu. Bildiğimiz kadarıyla bir
araştırma yürütülmedi. 1993 yılında Alacaköy’de gözaltına alınıp kaybolan 11 köylü neredeyse
unutulacaktı1
9 Ekim 1993 günü Muş-Kulp-Lice üçgeninde yapılan operasyonda Alacaköy’de tutuklanan
Mehmet Salih Akdeniz, Celil Aydoğdu, Behçet Tutus, Mehmet Qerif Avar, Hasan Avar, Bahri Qimşek,
Mehmetşah Atala, Turan Demir, Abdo Yamuk, Nusreddin Yerlikaya ve Ümit Taş’dan bir haber
alınamamıştı. O dönem sıkça kapağı açılan muamma dosyasına yazılmışlardı. Kulp Savcılığı’na
tahkikat için dilekçe ile başvuran kayıp yakınları, bir sonuç alamadılar1
Tanıklar var. Sözkonusu operasyonda tutuklanan ancak sonradan serbest bırakılanlar olayı
ayrıntılarıyla anlatıyor. İsteyen, bu ayrıntılara İHD raporlarından ulaşabilir.
Operasyon, General Yavuz Ertürk himayesinde yapıldı. Dava dosyasında, operasyonun Bolu
Jandarma Tugayı’ndan geldikleri anlaşılan 2 bin 500 asker tarafından yapıldığı belirtiliyor.
Operasyona General Ertürk’ün bizzat komutanlık ettiği kaydediliyor. Tanıkların ifadelerinden de
anlaşıldığı gibi olay günü askerlerin köylüleri operasyon bitene kadar elleri bağlı olarak tuttukları,
sonra da helikopterlere bindirerek götürdükleri anlaşılıyor![19]
5
ix) Kelektepe Mezrası’nda 17 Mayıs 1994 günü gözaltına alınan Piro Ay’dan bir daha haber
alınamadı. Adakent köyünü 12 Haziran 1994’te basan jandarmalar Vejdin Avcıl’ı gözaltına aldı. Avcıl,
baskın yapılan bir sığınağa sokulurken çıkan çatışmada öldürüldü, kayıtlara da “terörist” diye geçirildi.
Tekirdağ’dan Derik’e gelen Mehmet Faysal Ötün’ün bindiği otobüs durduruldu ve gözaltına
alınan Ötün’ün cesedi 14 gün sonra bir köprü altında bulundu. Eşi Nurten Çelik’e göre, Ötün,
kardeşinin kaçırdığı kızın korucu akrabaları tarafından PKK’li olduğu söylendiği için öldürülmüştü.
Mardin Başsavcılığı, dönemin İlçe Jandarma Komutanı Çitil hakkında kaybedilen ve öldürülen
13 kişi için ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis talebiyle iddianame düzenledi. Mardin’de başlayan
dava Çorum’a gönderildi. Çitil, savunmasında davanın kendisini ve jandarmayı itibarsızlaştırmak için
açıldığını savundu. Tanıkları ve mağdur yakınlarını “terör örgütüne yakın olmakla” suçlayan Çitil,
“infazları PKK’nin yaptığını, beyaz Toroslarla vatandaşları kaçırdığını” ileri sürdü.
Dava sürerken Ankara Jandarma Bölge Komutanı olarak görev yapan Çitil, 21 Mayıs 2014’te
beraat etti. Beraat kararına yapılan temyiz başvurusu 2 Haziran 2015’te Yargıtay’ca onandı. Çitil de 6
gün sonra YAQ kararlarıyla Tümgeneral yapılarak Diyarbakır Bölge Jandarma Komutanlığı’na
getirildi![20]
x) İHD Diyarbakır Qubesi 2011 yılında açıkladığı Toplu Mezar Raporu’nu, aradan geçen 3 yılın
ardından 2014’de güncelleyerek yeniden kamuoyu ile paylaştığı belgeye göre, 25 ilde yapılan
incelemelerde 348 toplu mezarda 4 bin 201 kişinin bulunduğu ifade edildi. Çatışmalı süreçte 17 bin
faili meçhul cinayet işlendiğini vurgulayan İHD Genel Başkan Yardımcısı Raci Bilici, “bastığımız her
karış toprağın bir toplu mezar yeri olma ihtimali var,” dedi![21]
xi) Silopi’de 2001’de kaybedilen iki HADEP yöneticisi Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz için 2
Ocak 2014’de Dargeçit’te kazı yapıldı. Ailelerin de izlediği kazıda kemiklere ulaşıldı![22]
xii) Bitlis’in Mutki ilçesi Hacinan köyü kırsalında toplu mezar ortaya çıktı. Köylüler toprak
yüzeyinde insan kemikleri ve elbiseler bulunca durumu yetkililere bildirdi. İHD Bitlis temsilcisi Hasan
Ceylan, elbiselerin üzerinde kurşun ve kan izleri olduğunu, kemiklerin vahşi hayvanlarca çıkarıldığını
belirtti. 1996’da bölgede düzenlenen bir operasyonda 9’u kadın 24 PKK’linin öldürüldüğünü belirten
Ceylan, kemiklerin PKK’lilere ait olabileceğini söyledi![23]
xiii) Mardin’in Dargeçit ilçesinde 17 yıl önce kaybolan köylülerin cesetlerinin bulunması için 22
Qubat 2012’de ikincisi yapılan kazılarda, bir kafatası, kemik ve elbise kalıntıları bulundu. Qırnak’ın
Güçlükonak ilçesindeki kazılarda da kafatası ve kemiklerin bulunduğu bildirildi![24]
xiv) Susurlukçu Ayhan Çarkın’ın işkence edildikten sonra gömüldüğünü söylediği, 1992
yılından bu yana “kayıp” listesinde bulunan Ayhan Efeoğlu adlı üniversiteli gencin “kayıt dışı” şekilde
gözaltına alındığı ortaya çıktı![25]
xv) Eski MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür, 17 yaşındaki Ayten Öztürk’ü,
Dersim’de 1992’de işkenceyle öldüren “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’la o dönemde tanışmadığını,
cinayetle ilgisinin olmadığını söyledi. Ayten Öztürk’ün ölümüyle ilgili şüpheliler arasında altıncı sırada
yer alan Eymür, “O kadar çok olay oldu ki 1994’e kadar. O kadar çok faili meçhul olay yaşandı ki
hangi birini duyacağım,” dedi![26]
xvi) Musa Anter’in katledilmesine ilişkin davaya MİT’ten gönderilen belgede “Yeşil” kod adlı
Mahmut Yıldırım’ın MİT’te çalışmadığı ancak bir jandarma yetkilisi aracılığı ile Qemdin Sakık’ı
öldürmek için başvurduğu ancak bunun kabul edilmediği belirtildi![27]
xvii) Ergenekon davasından yargılanan eski Özel Harekât Dairesi Başkanvekili İbrahim Qahin,
Dev-Sol’a yönelik İstanbul Çiftehavuzlar’da 1992’de düzenlenen operasyonda Dursun Karataş’ın eşi
Sabahat Karataş’ı kendisinin öldürdüğünü açıkladı. Sivas Ermeni Cemaati lideri Minas Durmazgüler’e
düzenleneceği iddia edilen suikast hazırlığına dair silahı sanık Garip İrfan Torun’a verdiği iddiasına
ilişkin ifade veren Qahin, “30 yıl terörle mücadele ettim. DHKP/C lideri Dursun Karataş’ın eşini
operasyonda ben öldürdüm. Qimdi terörden tutukluyum. Takdir yüce mahkemeye aittir” diye
konuştu![28]
xvii) “Anayasa Mahkemesi’nin Resmi Gazete’de yayımlanan bir kararında gizliydi hikâye. Failin
görünmez kılınmaya çalışıldığı, çaresiz kalınınca cezasız bırakıldığı bir memleket hikâyesi, en geçerli
resmi belgede!”[29]
SUSURLUK VE ÖTESİ
6
“1 ‘Everybody Knows’, Leonard Cohen’in ünlü bir şarkısıdır. Herkes bütün düzenbazlıkları,
yalanları bilir ama her şey aynen devam eder. Susurluk, bu şarkıda anlatılana çok benzer,” diyen
Ahmet İnsel hiç de haksız değildir1
Çünkü Susurluk, burjuva devletin anatomisidir!
“Nasıl” mı?
“Susurluk davası”ndan yargılanan Mehmet Ağar, Abdullah Çatlı’nın 1980’den 1994’e kadar
çeşitli konsolosluklar ve valiliklerden 9 pasaport aldığına işaret ederken “Pasaportlar göz önüne
alındığında şahsın sahte veya gerçek herhangi bir belge edinmekte bir güçlük çekmediği
anlaşılmaktadır,” derken; Ağar’ın verdiği bu bilgi, Çatlı’nın devlet tarafından nasıl korunduğunu ortaya
koyar![30]
“Kayıp silahların alım iznini Başbakanlık verdi. O silahlar gerekli yerlerde kullanıldı,”[31] diyen
Mehmet Ağar, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’na açıklamalarında, faili meçhul
cinayetlerde kullanıldığı iddia edilen kayıp silahların alımı için “Alım talimatı başbakanlıktan verildi.
Gerekli yerlerde kullanıldı. Kaydı tutulmaz,” dedi ve işkence olaylarından “sert sorgu yöntemi” olarak
bahsetti![32]
Nihayet Susurluk’un kilit ismi İbrahim Qahin, savcılık ifadesinde “Eğer ortada illegal bir yapı
varsa bana değil gidin Mehmet Ağar’a sorun,” dedi![33]
“SUSURLUK’UN ANATOMİSİ”: KİM KİMDİR?[34]
ABDULLAH ÇATLI Abdullah Çatlı karanlık ilişki ağının kilit noktasında duruyordu. 1977 yılında
Ülkü Ocakları Ankara İl Başkanı’ydı. 1978 yılında Ankara Bahçelievler’de 7 TİP
üyesi gencin öldürülmesi olayının planlayıcısı ve başsorumlusu olarak
aranırken yurtdışına kaçmıştı. Yurtdışında uyuşturucu ticaretine karıştığı öne
sürüldü. Susurluk kazasında öldüğünde Interpol tarafından kırmızı bülten ile
aranıyordu. Kazadan sonra ortaya dökülen bilgiler devlet ile yakın ilişkisini
ortaya koydu. Abdullah Çatlı’nın ortaya çıkan ilk ilişkisi Özel Harekât Daire
Başkanvekili İbrahim Qahin ve Özel Timci polislerdi. Karanlık ilişkiler ağı
onların geçmişlerine bakıldığında daha net ortaya çıkacaktı.
HÜSEYİN
Susurluk’ta ölen eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ o
KOCADAĞ
dönem İstanbul Kemalettin Eröğe Polis Okulu Müdürlüğü’nde görev yapıyordu.
GONCA US
Kazada ölen Gonca Us, Abdullah Çatlı’nın sevgilisiydi.
SEDAT BUCAK
Susurluk kazasından yaralı olarak kurtuldu. Bucak aşiretinin reisi olan Bucak o
dönem DYP Qanlıurfa Milletvekiliydi. Milletvekili dokunulmazlığı kalktıktan
sonra yargılandı ve ‘Çeteye yardım etmek’ten 1 yıl 15 gün ceza aldı, ancak
ceza ertelendi.
TANSU ÇİLLER
Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, Susurluk iddiaları üzerine “Devlet için kurşun
atan da kurşun yiyen de kahramandır” dedi.
MEHMET AĞAR
Mehmet Ağar’ın Emniyet Genel Müdürü ve İçişleri Bakanı olduğu dönemler
Susurluk çetesi iddialarının neredeyse tamamını kapsıyordu. Ömer Lütfü Topal
cinayetinin ardından bir ihbar üzerine gözaltına alınan Özel Tim polislerinin
Ankara’ya gönderilmesini ve serbest kalmasını sağladığı öne sürüldü. Çatlı ve
Yaşar Öz’e silah taşıma belgesi ve yeşil pasaport verilmesini sağlayarak görevi
kötüye kullanmakla suçlandı. Milletvekili dokunulmazlığı ve eski vali olması
nedeniyle uzun süre yargılanmadı.
VELİ KÜÇÜK
Tuğgeneral Veli Küçük, Susurluk kazasından sonra Türkiye’nin yüzleştiği en
karanlık figürlerden biriydi. Çatlı’yı tanıyordu ve kazadan sonra Balıkesir
Emniyet Müdürü’nü arayarak Çatlı’nın cenazesine sahip çıkmasını istemişti.
Düzce-Bolu-Sapanca bölgesindeki cinayetlerden sorumlu olduğu öne sürüldü.
Susurluk davasında yargılanmadı.
İBRAHİM QAHIN
Özel Harekât Dairesi’ne Mehmet Ağar tarafından atanmıştı. Özel Timci
polislerin amiriydi ve Abdullah Çatlı’nın yakın arkadaşıydı. Kazadan sonra
ortaya çıkan düğünde çekilmiş bir fotoğraf bu yakınlığı gözler önüne serdi.
Susurluk davasında 6 yıl hapis cezası aldı. Sağlık sorunları nedeniyle
Cumhurbaşkanı’nca affedildi. Ergenekon operasyonu kapsamında 7 Ocak
7
2009’da gözaltına alındı. Genç polis ve askerlerden bir örgüt kurduğu iddia
edildi.
KORKUT EKEN
Özel Harekât şubelerinin kurulmasında ve polislerin eğitilmesinde görev aldı.
Susurluk davasında çete kurmak ve yönetmekten 6 yıl hapis cezası aldı.
Hapisten çıkışında kahraman gibi karşılandı.
ÖZEL TİM
Çatlı’nın ortaya çıkan ilk ilişkisi Özel Harekât Daire Başkanvekili İbrahim Qahin
POLİSLERİ
ve Özel Timci polislerdi. O dönemde operasyonlardaki yargısız infazlarda hep
onların adı geçiyordu. Gazi Mahallesi’nde onların olduğu öne sürülmüştü.
Kronolojik inceleme Susurluk kazası gününe yaklaşırken uyuşturucu ve mafya
bağlantıları bir bir ortaya döküldü. Kumarhaneler Kralı Ömer Lütfü Topal’ı bu
ekibin öldürdüğü öne sürüldü. Bu nedenle İstanbul’da gözaltına alındılar, ancak
Mehmet Ağar’ın emriyle Ankara’ya gönderildikten sonra serbest kaldılar. Özel
tim polis memurlarından Mustafa Altunok 284 gün, Abdulgani Kızılkaya 193,
Enver Ulu 141 gün Susurluk davasında aldıkları ceza gereği hapiste kaldıktan
sonra özgür kaldı.
AYHAN ÇARKIN
Özel Tim polisi. Yargısız infazlara katıldığı öne sürülmüştü. Yargısız infazları
gerçekleştirdiği iddialarının yanı sıra Ömer Lütfü Topal cinayetine katıldığı iddia
edildi. Susurluk davasında 4 yıl hapis cezası aldı, 290 gün cezaevinde kaldı.
OĞUZ YORULMAZ Susurluk davasından dört yıl ceza aldı. Ağustos 2009’da bar kavgasında öldü.
Annesi “Oğlumu devlet katil yaptı” dedi.
ERCAN ERSOY
Topal cinayetinden gözaltına alınıp bırakıldıktan sonra Sedat Bucak’ın
koruması oldu. Susurluk davasından 4 yıl hapis cezası aldı.
AYHAN AKÇA
Diğer polislere yönelik suçlamaların yanı sıra MİT’çi Tarık Ümit’i öldürdüğü öne
sürüldü. Susurluk davası sonrası 184 gün hapis yattı.
ZİYA
Tarık Ümit’in kaçırılması olayına karıştığı öne sürüldü. Susurluk’tan 184 gün
BANDIRMALIOĞLU hapis yattıktan sonra başka suçlardan da yargılandı.
HALUK KIRCI
Eski ülkücü katliam zanlısı Haluk Kırcı Susurluk çetesi içindeydi.
ÖMER LÜTFİ
Kumarhaneler Kralı Topal 28 Temmuz 1996’da öldürüldü. Onu öldüren
TOPAL
silahlardan birinde Çatlı’nın parmak izi olduğu öne sürüldü. Baş zanlı Özel
Timci’lerdi.
ALİ FEVZİ BİR
Ömer Lütfü Topal’ın ortağı. Topal’ın öldürülmesi olayına adı karıştı.
SAMİ HOQTAN
Uyuşturucu kaçakçısı. Susurluk sanıklarıyla ilişki içindeydi.
YAQAR ÖZ
Uyuşturucu kaçakçısı olduğu öne sürüldü. Sahte silah ruhsatında Ağar’ın
imzası vardı. Susurluk’tan 4 yıl ceza alıp başka bir suçtan tutukluyken Ağar’ı
“Konuşurum” diyerek tehdit etmişti.
Gelelim; “Tüm iktidarların Mehmet Ağar’a ‘borcu’ var,”[35] denilen Susurluk’un kara
kutusuna1[36]
Oncasının ardından Mehmet Ağar, beş yıla mahkûm edildi. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi,
Mehmet Ağar’ın 5 yıllık hapis cezasının gerekçeli kararını açıkladı: “Silahlı örgüt yöneticisi Ağar,
kamu gücüyle çete oluşturdu.”[37]
Sonrası mı?
Susurluk’tan 5 yıla mahkûm olan eski bakan Mehmet Ağar, ‘denetimli serbestlik’ten yararlandı,
1 yıl yattıktan sonra tahliye oldu.
2012 yılının 25 Nisan’ında cezaevine giren Demokrat Parti eski Genel Başkanı ve eski İçişleri
ve Adalet Bakanı Mehmet Ağar da “denetimli serbestlik”ten yararlandı.
Susurluk Davası’nda Ankara 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nce 5 yıl hapis cezasına çarptırılan
ve Aydın’ın Yenipazar İlçesi’ndeki Kapalı Cezaevi’nde kalan Mehmet Ağar, 369 gün hapis yattıktan
sonra 29 Nisan 2013’de tahliye oldu.
Avukatı Abdullah Egeli’nin verdiği dilekçenin ardından Ağar 1 yıl 4 gün hapis yattıktan sonra
29 Nisan 2013’de tahliye edildi. Yasaya göre Ağar 4 gün de fazladan yatmış oldu!
Ağar, gazetecilere şunları söyledi: “Hepsine şükran borçluyum, teşekkür ediyorum. Girerken,
bunu bir devlet görevi olarak gördüm, tamamladım. Devlet ‘gel’ dedi geldik, ‘git’ dedi gittik. Qu anda
8
yapacağımız 76 milyon gibi, sade bir vatandaş gibi ailemle, çocuklarımla, torunumla yaşamaktır.
Umudumuz odur ki, Türkiye’mizin geleceği bugününden daha iyi olacaktır. Bizim gönlümüzden geçen
samimi temennimiz budur, Allah milletimizin, memleketimizin yardımcısı olacaktır, buna da gönülden
inanıyoruz.”
Mehmet Ağar’ı cezaevinde, Teknik Direktör Fatih Terim, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım,
AKP Milletvekili Hakan Qükür, işadamı Mustafa Koç, Beşiktaş Başkanı Fikret Orman, futbolcu Arda
Turan, Türkiye Futbol Federasyonu eski Başkanı Haluk Ulusoy gibi birçok ünlü isim ziyaret etmişti.
Kanuna göre “yüksek güvenlikli” cezaevine nakledilmesi gereken Ağar için Yenipazar
Cezaevi’nde yine bir Susurluk hükümlüsü Korkut Eken’in gözetiminde tadilat yapıldı. Ağar’a diğer
mahkûmların ulaşamayacağı, içinde banyo ve tuvaleti bulunan özel bir bölüm hazırlandı. Tadilat
süresince cezaevindeki mahkûmlar başka yere nakledildi. Cezaevine ziyaretçileri düşünülerek
helikopter pisti bile yapıldı![38]
İşte buydu ve bu kadar!
“DERİN (DENİLEN) DEVLET” VERİLERİ
“Derin (denilen) Devlet”, kökü Nazilere uzanan “made in USA”[39] patentli terör aygıtıdır!
Özel Harp Dairesi-Kontrgerilla-Gladio-JİTEM-MİT ilişkileri ve gerçeği üzerine ciltler dolusu söz
edebiliriz.
Gerçekten de 1952’de NATO’nun isteği üzerine Seferberlik Tetkik Kurulu’nu (Özel Harp
Dairesi) kim kurmuştu?
Kıbrıs’ın başına TMT’yi bela eden kimdi?
6-7 Eylül’deki şu “mükemmel” operasyon nasıl yapılmıştı peki?
51 Tevkifatı neydi? Ruhi Su’yu, Enver Gökçe’yi, Mihri Belli’yi, Behice Boran’ı kim süründürdü
hapishanelerde?
Nâzım’ı kim attı vatandaşlıktan?
Veya eski İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, devletin PKK’ye karşı Hizbullah’a göz yumduğunu
belirtip, “Devlet dışarıdan birtakım kimseleri de görevlendirdi. Yani devlet, kendi görevlerini, devlet
görevlisi olmayan birtakım kişilere yaptırmak istedi,” demedi mi?[40]
Evet, evet “faili meçhul” denilen ve aslında faili malum olan cinayetlerle, “Derin (denilen)
Devlet” doğrudan ilintilidir!
“Derin Devlet” lafına hiç bir zaman katılmadım, katılmayacağım da. Onun için de “Derin
(denilen) Devlet” dedim öyle de, diyeceğim.
“Derin Devlet” deyince devletin bizzat doğrudan işlediği suçları kendini ötekileştirerek
kabahatini örtmüş oluyoruz. Bizzat devlet tarafından emri verilmiş cinayetler var, “derin” filan da
değil.[41]
Özetle, “Derin (denilen) Devlet” devletin hülasasıdır!
İHD verilerine göre, 1994’te, 292 cinayet ve saldırı, 298 yargısız infaz, işkence ve gözaltında
ölüm olayı yaşandı. Bu olayların büyük bölümü bugüne kadar aydınlatılamadı.
1995’te faili meçhul cinayet ve saldırı sayısı 321, yargısız infaz, işkence ve gözaltında ölüm
olayı 122 olarak gerçekleşti. 1996’da cinayet ve saldırı sayısı 124, yargısız infaz, işkence ve
gözaltında ölüm olayı 190 oldu. 1997’de cinayet ve saldırı sayısı 109, yargısız infaz, işkence ve
gözaltında ölüm 114 olarak gerçekleşti.
İHD verilerine göre 1990’ların sonuna kadar bu tablo devam etti. 1999’da 212 cinayet ve
saldırı, 205 yargısız infaz olayı gerçekleşti.
“Nasıl” mı?
Tansu Çiller Türkiye’sinin karanlığında Kürt siyasetçi, hukukçu ve işadamlarını hedef alan
cinayet zincirinin üzerinden geçen yıllardan sonra ortaya çıkan “deliller”e rağmen hâlâ hakkında
hüküm tesis edilmiş tek fail bile bulunmuyor.
Tarih 4 Kasım 19931 Hatırlayalım: “Elimizde PKK’ya yardım eden Kürt işadamlarının listesi
var. Listede 60 kadar isim bulunuyor. Devlet PKK’yla olduğu gibi, PKK’ya mali destek sağlayanlarla
da her biçimde mücadele edecektir,” diyordu Tansu Çiller1
Sonrasında 14 Ocak 1994’te Behçet Cantürk’le başlayan, 25 Qubat’ta avukat Yusuf Ziya
Ekinci ile devam eden o cinayet dizisinde Savaş Buldan, Hacı Karay, Adnan Yıldırım, sağlık bakanlığı
teftiş kurulu başkan yardımcısı Namık Erdoğan, avukat Medet Serhat, DEP’li avukat Faik Candan,
9
Fevzi Arslan, Qahin Arslan ve Ankara’nın Altındağ ilçesinin Yüksekovalı nüfus müdürü Mecit Baskın
katledildiler. DEP milletvekili, Mehmet Sincar da 4 Eylül 1993’te Batman’da katledildi.
Sonrasında devlet cinayetleri, AKP iktidarında da devam etti; her şey İHD’nin faili meçhul
raporundaki gibiydi: 2002: 41 ölü 18 yaralı1 2003: 80 ölü 22 yaralı1 2004: 68 ölü 56 yaralı1 2005:
43 ölü 56 yaralı1 2006: 72 ölü 13 yaralı1 2007: 103 ölü 72 yaralı1 2008: 52 ölü 117 yaralı1 2009:
91 ölü 77 yaralı1 2010: 57 ölü 96 yaralı1
i) Amed’in (Diyarbakır) Pasûr (Kulp) ilçesi Alaca Köyü’nde, 1993 yılında 11 köylünün
katledilmesinden sorumlu tutulan emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk’ün ödüllendirildiği ortaya çıktı.
Mesut Hasan Benli’nin haberine göre, 11 köylünün katlinden sorumlu davanın tek sanığı, dönemin
Bolu Tugay Komutanı emekli Tuğgeneral Yavuz Ertürk’ün, AİHM’de açılan davada tanık olarak ifade
verdiği ve bu tanıklığından dolayı Dışişleri Bakanlığı tarafından “takdir” belgesi ile ödüllendirildiği
ortaya çıktı![42]
ii) İçişleri Bakanlığı’nın 20 yıl önce “devlet sırrı” gerekçesiyle mahkemeye göndermediği “PKK
ilişkili sakıncalı işadamları listesinin”, Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı arşivlerinde
“Müteahhit Çizelgesi” adıyla yer aldığı ortaya çıktı. Ankara’daki faili meçhul cinayetlerle ilgili devam
eden davanın dosyasına giren Milliyet’in haberine göre Müteahhit Çizelgesi başlıklı belgenin Tansu
Çiller döneminde hazırlanan liste olduğu ifade edildi![43]
iii) Milli Güvenlik Kurulu’na (MGK) sunulduğu söylenen ‘Kürt işadamı listesi’ ile ilgili yeni bir
iddia, “Toplantıda Erdal İnönü, Turgut Özal, Süleyman Demirel vardı. Demirel hâlâ yaşıyor. Listeyi en
iyi o bilir,” diyen DYP’li eski Bakan Salim Ensarioğlu’ndan geldi![44]
iv) Susurluk çetesinin 1990’lı yıllarda işlediği faili meçhul cinayetlere ilişkin 19 kişi hakkında
açılan davanın 11 Temmuz 2014 tarihli duruşmasında “tarihi yüzleşme” gerçekleşti. Duruşmada önce
tutuklu sanık Ayhan Çarkın, itiraflarda bulunurken, “Bütün cinayetler devletin bilgisi dahilinde işlendi”
diyerek dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, başbakanlar Tansu Çiller, Mesut Yılmaz ve
MGK üyelerini suçladı![45]
v) Çankaya Köşkü’ndeki toplantıda Çiller’in, Yılmaz’ı başbakanlığı dönemindeki faili meçhul
cinayetler nedeniyle suçladığı da ortaya çıktı. Tutanaklara göre, toplantıda Çiller ile Yılmaz arasındaki
tartışmalardan biri de faili meçhul cinayetlere ilişkin. Çiller, Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde bir
ayda 81 faili meçhul cinayet işlendiğini söylüyordu![46]
vi) İHD, HDP ve HDK, kayıplar haftasına ilişkin İzmir, Mersin ve Ankara’da yapılan
açıklamalarda 940 civarında gözaltında kaybedilen yurttaşın yarısından fazlasının akıbetinin
bilinmediğini belirterek, AKP hükümetinin BM Kayıplar Sözleşmesi’ni onaylamamasını kınadı. 224
toplu mezarda 3 bin 58 kişinin naaşının usulüne göre çıkarılmayı beklediği ifade edildi![47]
vii) Qile kazısı davası sanıklarından itirafçı Ulaş Özel, JİTEM için çalıştığını belirterek, “Ben
cezaevinde yatıyor gözükürken, dışarıda operasyonlara katılıyordum. Öldürdüğümüz kişi başına zarf
içinde para alıyorduk,” dedi![48]
viii) Mardin Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Ergenekon davası kapsamında tutuklu
bulunan Atilla Uğur’un bir numaralı şüpheli olduğu, fail meçhul cinayetlere ilişkin sürdürdüğü
soruşturma kapsamında, Katarlı Köyü’nde kazı çalışmalarına başlamıştı. Köyde bulunan ve 11 metre
derinliğe sahip kuyu çevresinde iki gün yapılan kazılarda 15 kemik parçası bulundu. Kazılarda görev
yapan doktorlar, söz konusu kemiklerin kol, bacak kemikleri olduğunu ve insanlara ait olduğunu
belirledi![49]
JİTEM’İN 12 CİNAYETİ[50]
YUSUF TUNÇ
9 Qubat 1994 günü Kızıltepe ilçesi Kengerli Köyü’nde kaçırıldı. JİTEM
tarafından kaçırılıp öldürüldüğüne dair kuvvetli şüphe içeren deliler
mevcuttur.
ABDULVAHAP ATEQ 14 Haziran 1994 günü Kırkuyu Köyü’ne gelen jandarma tarafından
dövülerek gözaltına alındı. JİTEM tarafından alınan Ateş öldürülüp 17
Haziran 1994 günü askerle çatışarak ölen terörist şeklinde lanse edildi.
NECAT
27 Ocak 1995 günü evlerinden alındılar. Kendilerini polis olarak tanıtan
YALÇINKAYA,
JİTEM mensupları tarafından kaçırılıp öldürdüklerin dair kuvvetli şüphe
NURETTİN
içeren delillerin mevcut olduğu anlaşılmıştır.
YALÇINKAYA
10
KEMAL BİRLİK,
ZÜBEYİR BİRLİK,
ABDULBAKİ BİRLİK
ve ZEKİ ALABALIK
MAHMUT ABAK,
MEHMET EMİN
ABAK
MEMDUH DEMİR,
BEDRAN KABAN
28 Mart 1995 günü Kemal Birlik ve Zeki Alabalık Kızıltepe Cezaevi’nden
tahliye oldular. Kendisini karşılamaya gelenlerle Abdulbaki Birlik ve Zübeyir
Birlik ile birlikte JİTEM tarafından alıkonup kaçırılarak öldürüldükleri
yönünde kuvvetli şüphe içeren delillerin mevcut olduğu anlaşılmıştır.
14 Ocak 1995 tarihinde ikametlerinde askerler tarafından alındılar. Mehmet
Abak, 11 Ocak 1995 günü Kırkkuyu Köyü Aysun mezrasında bir su
kuyusunda çürümüş hâlde bulundu. Mehmet Emin Abak’ın cesedinin aynı
kuyuda olma ihtimaline binanen savcılıkça 10-11 Haziran 2013 tarihinde
yapılan çalışma sonucu aynı kuyuda elbiseleriyle birlikte ikinci bir cesete
ulaşıldı. Bu surette Mehmet Emin ve Mahmut Abak’ın JİTEM tarafından
evlerinden alınıp Kırkkuyu Köyü Aysun mezrasındaki su kuyusuna atıldığı
yönünde kuvvetli şüphe içeren delileri mevcuttur.
Memduh Demir 13 Mayıs 1995 günü Mazdıdağ ilçesi Yüceba Köyü
kırsalında hayvan otlatıyordu. Aynı bölgede güvenlik güçleriyle PKK
mensupları arasında çatışma çıktı. Örgüt mensubu Bedri Kapan yaralı
olarak yakalandı. Korucuların beyanlarına göre ikisi de helikopterden atıldı.
“FAİLİ MEÇHUL” -OLMAYAN- ROBOSKÎ
“Faili meçhul” -olmayan- Roboskî için Pınar Öğünç, “Katliamının tek bir faili bile yargı önüne
çıkarılmadı. 34 gencin yattığı o mezarlığın plastik çiçeklerini kim bilir kaç yüz fotoğrafta gördük.
Devlet kim, yurttaş kim, adalet ne, tüm bunlara dair de senelerdir veremediğimiz bir ders. Aslında bu
dersten buralarda ne zaman geçtik, o da meçhul”; A. Hicri İzgören de “Roboskî’de zaman hâlâ kırık
bir keman gibi. Acıya ve hüzne kurulmuş bütün saatler... Ve hâlâ adalet bekliyor birileri,” derler
demesine ama1
‘Hakikât, Adalet, Hafıza Merkezi’nden Meltem Aslan, devletin, sorumlu olduğu katliam ve hak
ihlâllerindeki 100 yıllık cezasızlık geleneğinin Roboskî’de sürdürdüğünün altını çizip; Müge
Tuzcuoğlu, “Roboskî, yeni bir kırmızıçizgi gayreti1 Katliam, Kürtlere yeni bir gözdağıydı,” notunu
düşerken; Hüseyin Ali de, “Roboskî AKP hükümetinin kimliğidir,”[51] diye ekler1[52]
Ve zannetmeyin ki Roboskî’nin hikâyesi yalnızca korkunç bir katliamın hikâyesidir.
Ayrımcılığın, zulmün, hesap vermemenin hikâyesidir o aynı zamanda; Türkiye’nin hikâyesidir!
Roboskî, kanamaya devam eden derin bir yaradır, ama yeni değildir, kökleri üç yıl öncesinden
çok daha gerilere uzanmaktadır.
Roboskî’nin tarihi, Kürtlerin yurtsuz ve kimliksiz bir varoluşa mahkûm edilmek istenmeleriyle
başlar. Böyle bir hayatı reddetmenin bedeli, Kürtler için katliam, sürgün, zindan olmuştur. Roboskî
katlıamı da, bu zulüm tarihinin bir parçasıdır.
Roboskî’de otuz dört insanın bedeni, kendi yurtlarını ve hayatlarını parçalayan sınırları
tanımadıkları için parçalanmıştır. Tıpkı “otuz üç kurşun olayı” diye bilinen katliamda olduğu gibi.[53]
Tam da bunun için HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ifade ettiği gibidir her şey:
“Adliyedeki dosyayı kapattınız. Ama vicdanlardaki dosyayı nasıl kapatacaksınız? Olayın kapatılmaya
çalışıldığını ilk gün gördük, uyardım ama bizi dinlemediler”![54]
SINIRA GÖMÜLEN HAYATLAR, HAYALLER... [55]
KARKER
16 yaşındaydı. Maddi durumu kötü olduğu için okulu bırakmak zorunda kaldı ve
ENCÜ
yaşıtları gibi sınırın öte yanına gidip, gelmeye başladı.
SEYİTHAN
21 yaşındaydı. Okumayı çok istediği hâlde ailesinin maddi durumunun kötü olduğu
ENCÜ
için okulu bıraktı. Sınıra ilk gidişinde bombaların hedefi oldu.
NADİR ALMA 26 yaşındaydı. Ailesi bakmak için sınıra gidiyordu.
MEHMET ALİ 24 yaşındaydı. Bir katıra dahi sahip olmadığı için arkadaşlarından 25 lira
TOSUN
karşılığında kiraladığı katırla sınıra gitmişti.
QERVAN
19 yaşındaydı. Lise 2’deyken okulu bırakmak zorunda kaldı. Katırını çok sevdiği için
ENCÜ
binmeye bile kıyamıyordu. Bombardımanda parçalanan Qervan’ın cansız bedeni,
katırına yüklenerek köyüne getirildi.
NEVZAT
19 yaşındaydı. Sınırda üzerine bombalar yağdığında henüz lise son sınıf
11
ENCÜ
OSMAN
KAPLAN
ÖZCAN
UYSAL
SELİM ENCÜ
VEDAT
ENCÜ
MUHAMMET
ENCÜ
MAHSUM
ENCÜ
BİLAL ENCÜ
ERKAN
ENCÜ
HÜSNÜ
ENCÜ
SAVAQ
ENCÜ
CİHAN ENCÜ
öğrencisiydi.
31 yaşındaydı. Borçlarını ödemek ve en büyüğü 12, en küçüğü 7 yaşında olan 5
çocuğuna bakmak için ‘son gidişim’ dediği sınırdan bir daha dönemedi.
18’ine yeni girmişti. Ailesinin bankadan çektiği krediyi ödeyebilmek için lise 2’deyken
okulu bıraktı. O da o kara günde bombalara hedef oldu.
39 yaşındaydı. Evli ve 3 çocuk babasıydı. Sınırda katledildiğinde hamile olan eşi,
daha sonra dünyaya bir erkek bebek getirdi.
18’indeydi. Lise birinci sınıfa kadar okuyan Vedat, yazın iş makinesi operatörlüğü
yapıyor, kışın sınıra gidiyordu.
13 yaşında ve 7. sınıf öğrencisiydi. Ailesinin tüm itirazlarına rağmen sınıra giden
Muhammet’in de sınıra son gidişi oldu 28 Aralık 2011.
17 yaşındaydı. Lise 1. sınıftaydı. 18’ine girdiğinde ehliyet almak için para
biriktiriyordu. 18’ine giremedi. 1997’de sınırda hayatını kaybeden dedesinin
akıbetine uğradı.
16 yaşındaydı. Gözleri görmeyen babası Ahmet Encü’nün eli, ayağıydı. Katliamda
yaşamını yitirdiği gün okuldan gelmiş, üstünü değiştirip sınıra gitmişti. Bir daha
dönemedi.
13 yaşındaydı. Ancak ilkokul 7’ye kadar okuyabildi. Sınıra ikinci gidişiydi.
20 yaşındaydı. Normalde ağabeyi giderdi sınıra. Ama o askere alınınca iş ona kaldı.
Evliydi, katledildiğinde eşi henüz 2 aylık hamileydi.
14’ündeydi. Ağabeyi Hüsnü ile birlikte sınıra gittiği o gece savaş uçaklarının hedefi
oldu.
19 yaşındaydı. Sınıra bozulan cep telefonunun tamir etmek için gereken 50 lira için
gitmişti.
CEMAL
17 yaşındaydı. YGS sınavına giriş başvurusu ücreti ve okul kantinine olan 20 lira
ENCÜ
borcunu kapatmak için sınıra gitmişti.
SERHAT
15 yaşındaydı. İki ağabeyi üniversitede okurken, onun payına sınıra gitmek düştü.
ENCÜ
Ağabeyinin köye gelmek için babasından yol parası istediği konuşmaya şahit
olduktan sonra, ağabeyini arayarak ‘Ben sınıra gider sana gönderirim, bir iki gün
idare et’ dedi. Ağabeyi cenazesine geldi.
HAMZA
21 yaşındaydı. Annesinin ısrarları üzerine evlilik hazırlıkları yapıyordu. Annesi
ENCÜ
bombardımanda parçalanan cesedini elleriyle topladı.
CELAL ENCÜ 15 yaşındaydı. Çalışmak için gittiği batıda iş ararken ‘siz teröristsiniz’ cevabını
duyunca, geri döndü. O gece gittiği sınırdan bir daha dönemedi.
QERAFETTİN 18 yaşındaydı. Sınıra yitirdiği annesine bir mezar yapmak üzere gitmişti. Onun da
ENCÜ
sınıra son gidişi oldu...
SELAM
22 yaşındaydı. Üniversite son sınıf öğrencisiydi. Okul masrafları için sınıra gidiyordu.
ENCÜ
Uludere Kaymakamlığı’na okul masraflarının karşılanması için yaptığı başvuru
reddedildikten iki gün sonra sınıra gitti.
BEDRAN
13 yaşındaydı. Babasına söylemeden o karlı ve soğuk gecede katırını hazırlayıp,
ENCÜ
sınıra gitti. Ayağındaki naylon ayakkabıyla yola çıkan Bedran, kendisi ve küçük
kardeşlerine kışlık ayakkabı alacak parayı kazanmak istiyordu.
FADIL ENCÜ 20 yaşındaydı. Fenerbahçe formasını üzerinden hiç çıkarmazdı. Babası 28 Aralık’ta
bombaların altınca parçalanan cesetlerin arasında onu formasından tanıdı.
HÜSEYİN
20 yaşındaydı. İçine kapanık biri olarak tanınırdı. Kimseye derdini anlatmazdı. 28
ENCÜ
Aralık 2011 son günü oldu.
ASLAN
17 yaşındaydı. Sınıra normalde ağabeyi Halil giderdi. Ama sınırda bastığı mayınla
ENCÜ
sol bacağını kaybetti. Artık sıra ondaydı. Ağabeyine protez bacak taktırmak
istiyordu. Bütün bedeni sınırda kaldı.
QIVAN ENCÜ 13’ündeydi. Hayattan koparıldığında boynunda sarı, kırmızı ve yeşil renklerinden
oluşan puşisi vardı.
12
ORHAN
ENCÜ
ZEYDAN
ENCÜ
SALİH ENCÜ
YÜKSEL
ÜREK
ADEM ANT
SALİH ÜREK
21 yaşındaydı. Hayalini kurduğu bilgisayarı almak için gittiği sınırda ağabeyi
Zeydan’la birlikte yaşamını yitirdi.
25 yaşındaydı. Ağabeyinin karşı çıkmasına rağmen o gün kardeşi Orhan’la birlikte
sınıra gitti.
16 yaşındaydı. Çocukluğundan bu yana dinlediği sınır hikâyelerinden etkilenirdi. O
da sınıra ilk kez gitti ve bu son gidişi oldu.
21 yaşındaydı. Keklik ve güvercin beslerdi. Onun da sınıra son gidişi oldu 28 Aralık.
19 yaşındaydı. Yakında evleneceği için sınıra gidip para biriktiriyordu.
18 yaşındaydı. Son gidişinden kız arkadaşına aldığı hediye kolyeyi saklaması için
annesine verdi. Geri dönüşünde kız arkadaşına kendisi verecekti.
Gerçekten de 34 Kürt’ün öldürüldüğü Roboskî Katliamı’nda sorumlular net olarak
belirlenebilecekken dosyanın olağan bir yargısal süreç işletilmeden kapatıldı.[56]
Roboskî katliamına ilişkin ortaya çıkan hukuki bilgi ve belgeler, sorumluların net olarak
belirlenebileceği bir manzarayı ortaya koymasına rağmen dosyanın savcılık, askeri savcılık ve askeri
mahkeme üçgeninde olağan bir yargısal süreç işletilmeden kapatıldığını gösterdi.
El özet: Roboskî’deki 40 haneli köyün 11 hanesinden cenaze çıktı, çıkmasına ama Anayasa
Mahkemesi’ne taşınan Roboskî katliamı soruşturmasına ilişkin görüşü istenen Adalet Bakanlığı
yazısında, “Daha sonra bir hata olduğunun anlaşılması, kullanılan gücü otomatik olarak haksız hâle
getirmez,”[57] demeden edemedi!
NE(LER) DEDİLER?
TEK OĞLUNU VE
YAKINLARINI YİTİREN
KORUCU MEHMET ENCÜ
6 KUZENİNİ KAYBEDEN
ORTASU KÖYÜ MUHTARI
HAQİM ENCÜ
KARDEQİNİ YİTİREN
REBER HİKMET ALMA
Ortaya çıkan belgelerle artık failler de açığa çıkmıştır. O gece
çocuklarımızı bombalayan o acımasız kararı verenlerin hesap verme
zamanı geldi. Her ne kadar yıllardır Genelkurmay Başkanlığı, dönemin
Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve MİT, olayın bir operasyonel kaza
olduğunu ifade etseler de belgeler onları yalanlıyor. Ne o gece ne de
ondan önceki günlerde bombalanan bölgede ‘Bahoz Erdal’ ya da
başka PKK’liler yoktu ve olmadı. Orası hiçbir zaman PKK’lilerin geçiş
güzergâhı olarak kullanılmadı. Orayı sadece kaçakçılar kullanıyordu.
Belgelerde de bazı askerlerin oradaki grubun kaçakçı olduğunu
söylediği hâlde bombardımanın yapıldığı ortaya çıkmış oluyor. Yani
bilerek katletmişler. Bu haberlerden sonra her şeye rağmen adaletten
beklentimiz arttı. Bu belge ile Anayasa Mahkemesi’nden olumlu bir
karar çıkacağını umut ediyoruz.
Gerçekler birer birer ortaya çıktı. Eğer Türkiye gerçek anlamda bir
hukuk devleti ise yargı gerçekten söylendiği gibi bağımsız ise ortaya
çıkan bu belgelerin Anayasa Mahkemesi’nde bekleyen başvuruyu
doğrudan etkilemesi gerekir. Çünkü artık kasten katliam yapıldığı, bir
hata olmadığı gün gibi ortaya çıkmıştır. Sorumlular er ya da geç hesap
verecektir.”
Ortaya çıkan belgelerde olay yeri ile ilgili, biri bir ay öncesinden, diğeri
de bir hafta öncesinden olmak üzere iki farklı istihbarat olduğu
anlaşılıyor. Bir ay öncesinden verilen istihbaratı ele alırsak, madem
istihbarat gerçekti, neden o istihbarat alındıktan sonra Beyaz Tepe
mevkiindeki ileri üs bölgesinde konuşlu bir bölük asker oradan alınıp,
tugay içlerine çekildi. PKK’li grubu geçecekse niye oradan aldılar o
askerleri? O bölük oradan götürüldü çünkü planlı bir katliam
hazırlanıyordu. Eskiden kaçakçılar o bölük orada iken sadece geceleri
gidip gelebiliyordu, bölük oradan gittikten sonra gündüzleri de
rahatlıkla gidip gelmeye başladık. Her şey yapılacak katliam içinmiş.
Ama ortaya çıkan belgelerde fail artık bellidir. O dönemdeki
Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’den, dönemin Başbakanı
13
ROBOSKÎ DERNEĞİ
BAQKANI VELİ ENCÜ
22 YAQINDAKİ SELAM
ENCÜ’NUN ANNESİ
SEMİRE ENCÜ
17 YAQINDAKİ ÖZCAN
UYSAL’IN ANNESİ
TÜRKAN UYSAL
OSMAN KAPLAN’IN EQİ
PAKİZE KAPLAN
SELMAN ENCÜ’NUN EQİ
FATMA ENCÜ
KARKER ENCÜ’NÜN
ANNESİ FEHİME ENCÜ
VEDAT ENCÜ’NÜN
ANNESİ MERCAN ENCÜ
13 YAQINDAKİ BEDRAN
ENCÜ’NÜN ANNESİ
SABRİYE ENCÜ
Erdoğan’a kadar, zincirleme bir sorumluluk vardır ve bu sorumluların
hepsi adalet önüne çıkarılmalıdır.
“Zamanla gerçekler ortaya çıkıyor. Ve katillerin yüzlerindeki maskeler
düşüyor. Qimdi çok daha iyi anlıyoruz ki yapılan katliam planlı ve
programlıydı. Devlet kurumlarının arasındaki yazışmalardan anlıyoruz
ki emir komuta zinciri içinde olay bir proje doğrultusunda
gerçekleşmiştir.”[58]
Bizim tek suçumuz Kürt olmak ve Kürtçe konuşmak. Her gün acımız
biraz daha büyüyor. Roboskî Katliamı’nın adaleti olmadı. Ben oğlumu
fakirlik ve yoksulluk içinde büyüttüm. Ben oğlumun düğününü yapmak
isterdim. Onun hayalleri vardı. Ömrü 22’sinde kaldı. AKP hükümeti ve
Türk devleti bizim hayallerimizi yıktı. Bizim artık bir keyfimiz kalmadı.
Köyde düğün, bayram kutlaması yapılmıyor, bayramları mezarlıklarda
geçiriyoruz. Yargılama olmadan rahat etmeyeceğiz.
Oğlum üç gün sonra 18 yaşına girecekti. Yılbaşı akşamı oğlumun
doğum günüdür. 50 lira için bize bu acıyı yaşattılar. Oğlum sağlam gitti
Irak’a ama bir torba içinde bana geldi. Bu devletin ne hakkı vardı da
bizim çocuklarımızı katletti. Biz 3 yıl boyunca ağlıyor, yas tutuyoruz. 34
annenin yüreği acı dolu ve 34 kadın yas tutuyor. Bize bıraktıkları yas
ve acı oldu. Bu yol kaçak yolu değildi. Her gün insanlar gelip gidiyordu.
Hükümetin gözü önünde askerlerin gözü önünde insanlar gelip
gidiyordu.
Sürekli televizyon izleyerek katliamın ne zaman açığa çıkarılıp,
sorumluların yargılanacağını bekliyoruz. 5 çocuğum var amcaları
onlara bakıyor. Her perşembe mezarlığa geliyoruz. Benim en büyük
oğlum 12 yaşında en küçüğü 8 yaşında ve şimdi bunların hepsi
okuyor. Çocuklar bizimle beraber mezarlığa geliyor. Çocuklarım
babalarını merak ediyorlar.
Engelli bir çocuğum sürekli babasının ismini sayıklıyor. Zaten küçük
oğlum babasını tanımıyor. Dedesini görünce onu babası sanıyor. Eşim
yaşamını yitirdiği zaman oğlum karnımda bir aylıktı. İlk defa katliamın
olduğu gün gitti ve o katliam gerçekleşti eşim bir daha eve dönmedi.
Biz bu davanın peşini bırakmayacağız.
Bu güne kadar devlet ve Erdoğan bir şeyi açığa çıkartmadılar. Türkiye
yılbaşı akşamını kutluyor ancak bizler acılar içinde çocuklarımızı
anımsıyoruz. Bize dünyayı verseler oğlumun acısını unutturamazlar.
Tüm Türkiye’yi bana verseler oğlumun parmağı bile olamaz. Artık yeter
kimsenin çocuğu ölmesin.
3 yılı acı ve hastalıkla geçirdim. Her yıldönümünde çocuklarımızı bir
kez daha defnediyoruz. Bir hafta kaldı çocuklarımızın ölüm
yıldönümlerine ancak ayaklarım varmıyor mezarlığa gitmeye. Her
mezarlığa gittiğimde yeniden çocuğumu defnediyorum gibi geliyor. 3
yıldır Türkiye’de çalmadığımız kapı kalmadı ancak gittiğimiz her kapıyı
Tayyip Erdoğan yüzümüze kapattı. Erdoğan bu kapıları kapatarak
failleri bizden saklıyor. Bu olay saklanamayacak. bizler ölsek de
çocuklarımız, torunlarımız bunun takipçisi olup hesabını soracak.
Böyle barış süreci olmaz. Bir yandan tank, top, baraj, kalekol yap diğer
yandan ‘barış yapıyoruz’ demek olmaz.
Oğlum babasına yardım etmek için kaçakçılık yapıyordu. Bedran
okuldan döndüğü gibi katırını hazırlayıp yola çıktı. Oğlumun parçalarını
bile göremedim. Katırlar üzerinde parçalanmış cesetler bize geldi.
Bedran eve ve kardeşlerine yardımcı oluyordu. Ev okul sırasında bir
yaşamı vardı. Onu görünce mutlu oluyordum. Oğlum varken keyifliydik.
Qimdi okul arkadaşlarının resimlerini görüyorum. Benim için bayram
14
kalmadı ve yaşamımız alt üst oldu. İki bidon mazot için çocuklarımız
katledildi. Bugüne kadar Erdoğan ve onun devleti faillerin
yargılanmasına dönük bir şey açığa çıkartmadı. Bize tazminat vermek
istediler. Biz tazminatı ne yapacağız? Benim oğlum gittikten sonra
parayı ne yapacağım. Ben oğlumun elbiselerini saklıyorum. O daha 13
yaşında bir çocuktu. Ben oğlumun faillerinin açığa çıkmasını istiyorum.
Hâlâ oğlumun kullandığı telefonu, giydiği elbiseleri saklıyorum.
Kullandığı tespihi nefes almak için saklıyorum.[59]
KATLİAMDA HEM KENDİ
“Katliamdan önce nişanlanmıştım. Nişan günüm çok güzel geçmişti.
KARDEQİNİ HEM DE
Kardeşlerim yanımdaydı. Ancak katliamdan sonra neşemiz bir daha
NİQANLISININ KARDEQİNİ yerine gelmedi. Roboskî’yi paramparça ettiler. Onlardan sonra bizim
KAYBEDEN HANIM ENCÜ hayatımız da çok değişti. Artık Roboskî’de düğün olmadı bayram
olmadı. Katliamdan önce rengarenk bir hayatımız vardı şimdi hep
siyahlar içindeyiz. Ben babamın evinden çıkarken beyaz gelinliği bile
giymedim. Kimliğini taşıdığımız devlet çocuklarımızı katletti. Bana da o
gelinliği çok gördü.
17 Qubat 2013 tarihinde evlendim. Gelin olduğum gün gecenin
karanlığında babamın evinden kap kara elbiselerle çıktım. Gelin olan
kızların beline kırmızı kuşak bağlıyorlar ya benimkine kara kuşak
bağlandı. Kına gecesinde elime kına sürdürmedim. İnsanlar gelip
hayatımıza nasıl devam ettiğimize baksınlar. Gelip de içimizdeki acıyı
görsünler. Bir genç kızın en büyük hayali sevdiği adama beyaz
gelinlikle gitmektir. Bense sessiz sedasız bir şekilde gözyaşlarımla, o
kara elbiselerimle babamın evinden çıktım. Hayat bize çok acımasız
davrandı.
Bizim gözümüzde bu katliamı yapan devlettir. Bu katliama sesiz kalan
herkes de bunun ortağıdır. Katliamın üzerinden 3 yıl geçmesine
rağmen hâlen bir şey yapmadılar. Susmaya devam ediyorlar. Bu da
yetmezmiş gibi bize olan tehditleri, baskıları, ‘susun, konuşmayın, bir
kazadır oldu’ demeleri... Eğer 34 insanın böyle öldürülmesi bir kaza
olsaydı biz kaza derdik, susardık. Ama ekmek parası için giden 34
çocuğu paramparça ettiler. Böyle kaza olur mu hiç? Madem kazaydı,
bir kez bile neden özür dilemediniz? Bu devletin ne adaleti var ne
kanunu var, ne insanlığı ne de vicdanı var.”[60]
Tüm bunlar böyleyken; İstanbul Gelişim Üniversitesi’nde Roboskî Katliamında yaşamını
yitirenleri anan öğrencilere üniversite yönetimi tarafından 1 ay uzaklaştırma ve burs kesme cezası
verildi1[61]
28 Aralık 2015 tarihinde mezarları başında Roboskî’nin 4. yılı anmasında HDP Milletvekili
Meral Danış Beştaş, “Henüz tek bir kişinin bile sanık sıfatıyla yargı karşısına çıkartılmadığı”na dikkat
çektiği tabloda “Hâlâ nasıl” mı?!
İHD İstanbul Qubesi Adalet ve Hakikât Komisyonu’nun, “Roboskî katliamının Ankara’dan
planlandığı ve faillerinin korunduğu” vurgusundaki gibidir her şey![62]
Ve nihayet 2013 yılında BDP Eş Genel Başkanı Selehattin Demirtaş, onu dinleyen binlerce
kişiyi derinden etkileyen bir konuşma yapmıştı karlar altındaki Roboskî’de. Güney Kürdistan’a 500
metre, Doğu Kürdistan’a birkaç saat mesafede bulunan o damın üzerinde, “Bugün Kürt’ün gücü
vardır, onuru, şerefi, şehitleri vardır. Kürt’ün tek eksiği vardır o da Kürdistan’dır. Bir Kürdistan’ımız
olsaydı Roboskî olmazdı” demişti.[63]
Haksız mı? Elbet değil!
İNKÂRIN YARGI KOMEDİSİ
“Hükümetin volümü yüksek ama içi boş hamasetinde bir ‘Yeni Türkiye’ lafıdır gidiyor. Kimi
yalaka köşe yazarları, gazeteciler filan da kullanır oldu. Politika ‘yeni’ adı altında eski ezberleriyle
devam ediyor. Yani ülke cephesinde ‘yeni’ bir şey yok. Sadece kavramlar değişti, isimler yenilendi.
15
Beyaz toroslar geçmişte kalmışmış... Bu ‘Yeni Türkiye’de Olağanüstü hâller yok ama hergün olağan
sokağa çıkma yasakları var. Faili meçhuller yok, açıktan suikastlar var. JİTEM yok şimdi, duvarlarda
da keskin nişancılar tarafından koca yazılarla belirtildiği gibi ‘Esedullah Timi’ var. Ya sev ya terket yok
belki ama ‘Türksen övün, değilsen itaat et’ var. Delik deşik edilen bir gecekondunun duvarına; ‘Devlet
geldi’ diye yazmak var. ‘Kurdun dişine kan değdi’ yazıları var. Her sokağın başında da kirpi, kobra,
akrep araçları var.”[64]
Bu çerçevede “Yeni Türkiye”de, “faili meçhul” yok diyenlerin suratına tükürün!
Kolay mı?
AKP’nin aydınlatmamakta müthiş bir kararlılık gösterdiği cinayetler. CHP, araştırma önerisini 4.
kez reddetmişler. BDP’li Sırrı Sakık, “Vicdan sahipleri, Allah adına, CHP ve bizim verdiğimiz
önergeler niye sizin oylarınızla reddediliyor. Gelin hakikâtleri araştırma komisyonu kuralım,” derken
AKP’lilerin değerlendirmesi de harikaydı: “CHP bu öneriyi “meclis’in çalışma programını aksatmak
için getiriyor”![65]
Onlar tarihin tanık olduğu en katmerli inkârcılardır!
Mesela1 Emniyet Genel Müdürlüğü, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Meclis
Komisyonu’nun “DAL” hakkındaki bilgi talebine, böyle bir yapılanmaya dair resmi bir kayıt olmadığı
yanıtını verirler![66]
Mesela1 “Özel Harp Dairesi suç örgütü değil1 Gayrinizami bir teşkilât olması, onu baştan
gayrikanuni yapmaz. Gayrimeşru âlemde faaliyet gösterdiği manasına da gelmez,”[67] derler!
Ve eski MİT’çi Enver Altaylı’nın ağzından da eklerler: “ABD de dahil tüm Batı ülkelerinin özel
harp daireleri vardır. Genelkurmay başkanı, başbakan ‘Bir örgüt kurup cinayet işleyelim’ demez.
Nedir peki bu? Soğuk Savaş’ın sıcak savaşa dönüşme riski vardı. Herhangi bir işgal ihtimaline
hazırlıklı olmak için Özel Harp Dairesi kuruldu. Legal, normal ve meşru bir hazırlıktır bu.
Ben böyle bir teşkilâtın cinayet için kurulduğunu sanmıyorum. Ancak ne var. Mesela
Güneydoğu meselesi... Orada devlet adına faaliyet gösteren birtakım güvenlik güçlerinin bir süre
sonra insan öldürmeyi meşru görmeye başladıklarını düşünüyorum. Bazıları böyle bir düşünceyle
hareket edip rutin dışına çıkıyor. Mafyalaşma olmuştur. Ama bu, organize değildir”![68]
Bu kadar da değil!
Yalanlarını, yargılarıyla yasallaştırırlar!
İşte yargılarının komedisine ilişkin kimi veriler!
i) 1993 yılındaki uçak kazasından sonra olay yerinde ilk incelemeyi yapan emekli savcı Albay
Hasan Tüysüzoğlu, eski Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in öldürüldüğünü açıklayıp
soruşturmanın kendisinden alındıktan sonra takipsizlikle sonuçlandığını açıkladı![69]
ii) İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Silivri’de görülen duruşmada dosyaya gelen
evrakı okuyan Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı tarafından
düzenlenen raporda eski Özel Harekât Dairesi Başkan Vekili İbrahim Qahin’in “ceza ehliyetinin tam
olmadığı”nın kaydedildiğini açıkladı![70]
iii) Ayhan Çarkın’ın ifadeleri ile faili meçhul cinayetler soruşturmasında tutuklanan 7 eski Özel
Harekâtçı sürpriz şekilde tahliye edildi![71]
iv) Musa Anter’in (Apê Musa) Amed’de JİTEM tetikçileri tarafından katledilmesiyle ilgili Ankara
6’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davada JİTEM davalarında katillerin aklandığına dikkat çeken Av.
Selim Okçuoğlu, davanın üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen tanıkların hâlâ dinlenemediğini belirtip,
dava ile ilgili delilleri kararttığını ifade etti.[72]
v) Geçmişe sünger: Temizöz ve Diğerleri Davası. Bu JİTEM davası, Cizre’de 1993-1995 yılları
arasında tespit edilebilen 35 zorla kaybetme vakasından 21’inin keyfi infaz faillerini cezalandırmayı
hedefliyordu. Sanıklar hakkında güçlü iddianameler hazırlanmıştı. Daha önce aynı dönemde
Yüksekova’da, Mardin’de, Silopi’de insanlığa karşı suç işleme iddiasıyla haklarında dava açılan ve
beraat eden subaylar gibi, Cemal Temizöz davası sanıklarının hepsi en sonunda beraat etti.[73]
Qırnak’ın Cizre ilçesinde 1993-1995 yılları arasında meydana gelen 20 faili meçhul cinayetle
ilgili olarak haklarında dava açılan, aralarında emekli Albay Cemal Temizöz ile Cizre eski Belediye
Başkanı Kamil Atağ’ın da bulunduğu 8 tutuksuz sanığın tamamı beraat etti.
Cizre’de 93-95 yılları arasında 21 kişinin gözaltında kaybedildiği veya infaz edildiği iddiasıyla
açılan davada beraat ve zamanaşımı kararı çıktı. Mahkeme, aralarında dönemin Cizre Jandarma
Komutanı Cemal Temizöz ile eski Cizre Belediye Başkanı Kamil Atağ ile eski PKK itirafçıları ve
korucuların olduğu 8 sanık hakkındaki delillerin yetersiz olduğunu savundu. Karar duruşmasında
16
sanıklar mağdurlarla adeta dalga geçer gibi savunma yaptı. Eski PKK itirafçısı Adem Yakin, “Benim
bildiğim tek JİTEM Fransızca seni seviyorum demek” dedi.
“Temizöz davası” 5 Kasım 2015’de Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Duruşmada yakınlarını kaybeden kadınlar beyanlarını Kürtçe verdi. Ancak profesyonel bir tercüman
görevlendirilmemesi nedeniyle sıkıntılı anlar yaşandı. Adliye’de yazı işleri müdürü olan Abdülkerim
Işın tercümanlık yaparken zorlanırken beyanlar tutanaklara eksik geçti.
Gözaltında kaybedilen İzzettin Padır’ın oğlu Abit Özmen “Temizöz ve adamlarının beyaz
torosları vardı. Cizre’de bizden habersiz kuş uçmaz diyorsanız, amcam ve babamın akıbetini nasıl
bilmiyorsunuz?” diye sordu. Öldürüldüğünde 14 yaşında olan Yahya Akman’ın annesi Bedriye Akman
“Oğlumun parmağını kestiler. O parmak unutulmaz. 21 yıldır karalar giyiniyorum” dedi1
Faili meçhul davaları bir bir kapatıldığı Kürt illerinde 1990’lı yıllarda işlenen faili meçhul
cinayetlerle ilgili açılan davalar son 3 ayda bir bir kapanarak, sanıklar beraat ettirildi. Yıllardır
yüzleşme ve adalet bekleyen aileler, bir kez daha hayal kırıklığı yaşadı. Çözüm süreci ile birlikte
açılan davaların sürecin “buzdolabına” konulmasıyla kapatılması dikkat çekti.
* Qırnak’ın Silopi ilçesine bağlı Görümlü beldesinde 14 Haziran 1993’te 6 köylünün gözaltında
kaybedilmesiyle ilgili davada dönemin Qırnak 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanı emekli
Tuğgeneral Mete Sayar dahil olmak üzere 5 subay temmuz ayındaki duruşmada beraat etti.
* Mardin’in Derik ilçesinde 13 köylünün öldürülmesiyle ilgili davada yargılanan Tuğgeneral
Musa Çitil, 2015’in Ağustos ayında beraat etti.
* Hakkâri’nin Yüksekova İlçesi’ni Aşağı Ölçek köyünde Nisan 1995 tarihinde çoban Nezir
Tekçi’nin gözaltında öldürülmesi ve cesedinin bombalanarak yok edilmesiyle ilgili açılan davada
Yarbay Kemal Alkan ile emekli Albay Ali Osman Akın 2015’in eylül ayında beraat etti1[74]
Evet hâl budur, böyledir! Tıpkı Diyarbakır’ın orta yerinde katledilen Diyarbakır Barosu Başkanı
Tahir Elçi’nin, “Faili meçhul davaları sıfırlanıyor,”[75] deyişindeki üzere!
“UNUTMA SAKIN UNUTMA”
Diyeceklerimi toparlıyorum: “Aydınlatılmadığı sürece hepimizin de biraz fail olarak kalacağı
cinayetler. Bir türlü çekilemeyen tuğladan dolayı meçhul kalan cinayetler silsilesi. Devlet geleneğinde
tetiği çeken de çektiren de belli aslında, ama onlara ‘faili meçhul’dendi.
Biz onlara ‘faili meşhur cinayetler’ de diyebiliriz. Bu meşhur failler de daha ileri seviyelerde
şerefli görevlere atandılar. ‘Derin devlet’ deniyor, Oysa devlet bizzat derin oldu hep.
Önceden faili halka meçhul devlete malum cinayetler olurken şimdi faili halka da malum olan
cinayetler. Aydınlatılmadıkları sürece, bu ülkeye gerçek barışın gelmesinin mümkün olmadığı
vahşetler.
Kurban yakınları çalmadık kapı bırakmadılar, kapılar da tıpkı yüreklerin kapakçıkları gibi
kapalıydı. Ne bir ses veren vardı ne de bir nefes. Aradan geçen zaman içinde çocukları büyüdü,
büyükleri yaşlandı, yaşlıları öldü... Bir kısım kurbanın toplu mezarlarda, asit kuyularında, garnizon
bahçelerinde kemikleri bulundu.
Mecliste gelin Hakikâtleri Araştırma Komisyonu kuralım diye önergeler verildi ama her
seferinde reddedildi. Çoğu 90’lı yılların başlarında işlenen faili meçhul cinayetlerle ile ilgili olarak ise
20 yıllık zamanaşımı nedeniyle bir daha görülemeyecek.
Oysa insanlığa karşı işlenen suçlarda zamanaşımı kaldırılmıştı. Dahası faili meçhuller yerini
faili belli olan cinayetlere bıraktı. Devlet topu tüfeğiyle mahalleler bombalıyor, keskin nişancılar
tarafından insanlar katlediliyor.
Hiçbir iktidar kendini yaşanan cinayetlerden soyutlayamaz. Meclis’te yapılan basın
toplantılarında AKP dönemindeki faili meçhul cinayetlerin istatistiği açıklanıyor. Buna göre: ‘2002’de
sekiz, 2003’te on altı, 2004’te sekiz, 2005’te dört, 2006’da yirmi bir, 2007’de iki, 2008’de otuz,
2009’da on sekiz, 2010’da dokuz, 2011’de on üç, 2012’de on dokuz, 2013’de yedi ve 2014’te 53...
Yani AKP döneminde toplam 208 faili meçhul cinayet işleniyor ve birileri hâlâ; ‘Bizim dönemimizde
faili meçhul yok’ diyor.
Diyor ama 2000-2013 arasındaki faili meçhul cinayetleri inceleme kararları alınıyor. Savcılık
kaynaklarından gazetelere düşen haberlerde; ‘Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene
Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma Bürosu’nda görevli savcılar, 2000-2013 arasındaki faili meçhul
cinayetlerle ilgili dosyalarda ‘FETÖ/PDY’ bağlantısı olup olmadığını inceleyecek’ deniyor.
17
Niye? İnsan düşünmeden edemiyor; Amaç cinayetleri ‘paralel devlet yapılanması’ kaynaklı
kılıp işin içinden sıyrılmak mı yoksa? Üstelik bu cinayetlerin en yoğun yaşandığı yıllar 1990’lı yıllar. O
dönemdeki vahşetin hesabı kimden sorulacak?”[76]
Kimsenin inkâr edemeyeceği üzere yakın tarihimizin kanlı sayfalarına baktığımızda nice
kıyımlar katliamlar vardır...
Ölüm mangaları, reisler, patronları!
Reisin emriyle bir sonbahar akşamında Musa Anter, kaldığı otelden alınıp “icabına”
bakılmıştı...
Katil belli ama 1992 yılından bu yana ona kimse dokunamadı...
Çünkü “reis” devletin emrindedir, verilen görevi yerine getirir...
Bahriye Üçok’tan Çetin Emeç’e, Uğur Mumcu’dan Ahmet Taner Kışlalı’ya, Mehmet Sincar’dan
Vedat Aydın’a dek “Türk- Kürt” ayırt etmeden “ölüm emri”ni yerine getirir.
Katil sürüsü hep vardı bu ülkede...
Sabahattin Ali’den başlayıp Muammer Aksoy’a dek kanlı zincirin halkalarında nice aydınlar,
yazarlar, savcılar, öğretmenler, işçiler, gençler, sosyalistler, demokratlar, kurulu düzenin “sadık
bekçileri” tarafından katledilmiştir.
Devlet içinde örgütlü silahlı güç, NATO gladyosu, kontrgerilla, derin devlet...
Adını siz koyun!
Sabahattin Ali’den Abdi İpekçi’ye değin yakın tarihimize bir göz atın isterseniz.
Ölümler! Acılar! Gözyaşları!
Hrant Dink cinayetinin asıl sorumluları çok yazıldı, söylendi ama “patron” bir türlü ortaya
çıkarılmadı...
Vur emrini veren kimdi?[77]
Bu soruya yanıt vermeden, bunun için de tarihle yüzleşmeden ve Ariel Dorfman’ın, “Geçmişi
öldürmek, iktidarda olan bazılarının iddia ettikleri kadar kolay değildir. Bu dünyada hâlâ onları
hatırlamak ve diri tutmak isteyen tek bir insan varken bunu yapmak mümkün değildir. Bu yeter; ahlâki
çölde haykıran bir insan, önce biri, sonra biri daha, adalet kıvılcımının sönmesine engel olmak için bu
yeter. Tarih bizi dinliyor olabilir. Tarih bize cevap verebilir,” uyarısını “es” geçmeden açabiliriz
yolumuzu!
İşte tam da bunun için Nâzım Hikmet’in, “Söz yalan söylüyorsa,/ ses yalan söylüyorsa,/
ellerinizden geçinen/ ve ellerinizden başka her şey yalan söylüyorsa,/ elleriniz balçık gibi itaatli,/
elleriniz karanlık gibi kör,/ elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,// elleriniz isyan etmesin, bu
bezirgân saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir,” uyarısının daha gür telaffuz edilmesi gerektiğini bir an
dahi unutmadan; “Unutma sakın unutma/ Bağışlama sakın/ Sakın düşmanını sevme, sakın susma/
Bekle büyük kavgayı bekle/ Anlıyor musun yüreğim,” diyen Gülten Akın’ı terennüm etmeliyiz o son
güne dek!
5 Ocak 2016 17:03:22, Ankara.
NOTLAR
[1] 10 Ocak 2016 tarihinde Mersin Gençlik Koordinasyonu’nun düzenlediği etkinlikte yapılan
konuşma1 Kaldıraç, No:175, Qubat 20161
[2] Ergin Yıldızoğlu, “Elinde Çekiç Olan Adamlar”, Cumhuriyet, 19 Ekim 2015, s.7.
[3] Mahmut Oral, “Fırat’ın Doğusuna Geçilemedi”, Cumhuriyet, 31 Ocak 2012, s.7.
[4] Qenay Yıldız, “Savcı Sacit Kayasu: Derin Devletin Hâlâ Yüzeydeyiz”, Akşam, 12 Ağustos
2013, s.15.
[5] Mehmet Y. Yılmaz, “Gladio Gerçekten Yakayı Ele Verdi mi?”, Hürriyet, 12 Ağustos 2013,
s.15.
[6] Kurtuluş Tayiz, “İnfaz Listeleri Ölüm Mangaları”, Akşam, 18 Ocak 2014, s.17.
[7] Oral Çalışlar, “Ölüm Listesi MGK’da”, Radikal, 10 Aralık 2011, s.14.
[8] “Nasıl” mı? Bundan 3.000 yıl önce, ilk imparatorluklar duman bulutu ve ölüm kokusu
arasında genişlediler. Irak’ta bulunan Ninova sarayı, ilk büyük imparatorlukların gücünü ve azmini
temsil ediyordu. Sarayda fildişi, bazalt, mermer ve sandal ağacı süslemeleri yer alırdı. Zenginliklerinin
en büyük kaynağı savaşın getirdiği ganimetlerdi. Asur kralı Sanherip imparatorluk kurma fikrinin
18
orijinal ilk örneğiydi. MÖ 701’de, Asurlular dünyanın en güçlü ordusuna sahipti; 200.000 civarında
askerden oluşan devasa bir ordu.
Lakiş şehri, Asurlara karşı isyan etmeye cesaret etti. Yıldırım gibi misilleme geldi. Çağın en
korkunç ordusunu karşılarında buldular. Sanherip şehir surlarının üstüne doğru büyük bir kuşatma
rampası yaptırdı. Ve tabi ki kuşatma çok uzun sürmeyecekti. Qehir çabucak düştü. İsyan edenlere,
Asur orduları karşısında direnme cüreti gösterenlere ne mi oldu? Esir düşenlerin onurlarını kırmak
için önce erkekler toplu tecavüze maruz kaldı. Daha sonra cinsel organlarını kesildi. Bazı esirlerin
canlı canlı derisi yüzüldü. Liderlerinin kafası kazığa asılıp ortalıkta gösterildi ve geriye hayatta kim
kaldıysa ya sürgün edildi ya da köle yapıldı. Köleler, efendileri adına zafer anıtları yapmak için
çalıştırıldı.
Bütün bunları nasıl bildiğimizi sorabilirsiniz? Asur kralları bütün bunlarla övünürdü. Kil
tabletlerde ve büyük frizlerde zaferlerinden oluşan propaganda resimleri yapıldı. Derisi yüzülenler...
Kazığa oturtulanlar... Sürgün edilenler... Ninova sarayı’nın duvarlarında bu vahşet tabloları
sergilenirdi.
[9] “Ayhan Çarkın’ın sözlerine dudak bükenler, Susurluk’ta nelerin kapatıldığını bilmiyor
demektir.” (Cüneyt Özdemir, “Leoparın Kuyruğunu Tutma!”, Radikal, 25 Mart 2011, s.8.)
[10] Enis Tayman, “Alacakaranlık ve Acı Dolu 10 Yıl”, Radikal, 4 Aralık 2011, s.24-25.
[11] Eyüp Can, “Al Sana Somut Delil”, Radikal, 20 Aralık 2011, s.4.
[12] Mahmut Oral, “Ölümün İmgesi Beyaz Toros”, Cumhuriyet, 31 Ocak 2012, s.7.
[13] Mehveş Evin, “Ferhat”, Milliyet, 3 Ağustos 2013, s.7.
[14] İsmail Saymaz, “Çoban Nezir’e Komutan Emriyle İnfaz”, Radikal, 24 Temmuz 2013, s.10.
[15] Kemal Göktaş, “Çocukları Öldürüp Kuyuya Attılar”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2015, s.14.
[16] İsmail Saymaz, “Altı Köylüyü Öldürüp Gömmüşler”, Radikal, 8 Eylül 2013, s.10.
[17] Mesut Hasan Benli, “Anne-Babası Kemiklerini Bile Göremedi”, Radikal, 22 Temmuz 2013,
s.12-13.
[18] Mesut Hasan Benli, “Faili Meçhul Çukurunda İki Kardeş”, Radikal, 8 Mayıs 2013, s.10-11.
[19] Yıldırım Türker, “Geçmişin Kemikleri”, Radikal İki, 14 Kasım 2004.
[20] Kemal Göktaş, “Korku Filmi Gibi Köy Baskını”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2015, s.7.
[21] Mahmut Oral, “348 Toplu Mezar, 4 Bin 201 Ceset”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2014, s.13.
[22] “Battaniyeye Sarılı Kemikler Bulundu”, Radikal, 3 Ocak 2014, s.7.
[23] “Bitlis’te Toplu Mezar”, Cumhuriyet, 1 Eylül 2012, s.7.
[24] Mahmut Oral, “Dargeçit Kazısında Kemikler Çıktı”, Cumhuriyet, 23 Qubat 2012, s.6.
[25] İsmail Saymaz, “Devletin 19 Yıllık ‘Efeoğlu Yalanı’1”, Radikal, 20 Eylül 2011, s.18.
[26] “Faili Meçhul Çoktu, Bilemem”, Taraf, 11 Mart 2012, s.13.
[27] Mahmut Oral, “Suikast İzni İstemiş”, Cumhuriyet, 25 Ocak 2014, s.8.
[28] “Sabahat’ı Öldürdüm”, Radikal, 11 Mayıs 2012, s.10-11.
[29] Gökçer Tahincioğlu, “Resmi Gazete’deki ‘Tecavüz’1”, Milliyet, 27 Aralık 2015, s.16.
[30] Alican Uludağ, “Çatlı’ya 15 Yılda 9 Pasaport”, Cumhuriyet, 22 Mart 2011, s.6.
[31] Evrin Güvendik, “Mehmet Ağar: İşkence Sert Sorgu Yöntemiydi”, Sabah, 11 Kasım 2012,
s.22.
[32] Önder Yılmaz, “Kontrgerilla Terörü Önlerdi”, Milliyet, 11 Kasım 2012, s.29.
[33] Mesut Hasan Benli, “Susurluk’u Ağar’a Sorun”, Radikal, 13 Ekim 2011, s.16-17.
[34] “Susurluk’un Anatomisi”, Radikal, 25 Mart 2011, s.22-23.
[35] Serpil İlgün, “Belma Akçura: Derin Devlet Kendi İçindeki Bir Grubu Tasfiye Etti”, Evrensel,
12 Ağustos 2013, s.14.
[36] Eşinin katli olayının aydınlatılmasını isteyen Güldal Mumcu’ya Mehmet Ağar’ın söylediğini
hatırlayalım: “Hanımefendi, bir tuğla çekilirse bütün duvar yıkılır. Benden bunu beklemeyin!” (Baskın
Oran, “Bir Tuğla Çekildi mi?”, Radikal İki, 25 Eylül 2011, s.7.)
[37] Mesut Hasan Benli, “Yardımcı Değil Çetenin Reisi”, Radikal, 5 Kasım 2011, s.12-13.
[38] Kemal Göktaş, “Mehmet Ağar 1 Yıl Sonra Serbest Kaldı”, Vatan, 30 Nisan 2013, s.14.
[39] BBC Arapça servisiyle ‘The Guardian’ gazetesi, WikiLeaks belgelerinden çıkan bilgileri
kullanıp uzun bir araştırma sonucunda Irak işgali sırasında sistematik işkence yapan Amerikalı
görevlilerin 1980’lerdeki Kirli Savaş döneminde El Salvador ve Nikaragua’da aynı eylemleri yaptığını
ortaya çıkardı.
19
Habere göre Kirli Savaş’ta rol oynayıp özel kuvvetlerden emekli olan iki albay; James Steele
ve James Coffman, Irak’ta da benzer bir görev üstlenmiş. İki emekli işkencecinin Irak’taki
faaliyetlerine tanık olanlar 8 elemanlı bir sorgu komitesinden bahsediyor. Bu komitenin faaliyetleri
arasında elektrik verme, ayaktan asma, tırnak çekme, kabloyla işkence gibi yöntemler söz konusu.
Anlatılanlara bakılırsa ABD’lilerin Irak’a taşıdığı işkence yöntemleri Kirli Savaş dönemiyle
büyük benzerlik gösteriyor. Fakat işkencenin kıtalararası yolculuğu bununla sınırlı değil. Kirli savaş
döneminde Latin Amerika’daki darbecilerin, işkence yöntemleri konusunda bir esin kaynağı daha var:
Emekli Nazi subayları. İkinci Dünya Savaşı sonrasında özellikle Qili ve Arjantin’e kaçan Nazi
subaylarıyla cunta liderleri arasındaki ilişki sır değil.
Bu Nazilerin en ünlülerinden biri Paul Schaefer’di. Bir Nazi subayı olarak kaçtığı Almanya’dan
Qili’ye sığınan Schaefer, orada Lutheryan bir dini lider rolüne soyundu. İnançları ve çevresine
topladığı ‘elitler’ sayesinde Qili’de komünizmle mücadeleye aktif destek verdi. Bu sayede devletten
kendi kolonisini kurma izni aldı. ‘Colonia Dignidad’ ismini verdiği özerk bölgede, tıpkı ABD’nin
Amish’leri gibi dünyadan bağlantısız bir cemaat oluşturmaya çalıştı. Tabii Qili’nin buna izin vermesi
boşuna değildi. Schaefer, darbe günlerinde Pinochet yönetimine Nazi deneyimiyle hizmet etti.
Nazilerin sığınağı hâline gelen koloniyi bir işkence merkezi olarak kullandı.
Schaefer 2006’da 25 çocuğa cinsel istismardan hüküm giyinceye kadar Qili’de rahatça yaşadı.
Yani Irak’ta ortaya çıkan sistematik işkence Latin Amerika’daki Kirli Savaş’tan esinlenirken, oradaki
işkencenin kaynağında da Nazi Almanya’sını görmek mümkündü. Benzer yöntemlerin farklı
sonuçlarıydı. ‘The Guardian’ ve BBC’nin haberinde zikredilen yöntemler Türkiye için de yabancı
sayılmaz. Sistematik işkence Türkiye’de özellikle darbe ve kirli savaş döneminin imzası gibi kabul
edildi. (Gökçe Aytulu, “Bana İşkencecini Söyle...”, Radikal, 10 Mart 2013, s.25.)
[40] “İsmet Sezgin: Devlet Hizbullah’a Göz Yumdu”, Hürriyet, 5 Eylül 20151
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/29992757
[41] RAF (Kızıl Ordu Fraksiyonu) 70’li yılların Almanya’sında bir şiddet örgütüydü. Bombalar
patlatıyor, Nazi dönemine dayanan geçmişleri kanlı, iri kıyım işadamlarını, finans baronlarını, bu
arada onların polis memuru korumalarını öldürüyorlardı. Anderas Baader, Gudrun Enslin, Ulrike
Meinhof, Irmgard Möller ve Jan Karl Raspe’den oluşan önder kadro tutuklandı ve yalnız Federal
Almanya’nın değil belki de yeryüzünün en iyi korunan, yüksek güvenlikli Stammheim Hapishanesi’ne
kondular.
RAF’ın ikinci takımı, arkadaşlarını kurtarmak için Alman İşverenler Derneği Başkanı, Nazi
eskisi Schleyer’i kaçırdılar. Ardından 4 Filistinli gerilla yine RAF önderlerinin serbest bırakılması için
Lufthansa yolcu uçağını kaçırıp Mogadişu Havalimanı’na indirdiler. Alman hükümeti uzlaşmayı
reddetti.
Tuhaf bir kriz oturumu düzenlendi. Oturuma Başbakan, İçişleri ve Dışişleri bakanları, ana
muhalefet lideri ve Münih Belediye Başkanı katıldı. Bu ekibin ne yasalarda, ne anayasada yeri yoktu.
Bir karar verdiler: 1977’nin 17 Ekim’ini 18 Ekim’e bağlayan gece yarısında Alman anayasası 15
dakikalığına askıya alındı. O 15 dakika içinde Mogadişu’daki uçağa Alman Özel Harekât Timleri
baskın düzenlediler ve dört kişi öldürdüler. Aynı dakikalarda Stammheim Hapishanesi’nde Andreas
Baader, Gudrun Enslin ve Jan Karl Rasper tabanca kurşunları ile vurulmuş olarak, Irmgard Möller ise
dört yerinden bıçaklanmış olarak bulundular. İlk üçü ölmüştü. Möller ise çok ağır yaralıydı.
Alman medyası ertesi sabah RAF önder kadrosunun Mogadişu baskınının başarısızlığından
dolayı intihar ettiklerini yazdı. Dev bir medya kampanyası ile bütün dünya bu intihara inandırıldı.
Stammheim gibi bir hapishaneye denetim dışı sinek bile giremezken üç tabancanın nasıl girdiğini,
mermi seslerinin neden duyulmadığını soranların sesi bastırıldı. Adli tıp biliminin temel ilkesi “İntihar
etmek isteyen kendini sadece bir defa bıçaklayabilir. İkinci ve daha fazla bıçaklama bilimsel olarak
mümkün değildir” der. Oysa Irmgard Möller tam dört ölümcül bıçak yarası almıştı. Bu da
sorulamadı1 O geceki oturumun tutanağı hâlâ devlet sırrı olarak ulaşılamazlık taşıyor. (Aydın Engin:
“Devlet Terörü Olmaz Öyle mi? Hele Bir Okuyun Bakalım...”, Cumhuriyet, 18 Eylül 2015, s.15.)
[42] “Teşekkür Belgeli Katil”, Gündem, 6 Qubat 2015, s.5.
[43] “Ölüm Listesinin Adı ‘Müteahhit Çizelgesi’1”, Cumhuriyet, 20 Temmuz 2015, s.5.
[44] Ömer Qahin, “O MGK’da 1200 Kişilik Liste Vardı”, Radikal, 13 Aralık 2011, s.13.
[45] Alican Uludağ, “Al Sık, Siftah Yap”, Cumhuriyet, 12 Temmuz 2014, s.7.
[46] Mesut Hasan Benli, “Zirvede En Sıcak Anlar”, Radikal, 24 Eylül 2011, s.10-11.
[47] “224 Toplu Mezar; 3 Bin İsimsiz Kayıp”, Gündem, 31 Mayıs 2014, s.5.
20
[48] “JİTEM’ciden Kanlı İtiraflar”, Evrensel, 27 Temmuz 2011, s.7.
[49] Mesut Hasan Benli, “Kızıltepe’de 15 İnsan Kemiği Bulundu”, Radikal, 25 Nisan 2013,
s.16.
[50] Mesut Hasan Benli, “Savcı: JİTEM Devletle Bağlantılı”, Radikal, 18 Temmuz 2013, s.1213.
[51] Hüseyin Ali, “Roboskî AKP Hükümetinin Kimliğidir”, Gündem, 26 Aralık 2014, s.9.
[52] İHD Diyarbakır Qubesi, 2009-2014 yılları arasındaki 5 yılda 110 kişinin sınır hatlarında
vurularak öldüğünü, 130 kişinin kalıcı fiziksel hasarlarla karşı karşıya kalacak biçimde yaralandığını
açıkladı. (“Sınır Gerçeği: 5 Yılda 110 Kişi Öldürüldü”, Evrensel, 26 Aralık 2014, s.8.)
[53] “Roboskî Katliamı: Yüz Yıllık Bir Yara”, BasHaber Gazetesi, 28 Aralık 20141
http://basnews.com/tr/opinion/2014/12/28/Roboskî-katliami-yuz-yillik-bir-yara/
[54] ‘Adliyede Uludere Dosyasını Kapattınız, Vicdanlardaki Dosyayı Nasıl Kapatacaksınız’,
Hürriyet, 28 Aralık 20141 http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27856873.asp
[55] Cumhur Daş-Vecdi Erbay, “Ben 34 Kişinin Faili Olsam Cumhurbaşkanı Olmazdım”,
Evrensel, 30 Aralık 2014, s.7.
[56] Genelkurmay’ın MİT’i suçlamasının ardından, Roboskî dosyasına ‘Tüm komutanların
grubun terörist olmadıklarına’ dair verdikleri ifadeler de girdi. Buna rağmen bombardıman yapıldı.
(Kemal Göktaş, “Komutanım Bunlar Kaçakçı”, Cumhuriyet, 26 Eylül 2015, s.12.)
[57] “Adalet Bakanlığı’ndan Skandal Roboskî Görüşü: Öldürsek de Haklıyız”, Birgün, 23 Ocak
2015, s.9.
[58] Mahmut Oral, “Roboskî’de Adalet Bekleniyor”, Cumhuriyet, 27 Eylül 2015, s.13.
[59] Perihan Kaya-Beritan Elyakut, “Roboskî: ‘Kusursuz’ Katliam Yok Hükmünde Adalet”,
Gündem, 26 Aralık 2014, s.14.
[60] Cumhur Daş-Vecdi Erbay, “Devlet Karnımdaki Çocuğu da Öldürdü”, Evrensel, 29 Aralık
2014, s.9.
[61] “Roboskî Anmasına Uzaklaştırma Cezası”, Evrensel, 9 Qubat 2015, s.3.
[62] “Roboskî’ye Adalet Talebi: Failler Ankara’da Korunuyor”, Gündem, 2 Mart 2015, s.6.
[63] Mehmet Aslanoğlu, “Kürt Gerçekliğinin Ta Kendisi”, Evrensel, 29 Aralık 2014, s.9.
[64] A. Hicri İzgören, “Budur Katlimize Sebep Suçumuz”, Gündem, 3 Aralık 2015, s.15.
[65] http://www.telgrafhane.com/basliklar/guncel/2590
[66] “Kayıtdışı İşkence Birimi”, Taraf, 27 Ocak 2013, s.12.
[67] Akif Beki, “Gladyo Bir Yalan mıymış?”, Radikal, 19 Qubat 2013, s.10.
[68] Bahadır Özgür, “En Büyük Sorun Temel Kurumlardaki Sızmadır”, Radikal, 17 Qubat 2013,
s.19.
[69] Emre Soncan, “Eşref Bitlis Öldürüldü”, Zaman, 25 Eylül 2010, s.15.
[70] “Cezai Ehliyeti Tam Değil”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2011, s.7.
[71] Mesut Hasan Benli, “Susurlukçu Polislere Tahliye”, Radikal, 15 Aralık 2011, s.12-13.
[72] “MİT JİTEM’ci Katilleri Gizliyor”, Gündem, 22 Aralık 2015, s.5.
[73] Ahmet İnsel, “Yargı Görünümlü Mafya İçi Hesaplaşma”, Cumhuriyet, 10 Kasım 2015,
s.13.
[74] Kemal Göktaş, “Cezaların da Faili Meçhul... Cizre JİTEM Davasında Bütün Sanıklara
Beraat”, Cumhuriyet, 6 Kasım 2015, s.12.
[75] Mahmut Oral, “JİTEM de Sıfırlanıyor”, Cumhuriyet, 20 Haziran 2015, s.7.
[76] A. Hicri İzgören, “Adalet Yoksa Devlet Yoktur”, Gündem, 17 Aralık 2015, s.15.
[77] Hikmet Çetinkaya, “Hukuk Devleti Nerede?...”, Cumhuriyet, 8 Ekim 2015, s.5.
21

Benzer belgeler