kör salih - halil iban

Transkript

kör salih - halil iban
2010
HALİL İBAN
KÖR SALİH
OYA ABLA
Ve
BEŞİ(YEDİSİ)BİRLİKTELER
[0]
ISBN
______________________________________________________________
978-975-01279-3-9
ĠletiĢim: Halil ĠBAN
Tlf: 0535 946 38 12
e-posta: [email protected]
Sayfa Düzeni: Ekrem Matbaası
Baskı: Ekrem Matbaası
Adres: Tepebağ Mah 27038 Sok No:21
Seyhan ADANA
Telefon: (0322) 363 05 16
Fax: (0322) 363 45 37
E-Mail:
[email protected]
[email protected]
Web: www.ekremofset.com
[1]
Önsöz
Bin dokuz yüzeli altı, altmıĢ yılları arasında Ġstanbul‟da Edebiyat
Fakültesinde okuduğum yıllarda, bir hemĢerimiz gelmiĢ, ameliyat olmuĢtu. Birkaç
arkadaĢla onu görmeye ve “geçmiĢ olsun” demeğe gitmiĢtik Elli beĢ, altmıĢ
yaĢlarındaki Salih Amca‟ya çok ağır gelmiĢti bu olay. Bizi görünce öne bir ağlama
krizi geçirdi. Sonra bize,
“HoĢ geldiniz çocuklar. Ne iyi ettiniz de geldiniz. Giren yok, çıkan yok. Bu
garip memlekette yalnız baĢıma bir damla su verenim olmadan ölüp gidecektim.
Allah sizden razı olsun, ne iyi ettiniz de geldiniz,” dedi. Sonra bir fasıl daha
ağladı. Hemoroit ameliyatı oldukça ağır geçmiĢti. (Tabii bu değerlendirme kendine
göreydi.)Rahmetli Salih Amca, çok sevilen, Ģakacı tiplerden biriydi. Bu iki fasıl
ağlama, gurbet elde yalnız baĢına gelip bir hastahane köĢesinde, kimsesiz, yalnız
kalması mıydı? Yoksa gerçekten ameliyatın acısına dayanamıyor oluĢundan mıydı?
Bunu ne biz ne de bizden sonra gidip onu yalnız bırakmayanlar anlayabilmiĢlerdi.
“Salih Amca, geçmiĢ olsun,” dedik. O, bize:
“Geçti, ama deldi, geçti. Deldiği yere de bir kuyruk takıp geçti. Çocuklar,
HoĢ geldiniz. ĠĢte bakın da görün, kimini kör talih mahvedermiĢ, kimini de Kör
Salih mahvedermiĢ. Beni ise hem kör talih, hem de Kör Salih mahvetti,” diye hem
kendince Ģaka yapıyor, hem de artık fazla önemsemediğini belirtmeye çalıĢıyordu.
Nur içinde yat sen Salih Amca. Ben de o günden beri unutamadım bu “Kör Salih,
Kör Talih” ikilemini.
Bu kitapta anlatılan sanal olayları, o olaylara karıĢan kiĢileri anlatırken,
onlara ad verirken, yalnız iki kiĢide biraz bencil davrandığımı açıklamam
gerektiğini biliyorum. Bu iki kiĢi, bir ağabey, kız kardeĢlerdi. Ağabey on beĢ yıl
önce Allah‟ın rahmetine kavuĢmuĢ oldu. Kız kardeĢine gelince. O, ilk kocasından
ayrılarak ikinci evliliğini yaptı. Tanrım bu kez mutlu eylesin kendini. Bende altmıĢ
yıldır nasıl gizli kaldıysa yaĢadığım sürece de gizli kalacaktır. Ancak, kısmet olur
da bu kitabı okursa o,anlayacaktır. Onun dıĢında herkese yine gizli kalacaktır.
[2]
Kız kardeĢim Ayten, bir ara Kız YetiĢtirme Yurdu Müdiresi olmuĢtu. Ben de
onu sık sık görmeye giderdim. Bu yurtlar ve orada barındırılan kızlar konusundaki
ilk izlenimlerim, bu ziyaretler sırasında geliĢti. Hep düĢünürdüm, “Ben bunları
nasıl anlatabilirim?” diye. Daha önceki kitapları yayınlayınca bana sanki yeni bir
güç geldi. BaĢladım yazmaya. Önce Kör Salih‟le baĢladım, gerisi kendiliğinden
sökün etti.
Bu kör Salih, kör talih ikilemiyle anlatılmak istenen uğursuzluk ve de
baĢarısızlık nedeni olma anlamını değiĢtirmek ve böylece halk arasında yaygın olan
bu inancı yıkmak, her baĢarının kiĢiye ve kiĢinin çabasına bağlı olduğu inancını
yerleĢtirmek istedim. Bunu ne denli baĢarabildim, onu bilemem. Bu kararı siz
okuyanlarım verebilirsiniz. Vereceğiniz karar ne olursa olsun benim için saygı
değerdir.
ġunu kesinlikle belirtmem gerekir ki bu kitap bir iddia ile ortaya atılmıĢ
değildir. Herhangi bir siyasal görüĢ ya da akımın ne savunucusu ne de uzantısı
olmak gibi bir çabası da yoktur. Burada anlatılan kızlar, birer kimlik ve aile sahibi
olamamıĢlığın özlemi ile yaĢayan kimselerdir. Bütün istekleri bir aileye sahip
olmaktır. Kendilerinin doğumlarından beri bulamadıkları köken aileyi hiç olmazsa
gelecekte olacak çocukları bulsunlar. Kendileri onların kökenleri olsunlar. Buyurun,
kızlarımız ve çevreleri sizleri bekliyorlar, tanıĢıp, kaynaĢmak için. Haydin kolay
gele, baĢarılar.
Halil Ġban
[3]
KÖR SALĠH,
OYA ABLA
Ve
BEġĠ(YEDĠSĠ) BĠRLĠKTELER
BeĢ kiĢi, ayrı ayrı zamanda ve teker teker gelmiĢlerdi. Garson tarafından bir
masaya yerleĢtirilmiĢlerdi. Öyle ya kimini kader, kimini talih, kimini de “Kör Salih”
derler ya iĢte, öyle. Bu da garson Kör Salih iĢi bir yerleĢtirme olmuĢtur. Salih,
kör falan da değildi. Ama ona bir kere böyle demiĢlerdi. Ne yapsa, ne etse
kurtulamazdı artık. Bir gün, çok eskiden, daha yirmi bir, yirmi iki yaĢlarında iken
aynı meyhanede garson yamaklığı yaparken, masalarda yığılmıĢ bardak ve
tabakları, bulaĢıkhaneye götürürdü. Nasılsa, masadan aldığı tabakları müĢterinin
üstüne dökünce, çok kızan müĢteri, “Kör müsün be, eĢek oğlu eĢek?” diye
bağırarak kızar. “Bundan sonra senin adın Kör Salih, olsun,” der. Böylece bizim
garson yamağının adı olur mu Kör Salih?
Salih, dul bir kadının hem yetim, hem öksüz tek torunudur. YaĢlı kadın, oğlu
ve gelini bir kazada, aynı anda ölünce torununu alıp bağrına basar. Salih‟in de, bu
yaĢlı kadından baĢka kimsesi yoktur. Ġki kimsesiz bir arada yaĢayıp giderler.
Salih, ilkokulu bitirdiği yıl babasını ve annesini aynı anda kaybedince ninesi
onu getirip Efe Mustafa‟ya teslim eder. Efe Mustafa, onu alır, hem ortaokulu
okutturur, hem üstünü baĢını sağlar. Bu arada komilik görevi de yapar. Böylece
eline az da olsa para geçmeye baĢlar. Salih aldığı bu parayı olduğu gibi götürüp
ninesine verirdi. Ortaokulu bitirdikten sonra da bu lokantada çalıĢmayı sürdürür.
Üç beĢ yıl daha bu görevi yapınca, artık askerlik çağına gelmiĢtir. Çağrılır, askere
gider. Süresi bitince döner gelir. Lokantadaki görevine baĢlar. Kısa bir süre sonra
eski garson ayrılır. Lokanta sahibi de onu, garson yapar. Böylece Salih‟in hem
aylığı artmıĢ olur, hem iĢi. Bir de babaannesinin yanındaki değeri. Salih dürüst,
namuslu, kötü alıĢkanlığı olmayan bir çocuktu. Herkesin sevgisini, güvenini
kazanmıĢtı.
AkĢam, lokantaya gelen müĢterilerin, birlikte gelenlerini, ayni masaya,
sığmazlarsa iki masayı birleĢtirerek yerleĢtirir, tek tek, ayrı ayrı gelenleri de
garson bir masada toplayarak oturturdu. O akĢam da, aynı iĢi, aynı biçimde
yapmaya çalıĢıyordu.
Önce otuz beĢ, kırk yaĢlarında görünen, iyi giyimli birisi geldi. Salih onu
kapıdan girince karĢılayarak:
“Buyurun Beyefendi. BaĢka kimse var mı? Gelecek arkadaĢınız var mı?” diye
sordu. Gelen adam bu sorudan tedirgin olmuĢtu.
Mutlu Öğretmen, “Ne soruyorsun?” dedi.
[4]
Garson Salih, ona anlattı. Gelen adam rahatlamıĢtı. Garsona teĢekkür
ediyordu ki, o sırada kapıdan birkaç kiĢilik bir grup girdi içeri. Salih, koĢtu onları
karĢıladı.
Garson Salih, “Buyurun Beyler! HoĢ geldiniz.”
Guruptan birisi: “Biz, dört kiĢiyiz. Üç arkadaĢımız da daha sonra gelecek.”
O gurupla gelen iki kiĢi, durmuĢ bekliyorlardı. Garson Salih, o dört kiĢiyi
oturtunca geldi. Onlara sordu:
Garson Salih, “Siz, birlikte misiniz Beyler?” dedi.
Ġkisi birden, “Hayır, biz birlikte değiliz,” deyince,
Garson da, “Sizleri de Ģöyle alabilir miyim öyleyse?” deyiverdi.
Böylece tekler masasında üç kiĢi olmuĢlardı. Lokanta oldukça
kalabalıklaĢmıĢtı. Garson elinde kalem, kâğıt masaları dolaĢıp herkese ne
istediğini soruyor, kâğıda not ediyordu. Lokantada köfteden baĢka yemek yok
sayılabilirdi. Ġçecek içki de Tekelin Ģarabı, rakısı. Yani kısaca söylemek gerekirse
Bu lokantada köfteden baĢka yiyecek, Ģarap ve rakıdan baĢka içecek
bulamazdınız. Ama mezeden, turĢudan, salatadan yana burada bulamayacağınız
yoktu. Bir de piyaz, barbunya türleri çoktu. Aslında buraya lokanta demek doğru
değil ya, neyse. Kurucu sahibi öyle demiĢ, biz de saygı gösterelim. Bize kalsa,
burası güzel bir köfteci dükkânı ya da bir meyhane olmaya daha uygun düĢerdi.
Burada müĢterinin istediği köfte tam porsiyon da gelmez. Azar azar, sıcak sıcak
gelir, müĢteri tarafından artık yeter deninceye değin getirilirdi. Garson bilir her
müĢterinin kaçar köfte yediğini. Hesap ona göre yapılır.
Biz bunları anlatalım derken dükkânın tüm masaları dolmuĢtu müĢterilerle.
Garson Salih ve diğer arkadaĢları hizmet için koĢuĢturup duruyorlardı. Bu arada
yavaĢ yavaĢ da olsa müĢteriler ısınmaya çalıĢıyorlardı. Masalarda sesler
yükselmeye baĢladı. Bizim tekler masasında oturanlarda da bir canlılık baĢlamıĢtı.
Önce ilk gelen, iyi giyimli olan, masasında oturanlara:
“ArkadaĢlar, benim adım Mutlu, bir köyde öğretmenim. Aynı masada
oturuyor, yiyor, içiyoruz. Bu mübarek böyle Arpacı Kumrusu gibi düĢünerek
gitmez. Bakın çevrede herkes konuĢuyor, gülüyor. Yalnız bizim masada ses seda
yok. Onları talih bir araya getirmiĢse, bizi de Kör Salih bir araya getirmedi mi?
Gelin biz de bunun keyfini çıkaralım,” der. Sırayla diğerleri de baĢlar:
“Mutlu Bey, güzel söyledin. Benim adım da Ömer, bana Demirci Ömer derler.
Buraya dediğin gibi hepimiz eğlenip açılmaya geldik. Somurtup tıkanmaya değil.”
“Ben Hasan, Hırdavatçı Hasan‟ım. Çok doğru konuĢtunuz. Hepimiz biraz
açılmaya geldik. Açılalım.”
“Ben Turgut,” dedi dördüncü. Sözünü kesti beĢinci:
“Ben de Selim,” deyince tanıĢma faslını bitirdiler.
Ardından Selim devam etti:
[5]
“Mutlu Öğretmenim,” diye söze baĢladı. “Siz baĢlattınız bu iĢi, siz sürdürün.
Bu akĢam bu eğlencenin baĢkanı siz olun. ArkadaĢlar da bu iĢe karĢı çıkmazlar
sanırım. Ne dersiniz arkadaĢlar.”
Hepsi birden, “Olur, kabul!” dediler.
Bunun üzerine Mutlu onlara sordu:
“Ne içeriz beyler?”
Rakıda anlaĢtılar.
Mutlu,”Salih! Bize büyük bir Yeni Rakı getir. Yanında beyaz peynir, buz,
kavun ve cacık da olsun!”
Ġki dakika sonra rakı, beyaz peynir, buz, kavun ve cacık gelmiĢti.
Rakı ĢiĢesi, masadakilere gösterilerek orada açıldı. Bu arada ilk köfteler de
geldi.
Mutlu, “Köfteler soğumasın beyler. Hep beraber afiyet olsun!” diyerek
sıcacık köfteleri atıĢtırmaya baĢladılar.
Mutlu, “Bu bardaklardaki aslan sütü, kesilir, kedi yoğurdu olur daha fazla
bekletirseniz. Bekletmeyelim yazıktır. Hadi buyurun hoĢ geldiniz.”
Rakı bardakları kalktı. Dudaklara götürüldü.
Mutlu, “Bundan sonra komut yok. AtıĢ serbest. Son olarak bir kez daha bu
da Ģerefe olsun: Hadi Ģerefe dostlar!”
Hep birden, “ġerefe, Ģerefe!” diyerek, komutlu atıĢları bitirdiler. Masadaki
arkadaĢlar, kendi aralarında konuĢmaya baĢlamıĢlardı ki masalarından bir ses, bir
müzik sesi çıkmaya baĢladı:
“Bu akĢam bütün meyhanelerini dolaĢtım Ġstanbul‟un.
Seni aradım, kadehlerdeki dudak izlerinde”
ġarkı, çok güzel bir ses, usta bir müzik bilgisiyle yorumlanarak söyleniyordu.
Söyleyen Selim‟di. Bütün konuĢmalar susmuĢ, bütün sesler kesilmiĢti. ġarkı
bitinceye değin, kimse nefes bile almıyordu denebilir. Selim, Ģarkıyı bitirdi. O
anda bir alkıĢ tufanı baĢladı. Aynı masada oturan arkadaĢları ne diyeceklerini, ne
yapacaklarını bilmeden ĢaĢırıp kalmıĢlardı. Mutlu:
“Ağzına, nefesine sağlık arkadaĢ, yalnız bizi değil, tüm meyhaneyi mest
ettin. rakıya, Ģaraba gerek kalmadan sen sarhoĢ ettin tümümüzü. Bu akĢam
bizleri bu masada toplayan talihimize Ģükürler olsun.” Bir Ģeyler daha
söyleyecekti. Turgut onun sözünü kesercesine:
“Yok, arkadaĢ, yanlıĢ söyleme. Bizi bir araya getiren talih değil, Salih, hem
de Kör Salih‟tir. TeĢekkür mü edersin, yoksa Ģükür mü? Onu bilmem. Yalnız bu,
bizim Kör Salih‟in hakkıdır,” deyince masadaki tüm arkadaĢları bu sözü de gülerek
alkıĢladılar. Bu arada Selim, yeniden baĢlamıĢtı:
“Nihansın dideden ey mest-i nazım
“Bana sensiz cihanda can ne lazım”
Bütün lokanta bir daha susmuĢtu. Onu dinliyordu. Çok güzel söylüyordu
Selim. Tanrı ona ses verirken çok cömert davranmıĢ, Selim de bu sesin değerini
[6]
bilmiĢ, onu mükemmel eğitmiĢti. Çok büyük ustaların ellerinden geçirerek onu bir
dantel gibi iĢletmiĢ, sonunda bu sanat harikası çıkmıĢtı ortaya.
“ArkadaĢ,” dedi Turgut:
“Sen bu sesi bu duruma nasıl getirdin?”
Selim, gayet sakin:
“Eğitimle,” dedi ve sonra da devam etti:
“Ben,” dedi, “Güzel Sanatlar Fakültesi Klasik Türk Müziği Bölümünde
okuyordum. Son sınıfa da gelmiĢtim. Ama mezun olmayı düĢünürken bir olay oldu,
olamadım, atıldım.”
Masadakileri bir merak sarmıĢtı. Herkes “Ne oldu? Ne olayı? Özel bir olaysa
anlatma kalsın,” gibi sözlerle heyecanlarını belli etmeye çalıĢıyorlardı. Selim, hiç
heyecana kapılmadan:
“Özel değil. Tam anlamıyla genel bir olaydır. Ben anlatırım da, siz sıkılırsınız
diye korkarım. Ġsterseniz sizi sıkmadan, kısaca, özetleyerek anlatmaya çalıĢayım.
Yalnız siz de bana söz verin sıkıldığınız an haber verin keseyim. Olur mu? Söz
mü?” Masada oturanların hepsi birden:
“Olur!. Söz.!” dediler.
Bunun üzerine Selim, baĢlar baĢından geçen olayı anlatmaya:
“Ben, çok baĢarılı bir öğrenciydim. Liseyi pekiyi derece ile bitirdim. Evde
ailemle konuĢuyorduk. Babam, ya doktor, ya hâkim olmamı istiyordu. Ben de „Güzel
Sanatlar Akademisi,‟ diyordum. TartıĢmayı uzatıp kimseyi kırmamak için ilk
tercihime yazdığım Akademiyi kimseye söylemedim. Sonuçlar bildirildiğinde
haberleri olsun istedim. Öyle de oldu. Kimse de kırılıp gücenmemiĢ oldu. Ben de
zamanı geldiğinde kimseyle tartıĢmadan, kimseyi kırmadan, küstürmeden gidip
kaydımı yaptırdım. Zaten isteyerek, severek geldiğim bu okulda kısa zamanda
kendimi gösterip, sevdirmeyi baĢardım. Derslerimde de çok baĢarılıydım. Üçüncü
sınıfa geldiğim zaman hem arkadaĢlarım hem hocalarım beni bu okulda geleceğin
hocası olarak görüyorlardı. Artık ben de alıĢmıĢtım bu düĢünceye. Ben de kendimi
öyle düĢünüyordum. Öylesine alıĢmıĢtım ki bir ara aileme bile açmıĢtım. Onlar da:
„Sen bilirsin, hele önce okulunu bir bitir de gerisi kolay,‟ diyorlardı.
Son sınıfa geldiğimde 12 Eylül Askeri darbesi oldu. Ülkede her Ģey alt üst
oldu. Bir gün okula bir yazı gelmiĢ. Bizim okuldan birkaç öğrenci atılmıĢ.
Aralarında ben de varmıĢım. Ġdareye çağrılarak tebliğ ettiler. O gün okulla tüm
iliĢkim kesildi. Suçum neymiĢ diye çok uğraĢtım. Sonunda okuduğum gazete
Cumhuriyetle, boynumdaki kravattan baĢka bir suçlu bulamadılar. Oysa
karakoldaki sorgulama polisleri bu iĢin kolayını bulmuĢlardı. Önce temiz bir dayak
atıyor, sonra sorguya baĢlayarak, bu namussuz komünistlere ve vatan hainlerine,
vatan sevgisini, komünist olmamayı öğretiyorlardı.
Sorgulama polisleri, „Ulan nedir senin boynundaki kravat, kırmızıdan baĢka
renk bilmez misin sen? Kiminiz kırmızı kravat, kiminiz kırmızı gömlek, kiminiz
[7]
kırmızı çorap giyinip dolaĢarak komünizm propagandası yapıyorsunuz. Bu vatan
hainliği değil mi?‟
Vallahi doğru söylüyorlardı. Ülkemizde bu iĢi öylesine çığırından çıkarmıĢlar
ki kadınlar, kırmızı dudak boyaları, boyunlarına sardıkları fular, giyindikleri
kırmızı bluzlarla yakında bütün ülkeyi komünist yapacaklar. Bereket versin ki bu
olay oldu da millet anladı. ġimdi buna çare aramak gerek. Kadınlara dudak
boyamayı, fular, bluz kullanmayı yasak edemezsiniz, ama devlet olarak ülkede
kırmızı boyayı yasak etmek gerekir. Bu da yetmez Galatasaray, Milli Takım
formalarını, hatta kusura bakmayın ama Bayrak ve sancağın renklerini
değiĢtirelim(!). Türkiye‟de kırmızı renk bırakmayalım. Kırmızı gülleri, karanfilleri,
laleleri, gelincikleri köklerinden çekip kurutalım. Böylece ülkeyi bu komünist
salgınından, vatan hainlerinden kurtarmak için Devlet BaĢkanı olan kiĢi bir genelge
yayınlayarak kendi uçağı ile bunu ülkenin bütün topraklarına saçmalı ve hiçbir
tarlanın, hiçbir toprağın kırmızı renkli çiçek açmamasını emretmesi gerekir.
Böylece hem ülkemiz komünizmden hem halkımız böyle bir baĢkandan kurtulmuĢ
olurdu,” diyerek sözlerini bitirdi.
Mutlu Öğretmen:
“ArkadaĢlar, Selim Bey‟in çektiklerini biz öğretmenler de çektik. Yalnız
öğretmenler, öğrenciler mi çekti? Tüm toplum çekti. Tüm halk çekti. Ben derim ki
gelin bu gece geçmiĢin bu kötü anılarını unutup felekten bir gün çalalım. Biz
buraya kötü anıları anarak üzülmeye mi yoksa tesadüfün mü desem, Kör Salih‟in
mi desem bir araya getirdiği Ģu beĢ arkadaĢ, masadan kalkıp evlerimize giderken
eskinin kötülüklerini unutmuĢ, yepyeni, neĢe, enerji dolu insanlar olalım. Ne
dersiniz dostlar.”
Masada oturanlar hep bir ağızdan:
“Allah deriz,”dediler. Ve kadehlerine sarıldılar.
Demirci Ömer:
“Ben, lisenin ikinci sınıfından ayrıldım. O zamana değin derslerine çalıĢan,
derslerinden, okulundan baĢka bir Ģey düĢünmeyen akıllı uslu bir çocuktum.
Yılsonu yaklaĢmıĢtı. Nisan ya da mayıs ayında bulunuyorduk. Ön sıralarda kızlar
otururdu. Ben de kızların arkasındaki bir arkadaĢın yanına gitmiĢ orada
oturuyordum. Sınıftaki yerim en arka sıradaydı Dersimiz boĢtu. Sohbet
ediyorduk. Bu tür sohbetleri çok yapardık. Sınıf arkadaĢlarımız, birbirimizi çok
severdik, çok iyi anlaĢırdık. Sınıfımızda Tansel diye bir kız vardı onunla çok iyi
anlaĢıyorduk. Tansel, karakaĢlı, kara gözlü, tam anlamıyla güzel bir kızdı. Çoğu gün
elinde koyu renkli bir gülle gelirdi okula. Ben de paralı yatılı olduğumdan onu okul
kapısında karĢılar: „Günaydın!‟ derdim. O, elindeki gülü gülerek bana
uzatır,‟Günaydın!‟ der, ben de alırdım. Çok güzel bir sesi vardı okul korosunda
soprano olarak görev yapardı. O zaman kızlar siyah önlük, beyaz yaka
kullanırlardı. Siyah önlük arkadan tek düğmeli olduğundan beyaz yaka da onun
düğmesine tutturulurdu. Tansel, o gün hava biraz sıcak olduğundan tam ensesine
[8]
yakın yerdeki düğmeyi açmıĢ yakayı serbest bırakmıĢtı. Hareket ettikçe, açılıp
kapanan o daracık alandan teni görülüyordu. Bu bana yetti. O gün âĢık oldum. O
zamana değin kızlarla bu denli yakın olamamıĢtım. Biz, ortaokulda okurken karıĢık
sınıflarda okumamıĢtık. Hep erkeklerle birlikte olduğumuzdan kızlara karĢı bir
baĢka türlü davranıĢ içindeydik. Onlarla konuĢmak, onlara dokunmak çok tehlikeli,
ayıp ve de yasaktı. Bu yasak okuldan çok ailelerimizden gelirdi. Cezalar da çok
ağır ve Ģiddetli idi. On üç yaĢında bir erkek çocuğun bir kız arkadaĢının elini
tutması, koluna dokunması ağır suçlardan sayılır; hele oğlan babasına böyle bir suç
duyurusu ulaĢırsa Allah korusun, o yavrucak yanardı. Ben de ilk kez bir kız
çocuğunun ensesinden tabanı beĢ cm yüksekliği on cm tepesi yarım cm‟lik ters
çevrilmiĢ bir ikizkenar üçgen büyüklüğünde ense tenini gördüm, dakikalarca onu
izledim. Hayaller kurdum, sonunda da âĢık oldum. Bugün de hâlâ süren bir aĢk.
Bunu aileme açamazdım, kızın kendisine hiç açamazdım. Ben de aĢkımı içime
gömdüm. O günden beri çıkarmadım. Bu gün ilk kez açıldım. Ġzin verirseniz Ģu
Demirci lakabının da nerden geldiğini söyleyeyim: Ortaokulda okurken
arkadaĢlarla arada sırada voleybol da oynardık. Servisimi kimse kurtaramazdı. Bir
gün yine okulda arkadaĢlarla voleybol oynuyorduk. Aramıza bizden oldukça büyük
birisi girdi kim olduğunu bilmiyordum. Ben yine servis atıyordum. O da karĢı
ortada servis karĢılıyordu. Ben servisi attım, O da karĢıladı, ama yere yığılması da
bir oldu. ArkadaĢları koĢup yardım etmek istediler. O, bu yardımı istemedi.
Oyunu bırakıp çıktı.
Çıkarken bana dönüp, „Sen demirci misin arkadaĢ, parmağımı kırdın!‟ dedi.
Parmağı gerçekten kırılmıĢtı. ĠĢte o günden beri adım Demirci Ömer oldu. Artık
ben de alıĢtım. Biri Ömer dese, pek aldırmıyorum. Demirci ya da Demirci Ömer
dendiği zaman, kesin ben olduğumu anlıyorum.
Ġkinci sınıfın sonunda sınıfımı geçmiĢtim. Ama devam etme olanağım
kalmamıĢtı. Ailevi nedenlerle okulu bırakmak zorundaydım. Öyle de yaptım.”
Mutlu:
“Sen ne diyeceksin arkadaĢ. Söyle seni de tanıyalım. Ama önce izin
verirseniz, Ģu boğazlarımızı bir ıslatalım.” Bardaklarını kaldırdılar. Tam o sırada
Kör Salih, ikinci parti köfteleri yetiĢtirdi. Sıcak, sıcak köftelerden birer tanesini
de atıverdiler ağızlarına.
Hasan, yutkunup son aldığı lokmayı ağzından mideye yollarken bir yudum
suyla ağzının boĢalmasına yardımcı olmak istedi:
“Ben, dedi. Ġlkokuldan sonra hiç okul görmedim. Ġlkokulu bitirdiğim yıl
babam öldü. Anneme ve benden küçük kardeĢlerime bakacak benden baĢka kimse
yoktu.”
Mutlu Öğretmen, Hasan‟a:
“ArkadaĢ, sen ne iĢ yaparsın? Mesleğin nedir?” diye sorar.
Hasan da:
[9]
“Benim bir hırdavatçı dükkânım var. Dedemden babama kalmıĢ, ondan da
bana. Mesleğim, sanatım, iĢim, gücüm yok. Onunla geçiniriz. Bir annem, iki de
kardeĢim var. Biri üç yaĢındaydı, diğeri beĢ, babamız öldüğü zaman. BeĢ yaĢında
olan bugün yirmi yaĢında Ġstanbul Teknik Üniversitesi‟nde okuyor. Yakında makine
mühendisi olacak. Babamız öldüğünde üç yaĢında olan kardeĢim ise kızdı. O da lise
son sınıfta. BaĢarılı bir öğrenicidir. TutturmuĢ ille de liseden sonra Tıp
Fakültesinde okuyup „Doktor olacağım,‟ diyor. Biz de karıĢmıyoruz. Bu kendisinin
hayatıdır diye bir Ģey söylemiyoruz.
Mutlu Öğretmen, birden söze karıĢarak:
“ArkadaĢlar, böyle aydın bir aile için lütfen kadehlerimizi yeniden bir daha
kaldıralım. Böyle kaç aile var toplumumuzda?” Herkes kadehlerini kaldırıp içti.
“ġimdi belki içinizden birisi veya duyanların kimileri, „Bunun ne gereği vardı?
Mutlu Öğretmen sarhoĢ mu oldu?‟ diye düĢünmüĢ olabilir. Evet, sarhoĢ oldum
arkadaĢlar. Size söz vermiĢtim. Bundan sonra atıĢ serbest demiĢtim. Artık komut
momut yok demiĢtim. Bütün bunları unutmuĢ değilim. Ama Hasan Bey arkadaĢımın
anlattıkları, beni sarhoĢ etti. DüĢünün bir kere genç bir kadın, büyüğü onbir,
oniki, küçükleri beĢ ve üç yaĢlarında üç yavrusu ile dul kalıyor. Bakacak,
koruyacak, akıl verecek kimseleri yok. On iki yaĢındaki çocuk babadan kalan
dükkânı çalıĢtırarak annesine ve kardeĢlerine bakıyor. Diğer iki çocuk, okula
gidiyor. Biri makine mühendisi, kardeĢi de doktor oluyor. Bu iĢleri yöneten ve
yönlendiren belki de kendisi ilkokulu bile görmemiĢ bir kadınla oniki yaĢında bir
çocuk. Hadi sen bu aileyi yakala da ayakta alkıĢlama. ArkadaĢlar, bu yüzden zor
zamanların, zor günlerin milleti adını almıĢtır bu millet. Kusura bakmayın
arkadaĢlar, ben ölçüyü kaçırdım. ġurada içip eğlenelim derken iĢi baĢka alana
götürdüm.”
MutluÖğretmen, Turgut adlı gence: “Sen, neler söyleyeceksin bakalım
bizlere,” dedi. Böylece sözü Turgut‟a atıverdi. Turgut önce bir ĢaĢkınlık geçirir
gibi oldu. Sonra birden toparlanarak:
“Ben,” dedi. “Bir çiftçi çocuğuyum. Köyümüzde okul yoktu. Okuyamadım. Ben
de çiftçi oldum. Babam geniĢ toprakları olan varlıklı bir köylüydü. Toprak iĢlemeyi,
ekin ekmeyi, çift sürmeyi kısaca ekin ve toprak iĢlerini ondan, öğrendim. Onlarla
uğraĢıyor, böylece geçinip gidiyoruz. BaĢka da söyleyecek bir Ģey yok,” dedi.
MutluÖğretmen:
“Desene sen bir ağa çocuğusun.”
Turgut:
“Değilim. Ne ben ağayım, ne babam ağaydı. Aslında bizim köye ağalık
girememiĢ. Bizim köyde ne ağa, ne Ģeyh, ne de dede var. Köylü istemez. Bunların
olduğu köylerde neler oluyor, siz benden iyi bilirsiniz. Bizde birlik, dirlik var.
ġimdi bir de okul yaptırıyoruz. Köylü toplandı karar aldı. Okul binası için arsayı
ben verdim. On dönümlük bir tarlaydı. Sekiz derslikli bir okul bir de öğretmen
[10]
lojmanları yapılıyor. Yapım iĢi biterse önümüzdeki yıl açılacak. Bizler okuyamadık
hiç olmazsa çocuklarımız okusunlar.”
MutluÖğretmen: “Buyurun Beyler!” dedi. “Gelin de alkıĢlamayın. Gelin de
elini, ayağını öpmeyin bu vatandaĢın. Turgut, arkadaĢ sen okuyamamıĢ bir
kardeĢimizsin, köyünde okul yok diye okuyamamıĢsın. Ama artık bu nedenle
okuyamayan kalmasın diye okul yapımına tarlanı vererek katkıda bulunuyorsun. Ne
mutlu sana. Kutlarım. Sana, köyüne, ülkemize hayırlı olsun. Buyurun arkadaĢlar,
Turgut Bey Ģerefine!” diyerek kadehini kaldırdı. Masadaki herkes de katıldı.
Selim, yine söz alarak:
“ArkadaĢlar, bir Ģey daha söylemem gerek. Demin Mutlu Bey‟i kırmamak için
sözüm bitmeden susmuĢtum. ġimdi herkesin anlatacağı bittiyse ben yeniden
baĢlamak istiyorum. Ġzin verir misiniz?”
Herkes:
“Ġzin senin. Buyur arkadaĢ,” dediler.
“O kırmızı kravatı bana sevdiğim kız arkadaĢım hediye etmiĢti. Onunla
sözleĢmiĢtik. Okul bitince niĢanlanıp daha sonra da evlenecektik. Akademi birinci
sınıfından beri tanıĢıyorduk. Önceleri sadece konuĢuyorduk. Sonra arkadaĢ olduk.
Daha sonra birbirimizden hoĢlandığımızı hatta sevdiğimizi anladık. O Akademinin
Mimari bölümünde okuyordu. Ben Klasik Türk Müziği Bölümünde okuyordum.
Üçüncü sınıfa geldiğimizde bu sevgi tam anlamıyla bir aĢka dönmüĢtü. Artık biz de
bir Leyla ile Mecnun gibiydik. Bu dönemde evlilik kararı aldık. Birbirimize söz
verdik. Ama bundan ailelerimizin haberi olmadı. Sorgulanmadan sonra tutuklanıp
ceza evine gönderildim. Orada ne kadar kaldım bilmiyorum. Galiba bir ay, belki bir
yıl belki de daha çok bin yıl falan. Çıktım eve geldim. Ev, mahalle, kent, dünya
değiĢmiĢti. Hiçbir nesne eskisi gibi değildi, kimse eskisi gibi değildi. Herkes
yüzüme bakıyor ve:
„ĠĢte hapishaneden çıkmıĢ bir adam.‟ diyordu.
Sabıkalı olmuĢtum. Kimsenin yüzüne bakamıyordum. Ġnsanlardan kaçar
oldum. Kendi okuluma gidemiyordum. Belki hocalarımdan birisiyle karĢılaĢırım,
belki o kızla karĢılaĢırım diye korkuyordum. Bana „Nerelerdeydin?‟ diye sorsa ne
diyebilirdim. Ben de gizlendim, kaçtım. Birkaç yıl izimi, yerimi belli etmemeye
çalıĢtım. Sonunda o, baĢka birisi ile evlendi. Ondan kurtuldum. Okul da beni
unuttu, ondan da kurtuldum. Ben de kendimi mahkûm ettiğim oda hapsinden
çıktım. Arada sırada böyle kaçamaklar yaparak insanlar arasına karıĢmaya
çalıĢıyorum. Neyse baĢınızı ağrıttıysam özür dilerim,” diyerek sözlerini bitirdi.
Bu kez masadakileri bir merak sarmıĢtı. Hemen hepsi birden:
“Ya o, ne oldu? Sevdiğin kız, ne oldu?”
Selim: “O mu? Bir süre beni aramıĢ, sormuĢ, bulamayınca ailesi Onu bir
baĢkası ile evlendirmiĢ. ġimdi bir kız, bir oğlan iki çocuğu olmuĢ. Çok baĢarılı bir
mimar olarak isim yapmıĢ. Ondan bana Ģu boynumdaki eski rengi solmuĢ kırmızı
kravattan baĢka bir armağan, bir anı kalmadı. Onunla yatıp, onunla kalkıyorum.
[11]
Hadi bir de benim için onun anısına içelim. Mutlu Öğretmenim gücenmesin bu
görev kendisinindi.”
Selim, “Lütfen arkadaĢlar. Hadi sevgilimin anısına içelim,” diye masadakileri
adeta zorlayarak bu iĢi yaptırdı. Masadakileri adeta bir hüzün, bir isteksizlik
sarmıĢtı. Kimsenin canı bu kadehi kaldırmak istemiyordu.
Selim de, bunun farkındaydı. Havayı dağıtmak için:
“Çok teĢekkür ederim arkadaĢlar. Hatır için de olsa bu iĢi yapmanız beni çok
mutlu etti. Ben de bozduğum havayı düzeltmek için sizlere birkaç Ģarkı
söyleyeceğim. Arzu ederseniz siz de katılabilirsiniz,” dedi. BaĢladı okumaya.
Bütün lokanta susmuĢtu, onu dinliyorlardı. Selim, coĢmuĢtu. Hiç durmadan birbiri
ardına yedi Ģarkı söyledi. Bitirdiği anda sanki lokanta yıkılacaktı alkıĢ sesinden.
AlkıĢtan sonra masalarından kalkan müĢteriler, bizim ahbapların masasını iĢgal
etmiĢlerdi. Herkes kutlamak istiyor, teĢekkür ediyordu. MasadaĢlar da az önceki
sıkıntıdan kurtulmuĢ, gülüyor, konuĢuyorlardı. Selim bu akĢam bu küçük lokantaya
yeni bir can vermiĢti. Onun söylediği Ģarkılar, bir konser havası estirmiĢti. Bir
süre sonra herkes yine kendi havasına dönmüĢ, yiyip, içip sohbete dalmıĢlardı.
Kör Salih, üçüncü parti köfteleri dağıtıyordu. Sıra Selim‟lerin masasına gelmiĢti.
Yanında iyi giyimli, kılık ve kıyafeti yerinde Mustafa Bey isminde birisi ile geldi:
“Afiyet olsun beyler. Yanınıza beĢ dakika oturabilir miyim? Ġzin verirseniz
sizinle bir Ģey konuĢmak istiyorum”.
Tümü birden, “Buyurun efendim.” dediler.
“Oğlum Ģuradan bir sandalye getiriver.”
Salih, koĢtu. Bir sandalye getirip yeni gelene verdi. SelamlaĢma faslı bitince:
“Ben bu lokantanın sahibiyim. Burayı geniĢletmek büyütmek istiyorum. Burası
en çok on masa alıyor. Oysa arkada büyük bir yerimiz var. Orayı Ģimdilik depo
olarak kullanıyoruz. Ġyi bir temizlikten sonra mükemmel bir salon olur. O zaman
yalnız orası elli masa alır. Bu da yüz elli, iki yüz kiĢi eder. Bu binanın tamamı
benim. Üst katında da aynen böyle bir yerimiz var. Ġki katı birlikte düĢünürsek üç
yüz, dört yüz kiĢilik bir salon olur. Bu da kentimizdeki büyük bir eksikliği gidermiĢ
olur. Demin sizi dinlerken dikkat ettim. MüĢterilerimiz de canlılık istiyorlar.
Buraya canlı bir müzik getirebilirsek onların arzuları da yerine gelmiĢ olur. Eğer
bir yere ya da bir kuruma bağlı değilsen, yani boĢsan bu iĢi senden rica etmeye
geldim. ġunu da söyleyeyim. Bu akĢam olur veya olmaz diye bir yanıt almak
istemiyorum. Bu akĢam istediğim yalnız „BoĢum‟ yahut „Doluyum‟ demenizdir.”
Selim:
“Dolu değilim. BoĢ olmaya boĢum da!”
Adam, buna sevinmiĢti. Bunun üzerine Mustafa Bey:
“Sizi,” dedi. “Önümüzdeki hafta bugün beĢinizi birden eĢleriniz, varsa
çocuklarınızla birlikte buraya davet ediyorum. Asıl beklediğim cevabı da o gece
alırım. Hadi Ģimdilik neĢeniz bol olsun. HoĢça kalın. Allaha ısmarladık,” dedi. Kalkıp
[12]
gitti. O gittikten sonra bizimkilerde hava değiĢmiĢti. Az da olsa bir kasvet
sarmıĢtı. Önceki neĢe ve coĢku kalmamıĢtı.
Mutlu Öğretmen, Garson Salih‟i çağırdı. Garson Salih:
“Buyurun!” dedi.
Mutlu Öğretmen, “Hesap,” dedi.
Salih, (yavaĢça) “Hesap ödendi, efendim.”
Mutlu, “Kim, kim ödemiĢ, niçin ödemiĢ?” diye ĢaĢırarak sordu.
Salih:
“Ben bilmiyorum. Patron böyle söyledi. Ġsterseniz çağırayım, gelsin kendisi
söylesin,” dedi ve dönüp gitti. Patron geldi:
“ArkadaĢlar, garsona ben söyledim. Onlar benim davetlimdir. Sakın hesap
alma demiĢtim. Yoksa siz daveti kabul etmiyor musunuz? Ya da ben daveti kabul
edilmeyecek derecede kötü bir adam mıyım? Kararı siz verin. Garson hesabı
yaptı. Hazır bekliyor. Çağırıp vermek isterseniz alacak. Yok, eğer kabul ederseniz
sessiz sedasız çıkıp giderseniz. Ben de, o da memnun olarak sizi haftaya eĢ ve
çocuklarınızla yine zevkle bekleyeceğiz. Karar sizin. Hadi iyi geceler,” deyip gitti.
Bizimkiler masada seslerini çıkarmadan kalmıĢlardı.
MutluÖğretmen ile Selim:
“Adam bizi tam susturdu. Bir „ık‟ diyecek halimiz kalmadı. Ne diyelim.
Haftaya burada buluĢalım. Ama daha önce nasıl haberleĢelim?”
Mutlu Öğretmen:
“Ben telefon numaramı vereyim Herkes bana telefon etsin.”
Turgut, “Herkesin telefonu var mı?” diye sordu?
Herkesin cep telefonu da ev telefonu da varmıĢ.
MutluÖğretmen:
“Öyleyse, dedi. Ġlk olarak söyleyin bunları kaydedelim.”
BeĢ arkadaĢ birbirlerinin telefonlarını kaydettiler. Önlerindeki ilk cuma günü
telefonlaĢıp ertesi gün gelip gelemeyeceklerini, nasıl ve kaç kiĢi geleceklerini
duyuracaklardı. Böylece anlaĢıp birbirlerine iyi geceler dileyerek kalkıp evlerine
dağıldılar. Kör Salih lokantanın kapısında, yaptığı hesap elinde öylece kala
kalmıĢtı. Durumu bilmeyenler, onu, öyle görünce çıkan müĢterilerden bahĢiĢ
bekler sanmıĢlardı. Oysa Salih çok mutluydu. BeĢ kiĢinin beĢi de çıkıp gidince
Salih doğruca patronuna koĢup:
“BeĢi de gitti. Selamdan baĢka da bir Ģey vermediler,” dedi.
Patron da buna çok sevinmiĢti. Son müĢteri de çıkıp gittikten sonra
lokantanın kapısı içerden kapandı. Garsonlar, komiler ve ustalar masaları,
sandalyeleri toplayıp orta yere yığdılar. Diğer eĢyayı da toparlayıp bir kenara
yığdılar. Sonra da tümü birden kiĢisel eĢyalarını alıp evlerine gittiler. Sabahleyin
oradan geçenler lokantanın kapısının kapalı olduğunu gördüler. Oysa her gün bu
saatlerde lokanta açık olurdu. Kapıda büyük bir kâğıda yazılmıĢ bir yazı vardı:
“ONARIM DOLAYISI ĠLE KAPALIYIZ”
[13]
Öğleye doğru lokantanın önüne bir kamyon geldi. AkĢam toplanmıĢ olan masa,
sandalyeleri baĢka iri ve kaba eĢyaları yüklenip götürdü. Öğleden sonra lokanta
personelinin tümü gelmiĢlerdi. Onlar da kalan diğer eĢyayı (Tencere, tava, tabak,
bardak v.b.ne varsa) bir pikaba yükleyerek gönderdiler. Kısaca söylemek
gerekirse lokantada dört duvarla çevrili bir alandan gayri bir Ģey kalmamıĢtı.
Öğleden sonra bir taksi geldi. Taksiden dört kiĢi indiler. Doğru içeri girdikleri
için kim olduklarını ve ne için geldiklerini anlayamadık.
Sonradan öğrendiğimize göre bu gelenler, mimar ve mühendislermiĢ. Kimi
ses, kimi ıĢık, kimi de dekorasyonla ilgili, yetkili uzman kiĢiler. O gün geç vakte
değin orada kaldılar. Ertesi gün sabahleyin yine geldiler. Bu kez, yanlarında baĢka
kiĢiler de vardı. Ġlk olarak kalın kâğıtlarla pencere camlarının tümünü kapattılar.
Artık dıĢarıdan içeriyi görmek olanaksızdı.
Biz de onları kendileri ile baĢ baĢa bırakıp Kör Salih‟in kurduğu beĢ kiĢilik
arkadaĢ grubuna dönelim.
* *
*
Kendi kararları ile baĢkan seçtikleri MutluÖğretmen:
“Ben, dedi. On dört yıldır aynı köyde öğretmenlik yapıyorum. On yıldır kent
merkezine atanabilmem için baĢvururum, bir sonuç alamam. Oysa benim ilkokuldan
mezun ettiklerimden ilköğretim öğretmenliği okulundan mezun olup köy
ilkokullarına atananlardan birçoğu kent merkezi okullarına geldiler. Kaç kez
valiliğe, bakanlığa baĢvurduysam bir yanıt alamadım. En sonunda Ģimdiki köyüme
gelebildim. Burası merkeze bağlı, araç çalıĢan, yol üzerinde bir köy. Okulda on
öğretmeniz. Okulumuza ekler yapılarak sekiz sınıflı oldu. Artık kent merkezinde
oturuyor gibiyiz. Her gün okula yarım saatlik bir motosiklet gezisiyle gidip
gelebiliyorum. Bu yıl beĢinci sınıfı okutuyorum. Seneye altıncı sınıf öğretmeni
olacağım. ġimdiden kendimi hazırlıyorum. Ben sosyal bilgiler dersini çok
seviyorum. Eğer baĢarabilirsem, sürekli sosyal bilgiler öğretmeni olarak emekli
oluncaya değin çalıĢabilirmiĢim. O zaman ben de bu okulda kalırım.
Dokuz yıl önce evlendik. Askerlik görevimi yaparken oralı, tanıĢtığımız bir
kızla anlaĢtık, sözleĢtik. Askerlik bittiğinde konuyu aileme açtım. Annem, babam
önceleri pek istekli görünmüyorlardı. Sonraları onlar da razı oldular. Böylece biz
de evlenmiĢ olduk. ġimdi çok mutluyuz. Biri oğlan ikisi kız üç çocuğumuz oldu.
Mahide ile onların gelecekleri için çırpınıp duruyoruz. Ġstiyoruz ki, çocuklarımızın,
kimseye bağlı olmadan, özgür yaĢamaları neyi gerektiriyorsa elimizden geleni
esirgemeden onu yapalım. Bu nedenle bir iĢ, bir meslek sahibi olmalarını arzu
ediyoruz. En azından devlete ya da siyaset adamlarına boyun eğmesinler diyoruz.
Peki, benim bunca yıldır aynı köyde sürünmeme neden olan nedir? Köy imamının
hakkımdaki Ģikâyeti oldu. Ġmam, “Okulu haftada bir gün bana bırak Çocuklara din
dersi vereyim,” dedi. Ben de “Olmaz” dedim. Bunun üzerine Ģikâyetler baĢladı. O
zaman köyde tek öğretmendim. Gelen müfettiĢler çalıĢmamı çok beğendiler.
[14]
ġikâyetin haksız olduğunu, benim o köyden alınarak, baĢka bir köye verilmemin iyi
olacağını rapor ettiler. Bu rapor üzerine Ģimdiki okula verildim. Böylece hem o
köyden, hem o imamdan, hem de müfettiĢlerden kurtulmuĢ oldum. Eğer Ģu sosyal
bilgiler öğretmenliğini de elde edebilirsem dünyada benden mutlu kimse olmaz.”
* *
*
Demirci Ömer, ilkokula tam zamanında baĢlatılmıĢtı. Uyanık ve aydın bir
ailenin çocuğuydu. Baba, her gün Cumhuriyet Gazetesi alır, akĢama değin iĢyerine
götürür, haberlerine bakar, kısa köĢe yazıları arar onları okur, sevdiği yazarların
yazıları ile ilgisini çeken ciddi ağır yazıları da akĢam eve dönünce okurdu. Ertesi
gün iĢe giderken dünkü gazeteyi evde bırakır, kendisi yenisini alırdı. Böylece eĢi
ve çocukları da bir gün arkadan aynı gazeteyi okurlardı.
Ömer, böyle bir evde dünyaya gelmiĢ, böyle bir ailenin çocuğu olmanın
etkisiyle okumayı çok sever, kitap düĢkünü birisi olmuĢtu. Daha ortaokulda iken
evinde iki, üç yüz kitap biriktirmiĢti. Yalnız o, kitabı okumak için birinden
istemezdi. Okuyacağı kitap kitapçıda varsa alır, okur ve saklardı. Kimseye kitap
vermeyi de sevmezdi. Bir gün okuduğu bir yazıda sanırım Alphonse Daudet:
“Ben, yüz bin ciltlik kitaplığımın tüm kitaplarını dostlarımdan okumak için alıp
veremediğim kitaplarla oluĢturdum.” demiĢ. Kendisi bu duruma düĢmek istemezdi.
Bu nedenle ne kimseye kitap verir, ne de kimseden kitap isterdi. Okuması
gereken kitabı, parası varsa alır, yoksa oluncaya değin beklerdi. Böylece ilkokulu
bitirdiğinde elli-altmıĢ kitabı olmuĢtu saklanıp korunacak. Kitap ve kitap okuma
merakı ortaokulda da sürmüĢtü. Daha doğrusu asıl bu okulda geliĢmiĢti. Liseye
baĢlarken üç-dört yüz olmuĢtu. Liseden ayrıldığında bin kadar kitabı vardı. Eğer
devam edebilseydi kitap sayısı belki daha da çok olurdu. Ne yapsın felek yar
olmadı. Oysa onun amacı, liseyi bitirince Ġstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesine gitmek, oradan bir yazar olarak çıkmaktı. Olmadı iĢte, bu onun suçu
değildi. Kader mi dese, yazgı mı dese, felek mi dese, talih mi dese yoksa herkesin
dediği gibi Kör Salih mi dese. Aslında kendisi de bilmiyordu hangisinden geldiğini.
Ama gelmiĢti bir kere. Hangisinden gelirse gelsin onu hem okulundan hem
ereğinden etmiĢti. Ama okuma sevgisi hâlâ sürüyordu. Güzel bir kitaplığı olmuĢtu.
Her gün o odaya girer akĢama değin çıkmazdı. Ömer‟in aile geliri kazanç için
çalıĢıp iĢ sahibi olmasına gerek bırakmayacak ölçüdeydi. Bu nedenle Ömer de
kendini okumaya vermiĢ durmadan çalıĢırdı. Yalnız Ģehirdeki futbol, voleybol
maçlarını kaçırmazdı. Bunun dıĢında yaz olsun kıĢ olsun akĢam saatlerinde, güneĢ
batmaya bir, bir buçuk saat kala evden çıkar, güneĢ battıktan yarım saat sonra
eve dönerdi. Bu tür gidiĢler, yürüyüĢ içindi. Bu akĢam yürüyüĢlerini hiç
aksatmazdı. Kendisine sorulduğunda:
“Kentte o saatte her kes sofrasının baĢındadır. Kimsenin yürüyüĢle ilgisi
yoktur. Ben de arkadaĢsız, yalnız baĢıma yürümenin tadını çıkarırım,” derdi.
* *
[15]
*
Ġçerde yirmi beĢ, otuz kiĢi çalıĢıyordu. ÇalıĢan insanların gürültüsünden,
kullanılan araçların çıkardıkları seslerden, ne söylediğiniz, dinleyeniniz tarafından
anlaĢılıyor; ne de siz söyleyeninizi anlayabiliyorsunuz. Bu havada içerde bir Ģey
anlamanın olanağı yoktu. Lokantanın sahibi olduğunu söyleyen kiĢi dıĢarıdaydı. Onu
görünce hemen yanına giderek ilk ağızdan bilgi almak istedim. Adamcağız çok
kibar birine benziyordu:
“Lokantayı büyültüp modern bir görünüm vermeye çalıĢıyoruz,” dedi.
Bu sırada içeride çalıĢanlardan iki kiĢi gelip adamı içeri götürmeye
yeltendiler. Adamcağız koluna girmiĢ bu iki kiĢinin arasında sürüklenirken:
“Üç gün sonra gelirseniz görürsünüz!” diye bağırabildi.
Sonunda o bir hafta geçti. Cumartesi günü öğleye doğru Mutlu Öğretmeni
arayan Ömer, Hasan ve Turgut akĢama geleceklerini saat kaçta nerede nasıl
buluĢacaklarını sordular. MutluÖğretmen de onlara Selim‟den bir haber alıncaya
değin beklemelerini, çünkü bu davetin asıl Selim‟in oraya gitmesini sağlamak
olduğunu söyledi. Aradan bir saat geçmiĢti ki Selim, Mutlu Bey‟i arayarak akĢama
davete gitmeye hazır olup olmadıklarını sordu. MutluÖğretmen de ona
arkadaĢlarının telefonda kendisinden haber beklediklerini söyledi. Böylece saat
yirmi otuzda geçen hafta olduğu gibi gidip lokantada buluĢalım, diye anlaĢtılar.
MutluÖğretmen olayı eĢine anlatmıĢ, o da katılmaya karar vermiĢti. Üç çocuklarını
da alıp gideceklerdi. Her hanım gibi Mutlu Bey‟in eĢi de hazırlanmaya çok önem
verirdi. Aslında da çok güzel bir hanımdı. Giydiğini yakıĢtırırdı. Bu kendi
hünerinden çok Allah‟ın ona bahĢettiği vücut güzelliğinin bir sonucu olsa gerektir.
Önce bir banyo, arkasından berbere gidip saç düzelttirmek, sonra eve gelip uygun
giysi seçmek, en sonra da yüz makyajı. En kolayı da buydu bence. Mahide Hanım,
kırk, kırk beĢ yaĢlarında olmasına, on beĢ yıldır evli ve üç çocuk annesi olmasına
karĢın henüz on sekiz - yirmi beĢ yaĢındaki güzel denilen genç kızlarla yarıĢa
girebilecek bir vücut yapısına ve kadınsal güzelliğe sahipti.
Gitme zamanı yaklaĢmıĢ olan Mutlu iĢini çoktan bitirmiĢti. Saatlerdir eĢinin,
iĢinin bitmesini beklemekten usanmıĢlığın verdiği sıkıntı ile:
“Mahide, Hadi karıcığım!”
Bir kaç saniye sonra:
“ĠĢte geldik. Hadi bakalım,” diyerek Mahide ve üç çocuğu Mutlu Beyin
KarĢısına dikildiler.
Mutlu, çok önceden hazırlanmıĢtı. Hiç ĢaĢırmadan kalktı ve:
“Buyurun aslan yavruları. Kim benim elimden tutacak bakalım,” diyerek sağ
kolunu uzattı.
Kız çocuğu Yağmur, birden annesinden koparak:
“Baba ben! Baba ben!” diye babasının hazır olan eline yapıĢtı. Böylece evden
çıkıp yola koyuldular. Evleri ile lokantanın arası yirmi dakikalık bir yoldu. Üç
çocuğun ayağı ile Mutlu Bey Ailesi bu yolu yarım saatte almıĢlardı.
[16]
Lokantayı görünce Mutlu çok ĢaĢırmıĢtı. Burası bir hafta önceki Kör Salih‟in
bir araya getirdiği tanıĢmayan beĢ kiĢinin kafa çekip arkadaĢ oldukları, o köfteci
dükkânı değildi. Bir hafta içinde buraya bir haller olmuĢtu. Kesin buradan Binbir
Gece Masalları‟nın Ali Cengiz adlı Perisi geçmiĢ olmalıydı. Yoksa bir hafta içinde
nasıl olurdu bu değiĢiklik.
Mutlu, karısına. “Geri dönelim,” dedi.
Karısı, “Niye?” diye sordu.
“Buraya eli boĢ gidemeyiz de ondan.”
Dönüp bir çiçekçiye gittiler. Bir hafta önce tanıĢıp arkadaĢ oldukları beĢ kiĢi
adına kocaman gösteriĢli bir çiçek yaptırıp döndüler.
Geri dönüp geldiklerinde, Selimler ve kendileri dıĢında herkes gelmiĢ
yerlerini almıĢtı. Kendileri yerlerine otururken Selimler de geldiler. Böylece
herkes gelmiĢ oldu. Bunun üzerine Mustafa Levent yerinden kalkarak:
“Sayın konuklarım, geçen hafta hiç birini tanımadığım beĢ genç, bizim
köfteci dükkânına gelmiĢlerdi. O geceye değin, kendileri de tanıĢmıyorlardı.
Burada tanıĢtılar, anlaĢtılar. Eğlenmeye baĢladılar. Yarım saat içinde hem
kendileri eğlendiler, hem bütün müĢterileri de eğlendirdiler. Hele içlerinde Selim
Bey diye birisi vardı ki, gecenin yıldızı oldu. Ertesi gün ben de dükkânı değiĢtirip
devredecektim. O yüzden kendisine bir öneride bulundum. Dedim ki, „Bana yanıtını
Ģimdi verme, haftaya bugün burada verirsin. Sizleri önümüzdeki hafta bugün tüm
kadronuzla burada bekliyorum. BeĢiniz de ailelerinizle gelin, benim çağrılımsınız.‟
Ve iĢte aradan bir hafta geçti. Sizler de buradasınız. ġimdi hepinizin önünde
yeniden soruyorum:
Selim Bey, geçen hafta sorduğumda, boĢ olduğunuzu söylemiĢtiniz
yanılmıyorsam değil mi?”
“Evet efendim. Halen de öyleyim.”
“Öyleyse Ģimdi size asıl sorumu sorabilirim. Bizimle çalıĢır mısınız?”
“Bu, koĢullara bağlı, koĢullarda anlaĢabilirsek neden olmasın? Buyurun sizin
burada bir özel odanız vardır sanırım. Oraya geçip sakin sakin konuĢalım,” diyerek
üst kata çıktılar. Yanlarına MutluÖğretmen‟i de aldılar. Bizimkiler alt salonda
kendi aralarında sohbet ediyor, yiyor, içiyorlardı. Bir saat kadar zaman geçmiĢti
ki yukardan bir piyano sesi gelmeye baĢladı. Arkasından Selim ġarkılarına baĢladı.
Demek ki anlaĢmıĢlardı. Bu sırada mikrofondan bir bayan sesi:
“Sayın misafirlerimiz, Ģu anda dinlemekte olduğunuz piyano ve Ģarkılar
kuruluĢumuz müzisyeni Selim Yaman‟ındır. Bundan sonra her hafta pazartesi,
çarĢamba, cuma, cumartesi günleri olmak üzere haftada dört gün sizlere tatlı
saatler geçirmenizi sağlamaya çalıĢacaktır. Selim Yaman, lokanta sahibi Mustafa
Levent ve ben, sunucunuz Oya, sizlere mutlu vakitler geçirmenizi dileriz.”
Salondan bir alkıĢ sesi yükseldi. AlkıĢlar sürerken üst kat merdivenlerinden
dört kiĢi müĢterileri selamlayarak salona indiler. Bunlar Mustafa Levent, Selim
Yaman, Mutlu Öğretmen ve bir de bayan. Bayan dıĢındakileri zaten az çok
[17]
tanıyorduk, ama bu genç ve güzel bayanın kim olduğunu doğrusunu isterseniz,
yalnız biz değil, salondaki herkes merak ediyor, birbirlerine soruyorlardı. Dördü
birden bizimkilerin masasına doğru yürüdüler. Selim‟le Mutlu eski yerlerine
otururken Mustafa ile yanındaki güzel bayan ayakta bekliyorlardı.
Bu sırada kör Salih ve bir komi, ellerinde birer sandalye ile geldiler.
Mustafa, sandalyelerden birini
alıp oturmaya yeltenirken:
“Oya, benim kızımdır. Gel yavrum sen de Ģöyle yanma otur,” diyerek kominin
elindeki sandalyeyi alıp Oya‟yı oturttu. Sonra kaldığı yerden devam etti. “Benim
bu dünyada Oya‟dan baĢka kimsem yok. Tabii onun da benden baĢka kimsesi yok.
Baba kız evde yalnız yaĢıyoruz. Kızım geçen yıl üniversite öğrenimini bitirdi.
ĠĢletme Fakültesinden mezun oldu. Bu lokantayı da o istediği için bu hale
getirdim. Bundan sonra artık onun iĢletmesine geçmiĢ oldu. Değil mi küçük
hanım?”
Uzunca bir aradan sonra, yine Mustafa Levent Bey:
“Ama olmuyor ki kızım. Millet senden bir Ģeyler duymak istiyor.”
“Babacığım, sen öyle güzel, öylesine tatlı ve anlamlı sözler söyledin ki artık
ben ne söylesem bu sözlerin yanında boĢ ve anlamsız kalırdı. Sen de bilirsin ki
ben, senin gibi güzel konuĢamam. Onun yerine susmayı ve dinlemeyi daha çok
severim. Bir de seni çok severim babacığım. Sen çok yaĢa e mi baba! Sizler de
kıskanmayın. Tüm insanlar için de aynı dilekte bulunmak isterim,” diyerek salona
döndü ve elinden geldiğince sesini yükselterek, “Dilerim ve isterim ki, tüm
insanlar uzun ve mutlu yaĢasınlar!” diye bağırdı. Sözü biter bitmez salondan bir
alkıĢ sesi yükseldi. Oya ayağa kalkıp iki kolunu birden sallayarak alkıĢa yanıt
vermiĢ oldu.
* *
*
MutluÖğretmen, o akĢam, karısı ve üç çocuğu ile gelmiĢti. Mahide Hanım,
Mutlu‟nun eĢi, salonun en göz alıcı hanımlarından biriydi. Gerek giyim kuĢamı,
gerek tavır ve hareketlerindeki uyumu gerekse konuĢmalarındaki üslup ve akıcılık,
bakıĢları, gülüĢleri ile ilgiyi üzerine çekmekteki hüneri, salonda bir benzerinin
daha bulunmasına olanak tanımayan bir ustalıkla sergilemesi kolay görülebilir
türden değildi.
Çocuklarına gelince, Erdem on altı yaĢında lise birinci sınıf öğrencisi.
Derslerini soruyoruz:
“Ağabey, daha yeni baĢladık. Bir Ģey söyleyemem. Ama idare eder Ģimdilik,”
diyor. Annesi hemen söze karıĢarak:
“O nasıl söz oğlum. Öyle konuĢulur mu? Kendini tanıtsana,” deyince, yerinden
kalkıp masadakileri baĢıyla selamlayarak:
“Ben, Erdem!” dedi. Yanındaki kız çocuğu:
“Ġyiyim efendim. TeĢekkür ederim. Adım da Damla efendim.” Ve devam etti:
[18]
“Ben, ortaokul ikinci sınıftayım. Okulumun en çalıĢkan öğrencisiyim. ġimdilik
okul birincisiyim.”
Daha baĢka bir Ģeyler de söyleyecekti ki:
“Ben,” dedi küçük Yağmur:
“Ben annemle babamın en küçük kızlarıyım. Henüz, ilkokul ikinci sınıftayım.
Çok yaramaz bir kızım,” deyince herkes gülmeye baĢladı. Bunun üzerine Yağmur
yeniden yerinden kalkarak:
“Ne gülüyorsunuz. Annem, babam her gün bana: „Yağmur, sen çok yaramaz
bir kızsın,‟ demiyorlar mı? Ben de onu söyledim,” deyip yerine oturdu.
Biz de üçüncü aileye döndük, beĢ kiĢilik bir grup olarak gelmiĢlerdi.
Hırdavatçı Hasan, annesi, üniversitede okuyan iki kardeĢi ve kendi eĢiyle
birlikte gelmiĢlerdi. Annesi Fatma Teyze, yetmiĢ yaĢlarında gösteriyordu. En
küçük çocuğu olan, yanında oturan ve üniversite birinci sınıfta olduğu söylenen
kızı, on dokuz, yirmi yaĢlarında olduğuna göre kendisi de elli, elli beĢ yaĢlarında
olması gerekir. Demek ki Anadolu kırsalında yaĢayan kadınlarımızın kaderi onu da
mı bulmuĢ, yalnız bulmuĢ değil, yapacağını da yapmıĢ.
Kızı Zühre, adı gibi parlak ve ıĢıltılıdır. Bizde adlar konulurken, özellikle kız
çocukları için aydınlık, parlak, güzellik anlamı taĢıyan adlar seçilir. Ama Zühre‟nin
adı, yerini bulmuĢ, Zühre‟ye yakıĢmıĢtı. Gerek vücut yapısı gerek yüz güzelliği ile
onun da Venüs‟ten geri kalır bir yanı yoktu. Yanında oturan, kendinden bir iki yaĢ
büyük olduğu her halinden anlaĢılan ağabeyi Hüseyin de hem üniversiteyi bitirmiĢ,
hem de genç bir makine mühendisi olmanın sevincini ve de gururunu birlikte
yaĢıyordu. EĢi Medine Hanım ise genç ve güzel bir hanımdı. O da eĢi Hasan gibi
otuz, otuz beĢ yaĢlarında vardı. Bayan oluĢu dolayısı ile biraz daha genç
görünmeye çalıĢsa da baĢaramıyordu.
* *
*
Turgut, O akĢam yalnız gelmiĢti. Tüm ailesi köyde oturuyorlardı. O yüzden
gelememiĢlerdi. Onların adına özür dileyen Turgut, “Ama haftaya sizleri mutlaka
bekliyorlar,” dedi.
Turgut, masada kendi ailesinden kimse olmadığı için mi nedir bilinmez tek
baĢına yemeği ve içkisi ile meĢguldü. Arada bir Fatma Teyze‟nin soruları ile
karĢılaĢmasa kimseyle konuĢmaya niyeti yok gibiydi. Fatma Teyze ile gelini
Medine Hanım‟ın Sorularını yanıtlarken kendisinin de bir topluluk içinde olduğunu
fark ediyordu.
Turgut, “Muhterem hanımlar, biz beyefendilerle konuĢup anlaĢtık. Bilmem
Haberiniz oldu mu? Olmadıysa benden duyun daha iyi olur. Olduysa bir de benden
duyunuz. Sizleri bu pazar günü bizim köye davet ediyorum. Gelir misiniz?
EĢleriniz beyefendiler söz verdiler. Ben asıl sözün sizlerden alınmasının daha
doğru olacağına inanıyorum. Siz ne dersiniz? Geliyor musunuz? Ben eĢleriniz
beyefendileri çok sevdim. Onları çağırdım. Bana olur dediler, söz verdiler. Ola ki
[19]
içlerinden biri çıkar bugün benim yaptığım gibi yalnız gelir. Önce ben yaptığım bu
kabalık için sizlerden özür dilerim. Bilseniz ne denli utandım. Geldiğimizden beri
bir köĢeye sinip oturdum. Fatma Teyze ve Medine Hanımlar arada bir
hatırlamasalar beni, inanın kendimi unutacaktım. Allah aĢkına kusuruma bakmayın.
Ben bir kabalık ettim beni bağıĢlayın. Buradaki bütün hanımlardan özür diliyor ve
tümünün saygısını kazanmıĢ olduğuna inandığım Fatma Teyze‟min elini, onların
tümü adına öperek bağıĢlamalarını rica ediyorum,” diyerek yerinden kalkıp Fatma
Teyze‟nin yanına gitti:
“Ġzin verir misin Fatma Teyze?” diyerek elini istedi. Fatma Teyze de ona
elini öptürdükten sonra alnından öptü.
“Hiç üzülme oğlum. Biz seni çoktan affettik ve de davetini kabul ettik. Pazar
günü senin köye geliyoruz. Gönlün ve için rahat etsin. Onların adına ben söz
veriyorum,” diyerek onun gönlünü aldı. Böylece hem Turgut‟u rahatlatmıĢ oldu,
hem de onların adına söz vererek biremr-i vaki yapmıĢ oldu. Bereket versin Fatma
Teyze‟nin sözü bitince diğer bayanlar, ona ayrı ayrı gelerek elini öpüp, “Sen rahat
ol Fatma Teyze, güzel, haklı konuĢtun. Sizi mahcup etmeyiz. Geleceğiz,” dediler.
* *
*
Selim de annesi, babası ve kardeĢleri ile gelmiĢti. Annesi Hatice Hanım, tipik
bir Anadolu ev hanımı, yani piĢirdiği yenilen, diktiği giyilen türden becerikli,
iĢçimen ve evcimen bir hanım. Kısaca evi ev yapan hanımlardan birisidir. Anadolu
böyle kadınlarla doludur. Bu kadınlar yalnız evi ev yapmazlar, yaĢadıkları toprağı
da vatan yaparlar. Bunlar, iĢgal altında, KurtuluĢ SavaĢı‟nda ve ülkenin içine
düĢmüĢ olduğu sıkıntılı günlerin tümünde erkeğine sımsıkı sarılmıĢ, onlara destek
olmuĢlardır. Ülkemiz, bu kutsal kadınlar sayesinde kurtulmuĢtur, dersem acaba
yanlıĢ mı olur? Bana göre çok doğrudur.
Baba Hidayet Bey, uzun süre devlet hizmetinde çalıĢmıĢ bir devlet memuru
emeklisidir. YıpratılmıĢ bir devlet memurudur.
Levent Mustafa, hem ev, hem davet sahibi olduğunun bilincinde olarak
davranıyor, güzel kızı Oya da bu konuda babasından geri kalmıyordu.
Bu arada çocuklar, kendi aralarında anlaĢarak masa aralarında koĢmaca
oynuyor, koĢarak bağrıĢarak eğleniyorlardı. Aralarına diğer masalardaki çocuklar
da karıĢmıĢlardı. Böylece o koca salon bir çocuk bahçesine dönmüĢtü. Bu arada
gençler de kendi aralarında bir grup oluĢturmuĢlardı. Yalnız bunların ne
konuĢtuklarını anlamaya olanak yoktu. Bu gürültü içinde anlamaya gerek de yoktu.
O yaĢa gelmiĢ gençlerin neler konuĢacaklarını herkes tahmin edebilir. Ya ülke
yönetirler, ya da büyüklerin yaptığı herhangi bir iĢi ele alır:
“Ben olsam o iĢi, Ģöyle yapardım,” diye baĢlar, kendi görüĢlerini bir bir
anlatmaya. Ama konuĢmalarının özü kendini yaĢından büyük göstererek dikkatleri
üzerine çekmektir. Tıpkı tavus kuĢlarının arada bir tüylerini kabartarak: “En
[20]
güzel, en güçlü, en yakıĢıklı benim,” demek istediği gibi bir havaya bürünür. Bu da
ona çağdaĢları arasında ayrı bir değer, bir saygınlık kazandırır.
Bu arada Ömer‟i unutmuĢtuk. O da babası, annesi üç kardeĢi ile birlikte
gelmiĢti. Baba Hüsnü Bey, elli, elli beĢ yaĢlarında gösteriyordu. Uzun süre
Anadolu‟nun birçok yöresinde görev yapmıĢ, yıpranmıĢtı. Selim‟in ailesi; baba
Hidayet Bey, eĢi Hatice Hanım, Selim, Teoman ve en küçük kardeĢleri Tansel
olmak üzere beĢ kiĢiydi. Babaya görevini sorduğunuzda, doğru bir yanıt
alamazsınız. Annesine gelince onu sormaya gerek yok. Dönemin birçok kadını gibi o
da baĢarılı bir ev kadınıdır. Babadan kalma eski evlerinde oturdukları için ev
kiraları yoktur. Evlerinin oldukça geniĢ bir bahçesi vardır. Bu bahçe ve Hatice
Hanım‟ın usta elleri sayesinde yetiĢtirilen sebzeler ve meyveler sayesinde mutfak
giderleri de yarı yarıya inince geçim de kolaylaĢmıĢ olur. Teoman, ağabeyi Selim‟in
o ayrılma olayından sonra ortaokulu bitirip lise birici sınıfa geçmiĢti. Ailenin en
küçük çocuğu olan Tansel de, ilkokulu bitirip ortaokula baĢlamıĢtı.
Böylece gruptaki tüm kiĢileri tanımıĢ olduk. Bu arada biz, aileleri ve aile
bireylerini tanımaya çalıĢırken, onlar, kendi aralarında konuĢarak anlaĢmıĢlardı.
Sanki bu akĢam değil, birbirlerini yıllardır tanıyorlarmıĢçasına ısınmıĢlardı. Hem
yeyip içiyor, hem de sohbetlerini sürdürüyorlardı.
Mahide ve Mutlu rakı içiyorlardı. Erdem ve Damla birer bira almıĢlardı.
Yağmur‟a gelince, bir bardak meyve suyu ile idare ediyordu.
Selim‟in annesi Hatice Hanım ve babası Hidayet Bey rakı içiyorlardı.
Anadolu‟nun çeĢitli yörelerinde gördüğü olaylardan söz ediyorlardı. Oğlu Selim
rakı Ģarap içmiyor, bu gece Mustafa Bey‟le aralarında geçen konuĢmaları ve
anlaĢmayı anlatıyordu annesine ve kardeĢlerine. Onlar da dinleyip arada bir baĢ
sallayarak onaylıyorlardı. KardeĢleri Cansel ve Teoman, birer bardak rakı
almıĢlardı. Teoman arada yenisini alıyordu ama Cansel bir bardakla tüm geceyi
bitirmek istiyor gibiydi.
Hasan, hem konuĢmaları kaçırmıyor, hem rakısını unutmuyordu. Annesi
Fatma Teyze masadaki herkesle konuĢup dertleĢiyordu. Hiç kimseyi atlamadan
herkesle konuĢmayı sürdürebilmek, bu herkeste bulunan bir özellik, bir yetenek
değildir. Çok kiĢide böyle kalabalık masalarda baĢlangıçta var olan bu toplu ilgi
biraz sonra dağılır. Üçlü, ikili guruplaĢmalar olur. Fatma Teyze buna fırsat
vermiyor, herkesin herkesle ilgisini sağlamayı mükemmel biliyordu. Gelini Medine
Hanım da cici annesinden geri kalmıyordu. O da masadaki kiĢilerin her biri ile
söyleĢip iliĢki kurmayı güzel beceriyordu.
Herkes, Ömer‟in babası Ġhsan Bey‟in mesleğini, emekli olmadan önceki
görevini soruyor, o da kim olursa olsun aynı yanıtı veriyordu:
“ĠĢte, devlet memuru dedik ya. Bu yetmez mi? yanıtını alıyorsunuz.” Ayrıca
ısrar ederseniz o zaman da:
“Vali, kaymakam, hâkim, savcı veya mal müdürü, ne bileyim, tapu müdürü,
nüfus memuru gibi aklınıza ne gelirse o iĢte. Birini siz uygun görün. Tahsildarlıkla
[21]
valilik arasında ne fark vardır. Ġkisi de devlet memuru değil mi? Ġkisi de emekli
olup Ģöyle bir kahvede ya da bir meyhanede karĢılaĢınca vatandaĢ Ahmet Efendi
olmazlar mı?” der tartıĢmayı keserdi. Kimse onun görevde iken ne iĢ yaptığını,
görevinin ne olduğunu bilmezdi. Yalnız eĢi ve yetiĢkin çocukları bilirlerdi. Onlar da
beyefendiyi üzmemek için bildiklerini söylemezlerdi. EĢi Fahriye Hanım‟a gelince
Tam bir Hanımefendi idi. Gerek kendi ailesinden, gerek eĢinin ailesinden gelen
gelirleri oldukça iyi idi. Bu nedenle hiçbir maddi sıkıntıları yoktu. Ailece bu
duruma karĢın da savurgan değillerdi. Böyle olmaları, kendilerinden daha az geliri
olan insanlarla görüĢüp konuĢmalarına engel değildi. Yani Ģımarık, sonradan
görmüĢler gibi değillerdi. Gerek kendileri, gerek çocukları böyle bir kültürle
yetiĢtirilmemiĢlerdi.
Hüsnü Bey ve Fahriye Hanım rakı içiyorlardı. Ömer,
Turgut Bey‟i yalnız bırakmamak için onun yanına oturmuĢ rakısını içiyordu.
KardeĢleri: Esin, Erim, Enise meyve suyu içiyorlardı. Kendi aralarında konuĢup
gülüĢüp eğleniyorlardı.
MutluÖğretmen:
“ArkadaĢlar, Bizler, birbirimizi az çok tanıdık Ama dikkat ederseniz
grubumuza yeni katılan Mustafa Bey‟i hiçbirimiz tanımıyoruz. Onu da tanımak
ister miyiz?”
Gruptan topluca bir ses yükseldi, “Ġsteriz!”
Bunun üzerine MutluÖğretmen:
“Buyurun Mustafa Bey, ArkadaĢlar sizi tanımak istiyor. Kendinizi tanıtınız!”
dedi. Yerine oturdu.
Mustafa Bey yerinden kalkıp, “ArkadaĢlar, acaba beni tanımak istemiyorlar
mı? Diye düĢünüp duruyordum. Nerdeyse ben kalkıp soracaktım. Neyse ki buna
gerek kalmadan Mutlu Bey arkadaĢımız bu sorunu çözüverdi. Evet, arkadaĢlar,
ben de bu kenttenim. Burada doğdum, burada yaĢadım. Bu güne değin hiçbir kötü
olaya ne ben, ne de adım karıĢmıĢ değil. Sicilim, namusum tertemizdir. Ben de
okusun adam olsun diye ilkokula konuldum. BeĢinci sınıfa geldiğimde bir afet oldu.
Bir zelzele annemi, babamı ve küçük kardeĢimi aldı, beni yalnız bıraktı. Anneanne,
babaanne, dede diye de kimsem zaten yoktu. Bu arada amca, dayı, teyze, hala
diye de kimseyi tanıyamadım zaten, yoktu. Olan varlığımı da o afet gecesi birkaç
saniye içinde yitirdim. On sekiz yaĢıma değin bana Çocuk Esirgeme Kurumu baktı.
On sekiz yaĢımı tamamlayınca beni Kurum Yurdu‟ndan çıkardılar. Elimde bana daha
önce kurumun verdiği harçlıktan kalan parayla buraya geldim. Bu ev, bu dükkân
bana kalmıĢtı ama zelzelede çok zarar görmüĢtü. O günkü kaymakamdan Allah
razı olsun, bana çok yardımı dokundu. Evimi ve iĢ yerimi oturulur, kullanılır hale
getirdi. Bir köfteciye kiraya verdi. Beni de yanına çırak verdi. Ve bana:
„ĠĢte sana sağlam gelir getirecek bir iĢ yeri, bir de iĢini bilen bir usta, adam
ol, ondan köfteciliği öğren para kazan, paranın değerini bil,‟ dedi. Ben de
dediklerini yaptım. Para kazandım. Evlendim. Ev bark sahibi oldum: Karım dünyanın
en iyi insanıydı. Felek onu da bana çok gördü. Tek çocuğumuz olan Oya‟yı
[22]
doğurduğu gün onu bana bırakıp gitti. Baba kız bugün yalnız yaĢıyoruz. Mutluyuz,
varlıklıyız. Felaketten önce mahallede, sonra da yetiĢtirme yurdunda güreĢ
yapardık. Benimle güreĢenlerin tümünü yenerdim. O yüzden bana LeventMustafa
derlerdi. Ben de bunu soyadım olarak aldım. ġimdi Mustafa Levent‟im. Lokantanın
adı da Levent Lokantası. ĠĢte benim ve Oya‟nın öyküsü. ArkadaĢlar, sözlerimi
bitirirken bir Ģey daha söylemek isterim. Sizler, pazar günü Turgut Bey‟in Köyü‟ne
pikniğe gidiyorsunuz. Eğer aranıza bizi de alırsanız sizleri bilmem ama inanın biz
çok, çok sevineceğiz,” dedi ve sözlerini bitirdi.
Herkes çok etkilenmiĢti Mustafa‟nın konuĢmasından. Masayı adeta bir hüzün
sarmıĢtı. Ama son sözü bu hüznü dağıtmıĢtı. Masadakiler bu kararını sevinçle
karĢıladıklarını ayrı ayrı söyleyerek sevinçlerini belli edince, Mustafa daha da
sevindi:
“Sağ olun dostlar, beni ve kızım Oya‟yı çok mutlu ettiniz. Ayrıca, bu güne
değin arayıp da fakat bir türlü bulamadığımız dostları da toplu olarak bulmuĢ
olduk. Bu ne büyük bir nimettir. Allah‟ıma binlerce Ģükürler olsun, bana bu günü de
gösterdiği için.”
Fatma Teyze, “A oğlum daha nice günler göreceksin inĢallah. Boyunca
damadın, nur topu gibi torunların olacak, onların da günlerini göreceksin. Hadi
artık üzülmeyi bırak da eğlenmene bak.”
Mutlu Öğretmen, “Mustafa Bey, sizin de bizimle gelip pazar günü pikniğine
katılma isteğiniz bize yalnız sevinç vermez, aynı zamanda gurur da verir. Emin
olun, hepimiz çok seviniriz. BaĢımızda yeriniz var. Yalnız bizim de sizden bir
isteğimiz olacak. Umarım siz de bu isteğimizi kırmaz, bizi memnun edersiniz. Biz
bir hafta önce tanıĢan insanlar değildik. Bizi tanıĢtırıp bir araya getiren ve
bugünkü gördüğünüz Ģu kalabalık grubun oluĢmasını sağlayan birisi daha var ki onu
da pazar günü aramızda görmek isteriz. O da yalnız sizden izin ister ve ancak siz
izin verirseniz gelebilir. Ne dersiniz?”
Mustafa anlamamıĢtı. ġaĢkın ĢaĢkın çevreye bakınıp duruyordu. Birkaç
dakika düĢündü, bulamayınca, dudak büküp boyun eğerek teslim olmuĢların
çaresizliği içinde, “KimmiĢ bu? Ben bulamadım lütfen siz söyler misiniz?” der
demez oturanların tümü birden:
“Kör Salih!” deyiverdiler. Bunun üzerine MutluÖğretmen:
“Evet, Kör Salih ve onun ninesi,” dedi.
ĠĢ
anlaĢılmıĢtı.
Mustafa Bey:
“Hanımlar, beyler! Ġsteğiniz baĢ üstüne. Yalnız ben bu iĢi Oya Hanım‟a
bıraktığımı sizlere de söylemiĢtim. Bu müessese Oya Hanım‟a iĢletmesi, bina
mülkiyeti, eĢyası ve personeli ile devredilmiĢ olup bir saat önce de belgeleri bana
ulaĢtı. ġimdi hepinizin önünde onları artık gerçek sahibi olan Oya Hanım‟a vermek
istiyorum,” diyerek cebinden çıkardığı kabarık bir zarfı kızına verdi. Oya önce bir
ĢaĢkınlık geçirdi. Ağlayarak babasının boynuna sarıldı. Baba kız böylece bir süre
durdular. Sonra MutluÖğretmen koĢup geldi, onları ayırdı:
[23]
“Ne oluyor? Oya Hanım? Mustafa Bey? Bizim Ģu zavallı Kör Salih‟in piknik
iznini mi yakmak istiyorsunuz?” diye Ģaka ile karıĢık onların ayrılmasını sağladı.
Ġkisi de gözyaĢlarını silerek gülmeye çalıĢıp parmakları ile birbirlerini
gösteriyorlardı. Çözümü yine MutluÖğretmen buldu. Kör Salih‟i masaya çağırıp:
“Pazar günü sen ve yaĢlı ninen Turgut Bey‟in köyünde pikniğe davetlisiniz.
Sabahleyin dokuzda burada ol. Seni gelip alacağız. Anladın mı? Hiçbir hazırlığa
gerek yok. Turgut Bey, her Ģeyi hazırlayacak. Oldu mu aslanım? Sen onların
yüzüne bakma. Biz, seni o gün iĢten kaçırıyoruz. Oldu mu? Hadi, Ģimdi sen iĢinin
baĢına dön. Bizler de izin veren çıkarsa evlerimize gidelim.”
Mutlu‟nun bu sözleri masadaki herkesi ayaklandırmıĢtı. Hepsi birden
kalkarak birbirlerine veda ediyorlardı. Bu arada Turgut da herkese ayrı ayrı
“Pazar günü burada buluĢuyoruz değil mi?” diye sormayı ihmal etmiyordu. Yalnız,
Selim, hafta boyunca her gün, daha doğrusu her akĢam lokantada olacağı için
kaldı. Son müĢteri de çıkıp gittikten sonra o da ayrılıp evine gitti. Selim, o gece
evine gittiğinde herkesi yatmıĢ uyumuĢ buldu. Yalnız babası Hidayet Bey onu
bekliyordu:
“Geldin mi oğlum? Gel Ģöyle yanıma otur da seninle baba oğul baĢ baĢa
konuĢalım biraz. Bak bizden baĢka uyanık kimse kalmadı. Annen ve kardeĢlerin
gelir gelmez uyudular. Bunu fırsat bilelim. Onlar uyanık olsalar böyle rahat
olamazdık. Söyle bakalım. Mustafa Bey‟le neler konuĢtunuz? Nasıl bir karar
verdiniz? Nelerde anlaĢıp nelerde anlaĢamadınız? GörüĢüp konuĢtuğunuz her Ģeyi
bilmek istiyorum. Evet, söz senin, hadi baĢla.”
“Babacığım, Mustafa Bey çok anlayıĢlı, sevecen bir insan görünüyor. O hiçbir
öneri getirmedi. Öneriler hep benden geldi ve kabul gördü. Bak istersen sana da
anlatayım. Ben, sesi ile sanat yapan bir insanım. Onu korumam gerek Bu nedenle
„Programa baĢladığım geceden baĢlamak üzere sonsuza değin içki ve sigara
içmemeliyim. ġayet görür ve duyarsanız iĢime son vermek dâhil her türlü cezayı
verebilirsiniz‟, dedim. O da kabul etti. Ben de yarın akĢamdan itibaren
uygulayacağım. Yarın akĢamdan itibaren artık bir iĢ ve meslek sahibi bir insanım.
Hem kendime, hem de sermayeme iyi bakmalıyım. Gelelim senin önem verdiğin
konuya babacığım. Onu da görüĢtük. ġimdilik ayda bin beĢ yüz alacağım. Ġlerde bu
daha da artabilecek. Asıl ücretim veya maaĢım, yılsonunda lokantanın yıllık
getirisinin kar olarak kalan kısmının yüzde yirmi beĢi, avans olarak aldıklarım
düĢtükten sonra ne kalmıĢsa bana verilecek. Aldığım avanslar daha fazla olur,
kardan alacağım daha az olursa avanslar geri alınmayacak. ĠĢte böyle babacığım,
anlaĢtığımız konular Ģimdilik bunlardır.”
“Oğlum, görüyorum ki, iĢinden ve patronundan memnunsun.”
“Evet baba. ĠĢim benim mesleğimdir. Ondan haliyle memnun olacağım.
Patronum da iyi bir insandır. Ne dediysem „olur‟ dedi. Böyle bir insandan kim
memnun olmaz.”
[24]
“Oğlum, ben „patronun‟ dedim. LeventMustafa demedim. Senin patronun o
mu, yoksa akĢam lokantada ilan ettiği kızı Oya mı? Ben, onu sordum. Sen bana bu
patrondan söz et.”
“Baba, benim iĢverenim Mustafa Bey‟dir. Oya Hanım gerçekten güzel, alımlı,
uysal bir kızdır. Sen iĢi bozdun. Konuyu değiĢtirdin. Artık izin verirsen ben
yatacağım. Sana iyi geceler, tatlı uykular, renkli düĢler dilerim. Canım babacığım
benim.” Birden koĢarak odasına girdi ve kapıyı kapattı. Hemen yatağa girip
uyumak istedi. Ama babası gözünün önünden gitmiyordu. Hâlâ oğluna o soruyu
soruyordu: “Oğlum, ben patronun dedim.”
Gece sabaha değin hep babasının bu sorusu ve Oya‟nın hiç eksilmeyen
gülümsemesiyle karĢısında duran silueti, sabaha değin onu terk etmedi. Sabaha
karĢı bir ara eski sevgilisi Cansın‟ın silueti de görünür gibi oldu. Ġki çocuğunun
elinden tutmuĢ, Oya‟nın arkasında duruyordu. Sonra birden Oya‟nın siluetini
Selim‟e doğru iterek kayboldu. Kaybolurken sanki Selim‟e vedalaĢan iki insanın el
sallayıĢları gibi el sallayıp veda ediyordu.
“Güle, güle sevgilim! Elveda Cansın!” demek istedi. Yataktan fırlayarak kalkan
Selim de bu vedalaĢmaya katılmak üzere ayağa kalkmıĢtı ki, ne Cansın vardı, ne de
Oya kalmıĢtı. Sabaha çok az bir zaman kalmıĢtı. Selim, birden bire uykusu
geldiğini anlayarak yatağına girdi ve hemencek derin bir uykuya daldı. Annesi onu
uyarmaya geldiğinde akĢam olmaya yakındı. Evlerinin yanındaki cami minaresinden
ezan sesi geliyordu. Annesine bu ezanın ne ezanı olduğunu sordu. Hatice Hanım
da: “Benim oğlum bugün geceyle gündüzü birleĢtirmiĢ. Ġkindi ezanı oğlum,” dedi.
“Öf be! Amma da uyumuĢum ha! Ġnsan hiç uyarmaz mı anne?” diyerek sitem
etmeye baĢlayınca Hatice Hanım:
“El insaf kaç kere uyaralım. Sabahleyin kahvaltıya, öğleyin yemeğe
uyandırmaya çalıĢtık. BaĢarılı olamadık. Hiç değilse akĢam çayına uyandıralım
dedik. Hamdolsun Allah‟ıma hiç değilse bunu baĢarabildik.”
“Alındın mı anneciğim. Lütfen sen benim sözlerime aldırma. Tümünü ben Ģaka
olsun diye söyledim. Ne olur bana darılıp gücenme anneciğim. Sen benim bir
tanecik canım, cicim annemsin.”
“Hiç darılır, gücenir miyim? Ben de Ģaka olsun diye söyledim. Hadi çabuk gel,
akĢam çayın hazır. Yanında börek, çörek, bisküvi de var. Gel karnını doyur.”
Selim, karnını doyurmaya çalıĢırken biz de Ģöyle biraz dolaĢıp hava alalım,
dedik. Yolumuz bizi Oya‟nın iĢlettiği lokantaya götürmüĢ, farkında değiliz. Birden
lokantayı karĢımızda görünce ĢaĢırdık. KarĢımızda bir ıĢık kaynağı gibi parıldayan,
parıltısı ile insanları içeri çeken bir havası vardı lokantanın. Biz de kendimizi, bu
çekiĢe kaptırmıĢ olmalıyız ki, içeride bulduk. Henüz müĢteri yoktu. Lokanta
kendini akĢama hazırlamakla meĢguldü. Salih, içerde herkese komutlar veriyor,
masalar çekiliyor, itiliyor, düzeltiliyordu. Örtüler kontrol ediliyor, masalara birer
küçük vazo canlı çiçekler konuyor, Oya Hanım, bunları tek tek gözden geçirip,
[25]
düzeltilmesi, değiĢtirilmesi gereken varsa onlarla ilgileniyordu. En çok yorulan, en
çok ilgilenen olmasına karĢın en az sinirlenen daha doğrusu hiç sinirlenmeyen
birisi varsa, o da Oya Hanım idi. Gülüyor, Ģakalar yapıyor, hatta zaman zaman
Ģarkılar, türküler mırıldanıyordu. Dün akĢamki davetli açılıĢtan sonra bu akĢam ilk
kez profesyonel açılıĢ vardı. Masalar tutulmuĢ, hiç boĢ yer kalmamıĢtı. Oya çok
sevinçliydi. Gülüp söylemesi, neĢesi hep bu nedene dayanıyordu. Tüm masalar
cumartesi akĢamı dâhil olmak üzere kapatılmıĢtı.
Mustafa Bey, bir köĢede oturmuĢ kızını izliyordu.
O da hayatından
memnundu. “Çok iyi etmiĢim. Aslan kızım bu iĢi baĢaracak. Aferin Kızım, yaĢa
kızım,” gibi fısıltılarla onu destekliyordu. Bir ara Oya, yanına gelerek “Babacığım,
seni unuttum sanma. Bak yanındayım. Söyle Ģimdi bakalım. Kahve mi, rakı mı?
Yoksa baĢka bir Ģey mi istersin babacığım?” diye sorunca Mustafa Bey:
“ġu Kahveyi, rakıyı anladık da baĢka bir Ģeyle neyi kastettiğini anlayamadım.
Biraz açıklar mısın? Örneğin bunun ucunda yorgun kızımın al yanağı da var mıdır?”
“Babacığım, kızının bu terli yanağı değil canı da sana feda olsun,” diyerek
babasına sarılıp onu öptü. Ve sonra:
“ġimdi söyle bakalım, kahve mi, rakı mı?”
“Önce, birsade kahve. Rakı için çok erken, sonra isterim.”
“Emrin olur babacığım, baĢım gözüm üstüne!” diyerek uzaklaĢtı.
Aradan on dakika geçmiĢti ki elinde güzel bir tepsi içinde çok güzel bakır bir
cezve, kristal kesme bir bardaktaki suyla geldi. BoĢ fincanı babasının önüne
koydu, sonra cezveden kahve dökerek fincanı doldurdu. Su dolu bardağı da
masaya bırakarak:
“Afiyet olsun babacığım,” diyerek oradan uzaklaĢtı.
Oya Hanım‟ın bu iĢi baĢarıyla yürüteceğine babası da, biz de inandık. Bu kız
bu iĢi baĢaracak diye tam bir güvenle oradan ayrıldık.
* *
*
Turgut, pazartesi günü erken kalkmıĢ, köyde günlük iĢlerini düzenliyordu. O
zaten her gün erken kalkar, sabah namazını evinde kılardı. Annesi de ondan önce
kalkmıĢ, taze ekmek piĢirmiĢ, varsa akĢamdan kalan çorbayı ısıtmıĢ, tereyağı, bal,
kaymak, yumurta gibi değiĢik köy ürünleri ile sofrayı donatmıĢtı. Namazdan sonra
ev halkı tümüyle kalkmıĢ, sofranın çevresinde oturup Turgut‟u beklemektedirler.
Turgut:
“Herkes kalkmıĢ mı? Uyanmayan var mı?”
Turgut‟un annesi ġadan Teyze “Herkes kalkmıĢtır. Uyanmayan yoktur.
Herkes sofrada” deyince Turgut:
“Hadi bismillah.” diyerek sabah kahvaltısına baĢlamak üzere kaĢığı daldırmak
için aranırken herkesin duyacağı ölçüde yüksek sesle, “Allah‟ım, soframızdan
bereketi, evimiz halkından sağlığı eksik eyleme! Âmin…” diyerek dua eyledi.
[26]
Sofradakiler de “Âmin,” diyerek Turgut‟un duasına katıldılar, sonra da sabah
kahvaltısı savaĢına baĢladılar.
Turgut‟ların Köyünde bu gelenek bilinmeyen bir zamandan beri
süregelmektedir. Aslında, bu tüm Ġslam Türk toplumlarında Ġslamiyet‟in kabul
edilmiĢ olduğu günden beri var olan bir gelenektir. Bu geleneğe göre, sabahleyin
bütün aile bireyleri erken kalkar, sabah namazı kılınır, sonra sofrada toplanılır.
Aile bireyleri o günkü iĢleri ve gereksinmeleri konusunda aile reisine bilgi
verirler, istekleri varsa söylerler. O da elinden geldiğince gücü oranında bunları
karĢılar. Bir de aile bireyleri akĢam sofrasında toplaĢırlar. Bu kez aile reisi
sabahleyin kendisinden istenenlerin gidiĢatını değerlendirir, yeni baĢlatılan iĢ ve
iĢler konusunda bilgi alır, yol gösterir. Aile iĢlerinin, bireysel iĢlerin ne durumda
olduğunu sorar. Bozuk giden bir Ģeyler varsa onun düzeltilmesi için gereken
çözüm yolları aranır. Turgut bu geleneği babasından görmüĢ, öğrenmiĢti. Babası
da kendi babasından öğrenmiĢti. Kesin olarak babadan oğla taĢınan bu gelenek
Turgut‟tan sonra da sürüp gidecektir. ĠĢte toplumu ayakta tutan da bu değil
midir? Kısaca Ģunu söyleyebiliriz:
Bizim toplumumuzda sabah kahvaltısı, ailenin ilk toplantısı oluyor. Bu
toplantıda o gün yapılacak iĢler ve bu iĢler için gereken gereksinimler konuĢulup
karalaĢtırılır. Artık aile bireyleri gündüz boyunca özgürce kendi iĢleri ile uğraĢır.
AkĢam namazından sonra tüm bireyler evlerine dönüp aile sofrasında yerlerini
almak zorundadır. ġunun unutulmaması gerektir:
“AkĢam öğünü belli öğündür. Herkes sofrada yerini almak zorundadır.”
* *
*
Demirci Ömer, bugün, her zamanki alıĢkanlığının tersine biraz erken
uyanmıĢ, daha önce erken kalkmaya alıĢkın olan kardeĢlerine hava atarcasına
çalım yapıyordu. Sözde Ģaka ederek biraz eğleniyordu. Aslında kendi uykusunu
alamamıĢlığının verdiği rahatsızlığı atmaya çalıĢıyordu.
Babası Ġhsan Bey, sabahleyin kahvaltısını yaptıktan sonra kahvesini,
sigarasını içmiĢ, çıkıp gitmiĢti. Evde oturmayı pek sevmezdi. Bir iĢi olmaz ya da
mecbur kalmazsa evde kalmaktansa dıĢarı çıkıp kendi akranları ile buluĢup
konuĢmayı daha çok severdi. Onun bu durumunu bilip de nedenini soranlara yanıtı
hazırdı:
“Ne yapayım? Çocukların gürültüsüne, kadın zırıltısına dayanamıyorum,”
derdi. Ama çocuklarını da çok severdi. AkĢamları ailesi ile oturup konuĢur, onları
dinler, hatta onlarla oyunlar da oynardı. En çok da Ömer‟i sever onunla daha iyi
anlaĢırdı. Ömer‟in lise son sınıftan ayrılıp böyle aylak dolaĢmasına katlanamıyordu.
Aradan yıllar geçmiĢ olmasına karĢın oğlunun hala liseyi bitirecek güç ve
yetenekte olduğuna güveni tamdı. Artık evlilik çağına gelmiĢ hatta biraz da
geçmiĢ olan Ömer‟i evlendirmek istiyor, ancak gidip kız istemeye utanıyordu. ĠĢi
gücü olmayan aylak bir ortaokul mezununa kim kız verirdi. Oğlunun bu vitrinini
[27]
düzeltmesi gerekirdi. Bu yüzden yarım bırakılmıĢ liseyi tamamlaması gerektiğini
düĢünüyordu. Ama bunu Ömer‟e nasıl açması gerektiğini bilmiyordu. Ya kabul
etmez de kırarsa kendisini diye çok korkuyordu. Hayatta en sevdiği biri
tarafından reddedilmek çok kırardı Ġhsan Bey‟i. ĠĢte Ġhsan Bey‟i her gün
sabahleyin evden çıkarıp akĢama dek eve girmesini engelleyen bu düĢünce
olabilirdi. Ġhsan Bey, bir akĢam evde oturup yine çocukları ile oyun oynar ve
söyleĢirken Ömer ona:
“Baba sana bir Ģey söylemek istiyorum, bana kızmazsın değil mi?”
“Ġyi, güzel bir sözse neden kızayım evladım. Hadi söyle bakayım neymiĢ?”
“Bu gün yolum bizim liseye düĢtü. Orada dolaĢırken Müdür Bey ve eski
öğretmenlerimle karĢılaĢtım. Onlarla konuĢurken eski müdürüm: „Yarın gel bir
dilekçe ver, seni okul dıĢı sınavlarına alalım. Bu dönem baĢla eylül ve haziranda
bitirirsin,‟ dedi. Ben de „Babamla konuĢmadan olmaz,‟ dedim. Ne dersin baba?”
Ġhsan Bey, bir sevinç çığlığı atmak istedi, atamadı, kalkıp göbek atıp oynamak
istedi, kendini tuttu. Sadece bir iki yutkunduktan sonra coĢkusunu tutarak: “Sen
bilirsin oğlum. Ġstersen yarın sabah birlikte gidip dilekçeyi verelim. Aradan bu
kadar zaman geçti, baĢarabilir misin?”
“Sen orasını hiç düĢünme babacığım, senin oğlun iĢi bu haziranda da bitirir. O
zamana değin daha üç ay var. Allah‟ın yardımı ve senin duan sayesinde bu iĢe
bitmiĢ gözü ile bakabilirsin. Yeter ki sen bir izin ver babacığım.”
“Mademki bu kadar isteklisin, hadi Allah yardımcın olsun. Ben de izin verdim.
BaĢarılar dilerim.”
Ġhsan Bey o akĢam çok mutlu olmuĢtu. Sevincinden bir türlü uyku
tutmuyordu. Sabaha değin oğlu için dua ederek baĢarmasına yardımcı olması
gayesi ile Allah‟a yalvardı.
Dualar etti. Nihayet sabah oldu. Aile bireyleri
uykudan uyandılar. Ġlk kalkan haliyle Ġhsan Bey oldu. Arkasından Fahriye Hanım,
sonra Ömer, daha sonra da kardeĢleri kalktılar. Fahriye Hanım kahvaltıyı
hazırladı. Kahvaltılarını yaptılar. Saat dokuza doğru Ġhsan Bey giyinmiĢ,
hazırlanmıĢtı. Oğluna:
“Hadi Ömer, biz çıkalım,” diyerek yola koyuldular.
Öğleye doğru eve geldiklerinde Ömer dıĢarıdan lise bitirme sınavlarına kaydolmuĢ
bir öğrenciydi artık. Okulda kaydını yaptırırken bir yandan da öğretmenlerden
yeni kitapları sormuĢ, onların söylediği kitapları gelirken kitapçıya uğrayıp
almıĢlardı. Eve gelince odasına çekilip çalıĢmaya baĢladı.
* *
*
Günlerden cuma olmuĢtu. Bizim Kör Salih Takımı‟nı bir telaĢ almıĢtı. Pazar günü
Turgut‟un köyüne gidilecekti. Oraya ne götürmeleri gerekirdi. Elleri boĢ olarak
gitmeyi istemiyorlardı. Ama ne götürmeleri gerektiğini de bilemiyorlardı.
Ġçlerinde köy yaĢamını en iyi bilenMutlu Öğretmen‟di. O uzun yıllar köyde
[28]
yaĢamıĢ, köyü ve köylüyü bilirdi. Telefon edip ona sormak gerekirdi. Ayrı ayrı
birbirlerinden habersiz telefon ederek Mutlu Bey‟e sordular.
Mutlu ve eĢi Mahide Hanım onlara hiçbir Ģey götürmemelerini salık verdiler.
Onlar da bu görüĢe saygı gösterip hiçbir hazırlık yapmadılar. Mutlu Bey‟e göre
davetliler bir Ģeyler getirirse, davet edene saygısızlık sayılabilirdi. Bu da ev
sahibine hakaret olurdu. Bu nedenle onların bir Ģeyler götürmemeleri yerinde bir
davranıĢ olurdu. Öyle de yaptılar.
Sonunda o gün geldi. Pazar günü saat sekizden sonra bir otobüs gelip
lokantanın önünde durdu. Saat dokuz sularında Garson Salih, yaĢlı ninesinin
kolundan tutmuĢ, yürümesine yardım ederek getirdi. Otobüse bindirip kendisi
lokantaya girdi. Kısa bir süre sonra Lokantacı Mustafa ile kızı Oya Hanım geldiler.
Onlar da önce Lokantaya girdiler, kısa bir süre sonra çıkıp otobüse geldiler. Salih
de onlarla birlikte Lokantadan çıkıp otobüse geldi. Tam bu sırada
MutluÖğretmen‟le eĢi Mahide Hanım, çocukları Erdem, Damla ve Yağmur da
gelmiĢlerdi. Onlar binerken Selim, babası Hidayet Bey, annesi Hatice Hanım ve
kardeĢleri geldiler. Saat ona yaklaĢmıĢtı ki Ömer ve ailesi ile Hasan ve ailesi de
geldiler. Saat tam onda Turgut yanında birkaç kiĢi ile geldi. Yanında gelenleri
otobüsün arka bölümüne yerleĢtirip kendisi gelip Ģoför mahallinde Ģoförün yanına
oturdu:
“Gelecek kimseler var mı arkadaĢlar?” diye sordu. Tamam olduğunu anlayınca, bu
kez Ģoföre:
“Hadi gidelim,” diyerek, otobüsün hareket etmesini sağladı.
Otobüs, asfalt bir yolda yarım saatten fazla gittikten sonra sağ tarafa
saparak köy yoluna girdi. Bu yol, ilk yol gibi birinci kalite değildi. Ama gene de
düzgün bir köy yolu sayılabilirdi. Ama manzara çok güzeldi. Yolun iki yanı yemyeĢil
çam ağaçları ile süslüydü. Köknar ağaçları, bu zümrüt yeĢil içinde “Bende de altın
sarısı var,” demek istercesine dimdik ayağa kalkmıĢ taze gelinler gibi
duruyorlardı. Yolun iki yanında tepelerden süzülerek akan suların Ģırıltısı, esen
rüzgârla ağaçların hıĢırtıları, üzerlerinde tünemiĢ kuĢların ötüĢleri birleĢince
doğal bir müzik ziyafeti dinleniyordu. Bizim yolcuların tümü susmuĢ, bu doğa
harikasını izlemenin, dinlemenin hazzını doyasıya almak istiyor gibiydiler. Bir ara
yolları, bir köprü üzerinden geçmek üzereyken, Ģoför arabayı durdurup yolculara:
“Ġsterseniz burayı arabadan inip birkaç dakika yerden izleyin. Çok
seveceğinizi umarım,” deyince herkes, özellikle gençler çok sevindiler. Bir iki yaĢlı
kadın dıĢında herkes inerek bu görüntüyü izlemek istediler. Arabadan inerek,
yetmiĢ metre aĢağıdan akan derenin güzelliğini, suyunun bolluğunu, akıĢının hızını
ve sesinin çıkardığı gürültüyü zevkle, ĢaĢkınlıkla izlediler. Bu sırada aĢağıda
birkaç balıkçı ellerinde birer ağla balık avlıyorlardı. Turgut konuklarına:
“Bu su hem berrak, hem soğuktur. Bu nedenle buradan tutulan alabalıklar
çok güzel olur. Haydin isterseniz gidelim artık, köye de yaklaĢtık sayılır.”
[29]
Kimse bu güzelliklerden ayrılmak istemiyordu. Bu nedenle istemeye,
istemeye bindiler. On beĢ dakika sonra araba yine durdu. Bu kez Turgut:
“Evet, sayın konuklar, yolumuz burada bitti. Köyümüze hoĢ geldiniz,” dedi.
Kapıyı açtı. Arabadakilerin inmesine yardımcı olmak için kapının önünde bekledi.
Ama ortada ne köy vardı, ne de köye benzeyen bir görüntü. Herkes ĢaĢırmıĢtı.
Kimse ağzını açıp bir Ģey söylemiyordu, ama hepsinin içinden geçen soru aynıydı:
“Hani köy nerede?”
Herkes, otobüsün çevresine yığılmıĢ, ĢaĢkın ĢaĢkın oturulacak bir yer
ararken Turgut:
“ArkadaĢlar, burada ne bekliyorsunuz? Buyurun eve girelim,” diye seslendi.
Durdukları yolun sağındaki çalıların ağaçların arasına yöneldi. Herkes onun peĢine
takılıp aynı iĢi yaparak daracık bir yoldan ilerleyip yürüdüler. Ġki, üç dakika
gidince evleri gördüler. Hani masallarda, romanlarda saklı kent diye anlatılır ya,
iĢe öyle, bu da saklı köy. Bütün köy, sık ormanların arasında kaybolmuĢ gibi.
Bilmeyen bir kiĢinin bizim durduğumuz yerden gelip burayı bulmasına olanak
yoktur. Çevre sık ormanla çevrili bir çöküntü alanında kurulmuĢ doksan, yüz haneli
bir köy düĢünün. Sanki çok çok eski zamanlarda buraya bir atom bombası atılmıĢ
da bu çukur alan oluĢmuĢ gibiydi. Ya da yine çok çok eskilerde burada bir
yanardağ patlaması olmuĢ, aradan milyonlarca yıl geçtikten sonra bu geniĢ
çöküntü yaylası oluĢmuĢtu. Konumuz yer bilimsel değerlendirme olmadığı için
bunları geçelim. Biz girdiğimiz o daracık yolu arkamıza alır tam karĢıya dönersek,
güneydoğuya yönelmiĢ oluruz. Böylece sağımız güney, solumuz kuzey oluyor. Biz
sola döndük. KarĢımıza tek katlı ahĢap bir ev çıktı. Ama biz, bir kere ev demiĢ
olduk. Varsın yine ev diyelim ama ev desek değil, saray desek saray değil, konak
desek, konak değil. Üçünün karması bir Ģeydir. Ev denilen bölümde otuz kırk yatılı
konuk ağırlanabilir. Onun yanında ahır denilen bir bölüm var ki, eskiden binek
hayvanlarının bağlandığı yermiĢ. ġimdi traktör, römorkör, biçerdöver ve benzeri
o da garaj olarak kullanılıyor.Neyse uzatmayalım. Gelenler doğruca eve alındılar.
Yerlere duvar kenarlarına minderler serilmiĢ, üzerleri güzel örtülerle örtülmüĢ,
arkalarına da sert yastıklar dizilerek oturanların uzanarak oturmaları sağlanmak
istenmiĢ. Yoldan gelenler yol yorgunu oldukları için hemen minderlere çöküp
oturdular. Özellikle Salih‟in arasındaydı. AĢağı yukarı yarım saat sonra Turgut ve
ailesi gelerek misafirlerine:
“HoĢ geldiniz,” diyerek el sıktılar. Bu sırada Turgut, gelen aile bireylerini
misafirlerle tanıĢtırdı. Mustafa Bey‟le kızı Oya Hanım yan yana baĢ tarafta
oturmuĢlardı. Önce onlardan baĢladı:
“Bak, anne, busana sözünü ettiğim lokantanın sahibi Mustafa Bey‟dir.
Mustafa Bey, bu da annem ġadan Kadın‟dır,” deyince ġadan Kadın:
“HoĢ geldin oğlum. Nasılsın evladım. Bu oğlan sizi yormuĢ. Köyün asıl
yolundan getirmemiĢ, dağ yolundan getirmiĢ, yoksa köyümüzün yolu daha kısa ve
daha güzeldir. Ama bu yaramaz sizlere ormanların da güzelliğini göstermek
[30]
istemiĢtir.” Gizli bir söz söyleyecek gibi elini ağzına götürerek Mustafa Bey‟in
kulağına doğru eğilip:
“Ama o yolda da buradaki güzellikleri
bulamazsınız. Neyse gene de çok iyi etmiĢ.” Mustafa Bey de kendinden yaĢlı olan
ġadan Kadın‟ın elini öpüp baĢına koyduktan sonra:
“HoĢ gördük ġadan Hanım, sen nasılsın?” diye karĢılık verdi. Turgut bu
sırada Oya‟nın yanına gitmiĢti:
“Bu da Oya Hanım. Mustafa Bey‟in kızıdır
anne.”
ġadan Teyze, Oya‟yı bir iyice süzdükten sonra:
“MaĢallah. Allah nazardan saklasın; Sen bir melek ya da bir peri misin
kızım,” diyerek onu yanaklarından öptü. Oya da onun elini zaten babasıyla
tanıĢtırılırken öpmüĢtü. Bu sözlerden sonra bir kez daha elini öperek:
“TeĢekkür ederim teyzeciğim. Siz de çok güzelsiniz,” diye ona iltifat etti.
Turgut‟la annesi, Salihler‟in yanına gidiyorlardı ki içeri iki oğlan, iki kız girdiler.
Turgut geri dönerek Mustafa Bey‟in yanına gidip:
“Bunlar da kardeĢlerim. Bu Ramazan, benim küçüğüm. Bu Gülümser, bu
Yasemin, bu da Emin en küçüğümüz. Bir de EĢim var, Gülbahar. O da üç gündür
babasının yanında, bir iki gün sonra geliyor.”
HoĢ geldin ve tanıĢma faslı bitince elinde dolu bir sürahi ile bir delikanlı ve
bir tepsi içinde boĢ bardaklarla bir kız girdiler. Sürahi ayranla dolu idi. Kız
bardağı tutuyor, delikanlı oğlan ayranı dolduruyordu. Herkese ayran sunulduktan
sonra ayran dağıtıcılar:
“Bir daha içmek isteyen var mı?” diye sordular. Ġsteyenlere birer bardak
daha verdiler. Bu arada sürahi iki üç defa yeniden dolduruldu. Halis köy ayranı
herkesin hoĢuna gitmiĢti. Öyle ki üçüncü bardağı isteyenler bile olmuĢtu. Biraz
sonra birkaç köylü kadın gelip ortaya bir yaygı açarak üstüne sofra kurmaya
baĢladılar. Sıcak çaydanlıklar, çay bardakları geldi. Arkasından taze nefis köy
ekmekleri, tabaklar içinde tereyağı, kaymak, bal, zeytin, peynirle sofra donatılıp
dolduruldu. Turgut‟un annesi ġadan Kadın:
“Hele buyurun kahvaltımızı yapalım,” diyerek sofrayı baĢlattı. Kahvaltı
süresince kimse kahvaltıdan baĢka bir Ģey konuĢmadı. Herkes kahvaltının
güzelliğinden, zenginliğinden söz ediyor, ev sahiplerine teĢekkür ediyorlardı.
Kolesterol, tansiyon falan unutulmuĢtu Sonunda kahvaltı bitti. Köylü kadınlar gelip
sofrayı topladılar. Herkes oturdukları minderlerde geriye çekilip sırtlarını
arkalarındaki yastıklara dayayarak uzun oturup rahat etmeye baĢladı. KonuĢan
sadece bir iki kiĢi vardı. Onlar da Oya ile Mahide Hanım, Selim ve Mutlu
Öğretmen. Arada sırada Mustafa Bey de katılıyordu ama en çok bu dört kiĢi çok
iyi anlaĢmıĢ görünüyorlardı. Mustafa Bey, daha çok Salih, Hasan ve Ömer‟le bir
konuda dalmıĢ gidiyorlardı. Turgut‟a gelince, ev sahibi olmanın bütün sorumluluğu
ile çevresindeki köylü kadınlarla, bir de sabahleyin kentten getirdiği dört beĢ kiĢi
ile meĢguldü. Onlara görevler veriyor, o görevlerin yapılıp yapılmadığını denetleyip
gerekeni yapıyordu. O dört kiĢinin biri kasap, biri aĢçı, biri de kebapçı ustası
[31]
imiĢler, yanlarında gelen iki genç de kasabın çırakları imiĢ. Kasap iki koyun
keserek yüzdü, birinin içini temizleyip kebapçı ustasına verdi. Diğerini de
parçalayarak aĢçıya teslim etti. Kasabın iĢi bitmiĢti. Kebapçı aldığı bütün koyunu
bir sırığa saplayarak daha önce hazırlanmıĢ olan çalı yığının yanına götürüp orada
yapılmıĢ bir düzeneğe yerleĢtirdi. Çalı yığınına bir ateĢ vererek yaktı. Çalılar
büyük bir gürültü ile alev alev yanıyorlardı. Usta olduğunu söyleyen adam ateĢten
düzeneğe doğru yedi adım sayıp düzeneği oraya yerleĢtirdi. Sonra eline taze bir
çubuk alıp bir ucunu bıçakla yararak bu yarığa koyunun kuyruğundan kestiği bir
parça kuyruğu yerleĢtirdi. AteĢin karĢısındaki soyulmuĢ koyuna sürerek gövdenin
kurumasını önlemeye çalıĢıyordu. Her bir saatte, bir adım düzeneği ateĢe
yaklaĢtırıyor, yedi adımlık arayı kapatmak üzere koyunu çevire çevire piĢirmeğe
çalıĢıyordu. Yedi adımlık uzaklık yedi saatte kapanınca ateĢ de hızını kaybedip
küllendi. Artık koyun da kanını ve suyunu bitirmiĢ, etiyle yağı kalmıĢtı. KüllenmiĢ
ateĢ üstünde yağını damlatıyordu. Bu nedenle altına pilav tepsisi, ya da boĢ bir
tepsi konularak damlayan yağların ateĢe düĢmesi engellenmiĢ oluyordu. Bir saat
de bu iĢ yapılınca kuzu çevirme hazır oldu. AĢçı ustasına verilen parçalanmıĢ
koyun bu esnada bir kazanda haĢlandı. Bununla ne tür bir yemek yapılacağı
bittikten sonra sofraya gelince anlaĢılacaktı.
Turgut, “ArkadaĢlar, çevreyi gezmek isteyen var mıdır?” diye seslendi.
Bunu duyan herkes geziye katılmak istedi. Yalnız Hasan‟ın annesi Fatma Teyze ile
Salih‟in Ninesi AyĢe Teyze‟ler: “Siz gidin, bizbiraz daha dinlenelim,” diye
katılmadılar.Turgut, konuklarının sabahleyin gelir gelmez tıkıldıkları bu geniĢ
odada sıkılmaya baĢladıklarını düĢünmüĢ, bu nedenle böyle bir öneride bulunmuĢ,
onlar da hemen kabul ederek ayaklanmıĢlardı. Evden çıkıp önce köyü dolaĢtılar.
Köy, bir orman köyüydü. Bu açıdan evleri taĢ temel üzerine ahĢaptan yapılmıĢtı.
Mahallenin birini gezince Turgut:
“Köyün her tarafı böyledir. Sonuçta ülkemizin her yanındaki köyler gibi bakımsız
ve ihmal edilmiĢ bir köydür iĢte. Gelin, ben sizi doğanın bu köye vermiĢ olduğu
nimetleri göstermeye götüreyim,” diyerek onları köyün dıĢına yöneltti. Yolda
giderken herkesin gözü çevredeki yüksek kaya duvarlardaydı. Sanki köy bu
duvarlarla çevrili idi. Bazı yerlerde dıĢa açılmak için özel olarak konmuĢ gibi geniĢ
yollar vardı. Bu aralardan köyün geniĢ arazisine geçilebiliyordu.Bunlardan birinin
ağzında durdular. Turgut:
“ĠĢte bizim köyün arazileri burasıdır. Hepsi sulak ve iĢlemeye uygundur.
ġurası da bakın, iĢçiler çalıĢıyor ya, iĢte orası benim okul yapılması için verdiğim
tarladır. Nasıl, beğendin mi Mutlu Bey?”
Mutlu Öğretmen, “Çok güzeldir, Turgut Bey. Sana ülkem adına ve
burada okuyacak yavrular adına candan teĢekkür ederim. Sağ olasın, var olasın.
Bunları görsün de mal üstüne mal; varlık üstüne varlık yığanlar utansınlar.” Turgut
bu kez, kaya duvarın kenarından yürüyerek gitmeye baĢladı. Diğerleri de onun
arkasından gidiyordu On, on beĢ dakika yürüdüler, birden kulaklarına bir gürültü
[32]
sesi gelmeye baĢladı. Herkes bu sesi merak ediyordu. Ama kimse ağzını açıp da
bir Ģey söylemiyordu. Sonunda Turgut bir kayanın yanında durdu. Gürültü daha da
artmıĢtı.Turgut:
“ĠĢte arkadaĢlar Allah‟ın bu köye vermiĢ olduğu nimet,” diye
kayanın aĢağısını gösteriyordu. Herkes onun yanına yaklaĢıp gösterdiği yere
bakmaya baĢladı. Kayanın olduğu yerden beĢ on metre aĢağıda yaklaĢık bir metre
çapında bir kaya oluğundan fıĢkırarak akan bir su gördüler. Su, kayadan çıkınca
hızla en az yirmi, yirmi beĢ metre yükseklikten aĢağı akıyordu. Herkesin duyduğu
gürültü bu suyun gürültüsüydü. Kimse ses çıkarmadan bu Ģelaleyi dakikalarca
izledi. Artık dönelim diye konukları uyarırken Turgut:
“Köye gelirken bir köprüden geçmiĢtik ya, iĢte o köprünün altından akan
su bu sudur. Tarlalarımızı, bahçelerimizi bu suyla sularız. ĠĢte bu su Allah‟ın bize
vermiĢ olduğu bir nimettir. Sonra kaç kere tahlile gönderdik hep temiz geldi.
Bunun üzerine biz de evlerimize de aldık. ġimdi evlerimizde kullandığımız da bu
sudur. BaĢka da görecek, gösterecek bir Ģeyimiz yoktur. Ġsterseniz dönelim
artık,” dedi. Herkes de bu öneriye boyun bükerek uydu. Yola koyuldular.
* *
*
DönüĢ yolunda Selim oldukça düĢünceliydi. Ġsteksiz ve yorgun
görünüyordu. Oya‟yı izliyor, Oya‟yı düĢünüyordu. Oya bir yetmiĢ beĢ, bir seksen
boyunda, altmıĢ beĢ, yetmiĢ kilo ağırlığında, doksan altmıĢ doksan ölçülerini hiç
bozmamıĢ ideal ölçüleri, benzersiz yüz güzelliği, sarı saçları, yeĢil gözleri ile bir
görüĢte âĢık olunacak bir kızdı. Bu güzellikte bir kız nasıl olur da bugüne değin
böyle boĢ kalırdı. Selim birden aklına gelen bu düĢünceyi bir türlü atamıyordu.
Bunu Oya‟ya soramazdı. BaĢka soracak kimse de yoktu. ĠĢte Selim‟i alt üst eden
bu düĢünceydi. Ne yapıp ne edip bunu en kısa zamanda öğrenmeliydi. Sonra Ģunu
da düĢündü. Acaba yeni bir aĢk mı baĢlıyordu? Buna hazır mıydı? Cansel‟i gördüğü
son düĢ aklına geldi. Sonra babasının söylediği sözleri anımsadı. Bunların hiçbirisi
boĢuna değildi. Kader ağlarını örüyor, onu yeni bir aĢka doğru itiyordu. Bu sonuca
varınca rahatladığını hissetti. Eğer bu aĢk Oya gibi Ģahane bir kız için olursa seve
seve katlanabilirdi. Selim, “Ah minelaĢk sen nelere kadirsin,” diyerek teslim
bayrağını çekti. Artık tamamen rahatlamıĢtı. O yorgun bıkkın hali gitmiĢ,
canlanmıĢtı. Birden Oya‟nın yanına giderek:
“Ne akıĢtı o değil mi? Oya,” dedi.
“Evet, ben de hayret ettim. Sen de onu mu düĢünüyordun deminden beri.”
“Ne düĢünmesi, beni sarhoĢ etti. Yalnız o mu? Çevreye iyice bakınca insanı
sarhoĢ edecek ne güzeller, ne güzellikler var?” deyince, Oya sustu, bir yanıt
vermedi. Bunun üzerine Selim de sustu. Eve gelinceye değin ikisi de baĢka bir Ģey
konuĢmadılar. Eve geldiklerinde, koyun kızarmıĢ, ateĢin üstünde dinleniyor, güzel
kokusu köye yayılıyordu. Geziye katılmıĢ olanlar oldukça yorulmuĢ ve acıkmıĢlardı.
Sofralar açılmıĢ, her Ģey hazır bekliyorlardı. AĢçı yemekleri hazırlamıĢ, bir de
salata yapmıĢtı. Herkes ellerini yıkayıp sofraya oturmuĢtu. Kebapçı ve aĢçı
[33]
hizmet için bekliyorlardı. Sonunda dağıtım baĢladı. AĢçı tabaklara yemeği
koyuyor, kebapçıya veriyor, o da çevrilmiĢ koyundan bir parça alıp tabağın üstüne
ekleyip sofraya gönderiyordu. AĢçı pilavla bir de sebze yemeği yapmıĢtı. Herkes
aç kurt gibi yemeğe saldırdı. Yalnız Oya yemeğe bakıp duruyordu. Bu Selim‟in
ilgisini çekmiĢti:
“Sen neye yemiyorsun Oya Hanım?” diye sordu. Oya da sessizce etin çok
yağlı bir parçasının kendisine geldiğini iĢaretle anlatarak, o yüzden yemek
istemediğini belirtmeye çalıĢtı. Bunun üzerine Selim kendi tabağını ona uzattı,
onunkini de kendisi aldı. Bunu kimse anlamadı, görmedi. Selim‟inkinde hiç yağ
yoktu. Oya tabaklar değiĢince yemeğe baĢladı. Yemekler bitti. Yiyenler,
minderlerinde geri çekilip rahatlamak için uzun oturmaya baĢladılar. Yardımcılar
sofrayı toplamaya çalıĢıyorlardı. Bu sırada Oya, babası Mustafa, Selim yan yana
oturuyorlardı. Oya, Selim‟e dönerek:
“Sana çok teĢekkür ederim. Beni aç kalmaktan kurtardın. Yoksa o yemeği
kesinlikle yiyemezdim. Sağ ol Selim Bey,” dedi. Selim‟in cevap vermesine fırsat
vermeden Mustafa Bey:
“Ne oldu? Selim ne yaptı? Bu teĢekkür ne için?” Gibi sorularla onları
nerde ise susma noktasına getirdi. Bunun üzerine Oya yeniden baĢlayarak:
“Babacığım, öyle heyecanlanacak, merak edecek bir Ģey yok. Yemekte
bana gelen çevirmenin eti çok yağlı idi. Biliyorsun ben yağlı eti yiyemem. Allerjim
var. Geri vermeye de utandım. DüĢünüp duruyordum. Bu halimi görmüĢ, sordu, ben
de anlattım. Kendisine gelen et de tam istediğim gibiymiĢ, aramızda çözümledik.
Bana gelen tabağı Selim Bey aldı. Kendisine gelen tabağı da bana verdi. Böylece
hem ben yemeğimi yiyebildim, hem kimsenin duyup heyecanlanmasına fırsat
vermemiĢ olduk Oldu mu babacığım? Ha, bu arada senin de heyecanını
geçirebildim mi babacığım?”
“Hepsi iyi güzel de, ben niye fark etmemiĢim?”
“Orası da izin verirsen bizim meslek sırrımız olsun. Olmaz mı canım
babacığım?”
Selim‟e sıra ancak gelmiĢti:
“Ne önemi var canım. Bu kadar uzun boylu konuĢup tartıĢmaya değer bir
konu değildir. Size bir Ģey söyleyeyim mi? Aslında bu değiĢiklik için Oya Hanım‟a
da benim teĢekkür etmem gerek. Çünkü etin yağlı kısmını da ben çok severim.” Bu
sırada ellerinde içi fincanlarla dolu tepsi ile bir genç, bir de elinde büyük bir
cezve ile biri geldi. Fincan taĢıyan, gelip oturanlardan birinin önünde duruyor,
cezveci hemen boĢ fincana kahve dolduruyor, böylece tüm konuklara kahveler
dağıtılıyordu. Biraz sonra kahveler içilmiĢ, boĢ fincanlar toplanmıĢ, herkes
yemeğin sıkıntısını atmıĢtı.
Turgut, “Birer akĢam çayı içeriz artık,” dedi.
Hemen servis baĢladı. Önce küçük tabaklar içinde bir Ģey geldi. Sehpaların
üzerine kondu. Sonra çaylar geldi. Yine Turgut:
[34]
“Bu annemin kendi icadı bir peynir helvasıdır. Biz çok severiz. Umarım
sizler de seversiniz. Buyurun dostlar,” dedi. Herkes yemeğe baĢladı. Oya
yedikten sonra babasının kulağına bir Ģeyler fısıldadı. Baba da “Olur,”anlamına
gelen bir baĢ sallamasıyla onu doğruladı. Sonra da kendisinden iki veya üç kiĢi
ötede oturan Selim‟e iĢaret ederek yanına çağırdı. Ona bir Ģeyler söyledi. O da
doğruladı. Bunun üzerine dağıtım yapanlara Oya:
“Kusura bakmayın ben bir yüzsüzlük edeceğim.
amma önce özür
dilerim. Ben, babam ve Selim Bey üçümüz de bu tatlıyı çok sevdik. Eğer gerçekten
saygısızlık saymazsanız bizler birer tane daha rica ediyoruz,” dedi. Dağıtıcılar
hemen koĢtu, ellerinde helva tabakları ile geldiler. Oya Salih‟i unutmuĢtu. Bir
tabak da alıp ona uzattı. Fakat dikkat etti ki ev sahipleri konukların tümüne
veriyorlardı. Herkes de itiraz etmeden almıĢtı. Demek ki herkes sevmiĢ,
beğenmiĢti. Artık toparlanmak zamanı da gelmiĢti. Herkes odadan çıkarken Oya,
babası, Salih, Selim aralarına Mutlu Bey‟i de alarak ayaküstü bir Ģeyler
konuĢmaya durdular. Oya:
“Sizleri
ben
alıkoydum. Kusura kalmayın, helvayı ben çok sevdim bilmem sizler de sevdiniz mi?
Bu yüzden ikinci kere dağıtılmasına neden olan giriĢimde bulundum. Ben bir Ģey
düĢünüyorum arkadaĢlar. Bu helvayı lokantaya sokabilmek. Tabii baĢarabilirsem.
Turgut Bey‟in annesi ile konuĢup anlaĢabilirsem. Babamla Selim Bey‟e bunları
söyledim. Onlar da kabul ettiler. Siz ne dersiniz. Açayım mı?” Hep birden, “Açın
açın, çok iyi olur. Biz de destekleriz” dediler. Onlar bu görüĢmeyi yaparken
herkes arabaya binmiĢti. Bunların geciktiğini görenTurgut‟la annesi ġadan Kadın
merak edip onlara bakmaya gelmiĢlerdi. Oya bunu fırsat bilerek ġadan Kadın‟ı
kolundan tutup arkadaĢlarının yanına getirerek ona:
“ġadan Teyze biz de seni konuĢuyorduk. Ġyi ki buraya geldiniz. Gel Ģöyle
birlikte konuĢalım,” diye onu orada bulduğu bir mindere oturttu. Kendisi de yanına
oturdu. Devam etti:
“ġadan Teyze‟ciğim, bilmem Turgut Bey anlattı mı? Babam lokantacıdır.
ġimdi kentte çok güzel bir lokantamız var. Babam da bu lokantanın iĢletmesini
bana devretti. Uzatmayalım. Biz burada yediğimiz helvayı çok beğendik. Ellerinize
sağlık, çok güzel olmuĢ. Bu helvayı kentte müĢterilerimize de yedirmek isteriz.
Tabi siz yardım ederseniz. Ne dersiniz. Bize yardım edebilir misiniz?”
“Sendeki bu kimsede bulunmayan güzellik, bu tatlı dil oldukça her Ģeyi elde
edersin kızım. Söyle nasıl yardım edebilirim. Sonra kilimime ayak basma diye bir
söz vardır. Bilir misin sen bunu kızım?”
“ Evet ġadan Teyze, bilmez miyim? Sağ ol. Senden isteğim, ya bir gün gelip
bu helvanın yapılıĢını bizim Salih Ağabey‟e öğret, ya da gel lokantaya kendin yap.
Eğer helvanın yapılıĢı bir sır değilse bunu Salih‟e öğretirsin. Olur ya, ben bunu
kimseye söylemem diyorsan kendin yaparsın. Ne dersin ġadan Teyze. Hangisi
uygun senin için?”
“Canım kızım, senin için hepsi feda olsun. Sen nasıl istersen öyle olsun.”
[35]
“Öyleyse biz seni yormayalım. Sen bir gün gel bunu Salih Ağabey‟e öğret,
bedeli ne ise öderim. Ne zaman gelirsiniz?”
“Yarın sabah Turgut‟la geliriz, olur mu? Gelirken lazım gelen malzemeyi de
getiririz. Siz kentte bulamazsınız belki. Ben arada sırada uğrar kontrol ederim.
Olur mu güzel kızım?”
“Olur teyzeciğim. ġimdiden çok teĢekkür ederim. Beni kırmadınız. Sağ olun
var olun.” Hepsi birden odadan çıkıp otobüse bindiler. Otobüs bu kez geldikleri
yola çıkmadan baĢka bir yola saptı. Turgut yine arabanın içinde idi:
“ArkadaĢlar, gelirken dağ yolundan geldik. Ġstedim ki dağdaki güzelliği de
göresiniz. ġimdi akĢam olmuĢtur. Dağda görülecek bir Ģey kalmamıĢtır. O nedenle
köyümüzün alıĢılmıĢ yolunu kullanıyoruz. Yakın çevremiz hep ekin tarlaları, sebze
bahçeleri ile kaplıdır. Uzak çevremiz de bildiğiniz ormanlar ve dağlardır. Kente
gelmeden önce bir Ģey daha söyleyeceğim. Bugünkü ziyaretiniz için size köy
halkımız, annem ve ben çok teĢekkür ederiz. Özellikle beni kırmadan bu davete
katıldığınız için çok mutlu olduğumu duyurmak isterim. Bu arada bir Ģey daha
duyurmak isterim. Ayağınız çok uğurlu geldi. Bugün benim bir oğlum oldu. O
yüzden karım ve kardeĢlerim onunla meĢgul oldular. Gelip sizleri göremediler. Bu
yüzden onlar adına özür dilememi istediler.” Sözlerini bitirmiĢti ki otobüsün
içinde bir alkıĢ sesi yükseldi. Herkes Turgut‟u kutluyor ve teĢekkür ediyordu.
Özellikle Oya, çok sevinmiĢti. Yerinden kalkıp Turgut‟un yanına gidip onu kutladı.
Anneye selam yolladı. Yavruya da uzun ömürler diledi. Bu hengâme, gürültü içinde
yolu bitirmiĢlerdi. Otobüs birden durunca herkes ĢaĢırdı. Birden Turgut‟un sesi
ldu :
“ArkadaĢlar, herkes inmesin, evlerinize dağıtılacaksınız. O nedenle evi
buraya en yakın olan öne oturup lütfen Ģoföre yol göstersin.”
Ömer yerinden kalkarak öne geldi:
“Sağdan Ģu köĢeyi dön, sol taraftaki üçüncü kapının önünde dur,” dedi.
Evlerine gelmiĢlerdi. Babası, annesi ve kardeĢleri ile herkese veda edip, iyi
geceler dileyerek evlerine girdiler. Ömer‟in yerine Salih oturdu. Otobüsün gittiği
yolda bir süre sonra:
“ġu kapının önünde dur,” dedi. Ninesinin koluna girip onu eve doğru
yürüttü. Yerine Hasan gelip oturdu. O da bir süre sonra seslendi:
“Sola dön, sağdan ikinci sokağa gir. ġu ilerdeki ağacın yanında dur.”
Hasan ve ailesi toptan inerek evlerine yöneldiler.Bu kez Selim gelip oturdu.
Otobüs, girdiği sokaktan geri çıkarak yola girdi. Az bir zaman sonra da Selim
“Dur!” komutu verdi. Babası, annesi, kardeĢleri ile arabadan inerek evlerine girdi.
Böylece Otobüste yalnız Mutlu Öğretmen‟le eĢi ve çocukları kalmıĢlardı. Mustafa
ile kızı Oya lokantada inmiĢlerdi. Az sonra da Mutlular evlerine gelmiĢlerdi. Onları
da indirdikten sonra köye doğru yollandı.
“Yok, hiçbir eksiğim yok. Sen sağ ol yeter. BaĢka ne eksiğim olacak ki,”
diyerek onun gönlünü aldı.Turgut, “Hani oğlumuz nerede?” diye sordu. Karısı da:
[36]
“Tarlaya ekin biçtirmeye gitti,” diye takıldı ona. Sonra da “Aha Ģuracıkta
Ģu örtünün altında uyuyor,” dedi.
Turgut örtüyü açarak oğlun un yüzüne bakmaktan kendini alamadı.
* *
*
MutluÖğretmen, Mahide Hanım, oğulları Erdem, kızları Damla ve Yağmur
evde sohbet ediyorlardı. MutluÖğretmen:
“Ben bunca yıldır köyde köylülerle
çalıĢtım. Ne böyle bir köy ne de böyle köylü gördüm. Adamlar her Ģeyi mükemmel
yapmıĢlardı. Daha iyisi, güzeli Ģehirlerde bile yapılamazdı. AĢk olsun vallahi. Her
Ģey mükemmeldi,” dedi. EĢi Mahide Hanım da ona katılıp onu doğrularcasına:
“Ben bunca yıldır bu kentteyim. Seninle az köy dolaĢmadık. Nice köy düğünü
gördük. Nice kaymakam, vali, bakan ağırlanması gördük. Ama böylesini hiç
görmedik. Vallahi ben Oya Hanım‟a da hayret ettim. KaĢla göz arasında o güzel
helvayı alıp köyden kente getirmesine ĢaĢtım doğrusu.” Tam bu sırada Damla
annesinin sözünü keserek:
“Anne biliyor musun; Oya Abla, Selim Ağabey‟i seviyor,” diye söze karıĢtı.
Annesi, bu söze kızarak:
“Sus bakayım. Sen ne biliyorsun ki, böyle konuĢuyorsun,” dedi. Damla da
üzülmüĢtü:
“Ġnsan hiç bilmediği, sevmediği birinin tabağından yemek yer mi?” diye
üzgün ve ağlamaklı yanıt verdi. Bunun üzerine annesi yeniden kızarak:
“Ne tabağı, ne yemeği kızım? Uydurma. Bak kızacağım haa!”
Damla, “Et tabaklarını değiĢtirdiler. Gözümle gördüm. KarĢılarında
oturuyordum.” Mahide Hanım‟la MutluBey birbirlerine bakıĢarak anlamlı anlamlı
gülümsediler. Bu kez, ağab ey Erdem, söze katılarak: “Onu ben de gördüm. Oya
Abla‟nın eti çok yağlıydı, yiyemiyordu. Selim Ağabey de onu gördü. Henüz ikisi de
tabaklarına el sürmemiĢlerdi. Selim Ağabey istedi, değiĢtirdiler. Ama ben senin
gibi iĢi abartarak anlatmıyorum. Sana ne, severler, seviĢirler. Bizi ne ilgilendirir.
Ġnsan her gördüğünü kendine göre yorumlamamalı benim güzel kardeĢim. Anladın
değil mi?” diye hem kardeĢi Damla‟nın gönlünü aldı, hem de konuya açıklık getirdi.
Bunun üzerine Mutlu söze girerek:
“Aferin oğlum, konuyu aydınlattın. ĠĢte böyle ol. Hadi artık ben
yorulmuĢum. Erken yatacağım. Sizler yorulmadınız mı? Hadi hep beraber bu
akĢam erken yatıp Ģöyle güzel bir uyku çekelim,” diye yatak odasına doğru yürüdü.
Arkasından da çocuklar gittiler. Mahide Hanım da sağı solu toplayıp düzelttikten
sonra yatmaya gitti. Böylece ailece o gece erken yatmıĢ oldular.
* *
*
Ömerler arabadan inip eve girince herkes uzanacak bir yer bulup
uzanıverdi. Tümü yorulmuĢlardı. Yalnızca Ömer içlerinde diri ve canlı
görünüyordu. Elini yüzünü yıkayarak odasına çekilip bir gün önce aldığı kitaplardan
[37]
birini açıp çalıĢmaya baĢladı. Babası Ġhsan Bey, annesi Fahriye Hanım, kardeĢleri
Ender, Evrim ve Enise salonda kalmıĢlardı. Fahriye Hanım; kızları Ender ile Enise‟
ye:
“Kızlar, kalkın bize birer kahve yapıp getirin de yorgunluğumuzu atalım,”
dedi. Ġhsan Bey de:
“Ağabeyinize götürün,” deyiverdi. Kızlar sessizce mutfağa gittiler. Onlar
içerde kahve yapmakla uğraĢırken, Fahriye Hanım, Ġhsan Bey ve küçük oğlan
Evrim salonda oturmuĢ konuĢuyorlardı. Ġhsan Bey, “Nasıl buldun bugünkü geziyi
Fahriye?” diye sordu.
Fahriye Hanım, “Güzeldi, güzeldi. Yalnız ben biraz abartılı buldum. Senin
gelinin doğum yapacakmıĢ, bugünü mü buldun konuk ağırlayacak. Yalnız helva çok
güzeldi. Bir de o kayadan akan suya imrendim.”Ġhsan Bey, “Çevirmeyi nasıl buldun
Fahriye?”
“Eh, iĢte güzel sayılabilir.”
“Sen ne zaman bir Ģeyi tam beğenirsin Allah aĢkına. Adamların ne eksiği, ne
kusurları vardı söyler misin? Sen de dört çocuk doğurdun. Hangisi sana doğmadan
telgraf çekti: “Anne ben Ģu gün, Ģu saate geleceğim.” diye ki böyle
konuĢuyorsun. Lütfen bu huydan vazgeç artık. Adamcağızlar çok güzel bir hazırlık
yapmıĢlar. Her Ģey çok güzeldi. Sen hayatında böyle bir kahvaltı yaptın mıydı?
Neyi beğenmedin de burun kıvırıyorsun anlamadım.”
Bu sırada kızlar kahveleri yapmıĢ getiriyorlardı. Ġkisi de sustular. Gelen
kahvelerini alıp yudumlamaya baĢladılar. Ender:
“Babacığım, ağabeyime kahveyi götürdüm. Çok sevindi. Kitap okuyordu.”
“TeĢekkür ederim kızım. Ağabeyin kitap okumuyor, ders çalıĢıyor. Elindeki ders
kitabıdır yavrum.”
“Ne dersin babacığım, ağabeyim okula mı yazıldı?”
“Evet kızım, yarım kalan liseyi okul dıĢından bitirecek. Dün kaydını yaptırdık
Haziranda sınavlara girecek. Ders çalıĢırken fazlaca odasına girip meĢgul
etmezseniz iyi olur.”
“Oh yaĢasın yaĢasın! Hiç rahatsız etmeyiz babacığım. Sen kaygılanma. Biz
ağabeyimizi çok seviyoruz.”
Ġhsan Beyle Fahriye Hanım kahvelerini içip bitirmiĢlerdi. Kalkıp odalarına
çekildiler. Üç kardeĢ, biraz daha konuĢup söyleĢtiler, sonra da uyuyakaldılar.
Fahriye Hanım, gece bir ara uykusu kaçıp uyanınca çocukların böyle sere serpe
açık saçık uymuĢ olduklarını görünce uyandırmaya kıyamadan birer Ģilte ile
üstlerini örttü. BaĢka zaman olsa kıyameti koparırdı.
* *
*
Hasan‟ın ailesine gelince: annesi Fatma Teyze, eĢi Medine Hanım,
kardeĢleri Hüseyin ve Zühre eve gelir gelmez Piknik giysilerini çıkarttılar,
çamaĢırlarını değiĢtirdiler. Fatma Teyze ile Medine Hanım‟ın bu gün çamaĢır
[38]
yıkama günüydü. Aksatmaya da hiç niyetleri yoktu. Gündüz Hasan onları alıp
götürmese bu iĢi gündüz yapacaklardı. Ne yapsınlar gece de olabilirdi. Gündüz
yedi, içti, gezdi, eğlendiler. Öyle ise gündüzün iĢini de gece yaparız diye iĢe
koyuldular. Nasıl olsa evlerinde çamaĢır makinesi de var. Bir saatte bitirirler.
Gündüz de asar kuruturlar, olur biter. Yeter ki bugünkü iĢi yarına bırakmamak
gerektiğini unutmasınlar. Onlar da unutmadılar iĢe koyuldular. Bütün ailenin
çamaĢırlarının yıkanması bir saat kadar sürdü. Makineden çıkartıp bir leğende
topladılar. Hasan‟la Hüseyin kardeĢler çoktan uyumuĢlardı. Fatma Teyze, Medine
Hanım ve Zühre çamaĢır iĢleri bitince birer duĢ alıp yattılar.
Sabahleyin kalktıklarında Hasan kalkmıĢ dükkâna gitmek üzereydi. Medine hemen
önüne geçerek: “Mümkün değil seni kahvaltısız bırakmam. Hemen beĢ dakikada
hazır olur. Lütfen beni kırma otur kahvaltını yap da öyle git.”
Hasan bu ısrara boyun eğerek kaldı. Medine, ateĢ gibi bir kadındı. Gerçekten
beĢ dakikada eĢinin kahvaltısını hazırlamıĢtı. Kahvaltısını yaptırdı. Onu kapıdan
uğurladı. Hasan da kapı arkasında eĢini sarılıp öptü. Mutlu olarak iĢine gitti.
* *
*
Salih ve ninesi Hatice Teyze evlerine girdiler.
Hatice Teyze, “Aman oğlum, Salih‟im. Çok yorulmuĢum. Ben biraz yatmalıyım,
diyerek hemen yatıverdi. Salih, evin hem oğlu hem de kızıydı. Yani evdeki hem
erkek iĢlerini yapar, hem de kadın iĢlerini görürdü. Bugün de erken kalkmıĢ, sağı
solu toparlamıĢ, öyle çıkmıĢlardı evden. O yüzden evde yapılacak bir iĢ kalmamıĢtı.
Kendisi de biraz sonra yattı. Zaten sabah erken kalkacaktı. Bu nedenle erken
yatması gerekti.
* *
*
Selimler, arabadan inip evlerine girince Hidayet Bey, Hatice Hanım ve Selim
oturup günün değerlendirmesini yapmak istediler. Hidayet Bey, “Oğlum geçen
akĢam seninle bir Ģeyler konuĢmuĢtuk. Hatırlıyor musun?”
Selim, “Evet babacığım, hatırlıyorum. Patronun demiĢtin, dediğin oldu. Bunu
mu soruyorsun?”
“Evet oğlum, bunu soruyorum. Bununla birlikte yemek tabaklarınızı
değiĢtirmenizi, akĢamüzeri kulağına fısıltı ile bir Ģeyler söylenmesini, kır
gezisinden dönerken önce çok düĢünceli ve sıkılmıĢ bir halin varken sonra birden
canlanıp Oya‟nın yanına gidiĢini, onunla konuĢa konuĢa gelirken mutluluğunu
soruyorum. Sen bu kızı seviyor musun yoksa? Bana doğruyu söyle. Biz annenle hep
bunu konuĢtuk ve sizi izledik. ġunu da söyleyeyim Biz de Oya‟yı çok beğendik.
Allah için çok güzel kız. Böyle bir gelinimiz olması bizi hem çok sevindirir, hem de
çok mutlu eder.”
Selim, “Evet baba, çok seviyorum. Sanırım bu yanıt bütün sorularını
karĢılar. Yalnız Ģunu da söyleyeyim ki henüz Oya‟nın bundan haberi yok. Kendisine
[39]
söylemeyi düĢünüyorum. Ama zamanını ayarlamam gerek, o zaman söylerim. Merak
etmeyin sonuçtan o gün herkesten önce haberiniz olur. Bittiyse ben odama
gidiyorum. Size Allah rahatlık versin, diyerek çabucak oradan uzaklaĢtı. Odasına
girip kapıyı kapadı. Soyunup yatağına girdi. Artık bütün gece Oya‟sıyla birlikteydi.
Ne konuĢtuklarını, ne yaptıklarını ne duyan olur, ne de gören olurdu. Sabah erken
uyanmıĢtı. Kalktı her günkü yürüyüĢünü yaptı. Eve geldiğinde annesi yeni kalkmıĢtı.
Ona “Günaydın!” dedi. Tekrar odasına girdi. AkĢamın Ģarkılarını seçmeye baĢladı.
Programını yaptı. Hazırlığını bitirip dıĢarı çıktığında herkes kalkmıĢ, kahvaltı
masasında oturuyorlardı. Selim de yanlarına gidip:
“Herkese günaydın Nasılsın babacığım rahat uyuyabildiniz mi?” dedi.
Masadaki yerine oturdu. Annesi kahvaltılıklarını getirdi. Kahvaltılarını yaptılar.
Selim odaya girip bir evrak çantası alarak çıktı. Babası Hidayet Bey:
“Nereye oğlum?” diye sordu.
Selim, “ĠĢime baba,” dedi. “AkĢama değin meĢk etmezsem akĢam kimseyi
memnun edemem. Siz beni öğlen ve akĢam yemeklerine beklemeyin. Orada yerim,”
dedi ve kapıdan çıkıp gitti. Lokantaya vardığında Mustafa Bey, Oya, Salih
gelmiĢlerdi. Bir kaç dakika sonra da ġadan Teyze ve sırtında koca bir torba ile
Emin geldiler. Salih koĢup çocuğun sırtından torbayı alarak yere koydu.
ġadan Teyze, “Bana mutfak gibi bir yer yok mu burada. Beni ve torbamı
oraya koyun. Salih de yanımda kalabilir. Canı isterse Ģu güzeller güzeli de
gelebilir. GeliĢi benim de iĢime yarar. Ona baktıkça Ģevkim artıyor O da helvaya
geçerse kendisi gibi tatlı olur.”
Oya, “Gelirim Teyzeciğim, gelirim merak etme sen. Helvanın güzel ve de
tatlı olması için gerekirse ben içine elimi de sokarım. Olur mu?”
“O kadar da demedik yavrum. Sen yanımıza gel yeter.”
Oya, “Salih Ağabey, sen ġadan Teyze‟yi ve çuvalını mutfağa götür. Orada
çalıĢsın, ne isterse anında elinde olsun. DıĢarıdan gelecek bir nesne olursa birini
gönderir aldırırsın. Sakın üzmeyin, o benim tonton teyzeciğimdir. Hadi kolay
gelsin.” Bu sözden sonra torba, ġadan Teyze ve Salih lokantadan ayrılarak
mutfağa geçtiler. ġadan Hanım mutfağı görünce imrendi. Böyle düzenli, temiz bir
mutfak görmemiĢti. Uzunca bir süre mutfağı tanımak için sorular sordu, yanıtlar
aldı. Salih bir saatten fazla açıklama yaptı.
Soracak bir Ģeyi kalmamıĢtı.
Torbasını açtı. Ġçindekileri çıkarıp tezgâhın üstüne sırayla koydu ġimdi soru
sorma sırası Salih‟te idi. Soruyor, aldığı yanıtı elindeki bir deftere not ediyordu.
Bu iĢ helva hazır oluncaya değin sürdü. Öğlen yemeğine yetiĢtirdiler. Öğlen
yemeği müĢterileri gelmeğe baĢlamıĢlardı. Yemeğini yiyip hesap isteyen müĢteriye
küçük bir tabakla helva da veriliyor, “Bu helva hesaba dâhil değil, reklâm ve
tanıtım içindir,” deniyordu. Öğlen servisi bitti. Helva da bitmiĢti. Bereket versin
ki ġadan Hanım torbadaki malzemenin yarısını kullanmıĢtı. Ġkinci helvayı yapmaya
hazırlanıyordu. Birden Salih‟e:
[40]
“Hadi bu kez de sen yap Salih Efendi,” diye iĢi Salih‟e bırakarak kendisi
altına bir sandalye çekip oturdu. Arada sırada bir Ģeyler söyleyerek Salih‟e
yardım ediyor, yanlıĢ ya da eksik yaptığı bir iĢi düzeltiyordu. Kalkıp iĢe el attığı
görülmüyordu. Her yaptığı yardım oturduğu yerden komut vererek oluyordu.
Sonunda Salih de iĢini bitirerek yaptığı helvayı akĢam ve gece servisine
yetiĢtirdi. ġadan Usta yerinden kalkarak bir kaĢıkla helvadan bir parça alarak
tadına baktı. Sonra Salih‟in yüzüne bakarak:
“Hiç olmamıĢ, beğenmedim. Dök bu helvayı. Sakın MüĢterilere vereyim
demeyin,” diye ağzını burnunu buruĢturdu. Sonra:
“Sen ne yaptın be oğlum. Hiç mi dikkat etmedin. Bu benim helvam değil.
Vallahi de, billahi de daha güzel olmuĢ. Aferin aslanım. Ellerine sağlık. Benim ilk
söylediğime bakma sen. O bir ĢaĢırtma, bir Ģakaydı. Kusura bakma biz yaĢlı
kadınlar kimi zaman böyle tatsız sakalar yaparız. Gücenmedin değil mi oğlum?”
Bunun üzerine Salih:
“Ġnan Teyzeciğim ilk söylediğinizde kalbim duracak, öleceğim sandım. Allah
sizden razı olsun ki uzatmadınız. Eğer biraz daha uzatsaydınız, ya gerçekten
düĢüp ölebilir ya da bayılabilirdim. Allah‟a Ģükürler olsun ki uzatmadınız. Bunun
için size teĢekkür ederim. Zaten ben ne yaptım ki. Sizin yaptıklarınızı tekrar
ettim. Bir de ne söyledinizse onu yaptım. Son sözleriniz bana yeniden hayat
verdi.”
ġadan Hanım: “Ben onu anladım. Hani o yüzüne bakarken dudak kıvırma
sırasında senin yüzüne baktım ya anladım o zaman. Hemen vazgeçtim. ġimdi ben
de kendime bir ceza verdim. Bu hafta boyunca gelip sana bu iĢi adam akıllı
öğreteceğim. Gereken malzemeyi gelirken getiririm. Bu hafta getireceğim her
Ģey bendendir. Hafta sonunda gerisini konuĢuruz. Artık akĢam oldu. Nerdeyse
Emin beni almaya gelir.” dedi. Emin de gelmiĢti. Oya:
“AkĢam yemeğinizi yiyin öyle gidersiniz. Kesin olarak bırakmam sizi.” diye
diretince Emin de oturdu. Anne oğlan karınlarını bir güzel doyurdular. Üstüne
birer de helva yedikten sonra kalkıp gittiler.
AkĢam servisi bitmiĢ gece için hazırlık yapılıyordu. Selim de çalıĢmalarını
bitirmiĢ aĢağı inmiĢti. Oya, Selim‟e:
“Selim Bey, akĢam yemeğinizi yediniz miydi?”
“Hayır, Oya Hanımefendi. YememiĢtim. Ġzin Verirseniz yemek istiyorum.”
“Beyefendi Hazretleri, lütfederlerse, bu akĢam benimle yemek yeme
tenezzülünde bulunurlar mı?”
“Hayhay! Emriniz olur, efendim.”
“ġu yapay resmiyeti ikimiz de bıraksak da senlibenli rahat konuĢsak olmaz
mı Selim?”
“Bu resmiyeti sen baĢlatmıĢtın sevgili Oya. Ben de abartarak sürdürdüm.
Kabul bundan sonra istersen hayat boyu senli benli konuĢuruz olur mu?” deyince
Oya‟nın birden yanakları al al oldu. Ne diyeceğini bilmeyen insanların ĢaĢkınlığını
ve telaĢını yaĢadı. Bir Ģey söyleyemiyor, parmakları ile oynuyor, dudaklarını
[41]
emiyordu. Selim bir daha yineledi. Biliyordu ki bu anda Oya en zayıf anını yaĢıyor,
Ne olursa olsun bu anda konuĢup iĢi bitirmeliydi. Bu nedenle Selim:
“Olur, mu Oya?” dedi
“Ne? Ne? Ne olur mu?”
Yeniden sordu Selim:
“Sen istersen hayat boyu senlibenli konuĢuruz. Olur mu demiĢtim.” diye
bastıra bastıra yineledi. Oya biraz kendini toparlamıĢ, ilk ĢaĢkınlığı gitmiĢti.
Kendini daha da toparlayarak:
“Selim, bu bir teklif mi? ġayet teklifse ne teklifidir? Açıkça söyler misin
lütfen?” diye sorunca Selim de açık açık konuĢmaya karar verdi:
“Bak Oya ben seni çoktandır seviyorum. Hatta sana aĢığım. Teklifim gayet
samimi bir evlenme teklifidir. Nasıl kabul ediyor musun? Benimle evlenir misin?”
diye açık açık söyledi. Bunun üzerine Oya yeniden kısa süre bir ĢaĢkınlık geçirdi.
Ve arkasından:
“Evet, Selim, sevgilim kabul ediyorum. Evlilik teklifini kabul ediyorum.
Hayat boyu senlibenli konuĢmayı da kabul ediyorum,” deyince Selim garsonu
çağırarak bir ĢiĢe Ģampanya istedi. Garson Ģampanyayı getirdi. Selim kapağını
açarak patlattı. Ġlk kadehi Oya‟ya verdi. Ġkinci kadehi kendisi aldı, ayağa
kalkmıĢlardı. Yan yana gelip kollarını çapraz geçirerek ikisi birden:
“Hey ahali bilginiz olsun biz sözlendik. Evleneceğiz,” diye duyurdular.
Lokantadaki müĢteriler alkıĢlayarak kutladılar. Selim bunun üzerine yukarı çıkıp
piyanonun baĢına geçerek programına baĢladı. Selim bu gece çok mutluydu. Bu
mutluluğu programına da yansıtmıĢtı. Bu akĢam öyle güzel Ģarkılar seçmiĢti ki
söyleyen de dinleyen de mutluluktan coĢuyordu. Bir ara Oya da Selim‟in yanına
gelmiĢti. KarĢısına oturdu onu dinlemeye baĢladı. Selim Ģarkısını bitirdi.
Mikrofonu kapatıp sevgilisinin yanına gelip oturdu. Ġki sevgili birbirlerine karĢı
duygularını anlatmaya baĢladılar. Meğer Oya da Selim‟e duyarsız değilmiĢ. Selim o
akĢam açılmasa Oya açılacakmıĢ. Yemeğe çağırması da bir bahane imiĢ. Oya bunu
Ģöyle anlattı:
“Selim, seni çok seviyorum. Senin de beni sevdiğini biliyordum. Ama
açılmanı bekliyordum. Baktım sen hiç o taraflı olmuyorsun. Ben de bir akĢam
yemeği hazırlayım da bir fırsat yaratayım diye düĢündüm. Sen açılmasan birkaç
dakika sonra ben açılacaktım. Sen açılınca benim elimden bu fırsat gitmiĢ oldu.
ġaĢkınlığım, heyecanım bundan dolayıdır. Anladın mı sevgilim. Babam da gelmiĢti
az önce: „Kızım sende bir hal var? Seni çok mutlu gördüm bu akĢam hayırdır
inĢallah,‟ dedi. Ben de seninle konuĢup evlenmeye karar verdiğimizi anlatınca o da
çok sevindi. Beni kutladı. Belki Ģimdi buraya da gelir seni de kutlar,” dedi. Sözünü
bitirmiĢti ki baba göründü. Geldi:
“Yahu Selim, ben sana lokantaya gel de kızımı ayart, baĢtan çıkart mı
dedim. Yoksa baĢka bir Ģey mi dedim. Sen ne yapmıĢsın öyle? Bu zavallı masum
kızı ayartıp babasından ayırmaya utanmadın mı? Hadi diyelim ki utanmadın bana
[42]
hiç mi acımadın be evladım. Eh, bize de artık bu iĢe “Hayırlı olsun,” demek kalıyor.
Ġkiniz de Ģöyle gelin yanıma da sizleri doyasıya bir kutlayayım,” diye sözünü
bitirdi. Ġkisini de yanına aldı. Biri sağında, diğeri solunda ikisini birden bağrına
basarak kucaklayıp öptü:
“Eskiden bir kızım vardı. ġimdi seninle iki evladım oldu. Bu durum, ikimize
de hayırlı olur inĢallah. Hadi ikinizi de kutlarım. Mutluluklar dilerim,” diye sözünü
bitirdi. Çocuklar da ona teĢekkür edip elini öptüler. Sonra Mustafa Bey geri aĢağı
indi. Çocuklar orada kaldılar. Bir süre sonra Selim:
“Oya, sevgilim, biz bu iĢi resmileĢtirelim, ne dersin? Usulen de olsa ailemle
gelip seni, babandan isteyelim. Sonra bir niĢan yapalım. Ben düğün ve nikâhı da
birlikte yapıp bu iĢi uzatmayalım derim. Sen de düĢünceni söyle, sen ne diyorsun?”
dedi.
“Sevgilim, sen zaten benim söylemek istediklerimi söyledin. Hadi biz de bu
olayları günlendirelim. PerĢembe günü akĢamı siz, bize gelin, isteyin. Cumartesi
akĢamı da burada niĢan yaparız. Nikâh ve düğünü de gelecek ay ya da ertesi
aybaĢında gerçekleĢtiririz. Olur, mu canım Selim?”
“Neden olmasın canım sevgilim,” diye günleri de saptadılar. Böylece her türlü
iĢi bitirmiĢ sayarak rahat ve sakin olarak bir uyku uyumak için evlerine gittiler.
Önce Oya, babasına sonucu bildirdi. Babası ona hayırlı olsun diyerek mutluluk
diledi. Sonra da ġadan Hanım Helvası‟nın sonucunu müĢterinin çok beğendiğini
anlatarak, Salih‟in bu iĢi iyi becerdiğini söyledi. Sonra da:
“Babacığım, bu iĢ tutacak, müĢteriler çok beğendi. ġadan Teyze bu hafta
boyunca gelip bu iĢi tam oturtacak. Biz de hafta boyunca helvayı hesaba
eklemeyeceğiz. Maksat tüm müĢterilere tattırmak olacak. Zaten ġadan Teyze de
bu hafta boyunca getireceği malzemeden para almayacak. Böylece biz de bir
kayba uğramayacağız, üstelik lokantamızın reklâmı da kendiliğinden olmuĢ olur.
Nasıl beğendin mi babacığım?”
“Çok iyi, kızım. Sen bana kendinden söz et. Biliyorsun benim lokantayla bir
ilgim kalmadı. O, senin artık. Kibarlık gösterip nezaketen soruyorsan ona
karıĢmam. Zaten ben kızımın nezaketini, kibarlığını, zekâsını, neyi becerip neyi
beceremeyeceğini çok iyi biliyorum. Sen bana Selim‟le olan iliĢkinden söz et. Yani
mutlu musun? Ġyi yaptığına inanıyor musun?”
* *
*
Mustafa ile kızı Oya, öylesine anlaĢmıĢlardı ki aynı zamanda bir anne kız
olabiliyorlardı. Yani bir genç kızın yalnız annesiyle konuĢabileceklerini, babasıyla
rahatça konuĢabilirdi. Mustafa, bu iĢi mükemmel baĢarmıĢtı. Örneğin, Oya genç
kızlığa girdiğinde, kendinde olan değiĢimi babasına anlatmıĢ, babası da ona ne gibi
önlem alması gerektiğini söylemiĢti. ĠĢte o akĢam da bu rahatlıkla
konuĢabiliyorlardı. Bir anne kız oturmuĢ konuĢur gibi. Ya da iki kız arkadaĢ
[43]
konuĢur gibi içten ve rahatlıkla utanmadan, çekinmeden konuĢuyorlardı.
Oya,“Baba, perĢembe akĢamı Selimler bize gelecekler.”
“Hayrola kızım bu nereden çıktı?”
“Senden beni isteyecekler.”
“Lokantada Selim‟e söyledim ya kızım. Bu yetmedi mi?”
“Sen, kız gelin ediyorsun. Hiç istenmeden olur mu? Annesi, babası,
kardeĢleri gelip beni senden isteyecekler. Sen de biraz naz edip, „DüĢünelim
bakalım‟ diyeceksin. Onlar, ısrar edecekler, sen bana soracaksın. Ben de, „Ben ne
karıĢırım. Sen bilirsin babacığım,‟ diyeceğim. Sonra da sen: „Allah nasip etmiĢse
ben ne diyebilirim. Verdim gitti,‟ dersin. Olur biter. Bu kadar basittir.”
“Demek bu kadar basit öyle mi? Ben ne veriyorum., ya da ne satıyorum ki bu
kadar basit olsun? Çok üzdün beni, senden bunu beklemezdim,” dedi. Oya bu
duruma çok üzülmüĢtü. Böyle mutlu bir gününde babasından bu yanıtı
beklemiyordu. Oysa babası ona bir Ģaka yapmıĢtı. Oya bunu anlamamıĢ ciddiye
almıĢtı. Mustafa Bey de yaptığı bu Ģakaya üzülmüĢtü. O kızının böyle üzüldüğünü
hiç görmemiĢti. Yaptığı Ģakaya kendisi de üzüldü. Kızının gönlünü almak için:
“Üzülme benim nazlı kızım. Ġnan bana Ģaka yapıyordum. Biraz eğlenecektim.
Sen merak etme. Nasıl istersen öyle olacak. Bundan emin ol. Haydi, Ģimdi gül de
yüzünden Ģu üzüntülü hava gitsin. Hadi bakayım,” diye aldı onu bağrına bastı.
Yanaklarını öptü. Gıdıkladı. Ta güldürünceye değin uğraĢtı. Oya rahatlamıĢtı.
Babasının Ģaka yaptığına inandı:
“Ama insan böyle bir Ģakayı nasıl yapar?” dedi.
“Cumartesi de
bizim lokantada niĢan yapacağız. Nikâhla düğün aynı günde önümüzdeki ay sonunda
veya ertesi aybaĢında yapalım diye düĢünürüz. Onu da Selim‟in anne babasıyla siz
belirleyin. „Bu kız bize bir Ģey bırakmamıĢ,‟ demeyin. Sonra bugünlerde bana
deminki gibi Ģaka da yapmayın lütfen. Bu günlerde ben de halimden memnun
değilim. Bazı sözleri yanlıĢ anlıyorum. Böyle bir durum olursa lütfen sen de
gücenme baba olur mu? Sen benim için her Ģeyden değerlisin babacığım, sen
benim her Ģeyimsin. Senin için terk etmeyeceğim hiçbir Ģeyim yoktur. Asıl sen
söyle bana, birden bire olan bu iĢ nedir? Nasıldır? Ben hâlâ olayın etkisindeyim.
Sen nasıl değerlendiriyorsun? Eğer Ģu anı soruyorsan çok mutluyum. „PerĢembe
akĢamı gelin beni babamdan isteyin,‟ dedim. „Babam verirse cumartesi burada
niĢan yaparız. Önümüzdeki ay, yetiĢtiremezsek bir sonraki aybaĢında da nikâhla
düğünü birlikte yaparız,‟ dedim. Ġkimiz de yirmi beĢinci yaĢı geride bırakalı çok
oldu. Neredeyse otuzuna geldik sayılır. Ben sana iĢin doğrusunu söyleyeyim mi
baba? Bunu ona da söyledim. Ben aslında Selim‟i çok sevdim baba. Bu akĢam o
açılmasaydı ben ona açılıp söyleyecektim,” deyince Mustafa Bey:
“Selim‟i ben de çok sevdim. Yukarı yanınıza geldiğimde Ģayet anlaĢamamıĢ
olsaydınız, ben ne yapıp edip sizi anlaĢtırmaya çalıĢacaktım. Peki, sen Selim‟e
söylediğinde o ne dedi?”
“Ne diyecek? Çok sevindi, mutlu oldu.”
[44]
“Bak kızım, üç kiĢinin üçü de aynı anda bir Ģey düĢünür de içlerinden biri
bu iĢi öbürlerinden önce yaparsa bilin ki bu iĢ, çok hayırlıdır. Dilerim ve isterim ki
böyle olsun. Hadi artık yatalım. Nerdeyse sabah olacak. Sana iyi geceler dilerim
benim güzel kızım.”
“Sana da babacığım. Allah rahatlık versin,” diyerek ikisi de odalarına
çekilip yataklarına girdiler
* *
*
Selim, o akĢam evine her zamanki alıĢkanlığından önce gitmiĢti.
Ailesinden hiç birisi henüz yatmamıĢtı. OturmuĢ çay içiyorlardı. Babası Hidayet
Bey:
“Hayrola Selim, bu akĢam erkencisin oğlum. Kötü bir Ģey mi oldu?” deyince
Selim de:
“Hayır baba, kötü değil, çok güzel bir Ģey oldu. Eğer bir çay da bana
verirseniz, yanınıza oturur size de anlatırım,” dedi. KardeĢi Tansel hemen
kalkarak çay getirmeye gitti. Ġçerden bağırıp duruyordu:
“Ne olur ağabey, beni bekle sakın baĢlama olur mu?”
Çayı acele ile koĢarak getirdi:
“Sağ ol ağabey artık anlatabilirsin,” dedi.
Selim, “BaĢ üstüne küçük hanım,” diye söze baĢladı. “Baba, dediğin oldu. Sen
çok istiyordun Benim de aklımı çeldin. Sonunda oldu. Bu akĢam Oya‟ya evlenme
teklif ettim. O da kabul etti. PerĢembe akĢamı sizleri bekliyorlar, babasından
Oya‟yı bana istemek için.” Hidayet Bey, bu habere biraz ĢaĢırmıĢ gibi:
“Dur bakalım. Nasıl oldu bu iĢ? ġöyle ayrıntıları ile anlat da bizi aydınlat.”
Sonra hane halkına dönerek, “Siz de gürültüyü kesin, Selim‟in anlatacaklarını
sessiz ve sakin dinleyelim,” dedi.
Selim, “ġadan Teyze gelmiĢ helva yapıyordu. Biz de hepimiz merakla onu
izliyorduk. Ben arada sırada çıkıp meĢk yapıyordum. Bir ara akĢamüzeri aĢağı
indim. Baktım helva yapılmıĢ, herkes tadına bakmak için bir parça almıĢ. Oya bir
masada oturmuĢ yemek yiyor. Beni çağırdı. Yanına gittim. „Sen acıkmadın mı? Otur
birlikte yiyelim,‟ dedi. Ben de oturdum. Garsona, „Oya Hanım‟ın yediğinin ve
yiyeceğinin aynısını bana da getir,‟ dedim. Benim yemek de geldi, birlikte yemeğe
baĢladık. Yemek sırasında konuĢurken hep siz, siz diye konuĢuyordu. Ben de ona,
„ġu sizi bırakıp, senlibenli konuĢsak daha iyi olmaz mı?‟ diye sordum. O da bana,
„Sen istesen, hayat boyu senli benli konuĢuruz,‟ deyince fırsatı değerlendirip ona,
„Benimle evlenir misin?‟ diye sordum. Önce biraz ĢaĢırmıĢ gibi yaptı, sonra „Evet,‟
dedi. Kendisini babasından istemek için, „Annem, babam ne zaman gelsinler?‟ diye
sordum. „PerĢembe akĢamı buyursunlar,‟ dedi. NiĢan gününü belirledik. Nikâh ve
düğünü de sizlerin belirleyeceğiniz bir günde, önümüzdeki ayda veya bir sonraki
aybaĢında yapmak isteriz. ĠĢte bütün olay budur,” dedi. Sözünü bitirdi. Bunun
üzerine evde bir alkıĢ ve Ģamata baĢladı. Bunun üzerine babası:
[45]
“Ben söylemiĢtim sana bu iĢin olacağını. Çok sevindim. Hayırlı olsun.
BaĢarılar ve mutluluklar dilerim. Oya‟yı ben de çok sevdim. Bir kere güzelliği
herkeste bulunacak bir güzellik değildir. Ġkincisi, görgüsü ve terbiyesi ile dikkat
çekiyor. Kısaca her yönüyle mükemmel bir kız. Ben çok sevindim. Sonra o gün
köydeki tavrı, hareketi, bana ve annene karĢı gösterdiği sıcak ve samimi ilgi ile
beni de anneni de çok memnun etmiĢti. Annenle konuĢtuk. Bir iki gün sonra senden
bir hareket olmazsa biz baĢlayacaktık. Oya‟yı babasından istemeye senden izin
alacaktık. Demek ki bütün bunlara gerek kalmadan iĢi bitirdiniz Sağ olun.” Burada
annesi Hatice Hanım da kocasının sözünü kesercesine:“Azıcık iki söz de ben
söyleyeyim. Sen zaten her Ģeyi söyledin. Oğlum ben de çok sevindim. Oya‟yı ben
de çok sevdim. Hele o gün köyde bir ara yan yana gelmiĢtik. KonuĢuyorduk. Oya
bana sokulup, „Hatice Teyze, ben anne sevgisini hiç tadamadım. Ne sevmeyi ne de
sevilmeyi bilirim. Sizi öylesine sevdim ki buna bir anne sevgisi diyebilir miyiz
bilmiyorum. Onu hiç tadamadım. Ama inanın sizi de çok sevdim‟ dediğini hiç
unutamıyorum.”
Bunun üzerine onu bağrıma bastım. Saçlarını okĢadım. Teselli etmeye
çalıĢtım. Ben de çok üzülmüĢtüm. Kaç gün oluyor aklıma geldikçe gözlerim
sulanıyor. ġimdi resmen benim kızım olacak, ben de onun annesi olacağım.”
Bu sırada Tansel ve Cansel‟in sesleri bir koro halinde çıktı:
“Biz de kardeĢleri olacağız, değil mi anne?”
Bu konuĢmalar, Oya‟yı bütün ailenin benimsemiĢ ve istiyor olduğunu
gösteriyordu. PerĢembeye daha iki gün vardı. Hidayet Bey ve Hatice Hanım:
“Bu iki günü nasıl geçireceğiz?” diye sabırsızlanıyorlardı. Bu sabırsızlıkla
karı koca kendilerini sokağa attılar. Önce bir Ģekerciye gittiler. Güzel ve değerli
çikolatalardan bir kutu hazırlattılar. Sonra kutuyu seçtiler. Onu güzelce ambalaj
yaptırdılar. Bir kuyumcuya gittiler, birkaç altın takı seçtiler. Bir giyim mağazasına
gidip Oya için güzel bir niĢan elbisesi aldılar. Bildikleri bir çiçekçiye gidip güzel
bir demet hazırlamasını söyleyip eve geldiler. Her iĢi bitirmiĢlerdi. Artık
yapılacak baĢka iĢleri kalmamıĢtı. Günlerden çarĢambaydı. Yarın akĢamı beklemek
gerek, bu da otuz dört, otuz beĢ saat demekti. Karı koca öylesine sabırsızlardı ki
evde duramıyorlardı. Çıkıp sokakta dolaĢmaya baĢladılar. O gün akĢama değin
orası senin, burası benim, gezdiler, tozdular. Zaman öldürmeye çalıĢtılar. AkĢam
olunca evlerine geldiler. Yemeklerini yediler. Teoman‟la Tansel‟e:
“Hadi hazırlanın sinemaya gidiyoruz,” Dediler Onları da yanlarına alarak
topluca sinemaya gittiler. Sinemadan çıkıp eve geldiklerinde vakit epeyce
geçmiĢti. Hemen yatıp uyudular.Beklenilen gün gelmiĢti. ġimdi, yalnız akĢamı
beklemek gerekiyordu. Kahvaltıdan sonra Hatice Hanım‟la Hidayet Be yine sokağa
çıktılar. Yapılacak bir iĢleri kalmamıĢtı. Onlar da akĢam olmadan eve dönmediler.
AkĢamüzeri çiçekçiye uğrayıp bir gün önceden ısmarladıkları demeti sordular.
Çiçekçi, dükkânın içinden getirip verdi Karı koca ikisi de çok beğendiler. Alıp eve
getirdiler. Yemeklerini yiyip hazırlıklarını yaptıktan sonra Mustafa Beyler‟e doğru
[46]
yola koyuldular. Bu akĢam yemeğe Selim de gelmiĢti. Selim, anne ve babası, iki de
kardeĢi Mustafa Bey‟in kapısını çaldılar. Kapıyı Oya açtı:
“Buyurun, hoĢ geldiniz,” Diyerek onları içeri aldı. Yerlerine oturttu. Teker
teker hoĢ geldiniz diyerek Hidayet Bey‟le Hatice Hanım‟ın ellerini öptü. Teoman‟la
Tansel‟in yanaklarından öperek Selim‟le el sıkıĢıp “HoĢ geldin,” dedi. Levent
Mustafa koltuğunda oturmuĢ olayları izliyordu. Birbirlerini daha önceden tanımıĢ
olmanın verdiği rahatlıkla gayet içtenlikli bir söyleĢiye girmiĢlerdi. Hatice Hanım
Oya ile oturmuĢ söyleĢiyorlardı. Selim de kardeĢleri ile söyleĢiye tutuĢmuĢ gibi
görünse de onun gözü kulağı Oya‟da idi. Oya, bu akĢam bir baĢka güzel olmuĢtu.
Giyimi, kuĢamı, davranıĢları sanki özel bir eğitimden geçmiĢ gibiydi. KonuĢması,
konuĢurken sözcükleri seçiĢi, cümleleri kuruĢu bile dikkat çekiyordu. Kısaca Oya,
bu akĢam yalnız çok güzel değil, tek baĢına bir güzellikler demeti idi. Onu böyle
görüp de hayran olmamak elde değildi. Ona hayran olmak için erkek olmak da
gerekmezdi. Bu haliyle yalnız bayanlar topluluğuna girse onları da âĢık ederdi
kendine. Selim, ailesinin de bütünü o akĢam âĢık olmuĢlardı Oya‟ya. Kahvelerini
çikolatalarını aldılar. Kahveler içilip çikolatalar yendikten sonra Oya fincanları
topluyordu ki Hidayet Bey söze baĢlayarak:
“Mustafa Bey kardeĢim, bu akĢam sizi tüm aile bireylerimizle birlikte
gelerek rahatsız ediĢimizin nedeni, Allah‟ın emri, Peygamber Efendimiz Hazret-i
Muhammed Mustafa(s.a.v)‟nın kavli ile kızınız Oya Hanımefendi‟yi, oğlumuz Selim‟e
eĢ olarak vermenizi rica etmektir. Eğer lütfeder de „Olur,‟ derseniz, hem Selim‟i
sevindirmiĢ, hem bizleri mutlu etmiĢ olursunuz efendim. Gelin lütfen kırmayın
bizleri, olur mu efendim?” Mustafa Bey, yerinde Ģöyle bir doğrularak:
“Hidayet Bey, Hatice Hanım, Selim oğlum, sevgili Teoman, güzel Tansel, beĢiniz
birden kalkmıĢ evimize gelmiĢsiniz. Tanrı misafiri sayılırsınız. Önce beĢinize
birden hoĢ geldiniz derim. HoĢ geldiniz! Dinimiz bize Tanrı misafirleri boĢ
döndürülmez diye buyurmuĢtur. El-Hamdülillâh biz de müslümanız. Allah‟ımızın
emirlerine boynumuz kıldan incedir. BaĢka ne diye bilirim ki. Hele benden istenen
beni istemeyen bir kız ise verdim gitti. Allah mübarek eylesin, kendilerini mutlu
etsin. Âmin! Buyurun alın götürün. Oya sizin kızınız artık,” deyince Oya‟dan bir
hıçkırık sesi yükseldi. Bütün herkes onun baĢına toplandı. Oya hıçkıra hıçkıra
ağlıyordu. Mustafa Bey, yanına gelip onu bağrına basarak:
“Kızım benim. Ne oldu yavrum. Neye üzüldün? Yoksa Selim‟i istemiyor
musun? Bana açık söyle sen kimi istiyorsun? Ġstersen ben kızımdan vazgeçmem.
„Beyler, vermiyorum,‟ da diyebilirim. Yeter ki sen ağlamaktan vazgeç, konuĢ
benimle. Hadi sil gözünün yaĢlarını. Yoksa ben de seninle ağlayacağım. Hadi yeter
artık,” deyince, Oya:
“Anladım baba, sen bu akĢam beni çıldırtacaksın. Maksadın bu ise baĢardın seni
kutlarım. Sen de biliyorsun ki benim en mutlu gecemdir. Lütfen böyle bir akĢamda
dokunmayın bana. ĠĢte açıkça söylüyorum. Ben yaĢamımda ilk kez bir insan sevdim.
Hatta ona âĢık oldum. Herkes duysun: Selim‟i sevdim, Selim‟e âĢık oldum. Bu
[47]
babamı istemiyorum demek değildir. Babamı da çok seviyorum. Benim babam
babaların en güzelidir. Bu Selim‟e duyduğum aĢkı azaltmaz, Selim‟in aĢkı da
babama duyduğum sevgiyi azaltmaz.”
Böylece baba kız dargınlığı atarak sarıldı öpüĢtüler.
“Hadi, istediğin oldu. Getir de Ģampanyamızı, birer bardak atalım,” dedi.
Oya, Tansel‟e, “Hadi Tansel gel bana yardım et de getirelim,” dedi. Birlikte
mutfağa gittiler. Bir süre sonra Tansel, elinde bir masa örtüsü ile geldi. Onu
masanın üstüne Teoman‟la yaydılar. Tansel geri gitti. Bu kez ellerinde dolu
tabaklar olduğu halde Oya ile birlikte geldiler. Tabakları masanın üstüne
bıraktılar. Kendileri geri içeri giderken Oya:
“Selim, sen de aileye katıldın artık. Gel sen de Ģu tabakları yerleĢtir
lütfen,” deyiverdi. Selim yerinden kalktı., tabakları yerleĢtirdi. Oya ile Tansel,
elleri dolu bir daha geldiler. Selim ve Teoman bu kez masanın üstüne
koydurmadan ellerinden alarak masaya yerleĢtirdiler. TaĢıyıcılar birkaç kez daha
gitti geldiler. Teoman‟la Selim de onları karĢılayarak ellerinden alıp masaya
dizdiler. Böylece masanın üstü yemek, kuru yemiĢ ve tatlı ile dolmuĢtu. Tatlı,
ġadan Hanım Helvası idi. En son olarak Oya, elinde bir ĢiĢe Ģampanya ile geldi.
Oturanlara seslenerek:
“Hanımlar, Beyler, lütfen sofraya buyurun!” diye onları masaya çağırdı.
Oturanlar, hep birlikte kalkıp masaya geldiler. Masanın çevresinde halka olup
ayakta duruyorlardı. Mustafa Bey, Oya‟nın getirdiği Ģampanyayı alarak:
“Böyle bir gecede Ģampanya patlatılmaz da ne olur?” diyerek Ģampanya
ĢiĢesinin kapağını açtı. ġiĢe açılırken, “Pat!” diye bir ses çıktı. Herkes alkıĢladı.
FıĢkırarak çıkan Ģampanya bardaklara dökülerek bekleyenlere sunuldu. Herkes,
Oya‟yı ve Selim‟i kutladılar. Sofrada da meyveler ve tatlı yenilir, kuruyemiĢ
atıĢtırılırken konuĢulup düğün günü de saptandı. Bir sonraki ayın ikinci pazarına
söz verildi. Düğün Oya‟nın lokantasında olacaktı. Diğer konular da görüĢülüp
kararlaĢtırıldı. Gece kalkıp eve gidilirken, her Ģey konuĢulmuĢ karara
bağlanılmıĢtı. Böylece herkes, evine giderken Ģunu da unuttuk diyecek bir konu
kalmamıĢtı. O nedenle herkes evine girip yatağa yattığında rahatça uykuya
daldılar. Sabahleyin erken kalkan Selim, bizim Kör Salih takımına ayrı ayrı telefon
ederek akĢamki olayı ve cumartesi niĢan olacağını duyurdu. BeĢ arkadaĢ da çok
sevindiler. Mutlu Bey‟in çocukları Yağmur ve Damla olayı duyunca babalarına ve
annelerine:
“Bakın bize inanmıyordunuz. ĠĢte gördünüz sonucu. ġimdi inandınız mı bizim
doğru söylediğimize?” diyerek anne ve babalarından adeta öç alıyorlardı.
MutluÖğretmen de, eĢi Mahide Hanım da çocuklarına karĢı çok utanılacak duruma
düĢmüĢlerdi. Mutlu Bey durumu düzeltmeye çalıĢıyor, eĢi Mahide Hanım onu
destekleyerek yardım ediyordu. Ama boĢuna, çocuklar bir kere kazandıkları
zaferi ve onun mutluluğunu yitirmek istemiyorlardı. Sonunda onlardan birer ödün
koparmayı baĢardılar. Düğünde yeni birer giysi almaya razı olular. Çocuklar da
[48]
bunun üzerine sustular. Hasan, Ömer, MutluÖğretmen‟in üçünden de söz almıĢtı.
Bir kiĢi kalmıĢtı, Turgut, onu da annesine söyler bilgilendiririm diye düĢündü,
kalkıp lokantaya gitti. Bir de ne görsün, Turgut‟la annesi ġadan Teyze daha önce
gelmiĢler, orda oturmuĢ çay içiyorlardı. Turgut, Selim‟i görünce:
“ġehirde bugün çok iĢim var. O yüzden annemle birlikte geldik bir saate
yakındır Oya Hanım beni burada bekletiyor. Bana söyleyecek çok önemli bir söz
mü, haber mi ne varmıĢ sende. Beni bırakmadı bir türlü. NeymiĢ bu söz ya da
haber, Hadi söyle de iĢime geç kalmayım.”
“Ben seni bir saattir köyden arıyorum. Ben de gider annesine söylerim, o
iletir dedim. Mademki elime düĢtün seni bırakır mıyım sanıyorsun? ĠĢin ne olursa
olsun pazartesiye ertele. Bu gün iĢin benimledir.”
“ġu merak ettiğim söz mü? Haber mi? Nedir? Sabahtan beri çatlayacağım
meraktan. Beni bu sıkıntıdan kurtar da bir hafta kalayım seninle. Hadi kardeĢim
söyle Ģunu ne ise Allah AĢkına,” deyince Selim biraz yumuĢadı. Bu sırada Oya da
yanına gelmiĢti. Oya‟yı kolundan tutarak:
“Biz niĢanlanıyoruz Turgut,” dediler. Turgut ĢaĢırmıĢtı:
“Ne, ne yapıyorsunuz? Kiminle?” diye kekelemeye baĢladı.
Selim, “Görmüyor musun yahu? Kolundan tuttuğum Ģu kâinat güzeli Oya ile iĢte.
Yarın akĢam burada niĢanımız var. Sen de davetlisin. Yalnız sen değil bütün ailen
davetlidir. Tümünüzü bekliyoruz. Bak iĢte ikimiz birlikte davet ediyoruz. Değil mi
Oya Sevgilim?” diye Oya‟yı da davet etmeye katınca, Oya:
“Selim, doğru söylüyor. Yarın akĢam niĢanımız var. Sizleri de bütün ailenizle
birlikte bekleyeceğiz. Gece, Selimler bize beni istemeye geldiler. Babam da „Olur‟
dedi. Önümüzdeki ayın sonunda ya da ertesi ayın ikinci pazarında da düğünümüz
var. Ona da Selim‟den önce ben davet etmiĢ olayım. Oldu mu Turgut Bey?
Beklettiğime değdi mi?” deyince, Turgut:
“Vallahi değdi, billahi değdi. Ben çok ama çok sevindim. Ne diyeceğimi
bilmiyorum. Benim artık baĢka iĢim yok seninleyim Selim KardeĢ, söyle, ne emrin
varsa baĢım üstüne. Yalnız izin verin unutmadan sizleri bir tebrik edeyim. Oya
kardeĢ, sizleri Allah mesut eylesin. Selim kardeĢ, seni de Oya ile mutlu yaĢatsın.
Dilerim Allah‟tan çok mesut olursunuz. Ġkinizi bir yastıkta kocatsın. BaĢka ne
denir bilmiyorum. Bildiğim birkaç söz vardı onu söyledim. ĠnĢallah doğru
söyledim,” dedi. Bu sözlerden dolayı Selim çok duygulanmıĢtı:
“Turgut KardeĢ. KeĢki herkes de senin gibi içten konuĢsa. Sen öyle güzel,
öylesine anlamlı konuĢtun ki. Söylenebilecek baĢka söz kalmadı sanırım. Biz ikimiz
de sana candan teĢekkür ederiz. Sağ olasın, var olasın,” dedi. Oya da çok
duygulanmıĢtı:
“Selim‟in sözlerine benim ekleyecek bir Ģeyim kalmadı. Turgut KardeĢ, ben
bu güzel sözler ve bu içtenlikli düĢüncen için sana teĢekkür ederim.” Bu sırada
ġadan Teyze yanlarına gelmiĢti. Son sözleri duymuĢ merak etmiĢti:
[49]
“Ne oluyor çocuklar bu teĢekkürler ne için? Bana da söyler misiniz?”Bunun
üzerine Turgut annesinin kulağına eğilip bir Ģeyler söyledi. ġadan Teyze birden
çok sinirlenmiĢti:
“Oğlum bunun gizli söylenecek nesi var? ġunu açıkça yüksek sesle söylesen
olmaz mı?” dedi. Turgut da bunun üzerine:
“Anne, Selim‟le Oya Hanım evleniyorlarmıĢ. Yarın akĢam da niĢanları
olacakmıĢ,” diye yüksek sesle duyurdu. Bu sesi lokantadaki herkes duymuĢtu.
KoĢup yanlarına geldiler. ġadan Teyze:
“ġöyle herkes benim arkama geçsin. Bu iĢ parayla değil sırayla olacak.
Dizilin bakayım,” diye bağırırken bir erkek sesi:
“Ben de sıraya girecek miyim?” diye bağırıyordu. Oya bu sesi tanıdı:
“Hayır efendim. Sen bu iĢi gece yaptın, babacığım,” dedi. Sıradakiler
tebriklerini sunduktan sonra Selim, Turgut‟a:
“Sahiden senin önemli bir iĢin var mıydı?” diye sordu.
“Hiçbir iĢim yok artık. Bütün gün seninleyim”
“Öyleyse seninle bir yere gidelim.”
“Uzaksa benim araba da burada. Onunla gideriz.”
“Yakın değil. Oldukça uzak. Hadi öyleyse gidelim,” dedi.
Ġkisi birden dıĢarı çıktılar. Turgut‟un arabasına gittiler. Arabaya binip
Selim‟in yarım bıraktığı okuluna doğru yola koyuldular. Selim tam üç yıldır
uğramıyordu okuluna. O nedenle acaba kendisini tanıyacaklar mı diye çok merak
ediyordu. Okula geldiler. Turgut okula girmek istemedi:
“Sen gir. Ben burada seni beklerim,” dedi.
Oysa Selim, onu yanında getirirken, ondan güç almak istemiĢti. Gerçekten müthiĢ
bir korkuya benzer bir duygu kaplamıĢtı tüm bedenini. Turgut‟a bunu anlatınca
razı oldu, birlikte girdiler içeri. Kapıdan içeri girince koridorda dolaĢan öğrenci
kalabalığının arasına karıĢtılar. Kimseyi tanımıyorlardı. Öğretmenler odasına
gittiler. Ġçerde bir yığın öğretmen oturuyordu. Herkes kendi havasında, ya bir
arkadaĢıyla konuĢuyor, ya da elinde bir nesne ile uğraĢarak zaman öldürüyordu.
Selim bir köĢede durmuĢ tanıdık birisi var mı diye bakarken Saadettin Hoca‟yı
gördü:
“Hocam, beni tanıdınız mı? Ben…”
“Dur,” dedi Saadettin Hoca. “Sen Ģey değil misin? Sus sakın söyleme ben
tanıyorum seni. Sen, Selim değil misin?”
“Evet Hocam, ben Selim‟im.”
“Sen nerdeydin be Selim. Gel Ģöyle yanıma otur da seninle biraz konuĢalım.
O arkadaĢın mı? Gel sen de gel, otur Ģuraya. Dersim yok, sizinle bir saat
konuĢabiliriz. Ondan sonra dersim var. Her halde derse girmem için izin
verirsiniz,” dedi. Bu sırada içeri çaycı girmiĢti. Hoca elini kaldırarak onu yanına
çağırdı. Üç çay istedi. Çaycı üç çayı bırakıp gitti. Hoca hep sorular soruyor Selim
sürekli susuyordu. Sonunda Hoca:
[50]
“E, hep ben soru soruyorum. Sen susuyorsun. Sen hiç mi
konuĢmayacaksın?” deyince, Selim:
“Sorduğunuz sorular hep geçmiĢimle ilgili idi, o nedenle sustum. Oysa ben
buraya gelecekle ilgili konuĢmaya gelmiĢtim. Sayın Hocam, ben niĢanlandım.
Gelecek ayın on beĢinde de düğünümüz olacak. Asıl bu konuyu konuĢacaktım,”
deyince Saadettin Hoca:
“Sen bu konuyu Müdür Bey‟le bir konuĢ,” dedi.
“Ben tanır mıyım kendisini Hocam?”
“Tabi tanırsın, on yıldır okulun müdürüdür. Kesin senin de hocandır. Çok iyi
bir insandır. Hiç çekinme yanına git. Derdini anlat, çözüm iste. Hatta kalk hemen
git. Ders zili çalınca belki derse girer. Gitmeden bana yine uğra sana
söyleyeceklerim var. Sakın unutma. Hadi çabuk ol.”
Saadettin Hoca Selim‟i çok seven, Selim‟in de çok sevdiği bir
Hocaydı.Selim, öğretmenler odasından çıkıp, hemen yanındaki odanın kapısını
vurdu. Ġçerden “Gel!” sesini duyunca, kapıyı açarak içeri girdi. Müdür onu
tanımıĢtı:
“Oooo! Bizim kaçak Selim gelmiĢ. Gel bakalım. HoĢ geldin, safalar getirdin.
Seni gökte arıyorduk, meğer sen de yerde imiĢsin. ġöyle yanıma gel, otur da anlat
nerelerdeydin?” Selim bu kez baĢtan sözünü kesti Müdür‟ün:
“Sayın Hocam, eğer saygısızlık saymazsanız ben geçmiĢimi unuttum. ġimdi
geleceğim için yaĢamak istiyorum. Az önce Saadettin Hocam‟a da arz etmiĢtim. O
da anlayıĢla karĢıladı beni. Sizden de rica etsem, bana geçmiĢimle ilgili soru
sormaz mısınız?” deyince Müdür de anlayıĢ gösterip ona söz verdi. Okul Müdürü:
“Bak Selim, sen mezun olacaksın diye ben, okula yeni bir kadro istemiĢtim.
Biraz gecikti ama iyi de oldu. Gel bu haziranda sınavlara gir; sanırım bildiklerini
unutmamıĢsındır. Mezun ol, gel, kadron seni bekliyor. Bu yılın sonuna değin
doldurmazsak bu kadroyu çekerler. O zaman sen de periĢan olursun, okul da
değerli bir öğretim elemanından yoksun kalır. Ne dersin? Sen önce benim sorumu
yanıtla, sonra da seni dinleyeceğim,” dedi, sustu. Bu sırada Okul Müdürü masanın
çekmesinden bir kâğıt çıkarıp masanın üstüne koydu. Elinde bir dolma kalem
tutuyordu. Selim hiçbir Ģey söylemiyor, düĢünüp duruyordu. Turgut, ĢaĢkın ĢaĢkın
onlara bakınıyordu. Hiç bir Ģey anlamıyor olsa da bunun Selim için çok güzel bir
Ģey olduğunu kabul ediyor, içinden “Evet!” demesi için dua ediyordu.
Okul Müdürü Sessizliği bozarak: “Benim vaktim dar, seni daha fazla
bekleyemem. Hadi söyle. Ne diyeceksen,” dedi. Selim bu sert uyarıdan nasibini
almıĢtı. Sanki derin bir uykudan uyanmıĢçasına, baĢını kaldırarak: “Sayın Hocam,
bu teklife eskiden olsa bin canla „Olur,‟ derdim. Benim yarın akĢam niĢanım var.
Önümüzdeki aydan sonraki ayın ikinci pazarında da düğünümüz olacak.
Evleniyorum. O nedenle size bir yanıt veremiyorum. EĢim olacak kızla görüĢüp
anlaĢmadan bir Ģey söylemeye hakkım olmadığına inanıyorum. Size de bu nedenle
geldim. „Düğünümde bana yardım edebilir misiniz?‟ diye sormaya gelmiĢtim. Yalnız
[51]
bu yardım parasal maddi yardım değil. Çok Ģükür, onu karĢılayacak durumdayız.
Benim isteğim düğünümü Ģenlendirecek bir yardım. Sayın Hocam, bunu benden
esirgemezsiniz umarım,” dedi ve sustu. Bunun üzerine Okul Müdürü: “Bak Selim,
seni bütün öğretmenler arıyorlar. Hepsinin de en az benim kadar seni sevdiklerine
ben tanıklık ederim. Bu haberi duyunca onların da çok sevineceklerini biliyorum.
Ġnan bana bu iĢi okulumuzun bütün olanaklarını kullanarak yapacaklardır. Yalnız
ben yine ilk konuya geleceğim. Gel sen Ģu kâğıdı al imzalama, doldur bana bırak.
Ġnan bana. Sana söz veriyorum, aramızda kalacak. Benden baĢka kimsenin bilgisi
olmayacak. Sen gelin hanım kızımla görüĢüp anlaĢabilirsen gel bana söyle iĢleme
koyarım. Yok, Allah korusun anlaĢamazsanız. Ne yapalım kısmet değilmiĢ der
yırtar atarım. Yalnız bana söz ver. AnlaĢırsanız gelirken niĢanlını da getir.
GörüĢelim, tanıĢalım. Bir Ģey daha, bu iĢ için beni çok bekletme, sana bir hafta
süre tanıyorum. Oldu mu? Yeter mi?” Selim bu sözler üzerine biraz toparlanmıĢ,
kendine gelmiĢti:
“Sayın Hocam, bir hafta çok, belki yarın belki pazartesi günü geliriz. Yarın
için kesin söz veremem çünkü niĢanımız var. En güzeli pazartesidir. ĠnĢallah Oya
ile geliriz. Oya niĢanlımın adıdır.”
Kâğıdı aldı. Bu bir formdu. Okul dıĢından bitirmelere girecekler için düzenlenmiĢ
bir formdu. Selim inceledi, gereken yerlere yazılar yazdı. Müdür Bey‟e verdi.
Müdür Bey inceledi:
“Tamam, iĢte oldu. BaĢarılar dilerim. Hayırlı olsun,” diyerek geri masanın
çekmesine koydu. Selim ve Turgut izin isteyerek kalktılar. Öğretmenler odasına
girdiler. Saadettin Hoca bir köĢede yalnız oturuyordu. Yanına gidip Allah‟a
ısmarladık diyeceklerdi. Saadettin Hoca, “Ne yaptınız görüĢtünüz mü?” diye
sordu. Selim, “Evet Hocam, görüĢtük. Sağ olsun. Beni kapıdan girerken tanıdı. Çok
iyi karĢıladı. KonuĢtuk. AnlaĢtık. Çok güzel geçti,”Birden arkasında bir ses duydu:
“Ayol bizim Selim değil mi bu? Ay Vallahi kendisi! HoĢ geldin Selim,” diye
elini uzattı. Zehra Öğretmendi bu. Selim de uzanan eli öpüp baĢına koydu.Zehra
Hanım, “Selim, nerelerdeydin? Nasılsın söyle bakalım,” dedi.
“Sağ olun Hocam. Ġyiyim. Siz nasılsınız? EĢiniz çocuklarınız nasıllar
Efendim?”
“Onlar da iyiler. MaĢallah turp gibiler. Sen benim ilk soruma yanıt vermedin:
„Nerelerdeydin?‟ diye sormuĢtum, yanıt vermedin.”
Selim, iĢi uzatmamak için: “Uzun hikâye hocam. Bir daha ki geliĢimde
anlatırım inĢallah. ġimdilik Allah‟a ısmarladık,” deyip el sıkıĢarak çabucak odadan
çıktı. Turgut da peĢinden çıktı. Doğruca kapının önündeki arabalarına binerek
oradan uzaklaĢtılar. Ġkisi de konuĢmuyordu. Önce Turgut söze baĢladı:
“Yahu, Selim kardeĢ, niye susuyorsun? ġimdi okulda falan değilsin. KonuĢ da
rahatla biraz,” deyince, Selim‟in aklı baĢına geldi. O hala okulda müdürün
yanındaydı:
[52]
“Allah razı olsun Turgut kardeĢ. Gerçekten ben hâlâ Müdür Bey‟in
odasında onunla konuĢuyordum. Beni uyandırdın. Adam bana neler söyledi biliyor
musun? ġu dünyayı bütünü ile bağıĢlasa böyle mutlu olmazdım. Çocukluğumdan
beri hayalim olan bir Ģeyi ayağımın önüne saçtı. Orada sevinç çığlığı atamadığıma,
düĢüp heyecandan bayılmadığıma ĢaĢıyorum. Ama ben bu sevinci Oya ile
paylaĢmalıyım. Ona niĢan hediyesi olarak bunu vereceğim. Bundan daha iyi bir
hediye olur mu hiç. Bu, bugüne değin tüm kızlara verilmiĢ niĢan hediyelerinin en
güzeli, en değerlisi olur. Sağ ol Turgut kardeĢ. Bunu sana, senin uğuruna
borçluyum. Sağ ol, var ol. Öylesine mutluyum, öylesine sevinçliyim ki bir an önce
bunu Oya ile paylaĢmalıyım.”
Turgut, arabayı durdurmuĢ, “Buyur Selim Bey, paylaĢacak mısın, üleĢecek
misin? Hadi in arabadan,” diyordu.
Selim, “Geldik mi?” diye sordu.
“Bu arabayla lokantanın içine mi girelim? Arabayı aldığımız yere geldik.
Bundan sonra kalan yolu yürüyeceğiz, zahmet olmazsa tabii.”
Ġkisi de arabadan inerek lokantaya doğru yürüdüler. Oya o sırada
lokantanın kapısında birisiyle konuĢuyordu. Selim‟in geldiğini görünce onu
karĢılayıp:
“HoĢ geldin sevgilim. Sabahtan beri yolunu gözlüyorum. Nerelerdeydin?”
diye sordu.
Selim, “Hadi içeri girelim de anlatayım. Hadi sen de gel Turgut KardeĢ,”
diye Turgut‟u da çağırdı. Üçü birden içeri girdiler. Oya‟nın masasının çevresine
oturdular.
Oya, “BaĢla bakalım Selim, neredeydin sabahtan beri? Beni meraktan
çatlattın. Hadi sevgilim söz senindir.”
“Düğünümüze hazırlık yapıyordum. Okuluma gittim. Onlardan yardım
isteyecektim. Olmadı, onlar benden bir Ģey istediler. Ben de niĢanlıma sormadan
olmaz dedim. Sen olur, yap dersen gelip düğünümüzü onlar yapacaklar, Okulun çok
güzel bir orkestrası, bir de Ģahane korosu var. Eğer ben, daha doğrusu biz ikimiz
evet dersek isteklerine, topluca gelip düğünün eğlence kısmına katılacaklar.”
Oya çok heyecanlanmıĢtı:
“ Peki, neymiĢ istekleri?”
“Biliyorsun, ben bu okulu bitirmeden bırakmıĢtım. Haziranda gelip sınavlara
girmemi istediler. Sonra da okulun öğretim kadrosuna katılmamı istediler.”
Oya büsbütün heyecanlanmıĢtı. Adeta kekeleyerek:
“Peki, sen ne dedin bu iĢe?”
“Ben Oya‟ya sormadan onunla konuĢmadan bir Ģey diyemem,” dedim. Ben
ayrılmadan önce benim için bir kadro istemiĢler, bugüne değin boĢ bekliyormuĢ.
Bu yılın sonunda geri çekilirmiĢ. Ben de seninle görüĢüp karar vermeden evet
diyemem dedim.”
Oya yerinden kalkarak:
[53]
“Beni bu kadar mı seviyorsun sevgilim. Yani senin kendi öz yaĢamın hakkında
da kararı bana mı verdirmek istiyorsun?” Bu arada sessiz oturan Turgut söze
karıĢarak:
“Bana söz düĢmez ama ben de oradaydım. Önce bir hocayla görüĢtü. O
adam bizi Müdür Bey‟e yolladı. Müdür, biz, kapıdan içeri girerken tanıdı. Müdür:
„Ooo Selim gelmiĢ. Gel bakalım oğlum. Otur Ģu yanıma. Çoktandır seni arıyorduk.
Seni Allah yolladı,‟ dedi. Sonra iĢte anlattıklarını anlattı. Ġkinize de bir Ģey
söyleyeyim mi? Ġster inanın isterseniz inanmayın orada oturduğum yerde onun
adına ben evet diyecek oldum. Ama diyemedim,” dedi. Bunun üzerine Oya:
“Selim, Ģimdi sen bana mı bıraktın bu yetkiyi?” diye sordu.
“Evet sevgilim. Senin kararın bizim kararımız olacak. Yani sen ne istersen o
olacak,” dedi. Oya bu kez Turgut‟a dönenerek:
“Senin araban burada mı?” diye sordu. Burada olduğunu anlayınca: “Kalk al
gel,” diye onu arabayı almaya gönderdi. Turgut gidince kendisi de kalkıp lokantada
baĢka bir iĢle uğraĢmaya baĢladı. Az sonra Turgut arabayla lokantanın önüne
gelmiĢti. Geldi, Oya‟ya:
“Yenge arabayı getirdim,” dedi. Oya Selim‟e:
“Hadi Selim gidiyoruz. Sen bu adamları yarın niĢana çağırdın mı?” deyince
Selim‟in aklı baĢına geldi. Oo, vallahi unuttum. Çok ayıp oldu,” dedi.
Oya,“Hadi onları davete gidiyoruz. Ben davet edeceğim,” dedi. Selim de
kalktı. Birlikte çıkıp arabaya bindiler. Doğru okula gittiler. Herkes okuldaydı
henüz. Doğru Müdür Bey‟in odasına gittiler. Müdür Bey:
“Ne o Selim, bir Ģey mi unuttun?” diye sorunca erken davranan Oya:
“Evet, Müdür Bey. Ben Oya, Selim‟in niĢanlısı. Selim burada iki Ģey unutmuĢ.
Benden rica etti, onlar için geldik.”
Müdür, “Ne, ne unutmuĢ hanım kızım.”
“Birincisi, sizleri yarın akĢamki niĢanımıza davet etmeyi. Bunu ben yapayım.
Sizleri mümkünse tüm kadronuzla niĢanımıza davet ediyorum. Eğer gelmek
lütfünde bulunursanız bizleri çok memnun edersiniz. Ġkinci unuttuğuysa, inanın
beni çok mutlu eden bir olay. Siz ona bir teklifte bulunmuĢsunuz. Fakat o bu
kararı, kendisiyle ilgili bu kararı bana sormadan verebilirdi. Ancak Selim, bana
nasıl değer veriyor ki geldi, bana söyledi. ġimdi ikimiz adına bu kararı ben
veriyorum. Ne dersem olacak değil mi Selim?” diye bir daha sordu. Selim evet
dercesine baĢını salladı. Bunun üzerine Oya:
“ĠĢte son ve kesin kararım: Evet Müdür Bey,” dedi. Bunun üzerine Müdür,
masanın çekmesinden kâğıdı çıkararak: “ġu doldurup imza etmediğin kâğıda bu
imzayı kim atacak?” diye sordu. Oya:
“Selim senin kararın ikimizin kararı diyordun. Ben, kararı verdim. Sen de
imzala bakalım.”
Selim, masaya yaklaĢtı Müdürün gösterdiği yeri imzaladı. Bunun üzerine
Müdür “Gelin Ģu yanıma oturun da biraz sohbet edelim,” dedi. Onlara birer çay
[54]
söyledi. Oya‟ya teĢekkür etti. Övgü dolu sözler söyledi. Selim‟e de böyle güzel,
akıllı, zeki bir kızla niĢanlandığı için çok mutlu olması gerektiğini, onun değerini
bilmesini söyledi. Oya ve Selim de Müdür Bey‟e teĢekkür ederek izin istediler.
Müdür de onlara:
“Anlıyorum çocuklar, Ģimdi çok iĢiniz vardır. Güle güle gidin. Sizleri kutlar
ve mutluluklar dilerim. Fırsat bulursak niĢanınıza da gelmeye çalıĢırız. Yalnız
giderken öğretmenler odasına da uğrarsanız iyi olur. Hadi güle güle gidin,” dedi.
Oya ve Selim, ayrılırken Müdürün elini öptüler. Odadan çıkıp öğretmenler odasına
girdiler. Saadettin Hoca ve Zehra Hanım da oradaydılar. Onlarla konuĢurken
diğer öğretmenler de geldiler Selim‟i gören her öğretmen onu sevinçle karĢıladı.
Selim ve Oya onları da niĢana çağırdı. “Bakalım durum elverirse gelmeye çalıĢırız.
Gelemezsek Ģimdiden kutlarız,” diyerek iyi dileklerini bildirdiler.
Oradan ayrılarak lokantaya geldiler. Mustafa Bey gelmiĢ lokantada
oturuyordu. Onların geldiğini görünce:
“Nereye gitmiĢtiniz? Böyle, söyleyin bakalım. Beni meraktan çatlatacak
mısın sen kızım? Selim‟le anlaĢıp kaçtınız gibi geldi bana.”
Oya buna: “Kaçmaya ne gerek var baba?” diye yanıt verdi. Hep birlikte
gülüĢtüler.
Oya, “Selimin eski okuluna gittik. Müdür Bey‟le görüĢtük. Onu ve tüm
öğretmenleri yarın akĢamki niĢana çağırdık. „Bir engel olmazsa geliriz,‟ dediler.
Ama onlar bizden daha doğrusu Selim‟den bir Ģey istediler. Selim bana sordu. Ben
de onun ve ikimizin adına söz vererek „Evet‟ dedim. Seni meraktan kurtarayım
babacığım. Damadınız haziran sonun da Akademi‟ye hoca oluyor. Ne dersin?”
deyince Mustafa Bey, birden coĢarak:
“Allah, derim. Salih ġu masayı donatın bu haber böyle kuru, kuru
kutlanmaz. Tez getir rakıyı oğlum,” dedi. Selim bunun üzerine hemen söze
girerek:
“Ama babacığım ben bir söz vermiĢtim. Burada çalıĢtığım sürece içki
almayacaktım.”
“Onu kim demiĢ. Sen artık bu lokantanın ve Oya kızımın nesi varsa ortağısın.
Sen demin ne demiĢtin? Babacığım dememiĢ miydin? Öyleyse sen de benim
oğlumsun. O halde eskiden benim olan her Ģey ikinizindir. Ġnsanın oğlu akademi
hocası olur da bunu kutlamaz mı? ġimdi baban olarak emrediyorum. Bu akĢam
senin Ģerefine kafaları çekeceğiz. Hadi öyleyse toplanın çevremde,” dedi.
Bu sırada Salih de masaları donatmıĢ, her Ģeyi eksiksiz koymuĢtu. Mustafa
Bey bardakları kendi eliyle doldurarak, Oya‟yı da yanına çağırdı:
“Gel bakalım Oya Hanım, sen de bu yanıma otur. Ben ikinizin arasında
olursam çok mutlu olurum,” diyerek birini sağına, diğerini soluna oturttu. O akĢam
geç saatlere kadar oturdular. Masada (Mustafa Bey, kızı Oya, damadı Selim, bir
de bütün gününü kendilerine veren Turgut) dört kiĢiydiler.
[55]
Turgut‟un annesi ġadan Teyze oğlunu çok beklemiĢ, gelmeyince köyün
otobüsünü kaçırmamak için onunla gitmiĢti. Turgut, zamanın çok geçmiĢ olduğunu
söyleyerek izin istemiĢ, o da bir saat önce kalkmıĢtı. ġimdi masada üç kiĢi
kalmıĢlardı. Sohbet ediyorlar, ĢakalaĢıyorlar, gülüp eğleniyorlardı. Salih gelip
lokantada müĢteri kalmadığını, çalıĢanların da çoktan gittiklerini duyurunca
ĢaĢırdılar. Onlar da kalkıp evlerine gitmek üzere lokantadan çıktılar. Salih,
elektrikleri söndürüp, kapıları kapattı, evine gitti. Böylece herkes için çoktan
baĢlayan gece, onlar için biraz geç de olsa sonunda baĢlamıĢtı. Üçü de eve girer
girmez yataklarına uzanıp hemen uyudular. Özellikle Oya ile Selim bu akĢam nasıl
uyuyacağız diye kendi kendilerine ve birbirlerine sorup duruyorlardı. Hatta birer
uyku ilacı mı alsak diye düĢünmüĢlerdi. Ama Mustafa Bey‟in rakısı üçüne de iyi
gelmiĢti. Aslında Mustafa Bey de onlardan daha az heyecanlı değildi. Kolay mı?
Yıllardır tek baĢına yetiĢtirip büyüttüğü kızını yarın akĢam bir baĢkasına
veriyordu. Oysa ne alıĢmıĢlardı birbirlerine. Baba kız gibi değil, sanki iki arkadaĢ,
bazen anne kız, bazen iki kardeĢ gibi yaĢayıp gidiyorlardı. Mustafa Bey‟in yirmi
yedi yıldır aklına gelmemiĢti bu ayrılık. Birden karĢılaĢınca neye uğradığını
ĢaĢırmıĢ, çok sevdiği kızına karĢı belli etmemeye özen göstermiĢti. Üzüntüsünü
kızının sevinciyle gizlemeye çalıĢıyordu. Bu nedenle gündüzleri lokantaya fazla
uğramıyor, geceleri de Oya‟nın lokanta dönüĢü yalnız gitmesini istemediğinden,
onu korumak için yanında bulunmak istiyordu. Bir de lokantadaki müĢterilerden
içkiyi fazla kaçıran olabilir diye korkuyordu. Sabahleyin her günkünden biraz geç
kalktılar. Baba kız kahvaltılarını yaptılar.
Oya, “Baba, bugün sen git lokantaya. Ben gelemeyeceğim,” deyince,
Mustafa Bey ĢaĢkınlıkla:
“Neden kızım? Bugün senin niĢan günün değil mi?” diye sordu. Bunun üzerine
Oya:
“ĠĢte ben de onun için gelemeyeceğim. Saçımı yaptıracağım. Üstümü baĢımı
değiĢtireceğim. Berbere yalnız gitmeyeceğim. Mutlu Öğretmen‟in eĢi Mahide
Hanım‟la gideceğim. Kendisiyle böyle anlaĢmıĢtık. Kızları Damla ve Yağmur ile gelip
beni alacaklar. Selim‟in annesi ve kardeĢi Tansel de gelecekler. Birlikte gideceğiz.
Bizi sakın merak etme babacığım. Olur mu?”
“Olur kızım. Merak etmem,” dedi. Aceleyle evden çıkıp gitti. Yoksa Oya bir
Ģeyler daha söyleyecekti. Ne söyleyeceği dilinin ucunda kalmıĢtı. Oya babasının
neden böyle yaptığını anlayamadı. Oysa Mustafa Bey, o anda ağlamak üzereydi
Gözünden süzülen yaĢları kızının görmesini istemediği için kaçmıĢtı. Oya bunu
anlamamıĢtı. Anlasa o da çok üzülecekti. Mustafa Bey‟in bu davranıĢı hem
kendisini ele vermekten, hem de kızını üzülmekten kurtarmıĢtı. DıĢarı çıktığında
çocuk gibi ağlıyordu. Oya ise babasının bu davranıĢına bir anlam verememiĢ, bir
dudak bükmekle yetinmiĢti. Nasıl olsa babasından öğrenirdi. Babası gittikten
sonra banyoya girdi. Yıkanıp çıkınca saçlarını kuruttu. ÇamaĢırlarını değiĢtirdi.
Mahide Hanım‟a telefon etti. Bu sırada kapı çaldı. Kapıya koĢtu. Açtı. Hatice
[56]
Hanım‟la kızı Tansel gelmiĢlerdi. Onları içeri aldı. Kendilerine birer kahve verdi.
Kahvelerini içerken Mahide Hanım‟la Damla ve Yağmur da geldiler. Oya, onlara da
birer kahve yaptı. Altı hanım oturup sohbete dalmıĢlardı. Birden Hatice Hanım:
“Hanımlar bizler sohbete mi geldik, yoksa Oya‟yı saçını yaptırmak için
berbere götürmeye mi geldik?” deyince, kalkıp gitmek üzere hazırlığa baĢladılar.
Evden çıkarken saat on dörttü. Herkesin içinde acaba geç mi kaldık
korkusu vardı. Yalnız Oya böyle düĢünmüyordu. O berberi dün telefonla aramıĢ,
saat on dört kırk beĢe randevu almıĢtı. O nedenle gayet sakin ve rahattı. Berbere
yetiĢtiklerinde daha onbeĢ dakika süreleri vardı. Berber onlara:
“Buyurun Oya Hanım. Her zamanki gibi tam vaktinde geldiniz. Ben de izin
verirseniz beĢ, on dakika dinleneyim. Sonra hemen baĢlarız. Ee bu arada ne
alırdınız? Soğuk sıcak?” diye sordu.
“Neniz var?”
Berber, “Sıcak kahve ve çayımız, soğuk da yerli gazoz ve ayranımız var.
Sizler ne arzu ederdiniz?” diye sordu. Oya da yanındakilere döndü:
“Anneciğim sen ne istersin?” Sonra Tansel‟e “Ya sen Tansel? Mahide
Hanım? Damlacığım, Yağmur canım sizler ne istersiniz,” diye sordu. Sonra
Berbere, “Üç ayran, üç gazoz,” dedi.
Berber baĢıyla bir olur iĢareti yaprak hemen getirip isteyenlere verdi.
Berberin kendisi de bir gazoz alarak oturup içmeye baĢladı. Ġçme iĢi bitince
boĢalan kaplar çıraklar tarafından toplandı.
Berber, “Kimden baĢlıyoruz. Bu koltuk saat yirmiye değin sizindir artık.
Korkmayın sizi geceye yetiĢtiririm,” dedi.
Oya, “Altımız da sırayla o koltuğa oturacağız,” deyince Berber:
“ Hanginiz önce gelmek isterdiniz küçük hanımlar?” dedi. Bir de Oya Hanım‟a:
“Oya Hanım, sormaya unuttum. Sizin saçınız da sarılacak mıydı?” deyince
Oya:
“Yok, benim saçım sarılı,” dedi.
Kızlar da kendi aralarında anlaĢmıĢlardı. Tansel‟le iĢe baĢlandı. Ondan sonra
sıra Damla‟ya, ondan sonra da Yağmur‟a geldi. O da bitince büyüklere geçildi.
Berber, “Hanginiz gelmek istiyorsunuz?” diye sorunca, Mahide Hanım gayet
kibar bir tavırla:
“Siz buyurun Hatice Hanım lütfen,” diye ısrar etti. Hatice Hanım da “Ben
sadece taratacaktım. Sağ olun Mahide Hanım,” diyerek gelip koltuğa oturdu.
Berber, “Ġzin verin Ģu uçlardan biraz alalım. Hiç değilse beyazları
kaybederiz,” dedi. Bunun üzerine Oya:
“Siz anneme bakmayın ne gerekiyorsa onu yapın lütfen,” deyince Berber:
“BaĢ üstüne Oya Hanım,” diyerek iĢe baĢladı.
ĠĢi bittiğinde Oya onu kutlayarak:
[57]
“Benim annem adeta bir genç kız olmuĢ,” diye sarılıp onu yanaklarından
öptü. Hatice Hanım da bundan çok mutlu olmuĢtu. O da sarılıp Oya‟yı öptü. Tansel
de:
“Beni kıskandırdınız Oya Abla. Ben de öpeceğim annemi,” deyince Oya:
“Kıskanma Tansel, ben bu yaĢıma geldim ilk kez bir kadına anne diyorum.
Güzel kardeĢim benim. Anne sözünü de bu gün ilk kez kullanabildim. Daha önce hiç
kullanmamıĢtım. Öylesine özlemiĢim ki Ģuradan dıĢarı çıkıp: „Anne! Anne!‟ diye
bağırmak geliyor içimden.”
Oya‟nın bu sözleri orada bulunanların tümünü duygulandırmıĢtı. Hatice
Hanım, Oya‟nın gözlerinden akan yaĢları fark edince yerinden kalkıp Oya‟yı
kucakladı. O da ağlıyordu. Bağrına bastı:
“Artık senin de bir annen var kızım. Bundan böyle ben kayınvaliden değil
senin öz annenim,” diyerek onu susturup teskin etmeye çalıĢtı. Bu arada Tansel de
çok üzülmüĢ, yaptığı Ģakadan çok piĢman olmuĢtu. Oya, onun koltukta hıçkıra
hıçkıra ağladığını görünce yanına gidip Tansel‟i bağrına basarak:
“Canım kardeĢim benim. Ne olursun bana gücenme. Ben seni üzmek için
söyledim sanma. Hiç üzer miyim ben kardeĢimi. Sizler sayesinde hem annemi
buldum, hem de bugüne değin hiç görüp tanımadığım iki kardeĢimi. Ġnanın ben çok
mutluyum. Hadi sizler de gülün de ben rahat edeyim,” diyerek hem kendini hem
diğer üzülmüĢ olanları rahatlatmıĢ oldu. ĠĢte bu kültürlü olmanın sonucuydu. Oya,
burada kültürünü konuĢturmuĢ oluyordu. Bir anlık boĢ bulunup duygusal
davranması kendisini de çevresindekileri de üzmüĢtü. Aslında bu da çok normaldi.
Doğduğundan beri anne görememiĢ, yirmi yedi, yirmi sekiz yaĢındaki bir genç kız,
bu güne değin içinden gelerek kimseye “Anne!” diyememiĢ. Bir insan, üstelik
evlenme hazırlığında olan bir genç kız. Üstelik kaynanası olacak birine karĢı bu
denli sıcak ve candan bir yakınlık gösterebiliyor. Bu, onun nasıl bir anne özlemi
çektiğini göstermez mi? Oya, hem gelin olmanın, hem de bu duyguların etkisi
altında ezilirken böylesine sağduyulu, böylesine diri, canlı kalmasını almıĢ olduğu
kültüre borçlu değil mi? O, Ģimdi içinden ne düĢünüyor? Kim bilir? Belki de “Ben
annesiz büyüdüysem bunda kimsenin suçu, günahı yoktur. Ben kendi ilahi yazgımın
bana yüklediği görevleri yerine getiriyorum. Buna kimseyi ortak etmemeliyim. Bu
benim görevimdir,” diye düĢünüyordur. Oya bu duygular içinde sıra beklerken
berber:
“Oya Hanım sıra size geldi,” diye seslendi.
“Ya öyle mi? Ben de dalmıĢım farkında olamadım,” diyerek kalktı. Berberin
gösterdiği koltuğa oturdu. Berber sordu:
“Nasıl bir Ģey istersiniz Oya Hanım?”
Oya nasıl bir saç modeli istiyorsa anlattı. Berber de:
“Anladım efendim tamam. ġimdi yaparım,” dedi. BaĢladı çalıĢmaya. Tarak ve
makas sesleri içinde, berberin gevezeliği sıkmıĢtı içerdekileri. Bu nedenle herkes
eline bir gazete veya açık saçık magazin dergileri almıĢ, okumasa da bakınıp
[58]
duruyor, arada sırada da büküp yelpaze olarak kullanıyordu. Saat onbeĢte gelen
bu insanlar saat on dokuza değin daha buradaydılar. Tam dört saatten fazladır
aynı yerde olmanın verdiği sıkıntı ile usanmıĢlardı. Tansel‟le Damla ve Yağmur:
“Anne biz gidebilir miyiz?” diye annelerinden izin alıp gidince Ģimdi berber
dükkânında Oya, Hatice Hanım, bir de Mahide Hanım olmak üzere üç kadın
kalmıĢlardı.
Saat on dokuz otuzda Oya‟nın arkasına ayna tutarak saçının yeni biçimini
gösteriyordu. Oya, üzerindeki önlüğün altından berbere gizlice para vererek:
“Güzel olmuĢ ellerine sağlık, teĢekkür ederim,” diyerek kalktı. Bu sırada
Hatice Hanım yerinden kalkarak, çantasını açıp berbere yaklaĢtı. Para verecekti.
Berber, “Hanımefendi ben hakkımı aldım. Sağ olun. Oya Hanım bizim sürekli
müĢterimizdir. Kusura bakmayın alamam,” diyerek Hatice Hanım‟ı geri çevirdi.
Hatice Hanım bu kez Oya‟ya dönerek:
“Bu nedir kızım?” diye sordu.
“Bu anne kız arasında bir meseledir. Siz dememiĢ miydiniz artık senin annen
benim diye. Ben de kızınız olarak yaptım. Gelininiz olarak değil anneciğim. Siz
saçıma bakın nasıl güzel olmuĢ mu, beğendiniz mi?” diye sordu. Hatice Hanım da
saçlarına bakarak:
“Çok Güzel olmuĢ kızım, çok güzel olmuĢ da, yalnız senin kadar değil. Güle
güle kullan, sağlıkla, mutlulukla kullan. Zaten kimse senin güzelliğin gibi yapamaz,”
deyince, Oya da onun elini öptü. Hatice Hanım Oya‟yı bağrına basarak öptü,
kokladı. Oya, bu kez Mahide Hanım‟a döndü:
“Sen nasıl buldun Mahide Abla‟cığım?” diye sordu. Mahide Hanım da:
“Gerçekten çok güzel olmuĢ. Zaten annen sözlerin en güzelini söyledi, bana
bir Ģeyler kalmadı. Bari ben de onun söylediklerine imza atayım,” diyerek sözlerini
bitirdi. Bunun üzerine ikisi de sarılarak öpüĢtüler. Berberden çıkarak doğruca
Oya‟nın evine gittiler. Oya odaya girerek giyindi. Makyajını yeniledi. DıĢarı çıktı.
O anda orada bulunan iki kadın gözleri kamaĢmıĢ gibi gözlerini kırpıĢtırarak ikisi
de “MaĢallah!”çekerek onu tebrik edip kutladılar. Bu arada Oya Hanım, içerde
giyinirken Mahide Hanım MutluÖğretmen‟i arayarak berberden eve geldiklerini
duyurmuĢ, “Siz sessizce kapının önünde bekleyin. Ben tam çıkacağımız zaman
telefonunuzu çaldırırım,” demiĢ, onlarla anlaĢmıĢlardı. Bunun üzerine
MutluÖğretmen, Demirci Ömer, Turgut, Hasan çocuklarını ve eĢlerini alarak
lokantadan ayrılırken Mustafa Bey ve Selim koĢarak gelmiĢ, neden kalktıklarını
sormuĢlar, Mutlu Bey de::
“Merak edecek bir Ģey yok, küçük bir iĢ için dıĢarı çıkıp geleceğiz. Sizler
rahatsız olmayın, içerisi misafirlerle dolu, Ģimdi onlar da merak ederler. Siz
onlarla ilgilenin. Biz beĢ ya da on dakika sonra buradayız,” demekle
kurtulmuĢlardı. Onlar çıkınca Mustafa Bey:
“Hayırdır ĠnĢallah!” diyerek Selim‟i de kolundan tutarak içeri soktu.
Ġçerdekilerle ilgilenmeye koyuldular.
[59]
Bu sırada Oya da hazırlanmıĢtı:
“Gidelim mi?” diye sorunca Mahide Hanım:
“Bana bir dakika izin verir misiniz?” diyerek bulundukları yere en yakın
kapıyı açarak girdi. Ġçerde cep telefonunu çıkarıp sinyali verdi. Telefonu geri
çantasına koydu. Kapı çalıyordu. Demek ki sinyal alınmıĢtı.
Oya, “Mahide Abla sen bakar mısın lütfen? Ben Ģimdi bu durumda çıkmayım,”
deyince Mahide canına minnet koĢup kapıyı açtı. DıĢarıdaki kalabalığı görünce:
“Oya Hanım, gelenler seni istiyorlar,” diye seslendi. Oya da merak ve
heyecanla:
“Onlar kim. ġimdi gelemeyeceğimi söylesene.”
“Mutlaka seni görmeleri gerekmiĢ. Yoksa biz geliriz diyorlar.”
Bu defa sinirlenen Oya:
“Dur, geliyorum,” diyerek kapıya doğru yürüdü. Hatice Hanım da onunla
birlikte geliyordu. Tam kapıya geldiğinde Mahide Hanım, kapıyı arkasına değin
açarak:
“ĠĢte geldi. Buyurun ne yapacaksanız,” diye bağırınca dıĢarıda bir alkıĢ sesi
sokağı inletti. Oya çok ĢaĢırmıĢ, çok da sevinmiĢti.
MutluÖğretmen, karısına: “Ne mi yapacağız? Kaçırıp fidye alacağız.
Alamazsak biz de Onu Selim‟e götürüp vereceğiz. Ne dersiniz arkadaĢlar, biz ne
yapalım bu güzel kızı?” diye kalabalığa sordu.
Onlar da hep bir ağızdan, “Güzel kız sevdiğine verilir. Biz de götürüp
sevgilisine verelim,” diye bağırdılar. Bunun üzerine MutluÖğretmen:
“Ne duruyoruz öyleyse, sevenleri bekletmek olmaz. Haydin arkadaĢlar. Yolcu
yolunda gerek,” diye gelenleri düğün salonuna doğru yöneltti. Evle düğün
salonunun daha doğrusu lokantanın arası yirmi, yirmi beĢ metre ancak vardı.
Onedenle arabaya gerek duyulmamıĢtı. Kapıya geldiklerinde önce Mutlu, Ömer,
Hasan ve Turgut içeri girerek Selim‟i yanlarına çağırdılar. Ona, “Kapıda
bekleyenler var. Biz tanıyamadık. Sen bak, tanırsan içeri al,” dediler. Bu sırada
Mustafa Bey de gelmiĢti. Ona da aynı Ģeyi söyleyip bir kenara çekildiler. Selim ve
Mustafa Bey, gelenlerin kim olduklarını görünce onları alkıĢlarla içeri aldılar. Oya,
önce babasının elini öptü. Babası da onu öpüp okĢarken:
“Allah‟a Ģükürler olsun, bana seni, bu gözle gösterdi. Allah‟tan tek dileğim
var, seni mutlu eylesin.”
Oya da babasına sarılmıĢ onun yanaklarını öpüp kokluyordu:
“Allah seni baĢımızdan eksik etmesin babacığım,” diye onu sakinleĢtirmeye
çalıĢıyordu. Selim bu anda bir yanda durmuĢ sıranın kendisine gelmesini
bekliyordu. Sonunda Mustafa Bey Oya‟ya:
“Kızım, niĢanlın sabırsızlıkla dakikalardır seni bekliyor. Ona da gitsene,”
deyince, Oya‟nın aklı baĢına yeni gelmiĢ gibi:
“Sahiden sevgilim, seni ihmal ettim, unuttum sanma. Ama babam herkesten
ve her Ģeyden önce gelir. Sakın gücenme. Bu, bugüne değin böyle oldu, yarın da
[60]
böyle olacaktır. Ha, sahi, önce babam, arkasından Hatice Annem sonra sensin
Üçünüzü de her Ģeyden çok seveceğime söz veriyorum,” diyerek Selim‟in boynuna
sarılıp onu ilk kez öptü.
Selim de ilk kez onu yanaklarından öperek: “Ben de bu sıramı bilip ona göre
davranacağıma söz veriyorum sevgilim,” diye sarılıp onu bir daha öptü. Mutlu
Öğretmen yanlarına yaklaĢıp:
“KonuĢmalarınız bittiyse artık düğünü baĢlatalım mı?”
Oya ve Selim birlikte, “A, ay, ay! Sahiden biz düğünü unutmuĢtuk. BaĢlat,
baĢlat lütfen,” dediler. Mutlu Öğretmen mikrofonu alarak:
“Sayın Bayanlar, Sayın Baylar, hepiniz hoĢ geldiniz. Bu akĢam, burada bir
mutlu olayı baĢlatacak ve de devamının gelmesini dileyeceğiz. Önce saygısızlık
saymazsanız kendimi tanıtayım. Efendim, ben, Kör Salih Takımı‟ndan Mutlu
Öğretmen. Bir akĢam birbirimizden habersiz ve tanımadan bu lokantanın eski
halinde iken bu delikanlı bizi bir araya getirerek bir masaya oturttu. O akĢam
birbirimizi tanıdık ve dost olduk, arkadaĢ olduk. KardeĢ olduk. ġimdi de burada
yine birlikteyiz. ĠĢte yedimiz de buradayız. Ben Mutlu Öğretmen, ilk gece bana
„Bizi sen idare et,‟ diye görev verdiler ben de görevimi yapıyorum. Bu da Selim, bu
akĢamın yıldızı. Bu, Demirci Ömer, bu da Hasan kardeĢimiz. Bu da Köylü
Turguttur. Turgut, köyünde okul bulunmadığı için okuyamamıĢ, bunun üzüntüsü ile
babasından kalan arazinin bir bölümünü okul yapılmak üzere devlete bağıĢlamıĢ.
Biz bu yedi kiĢi, ayrılmaz bir takım olduk. Adımıza da Kör Salih Takımı dedik. Kör
Salih, o da buradadır. Salih, sen de gel kardeĢim. ĠĢte kör falan değil, ama bir
kere bu lakap verilmiĢ, kurtulamaz. Olduk mu altı kiĢi. Bizim bu birlikteliğimizi
görmüĢ imrenmiĢ Mustafa Bey, „Beni de aranıza alır mısınız?‟ dedi. Biz de karar
verdik ve aldık. Böylece takımımız yediye ulaĢtı.”
Mutlu Öğretmen devam etti: “Oya kardeĢimiz „Ben niye bu takımda yokum‟
diye üzülmüĢ, bu akĢam giyinip süslenerek aramıza gelmiĢ. Biz de düĢünüp
danıĢtık, onu Selim kardeĢimize verelim dedik. Sizler de uygun görürseniz bu
katılımın, bu akĢam niĢanını yapacağız. Uygun mudur? Verelim mi Sayın Konuklar?”
Bunun üzerine salondan: “Uygundur, verelim,” sesi alkıĢlar arasında salonu
inletti.
Bunu duyunca MutluÖğretmen, “Ne duruyoruz, niĢan baĢlasın,” dedi. Selim,
Oya‟yı dansa kaldırdı. Bu ses, bu müzik hiç yabancısı değildi. Bu müzik, kendi
okulunun orkestrasının çaldığı bir dans müziğiydi. Selim tanımıĢtı. Okul Müdürü ve
Saadettin Hoca gelmiĢlerdi amma, bu müzik nereden geliyordu? Dans bitti. Selim
ve Oya, hemen Hocalarının yanına gittiler:
“HoĢ geldiniz,” dediler. Bu müziği sordular.
Okul Müdürü: “Oya Hanım kızım gelip bizleri davet edince, Saadettin Bey‟le
biz gelmeye karar verdik. Ama bir gün içinde ne yapabiliriz diye düĢündük. Okul
Orkestrasının çok geniĢ bir repertuarı vardı. Hepsi de CD‟ye alınmıĢtı Onlardan
Birkaç tane seçmesini söyledim. O da beĢ altı CD seçip getirdi. Bu kısa süre
[61]
içinde ancak bunu yapabildik. Artık asıl yapacağımızı düğüne hazırlıyoruz. Bu
CD‟ler size hediye olarak gelmiĢtir. Onları çok iyi koruyun. Bütün öğretmenler
düğüne hazırlanıyorlar. Bu gece için özür dilediler. Kusura bakmayın.”
Oya ve Selim, o masadan kalkıp diğer masaları da dolaĢmaya baĢladılar. Evet,
daha yüzükler takılmamıĢtı. Ama Okul Müdürü‟ne ve çok sevdiği öğretmenine gidip
diğerlerine uğramamak olmazdı. Onlar da kimseyi kırıp gücendirmemek için böyle
yapmak zorunda kalmıĢlardı.
Bu ziyareti, “HoĢ geldiniz ziyareti,” kabul etsinler diye konuĢtular kendi
aralarında. “Yüzükler takıldıktan sonra bir daha gideriz,” diye sözleĢtiler.
Herkes doyasıya eğleniyor, gençler ve çocuklar coĢuyorlardı. MutluÖğretmen,
profesyonel bir sunucu gibi mükemmel beceriyordu bu iĢi. Sonunda Mutlu Bey‟in
sesi duyuldu:
“Oya Hanım, Selim Bey, buraya gelir misiniz? Oğlan ailesi, kız ailesi lütfen
sizler de buyurun sayın konuklar. ArkadaĢlarımızın niĢan yüzükleri takılacak.
Yüzükleri takmak için Güzel Sanatlar Akademisi Müdürümüz Sayın Nurettin
Becerikli‟yi buraya davet ediyorum. Lütfen buyurunuz efendim, Sevgili Tansel ve
Sevgili Damla ve Sevgili Enise, sizlerden de yüzükleri ve makası getirmenizi rica
ediyorum. Evet, herkes geldi. Buyurun Sayın Hocam,” diyerek mikrofonu ona
uzattı. Mikrofonu alan Akademi Müdürü Nurettin Becerikli:
“Sayın Bayanlar, Sayın Baylar! Biliyorsunuz bu akĢam, dünyalar güzeli bir kız
olan Oya Hanım ile bizim için çok değeri olan bir öğrencimiz, Selim, karar
vermiĢler, niĢanlanıyorlar. Bu akĢamın en önemli olayının yerine getirilmesi
görevini de bana verdiler. Bu nedenle önce sevgili çifte teĢekkür ederim. ġimdi
tümünüzün iznini rica ederek bu kutsal görevi yerine getireceğim,” dedi.
Çocukların getirdiği tepsinin içinden birbirine kırmızı kordonla bağlanmıĢ
yüzükleri alarak önce Selim‟in önüne gidip küçük yüzüğü ona verdi:
“Tak bakalım Ģunu sevgilinin parmağına,” dedi. Selim çok heyecanlanmıĢtı.
Bütün vücudu titreyerek yüzüğü Oya‟nın parmağına takmaya çalıĢıyor, bir türlü
beceremiyordu. Oya ona yardım ederek yüzüğü parmağına kendisi taktı. Bunun
üzerine Müdür Bey, büyük yüzüğü Oya‟ ya vererek:
“Al güzel kızım, Ģunu sen de niĢanlının parmağına tak,” dedi. Sonra da makası
aldı, Damla ve Enise‟ yi yanına çağırıp makası onlara vererek:
“Alın Ģu makası, kordonu kesin ve isteyenlere birer parça verin,” dedi. Sonra
devam etti: “Sayın Konuklar, bugüne değin birçok çiftin yüzüklerini takmakla
görevlendirildim. Ġnanın bu iĢ çok Ģerefli bir görevdir. Ama bu iĢi baĢkasının
yapması, bu gençler için unutulmaz bir üzüntü oluyor. Bunu ben kendi niĢanımdan
anımsıyorum. Ah, ne olurdu bizim yüzüklerimizi takan kiĢi de bugün benim gibi
düĢünüp bu iĢi bize yaptırabilseydi. Hiç unutmazdık kendisini. Gençlere ve
tümünüze sağlık, mutluluk dilerim. Bana böyle bir görev vermeyi düĢünenlere çok
teĢekkür eder, tümünüze saygılar sunarım. Sağ olun, Var olun. HoĢça kalın,” dedi.
AlkıĢlar arasında yerine oturdu. O oturduktan sonra Oya ve Selim önce Mustafa
[62]
Bey‟e gidip elini öptüler. O da kendilerini bağrına basarak öpüp kutladı. Sağlık ve
mutluluk diledi. Oradan Selim‟in anne babasına gittiler. Onların da ellerini öpüp iyi
dileklerini aldılar. Özellikle Hidayet Bey ve Hatice Hanım, Oya‟ya çok yakınlık
gösterdiler. Bu iĢ bitince, müzik baĢladı. Bu kez güzel bir vals çalıyordu. Oya ve
Selim piste geçerek valsa baĢladılar. Öyle güzel, öyle uyumlu bir gösteri
yapıyorlardı ki herkes konuĢmayı bırakmıĢ bu uyumlu ve güzel dansı izlemeye
dalmıĢtı. Oya ve Selim usta birer dansöz ve dansör gibi dans ediyorlar, salonda
bulunanlar nefeslerini bile tutmuĢ bu güzel sanatı zevkle izliyorlardı. Müzik bitti.
Çift çekiliyordu. O sırada salondan bir alkıĢ ve çığlık patladı. Misafirler gösterinin
yinelenmesini istediler tempo tutarak:
“Bir daha, bir daha isteriz. YaĢa. Varol! Bir daha isteriz,” diye çığlık çığlığa
bağırıp duruyorlardı.
Oya ve Selim piste geri gelerek, aynı valsa yeniden baĢladılar. Sanki yıllarca
birlikte çalıĢmıĢlar gibi öyle güzel, uyumlu dans ediyorlardı ki, görenler hep
ĢaĢırıyordu. Gösterinin yarısına gelmiĢlerdi ki Mutlu Öretmen, Mahide Hanım‟ı
alarak piste çıktılar. Onları görünce Demirci Ömer de kız kardeĢi Ender‟i alıp
piste çıktı. Daha sonra baĢka çiftler de çıkınca pist doldu. Çok yorulmuĢ olan
Selim‟le Oya çifti bu fırsattan yararlanarak hemen yerlerine geçtiler. Selim‟in
annesi Hatice Hanım yanlarına gidip:
“Kızım, ben seni sormaya geldim. Çok yoruldun değil mi? Bir Ģeyler ister
misin?” diye sordu. Oya da:
“Sağ ol anneciğim. Bir bardak su isterim,” deyince Selim atılarak:
“Sakın buzdolabından olmasın,” dedi. Salih, oralardaydı. Hatice Hanım, onu
çağırıp bir ĢiĢe su getirmesini, ama buzdolabından olmamasını söyledi. Salih, suyu
ve bardağı hemen getirdi. Suyu bardağa koyup Oya‟ya ve Selim‟e verdi. Ġkisi de
sularını içtiler.
Oya, “TeĢekkür ederim anneciğim. Su yeni bir hayat verdi. Bir de Ģu Mutlu
Bey‟in bir adı da Hızır mı acaba? Öyle bir zamanda yetiĢti ki, sağ olsun az daha
düĢecektim. Piste çıktı da diğerlerinin gelmesine yol açtı. Pist dolunca biz de
kaçmak için fırsat bulmuĢ olduk. Yoksa bizi bırakmazlardı.”
Hatice Hanım, “Bu sizin ikinizin gecesi güzel kızım. Siz de böyle güzel dans
etmeseydiniz bu olmazdı. Ama yarın çocuklarınıza anlatacak bir anınız
olamayacaktı. Bir kaç dakika sonra sizi baĢka havalarda da pistte görmek isteriz,”
deyince, Oya birden canlanmıĢ gibi:
“Sen istersen ben sabaha değin dans ederim canım annem. Sen benim biricik
annemsin,” dedi. Hatice Hanım:
“Yok, kızım iyice dinlen de sonra.”
Bu sırada MutluÖğretmen dansı bitirmiĢ, mikrofonun baĢına gelmiĢti:
“Sayın konuklar Ģimdi sizlere solo Ģarkıları ile gecenin yıldızlarından Selim
bir dinleti sunacak. Buyur Selim KardeĢ, seni bekliyoruz.”
[63]
Bu Çağrıyı duyan Selim, hemen kalkıp mikrofonun yanına gitti. Onu eline aldı
ve baĢladı.
Kendi dinletisini bitirince niĢanlısını yanına çağırıp:
“Benimle bir düo yapar mısın Sevgilim,” diye sordu.
Oya, “Ama ben senin bildiğin Ģarkıların çoğunu bilmiyorum ki,” deyince Selim:
“Ġncecikten bir kar yağar olsun mu?” diye sordu.
Oya, “Olur,” iĢareti verdi. Bunun üzerine baĢladılar söylemeye. Türkü bitince
herkes ayakta alkıĢladı. Bu türküden sonra niĢan pastası geldi. Ġki sevgili pastayı
kestiler. Pasta dağıtılırken ġadan Hanım‟ın sesi duyuldu:
“Ayol benim helvayı unuttunuz. Bu gece için özel olarak yaptığım helvayı
tattırmayacak mısınız?”
Oya, “Hiç olur mu? ġadan Teyze. O bizim baĢ sunumuz. Bir sürpriz olarak
duyurmamıĢtık,” diye yanıt verdi.
Oya, Salih‟e, “Pasta tabaklarına helva da ekleyin lütfen,” diye tembih etti.
Helva ve pastalar dağıtıldı. Herkes onunla meĢgulken takılara geçildi. Takılar
takıldı. Kör Salih takımı yeni niĢanlılara bir araba hediye etmiĢti. Arabaya herkes
gücü oranında katılmıĢ, en büyük payı Mustafa Bey‟le Turgut yapmıĢlardı. Gece
yarısından sonra tören bitmiĢti. Artık herkes evine gitmek üzere salonu terk etti.
Artık Oya ile Selim niĢanlanmıĢlardı. ġimdi kırk gün sonraki düğünü beklemek
zorundaydılar. Bu geceden sonra Selim, artık haziranı bekleyecekti. ġu sınavları
kazanıp o zamana değin eĢi olacak Oya‟ya düğün hediyesi olarak vermeyi
düĢünüyordu. Oya da ona lokantada özel bir yer hazırlamıĢ, rahat rahat çalıĢsın
istemiĢti. Selim her gün sabah erkenden geliyor, özel olarak oluĢturduğu
kitaplıkta derslerine çalıĢıyordu. Kitaplık müzik kültürü için yeterliydi. Uygulama
için de lokantanın piyanosunu kullanıyordu. Yalnız o, bir de kemanla ud istiyordu.
Bir gün konuĢurken ağzından kaçırarak:
“Sevgili Oya, eğer bir de kemanla bir udum olsa çok iyi olurdu,” dedi. Ertesi
gün geldiğinde baktı ki odasına keman, ud bir de bağlama konmuĢ. Oya‟ya, “Bunlar
ne?” diye sordu.
“Bunları ben aldım, sana armağanım olsun. Yalnız bağlama benim. Ona
dokunma. Bana sen öğreteceksin. ĠĢte bu dersin bedeli olarak da seninkileri aldım.
Hadi sen derslerine çalıĢ. Zaman daralıyor,” deyip gitti. Selim de baĢladı dersine
çalıĢmaya.
O dersine çalıĢırken biz de Ģöyle bir evine gidelim bakalım, baba kız ne
konuĢuyorlar. Oya ve Mustafa Bey gece lokantayı kapatmıĢ, eve gelmiĢlerdi.
Mustafa Bey kızına:
* *
*
“Kızım bugünlerde niĢanla uğraĢırken seni ihmal ettim sanma. Oturup Ģöyle
bir sohbet olanağı bulamadık. Bu nedenle iki gündür neler olduğu konusunda bir
bilgim olmadı. Söyle bana bakalım neler oldu bu iki gün içinde?”
[64]
“Neler olmadı ki babacığım. Çok güzel Ģeyler oldu. Dün Selim, benden
habersiz, daha doğrusu bana sürpriz olsun diye okulunun orkestrasını ve korosunu
davete gitmiĢ orada okul müdürü ile görüĢürken. Müdür Bey ona „Haziranda gel
seni mezun edelim. Sen okuldan ayrılmadan önce, senin için bir asistan kadrosu
istemiĢtim. Hala boĢ duruyor, bu yılsonuna değin doldurulmazsa geri çekerler. Ne
diyorsun bu iĢe. Evet diyor musun?‟ diye sormuĢ. O da, „Ben, Oya ile konuĢmadan
onun görüĢünü almadan Ģimdi size bir Ģey diyemem,‟ demiĢ. Doğru yanıma gelip
bunları anlatınca, ben de hiçbir Ģey söylemeden kendisini de yanıma alarak,
Turgut‟un arabasına atlayıp hemen okula koĢtuk. Orada Müdür Bey‟e, „Sizi, yarın
akĢamki niĢanımıza davet etmeye geldim. Selim geldiğinde heyecanlanmıĢ, bu
yüzden unutmuĢ. Ben ikimiz adına özür dileyerek sizi ve bütün okulu davet için
geldim. Bir de siz Selim‟e bir Ģey söyleyerek „Evet diyor musun?‟ diye
sormuĢsunuz. O da, „Ben Oya‟nın görüĢünü almadan bir Ģey diyemem,‟ demiĢ. Ben
de bunu duyunca çok sevindim. Demek ki beni gerçekten çok seviyormuĢ diyerek
onun size söylemesi gereken EVET‟Ġ Ģimdi size ben söylemeye geldim Müdür Bey.
Ġkimiz adına yeni kurulacak ailemiz adına, EVET! diyoruz,‟ dedim. Bunun üzerine,
Müdür de bir kâğıt çıkararak, „Bunu hanginiz imza edecek?‟ diye sordu. Ben de
„Kararı ben verdim, imzayı da sen at, sevgilim,‟ dedim.
Böylece iĢi bitirdik. ġimdi Selim haziranda kalan derslerin sınavına girecek.
BaĢarırsa arkasından asistan olacak. Ben de ona lokantada özel bir yer
hazırlattım. ġimdi her gün gelip odasına giriyor derslerine sıkı çalıĢıyor. Dün, bir
ara kendisiyle konuĢurken Selim, „Bir kemanla ud olsa daha güzel çalıĢırdım,‟ dedi.
Ben de bugün odaya bunları da koydum. Bir de bağlama ekledim. Sabahleyin
gelip bunları bulunca önce ĢaĢırdı. Ama biliyorum çok sevindi. ĠĢte babacığım.
Kızın iki gündür asıl görevinin yanında bunları yaptı. Ha bir Ģey daha söylememe
izin verirsen, dün akĢam niĢana gelen Müdürle Öğretmeni de benim davet etmem
getirdi. Bu arada bir de gerçeği gördüm ki damadın, okulunda bu güne değin hiçbir
öğrenciye verilmeyen bir sevgiye kavuĢmuĢ. Müdür Bey‟den sonra Öğretmenler
odasına girdiğimizde bunu gördüm. Buna çok sevindim. Ġnan baba, biraz da
kıskandım. Hiçbir okulda üç beĢ yıl önce okulunu bitirmeye yakın bırakıp giden bir
öğrenci bu sevgi, bu ilgiyle karĢılanmazdı. Demek ki Selim bunu hak etmiĢ bir
değerdi. Bu da beni çok gururlandırdı. Böyle bir adamla niĢanlanmıĢ olmak kim ne
derse desin, bir kız için en büyük mutluluktur. Bunu ancak bu mutluluğu tadan,
yaĢayan bilir. Dilerim ve isterim ki, bu mutluluk, kız olsun, erkek olsun her gencin
baĢından geçsin. Ne dersin babacığım?”
Sözlerini bitirince babası:
“Bunlar çok güzel kızım. Gerçekten inanılmayacak ölçüde güzel iĢler. Ġsterim
ki yaĢadığınız sürece böylesi hatta daha güzeli iĢlerle karĢılaĢasınız. Senin
gözlerinden bu sevinç pırıltıları hiç eksilmesin benim güzel kızım,” dedi. Arttık
ikisinin de uykuları gelmiĢti. Birbirlerine iyi geceler dileyip herkes odasına
yatmaya gitti.
[65]
*
*
*
Köyde, Turgutların evinde aile, oturmuĢ hem konuĢuyor, hem de sabah
kahvaltılarını yapıyorlardı. Annesi ġadan, eĢi Gülbahar ve dört kardeĢi Ramazan,
Gülümser, Yasemin, Emin, çoktan beri ilk kez bir sabah kahvaltısında bir araya
gelmiĢlerdi.
Gülbahar, “Anne bu gün lokantaya gitmemiĢsin. Neden acaba?” diye sordu
ġadan Hanım, “Artık her gün gitmeyeceğim. Haftada üç gün gideceğim. Böyle
konuĢtuk, Salih dedikleri garson öğrendi zaten. Benden güzel yapıyor. Bu
haftadan sonra da gitmeyeceğim. Sen ne yaptın Gülbahar? Oğlan düzeldi mi
biraz? Adını koydunuz mu? Koymadıysanız ben imamı çağırayım, adını koyduralım
bugün.”
“Turgut da öyle söylüyordu. Artık bu iĢi fazla uzatmayalım. Söyleyelim imam
gelsin adını koysun oğlanın. Özellikle seni bekliyorduk.”
“Peki, adı ne olacak bu yavrunun?”
Turgut ve Gülbahar birlikte: “Biz ne biliriz anne? Sen ne dersen o olur.”
“Ben Turgut‟un babasının adını verelim derim. Bak, yine de siz bilirsiniz.”
Turgut ve Gülbahar , “Hayırlı olsun, toprağınca yaĢasın,” diyerek kabul
ettiler. Böylece çocuğun adı da Mahmut oldu. AkĢam namazından sonra Turgut
camiden imamı alarak eve getirdi. Küçük Mahmut‟un adı kondu. Böylece yedi kiĢilik
aile Mahmut da katılınca sekiz oldu. Dede Mahmut, öleli beĢ altı yıl olmuĢtu.
Köyün en varlıklı kiĢisiydi. Yalnız köyün değil, o yörenin de en varlıklısıydı. Yardım
etmeyi, iyilik yapmayı seven bir insandı. Bu nedenle köylüsü ona Mahmut Bey
derdi. Ölümünden sonra oğlu Turgut okul yapımı için en değerli tarlayı çekinmeden
verince köylü ona:
“Beyoğlu Bey,” demiĢti. Turgut bu adı beğenmemiĢ ve sıkılmıĢtı. Bir gün köy
odasında konuĢulurken birisi bu adla hitap edince, buna çok sinirlenmiĢ ve
“KomĢular, bana bir daha böyle seslenenle inanın kavga ederim. Ben basit bir
köylüyüm. Babam rahmetliye „Bey‟ demiĢsiniz bu onun hoĢuna gitmiĢ, ama ben
hoĢlanmıyorum bundan. Ben de sizler gibi bu köyün bir insanıyım. Sizden ne
ayrılığım var ki bana „Beyoğlu Bey‟ diyorsunuz. ĠĢte bir daha söylüyorum. Bir daha
kim söylerse onunla kavga ederim. Yüzüne de bakmam bilmiĢ olun,” deyince
köylüler de bu genç adamı üzmemek için vaz geçmiĢler, sonra da unutulup gitmiĢti.
Gülbahar, köyün en güzel kızıydı. Evleri birbirlerine uzaktı. Bu nedenle
birbirlerini görüp tanımıĢ değillerdi. Bir gün Turgut, bir su içmek veya el, yüz
yıkamak için çeĢmeye yaklaĢtı, o sırada içerde bir kız vardı.
Turgut, “Affedersin görmemiĢtim,” dedi.
Kız içerden, “Gelin efendim, nereye gidiyorsunuz. ÇeĢme kimsenin malı
değildir. Ġçerde benim oluĢum sizi rahatsız ettiyse benim iĢim bitti. Ben
gidiyorum. Siz gelin iĢinizi görün,” deyince Turgut:
“Sen bu köyden misin?” diye sordu, kız da:
[66]
“Ben de bu köydenim. AĢağı mahalleden ġoför Halit‟in kızıyım. Ya sen
kimsin?”
“Ben de bu köydenim ġu karĢıki evde otururuz. Mahmut Bey‟in oğlu
Turgut‟um. Ayıp olmazsa ben de senin adını sorabilir miyim?”
“Neden ayıp olsun ki. Adım Gülbahar‟dır. Haydin Allah‟a ısmarladık. HoĢça
kalın,” dedi ve gitti.
Turgut, orada dona kaldı. Kızın tavrı, konuĢması onu sanki büyülemiĢti. Kızın
arkasından:
“Güle, güle Gülbahar,” diye seslendi. ÇeĢmeden çıkıp, doğru eve gitti. Annesi
ġadan Hanım evde yemek yapmakla meĢguldü. Ocak baĢında oturur annesiyle
sohbet ederken annesi ona:
“Ne o? Turgut oğlum sende bir hal var. Sen gelip burada oturmazdın. Derdin
nedir? Hadi söyle bana,” dedi.
“Yok bir derdim ana.”
“Bir derdin, ya da bir sıkıntın yok da keyfinden mi geldin yanıma? Mutfağın
bu dağınıklığı içinde iĢin ne o halde? Sen bunları bırak da gel anana Ģu
söyleyeceğini deyiver. Hadi benim aslanım. Anan bilmez mi senin, ona söyleyecek
bir sözün olduğunu? Hadi kuzum benim. Gel deyiver Ģu diyeceğini,” deyince Turgut
biraz yumuĢadı:
“Anam, yarım saat oldu olmadı bir Ģey oldu anam. Çarpıldım, vuruldum. ġu
bizim evin karĢısındaki çeĢmeye uğradım. Bir su mu içecektim, yoksa elimi yüzümü
mü yıkayacaktım. Bilmiyorum. Ġçerde bir kız varmıĢ görmemiĢtim vallahi. Onu
görünce: „Affedersin sizi görmedim. Ġçeri destursuz girdim,‟ diyerek dıĢarı
çıkıyordum ki o arkamdan seslenip „Gelin efendim nereye gidiyorsunuz? Burası
çeĢmedir? Benim değildir. Köyün malıdır. Tabii herkes gelip girecektir. Eğer ben
sizi rahatsız ettiysem iĢim bitti. Siz buyurun,‟ demez mi? ġaĢırdım kaldım. Ben de
ona „Sen bu köyden misin?‟ diye sordum. O da bana bu köyün kızı olduğunu, aĢağı
mahalleden ġoför Halit‟in kızı olduğunu, adının da Gülbahar olduğunu söyledi.
Sonra da bana kim olduğumu sordu. Ben de söyledim. Ayrılırken de bana: „Allaha
ısmarladık HoĢça kal!‟ dedi. Bu bizim köyün kızı nasıl olur? Bizimkiler bir erkek
gördü mü kaçacak delik ararlar. Bu kızı bana iste ana. Zaten çoktan beri beni
sıkıĢtırıp duruyordun. ĠĢte sana bir iĢ, bir eğlence. Bunu mutlaka bitir ana.”
ġadan Hanım, oğlunu konuĢturabilmiĢti ama bunun baĢına iĢ açacağını
ummamıĢtı. Bu nedenle temkinli konuĢtu:
“Yarın iĢe baĢlarım. Bir iki gün soruĢturup anladıktan sonra gider ister, sana
da bir hafta içinde sonucu bildiren haberi yetiĢtiririm,” dedi.
Ertesi sabah ġadan Hanım aĢağı mahalleye gitti. Orada eskiden hayvanlarına
bakan bir yanaĢmaları DurmuĢ vardı. Sonra bir kaza olmuĢ adam sakatlanınca
Mahmut Bey ona:
“Sen artık çalıĢamazsın. Evinde otur. Sana ve ailene biz bakacağız,” diyerek
onu evinde oturtmuĢtu. O günden bu yana Mahmut Bey ailesi, ona ve ailesine
[67]
bakıyordu. ġadan Hanım onlara gidip bir soruĢturma yapacaktı. Oraya gitti. Biraz
hoĢbeĢten sonra sözü getirdi:
“Sizin buralarda ġoför Halit diye birisi varmıĢ. Onu tanıyor musunuz?”
DurmuĢ: “Evet, ġadan Teyze tanıyorum.”
“Bana biraz anlatır mısınız, bunlar nasıl bir ailedir? Nasıl geçinirler? Kaç
kiĢiler? Evleri nerededir?”
“Hayrola ġadan Teyze, bu iĢin içinde bir hayır mı var?”
“Sen Ģimdi bana cevap ver. Soruyu ben sordum. Gerisi seni ilgilendirmez,”
deyince, DurmuĢ kendine gelerek:
“Affedersin ġadan Hanım. Birden boĢ bulundum, Halit, Ģofördür doğru. O
bir tırda çalıĢıyor. Hep uzun yollara, uzaklara gider, bir karısı, bir kızı, bir de
küçük oğlu var. Kazancı iyidir. Yola gitti miydi bir hafta, on gün görünmez. Evleri
de bizim evin karĢısındadır. Kendileri ile çok iyi görüĢürüz. Kızları Gülbahar
bizden hiç çıkmaz. Çok güzel konuĢkan bir kızdır. Belki biraz sonra buraya da
gelebilir. Oğlan ilkokula gidiyor. MaĢallah cin gibi bir çocuktur.”
“Senin hem komĢun, hem de ahbabın mı bunlar?”
“Evet, ġadan Teyze. Hem komĢuyuz, hem ahbabız, hem de kardeĢ gibiyiz.
Senin öğrenmek istediğin bir Ģey varsa, açık söyle elimden geleni yapayım.
Biliyorsun ki size karĢı borçluyum. Rahmetli Mahmut Bey‟in az ekmeği yok
boğazımızda. Ġnkâr edersek gözümüzden dizimizden gelir sonra.”
“Peki, DurmuĢ, ben Ģu kızı nasıl görebilirim?”
“Dedim ya, birazdan kendisi de gelebilir. Ama istersen çağıralım gelsin.
Evdedir ĠnĢallah. Kız Emine, Ģu Gülbahar‟ı çağırsana,” diye kendi karısına seslenir.
Bahçede bir Ģeylerle uğraĢan kadım:
“Kız Gülbahar! Hu,” diye seslenince:
KarĢı evden biri, “Efendim Emine hala,” diye seslenir.
“Az bir gel hele. DurmuĢ eniĢten seni görmek ister.”
Bir kaç dakika sonra Gülbahar gelir:
“Beni istemiĢsin DurmuĢ eniĢte, iĢte geldim. Bir Ģey mi vardı?”
DurmuĢ, “Bak kız, misafirim var. Emine dıĢarıda meĢgul, eli ayağı toz toprak
içinde, gelip misafirime bir hoĢ geldin bile diyemedi. Ben de kalkamıyorum
biliyorsun. Seni onun için çağırdım ,” deyince Gülbahar hemen misafire döndü:
“HoĢ gelmiĢsiniz Hanım Teyze, DurmuĢ eniĢte çağırdı denince birden
heyecanlandım, sizi fark edemedim. Kusuruma bakmayın lütfen. Ne emredesiniz
ayran, kahve ne getireyim size?”
“Güzel kızım, hiçbir Ģey istemem. Gel Ģöyle yanıma otur. Ben seni çok sevdim.
Seninle sohbet edelim biraz,” diyerek öpmek için elini tutmuĢ olan Gülbahar‟ı
çekip yanına oturttu. BaĢladılar söyleĢiye. YaĢlı bir kadınla genç bir kız ne
konuĢabilirlerse konuĢtular. Sonunda çok iyi anlaĢmıĢlar ki ġadan Hanım:
“Hadi, Gülbahar kızım, bana bir kahve yapacaktın. Onu içeyim de gideyim.
Ama kahven de senin gibi tatlı olsun,” dedi. Gülbahar Kahve yapmaya gitti.
[68]
DurmuĢ: “Nasıl ġadan Hanım, beğendin mi kızı?”
“Allah için Güzel kız.”
“Ne zaman isteyeceksin ġadan Hanım.”
“Allah kısmet eylemiĢse yakında isteriz inĢallah.”
“Bu cuma babası da burada olacak. Nasıl olsa son söz onun. Bu nedenle
bulunması iyi olur. “
“Sen bir Ģeyler geveliyorsun Yoksa bu kız senin yakının mıdır?”
“Yok, be ġadan Teyze, benim değil amma, bizim Emine‟nin ağabeyinin kızıdır.”
“Bak DurmuĢ, bu ikimiz arasında bir sır olarak kalacaktır. Sana güvenebilir
miyim? EĢin Emine‟nin bile haberi olmayacak. Allah adına yemin eder misin?”
“Allah adına yemin ederim ki bu sırrı senin benim dıĢımda benden kimse
duymayacak.”
Gülbahar kahveyi getirdi. ġadan içti. Fincanı verirken: “Kızım, kahven çok
güzel olmuĢ, teĢekkür ederim. Ama inanır mısın? Senin kadar değildi. Sen daha
güzelsin. Hadi bana müsaade edin kaçayım. ĠĢlerim var. Gel Ģöyle seni bir öpeyim
kızım,” diyerek onun ağzına çok yakın bir yerden öptü. DurmuĢ‟a da:
“Hadi hoĢça kal. Söylediklerimi unutma,” diyerek çekip gitti. Giderken
bahçede Emine‟ye de uğrayıp:
“Allaha ısmarladık,” demeyi unutmadı. Eve geldi. Turgut evdeydi. Annesinin
nereye gittiğini bilmiyordu. O yüzden ona:
“Nereden geliyorsun?” diye sordu.
“AĢağı mahalleye gitmiĢtim. Orada bizim eski bir yanaĢma vardı, DurmuĢ.
Ona uğradım, geldim.” deyince Turgut heyecanlandı: “ġoför Halit‟i de sordun mu?”
“Sormaz olur muyum? Onu da sordum, Kızını da sordum.”
“Ee! Ne dediler?”
“Yakında oturuyorlarmıĢ. Çağırdılar, geldi. Yanıma oturttum. Bir saatten
fazla konuĢtuk. Allah için çok güzel bir kız. Çıkarken de öperken ağzını kokladım.
Ağzı da kokmuyor. Kızı ben de sevdim. Cuma günü gidip isteyeceğim. Babası TIR
Ģoförlüğü yapıyormuĢ. Her gidiĢte sekiz, on gün dıĢarıda kalırmıĢ. Kazancı iyiymiĢ.
Geçim sıkıntıları yokmuĢ. Bir Ģey daha öğrendim ama sana söylemeye korkuyorum.
Eğer bana Allah adına yemin ederek söz verirsen bu söyleyeceğimi sana da
söyleyeyim.”
“Kabul anne, söz veriyorum.”
“Öyle değil bak nasıl: „Anne, senin söyleyeceklerini ben hemen burada
unutacağıma, bir daha bu iĢ bitinceye kadar kimseye bir Ģey söylemeyeceğime
Allah adına yemin ederim,‟ diyeceksin,” dedi.
Turgut anasının istediği biçimde yemin etti. Yeminden sonra annesi:
“Oğlum. Bu kız kim biliyor musun? Bizim DurmuĢ‟un eĢi Emine var ya iĢte
onun ağabeyinin kızıymıĢ. ĠĢte bunu Ģimdilik unutacaksın. Yani DurmuĢ‟a falan
açmayacaksın, sağda solda kimseye bu konuda en küçük bir söz söylemeyeceksin.
Bak yemin ettin unutma.”
[69]
“Ana, ben her Ģeyi unuttum, sen hiç merak etme. ġimdi sen cuma günü gidip
bana bu kızı isteyeceksin değil mi?”
“Bir saattir neyi anlatıyorum be oğlum? Daha anlamadın mı?”
“Sağ olasın anacığım. Evvel Allah, sonra sen bu iĢi çözersiniz inĢallah. Aha imdi sana bir daha söz veriyorum ki, bu iĢ olup bitinceye değin bu konuda hiç
kimseye bir Ģey söylemeyeceğim.”
Ertesi gün, annesi bir daha gitti DurmuĢlar‟a. Bu kez Emine evdeydi. ġadan
hanım, onu bir kenara çekerek ağzını yokladı. Baktı ki Emine bir Ģey bilmiyor.
Demek ki DurmuĢ sözünde durmuĢ, karısına bir Ģey söylememiĢti. Buna sevindi.
ġadan Hanım: “Bak Emine, ben buraya iki gündür neden geliyorum? Biliyor
musun?”
“Hayır ġadan Teyze.”
“Sana söylerim. Ama Güvenemiyorum. Çünkü bu bir sırdır. Bu sır öz
kardeĢinle ilgili olsa bile kimseye söylemeyeceğine yemin edebilir misin?”
“Sen bizim öz annemizsin ġadan anne. Korkma kimseye söylemem.”
“Sana güvendim, söyleyeceğim.
Ben iki gündür buraya Gülbahar için
geliyorum. Onun bir sözlüsü, bir niĢanlısı var mıdır? Yoksa ben oğlum Turgut‟a
isteyeceğim. Sen bunu bana bir öğrenebilirsen sevinirim. Bir de eğer Gülbahar‟ın
bir takıntısı yoksa annesine, babasına sor, bu cuma günü gelip onu bizim Turgut‟a
isteyeceğim. Yarın öğleden önce senden bir haber bekleyeceğim.”
Emine içinden sevinmiĢti amma belli etmemeye çalıĢarak:
“Olur, anacığım. Ben öğrenir, yarın sana haber ulaĢtırırım. Sen hiç merak
etme,” dedi. Ġçi içine sığmıyordu. Az Ģey miydi bu? Koskoca Mahmut Bey‟in oğluna
yeğenini isteyeceklerdi. Kendisi de, Mahmut Bey‟in gelinin halası olarak bundan
bir Ģeref payı umuyordu.
ġadan Hanım, gider gitmez, doğruca kardeĢinin evine giderek Gülbahar‟ı
yanına çağırıp onu kadınca bir sorgulamadan geçirdi. Gülbahar temizdi. Yani ne
söz verdiği kimse vardı, ne de gönlünden geçen birisi vardı. Bunu anlayınca Emine,
Gülbahar‟a:
“Bak halacığım, Ģimdi sana bir Ģey soracağım. Bana doğru cevap verecek
misin?”
“Hala bugüne değin benden yalan bir söz mü duydun ki böyle söylüyorsun?
Tabii ki her zaman olduğu gibi doğru olacak. Buyur sor halacığım.”
“Seni bu köyün en zengini Mahmut Bey‟in oğluna Ġsteseler ne dersin?
“Sahi mi halacığım. Ne diyeceğim „Allah,‟ derim. Çok sevinirim halacığım.”
“Kız, cuma günü gelip seni isteyecekler. Haberin olsun,” deyince Gülbahar
halasının boynuna sarılıp onu defalarca öper. Ġçinden de iki gün önceki çeĢme
baĢındaki olayı anımsar ve kendi kendine sessiz düĢünerek:
“Aklıma gelir miydi böyle olacağı? Neyse hayırlı ise Allah nasip eder
inĢallah,” der. Seslendirmez bu düĢüncesini, kimseye de söylemez. Yine kendi
içinden “Belki bir gün Turgut‟a söyleyebilirim,” diye geçirir. Aslında o gün çeĢme
[70]
baĢında konuĢup tanıĢtıktan sonra, hele Mahmut Bey‟in oğlu olduğunu, oturdukları
evi gösterdiğinde bu evin bir saray gibi büyük olduğunu, görünce içinden:
“Bu evde oturmak kim bilir ne güzel olur,” diye geçirmiĢ ve oturanları
kıskanmıĢtı. Ama bu düĢünce evine gidinceye değin sürmüĢ sonra da unutulup
gitmiĢti. ġimdi halasının verdiği haber kendisine bu düĢünceyi yeniden
anımsatmıĢtı. Gerçi Gülbahar bir saray görmüĢ değildi. Sarayın ne olduğu
konusunda da bir bilgisi yoktu. O, kıĢ günü evlerine gelen konukların, akĢamları
babasının anlattıkları öykülerden duymuĢtu Saray sözünü hep merak ederdi: “Bu
saray denilen nasıl bir Ģeydir?” diye. Mahmut Bey‟in evini dıĢarıdan olsun görünce:
“Olsa, olsa iĢte budur,” demiĢti. Bunu deyince de belleğinden saray sözcüğü
silinmiĢ, Gülbahar da rahata kavuĢmuĢtu. ġimdi bu saraya gelin olması istenecekti.
Demek ki bu iĢ olursa kendisi de bir saray gelini olacaktı. Evet, Saray nasıl bir
Ģeydir?” sorusunu unutmuĢ, fakat onun yerine bu düĢünce takılmıĢtı. ġimdi,
“Saray gelini nasıl olur? Yahut nasıl olmalıdır?” düĢüncesiyle son iki günü nasıl
geçirecek? “Bugün çarĢamba, yarın perĢembe, cuma günü akĢamı geliyorlar, Ģunu
bu akĢam yapıp bitirseler de kurtulsam olmaz mıydı?” diye düĢünüyor, fakat
kimseye bu düĢüncesini söyleyemiyordu.
Ertesi gün Emine, ġadan Hanım‟a gidip, Gülbahar‟la ve annesi ile görüĢtüğünü,
uygun gördüklerini ve kendilerini beklediklerini söyledi.
ġadan Hanım, Emine‟ye, “Sen onlara söyle yarın akĢam geliyoruz,” dedi.
Emine de “Ben gideyim. Onlara söyleyeyim. Ben de orada olacağım. Merak etmeyin
bu iĢ olur,” dedi ve hemen kalkıp gitti. Emine doğru ağabeyinin evine gitti. Halit,
yoldan yeni gelmiĢti. Ona:
“HoĢ geldin ağabey, inĢallah yolculuğun iyi geçmiĢtir,” dedi. Halit de ona:
“Ġyi geçti. Sağ olasın Emine. Sen nasılsın? DurmuĢ nasıl? Bu kez biraz uzun
sürdü. Sizden ayrı kalmak dıĢında bir sıkıntım yoktu. Seni, DurmuĢ‟u, Kezban‟ı,
Gülbahar‟ı gerçekten çok özledim. Allah‟a çok Ģükür hepinizi sağ, sağlim gördüm.
ġimdi bir sıkıntım kalmadı. Yarın da size uğrar DurmuĢ‟u görürüm,” deyince Emine
birden atılarak:
“Yarın olmaz ağabey, yarın yabancı konuklarımız olacak. Bu yüzden, ya bu gün
ya da cumartesi günü olsun. Olmaz mı ağabey?”
Halit, “Olur, olur da sen neye böyle birden heyecanlandın? Bize ilk defa mı
konuk geliyor ki? KimmiĢ bunlar? Senin ağzında bir fındık var, gel Ģöyle yanıma
otur da çıkar Ģu ağzındaki fındığı,” deyince Emine gelip ağabeyinin dizinin dibine
oturur. Ona her Ģeyi anlatır. Mahmut Beyler‟in kendilerine geleceklerini, bu
geliĢin boĢ bir ziyaret olmayacağını, bir olasılıkla Gülbahar‟ı oğulları Turgut‟a
isteyeceklerini anlatır. Halit, “Bizim Gülbahar büyümüĢ mü? O kadar ki görücüsü
geliyor. Allah Allah, ben de bir gün ona beĢ altı yaĢındayken takılmıĢ, „Kız seni ilk
isteyene veririm,‟ demiĢtim. ġu iĢe bak sen, ilk isteyenler Mahmut Beyler olacak.
Yani Ģimdi Mahmut Beyler gelip bizim yaramaz kızı oğulları Turgut‟a, yani Ģu
„Beyoğlu Bey‟e mi isteyecekler. Peki, kız bunu biliyor mu? O ne diyor?”
[71]
“Evet, Ağabey, anası buraya gelmiĢti. Gülbahar‟ı yanına çağırdı, onunla biraz
fazla ilgilendi. O gittikten sonra Gülbahar bana:
„Hala, bu kadın benimle niye böyle ilgilendi?‟ diye sordu. Ben de önce bir Ģey
demedim. Ama çok ısrar etti. Bilirsin ben de Gülbahar‟ı çok severim. Onu üzmek
istemem. Üzülmesini de istemem. „Belki seni sevdi, oğluna isteyecek,‟ deyiverdim.
Ama sanki Ģaka yapıyormuĢum gibi. Demek ki senin ve benim Ģakalarımızı Allah
ciddiye çevirmiĢ. Dün ġadan Hanım bize geldi ve yarın akĢam gelip „Allah‟ın Emri,
Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammet Mustafa (S.A.V.)nin kavli ile kızınızı
istemeye geleceğiz,‟ dedi. Vallahi ağabey, ben sana bir Ģey diyeyim mi? Bu iĢte bir
hayır vardır inĢallah. Senin Ģaka yollu dileğinin gerçekleĢmesi, bu yaĢına değin
kapıyı çalıp kimsenin istememiĢ olması, bütün bunlar boĢuna değil. ĠnĢallah çok
hayırlı olacak. Ben olsam akĢam istediklerinde “Olur,” derdim. Sonra, bunlar çok
zengin bir ailedir. Yalnız bu köyde değil, bu bölgede kime gitseler geri
çevrilmezler. Çevrilmeyi de sevmezler. Ben derim ki, „AkĢam geldiklerinde sen
bunlara hayır deme, ayrıca iĢi uzatmak için engel çıkarma,‟ derim. Amma yine de
sen bilirsin. Bir çulsuza verip yavrumun bütün yaĢamını çileli geçirmesini mi
istersin, yoksa saray gibi bir evde, bir saray gelini olarak, varlık içinde yaĢamasını
mı istersin?” diye sorunca Halit:
“Emine, bu sözleri söyleyen bir yabancı olsa, aklıma türlü yalan dolan oyunlar
gelirdi. Ama sen bir halasın, senden Ģüphe edemem. Çünkü senin de onu nece
sevdiğini biliyorum. Peki, annesi ne diyor, onunla konuĢtunuz mu bunu?”
“Böyle uzun boylu konuĢmadık. Yalnız haberi var. O, bana bir Ģey demedi.
„Babası bilir,‟ dedi. Ama benim anladığım kadarı ile onun da gönlü var.”
“Ya kız ne diyor?”
“Ağabey, hangi kız daha ortada fol yok, yumurta yokken, „Sen bu oğlanı
istiyor musun?‟ diye sorulunca „Evet istiyorum‟ veya „Ġstemiyorum‟ der. Onlar
gelsin istesinler bir kere. Sormak hakkımız olur. Ama benim kanaatim odur ki
Gülbahar da bu iĢe „Evet,‟ der. Böyle bir kısmeti reddedecek bir kızın var
olacağını düĢünemiyorum,” deyince Halit:
“Görüyorum ki, siz üçünüz tezgâhı kurmuĢsunuz. Benim evet dememi
bekliyorsunuz. Bana baĢka seçenek bırakmamıĢsınız. Annesi, kızın kendisi, öz be
öz halası böyle düĢünüyorsa baba ne diyebilir. Hayır, olmaz deyip iĢi bozacağına
elbet de çokluğa katılıp rahat etmek varken, kendi baĢına yalnız kalmak zor iĢtir
kardeĢim. Korkmayın ben de sizlere katılıyorum. Gönlünüz rahat etsin. Bunlar
yarın akĢam mı gelecekler?”
Emine, “Onu ben de bilmiyorum. Gündüz de gelebilirler mi acaba? Bunu hiç
düĢünmemiĢtim. Bu akĢama değin onu da öğreniriz. Olur mu ağabey. Sen merak
etme. Zaten yarın gündüz veya akĢam onlar gelip gittikten sonra sizin bir iĢiniz
kalmaz. ĠĢ biz kadınların olacaktır. Bir gün önce baĢlarsak ne olur,” dedi.
Ağabeyinden izin isteyip kalkar. Önce DurmuĢ‟a uğrayıp onun
gereksinmelerini yerine getirir. Sonra ġadan Hanımlar‟a gidip onlara gereken
[72]
bilgileri verir. Sonra da yarın ne zaman geleceklerini sorar. ġadan Hanım da
“Yatsı namazından sonra geliriz,” deyince, dönüp gelerek ağabeyine ve Emine‟ye
söyler. Bu arada orada bulunan Gülbahar da duymuĢ olur.
Böylece çok sevinir. Ama kimseye belli etmez. Ancak yanaklarının
pembeleĢmesini kendisi de fark eder. Elleri ile yüzünü kapatarak odayı terk eder.
Annesi Kevser de arkasından çıkarak, kızının yanına gelir:
“Ne oluyor kızım, öyle birden bire odayı terk edip çıktın?”
“Anne, babamdan utandım. Sonra bir Ģeyler söyler, takılır diye korktum. Sen
Ģimdi git, ben biraz sonra gelirim. Biraz sakinleĢmek istiyorum,” deyince, annesi
ona son bir soru daha sorar:
“Bana bak Gülbahar, sen bu oğlanı gördün mü? Onu seviyor musun? Yoksa
onunla zengin olduğu için mi evlenmek istiyorsun? Bana doğruyu söyle. Hadi kızım
ben senin ananım. Kızlar analarından hiçbir Ģeyi saklamazlar.”
Gülbahar, anasını yanına alarak sedire yanı baĢına oturtup halasına anlattığı
olayı aynen anasına da anlatır. Sonra da:
“ĠĢte ana durum bu. Ne o oğlan beni, ne de ben onu tanıyordum. Ne olduysa o
gün çeĢme baĢında karĢılaĢtığımızda oldu. Evet anacığım, ben bu oğlanı çok
sevdim. Yoksul birisi de olsaydı, tanıdıktan sonra yine severdim. Bu nedenle de
onun evlenme teklifine „evet‟ diyor, onunla evlenmek istiyorum. Kaldı mı baĢka
sorun ana?” deyince birden babasının sesini duydu:
“Ben de seni bu oğlana veriyorum. Allah mutlu eylesin benim güzel kızım.
Bunda utanacak ne var ki, babamdan utandım,”diyorsun. AkĢam geldiklerinde bu
iĢi bitiririz. Yalnız senden bir isteğim var. Senin yerine fazla gecikmeden beni
teselli edecek bir bebek vermek. Anladın mı yavrum benim. Gel seni doyasıya bir
öpüp koklayayım,” diyerek onu bağrına bastırıp doyasıya öptü.
ĠĢte Turgut‟la Gülbahar‟ın evlilikleri böyle olmuĢtu. Küçük Mahmut,
doğduğunda Halit, oraya hayırlı olsun demeye gittiğinde, Gülbahar, onu getirip
babasına verirken:
“Al, babacığım, bu senin benden istediğin Ģey. Biraz gecikti, kusura bakma,”
dedi.
Halit de:
“Bir tane neye yeter? En az beĢ olmalı beĢ.”
Turgut:
“Bu ilk dedik babacığım, son demedik. Sonuncu kaçıncı olur Allah bilir? Bunu
kimse bilmez. BeĢinci mi on beĢinci mi? Hani bir söz vardır: „Cücüğü güzün
sayarlar,‟ diye. Sen de güzü bekle babacığım.”
* *
*
Ömer Demirci, okula kaydolduğu günden beri odasına kapanmıĢ harıl harıl
ders çalıĢıyordu. Onun bir tek amacı vardı. Son sınıfın derslerini haziranda
[73]
vererek bu iĢi eylüle değin uzatmamak. Eylülde de bir program hazırlayarak
üniversite giriĢ sınavlarına hazırlanmak. Ömer kendine öylesine güveniyor ki, bu
konuda özel ders almak ya da bir dershaneye gitmeyi aklından bile geçirmiyordu.
O çok iyi biliyordu ki bugünkü dershanelerin tümü türlü reklâm ve vaatlerle
velileri soymayı amaçlayan birer ticarethanedir. Hiçbirinin eğitim öğretimle ilgisi
yoktur. Üstelik bu iĢi çok güzel yapan baĢarılı devlet okullarının da kalitesini ve
öğrenci ahlakını bilerek bozuyorlar. Okullarda disiplin diye bir Ģey bırakmadılar.
Öğretmenlere saygı denilen olaydan bir eser bile kalmadı. Biraz da
televizyonlardaki dizilerin etkisi ile okullarda eğitimin cenazesi kaldırıldı. Bu
soykırımda siyasi iktidarların da çok büyük katkısı olduğunu söylemek abartılı
olmaz. Bunu bilen Ömer de kendine güvenerek bu iĢe soyunmuĢtu. Sıcak soğuk,
gece gündüz demiyor, yalnız çalıĢıyor çalıĢıyordu. Sınavlara bir buçuk aydan az
zaman kalmıĢtı. Mutlaka bu haziran döneminde bitirmeliydi. Temmuzda lise
mezunu olmalıydı. Gelecek yıl da üniversiteli olması gerekecekti. ĠĢte bütün hırsı,
bütün isteği buydu. Ya olacak ya olacaktı. BaĢka çıkıĢ yolu yoktu. Kız kardeĢi Esin,
lise birde okuyor. Arada sırada Ömer‟in ona yazarak verdiği soruları ilgili
öğretmenlere sorup aldığı yanıtları getirip ona veriyordu. Erkek kardeĢi Erim,
ortaokul ikinci sınıfta, Küçük kız kardeĢi Enise ise, ilkokul dördüncü sınıfta
okuyorlardı.
Ömer bugün yirmi dört, en çok da yirmi beĢ yaĢındaydı. Askerliğini yapmıĢtı.
Henüz evli değildi. Gözü gönlü hâlâ o lise birdeyken sevdiği kızda, yani Tansel‟de
idi. O, ilk aĢkta idi. Liseyi bitirir bitirmez onu arayacaktı, eğer hâlâ evlenmemiĢse.
Ona açılıp ona evlenme teklifinde bulunacaktı. O ilk aĢkı unutamıyordu bir türlü.
Sonunda eğitimde yılsonu gelmiĢ, okullar kapanmıĢ, öğrenciler karnelerini
almıĢlardı. Önümüzdeki hafta baĢında son sınıfların sınavları baĢlayacaktı. Ömer
de Esin‟e:
“Ben gidersem, bütün günüm ölür. ġu sınav programını al da bana
getir,”demiĢti.
Esin de Müdür Yardımcısı‟na:
“Öğretmenim. Ağabeyim, bir tane sınav programı istiyor.”
Müdür Yardımcısı:
“Ağabeyin kim senin?” diye sorunca:
“Demirci Ömer, öğretmenim,” deyiverir.
“Ya öyle mi? Demek Ömer senin ağabeyindir? Bu güne değin neye söylemedin
be kızım?”
Sumenin arasından camekândaki programın bir kopyasını çıkarıp verirken:
“Al, bunu ağabeyine götür. Kendisine selamımı ve baĢarı dileklerimi
söylemeyi de unutma!”
Esin de:
“Olur, öğretmenim. BaĢ üstüne, teĢekkür ederim. Allah‟a ısmarladık.”
[74]
Öğretmenin uzattığı kâğıdı alır çıkar. Eve gelir. Ömer‟e her Ģeyi anlatır.
Ömer de kardeĢine teĢekkür eder. Gelen kâğıdı alıp çalıĢma masasının arkasındaki
duvara yerleĢtirir. Sonra üç kardeĢini de yanına çağırıp karnelerini sorar. Onlar
da sevinerek koĢup gelirler. Karnelerini ağabeylerine gösterirler. Ömer, tek tek
üçünü de inceleyip onları kutlar:
“Artık sınıflarınızı geçmiĢsiniz. Yaz tatilini doya doya oynayarak
geçirebilirsiniz. Sizlere yeni sınıflarınızda da baĢarılar dilerim. ÇalıĢkan, baĢarılı
kardeĢlerim benim. Sağ olun, var olun. Her zaman çalıĢın, her iĢte çok çalıĢın olur
mu güzellerim benim? Bu yılki karne hediyeleriniz benden, söyleyin bakalım ne
istersiniz?” deyice üçü birden koro halinde:
“Senin lise diploması almanı istiyoruz. BaĢka bir Ģey istemeyiz.”dediler.
Bunun üzerine Ömer:
“BaĢ üstüne çocuklar, ben de size söz veriyorum.” Arkasına astığı programı
göstererek: “ġu sınavın sonunda size bunu getireceğim. Bekleyin.”
* *
*
Hırdavatçı Hasan‟la eĢi odada baĢ baĢa konuĢuyorlardı. Bu karı kocanın kendi
arasındaki bir konuĢmaydı. Medine Hanım kocasının karĢısına geçmiĢ, ona bir
Ģeyler anlatıyor, Hasan son derece dikkatle onu dinliyordu. Bir ara Medine,
Hasan‟ın elini alarak göbeğinin üstüne koydu. Allah Allah, bu iki kiĢilik konuĢma
neydi acaba? Yoksa Medine‟de bir hastalık mı baĢlamıĢtı? Kocasına onu mu
anlatıyordu? Ġkisinin ne konuĢtuklarını anlamak olanağı yoktu. Hem çok sessiz
konuĢuyorlar hem de kimse duymasın istiyorlardı. Biz de dıĢarı çıkmalarını
bekleyeceğiz. Belki o zaman birini konuĢturup anlayabiliriz. Hasan odadan çıkıp
annesi Fatma Hanım‟ın yanına gitti. Bu her gün yaptığı bir iĢti. Anlam verecek
değiĢik bir durum değildi. Biraz sonra da Medine elinde bir tığ bir yumak iplikle
geldi:
“Anne, ben bir patik öreceğim Ģunu baĢlar mısın?” diye Fatma Hanım‟a
yaklaĢtı. Fatma Hanım da:
“Yaa, baĢlamaz mıyım benim gelinim? BaĢlarım da, bitiririm de. Sen giyecek
olanı çabuk yolla da, ayağının ölçüsünü alayım,” deyip Hasan‟a döndü:
“Hadi hayırlı, uğurlu olsun oğlum,” dedi. Sonra da gelinine dönüp:
“Benim güzel gelinim. Sana da hayırlı uğurlu olsun. Sen sakın bu iĢ için
yorulma, ben yaparım. Hem zaten oturmaktan usandım. Yalnız bu örgüyü değil
senin iĢlerini de yaparım. Sakın kendini yorma. Sen benim torunuma iyi bak. Olur
mu yavrum benim? Çocuklar bana dünyaları bağıĢladınız. Sağ olunuz, var olunuz.
Hasan, hadi sen dükkâna git de torunuma bol para kazan olur mu yavrum? Hadi
aslanım. Hadi Hasan‟ım. Çabuk git de torunumun bugünkü kazancını getir akĢam.
Allah rızkını bol eylesin,” deyip Hasan‟ı dükkâna uğurladı.
[75]
Hasan o gün dükkânda duramıyor, akĢam olsun da eve gidip çocuğu görsem
gibi bir duyguya kapılıyordu. Ama biliyordu ki onun gelmesine daha en az dokuz ay
vardı. Ne yapsın ki bu duygudan kurtulamıyordu. O gün dükkâna gelen müĢteriler,
komĢular, tanıdıklar da duymuĢtu Hasan‟ın çocuğu olacağını. Hepsi de kendisini
kutlamıĢtı çocuk için:
“Allah uğurlu eylesin, analı babalı büyütsün,” diye dileklerde bulunuldu.
Çaylar içildi. Hasan sevinçten uçuyordu. Az Ģey miydi bu? Baba oluyordu.
Baba! Kendisinin on iki yaĢından beri özlemini çektiği babalık, Ģimdi kendisinin
eline geçiyordu. Neler neler düĢünüyordu onun için. Kendisinin yıllarca özlemini
çekip yapamadığı birçok duygunun gerçekleĢtirilmesi fırsatı eline geçecekti.
Gerek okuma, gerek iĢ hayatında ve gerekse aĢk hayatında zaman zaman neler
olmasını istemiĢ ve hiçbirini yapamamıĢsa onları düĢünüyor ve sanki kendisi
yeniden doğuyor muĢ gibi bir duyguya kapılıyordu. Böylece akĢamı etti. AkĢam
olup eve giderken annesinin sözünü anımsayıp çekmeyi açtı. Ve o günkü bir günlük
geliri cebine koyarak eve götürdü. Annesine verdi. Annesi Fatma Hanım parayı
aldı, saydı:
“Ġki yüz seksen beĢ lira otuz beĢ kuruĢ,” dedi. Ve ekledi:
“Bu torunumun geliyorum dediği ilk günün getirisi. Allah hayırlı, uğurlu,
bereketli eylesin!” diye aldı bir bardağın içine koyup: “Sen yarın gelirken bir
kumbara al getir. Torunum gelinceye değin bu para hep onun olacak. Sakın çarçur
edeyim demeyin,” diye sıkı tembih etti.
Hasan da:
“Olur, anam. Sen nasıl istersen öyle olsun,” diyerek ona destek oldu.
Böylece gelecek çocuk için Ģimdiden bir hesap açılmıĢ oldu. Bu parayla
çocuğun geleceğinden baĢka hiçbir Ģey için harcanmayacak ve çocuk on sekiz
yaĢını bitirdiği gün kendisine bildirilecekti. O güne değin tüm giderleri aile
tarafından karĢılanacak, hiç kimse hiçbir nedenle çocuk, dünya evine gireceği
güne değin el sürmeyecek. O gün kullanma yetkisiyle bu para onun olacaktı.
Baba ile babaanne bunları düĢünürken, anne ne yapıyordu? O da gelecek
çocuğun eksikleri ile uğraĢmanın hazırlığını yapıyordu. Annesi gelse de onunla
konuĢabilse o bilirdi ne yapılacağını. BeĢ altı çocuk doğurmuĢ, beĢ tanesini
büyütüp yetiĢtirmiĢti. Ondan daha iyi bu iĢi kim bilirdi? Evet, kayınvalide de üç
tane yetiĢtirmiĢ ama gebe bir gelin için, en iyi arkadaĢ yine de annedir. Evet,
Fatma anne de öz anne gibi davranıyor ama ne de olsa o anne değil, anne gibidir.
Bir gelinin kendi öz annesi dururken anne gibisine gidip içini açması nasıl olur diye
düĢünüp dururken kapı açıldı. Gelen kendi annesiydi. Ġçeri girince:
“Medine kızım, haberi Hasan, kardeĢin Ali‟ye söylemiĢ. Ondan duydum, çok
sevindim kızım.”
“HoĢ geldin Anne. Ne iyi ettin de geldin. Ben de tam seni düĢünüyordum.
Sana büyük ihtiyacım var anne. Bu konuda hiçbir Ģey bilmiyorum,” deyince annesi
Zübeyde Hanım:
[76]
“Niye kızım kaynanan yok mu? Ona sorsana. O da annen sayılır.”
“Evet, var anne, var ama ben annem varken, annem gibiyle veya sayılırla
değil, kendi annemle konuĢup anlaĢmak istersem bu benim hakkım değil mi?”
“Tabii, hakkın kızım. Ben onu demek istemedim. Fatma Hanım her zaman
senin yanında daha çabuk yetiĢir. Sen de ona anında haber verirsin, ben bunu
demek istedim. Yoksa ana kız arasına kim girebilir? Ben her an senin yanında
değilim. Bir sorun olduğunda hemen yetiĢemem. Ama o burada, yanı baĢındadır.
Yoksa sen kızımsın, ben de anan, bunu kimse değiĢtiremez, korkma,” dedi.
Ve odaya girdiler. Orada baĢ baĢa iki saatten fazla konuĢtular. Odadan
çıktıklarında artık akĢam olmuĢtu. Hasan da gelmiĢ annesiyle konuĢuyorlardı.
Hasan yine dükkândan günlük hâsılatı getirmiĢ annesine veriyordu. Bu gün bir de
seramik bir vazo getirmiĢti. Onu annesine verirken:
“Dün benden bir kumbara istemiĢtin. ĠĢte sana güzel bir kumbara aldım.
Bakalım beğenecek misin?” diyordu. Birden Zübeyde Hanım‟ı gördü:
“O,Ooo! Zübeyde annem de buradaymıĢ. Ne zaman geldin anne?” diyerek
kalkıp yanına gitti.
“HoĢ geldin, anne,” deyip elini öptü.
“HoĢ bulduk evladım,” diye onu öptü. Devam ederek:
“Dün Ali sana uğramıĢ, sen ona söylemiĢsin. Geldi bana söyledi. Sabahleyin
iĢlerim vardı, gelemedim. O iĢler bitince hemen kalkıp geldim. Burada benim
vekilim var. Nasıl olsa diye biraz ağırdan aldım. Sağ olsun, Fatma Hanım var ya.”
“O nasıl söz Zübeyde KardeĢ, anaya vekâlet olur mu hiç? Ana, anadır. Allah
eksikliğini vermesin,” derken, Hasan araya girip:
“AkĢamı bizde yapıyoruz değil mi anne?” deyiverdi.
“Yok, oğlum, evden beklerler. Sonra baban yalnız kalır, olmaz.”
“Ben Ģimdi gider onları alıp gelirim. Siz sofrayı hazırlayın,” deyip koĢarak
evden çıkıp gitti.
Fatma Hanım:
“Gel, bak, Zübeyde Hanım! Hasan yeni gelecek olana ne almıĢ?” diye vazoyu
gösteriyordu. Zübeyde Hanım eline alıp sağına soluna bakarken içinden bir sesler
geldiğini duyup sordu:
“Ġçinde ne var bunun Fatma kardeĢ?”
“Hazine var, hazine,” dedi.
Ve Zübeyde Hanım‟a aldıkları kararı anlattı. Sonra da sordu:
“Bu hazine değil mi Zübeyde Hanım? Gelecek olanın hazinesi değil mi
Zübeyde KardeĢ? Dün bir, bugün iki. Altı yüz lirayı geçti maĢallah. Gelecek olan
gelmeden uğuru gelmiĢ oldu. Bu çocuk gerçekten çok uğurlu bir çocuk olacak
ĠnĢallah.”
Zübeyde Hanım da:
“ĠnĢallah!” dedi.
[77]
Bu sırada Hasan, kayınbabasını ve diğerlerini alarak gelmiĢti. Kayınbaba
Nesimi Dede ve çocukları; Ali, Hamza, Gönül ve Bünyamin tümü birden gelmiĢlerdi.
HoĢ geldin, nasılsınız faslı bittikten sonra, yeni gelenlerle evdekiler, Hasan,
annesi Fatma, eĢi Medine, kız kardeĢi Zühre masanın çevresine oturdular. Kendi
aralarında sohbete dalmıĢlardı ki, Nesimi Dede‟nin yüksek ve gevrek sesi duyuldu:
“Hasan, oğlum, bak bunlar sohbete daldılar. Bizleri unuttukları da bir gerçek.
Kalk, bari sofrayı da biz kuralım,” deyince Medine, Zühre ve Gönül yerlerinden
kalkarak sofrayı donatmaya baĢladılar. Sofra tamamlanınca, dede‟ye Medine:
“Buyurun baba, sofra sizi bekliyor,” dedi. Bunun üzerine Nesimi Dede:
“Hani ya kızım, bu sofranın rakısı?” diye sorunca, Medine:
“Baba,
rakı
yalnız gelir mi hiç? ArkadaĢlarının gelmesini bekliyor. ġimdi gelirler,” diyordu.
Zühre ile Gönül, birinin elinde kesilip bir tabağa düzgünce yerleĢtirilmiĢ
kavun, diğerinin elinde de bir çanak cacıkla bir ĢiĢe rakı olduğu halde geldiler.
“ĠĢte geldik,” diyerek, getirdiklerini masaya koyuyorlar.
Nesimi Dede:
“ Bir elde gül, bir elde mey geldin sakiya.”
“ Kangısın alsam gerek, bilmem ki, gülü, camı, ya seni,” diyerek, kızları
yanına çağırıp onları yanaklarından öptü, teĢekkür etti. Sonra:
“Ġlk kadehimi geleceğini haber veren torunuma kaldırıyor ve ona „Sakın geç
kalma erken gel!‟ derken içiyorum. Hadi bakalım, sizler ne duruyorsunuz? Herkes
birer kadeh alsın ve çeksin. Bakın, kavun ve cacık da varken rakı içilmez olur mu?
Ne demiĢ Ulu Cami Ġmamı oğluna: „Aman oğlum kavunla cacık zamanı rakıya tövbe
kabul edilmez.‟ Unuttunuz mu? Hadi Ģimdi hep beraber gelecek olanın Ģerefine.
Oh! Afiyet olsun!”
Ve herkes doyasıya içti, eğlendi.
*
*
*
Kör Salih Takımı‟nın kaptanı, baĢkanı, müdürü, sözcüsü, temsilcisi
durumundaki Mutlu Öğretmen, bu görevlerin tümünü birlikte nasıl yapar diye
sormayın, ĢaĢırmayın. Bir akĢam bir köfteci dükkânında Kör Salih tarafından
oluĢturulan beĢ kiĢilik bir meyhane grubunun, kendi aralarında yaptıkları seçimle
görevlendirdikleri ve daha önce hiç tanımadıkları biridir. Asıl mesleği bir köy
ilkokulunda sınıf öğretmenliği olan Mutlu öğretmen, evli ve üç çocuk babasıdır.
Yirmi yıldan fazladır bu görevde çalıĢmaktadır. Kırk, kırk beĢ yaĢlarında
görünmektedir. Bu yirmi yıldan çok olan öğretmenlik süreci boyunca çok köy
dolaĢmıĢ, birçok olayla karĢılaĢmıĢtır. Bu durum ona engin bir deneyim ve dayanma
gücü kazandırmıĢtır. En heyecanlı olaylar karĢısında soğukkanlılığını korumasını
öğrenmiĢ, bir baĢkasının kızarak bağırıp çağıracağı hatta küfürle karĢılayacağı
olay karĢısında o sadece gülümser, dururdu. Bu nedenle son olayda kendisini
görevden almak için gelen müfettiĢler, tek sınıflı bir köy okulundan alınarak çok
[78]
sınıflı, çok öğretmenli kasaba okuluna verilmesini önermiĢler. O da böylece, hem
köyden hem tek sınıflı, tek öğretmenli okuldan kurtulmuĢ, kendi deyiĢiyle
önündeki KPSS (Kamu Personeli Seçme Sınavı)yi kazanırsa sınıf öğretmenliğinden
de kurtulup Sosyal Bilgiler Öğretmeni olacakmıĢ. Vaktiyle köyden köye sürülürken
kasabalardan birinde tanıyıp sevdiği Kız Enstitüsü mezunu olan bir kızla evlenmiĢ.
Mahide, o kızdır. Bir gün çalıĢtığı köyden kasabaya inmiĢ, kasabanın gençlerinin
grup halinde dolaĢtığı bir yolda o da can sıkıntısı ve memleket özlemi ile
dolaĢırken sigarasını içiĢi, Mahide‟nin ilgisini çekmiĢ. Mutlu Sigarayı içiyor, sonuna
gelip atacağı zaman onunla yeni bir sigara yakıyor, böylece cebindeki paketin
tümünü bitiriyor. Bunu görüp izleyen Mahide:
“Vah zavallı, kim bilir ne derdi var?” diye ona yüksek sesle söz atıyor.
Kesinlikle bu bir acıma duygusu değildi. Bu bir tanıĢma baĢlangıcı idi. Bir gün
de Mahide her zamanki arkadaĢları ile onun köyüne gelmiĢ, okulun bahçesinde
voleybol oynamak için Mutlu‟nun oturduğu lojmanın kapısını çalarak ondan bir top
istemiĢti. Mahide, bulunduğu kasabanın en güzel giyinen, en güzel yürüyen kızıydı.
Vücut güzelliği dillere destan olacak nitelikteydi. Kısaca Mahide çok güzel bir
kızdı.
Mutlu, çok okuyan, çok çalıĢan, pek fazla yakıĢıklı olmasa da güzel konuĢan,
güzel Ģiir okuyan, bu yüzden bulunduğu toplumda daima öne çıkan bir insandı.
Bulunduğu çevre onu sever ve sayardı. Bu iki insan birbirlerini sevmiĢ ve
evlenmiĢlerdi. Üç de çocukları olmuĢ biri erkek: Erdem, diğerleri kız: Damla ve
Yağmur. Erdem, lisenin ikinci sınıfında, Damla ortaokul üçüncü sınıfta, Yağmur ise
temel eğitim beĢinci sınıfında. Her üç çocuk da derslerinde ve sınıflarında
baĢarılı öğrencilerdir. Bu nedenle okullarında öğretmenler tarafından çok
beğenilir ve sevilirler.
Erdem bir gün babasına:
“Baba doktor olmak istiyorum. Doktorluğu çok seviyorum. Bir doktor
olabilmek için liseden sonra en az on yıl daha okumak gerekir. Benim için iki sene
de lise eğitimi eklenirse on iki yıl eder. Kısaca sen buna on beĢ de diyebilirsin. Ya
ben akademik kadroya geçmek olanağı bulabilir de geçersem, sen ne yaparsın?
Beklemeye katlanabilir misin? On yıl da buna ekle. Bunu da ekledik mi eder yirmi
beĢ yıl. Buna dayanabilir miyiz? ġimdi on yedi yaĢımda olduğuma göre yirmi beĢ
daha eklersen eder kırk iki, askerlik falanla sen buna kırk beĢ diyebilirsin. Ne
dersin baba, buna dayanabilir miyiz? Yoksa bundan vaz geçeyim, daha kısa süreli
bir eğitim seçeyim mi?” diye söyleyince Mutlu Öğretmen:
“Benim gözüm, canım oğlum. Bizim soyadımız nedir, biliyorsun değil mi?
Sürüotlatır. Bu da ne demektir biliyor musun? Sürü: Koyun topluluğu. Otlatır da,
çoban demek olduğuna göre bizim soyadımız Koyun Çobanıdır. Büyük babam, küçük
yaĢta yetim ve öksüz kalınca köyün bir zengini yanına alır. Sürüye bakan çobanın
yanına yetiĢsin diye bırakır. On beĢ, on altı yaĢına gelinceye değin onunla birlikte
çalıĢır. Sonra o, yaĢlanıp artık çalıĢamaz hale gelince, kendisi çoban olur. Eski
[79]
çoban, ona kaval yapmayı, çalmayı öğretmiĢ. Yirmi yaĢına geldiğinde yörede
kendisi gibi kaval çalan, onun yaptığı gibi kaval yapabilen yokmuĢ. Köyün gençleri
hep onun dağdan ineceği günü beklerlermiĢ, Çünkü o, dağda kaldığı süre içinde
durmadan kaval yaparmıĢ. Dağdan indiği gün getirip köydeki gençlere armağan
olarak dağıtırmıĢ. Soyadı yasası çıktığında dedem yine dağdaymıĢ. Sürüsüne
baktığı, onu da yazdırmak istemiĢ, memura: „Bizde bir kiĢi daha var. O da dağda
sürü otlatır, yetim ve öksüz bir çocuktur,‟ der. Memur da bunu soyadı olarak
anlar, ona „Sürüotlatır‟ı soyadı olarak yazar. Böylece bizim soyadımız, o günden
sonra olur Sürüotlatır. Bu ad yüzünden öğrenciliğim sırasında çok sıkıntı çektim.
Kimi arkadaĢlar bana Koyun Çobanı Mutlu derlerdi. Kimi Ģakacı öğretmenler de
beni çağırırken yahut derse kaldırırken “Gel bakalım Koyun Çobanı,” derlerdi.
Öğretmen olduktan sonra bu alıĢkanlık değiĢti. ġimdi anlıyorum ki ben gerçekten
sürü otlatanım. Sürüm de koyunlardan değil, çocuklardan oluĢuyor. Onları, dağda
otların bol oldukları yerlere değil, bilgiye, kültüre götürüyorum. Otlamayı değil
okumayı, öğrenmeyi sevdirmeye çalıĢıyorum. Artık seviyorum soyadımı. Bunu ne
için anlattım? Sana bunu anlatacak değilim. Soyadının nereden geldiğini bilesin,
anlamını da iyi değerlendiresin diye anlattım. ġimdi sorduğun soruya geliyorum.
Erdem benim zeki, çalıĢkan ve düĢünceli oğlum. Sen, kendin neyi seçer ve
kazanırsan o, benim de tercihim olur. Kırk beĢ yaĢ çok büyük bir yaĢ değildir.
Sonra bu yirmi beĢ yılın tamamı öğrencilik değildir. Öğrencilik yıllarında karĢılıklı
ve karĢılıksız burslar da vardır. Sen istersen bunları da kazanabilirsin. Hiç
düĢünme. Ben yaĢadığım sürece senin destekçin olacağım. Hiç kuĢkun olmasın
oğlum. Ben okurken arkamdan destek veren kimsem yoktu, o nedenle Ġlkokul
Öğretmen Okulu‟ndan baĢka bir okula gidemedim. Ama bugün sağ kaldığım sürece
sana destek olacak bir baban var. Bu nedenle amacından vazgeçme. ġunu da iyi
bilesin ki hayat kırkında baĢlıyor. Hatta Ġsmail Hakkı Baltacıoğlu bunu bile erken
bularak „Hayat altmıĢında baĢlar,‟ diyordu. En iyi bir Tıp Fakültesini seç ve kazan.
Ben Ģimdiden sana baĢarılar dilerim.”
Tam bu sırada Yağmur ve Damla oturdukları yerden babalarına:
“Zaten senin her Ģeyin oğluna, varsa yoksa ona, burada iki de kızın olduğunu
ne zaman düĢüneceksin bilmem ki. Acaba aklına Yağmur ve Damla diye iki kızın
olduğu da hiç gelir mi Mutlu Bey?” diye sordular.
Bunun üzerine Mutlu Bey:
“Benim güzel kızlarım, ağabeylerini mi kıskanıyorlar, yoksa kendilerine
yardım etmeyeceğimizi mi düĢünüyorlar. Kızlar, siz hiç düĢünmeyin. Önce Ģu
ortaokulu, sonra da liseyi bitirin. Üniversite sınavına girin kazanın. O zaman
konuĢalım,” deyince, kızlar gelip babalarının boynuna sarılarak:
“Babacığım, biz seni bilmez miyiz ki böyle konuĢuyorsun. Biz, yalnız sana ve
ağabeyimize bir Ģaka olsun, diye öyle konuĢtuk. Sonra da dönüp gördün mü seni
bizden çok seviyorlar diyecektik. Demek ki kaĢ yapayım derken göz çıkarmıĢız.
Durum bu Ģekle dönünce bize düĢen de ikinizden de özür dilemek. Babacığım ve
[80]
de ağabeyciğim ikinizden de özür dileriz. Lütfen bize gücenmeyin. Ġkinizi de
gerçekten çok seviyoruz.”
Boyunlarına sarılarak ayrı ayrı öptüler. Onlar da Yağmur ve Damla‟yı
doyasıya öperek baĢlamayan bir dargınlığı anında kuruttular.
* *
*
Salih, ilkokula baĢladığında annesi de babası da vardı ve yaĢıyorlardı:
Bir de babaannesi vardı. Böylece dört kiĢilik mutlu bir aileydiler. Ailenin henüz
baĢka çocukları yoktu. Onlar da Salih‟i çok seviyorlardı. Özellikle babaanne, onu
gözünün önünden ayırmak istemezdi. Ġlkokula baĢladığı gün onu almıĢ okula
götürmüĢ, öğleyin alıp geri getirmiĢ, yemeğini yedirdikten sonra geri götürmüĢ.
Bu durum aylarca sürmüĢ, Salih‟in babası ve annesi onu yalvar yakar zorla
vazgeçirmiĢler. Artık Salih okula yalnız gidip geliyor. Ama her gün giderken de:
“Nine, ben gidiyorum. Sen gelmiyor musun?” diye ninesine seslenirdi.
YaĢlı kadın buna karĢılık vermez. Arkasından bol bol dualar ederdi. Bu
durum üçüncü sınıfın sonuna değin sürdü. Son gün karnesini almıĢ sınıfı geçerek
koĢarak eve gelmiĢti.
“Bak nine, ben dördüncü sınıfa geçtim,” diyecek boynuna sarılacaktı.
Eve girince birden ĢaĢırdı. Konu komĢu, bildiği bilmediği insanlar eve
dolmuĢlardı. Ortada yatan iki kiĢi vardı ikisinin de yüzleri kapatılmıĢtı. Nenesi
onların üstüne kapanmıĢ ağlayıp duruyordu. Oturan insanların kadın olsun erkek
olsun tümünün gözleri yaĢlıydı. Salih onların da ağladıklarını anlayarak hiç ses
çıkarmadan gidip nenesinin yanına oturdu. BaĢladı hıçkıra hıçkıra ağlamaya. Ama
Salih neden ağladığını bilmiyordu. O:
“Mademki herkes ağlıyor, öyleyse ben de ağlamalıyım,” gibi çocuksu bir
duygu ile habire ağlıyor, ağladıkça coĢup bağırıyordu. Bu durumu yaĢlı ve ağlayan
ninenin ilgisini çekmiĢ ki babaannesi AyĢe Nine:
“Sen nereden, kimden duydun evladım?” diye sordu. Sonra da oturanlara:
“Hanginiz söylediniz bu yavruya. Siz de hiç Allah korkusu, acıma duygusu yok
mu?” diye çıkıĢtı. Kimseden olumlu ya da olumsuz bir yanıt alamayınca bu kez de
Salih‟e:
“Sen bana doğruyu söyle. Kim „Sana ne,‟ dedi. Hadi onu bana söyle,”
deyince Salih:
“Kimse bana bir Ģey demedi. Okuldan geldim. Evimiz insan dolu, sen ve
herkes ağlıyor, ben de ağladım,” deyince AyĢe Nine:
“Bak Salih, biz büyükler bazen böyle birleĢip ağlarız. Bu gün de öyle bir gün.
Ġstersen sen de oturup bizimle ağlayabilirsin evladım.”
Salih, bunu bir oyun sanmıĢtı. Bir süre ağladıktan sonra usanıp sokağa çıktı.
Sokakta oynayan çocuklara karıĢıp onlarla oynamak istedi. Oyun sırasında
arkadaĢları ona:
[81]
“Senin annenle baban ölmüĢ, gelip bizimle oynamaya utanmıyor musun?”
deyince, Salih:
“Ne annesi babası? Ne ölümü?” diye sordu. Çocuklar:
“Duymadın mı? Bu sabah iĢe giderlerken, arabaları dereye yuvarlanır, senin
annen ve babanla beraber sekiz kiĢi daha, toplam on kiĢi ölürler. Bir saat önce
ölüleri geldi gördük. Sen görmedin mi?” derler.
Salih bunu duyunca ağlayarak hemen eve koĢar, babaannesinin boynuna
sarılarak:
“Nine, sen bana hiç yalan söylememiĢtin. Bu günü mü buldun yalan söylemek
için?” Bu kez sahiden ağlayarak: “Ben onları göreceğim nine, annemi babamı son
bir kez olsun görmek istiyorum,” diye ağlayıp feryat edince, komĢulardan biri
dayanamadı gelerek:
“Gel oğlum, sana ben göstereyim,” diye yorganın ucunu hafifçe kaldırıp:
“ĠĢte baban. Gel buraya, iĢte de annen,” dedi.
Salih ve ninesi, bunun üzerine bayılmıĢlardı. Kadınların bir kısmı onlarla
uğraĢırken bir kısmı da önce anneyi yıkamaya hazırlayıp götürdüler. Sonra da
erkekler gelip babayı hazırlayarak götürdüler. Bu arada nine ile torununu
ayıltamayan komĢular, hastaneye haber verip onların hastaneye götürülmesini
sağladılar. Hastane ikisinin de kimsesiz olduklarını anlayınca onları düzeldikten
sonra doktorlar:
“Ġki veya üç gün çıkamazsınız,” diyerek bırakmadı. Böylece torun da nine de
cenazeleri ve defni göremediler. Bu da onlar açısından iyi oldu. Çocuk birkaç gün:
“Ben babamı, annemi özledim,” diye sızlandı ise de çabuk unuttu.
*
*
*
Mustafa, önce YetiĢtirme Yurdu‟nda, daha sonra da Çocuk Esirgeme
Yurdu‟nda arkadaĢları ile yaptığı güreĢlerde aldığı sonuçlarla, herkesin ilgisini
çekmiĢti. Bu yüzden takıma alınmak itenmiĢse de o daima reddedermiĢ.
Mustafa, “Ben sevinirken bir baĢkasının üzülmesine dayanamıyorum. Biz
burada güreĢ yarıĢı yapmıyoruz, oyun oynuyoruz. Bu baĢka. Ama yüzlerce kiĢinin
karĢısında bir arkadaĢını yen, onu yere yatır, sen baĢkalarının omuzlarına bin. Ben
bunu yapamam kusura bakmayın,” dermiĢ.
Bunu duyan arkadaĢları olsun, öğretmenleri olsun, bu sözleri takdirle
karĢılayıp vazgeçerlermiĢ. Böylece bu takma ad onun soyadı oluvermiĢ. Böyle
olunca da eskinin Levent Mustafa‟sı, değiĢerek oluverir Mustafa Levent. Mustafa
Levent, on sekiz yaĢından sonra YetiĢtirme Yurdu‟ndan çıkarılır. Kasabanın
kaymakamı onu korumasına alır. Önce yıkılmıĢ, artık kullanılamaz duruma gelmiĢ
olan binayı, bir fon bularak onarttırır, kullanılabilir duruma getirir. Sonra orayı
usta bir köfteciye kiraya verir. Yapılan sözleĢmede iki madde vardır: Biri
Mustafa‟ya köfteciliği iyice öğretecek, ikincisi aylık kiranın kaç lira olduğu ve
[82]
bunun ne biçimde ödeneceğidir. Ustayla Mustafa‟nın alacağı ücret de bu kiraya
katılarak, her ay T.C.Ziraat Bankasına yatırılacaktır. Verilen bahĢiĢler
Mustafa‟nın olacaktır. Her ay bankadaki hesap denetlenecek, eğer belirtilen
tarihte yatmamıĢsa kaymakamlıkça verilecek cezaya razı olunacaktır.
Bu maddeler hep Mustafa‟nın hakkının korunması içindir. Köfteci Bahaetdin
Usta, yedi sekiz yıla değin aynı dükkânda çalıĢır. Bir akĢam dükkânı kapatırlarken
Bahaetdin Usta, Mustafa‟yı yanına çağırıp:
“Gel, Ģöyle yanıma otur, sana söyleyeceklerimi iyi dinle. Ve de bana doğru
cevap ver. Köfte yapmayı iyice öğrendin mi? Artık her köfteyi tam yapabilir
misin? Son sorum. Bu dükkânı sen yalnız baĢına, yanına yardımcı, çırak alarak
çalıĢtırabilir misin?” diye sorar. Mustafa da
“Bu soruları niye sordun usta. Ben bir Ģey anlamadım,” deyince Bahaetdin
Usta::
“Soruları ben sordum. Sen sorularımın cevaplarından baĢka bir söz
söylemeden cevaplarını ver, bekliyorum. Sana üç tane soru sormuĢtum. Bunlara
evet mi diyorsun, yoksa hayır mı?”
Mustafa, bu soruların hangi amaçla sorulduğunu bilmeden:
“Evet”i bastırdı.
Bunun üzerine Bahaetdin Usta:
“Gel öyleyse Ģöyle yanıma otur da beni dinle. Bak Mustafa, bugüne değin
senin bu iĢi öğrenmen için ne gerekiyorsa sana verdim. Artık bundan sonra
Bahaetdin Usta kadar iyi bir köftecisin. Hatta ondan genç olduğun için yakında
onu da geçersin, sana inanıyorum. Bugün hafta sonu, aynı zamanda ay sonu. Artık
bizim sözleĢmemiz bitiyor. O yüzden kirayı bankaya yatırmadım sana getirdim.
Yalnız bu bir aylık kira değil, bu güne kadar emeğinin karĢılığı olan ve de sana
ödemeyip kendi yanımda biriktirdiğim aylıkların da var içinde. Yalnız aklına bir Ģey
gelmesin, usta bana gücendi mi, kızdı mı, gibi sorular gelmesin. Bu para da sana
sadaka olsun diye veriliyor sanma. O senin yıllardır bana verdiğin hizmetin
karĢılığıdır. ġu anda hiçbir Ģey söyleme. Hafta baĢında ben artık yokum. Zaten
levhayı da akĢam karanlığında ben söktüm. Yerine de yenisini taktım. Artık burası
Köfteci Levent Mustafa‟nın yeridir. Hayırlı olsun. Sana bol kazançlar hayırlı
baĢarılar dilerim,” dedi.
Sonra da gömleğini, önlüğünü alarak çıkıp gitti. Zavallı Mustafa o gece eve
de gidememiĢ, dükkânda uyuyup kalmıĢtı. Bahaetdin Usta‟nın bırakıp gittiği paketi
açtığında içinde bir küçük servet olduğunu gördü. Hafta baĢında bankaya koĢup
gittiğinde orada da kira paralarının tam yatmıĢ olduğunu görerek ikisini
birleĢtirip, binanın kalan kısmı ile tamamını onarıp adam etmeye yetecek değin
olduğunu görünce çok sevindi. Sonra Tahrirat Kâtibine gidip kendisine yardım
eden Kaymakam‟ı sordu. Tahrirat Kâtibi de Mustafa‟ ya:
“O Ģimdi bizim ilin valisi oldu. Birkaç kere seni sordu. Biz de, „ÇalıĢıyor, iyi
bir çocuk,‟ dedik. Sonra da Ġlçe Emniyet Amiri‟ni görevlendirip senin hakkında
[83]
bilgi alıyordu. Sen beni dinlersen yarın gidip onu gör ve elini öp. O bunu çoktan
hak etti,” dedi.
Mustafa ertesi gün Vilayet‟e giderek Vali Bey‟i görmek istedi. Bir dolmuĢla
Vilayete gitti. Valiliğin nerede olduğun sordu. Kapıda bir polis oturuyordu.
Mustafa‟ya:
“Vali Bey‟i niye göreceksin?” diye sorduğunda Mustafa, “O benim babam
sayılır, onu göreceğim,” dedi. Bunun üzerine polis:
“Kimsin sen? Yoksa Levent Mustafa sen misin?” Sorup karĢılık almadan
telefonla içeriye:
“Geldi Efendim. BaĢ üstüne,” diyerek telefonu kapatıp odanın kapısını
açarak:
“Buyurun, Mustafa Bey,” dedi.
“Mustafa, içeri girer girmez, Vali Bey‟in elini öpmek için bir hamle yaptı. Vali,
onu omzundan tutarak, engelleyip:
“Hele Ģöyle dur bakalım. Sen benim o minicik, küçük Mustafa‟mı ne yaptın
söyle bakalım?” deyince, Mustafa önce küçük bir ĢaĢkınlı geçirdikten sonra:
“Baba, büyütüp ben yaptım. ĠĢte ikimiz birden elinizi öpmeye geldik,” dedi.
Vali de:
“Hah iĢte böyle, Ģimdi hak ettiniz. Gelin, ikinizi de bağrıma basayım,” der.
DıĢarıya telefonla:
“Ġçeri kimseyi almayın bir saat. Özel görüĢmem var,” dedi.
Sonra da gelip Mustafa‟nın yanına oturdu:
“Söyle bakalım, nasılsın? Bir derdin, bir sıkıntın var mıdır? Ve ya bir
ihtiyacın var mı? Ne tür sıkıntın, ihtiyacın varsa çekinmeden söyleyebilirsin? Ha
sahi, sen evlendin mi? Bu arada duyduğuma göre Bahaetdin Usta ayrılmıĢ, yalnız
kalmıĢsın. ġimdi sorduklarıma tek tek cevap ver. Ġstersen Bahaetdin Usta‟dan
baĢlayalım.”
Mustafa, “Efendim, geçtiğimiz hafta sonu akĢam dükkânı kapatırken
birden bire ayrılacağını söyledi. Bana da bir yığın para vererek konuĢmama bile
izin vermeden çekip gitti. ġimdi ben ne yapacağım? Bunu bilmiyorum.”
“Ya evlilik konusu nasıl oldu? Bir kız aday bulabildin mi? Sevdiğin ya da
niĢanlandığın birisi var mı? Yahut hiç değilse Ģu kız benim olaydı diye düĢündüğün,
aklından geçirdiğin birisi oldu mu? Hadi çekinme bana açıkça söyle.”
“Sen ki bir uyuz çingene, gümüĢlü zurna neyine, diye bir söz vardır. Ben
karnımı doyurdum da bir de bir kız mı kaldı? Vali Bey, siz benimle dalga mı
geçiyorsunuz Allah aĢkına?” deyince Vali birden bire:
“Dur bakayım. Ne diyorsun sen. Odaya girerken ne diye gelip elimi öpmeğe
yeltendin Mustafa? ġimdi birden bire Vali Bey mi oldum, oğlum?” diye sitem etti.
Mustafa yanlıĢını anlayıp kalkıp elini öperek özür diledi. Bunun üzerine, Vali
dıĢarıya telefon ederek, “Çağır, gelsin,” dedi.
[84]
Kapı açıldı içeri bir bayan girdi. Mustafa‟nın belki de yaĢamında ilk kez kalbi
çarpmaya baĢladı.
Vali, içeri gireni karĢılayıp:
“HoĢ geldin, kızım,” dedi. “Bak, bu da benim senin gibi oğlum Mustafa‟dır.
Bak Mustafa bu benim, senin gibi kızım Yonca‟dır. Size bir sır vereyim. Ben de
sizden biriyim. Ama bu aramızda kalacak üçümüzden gayri kimse bilmeyecek. Bana
sahip çıkan, öz babalık eden kimse çıkmadı. Devlet olanakları ve de çalıĢmamla
bugün burada bulunuyorum. Ben bu güne değin kimseye baba diyemedim. Hiç
kimse de bana sizden baĢka baba, demedi. Bu yaĢıma geldim. Ġlk kez, baba olma
hazzını, bana ikiniz yaĢattınız. Bu nedenle çok mutluyum. Ġkinizi tanıĢtırdım. Bu
gün saat on altıya değin birlikte gezin eğlenin, konuĢun. AnlaĢmaya çalıĢın. Saat on
altıda sizi burada bekliyor olacağım. Olumlu ya da olumsuz yanıtınızı bekliyorum.
Hadi anlaĢın ve gelin bana müjdeli haberi verin.”
Yonca ile Mustafa, Vali‟nin yanından çıkarlar. Hiç konuĢmadan, birbirlerinden
utanarak sessizce giderlerken birden Yonca:
“Peki, nereye gidiyoruz böyle?”
“Bilmem. Hayata zahir. Hayat dedikleri bu ise. Biz de bu yola baĢladık. Hadi
yolumuz açık olsun diyelim,” der. Arkasından da Yonca:
“Hadi yolumuz açık olsun,” deyince, gülerek birbirlerine bakarlar.
Mustafa, “Biz anlaĢtık galiba.”
Yonca, “Evet, biz anlaĢtık galiba.”
Yonca ve Mustafa ikisi birden:
“Hadi geri dönelim. Babamıza söyleyelim,” diyerek geri dönüp Vali‟nin yanına
gittiler: “Biz anlaĢtık Baba!” dediler.
Öğlen saati olmuĢtu. Vali onları alıp öğlen yemeğine götürdü. Böylece ilk
birlikte yemeklerini Vali ile birlikte yediler.
Vali, Mustafa‟ya:
“Bana bak oğlum. Yarın Bayındırlık Müdürlüğünden bir ekip gelecek, senin
yarım kalan iĢlerin için gereken hazırlık yapılacak,” dedi. Sonra da Yonca‟ya:
“Kızım sen de yarın bana gel. Seninle yapılacak iĢlerimiz var. Sabahtan
beri benim mesaimi aksattınız. Bu günlük yeter artık biraz da valilik yapalım. Hadi
gidin. Söylediklerimi unutmayın.”
Oradan çıkıp herkes yoluna gidecekken yine birbirlerine bakıp güldüler.
Yonca ve Mustafa, ikisi birden aynı anda:
“Biz Ģimdi nereye gideceğiz?” diye birbirlerine soruyorlardı.
Ġkisi de bir yanıt veremiyordu. AkĢama değin Ģehrin sokaklarında dolaĢtı
durdular, Sonunda biri Yuva‟ya diğeri kasabasına dönmeyi akıl ettiler.
Ertesi gün Ġl Bayındırlık Müdürlüğü‟nden gelen bir ekip harabe Ģeklinde
duran binayı ölçüp biçip gittiler. Bir hafta sonra kamyonlar gelip çöküntü enkazını
kaldırdılar. Sonra tuğla, çimento, demir ve keresteler geldi büyük bir çalıĢma
baĢladı. Sonunda bu lokanta ile ev ortaya çıktı. Bu çalıĢma iki aya değin sürdü.
[85]
ĠĢler bitmeden bir hafta önce Eski Tahrirat Kâtibi gelip Mustafa‟yı alarak bir
terziye götürdü. Terzi onun ölçüsünü aldı. KumaĢını gösterdi. Bir hafta sonra hem
yıkıntıdaki çalıĢma, hem terzideki giysi bitmiĢti. Emniyetten bir polis gelerek
Mustafa‟ya Valilik‟ten istendiğini, giderken yeni giysisini de birlikte götürmesini
söyledi. Mustafa yeni giysisini bir valize koyarak yanına aldı. Yola koyuldu. Vali
Bey‟in yanına gitti. Vali, onu birine teslim ederek:
“Bu beyin sözüne hiç itiraz etmeden uyacaksın,” diye tembih etti.
Birlikte çıktılar. Önce bir hamama uğrayıp orada güzel bir banyo yaptıktan
sonra, banyoya girerken soyduğu çamaĢırların hiçbirinin ortada olmadığını
görerek ĢaĢırdı. Birlikte geldiği bey:
“Buradadır, iĢte Mustafa Bey,” diye bir bohça gösterdi. Mustafa bohçayı
açınca bu defa daha fazla ĢaĢırdı. Çünkü bohçada her birinden birkaç tane
gömlek, kravat, çorap, atlet, külot ve daha ne gerekiyorsa konmuĢtu. Gelen adam
giyinmesine yardımcı oldu. Mustafa çıkarken duvardaki aynada kendini görünce:
“Bu ben miyim?” diye geçirdi içinden.
Oradan çıkıp bir berber dükkânına gittiler. Berber onu bir güzel tıraĢ etti.
Oradan çıkınca doğru Vali Konağına gittiler. Ġçerisi Ģehrin ileri gelenleri, ilin
zenginleri ile doluydu. Biraz sonra birisi gelerek Mustafa‟yı dıĢarıda bekleyen bir
arabaya götürdü. Mustafa‟yı Kız YetiĢtirme Yurdu‟na götürüp, orada bekleyen
gelini ve arkadaĢlarını alarak geri döndüler. Yonca çok güzel bir gelin olmuĢtu.
Ġkisi de birbirlerini utanarak gizli gizli izliyorlardı. Onlarla aynı arabaya binen
Yurt Müdiresi:
“Çocuklar, siz birbirinizi hayat boyu böyle mi izleyeceksiniz? Hiç mi
konuĢmayacaksınız? Daha birbirinize birer merhaba bile demediniz. Olur mu
böyle Ģey? Karı koca oluyorsunuz artık. ġöyle sokulun birbirlerinize, Hiç değilse
el ele tutuĢun bakayım,” diyerek ortalığı ısıtmaya çalıĢıyordu.
Bu giriĢim etkisini göstermiĢ, arabaya bindiklerinden bu yana ilk kez
birbirlerine bakarak gülümsediler ve el tutuĢtular. O anda da araba Vali Konağı‟na
gelmiĢti. Yine Müdire onları kol kola getirip içeri soktu. Herkes alkıĢlıyordu. Özel
bir masaya oturtuldular. Nikâh Memuru geldi. ġahitleri çağırdı. Mustafa‟nın
Ģahidi Vali, Yonca‟nın Ģahidi de Müdire Hanım oldu. ĠĢte o gece Vali konağında ilin
seçkinleri arasında nikâhları yapılarak böylece evlenmiĢlerdi. Artık kimsesiz
değillerdi. Ġkisinin de çok seven ve sevilen birer eĢleri vardı. Çok mutluydular.
Aradan bir yıl geçmeden Vali bir kazada ölünce yine bizimkileri bir hüzün kapladı.
Ölmeden önce ne öncesi ne sonrası bulunduğundan, kendisinin olan her Ģeyi bu iki
gence bıraktığını vasiyet etmiĢti. Onlar da kendilerine bırakılan bu kalıtı
YetiĢtirme Yurtlarına bırakmıĢlardı. Böylece en büyük koruyucuları artık yoktu.
Aradan birkaç ay geçmiĢti. Bir gün Yonca, Mustafa‟nın elini karnının üstüne
koyarak:
“Bil bakalım burada ne var?”diye sordu.
O da baĢlar, karın boĢluğunda olabilecekleri tek tek saymaya:
[86]
“Mide var.”
“Değil!”
“Bağırsaklar var.”
“Değil!”
“Böbrek, karaciğer var.”
“Değil, değil!” deyince Mustafa‟nın siniri bozulmuĢtu:
“Bağırsaklarda bok var!”
Yonca baktı Mustafa bilemeyecek, kendi söylemeye karar verdi:
“O da değil, o da değil, oh bilemedin ya. Bu dünyanın en güzel, en tatlı
meyvesi var orada. Sen anne karnında ne beslenir bilmez misin Mustafa‟m. Bu
senin ve benim ilk meyvemiz, ilk çocuğumuz,” deyince, Mustafa nerdeyse bayılıp
düĢecekti sevinçten:
“Ne zaman gelecek? Ne zaman doğacak?” diye evin içinde dolaĢıp
duruyordu. Yonca onu sakinleĢtirmek için:
“Daha çok var, sevgili kocacığım. Sen merak etme, ben sana zamanı
geldiğinde haber veririm. En az yedi ay var,” dedi.
Mustafa günleri sayıyordu. Yonca‟nın karnı da gittikçe büyüyordu. Artık
Yonca hiç rahat değildi. Günden güne gücünü yitiriyor, halsizleĢiyordu. Bir gün
Yonca çok fena oldu. AĢırı bir kanaması vardı. Hemen hastaneye gitmesi
gerekiyordu. Ama o anda kasabada doğum doktoru yoktu. Zorunlu olarak ildeki
hastaneye ulaĢtırılmak için bir arabaya binip gittiler.
Hastanede vakit çok geçmiĢ, anne için bir Ģey yapılamaz, belki çocuğu
kurtarabiliriz, diyerek, yarı ölü, yarı diri anneye sezaryen yaparak, çocuğu aldılar.
Fakat Yonca artık yoktu. Yonca kurtarılamayarak ölmüĢtü.
Bu el kadar yavru ile Mustafa kalmıĢlardı kendi baĢlarına. Biri otuz
yaĢına gelmiĢ, iĢ güç sahibi bir erkek, diğeri bir avuç et parçası durmadan
ağlayan, altını ıslatan, büyüyünce kız olacak bir evlat. Onu alıp kasabaya evine
getirince, ilk sırada Mustafa bunun zorluğunu anlamadı. Konu komĢu, Yonca‟nın ve
Mustafa‟nın YetiĢtirme Yurdu‟ndan gelme olduklarını duyunca, Yurt Müdiresi bir
gün kendi Yurdu‟ndan birkaç kızla onları görmeye gelirler. Durumu görünce iĢin
önemini anlarlar: Müdire Hanım, kızları orada bırakıp hemen yurda geri döner.
Aradan bir saat gibi zaman geçince geri döner. Kimse nereye gidip geldiğini
anlamaz. Müdire Hanım, geldikten on beĢ dakika sonra bir hanım gelir. Kapıyı
Müdire Hanım açar. Mustafa‟ya:
“Bak Mustafa Bey. Bu hanım ebedir. Senin çocuğun sorumluluğunu
yüklenecek, sana bir sütanne bulacak. Umarım fazla gecikmeden bulur da bu yavru
da açlıktan ölmez,” der.
Ebe Hanım:
“Sana iyi bir sütanne buldum. Biraz sonra buraya gelecek. Onunla anlaĢ,
çocuğu doyursun. Yoksa bu çocuğu da kaybedersin,” derken yine kapı çalınır.
Kızlardan birisi kapıyı açar.
[87]
“Mustafa Bey, bir kadınla bir bey sizi istiyorlar.”
Ebe Hanım:
“Yeter Hanım, sen misin?”deyince, kapıdaki:
“Evet, benim, Ebe Hanım. Bizim beyle birlikte geldik,” deyiverdi. Ebe yine
yerinden kalkmadan:
“Gelsenize öyleyse.”
Yeter‟le kocası olduğunu söyleyen adam içeri girdiler. TanıĢtırıldılar.
Ebe Hanım:
“Bu genç ve güzel hanım senin çocuğu doyurmak istiyor. Bir hafta önce sizin
çocukla beraber bir doğum yaptı. Nasıl sizin bebek annesini kaybettiyse o da
bebeğini kaybetti. ġimdi sütü geldi. Kendisini rahatsız ediyor. Kurtulmak için bize
geldi. Ben de sizi söyledim. O razı oldu. Eğer sen de istersen çocuğun sütannesi
olur. Yalnız bir Ģey söylemem gerek. O, çocuğun sütannesi olacak. Bak, yanında
aslan gibi kocası var,” deyince Mustafa„nın aklı baĢına geldi. Demek ki bu et
parçasına mutlaka anne sütü gerekti. Ama Mustafa‟ya da bu et parçası gerekti.
Bunun yaĢayabilmesi için ne gerekiyorsa onu yapacaktı. Mustafa:
“ArkadaĢ, senin adın neydi?”
“Müslim.”
“Sen ne iĢ yaparsın?”
“Bir iĢim, belli bir mesleğim yok. Ne iĢ bulursam onu yapmaya çalıĢırım.”
Bu sırada Ebe Hanım‟ın sesi duyuldu:
“Kız Yeter! Sen buraya konuĢulanları dinlemeye mi yoksa bir haftadır
anne sütü tatmayan Ģu dünya güzeli yavruyu doyurmaya, kendini de
rahatlandırmaya mı geldin? Hadi bakalım. Elime sopayı almadan, al Ģu çocuğu
kucağına da, doyursana.”
Yeter, Ebe Hanım‟ın bu buyurgan sesini duyar duymaz, koĢarak çocuğu alıp
bağrına bastırdı. Ebe onu alıp bir odaya götürdü Orada çocuğa nasıl meme verilir,
çocuk ve meme nasıl tutulur, onları bir güzel öğretti. Bu arada karnı doyan
çocukta biraz canlanma, gülme, ağız ve dudak hareketleri baĢladı. Bebe artık
doymuĢtu. Uyuması gerekirdi. Ama bu haliyle babasının onu görmesi iyi olacağını
düĢünerek aldığı gibi Mustafa‟ya koĢtu. Ona verip kenara çekilerek tepkisini
bekledi. Mustafa yalnız ağlıyordu. Öylesine ağlıyordu ki hıçkırıkları nerdeyse
çığlığa dönüĢüyordu. Ebe Hanım, sessizce yaklaĢıp çocuğu kucağından alarak, daha
önce kızların ona hazırladığı yere yatırıp uyumasını sağladı. Mustafa‟nın bu halini
görenler saygıyla ve sabırla onun kendine gelmesini beklediler. Kimseden çıt
çıkmıyordu. O, biraz durgunlaĢıp sessizce yüzünü gözünü silecek bir Ģeyler
aramaya baĢlar baĢlamaz, Ebe Hanım önce bir ıslak tülbentle yüzünü sildi.
Kızlardan biri de elinde tuttuğu havluyu vererek silinmesini sağladılar.
Mustafa artık biraz dinlenmiĢ, rahatlamıĢtı. Yeniden Müslim‟e dönerek:
“BoĢ olduğun zaman ne yaparsınız? Ne yer, ne içer, neyle geçinirsiniz?”
“Allah rızka kefildir, efendim. Hamdolsun bu güne değin hiç aç yatmadık.”
[88]
“Bana bak,” der Mustafa. “Hamdolsun benim durumum iyi. Kazancım bana
da, size de yeter. Ġkiniz benim yanımda çalıĢır mısınız? Ayrıca ev durumunuz
nasıl? Kendi eviniz var mı? Yoksa kirada mı oturuyorsunuz?”
“Kendi evimiz nereden olacak beyim?”
“Bana bak Müslim. Yarın sabahleyin bize geliyorsunuz. Hatta dur bakayım.
Getirecek önemli bir malınız yoksa bu akĢamdan baĢlayarak bizdesiniz. Bu ev bir
kiĢiye zaten çok büyüktür. Hem ben bu evde yalnız kalmaya da korkuyorum. Ee
bana can yoldaĢı da olursunuz. Değil mi? Daha ne duruyorsunuz? ġu iki oda dıĢında
nereyi isterseniz oraya yerleĢin. Çocuğu da yanınıza alın,” dedi.
Bu kez Yeter:
“Ya bu hanım kızlar nerede kalacaklar?” diye sorunca Mustafa:
“Onlar mı? Onlar zaten burada kalmıyorlar ki. Biraz sonra yemeklerini yer
giderler. Sağ olsunlar, onlar benim manevi bacılarımdır. Çocuğa bakmaya
gelmiĢlerdi. Yeter Bacım. Bu ev Müslim, sen ve benimle Ģu bir avuç çocuğundur.
Artık, size hoĢ geldiniz, diyebilir miyim?”
Bunun üzerine Ebe Hanım söze karıĢarak:
“Bravo, Mustafa Bey kardeĢim! Çok güzel bir iĢ yaptın. Bu zavallıların
kalacak yerleri yoktu. Bu akĢam ben onları ya bizim Doğum Evinde ya da bizim
garajda yatıracaktım.”
“Öyleyse, bunların yatakları ve giyecekleri de yoktur. Öyle ya, elleri bomboĢ
geldiler. Ne yapalım Ģimdi?”
“Ben Ģimdi alıp gelirim,” diye giderken, Mustafa kolundan tutup
durdurarak:
“Ebe Hanım. Mademki bir iyilik yapacaksın gel tam yapalım. Sen Müslim için
de Yeter için de ne gerekiyorsa al. Elbise, çamaĢır, pijama, gecelik, sabahlık,
ayakkabı, terlik kısaca bir bayanla bir erkeğe gerekenlerin tamamını alalım.
Lütfen ucuza, ehvene kaçmayalım. Hatta kendileri de birlikte gelsinler. Hem
alacağınız eĢyayı siz yalnız getiremezsiniz, hem kendileri de görsünler neler
alındığını. Beğenmedikleri olursa değiĢtirirsiniz. Biz de burada bacılarımla birlikte
size akĢam yemeğinizi hazırlarız. Size yeteri kadar para da vereyim.
Alacaklarınıza yetmezse esnaf beni tanır eksik kalanı sabahleyin öderim,” diyerek
onları çarĢıya yollar.
Dört kız bir bebekle kendisi kalırlar evde. AkĢama doğru kapı çalar. Kapıyı
açan kızlardan biri karĢısında Müdire Hanım‟ı görünce, birden bire ĢaĢırarak:
“O,ooo! Müdire Anne. HoĢ Geldiniz. Buyurun, buyurun!” diyerek kapıyı açtı.
Müdire Hanım, YetiĢtirme Yurdu öğretmenlerini toplamıĢ, AĢçısı, iĢçisi ile
tüm yurt kadrosunu peĢine takarak akĢam yemeği için gelmiĢlerdi. Mustafa, “Ben
Ģimdi bunlara ne yapayım?” diye düĢünürken, servis elemanları bir yığın yemekle
geldiler. Masayı öyle bir düzenlediler ki Mustafa hayatında böyle zengin bir sofra
görmemiĢti. Çorbası, pilavı, etli sebzeli yemeği böreği, tatlısı ile sofraya
[89]
konulmadık bir yemek kalmamıĢtı. Hani bir tek kuĢ sütü eksikti denilen türden bir
sofra. Bu sırada Ebe Hanımlar da geldiler. Onlar da bir yığın eĢya getirdiler.
Meğer o gün, Yonca‟nın ölümünün yedinci günü dolmuĢ. Müdire Anne yanında
birkaç da hafız getirmiĢ. AkĢam yemeğinden sonra yuvadaki kızlar da gelecek
Mevlit ve Kur‟an okunacakmıĢ. Mustafa‟nın bundan haberi yok. ÇarĢıya alıĢveriĢe
gidenler dönünce herkes sofraya çağrıldı. Müdire Hanım‟ın getirdiği yemeklerle
karnı doyan herkes Yonca için dualar ettiler. Birkaç dakika sonra Yuvanın kızları
geldiler. Tümünün gözleri yaĢlıydı. Belli ki daha önce de ağlamıĢlardı. Otuz kırk
kız bir yere gider de hiç ses çıkmaz mı? Bu demektir ki Yonca çok sevilen
birisiydi. Çok geçmeden yatsı ezanı okundu. Kızlardan kimileri namaz kılmak için
kalktılar. Gelen hafızlar da kalktılar. Topluca yatsı namazı kılındı. Arkasından
Mevlit ve Kur‟an okundu. Böylece Yonca‟ya karĢı ölümünden sonra ilk görev
yapılmıĢ oldu. Herkes dualar edip:
“Allah kabul eylesin!” diyerek evlerine gittiler.
Evde yalnız Mustafa, bebek, Yeter ve Müslim kalmıĢlardı. Onlar da biraz
sonra odalarına çekilip geçirdikleri günün yorgunluğu ile derin bir uykuya
dalmıĢlardı. Uyuyamayan bir tek kiĢi vardı. O da Mustafa Levent‟ti. BaĢına
gelenleri düĢündükçe gözüne uyku girmiyordu. Odasına yatağına uzanmıĢ yatarken
sanki birisi kendini görecekmiĢ gibi yorganı baĢından aĢırıp altına gizlenerek,
kendi kendisiyle konuĢurcasına Tanrı‟ya yakarıyor, içini döküyor, sessizce
ağlıyordu:
“Tanrım, benim suçum ne? Bana bu üst üste cezaları neden veriyorsun? Ben
sana ve kime ne yaptım? Önce ailemle oturduğumuz evimizi baĢımıza yıkıp, anne
ve babamı aldın. Beni evimden, ailemden ayırdın. Çocuk yuvalarında, yurtlarda
süründürdün. Sonra bir Vali Baba verdin. O bu dünyanın en iyi insanı idi. Elimden
tutup beni adam etti. Harabe evimi, dükkânımı saraya döndürdü. Arkasından
aklımda fikrimde yokken beni dünyalar güzeli bir kızla evlendirip, iki kimsesiz,
öksüz ve yetimi bir aile yaparak bizleri Ģenlendirdi. Tam kendisine muhtaçken onu
da aldın. Bizleri bir daha yetim bıraktın. Yine yetmedi bu kez de can evimden
vurmak istedin. Allah‟ım benden ne istiyorsun? Benim ne suçum var? Günahım
nedir? Sen bağıĢlamayı seversin, varsa bir suçum, günahım yalvarırım beni bağıĢla.
Bu kadar acıya dayanamıyorum. Hiç değilse bana bu acılara dayanma gücü ver
Tanrım,” diyerek uykuya daldı.
Sabahleyin Yeter‟le Müslim‟in gürültüleri ile uyandı. Sabah olmuĢ, güneĢ
doğmuĢ, nerdeyse öğlen olacak. Yeter henüz evi tanıyamadığı için ne yapılacağını
bilmiyor. Sonra neyin nerede olduğunu da bilmiyor. Mustafa bunu anlayınca Yeter‟i
yanına çağırıp çayın, Ģekerin, ekmeğin, kahvaltı için gerekenlerin yerlerini tek tek
gösterip öğretti. Sonra da kahvaltı masasına neler konulacağını, bunların nasıl
yapılacağını anlattı. Ayrıca bir hafta sofrayı kendisinin hazırlayacağını, Yeter‟in
Kendisine dikkat ederek öğrenmesini söyledi. Bir haftalık eğitimin arkasından da
bir haftalık denetimden sonra Yeter, artık öğrenmiĢti evin içini, ufak tefek
[90]
iĢlerini. Bebeğin sütünü verip karnını doyurduktan sonra, canı sıkıldıkça artık evde
ufak tefek temizlik iĢleri de yapar olmuĢtu. Sütü de bebeğe çok iyi gelmiĢti.
Müslim, her gün Mustafa‟nın köfteci dükkânına gidiyor, orada masaların
temizliğine, düzenine bakıyordu. Yemeğini yiyip giden müĢterinin masada bıraktığı
tabakları, artıkları topluyor, yeni gelecek müĢteri için masayı hazır ve temiz
duruma getiriyordu.
Böylece karı koca, Mustafa‟nın evine yerleĢmiĢlerdi. Mustafa da bu
durumdan memnundu. Onlara, karı kocaya, her ay yeteri kadar para veriyordu,
onlar da kazançlarından ve hayatlarından memnundular. Aynı evde kardeĢ aile gibi
yaĢıyorlar, gül gibi geçinip gidiyorlardı. Ġkisi de artık Mustafa‟ya Abe diyorlardı.
Böylece günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları kovaladı. Bir de baktılar ki
üç yıl olmuĢ. Bebek artık sütten kesilmiĢ, verilen her yemeği yiyor. Ne onların, ne
de Mustafa‟nın aklından artık ayrılmak ya da ayırmak gibi bir konu geçmiyordu.
Bir gün Müslim dükkâna gelerek:
“Ağabey, yeter çok hasta. Onu doktora götürelim mi?” deyince Mustafa:
“Nesi varmıĢ, hemen!” dedi. ĠĢ giysisini çıkardı. “Nesi varmıĢ?” diye yeniden
sordu. Müslim sanki utanıyormuĢ gibi yaparak,
“Allah bilir ya, sanırsam bir çocuğumuz olacak,” dedi.
“Bunda utanacak ne var, Müslim. Hadi acele edelim,” diye bir taksi çağırıp
eve gittiler.
Evde, Yeter tek baĢına ne yapmıĢsa yapmıĢ, al kanlar içinde yatıyordu. Onu
geniĢ bir bezin içine yatırdılar. Taksiye alıp hastaneye yetiĢtirdiler. Doktorlar
gelip bakınca bezin içinde ölmüĢ bir kadın olduğunu gördüler.
Müslim:
“Benim karım gebeydi. Çocuk ne oldu?”diye sorduğunda doktorlar,
“Senin karın gebe değilmiĢ. Karnının büyümesi gebelikten değil karnındaki
urdanmıĢ. Siz onu bebek sanmıĢsınız. Bu arada da doktora gelmediğiniz için
durumu anlayamamıĢsınız. Eğer siz iki sene önce gelseydiniz doktora bugün
yaĢıyor olacaktı. Ha Ģunu da iyi bilesin ki karın burada ölmüĢ değil, zavallı öleli üç
dört saatten çok olmuĢ. Hadi baĢınız sağ olsun,” dediler.
Cesedi alıp morga koydular. Kendilerine de:
“Hadi siz gidip, hazırlığınızı yapın. Biz ölüyü hazırlar yarın size teslim
ederiz,” dediler. Müslim, o akĢam eve gelmedi. Ertesi gün hastaneye de gelmedi,
Mustafa‟ya da uğramadı. Öğleden sonra hastaneden biri gelerek, neden
gelmediklerini sordu.
Mustafa da gelen kiĢiye, iĢleri bitmediği için gelemediklerini, eğer imkân
varsa bir iki gün müsaade etmelerini rica etti.
Zavallı Yeter‟in cesedi morgda dördüncü gününü doldurmuĢ ama
Müslim‟den bir haber çıkmamıĢtı. Mustafa söz vermiĢti bir kere, sonra hastahane
kendini tanıyordu. BeĢinci gün de Müslim‟den bir haber çıkmayınca, gidip cesedi
alarak gömdürdü. Yeter, artık sonsuza değin yoktu. Ama onun nerede olduğu
[91]
biliniyordu. Müslim de yoklar arasına karıĢmıĢ, bir daha kendisinden hiç haber
alınamamıĢtı. Aradan bir süre geçince ikisi de unutuldu gitti.
Bir gün Müdire Hanım, birkaç arkadaĢı ile köfteciye gelmiĢlerdi.
Mustafa onları görünce saygıyla karĢılayıp oturttu.
Müdire Hanım:
“Nasılsın Mustafa. ĠĢler nasıl, bebek ne yapıyor? Bana ondan söz et,”
deyince, Mustafa baĢlarından geçenleri ona tüm ayrıntısı ile anlattı. Onu dinleyen
Müdire Hanım çok üzülmüĢ ve de aĢırı derecede duygulanmıĢtı:
“ġimdi kim bakıyor benim bebeğime?” dedi.
“ġimdilik kimse bakmıyor. Ben bakıyorum. Evle iĢ yeri çok yakın olduğu için
her üç beĢ dakikada bir gidip bakıyorum. Yavrucuk aslında çok akıllı, öyle gereksiz
yere ağlayıp kıyametler koparan bebeklerden değil. Altını ıslatırsa, kirletirse ya
da karnı acıkırsa hafif ağıtlarla haber veriyor. O anda elimde ne iĢ varsa koĢup
gidiyorum. Onun gereksinmesini giderip geri iĢime dönüyorum.”
Müdire Hanım, onu sonuna değin dinledikten sonra:
“Peki, sen bu hayattan memnun musun Mustafa?” diye sorunca, Mustafa
Ģunları söyledi:
“Artık benim ne önemim var ki. Benim için dünya yıkıldı sayılır. Ancak Ģu
bebek için yaĢıyor ve çalıĢıyorum.”
Müdire Hanım yine sözünü keserek:
“Peki, bebek bebek diyoruz da, adı yok mu bunun Mustafa? Adı nedir bu
yavrucuğun?”
Mustafa, aklı baĢına gelmiĢ gibi eliyle ağzını yüzünü ovuĢturarak:
“Vallahi bu güne değin bunu hiç düĢünmemiĢtik. Müdire Anne, sen bir ad
buluverir misin? Bak sen de anneannesisin. Üstelik babaannesin de. Bu iĢ sana
düĢer lütfen,” dedi.
Mustafa, bu iĢi Müdire Hanım‟ın üstüne atınca Müdire Hanım, önce ĢaĢırır,
sonra:
“Sen bana yarına değin izin ver. Yarın sabahleyin bebeğin hem adı hem
bakıcısı ile kapını çalıyorum,” dedi ve kalktı.
Müdire Hanım, YetiĢtirme Yurdu‟na gidince Yurtta kalan kızları ve tüm
çalıĢanları toplar. Onlara bir bebeğe ad önermelerini söyler. Herkes birden, aklına
geleni seslendirince bir gürültüdür kopar. Bunun üzerine Müdüre Hanım:
“Gürültüyü kesin!” diye bağırır. Arkasından“Herkes bir kâğıt kalem çıkarsın,
önerdiği adı yazsın,” deyince kızlardan birkaçı:
“Yalnız bir ad mı yazacağız?” diye sorar.
Müdire Hanım, “Yok, isteyen istediği değin yazabilir.”
Böylece yazım baĢlar. Çok geçmeden de biter. Üç kızlardan, iki de
öğretmenlerden seçilen sayım ve döküm kurulu bunları tek tek yazarak her adın
kaç kez yazılmıĢ olduğunu belirlerler. Ġçlerinden en çok oy almıĢ olanı çocuğa ad
olarak önerirler Önerilen yüzlerce ad içinden en çok oy alan „Oya‟ adı, çocuğa ad
[92]
olarak önerilir. Ertesi sabah Müdire Hanım, bebenin adıyla bakıcısı kadını yanına
alarak Mustafa‟ya yine uğrar. Onu da yanına alarak üçü birden eve giderler. Bebek
yatakta yatıyor ve uyanıktır. Onları görünce kıpırdamaya ve kendine özgü sevinç
çığlıkları atmaya baĢlar. Bunu gören Müdire Hanım onu kucağına alır ve sevip
oynamaya baĢlar. Bir süre sonra Müdire Hanım, çocuğu birlikte gelen kadının
kucağına verir:
“Al bakalım Suna Hanım, sevebilecek misin?” der.
Suna Hanım, “Hiç sevilmez mi böyle çocuk,” diye alıp bağrına basar.
Müdire Hanım, sonra Mustafa‟ya dönerek:
“AkĢam Yurtta toplandık. Öğretmenler ve öğrenciler bir anket mi desem
bir seçim mi desem, iĢte öyle bir Ģey yaptılar. Senin ufaklığa bir ad bulalım,
dedik. Yüzlerce ad önerildi. Bunların içinden birini seçmek gerçekten zor iĢti. Biz
de iĢi kalem ve kâğıda havale eyledik. ĠĢte Ģu sonuç çıktı. Önerilen adlar arasında
en çok oy alan, kızımızın adı olarak kalsın istedik. Sen de uygun görürsen kızın adı
Oya olsun, diyoruz. Ama yine de kız senin. Sen bilirsin. ĠĢte önerilen diğer adlar
ve yapılan seçim sonucu. ĠĢte Ģu kâğıtta yazılıdır.”
Getirdiği bir tutam kâğıdı da kendine verir. Mustafa:
“Ben bunları ne yapacağım.”dercesine geri iterken Müdire Hanım:
“Bu kâğıtlar sana değil, onlar Oya‟nın kendine gerekebilir. Çocuğun ad
konma olayı anılarıdır. Sakla, günü geldiğinde çocuğa verirsin. Onun için unutulmaz
bir anı olur.”
“Öyleyse ben bunu dükkândaki kasamda saklarım.”
Alır cebine koyar. Daha sonra Müdire Hanım yanında getirdiği hanımı
tanıtarak:
“Bu Suna Hanım. Ben kendisiyle konuĢtum. Oya‟nın bakıcılığına adaydır.
AnlaĢabilirseniz hemen bugünden baĢlayacak.”
“Sen konuĢtun anlaĢtın mı?”
“Evet.”
“Senin anlaĢtığına ben ne diyebilirim. Ben de evet, diyorum. Tek yeter ki,
Ģu yavrucak yalnızlıktan kurtulsun,” deyince, Oya da yatağında sanki konuĢulanları
anlamıĢ gibi çırpınıp:
“Baba, baba!” diye çığlık atmaya baĢladı.
Mustafa, Suna Hanım‟a:
“Benim annemle ne konuĢtunuz, ne anlaĢtınızsa kabulüm. Ben annemle
konuĢur anlarım. Annem de sana benim için ne söz verdiyse, ne söylediyse, onlar
da kabulüm. Yeter ki sen Oya‟ma iyi bak. Onu ağlatma, üzme, aç koyma. Gerisi
benim için önemli değil.”
Sonra Müdire Anne‟ye:
“Suna Hanım, bu gün baĢlayabilir demiĢtiniz. Bu nasıl olacak?” diye
sorunca Müdire Hanım:
[93]
“Suna Hanım da burada yatacak. Yeter‟in odasını, eĢyalarını kullanacak. Biz
onunla konuĢtuk. Her Ģeyi anlattım ona. Her Ģeyi biliyor. O her ay sonunda gelip
derdini ve eksiğini bana anlatacak. Seninle hiçbir problemi olmayacak. Sen iĢin
gücünle uğraĢırken bir de Suna Hanım derdin olmayacak. Anladın mı Ģimdi. Hadi
artık sen iĢine git, biz de kendi iĢimize bakalım. Ben Suna‟ya gereken her Ģeyi
gösterir ve öğretirim. Merak etme sen. Hadi iĢine git evladım. ĠĢin rast gelir
inĢallah,” dedi.
Mustafa:
“Hadi size de kolay gelsin. Allah‟a ısmarladık,” deyip gitti.
Mustafa iĢe gittikten sonra, Müdüre Hanım ile Suna evde kaldılar. Birkaç
gündür, Yeter‟in cenazesi, gömülmesi ile uğraĢırken dükkânı sanki unutmuĢ gibiydi.
Aksayan iĢleri düzeltmek, yeniden düzene sokmak, onu akĢama değin uğraĢtırdı.
AkĢam geç vakit eve gittiğinde evde de düzenin sağlanmıĢ olduğunu görmek onu
bayağı sevindirdi. BaĢka bir iĢ kalmadığına göre Oya‟yı alıp onunla eğlenebilirdi.
Öyle de yaptı. Oya, artık badi badi yürüyebiliyor, gülüyor, hatta göbek bile
atıyordu. Mustafa onunla konuĢup eğlenirken Suna bir fincan kahve getirip verdi.
Bu Mustafa‟nın daha da hoĢuna gitti. Kahveyi içip fincanı geri verirken, fincanın
altına elli Türk lirası bıraktı. Bunu gören Suna:
“Mustafa KardeĢ buraya para mı koydunuz?” diye sorunca Mustafa:
“Bu senin ilk gün için „HoĢ geldin!‟ hakkındır. Al o para senindir,” der.
Suna önce utanır, çekinir. Almak istemezse de sonunda Mustafa‟nın
ısrarı ve bastırması ile almak zorunda kalır.
Bu arada Oya, günden güne büyümektedir. Artık tatlı tatlı konuĢup,
oyunlar oynamakta, babası akĢamları eve dönünce onun bir numaralı eğlencesi
olmaktadır. Üç yaĢını bitirmiĢ dört yaĢına girmektedir. Dört yaĢındaki çocukların
anaokuluna gidebileceğini öğrenen Mustafa, bu iĢi Müdire Anne ile görüĢür:
Müdire Hanım:
“Dört yaĢını bitirsin önümüzdeki yıl alırız. Aslında aklımdadır. Henüz erken
olduğundan sana diyemedim Zamanı geldiğinde senin gelip anımsatmana gerek
olmadan biz yaparız. Senin yorulmana hiç gerek yoktur.”
Mustafa da beklemekten baĢka bir yol olmadığını anlar. Dört yaĢına girmiĢ
olan Oya, evde elinden gelen her yaramazlığı yaparak Suna‟ya iĢ içinden iĢ çıkarır.
Gerek Suna, gerek babası, ya da eve gelen konuklar, onu, Yonca‟nın armağanıdır,
diye hoĢ görür, her yaramazlığını bağıĢlarlar. Bu durum, onun giderek Ģımarık bir
çocuk olmasına yol açıyordu. Arada bir Yurttan gelen kızlarla öylesine anlaĢıyordu
ki, onların her gün gelmelerini istiyordu. Bunu gören Suna gelen kızlara “Tümünüz
aynı günde gelmeyin. Üçer üçer gelin, ama her gün gelin,” diyerek onları bir sıraya
ve düzene soktu. Bu durum onların da beğenisini kazandı. Artık günde üç kiĢi
geliyorlardı. Böylece bu geliĢler de bir düzene girmiĢti. Kısaca Suna sıradan bir
bakıcı bir sütanne değil, aynı zamanda bir eğitmenlik görevi de yapıyordu.
[94]
Böylece beklenen zaman gelmiĢ, Oya, dört yaĢını bitirmiĢ artık
anaokullu olma hakkını kazanmıĢtı. Bir gün Müdire Anne, Mustafa‟ya uğrayarak
Oya‟nın Anaokuluna yazıldığını, artık onun bir okul öğrencisi olduğunu bildirdi.
AybaĢında okullar açıldığında Suna‟nın onu okula getirmesini söyledi. Mustafa çok
sevinmiĢti. Oya artık evde kapalı kalmayacak, kalabalıklar arasına girecekti.
Öğretmenler gözetiminde o bebeksi davranıĢlarından kurtulup aklı baĢında bir
çocuk, sonra bir genç kız olacaktı. Eve gelip bunları Suna‟ya anlatırken Oya da
duydu:
“Baba ben okullu mu oldum artık? Ben de okula mı gideceğim. Eve gelen
ablalar gibi mi olacağım?” diye evde sağa sola koĢturup durdu.
O gün de geldi. Okullar açıldı. Öğrenciler okulları doldurdu. Her okul
bahçesi, bir kuĢ cennetine döndü. Sevinen, çığlık çığlığa bağrıĢan, koĢan, oynayan,
gülen çocuk sesleri birbirine karıĢıyordu. Bu arada kimi ilk gelen küçükler, bu
karma karıĢık ortam içinde ne yapacaklarını ĢaĢırmıĢ, ya bir tarafa büzüĢmüĢ
oturuyor ya da „Anne!‟ diye ağlıyorlardı. Oya bunların hiçbirini yapmıyordu. O daha
önce görüp tanıdığı ablalarının yanlarında daha çok da onlardan birinin kucağında
eğlenip duruyordu. Oya‟nın ilk günü, bu görünüm içinde baĢladı. Sonuna değin de
aksamadan, aksatılmadan sürdü gitti. Anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise ve
arkasından üniversite derken okullar bitti. Diğer bitirenler gibi devlet kapısına
dayanıp “Bana iĢ verin,” demedi. Geldi baba kapısına dayandı.
* *
*
Oya, anaokuluna baĢladığı ilk günün akĢamı Mustafa‟nın lokantasında henüz
akĢam servisi baĢlamamıĢtı. Adamın biri geldi, kapı önünde yaĢlı bir kadınla bir
gencin durduğunu söyledi. Mustafa dıĢarı çıkıp baktığında on bir on iki yaĢlarında
bir gençle altmıĢ yetmiĢ yaĢlarında bir kadının durduklarını görüp onlarla ilgilendi.
Mustafa, “Ne duruyorsunuz burada?” diye sordu.
“Beni tanımadın mı Mustafa?” diye seslendi yaĢlı kadın.
“Sen miydin AyĢe Teyze? Bir Ģey mi söylemek istiyorsun? Buyur söyle. Ne
söylersen, ne istersen emret? Emriniz baĢ üstünedir,” deyiverdi.
AyĢe Teyze, “Bu benim torunum Salih. Biliyorsun, benim ondan baĢka,
onun benden baĢka kimseciğimiz yok. Bu güne değin ona ben bakıyordum. Artık o
bana bakacak. O yüzden sana geldik. Sen halimizden anlarsın, Salih sana teslim.
Onu adam et, yola getir, yetiĢtir,” dedi.
Mustafa Salih‟e döndü:
“Sen içeri gir,” dedi. “AyĢe Teyze karnın aç mı? AkĢam yemeği yedin mi?”
diye sordu.
“Yok oğlum. Daha bir Ģey yemedim.”
Bunun üzerine Mustafa, onu da içeri alıp karnını doyurdu. Bu arada Salih
de ninesiyle birlikte karnını doyurdu.
[95]
“AyĢe Teyze, sen artık evine gidebilirsin, Salih‟i merak etme, iĢi bitince eve
gelir. Sakın korkma. O artık bana teslimdir.”
Böylece Salih iĢe baĢlamıĢ olur. Salih iĢe baĢlarken masalardaki müĢteri
artıklarını, tabaklarını, bardaklarını toplamaya baĢlar. Bu iĢi aylarca hatta
yıllarca sürdürür. Askerlik yaĢına gelmiĢtir. Onu askere alırlar, askerdeyken
Mustafa, Yonca ile evlenir. Oya‟nın doğumu, Yonca‟nın ölümü, o askerdeyken
gerçekleĢir. Salih, askerden dönünce Mustafa‟nın baĢından geçenleri duyar, çok
üzülür. Geldiğinin ertesi günü erkenden köfteci dükkânına koĢar. O günler,
Mustafa‟nın en acılı günleridir. Yardıma ve teselliye ihtiyacı vardır. Salih bunu
bildiği için onun yanında yine eskiden olduğu gibi komilik yapmaya baĢlar. ĠĢte bu
sorunlu günlerin birinde sarhoĢ bir müĢterinin masasını temizlerken elindeki
bardakları üstüne düĢürür. Kızan müĢteri:
“Kör müsün ulan eĢek oğlu eĢek.”diye çıkıĢır.
Salih, “Değilim efendim. Kusura bakmayın, bir kazadır oldu. Ġnanın ki ben
de çok üzüldüm. Askerden dün geldim. Bugün iĢe baĢladım. Bu yüzden bir Ģeyler
oldu efendim. Zararınız neyse kuruĢu kuruĢuna öderim,” diyerek adamdan özür
dilemeye çalıĢırken, adam yine de hırsını yenememiĢ, bağırıp çağırır. Kalkıp
giderken de:
“Senin adın bundan sonra Kör Salih olsun,” diyerek lokantayı terk edip gider.
Ama Salih‟in adına eklediği yama Salih‟te kalır. Aradan yıllar geçti, nice olaylar
unutulur. Fakat Kör Salih unutulmaz.
Olayın ertesi günü Mustafa, Salih‟i yanına çağırıp:
“Bizim garson akĢam iĢi terk edip gitti. Artık garson sensin. Nasıl yapabilir
misin?” dedi.
Salih de, “Patron sensin Mustafa Ağabey. Sen nasıl istersen öyle olsun.
Senin gibi bir ustanın yanında çalıĢmak benim için en büyük Ģereftir. Sen uygun
görüyorsan ben yaparım. Bilmediğim, zorlandığım bir Ģey olursa o zaman
çekinmeden gelir sana sorarım,” dedi.
Mustafa da, “Haydi, içeri gir de üstündeki Ģu komi önlüğünü çıkar, garson
olarak gel. Seni önce ben görüp alıĢayım,” diye onu yollar.
Salih Garson kepini giymiĢ, papyonu takmıĢ olarak çıkıp gelince Mustafa onu
kutlar:
“Hayırlı olsun benim, yiğit, mert askerim.”
Salih de buna karĢılık topuk Ģaklatıp askeri bir selam verir:
“Buyurun ne emredersiniz komutanım!”
“Hadi asker, iĢinin baĢına, marĢ marĢ!”
Salih askerlik Ģakasını bırakıp iĢinin baĢına koĢar.
O günden beri bir an olsun iĢini aksatmadan yapmıĢ. Bir gün olsun
doğruluktan, bağlılıktan ayrılmadan görevini dürüstlükle yürütmüĢtür.
* *
*
[96]
Ömer Demirci, aylardır lise son sınıf derslerine çalıĢıyordu. Sonunda
beklenilen gün gelmiĢti. Yarın sınavlar baĢlıyordu. ġimdi de Ömer‟i bunun
gerginliği sarmıĢtı. Aslında Ömer çok iyi çalıĢmıĢtı. Kendisine güvenmekteydi.
Sınavları kazanacağına güveni tam olmakla birlikte yine de bir gerginlik vardı.
Bunu kendisi de biliyor, saklamıyordu da zaten. Gerek kardeĢleri ile gerek annesi
ile olan iliĢkilerde:
“Ne olur, bana karıĢmayın, benim gerginliğim bana yeter. Sonra dayanamam
gönül kırarım. Ne olursunuz Ģu sınavlar bitinceye değin beni yok sayın,” diye
yalvarıyordu.
Sınav gerginliği, sınav odasının kapısında baĢlar, hatta doruğa ulaĢır, içeri
girince kiĢiyi terk eder, denilebilir. Ömer de sabahleyin okula giderken üstünde
olan gerginliği atabilmek umuduyla, kardeĢleri ile ĢakalaĢıp annesine takıldı. Bu,
sabahleyin okula giderken hatta birkaç gündür gerilim yüklü Ömer değildi sanki.
Ömer; Ģen, Ģakrak, neĢe dolu bir insan olmaya uğraĢıyor, bunu baĢarabilmenin
nence zor olduğunu kendisi de biliyordu. Ama ne pahasına olursa olsun bundan
kurtulması gerektiğine de inanıyordu. Sınavdan çıkıp eve geldiğinde bir kez sınava
girmekle ne olmuĢtu bu oğlana, dedirtebiliyordu. ġimdi herkes bunu düĢünüyor,
bunu anlamak istiyordu. Oysa Ömer yıllardır ayrı kaldığı okul yaĢamına kavuĢmuĢ
olmanın mutluluğunu yaĢıyordu. Bu duygu, herkeste olmayabilir. Bu, okulu, okulda
olmayı seven, baĢarılı öğrencilerde görülen bir duygudur. Kimi zaman okulu
bitirdiği gün üzülüp ağlayan öğrenciler de olmuĢtur. ĠĢte Ömer‟i o büyük
gerginlikten kurtaran da budur. Sabahleyin okula gittiğinde oradaki çocukları
görüp onlarla konuĢmak, yeniden o okulun öğrencisi havasına girmek, onlarla
konuĢup anlaĢmak Ömer‟e iyi gelmiĢ, onu gerilimden kurtarmıĢtı. Bu kurtuluĢ, onu
eski baĢarılı günlerine götürmüĢtü. Bu götürüĢ de ilk girdiği sınavın sonucu
duyurulmasa da Ömer‟i baĢarıya taĢımıĢtı. Ömer‟in eve geldiğinde değiĢik bir
havada olmasının nedeni de budur.
Öğrencilik her insanın en mutlu çağıdır. O çağ nasıl geçerse geçsin, izleri
anıları unutulmaz. Okul yaĢamını elli altmıĢ yıl önce tamamlamıĢ yaĢlı insanlar bile,
bir okul önünden geçerken durup bahçeye bakarlar. Orada oynaĢan çocukları
izlerler. O sırada onun yanına gidip sorsanız size o çocukların arasında kendini
aradığını söyleyecektir. Ama yaĢlılığın verdiği katılaĢmanın etkisiyle size yalan
söyleyebilecektir: Belki, “ġuradan geçiyordum da onlara bakarken dalmıĢ
kalmıĢım,” ya da “Çocuklar dikkatimi çekti. Onları izliyorum.” Bunlar, yalan
söylemeyi beceremeyenlerdir. Becerebilenler öyle nedenler bulurlar ki aklınız
durur. Kimileri de, “Sana ne? Durması yasak mı?” Doğru söyleyen biri çıkıp da,
“ArkadaĢ, yıllar önce çocukluğumu ve gençliğimi yitirmiĢtim. ġimdi bunları görünce
onları anımsadım. Acaba aralarında bulabilir miyim, diye bakınıyorum,” diyemez,
demez de. Ama kesin olarak Ģunu söyleyebiliriz. KiĢiler değiĢse de duygular
değiĢmez. Bugün hangi yaĢlı düzgün geniĢ bir alana çıkıp birkaç arkadaĢı ile çelik
çomak oynamak istemez. Aklınıza gelen ve bir zamanlar oynadığınız yahut
[97]
oynayamayıp da özlemini çektiğiniz çocuk oyunlarını bir bir düĢünün, bunların
hangisinin belleğinizden silinmiĢ olduğunu bulmaya çalıĢın. Ġnanıyor ve biliyorum ki
hiçbirini unutmamıĢsınızdır. Hele o ortama girebildiyseniz. Sizi kendine çeken
koĢullar da oluĢmuĢsa, siz ne yaparsınız. Yıllarca devam ettiğiniz okulun önünden
geçerken içeriye girip o çocukların arasına bir karıĢsanız anlarsınız ne demek
istediğimi. Burada sizlere söyleyecek bir sözüm daha var. Kaç yaĢında olursanız
olun, kaybettiğinizi sandığınız o çocuk da, o genç de bugün hâlâ sizdedir.
Sonradan kazandığınız katı kurallar, o zavallı çocuğu da, o güzelim gençliği de
içinize gömmüĢtür. Eğer katı kurallarınızı yıkıp içinizdeki o masum çocuğu, o güzel
gençliği özgürlüğüne kavuĢturursanız anlarsınız ne demek istediğimi.
Bu arada Demirci Ömer, her gün sınava gidip geliyordu. Yalnız sınavın
nasıl geçtiğini soranlara:
“Onu ben ne bilirim. Onu ancak toplu sonuçlar duyurulduğunda hep birlikte
öğreneceğiz. ġimdilik benim görevim kaçırmadan sınavlara girmek, sorulanlara
bildiğim doğru yanıtları vermektir. Bunların değerlendirilmeleri öğretmenlerin
iĢidir,” diyerek kesip atıyor, kimseye umut verici ya da kötü bir söz söylemiyordu.
Son sınava da girmiĢ, artık girecek sınav kalmamıĢtı. AkĢam okuldan
ayrılırken kapıda bir duyuru gördü:
ÖĞRENCĠLERE,
BĠTĠRME SINAVLARI SONUÇLARI YARIN SAAT: 16.00‟DA OKUL
KAPISINA ASILACAKTIR.
Ömer bu duyuruyu okudu doğru evine gitti. Ertesi günü bekledi. Ertesi
gün, belirtilen saatte okula gidip açıklanan sonuçları görünce tüm dersleri baĢarı
ile vermiĢ olduğunu, adının karĢısına “BitirmiĢtir.” yazılmıĢ olduğunu görüp
gerçekten sevindi. Doğru çarĢıya gidip bir demet çiçek alarak doğruca evine gidip
demeti annesine vererek okulu bitirmiĢ olduğunu söyledi. Ġlk ona söylediği için
annesi, çok sevindi, oğlunu kutladı. Arkasından kardeĢleri geldi. Onlar da duyunca
sevinip ağabeylerini kutladılar.
AkĢam baba geldiğinde eve neĢeyle girdi, Ömer‟i sordu. Annesi evde
olduğunu söyledi. Bunun üzerine Ġhsan Bey:
“Size bir Ģey söyledi mi?”
Fahriye Hanım:
“Evet, söyledi. Mezun olmuĢ. Bana da bir demet çiçek getirip söyledi.”
Ġhsan Bey, “Bize bir Ģey kalmadı demek. Biz de susalım. Hiçbir Ģey
bilmiyormuĢuz gibi davranalım da, o bize sürpriz yapsın hiç olmazsa. Ömer! Ömer!
Nerdesin be evladım. Meraktan çatladık. Gel de kaynağından bir haber alalım.
Sevinelim mi, yoksa üzülelim mi? Fahriye Hanım, nerede bu çocuk, sen biliyor
musun nerede olduğunu?” derken, Ömer odasından:
“Buradayım baba. Bir saniye geliyorum. Sana iyi haberlerim var,” diye
koĢup gelerek babasının elini öptükten sonra:
“Annem söylemedi mi? Mezun olmuĢum,” deyince babası da:
[98]
“Ben de gelirken dün Ömer‟in sınavı bitmiĢti.
Bu akĢama bunu belki
kutlarız diye hazırlıklı geldim. Gelin bunu ailece kutlayalım. Ender, kızım al Ģunları,
hazırlayın da akĢam sofrasında hazır olsun,” dedi.
Ender, babasının verdiklerini alıp mutfağa koĢtu. Götürüp annesine verdi.
Fahriye Hanım, mutfakta Enise ile birlikte akĢam yemeğini hazırlıyorlardı. Paketi
aldı, açtı. Ġçinden çıkan salam, sosis bir ĢiĢe rakıyı, kuru yemiĢi tutup geri Ender‟e
verdi.
Fahriye Hanım, üç çocuğu ile mutfakta bu hazırlık içerisinde çalıĢırlarken
günün kahramanı ile babası da dıĢarıda sohbet etmekteydiler.
“ġimdi, ne yapmak niyetindesin? Lise diyordun, iĢte bitti. ġimdi ne
yapacaksın?”
Ömer, hiç düĢünmeden:
“Devam, baba. Hazır hızımı kazanmıĢken üniversiteye devam etmek
istiyorum.”
“Oğlum ben onu sormamıĢtım. Senin evlenmen, bir yuva kurup çoluk çocuk
sahibi olmak gibi bir düĢüncen yok mu? Ben bunu sormak istemiĢtim.”
“Babacığım, ben henüz bunu düĢünecek durumda değilim. Kocan ne iĢ
yapar, mesleği nedir diye sorulduğunda eĢim olacak hanım, „Bir iĢi, mesleği yoktur.
Biz hazır yeriz,‟ dememeli. Yani ilerde eĢim olacak kadın benimle iftihar etmeli. O
yüzden beni bağıĢlayın babacığım. Oğlunuz önce bir kimlik, sonra da bu kimlikle
oğlunuzu kabul edecek bir kız arayabilir. Ama her Ģeyden önce saygıdeğer bir
kimlik arıyorum baba.”
Ġhsan Bey‟e artık bir Ģeyler söylemek olanağı da bırakmamıĢtı. Bu yüzden:
“Görüyorum ki, çok kararlısın oğlum. Ben Ģimdiden seninle gurur duyuyorum.
Senin gibi bir evladın babası olmak da çok gurur vericidir. Bana bu zevki, bu
gururu yaĢattın sağ ol, var ol yavrum benim. ġunu da bil ki baban olarak ben sağ
oldukça senin arkandayım. Seni her giriĢiminde destekleyeceğim. Hiçbir Ģeyim
kalmasa da sırtımın gömleğini satar yine de seni desteklerim. Oğlum. Bunu bil,”
dedi.
Tam bu sırada Fahriye Hanım‟ın sesi geldi:
“Haydin sofraya, sofranız hazır. Ġhsan Bey, Ömer oğlum, kardeĢlerin sizi
bekliyorlar. Geç kalanı sofraya almayacağız. Bilginiz olsun!” diye çağırıyordu.
Bunun üzerine Ġhsan Bey:
“Geldim, Fahriye Hanım. Allah aĢkına bana kızma,” diye yalvarıp,
sızlanırken Ömer, yerine oturmuĢtu bile. Önündeki tabaklardan otlayarak:
“Hııım! Çok güzel olmuĢ, ellerine sağlık anneciğim,” diye atıĢtırıyordu.
O akĢam Ömerler‟in evinde büyük bir Ģenlik vardı. KardeĢleri, annesi ve
babası ile gece yarısından sonraya değin eğlendiler. Bu sevinç, bu neĢe ile yattılar.
Sabahleyin kalktıklarında postacı kapıyı çalıp bir zarf bırakmıĢtı.
Bu bir davetiye idi. Turgut‟tan geliyordu. Hafta sonu köyün okulu bitmiĢ,
öğrencisiz ilk açılıĢı yapılacakmıĢ. Turgut, kendilerini bu açılıĢa çağırıyordu. Aile
[99]
oturup bunu da konuĢtu. Ve bu açılıĢa gitmeye karar verince, arkadaĢlarını
arayarak onlara sordu. Mektup onlara da gelmiĢti. Tümü de gitmeye karar
vermiĢlerdi. Mutlu Bey yine grup baĢkanı olarak görevlendirildi.
Ha sahi, burada söylenmesi gereken bir olay daha var. Mutlu Bey,
Meslek Ġçi Eğitim Kurslarına katılmıĢ, baĢarmıĢ, sonuçta da Sosyal Bilgiler
Öğretmeni olmuĢtu. Bundan Böyle artık kalan süresini Sınıf Öğretmeni olarak
değil, Temel Eğitim Okulları Sosyal Bilgiler Öğretmeni olarak tamamlayacaktı.
Bütün bunları, bir araya gelip topluca konuĢmak gerekecek, diye düĢünür ve de
köydeki açılıĢa gitmeden önce Oya Levent‟in lokantasında buluĢup konuĢmaya
karar verirler. Oya o gece için özel bir masa hazırlayıp onları çağırır. Mutlu
Öğretmen, Hırdavatçı Hasan, Turgut, Ömer, Selim, Mustafa Levent ve Kör Salih
orada yeniden buluĢurlar. Ġlk sözü MutluÖğretmen alarak:
“ArkadaĢlar, tümünüz hoĢ geldiniz! Çoktan beri bir araya gelip
söyleĢemedik. Birbirimizden bilgi alamadık. O nedenle bu akĢam ki buluĢmamız
çok iyi oldu. Önce bunlardan söz edelim, sonra da Turgut ArkadaĢımızın iki gün
sonraki çağrısına gelelim. Bu gecenin asıl toplanma nedeni de zaten budur. Bu
nedenle bunu rahat konuĢabilmek için sona alıyorum. Bu konuda itirazı olan var
mı?” deyince kimseden ses çıkmadığını görüp yeniden söze baĢladı:
“ArkadaĢlar, tümümüzün son olarak görüĢtüğümüzde düĢündüğümüz iĢler
vardı. Önce bunları konuĢalım. Ġsterseniz söze ben baĢlayarak sizlere
gerçekleĢtirdiğim düĢüncemden söz edeyim. Anımsar mısınız, yine bir akĢam
burada buluĢmuĢ konuĢuyorduk. O akĢam ben sınıf öğretmeni olarak köylerde çok
çektiğimi, artık bu sıkıntıdan usandığımı; yeni okulumda Sosyal Bilgiler Öğretmeni
olarak çalıĢmak istediğimi, bu iĢ için, gereken giriĢimlerde bulunduğumu
söylemiĢtim. ĠĢte o iĢi becererek bu gün karĢınızda Sosyal Bilgiler Öğretmeni
olarak bulunuyorum. Bende bu değiĢiklik oldu. ġimdi sizlere geçiyorum. Örneğin
Oya Hanım ve Selim Bey, sizlerde ne gibi değiĢiklik oldu?”
Oya ve Selim birlikte söze baĢladılar. Sonra Oya sustu. Selim devam etti:
“Bizde hiçbir değiĢiklik yok. Bekleme sürecindeyiz. Gelecek hafta benim
sınavlarım baĢlıyor. O sınavlar bitince burada düğünümüz olacak, değil mi Oya,
sevgilim?” dedi.
Oya olduğu yerden mırıldanarak:
“Bir kuĢkun mu vardı?”deyince Selim:
“Ne kuĢkusu olacak sevgilim,” diye yanıt verdi. Ġkisi de gülerek birbirlerine
sarıldılar.
Daha sonra Demirci Ömer, söz alarak, “Bendeki değiĢiklikten sanırım
hiçbirinizin bilgisi yoktur. Ben, liseyi bitirdim. Artık lise mezunuyum arkadaĢlar.
Gelecek yılda da üniversiteli olacağım. ġimdiden onun sevincini yaĢıyorum,” dedi.
Mutlu yeniden sordu:
[100]
“BaĢka değiĢiklik olan var mı arkadaĢlar? Eğer yoksa ben izninizle günün
konusuna geçiyorum.” Turgut‟a dönerek, “Söz senindir arkadaĢ. Buyur, konuĢ,”
dedi. Turgut:
“Biliyorsunuz bizim köyde bir okul yoktu. Biz de bu eksiklik gitsin artık,
çocuklar okulsuz kalmasın diye bir okul yapılması koĢulu ile en değerli tarlamızı
vermiĢtik. Bu güne değin bir çalıĢma olmadı. BaĢvurularıma karĢılık gelen yazılarda
plana alıyoruz. Alacağız gibi iĢin askıya alındığı anlamına gelen yazılar geldi. Oysa
biz verilen tarlamıza çocuklarımız için okul yapılamasını istiyorduk. Verdiğimizden
beri yapılsa idi, Ģimdiye değin kaç dönem mezun verirdi. Bir sene geldi temel
kazıyoruz diye tarlayı parça parça ederek gittiler. O yıl kıĢ geldi girilmez oldu.
Ertesi yıl plana alınmamıĢ, öylece kaldı. Sonra da bize göre unutuldu gitti. Geçen
yıl kasabada bir avukatla görüĢüp iĢi adliyeye götürmesini istedim. Hâkimle
görüĢtük. O bana, mali durumumu sordu. Niçin sorduğunu söyledim. „Bak evladım,‟
dedi. „Sen bu tarlayı vermiĢsin okul yapılsın diye. Ama görüyorsun yapılamamıĢ.
ġimdi açacağın dava en erken bitse bile, sen kazanacaksın diye bir kural yok. En
az beĢ ya da on yıl beklersin. Sen çok güzel bir iyilik yapmıĢ köyünün çocuklarının
geleceğini düĢünmüĢsün. Bu hem ulusal bir büyük hizmettir, hem çok değerli bir
dini görevdir. Eğer gücün yeterse, gel bu iĢi de sen yap. Olsun bitsin bu iĢ
deyiverdi.‟ Ben de kalktım hesap ettim, baktım gücümüz yetiyor. Devletten planı
aldım. O plana göre bir inĢaatçı ile anlaĢarak iĢi bitirdik. Sonunda da okula
babamın adını verdik. ĠĢte sizleri bu okulun açılıĢına çağırdım. Böyle günlerde
insana en yakın arkadaĢları destek olurmuĢ. Benim de en yakınım sizlersiniz.
Sizler benim en güvendiğim, en sevdiğim insanlarsınız. Yine gelip buradan alarak
sizleri götürüp geri de getireceğim. Bu heyecanlı günde benim desteğim sizler
olacaksınız. Lütfen, beni yalnız bırakmayın olur mu?” diye adeta yalvardı.
Bunun üzerine Mutlu öğretmen:
“ArkadaĢ, böyle mutlu bir güne gelinmesi için böyle rica edilmez.
Edilmemeli de, bu iĢ öyle kutsal, öyle büyük bir görevdir ki Ģu anda seni
kıskanıyor, sana imreniyoruz. Ne mutlu bizlere ki senin gibi bir arkadaĢımız olmuĢ
ve ne yazık bize ki böyle bir arkadaĢı tam anlamıyla tanıyamamıĢ, onu sıradan bir
insan olarak görmüĢ ve de öylece kabul etmiĢiz. ArkadaĢım, sen sıra dıĢı bir insan
olduğunu gösterdin. Bize düĢen bu sıra dıĢı insanın sıra dıĢı eserini görmek ve onu,
eserinin baĢında kutlamaktır. ġu gördüğün yedi arkadaĢın da kutlanmaya değer
kazanmıĢlardır. Senin gibi bir insanla arkadaĢ oldukları için,” dedi.
Mutlu öğretmen burada sessiz kaldıktan sonra konuĢmasına devam etti:
“Oya Hanım, Mustafa Bey, Selim KardeĢ, Hasan Can, Ömer Dostum, Salih
KardeĢ! Ġzin verirseniz bir de Mutlu öğretmeni aranıza katarak tümünüzü teker
teker kutlarım. Böyle bir arkadaĢa sahip olmak her insana nasip olmaz. Gelin
bunun değerini bilelim. Ve Turgut arkadaĢımıza „Emrin olur Turgut KardeĢ!‟
diyelim.”
Salonda bulunanların tümü birden:
[101]
“Emrin olur Turgut KardeĢ!” diye bağırdılar
Tümü birden Turgut‟un çağrısına katılmaya karar verince Mutlu öğretmen:
“Turgut KardeĢ, biz ne zaman geleceğiz?” diye sordu.
Turgut, “Otobüs sabahleyin sekiz buçukta buraya gelmiĢ olur. Sizler
erken hazırlanır gelirseniz, ilk seferde sizi alıp dokuzda getirir. Ġkinci seferi saat
onda yapar. Onu tavsiye etmem. Çünkü o çok kalabalık olur. Rahat edemezsiniz,”
deyince, Mutlu Öğretmen:
“Yarın saat sekiz otuzda burada buluĢalım. Olmaz mı?” der.
Oya‟nın hazırladığı akĢam yemeklerini yer ve dağılırlar.
Ertesi gün sabah sekiz otuzda herkes gelmiĢti. Bir masaya oturup
konuĢmaya baĢladılar. Yarın bu köye nasıl gidelim diye tartıĢırlarken, Oya kendi
eliyle hazırladığı çayı, pasta ve bisküvileri masaya koyarak:
“Sabah sabah aç karnınıza tartıĢamazsınız. Hele kahvaltınızı yapın da
öylece tartıĢalım,” deyince herkes saygı gösterir ve kahvaltıya baĢlarlar.
Bir ara söz Salih‟e gelir. Oturanlar onu sorarlar. Oya hemen sözü alarak:
“Biz Kör Salih‟in iĢine son verdik. O, artık bu lokantada çalıĢmıyor. ġimdi
bizde Salih Efendi diye bir Ģef var. Onunla çalıĢıyoruz,” der. Ve arkasından:
“Salih Efendi!”diye seslenir. Herkes gelecek olanı merak edip beklerken
bizim bildiğimiz Kör Salih, ġef Garson olarak çıkıp gelmez mi? Oya:
“Bu lokantada artık Kör Salih diye birisi yoktur arkadaĢlar. Bizim Salih
Efendimiz vardır. Herkes bunu böyle bile. Bir daha bu lokantada Kör Salih
kesinlikle yasaklanmıĢtır. Küçücük bir çocuğa kendini bilmez bir sarhoĢun
söylediği bu çirkin söz daha fazla yaĢamamalı, biz de bunun için öldürdük onu.
Yerine Salih Efendi‟yi dirilttik. ĠĢte karĢınızda duran bu erkek güzeli, yakıĢıklı
adam artık Bizim Salih Efendimiz‟dir. Yakında kendisine uygun bir kız bulup
evlendireceğim onu. Bu Konuda ona söz verdim iĢte. ġimdi de size söz veriyorum.
Salih Efendi‟ye verdiğim söze siz de Ģahit olun. Bulduğum gün herkesten önce
inanın sizlerin haberi olacaktır. Sizler de bana yardımcı olursunuz. Umarım bu iĢ
daha kolay olur. Hadi Ģimdi iĢinize bakabilirsiniz. Kusura bakmayın iĢinize engel
oldum,” diyerek sözlerini bitirdi.
Mutlu öğretmen:
“Evet, arkadaĢlar sizler ne önerirsiniz?”
Hasan:
“Mutlu Bey Öğretmenim. Bu bir okul iĢidir. Bu iĢi de içimizde en iyi sen
bilirsin. Sen söyle biz düĢünelim. Bir okula ne gerek, biz bunu nerden bilelim.”
Mutlu Bey kime sorduysa aynı cevabı aldı. Herkes Hasan‟ın fikrindeydi.
Mutlu Öğretmen yine söz aldı:
“ArkadaĢlar, ben de iki gündür bunu düĢünüyorum. Aklıma bir Ģey gelmiyor.
Ne desem bilmem ki, aklıma gelenleri sizlerle tartıĢalım isterseniz. Önce bir
radyo düĢündüm. Sonra bir televizyon düĢündüm. Bunların ikisi de okulda
öğretmenlere yarar. Öğrenicilerle bir ilgisi yoktur. Sonra aklıma bilgisayar geldi.
[102]
Bunu da bilen bir öğretmene gerek vardır. Ama bugün değilse bile yarın bilen bir
öğretmen gelecektir. Herkesin bilgisayar kullanmasını öğrenmesi Ģarttır. Sizler
de bir Ģeyler söyleyin lütfen. Bütün sorumluluk bende kalmasın.”
Selim:
“Biz de Oya ile düĢündük. Sizler baĢka bir Ģeye karar verseydiniz, kararınıza
uyacak, ayrıca biz de bir bilgisayar götürecektik. ġimdi Salih Efendi Takımı
olarak biz, Turgut hariç dokuz kiĢiyiz. Yüz elli veya iki yüz lira verirsek bu iĢ
tamamdır. Hatta biraz da paramız artar,” deyince herkes razı oldu.
Mutluöğretmen, Oya Hanım ve Selim görevlen dirilerek bilgisayar almaya
gönderildiler. Bir saat sonra dönen ekip bir tane Salih Efendi takımı için, bir tane
de Oya ve Selim için, bir de müesseseden olmak üzere üç tane alıp geldiler. Diğer
arkadaĢları henüz bir yere gitmemiĢlerdi. Onlar da gördü ve beğendiler. Artık iĢ,
sabahı beklemeye kalmıĢtı.
Sabah oldu. Herkes kalkıp lokantaya koĢtu. Oya erken gelmiĢ çayları
demlemiĢ kahvaltı masasını hazırlamıĢtı. En erken gelenler, Selim‟in ailesi idi.
Hatice Hanım ve Hidayet Bey, çocukları Teoman ve Tansel, Selim‟le birlikte
gelmiĢlerdi. Oya gelir gelmez onları karĢılayarak:
“HoĢ geldiniz, baba, anne!” diye karĢılayıp kahvaltı masasına oturttu.
Çaylarını verdi. Teoman‟la Tansel‟i de anne ve babalarının yanına oturtarak onlara
da kahvaltılarını yaptırdı. Ġkinci olarak Hasanlar geldiler. Oya onları da masaya
buyur etti. Fatma Hanım, Medine, Hüseyin ve Zühre; Oya‟nın tüm ısrarına karĢın
oturup kahvaltı yapmak istemediler. Saat sekize geliyordu. Ömerler, göründüler.
Ġhsan Bey, Fahriye Hanım, Ömer, Ender, Evrim ve Enise hep birlikte gelmiĢlerdi.
En son gelen Mutlu Öğretmenler oldu. Otobüs gelmiĢ, onlar bekleniyordu. Gelir
gelmez otobüse bindiler ve köye hareket ettiler. Bu kez Turgut gelmemiĢti. O,
köyde kalmıĢ, gelen konuklarla ilgileniyordu. Otobüsün tören alanına girdiğini
görünce koĢup geldi. Kiminin elini öperek, kimisiyle tokalaĢarak, kendi arkadaĢları
ile de sarılıp öpüĢerek hepsine:
“HoĢ geldiniz!” dedi.
Mutlu Öğretmen, “Tören baĢlamadan önce Ģu okulu görmek olanağı var
mıdır?” diye sorunca Turgut:
“Neden olmasın? Buyurun görüp gezmek isterseniz,” diye kapıyı açıp onları
içeri davet etti. Mutlu, okul kapısı önünde durup, önce okulun adına bir baktı.
Okulun adı:
T.C.
MĠLLĠ EĞĠTTĠM BAKANLIĞI
Xxx KÖYÜ MAHMUT BEY
ĠLKÖĞRETĠM OKULU
--------------------------------“Güzel!” dedi ve arkasından Turgut‟a sordu:
“Bayrağınız var mı? Hani nerede?”deyince Turgut:
[103]
“Vallahi o aklımıza gelmemiĢ,” dedi. Mutlu Öğretmen, çantasını açarak
içinden bir bayrakla bir ip çıkarıp alanda bekleĢen gençleri çağırarak:
“Bu ipi Ģu makaraya geçirebilir misiniz?” diye sordu. Onlardan olumlu yanıt
alınca, istediğini yaptırdı. Gençler ipi kolayca makaraya geçirdiler. Mutlu da alttan
ipin ucunu bayrağa geçirerek bayrağı direğe çekip indirdi. Sonra içeri girdiler.
Sınıflar tek tek gezildi. Her sınıfa girildiğinde Mutlu çantasından iki tebeĢir, bir
yazı tahtası silgisi çıkarıp tahtalardaki yerine koydu. Sonra elindeki bir tomar
kâğıdı Turgut‟a verip:
“Bak, Turgut KardeĢ! Bunları sana böyle vermek istemezdim. Ne yazık ki
zaman yoktu. Bu nedenle çerçeveletemedim. Kusura bakma, eğer sen
yaptırabilirsen çok mutlu olurum. Yalnız, giderleri ne ise ben vereceğim. Gerçi
senin yaptığının yanında bunun sözü bile edilmez. Bu da benim küçücük bir
armağanım olduğu için parasını da ödemek isterim olur mu kardeĢim? AnlaĢtık,
değil mi?” deyince Turgut:
“Peki, peki! Mutlu Bey KardeĢim. Sen nasıl istersen öyle olsun. Yeter ki
gücenme,” diye iĢi tatlıya bağladı. Bunun üzerine Mutlu öğretmen devam ederek:
“Bunlar Atatürk‟ün Gençliğe SesleniĢi, Ġstiklal MarĢı gibi çocukların bilmesi
gereken ve her zaman da gözlerinin önünde bulunması zorunlu olan değerli eğitim
araçlarıdır. Ayrıca sana iki de bayrak vereceğim. Biri okulu bir yere götürürken,
diğeri de okulda bir tören yapılırken kullanılır. Bunlar bir okulda bulunması
gereken çok önemli nesnelerdir. Ancak önemini biz öğretmenler biliriz. Ben de
bunun için getirdim. Okul çok güzel olmuĢ, Emeği geçenlerin ellerine sağlık. Seni
de bu giriĢiminden ötürü kutlarım. Köyünüz çocuklarına ve ülkeme hatta tüm
insanlara hayırlı, uğurlu olsun.”deyip binadan dıĢarı çıktılar.
DıĢarı çıktıklarında tören alanının oldukça kalabalıklaĢtığını görürler. Ama
henüz resmi konuklar gelmemiĢlerdi. Onların gelmesi bekleniyordu. Saat onda
baĢlayacağı duyurulan tören saat on otuz olmuĢ henüz baĢlayamamıĢtı. Saat on
biri bekleyelim diye karar vererek beklemeye baĢladılar. Sonunda Ġlçe
Kaymakamı‟nın makam otosu göründü. Arkasında Ġlçe Milli Eğitim Müdürü,
Bayındırlık Müdürü, Köy ĠĢleri Müdürü ve daha baĢka ne müdürlükler varsa,
makam otoları ile toplanmıĢ gelmiĢler, birçoğu eĢini, çocuklarını da yanlarına
alarak, kimileri de kahve veya meyhane arkadaĢlarını yanlarında getirmiĢlerdi.
Kaymakam‟dan sonra gelen arabalarda beĢ altı kiĢiden az insan gelmemiĢti. Kısaca
köyden gelenler dıĢında iki yüze değin insan birikmiĢti.
Kaymakam Bey gelip Turgut‟a, Turgut‟u sordu. Turgut da:
“Benim,” deyince ikisi birden ĢaĢırdılar.
“Peki, Turgut sensen bu Mahmut Bey kim oluyor?”
“Babamdır, efendim!”
“Hani o nerededir?”
“O öldü, efendim!”
“Yani bu binayı sen kendin mi yaptırdın?”
[104]
“Evet, efendim! Ben kendim yaptırdım. Babam öleli beĢ altı yıl oluyor. O
yüzden onun adını verdirdim. Yani ben yaptıramaz mıyım Kaymakam Bey?
Deminden beri habire bana bunu soruyorsunuz.”
“Tabii yaptırırsınız. Neden olmasın?” diyerek tartıĢmayı bitirdi. Sonra da:
“Törene saat kaçta baĢlayacaktık Turgut Bey.”
“Saat onda idi Kaymakam Bey. Sizi beklemek için on bire aldık.”
Kaymakam Bey saatine baktı. Saat on biri beĢ geçiyordu.
“Yine geç kalacağız. Hadi hemen baĢlayalım,” diyerek kürsüye doğru
yürümeye baĢlarken, mikrofondan gelen bir sesle olduğu yerde kaldı.
Mikrofondaki ses:
“Sayın konuklar! ġimdi Ġstiklal MarĢımız okunacaktır.” Arkasından komutu
verdi: “Dikkat! Ġstiklal MarĢı için ayağa kalk ve hazır ol!” deyince, Kaymakam
alanın ortasında ayakta kaldı.
Bu arada Selim, Oya, Teoman, Tansel, Turgut‟un kardeĢleri Ramazan,
Gülümser, Yasemin, Emin, Mutlu öğretmen, Mahide Hanım, Erdem, Damla, Yağmur,
Ömer, kardeĢleri Ender, Evrim, Enise, Selim‟in yönetiminde Ġstiklal MarĢı‟na
baĢladılar. Bu koroya halktan da katılanlar oldu. Böylece Ġstiklal MarĢı söylenmiĢ
oldu. MarĢ bitince Oya gelerek Kaymakam‟a bir Ģeyler söyledi. Kaymakam da
dönüp yerine oturdu. Mikrofonun baĢında Oya vardı. Elinde de Mutlu öğretmen‟le
niĢanlısı Selim‟in birlikte yaptıkları program vardı, onu uyguluyordu. Ġstiklal MarĢı
söylenirken, Mutlu‟nun Turgut‟a getirip bayrak asma direğine taktığı bayrak
çekilerek tören baĢlamıĢ oldu. Oya‟nın güzel sesi Kaymakam Bey‟i konuĢmaya
çağırıyordu.
Kaymakam, yerinden kalkıp konuĢma kürsüsüne gidip mikrofonu aldı,
konuĢmaya baĢladı:
“Sevgili, yiğit, cömert, özverili vatandaĢlarım! Dün Balkan, Birinci Dünya,
Çanakkale SavaĢlarında, KurtuluĢ SavaĢı‟nda canlarınızı vererek kazanmıĢ
olduğunuz büyük utkularla ülkemizi yabancı egemenliğinden, ulusumuzu
bağımlılıktan kurtaran insanlar olarak bu gün de elinizdeki varlığı olduğu gibi
vererek ülke insanlarımın eğitimi yolunda gereken özveriyi göstermekten geri
kalmıyorsunuz. Sağ olunuz, var olunuz. Sizlerin büyüklüğünüz karĢısında nasıl
konuĢmam gerektiğini inanın ben de bilmiyorum. ĠĢte Ģu anda karĢımızda duran,
görüntüsüyle kendi halinde bir köy delikanlısı olan Turgut kardeĢimizin yaptırdığı
Mahmut Bey Temel Eğitim Okulu bu sözlerimizin bir abidesi olarak pırıl pırıl
durmaktadır. Kendisi köyünde okul bulunmadığı için okuyamamıĢ olan bu genç
yurttaĢımız, acaba okuma olanağı olsa ne olurdu. Onu bilemem, ama sanırım bizler
gibi oturduğu yerden ülke yönetmeye kalkan, “Bu gün git, yarın gel,” ile vatandaĢ
avutmaya çalıĢan bürokratlardan birisi olmazdı. Seni candan kutluyorum Turgut
KardeĢim. Sen ve senin gibiler olduğu sürece de bu ulus var olacaktır. Sağ olun,
var olun!” diye sözlerini bitirip kürsüden indi.
[105]
Oya, Mutlu Öğretmen ve Selim, Kaymakam Bey‟i aralarına alarak Mahmut
Bey Ġlköğretim Okulu binasına doğru ilerlediler. Kapının önünde iki köylü çocuğu
ellerinde bir tepsinin içinde bir makasla bekliyorlardı. Kaymakam, makası aldı,
kurdeleyi kesti ve halka “Buyurun hep birlikte gezelim,” dedi. Ġçeri girdiler,
sınıfları birer birer dolaĢtılar. Sonra da çıkıp köy meydanındaki yemeğe gittiler.
Yemekler yendi, söyleĢiler yapıldı, kahveler içildi. Tören bitti. Kaymakam,
kendisiyle gelen erkânıyla köyden ayrıldı.
Bizim sekiz kiĢilik takım için de özel bir akĢam yemeği hazırlanmıĢtı. Tam
yemek yeneceği anda annesinin kucağında Mahmut Bey sofrayı Ģereflendirmez
mi? Oya birden atılarak onu annesinden alıp bağrına bastırarak doğru Selim‟e
koĢtu:
“Bak Selim! Ne güzeldir, sen hiç böyle çocuk gördün mü?” diye onu Selim‟in
kucağına verdi. Al da sana uğur getirsin. Bugün çarĢamba. Pazartesi sınavlar
baĢlıyor. Al Ģunu bir öpüver de senin uğurun olsun. Selim, onu Oya‟nın kucağından
almayarak öptü okĢadı. Bu sırada Oya, öperek bağrına bastırdı. O anda gözleri ve
dudakları hiç hareket etmiyordu. Sanki bir trans halindeydi. Belli ki içinden
dualar ediyor, dilekler diliyordu. Selim de bu anda Oya‟yı ve kucağındaki bebeği
kolları ile sarmıĢ üçü bir yumak olmuĢlardı. Oya‟nın bu durumu geçtikten sonra
Selim, bebeği onun kucağından alıp bağrına bastı. Sonra cebinden bir yüz lira
çıkarıp bebeğin çamaĢırlarının arasına koydu. Gerisin geriye Oya‟ya verdi. Oya da
Gülbahar‟a verirken bir daha öpüp annesine uzattı. O da çamaĢırlarının arasına bir
Ģeyler koymuĢtu. Ama anlaĢılamadı. Diğer takım arkadaĢları da aynı iĢi
tekrarladılar. Herkes Mahmut Bey‟i çok sevmiĢti. O da onları çok sevmiĢti ki
herkese gülücükler dağıtıyor, yaramazlıklar yapıyor kendini sevdirmek için elinden
geleni eksik etmiyordu. Hele genç kızların kucağındayken keyfine diyecek yoktu.
Herkes yemeği unutmuĢtu. Sonunda akılları baĢlarına gelerek yemeği hatırladılar
Yemeklerini yiyip hazır bekleyen otobüse binerek evlerine döndüler.
*
* *
Selim, sabahleyin erken kalkmıĢ, tıraĢ olmuĢ, duĢunu alıp kahvaltısını yapıp,
annesinin, babasının ellerini öpüp kardeĢlerini öperek sınav için evden ayrılmıĢ,
doğruca lokantaya gelmiĢti. Orada da Oya‟ya veda edip okula geçecekti. O yüzden
Oya‟ya:
“Hadi bana Ģans dile sevgilim,” dedi.
“Senin Ģansa değil, bilgiye gereksinmen var. O da sende gereğinden çok
var. Ben bunu biliyor, buna inanıyorum. O yüzden sana hadi git, baĢar ve gel
diyorum. Hadi güle güle git. Sevinçle gel sevgilim,” diyerek uğurladı.
Selim, gitti. Öğleden sonra geldiğinde yüzünden gülücükler, dudaklarından
güzel nağmeler eksilmiyordu. Oya, Selim‟in bu halini görünce çok sevindi.
Babasına:
[106]
“Babacığım, Selim‟in bugünkü sınavı çok güzel geçmiĢ. Baksana haline, çok
mutlu görünüyor,” dedi ve Selim‟e koĢtu:
“HoĢ geldin Selim. Senin durumuna bakılırsa çok güzel geçtiği anlaĢılıyor.
Ama bunu senden duymanın tadı ve zevki baĢka olacaktır. Hadi nazlanma, çabuk
söyle nasıl geçti?” deyince Selim, sanki bir uykudan uyanıyormuĢ gibi kendine
gelerek:
“Bana mı söylüyorsun? Ha! Anlamadım. Bir daha söyler misin lütfen?”
diyerek Oya‟yı omuzlarından yakalayarak kendine çekti. “Hadi, bir daha söyle o
dediklerini.”
“Senin durumuna bakılırsa çok güzel geçtiği anlaĢılıyor. Ama bunu senden
duymanın tadı ve zevki baĢka olacaktır. Hadi nazlanma, çabuk söyle nasıl geçti?”
“Olmadı baĢtan!”
Oya aynı sözleri bir daha söyledi.
Selim, “Benim kanaryam, bülbülüm. KonuĢması dünyanın en güzel müziğidir
benim sevgilimin. Benim için son bir kez daha söyler misin?”
Oya, “Sen iste yüz kez, bin kez söylerim,” dedi ve arkasından Selim‟in
istediğini bir kez daha söyledi.
Selim, halen Oya‟yı omuzlarından tutmaktaydı. Onu kendine çekti, bağrına
bastı, kolları arasına almıĢ olduğu niĢanlısına:
“Kazandım, kazandım, kazandım sevgilim!”dedi. Ve devam etti: “Bu günkü en
zor sınavdı. Bunu kazandıktan sonra artık korkacak bir Ģey kalmadı. Yani senin
anlayacağın artık bitirdik sayabiliriz. Ha, az daha unutuyordum. Bizim düğün ne
zamandı? Onun hazırlıklarına da baĢlayabiliriz.”
Oya: “Sen nasıl istersen? Gel istersen Ģöyle yapalım. Bizim 1- Salih Efendi
Takımına, 2-Senin okuluna, 3-YetiĢtirme Yurduna olmak üzere ben üç grup
biliyorum. Bu gruplar dıĢında senin bildiğin baĢkaları da varsa onu da sen söyle.”
“ġimdi, bizim lokanta düğünde kaç kiĢiyi alabilir?”
“BeĢ yüz kiĢi alabilir.”
“Bak Oya, gel Ģu senin yaptığın gruplandırmayı dörde çıkaralım. Her gruba
yüz davetiyeden dört yüz davetiye yaptıralım. Hem salon fazla kalabalık olmaz,
hem düğün daha eğlenceli, daha güzel olur.”
“Olur, olur da. Biz yine de davetiyeyi beĢ yüz yapalım. Tümünü dağıtmak
Ģart değil ya. Biz yazıp dağıtacaklarımızı dağıtırız. Diğerleri de elimizde yedek
kalır. Sonra ben sanıyorum ki beĢ yüz bile az gelecektir. Biz, beĢ yüzde karar
alalım.”
“Haklısın sevgilim. Çok doğru düĢündün.”
Birlikte çıkıp basım evlerini dolaĢtılar. Beğendikleri örneklerden birer tane
alıp evde göstermeğe getirdiler. Ġki ailenin de beğenip anlaĢacakları birinden beĢ
yüz tane yaptıracaklardı. Bu iĢ de iki günden önce bitmezdi, Bu nedenle Selim
çalıĢmasına, Oya da lokantasındaki iĢinin baĢına döndüler. Bu iki gün içinde Selim
iki sınava daha girdi ve gelip Oya‟ya baĢarı müjdesini verdi. Bu hafta iĢi bitmiĢti.
[107]
Önümüzdeki hafta sınavları bitecekti. Bir akĢam evde babasıyla yemekte
konuĢurken davetiye seçimini sınavların sonuna ertelediklerini, bu konuyu Mustafa
Bey‟le de görüĢüp öyle karar aldıklarını, Oya‟nın da bundan haberi olduğunu
öğrendi. Demek ki sınavlar sırasında dikkatini dağıtmamak için bu kararı
aldıklarını söyleyince, Selim, buna hiç ĢaĢırmadı, gücenmedi. Yalnız teĢekkür etti.
Haftanın sonunu beklemeye karar verdi. Böylelikle kendisi de rahatlamıĢtı. Kalan
sınavlarına daha rahat ve daha kolay çalıĢabilecekti. O da öyle yaptı. Zaten
baĢlangıçtan beri kaybetmediği hızını, biraz daha arttırarak çalıĢmalarına devam
etti. ÇalıĢma odası kitaplar ve CD‟lerle dolmuĢtu. Hele bir de kendi çalgı aletlerini
kullanmaya baĢladığı zaman çıkan tatlı gürültü, güzel bir müzik de olsa zaman
zaman kimilerini rahatsız edebiliyordu. Oya, bunlara göğüs geriyor, bunları
Selim‟e yansıtmıyordu. Selim de çalıĢmalarını aksatmadan sürdürüyor, hiçbir Ģey
olmamıĢ gibi çalıĢıyordu. Hafta sonu yaklaĢınca Selim‟in gürültülü çalıĢmaları da
azaldı. Hatta perĢembe günü Selim‟in odasından ses çıkmıyordu. Oya bu kez de
merakla kapıyı açıp içeri girince Selim‟i divana uzanmıĢ uyur bulmuĢtu. Onu
uyandırmaya kıyamadan kapıyı sessizce kapatıp geri çıktı. AkĢama doğru Selim,
uyanmıĢ, odadan çıktı. Oya‟nın yanına gitti ve ona:
“Sizde acından ölmek üzere bulunan birisi için yedirecek bir Ģey bulunur
muydu acaba?” deyince:
“Uyandın mı sevgilim? Gel seni de doyuracak kadar bir parça ekmek bulunur
herhalde,” diye onu masaya oturttu. Garsonu çağırarak bir Ģeyler söyledi. O
getirinceye değin baĢladılar söyleĢiye:
“E, söyle bakalım sınavlar nasıl geçiyor? Yarın bitiyor mu?” deyince Selim:
“Ne yarını. Bugün bitti. Yarın toplu sonuçlar duyurulacak. Ben sabahtan beri
boĢuna mı uyuyorum? Bu, kaç günün yorgunluğu ve uykusuzluğunun sonucu,” dedi.
Bunun üzerine Oya yerinden kalkarak mutfağa gitti. Bir tabağa bir dilim
beyaz peynir, bir parça da ekmek koyarak garsona yalnız onu getirmesini söyledi.
Gerisin geriye dönerek:
“Bak Selim Bey. AkĢam servisi henüz baĢlamadığı için garson bir Ģeyler
bulamamıĢ, seni de çok sevdiğinden dolayı boĢ dönmek istememiĢ. Utanarak
elindeki tabakla geliyor, artık kusura bakma sevgilim.” diyerek garsonun getirdiği
tabağı elinden alıp Selim‟in önüne koydu. “Al, Selim Bey! ġununla açlığını bastır.
ĠnĢallah servis baĢlayınca sana sunulacak bir Ģeyler bulunur lokantamızda. Ee!
Selim. Demek bugün sınavlar bitti, yarına baĢka sınav kalmadı. Desene artık
rahatız. Bir sorunumuz kalmadı. Yarın gidip sonuçları da öğrenince bu iĢe bitti
diye bakabiliriz. Değil mi sevgilim?”
“Evet sevgilim. Bugün bizim iĢimiz bitti. Artık iĢ okul yönetiminindir. Yarın
on altıda gidip öğreneceğiz.”
“Birlikte gideceğiz değil mi sevgilim?”
“Sonuçları öğrenmeğe mi sevgilim?”
“Evet. Sonuçları öğrenmeğe birlikte gidelim demiĢtim.”
[108]
“Demek, yalnız sonuç öğrenmeğe birlikte gideceğiz. Öyle mi? Ben
sanmıĢtım ki, yaĢamın her anında nereye gidersek birlikte oluruz.”
“Seni ne yapayım ben? ġimdi söyle,” diye Selim‟in boynuna sarılan Oya,
“Boğup öldürsem üzülen yine ben olacağım. En iyisi seni bir güzelce öpeyim,” diye
onu öptü ve “Özür dilerim benim alıngan sevgilim. Biz sınavdan söz ediyorduk. O
etki ile böyle bir yanlıĢlık yaptım. Gerçekten bağıĢla beni. Bak bakalım bugünkü
niĢanlın, yarınki karın bir daha böyle bir yanlıĢlık yapar mı?”
“Yapmaz, benim karım yapmaz. Bunu ben de biliyorum. Bildiğim içindir ki
de bu muzipliği yaptım. Gücenme sevgilim, asıl ben senden özür diliyorum. Lütfen
sen de beni bağıĢla. Gerçek bir suçlu varsa inan ki benim.” Tekrar sarıldılar,
öpüĢtüler, koklaĢtılar. Sonra da gülüĢüp barıĢtılar. Tam da o sırada Mustafa Bey
lokantaya gelmez mi?
Oya hemen yerinden fırlayarak,
“HoĢ geldin, babacığım,” diye onu karĢıladı. “Lütfen benim çağırdığımı
söyleme,” diye tembih etti. Bu arada Selim‟in sınavlarının bittiğini de söyledi.
Oya, onu da Selim‟in yanına oturttu. Kapıdan Selim‟in anne ve babası
göründüler. Bu kez de onlara koĢtu. Onları kapıda karĢıladı. Onlara da Mustafa
Bey‟e söylediği gibi kendilerini çağırdığından Selim‟in haberi olmamasını, bunun bir
sürpriz toplantısı olduğunu, Selim‟i sınavlarının bitmiĢ olduğunu, sonucun çok güzel
olduğunu kendisinin öğrendiğini söyledi. Yalnız Selim‟in bunları Ģimdilik
bilmemesini tembih etti. Onları da aldı Mustafa Bey‟in ve Selim‟in oturdukları
masaya götürdü. Takım tamam olmuĢtu. Selim bu beklenmedik ve umulmadık
geliĢlere bir anlam veremiyordu. Kimseye bir Ģey de sormak istemiyordu. “En iyisi
bekleyip sonucu görmektir,” diye beklemeyi tercih etti. Sonunda garsonlar geldi,
masayı düzenledi, örtüleri değiĢtirdiler, masa bir ziyafet sofrasına dönüĢtü.
Vazolar, çiçekler kondu. Sonra Ģef garson Salih Efendi gelip Oya Hanım‟a bir
Ģeyler söyledi. O da konuĢmadan baĢıyla olur veya evet anlamında bir iĢaret verdi.
Masaya bir rakı, bir de Ģampanya konmuĢtu. Bu iĢlerin iyiye gideceğinin bir
belirtisi idi. Ama kimse de ne olduğunu veya ne olacağını bilmiyordu. Herkes
sabırsız bir merakla sonucun nereye gideceğini bekliyordu. Hidayet Bey‟le
Mustafa Bey birbirlerine mimik ve jestlerle bu gece neler olacağını soruyor,
bilmiyorum yanıtını da aynı biçimde alıyorlardı. Hatice Hanım da bu ani çağrılıĢı
anlayamamıĢ, bir anlam verememiĢti. Teoman ve Tansel kardeĢler de öyle, herkes
susmuĢ, kimseden ses çıkmaz olmuĢtu.
Oya, birden ayağa kalkarak:
“Sizleri buraya bu sofraya neden çağırdığımı kuĢkusuz çok merak
ediyorsunuz. Bugün akĢamüzeri bir yorgun savaĢçı geldi. Halini hiç beğenmedim.
KonuĢmaya değil nefes almaya bile hali takati yoktu. Yalnız bana:
„Bana yedirecek bir lokma yiyeceğin yok mu?‟ diye sorunca, ben de bir
lokma ekmeğe az bir parça peynir koyarak, „Al, Ģununla idare et! AkĢam yakın
yemek çıkınca yersin,‟ dedim. Verdiğim lokma değil yetiĢkin bir insanı, bir iki
[109]
yaĢındaki bebeği bile doyurmak Ģöyle dursun avutacak ölçüde değildi. Ben hemen
çıkıp bir taksiye atlayarak okuluna gittim. Müdür Bey‟le görüĢmüĢ tanıĢmıĢtık.
Ona bu olayı anlattım. Önce çok hoĢuna gitti. Katıla katıla güldü. Sonunda bana,
„Çok iyi yapmıĢsın. YaĢa sen, çok yaĢa, e mi?‟ dedi. Sonra da „Bugün hakkı var.
Sınavları bitti, artık bol bol dinlenir. Hele senin gibi bir eĢin yanında o, hemen
dinlenir. ġimdi ben sana bir ilaç vereceğim, sen ona bu ilacı yutturabilirsen hemen
Ģimdi dinlenecektir. Korkma kızım,‟ dedi. Sonra masanın çekmesini açtı, içinden
bir kâğıt çıkarıp bana uzattı. „Sen bunu ona ver, bak nasıl iyi olur.‟ Ben merak
ettim okudum. Gerçekten çok etkili bir ilaç olduğunu anladım. BaĢ ağrısı, karın
ağrısına, açlığa, susuzluğa, uykusuzluğa birebir bir ilaç. Bu ilacın iyi yönü
yutulmuyor, okunuyor. Yalnız okurken yüksek sesle ilgilenenlerin duyacağı ve
anlayacağı biçimde okunursa daha da etkin oluyor. Hele bunu yorgun ve açlıktan
ölmek üzere olan bir erkek okursa bakın neler olur,” dedi. Biraz durduktan sonra
Selim‟e:
“Selim, rica etsem Ģunu alıp okur musun? Pardon, rica etsek, Tümümüzün
ricasıyla alıp okur musun?” dedi. Sonra da okusun diye götürüp elinde tuttuğu
kâğıdı Selim‟e verdi.
Selim, önce elindeki kâğıda bir baktı. Sonra baĢladı okumaya:
“Akademi BaĢkanlığına yazılmıĢ. Haziran dönemi sınav birincisi Selim
Yaman‟ın asistanlığa atanmasına ait teklif yazısı.
„OLUR,‟ imzası alınmıĢ. ONAYI‟nın tebliği bildiriliyor.”
ġimdi, Selim‟in pazartesi günü Akademi Müdürlüğü‟ne giderek göreve
baĢlaması gerekiyor. Selim bu yazıyı görünce çok sevindi. Bu sırada Oya da
Ģampanyayı patlatmıĢ, herkesin bardaklarına dökerek:
“Buyurun; Ģerefe, Selim‟in Ģerefine!” derken Selim iki kolunu havaya
kaldırmıĢ:
“Anne, baba, Oya, kardeĢlerim! BilmiĢ olun ki ben sınavları baĢarı ile
vermiĢ ve de Akademiye asistan olmuĢum. ġampanyalarımızı bunun Ģerefine
içelim. Bir de bu müjdeyi getiren Ģu meleğin Ģerefine. Yarasın! Eğer Ģu melek bu
akĢam bu müjdeyi getirmeseydi, ben yarın sabah on altıya değin inanın meraktan
çatlardım. Sağ olasın meleğim, sağ olasın Oya‟m benim, sağ olasın sevgilim,”
diyerek Oya‟yı kucakladı ve yanaklarından öptü.
Böylece Selim, hayattaki en büyük idealine kavuĢmuĢ oluyordu. O
akĢam da, Oya çok mükemmel bir sofra hazırlamıĢtı. Ġki aile birlikte yediler
içtiler. Bu arada nikâh ve düğün gününü de konuĢtular. Herkes düĢündüğünü açık
açık söyleyerek ortak bir karar aldılar. Davetiyeler seçildi, gün kararlaĢtırıldı.
Davetiyeye ne yazılacağı konusu gündeme geldi. Çağrı kısmını Oya ile Selim‟e
bıraktılar, Çağıran kiĢiler bölümüne Mustafa Bey‟le Hidayet Beylerin adları
yazılacaktı. Davetiyeler Mustafa Bey‟in uzun yıllardan beri çalıĢtığı basımevine
verilecek en az beĢ yüz adet olacaktı. Yemek gece geç vakte değin sürdü.
Lokantadan çıkıp eve geldiklerinde, saat sabahın ikisi olmuĢtu. Yatağa
[110]
girdiklerinde ise nerdeyse üçü geçmediyse, üçü rahat bulmuĢtu. Selim o gece çok
rahat bir uykuya dalmıĢtı. Kafasında kendisini meĢgul edecek hiçbir düĢünce
kalmamıĢtı. Gayet rahat bir bebek uykusuna daldı.
AkĢam, Oya‟nın çağrısı üzerine lokantaya gitmiĢ olanların tümü, geceyi çok
rahat ve deliksiz bir uykuyla geçirmiĢlerdi. Sabahleyin oldukça geç kalkmalarına
karĢın dingin, sağlam ve de sağlıklı uyandılar. Hiçbirinde gecenin yorgunluğundan
bir iz kalmamıĢtı. Hatice Hanım birden Oya‟ya verdiği bir sözü anımsayarak
telefonla onu aradı. Oya da yeni kalkmıĢtı:
“Anneciğim, ben de yeni kalktım. Lokantaya gitmek için hazırlanıyordum.
Eğer sen de gelirsen hem baĢ baĢa konuĢur, hem de kahvaltımızı yaparız.”
“Gelirdim de kızım, babanın, Selim‟in ve diğer çocukların kahvaltılarını
hazırlamam gerek.”
“Ama anneciğim, onlar yalnız değiller ki, Selim var, Tansel var, Teoman
var. Üç kiĢi bir babanın kahvaltısını hazırlayamazsa, yazık olsun onlara. Ben de
sevinmiĢtim ki anne kız ilk kez baĢ baĢa kalıp bir kahvaltı yapacağız diye.”
“Geliyorum, yavrum. Yarım saat sonra ordayım. Sen sakın üzülme benim
canım kızım,” dedi ve hemencecik hazırlanmaya koyuldu. Tam kapıdan çıkmak
üzereyken Hidayet Bey:
“Nereye, öyle gizlice kaçıyor gibi, nereye gidiyorsun?”
“Oya kızım aradı, onunla bir iĢimiz varmıĢ, ama ne olduğunu ben de
bilmiyorum doğrusunu istersen. Artık sen çocuklara söylersin. Biz lokantada
olmayacağız sanırım. Orada konuĢup sonra baĢka bir yere gideceğiz. Hadi hoĢça
kal,” diyerek evden çıktı.
Lokantaya geldiğinde Oya, her Ģeyi hazırlamıĢ bekliyordu. Onu karĢıladı.
Masaya oturtup kahvaltısını getirtip, baĢladılar söyleĢiye:
Oya, “Biliyorsun aylar önce ben bizim Salih Efendi‟ye bir söz vermiĢtim.
Seni evlendireceğim Salih Efendi, demiĢtim. Sizi bugün onun için çağırdım. ġimdi
sizinle YetiĢtirme Yurdu‟na gideceğiz. Orada gözüme kestirdiğim birkaç kız var.
Ben çoktan beri izliyorum. Hem güzeller, hem de ev kadını olmaya layıklar. Bir de
sen göresin istedim. Ancak bu olaydan ne o hızların ne de Salih‟in haberi var. Biz,
seninle Müdire Hanım‟ı bir ziyarete gitmiĢ olacağız. Zaten kendisine bu konuda
borçluyum. Bugün geleceğimizi de biliyor. Dün görüĢtük, kendisine söyleyip
randevu aldım. Saat on bir on iki arası buyurun demiĢti.”
“Peki, buraya değin her Ģey güzel de ben kızları nasıl bileceğim.”
“Anneciğim, sen orasını bana bırak. Ne demiĢler: „Minareyi çalan, kılıfını
hazırlar.‟ Ben de öyle gidiyorum.”
“Sen bilirsin kızım. Benim aklım ermedi, amma hele bir gidelim bakalım.
Sonrasına Allah Kerim‟dir.”
Zaten sabahleyin uykudan geç uyanmıĢlardı, bu nedenle de geç
kalkmıĢlardı. Kahvaltı, söyleĢi ile zaman çabuk geçmiĢti. Saat on bire geliyordu.
Kalktılar, yola koyuldular. Oya bir taksi durdurdu. Hatice Hanım itiraz etti.
[111]
Taksiyi geri yolladılar. Yürüyerek Yurda gittiler. Müdire Hanım odasındaydı.
Kapıyı vurup içeri girdiler. Müdire Hanım kendilerini çok güzel karĢıladı. Ne
içeceklerini soran kıza Müdire Hanım:
“Bana bak Ayla, sen bu gelenleri tanıyor musun?”
“Evet, Müdire Anne, Oya Abla‟yı tanımaz mıyım? Nasılsın ablacığım, Ya
sen nasılsın Hatice Anne? Sen Selim Ağabey‟in annesi değil misin? Bu Yurtta kalıp
da sizleri tanımayan hiçbir kardeĢimiz yok ki.”
Bu sırada Oya söze girdi:
“Müdire Hanım Anneciğim. Ben bugün buraya size olan iade-i ziyaret
borcumu ödemeye geldim. Annem de bana gelmiĢti, ona söyledim memnuniyetle
diyerek o da geldi. Sizden bir ricam olacak, lokantamıza son geldiğinizde
yanınızda beĢ kardeĢimiz de vardı. GelmiĢken onları da görüp gönüllerini almak
isterim. Mümkün mü acaba?”
“Neden olmasın Oya kızım, sen istedikten sonra. Hadi Ayla, sen biliyorsun
o kardeĢlerini çağır da gelsinler. Ha yalnız Oya Abla‟nızın geldiğinden onun
istediğinden söz etmeyin. Benim istediğimi söyle de buraya gelince sürpriz olsun
onlara.”
Ayla, “BaĢ üstüne!” deyip çıktı.
Bizimkiler, odada yalnız kalınca baĢladılar Müdire Hanım‟la kendi aralarında
söyleĢiye. Öylesine dalmıĢlardı ki kahveler, çaylar içildi. Aradan bir saate yakın
bir zaman geçti. Nerdeyse unutmuĢlardı kızları çağırttıklarını. Kapı vuruldu.
Müdire Hanım:
“Gel!” dedi. Açılan kapıdan çağrılan kızlar:
“Bizleri çağırmıĢsınız efendim,” diyerek içeri girdiler.
“Ben değil, bakın burada kimler var, sizleri onlar istedi. Ben de onun için
çağırdım.”
Birden odayı bir çığlık sesi doldurdu. Bu gelen kızların çığlıklarıydı:
“A! A! A! Oya Abla, Hatice Anne gelmiĢler,” diye çığlık çığlığa
bağırıyorlardı. Oya onları Hatice Hanım‟a teker teker tanıtarak:
“Bak anne, bu sırma saçlı Aysel, bu servi boylu kızın adı Gülderen, iĢte Ģu
zümrüt gözlünün adı ġükran, bu da en sessizleri Gülsevil ve en afacanları da
Yüksel‟dir. Bakma sen böyle sessiz, durgun durduklarına, bunların her biri birer
afacandır. Ama baĢkanları da budur. ġimdi Müdire Anne‟nin yanında ve de onun
odasındayken böyle duruyorlar. Bu duruĢları usluluklarından değil, büyüklerine
karĢı çok saygılı olduklarındandır. BeĢini de gerçekten çok çok seviyorum. KeĢke
beĢ tane erkek kardeĢim olsa da beĢini de alsam. Ne dersiniz kızlar, beĢinizin de
görümcesi olurdum.”
Yüksel, “Ġnanmayın kızlar. Bu ablalıktan usanmıĢ, bizden, bizlerin ablalığından
kurtulmak istiyor. Biliyorsunuz ne dermiĢ gelinler: „Kulhü vallahi Ahad; kaynanasız,
görümcesiz gelinlik ne rahat.‟ Kızlar, vallahi bu Oya Abla yok mu, buna dikkat edin,
[112]
beĢimize birden görümce olmak istiyor. Sakın ha!” Sonra birden “Kızlar!” diye
bağırarak “Selim Bey bizim neyimizdir?”
Kızların hepsi birden:
“Ağabeyimiz!” dediler.
Yüksel, “Öyle olunca biz onun nesi oluruz?”
Bütün kızla, “KardeĢleriyiz.”
Yüksel, “Biz Selim Bey‟in bacıları olduğumuza göre Oya Abla‟nın nesi
oluruz?”
Bütün kızlar, “Görümcesi!” diye bağırdılar.
Yüksel, “Gördün mü Oya ablacığım, senin düĢünüp de olamadığın
görümcelik tahtı Ģimdi bizim elimize geçmiĢ bulunuyor,” diye kızların dikkatlerini
çekmek istedi.
Bu arada Oya ve Hatice Hanım kalkmıĢlar, Müdire Hanım‟dan izin
istiyorlardı. Müdire Hanım da:
“Gerçekten olmaz. Ben yemekhaneye haber verdim. Masa hazırlıyorlar. Bu
beĢ afacan güzellerle birlikte yemekhaneye geçiyoruz. Hadi buyurun,” diyerek
kızlarla birlikte onları alıp yemekhaneye giderlerken Yüksel, Oya‟ya:
“Yürü bakalım gelin hanım, görümcelik nasıl olurmuĢ sen görürsün,” diye
takılıyordu.
Yemekhanede yemeklerini yiyip, çaylarını da içtikten sonra Müdire
Hanım‟a, beĢ afacan güzellere veda ederek lokantaya döndüler. Yerlerine oturup
biraz dinlendikten sonra Oya:
“Nasıl buldunuz anne, kızları? Siz hangisini daha çok beğendiniz?”
“Vallahi, Oya‟cığım, Allah için beĢi de çok güzel kız. Yüce Rabbim övmüĢ
yaratmıĢ. Bizim yetkimiz sanırım burada biter. Bu beĢten birine karar verecek
olan, kızım ne sensin, ne benim. Bana göre bu karar Salih‟in hakkıdır. O da yetmez.
Bu beĢ güzelden Salih‟in seçeceği kızın da Salih‟i beğenmesi gerekir. Bu iĢ nasıl
olacak, onu bilmiyorum. Kısaca bunları bir araya getirip kendilerini özgür
bırakmak gerekir derim. Ama bu iĢ nasıl olur, onu bilemem. Sen biliyorsan söyle
konuĢalım.”
“ĠĢin o kısmını ben de bilmiyorum. ġimdi sen konuĢurken aklıma geldi. Ben
bu kızları çağırıp bir hafta yanımda çalıĢmalarını istesem, hafta sonunda Salih‟e
konuyu açıp, söylesem nasıl olur? Sonra ben bu kızları burada istediğim sürece
de çalıĢtırabilirim. ĠĢlerinden memnun olursam sürekli olarak da çalıĢabilirler.
Nasıl buldunuz anneciğim?”
“Güzeldir kızım. Hele bir dene bakalım. Sonuç alabilir misin? Sonucu bir
görelim. Kararı ona göre veririz. Hadi bana izin ver de gideyim artık,” dedi ve
kalkıp evine gitmek üzere yola koyuldu.
Öğleden sonra Selim geldi. Okula gidecek Müdür Bey‟le görüĢecekti. Oya‟ya
“Sen de gelir misin?” diye sormaya gelmiĢti. Oya‟nın o anda yarım saatlik bir iĢi
vardı. O iĢ bitince gidebileceğini söyleyerek beklemesini istedi. ĠĢi bitince ikisi
[113]
birlikte yola çıktılar. Okula gittiler. Orada Müdür Bey‟i gördüler. Müdür, Selim‟i
kutladı. Artık Akademinin kadrolu bir asistanı olduğunu söyleyerek pazartesi günü
gelip iĢe baĢlamasını istedi. Zaten bu bilgileri dün Oya Hanım‟a da söylemiĢti.
Selim de Akademi‟de gördüğü bu ilgiden, bu sıcak sevgiden dolayı Müdür Bey‟e
teĢekkür etti. O anda okulda öğretmenlerden kimse yoktu. Bu yüzden Müdür
Bey‟in yanından çıkınca doğru lokantaya döndüler. Lokantada Oya, Selim‟e:
“Selim, bugün bizim önemli bir iĢimiz vardı. Onu unuttuk galiba. Sen
anımsıyor musun sevgilim?”
“Ay, sağ olasın bir tanem. Vallahi sen söyleyince anımsadım. Bir değil
güzelim üç iĢimiz vardı. Birincisi benim sen de katılırsan ikimizin, Belediye‟ye gidip
nikâh gününü almak. Ġkincisi ikimizin davetiye metnini yazmak, üçüncüsü de…”
Oya hemen araya girerek:
“Benim. Ama istersen onu da birlikte yapabiliriz.” dedi.
Oya ve Selim, hemen masadan gerekli belgeleri alıp bir taksiye atlayarak
doğru Belediye Nikâh Dairesine gittiler. Saat on altı otuza gelmiĢti. ĠĢlerini
yaptırıp çıktıklarında ikisi de istedikleri günü almıĢ olmanın sevinci içindeydiler.
Geri lokantaya döndüler. Masaya oturup davetiye yazısını yazdılar. Sonra Oya,
telefon ederek anlaĢmalı basım evini arayıp gelip almalarını söyledi. Gelen kiĢiye
ellerindeki örnek karttan beĢ yüz tane basılmasını söyledi. Ve ekledi:
“Peki ne zaman alabiliriz,” diye sordu. O da patrona sorması gerektiğini
söyleyince hemen telefon ederek Oya patrona sordu.
Patron, “Yarın sabah, saat onda ben lokantaya yollarım,” diyordu.
Böylece unutulan iĢ, en çabuk biten iĢ oldu. Oya‟nın bugün kafası Salih‟le
meĢguldü durup dururken adamı kendisine güvendirmiĢti. O günden bu yana da
hiçbir geliĢme olmamıĢtı. ġimdi hakkında ne düĢünüyordu kim bilir. Oya buna
üzülüyordu. Hatice Hanım da kendisine yardımcı olamamıĢtı. DüĢünürken aklına bir
çözüm geldi. Önümüzdeki hafta içinde Müdire Anne‟yi ve bu beĢ kızı lokantaya
davet edecekti. Davet sırasında kızlara lokantada çalıĢma teklifinde bulunacak,
böylece Salih‟le onları bir araya getirecek ve kendisi de izleyecekti. Bir hafta on
gün sonra Salih‟in ilgisine göre onunla konuĢacaktı. Bu kararı alınca biraz
rahatlamıĢtı. Kalktı. MüĢterilerle, lokantayla ilgilenmeye baĢladı. ÇalıĢtıkça
neĢesi, enerjisi arttı. Oya lokantanın içinde uçan bir kelebek olmuĢtu. Onun bu
halini gören Selim bile ĢaĢırmıĢtı. Kendisine bu değiĢikliğin nedenini sorduğunda
da Oya:
“Neden olmasın Selim. Bugün benim en mutlu günüm. Senin değil mi
yoksa?” diye yanıt veriyordu.
Sonra konuyu Selim‟e de açmayı düĢündü. Nasıl olsa akĢam annesi ona
anlatırdı. En iyisi kendisinin anlatmıĢ olması olurdu. Onu yanına çağırdı. Bugün
annesi ile Yurda gittiklerini, Salih‟e kız beğenmek istediklerini, beĢ tane güzel
kızın birine karar veremediklerini, bu iĢin pek de kolay olmadığını anlamıĢ
olduğunu, önemli olanın Salih‟le kızın da karĢılıklı olarak birbirlerini beğenmesine
[114]
ve de istemelerine bağlı olduğunu, onlar beğenmedikten sonra kendilerinin boĢuna
yorulmuĢ olacaklarını anladıklarını, bu yüzden o kızlara lokantada bir iĢ verip
çalıĢtıracağını, bu süre içinde onları ve Salih‟i izleyip sonunda kendileri ile
görüĢerek niyetlerini anlayacağını, niyetleri olumlu ise eyleme geçeceğini anlattı.
Çünkü Salih‟e aylar önce bir söz vermiĢti. Onu evlendirecekti.
Selim, onu sonuna değin dinledi. O da Salih‟in evlenme çağının geçmek
üzere olduğunu, kendisine yardım edecek kimsesi bulunmadığını, böyle bir
giriĢimin çok hayırlı ve de uğurlu olacağını söyleyerek Oya‟yı destekledi.
Oya, bir hayli hafiflemiĢti. Gece evine gidip yatınca rahat bir uykuya daldı.
Sabahleyin lokantaya geldiğinde masanın üstünde koca bir paket duruyordu.
ÇalıĢanlardan birine sordu:
“Bu nedir?”
“Bilmiyorum efendim. Basım evinden getirdiler.”
“Hadi git. Bana tüm çalıĢanları, buraya çağır,” dedi.
ÇalıĢan, koĢarak gidip lokantada çalıĢan kaç kiĢi varsa tümünü toplamıĢ,
grup halinde geldiler.
Oya onlara hitaben:
“ArkadaĢlar, kusura bakmayın. Ben sizlere gelip tek tek ziyaret etmeliydim.
Ama olmadı. Biliyorsunuz aylar önce Selim‟le niĢanlanmıĢtık. Artık evleniyoruz. Bu
paketin içinde bizim nikâh ve düğün davetiyelerimiz var. Basım evinden az önce
gelmiĢ. Önce sizlere verilmesi gerekir diye düĢündüm. Sizleri bu yüzden çağırdım.
Bir Ģey daha var: Benim asıl davetlilerim sizlersiniz. O yüzden kimse duymadan ve
de görmeden sizlere vermem gerekti. ġimdi bana herkes kaç kiĢi olduğunu
bildirsin, çağırmamın bir nedeni de budur. Salih‟ten baĢlıyoruz. Ben biliyorum ama
bir de sorayım istedim. Kaç kiĢilik istiyorsun?”
“Biliyorsun, bir ben, bir de ninem var. Yani iki kiĢiyiz.”
Böylece Oya çalıĢanların tümüne yüz dolayında davetiye vermiĢ oldu.
O sırada Selim geldi. Oya:
“Ġyi ki geldin Selim. Bak, bizim davetiyeler de gelmiĢ, ben dağıtmaya
baĢladım bile. Sen de gel bana yardım et. Sabahleyin geldiğimde davetiyeler
masamın üstünde duruyordu. Ben de o yüzden önce personelden baĢladım. Aileleri
ve yakınları ile yüz kiĢi kadar ettiler. ġimdi onları yazıyordum. Yirmi değin
yazmıĢım. Sen de yardım edersen bu iĢi yarım saatte bitiririz. Ondan sonra da
ben senin emrindeyim, bundan sonra her an olacağım gibi.”
“Ya ben kimin emrindeyim. Senin değil mi? ġu bizim ekibe telefon edelim de
gelsin davetiyelerini alsınlar. Bir de onları yazma zahmetine katlanmayalım,”
derken Mustafa Bey içeri girdi. Ġkisi birden ellerinde kâğıt kalem yazı yazarken
görünce onlara ne yaptıklarını sordu. Onlardan durumu öğrenince çok sevinmiĢ
göründü. Ama aslında içinden çok üzülüyordu. Bu artık Oya‟nın kendisini terk
edeceğinin ilk belirtisi idi. Mustafa, Oya‟nın yalnız babası değil, aynı zamanda
annesiydi de. Oya da öyle; yalnız kızı değil, aynı zamanda çok sevdiği ve henüz
[115]
unutamadığı Yonca‟nın yokluğunu dolduran birisi idi. Demek ki bu davetiyede
belirtilen günde yalnız Oya, tek gitmeyecek, Yonca‟yı da alıp götürecekti. O artık
ebediyen kaybolacaktı. Bunları düĢündükçe içi daraldı, gözleri karardı. Bunu Selim
anladı. Kalktı, yanına gitti:
“Baba, sizinle bir Ģey konuĢmam gerekiyor. Lütfen benimle gelir misiniz?”
dedi.
Mustafa Bey‟in koluna girerek onu kendi çalıĢma odasına götürdü. Odaya
girip kapıyı kapatınca Mustafa Bey baĢladı hüngür hüngür ağlamaya. Bir iki dakika
ağlayınca kendine geldi. Selim‟e:
“Sağ ol, oğlum! Tam zamanında yetiĢtin. Yoksa elimde olmadan orada
yapacaktım bu iĢi. Tabi o zaman da her Ģeyi berbat ederdim. Sağ olasın, var olasın
evladım,” dedi.
“Böyle anlarda yetiĢemeyince bizler niye varız? Babacığım biz çocukların
iĢte bu anlar için varız. Sen hiç merak etme düğünden sonra düğün telaĢı,
karıĢıklığı bitince, bizler yine birlikte olacağız. Sen hiç merak etme düğünden en
çok bir ay değin sonra yine birlikteyiz. Ben anladım senin üzüntünü. Bir daha asla
üzülmeyeceksin, bundan emin ol, benim canım babacığım! Lütfen, sen hoĢ tut
gönlünü. Dünyada hiçbir Ģey böylesine üzülmeye değmez. Senden daha önemli ne
var ki bu dünyada. Hadi artık çıkalım. Sen önce tuvalete gir, elini yüzünü yıka.
Sonra gel bize yardım et. Ben Oya‟yı oyalarım. Baban sıkıĢmıĢtı, tuvalete girdi.
ġimdi gelir, derim. Aman ters düĢmeyelim,” dedi.
Çıkıp Oya‟nın yanına geldi. Baktı ki Oya yazabildiği davetiyeleri
sahiplerine vermekle meĢgul. Yerine oturup yine kaldığı yerden devam etmeye
baĢladı. Oya kendi yazdıklarını verip bitirince Selim‟inkileri de istedi. Selim:
“Benim odamda bir iĢim vardı. Oraya gitmiĢtim. Henüz verebilecek
yazılmıĢ davetiyem yoktur. Sen on dakika izin ver, sana istediğin kadar vereyim,”
diyerek geçiĢtirdi. O sırada Mustafa Bey de çıkmıĢ geliyordu. Oya onun gelmekte
olduğunu görünce yerinden kalkıp:
“Baba, hoĢ geldin! Sen ne zaman geldin, hiç görmemiĢim,” diyerek onu
karĢılayıp kendi yerine oturttu. Mustafa Bey de ilk geliĢinden haberi olmadığı için
fazla bir Ģey söylemedi. Böylece o konu da kendiliğinden kapanmıĢ oldu.
Oya, “Babacığım, izin verirsen birkaç yere telefon etmek istiyorum,”
dedi.
Ve telefonu alarak Salih Efendi Takımı‟na, acele lokantaya gelmelerini
söyledi. Ama nedenini söylemedi. “Siz çabuk gelmeye bakın, gelince öğrenirsiniz,”
dedi. Yalnız Turgut:
“Ben hemen gelemem. Köydeyim. ġu anda çok önemli iĢlerim var. Bunlar
bitince akĢamüzeri, bitmezse yarın sabahleyin gelirim. Kusura bakmayın,” dedi.
Aradan yarım saat geçmeden takım üyeleri gelmeye baĢladılar. Selim ve Oya
onları geniĢ bir masaya alıp önlerine davetiyeleri koydular. Mutlu Öğretmen,
Mahide Hanım, Demirci Ömer, Hırdavatçı Hasan. Önce kendilerine gereken sayıda
[116]
davetiye alıp ayırdılar. Sonra önlerine konulan listedeki adlara yazmaya
baĢladılar. Ellerindeki liste bitince, Oya personeli çağırıp herkese davetiyelerini
verdi. Salih Efendi Takımı, Turgut hariç altmıĢ davetiye almıĢlardı. Selim,
Mustafa Bey‟e kaç davetiye istediğini sordu. Yirmi yirmi beĢ tane istedi. Eve
telefon edip annesine sordu. O da otuz kırk tane istemiĢ. Böylece ellerinde iki yüz
elli değin davetiye kalmıĢtı. Bu da Akademi ile Yuva için yeter de artardı bile,
diye sevindiler. Selim, elini telefona atarak Yurdu aramak istedi. Oya engel oldu:
“Orayı benim aramam gerekecek. Ya bırak ben arayım, ya sen okulunu ara
ben sonra arayım,” deyince Selim durumu anlayıp telefonu bırakarak:
“Gel canım, sen ara. Ben sonra ararım,” dedi.
Oya, telefonu açtı. Müdire Annesine telefonda Aysel, Gülderen, ġükran,
Gülsevil ve Yüksel‟i de yanına alarak hemen gelmelerini rica etti.
Bunun üzerine Selim‟e:
“Gördün mü Selim, Allah da yardım ediyor. Bu iĢte bir hayır vardır
inĢallah,” deyiverdi.
Telefonu Selim‟e uzattı. Telefonu alan Selim, okulu arayarak Müdür Bey‟le
görüĢüp kendilerine kaç davetiye gerektiğini sordu.
Müdür de Selim‟e:
“Bugün bildirmeleri Ģart mı?” dediyse de hemen ardından “En geç yarın saat
onda bildiririm,” yanıtını aldı.
Biraz sonra Müdire Hanım ile beĢ kız geldiler. Oya ile Selim onları
karĢılayarak „HoĢ geldiniz‟ dediler. Oya onları da geniĢ masaya oturttu. Önlerine
davetiyeleri koydu.
“Müdire Anne, sizin yurtta çalıĢan öğretmen, memur, iĢçi ve öğrencilerin
tümü düğüne davetlidir. Onlara ve yakınlarına davetiye vermek istiyoruz.
Biliyorsunuz sizin sayenizde orası benim de yuvamdır. Ben de o kızların ablasıyım.
Onları çevremde görmek beni çok mutlu eder,” deyince Müdire Anne:
“Bizi bunun için mi çağırmıĢtın? Bunu Ģu anda ben de bilemem ki kızım. Sorup
bir liste hazırlamam gerekir. Kimin kaç kiĢi ile geleceğini ben de bilemem. ġimdi
sen bize izin ver. Gidip bir liste yapalım. Sana yarın getirelim,” diyerek kalkmaya
yeltendi. Oya:
“Hiç olmazsa kızlar burada kalsınlar. Bana yardım ederler. Ġzin veririsiniz
değil mi anneciğim?” Kızlar da sevindiler. Müdire de:
“Kalsınlar!” dedi.
Müdire Hanım gidince, Oya kızları yanına çağırarak onlarla özel konuĢmak
istedi.
“Bakın kızlar,” dedi. “Bu düğünün gelini benim. Dilerim ve isterim ki benden
sonra sıra size de gelir. O zaman da ben yardımcı olurum. ġimdi benim nedimem
yok, bana nedime olur musunuz?” diye sordu.
Kızların hepsi:
“Hepimiz mi?” diye sordular?
[117]
Oya, “Olamaz mı?” dedi.
ġükran, “Oya ablacığım, Bizim bildiğimiz, daha doğrusu sinemalarda görüp
öğrendiğimize göre, bir gelinin en çok iki nedimesi olur.”
“Öyleyse, o iki kiĢiyi aranızdan siz seçin. Ben beĢinizi de nedime olarak
hazırlayacağım. Olur mu? Kızlar sizlere bir sorum var, Ama bana doğru yanıt
vermezsiniz, diye sormaya korkuyorum. Eğer bana doğru yanıt vereceğinize söz
verirseniz. Sorumu sorarım. ġükran sen söz veriyor musun?”
“Söz veriyorum. Ne sorarsanız, vallahi, bildiğim kadarı ile doğru
söyleyeceğim!”
“Ya sen Gülsevil?”
“Ben de öyle. Bu güne değin doğrudan baĢka bir Ģey öğrenemedim. Söz
Ablacığım!”
“Ya Ayselciğim ne der?”
“Allah derim, Ablacığım. Ben Allah adına söz veririm!”
“Gülderen, sen ne dersin?”
“Soran sen olduktan sonra, ben nasıl yalan söyleyebilirim. Söz be abla!”
“Yükselciğim, ne der acaba?”
“Biz beĢ kader arkadaĢı zaten birbirimizin içini dıĢını biliriz. Sen de
ablamızsın bilsen ne olur? Söz Ablacığım, söz!”
Bunun üzerine Oya Ģunları söyledi:
“Benim canım kardeĢlerim, sevgili bacılarım. Sizlere soracağım soru özel
hayatınızla ilgili değil. O gece burada olmasını istediğiniz bir arkadaĢınız var
mıdır? Biliyorsunuz bu bir düğün. Düğünde dans da edilir. Sizler düğünümüzün en
güzel kızları olacaksınız. Gelip sizleri dansa kaldırmak isteyecekler olursa ne
yaparsınız?”
BeĢi de dudak bükerek bilemeyiz anlamına gelen bir iĢaret
verdiler. Bunun üzerine: “Ben sizleri isterseniz, bizim Salih‟in masasına alayım.
Onun aklı baĢında bir babaannesi var. Oldukça yaĢlıdır ama aklı baĢında bir
kadındır. Onlarla oturursanız bence daha iyi olur. Ne dersiniz kızlar?”
“Siz öyle uygun görüyorsanız, öyle olsun. Bizler ne diyelim. Ablamız sensin.
Evlendirsen sözünden çıkamayız.”
“O da olur ĠnĢallah!” deyince, kızlar:
“Âmin!” dediler.
Oya bu arada kızlara bir Ģey daha sordu:
“Kızlar, düğünden sonra, burada benim yanımda çalıĢmak ister misiniz? Hem
sizler için bir meĢgale olur, hem bir kazanç olur. Ne dersiniz?”
Kızların hepsi birden, “Allah, deriz. Biz de bıkmıĢız Yurtta oturup
yatmaktan, sen ücreti de boĢ ver abla. Biz her gün gelir, ne iĢ varsa yapmaya
çalıĢırız. Biz yurt kızları olmaktan bıktık, usandık. Ama ne yapalım ki gidecek bir
evimiz, sığınacak bir yuvamız yok. Senin de söylediğin gibi hamdolsun güzelliğimiz
yerinde, bir eksiğimiz sakatlığımız, çarpıklığımız yok. Erkek peĢinden koĢtuğumuz
[118]
yok. Yine de adımız Yurt kızlarıdır. Bıktık ablacığım. Hiç olmazsa böyle bir yerde
çalıĢırsak üç beĢ kiĢi tanımıĢ olur, biz de insan olduğumuzu anlarız,” dediler.
Oya konuyu açtığına hem sevinmiĢ hem üzülmüĢtü.
“Bu günden itibaren burada çalıĢmaya baĢladınız. Artık bu lokantanın
çalıĢanlarısınız. Ben yarın Müdire Anneyle de görüĢür, iĢi resmileĢtiririm. Ama
sizin iĢe baĢlamanız bugünden geçerlidir. Artık Salih‟in yanında oturmanız da bir
engel oluĢturmaz. Nasıl olsa siz bu lokantanın çalıĢanları iseniz, o da bu lokantanın
Ģef garsonudur. Ha sahi onu da çağırayım. Hem sizleri tanıĢtırayım. Hem de bilgi
vereyim,” dedi ve Salih‟i çağırdı.
“Bak Salih, bu güzel nazlı kızlar, seninle
tanıĢmak isterler. Kendileri artık bu günden itibaren lokantamızın çalıĢanlarıdır.
Onları lokantanın her iĢi için yetiĢtireceksin. Amirleri, sorumluları da sensin. Bu
kızlardan bir Ģikâyetin olursa yalnız bana, ancak bana söyleyeceksin. Bundan sonra
onların her halinden sorumlusun. Düğün gecesi de aynı masada babaannen, sen ve
bu beĢ güzel kız oturacaksınız. Masanızda baĢka kimse olmayacak. Anladın mı
Salih Efendi?”
“Anladım Oya Hanım. BaĢüstüne, isteklerinizi eksiksiz yapacağım, merak
etmeyin.”
“ġimdi tanıĢtırayım sizleri: Bu kızın adı Aysel‟dir. Bu kızımız Gülderen, bu
ġükran, bu Gülsevil, bu da Yüksel‟dir.”
Kızlar teker teker gelip el sıkarak tanıĢtılar. TanıĢtırma merasimi bitince
Oya:
“Kızlar, ben yalnız adlarınızı söyleyerek tanıĢtırdım. Bundan sonrası sizlere
kalmıĢtır. Hadi Allah selamet versin, kolay gelsin. BaĢarılar ve mutluluklar dilerim.
Kızlar, bugün yarın benim yanımda çalıĢacaksınız. Siz de iĢinizin baĢına
gidebilirsiniz Salih Efendi. Hadi hepimize kolay gele,” diyerek iĢi bitirdi.
Olayı izleyen Selim, Oya‟nın bu dehasına hayran kalmıĢtı. Yanına yaklaĢıp
ona:
“Sende bu zekâ, bu akıl varken kutlamak sözcüğü yetmez. Buna ne denir
bilmiyorum, ama inan ki hayran oldum. Sevgilim.”
“ġans da yaver gitti, diyelim.”
Bu sırada Mustafa Bey‟in sesi duyuldu:
“ġu hanım kızlar, benim davetiyelerimi de yazarlar mı acaba?”
“Tabi, babacığım. O hanım kızlar, artık bizim lokantanın çalıĢanlarıdır. Seve
seve yaparlar. Kızlar, bu babam. Lokantamızın kurucusu ve ebedi patronudur.
Sözü benden önce geçer. Haydi bakalım, Ģimdi onun dediğini yapmaya.”
Kızlar sevinçle koĢtular, on dakika içinde iĢlerini bitirmiĢ olarak Oya‟nın
karĢısına geçip:
“BaĢka bir görevimiz var mıdır?” diye sordular.
“Kızlar, Ģu andan itibaren, artık Salih Efendi‟ye bağlısınız. Patron bensem
iĢvereniniz de odur. Yalnız burada çalıĢtığınız sürece kimse ağabey, anne, baba,
[119]
amca, teyze veya abla, kardeĢ değildir. KonuĢtuğunuz kim olursa olsun bayansa
hanım, erkekse beydir. AnlaĢıldı mı?”
“AnlaĢıldı, Oya Hanım! Sağ olun, izin verirseniz hemen Salih Bey‟e gidip
kendimizi arz edeceğiz,” dediler ve koĢarak Salih‟in yanına gittiler. Önce Salih‟in
karĢısına geçip bir selam verdiler ve:
“Salih Bey, biz senin emrine girmeye geldik. Ne emredersiniz?” diye
sordular.
“ġöyle oturun Ģuraya bakalım. Sizi teker teker çağırıp kontrol edeceğim.
Çağırdığım yanıma gelince adını söyleyecek, sonra ellerini ters çevirip bana
tırnaklarını gösterecek,” deyince kızları bir telaĢ ve korku sardı. Gösterilen
yerlere oturdular.
Salih iĢaretle göstererek, “Siz gelir misiniz lütfen?” dedi.
ĠĢaretle gösterdiği kız, yerinden kalkıp korkarak ve de titreyerek Salih‟in
karĢısına geçip:
“Ben, Yüksel, efendim. ġu andan itibaren emrinizdeyim, efendim,” dedi.
Ellerini ters çevirerek uzattı. Salih ellere baktı tırnaklar uzundu, onu
söyledi. Sonra bacaklar dizden çok yukarıya değin açıktı, onu söyledi. BaĢlarında
bere yoktu, onu belirtti. Ve bir de önlük gerekti, onu da söyledi. Bunları teker
teker not ederek Oya Hanım‟a bildirdi.
Oya da:
“Onlar düğünde benim nedimelerim olacak. Bu söylediklerin düğünden sonra
tarafımdan yerine getirilecektir. ġimdilik benim için idare ediver, lütfen.”
Salih‟e kararlarını düğün ertesine değin ertelemesini söyledi. O da gidip
kızlara:
“Kızlar, Oya Hanım‟la görüĢtüm. Bana söylemediğiniz için bilmiyordum.
Düğünde nedime olacakmıĢsınız, tabii bu kararlar düğün ertesine kalıyor. Düğünde
ben de sizlerin olduğunuzdan çok daha güzel olmanızı isterim. Biraz önce
söylediklerimi duymamıĢ olun. Düğün gecesi sizleri birer peri, birer prenses gibi
görmek isterim.”
Kızlar:
“Prens olmayınca prensesliğin ne değeri var ki Salih Bey. Bize prens değil,
normal insan olan birer eĢ gerek.”
Kızların bu sözüne çok üzülmüĢtü. Demek ki Yurtta kalmak onları bunaltmıĢ,
bu durum da her Ģeyi açık konuĢmaya mecbur etmiĢti. ġu zavallı beĢ tane dünya
güzeli eğer Yurt kızı olmasalardı, Ģimdi kim bilir kimlerin karısı olurlardı. Bir ara
içinden geçirmedi değil. Ama beĢine birden gel seninle evlenelim diyemezdi. Ama
birine bunu mutlaka söylemeliydi. Ama hangisine? En iyisi düğün gecesini
beklemek, durumu ninesine de sormak isteyerek, o geceye değin beklemekti.
Aslında Oya‟nın çaldığı maya tutmuĢtu.
Ertesi gün Selim‟in annesi elinde liste ile lokantaya geldi. Arkasından
Akademi‟nin listesi geldi. Derken Turgut da elinde bir liste ile gelince, takım
[120]
tamam oldu sandılar. Bizim beĢ güzeller de geldi iĢe baĢladılar. Müdür Anne
onlara çalıĢmak için izin de vermiĢ. Bunun sevinciyle beĢ kendileri, bir de Selim
altı kiĢi birden yazmaya baĢladılar. Dört yüze değin davetiye bir saatten çok
sürmedi. Turgut da dağıtımda yardımcı oldu. Bir saat de o sürdü, toplam iki saat
içinde her Ģey tamamdı. Öğleden sonra Mustafa Bey, bir mimar arkadaĢı ile
gelerek ölçü aldılar, çizimler yaptılar. Sonra mimarın bürosuna gittiler. Düğüne iki
gün kala da Akademi‟den üç kiĢi gelerek ses düzenini kurdular. Aynı gün mimar da
gelmiĢ, gereken değiĢiklikleri yapmıĢtı. Lokanta, artık lokanta değildi, mimar
elinden çıkma Ģahane bir düğün salonu olmuĢtu. Kapıya bir duyuru asıldı.
DÜĞÜNÜMÜZ DOLAYISI ĠLE
LOKANTAMIZ BĠR HAFTA
KAPALIDIR. DUYURULUR.
Bu iki gün gelinle damadın düğüne hazırlanması için ayrılmıĢtır. Artık bunun
dıĢında her iĢ tatil edilmiĢtir. Bizim Salih Efendi Takımı da iĢi gücü bırakmıĢ, bu
iĢe soyunmuĢtur. YaĢlı AyĢe Teyze bile her gün lokantaya geldi:
“Bana da bir iĢ var mıdır kızlar?” diye onların çevresinde dolaĢıyordu.
Herhalde Salih onun kulağına bir Ģeyler fısıldamıĢ olsa gerek. Yoksa ne
bilecek o yaĢtaki kadıncağız, lokantada neler oluyor, orada kimler var. Yoksa Oya
mı ona söyledi. Öyle mi geliyor? Bunu Ģimdilik bilemiyoruz, ama yakında anlaĢılır.
AyĢe Teyze‟nin bütün çabası kızlarla yalnız kalıp konuĢmaktı. Ne o bu fırsatı
bulabiliyor, ne de kızlar kendine böyle bir fırsat veriyorlar. AyĢe Teyze çağırınca
beĢi birden koĢuyor, bir iĢ söyleyince de beĢi birden yapıyordu. AyĢe Teyze de
birisini çağırmıyor,
“Oo, kızlar, biraz bakar mısınız?” deyince, yardıma gereksinim var sanarak
tümü birden koĢup geliyordu. Oysa Aysel, Yüksel, ġükran, Gülsevil adlarından
birini söylese daha kolay anlaĢabilirlerdi. Birinci gün böyle geçti. Ġkinci gün
lokantaya hiçbir bayan uğramadı. Erkek çalıĢanlarla Mustafa Bey‟den baĢka kimse
yoktu. Onlar da temizlik yapıyorlar, sandalyeleri, masaları hazırlıyorlardı. AkĢam
olunca lokantayı kapatıp gittiler.
Sabahleyin en erken Salih geldi, kapıyı açtı, içeriyi kontrol etti. Hiçbir
düzensizlik, bozulma yoktu. Geldi patron masasına oturdu. Orada o kadar oturmuĢ
ki birden ani bir sesle uyandırıldı. Gelen Turgut‟tu. Otobüsü, taksiyi, bir de gelin
arabası getirmiĢti. Salih‟e milletin nerede olduğunu soruyordu. O da:
“Dur soralım. ġimdi anlarız nerede olduklarını,” diye telefona sarıldı. “Alo,
alo! Ben Salih, kiminle konuĢuyorum. Efendim.”
“Alo, ben Oya. Söyle Salih Efendi. Bir Ģey mi oldu?”
“Hayır, Oya Hanım! Turgut Bey geldi. Sizin nerede olduğunuzu soruyor.”
“Sen onu bana ver.”
“BaĢ üstüne, efendim,” dedi ve “Sizi istiyor,” diye telefonu Turgut Bey‟e
verdi.
[121]
“Alloo, ben Turgut. Oya Hanım arabaları getirdim. ġimdi lokantanın
önündeyim. Efendim. Ha, anladım. Sizden telefon gelinceye kadar burada
bekleyeceğiz. Oldu efendim Biz buradayız. Bir otobüs, bir taksi, bir de gelin
arabası. BaĢka bir Ģey lazımsa söyle, çekinme. Olur. BaĢ üstüne. Ġyi geceler
efendim.”
Telefonu kapatır. Turgut‟un karnı acıkmıĢtır.
“Biliyoruz, lokanta kapalı, ama acıkana verecek bir lokma ekmeğiniz de yok
mudur?” deyince Salih:
“Öyle Ģey olur mu Turgut Bey! Sana mükemmel bir masa hazırlayayım.” O
sırada lokantanın aĢçısı da düğün yemeğini hazırlamaya gelmiĢtir. Salih durumu
ona anlatır. O da Salih‟le beraber gelir:
“Turgut Bey, lokantamızda her Ģey vardır. Siz bir Ģey emreder misiniz?
Yoksa iĢi bana bırakır mısınız?”
AĢçı, Turgut ve Salih üçü birden mutfağa doğru giderler. Oradaki bir
masaya otururlar. AĢçı ile Salih‟in çalıĢmalarına bakar. Yarım saat geçmeden
pilavı, makarnası, kebabı ve sebzesiyle yemek gelir. Üçü birden zevkle karınlarını
doyururlar. AĢçı Turgut‟a sorar:
“Hiç böyle iĢtahla yenen yemek yedin mi?”
“Ne yalan söyleyeyim. Hayatım boyunca çok güzel yemekler yedim
yemesine de, böylesini hiç anımsamıyorum. Ellerine sağlık. Sağ olasın. Böylesi
yemekleri bize daha birçok kez yediresin.”
AkĢama doğru Akademi ekibi gelip “Biz prova yapacağız,” dediler. Salih,
onları içeri aldı. Bu sırada aĢçı yardımcısı ve diğer mutfak çalıĢanları da geldiler.
Lokantada az önceki sessizlik yerini insan seslerine, çalgıların seslerine
bırakmıĢtı. Kimileri Ģarkı söylüyor, kimileri türkü söylüyor. BaĢka bir grup da milli
oyunlar oynuyordu. Bu gürültü patırtı Turgut‟un çok hoĢuna gitmiĢ, oturmuĢ zevkle
dinliyordu. Bu arada bir grup Akademi hocası da gelmiĢ çalıĢanlara emirler
veriyor, zaman zaman azarlıyor, kızıyorlar. Zaman zaman da seviniyorlardı.
Derken Müdür Bey geldi, herkesi ve her Ģeyi susturdu. Turgut, Müdür Bey‟i
tanıyordu. Yanına gitti, ona “HoĢ geldiniz,” dedi. Bu sırada Seadettin Bey‟i ve
Zehra Hanım‟ı da görüp onlara da “HoĢ geldiniz,” dedi. Artık salon da yarı yarıya
dolmuĢ Nikâh Memuru ve yardımcısı da gelmiĢ yerlerini almıĢlardı. Birden bir
yaygara koptu. Bu gelenler Kız YetiĢtirme Yurdu kadrosu idi. Öğretmenleri,
öğrencileri, çalıĢanları ve onların yakınları ile salonu doldurmuĢlardı. Çağrılanların
tümü gelmiĢ, yalnız damat ve gelinle onların çok yakınları kalmıĢlardı. Sonunda
dıĢarıdan gelen gürültülü sesler ve alkıĢlar, içerdekilerin de ilgisini çekti. Herkes
merakla kapıya bakarken, Yurttan gelen öğreniciler kapıya doluĢtular. Onların
çığlıkları salondakileri büsbütün hareketlendirdi. Bu sırada kapıdan içeriye beĢ
kanatlı meleğin ortasında gerçek bir peri içeri girdi ki, herkesin ĢaĢkınlıktan dili
tutuldu. Bu altılı grup doğruca nikâh masasına yürüdü. Selim, nikâh masasında
gelini beklemekteydi. Ayağa kalktı, gelenleri karĢıladı. Gelinin sandalyesini çekip
[122]
oturmasına yardım etti. O oturunca, kendisi de yerine oturdu. Bu anda herkes
gelini konuĢmaktaydı.
Bu sırada nikah memuru yerini almıĢtı
“Bu güne değin yüzlerce nikâh kıydım. Böyle bir gelin görmedim. Allah
nazardan saklasın. Allah ikinizi birbirinize bağıĢlasın,” diye içinden dua ediyorken,
salondaki davetlilerde de ses kesilmiĢ, sanırım tümü birbirinden habersiz aynı
dilekte bulunuyorlardı. Ne nikâh memuru, ne de baĢkası böyle bir gelin
görmüĢlerdi. Dilerseniz ve isterseniz biz de aynı dilekte bulunalım. Sonra da
nikâh memuru iĢine baĢlasın. Bir an süren bu ĢaĢkınlık geçince nikâh memurunun
sesi duyuldu:
“Sayın davetliler! Hepiniz hoĢ geldiniz. Ġzin verirseniz iĢimize baĢlayalım.
Yalnız Ģahitler kimler olacak.”
Mustafa Bey:
“Birisi Müdür Bey, diğeri Mutlu Öğretmen, efendim.”
Nikah Memuru:
“Sayın Ģahitler. Lütfen buraya buyursunlar,” deyince ikisi de yerlerinden
kalkıp masaya geldiler. Müdür Bey Selim‟in, Mutlu Öğretmen de Oya‟nın Ģahidi
olarak kaydedildiler.
Nikah Memuru:
“Efendim evlenmek istediğinizi Evlendirme Dairemize bildirmiĢsiniz.
Belgeleriniz ve durumunuz incelendi. Evlenmenize engel olacak bir durum
bulunamadı. Bu nedenle XXX Belediye BaĢkanının verdiği yetki ile ben de evlenme
iĢinizin en son yasal iĢlemini yaparak evlenmenizi sağlayacağım. Elimdeki
belgelerde bunu zaten belirtmiĢsiniz. ġimdi sizlerden bu sözleri burada
Ģahitleriniz ve davetlileriniz önünde bir kez daha söylemenizi rica edeceğim. Siz
Mustafa kızı Oya Levent, hiçbir etki altında kalmadan Hidayet oğlu Selim
Yaman‟la evlenmeyi kabul ediyor musunuz?”
Oya, “Evet efendim. Kabul ediyorum.”
Nikah Memuru, “Ya siz Selim Yaman, Mustafa kızı Oya Yaman‟la hiçbir etki,
hiçbir baskı altında kalmadan evlenmeyi kabul ediyor musun?”
Selim, “Evet efendim. Kabul ediyorum.”
Nikah Memuru, “Ben de sizleri karı koca olarak ilan ediyorum. Bu da Evlilik
Belgeniz. Size yaĢam boyu mutluluklar dilerim. Gelini öpebilirsiniz,” dedi.
Yeni kurulmuĢ olan Selim Yaman ailesi ayağa kalktı. Selim, Oya‟nın duvağını
kaldırıp onu alnından öptü. O anda salon alkıĢ seslerinden çınlıyordu. Selim‟le Oya
önce nikâh memurunun, sonra Ģahitlerinin ellerini sıkıp onlara teĢekkür ettiler.
Sonra Mustafa Bey‟in yanına gidip onun ellerini öptüler. Mustafa Bey de onları
kucaklayıp bağrına bastı. Bir süre öyle durdular. Ondan ayrılınca ikisi birden
Hidayet Bey‟le Hatice Hanım‟a giderek ellerini öptüler. Onlarla da sarılıp
öpüĢtükten sonra orkestra çalıyordu. Bu düğünün baĢlaması demekti. Düğünün ilk
dansını baĢlatmaları gerekiyordu. Hemen piste döndüler. Önce yalnız ikisi dans
[123]
ederken yavaĢ yavaĢ bir iki çift derken gençler ve çocuklar da piste koĢunca pist
dolmaya hatta taĢmaya baĢladı. Gecenin eğlence programı Akademi‟de yapılmıĢtı.
O yüzden uygulamada maddeler arasında hiçbir aksaklık veya gecikme olmadan
uygulanmaktaydı. Her madde dakikası dakikasına uygulanıyor, hiçbir aksaklığa
fırsat verilmiyordu. Bu durum düğüne bir düzen, bir disiplin getirmiĢti. Yoksa bu
kalabalık düğünde istenmedik bir olay çıkmadan eve gitmek olanaksızdı. Hele
Oya‟nın beĢ nedimesi piste çıktığında yer yerinden oynuyordu. Kızlar öylesine
özgür, öylesine serbest, öylesine güzeldiler ki bırakın genç erkekleri yaĢlı
kadınlar bile onlar için salâvat getiriyorlardı. Öylesine güzellerdi ki pistte
göründükleri anda sanki piste beĢ güneĢ birden doğmuĢ oluyordu. Kimse birini
diğerine tercih edemiyordu. Yalnız Oya, piste çıkmıĢsa o beĢ güzel bir tül altına
girmiĢ gibi oluyordu. Oya, evlenmeden önce de öyleydi. Bu akĢam evleniyor, yine
birincilik onda olacaktı. Salih ortalarda dolaĢıyor, serviste çalıĢanlara yol
gösteriyordu. Oya, onu yanına çağırarak:
“Bak Salih, sen bu akĢam görevli değil, davetlisin. Burada hizmet için değil
Eğlenmek için bulunuyorsun. Hadi Ģimdi bu Ģefliği bırak sana teslim edilen
çocuklarla babaannenin yanına git. Bak kızlar dans etmek için birini arıyorlar,
dikkat et, senden baĢkası kaldırmasın. Eğer bir baĢka erkekle dans ettiklerini
görürsem sana kızarım. BeĢi ile de yalnız sen dans edeceksin. Hadi Ģimdi git birini
dansa kaldır.”
Salih, böyle bir teklif bekliyormuĢçasına hemen masasına giderek:
“Kızlar, benimle kim bu dansa ortak olur. Canım bu akĢam çok dans etmek
istiyor. BeĢinizle de ayrı ayrı ve teker teker dans etmek isterim. Önceliği kim
alacak onu siz belirleyin,” deyince, kızlar bir ĢaĢkınlık geçirdi. Sonra da Yüksel‟in
teklifi ile ilk dans ġükran‟a düĢtü.
“Bu dansı bana lütfeder miydiniz ġükran Hanım?”
“Hay hay, Salih Beyefendi,” dedi.
Kalkan ġükran‟ı elinden tutarak piste götürdü. BeĢ on dakikalık danstan
sonra döndüler.
Salih, “ġimdi sıra kimde?” dedi.
Gülderen, “Sen, kendin kimi istiyorsan onu söyle. Birimizi sen seç.
Diğerlerimiz, kesinlikle gücenmeyiz. Hadi Salih Bey, bizleri üzmeden birimizi seç.
Hem bunda ne var ki, kendine bir eĢ mi seçiyorsun yoksa dansa bir ortak mı
arıyorsun?”
Salih, “Siz, Yüksel Hanım, bu dansta bana eĢlik eder misiniz?”
Yüksel, “Hay hay, Salih Beyefendi, emredersiniz.”
Pistte dans ederlerken Salih:
“Yüksel, ben seni dansa kaldırmak için geldiğimde sen bana eĢ mi arıyorsun ki
demiĢtin. ġayet ben o niyetle kaldırıp sorsam ayıp olmaz mı? Kızmazlar mı? Senin
samimiyetine güvenerek soruyorum. Bu konuda çok cahilim. Lütfen gücenme.
ġimdi ben beĢinizden birine böyle bir teklifte bulunsam, önce o, sonra
[124]
diğerleriniz kızıp gücenmez misiniz? Bu soruyu beĢinize de ayrı ayrı soracağım.
Yalnız ġükran‟a soramadım. Bir ara ona da sorarım. Bana söz verebilir misin?”
“Ne konuda?”
“ġimdi ben beĢinizden birine evlenme teklifi yaparsam. Teklifi yaptığım veya
diğerleri bana kızmayacak mı? Bu konuda söz vermeni istiyorum.”
“Söz veriyorum. Hiçbirimiz kızmayacağız.”
“TeĢekkür ederim. Sağ olasın, bana hem güç, hem cesaret verdiniz. Sağ
olasın.”
“Ġstersen oturalım artık. Daha üç arkadaĢımız kaldı. Onlara da fırsat
verelim.”
Yerlerine döndüler. Salih yerine oturmak üzereydi ki AyĢe Teyze:
“Ne oturuyorsun oğlum? Bak zavallı kızlarım seni bekliyor. Onları
kaldırmayacak mısın? Hadi bu sefer de ben söyleyeyim: ġu Aysel kızımı
kaldırsana.”
Salih, “Aysel Hanım, rica etsem, bana bir danslık eĢlik eder misiniz?”
“Emriniz olur, efendim.”diyerek kalkıp AyĢe Teyze‟nin elini öptü. Sonra elini
Salih‟e uzattı. Bu durum Salih‟in dikkatinden kaçmamıĢtı. Dans ederlerken bunu
sordu. KarĢılığında da:
“AyĢe Teyze, masamızın en yaĢlısıydı. Ayrıca beni dansa kaldırmayı o teklif
etti. Onun için onun elini öptüm. YaĢlı büyüklere saygı göstermek, bize çok
küçükken ailemiz tarafından öğretilmiĢti.”
“Bu güzel, ġimdi sana bir soru daha soracağım. Hem bana doğru söyleyecek
hem de sorduğum sorunun gerektirdiği sözü verecek misin?”
“Hiç kuĢkun olmasın senin istediğin her konuda söz verebilirim Hadi sor
bakalım.”
“Bak Aysel, ben bu akĢam Ģu masamızda oturan kızlardan herhangi birisine
bir teklifte bulunsam. Daha doğrusu, benimle evlenir misin desem, teklif ettiğim
kız veya diğerleri bana kızarlar mı? Bu konuda bir söz vermeni istiyorum. Bu sen
de olabilirsin bir baĢkası da olabilir.”
“Haliyle birimize teklif edeceksin. Bir erkek beĢ kıza birden teklif edemez
ki. Söz veriyorum. Sonra dansı da fazla uzatmayalım. Diğer iki arkadaĢımızın
haklarını almayalım. Sen istediğin anda otura biliriz,” dedi. Biraz sonra da
oturdular.
Salih bu kez Gülderen‟e teklif götürdü:
“Gülderen Hanım sizden rica etsem. Acaba beni kırmaz mısınız?”
“Hay hay, efendim. Emriniz olur. Zevkle,” dedi ve ellerini uzatıp Salih‟in
uzanmıĢ elini tutarak kalktı. Sonra döndü, AyĢe Teyze‟nin elini öptü,
arkadaĢlarının iznini isteyerek Salih‟le birlikte piste doğru yürüdüler. O sırada
orkestra yeni bir tangoya baĢlamıĢtı. Oya ile Selim de bu sırada pistteydiler.
Birbirlerini görünce selamlaĢtılar. Biraz sonra Salih, sorusunu Gülderen‟e de
sorunca, Gülderen önce bir krize girmiĢçesine güldü. Sonra da:
[125]
“Daha önce kimse sana bu konuda bir Ģey söylemedi mi?”deyince, bu kez
merak etme sırası Salih‟e gelmiĢti.
“Neyi? Neyi söylemediler mi?” diye sıkıĢtırınca Gülderen:
“Merak etme bu gece öğreneceksin. Az önce sen de benden söz almak
istiyordun. Yeri ve zamanı gelmeden sana verdiğim sözü de tutmayıp söylersem
bana ne dersin? Ben söyleyeyim. Geveze veya amma da cıvık ağızlı demez misin?
Ben öyle birine benziyor muyum Salih Bey? Biz Ģu gördüğün beĢ kız arkadaĢ, en
az on beĢ belki de yirmi yıldır birlikteyiz. Bu güne değin aramızda en küçük bir
küskünlük, bir kırılma, bir dargınlık olmamıĢtır Biz de vazgeçilmez bir ilke vardır.
BeĢimiz arasında her Ģey konuĢulur, görüĢülür. Ama dıĢarıya ser verilir, sır
verilmez. Evet, bir sır var ve sen onu bu gece öğreneceksin. Ama benden değil.
Hadi oturalım artık,” dedi.
Salih, onu da götürüp yerine oturttu. Ve hemen Gülsevil ‟e:
“Gülsevil Hanım, benimle dans etmek ister miydiniz?”
“Gecenin baĢlamasından beri gelip beni dansa kaldırmanı bekliyor ve evde
kalmıĢ kız duygusuna kapılıyordum neredeyse. TeĢekkür ederim, beni böyle bir
duyguya kapılmaktan kurtardın. Seve seve zevkle,” diyerek kalktı. AyĢe Teyze‟nin
elini öptü, arkadaĢlarına uzaktan bir veda öpücüğü yolladı. ArkadaĢları da onları
alkıĢlayarak uğurladı. Bu arada ġükran‟ın sesi duyuldu.
“Bizimkiler gibi kısacık olmasın. Dans Müziği bitinceye değin gelmeyin,”
diyordu.
Salih, “Gülsevil Hanım!” dedi.
“Bana „Gülsevil‟ de, Hanım‟a gerek yok.”
“Gülsevil, sana bir Ģey söylemek istiyorum.”
“ġu diğer kızlara söyleyip söz aldığın konu mu?”
“Evet, teĢekkür ederim. Beni yormadan iĢi bitirdin. Sağ olasın.”
“Biz beĢ kız, arkadaĢ kendi aramızda konuĢup da anlaĢtık. Eğer Salih
içimizden birine bir teklifte bulunursa ne yapalım diye. Sonunda arkadaĢlar bu
teklifin bana yapılması konusunda anlaĢtılar. Diğerlerimiz bu iĢe kesinlikle karĢı
çıkmayacaklarına söz verdiler. Amma bu teklif bana değil de bir baĢkasına olursa
da sana kızmayacağız. Hatta bu teklif bizim dıĢımızda da biri olabilir. Öyle ya, bu
bir gönül iĢidir. Seni de hemen teklifini yap diye zorlamıyoruz. Eğer böyle bir
niyetin varsa veya olursa bil ki burada sana „evet‟ demeyi bekleyen bir kız var.”
Salih, ĢaĢırmıĢtı. Bu iĢi Oya Hanım‟a, hem de kendi düğününde nasıl
yapabilirdi. ġimdi sırası mıydı? Bu olanları ona anlatmalı mıydı? Ya Selim, ya
Mustafa Bey ne derlerdi. Bu güne değin durdun durdun da bu günü mü buldun,
demezler miydi? Böyle karıĢık duygular içerisinde bocalarken mikrofondan gelen
bir ses tümünün ilgisini çekti.
“Sayın Konuklar, lütfen pisti boĢaltalım Gelin Hanım‟la Damat Bey piste
çıkarak sizlere doyamayacağınız, unutamayacağınız bir vals gösterisi yapacaklar.
Buyurun piste. Sizleri bekliyoruz.”
[126]
Selim‟le Oya piste gelirlerken herkes ayağa kalkmıĢ alkıĢlarla onları
selamlıyordu. Pistin ortasına gelince, vals müziği baĢladı. Genç nikâhlı çiftler
birbirine sarılarak baĢladılar. Öyle güzel, öyle uyumlu dans ediyorlardı ki, bunların
profesyonel bir dansöz ve bir dansör olduklarına varıncaya değin her olasılığı
söylüyorlardı. Yalnız tümünün anlaĢtığı bir nokta vardı. O da valsın tartıĢmasız
güzelliği idi. Ġkisinde de artık takat kalmamıĢtı ki müzik sustu. Mikrofon bu kez:
“Sayın Konuklar, biliyoruz, tümünüz çok yoruldunuz Her yorgunluk açlığı
çağrıĢtırır. Sizin de acıkmıĢ olmanızı düĢünerek yemek servisine baĢlıyoruz.
Buyurun afiyet olsun!” dedi ve mikrofon sustu. Herkes masadaki yerlerine oturdu.
AĢçı baĢının o gün için hazırlamıĢ olduğu yemekleri yemeğe baĢladılar. Oya ile
Selim bu aradan yararlanarak misafirlere yarım kalan ziyaretlerini yapmaya
baĢladılar. Bütün masalar dolaĢıldıktan sonra Salihlerin de masalarına geldiler.
Orada oturdular yemeklerini de orada yediler. Tam iĢ bitip kalkarken Oya:
“Salih ve ya kızlar, birinizden bana söylenecek bir söz, verilecek bir haber
yok mudur?”
Kızlar, “Vardır efendim. Hiç olmaz olur mu? Biz, dört çöp çatan bir arada el
ele verince neler yapmayız. Bu akĢam da Salih Ağabey‟in yuvasının temelini attık.
ĠĢin bitmesi, bundan böyle Salih Ağabey‟le Gülsevil‟in becerilerine kalmıĢtır.
Bitirirlerse kendilerine mutluluklar dileriz. Ama biz inanıyoruz ki iĢin içinde
Gülsevil olunca bu iĢ olmuĢ bitmiĢtir.”
Gülsevil, “Oya Abla, biz beĢimiz biliyorsun aynı yatak odasında yatıyoruz.
Dün akĢam da odaya girdiğimizde konuĢtuk. Herkes, nasıl bir eĢ istediğini, nasıl
bir eĢ adayı olmasının hayalini kurduğunu anlattı. Dördünü de sonuna değin
dinledim. Sıra bana gelmiĢti. „Ben sizler gibi düĢünmüyorum,‟ dedim. „EĢine bağlı,
yuvasını düĢünen, aklı baĢında birisi olsun da kim olursa olsun,‟ dedim. Bu arada
ağzımdan örnek olarak da, „Örneğin Salih Efendi gibi birisi olsa, hemen kabul
ederim,‟ diye bir söz çıkmıĢ. Bizimkiler mal bulmuĢ, mağribi gibi buna yapıĢtılar.
„Sen Salih‟i seviyorsun,‟ diye tutturdular. Ben de bunun üzerine „Evet‟ dedim. Ben
Salih‟i seviyorum. Hem de çok seviyorum. Hem de ona deliler gibi aĢığım, diye
bağırdım. ĠĢte Ģimdi burada da hepinizin arasında bir daha söylüyorum:
Salih Efendi, ben seni deliler gibi seviyorum. Belki de dünyada ilk defa bir
genç kız bir erkeğe topluluk içinde ilan-i aĢk ediyor. Benim adım da bununla geçsin
aĢk tarihine,” diyerek sözlerini bitirdi. Bitirir bitirmez de masadakiler kendisini
alkıĢladılar.
Oya, “Sana candan, gönülden teĢekkür ederim. Bu gece kimse veya hiçbir Ģey
beni böylesine mutlu edemezdi. Bu benim için en değerli bir düğün armağanı oldu.
Bunları sonra konuĢuruz. Olmaz mı benim güzel kardeĢim.”
Yemek ve sohbet molası bitmiĢ, konuklar yeniden eğlenceye çağrılıyorlardı.
ġu anda pistte milli oyunlar oynanıyordu. Profesyonel sanatçıların oynadıkları
oyunlar, doğrusu çok beğenildi. Salon alkıĢtan yıkılıyordu. AlkıĢlar sürerken beĢ
rakkase herkesin nefesini kesti. Klasik Türk Müziği çalgıları eĢliğinde öylesine
[127]
uyumlu, öylesine güzel raks ediyorlardı ki millet nerdeyse nefes almayı bile
unutmuĢtu. Hele sonunda bir çiftetelli baĢladı ki, bu milletin belini kırdı
diyebiliriz. Düğündeki en yaĢlı konuk olan AyĢe Teyze bile oturduğu yerde havaya
uymuĢ, elleri kolları ile sanki çiftetelli oynuyordu. Gençler ve çocuklar ise
yerlerinde duramıyor, masa sandalye aralarında kendi baĢlarına çiftetelli
oynuyorlardı. Sona doğru Oya ve Selim de havaya uyup kalkınca, rakkaseler bir
kenara çekilip gelinle damada el çırparak tempo tutmaya baĢladılar. Ortalarda
kendi baĢlarına oynayanlar da yerlerine oturmuĢ gelinle damadın oyununu
izliyorlardı. Bu bir süre sonra bitince gelinle damat da yerlerine oturdular. Bu
sırada mikrofon gelinle damadı pasta kesmek üzere masa baĢına davet ediyordu.
Pasta, iki üç metre boyunda sekiz on kat yüksekliğindeydi. Orada bir döner bıçağı,
bir de bir metreden uzun çatal vardı. Bizim yeni evli gelinle damat biraz
düĢündüler, kendi aralarında konuĢarak masaya yaklaĢtılar. Selim çatalı aldı. Oya
da bıçağı aldı. Selim, Oya‟nın kestiği pastayı çatalına tutturarak uzatıp Oya‟nın
ağzına verdi. Verilen pastayı dudakları arasında tutarak Selim‟e doğru koĢtu.
Selim de onu kendine çekip dudaklarından öpüyormuĢ gibi yaparak pastayı ısırdı.
Bu salondaki herkesin takdirini kazandı. Ve alkıĢlandılar. Bunun üzerine bir büyük
Ģampanya ĢiĢesi ile Salih geldi. Gelinle damadın arasında patlattı. Artık düğün
eğlenceleri bitmiĢti. Akademi‟den gelen ekip programını bitirmiĢ yeni evlilere
mutluluklar dileyerek çekilmiĢti. Konuklara birer bardak Ģampanya ile pasta
dağıtıldı. Yabancı konuklar artık birer birer çekildiler, yalnız Salih Efendi Takımı,
YetiĢtirme Yurdu, Akademi Takımı, bir de lokanta çalıĢanları kalmıĢlardı. Buna
karĢın salon yine de boĢalmıĢ görünmüyordu. Herkes Selim‟den Ģarkılar dinlemek
istiyordu. Selim`bu isteğe duyarsız kalmadı. Onlara küçük bir konser verdi.
Herkes memnun olmuĢtu. Sonunda Oya da katılıp Selim‟le bir düo yapınca, düğün
de bitti. Gelinle damadı lokantadan çıkardılar. Herkes onları kutladı. Onlar da
ailelerine ve arkadaĢlarına teĢekkür ettiler. Veda ederek ayrıldılar. Selim,
kendilerine hediye edilen arabaya bindirilmiĢ olan Oya‟nın yanına binerek arabayı
çalıĢtırdı. Ve kalabalık içinden çıkınca gaza bastı. Araba hızla giderken kornayı
çalıĢtırıp uzaklaĢtı. Adeta geride kalanlara „Sakın bizi beklemeyin ve merak da
etmeyin. HoĢça kalın,‟ diyorlardı.
Mustafa Bey, Hatice Hanım, Hidayet Bey:
“Nasıl olsa öğreniriz. Merak edilecek bir Ģey yok. Hadi bizler de evlerimize
gidelim,” diyerek Mustafa Bey‟i de alıp eve gittiler. Onlar gelinceye değin
Mustafa Bey‟i konuk edeceklerdi. Onlar, balaylarını mutlulukla geçiredursunlar,
biz geride kalanlara bakalım.
* *
*
Salih, o düğün gecesindeki olaydan çok etkilenmiĢti. Gülsevil, aklından bir
türlü çıkmıyordu. Oya ile Selim, gideli dört gün olmuĢtu. Ama bu süre Salih‟e sanki
aylar geçmiĢ gibi gelmiĢti. Ne yapacağını, ne edeceğini bir türlü bilemiyordu.
[128]
Aklında hep onun son sözleri çınlayıp duruyordu: “ġunu unutma. Ne zaman karar
verirsen gel, burada seni bekleyen ve „evet‟ diyecek birisi vardır. Bunu unutma,”
diyordu. Bu sözleri unutmayan Salih, adeta çıldırmıĢ gibiydi. Yurda gidip ona “ĠĢte
geldim. Kalk gidelim,” demek istiyor, o anda da aklına Oya‟nın: “Sakın ha! Seni ben
evlendireceğim Salih,” diyen sesini duyuyor, hele birkaç gün daha sabreyleyeyim,
bunda da bir hayır vardır, diye kendi kendini frenleyip çaresiz beklemeye
çalıĢıyordu.
Oya ile Selim kaçıp gideli tam on beĢ gün olmuĢtu. Geride bıraktıkları, kuĢku,
merak, hatta biraz da korku içinde bekliyorlardı. O gün akĢamüzeri Mustafa
Bey‟in telefonu çaldı. Arayan Oya‟ydı:
“Baba, ben Oya. Yarın sabahleyin oradayız. Gelince konuĢuruz. Biz iyiyiz.
Hadi hoĢça kal.” Zavallı Mustafa Bey, ağzını açıp bir kelime söylemeden telefon
kapandı. Aynı telefon Hidayet Beyler‟e de olmuĢtu. Onlar da Mustafa Bey‟in
durumuna düĢmüĢlerdi. Olayı birbirlerine anlatıp gülüyorlardı. O akĢam, iki dünür
aile lokantada oturmuĢ söyleĢiyorlardı. Gece geç vakit hep birlikte kalkıp eve
gittiler. Yine on beĢ gündür yaptıkları gibi yolun ortasında durup tartıĢtılar.
Mustafa Bey, “Ġzin verin, ben evime gideyim. On beĢ gündür size yük
olduğum yeter. Bu gece de evimde kalayım,” diyordu.
Hatice Hanım, “O nasıl söz! Yani, bizi yabancı yerine mi koyuyorsunuz?
Vallahi kırdınız beni. Bir kusur mu iĢledik?” diye yanıt veriyordu. Mustafa Bey bu
sözler üzerine daha fazla dayanamayarak yine boyun büküp onlara katıldı. Aslında
Mustafa Bey, yaĢamında ilk kez kendi evi dıĢında birilerinin evinde kalıyordu.
Gerçi kızı da onların olmuĢtu ya. ĠĢte bu nedenle kendisi de boyun bükmek
zorunda kalıyordu. Eve geldiler, hemen yatıp uyudular. Sabahleyin erken kalkıp
lokantaya giden Mustafa Bey, bir de ne görsün, Oya gelmiĢ, girmiĢ lokantaya,
çalıĢıyor. Babasını görünce koĢarak gelip boynuna sarıldı:
“Seni çok, çok özledim babacığım,” diyerek onu defalarca öptü. Bu sırada
Selim arkada durmuĢ sıra bekliyordu. O kadar bekledi ki, artık usanmıĢların
sitemi ile:
“Ġzin verir misin Oya? Babamızı bir sen mi özledin ki böyle yapıyorsun?
Burada onu en az senin kadar özleyen biri daha var. Bırak, biraz da o özlemini
gidersin,” diyerek Oya‟yı kolundan çekti, Mustafa Bey‟e sarıldı. Mustafa Bey,
onları aldı bir masaya oturttu:
“ġimdi söyleyin bakalım. Neredeydiniz? Neler yaptınız? Balayınız nasıl
geçti?” diye sordu. O anda telefon çaldı. Telefondaki Hatice Hanım, çocukların
gelip gelmediklerini soruyordu. Mustafa Bey, hiçbir Ģey söylemeden telefonu
Oya‟ya verdi.
“Alo, buyurun! Kim arıyor efendim?”
Hatice Hanım, “Oya, kızım. Geldiniz mi? Hemen geliyoruz. Orada
konuĢuruz,” diyerek telefonu kapattı. Tüm aileyi toplayıp yola çıkmaları beĢ
dakika sürdü sürmedi. Kapının önünde bir taksiye atlayıp beĢ dakikada yetiĢtiler.
[129]
Hatice Hanım, “Kızım!” diye Oya‟ya sarılınca Hidayet Bey de “Oğlum!” diye Selim‟e
sarıldı. Teoman ve Tansel boĢ kalmıĢlardı. Onlar da Mustafa Bey‟e yaklaĢarak:
“Gözünüz aydın Mustafa Bey Amca,” diyerek onun gönlünü almak istediler.
Oya ile Hatice Hanım öyle sarılmıĢlardı ki, onları ayırmak için kimse bir Ģey
yapamıyordu. Gâh ağlaĢıp gâh gülüĢerek yarım saatten fazla öylece kala kaldılar.
Zavallı Hidayet Bey, bir kenarda durmuĢ, sıranın kendisine gelmesini bekliyor,
elinden baĢka bir iĢ gelmiyordu. Sonunda Teoman‟la Tansel imdada yetiĢtiler de:
“Anne, yeter artık. Babam, Selim Ağabeyim seni bekliyorlar. Siz Ģöyle
durun, biz de görevimizi yapalım. Sonra siz yine sarılın akĢama değin de
ayrılmayın,” dediler. Bunun üzerine onlar ayrılınca Oya Hidayet Bey‟le, Hatice
Hanım da Selim‟le öpüĢerek kutlamaları yaptılar. Bu arada Hatice Hanım çocuklara
kızarak:
“Sizler Ağabeyinize hoĢ geldin, demeyecek misiniz?” diyerek çıkıĢtı.
“Anne, biz o iĢi yapalı bir yıl oldu. Sen neredeydin o zaman?”
Takım tamam olmuĢtu. Mustafa Bey, Selim‟le Oya‟yı birer yanına alarak:
“ġimdi söyleyin bakalım. Böyle kimseye söylemeden, kimsenin bilgisi olmadan
birden bire kaçıp gitmek ne oluyormuĢ bize söyleyin bakalım?”
Oya, “Babacığım bir kere biz kaçmadık. Tümünüzün iznini alarak gittik. O
akĢam lokantanın kapısında sizlere, „Haydin Allah‟a ısmarladık! Bizi on gün
aramayın!‟ demedik mi? ġimdi bunları sormanız neden? Biz de bunu anlayamadık.
Nereye gittiğimize gelince düğünden çıkan gelinle damat nereye giderlerse biz de
oraya gittik. ġimdi anladınız mı babacığım. Senin kızın bir çılgınlık yapar mı hiç.
Benim canım babacığım. ġimdi burada bulunanların tümünüzü alarak o geceki
kaçtığımız yere götürmek istiyoruz. Haydi, buyurun anneciğim, babacıklarım,
benim güzel ve sevgili kardeĢlerim. DoluĢun arabamıza,” diyerek Hatice Hanım‟ı,
Hidayet Bey‟i Mustafa Bey‟i ve Teoman‟la Tansel‟i arabaya bindirdi. Kendisi de
Selim‟in yanına, Ģoför koltuğuna oturarak:
“Hadi bakalım, Ģoför efendi. Tıpkı o geceki gibi olsun,” dedi.
Selim de birden gaza basıp arabayı hızla kaldırınca Hatice Hanım dengesini
kaybederek arkasına yaslandı. Ani bir frenle de durdurunca bu defa da önündeki
koltuğa alnını vurdu. Her iki olayda da bir Ģey olmamıĢtı. Oya arabadan inerek:
“Buyurunuz bayanlar, baylar! Yolculuğumuz bitmiĢtir. Artık bu acemi
Ģoförden kurtulalım. Sizleri Ģöyle bir eve alalım. Buyurun efendim,” dedi.
Bunun üzerine arabadan inerek tümü birden Oya‟nın açtığı kapıdan içeri
girdiler. Selim‟le Oya onları salona aldılar. Selim ve Oya ayrı ayrı „hoĢ geldiniz‟
dediler. Oya ortadan kayboldu. On on beĢ dakika sonra elinde kahve tepsisi ile
geldi.
“Anneciğim, yeniden hoĢ geldiniz. Buyurun,” diyerek ona kahvesini sundu.
Sonra yeni babası Hidayet Bey‟e uzattı: “Babacığım, buyurun. Siz de hoĢ geldiniz.”
Sıra Mustafa Bey‟e gelince “Babacığım, senin acı kahvenin zamanı geldi miydi? Siz
de buyurun.” diyerek kahve dağıtım faslını bitirdi.
[130]
Hatice Hanım, “Ay! Çatlayacağım konuĢmazsam. Oğlum, kızım bu ev
kimin? Biz neden buradayız? Bunu söyleyecek bir kimsecik yok mu? Sen kızım
bana yalan söylemezsin değil mi?”
Oya, “Anneciğim, yabancı yerde değilsin. Burası bizim evimiz. Yani
Selim‟le benim. Dolayısı ile hepimizin evidir. Yani sizin deyiĢinizle kaçarak on gün
saklandığımız evdir. NiĢandan sonra ailelerimize bir sürpriz yapalım diye
düĢünmüĢtük. Bir iki gün sonra, yani Selim‟in sınavından sonra kadroyu alıp devlet
memuru olunca düĢündük danıĢtık, Okulun Müdür‟ü de bize yol gösterdi. Onun
gösterdiği yoldan giderek Selim‟e uzun vadeli, düĢük faizli kredi aldık. Gerisini de
ben tamamladım, bu evi aldık. Sizin aramak istediğiniz günlerde biz bu evdeydik.
Yani kendi evimizdeydik. Balayımız da, Ģeker ayımız da burada geçti. Bize
kızmadınız değil mi anneciğim, benim canım babalarım. Bu arada kızınız ev
kadınlığı konusunda da kocasına bir sınav vermiĢ oldu. Ne dersin kocacığım bu
süre içinde ev kadınlığımı beğendin mi?”
“Söz sırası bana da gelecek mi diye deminden beri bekleyip duruyordum.
Bana geldi, ama söylenecek bir Ģey de kalmadı. Ben tasdikçi baĢılık yapacağım.
Evet, anne. Oya‟nın dediği gibi, biz niĢandan sonra oturup düĢündük. Bize
böylesine yardımlarını esirgemeyen babalarımıza, annemize ne yapalım, dedik. Biz
bulamadık bizim Müdür Bey‟e gidip sorduk. O bize: „Bir anne babayı en mutlu eden
olay, her Ģeyden önce evlatlarının mutluluğudur. Ben size sizin mutluluğunuzu
pekiĢtirecek bir öneride bulunacağım. Selim, artık bir devlet memurudur. Kredi
alabilir. Gelin size uzun vadeli, düĢük faizli bir kredi alalım, Yetmezse üstünü de
düğünde, daha önce niĢanda gelmiĢ takılarla falan tamamlarsınız. Size bir ev
alalım. Bu hem düğünden sonra, balayınızı karĢılar, hem sizleri, hem anne ve
babalarınızı inanın her Ģeyden çok mutlu eder. Yalnız benim size bir önerim daha
olacak. Düğünden çıkıp eve giderken bu olaydan hiç kimsenin bilgisi olmayacaktır.
Ġkiniz arabaya binince hızla uzaklaĢıp, uzak bir yere gidiyormuĢ izlenimini verin.
Balayından döneceğiniz günün öncesi eve telefon edersiniz. Biz yarın geliyoruz,
dersiniz. Sabahleyin lokantaya gelir, onları orda görürsünüz. Size bir yığın soru
sorarlar. Onları arabaya bindirir, gelin sizi balayında kaldığımız yere götürelim,
dersiniz. Onları alır yeni evinize götürürsünüz. ĠĢte o zaman anlarsınız, nasıl
mutlu olurlar,‟ dedi. Biz de onun dediklerini aynen uyguladık. Bir de Oya‟nın bana
sorduğu bir soru var. Onu da yanıtlamak isterim. Çok güzeldi karıcığım. Ama sen
daha da güzelsin,” diyerek konuĢmasını bitirdi. Bu konuĢmalardan sonra herkes
önce bir suskunluk, ĢaĢkınlık geçirdi. Sonra Hatice Hanım birden:
“Yani Ģimdi bu ev sizin mi?” diye bir çığlık attı.
“Allah Allah, sonunda anladın be anne. Geldiğimizden beri onu anlatmaya
çalıĢıyorlar ya. Çok Ģükür sonunda anladın değil mi, anneciğim?”
Oya ve Selim, “Buyurun size evi gösterelim,” diyerek onları alıp evi
dolaĢmaya baĢladılar. Oya, Hatice Hanım‟ın koluna girmiĢ, ona açıklama yaparken,
[131]
Selim de babası ile Mustafa Bey‟e açıklama yapıyorlardı. Gençler ise kendi
baĢlarına az uzaktan gelerek, açıklamaları da kaçırmadan dolaĢıyorlardı.
Sonunda evin her yanını, odaların her birine ayrı ayrı girip gezerek iĢlerini
bitirip gelip yerlerine oturunca Mustafa Bey:
“Ben bir oyuna kurban gittiğimizi sezmiĢtim. Ama yalnız böylesi güzel, mutlu
bir olayla karĢılaĢabileceğim inanın, hiç aklıma gelmemiĢti. Var olun, sağ olun
çocuklar. Dilerim her iĢiniz böylesine hayırlı ve mutlu olsun. Sizler bizi çok mutlu
ettiniz. Sizin de çok mutlu olmanızı dilerim,” dedi.
Hidayet Bey, “Ġnanın yavrularım. Ben söyleyecek bir Ģey bulamıyorum. Bir
defa Selim‟in okuluna dönmesinde böylesine mutlu olmuĢtum Bir de bu kez böyle
mutlu oldum. Siz de bizi böylesine mutlu ettiniz. Dilerim ki Tanrı da sizleri
yaĢamınız boyunca mutlu kılar.”
Hatice Hanım, “Ben bir Ģey…” dedi. Ve ağlamaya baĢladı.
Bunun üzerine Hidayet Bey, “Yavrularım. Anneniz üzüntüden ağlamıyor. Onun
ki mutluluk ağıtıdır. ġu anda mutluluğun zirvesinde olduğu için böyle yapıyor. Bu
duyguyu ancak böyle ifade edebiliyor. Sizler telaĢlanmayın. Oya, kızım. Sen onu
lavaboya götür, elini yüzünü yıkasın bir Ģeyi kalmaz. Korkmayın sakın,” diyerek
ortayı yatıĢtırdı. Zaten Selim ve kardeĢleri, annelerinin bu özelliğini bildikleri için
hiç aldırmamıĢlardı. Hidayet Bey de onun Oya‟ya tutkusunu bildiği içindir ki, onu
Oya ile yollamak istemiĢti. BeĢ on dakika sonra Hatice Hanım‟la Oya sarmaĢ dolaĢ
gülerek çıka geldiler. Herkesin neĢesi yerine gelmiĢti. Yeniden gülüĢmeye,
konuĢmaya baĢladılar. Geldiklerinden bu yana iki buçuk üç saat vakit geçmiĢti.
Oya, Hatice Hanım‟ı da yanına alarak geri içeri gittiler. Onlar içerdeyken Tansel
de gitti. DıĢarıda dört erkek kalmıĢlardı. Hidayet Bey, Mustafa Bey, Selim bir de
Teoman kalmıĢlardı.
Hidayet Bey, “Oğlum, bir bak Ģunlara, üçü birden nereye gitti kayboldular,”
diyerek Teoman‟ı onları aramaya yolladı. Az sonra Teoman‟la Tansel ellerinde
tabaklar, çatallar, kaĢıklar, bıçaklar olduğu halde geri döndüler.
Teoman, “Babacığım, ben onları ararken iĢte Ģu kızla bunları buldum. O kız
da yardım etti. Ben de buraya getirdim. Ben yine de bakayım, daha baĢka bir
Ģeyler var mıdır?” deyip kaçtı. Tansel de akasından koĢtu. Oturanlar gülüĢtüler.
Bu sefer de iki genç ellerimde su bardakları ve peçetelerle gelip masayı
düzenlediler. Sonra da yemeklerle Hatice Hanım ve Oya gelerek masayı
Ģereflendirdiler.
Oya, “Buyurun babalarım, buyurun kocacığım. Kızınızın, eĢinizin hazırladığı
acemi aĢçı sofrasına buyurun. Yalnız bir eksiklik ya da bir yanlıĢlık görürseniz
lütfen yemekten sonra söyleyin,” diye hem onları sofraya çağırdı, hem de espri
yaptı. Böylece aile sofraya oturdu, yemeklerini yediler. Oya‟ya da yemeklerin
yenmeyecek kadar çirkindi. Ama içine senin güzelliğinden ve tatlılığından bir
parça karıĢmıĢ olsa gerek ki onlar bu yenmeyecek değin çirkin yemeği, bizlere
zevkle yedirdiler. Güzel kızımız ellerine kollarına sağlık. Allah senden bu güzelliği
[132]
bu tatlılığı eksik etmesin. Yemekten sonra herkes kalkıp iĢine gitti. Evde yalnız
Hatice Hanım, Oya ve Tansel kalmıĢlardı.
Oya, o gün evden hiç çıkmadı. Öğleden sonra Yurda telefon ederek Gülsevil‟i
sordu. Onu telefona çağırıp hemen vereceği adrese gelmesini söyledi. Aradan bir
saat geçmemiĢti ki, Gülsevil geldi.
“Ablacığım. HoĢ geldiniz. Ne zaman geldiniz? ġöyle durun bakayım size
evlilik yaramıĢ mı? Ooo, maĢallah! Benim güzeller güzeli ablama ne yakıĢmaz ki,
evlilik sana hem yakıĢmıĢ hem de yaramıĢ ablacığım.”
“Darısı sana olsun. Hem de daha iyisi de sana olsun. Benim canım kardeĢim.
Söyle bana senden bir haber var mı?”
“Ne gezer, ablacığım. Ben üstüme düĢeni yaptım. Ne zaman bana bir teklifle
gelirsen, Ģunu bil ki teklifine evet demeye hazır birisi vardır, demiĢtim. O günden
bu yana gelip giden olmadı. Bekleyip duruyorum.”
“Ġyi ediyorsun. Ben bu hafta içinde bunu hallederim. Hiçbir korkun, hiçbir
endiĢen olmasın. Sen rahat ol. Geceleri rahat uyu.”
Bu görüĢmeyi, bu konuĢmayı Hatice Hanım duymamıĢtı. Onlar bu iĢi mutfakta
konuĢarak yaptılar. Sonra salona çıkıp Hatice Hanım‟ın yanına geldiler. Orada
havadan sudan konuĢarak zaman geçirdiler. Sonunda Gülsevil izin isteyip gitti.
Tansel, “Anne, biz de gidelim mi? Oya Yengem de iĢine gücüne baksın. Bu gün
bizim yüzümüzden lokantaya da gidemedi Kim bilir orada hangi iĢleri birikmiĢtir
On beĢ günlük iĢ terkinin ardından on beĢ gün de düzenlenmesi sürer. Kalk
anneciğim, biz de gidelim. Yengem de lokantasına bir uğrasın,” diye ısrarla
annesini kaldırır.
Bu sırada yanlarında olmayan Oya, annesinin gitmeye hazırlandığını görünce
ĢaĢırdı.
“Ne oluyor anneciğim. Siz nereye gidiyorsunuz?”
“Ne yapalım kızım. Sizleri gördük sevindik. Senin de iĢin gücün vardır. Hadi
istersen sen de gel, birlikte çıkalım. Sen lokantaya uğra, biz de eve gidelim. Sakın
kızıp, gücenme kızım. Burası sizin olduğu kadar bizim de evimizdir.”
“Hadi öyleyse birlikte çıkalım. Ben de çıkayım. Lokantaya bir uğrayıp
dönerim, sizin dediğiniz gibi bakalım neler olmuĢ. Bir görelim,” diyerek Hatice
Hanımlar‟la yola çıktı. Lokantanın önüne gelince Hatice Hanım‟la Tansel ve Teoman
ayrılıp evlerine gittiler. Oya da lokantaya girdi. Girer girmez de Salih‟i çağırıp
onunla konuĢmak istediğini söyledi. Salih geldi. Oya onu aldı, Selim‟in çalıĢma
odasına götürüp kapıyı kapattı. Salih‟i karĢısına oturtup:
“Salih Ağabey, biliyorsun ben sana bir söz vermiĢtim. Kalabalık bir
toplantıda seni evlendireceğimi söylemiĢtim. Ben unutmadım. Bilmem sen unuttun
mu? Bu arada benim yoğun iĢlerim arasında düğün gecem de bile sizinle uğraĢtım.
Sana beĢ tane dünya güzeli kız çağırıp içlerinden birisi ile anlaĢmanı istedim.
ġimdi sen söyle bana sen anlaĢabildin mi?”
[133]
“Vallahi, ne diyeceğimi ben de bilmiyorum. Hani Ģu Gülsevil dediğin birisi
vardı ya, iĢte o bana bir Ģey söylemiĢti. Onu unutamıyorum. „Eğer bir gün bir
teklifle gelirsen Ģunu bil ki, evet demeye hazır bir kız seni bekliyor olacaktır,‟
demesi mi, nedir? Bilmem beni çok etkiledi.”
“Yani, onu sevdin mi? Sen bana onu söyle. Sen bu kızı sevdin mi? Onunla
evlenmek ister misin?”
“Oya Hanım, size hiç yalan söylemeyeceğimi biliyorsunuz. O geceden beri
ben bu kızı unutamadım. Her gün de artan bir özlemle onu görmek, onunla
konuĢmak istiyorum. Eğer bu özlem, bir sevgi ise, demek ki, ben onu sevmiĢim.
Eğer evlenmek için sevgi esassa, evet, onunla evlenmek istiyorum.”
“Sen bunu babaannene de söyledin mi? O ne diyor? Kızı görmüĢ tanımıĢtı. O,
kız hakkında ne düĢünüyor? Kızı o da istiyor mu?”
“O benden çok istiyor. Belki o da beni etkiledi. Dün akĢam yine beni çağırıp,
„Ne oldu Salih, daha bir karar veremedin mi? Oğlum, bu iĢ uzatmaya gelmez.
Mademki Oya Hanım kızım da gelmiĢ. Bunu benim hatırım için bir an önce
bitirmesini söyle. Ayrıca selamımı ve hoĢ geldin, hayırlı olsun dediğimi de
söylemeyi unutma,‟ demiĢti.”
Bunun üzerine Oya:
“Kalk, hadi babaannene gidiyoruz. Hadi çabuk ol. AkĢam olmadan iĢimizi
bitirmeliyiz,” dedi. Hemen telefona sarıldı. “Hatice Hanım, anneciğim!… Seni
yormuĢ olacağım biliyorum, ama sen benim için bu yorgunluğa katlanırsın. On
dakikaya değin oradayım. Gelip sizi alacağım, hazırlanın, beni bekleyin.
Anneciğim,” dedi, telefonu kapattı. Kendi arabalarını Selim okula götürmüĢtü. Bu
nedenle bir taksi çevirip, önce Hatice Hanım‟a uğrayıp onu alarak Salihlerin evine
gittiler. Oradan da AyĢe Teyze‟yi alıp doğruca Yurda gittiler. Önce Müdire
Hanım‟a uğrayıp, ne için geldiklerini anlattılar.
“Biz bu amaçla, kızınız Gülsevil‟i oğlumuz Salih‟e, Allah‟ın emri ve
Peygamber Efendimizin kavli ile eĢ olarak istemeye geldik,” dediler.
“Ben bu konuda söz sahibi değilim. Kızın kendisini çağırayım, ona soralım.
Çok doğru söyleyen, her konuyu dobra dobra konuĢan bir kız olduğundan size
istediğiniz cevabı verecektir. ĠĢte kendisi de geldi. Gel kızım. Sen bu hanımları ve
yanlarındaki beyi tanıyor musun?”
Gülsevil, “Evet, efendim. Dördünü de tanıyorum.”
Müdire Anne, “Peki, niye geldiklerini biliyor musun?”
Gülsevil, “Tahmin ediyorum ama doğru çıkmazsa, çok üzülebilirim. Bu
nedenle bilmiyorum, diyeyim.”
Oya, “Bak Gülsevil, biz seni Allah‟ın emri ve Peygamber Efendimizin kavli
ile Salih‟e eĢ olarak istemeye gelmiĢtik. Ne diyorsun? Kabul ediyor musun?”
Gülsevil, “Oya Abla, ne desem bilmem ki, ben kendisine bir söz vermiĢtim.
ġimdi bu teklifi onun ağzından duymak beni çok mutlu ederdi. Evet, Salih Bey! Siz
ne diyorsunuz.”
[134]
Salih, “Gülsevil Hanım, benimle evlenmek ister misin?”
Gülsevil, “Evet, Salih. Evet, canım. ĠĢte ben bunu bekliyordum. Bundan
sonrası formalitedir. Esas olan buydu. Bu da tam çocukluğumdan beri hayal
ettiğim gibi oldu. Oya Abla, gereken formaliteleri sen belirle. Ġzin verirseniz ben
babaannemin elini öpüp, o beni kabul edip etmeyecek mi onu soracağım,” diye AyĢe
Teyze‟ye gidip elini öperek:
“Nineciğim, beni gelinin olarak istiyor musun? Salih bana evlenme teklif
etti. Ben de kabul ettim. Sen ne diyorsun? Bir Ģey de sen söyler misin?”
“Vallah‟ı ben ne diyeyim? O istemiĢ sen varmıĢsın. Allah mübarek etsin,
derim.”
“Sağ ol nineciğim. Ben bunu değil, senden beni de bir torun olarak kabul
eder misin? Bak benim bu güne değin ne öz bir annem oldu, ne de babam oldu.
Dolayısıyla babaannem ve anneannem de olmadı. Hayatımda ilk kez bir erkek
benim kocam olacak, bir kadın da ninem olacak. O yüzden sormamı ayıplamayın
lütfen. Yeniden soruyorum beni torununuz olarak kabul edecek misiniz?”
“Seni öz torunum olarak alıp bağrıma basıyorum. Ben senin öz ninenim,
kızım benim. Gel Ģöyle yanıma seni bir doyasıya sevip okĢayayım. Gel güzelim, gel
gelinim, gel torunum benim,” dedi. Onu bağrına basıp doya doya sarılıp, öpüĢüp
koklaĢtılar. Sonunda Oya araya girerek onları ayırdı. Salih‟e:
“Sen de kalkıp Müdire Anne‟nin, ninenin ellerini öpüp, sevgiline de
teĢekkür etsene,” deyince, Salih bir uykudan uyanmıĢ gibi yerinden kalkıp önce
Müdire Anne‟nin, sonra sırasıyla Hatice Hanım‟ın ellerini öptü. Sonra ninesinin
elini öptü. Oya Hanım‟a geldi. Onun da elini öpecekti ki, Oya engel oldu. Onu
bağrına basarak alnından öptürdü.
Oya, “Sen benim Ağabeyimsin. Ağabey kardeĢ iĢte böyle kucaklaĢırlar.
Sonra da yeni niĢanlını kutlayıp ona teĢekkür etmeyecek misin? Hadi onu da yapın
da gidelim artık,” deyince Müdire Anne:
“Yok, öyle Ģey olmaz. Yoksa diğer kızlar beni parçalarlar. ġimdi onların hepsi
geliyorlar. Sizi bırakırlar mı sanırsın,” derken odanın kapısı açıldı ve kızlar içeri
doldu. Aysel ve Gülderen içeride Gülsevil‟i, Salih‟in yanında; Oya‟yı ve annesini
Salih‟in babaannesi ile birlikte görünce Aysel ve Gülderen:
“Ooo. ĠĢ bitmiĢ de bizim haberimiz yok. Müdire Anne, bizi iĢ bittikten
sonra mı çağırdınız. Biz de sandık ki kardeĢimiz bizden ayrı, bizden gizli bir iĢ
yapmaz. Meğer o, bizim bilgimiz olmadan iĢi bitirir; sonra bizi, gelin görün, ben
nasıl iĢ yaparım, diye kıskanalım, diye çağırırmıĢ. Alacağın olsun, Gülsevil. Bizi çok
üzdün. Haydin kızlar, biz geri gidelim. Onlar bu iĢi nasıl kendi baĢlarına
baĢlattılarsa öyle de bitirsinler,” diye kızları odadan çıkarmaya çalıĢıyordu ki,
Müdire Anne‟nin kızgın ve bağıran sesi duyuldu:
“Bana bakın kızlar. Bu zavallıyı, bu mutlu gününde böylece bırakıp nasıl
gidebilirsiniz? Halini görmüyor musunuz? Hani sizler ayrılmaz beĢlerdiniz. Sizin
ayrılmazlığınız, bağlılığınız bu mudur?” deyince dönüp baktılar ki Gülsevil, ağlaya
[135]
ağlaya periĢan olmuĢ, AyĢe Hanım‟la Hatice Hanım‟ın kollarında, yarı baygın bir
durumda. Oya da elinde mendil onun yüzünü, gözünü siliyor. Onu bu durumda
gören kızlar yaptıklarına piĢman olarak koĢup yanına geldiler. ġükran ve Yüksel:
“Vallahi kardeĢim biz sana küçük bir Ģaka yapalım, demiĢtik. Bu iĢi de
Aysel‟le Gülderen‟e vermiĢtik. Ne bilelim Ģakayı kakaya çevireceklerini. Onları
kutlamak gerek, bu baĢarılarından dolayı. Doğrusu verilen görevi böylesine baĢarı
ile yapan bir kimse daha göremeyiz. Gelin ikiniz de Gülsevil‟den özür dileyip sarılıp
öpün onu. Ama önce sizden istediğimiz bu iĢi, biz yapsak daha iyi olur. Çünkü bu iĢi
baĢlatan ġükran‟la bendim. Kusura bakma Gülsevil‟ciğim. Artık bu iĢ bitsin kalk
Ģöyle bir sarılıp öpüĢelim de eniĢtemiz de bizi görsün, kıskansın,” diyerek önce
ġükran, sonra Yüksel, arkalarından da Aysel‟le Gülderen koĢarak geldiler. BeĢ
ayrılmaz arkadaĢ birbirlerine öyle sarılmıĢlardı ki bir yabancı görse onları
“BEġĠBĠRYERDE” diye niteleyebilirdi. AyĢe Teyze, koynundan çıkardığı bir
BEġĠBĠRLĠĞĠ gelininin boynuna takarak:
“Bu da sana bu günün hatırası olarak ilk hediyem olsun kızım. Bunu
„YÜZGÖRÜMLÜĞÜ‟ olarak kabul et. Yalnız kızım, bunun kıymetini bilmeni isterim.
Bu benim babaannemin babaannesinden bana gelmiĢ bir anıdır. ġimdi sen bunu
kullanacak dördüncü ya da beĢinci kuĢaksın. Belki daha öncesi de vardır. Sakın bir
sarrafa ya da kuyumcuya göstermeye kalkmayın. Onu boynundan hiç eksik etme.
Eliniz dara düĢtüğünde de onu satmaya kalkmayın. Ġnanın o baĢlı baĢına bir
servettir. Ama en önemlisi de çok uğurludur. Sen de gelinine değil, onun torunun
gelinine takıverirsin inĢallah,” diye Bismillah deyip Gülsevil‟in boynuna taktı.
O anda Gülsevil, sanki hamama girmiĢ gibi bir sıcaklık duydu, arkasından
bir ter boĢandı. Sırılsıklam olmuĢtu. AyĢe Teyze onu bağrına bastırıp sıkıca sardı.
Doya doya öptü. Gülsevil de onun ellerini öptü. Ona:
“Sana, nene veya nine desem kızar mısın?”
“Neden kızayım. Biz artık nene torunuz, asıl öyle demezsen gücenirim.”
“Neneciğim. Benim canım Nene‟ciğim. Allah‟ım sana binlerce Ģükürler olsun.
Bu güne değin kimsesiz, sahipsiz bir kızdım. Çocuk Yuvalarında, Yurtlarda
barınarak yaĢıyordum. ġu dört yaramaz kızdan baĢka kimim kimsem yoktu.
Allah‟ım sana ne kadar Ģükretsem azdır. Bugün bana bir nene, bir de hayatım
boyunca sahiplik edecek birini lütfettin. Bizler bugün verilen adlarımızla
„beĢibiryerdeler‟, inanın bana, gücenmiĢ değilim. Hele kızmıĢ ve küsmüĢ de değilim.
O anda kendi yalnızlığıma, kimsesizliğime ağlıyordum,” dedi. Baktı ki bu kez de
kendisi dıĢında herkes mendili ile gözünü burnunu silmekle meĢgul. Bir düĢündü ki
havayı duygusal konuĢmasıyla kedisi bozdu. Düzeltmek de kendine düĢer. Kızların
birinin elinde bulunan tefi alarak zillerini Ģakırdatıp, eteğinin bir ucunu belindeki
kemerine tutturarak, baĢladı bir Çingene havasına:
“Raziye, Raziye cilveli Raziye
Haydi bana, Raziye,
Oyna bana Raziye,
[136]
Gel bana Raziye.”
deyi hem çalıp, hem söyleyerek Ģıkır Ģıkır oynamaya. Oyuna kızların hemen hepsi
katılmıĢlardı.
O dört arkadaĢın, dördü birden kendisi gibi yaparak çevresinde dönmeye
baĢladılar. Bu düğün bir saatten fazla sürdü. Sona doğru Oya Ablalarını da
yanlarına alarak onunla da oynadılar. Oya da gidip Salih‟i elinden tutup çekerek
aralarına aldı. Böylece ortada yedi kiĢi olmuĢlardı ki, kapı açılıp içeri Selim girdi.
Hiçbir Ģey söylemeden ve söyletmeden iki erkek altı bayan baĢladılar, Ģarkılı
türkülü göbek atmaya. Eğlence nerdeyse düğüne dönüĢtü. Selim, annesinin elinden
tutarak onu da aralarına alınca, Salih de ninesini yakalayıp:
“Hadi bakalım, senin düğününde göbek atmayı çok isterim, diyordun. ĠĢte
benim düğünüm. Ya senin göbeğin nerede?” diye sorunca AyĢe Teyze:
“Göbeğim de canım da sana ve Gülsevil‟e kurban olsun,” diye o da kalkıp
oyuna katılınca takım tamam oldu. Eğlence de bitti. Tam o sırada ġükran ortaya
çıkıp:
“Herkesten rica ediyorum. Biz katılmadan önceki olayları bir daha yeniden
yapar mısınız Müdire Anne, Oya Abla. Yalvarıyorum. Ne olursunuz, inanın çok çok
merak ediyoruz. Lütfen bizi kırmayınız,” diye ısrar edince, onlar da dayanmayıp
kabul ettiler. Önce Müdire Anne:
“ġu dört sevimli kız içerde kalsın. Diğerleri lütfen dıĢarı çıksın,” dedi.
Selim, “Ben de görmek istiyorum, kalabilir miyim?” diye sordu.
Kızlar, “Evet. EniĢtemiz de kalabilir,” dediler.
Bunun üzerine Müdire Hanım:
“Peki Selim. Sen de kalabilirsin,” dedi. Selim‟in kalmasına da izin verildi.
DıĢarı çıkanlar, kapıyı vurup içeri girince Müdire Hanım onları karĢılayıp:
“HoĢ geldiniz,” dedi.
Gelen üç bayan ve Salih içeri girdiler. Oturup hal hatır sorulduktan sonra
Oya lütfen Gülsevil‟i de çağırır mısınız, deyince Müdire Hanım da Gülsevil‟i çağırır.
Gülsevil içeri girer, Oya Ablasını, Salih‟i görünce gelenlerin tümüne ayrı ayrı hoĢ
gelmiĢsiniz, der. Müdire Hanım‟ın gösterdiği yere oturur. Bu sırada Oya, Müdire
Hanım‟a:
“Kızınız Gülsevil‟i, oğlumuz Salih‟e Allah‟ın emri, Peygamber Efendimizin
kavli ile eĢ olarak istiyoruz. Ne dersiniz anneciğim?” der. O da:
“Bu isteğinize yanıt verecek tek kiĢi vardır, Gülsevil‟in kendisidir. Kızım
sen de duydun. Ne diyorsun. Kabul ediyor musun?” diye sorar.
“Ben ona daha önce de söylemiĢtim. Bir gün bir teklifle bana gelirsen,
burada seni bekleyen, teklifine evet, diyecek bir kız bulacaksın. O seni bekliyor
olacaktır, demiĢtim. ġimdi görüyorum ki Salih burada. Oya Abla da onun teklifini
getirmiĢ. Ben de „Evet!‟ diyorum. Evet, evet Salih, „Evet!‟ diyor ve eĢin olmayı
kabul ediyorum.”
[137]
Ondan sora Gülsevil, AyĢe Teyze‟den baĢlayarak gelenlerin ellerini öper.
Dört kızı ve Selim‟i de öperek gösteriyi bitirir.
Oya, “Hazır Selim gelmiĢken, BeĢibirliği, Müdire Anneyi ve bizim Salih
Efendi Takımını lokantaya davet ediyorum. Ben Ģimdi buradakileri alıp
götüreceğim. Diğerlerini de lokantadan çağırırım.”
Müdire Hanım:
“Siz gidin. Ben mesaiden sonra gelirim,” diyerek Yurt‟ta kaldı.
AyĢe Teyze, Salih, Gülsevil ve bir de Selim‟in annesi Hatice Hanım, Selim‟in
kullandığı arabaya binerek lokantaya gittiler. Oya ile onun dört arkadaĢı Yurtta
kalmıĢlardı. Aradan az bir zaman geçince Selim gelip onları da aldı.
Oya, “Selim, sen telefonun baĢına geç. ġu bizim Salih Efendi takımını tam
tekmil akĢama, lokantada yemeğe çağır. Ama hiçbir neden söyleme, kesin
gelmelerini sağla. Senin görevin bu olsun. Bizim BeĢibirlik Takımı, siz de doğru
iĢlerinizin baĢına. Hadi, durmayın. Salih Efendi, senin iĢin yok mu? Hadi hemen
iĢinin baĢına gider misin?
Anneciğim, nineciğim sizler de lütfen yanıma gelip
biriniz sağıma, biriniz soluma oturun, Ģöyle kendi baĢımıza rahat rahat konuĢalım.
Bizi burada rahatsız eden olmaz. Kimse de gelip iĢimize karıĢmaz. Olsa olsa bir
babam gelebilir. Onu da tanıyorsunuz. Bizim iĢimize kesinlikle karıĢmaz. ġimdi
akĢama bu milleti çağırıyoruz ama ne yapacağız lütfen bana yardım eder misiniz?
AkĢam Müdire Anne geldiğinde, ona da sorarız. ġimdiden bizim bir proje
hazırlamamız gerekmez mi? Benim aklımdan geçenleri isterseniz söyleyeyim. Bu
gün biz oğlumuza kız istemeye gittik. Onu baĢardık. ĠĢ bitmedi. Asıl bundan sonra
iĢimiz baĢlayacak. Bir kız istemekle hemen evlilik olup biter mi sanırsınız. Bunun
niĢanı var, nikâhı var. En sonra da düğünü var. Bu zavallı kimsesiz, bunları
görmeden mi evlensin? ġimdi sizlere soruyorum: Önümüzde çözmemiz gereken üç
tane sorun var: 1. NiĢan, 2. Nikah, 3. Düğün. Ġsterseniz niĢanı, hemen bir iki gün
sonra yapabiliriz. Bizim lokanta denendi. Bu iĢi bir iki gün içinde hemen
yapabiliriz. Ne dersiniz anneciğim, nineciğim. Sizler de görüĢlerinizi söyler
misiniz?”
AyĢe Teyze:
“ĠĢi uzatmayı ben de istemem. Ne kadar erken olursa o kadar güzel olur.
Senin dediğin gibi bir iki gün içinde bu iĢi bitirelim kızım. Bak, bugün Salı.
PerĢembe günü, cuma gecesi kutsal gecedir. Ben isterim ki o gece olsun.”
Oya, “Peki siz ne diyorsunuz anne?”
Hatice Hanım, “Ne diyeceğim kızım. Ninenin görüĢüne ben de katılıyorum.
Cuma günü olsun.”
Oya, “ġimdi geldik diğerlerine, Bu konuda derim ki, Müdire Anne‟yi
bekleyelim. Bu güne bugün, kız anası odur. Hem evlenecekleri de aramıza alırız,
onların da görüĢlerini almak gerektir,” diye sözünü bitirdi. Kapı açıldı. Mustafa
Bey içeri girdi. Ġçeridekilere:
[138]
“HoĢ gelmiĢsiniz,” diye ellerini sıktı. “Sizin özel bir görüĢmeniz mi vardı?
Ben engel olmak istemem. Kusura bakmayın,” diyerek çıkmaya yeltenirken, Oya,
birden önüne geçerek, onu tutup:
“Ne özel görüĢmesi, babacığım. Otur, sana da anlatalım. Bizim senden
gizleyecek özel iĢimiz, görüĢmemiz nasıl olur? Biz üç kadın bu gün bir iĢ baĢardık.
AyĢe Ninem, sevgili anneciğim ve ben, bizim Salih Efendi‟nin yıllardır
çözümlenmemiĢ bir iĢini çözdük. Sabahtan beri kazma kürek elimizde onlara bir
yuva yapmaya çalıĢtık. Bizim Gülsevil de yardım edince iĢ çok kolay ve de çok
güzel bitti.”
Mustafa Bey, “Kızım Ģu bulmaca gibi konuĢmayı kes de, ne anlatacaksan sen
bana açık açık anlatsana. Ha, bir de Ģu kazmayı küreği kaldır aradan,” dedi.
“Babacığım, biz bugün Salih Ağabey‟e kız istedik. Ailesi de kızın kendisi de
kabul ettiler. AkĢam da burada birlikte ilk yemeğimizi yiyip kutlayacağız. ġimdi
de burada, niĢan, nikâh ve düğün günlerini belirliyorduk. NiĢan gününü belirledik.
Onu AyĢe Nineciğim söyledi. Biz de uygun gördük. Önümüzdeki perĢembe günü,
cuma gecesidir. Diğer iki günü de oğlan ve kız gelince onlara soracağız. Onlar ne
zaman isterlerse biz de o güne karar vereceğiz.”
“Peki, kız kim?”
“SöylemiĢtim ya babacığım. „Bizim Gülsevil‟ diye.”
“Çok güzel kızım. Gerçekten Salih için çok önemli bir iĢ yapmıĢsınız. Sizleri
kutlarım. AyĢe Teyze sen nasıl buldun bu iĢi? ġimdi kızım, ağabey‟ine bir kız
bulmuĢ. Artık bundan sonrası bana aittir. Onları ben evlendireceğim.”
AyĢe Teyze:
“Vallahi çok sevindim. Güzel kızımdan Allah razı olsun. Kendi düğün telaĢı
içinde benim Yetim Salih‟imi unutmadı.”
Mustafa Bey:
“Ne yetimi, AyĢe Teyze! ġu kapının önüne geldiğiniz gün ben size ne
demiĢtim. Artık üzülmene, telaĢa etmene gerek yok. O benim oğlumdur, dememiĢ
miydim? Tüm masraflarını ben kabul ediyorum. Tabii bunu söylerken Gülsevil‟i de
bir kenara atamam. Gelinin ve damadın ne gereksinimleri varsa bana aittir. Kısaca
bu düğünün desteklercilik iĢi benimdir. ġimdiden bunu da karara alınız. Takılar ve
hediyeler için bir Ģey diyemem. Yalnız düğün için gerekli her Ģey bendendir.”
Kapı açıldı Selim içeri girdi. Mustafa‟nın son sözlerini duymuĢtu.
“YaĢa babacığım, senden de bu beklenirdi,” diyerek onu alkıĢladı. Onu gören
bayanlar da bu alkıĢlamaya katıldılar.
Nerdeyse saat on sekize geliyordu. Artık Yurtta mesai bitmiĢti. Oya
çalıĢanlardan birini yollayıp bir pasta almasını söyledi. Yakınlarındaki pastaneden
almıĢ getirdi. Oya onu kendi buzdolabına koydu. O sırada Müdire Anne yanında
birkaç arkadaĢı ile çıkıp geldi. Bizimkileri de alıp Oya, dıĢarı çıktı. HoĢ beĢten
sonra yeni gelenlerle birlikte hazırlanmıĢ bir masaya oturdular. O sırada Mahide
Hanım‟la Mutlu Öğretmen ve çocukları, arkasından Hırdavatçı Hasan ve taifesi,
[139]
Ömer Demirci ve ailesi, Selim‟in ailesi, en sonra da Turgut ve ailesi çıkageldiler.
Herkes birbirine hoĢ geldin, nasılsın faslını bitirince Oya‟nın veya Selim‟in
ağızlarına bakıyorlardı. Oya tam söze baĢlayacakken kapının önünde biriken
birkaç Yurt kızını gördü. Kalkıp onları da içeri aldı. Yalnız onlara kendisi söze
baĢlamadan kimseye hiçbir Ģey söylemeyeceksiniz, diye sıkı tembih etti. Onlar da
söz vererek içeri girdiler. Kızlar fazla beklerlerse bir sızıntı olur, diye korkudan
hemen söze baĢladı:
“ArkadaĢlar! Hepiniz gecemize hoĢ geldiniz. Görüyorum ki tümünüz merak
ediyorsunuz. Birkaç dakika sonra gözlerinizle görüp tanık olacaksınız. Biz bu gün
annem, ninem ve ben üçümüz Yurda gidip bir Ģey yapalım, dedik. Bu arada
unuttuğum birisi daha vardı yanımızda Salih Ağabey, yani biz üç kadın bir erkek
gitmiĢtik. Sağ olsun Müdire Anne, bizi çok iyi karĢıladı. Kendisine kızlarından
birine talip olduğumuzu söyledik. O da bize söylediğiniz yetiĢkindir ve de çok
dobra dobra bir kız olduğu için bunu kendisine söyleyebilirsiniz. Bu isteğinize
„evet‟ veya „hayır‟ diyebilir. Bir dakika bekleyin, kendisi de geliyor. Gerçekten bir
dakika sonra bizim istemek istediğimiz kız, Ģimdi olduğu gibi karĢımızdaydı. ġimdi
olduğu gibi titreyerek, utanarak karĢımızda duruyordu. Geldi yanıma oturdu. O
sırada da oğlumuza, sen de gel, Ģu yanıma otur, dedim. Müdire Anne‟ye
söylediklerimi kendisine de söyledim. Bana, „Oya Abla, ben ona sizin düğünde bir
Ģey sormuĢtum. Kaç gündür yanıt bekliyordum. Henüz alamadım. DemiĢtim ki bir
gün bana bir teklifle gelirsen evet, diyecek bir kız burada seni bekliyor olacaktır.
Bu sorumu yanıtlasın. Ondan sonra yeni bir teklifi varsa ona da hazırım,
demiĢtim.‟ dedi. Salih de ona, “Gülsevil, benimle evlenir misin?”dedi. Gülsevil de
“Evet, Salih. „evet‟ diye” cevap verdi. Bunun üzerine AyĢe Nine, dört nine-torun
elinden geçmiĢ bir aile yadigârını çıkarıp Gülsevil‟in boynuna taktı. Artık Gülsevil,
Salih Efendi ailesinin sürdürücü bir üyesi oldu. Sizler gelmeden önce biz de
burada oturmuĢ niĢan gününü saptadık. Benim canım nineciğim. “Ben perĢembe
günü akĢamı, cuma gecesi olsun isterim. Nikâh ve düğün gününü de gençlerin
kendine bırakıyorum. Burada önemli bir Ģey daha söylemem gerek: Bu düğünün
tüm giderlerini sevgili babam Mustafa Bey, desteklercisi olarak yükümlenmiĢtir,”
diyerek sözlerini bitirdi.
Gülsevil ve Salih burada söze girdiler:
“Bizler, siz büyüklerimizin alacakları karara uyarız. Lütfen sizler, alın,”
dediler. O zaman Oya:
“Değil mi ki iĢ büyüklere kaldı. Ben de Müdire Anne‟yi, AyĢe Nine‟yi, babamı
ve Hatice Anne‟mi öneriyorum. Ne dersiniz? Kabul mü?”
Orada bulunan herkes hep bir ağızdan:
“Uygundur! Kabul!” dediler.
Bunun üzerine Oya:
“Gelin sizleri Ģuraya alayım. Sakın kavga falan edeyim demeyin. Bakın kimse
gelip ayırmaz, sizler bilmiĢ olun,” diyerek onları lokantanın bir köĢesine oturttu.
[140]
Gülsevil‟le, Salih‟in gözleri, kulakları o masadaydı. Bunu gören ve anlayan Mustafa
Bey, iĢaretle onları da yanlarına çağırdı. Oya Hanım bu masada, Müdire Hanım da
öbür masada baĢkanlık ediyorlardı.
Müdire Hanım:
“Ġzin verirseniz. Ben gençlere bir Ģey sormak isterim. Kızım, oğlum! Sizler
çabucak evlenmek mi, yoksa biraz bekleyip birbirlerinizi daha iyi tanımak mı
isterdiniz. Çekinmeden bana doğruyu söyleyin,” diye sorunca, ikisi birden:
“Biz ikimiz birbirimizi yeterince tanıyoruz. Bunun için uzun zaman
bekletmenize gerek yoktur,” dediler.
Müdire Hanım:
“Mesele anlaĢılmıĢtır arkadaĢlar, Bu hafta niĢanları yapılacak. Zaten bu
karar alınmıĢtır. Gelecek hafta sonunda da nikâh ve düğün için ne dersiniz,”
deyince AyĢe Nine söze girip:
“Düğünü cuma gecesi yapsak daha iyi olmaz mı? Mübarek gecede olsun
isterim,” dedi.
Toplantıdakilerin tümü birden uygun gördüler. Kabul ettiler.
Müdire Hanım:
“Bu iĢ bitti. Haftaya perĢembe akĢamı düğünümüz var. Nikâh da o akĢam
olacak. Bu da güzel, Geriye bu nikâh ve düğün nerde olacak. ArkadaĢlar, kusura
bakmayın „Ġki çıplak bir hamama yakıĢır,‟ demiĢler. Bu gençlerin kendi hazırlıkları
var mıdır? Bu kızımız kendi çeyizini hazırladı mı? Bu oğlumuz neler yaptı? Neler
hazırladı? Bunları da bilmek isterim.”
Burada Musatafa Bey söz aldı:
“Müdire Hanım! Siz hiç endiĢe etmeyin. Bu çocukların ikisinin de babası
benim. Ne lazımsa hemen bu akĢam Oya‟yla bir araya gelip tespit edin. Ertesi gün
her Ģey hazırdır. Onları seçmek ve beğenmek için de Müdire Hanım siz, kızım
Oya, AyĢe Teyze, sevgili dünürüm Hatice Hanım, yanınıza bir de Salih‟le Selim‟i
katınca bu iĢ tamamdır. Yalnız bir tek ricam olacaktır sizlerden. Allah aĢkına önce
listeyi yaparken, sonra onları alırken ucuzuna, ehvenine kaçmayın. Böyle bir
desteklerciliğe soyunmak boru değil. Ben reklâm için yapmıyorum. Bir oğlumu ve
bir kızımı evlendiriyorum. Lütfen buna göre davranın.”
Müdire Hanım, “BaĢka görüĢecek bir Ģeyimiz kaldı mı arkadaĢlar? Yoksa
kalkıp sonucu öbür masaya bildirelim,” dedi. Diğerleri de bir Ģey söylemeden
katıldılar. Sonra Oya Hanım‟ın masasına geçtiler.
Müdire Hanım, “ĠĢte kararımız. Önümüzdeki hafta perĢembe akĢamı, cuma
gecesi, burada nikâh ve düğün olacaktır. Bir karar daha alındı. O da bu akĢam
Oya, Gülsevil, Hatice Hanım, AyĢe Hanım Teyze ve ben, bir araya gelerek
düğünden önce alınması gerekenleri saptayacağız. Ġsterseniz arzu edenler veya
arzu ettiklerinizi de alabiliriz. Yarın da yine Oya Hanım, Gülsevil, Hatice Hanım,
AyĢe Hanım Teyze, Selim ve Salih Beyler‟le alıĢveriĢe çıkılacak. Yalnız bu kiĢiler
bizim saptadığımız kiĢilerdir. Siz isterseniz, baĢkalarını da alabilirsiniz.”
[141]
Oya, “Sağ olun, Müdire Anne. Çok önemli bir iĢi çözdünüz. Eksik olmayın.
ArkadaĢlar Ģimdi bu gecenin Ģerefine bir pastamız vardır. Bir de yemeğimiz
vardır. Önce hangisinden baĢlayalım.”
Bu sırada Turgut‟un sesi duyuldu, “Bizim Küçük Mahmut Bey çok acıkmıĢ,
„Ben yemek yemezsem lokantayı baĢınıza yıkarım,‟ diyor. Vallahi, benim ve
annesinin bundan haberimiz yoktu. Kulağına fısıldamıĢ annesinin. O da bana
söyledi. Ben de size söylüyorum. Bir kaza olmadan yemek yesek daha iyi olur.”
Gülsevil, “KimmiĢ bu küçük bey. Biz tanıĢtık mı onunla? Bizi tanıĢtırınız.”
Turgut, “O öyle her isteyenle tanıĢmaz. Bakalım sizinle tanıĢmak ister mi?
Gülbahar, Mahmut Bey‟le tanıĢmak isteyen çok güzel bir kız var, sor bakalım
kabul edecek mi?”
Gülbahar, “Buyursunlar. Çok güzelse gelsin, diyor.”
Gülsevil Gülbahar‟a doğru gider.
Gülbahar, “Mahmut Bey, bu kız söylenenden de güzelmiĢ. Sakın onu baĢtan
çıkarıp sevdiğinden ayırma. E mi?” dedi ve bir tomar bohçayı tutup Gülsevil‟in
kucağına verdi. Gülsevil de onu bağrına bastı:
“Ben, seni çok çok sevdim. Salih‟ten vazgeçip, annenden seni mi istesem? Ne
dersin? Gülbahar Hanım, verir misin bu yakıĢıklıyı bana?
Daha doğrusu beni ona alır mısın?”
“Allah seni sevdiğine bağıĢlasın. BaĢınızı bozmasın. Sana istediğin gibi bir
oğlan versin.”
“Biraz bende kalabilir mi?”
“Kalsın ama çok değil. Ben karıĢmam. Sonra, bana gelir de, bak annesi ne
yaptı oğlun, dersen,” diyordu ki Gülsevil‟in elleri ıslanmıĢtı bile.
“ĠĢte gördünüz Gülsevil KardeĢ, bu böyle yaramaz bir oğlandır. Hem güzel
kız ister, hem de böyle edepsizlik yapar. Kusura bakma. Sen bana ver de ellerini
yıka,” diyerek oğlanı geri aldı.
Gülsevil, Gülbahar‟ı da yanına alarak lavaboya giderler. Orada Mahmut‟un
ıslattığı bezleri ve ellerini yıkayıp geri gelirler. Onlar gidip gelinceye değin sofra
hazırlanmıĢ yemeğe baĢlanmıĢtı bile. Yerlerine oturup kendileri de yemeğe
baĢladılar. Yemek yenirken yarın çarĢıya çıkacakları yeniden tespit ettiler.
BeĢibiryerdeler:
“Ġlla biz de geliriz.”deyince Oya Hanım, Mahide Hanım‟la Mutlu Bey‟e rica
etti. Fahriye Hanım‟a ve Ġhsan Bey‟e de ısrar edince Turgut:
“Ben de kendimi davet ediyorum. Önce taksiyle gelirim, diyecektim. Baktım
gelecekler taksiye sığmazlar, sonra minibüsü alayım, dedim. Baktım ki onun da
sınırını geçtik. Söyler misiniz bana, yarın otobüsle kaçta burada olalım.”
Oya, “On üç on dört gibi burada olursanız yeter.”
Mustafa Bey, “Sen bu iĢe gönüllü karıĢtın. Öyleyse sabah on gibi burada ol.
Herkes de öyle gelsin. Sabahleyin çıkalım. Yarın çok iĢimiz var. Sen onlara bakma
böyle söylerler, ama bir mağazaya girdiler mi çıkmayı bilmezler. Herkes sabah
[142]
saat onda burada olacaktır. Gelemeyenler, gelmeyecekler sayılacağından
beklenmeyecektir. Herkes anladı mı Ģimdi? Oya‟nın sözünü ettiği, ama bir türlü
yüzünü göremediğimiz pastaya sıra geldi sanırım.”
Oya, “Ay babacığım! Gerçekten unutmuĢtum. Sen de bu kızını utandırmayı
hep seversin. Sizlerden de özür dilerim. Gerçekten unutmuĢum. ArkadaĢlar,
getirin lütfen pastayı!”
Pasta geldi. Oya, Salih‟le Gülsevil‟i yanına çağırdı.
“Bu sizin ilk tanıĢıp anlaĢma pastanızdır. Bu yüzden siz kesip dağıtacaksınız.
Hadi buyurun iĢ baĢına!” dedi. Onlara pastayı kestirip herkese pay ettirip
dağıttırdı. Yalnız Salih‟le Gülsevil değil, herkes sevinmiĢti bu iĢe. Bunu gören Oya:
“Size, bilmediğiniz bir Ģey daha söyleyeyim. Sevineceğiniz, çok mutlu
olacağınız bir olay daha gerçekleĢti bu akĢam. Biliyorsunuz, biz sekiz kiĢilik bir
takımdık. Adımız Salih Efendi Takım‟ıydı. Peki, yanıma gel. Gülsevil, sizler de
kızlar. Gelin kızlar. Kaç kiĢi oldunuz? Ben söyleyeyim. BeĢ kiĢi. ġimdi de Mutlu
Öğretmen‟den rica edeyim, ilk takımlarını alsın onlar da Ģöyle Ģu yanıma gelsinler.
Bu takım kaç kiĢi? O da beĢ mi? Evet. Bu takımın bir adı vardı. ġimdi takım
üyeleri yüksek sesle ilk adlarını söylesinler hepimiz duyalım.”
BeĢ kiĢi birlikte, “Kör Salih Takımıyız.”
Oya, “Sonra, biz Selim‟le evlenince takım beĢten altıya çıktı. DüĢünün ki
Salih‟in adı var kendisi yok. Böyle olmaz, onu da alalım, dediler. Tam o sırada
benim sevgili babam, „Beni de alır mısınız?”diye kendini teklif edince onu da
aldılar. Oldu mu sonradan gelen üç kiĢi ile takım sekiz kiĢi? Bunun arkasından bu
sekiz kiĢinin aileleri de iĢin içine girince, artık bize bir kütük defteri gerekecek.
Bu böyle olduğu gibi dursun, gelelim bizim Ģu dünya güzelleri kızlara: Bu güzeller,
beĢ altı yaĢından beri ayrılmaz beĢler olarak birbirlerine sarılmıĢlar. Kederde,
kıvançta hep birlikte olmuĢlar. Onlar da beĢ kiĢiler, bizim Kör Salih Takımı da
kuruluĢunda beĢ kiĢi idi. Oradan Selim benimle evlendi. Biz evlenince takımın
adında küçük bir değiĢiklik oldu. BaĢtaki kör sözü atıldı. Sonuna efendi eklendi.
Böylece takımın adı Salih Efendi Takımı oldu. ġimdi bu takımdan bir kiĢi daha
evleniyor. Kiminle Ayrılmaz BeĢlerin birisi ile. Bu evliliğin temeli atıldığı ilk gün
AyĢe Teyze‟nin verdiği çok değerli bir hediye ile Ayrılmaz BeĢler Takımının adı da
tarafımdan BeĢibiryerde veya BeĢibirlik olarak değiĢtirildi. ġimdi asıl sözüme
geliyorum. Biz bu akĢam, yalnız Gülsevil‟le Salih‟i değil. Aynı zamanda Salih Efendi
Takımı ile BeĢibirlik Takımını da evlendiriyoruz. Bizim evliliğin temeli atıldığı gece
ben yine tümünüzün önünde bir söz vermiĢtim. Bilmem anımsıyor musunuz? Size
söz veriyorum. En kısa zamanda Salih Ağabey‟imi de evlendireceğim, demiĢtim.
ĠĢte oldu. Yine size söz veriyorum. BeĢibirlik takımının kalan dört kızını da
evlendireceğim. Buna da söz veriyorum Hem de boyunlarına birer BeĢibiryerde
takarak. Söyleyeceklerim bitmiĢtir. Beni dinlediğiniz için teĢekkürler.”
ġükran, “Oya Abla, senin bu iĢi becerebileceğini bildiğim için kendi
aramızda konuĢtuk. Bu iĢi bir sıraya koyalım, dedik. Aramızda bir kur‟a çektik. Bu
[143]
kur‟a sonucuna göre ilk sıra Yüksel‟e, 2.sıra Gülderen‟e, 3.sıra Aysel‟e, 4.sıra da
ben zavallı ġükran‟a düĢtü. Benim canım gözüm Oya Ablacığım. Allah aĢkına elini
çabuk tut da, kocayıp ihtiyarlamadan ben de yuvamı kurayım. Yoksa kız kurusu
olur evde kalırım. Ocağına düĢtüm. Beni bu durumdan kurtar. Yani demek
istediğim sıramızı değiĢtir, demiyorum. Yalnız mümkünse elini çabuk tut. ġöyle
parası bol, iĢi bol kazançlı, malı mülkü çok dört kardeĢ bul, her birimizi birine ver.
Varsın yakıĢıklı olmasınlar, isterlerse genç de olmasınlar, Çok yaĢlı olmaları da
tercih konusu olur. Kısa bir sürede çeker giderler. Biz de, eski özgürlüğümüze
döneriz. Fakat geri yuvalara dönmek olmasın.”
Oya, “ġükran, sen ne söylediğini biliyor musun? Bu sözlerle kimleri üzdüğünü
hiç düĢündün mü? Yahut akĢam yatıp uyumadan önce bir düĢünür müsün? Yoksa
sen kendi baĢına bir tiyatro mu oynuyorsun? En iyisi akĢam uyumadan önce sen
bunları bir düĢün, ertesi gün de bana gel. Eğer geceyi rahat geçirdin ve
uyuyabildiysen, sana bir diyeceğim olmaz. Yok, eğer zorla uyuyabilmiĢ ya da
uykuda hep hafakanlar geçirmiĢ, karabasanlar görmüĢsen o zaman sana
söyleyecek çok sözüm olacak.”
ġükran, “Oya Abla, lütfen, beni bir dakika daha dinler misin? ġu dört
arkadaĢım Ģahit, dördüncü sırayı ben kendim bilerek çektim. Daha önce de size
söylemiĢtim. Gülsevil‟in ilk sırada gitmesini de ben sağlamıĢtım. Ġnan bana evlilik
düĢkünü, erkek delisi bir kız da değilim. Öyle olsaydım bu güzel ve tertemiz kızlar
arasında bugüne değin barınamazdım. Bunu dördü de çok iyi bilirler: Onlar Ģunu da
iyi bilirler. Ben Ģakayı, güldürmeyi çok severim. ĠĢte bu özelliğimden ötürü çoğu
zaman yanlıĢ anlaĢılır ve haksız yere azarlanırım. ġu anda yaptığım bu anlamsız ve
yersiz Ģakadan dolayı tümünüzden özür diliyor. Beni bağıĢlamanızı bekliyorum.
Arıcak bu söylediklerimin bir Ģakadan baĢka bir Ģey olmadığına dair dört tane de
canlı tanığım var. Ben söylemeyeceğim. Ġsterlerse onlardan biri size durumu
açıklayabilir.”
Gülsevil:
“O tanıklardan biri de benim. ġaka dediği bölüm dıĢındaki sözlerinin,
tümünün doğru ve samimi olduğuna Ģahitlik yapacak birisiyim. ġükran, bizim
canımız, hayatımız, neĢemiz. Siz sanıyor musunuz biz beĢ arkadaĢı bir arada
özverilerle böyle uzun süredir birbirimize kenetleyen güçlü bir kaynağımız vardı.
Bu güne değin bizim de herkes gibi anlaĢamadığımız konular oldu. Hatta zaman
zaman küskünlüğe varan kırılmamız oldu. Ama kaynak güçlü ve çok sağlam
olduğundan çatlama, kopma gibi birlikten ayrılma olmadı. O bizi tutup yine yan
yana getirir, yine barıĢtırır. Ona neler borçlu olduğumuzu bizler biliriz. ġükran,
bu sözleri akĢam bize de söyledi. Hem de özel giysi ve makyajla dramatize
ederek, bizleri gülmekten kırdı geçirdi. Dakikalarca güldük, eğlendik. Sizin
düĢündüğünüz gibi düĢünmek hiçbirimizin aklından geçmedi. Ayrıca benim
evleneceğimden de inanıyorum ki benden çok o, seviniyor. Sağ ol ġükran, iyi ki
varsın, sen bizim neĢe kaynağımızsın.”
[144]
Üç kız bir arada:
“Bizler de Gülsevil‟in sözlerine katılıyor, ona destek oluyoruz. Lütfen sizler
de onu yanlıĢ anlamayın. Ne derse desin, bizler ġükran‟a alınmayız. O bizim yaĢam
kaynağımızdır. O olmasa aramızda kim bilir neler olur, ama adam olamazdık. Sağ
olasın ġükran. Eğer bugün adam ya da insan olduysak bunu sana borçluyuz. Bizleri
adam gibi adam yapan sensin, bizler bunu biliyoruz, buna inanıyoruz. Sen sağ
olasın ġükran,” dediler. Sözlerini bitirince Oya:
“Ben çok büyük bir yanlıĢ yaptım. Gerçekten çok üzüldüm. Gerçekten yanlıĢ
anlamıĢım ġükran‟cığım. Bilmem beni bağıĢlayabilecek misin? Burada bulunanların
tümünden de özür dilerim.”
ġükran, “Bir önerim var Oya Abla! Kabul edersen sen ve ben, burada
bulunanlar bu akĢamın bu tatsız olayını unutalım. Bir daha hiç sözünü etmeyelim,”
deyince masada bu iĢe tanık olanların tümü birden:
“Neyi unutalım?”
ġükran, “Bilmiyorum. Ben de unuttum,” deyince konu kapandı.
Herkes kalkıp evlerine giderken ayrı ayrı gecenin sahibi Gülsevil ve Salih‟e,
ev sahibi olarak da Oya ve Selim‟e “HoĢça kal,” diyorlardı. Mustafa Bey biraz
önce izin almıĢ gitmiĢti. Bizim kızlar da gitmeye hazırlanmıĢ, onlar da gelmiĢ
Gülsevil‟le el sıkıĢırken Oya onları yakalayıp:
“Onu burada mı bırakıp gideceksiniz? Sonra sizler, bu lokantanın çalıĢanları
değil misiniz? Kimden izin aldınız da kendi baĢınıza kalkıp gidiyorsunuz?”
ġükran, “Bizim gideceğimizi kim söyledi ki? Biz geldik Gülsevil‟i kutlayıp
iĢimizin baĢına dönecektik.”
Oya, “Kız, sen Ģöyle yanıma bir gel bakayım,” diyerek saçlarına sarılıp
kendine çeker, “Bir melek misin sen? Yoksa baĢka bir Ģey misin?”
ġükran, “Ben melek olamam ablacığım. Meleklik içimizde yalnız sana yakıĢır.
BaĢka bir Ģey, hiç olamam. Olsam olsam insan olabilirim. Onun da erkeği değil
diĢisiyim. Yani ben biraz önce senin beni çağırırken söylediğin gibi önce bir kız,
sonra bir insan olmaya çalıĢıyorum. Canım ablacığım benim,” diye boynuna sarılıp
onu yanaklarından öper. Orada bulunanlar dikkat etmiĢlerse ikisinin de
gözlerinden birkaç damla yaĢ aktığını görmüĢlerdir. Ancak ikisi de bu konuda çok
usta olduklarından bunu gizlemeyi bilmiĢlerdir.
Sabahleyin, dokuz olmadan Turgut gelmiĢti. Kendisi köyden getirdiği ailesi
ile otobüsün içinde bekliyordu. Küçük Mahmut Bey bile gelmiĢti. ġadan Hanım,
elindeki kocaman bir paketi götürüp mutfağa verdi, geri döndü. Lokantanın
önünde durmuĢ, kendi takımlarından olanları otobüse dolduruyorlardı.
Ġlk gelenler Hasanlar oldu; annesi Fatma Hanım, eĢi Medine tam anlamıyla
karnı burnunda gelmiĢti. KardeĢleri: Hüseyin ve Zühre de gelmiĢlerdi. Onların
arkasından Mutlu Öğretmen, güzel ve gösteriĢli eĢi Mahide Hanım, oğlu Erdem,
kızları Yağmur ve Damla geldiler. Turgut ve ġadan Hanım onları da hemen
otobüse doldurdular.
[145]
Turgutlar‟dan Turgut, ġadan Hanım, eĢi Gülbahar, oğlu Mahmut Bey,
kardeĢleri: Ramazan, Gülümser, Yasemin ve Emin gelmiĢlerdi.
Ömerler de geldiler: Onlar da, Demirci Ömer, babası Ġhsan Bey, annesi
Fahriye Hanım, kardeĢleri: Esin, Erim, Enise. Turgut‟la ġadan Hanım‟ın
makasından kurtulamadılar.
Bu arada Oya, Selim, Salih arada bir çıkıp soruyorlardı, gelen oldu mu, diye.
Turgut hemen yanıtlıyordu: “Yok, daha gelen yok!” diyor. Ve arkasından ekliyor
“Siz merak etmeyin, gelen olursa biz gelir size söyleriz,” diyorlardı.
Oya Hanım, sorup içeri girmiĢti ki Mustafa Bey, Selim‟in babası Hidayet
Bey, annesi Hatice Hanım, kardeĢleri: Teoman, Tansel çıkageldiler. Arkalarından
Müdire Hanım ve bildiğimiz beĢ kızlar, salına salına geldiler. Kadro tamamlanmıĢtı.
Turgut‟la annesi, onları da içeri göndermediler. Otobüse soktular.
ġadan Hanım lokantaya girerek:
“Oya Hanım kızım, henüz hiç kimse gelmedi. Siz onlara baĢka bir yerde
buluĢmayı söylemiĢ olmayasınız. Yarım saat geçti henüz bir kiĢi bile gelmedi. Ben
Ģu paketimi alıp gideyim. Salih Efendi oğlum, sen Ģu paketimi götür otobüse koy
gel de, ben de gideyim,” dedi. Salih paketi alıp otobüse götürürken ġadan Hanım:
“Aman, Salih Efendi oğlum! Dikkat et kırılmasın. Arka kapıdan gir, en arka
koltuğa koy yanına da otur. Ben gelinceye değin sakın bırakıp geleyim deme. Olur
mu?” dedi. Sonra da Oya‟ya ve Selim‟e hoĢçakalın demeden koĢup gitti. Yalnız
kapıdan çıkarken:
“Oya Hanım, Selim Bey‟i al gel de, size Allah‟a ısmarladık, diyeyim,” dedi.
Sonra da çıktı gitti. Çok geçmeden Oya ile Selim dıĢarı çıktılar. Baktılar ki ġadan
Hanım, Turgut Bey görünürlerde yoklar. Otobüse girmiĢlerdir diye kapıyı açıp da
herkesi içerde görünce bir oyuna geldiklerini anlarlar. Salih, Gülsevil‟in yanına
oturmuĢ, kızların ikisi onların önünde ikisi de arkalarında yerlerini almıĢlar.
Turgut otobüsü kullanıyor. ġadan Hanım, Gülbahar‟la Mahmut Bey‟in yanında
oturuyorlar. Gelmeyen kimse kalmamıĢ. BeĢibiryerde ekibi ve Salih Efendi
Takımları eksiksiz yerlerini almıĢlar. Son gelenler de yerlerine oturunca otobüs
hareket eder. Önce bir beyaz eĢya mağazası önünde dururlar. Buzdolabı, çamaĢır
makinesi, bulaĢık makinesi gibi büyük eĢyalara bakarlar, beğendikleri malları
ayırtırlar, sonra o mağazada bulunan baĢka mutfak eĢyalarına sıra gelir. Bayanlar,
onların hangileri gerekiyorsa onları seçer ayırırlar. Mustafa Bey‟le Selim, mağaza
sahibinin yanında otururlarken, Salih Gülsevil‟in yanından ayrılmaz. Alınmak üzere
ayrılan malları mı, yoksa yeni tanıĢan sevgililer, daha önce birbirlerine söylemeleri
gereken sözleri mi konuĢuyorlardı, belli değildi: Hangisi olursa olsun, ne
söylerlerse söylesinler, ne yaparlarsa yapsınlar, bu onların hakkı değil miydi?
Öyleyse istediklerini söylesin, istediklerini yapsınlar. Bu, yaĢam boyu kız olsun,
erkek olsun, insan baĢına bir kez gelir. Oradan yatak, yorgan, halı, kilim satan bir
yere gittiler. Oradan da alacaklarını alıp doğru bir mobilyacıya gittiler. Onu da
aldıktan sonra, doğru bir terzi dükkânına gidip Salih‟e, niĢan, nikâh, düğün giysisi
[146]
ısmarlandı. Oradan çıkınca Oya gelini alıp kendi terzisine götürdü. Ona niĢan,
nikâh ve düğün giysileri ısmarlandı. Bu arada üç kıza da elbiseler ve nedimelikler
ısmarlandı. Alınan mallar satıcılar tarafından niĢan gününden önce getirilip Salih‟in
evine teslim edilecekti. AkĢama yakın bir zamanda iĢleri bitmiĢ hepsi birden
lokantaya gelmiĢlerdi. Hepsi otobüsten inip lokantaya girdiler
ġadan Hanım da o kocaman paket mi nedir onu aldı getirdi.
“Bu gün ikram benden,” diyerek paketi açtı. Ġçinden çıkanlar dürümdü. Bu
dürümler yazda ve kıĢta birkaç gün bozulmadan bekletilebilirler. Biz buna çoban
azığı deriz. Çoban yaylaya çıkarken kendisine bundan yüzlerce yapar veririz. O da
götürür. Yaylada konakladığı çadırda veya kulübede saklar, hem kendisi yer, hem
gelen giden misafirlerine de ikram eder. Her biri yetiĢkin bir insanı doyurabilir.
Çok lezzetli ve güzel kokuludur. “Ġkinciyi isteyene kesinlikle veremem. Gerisini de
yerken ve yedikten sonra konuĢuruz. Buyurun afiyet olsun,” dedi. Herkes önce
çekinerek bir lokma ısırdı. Onu korka korka çiğnemeye çalıĢırken, tadını erken
alanlar ikinci üçüncü lokmalarını aldılar ve iĢtahla yemeğe baĢlamıĢlardı. Bizimkiler
dürümü yemeğe çalıĢırlarken garsonlar büyük bardaklarla birer köpüklü ayran
getirip dağıttılar. Ayran gelince millet iĢtahlandı. Herkes göz ucu ile ġadan
Hanım‟a bakıyordu. Ama ġadan Hanım hiç oralı değildi. Herkes bitirince:
“ġimdi de size daha küçük birer dürüm vereceğim. Bunu tümünüz bilirsiniz.
Bu dürümün üstüne de bu gider,” diyerek küçük dürümleri de dağıttı. Gerçekten
bunu herkes biliyordu. Yalnız bunlara dürüm demek yerine, özenle yapılmıĢ sıkım
demek daha doğru olurdu. Bu ġadan Hanım helvası idi. Millet bunu da zevkle yedi.
Herkes beğenmiĢti. DoymuĢlardı. Lokantanın ayrandan ve servisten baĢka bir
zararı olmamıĢtı. Herkes kalkıp giderken Oya, ġadan Hanım‟a yaklaĢıp:
“Bu çoban azığından lokantaya da koysak nasıl olur?” diye sordu. ġadan
Hanım da:
“Olur mu kızım? Bu yemek lokantada gitmez, ancak bir kır gezisinde veya
balık ya da kara avcılığına giderken kendilerine güvenemeyenlerin yanlarına
alacakları bir azık olur. Bu durum da arkadaĢları arasında alay konusu olacağı için
onlar da almazlar. Daha açık söylemek gerekse, korkularından teklif bile
edemezler,” diyerek Oya‟nın önerisini geri çevirdi. Yalnız pakette kalan birkaç
dürümle birkaç sıkımı da Oya‟ya vererek otobüslerine binerler, köylerine hareket
ederler.
Onlar gidince Oya, Gülsevil‟le Salih‟i çağırıp yanına oturtur:
“Gülsevil, söyle bakalım. Yarın ne yapacağız?”
“Bilmiyorum Oya Abla.”
“Kızım, ben mi niĢanlanacağım, sen mi?”
“Ha, sahi, onu mu soruyorsun? Ben vallahi unutmuĢtum. Ġyi ki anımsattın.”
“Kızım sen deli misin? Dangalak mısın? Sabahtan beri bütün millet sizin için
dolaĢıyor, çırpınıyor ve sen bunların senin için olduğunu unutuyorsun. Buna ne
denir?”
[147]
“Ne dendiğini bilmiyorum ama inanın ki unuttum.”
“Sen de mi Salih Ağabey? Sahi sen de mi unuttun? Siz ikiniz de sabahtan
beri çarĢı pazar dolaĢmanın ne anlama geldiğini bilmiyor musunuz?”
“Bilmeye biliyoruz da, bir kere bize bir Ģey sorulmadı ki. Bir Ģeyler alındı,
kime alındı. Hep hanımlar ön plandaydı. Mağazaya girdik gelinlik seçiliyor. Gelin
olacak kız durmuĢ bakıyor. Allah‟ın bir tek kulu da dönüp „Kızım sen ne diyorsun?‟
demiyor. Gülsevil‟le ben, yan yana durmuĢ „Acaba bunu kime seçiyorlar?‟ diye
merak ediyoruz. Sen alınma ama „Acaba Yurt Müdiresi Hanım Efendi mi gelin
olacak?‟ diye zaman zaman birbirimize sorup duruyorduk. ÇamaĢır alınmaya girdik;
biz yine seyirci. Halıcıya gittik; biz seyirci. Yani nereye gittiysek biz seyirci
olmaktan kurtulamadık. Alınanların tamamı Salih‟in evine dendi. Acaba kimin
eĢyaları bizim eve geliyor diye düĢünmediysem, Arap olayım. ġimdi de kalkmıĢ
bizleri unutmuĢ olmakla suçluyorsun. Oya Hanım, bu anlattığım manzarayı kim
yaĢasa unutmazdı. Hatta biz saygısızlık edip de sizden ayrılıp bir pastaneye girip
otursaydık, lütfen doğru söyleyin, kim anımsardı bizleri? Bizler, sabahleyin daha
otobüse binerken unutulmuĢtuk. Bunu biliyor musunuz?”
“Affedersiniz Salih Ağabey, Gülsevil KardeĢ‟im. Söylediklerinizin tamamı
doğrudur. ġimdi düĢünüyorum da tümümüz de bu konuda suçluyuz. Yarın
sabahleyin siz ikiniz bir de ben üçümüz gidip alınan malları yeniden göreceğiz.
DeğiĢtirilmesi gereken varsa orada anında değiĢtireceğiz. Hatta eksik olan bir
Ģey varsa onu da tamamlayacağız. Yalnız sizlerin yüzündeki Ģu solukluk, Ģu
burukluk gitsin. Yerine sevincin, mutluluğun gülücükleri gelsin. ġimdi sizler de çok
yoruldunuz. Gidip dinlenin, güzel bir uyku çekip uyuyun, sabahleyin saat sekizde
sizleri bekliyorum. Hiç çekinme, utanma olmasın. Bunlar, sizlerin yıllar yılı
kullanacağınız eĢyalar, haliyle sizlerin seçmesi, beğenmesi çok önemlidir. Bugün
olanların tümünden ben sorumluyum. Bir de bunları bilmiyormuĢ gibi kalkmıĢ
sizleri suçluyor, ahkâm kesiyorum. Lütfen kimseyi suçlamayın. Bir daha
söylüyorum tüm suç, tüm günah benim. Lütfen beni affedin. Yarın sabahleyin
bunların tümü düzelecektir. O beğenilenlerin hiçbiri alınmayacak. Yalnız sizin
istedikleriniz alınacaktır. Yeter ki siz dediğim gibi gülmeyi, gülümsemeyi
unutmayın.” Salih ve Gülsevil ayrı ayrı Oya‟nın boynuna sarılarak teĢekkür ettiler.
Ġkisi de gülerek ayrıldılar.
Ertesi sabah, erken kalkan Gülsevil, henüz arkadaĢları uyurken, sessizce
hazırlanıp odadan çıktı. Saat sabahın yedisiydi. Kapıcı odasına girip orada kırk
dakika kadar bekledi. Sonra da çıkıp Oya Hanım‟ın yanına gitti. Oya Hanım da
Salih de gelmiĢ kendisini bekliyorlardı. Ona kahvaltısını yaptırıp hemen yola
çıktılar. Dünkü ilk girdikleri mağazaya girdiler. Aldıkları eĢyalar paketlenmiĢ
yollanmaya hazır bekliyordu. Oradaki malların bir kısmı ancak mankenlerin
defilede kullanabilecekleri aksesuar türü Ģeylerdi. Gülsevil, böylesi eĢyanın
tümünü çıkardı. Öbürlerinin de bir kısmını değiĢtirdi. Bu iĢleri hep Salih‟le
konuĢarak, danıĢarak yapıyor, onun onayı olmadan bir mendil bile almıyordu.
[148]
Oradaki iĢleri bitince, halıcıya gidildi. Seçilen halılara bir bakıldı. Bu halılar, bir
camiye veya saraya güzel giderdi. Ama Gülsevil‟le Salih‟e göre kendi evlerine asla
gitmezdi. Bu yüzden tamamı bırakıldı. Yerlerine üç tane eve gidebilecek halı
seçildi. Böyle yapmasalardı, on iki parça kocaman halı gelecekti. Oradan çıkıp
mobilyacılara girdiler. Onların geldiğini gören mobilya satıcısı, koĢup yanlarına
gelerek:
“Oya Hanım, ben de Ģimdi sizi arıyordum. Bu değin çok ve ağır mobilya hangi
eve sığar? Sakın sipariĢinizde bir yanlıĢlık olmasın, diyecektim,” deyince Oya:
“Sağ olasın Niyazi Bey. Biz de onun için gelmiĢtik,” deyip mağazaya yeniden
daldılar. Dünkülerin tümünden vazgeçilip onların yerine hem daha güzel, hem daha
çok yararlı, hem daha ucuz olanlar seçildi. Dün alınanlara göre bugün alınanlar,
yüzde altmıĢtan daha ucuza geldi.
Oradan çıkıp, çamaĢırcıya girdiler. Dün seçilip ayrılan çamaĢırları görünce
ikisi de hatta üçü de gülmekten kendilerini alamadılar. Ve Salih‟le Gülsevil:
“Biz bunları yüz yıl kullansak bitiremeyiz,” diye alay ettiler. Ayrılan
çamaĢırların bir kısmından ikiĢer üçer tane alarak, gerisini bırakıp doğru terziye
gittiler.
Terzi, “Oya Abla, hoĢ geldiniz,” dedi. Onlara yeni bir emirleri olup
olmadığını sordu. Oya da ona dünkü sipariĢlerini almaya geldiklerini söyleyerek
Ģaka yaptı. Bunu duyan terzinin eli kolu titremeye baĢladı. Oya, ona acıyarak:
“ġaka Ģaka! Bak, ustacığım. Bizim niĢanımız bugün. Bu nedenle niĢan
elbisesinden vazgeçtik. Onun yerine hazır giyime gidip oradan bir Ģeyler alacağız.
Yalnız, dün sana ne sipariĢ etmiĢlerdi?”
“Gelin ve damat için niĢan elbisesi. Onlardan vazgeçtiniz, tamam. Ayrıca
gelin ve damat için nikâh ve düğün elbiseleri.”
“Peki, nikâhla düğünün aynı anda, aynı salonda olacağı da söylendi mi? Ne
diyorsunuz gelin hanım, damat bey? Sizler ne diyorsunuz?”
Gülsevil ve Salih:
“Ne diyelim, Oya Abla. Önce nikâh memuruna nikâh elbisesiyle çıkar, sonra
orada üstümüzü baĢımızı değiĢtirir, düğüne katılırız.”
Bunun üzerine terzi:
“Aman, Hanım Efendiciğim! Hiç öyle Ģey olur mu?” diye birden atılıverdi. Bu,
Gülsevil‟den daha ciddi Ģaka için bir fırsat vermiĢti.
Oya, “Neden olmasın? Oradakilere sorun bakalım. Hiç mi çıplak kadın
görmemiĢler. Siz pavyonlara niye gidersiniz? Bir yığın parayı neden verirsiniz?
Yarı çıplak bir kadın görmek için değil mi?”
“Siz, vallahi Ģaka ediyorsunuz Hanım Efendi! Siz böyle bir kız değilsiniz.”
Gülsevil, “Bakın, siz bile anladınız da, o kocaman kadınlar anlayamamıĢlar.
Lütfen nikâh için yapılan sipariĢi de iptal edin. Benim de Salih‟in de böyle gardırop
süsüne ihtiyacımız yoktur.”
[149]
Salih, “Gelinlik ve damatlık için neler istendi? Onları da bilmek isteriz,”
deyince, Terzi ustası büsbütün ĢaĢırdı.
“Benim aslan beyciğim, güzel kızım, siz de buradaydınız. Neden
bilmiyorsunuz?”
Salih, “Bire ustacığım, beni ve niĢanlımı adam yerine koyan oldu mu ki,
karıĢalım. Ne olduğunu bilelim. Siz Ģimdi dünü unutun. Ne Oya Hanım, ne
niĢanlanacağım bu kız, ne de ben, dün size gelmiĢ değiliz. Oya Hanım, sizi tanıyor
ve beğeniyormuĢ. Biz de bir terzi arıyorduk. O nedenle size geldik. Daha önce hiç
gelmedik. Haftaya bugün düğünümüz olacak. Bir gelinlikle damatlığı yetiĢtirebilir
misiniz? Siz onu söyleyin.”
Terzi, “Provalara ne zaman gelebilirsiniz?”
Salih, “Ne zaman isterseniz buradayız.”
Oya, “Gülsevil‟in provasına ben de geleceğim. Sen bize gününü söyle yeter.”
Terzi, “Ya nedimelikler ne olacak?” diye sorunca, Oya:
“Nedimeler kaç kiĢiydi?”
“Üç kiĢiydi.”
“Onlar dört olsun.”
“Gelinlik, damatlık ve dört de nedimelik, haftaya çarĢamba günü hazır
olurlar.”
ĠĢ halledilince oradan çıkarlar. Yolda giderlerken Gülsevil:
“Oya Abla, dördüncü nedime kim olacak?”
Oya, “Yabancı değil. Benim görümcem Tansel. Yoksa sen alındın mı? Doğru
söyle.”
Gülsevil, “Hayır, abla! Ama doğrusunu istersen önce biraz alınmıĢtım ama
Tansel olduğunu duyunca rahatladım. Kabul eder mi abla?”
Oya, “Neden kabul etmesin. Seve seve kabul edecektir.”
Gülsevil, “Benim gibi biraz yardım severlerin yardımları, biraz da devletin
katkısıyla büyütülmüĢ, hayatta bir kuruĢu olmayan kendisinin olan bir çöpü
bulunmayan, hatta Ģu anda sırtındaki gömlek ve külot gibi iç çamaĢırları bile
kendisinin olmayan bir zavallıyım. Benim nedime neyime, bunu bile sen layık
gördüğün için senin sayende kabul ediyorum. Eğer Tansel gibi bir kız gelir de
benim arkamdan nedimelik yaparsa ben nasıl mutlu olmam. Nasıl gurur duymam.”
Oya, “Neden etmesin Gülsevil. Seve seve kabul edecektir? Senin hiç
endiĢen olmasın.”
Gülsevil, “Nasıl olmasın Abla? Benim olmasın da kimin endiĢesi olsun? Ben
zavallı, çocuk yuvalarında bakılmıĢ, yurtlarda barınmıĢ, annesinin, babasının kimler
olduğunu bilmeyen, hasepsiz nesepsiz bir kızım. Bilinen bir aile kızı mıyım, yoksa
sokağa atılmıĢ bir piç miyim? Hep bunları düĢünür, ağlar, üzülürüm. Seninle Salih,
sahip çıkıp, beni kabul etmeseydiniz, sonum ne olurdu bilmiyorum. ĠĢte Ģimdi ben
kendim itiraf ediyorum. Salih, hayatım, evlilik hayatı çok çetindir. Zaman zaman
insanlar birbirine kızar, kavga eder, hakaret eder. Bizde de olabilir. Böyle bir
[150]
Ģey olunca benim sığınacağım bir dakikalık bir yer yoktur. Bu yüzden küsüp
gidemem. Küssem de sığınacağım senin yanındır. Bu yüzden senden önemli bir
ricada bulunacağım. ĠnĢallah hiç olmaz, ama olur da bir gün kızar da kavga
edersek, beni istediğin kadar dövebilir, hatta öldürebilirsin. Sana hakkımı helal
ederim. Ama Ģu, biraz önce benim de bilmediğim geçmiĢimden dolayı bana hakaret
etme. Unutur da edersen, inan ki o gün kendimi öldürürüm. Bunları söylemek
zorundaydım. Söylemeden akĢam takılacak yüzükleri takmamaya kendime söz
vermiĢtim. ġimdi rahatladım. Ha bir Ģey daha Salih: Beni bu söylediğim bilinmeyen
geçmiĢimle kabul ediyor musun?” diye sordu.
Salih, “Ben de sana bir Ģey sorayım. Doğru söyleyeceğinden kesinlikle
eminim. GeçmiĢini hiç düĢünmeden seninle kuracağımız yuvaya senin kendinden
kaynaklanan korktuğun ya da utanacağın bir nokta var mıdır?”
Gülsevil, “Yoktur Salih, yoktur! Hiç korkun, kuĢkun olmasın. ġunu bil ki sana
ve yuvamıza leke getirecek en küçük bir olay bilmiyorum. Benim baĢımdan da
böyle bir olay geçmedi? ġimdi birbirimizi daha iyi tanıdık ve tanıttık. Yeniden
soruyorum. Beni yeni yuvanın diĢi kuĢu olarak kabul ediyor musun?”
Salih, “Evet, Gülsevil. Seni yuvamın diĢi kuĢu olarak, gönlümün sultanı olarak,
yaĢayabildiğimiz sürece de eĢim ve karım olarak kabul ediyorum,” diye konuĢarak
lokantaya geldiler.
Lokantada öğlen servisi bitmiĢ, temizlik yapılıyordu.
Oya, “Hadi bakalım Salih Ağabey, göster hünerini. KardeĢin ve sevgili
niĢanlın açlarından ölecekler. Kurtar onları.”
ġakayla karıĢık olarak acıktıklarını söyleyerek ġef Garson‟a görev verdi. O
da hemen üç ayranla üç ġadan Hanım dürümü alıp getirdi.
Salih, “Hazırda bir Ģey kalmamıĢ. Hazırlık için de zaman yok. Açları ölümden
kurtarmak için bundan baĢka çare bulamadım. ġimdilik bununla midelerinizi
aldatın. AkĢama bir Ģeyler düĢünürüz,” dedi. Bu bir sürpriz olmuĢtu. Ġki bayan da
bunu düĢünememiĢti. Gülerek dürümü yemeğe baĢladılar. AkĢam da zaten Salih‟le
Gülsevil‟in niĢan törenleri vardı. Salih lokanta çalıĢanlarını o iĢe yöneltmiĢ, bir
eksiklik olmaması için ne gerekirse onu yapıyordu. Bu kendi gecesiydi artık.
Gereken emirleri vererek, Oya Hanım‟dan izin alıp hazırlanmak için eve gitti. Oya
Hanım da Gülsevil‟i alarak berbere götürdü. Yolda giderken bildiği bir hazır giyim
mağazasına uğrayıp, niĢanda bir bayana ne gerekiyorsa alıp bir paket yaptırdı.
Onu, orada çalıĢan bir kıza verdiler. Kız önde kendileri arkada berber dükkânına
gittiler.
Berber, “Siz Ģu bölüme geçerek Üstünüzü değiĢtirin. AkĢam törende
giyecekleriniz ne varsa lütfen onları giyinip gelin.”
Gülsevil, “Oya Abla, sen de gelir misin lütfen,” diye Oya Ablasını da yanına
alarak içeri girdiler. Oya onu iç çamaĢırlarına varıncaya değin soydurup yenilerini
giydirdi. En sonunda da üst giysilerini giydirerek onu aynanın karĢısına getirip:
“Bak bakalım, Ģu çirkin kızı tanıyacak mısın?” diyerek alay etti.
[151]
Gülsevil, “Oya Abla, sahiden bu ben miyim?”
Oya, “Yok, bu sen değilsin. Biraz sonra berberin koltuğundan kalkıp buraya
geldiğinde sen olacaksın.”
Tam da bu sırada sırası gelmiĢ, berber onu çağırıyordu. Gülsevil hemencecik
gidip oturdu. Oya da yanındaydı. Berbere bir Ģeyler söyledi. O da, olur, baĢ
üstüne, der gibi baĢını salladı. Ve iĢe koyuldu. Saç yapıldı. Gülsevil koltuktan
kalkıp makyaj için makyajcı kızın önüne oturdu. Koltuk boĢalmıĢtı. Oya oturup
saçını düzelttirip taratmak istedi. Berber, Oya‟nın iĢini bitirdiğinde makyajcı kız
da Gülsevil‟in iĢini bitirmiĢti. Ġkisi birden aynanın karĢısına geçince Oya:
“ĠĢte benim bildiğim Gülsevil. Demin soruyordun, „Abla gerçekten bu ben
miyim?‟ diye. Ġyi bak bakalım. Bu sen misin, yoksa sen o musun? Hadi Ģimdi sen
söyle bana.”
“Ablacığım aklım karıĢtı. Allah aĢkına beni fazla sıkıĢtırma. Çok duyguluyum.
Ağlamak istiyorum.”
“Sakın ha! ġu anda etini kesseler ağlamayacaksın. Yoksa makyajın bozulur.
Her Ģeyi mahvedersin.”
“Peki ablacığım. Sen ne dersen onu yaparım.”
“Sağ ol, güzelim benim. Gece yüzükler takıldıktan sonra, seninle oturur doya
doya ağlarız. Olur mu? Ha sahi, yüzükler alındı mı? KoĢ, Salih‟e gidip soralım.
Yüzükler alınmıĢ mı? Yoksa hemen alalım,” diye berber dükkânından çıkıp bir
taksiye atlayarak lokantaya geldiler. Salih de yeni geliyordu. Oya, taksiye para
verirken birden biraz beklemesini söyledi. Salih‟i yanına çağırıp ona yüzükleri
sordu. AlınmamıĢtı.
Oya, “Gel bizimle,” dedi.
Taksiyi kendi kuyumcusuna çevirdi. Oraya gidip ikisinin de beğendiği birer
yüzük alıp, günün tarihini ve adlarını da yazdırarak, bir de kırmızı kordona
bağlatıp kendi çantasına koydu. Lokantaya döndüler. Gözden geçirdiler. Her Ģey
tamam olmuĢtu.
Çağrılı konuklar artık birer ikiĢer gelmeye baĢlamıĢlardı.
Salih‟in çağırdığı tek kiĢi vardı: Ninesi. O da zaten çağrılmasaydı da
gelecekti. AyĢe Nine salonun niĢanlanacakların oturacak masasına oturmuĢtu.
Yurt‟tan gelenler geldiklerinde salonda kendilerine ayrılan yerler yetmeyince,
biraz ĢaĢkınlık yarattılar. Sonunda Oya‟nın ve Salih‟in araya girmesiyle durum
düzeldi. Kız anası olarak Müdire de gelip niĢanlılar masasına oturunca her Ģey
düzeldi. Arkadan bizim Salih Efendi kadrosu geldi. Yalnız Selim yoktu içlerinde.
On on beĢ dakika sonra kalabalık bir grupla o da gelince iĢ tamam oldu.
Selim, Ömer‟i yanına çağırıp ona:
“Ömer kardeĢ, bu akĢam iĢ sana düĢüyor. Sunucu sen olacaksın. Hadi göster
kendini,” dedi. Ömer de bunu memnuniyetle kabul etti:
“Emrin olur! KardeĢim,” dedi.
[152]
Selim onu alıp kendi çalıĢma odasına götürdü. Orada gecenin programını
birlikte yaptılar. Çağrılacakların adlarını not ettiler, sıralarını belirlediler. Ve
niĢan töreni baĢladı. Gülsevil, o akĢam öyle güzel, öylesine sevimli olmuĢtu ki
salonda dolaĢırken, pistte dans ederken bütün davetliler onu konuĢuyor, herkes
onun güzelliğinden, cana yakınlığından söz ediyordu. Gülsevil ise bu akĢam,
yaĢamının en mutlu gecesini yaĢıyordu sanki. Hele Mustafa Bey yüzüklerini takıp,
kendilerini kutlarken:
“Sizleri babanız olarak candan kutlar, ömür boyu mutluluklar dilerim. Bu
akĢam sizlere bir de niĢan hediyem var. Kızım, Gülsevil, sen bu güne değin
Salihler‟in evini gördün mü? Orası AyĢe Teyzem‟in evidir. Eski, harap bir evdir.
Yarın boĢaltıyoruz. Benim eve taĢınıyorlar. Oya, beni terk edip gideli sağ olsunlar
Hidayet Bey‟le Hatice Hanım beni bırakmadılar. Onların misafiriydim. Ama artık
yalnız değilim. Teyzem geliyor, oğlumla kızım da geliyorlar. Biz de kalabalık bir
aile olduk. Güzel kızım, evimin her iĢini görür. Teyzem de onun eksiklerini
tamamlar. Hidayet Bey‟le Hatice Hanım da gücenmeden izin verirler sanırım. Nasıl
Hatice Hanım, Hidayet Bey, yarın akĢamdan itibaren izin verir misiniz? Gelelim
sizlere: Çocuklar, yarın sizler annenizi alıp bize taĢınıyorsunuz. Eski eve de
onarım ekibi girecek. Düğünden sonra onarım ne zaman biterse o zaman isterseniz
yeni evinize döner, isterseniz burada kalırsınız. Karar sizin olur. ġu andan
itibaren resmen niĢanlısınız. Haftaya bugün bu saatte de Allah bir engel
vermezse resmen karı kocasınız. NiĢanlılık evliliğin en güzel günleridir. Haftaya
cuma günü biz, birkaç gün daha niĢanlı kalalım deseniz, elinize geçmez. Nikâh
memurunun önüne otururken niĢanlı, kalkarken evlisiniz. Bunu âleme ilan etmek
için de bir belge verirler size. ĠĢte o zaman baĢlar gerçek hayat. NiĢanlılık
günleri dopdolu romantizmdir. Gerçek yaĢamda romantizm eğer sizler
yaratırsanız vardır; sizler yaratamazsanız yoktur. Gerçek yaĢamın romantizmi,
mutluluğu da gerçektir. Bir gün sabahleyin kalkıp iĢe giderken hanımın sana
dünyanın en güzel, en tatlı haberini verir. Salih, gözün aydın, bize birisi katılıyor,
yahut bir konuğumuz geliyor, der. ĠĢte budur gerçeğin romantizmi, yahut
mutluluğu. Dilerim ve isterim ki gerçeğin tüm mutlulukları sizin olsun,” diyerek
sözlerini bitirdi. Gülsevil, birden boynuna sarılarak:
“Size baba diyebilir miyim? Ama bu bir kere değil, bir süre de değil, ben
yaĢadığım sürece, yaĢam boyu benim babam olur musunuz? Öyle mahkeme kararı
ya da baĢka resmi bir iĢlem yaptırmadan, yalnız sözde; sizin „olur‟ demenizle
babam olur musunuz? Yalnız bir Ģey daha söyleyeceğim. Eğer niĢanlım Salih de
kabul ederse, ilk doğacak çocuğumuz erkek olursa ona sizin adınızı verebilir
miyiz? Ne diyorsun Salih? Kabul mü?”
“Kabul, kabul ediyorum. Söz veriyorum. Sen istedikten sonra neden
olmasın?”
“Evet, babacığım. Sen ne diyorsun? Sizden iki Ģey için izin rica etmiĢtim.
Lütfen ikisi için de izin verirseniz ayrı ayrı belirtiniz.”
[153]
“Bana yaĢadığın sürece baba, diyebilirsin. Ben de sana ikinci kızım olarak
kızım diyeceğim. Ġkinci isteğine gelince onda da özgürsün,” deyince Gülsevil
yaydan fırlamıĢ bir ok gibi atılarak:
“Babacığım, benim canım babam!” diye Mustafa Bey‟in boynuna sarılıp onu
öpmeye koklamaya baĢladı. Bu sırada Oya da yerinden kalkmıĢ, oraya gelmiĢti.
“Ablanı unutmamıĢsındır her halde.”
“Olabilir mi ablacığım. Sen benim bu dünyada sahip olduğum tek varlıksın.
Unutur muyum hiç. Bu gün ben çok mutluyum, abla çok! YaĢadığım sürece
yokluğunun acısını çektiğim, „Acaba bir gün ben de diyebilir miyim?‟ diye özlemini
duyduğum babamı buldum. Artık doya doya, „Baba, Baba, Baba, Baba!‟ diyebilirim.
Allah‟ım sana Ģükürler olsun ki bu mutluluğu, bu sevinci bana yaĢattın. Bak
ablacığım. ĠĢte babam, iĢte ablam ve iĢte haftaya kocam olacak niĢanlım. Artık
kimsesiz, öksüz, yetim değilim. Dağ gibi bir babam, aslan gibi bir kocam,
meleklerin kıskanacağı bir ablam var. Bunun tümüne bu gecede sahip oldum. Beni
biraz dıĢarı çıkarır mısınız? Dayanamayacağım, bayılacağım Ģimdi.”
Oya ile Salih onun koluna girerek dıĢarı çıkardılar. Ġçerinin gürültü
patırtısından, sigara dumanından, alkol kokusundan temiz havaya çıkınca biraz
rahatlar gibi oldu. Bir anda Salih‟in alıp geldiği iki sandalyeden birine Gülsevil,
diğerine de Oya oturuverdiler. Ġçerde düğün eğlencesi alabildiğine sürüyordu.
Gerek Selim‟in getirdiği arkadaĢ ekibi, gerek Gülsevil‟in Yurt arkadaĢları, her
Ģeyi, herkesi unutmuĢ doyasıya eğleniyorlardı. Gülsevil‟in en iyi arkadaĢları olan
beĢibiryerdeler bile Gülsevil‟i de kendilerini de unutmuĢ, coĢup duruyorlardı. Bu
coĢku, bu eğlence içinde dakikalar tıpkı saniyeler gibi geçiyordu. Kimsenin aklına
ne niĢan, ne Salih, ne de Gülsevil geliyordu. Gülsevil, artık üĢümeye baĢlamıĢtı:
“Abla, ben üĢümeye baĢladım. Ġçeri girelim artık,” dedi.
“Sen rahatladın mı güzelim? Ġstersen Salih sana içerden bir ceket getirsin,
biraz daha kal açık havada.”
“Yok abla, ben iyiyim. TeĢekkür ederim. Girsek iyi olur. ġimdi bizi merak
etmiĢlerdir. Gerçekten açık hava iyi geldi,” diyerek kimsenin koluna girmeden
içeri girdi. Tabii kendisiyle gelenler de, yani Oya ve Salih de içeri girdiler.
Bu sırada eğlenceye ara verilmiĢ, pasta kesilmek için getirilmiĢti. Ömer,
Gülsevil ve Salih çiftini pastanın baĢına çağırıyordu. Bu çağrıyı duyunca Gülsevil,
Oya‟nın yüzüne bakarak, bak tam zamanında gelmiĢiz dercesine gülümsedi. O da
haklıymıĢsın dercesine bir gülücük attı. Hep beraber pastanın yanına gittiler.
Gülsevil‟le Salih pastadan bir parça kesip çatala alarak önce Salih, Gülsevil‟in;
sonra da Gülsevil, Salih‟in ağzına verdi. Böylece ilk tatlı lokmayı birbirlerinin
ellerinden tattılar. Konuklara da dağıtıldı. Böylece Gülsevil ve Salih Çifti, artık
resmen niĢanlıydılar.
Az sonra niĢan töreni bitti. Konuklar, düğünü terk ederken niĢanlılara
mutluluklar dileyerek, onları kutlayıp ayrıldılar. Salonda, yalnız Müdire Anne,
[154]
BeĢibirlikler, Oya ve Selim, Salih‟le ninesi kalmıĢlardı. Müdire Anne
BeĢibiryerde‟yi tam olarak yanına alıp giderken Salih‟e:
“Bu akĢam ben sizi ayırıyorum. Sakın bana kızma. Haftaya bu gece de sen
bizleri ayıracaksın. Eğer sen bize kızmazsan biz de sana kızmayız,” dedi.
Sonra da nineye dönüp:
“Nineciğim, sen de bana kızma lütfen. Haftaya siz alıp götürürken yaĢam
boyu sizin olmak üzere götüreceksiniz. Ġnanın o zaman da biz kızmayacağız. Olur
mu nineciğim?” dedi.
AyĢe Nine, “Bana bakın, Müdire Hanım! Bu bir hafta içinde gelinime iyi bakın.
O benim hem gelinim hem kızımdır. Size bir haftalığına misafir olarak veriyorum.
Sen de bunu unutma sakın. Hadi Ģimdi gidin güle güle,” dedi.
Gülsevil, “Benim sevgili babacığım. Kader beni bu yaĢıma değin sensiz
yaĢamaya mahkûm etmiĢti. Çok Ģükür bu yaĢımda olsun seni bulmak nasip oldu. Bu
akĢam çok yorgun ve de duyguluyum. Uyuyabileceğimi hiç sanmıyorum. Hatta bu
haftayı uykusuz geçirebilirim. Sana iyi geceler dilerim, babacığım. Hadi Allah‟a
ısmarladık,” deyip elini öpüp ayrılmak istedi. Fakat Mustafa Bey, onu bırakmadı.
Bağrına bastırıp gerçek kızını sever gibi öptü, kokladı, okĢadı. Sonra bıraktı.
Dört arkadaĢı yanına gelip onu aralarına alarak beĢi birden yola koyuldular. Bu
sırada Gülsevil‟in gözlerinden yaĢlar akıyordu. Bu gözyaĢlarının ne için olduğunu
kimse anlayamadı. Acının mı yoksa mutluluğun mu gözyaĢları idi.
Müdire Hanım kızları getirip Yurda koydu. Kendisi de yatak odasına çekilip
yattı. Odalarına çıkan kızlar, öylesine yorulmuĢlardı ki hemen uyudular. Yalnız
Gülsevil uyuyamıyordu. Haftaya yeni baĢlayacak yaĢamını düĢünüyor, onu birisi ile
konuĢup paylaĢmak istiyor, kimseyi bulamıyordu. Çevrede konuĢabileceği kimse
kalmamıĢtı. Oysa o bu akĢam için neler neler tasarlamıĢ, ne planlar yapmıĢtı.
Hiçbirini gerçekleĢtirememiĢti. Zaten gereğinden çok fazla olan düĢüncesine bir
de bu eklenince kendinden geçiverdi. Uyku ile baygınlık arası bir duruma girdi. Bu
kendiden geçme denilen bir durumdu.
Sabahleyin kalktığında düzelmiĢ, geceki baĢ ağrısından, halsizlikten bir Ģey
kalmamıĢtı. Kendisi için yepyeni bir gün baĢlıyordu. Birden parmağındaki yüzüğü
gördü. Bugüne değin parmağına hiç yüzük takmamıĢtı. Sağ elinin yüzük
parmağındaki yüzüğü sol elinin avucuna alarak onu okĢadı, sevdi, hatta kimse
duymasın, onu birkaç kez öptü. BeĢ altı yaĢındaki bir çocuğun bayram sabahı
uyanınca alınan bayramlık giysilere bakıp sevindiği gibi bir sevinç içinde idi. Birden
Salih‟i anımsadı. Onu düĢündü. Acaba o ne yapıyordu Ģimdi. Sonra birden bir
özlemle onu görmesi gerektiğini düĢündü. Hemen giyinip kimseye bir Ģey
söylemeden koĢarak lokantaya gitti. Salih daha önce gelmiĢ, iĢe baĢlamıĢtı.
NiĢanlısının geldiğini görünce:
“Hayrola Gülsevil, niye geldin?” diye sordu. Aslında o da memnun olmuĢtu. O
da özlemiĢti. Gece uyurken bile ondan ayrılamamıĢtı. Sabaha değin düĢünde hep
birlikteydiler.
[155]
“Ne o? Yoksa kızdın mı geldiğime. Ġstemiyorsan geri gideyim mi?”
“Yok. Öyle demek istemedim. Ben de sevindim geliĢine. HoĢ geldin, sevgili
niĢanlım.”deyince Gülsevil Salih‟in ellerine sarılarak öpmeye baĢladı. Gören herkes
Onun Salih‟in elini öptüğünü sanırdı. Ama O Salih‟in parmağındaki yüzüğü
öpüyordu. Tıpkı sabahleyin kendi parmağındakini öpüp okĢadığı gibi yapıyordu.
Salih bile anlamamıĢtı iĢin gerçeğini. Gülsevil‟e göre bu iki sarı halka yapıvermiĢti.
Baksana, diyordu kendi kendine; Salih bile o sarı halka sayesinde bana ilk kez
“sevgili niĢanlım,” deyiverdi. O halka yokken sanki benimle konuĢmaktan kaçınır
bir hali vardı. Öyleyse yaĢasın bu sarı halkalar.
Bunları düĢünürken Gülsevil, Salih‟in sesiyle kendine geldi:
“Gülsevil, sevgili niĢanlım. Ġyi ki geldin. Ben de kahvaltı yapacaktım. Yalnız
baĢıma yapmayı canım hiç istemiyordu. Bana arkadaĢ olur musun?”
“Seve seve sevgilim. Bundan böyle her iĢimizde birbirimizin arkadaĢı değil
miyiz? Birimiz gel deyince öbürümüz koĢarak gitmek zorundayız. Ben de öylesine
açlık duygusuna kapıldım ki. Bir aç kurt gibiyim Ģimdi.”
“Hadi gel öyle ise.”
“Geldim, hazırım sevgilim.”
Tam masaya oturmuĢ baĢ baĢa bir kahvaltı yapacaklardı ki Oya girdi içeri:
“O masa yalnız iki kiĢilik midir? Bana da bir yer bulunur mu?”diye sordu. Ama
yanıtını almadan oturmuĢtu bile masaya. Geldiğini görmemiĢlerdi. Ġkisi de çok
sevinmiĢ göründüler. Oysa onlar yaĢamlarının baĢ baĢa ilk kahvaltısını yapmak
hazırlığındaydılar. Demek ki henüz zamanı değilmiĢ, biz de erteleriz diyerek
bulundukları ortamın tadını almaya çalıĢtılar. Sonra Oya da yabancı sayılmazdı.
Kendilerini birleĢtiren birisi idi. Kahvaltıları gelmiĢ henüz baĢlamıĢlardı ki bu kez
Mustafa Bey:
“Sizi gidi hainler sizi. Demek bensiz oturup kahvaltı yaparsınız. Hiçbirinizin
aklından geçmedi mi? Yahu babamızı da bekleyelim. ġimdi o da gelir, birlikte
yaparız, demek.”
Ġki kiĢi iken dört kiĢi olmuĢlardı. Mustafa Bey de katılınca neĢeleri daha da
artmıĢ, güle eğlene kahvaltılarını yaptılar. Daha sonra da herkes iĢinin baĢına
dağıldı.
*
* *
Mustafa Bey, Salih‟le ninesi AyĢe Teyzeyi kendi evine taĢımıĢ, onların evini
bir üstenci ile anlaĢarak adeta yeniden yaptırmaya baĢlamıĢtı. Her gün sabahtan
akĢama değin onunla uğraĢıyordu. Kahvaltıdan sonra yine oraya gitmiĢti. Eski evi
tümüyle yıktırmıĢ, enkazını döktürmüĢ, anlaĢtığı bir üstenci firma yepyeni bir
planla iĢe koyulmuĢtu. Ġstiyordu ki yeni evliler balaylarını bu evlerinde
geçirebilsinler. Bunu baĢarabilirlerse çok çok değerli bir armağan olurdu. Bu
nedenle yeni alınan ev eĢyalarını eve getirmeyi ertelemiĢlerdi. Düğünden iki gün
[156]
önce biterse, bir gün önce de eĢya yerleĢir, ertesi gün de yeni evliler gelip
evlerine yerleĢirlerdi.
*
* *
Bu arada Mustafa Bey‟e mutlu bir haber gelir. Bir akĢamüstü Selim, elinde
bir kutu akide Ģekerle gelir. Onu,Oya‟nın masasının üstüne koyarken Mustafa Bey
görür:
“Selim, nedir o kutudaki?”
“Akide Ģeker, babacığım. Oya istemiĢti de ona aldım.”
“O ne yapacakmıĢ bunu?”
“Bilmem babacığım. Bugünlerde canı çok tatlı istiyormuĢ. Bir tane ağzıma
atarım. Ġki tanesi, bana bir gün yeter, dedi. Ben de bunun için aldım getirdim.”
“Oğlum ben aldanmıyorsam, onun maksadı Ģeker yemek değil, Ģeker
getirecek olana Ģeker gibi tatlı bir haber vermektir. Sanırım Oya anne, sen de
baba oluyorsunuz. Hadi hepimizin gözü aydın olsun. Ġkinizi de kutlarım. Hayırlı
uğurlu olsun,” deyince Selim‟in de aklı baĢına geldi.
“YaĢa Baba! YaĢa!” diye bir çığlık attı. Doğru Oya‟nın yanına koĢtu. Mustafa
Bey de kendisinden önce yetiĢmiĢti.
“Oya kızım, Selim sana bir kutu akide Ģeker getirmiĢ. Sen istemiĢsin. Al ben
de sana getirdim. Belki tatlı krizine girebilirsin diye acele yetiĢtirdim. Al Ģuradan
bir tane de, koy ağzına oyalan,” deyiverince Oya‟nın yanakları bayrak gibi kızardı.
Babasının elinden kutuyu alarak açtı. Birer tane de onlara verdi. Bu birkaç dakika
içinde yanaklarının bayrak kırmızısı pembeye dönmüĢtü. Babasına, Selim‟e, orada
yanında çalıĢan iki kiĢiye de birer Ģeker verince Oya:
“Hepimiz tatlı yedik. ġimdi tatlı konuĢalım. Herkes duysun ben hamileyim.
Selim önce sen duy istedim ama anlamadın. Haklısın sevgilim, acemi erkekler bunu
geç anlarlar. Ama çabuk öğrenirler. Üzülme sevgilim, her genç erkeğin baĢından
geçer bu olaylar. Ne yapalım, bu yeteneği Allah yalnız biz kadınlara vermiĢ. Bakın
Ģimdi susun lütfen.”
O sırada Gülsevil de onlara doğru geliyordu. Gülsevil‟in geldiğini gören Oya:
“Gülsevil kardeĢim. Bana bir avuç Ģeker getirir misin? Birden canım Ģeker
istedi,” deyince, Gülsevil, koĢarak gelip boynuna sarılarak:
“Çok sevindim ablacığım. Allah hayırlı uğurlu etsin. Allah analı babalı
büyütsün,” dedi.
“ĠĢte gördünüz, dün akĢam niĢanlanan bir genç kız bunu anlıyor, biliyor da
benim aylardır kocam olan erkek anlamıyor. Bu bir yarıĢma değil, erkeğin ve
kadının duyarlılıklarını göstermesidir. Yoksa ben kocamı hiç kimseyle
karĢılaĢtırmak ya da hiç kimseyle yarıĢtırma gibi bir saçmalık yapmam. O benim
hayatımın erkeğidir. Kimseyle boy ölçüĢmesine gerek yoktur. Ben sabahleyin ona
açıkça da söyleyebilirdim. Eğer babam iĢi açıklamasa sabahleyin yine duyacaktı.
Ben bugün kadınsal bir oyun oynadım. Umarım bana kızmamıĢsındır sevgilim. Biz
[157]
kadınlar kimi zaman böyle densizlikler yaparız. Erkeğimizden özür dilemeyi, onun
da bizi bağıĢlamasını çok sevdiğimizden. Sen de beni bu yaramazlığımdan dolayı
bağıĢlarsın umarım sevgilim. Hadi bağıĢladım de de içim rahat etsin. BağıĢladın
değil mi sevgili kocacığım.”
“BağıĢlandınız, sevgili karıcığım. Hiçbir suçunuz yokken bu denli ısrara
dayanamayarak bunu bana söylettiniz. Bu yaptığınız Ģaka mı oyun mu neyse, aile
yaĢamının en tatlı anılarıdır. Bunun neresi suçtur ki bağıĢlayalım. Sen sürekli böyle
Ģakalar, böyle oyunlar bul, benim de halk kültürüm zenginleĢir.”
Böylece Oya‟nın durumu Selim‟in acemiliği yüzünden lokantada çalıĢanların
tümüne duyurulmuĢ oldu. O anda orada olmayanlar da orada olup duyanlardan
duyunca öğrendiler.
Selim, “Oya‟cığım, akĢam hazır babamız buradayken, biz seninle bu akĢam
babamlara gidip onlara da söyleyelim mi? Ne dersin?”
“Olur, sevgili Kocacığım. Onlar da bizi bekliyorlar zaten. Hadi hemen
çıkalım.”
“Sen nereden biliyorsun?”
“Ben söyledim.
AkĢama size yemeğe geliyoruz, dedim. Amacım sen
okuldayken, anneme gebeliğimi söylemekti. Yalnız sakın sen bir belirti verme.
Henüz bir Ģey bildikleri yok. Onlar sadece akĢam yemeğe gideceğiz sanıyorlar.”
Hemen çıktılar, yolda giderken Oya, Selim‟e adeta ders verircesine:
“Genç bir kızın ya da gelinin büyüklerine ve kocası dıĢındaki erkeklere ben
yüklüyüm ya da hamileyim demesi ayıp sayılmıĢ. Onlar da bunu türlü oyunlarla
anlatmaya bakmıĢlar. Örneğin; genç bir gelin çantasından bir tığ, bir yumak ip
çıkarıp bir batik örmeye çalıĢırsa, çocuksuz bir hanımın bebe eĢyaları satan
dükkânları dolaĢıp bir Ģeyler alıyormuĢ gibi görünmesi, dün benim yapığım gibi
Ģeker ya da limon istemesi, gibi ne bileyim daha birçok oyunlar var. Bir tanesi de
akĢam sofra hazırlanırken sofraya bir servis fazla konması gibi. Sen bunları
bilmezsin. Kadınlar arasında geçerli bir anlaĢma aracıdır. Örneğin; kadın limon
isterse yükünün kız olduğunu, Ģeker isterse yükünün oğlan oluğunu ima eder. Çoğu
kez de bu tahminler doğru çıkar. Bir de aĢ erme süreci vardır. Bu süreçte tatlıya
düĢkün kadın genellikle erkek, ekĢiye düĢkün kadın kız doğurur. Eskiler:
“Ye tatlıyı, doğur atlıyı; ye ekĢiyi, doğur eksiği,” demiĢler. Burada atlı erkek,
eksik kız çocuk demektir. Bunları sen de öğren artık kocacığım,” diye anlata
anlata giderlerken, farkında olmadan bakarlar ki eve gelmiĢler. Kapıyı çalarlar.
Kapıyı Tansel açar. Ġçeriye seslenir:
“Anne, ağabey‟imle Oya Ablam geldiler.”
Hatice Hanım, “Ġyi ya kızım, alsana içeri. Ne bekletiyorsun?”deyince Oya ve
Selim:
“Bizi bekletebilecek kim varmıĢ bu evde anne. Sen hiç merak etme. Bizi
kapıda bekletirlerse biz de bacadan gireriz. Sen hiç telaĢlanma anneciğim,” diye
boynuna sarıldı, kucaklaĢtılar.
[158]
Hidayet Bey, dıĢarıdan gelerek:
“Ooo! Selim‟le Oya kızım gelmiĢler. Ben de Salih‟le ninesini ve niĢanlısını
yemeğe çağırmıĢtım. Sizlerin de burada oluĢunuz çok iyi oldu. HoĢ gelmiĢsiniz
kızım, oğlum.”
Derken kapı çaldı. Bu kez gelenler; Aysel, Gülderen, ġükran ve Yüksel‟di.
ġükran, Gülsevil henüz gelmedi mi diyordu ki, yine kapı çaldı. Bu kez gelenler ise
AyĢe Teyze, torunu Salih ve gelini Gülsevil ve Mustafa Bey‟di. Çağrılanlar tam
olarak gelmiĢlerdi. Artık sofraya geçebilirlerdi. Herkes sofradaki yerini almıĢ,
yemeklere baĢlanmıĢtı ki, Oya birden yerinden kalkıp elini ağzına götürerek
lavaboya koĢtu. Onun bu durumunu gören Hatice Hanım da kalkıp Oya‟nın yanına
koĢtu. Hemen geri çıkarak:
“Hidayet Bey. Müjde, müjde! Oya kızımın bize bir armağanı var. Bilgin olsun,”
diye bir çığlık attı. Bilenlerin tüyü bile kıpırdamadı. Ama yeni duyanlar çığlık
çığlığa bağırarak sevindiklerini belli ettiler. Herkes Oya‟yı ve Selim‟i kutladılar.
Artık duyması gerekenler duymuĢtu.
Mustafa Bey, “Oya kızım, beni seviyorsan yarın sabah bir doğum hastanesine
git, görün.”
“Olur, babacığım. Onu ben de düĢündüm. Yarın sabahleyin Selim‟i de alıp
kentin en güzel doğum hastahanesine gideceğim. Oraya kaydımı yaptırıp belli
zamanlarda kontrole gideceğim. Senin hiç merak etmene gerek yok. Kızın kendi
sağlığı konusunda da çocuğunun sağlığı konusunda da hatta babasının ve kocasının
sağlıkları konusunda ödün vermez. Yeter ki elimizden gelen olsun. Bizim ve
doktorların yetkisini aĢan bir durumu Allah vermesin diyelim. Verirse de
boynumuz bükük, kadere razı olur. Yardım için Allah‟a yalvarırız. Sen moralini
bozma babacığım. Kul kaderini görür, demiĢler. Allah‟ımız da bizlere hekimsiz,
hâkimsiz yerde yaĢamayınız buyurmuĢtur.”
Bu konuĢmalar, masada yemek için oturanları da etkilemiĢti. Kimse ağzını
açıp bir Ģey söylemek istemiyordu. Bu arada Teoman‟ın:
“Olan benim amcalığıma oluyor. Biliyorum, kiminiz baba, kiminiz anne
olacağım diye öykünürken, arada ben zavallı‟nın amcalığını yok etmeye
uğraĢıyorsunuz. Kız, Tansel senin de hala oluĢuna göz dikmiĢler. Gelin kardeĢlerim
biz de direniĢe geçip hakkımızı isteyelim,” diyerek çatal ve kaĢık ile tabağa vurup
gürültü yaparak dikkat çekmeye baĢladı. Bunu gören Tansel de hemen aynını
yaparak:
“Ben halayım. Bundan vazgeçmem.”
“Ben amcayım. Bunu kimseye kaptırmam,” diye koro halinde bağırıyor, çatal
kaĢıkla tabaklarına vurarak gürültü yapmaya devam ediyorlardı. Çocukların bu
durumu büyüklerin içine düĢtükleri mistik havayı dağıtmaya yetti
Oya, “Teoman amca, Tansel hala, artık sizler bu sıfatları hak ettiniz.
Korkmayın bunu sizden kimse alamaz. Üstelik bize de bir ders verip istemeden
girdiğimiz o ağır havayı dağıttınız. Böyle akıllı bir halaya, böyle zeki, akıllı bir
[159]
amcaya sahip olacağı için içimde taĢıdığım yeğeninizi ben bile kıskanıyorum. Ne
mutlu ona ki böyle bir amcaya ve de böyle bir halaya sahip olacak. Gerçekten biz
biraz sınırı aĢtık sofra baĢında konuĢulmasına gerek olmayan konuları açarak
haksızlık ettik. Sağ olun var olun çocuklar. Bakın yine lafı uzatarak haksızlık
edecektim. Hadi buyurun annemizin sabahtan beri emek vererek hazırladığı Ģu
güzel yemekleri bekletmeyelim. Herkese afiyet olsun.”
.
Böylece, herkes yemeğe baĢladı. Yemek süresince Mustafa Bey‟in fıkraları,
AyĢe Nine‟nin sözleri, Hidayet Bey‟le Hatice Hanım‟ın Ģakaları bitmiyordu. Yemek
gece geç saatlere değin sürdü. Gece yarısına doğru yemek faslı bitince herkes
masadan kalkıp salona geçti. AyĢe Nine‟nin gelinine karĢı sıcak ilgisi hiç
bitmiyordu. Onu öpüyor, okĢuyor, bağrına basıyordu. Gülsevil de bu durumdan çok
memnun oluyor, habire ona sokuluyordu. Bu durum ġükran‟ın dikkatinden
kaçmamıĢtı. Bir ara yanına yaklaĢarak:
“Nineciğim, senin baĢka torunun, oğlun var mıdır?”
“Neye sordun güzel kızım?”
“Beni de ona alır mısın, diyecektim.”
“Yoktur, güzel kızım. Ne yapacaktın?”
“Senin gelinin olabilmek için, nineciğim.”
“Bunu çok istiyorsan, gel seni de Salih‟e alayım.”
“Salih‟e mi nineciğim. Hiç olur mu öyle Ģey nine?”
“Neden olmasın kızım, dinimiz bile bir yiğide dört kadını helal kılmamıĢ
mı?”diye ĢakalaĢırken Salih:
“Nineciğim. Ben gülümün üstüne gül koklamak ister miyim? ġükran Hanım
benim öz kardeĢimdir. ġaka da olsa bu türlü Ģakalar kardeĢler arasında asla
olamaz. O da zaten Salih demedi. BaĢka bir oğlun ya da torunun var mıdır, dedi.
ġükran kardeĢimin amacı koca bulmak değil. Ninemin baĢka evlendirecek oğlu
veya torunu varsa gelini olmak istiyor. Gelin bunu Ģöyle bağlayalım. Ninem,
ġükran‟ı gelini olarak alamayacağına göre kızı olarak alırsa her ikisinin de isteği
yerine gelmiĢ olur. Kabul mü?”
“Kabul ediyorum. Eğer ġükran Kızım da isterse onu dünyada ve ahrette
kızım olarak kabul ediyorum. Ne dersin ġükran. Kabul mü?
“Kabul! Kabul anneciğim Ben de seni dünyada ve ahrette annem olarak kabul
ediyorum.”
“ġu anda evimiz tamir oluyor. Bitince Yurt‟tan ayrılıp evimize geliyorsun.
Annenin ve ağabeyinin yanında kalacaksın.”
“Hayır, anne. O artık ağabeyim değildir, benim yeğenimdir. Ben de onun
halasıyım. Herkes yerini bilsin.”
Bu olaya tanık olanların tümü, hem olayı, hem de ġükranı zekâsından dolayı
kutladılar. Böylece gece yarısı olmuĢtu. Hatta biraz da geçmiĢti. Herkesin
sabahleyin iĢi gücü vardı. Erken kalkmaları gerekti. Ev sahibinden izin alarak
kalktılar. En sonra Oya ile Selim kalktılar. Giderlerken Hatice Hanım ve Hidayet
[160]
Bey sıkı tembih ederek, torunlarına iyi bakmasını söylediler. Oya da Hatice
Hanım‟a, yarın gelirseniz doktora sizinle birlikte gidelim, dedi. AnlaĢtılar. Ayrılıp
evlerine gittiler. Herkes gitmiĢti, Ev sahipleri de yeterince yorulmuĢlardı. Onlar
da hemen yatma hazırlığına geçtiler.
Ertesi sabah, kimsenin kalkmayı canı istemiyordu. Yalnız görevi gereği
sorumluluğu olanlar kalkıyor, baĢkasını uyandırıp rahatsız etmemek için çok
dikkatli davranıyordu. Selim, erken okula gitmek zorundaydı. Usulcana kalktı,
sessizce giyinip dıĢarı çıktı. Çıkarken aklına bir Ģey gelmiĢ gibi geri döndü. Odaya
girdi. Oya hâlâ uyuyordu. Hafifçe onun karnını okĢadı. Tam kapıdan çıkarken:
“Sadece ona mı, bana yok mu?” diyen Oya‟nın sesini duyup geri döndü.
“Uyuyorsun, diye uyandırmak istememiĢtim. Uyanık olduğunu anlasam, hiç
böyle yapar mıydım? Kusura bakma karıcığım. Sen de çocuğum da hoĢça kalın,”
dedi. Karısını öptü, çocuğunu bir daha okĢayıp koĢarak gitti.
Selim gidince Oya da kalktı. O da hazırlanıp lokantaya gitti. Birkaç gündür
lokantayla pek ilgilenememiĢti. Bunu kapatmaya çalıĢıyordu. Öğleye doğru
Turgut‟la Ömer geldiler. Turgut bir iĢi için Ģehre gelmiĢ Ömer‟le karĢılaĢmıĢtı.
Ömer‟le Turgut:
“Hadi, Salih‟e hayırlı olsuna gidelim,” demiĢler, oturmuĢ konuĢuyorlardı.
Oya, mutfaktan çıkınca yanlarına geldi:
“Oh! Ne ala, ne güzel etmiĢ de gelmiĢsiniz?” deyince Salih:
“Hayırlı olsuna gelmiĢler,” dedi.
Oya, “Nereden, kimden duymuĢlar ki gelmiĢler?” deyince, Salih:
“Size değil, bize gelmiĢler.”
Oya, “Ben de bana sandım.”
Bu konuĢma Ömer‟le Turgut‟u çok ĢaĢırttı.
Ömer‟le Turgut:
“Sizde ne var kutlanacak, hayırlı olacak. Ġlla bilmek isteriz. Lütfen bizden
saklamayın,” deyince Salih:
“O söylemez, ben biraz sonra söylerim,” dedi. Bunu söylerken de eliyle
kendi karnını göstererek sanki bir gebelik iĢareti yaptı. Ömer‟le Turgut
anlamıĢlardı. Fakat bunu Oya da görmüĢtü. Sanki kendisine cesaret gelmiĢ gibi:
“Neden söylemezmiĢim. Çocuklar insanlar kimi zaman kendi aklından geçeni
herkes biliyor gibi bir duyguya kapılıveriyor. Ben de bugün öyle oldum. Kusura
bakmayın. Salih sizlerin hayırlı olsuna gelmiĢ olduğunuzu söyleyince ben de bu
duyguyla kendime sanarak size o saçma soruları sordum. Oysa akĢam Selimler‟de
herkes duymuĢtu. Ben de onlardan birisi ile karĢılaĢtınız da o söyledi sanmıĢtım.
Evet, Salih Ağabey ilk kez unuttum, sizin mutluluğunuzu. Bunun suçu benim değil
Ģu karnımda yeni oluĢan yavrucuğundur. Bu bana her Ģeyi unutturdu. Bu gün saat
on beĢte Hatice Annem‟le gittiğimizde doktora Ģikâyet edeceğim onu. Haberi
olsun.”
[161]
Ömer‟le Turgut yerlerinden kalkarak Oya‟yı kutladılar, “Hayırlı olsun,”
dediler.
*
* *
Ömer, “Ben de size bir haber vereyim ki henüz annemin ve babamın da
haberi yok. ġu anda yanımda oturan en yakın arkadaĢımın da haberi yok. Bu da
benim için çok önemlidir. Geçen yıl biliyorsunuz liseyi bitirmiĢtim. Bu yıl da
üniversiteli oldum. ġimdi sonuçlar geldi. Postacı yolda verdi. Ġstanbul Üniversitesi
Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanmıĢım. Evli bir bayan için çocuk sahibi olmak
haberi ne denli önemli ise, üç dört yıl açıkta gezen bir erkek için de bu öylesine
mutlu bir haber. Artık buna haber de denmez, olsa olsa olay denir.”
Bunu duyan Oya hemen Ömer‟e:
“Ömer, seni gerçekten kutlarım. Ġzin verirsen bu mutlu olayı bizim Salih
Efendi Takımı ile bu akĢam burada kutlayalım. Ben Ģimdi herkesi çağırırım. Bütün
takım burada bu mutlu olayı kutlarız. Ne dersin?”
“Önce Allah derim. Sonra da olur, derim.”
Turgut, köyü arayarak Ģoförü buldu ona, bütün takımı toplayıp lokantaya
getirmesini söyledi. Böylece ilk çağrılan da Turgut‟un ailesi oldu. Sonra da Salih
Yurda telefon ederek BeĢibiryerdeleri çağırdı. Böylece Oya‟ya az iĢ kalmıĢtı. O
da gerisine haber verdi. Tümü de “Kesin geliriz,” dediler. Ama ne için
geleceklerini bilmiyorlardı.
Saat on dört otuzda Hatice Hanım geldi. Oya‟yı alıp doktora gittiler.
Onların arkasından Selim geldi. Ama eĢi ve annesi gitmiĢlerdi. Arkalarından o da
gitti. Doktorda buluĢtular. Doktor, Oya‟yı önce muayene etti, sonra kanını alıp
tahlil yaptı. Sonuç alındıktan sonra Doktor:
“Gözünüz aydın Oya Hanım, otuz beĢ günlük hamilesiniz. Sizi kutlarım.
Yalnız ayda bir kez gelip kontrol olmanız Ģarttır. ġimdilik bir problem yoktur.
ĠnĢallah sonuna değin de olmaz. Dediğim gibi Ģimdilik ayda bir kez yeter. BeĢinci
ya da altıncı aydan sonra bunu daha sık yaparız. Hadi Ģimdilik hayırlı olsun,” dedi.
Oya, Selim ve Hatice Hanım, çok sevindiler.
Doktordan çıkıp lokantaya geldiler. Saat on altı otuza gelmiĢti.
Çağrılanlardan henüz gelen olmamıĢtı. Yurdun beĢ güzeli her zaman olduğu gibi
oradaydı. Aradan bir saat değin zaman geçmiĢti ki, Mahide Hanım, Mutlu Bey,
çocukları Erdem, Yağmur ve Damla da geldiler. Arkalarından okulda iĢi bitmiĢ
Selim çıkageldi. AyĢe Teyze de gelini ile yeni kızını özlemiĢ, onları görmeye gelmiĢ
zaten oradaydı. Mustafa Bey, her günkü alıĢkanlığı ile yine on dokuzda
lokantadaydı. Bu sırada Hırdavatçı Hasan da kendi takımını takmıĢ peĢine geldiler.
Hatice Hanım‟ı doktor dönüĢü Oya bırakmamıĢtı. Teoman ve Tansel‟i de telefonla
çağırmıĢ, onlar da gelmiĢlerdi. Selim‟in babası Hidayet Bey, Turgut‟un köyden
gelecek takımı, bir de Ömer‟in ailesi bekleniyordu. Saat yirmiye doğru
beklenenler de gelerek Salih Efendi Takımı geniĢletilmiĢ kadrosu ile lokantada
[162]
toplanmıĢtı. Önce Selim‟le Oya kendi aralarında fısıltı ile kısa bir konuĢma
yaptılar. Sonra Selim ayağa kalkarak:
“Benim sevgili anneciğim, babacıklarım. Bu gün size verecek çok mutlu, çok
güzel bir haberim var. Sevgili karıcığım bugün doktora gitti, muayene oldu.
Doktorun söylediğine göre bizimki otuz beĢ gün önce yola çıkmıĢ geliyormuĢ.
ġimdi onun geliĢi onuruna kadehlerinizi kaldırmanızı rica ediyorum. Yarasın
hanımlar, beyler. ġimdi sözü sevgili arkadaĢım Demirci Ömer‟e bırakıyorum. Onun
da sizlere söyleyecek bir sözü varmıĢ. Evet, hiç öyle bakma Ömer arkadaĢım, söz
sizin, buyurun.”
Ömer, “Sevgili babacığım, benim canım anneciğim, biricik kardeĢlerim ve
değerli dostlarım. ArkadaĢınız Ömer, bu gün yaĢamının en mutlu günlerinden birini
yaĢıyor. Öğleden beri sabırsızlıktan çatlayacaktım. Ama sevgili Oya‟yı kırmamak
için bu saate değin bekledim. Çünkü o duyunca gerçekten çok sevindi. Bu nedenle
akĢam burada herkesle birlikte duyuralım, diyerek beni bekletti. Sağ ol Oya.
ġimdi herkes duysun ki Demirci Ömer, artık Ġstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencisidir. Bugün öğleyin postacı Ģu
zarfı getirip verince öğrendim. ġimdi kadehlerinizi bir de bunun için kaldırın
lütfen. Tümünüze yarasın. Sözüm bitmiĢtir. Beni dinlediğiniz için tümünüze
teĢekkürler. Sağ olun, var olun.”
Bu sırada Yüksel oturduğu yerden elini kaldırmıĢ söz istiyordu. Ömer
otururken onu gördü.
“Buyurun Yüksel Hanım, Sizin de söylemek istediğiniz bir Ģey var sanırım.
Buyurun söz sizin,” diyerek sözü Yüksel Hanım‟a verdi.
“Ömer Bey, önce sizi kutlarım. Size gelen zarftan bana da geldi. Hem de iki
gün oldu. Ama ben sizin gibi sevinemedim. Ben de Ġstanbul Üniversitesi Tıp
Fakültesine kabul edilmiĢim. Benim duyuracak kimsem olmadığı için ya da duyunca
sevinecek kimsem olmadığı için susmayı, gitmeye olanağım olmadığı için de susup
oturmayı tercih ettim. Bana kim destek olacak, gereken maddi yardımı kim
yapacak, diye düĢündüm. Vazgeçtim. SırdaĢım, arkadaĢım, geçen akĢam yatakta
beni ağlar görünce gelip yanıma yatıp sordu, ben de ona anlatmak zorunda kaldım.
Ağlamamın gerçek nedenini öğrendi. O da baĢladı üzülmeye. Sonunda herkesin
bulduğu yolu, bildiği yolu o da buldu. Bana Allah yardım eder, umutsuz olma,
diyerek beni teselli etmek istedi. Ben de haftaya gelin olacak arkadaĢımı daha
fazla üzmemek için inĢallah, diyerek iĢi geçiĢtirdim. Ondan sonra, o da ben de
sustuk. Bu akĢam buradaki bu coĢku, bu sevinç beni de etkiledi sanırım. Açılacak
bir grup insan görmüĢ olmak dilimin bağını çözdü.”
Bu sözler, sofradakilerin tümünün neĢesini kaçırmıĢ, canlarını sıkmıĢtı.
ġimdi herkes baĢlarını elleri arasına almıĢ düĢünüp duruyor. Bir oğlanın Edebiyat
Fakültesine kabul edilmiĢ diye millet toplanmıĢ düğün bayram yaparken, “Zavallı
bir kızcağız Tıp Fakültesine kabul edildiği halde, yoksulluk yüzünden gidememenin
üzüntüsü ile kıvranırsa, kimse de buna bir çözüm bulamazsa buna ne denir?”
[163]
sorusuna yanıt bulmaya çözüm arıyordu. Bu konuda en çok üzülense Hatice
Hanım‟dı. Bu sırada Ömer ayağa kalkıp:
“Bu iĢe ben neden oldum. Çözümünü de ben bulmak zorundayım. Yüksel
Hanım! Ben haftaya gidip kaydımı yaptıracağım. Eğer kabul edersen seninle
birlikte gider, senin de kaydını yaptırırız. Kayıt için gerekli tüm giderler
tarafımdan ödenecektir. Yüksel Hanım, lütfen üzülmeyiniz. Salih Efendi Takımı,
sizin öğrenim giderinizi yalnız baĢına karĢılayacak durumdadır. Bakın, Ģöyle bir
hesap yapalım: Burada bulunanların tümü sistemli olarak ayda çok değil on lira
verirse beĢ yüz lira eder. Biz bu parayla iki öğrenciyi üniversitede okutabiliriz.
Ne dersiniz. Ben veremem diyen var mı? Ġsterseniz biz bu grubun adını da
değiĢtirebiliriz. Oya Hanım izin verirseniz, bizim adımız Salih Efendi Takımı değil
mi? Gelin bunda bir değiĢiklik yapalım. Efendi sıfatı Salih‟e bir zenginlik, bir paye
katmaktadır. Oysa Salih‟e yıllar önce bir sarhoĢun verdiği sıfatı geri versek,
Salih, Kör Salih olunca ne olur? Zavallı acınacak biri olmaz mı? ġimdi buna da bir
eğitim vakfı eklenirse ne olur? Kör Salih Eğitim Vakfı olur. ġimdi biz kendi
olanaklarımızla iki kiĢilik olanak hazırlamıĢ görünürken, böyle bir vakfın kurucuları
olarak vakıf oluĢturabilirsek bu iki kiĢi, kırk elli, bir de bakmıĢsınız yüzlerce
kiĢiye burs verebilir duruma gelmiĢ olur. Gelin bunu karar altına alalım. Ne
dersiniz arkadaĢlar, özellikle siz ne diyorsunuz Oya Hanım?”
Oya, “Ömer kardeĢim, çok güzel konuĢtu. Ben her önerisine imza atarım.
Kör Salih Eğitim Vakfı bize ve ülkemize hayırlı olsun derim.”
Mutlu Öğretmen, “Ben de eğitime bütün ömrünü vermiĢ bir insan olarak,
Ömer‟in önerilerini kabul ediyor, onaylıyorum.”
Ömer, “ArkadaĢlar, bu öyle olmaz! Burada aĢağı yukarı elli kiĢi var. Eğer
herkes böyle tek tek oyunu bildirirse çok uzar. Ama isterseniz biz bunu
kolaylaĢtırır ve çabuklaĢtırırız. ġimdi sizlere soruyorum. Bu iĢi açık oylama ile
yapmak istiyor musunuz? Kabul edenler, kabul etmeyenler. Kabul etmeyen yoktur.
Öyle ise oybirliği ile kabul edilmiĢtir.”
Bu karardan sonra ilk aylık burs Yüksel‟e, Oya tarafından peĢin olarak
verildi. Bu da Yüksel‟e Tıp Fakültesinin kapısını açmıĢ oldu. Yüksel‟in de yüzü
güldü. BaĢlangıçtaki umutsuzluğu gitmiĢ, yerine bir sevinç gelmiĢti. Hemen
Ömer‟in yanına gidip onu kutladı ve kendisine bu olanağın açılmasını sağladığı için
ona teĢekkür etti. Ömer de kendisine bu fırsat verildiği için Yüksel‟e teĢekkür
ederek onu kutladı. Kayıt için birlikte gitmeye sözleĢtiler. Önce Tıp Fakültesi‟ne
gidip Yüksel‟in kaydını yaptıracaklardı. Sonra da Edebiyat Fakültesi‟ne giderek
Ömer‟in kaydını yaptıracaklardı. Yüksel ve arkadaĢları izin isteyerek yurtlarına
gittiler. BeĢ arkadaĢı birlikte yurda geldiklerinde Müdire Hanım‟ın odasının
lambası yanıyordu. Müdire Hanım da odada birileri ile konuĢuyordu. Kızlar, “Ġyi
geceler, Müdire Anne” demek için uğradılar.
Müdire Anne, “Nerelerdeydiniz kızlar? Sizleri aradım yoktunuz. Sonra
bunlar, herhalde Oya‟nın yanındadırlar, diye düĢündüm. Doğru düĢünmüĢüm.
[164]
Yüksel, bana asıl sen gerektin. Önce seni yürekten kutlarım. Tıp Fakültesi‟ni
kazanmıĢsın. Bana Gülsevil söyledi. „Gidemem!‟ demiĢsin. Ben de Genel Müdürlüğe
bildirdim. Bu gün akĢamüzeri telefon ederek bildirdiler. Çocuk Esirgeme Kurumu,
tüm giderlerini karĢılamayı uzun tıp öğrenimi boyunca karĢılıksız burs vermeyi
kabul etmiĢ. Bunun dıĢında da giyim, kuĢam, kitap ve kırtasiye giderlerini de
karĢılayacaklar. Hiçbir endiĢen, korkun olmasın kızım. Devlet arkanda, seni
destekliyor. Yalnız senden küçücük bir Ģey bekliyor, o da her sene sınıfını
geçmek. O konuda da senin adına ben söz verdim. Hadi hayırlı olsun. Sana yeniden
baĢarılar dilerim. Sana da ayrıca bir yurttan yer ayırtmıĢlar. Kayıt bürosundan
öğrenecekmiĢsin. Gülsevil, sana da teĢekkür ederim kızım. Bu benim arkadaĢımın
sırrıdır diye saklamayıp gelip bana anlattığın için. Eğer sen bu sırrı açıp bize
duyurmasaydın, arkadaĢının geleceği kaybolup giderdi. Bu olanakları senin bir
arkadaĢ ödülün olarak taĢıyacaktır. Hiçbir zengin adam bunu yapamazdı sana. Ama
Gülsevil yaptı. Ona teĢekkür etmen gerektir. Hadi karĢımda et de, ben de
göreyim,” deyince iki arkadaĢ öyle bir sarıldılar ki, görenler bir daha
ayrılmayacaklar sanırdı. Müdire Anne‟nin buyurgan sesi duyulunca kendilerine
geldiler.
“Yüksel, Gülsevil! Bana bakın. Sen kızım, Salih‟e. Sen de güzelim, tıp
kitaplarına iĢte tam böyle sarılmalısınız. Sakın beni mahcup etmeyin,” deyince
ayrıldı ve kendilerine geldiler, Müdire Annelerinin ellerini öptüler. Öperken de:
“Ah, Müdire Anneciğim! Sen bilmezsin, bizim birbirimizde ne sırlarımız
var? Altı yedi yaĢından bu yana birlikte yatar, birlikte gezeriz. Birbirimizin
nelerini gizledik, nelerini sakladık? Onu öyle sıkmamın nedeni buydu. Demek ki
artık doymuĢ, alamıyor. Bizim de bundan böyle elli altmıĢ yıllık daha ömrümüz
varsa, yeni sırlara yer açmamız gerek, diye düĢündüğümüz için sıkmıĢızdır. Belki
eskileri döker, yenilere yer açarız diye düĢündüğümüzden, böyle sarıldık ve bunun
için öyle sıktık.”
“Hadi gevezeler, sizi dinlemeye kalkarsam gece de yetmez. Haydin artık,
yatmaya. Ben de Gülsevil gibi yarın sabahı bekleyemedim. Gelsin de Ģu yaramaz,
haberi önce benden alsın, diye. Gerçekten çok sevindim. Yüksel, sana baĢarılar
dilerim kızım. Haydi, iyi geceler,” diyerek çocukları yatmaya gönderdi. Kendisi de
yatmaya gitti.
Yüksel, o akĢam çok rahat ve dingin bir uykuya daldı. Sabahleyin
kalktığında sanki yepyeni bir dünyaya uyanmıĢ gibiydi. Kendi kendine Ģarkılar
söylüyor, gülüyor, eğleniyordu. Dört can arkadaĢı bile bu haline ĢaĢırmıĢlar,
gülümseyerek birbirlerinin yüzlerine bakıyorlardı: Adeta ne oldu bu kıza
diyorlardı. Bu duyguyu ancak Yüksel ve onun Ģartlarında yaĢayıp da bu mutluluğa
erenler bilir. Yüksel, hem yıllardır hayalini kurduğu bir amacına kavuĢmuĢ, hem de
önündeki tüm engeller kaldırılmıĢtı. Bunda da en büyük pay, Gülsevil‟in kendisine
söylenmiĢ bir sırrı, gidip Müdire Anne‟ye anlatmasıyla Gülsevil‟in olmuĢtu. Bu
nedenle iki arkadaĢ da çok seviniyorlardı. Ġkisi de çarçabuk hazırlanıp Oya
[165]
Abla‟larının yanına koĢtular. Böyle mutlu bir olay ilk ona duyurulmadan olmazdı.
Oya yalnız bir iĢ kadını değil, benzeri pek bulunamayan sevecen bir insan,
unutulmuĢların, kimsesizlerin sahibi olmaya aday, elindeki olanakları gerektiğinde
herkesin yararlanmasına açacak değin cömert bir kiĢiliğe sahip bir insandı.
Bu nedenle doğru ona koĢtular. Önce Yüksel, akĢam verilen iki yüz elli lirayı
geri vermek istedi. Oya ĢaĢırdı. Yüksel‟in gitmekten vazgeçtiğini sanarak çok
üzüldüğünü bildirdi. Canı çok sıkılmıĢtı. Oya‟nın yardımına yine Gülsevil yetiĢti.
“Öyle değil, Oya Abla. Yüksel‟e akĢam piyango çıktı,” dedi. Geceki olayları
baĢtan sona anlattı. Oya olayı dinledikten sonra:
“Anladım. Çok güzel olmuĢ. ĠĢte Ģimdi gerçek kurtuluĢ olmuĢ. Seni candan
gönülden kutlarım. Hadi hayırlı olsun. Çok çalıĢıp baĢaracağına inanıyorum. ġu
masanın üstüne bıraktığın parayı da geri al. Ben bunu sana borç olarak
vermemiĢtim. Sonra geri alırım diye de bir koĢul koymamıĢtık. Ne için geri
vermek istediğini de anlamıyorum. Beni üzmek ve sinirlendirmek istemiyorsan, al
bunu cebine koy. Göreceksin sana gerekecektir. Oldu mu benim canım kardeĢim,”
dedi. Yüksel utanarak parayı alıp cebine koydu.
*
* *
Ġki gün sonra Gülsevil‟le Salih‟in düğünleri olacaktı. Lokantada bunun
hazırlıkları baĢlanmıĢtı.
Oya, “Sen, Gülsevil Hanım! Ne dolaĢıyorsun böyle iĢi gücü yokmuĢ gibi.
ġimdi Fahriye Hanım‟la Hatice Hanım Yurda gelecekler. Bundan haberiniz yok mu?
Hadi kızlar ikiniz de koĢarak Yurda gidin. Onlardan önce orada olun ki,
yokluğunuzda merak etmesinler. AkĢam bir kızlar kınası yapılacakmıĢ, haberiniz
olsun.”
Bu sırada boĢ bulunan Gülsevil:
“Kimin kızlar kınası oluyormuĢ?” diye bir soru atınca, Oya da Yüksel de
gülmeye baĢladılar. Ama Gülsevil bunu bütün saflığı ile sormuĢtu. Onun sorusunun
ardında gizlenmiĢ bir düĢünce yoktu.
Oya, “Senin kınan olacak, benim aptal kardeĢim. Senin kınan,” deyince,
birden aklı baĢına gelmiĢçesine:
“Haydi, Yüksel! Kalk gidelim,” dedi.
Yüksel‟le birlikte koĢarak gittiler. Yurda geldiklerinde henüz kimseler
gelmemiĢti. Bu yüzden rahat bir nefes aldılar. Aradan beĢ veya on dakika
geçmiĢti ki Yurdun dâhili mikrofonundan Gülsevil çağrılıyordu. O da Yüksel‟i
yanına alarak Müdire Anne‟nin odasına gitti. Müdire Anne:
“Kızım, Hatice Hanım‟la Fahriye Hanım gelmiĢler. Seni berbere götürüp
saçını yaptıracaklarmıĢ. AkĢama da Yurtta kızlar kınası yapacaklarmıĢ. Senin
haberin yok mu? Bize niye söylemedin? Biz de elimizden geleni yapardık.”
Gülsevil, “Ya! Öyle mi Müdire Anne? Ġnanın, benim de Ģimdi haberim oldu.
Bilsem söylemez miydim? Sonra size söylemeyip de kime söyleyebilirdim. Kusura
[166]
bakmayın. Yüksel de benimle gelebilir mi?” diye sorunca, Fahriye Hanım da Hatice
Hanım da:
“Tabi, kızım! Bu senin gecendir. Kimleri istersen alabilirsin,” dediler.
“Aslında biz beĢ arkadaĢız. Birbirimizden hiç ayrılmadık, ayrılamayız da.
BeĢimiz de gelebilir miyiz?”
Müdire Anne, “Tabii kızım. Kimi ya da kimleri istiyorsan alabilirsin.
Ġstersen bütün Yurdu da çağırabilirsin. Bu gecenin sahibi ve hâkimi sensin. Sen ne
istersen o olur. Hiç çekinmene, utanmana gerek yoktur. Bu fırsat her genç kızın
baĢına yalnız bir kez gelir. Onu da iyi değerlendirmek gerekir. Ne istersen bu
akĢam iste...”
“On dakika sonra beĢimiz de buradayız,” diye koĢarak gittiler. Diğer üç
arkadaĢları henüz odadaydılar. Onları da hazırlayarak beĢi birlikte geldiler. Yine
el ele tutuĢup:
“ĠĢte, biz BeĢibiryerdeler. Emrinizdeyiz, efendim,” diye geldiklerini haber
verdiler. Ve arkasından yurttan çıkarak berbere doğru yola koyuldular. Bu beĢ
kız, ne zaman yola çıksalar semtin gençleri peĢlerini bırakmazdı. Yine gençler
yolda yalnız bırakmadılar. Ama bu kez yanlarında yaĢlı bayanların oluĢu onların
yaklaĢıp söz atmalarına engel oluyordu. Kırk elli metre gittikten sonra vazgeçip
geri döndüler. Kızlar da alıĢmıĢlardı bu gençlere. Onlar da kızları iyi tanıyorlardı.
Kızlar Gerçekten çok güzellerdi Ama öyle kolay elde edilecek tiplerden değillerdi.
Öyle her arkalarına düĢeceklerle gönül eğlendirecek kızlardan değillerdi. Ancak
çok ciddi bir giriĢimle anlaĢılabilirdi. BaĢka türlü bir yaklaĢım için bu kızlar
kesinlikle izin verecek tipten değillerdi. Böyle oldukları için de gerek Yurt içinde,
gerek çevrede imrenilerek sözleri edilen kızlardandılar. Bu özellikleri ile tüm
kente ünleri yayılmıĢtı. Bu nedenle her gün birkaç oğlan anası, türlü nedenlerle
kızları görmeye gelirlerdi. O kadınlar, bu yavrucukların neden burada olduklarını
bilmeden kendi kendilerine türlü öyküler uydurur. Uydurdukları bu öykülere
kendileri inandığı gibi dinleyenleri de inandırmaya gayret ederlerdi. Bu çocukların,
eski dönemin cariye pazarında satılığa çıkarılmıĢ mal olduklarını sananlar bile
olmuĢtur. Oysa bunlar devlet tarafından korunmaya alınmıĢ, devletin güvencesi
altında yetiĢtirilen çocuklardı. Bir baĢka deyiĢle onlar devletin çocukları idi. Ne
acınacak ne üzülecek bir durumları vardı. Devletin olan her Ģey gibi onlar da bizim
çocuklarımızdı. Çocukların da birer insan olduğunu bilirsek, onları da birer insan
kabul edip kendimize tanıdığımız haklara onların da sahip olduklarını kabul
edebiliriz. Yani iĢin özü ve gerçeği, insanı insan kabul etmekle baĢlıyor, bununla da
bitiyor. Zaten dünyanın bütün insanları bunu bilseler ne savaĢ kalır, ne dövüĢ. Ah,
Ģunu bir bilsek! Vurup öldürdüğümüz insanların da bizim gibi insan olduklarını,
onların da arkalarında kalan insanlar olduğunu, sevdikleri, sevenleri olduğunu
unutmadan bir baĢka insanı nasıl öldürebiliriz. BarıĢ içinde yaĢamak varken,
birbirimizi sevmek, sevilmek varken, seviĢmek gibi güzel duygular varken, konuĢup
anlaĢmak varken bu dünyada savaĢı kim icat etmiĢ olabilir. Tüm dünya insanlarına
[167]
sesleniyorum. Gelin savaĢmayalım, seviĢelim. DövüĢmeyelim, konuĢup anlaĢalım.
Ġnsanlık için yüz karası olan Ģu savaĢ tutkusundan kurtulalım. Hadi hep birlikte
barıĢa, anlaĢmaya, sevgiye!
“Artık savaĢ, bitsin ey Ģen arkadaĢ,
Bütün dünya, seviĢerek, yaĢasın
Gece gündüz, baĢ baĢa!”
Bizimkiler, berbere geldiler. Dükkâna giriĢ sırasına göre berber koltuğuna
oturma sırası aldılar. Buna göre ilk sıra Gülderen‟in, ikinci sıra Aysel‟in, üçüncü
sıra ġükran‟ın, dördüncü sıra Yüksel‟in, beĢinci sıra da Gelin Hanım‟ın yani
Gülsevil‟indi. Böylece kimse karĢı çıkmadan boyun eğdi. Bu planı berber kendisi
yapmıĢtı. Onların geliĢini görünce hemen kapıyı tutup sıralamayı yapmıĢtı. Yoksa
Yurt kızları geldiği zaman, berber dükkânında savaĢ baĢlardı. Gerçi bu kızlar hiç
böyle bir olay çıkarmamıĢlardı. Olsun ne de olsa bunlar da Yurt kızları idi. Belli
olmaz, birden parlayıverirlerdi. Oysa bunların parlamak Ģöyle dursun sesleri bile
çıkmıyordu. Berber de bu hava içinde susmuĢ iĢini görüyordu. BeĢ kızın saçları ve
Fahriye Hanım‟la Hatice Hanım‟ın saçları bir saat kadar sürdü sürmedi, dükkândan
çıkmaya hazırlanıyorlardı ki Oya geldi, saçlara baktı. Fahriye Hanım‟la Hatice
Hanım‟a:
“Yarın akĢam ben de geleceğim. ġayet bu akĢam ki gibi biraz geç gelirsem
sakın daha önce yaptırmayın,” diye sıkı tembih ederek kızları ve kadınları iki
taksiye bindirip doğru Yurda götürdü.
Yurt kızları Gülsevil‟in çevresini sararak onu hayran hayran seyre daldılar.
Birçoğu hayranlıklarını dile getirmeye çalıĢarak:
“Gülsevil Abla, seni seviyoruz. Ne olur, sakın bizi unutma.”
“Gülsevil Abla, sen güzeller güzeli idin. Sen Yurdun güzellik kraliçesiydin.
Yine bizi görmeye gelirsin değil mi?” gibi öylesine çok konuĢan oldu ki, Gülsevil
onları alarak boĢ sınıflardan birine götürüp onlarla konuĢmak istedi. Sınıfta ya da
odada hep birden konuĢulunca gürültüden ne söylendiği anlaĢılamıyordu. Sonunda
Gülsevil masaya geçti, bir öğretmen tavrıyla:
“Bana bakın çocuklar, böyle yaparsanız hiçbir Ģey anlayamayız Bir kere
herkes boĢ bir yere otursun. KonuĢmak isteyen el kaldırıp söz istesin. Kendisine
söz verilen dıĢında da kimse konuĢmasın. ġimdi anlaĢtık mı? Eğer anlaĢtık
diyorsanız baĢlayalım. Kim söz istiyor? Sen söyle AyĢegül”
AyĢegül, “Abla, nereye gidiyorsun? Herkes senin için, gidiyor, diyorlar.
Ama nereye gittiğini söylemiyorlar. Sen söyler misin nereye gidiyorsun?”
“AyĢegül, canım kardeĢim benim. Ben, uzağa gitmiyorum. Her zaman da
yanınıza gelebilirim. Her insana, kız olsun, erkek olsun Allah evlenme yetisi
vermiĢ. Ġnsanlar bu yaĢa gelince evlenip yuva kurarlar. Yuvada kızlar anne olur,
erkek de baba olur. Bunların çocukları da olur. Böylece aile kurulmuĢ olur. Ben de
bir kız olarak bir erkekle evlenip yuva kurmaya gidiyorum. Ben o erkeğin karısı
olacağım, o da benim kocam olacak. Sonra Allah verirse çocuklarımız olacak. Ben,
[168]
çocuklarımın annesi olacağım, kocam da babaları olacak. Böylece bizim de bir
yuvamız olacak. Yine mi sen AyĢegül söyle bakalım. Ama bu son olsun.”
“Ablacığım, benim de annem babam varmıĢ, ikisi de bir yerlere gitmiĢler,
oradan da dönmeyeceklermiĢ, benim suçum ne ki böyle yalnız bırakıp gitmiĢler.
Acaba gelmezler mi? Her akĢam ağlayarak yalvarıyorum Allah‟a. Gelirler mi abla?”
deyince, Gülsevil dayanamayıp ağlayarak odayı terk edip gitti. Ġçerde kimse
anlayamadı neden böyle koĢarak gittiğini. DıĢarıda arkadaĢları bekliyorlardı. Onun
AyĢegül‟le karĢılaĢmasından korkuyorlardı. Onların öyküleri aynıydı. Dört yaĢında
geldiği zaman o da annesini, babasını bilmiyor, tanımıyordu. Yüksel‟le arkadaĢ olup
birbirlerini avutmaya baĢlayınca rahatlamıĢtı. Yüksel‟in ona çok yararı olmuĢtu.
Yine o yetiĢti yardımına, onu alıp odasına götürdü. Üstünü baĢını örtüp yatıp
uyumasını sağladı. O uyuyunca kendisi de Oyaların yanına gitti, olayı anlattı.
Yüksel, “Salih‟i çağıralım. Uyanınca çok yararı olur,” dedi.
Salih‟i çağırdılar. O da geldi. Babaannesi de gelmiĢti. Müdire Hanım‟ın
odasında oturmuĢ çay içiyor, sohbet ediyorlardı. Aradan bir saate değin zaman
geçmiĢti. Yüksel, çıkıp Gülsevil‟i getirmeye gitti. Aradan on dakika geçmiĢti ki
Yüksel‟le Gülsevil kol kola gelip odaya girdiler. Yüksel:
“Al, Ģu niĢanlın mı, karın mı, arkadaĢın mı, her neyinse kolumdan, senin
olsun artık. Ben taĢımaktan yoruldum. Malına sahip ol. Bundan sonra sorumluluk
kabul etmiyorum. Haberin olsun.”
Salih, “Onu sana bırakan kim? O benim baĢımın tacı, gönlümün sultanı,
biricik karıcığım. Ninemin biricik gelini. Yarından sonra gelip kapıdan yalvarsan,
seni içeri almam. Hele bir eli elime geçsin görürsün sen gününü.”
Gülsevil, “Yok! O kadar da değil. O benim biricik kardeĢim, can dostum.
Ona bunu yaptırmam. Biz iki ayrılmaz kardeĢiz. Bunu sen de bilesin Salihçiğim.
Ġkimizin de söylediklerimiz birer Ģakadır. Ben biliyorum. Buna karĢın ilerde bir
olaya neden olmasın diye önlem olarak söylüyorum. Lütfen bugünkü sözleri Ģaka
için de olsa bir daha söylemeyin, beni gerçekten seviyorsanız. Nineciğim, sen
nasılsın? HoĢ gelmiĢsin. Kusura bakma, bugün böyle bir havaya girdik. Ġstemezdik
ama oldu. Ne yapalım, aile hayatı dedikleri bu olsa gerek. Hiç birimiz istemezdik
böyle olmasını. Ġnan bana nineciğim, tam senin istediğin gibi bir gelin olacağım.
Sana söz veriyorum,” diyerek onun boynuna sarıldı. Yanaklarından öpe öpe kokladı.
Aslında kimse ondaki bu duygusallığın nedenini bilmiyordu. Bir yandan evleniyor,
artık buyrulan değil, buyuran olacaktı. “Acaba nöbetçi öğretmen ne der? Müdire
Hanım‟a söyler mi? Müdire Hanım ne der?” gibi sorular olamayacak, tam anlamıyla
özgür, bağımsız bir insan olacaktı. Yurtlarda yetiĢenler bilirler bunun ne demek
olduğunu. ġimdi tek kiĢiye karĢı sorumluluğu olacak. Onun da kendisine karĢı
sorumluluğu olacaktı.
Bu akĢam kızlar kınasında neler olacaktı? Kızlar kınası ne demekti?
Doğduğu günden beri taĢıdığı bu addan yarın kurtulacak, artık kadın olacaktı. Bu
nedenle bu akĢam da kendisi gibi kızlara veda etmek için bir eğlence
[169]
düzenlemiĢlerdi. Tıpkı, erkeklerin bekârlığa veda partisi gibi bir olaydı: Aslında
her ikisi de bekârlığa son diyerek evlilik yaĢamına giriyorlardı. Aslında bu çok
önemli bir geceydi. Bu geceyi tam anlamıyla yaĢamak gerekiyordu. Ama AyĢegül
geceyi berbat etmiĢti. O zavallı masum çocuk kendi duygularını dile getirmiĢ, ama
bu duygular Gülsevil‟in duyguları ile örtüĢünce arada ezilen de Gülsevil olmuĢtu.
Kendisine de anlatılan tıpkı AyĢegül‟e anlatılmıĢ olan öykü gibiydi. O da uzun süre
hatta yıllar boyu annesiyle babasının geri döneceğine inandırılmıĢ, bir gün
gelecekler diye yollarını beklemiĢti. Yüksel‟le tanıĢıp arkadaĢ olunca ondan
öğrenmiĢti geri gelmeyeceklerini. Bunları bu gece düĢünmek sırası değildi. Ama
Küçük AyĢecik bu gerçeği nasıl öğrenecekti. Karar verdi, yarın sabahleyin onu
yanına alıp akĢama değin ona tüm gerçeği anlatacaktı. O çocuğun da kendisi gibi
yıllarca üzülmesini istemiyordu. Bu kararı verince biraz rahatladı. Küçük AyĢe‟yi
de yanına alıp geceye katılmaya gittiler. Bir yığın insan gelmiĢti geceye. Herkes
bunları görünce alkıĢlamaya baĢladılar. Selim yine okuldan bir ekip getirmiĢti.
Gece yarısına değin herkes eğlendi, güldü, oynadı. Üzgün bir kimse görünmüyordu.
Özellikle Salih çok mutlu görünüyordu. Hele AyĢegül‟ü tanıdığına çok sevinmiĢ, onu
çok sevmiĢti. Gülsevil‟le dans ederlerken bile onu ihmal etmiyorlardı. AyĢegül de
onlara çok ısınmıĢtı. Bir dakika yanlarından ayrılmak istemiyordu. Sanki öz
annesini, babasını bulmuĢ gibi mutluydu. Gülsevil de onun bu çocuksu mutluluğunu
görünce kendisi de o geçici üzüntüsünü unutmuĢ, kendini çocuğun havasına
kaptırmıĢtı. O akĢam yeni bir birlik kurulmuĢtu. Salih, Gülsevil, AyĢegül
birlikteliği. Eğlence bitti. Herkes dağılıp gitti. ġimdi AyĢegül‟ü yatağına
gönderemiyorlardı. Ben bu gece Gülsevil Ablamla yatacağım, diye tutturmuĢ,
kimse ikna edemiyordu. Gülsevil onu yatağına aldı. Üstünü örttü. Gerçekten ablası
gibi koynunda yatmasına izin verdi. Sabahleyin erken kalkınca da onu kendi
yatağına götürüp yatırdı. Böylece de kimsenin ruhu bile duymadı. Sabahleyin
kalkma saati geldiğinde Gülsevil, AyĢegül‟ü alarak birlikte kahvaltıya indiler. Öbür
ablalar da kalkmıĢ kahvaltıya gelmiĢlerdi. Birlikte kahvaltı yaptılar. Kahvaltıdan
sona Gülsevil, Küçük AyĢegül‟ü yanına alarak bahçenin bir köĢesine götürüp ona
anne ve babasının gerçeğini anlatmak istiyordu. Ama nasıl baĢlayacağını bilmediği
için “Bak AyĢegül” diyor, yutkunuyordu. Sonra yine aynı söz, aynı yutkunma, aynı
suskunluk. Ama arkasından bir Ģey gelmiyordu. Bu durum çocuğu da sıkmıĢ ki
AyĢegül:
“Abla, sen bana bir Ģey mi söylemek istiyorsun?”diye sorunca:
“Evet, AyĢegül! Sana bir Ģey söylemek istiyorum. Yavrum, bak güzelim.
Senin annen ve baban…”
“Öldüler, değil mi? Dün sen ağlayarak odadan çıkınca bana Yüksel Ablam
anlattı. Galiba seninkiler de ölmüĢler. Burada bulunan kızların çoğunun annesi,
babası ölmüĢtür. Bu o kadar da önemli değildir. Tümümüzün arkamızda Devlet
Babamız vardır. O bizi korurmuĢ, değil mi abla?” deyince, Gülsevil‟e söyleyecek
bir Ģey kalmamıĢtı. Kalktılar, Yüksellerin yanına gittiler:
[170]
“Yüksel, sen daima benden bir gün önde mi gideceksin böyle?”
“ArkadaĢımın yapması gereken bir iĢ varsa. O da bu iĢi yapamıyor, yüzüne
gözüne bulaĢtırıyorsa, dediğin doğru. Huyum kurusun ne yapalım. Böyle alıĢmıĢım.
Bu yaĢtan sonra değiĢmem kolay olmaz. Eskilerin dediği gibi „Böyle gelmiĢ, böyle
gideriz.‟ Sıkma sen canını güzelim. Sen akĢam kızlar kınası yapıp, kızlıktan ayrılıp
kadınlığa geçmeye karar verdin. Bu akĢam da kadınlığa geçiyorsun. Dilerim ve
isterim ki kızlığında yaptıklarını kadınlığında yapmazsın. Merak etme, biz dört
payanda yine yanındayız. Seni yalnız bırakırız mı sanıyorsun? Sen bizim göz
bebeğimiz, can kardeĢimizsin. O Salih denilen eniĢtemiz, bilse bir çırpıda beĢ
kadınla evleniyor, bilmem düğün mü eder, yoksa baĢını taĢlara mı vurur. Biz dört
baldız ona dünyayı cennet de ederiz, istersek zindan da ederiz. Sen sevin kızım,
iyi ki görümcen yoktur.”
ġükran, “Kim, demiĢ onu. Ya, ben neyim? Ben ondan önce görümce oldum.
Bilginiz olsun. Ağabeyim için en küçük bir oyuna kalkanı oynamaz ederim. Alimallah
bilmiĢ olun.”
Kızlar böyle oturup gevezelik yaparlarken odalarının kapısı vuruldu. Gelen
Hatice Hanım, Fahriye Hanım ve AyĢe Nine‟ydi.
“Aaa! Kızlar ne oturuyorsunuz. AkĢama kimin düğünü var? Ġçinizde bu
akĢam düğünü olacak gelin adayı var mı?”
Yüksel:
“Galiba var. Ama ben söyleyeyim de aklı baĢına gelsin. Sizler kusura
bakmayın. O bugün birçok Ģeyi unutmuĢ, ayrıca bu akĢam gelin olacağını da
unutmuĢ olmalı. Kusura bakmayın, biz böyleyiz iĢte, her iĢi alaya, Ģakaya alarak
yapmayı severiz. Hadi Gülsevil kardeĢim, seni soruyorlar. Sanırım sen bu akĢam
gelin oluyorsun değil mi?”
Gülsevil yerinden kalktı. Gelenlere hoĢ geldiniz, deyip ellerini öptükten
sonra, “ġimdi ne yapacağız?” diye sordu.
Bu sırada kapı açıldı. Oya ve Mahide Hanımlar içeri girdiler. Odada alacağı
bir Ģeyler olup olmadığını sordular. Oya, kendisi dolabı açarak ne varsa alıp bir
torbaya doldurdu. Sonra:
“Hadi bakalım, arkadaĢlarına veda etme zamanı geldi,” deyince, iĢte o
zaman kızılca kıyamet koptu. Bu dakikaya değin kimse ayrılık düĢünmüyordu.
Herkes iĢin gırgırında, eğlencesinde idi. Ama Oya‟nın “Hadi arkadaĢlarına veda
et,” sözü her Ģeyi alt üst etti. BeĢ kız birbirine sarılmıĢ hüngür hüngür ağlarken
AyĢegül de bir köĢede durmuĢ, nedenini bilmeden ağlıyordu. Kızların bu
gürültüsüne Müdire Hanım, öğretmenler, Yurt çalıĢanları da koĢup geldiler. Selim,
Turgut da gelmiĢlerdi. Oya topladığı torbayı onlara vererek arabaya yolladı.
Sonra dıĢarıda bekleyen bayanlar ve erkekler gelerek kızları birbirlerinden
ayırdılar. Tümünü AyĢegül dâhil arabaya bindirip Yurdun dıĢına götürdüler. Önce
bir hazır giyim mağazasının önünde durup dinlenelim dediler. Sonra Hatice Hanım:
[171]
“Kızlar, ben Tansel‟e bir elbise almıĢtım, beğendiremedim. Bana yardımcı
olur musunuz?” deyince tümü birden arabadan inerek mağazaya doldular.
Bir ara baktılar ki Mahide Hanım küçük bir kızın elinden tutmuĢ geliyor.
Gülsevil onları görünce koĢarak gelip onu Mahide Hanım‟n ellerinden alarak:
“Kusura bakma AyĢegül, seni unutmuĢuz. Bize çok kızdın değil mi canım?”
diye gönlünü almaya çalıĢtılarsa da AyĢegül küsmüĢtü bir kere. BağıĢlamaya da hiç
niyeti yok gibiydi. Derken Yüksel çıkageldi. O AyĢegül‟ün gönlünü alabilirdi. Öyle
de oldu. Mağazadan çıkarken dört kızla bir Tansel, bir de AyĢegül ellerinde birer
paket taĢıyorlardı.
Yüksel, “AyĢegül, o elindeki nedir?
“Siz biliyor musunuz, ben, Gülsevil Abla‟nın nedimesi oldum. O bu akĢam
gelin oluyor da, biz de ona nedimelik edeceğiz.”
Gülderen, “Peki, sen nedimelik nasıl olur, ne demektir bilir misin?”
AyĢegül, “Yok, bilmem! Ama güzel bir Ģey olmasa Yüksel Abla bana
vermezdi. Sonra Yüksel Abla da nedimedir. Çok güzel olmasa hiç Yüksel Ablam
olur muydu? Sonra AkĢam biz Gülsevil Ablam gelin olurken onun duvağını
tutacağız...”
Gülderen, “Peki, AyĢegül. Bak, sen nedimeliğin ne olduğunu biliyormuĢsun.
Sen çok güzel bir kızsın. Nedimelik de çok güzel bir iĢ. Bu da sana yakıĢır ancak.
Hadi hoĢça kal güzelim.”
Bu arada Gelin Hanımın da paketi mağaza çalıĢanlarınca getirilip arabaya
kondu. Mağazada iĢleri bitmiĢti. Kızların tümü Oya‟nın evine gittiler. Orada birer
banyo aldılar. Üstlerini baĢlarını değiĢtirip geri arabaya binerek berbere gittiler.
Onlar berberde saçlarını yaptırmakla meĢgulken Mustafa Bey de evde son iĢleri
bitirtmekle uğraĢıyordu. ÇeĢitli mağazalardan gelmiĢ türlü eĢyalar bir yerlere
konmuĢ, darmadağınık duruyordu. AkĢamüzeri ustalar gelerek iĢin bittiğini
söylediler. ĠĢ bitmiĢ, temizlik yapılmıĢ, her yer, her Ģey kullanılmaya hazır
bekliyordu. Mustafa Bey telefon ederek mağazaların daha önceden hazırladıkları
elemanları çağırtarak gelip eĢyayı yerleĢtirmelerini istedi. Ayrıca beĢ altı bayan
da gelerek dolaplara, gardıroplara konacak neler varsa onları yerleĢtirdiler Ev
artık gelinin gelmesinden baĢka bir Ģey beklemiyordu. Bir ara Oya‟ya telefon
ederek birkaç kadınla gelip eve bakmalarını söyledi. On beĢ yirmi dakika
geçmeden AyĢe Nine, Hatice Hanım, Fahriye Hanım, Mahide Hanım ve Oya
geldiler. Önce evi gördüler, tanıyamadılar. Sonra içeri girip de yeni düzeni
görünce tam ĢaĢırdılar.
“Böyle bir eve de Gülsevil kalitesinde güzel bir gelin gerekirdi. O da
olmuĢ çok Ģükür. Tanrı sağlıkla, mutlulukla yaĢatsın. Bir yastıkta kocatsın. Âmin,”
dediler. Çıkıp giderken Mustafa Bey‟e de teĢekkür ettiler. Berbere geldiklerinde
kızların iĢi bitmiĢ, gelinin saçı sarılıyordu. Bunlar gelince berber sanki canı
sıkılmıĢ gibi:
[172]
“Yahu ablalar, çekip gidiyorsunuz, bir Ģey de söylemiyorsunuz. Böyle olur
mu?” diye çıkıĢmaya baĢlayınca Oya:
“Ne o, canın mı sıkıldı Usta? Kendine gel, yoksa tümümüz birden kalkıp
gidelim mi demek istiyorsun. Sözlerinin anlamını düĢün, ona göre konuĢ. Burada
senin gevezeliğini çekebilecek kimse yoktur,” deyince berberin dünyası karardı.
“Oya Abla, ben kötü bir Ģey söylemedim! Özür dilerim. Bir hata yaptıysam
affedin lütfen. Ben gerçekten bir gevezelik ettim. Kusura bakmayın,” diyerek ne
söylediğini, ne söyleyeceğini bilemez bir duruma düĢmüĢtü. Berberin ağzı hiç
durmadı. Bütün kadınların saçları yapılıp bitinceye değin kimse kendisine iyi ya da
kötü bir yanıt da vermedi. En son gelin baĢı da yapılıp bitince berber:
“Oya Hanım. Bakar mısınız? Güzel olmuĢ mu?” deyince Oya:
“Haydi arkadaĢlar. Kalkalım artık. Siz de borcumuzu yarın lokantaya
yollayın,” diyerek çıkıp gittiler.
Oya, onları doğruca yeni evlerine götürdü. Amacı evi geline göstermekti.
Yarın sabahleyin kalktığında kendi evinde acemilik çekmesin istiyordu. Bu nedenle
nerde ne varsa tümü gezip gördüler. Bu arada Gülsevil de evini çok beğenmiĢti.
Mutluluktan ağzı bir karıĢ açık kalmıĢtı. Oya Ablasının boynuna sarılmıĢ:
“Bana bu mutluluğu sen yaĢattın ablacığım. Sağ olasın,” diyordu. Odanın
birinden öbürüne koĢuyor:
“ġimdi bu ev benim mi? Pardon, bizim mi?” diye soruyordu. Bahçenin bir
köĢesindeki bir odaya girip bakmak istediğinde o odanın AyĢe Nine‟nin olduğunu
söylediler. Gülsevil hemen itiraz ederek:
“Olamaz!” dedi. “Orası olamaz! Benim ninem öyle bahçenin bir köĢesinde
gizlenip oturamaz. Ben ona yarın baĢka bir yer bulacağım,” dedi. Oya koluna
girerek:
“Sen Ģimdi gelin ol, gel de, bunu sonra düĢünürsün. Hadi bakalım, Ģimdi gelin
olma zamanı geliyor. Bizler hep birlikte seni gelin edip getireceğiz. Haydin
hanımlar, beyler. Hep birlikte doğru düğün salonuna,” deyince, millet sanki askeri
bir emir almıĢ gibi hiç itiraz etmeden, bekleyen arabalara doluĢup yola koyuldular.
Düğün salonunun kapısına gelindiğinde bir yığın insanın gelenleri beklemekte
oldukları görüldü. Kapıda bekleyenler ve yeni gelenler alkıĢlarla gelini içeri
alıyorlardı ki, Salih‟in koĢarak gelip gelinin elinden tuttuğunu gördüler. Salih‟le
gelin, salona girerken altı nedime onun gelinliğini tutarak öyle bir giriĢleri vardı ki
millet ĢaĢırmıĢtı. Bunlardan hangisi daha güzel diye birbirlerine soruyorlardı.
Gelin, bir peri gibi aralarında duruyor, ama nedimeler de ondan geri kalmıyorlardı.
Gelin peri ise nedimeler de birer melekti. Düğüne gelmiĢ olanlar hep beraber Ģunu
düĢünüyor olsalar gerekti: Allah bahtlarını da kendileri gibi güzel etsin. Salih‟le
Gülsevil, nikâh memurunun karĢısına oturdular. Nedimeleri de arkalarında
yerlerini aldılar. Salih‟in Ģahidi Mustafa Bey, Gülsevil‟in Ģahidi de Müdire Hanım
oldular. Bu gidiĢ, Gülsevil için çok anlamlıydı. Yıllardır kendi evi, kendi odası, kendi
yatağı bildiği bir yerden, kardeĢleri bildiği bir ortamdan, anne demeğe zorla
[173]
alıĢtırıldığı bir Müdire Hanım‟dan ayrılmanın üzüntüsünü yaĢarken öbür yandan
dün görüp sevindiği o güzel eve, kendi gerçek evine kavuĢmuĢ olmanın sevinci
içinde çırpınıp duruyordu. Hangi duygunun etkisinde olduğunu anlamadan bir
rüzgâra kapılmıĢ gibi gidiyordu. Aslında kendisini yöneten ve yönlendiren
duygunun ne olduğunu bilmeden, çılgın rüzgâr önündeki bir kuru yaprak misali
olmuĢtu. Bir yanda yirmi yıldan çok geçmiĢin anıları onu bırakmazken, öbür yandan
yeni yaĢamın tatlı hayalleri, onu etkisi altına almıĢ, çekiĢtirip duruyorlardı.
Gülsevil, bu ruhi savaĢım içinde çırpınırken kendini nikâh memurunun karĢısında
bulmuĢtu. O, kim bilir hangi cephede savaĢırken Nikâh Memuru ona, Salih‟le
evlenmek isteyip istemediğini sormuĢ, yanıtını bekliyordu. Bir iki dakika
bekledikten sonra nikâh memuru sözlerini tekrarladı:
“Bayan Gülsevil, size soruyorum. Yanıt vermek istiyor musunuz,
istemiyor musunuz?” diye sorunca Gülsevil:
“Ay! Affedersiniz, dalmıĢım. Duymadım.
Lütfen, bir daha sorar
mısınız?”
Nikâh Memuru, sanki kendisine hakaret edilmiĢçesine alıngan ve kırgın
bir biçimde:
“Size Bay Salih‟le evlenmek isteyip istemediğinizi soruyorum,” diye
yineleyince, Gülsevil ayağa kalkıp:
“Evet! Benim, Bay Salih‟le evlenmek isteyip istemediğimi sormuĢtunuz.
EVET, BEN BAY SALĠH‟LE EVLENMEK ĠÇĠN EVET DĠYORUM. Burada
bulunuĢum da bunu söylemek içindir. Siz hayatınızda hiç dalgın olmadınız mı? Bana
ikinci kez sormak zorunda kalınca hemen kızıp alındınız, efendim. Çok mu
yoruldunuz da öyle bir kızgınlık gösterdiniz? Ben ve sevgili eĢim adına size
üzüntülerimizi bildiririz,” deyince salondan, bir alkıĢ ve “Bravo, YaĢa Gülsevil”
sesleri duyuldu.
Gülsevil, yerine oturdu. Memur bu kez de Salih‟e aynı soruyu sordu. O da eĢi
gibi sitem dolu bir evet diyerek iĢi bitirmiĢti.
Nikâh oldu. Memur, cüzdanı Gülsevil‟e verdi. Artık düğün baĢlayabilirdi.
Mutlu Öğretmen‟le Selim düğünü idare ediyorlardı. Selim, mikrofonu Mutlu Bey‟e
bırakmıĢ, kendisi Ģarkılar söylüyordu. Sonra bir ara Akademi Folklor ekibi gelerek
düğünü Ģenlendirdi. Daha sonra ġan ekibi gelerek düğüne ayrı bir hava kattılar.
Kısaca söylemek gerekirse Selim‟le Oya‟nın düğününden sonra en güzel düğün bu
oldu diyebiliriz. Yemekler de çok güzeldi. Herkes yemeği imrenerek yedi.
Yemekten sonra dans baĢladı. Gençler yedikleri güzel yemeklerin sıkıntısını
atabilmek için ayrıca özen gösteriyorlardı. Bir türlü pisti boĢaltmak
istemiyorlardı. Olmaz türlü yeni moda dans gösterisine çok önem veriyorlardı.
Sıra pastanın kesilmesine gelmiĢti. Gençler yine kendi neĢelerinde, kendi
keyiflerinde idiler. Oysa baĢka zaman olsa pasta için can atacak olan gençler, bu
kez oynamaktan, dans etmekten vazgeçemiyorlardı. Pasta kesildi, dağıtıldı.
[174]
Büyükler aldılar, yediler. Gençlerin pastaları masalarında kaldı. Bazılarını anneleri
alıp kâğıda sararak çantasına koyup eve götürdü.
Gülsevil, gecenin yorgunluğunu, uykusuzluğunu atamamıĢ, uyuyakalmıĢtı.
Salih onu uyandırdığında saat on dördü geçiyordu. TelaĢla kalktı. AĢçı kadının
yemekleri kaldırıp kaldırmadığını sordu. Salih:
“Kalk artık! AkĢam yemeği için masaları düzenliyorlar. Hadi seni de
Müdire Annen bekliyor. AkĢam bir suç iĢlemiĢsin, seni cezalandıracakmıĢ!”
deyince heyecanlanan Gülsevil:
“Eyvah! Ne yapmıĢım ki cezalandıracakmıĢ?” diye sorunca, Salih karısının
hâlâ kendisini Yurtta sanıyor olmasına dayanamayarak, ona acı ile karıĢık bir Ģaka
yaptığına üzüldü. Bunu telafi etmek için:
“Bak sevgilim. Ben kocan Salih, seni kahvaltı için uyandırıyorum. Eğer
daha uyumak istersen bırakayım. Sen uyumana devam et. Ben acıktım, kahvaltımı
yapacağım,” deyip odadan çıkarken birden kendine gelen Gülsevil:
“Dur Salih, Sevgili kocacığım. Ben de geliyorum. Kendimi toparlayıp
birlikte gidelim. Olmaz mı?” deyince Salih:
“Seni almadan ben hiçbir yere gider miyim, sanıyorsun?” diyerek koĢup
geldi. Gülsevil‟i kucakladığı gibi kahvaltı masasına götürüp oturttu.
Salih, Gülsevil‟den çok önce kalkmıĢ, evde bir yığın iĢ yapmıĢ, ayrıca çayı
demlemiĢ, kahvaltıyı hazırlayıp karısını uyandırarak, kahvaltıyı birlikte yapmak
istemiĢti. Yıllar yılı bu iĢi hep baĢkaları için yapmıĢ olan Salih, ilk kez kendisi ve
karısı için kahvaltı hazırlamıĢtı. Gülsevil de ilk kez yurt dıĢında bir yerde kahvaltı
yapıyordu. Ama ne çay yurtta içtiği çaya benziyor, ne de kahvaltıda yedikleri
yurtta yediklerine benziyordu. Hele Ģu zeytinleri, peynirleri hiç görmemiĢlerdi.
Sofrada bal denilen bir yiyecekle, kaymak denilen bir Ģey daha vardı ki bunu da
hiç görmemiĢlerdi. Bunları görünce Gülsevil tümünün ayrı ayrı tatlarına bakıyor,
çok beğendiğini söylüyordu. Ama aklından da arkadaĢlarını hiç çıkartamıyordu.
Bir ara dayanamayıp Salih‟e, “Kocacığım, bir gün bizim kızları kahvaltıya
çağıralım mı?”diye sordu.
Salih de, “Bana niye soruyorsun? Evin hanımı sensin. Canın kimi isterse onu
çağırırsın. Ġstersen bütün yurdu da çağırabilirsin. Yalnız sana bir önerim olacak.
Ġstersen hemen çağırma, sen Ģu ev hanımlığına iyice bir alıĢ, sonra çağır. Sonra
arkadaĢların alay ederler. Ama yine de sen bilirsin. Bak güzelim, bu
söyleyeceklerimi her zaman söyleyip baĢına kalkacak değilim. Dün yurt denilen bir
yerdeydin. Orada bulunan her eĢyayı gerektiğinde kullanabilirdin, yerini
değiĢtirmek yok, kullanırken dikkatli olacaksın, Ģayet bir kaza olur da kırılır ya da
bir daha kullanılamaz duruma gelirse ondan sorumlu kiĢinin karĢısında ezilir,
büzülürsün. Bak Ģimdi, Ģu bardağı al, at yere. Korkma kırılmaz. At yere, at!”
Gülsevil kırılmaz diye attığı bardağın tuz buz olduğunu görünce birden
çılgına döndü:
[175]
“Beni sen aldattın! Yoksa ben atmazdım.”diye Salih‟in yakasına sarıldı.
ĠĢte bak ne oldu?
Salih, “Alt tarafı üç kuruĢluk bir bardak kırıldı. Ama aslında o kırılmadı,
sen kırdın.”
Gülsevil, “Hayır hayır! Ben kırmadım! Onu sen kırdırdın! ġimdi de kalkmıĢ
benim üstüme atıyorsun!” diye direnmeye baĢlayınca Salih:
“Doğrudur, sevgilim. Onu ben kırdırdım. Bu çok doğrudur. Ama ne kırıldı?
Bir bardak. Kimin bardağı? Yurdun mu? Hayır. Lokantanın mı? Hayır. Peki, kimin?
Benim, deyiversene güzelim. Senin bardağını sen kırdın. Peki, sorumlusu kim? Ben
deyiversene sevgilim.”
Gülsevil, “Benim. Ben kırdım. Oh! Ġyi ettim kocacığım. Gerçekten çok
rahatladım. ġimdi anladım ne yapmak istediğini. Anladım kocacıcığım. Benim
nelerden, hangi duygulardan kurtulmam gerektiğini öğrenmemi istediğini anladım.
Sendeki bu anlayıĢ, bu hoĢ görü olduğu sürece hiç kuĢkun olmasın karın dünyanın
en özgür, en bağımsız insanı olacaktır. Bu gün bir bardakla çok Ģey kazandım. Sağ
ol, var ol kocacığım,” diyerek boynuna sarılıp onu defalarca öptü.
Böylece Gülsevil, haftalarca ders olarak anlatılsa anlayamayacağı bir ders
almıĢ oldu. Ve kocasına uyandırılma anındaki bunalımını anlattı. Kendisini hâlâ
yurdun o yönetilen havasında sanıyor, bu havadan kurtulmak için birkaç güne değil
birkaç haftaya gerek olduğuna inanıyordu.
“Bak kocacığım. Eğer maddi olanağımız elveriĢli ise, benim bu duygulardan
kurtulmam için senden bir Ģey isteyeceğim. Yirmi yıldan çok zamandır alıĢa
geldiğim bu yaĢam tarzını atıp, yeni bir yaĢam biçimine alıĢmam kolay olmayabilir.
Bu iĢi kolay baĢarabilmem, eski alıĢkanlıklarımdan kurtulmam için senden, beni bu
çevreden, bu arkadaĢlardan uzağa götürmenin büyük yardımı olacağına
inanıyorum. Eğer on on beĢ gün bu çevreden çıkar, Tamamen beni tanımayan,
benim de tanıyamadığım insanlar arasında yaĢarsam bana çok yararı olacağına
inanıyorum.”
“Ne zaman istiyorsun? Hemen dersen, bitir kahvaltını, yola çıkalım. Yok,
eğer bugün yorgunum, dinlenmek istiyorum diyorsan, yarın karar senin. Hadi
söyle. Paramız var, korkma. Sıkıntı çekmeyiz.”
“Yani, Ģimdi ben ne dersem o olacak mıdır?”
“Evet. Emredin hanımefendi.”
“Öyleyse, haydi gidiyoruz.”
Gülsevil bunun üzerine, odasına koĢup üstünü değiĢtirdi. Yarım saat sonra
yola gidebilecek bir Ģeyler giyinip geldi.
“Ben hazırım beyefendi. Buyurun çıkalım.”
Bu durum karĢısında Salih‟i bir gülme tuttu.
“Yahu biz, balayına mı gidiyoruz, yoksa komĢulardan birine mi? Sen,
balayına gidiyorsun kızım, sana yatak giysileri gerekmez mi? Gideceğimiz yerde
denize ya da havuza girmeyecek miyiz? Mayo ya da havlu almayacak mısın? Gece
[176]
giysin ayrı, gündüz giysilerin ayrı olacak değil mi? Hani senin valizlerin,
ayakkabıların, çamaĢırların nerede? Gel, hemen çıkmaktan vazgeçmeyelim ama
hazırlığımızı da yapalım sonra çıkalım.”
“Ben hayatta böyle bir yolculuğa çıkmadım. Bilmiyorum. Nasıl çıkılır?
Neler alınır? Bana yardımcı olur musun?”
“Sen nasıl istersen karıcığım. Emrin olur. Haydi, gel yatak odamıza
girelim. Orada neler gerekir önce bir ayıralım. Önce çamaĢırlardan baĢlayalım
istersen. Ondan sonra sırayla üst giyime geçeriz. Daha sonra da dıĢ giyimle
bitirir, ayakkabılara geçeriz.”
Gülsevil de onu dinlerken arada bir de “Evet, olur, peki, efendim,” gibi
kısa yanıtlarla onu dinlediğini belirtiyordu. Odaya girdiklerinde daha saat on beĢ
olmamıĢtı. Çıktıklarında saat yirmiyi geçiyordu. Yani bizimkiler beĢ saatten çok
zamanı yatak odalarında balayı gezisine giderken alacakları eĢyayı ayırmakla
geçirmiĢlerdi. Salih, iki valiz getirdi doldurdu. Gülsevil‟e yetmedi. Karı koca, baĢ
baĢa verip düĢünmeye baĢladılar. Sonunda ayırdıkları eĢyanın bir bölümünü
bırakmaya karar verdiler, yarıdan çoğunu bıraktılar. Asıl almaları gerekenleri alıp
yola çıkmaya karar verdiler. Böylece bir valiz Gülsevil Hanım‟a yetti. Bir de
Salih‟in iki valizle yola çıkmasına karar verdiler. Tam bu sırada birden acıkmıĢ
olduklarını anımsayarak, bir Ģeyler atıĢtırıp çıkalım diye düĢündüler. Salih
yıllardır sürdürdüğü mesleğinin ustalıklarını kullanarak ayaküstü bir Ģeyler
hazırlayıp salonda ayakta atıĢtırdılar. Sonra da, valizlerini alıp sokağa çıktılar.
Geçen bir taksiyi durdurup otogara gittiler. Hâlâ nereye gideceklerine karar
vermiĢ değillerdi.
“Bak, buradan nereye istersek gidebiliriz. ġimdi söyle bakalım nereyi
istersin. Marmara Bölgesi‟ne, Ege Bölgesi‟ne, Akdeniz Bölgesi‟ne ve daha yurdun
neresine gitmek istersen oraya araba bulabiliriz. Söyle, nereye istersen oraya
gidelim.”
“Ben bir yer görmüĢ değilim ki, sen beni üzmek için mi soruyorsun? Ben
Yurttan gayri bir yer görmedim. ġimdi de onu unutmak için buraya geldik. Hani
seninle anlaĢmıĢtık. Bana Yurdu hatırlatacak hiçbir Ģey yapmayacaktın? Senden
rica ediyorum canım kocacığım, bana geçmiĢimi anımsatma. Onu unutmak, bir daha
hiç anımsamak istemiyorum. Yeni yerler görelim. Yeni insanlar tanıyalım. Yeni
arkadaĢlarımız olsun. Dünyayı tanıyalım, dünya da bizi tanısın istiyorum. Bak bu
dünyada seni tanıdım. Öylesine mutlu ettin ki beni. Senin gibi yüz kiĢi bin kiĢi
tanıyabilsem, kim bilir nasıl mutlu olurdum.”
“Hop, hop! Fren yap biraz. Sen yalnız benim karımsın ve öyle de
kalacaksın. Ne demek o yüz kiĢi bin kiĢi ile tanıĢıp mutlu olmak. Biraz ağır ol
bakalım.”
“Ha sahi, erkeklik damarın tuttu. Haklısın sevgilim. Benim bir tane
sevgilim, bir tane erkeğim var; o da kocam. Bunun ikisi bir kiĢidir. Dünya durdukça
da bu böyle kalacaktır. Tanrım bana senden baĢka sevgili, senden gayrı koca
[177]
vermesin. Ben onu demek istememiĢtim. Benim demek istediğim hümanist açıdan
insan sevgisidir. Tüm insanları sevmek, tüm insanlar tarafından da sevilmektir. Bu
sevgide cinsellik yoktur. Yalnız insan vardır. Ben bunu belirtmek istemiĢtim.
ġayet ağzımdan hatalı bir Ģey çıkmıĢsa bin kere özür dilerim.”
“Çok alıngan davranıyorsun güzelim. Ġnan bana benim de aklımdan
geçenler kötü ve maksatlı değildi. Sana bir Ģaka yapmak istemiĢtim. Ben de bu
yanlıĢ anlaĢılmadan dolayı özür dilerim. Hadi öyleyse, bugün Edremit‟le baĢlayalım.
Balıkesir‟in Ģirin bir ilçesidir. Akçay‟ı bölgenin en güzel yeridir. Tam denizin
ortasından çıkan tuzsuz temiz artezyen suyu ise, baĢlı baĢına bir doğa
harikasıdır. Hele Edremit‟teki park baĢlı baĢına görülmeye değer. Hadi gidiyoruz,”
deyip Edremit için bilet alarak hemen kalkacak olan otobüse bindiler.
Sabahleyin Edremit‟e gelmiĢlerdi. Orada otobüsten inip Ģehri gezmek
istediler. Önce o ünlü parkı dolaĢmak istediler. Parktaki havuzda bulunan
kuğulara, ördeklere baktılar. Sonra Ģehri dolaĢıp Akçay‟a gittiler. Kalacakları
otele yerleĢtiler. Otelde bir yığın turist vardı. Yol ve gezmenin verdiği
yorgunlukla hemen uyudular. Sabahleyin de erken kalktılar, kahvaltıdan önce
denize girip bir deniz keyfi çıkarmak istediler. Ġkisi de soyunup denize girdiler
ama Gülsevil yüzmek bilmiyordu. Salih, onu yöneterek öğretmeye çalıĢtı. Gülsevil
çok zeki ve akıllı bir kızdı. Öğrenmesi gerekenleri çabuk kavrıyor, hemen
uygulayarak Salih‟i ĢaĢırtıyordu. Salih‟in söylediğine göre Gülsevil bu iĢi bir hafta
geçmeden baĢaracaktı. Edremit ve Akçay‟da Salihler bir hafta kalmıĢlardı. Bu
süre içinde Gülsevil de yüzmeyi bir hayli ilerletmiĢti. Oradan ayrılıp Ayvalık‟a
gittiler. Ayvalıkta da Cunda Adası‟nı, diğer adıyla Ali Bey Adası‟nı, ġeytan
Sofrası‟nı gördüler. Oradan Ören‟e geçtiler. Ören‟de bir kır lokantasında bir
çupra yediler ki tadını unutamadılar. Hele Gülsevil o balığın tadını, o lokantanın
güzelliğini belki ilerde çocuklarına değil, torunlarına övgü ile anlatacaktı. Bir gece
de orada kalıp Ġzmir üzerinden KuĢadası‟na geçtiler. Gülsevil buraların güzelliğine
hayran olmuĢ, güzelliğine bir türlü doyamamıĢtı. KuĢadası‟nda yabancıların üstsüz
dolaĢmalarını görünce çok ĢaĢırmıĢ, açıkça kınamıĢtı onları. Ama demek ki
toplumun koyduğu katı kurallara insanların bir baĢkaldırıĢıydı bu.
“Ama olmaz ki, böyle de yapılmaz ki...” diyordu içinden. Ama Ģunu
düĢünmekten de geri kalmıyordu, “Acaba zavallı Orhan Veli, bunları görse ne
yazardı?”
On beĢinci günün sonunda Salih:
“Artık dönelim mi? Ne dersin karıcığım? Usandın ya da yoruldun mu?”
diye sorunca, Gülsevil anladı ki kocası artık dönmek istiyor.
“Evet, kocacığım. Çok yoruldum. GeliĢi ben belirlemiĢtim, gidiĢimizi de sen
belirle. Ne zaman istersen ben hazırım. Ġstersen hemen Ģimdi gidebiliriz.”
“Hemen Ģimdi dersem gücenmez misin?”
“Yok, gelirken ben hemen dedim. Sen gücendin mi ki?”
“Öyleyse, kalk gidiyoruz!”
[178]
Bunun üzerine Gülsevil, hemen yerinden kalktı:
“Emrin olur, kocacığım! Ġzin verirsen Ģu dağılmıĢ eĢyayı derleyip
toparlayıp valize koyayım,” diyerek ayrıldı. Yarım saat ya da bir saat sonra
elindeki valizlerle çıkageldi. Ama iki valiz ona çok ağır gelmiĢti. Bu nedenle nefesi
kesilmiĢti. Salih onu bu durumda görünce birden çok heyecanlanmıĢ, hemen
koĢarak elinden valizleri almıĢtı. Gülsevil valizleri hazırlarken Salih de boĢ
durmamıĢ, otel hesabını kapatmıĢtı. Artık otelle iliĢkileri kalmamıĢtı. Ġki görevli
gelerek valizleri alıp kapının önüne çıkarmıĢ bekliyorlardı. Kendileri de çıkıp
görevlilerin daha önce çevirip eĢyalarını yerleĢtirdikleri arabaya binerek bu kez
tren garına gittiler. Gülsevil daha önce hiç trene binmemiĢti. Trenlerle gemiler
her zaman ilgisini çekmiĢler. ĠĢte Ģimdi onlardan birine biniyordu. Diğeri içinse,
Salih ona söz vermiĢti. Öyle büyük yolcu gemisi değilse bile Ģehir hatları
vapurlarına binmiĢlerdi. O büyük yolcu gemilerine de bineceklerdi. ġimdi bir uçak
kalmıĢtı. Doğrusunu isterseniz ona Salih de hiç binmemiĢti. Kendisi de merak
ediyor, fakat yalnız binmeyi de göze alamıyordu. Gelecek yolculukta o özlemlerini
de gidereceklerdi ĠnĢallah.
Gülsevil treni, trenle yolculuğu çok sevdi. Yataklı vagondan almıĢlardı.
Küçücük bir odada hem yatak, hem lavabo, hem tuvalet üç zorunlu gereksinme için
gereken her Ģey vardı. Ġsterlerse pencerenin karĢısında oturup oyun da
oynayabilirlerdi. Canları sıkılınca gazete, dergi, kitap da okuyabilirlerdi. Bunları
konuĢurken tren görevlisi kapıyı vurarak, akĢam servisinin baĢladığını, yemeklerini
lokantaya gelerek mi, yoksa vagonlarına getirilmesini mi istediklerini sordu.
“Geleceğiz, teĢekkür ederiz,” diyerek adamı savdı. Sonra, “Hadi
hazırlanalım. Çıkıp yemeğe gidelim,” deyince, Gülsevil büsbütün ĢaĢırdı.
“Ne yani, biz Ģimdi bu trenin içinde lokantaya gidip yemek mi yiyeceğiz.
ġaka yapıyorsun?”
Salih vagonun kapsını açmıĢ:
“Buyurun, Hanım Efendi. Lokantamız sizi bekliyor,” diyerek onu kapıda
bekliyordu.
Uzun bir katarın vagonlarını geçerken bilinen o sarsıntılar, o metal sesleri
Gülsevil‟i korkutmuĢtu. Ama buna karĢın treni de çok sevmiĢti. Bu yaĢına değin
trene binememiĢ olduğuna yanıyordu. Vagondan vagona geçerken Salih‟in koluna
sarılıyor, sımsıkı tutuyordu. Vagon koridorlarında insanlar dolmuĢ konuĢuyorlar.
Kimi zaman kendileri onlara, kimi zaman da onlar kendilerine tosluyorlardı. Bu bir
oyun gibi hoĢuna gitmiĢ, Salih‟le konuĢurken bunu anlatıyor ve gerçekten
keyifleniyordu. Derken lokantaya yetiĢtiler. Ġçerde yemek masaları, garsonlar,
kendilerinden önce gelmiĢ müĢteriler vardı. Kendileri de karĢılıklı olarak iki kiĢilik
bir masaya oturdular. Garson gelip ne istediklerini sorduğunda, ĢaĢırdı. Birden
Gülsevil:
“Kocam bilir! Siz ona sorun lütfen,” dedi. Onun bu haline Salih de garson
da güldüler. Ama bu gülmeler, onun içine düĢtüğü durumun komikliğine değil,
[179]
Gülsevil‟in o andaki saflığına, görünüĢündeki çocuksu sevimliliğe karĢı duyulan bir
saygıdan dolayı idi. Sonunda Salih‟in söyledikleri yemekler geldi. Çok güzel
yemeklerdi. Zevkle yediler. Üstüne tatlılarını da aldılar. O gün yalnız samsa tatlısı
vardı. Gülsevil onu da beğendi. Tatlıdan sonra kahvelerini aldılar. Kahveden sonra
çay servisi de baĢlamıĢtı. Çaylarını da içtikten sonra kalkıp vagonlarına gittiler.
Salih yataklarını yaptı.
“Yukarda mı yatarsın, aĢağıda mı?” diye sorunca Gülsevil:
“Bilmem. Sen hangisini istersin?” diye ona sordu. Salih de ona:
“Sen istersen aĢağıda yat. Ben yukarı çıkayım. Hem yukarı çıkmak zordur.
Hem de yatmak biraz tehlikelidir. Haydi sevgilim. ġimdi herkes yatağına girsin.
Uykumuz geldi. Allah rahatlık versin güzelim. Ġyi geceler benim biricik sevgilim.”
Battaniyeyi üstüne çekip yattı. Gülsevil kompartımanın ortasında ayakta
kalmıĢtı. Doğrusunu isterseniz ne yapması gerektiğini de bilmiyordu. Yatağın
kenarına oturmuĢ düĢünüp duruyordu. Salih de onu yukardan izleyip ne yapacak
diye bekliyordu. Sonra dayanamayıp:
“Ne yapıyorsun öyle? Neden yatmıyorsun? Yatmak istemiyorsan yanına
geleyim konuĢuruz. Ġster misin?”
“Evet, gel.”
Salih battaniyeyi üstünden atarak aĢağı indi. Onun yatağını düzeltti. Onu
yatmaya uygun duruma getirdi. Sonra da:
“Gel, sevgilim. ġöyle uzanıver. Ben de yanına otururum. KonuĢuruz,”
deyince Gülsevil:
“Oh! Ellerine sağlık, ne güzel olmuĢ. Evde de bu iĢi sen yapsana. Bak ne
güzel yapıyorsun!” diyerek battaniyeyi üstüne çekiverdi. Salih de iĢinin bittiğini
anlayınca yukarı kata çıkarak yattı. Sabahleyin kompartıman kapısı vurularak
uyandırıldılar. Demek ki kendileri için son durağa geliniyordu. Hazırlıklarını
yaptılar. EĢyalarını topladılar. Tren de gara giriyordu artık. Valizlerini alıp kapıya
yaklaĢtılar. Tren durdu. Salih önce indi, Gülsevil‟in uzattığı valizi aldı. Onu yere
koydu. Elini uzattı, Gülsevil‟i alacaktı. Birden onu yanında gördü. Demek kendi
baĢına inebilmiĢti. Bir taksiye atlayıp doğru evlerine geldiler.
O gün akĢama değin on beĢ günlük gezinin yorgunluğunu çıkarmak ve gezi
sırasında kullandıkları eĢyanın temizliği ile uğraĢmakla geçti. AkĢam yemeklerini
yedikten sonra duĢlarını alıp yattılar. Sabahleyin kalktıklarında sanki yeniden
doğmuĢ gibi dipdiri ve çok canlıydılar. Salih sabahleyin erkenden yine lokantadaki
iĢine gitmiĢ, Gülsevil de evde kalarak düğünden beri dokunamadığı eĢyalarını kendi
isteğine uygun konuma getirmeye çalıĢmıĢtı. Sonra bir ara nine aklına geldi. Acaba
o nerede kalıyordu. Onu hemen eve getirmesi gerekti. En doğru haberi lokantadan
alabilirdi. Sonra Oya Ablası‟na da bir merhaba demesi gerekmez miydi? Bu
düĢüncelerle telefona sarılıp lokantayı aradı. KarĢısına Oya çıktı. Ġki eski dost, iki
arkadaĢ, hatta daha da ileri iki abla kardeĢ gibi dakikalarca konuĢtuktan sonra,
Gülsevil, nineyi sordu. Ġki gün Fahriye Hanımlar‟da kaldıktan sonra Mustafa Bey‟in
[180]
onu kendi evine aldığını, Ģimdi onunla birlikte çok rahat olduğunu duyunca çok
sevindi. Onu akĢama eve getirmesini Salih‟e söylemesini isteyince, Oya da al
istersen kendin söyle, diye telefonu Salih‟e verdi. Gülsevil, Salih‟e de aynı Ģeyi
söyleyince, “Mustafa Bey geldiğinde söylerim. Ġzin verirse alıp getiririm,”
deyince, bu kez Gülsevil, yurdu arayarak arkadaĢlarını sormak istedi. KarĢısına
Aysel çıktı. Ona geldiklerini haber verdi. Ġsterlerse AyĢegül‟ü de alarak
gelmelerini söyledi. Az sonra beĢ eski arkadaĢ aralarında bir de çocuk birleĢtiler.
Önce bir kızılca kıyamet koptu. Sonra sakinleĢtiler, sohbete baĢladılar. Yine
Yüksel:
“Sen bizi boĢuna çağırmazdın. Ortalık böylesine dağınık ve karıĢık
durumda iken sen kimseyi istemezdin. Ne oldu sana kızım evlilik huy mu
değiĢtiriyor yoksa?”
“Yok, sizi özleyemem mi? Hemen bir anlam mı çıkarmak gerekir? Eğer sözün
doğru ise seni de evlendirelim. Belki senin de Ģu kötü huyun değiĢir. Aslında nineyi
çağırdım. AkĢama gelecek. Ona bir oda hazırlamak istiyorum. Bana yardım edin de
onu yapalım. ĠĢte bunun için çağrıldınız efendim, oldu mu? Anladınız mı Ģimdi?
ġükran sen de nineyle kalacaksın, odayı sen seç.”
“Ben seçersem sen zarar edersin kızım, nereyi seçerim biliyor musun?
Hadi söyleyeyim, senin yatak odanı seçerim. Sizi de bahçedeki nineye ayrılmıĢ
odaya. Orası evin en izbe köĢesi. SeviĢirken, oynaĢırken, dövüĢürken sesiniz
kimseyi rahatsız etmez. Biz de nineyle burada yalnız baĢımıza rahat rahat yatar
uyuruz. Kızım deli misin sen? Kadıncağızı rahatsız edip zevk mi alacaksın?
Bahçenin bu köĢesinde kendi baĢına bir hayat kurmuĢ, özgür, rahat yaĢaması mı
seni rahatsız ediyor. KarıĢma keyfine. Sonra sen ona sordun mu? Belki bunu
kendisi istedi. Sen en iyisi kendisine sor. Mutlaka o gelmiĢ, „Burası olsun,‟
demiĢtir. Kadıncağızın hayalini yıkmaya ne hakkımız var ki? Sen en iyisi o gelince
kendine sor. Ne derse, ne isterse onu yap. Söz! Biz de sana o zaman seve seve
yardım ederiz. Ama o gelmeden ve istemeden hiç bekleme,” diyerek sözlerini
bitirdi. Bütün kızlar da kendisini haklı buldu. Sonuçta ninenin odasının
değiĢtirilmesine karar verilmek için ninenin görüĢünü almaya karar verildi. AkĢam
nine eve gelince ona sorulacak, o değiĢtirin derse yarın sabah kızlar da gelip
Gülsevil‟e yardım edecekler. Ama o, “Ben yerimden memnunum, karıĢmayın, burayı
ben istedim,” derse o zaman da kimsenin değiĢtirmeye hakkı olamazdı.
Öğlen zamanı olmuĢtu. Gülsevil, buzdolabını açıp içinde ne var diye
kontrol etti. Sonra Gülderen‟le Yüksel‟i çağırarak:
“Gelin, bakalım. ĠĢte buzdolabımız, iĢte dolapta bulunan malzemeler.
Gösterin hünerinizi, tümümüz de acıktık. Hadi bakalım iĢ baĢına MarĢ! MarĢ!”
diyerek, onları mutfağa yolladı. Bu sırada ġükran yerinden fırlayarak kalkıp
Yüksel‟i çağırıp onu yerine oturttu.
“O bu akĢam uyumadı. Yorgundur. Onun yerine ben kendim gidiyorum,”
deyip Yüksel‟i oturtup kendi onun yerine gitti. Gülsevil:
[181]
“Ne oldu? Yüksel!” diye merakla sorunca, Yüksel:
“Önemli değil, pis bir sancı geceden beri uyutmadı beni. Bugün doktora
gidecektim. Buraya geldik, gidemedim. Bugün Ģimdilik rahatım. Gece yine bir
Ģeyler olursa, acil servise giderim,” dedi.
“Bu arada aklıma gelmiĢken sorayım. Senin okul iĢi ne oldu: Biz burada
yokken kaydını yaptırdın mı? ĠĢlerin tamam mı?”
“Sen bilmiyorsun, değil mi? Evet canım her iĢim tamam. ġimdi okulların
açılıp derslere baĢlanmasını bekliyoruz. Senin anlayacağın arkadaĢın, artık bir
doktor adayıdır.”
“Yani, Ģimdi biz sana Doktor Yüksel diyebilir miyiz?”
“BaĢkasını bilmem, ama sen ne istersen diyebilirsin.”
Tam bu sırada telefon çaldı. KarĢıda Mustafa Bey vardı. Gülsevil‟i sordu.
Telefonu açanın Gülsevil olduğunu anlayınca:
“Ben Oya‟nın babası Mustafa‟yım. HoĢ geldiniz kızım. Nasılsın, geziniz iyi
geçti mi diye sorayım dedim.”
“Ben Gülsevil. Çok iyi geçti efendim. Sağ olunuz. Bu dünyada daha nice
göremediklerimiz olduğunu anladım. Allah izin verirse, göremediklerimizi de
görmeye çalıĢacağım. Sağ olun, var olun efendim. Ġzin verirseniz bir Ģey
soracaktım efendim. Ninem sizdeymiĢ. Bu akĢam gelmesine izin verirseniz çok
sevinirim.”
“Daha gelmedi mi kızım?”
“Hayır, efendim.”
“Öyleyse telefonu bırak, Ģimdi kapı çalacak. Biz sonra görüĢürüz. HoĢça
kal kızım,” diye telefonu kapattı. O anda da kapı çalındı. Gülsevil koĢarak kapıyı
açtı. KarĢısında nineyi görünce:
“Nineciğim. HoĢ geldin, seni bekliyorduk. Nasılsın? Sağlığın nasıldır?
Seni çok merak ettik.”
“Kızım, senin amacın soruları kapıda sorup beni içeri almamak mıdır?”
“O nasıl söz nineciğim? Ben seni görmenin heyecanı ile ne yaptığımı, ne
sorduğumu bile bilmiyorum. Beni çok üzdünüz nineciğim.”
“Sen sakın aldırma. YaĢlılar kimi zaman böyle Ģakalar da yaparlar. Ne
yapalım zaman zaman olacak böyle Ģakalarımız. AlıĢırsın benim güzel gelinim. Gel
Ģöyle seni bağrıma basayım, on beĢ günlük özlemin zaten içimi kavurdu. Sarıl, sarıl
da içime su serpilsin,” diyerek hem kendi özlemini giderdi, hem de Gülsevil‟in
gönlünü almıĢ oldu. Birlikte odaya girdiklerinde Gülderen‟le ġükran da
hazırladıkları yemeği getirmiĢ sofrayı da hazırlamıĢlardı. Nineyi görünce onlar da
sevindiler. Masaya bir servis de onun için koydular. Yedi kiĢilik bir sofra
oluĢturmuĢlardı. Hep birlikte yemeğe baĢladılar. KonuĢa konuĢa, gülüĢe gülüĢe
yemeklerini yediler. Adını bilmedikleri bu yemek öylesine beğenildi ki, herkes ona
kendine göre bir ad uydurmaya çalıĢıyordu, ama hiçbiri de beğenilmiyordu.
Sonunda AyĢegül bir Ģey uydurdu:
[182]
“Bu yemeğin adı, genç kızlar sofrası, olsun,” deyince, bu ad beğenildi.
Böylece genç kızlar sofrası yemeği nasıl yapıldığı bilinmeyen, katkı maddesi neler
olduğu anlaĢılmayan, iki genç kızın birlikte mutfağa girip akıllarına gelenlerle,
akıllarına estiği gibi yaptıkları, sofraya çıkıncaya değin gösterilmeyen bir yemek
oldu. Bu arada AyĢe Nine de odasına gidip biraz dinlenmek istedi. Kimseye
sormadan kalktı, bahçenin o ıssız köĢesindeki odaya gidip, kemerinden bir anahtar
çıkarıp kapıyı açarak içeri girdi. Kızlar onu izliyorlardı. Demek ki AyĢe Nine o
odayı bilerek kendisi istemiĢti. Bunu görünce Yüksel:
“Gördün mü Gülsevil?” dedi. Yüksel, “Az daha kadının canını sıkacaktın.
ġimdi istersen hep birlikte yanına gidip soralım,” deyince kızlar kabul ettiler.
“Hadi gidelim,” diye kalktılar, AyĢe Nine‟nin odasına gittiler. Nine içerden kapıyı
sürgülemiĢti. Kapıyı vurdular:
AyĢe Nine, “Kimdir o?”diye bir ses verince Gülsevil:
“Benim AyĢe Nine, Gülsevil‟im. Sizi görmeye gelmiĢtik. ArkadaĢlarla.”
“Güzel kızım, Ģu anda açamam. BeĢ on dakika bekleyebilir misiniz?”
Kızlar anladılar ki yaĢlı kadın içerde bir iĢ yapıyor. Zorunlu olarak ona:
“Sen acele etme, iĢin bitince biz yine geliriz,” demek zorunda kaldılar. Geri
kendi odalarına çekildiler. Aradan yarım saate değin bir zaman geçmiĢti ki AyĢe
Nine kapıyı açmıĢ, kızları bekliyordu. Yüksel pencere kenarında oturuyordu. Onu
görünce, kızlara:
“Hadi, bakalım! Kadıncağız kapıyı açmıĢ bizi bekliyor. Ayıptır çok
bekletmeyelim,” dedi.
Kızların tümü birden kalkıp koĢtular. Kızlar gerçekten sevmiĢlerdi AyĢe
Ninelerini. Bu kızların hemen hiçbiri ne anneanne ne de babaanne görmüĢlerdi.
Onları dizlerine yatırıp masal söyleyen, saçlarını tarayan, ağladıklarında
gözyaĢlarını silen, anne ya da baba tehdidine karĢı koruyan kimseleri hiç
olmamıĢtı. Bu nedenle bilmezlerdi böyle büyük anne sevgisini. Demek ki bu sevgi
her çocukta doğal olarak geliĢiyor, günü gelip kullanılmak istendiğinde de
içgüdüsel olarak ortaya çıkıyor. Tıpkı bu kızlarda olduğu gibi ortaya çıkıyor. Hepsi
birden koĢarak gittiler. Birer birer AyĢe Nine‟nin ellerini öptüler. Çevresine
oturdular. Söz arasında Gülderen:
“Neden böyle yalnızlığı seçtiniz? KarĢıda Salih EniĢte, Gülsevil birlikte
olsaydınız daha rahat etmez miydiniz? Burada canınız sıkılmaz mı Nineciğim?”
diye sorunca AyĢe Nine:
“Yok, neden sıkılsın yavrum. Bu evin her köĢesi benim, Salih‟in ve güzel
gelinimindir. Canımız nereyi isterse gidip orada oyalanırız. Gece geç vakit Salih
eve geldiğinde genç karısı uyumuĢ olabilir. Onu uyandırmak istemez, yazık, uykusu
bölünmesin, diye benim buraya gelirse, ben ona hadi evine, karıyın yanına mı
diyeyim. Ya da yarın gelinim iki canlı olur da gelip yanımda yatmak isterse, kızım
kalk kocayın yanına git mi, demeliyim? Diyebilir miyim? Buna hakkım var mıdır?
Sonra bir Ģey daha var? O da karı koca bir gün bir yere gece oturmasına
[183]
gitmiĢler. Ev sahibi eli açık varlıklı birisi. Fakat o ölçüde de görgüsüz ve gösteriĢi
seven birisidir. Misafirine ikram üstüne ikram ediyor. Hele Ģunun da tadına bak!
Allah aĢkına biraz da Ģundan al. Zavallıların karıncıklarında yer kalmamıĢ, kalkıp
gitmek istemiĢler. Ev sahipleri anlamaz. Habire Allah aĢkına, Allah‟ını seversen
diye ısrar edip dururlar. Bizim yaĢlı karı koca çok rahatsız olmuĢlar. Tüm ısrara,
yeminlere karĢın kalkmıĢ evlerine zor yetiĢmiĢler. Kapıyı açıp içeri girince karı
koca “Evlerim! Evlerim! Saklar benim gizlerim. Ohh!” deyip özgürce, rahatlıkla
zart zurt, gümbür gümbür ses çıkararak dolaĢmaya baĢlarlar. Yine biz yaĢlılar
namaz kılarız, Kur‟an okuruz. ĠĢte böyle zamanlarda hep yalnız kalmak isteriz.
Böyle zamanlarda bizi kimsenin görmesini istemeyiz. Demin siz geldiğinizde ben
de içerde abdest alıyordum. Arkasından da namazımı kıldım. Duamı yapıp iĢimi
birince kapıyı açarak gelmenizi istedim. ġimdi anladın mı güzel kızım? Neden
böyle bir köĢeye çekildiğimi anladınız mı? ġimdi gelin size benim küçük evimi de
göstereyim,” dedi.
“Bakın, iĢte mutfağım. ĠĢte oturma ve misafir odam. Burası da
abdesthane veya ayakyoludur. Yani sizin orada ne varsa burada da o var. Buraya
banyo istemedim. Gider orada yaparım, dedim. Yemeğimi de orada gelinimle
birlikte yeriz Hadi oturun size birer kahve yapayım da hep birlikte içelim.
Mademki bana hoĢgeldine gelmiĢsiniz, o halde kahveyi de hak ettiniz,” dedi.
Kalktı, giderken ġükran yolunu kesip:
“Sen otur nineciğim. O iĢ benim görevim değil mi?”
“Doğrusun benim canım kızım. Ama sen daha evimizin neresinde ne
olduğunu bilmiyorsun ki?”
“Sen bana göster, yerine otur. Ben sana da yapar getiririm,” deyince,
AyĢe Nine çok sevindi. ġükran‟a cezveyi, fincanları, Ģekeri ve kahveyi vererek:
“Hay Allah razı olsun kızım. Eline koluna sağlık versin,” deyip yerine
oturdu. O anda AyĢegül‟ü görünce:
“Kızım, sen de kalk ablana yardım ediver,” deyince AyĢegül birden
yerinden kalkıp ġükran‟ın yanına koĢtu. ġükran kahveleri yapmıĢtı, ama tepsiyi
bulamıyordu. Arkasında AyĢegül‟ü elinde tepsi ile durur görünce:
“Senin elinde miymiĢ, ben de onu arıyordum.”
“Haydi, bana ver de götüreyim Abla.”
“Sen daha götürecek yaĢta değilsin. Biraz daha büyü de sonra. Olur mu
güzelim?” diye tepsiyi alarak fincanları içine dizdi. Sonra da fincanlara kahve
doldurarak içeri götürdü. AyĢe Nine‟den baĢlayarak oturanların tümüne kahve
verdi. Kahveyi içen fincanını ters çeviriyordu. Ama kimin fala bakacağını da
bilmiyordu. AyĢe Nine:
“Bakılacak fallar hazır, bakacak falcı kim, nerde?” diye sordu. Olumlu bir
yanıt alamayınca AyĢe Nine:
“Demek ki evinde çok iĢi varmıĢ, gelememiĢ. Hadi kızım ġükran, sen
dağıttın sen topla bari diye görev verdi.”
[184]
Bu arada Gülderen Ömer‟i sordu:
“Kızlar, bizim bir arkadaĢımız daha vardı. Adı, Ömer miydi neydi? O nerelerde?
Görünmez oldu. Bilen gören var mı?”
Aysel, “Sen onu Yüksel‟e sor, o bilir.”
Yüksel, “Vallahi, Üniversite‟ye kaydolurken birlikte gittik, kaydımızı
yaptırdık. Bir daha da görüĢmedik. Eğer bunu anımsatmak istiyorsan, iĢte bildiğim
budur. BaĢka da bildiğim yoktur.”
Gülsevil, “Durun kızlar, Ģimdi en doğru haberi alırız.” Telefona sarılan
Gülsevil, Oya Ablasını aradı. Ona, Selim‟in annesi Hatice Hanım‟ı, Ömer‟in annesi
Fahriye Hanım‟ı sordu. Oya da telefonda ona:
“Çok iyiler. Bugün saat on beĢe doğru seni ziyarete geleceğiz. Seni
arayacaktım ama iyi ki aradın. Yoksa iĢler arasında unutup geç haber verebilirdim.
Çok iyi oldu araman Gülsevil,” diyerek telefonu kapattı. Gülsevil yanında bulunan
kızlara:
“Hadi bakalım kızlar, iĢ baĢına. Misafirlerimiz geliyor. Oturmak yok. En
geç bir saat sonra burası misafirle dolacak.”
ġükran‟la Yüksel, Gülsevil‟i alarak:
“Biz gelini hazırlayalım; siz de Aysel‟le Gülderen, lütfen odayı hazırlayın.
AyĢegül de size yardım etsin. Hadi bakalım, herkes iĢinin baĢına. MarĢ! MarĢ!”
Kırk dakika geçmiĢti ki herkes iĢini bitirmiĢ, gelecek misafirleri
bekliyorlardı. Kapı çaldı, açtılar; gelen Hırdavatçı Hasan ailesiydi: annesi Fatma
Hanım, eĢi Medine Hanım, kız kardeĢi Zühre gelmiĢlerdi. Onlar daha oturmadan
Turgut Bey‟in ailesi; annesi ġaddan Hanım, eĢi Gülbahar Hanım, Küçük Mahmut
Bey, kız kardeĢleri Gülümser ve Yasemin. Onları oturtup hal hatır soruyorlardı ki
kapı yeniden çaldı. Bu kez gelenler Oya Hanım, kaynanası Hatice Hanım,
görümcesi Tansel; Ömer Bey‟in ailesi; annesi Fahriye Hanım, kızları Esin ve Enise;
Öğretmen Mutlu Bey‟in karısı Mahide Hanım, kızları Damla ve Yağmur gelmiĢlerdi.
Bu kadar kadın bir araya gelince neler olur, neler konuĢulur. Artık siz
düĢünün, kararı da siz verin. Ama bunların aynı yaĢ, aynı çağ grubundan
olmadıklarını da düĢünürseniz, ayrıca aralarında çocukların, gençlerin, orta
yaĢlıların ve de yaĢlıların bulunduğunu da bilirseniz, siz de bizim gibi onları dört
gruba ayırabilirsiniz:
Birinci Grup: Çocukların grubu. Bu grupta annesinin kucağından alınarak
getirilmiĢ Mahmut Bey, onu getiren AyĢegül, Yağmur, Damla, Zühre, Yasemin,
Enise.
Ġkinci Grup: Gençler grubu: Bu grupta Gülbahar, Gülümser, Esin, Tansel,
Aysel, Gülderen, ġükran, Yüksel.
Üçüncü Grup: Orta yaĢlılar grubu. Mahide Hanım, Medine, Fahriye, Hatice
Hanım, Oya Hanım
Dördüncü Grup: YaĢlılar grubu., Fatma Hanım, ġadan Hanım, AyĢe Nine.
[185]
Yalnız burada bir kiĢiyi gruplara sokmadık. O da Gülsevil. O, ev sahibidir,
her gruba girebilir, çağrılıp gidebilir. Kısaca her grubun adamı sayılır. Aslında
onun da yerinin arkadaĢlarının yanı olması gerekirken yeni gelin olması dolayısı ile
tüm misafirlerin kendisi için gelmiĢ olması bakımından onu bir gruba eklemek de
doğru olmazdı. Saat on sekize değin diledikleri gibi konuĢtular eğlendiler,
güldüler, söylediler. Saat on sekizde telefon çaldı, açan Oya‟ydı. Arayan da
Mustafa Bey‟di.
“Kızım oradaki hanımlara söyle, hepsinin beyleri saat yirmide burada
olacaklar. Sen de gelinle AyĢe Nine‟yi al da buraya gelin. Hepinizi bekliyoruz.”
“BaĢ üstüne babacığım. Emrin olur. Emrinizi Ģimdi duyururum. HoĢça kal.
Ellerinizden öperim,” diyerek telefonu kapattı. Kadınlara:
“Bir dakika bayanlar! Sizlere duyurmam gereken bir ileti aldım. Onu
duyuracağım. Tümünüzün beyleri saat yirmide sizleri lokantada bekliyor olacaklar.
Haberiniz olsun. Bizim güzel gelinle sevgili Nineciğim de bana teslimler. Onları da
ben götüreceğim. Hadi bakalım, hazırlığa baĢlayalım. Benim güzel kardeĢlerim.
Sizler de bu davete dâhilsiniz. Hadi, hep beraber hazırlanmaya baĢlayın. Biz
onlardan önce gidelim,” dedi.
Bu durum, kadınların yeni bir konu açıp dedikoduya baĢlamalarını
engellemiĢ oldu. Kadınlar, Ģimdi süslenmek, taranmak, boyanmak sevdasına
daldılar. Tabii bu kargaĢalıktan ilk kurtulanlar, önce hiç girmediği için AyĢe Nine
ile henüz çocuk olmasından dolayı da AyĢegül oldu. Saat on dokuzu biraz geçe
iĢleri bitti. Kalktılar, yürüyerek lokantaya geldiklerinde saat yirmiye gelmek
üzereydi, hatta olmuĢtu da diyebiliriz. Erkeklerin tümü gelmiĢlerdi. HoĢ beĢten
sonra hal hatır sormalar bir saate yakın sürdü. Tam yemeğe geçilirken Turgut‟tan
bir öneri geldi:
“ArkadaĢlar! Benim bir söyleyeceğim var. Biz Ģu grupta bulunan arkadaĢlar
daha önce birbirimizi ne biliyor ne de tanıĢıyorduk. Bir akĢam birbirimizden
habersiz Levent Köfteci‟ye geldik. Orada Kör Salih denen bir garson vardı. Biz
beĢ kiĢiyi bir masada yerleĢtirdi. Yine tanıĢmıyorduk. Herkes yemeğini yiyip bir
bardak rakısını içip gidecekti. Aramızda bir öğretmen varmıĢ, o bize tanıĢma
teklif etti. Kabul ettik ve tanıĢtık. Ġlk tanıĢmamızı Mutlu Öğretmenimiz sağladı.
Bu tanıĢma sonunda aramızda bir de müzikçi varmıĢ, onu tanıdık. Selim Yaman, o
akĢam Ģarkıları ile bizleri büyüledi. Derken Ömer arkadaĢı, Hasan arkadaĢı
tanıdık. O akĢamki habersiz buluĢma, bizi Kör Salih tutkalı ile mi yoksa Mutlu
Öğretmen tılsımıyla mı bilinmez, bir Ģey tarafından birbirimize sıkı sıkıya
yapıĢtırdı sanıyorum. Aradan aylar, yıllar geçti. Biz yine birlikteyiz. O akĢam beĢ
kiĢiydik, Ģimdi ailelerimizle birlikte elli kiĢiyi bulduk. Bu yetmedi, koskoca bir Kız
YetiĢtirme Yurdu yönetimi, öğretmenleri, çalıĢanları, öğrencileri de aramıza
katıldı. Yine yetmedi Bu kez de Selim arkadaĢımız sayesinde koskoca bir Akademi
Okulu bize katıldı. Bunları neden söylüyorum. Ben de bilmiyorum. Bildiğim bir Ģey
var, o da bugüne değin her buluĢmamızda, ta o ilk geceden beri lokanta bizden hiç
[186]
para almıyor. Bundan sonra da alacağını sanmıyorum. Gerek Mustafa Bey, gerek
Oya Hanım belki Ģimdi söyleyeceğime kızacaklar ama sakın kızmasınlar. Ama
bundan sonra toplantılarımızı yapmadan önce sofranın sahibini belli edelim. Ancak
böyle gelinirse rahatlıkla geliriz. Bu kabul edilmezse toplantılarımızı baĢka bir
yerde yapalım. Bu dostlarımıza da yazık oluyor. Neden gecenin tüm gideri bir
ailenin üstüne yıkılsın. Bu söylediğimi baĢlatmak için bu gecenin sofrasını ben
açmayı öneriyorum. Beni dinlediğiniz için sağ olun. Kusura bakmayın, bu akĢamki
sofra bir köy sofrasıdır. ġimdiden afiyet olsun, dostlarım.”
Turgut sözlerini bitirdi. Arkasından servise geçildi. Servis baĢlarken
Mutlu Öğretmen ayağa kalktı:
“ArkadaĢlar, Turgut Bey arkadaĢımızın sözleri bana bugüne değin
çoktandır söylemem gerekli bir konuyu anımsattı. Sağ olasın Turgut kardeĢim.
Ben de senin gibi düĢündüğümü belirtmek istiyor ve de önerini benimsiyor,
katılıyorum. Sonra bana layık gördüğün tılsımcı sıfatından dolayı sana candan
teĢekkür ederim. Ama bu tılsım bende değil, bizlerdedir. Kör Salih tutkalına
gelince buna ben de katılıyorum. Bu güne değin Kör Salih, hep kör talihle birlikte
yani bir uğursuzluk, bir Ģanssızlık anlamında kullanılırdı. Nitekim bunu
arkadaĢlarımızdan da duyduk. Ama bizimle bu sözdeki uğursuzluk anlamı da
atılarak Kör Salih deyimi artık çok uğurlu, çok güzel bir söz olmuĢtur. Biz bu adla
tanıĢtığımızdan bu yana neler yaptık. Kendimizde, ailemizde, iĢlerimizde olan
deĢiklikleri bir düĢünün. En son kurduğumuz Kör Salih Eğitim Vakfını ve onun
programını, sözleĢmesini düĢünelim. Bunların hangisi kötü ya da uğursuzdur.
Öyleyse Ģimdi hep birden, sesimizin çıkabileceği en yüksek perdeden bağıralım.
“YAġA SEN, ÇOK YAġA KÖR SALĠH, ĠYĠ KĠ VARSIN!”
Beni dinlemek inceliğinde bulunduğunuzdan dolayı tümünüze saygılar
sunarım. Sağ olun, var olun arkadaĢlar.”
Ömer Bey, “ArkadaĢlar, çok kısa konuĢacağım. Önce Turgut arkadaĢa
teĢekkür ederim. Tüm önerilerini kabul ediyor ve benimsiyorum. Sağ ol Turgut
Bey. Haftaya cumartesi akĢamını da ben alıyorum. ArkadaĢlarım tam kadro
gelirlerse çok mutlu olurum. Gelmeyen olursa da çok üzgün olacağımı bildiririm.
Beni dinlediğiniz için sağ olunuz.”
Böylece bundan sonraki haftanın cumartesini de Ömer Bey üstlendi. Babası
da ondan sonraki cumartesiyi aldı. Hidayet Bey‟den sonra Hasan Bey sıraya
girdiler. Selim, Oya ile birlikte olduklarından, Mustafa Bey de lokantanın eski
patronu olması bakımından, Salih de Gülsevil‟le yeni evli oluĢlarından,
bu
sıralamalardaki her gecenin onlar adına verilmiĢ sayılacağı bakımından bu
sıralamaya alınmadılar.
Mustafa Bey‟le Oya ve Selim:
“Yani, biz, bir arkadaĢımız için bir kutlama yemeği veremeyecek miyiz? Bunu
mu engellemek istiyorsunuz?” diyerek bu karara karĢı çıkınca, haklı görüldüler.
[187]
Demirci Ömer, “Biz bu sıralamaya Salih Efendi Takımı‟nın kendi aralarında
yapacakları toplantıları aldık. Örneğin ben, yıllardır özlemini çektiğim Edebiyat
Fakültesi‟ne kaydoldum. Yarın sınıfımı geçip gelince babam bana burada bir yemek
vermeye kalkarsa buna kim engel olabilir ki. Çağrılanlar da seve seve gelirler. Siz
Salih için bir gece mi düĢünüyorsunuz? Buyurun yapın. Eğer bizi de çağırırsanız
koĢa koĢa geliriz.”
Mutlu Öğretmen, “Sana teĢekkür ederim, Ömer Bey. Tam bir edebiyatçı
gibi konuĢtunuz. ArkadaĢlar, Ömer Bey gerçekten çok güzel konuĢarak olayı
açıklamıĢ oldu. Lütfen bu görüĢü benimseyelim.”
Oya, “Her halde biz biraz yanlıĢ anlamıĢız. Kocam Selim, babam Mustafa
Bey adına ve kendi adıma özür dilersem kabul edilir mi?”
Turgut, “Edilir edilmesine edilir de, izin verin de yemeklerimiz de
soğumasın. Herkesin kaĢıkları ellerinde kaldı. Buyurun arkadaĢlar, biz yemeğe
baĢlayalım. KonuĢmak isteyen varsa devam etsinler,” deyince, herkes:
“Sağ ol, Turgut Bey!” dedi.
Sonunda yemek baĢlamıĢtı. Turgut ise, bir baĢ sallamasıyla cevap verdi.
Çünkü o ağzına yemek koymuĢtu. KonuĢabilecek durumda değildi.
Yemekler yendi, tatlılar, meyveler alındı. Masalar toplandı. Sıra kahvelere
gelmiĢti. Herkes söyleĢiye baĢladı. Yakınında oturan birisi ile hal hatır sorma ile
baĢlayan söyleĢi uzadıkça uzuyordu.
*
* *
Ömer‟le Gülderen de yan yana oturuyorlardı. Onlar da kendi aralarında
ufaktan bir söyleĢiye baĢlamıĢlardı:
“Ömer Bey, sizi kutlarım. Hem liseyi bitirmiĢsiniz hem de çok istediğiniz
fakülteye girmiĢsiniz. Orada da size baĢarılar dilerim. Ġsterim ki bütün
emelleriniz gerçekleĢir.” “TeĢekkür ederim, Gülderen Hanım. Sağ olunuz. Sizin
gibi temiz ve saf birinin böyle bir duasına gerçekten ihtiyacım vardı. Tekrar, sağ
olun, var olun. Dilerim ve isterim ki benim için diledikleriniz sizin için de
gerçekleĢir. Ha! Sahi, bu arada ben de size bir soru sorayım. Eğer bir sakıncası
yoksa siz hangi okulu bitirdiniz? En son bitirdiğiniz okulu öğrenebilir miyim?”
“Tabi, ne sakıncası var. Ben Kız Sanat Enstitüsü Biçki DikiĢ ve Giysi Çizerlik
Bölümü mezunuyum. Mezuniyette dereceye giremedim O yüzden de yüksek
bölüme alınmadım.”
“Peki, ama günümüzde sizin meslek çok rağbet görmektedir. Hiç iĢ aradınız
mı?”
“Aradım aramasına, aradım da. Ġkametgâhım YetiĢtirme Yurdu olması
dolayısıyla iĢ bulamadım.”
“Nasıl yani? Anlayamadım.”
[188]
“Nereye gittiysem, kime baĢvurduysam kabul edildim. Ancak Yurtta
barındığım için olmaz dediler. Çünkü beni manken olarak almak istediler. Önce
mankenliği ben istemedim. Sonra da onlar bu Ģartlarda olmaz, dediler.”
“Doğrudur. Sen de haklısın, onlar da. Manken defileye çıkacak. Giydiği
giysiden daha çok kendini gösterecek. Bu da bizim toplumda yanlıĢ yorumlanır.
Hakkınızda olmadık senaryolar yazılır. Ġftiralar atılır. Hele bu sizin gibi güzel ve
çekici bir kız için olursa!”
“Ve de benim gibi kimsesiz, sahipsiz, koruyanı, savunanı olmayan bir kız
olursa…”
“Haklısın. Çok da zekisin, insan seninle konuĢurken çok dikkat etmek
zorundadır. Öyleyse gelin bu mankenlik konusunu bir daha açmamak üzere
kapatalım. Sizin okul mezunları yalnız manken olmak için mi yetiĢtirilir, yoksa
baĢka meslek dalları da var mıdır?”
“Olmaz olur mu? Tabii ki vardır. Bakın mesela biçki dikiĢ, nakıĢ, yemek
piĢirmek, sofra düzenlemek ve bir de hazır giyimde yeni örnekler hazırlayıp,
defilelerde alıcılara sunmayı amaçlayan giysi çizerler. Ne bileyim çiçekçilik. Daha
birçok bölüm var. Eğer sen öğrenci olarak hangisine ilgi gösterdiğini öğrenmek
istersen, onu öğretirler.”
“Peki, sen bunlardan hangisinden öğrenim gördün?”
“Benim asıl dalım giysi çizimleri, biçki. O da bu gün ancak üç beĢ Ģirketin
elindedir. Onlara baĢvurmak ve kabul edilmek de ancak çok güçlü arka ister.
Benim arkam kim olacak?”
“Peki, biz de giysi çizim çırağı olarak girmek istersek almazlar mı? Ne
dersin?
“Ben bunu hiç düĢünmemiĢtim.”
“Benim yarın bir iĢim yok. Ġstersen seninle birlikte gider, birkaç yere
baĢvururuz. Olur mu?”deyince, Gülderen‟in yüzünde güller açmaya baĢladı. Çok
sevinmiĢ, çok da umutlanmıĢtı.
“Olur, Ömer Bey. Nereye istersen gelip seni bulayım.”
“Aramaya gerek yok. Ya ben seni gelir Yurttan alırım. Ya da sen bize gel,
kahvaltıyı bizde yapalım. Sonra gideriz. Ha! Yalnız gideceğimiz yerlerin
adreslerini almayı unutma sakın. Olmaz mı? ġimdi nasıl buluĢuyoruz?”
“Sizi yormayayım. Ben size geliyorum,” diye anlaĢtılar.
Yemek bitmiĢ, kahveler içilmiĢ, sohbetler uzamıĢ, zaman çok ilerlemiĢti.
Ömer‟in annesi Fahriye Hanım:
“Ömer, oğlum! Saatten haberin var mı? AnlaĢılan siz Gülderen‟le orada iyi
anlaĢtınız. Bu gecelik burada kesin, gerisini de yarın buluĢur çözersiniz.”
“Merak etme anneciğim. Biz de öyle düĢünmüĢtük. Bu yüzden Gülderen
Hanım yarın sabah kahvaltıya gelecek. Orada bitiririz. Evde anlatırım gerisini.
Tamam, anneciğim. Ben hazırım,” dedi.
[189]
Hep beraber kalktılar. Böylece lokantada kimseler kalmamıĢtı. Hesabı
Turgut ödedi. Oya almamak için çok direndi ama Turgut‟un baskısına da gücü
yetmedi. Ömer, ailesiyle eve gittiklerinde Fahriye Hanım, onu sorguya çekmeye
baĢladı. Ömer de ona her Ģeyi anlatınca bu kez de Gülderen‟e acımaya baĢladı. .
“Vah yavrucuğum! Ne güzel de bir kız. Namussuz herifler, alın kızı manken
olarak çalıĢacaksın diye, soyun kolları, bacakları, göğüsleri; elinizin altında
istediğiniz gibi mıncıklayın. Nasıl olsa sahipsiz bir zavallı, istediğiniz gibi yönetip
kullanabilirsiniz,” diye söylenip durdu. Bir ara sesi kesilmiĢti. Herhalde uyumuĢtu.
Sabah oldu. Herkes uyanmaya baĢladı. El yüz yıkama, yatak ve oda
temizlikleri yapıldı, çocuklar ve anneleri mutfağa girip kahvaltı hazırlamaya
baĢladılar. Tam kahvaltı konuyordu ki kapı çalındı. Ömer, koĢup kapıyı açtı.
Gülderen gelmiĢti. Onu içeri aldı. Sofraya oturttu. Bu sırada baba Ġhsan Bey de
kalkıp gelmiĢti. Gülderen‟i görünce
“Ooo! Evimize sabah güneĢi doğmuĢ. Ne güzel olmuĢ. HoĢ geldin yavrum. Ne
iyi ettin de geldin. Bugün tüm iĢlerimiz rast gelecek. Değerini bilin bugünün,” diye
hem gelen misafirin gönlünü almıĢ hem de kendi ailesine bir iyi gün mesajı vermiĢ
oldu.
Gülderen de yerinden kalkıp Ġhsan Bey‟in elini öperek ona teĢekkür etti.
Ġhsan Bey de onu yanaklarından öperek:
“Sağ olasın kızım. El öpenin çok olsun, oğlun kızın bol olsun yavrum.”
Kahvaltılarını yapar yapmaz Gülderen‟le Ömer kalktı. Gitmeye hazırlanırken
Ġhsan Bey:
“Ne oldu yavrum? Böyle acele ne iĢiniz var? Nereye gidiyorsunuz?”diye
sorular sormaya baĢlayınca Ömer:
“Baba, kusura bakma. Bizim iĢimiz acele. Hemen çıkmalıyız. Annem sana
anlatsın,” diyerek çıkıp gittiler.
Onlar çıkıp gidince Ġhsan Bey‟i bir merak ve kuĢku sardı. Fahriye Hanım,
konuyu anlatınca Ġhsan Bey, çok rahatlamıĢtı.
“Ġyi, gitsinler bakalım. Bu gün kendileri gitsinler, inĢallah baĢarırlar.
BaĢaramazlarsa yarın ben de giderim, kendileri ile. Benim de bildiğim birkaç yer
var. Umarım sözüm geçer. Biliyor musun Fahriye, ben bu kızı çok sevdim. Bu
yüzden midir neden bilmiyorum, çok da acıyorum. Bilmem, sevdiğim için mi
acıyorum, yoksa acıdığım için mi, böyle seviyorum? Aman, ne olursa olsun, nasıl
olursa olsun Ģu kızcağız iyi bir yere yerleĢtirilsin de biz de rahat edelim,” dedi.
Fahriye Hanım da sevmiĢti Gülderen‟i. O da istiyordu iĢ bulmasını. Onları
tanıdığından beri Esin‟in, Enise‟nin giymediği giysileri onlara vermek istiyor, evde
çocuklar ve Ġhsan Bey, dıĢarıda da Mahide Hanım, Hatice Hanım, Oya Hanım hep
engel oluyorlardı. Bu kez kesin karar vermiĢti:
“Kız, bir iĢe girsin, ilk giysisini ben alacağım. Onu varlıklı bir aile kızıymıĢ
gibi yollayacağım,” diye kendi kendine kesin söz vermiĢti.
[190]
O gün bütün gündüzü bu düĢünce ile geçirdi. AkĢama doğru çocuklar geldiler.
Ġkisinin de canları sıkılmıĢ, yüzleri gülmüyordu. AnlaĢılan günleri olumlu
geçmemiĢti. Ġhsan Bey de sabahtan beri evden çıkmamıĢ, onları beklemiĢti. Onlar
bir Ģeyler söylemeden Ġhsan Bey:
“Haydi, hep birlikte bir yere gidiyoruz. Yalnız oraya gidinceye ve oradan eve
gelinceye değin tek soru istemiyorum. Ġkinizin de söz vermenizi istiyorum. Kabul
mü?”
“Kabul! Ġhsan Bey Amca. Söz veriyorum.”
“Kabul! Baba söz veriyorum.”
Fahriye Hanım, arkalarından çığlık çığlığa bağırıp duruyordu:
“Nereye gidiyorsunuz, ayol? Böyle apar topar gidip, bizi kaygıda bıraktığınızı
biliyor musunuz?”
Ġhsan Bey, “Soru sormak yok, hanım!”
Kapıyı çekip gittiler. Aradan bir saat geçmiĢti. Kapı açıldı. Gelenler, Ġhsan
Bey, Ömer ve Gülderen‟di. Üçünün de yüzleri gülüyordu.
Ġhsan Bey, koltuğuna gerinerek oturup iki elini baĢının altına koyarak:
“ġimdi sorusu olan var mı? Varsa sorun bakalım? Kimse soru sormayınca bari
ben sorayım: Kızım Gülderen, Ömer Bey evladım. Sen sevgili sabırsız karıcığım,
üçünüze birlikte soruyorum: Mutlu musunuz?”
Üçü birden, “Evet, çok mutluyuz!” dediler.
Bunun üzerine Ġhsan Bey:
“Ben de mutluyum. Ben de!” diyerek kalkıp Gülderen‟i kollarının arasına alıp,
onu bağrına bastırarak:
“Seni kutlarım. BaĢarılar dilerim. Sık sık gelip yerinde seni ziyaret edeceğim.
Hiç korkun, çekincen olmasın. Arkanda kale gibi amcan duruyor. Sana yaklaĢanlar
korksunlar. Kızım bir saat içinde gittik, iĢ bulduk. Bir hazır giyim fabrikasının
giysiçizer yardımcılığına alındın. Bu günkü tarihten de iĢe baĢlatıldın. Artık iĢ güç
ve de mevki sahibi saygın bir hanım efendi oldun. ĠĢin de güzel, geliri de güzel.
Artık kimseye muhtaç değilsin. Bundan sonra da ihtiyacı olana sen yardım edecek
duruma geleceksin.”
Ömer‟e döndü, “Ömer oğlum. Bu iĢi sen baĢlattığın için seni de kutlarım.
Senden her zaman böyle gerekenlere yardımcı olmanı isterim,” diyerek insanlığın
en belirgin özelliğinin yardımlaĢma ve dayanıĢma olduğunu belirtip, insanların
tümüne, bu önemli davranıĢtan kaçmamasını, çekinmemesini, oğluna sanki vasiyet
ediyormuĢçasına, anlatmaya çalıĢıyordu. “Ġnsanlar arasındaki dayanıĢma ve
yardımlaĢmanın anlamı, bir yoksulun açlığını bir kez gidermek demek anlamına
gelmemeli, asıl olan onun bir daha aç kalmasını önlemenin yolunu ve çaresini bulup,
o kiĢiye bunu öğretmektir. ĠĢte o zaman bir iĢ yapmıĢ oluruz. Hele bu iĢi kiĢiden
topluma götürebilirsek gerçek baĢarıyı o zaman kazanmıĢ oluruz. Yoksa…”
[191]
Ġhsan Bey burada, geçmiĢte hatırladığı bir Ģeyi anlatmakla anlatmamak
arasında kaldığı için, bir süre sessizce durdu. Oradakiler de onu sessizce
beklediler. Sonra Ġhsan Bey konuĢmasına devam etti:
“Ben bu akĢam bir kiĢinin ya da üç beĢ kiĢinin karnını doyurdum, demek bir
öğünmekten öteye hiçbir anlama gelmez. Öyle yapan bir kimseyi toplum da
sevmez. Eğer sen bir iĢ yapmıĢsan bunu seninle yardım ettiğin kiĢi dıĢında kimse
bilmemelidir. Eğer olanak varsa yardım ettiğin kiĢinin bilmesi, bilin ki doğru
sayılmaz. Çünkü, o kiĢi seni gördüğü zaman kendisini karĢında ezik, küçük ya da
güçsüz görür. Yardım edilenin yardım edene borçlu olmaması, ya da kendini öyle
hissetmemesi gerekir. Ġnsanların birbirlerine yardım etmeleri bir insanlık borcu,
baĢka türlü söylersek insanlık görevidir. Bu görevi yerine getirirken görevini
yapan insan, ben görevimi yapıyorum diye karĢısındaki insanı küçültüp ezmemeli,
kendisini de „Ben, görevimi yaptım,‟ diye ĢiĢinerek büyültmeye alıĢmamalı. Bu tür
davranıĢ insanı büyültmez, tersine çok küçültür. Bu söylediklerim her kiĢi için
geçerlidir. ġimdi sizlere söylüyorum. Biriniz öğretmen olacaksınız, sen de kızım
Ģimdilik bir giysiçizer (modelist) yardımcısısın. Bu demek ki yakında baĢarınla,
becerinle giysiçizer, belki çalıĢkanlığın, dürüstlüğün sayesinde patron bile olursun.
ġimdi Ömer Bey oğlum, yarın bir gün öğretmen olduğunda sana bir yığın genç
teslim edilecek. Bu gencecik çocukları senin eline verirken ailesi, boĢuna
vermiyor. Onu yetiĢtiresin, adam edesin, iyi insan, iyi vatandaĢ olmasını sağlayasın
deyiverir. Eğer sen bu görevini yapamazsan ve bu gençler, ailesinin istediği gibi
olmazsa suçlu kimdir bilir misin? Yalnız sensin. BaĢka suçlu arama sakın. Belki
ilerde müdür de olursun. O zaman yetkin de sorumluluğun da artar. Gencecik
öğrencilere gencecik öğretmenler de karıĢır. Görevin çok ağırlaĢır. Fakat yine,
ĢiĢinmeden, böbürlenmeden ödevini yaparsan baĢarırsın. Son olarak görevin adam
yetiĢtirmektir. YetiĢmiyor, adam olmuyor, diye eldeki değerli ham maddeyi
tüketirsen asıl sen görevini yapmamıĢ olursun. Sana gelince hanım kızım, senin
görevin de bir tür öğretmenlik gibidir. Sana hem insan hem patronun sermayesi
teslim edilecektir. Elin altına verilen çırakları iyi yetiĢtirip hem adam edecek hem
de usta olmalarını sağlayacaksın. Bu yüzden önce senin çok iyi bir adam olman,
sonra da mesleğinde iyi yetiĢmiĢ usta olman gerecektir. Ama ben aslında iyi
adamım diye bilirsin. Öylesin de zaten. Benim demek istediğim de bu değildir.
Ġnsanlıkta iyi adam olmak: Ġnsanlar arasında ayrım yapmadan bütün insanları
sevmekle baĢlar. Ġnsanlık adında tüm dünya insanları ile dost olmak. Cinsiyet,
milliyet, din, dil farklılığı gözetmeksizin her insanı kardeĢ bilmektir. ĠĢte, iyi
insan olabilmek, iyi ve kaliteli üretimle olur. Ürettiğin her malı sen
kullanacakmıĢsın gibi özenle üretip, alıcıya da sen alıyormuĢsun gibi satacaksın.
Onu aldatıp ederinden daha pahalıya satmak için uğraĢmayacaksın Ne müĢterinin
seni kandırmasına izin verecek, ne de sen onu kandırmaya çalıĢacaksın. Bunları
yapabilirsen ne mutlu sana. ĠĢte o zaman adam olmuĢsun demektir. Sana da,
[192]
ikinize de adam olmak yolunda üstün baĢarılar dilerim. Hadi, yolunuz ve Ģansınız
açık olsun.”
Ġhsan Bey‟in bu sözleri her ikisini de çok etkilemiĢti. Gülderen yerinden
kalkıp Ġhsan Bey‟in yanına giderek onun elini öpmek istedi: Ama tam o sırada
bulunduğu koltuğa yığılıp kaldı.
Ġhsan Bey, “Korkulacak bir Ģey yok. Yılların birikimini atıyor. Haydi, biz
çıkalım. Onu yalnız bırakalım. Korkmayın, bir Ģey olmaz,” diyerek onları dıĢarı
çıkardı.
Kendisi de kapıyı kapatıp çocuklarla çıktı. Her yarım saatte bir, birini
göndererek kontrol ettiriyordu. Gülderen önce kedine gelir gibi oldu. Arkasından
orda bulduğu bir Ģiltenin üstüne kapanarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya baĢladı.
Çocuklar, önce açılır diye beklediler, ama o kadar uzadı ki gidip annelerine,
babalarına haber vermek zorunda kaldılar. Ġhsan Bey, Fahriye Hanım, Ömer ve
Erim koĢarak geldiler. Kızlara neler olduğunu sordular. Onlar da olanları olduğu
gibi anlatmaya çalıĢtılar. O zaman ağlıyor veya uyuyorsa rahatsız etmemelerini
söyledi. ġayet uyuyorsa kendi uyanıncaya değin uyandırılmamasını da sıkı sıkıya
öğütledi. Artık gece olmuĢtu. Hâlâ Gülderen‟den olumlu bir haber yoktu. Fahriye
Hanım, Gülderen gelmeden ben sofrayı kurmam diyorsa da, Ġhsan Bey, ben bu
çocukların da aç kalmasını istemem diyor, ama kimsenin canı da yemek yeme
istemiyordu. Gülderen‟in ağlama krizi bir saatten fazla sürmüĢ, ondan sonra da
uykuya dalmıĢtı. Fahriye Hanım sofrayı kurmuĢ; ne çocuklar, ne de büyükler el
atmıĢlardı. Koyduğu yemekleri olduğu gibi geri kaldırmıĢ buzdolabına koymuĢtu.
Gece yarısı oluncaya değin ayılıp uyanması beklenmiĢ ise bir türlü beklenen sonuç
alınamamıĢ, Gülderen o Ģiltenin üstünde sabaha değin uyuyup kalmıĢtı. Sabahleyin
uyanınca kendini Yurtta sanarak önce arkadaĢlarını aramıĢ, sonra bulamayınca
baĢka bir yerde uyuduğunu anlamıĢ, önce çok korkmuĢ, sonra odada Esin‟le
Enise‟nin fotoğraflarını görüp geceyi ve geceki olayları anımsayıp rahatlamıĢtı.
Odadan dıĢarı çıkıp kızlarla karĢılaĢınca onlara:
“Günaydın kardeĢlerim!” dedi
Kızlar da, “Günaydın Abla! Abla istersen Ģurada bir oda daha var, tam
sana göre. Biz ikimiz yarın sana hazırlar teslim ederiz. Sen ne zaman istersen
gelip yatabilirsin. Nasıl beğendin mi bu odayı?”
Tam bu anda Fahriye Hanınım çıka geldi.
Ġhsan Bey ve Fahriye Hanım:
“Ooo! Gülderen kalkmıĢ. MaĢallah! Günaydın kızım! Nasılsın? Rahat
uyuyabildin mi?” diye sordular.
Gülderen, “Günaydın. TeĢekkür ederim. Rahat uyumuĢum. Sağ olun. Ben bu
güne değin ne baba gördüm, ne baba öğüdü dinledim, ne de baba eli öptüm.
Bugünden itibaren benim öz babam olur musunuz? Saydığım eksiklerin üçünü
birden sizde buldum. Eğer bu dördüncü eksikliğimi de tamamlarsanız, ben de sizi
ölünceye değin baba olarak bilecek ve de ölünce de mezar taĢıma adımın sizin
[193]
kızınız olarak yazılmasını isteyeceğim. Olur mu efendim? Kabul ediyor musunuz?
Yalnız bir noktayı açıklıkla belirtmek isterim. Bu iĢi resmiyete dökmenizi değil,
gönülden yapmanızı istiyorum. Bununla hiçbir maddi çıkar ummuyorum. Baba
demenin manevi zevkini tatmak istiyorum. Ne olur bunu benden esirgemeyiniz.
Bakın size baba dersem çocuklarınız da benim öz kardeĢlerim, Ömer Bey de
Ağabeyim olur. Bu açıdan da hiç endiĢeniz olmasın,” dedi.
Sözlerini bitirdiğinde o anda odada bulunan herkesi bir hüzün sarmıĢtı. Esin,
Erim, Enise ellerinde birer mendil gözyaĢlarını siliyorlardı. Fahriye Hanım, iki
gözü iki çeĢme ağlamasını sürdürüyordu. Ömer, elindeki bir kalemle oynayıp
duruyor, göz pınarlarındaki damlalar, yanaklarından aĢağı akıyordu. Ġhsan Bey,
birden yerinden kalkarak:
“Yeter be kızım. Allah aĢkına yeter. Aldım, kabul, ettim. Allahın Emri ve
Peygamber Efendimizin kavli ile Ahkâmı ġer‟iyeye uygun olarak seni evladı
manevi‟yem olarak aldım kabul ettim. ġu andan itibaren sen benim vallahi ve
billahi manevi evladımsın, kızımsın. Ben de senin babanım. Öp Ģimdi Ģu dakikalardır
tuttuğun eli de, o elin sahibi de seni öpmek için sabırsızlıkla beklemektedir. Hadi
çabuk ol!” dedi.
Sarılıp kucaklaĢtılar. Ve dakikalarca öpüĢüp koklaĢtılar. Sonra sıra ile
Fahriye Hanım‟la ve çocukları ile sarılıp öpüĢtüler. Sonra da Ömer‟e gidip:
“Ağabeyim benim. Sizleri tanıyıncaya değin, kimsesiz, sahipsiz, bir zavallı
kızdım. Artık çok Ģükür, çok güçlü bir babam, yiğit bir ağabeyim, ayrıca üç tane
sevgili kardeĢimle bir tane de yüreği sevgi dolu anneciğim var. Artık kimsesiz
değilim. Yalnız değilim,” diye Ömer‟in boynuna sarılıp onu da öpüp, kokladı.
Ondan sonra Erim‟e sarıldı; öptü, okĢadı, kokladı. Kızların yanına gitti.
Onlarla da öpüĢüp koklaĢtılar. Esin ve Enise, Gülderen Ablaları‟nı yanlarına alarak
kendi odalarına çıkardılar. Arzu ederse kimi geceler gelip kendileri ile birlikte
yatabileceğini, odanın geniĢ olduğunu, üçüncü kiĢinin yatmasına uygun olduğunu
söyleyerek onu çok rahatlattılar. Buna karĢılık Gülderen‟in böyle bir niyeti yoktu.
O istediğini fazlasıyla almıĢtı zaten. Kızlar bunu anlayınca Fahriye Hanım:
“Baban, Ġhsan Bey engel oldu. „Sakın benim yeni kızımı uyandırıp rahatsız
etmeyin,‟ diyerek bizleri korkuttu. Odaya yaklaĢabildik mi ki seni uyandıralım. Biz
de korktuk. Uyandıramadık. Yoksa seni burada bırakır mıydık? Bütün suç, bütün
günah, o, senin baba diyerek sevindiğin adamındır. Yani böyle bir Ģey söylememi
mi bekliyorsun. Seni o saatte kim yollardı. Nerede kalıyorsun. AkĢam sen değil
miydin „Benim ailem iyidir, güzeldir,‟ diyen. Senin övdüğün aile iĢte böyledir kızım.
Sen bugün iĢe baĢlayacaksın. Gel, kahvaltımızı yapalım da seninle bir yere gidip
geleceğiz. Ondan sonra gidersin iĢine,” diyerek onu yatıĢtırıp sakinleĢtirdi.
Fahriye Hanım onu aldı, kahvaltısını yaptırdı.
Kahvaltıdan sonra yanına alarak sokağa çıktılar. Onu kentin en iyi hazır
giyim mağazalarından birine götürüp iki giysi aldı. Sonra da bu giysilere uygun
ayakkabılar aldı. Giysilerden biri çok ağır baĢlı kurĢuni renkli bir tayyördü. Onun
[194]
içine giyilmesi gereken iç çamaĢırları ve değiĢik bluzlar, türlü aksesuarlar aldılar.
Diğeri daha genç iĢi hafif bir bayan giysisiydi. Onun için de gereken
tamamlayıcılar alındı. Çıkıp eve geldiler. Evde tayyörü giyip salona gelirken Ġhsan
Bey, ĢaĢırıp:
“Fahriye Hanım, bu hanım kim?” diye sordu. Bu bir ĢaĢkınlık ya da Ģaka veya
iltifat için söylenmiĢ bir söz değildi. Gülderen gerçekten ilk görüĢte tanınmaz
olmuĢtu. Bir tayyör insanı bu denli değiĢtirebilir miydi? Aslında bu bir değiĢme de
değildi. Uygun giysinin giyeni aslına uygun göstermesiydi. Gülderen aslında bu
giyimle güzelleĢmiĢ değildi. Aslında çok güzel bir kızdı. Giyim değiĢince
güzelliğinin aslı ortaya çıktı. Ġhsan Bey‟in ĢaĢkınlığı iĢte bu nedenleydi.
“Senin yeni kızın Gülderen değil mi? Nasıl tanımazsın Ġhsan Bey?” deyince
Ġhsan Bey asıl o zaman ĢaĢırır: “Sahiden benim kızım mı bu dünya güzeli? Gel öyle
ise Ģöyle yanıma, gel de yakından göreyim. Bakalım gerçekten kızım mısın? Yoksa
bizim hanım yalan mı söylüyor? Beni mi kandırıyor?” Gülderen koĢarak geldi.
“Benim babacığım. Benim babacığım,” diye boynuna atılıp ona teĢekkür etti.
Ve ondan kendisi için iyi dilekler dilemesini isteyerek, elini öpüp iĢine gitmek
üzere evden ayrıldı. Ve doğru iĢine gitti. Orada dünkü görüp konuĢtukları
patronun yanında biri daha oturuyordu. Gülderen içeri girdi:
“Günaydın efendim. Ben Gülderen, dün Ġhsan Bey‟le gelmiĢtik hani,” deyince
patron yanındakine:
“Yeni giysi çizer yardımcımız Gülderen Hanım.” Sonra Gülderen Hanım‟a
dönerek, “Benim küçük kardeĢim ve iĢ ortağım. Benimle onun hiçbir farkımız
yoktur. Benim yetkim ve hakkım ne ise onunki de öyledir. Tahsin de bu iĢ yerinin
benimle eĢ patronudur. Böylece sizi de tanıĢtırmıĢ oldum. Yahu yeni tanıĢtırılan
iki insan böyle mi durur. ġöyle yaklaĢıp el sıkıĢsanıza.”
Gülderen zaten ayakta duruyordu. Elini uzatmak yetti:
“Ben Gülderen, memnun oldum efendim.”
“Ben de çok memnun oldum efendim.”
TanıĢmıĢ oldular. Tahsin yerinden kalkıp Gülderen‟i alıp atölyeye götürdü.
Orada çalıĢanlarla tanıĢtırdı.
Gülderen, çalıĢanların yaptıkları iĢlere baktı. ÇalıĢmalara baktı. Kimseye bir
Ģey söylemedi. Geldi odasına oturdu. Tahsin Bey‟e:
“Lütfen buraya bir dikiĢ makinesi, bir ütü, bir çizim masası bir de biçki
masası ile bir makas koydurun. Ben de kitaplarımı modellerimi getirip koyacağım.
O yüzden Ģuraya da bir kitaplık koyarsanız, kitaplarımı, modellerimi yerleĢtiririm.
Hatta bir kitaplık alacağınıza Ģu duvarı komple raflatırsanız yarın türlü renkler ve
desenlerden oluĢan kumaĢlar da dizeriz,” dedi.
Tahsin, “Yarın bunların tümü hazır olur. Yalnız marangoza siz tarif ediniz,
nasıl bir Ģey olacağını siz söylersiniz. Tam iĢinize uygun bir Ģey olsun isterseniz
öylece yaptırırsınız. Böylece bugün iĢimiz bitti. Biz sizin söylediğiniz eksikleri
[195]
tamamlayalım. Siz de isterseniz gidip kendi iĢleriniz varsa görebilirsiniz.”
Gülderen, “Hayır, benim hiçbir iĢim yok. Buraya gelmek için hazırlanmıĢtım.
Eğer siz mutlaka gitmem gerek, diyorsanız o da baĢka tabii.”
Tahsin, “Hayır, Gülderen Hanım. Beni yanlıĢ anladınız. Hadi bizim odaya
gidelim, orada bir de çay içelim. Belki affettiririm kendimi size,” diye Gülderen‟i
aldı odasına götürdü. Orada Ağabeyi‟ne de kendilerine de çay söyledi ve olanları
anlattı. Neler istediğini söyledi. Ağabeyi Doğanbey de not aldı. Sonra:
“Sen ne dedin?” diye sorunca :
“Ben yarına hazır olur, dedim. Dedim ama arkasından da bir suç iĢledim. Ve
özür diledim,” dedi. BaĢladı anlatmaya. Doğanbey kardeĢini sonuna değin dinleyip
konuyu anlayınca baĢladı gülmeye ve ardından:
“Eğer Gülderen Hanım, senin düĢündüğün gibi kızmıĢ ya da küsmüĢ olaydı,
seni bağıĢlayıp buraya gelmezdi. Demek ki o da seni saf bir çocuk olarak görmüĢ
ki alınmıĢ, ancak fazla da üstünde durmaya gerek görmemiĢ. TeĢekkür ederim
Gülderen Hanımefendi, bizim küçük birader böyle suçları çok yapar. Artık onları
Ģimdiden hoĢgörünüze sunuyoruz. Lütfen, bizi affedin.”
“Affedersiniz ama Doğanbey, ben ne küstüm ne darıldım ne de alındım. Daha
iĢe baĢladığım ilk günü sizin sözünüze göre eĢ patronumun bana direktifleri olarak
algıladım. Ben de ilk iĢimin ilk günü burada biraz daha kalıp çalıĢanlarla tanıĢmak,
kendimi onlara tanıtmak istediğimi söyleyerek kalmak istediğimi belirtmek
istemiĢtim. ġimdi akıl vermek gibi olmasın ama siz de kardeĢinize karĢı biraz
fazla havalı konuĢmadınız mı? Ne de olsa o da yetiĢkin bir genç adam. Belki evli
barklı, çoluk çocuk sahibi en az yirmi beĢ yaĢında bir insan, ben de ilk kez
gördüğü, bugün iĢe baĢlamak için gelmiĢ bir bayanım. Onu benim karĢımda böyle
ezmeniz hiç ama hiç hoĢ değildi. Bu sözlerimden alınıp beni iĢe baĢlatmadan
kovabilirsiniz. Buna hiç gerek yok. ĠĢte ben ayrılıyorum. Ben bugüne değin
geçinebilmiĢ iki kardeĢ arasına kara kedi olarak girmek istemem. HoĢça kalın,”
diyerek kapıyı açıp gitmek istedi. Bunun üzerine Doğanbey, yerinden kalkıp
Gülderen‟i kolundan tutarak:
“Lütfen Gülderen Hanım. Gitmeyiniz, lütfen. Sözlerinizden dolayı size kızan
ya da alınan kimse yok burada. Üstelik bize çok önceden verilmesi gereken bir
dersi de verdiniz Ġkimiz de size teĢekkür borçluyuz. Allah AĢkına gitmeyin,”
diyerek ısrar edip onu bırakmadı. O da bu ısrara dayanamayarak geri dönüp
yerine oturdu. Bu iĢe en çok Tahsin sevindi. Gülderen‟e teĢekkür etti.
Gülderen az sonra izin isteyip kalkar, çalıĢanların yanına gidip onlarla
görüĢmek ister. Atölyeye gidince çalıĢanları çevresine toplayıp, onlarla konuĢup,
tanıĢmak amacıyla türlü sorular sorar, adeta onlara birer test uygular. Atölyede
on bir kiĢi çalıĢıyordu. Bu gün yaptığı görüĢmeden sonra edindiği izlenime göre bu
on bir kiĢiden sekizi değiĢmeliydi. Geriye kalan üç tanesini de ne yapacağına sonra
karar vermek üzere Ģimdilik beklemeyi uygun görerek, kendi odasının
[196]
hazırlanmasından sonra kesin sonucu açıklayacağını, bugün yaptığının bir deneme
olduğunu düĢünerek hepsini gelecek hafta sonuna erteledi. Bu gün iĢi bitmiĢti.
Kalkıp gidebilirdi. Çantasını alıp çıktı. ÇalıĢanlara:
“Ben bu gün çıkıyorum. Yarın görüĢürüz. ġimdilik izninizle, hoĢça kalın,” dedi.
Onlar da:
“Güle güle Gülderen Hanım,” dediler.
Oradan çıkınca patronlara da uğrayıp onlara da veda ederek ayrılmak
istedi. Onlar da:
“Yarın istedikleriniz hazırdır. Hiç kuĢkunuz olmasın,” dediler.
Gülderen oradan çıkınca doğru yurda giderek hem arkadaĢlarını, hem
Müdire Anne‟yi görüp, hem de kitaplarını, modellerini toplayıp hazırlamak istedi.
Bu yüzden ilk olarak müdür odasına uğradı. Dün niye gelemediğini Müdire
Annesine anlattı. ĠĢ bulduğunu, iĢe baĢladığını da söyledi. Müdire Hanım da iĢ
bulmuĢ olmasına sevindi. Onu kutladı. Oradan çıkıp odasına gitti. ArkadaĢları
oradaydılar. Onu görünce sevindiler. Onlara da her Ģeyi anlattı. Onlar da
gerçekten çok sevindiler. Kalkıp arkadaĢları ile yardımlaĢarak kitapları, modelleri
ve diğer gerekenleri topladılar. Sonra da Oya Ablalarına gidip haber vermek
istediler. Oya bunu duyunca sevincinden adeta göklere uçtu.
“Ġnan Gülderen, hiçbir Ģey, hiçbir haber veya olay beni bu denli mutlu
edemezdi. Fahriye Hanım benden önce davranmıĢ sana bu tayyörü hediye etmiĢ.
Ben de sizi bu akĢam yemeğe alıkoyuyorum. Yarın da Selim veya ben seni
eĢyalarınla birlikte iĢyerine götürürüz.” “Oya
Abla,
ben
daha
babama
uğramadım. ġimdi bana hem kızar hem de küser. O yüzden ona da uğrayıp
geleyim.” “Kız baban kimmiĢ senin? Bunu ne zaman buldun?”
“Ġhsan Bey, dün geceden beri vardır. Hem de Allah‟ın emri, Peygamber
Efendimizin sünneti ile beni manevi evlatlığa kabul etti.”
“Kızım, siz baba kız mı oldunuz, nikâh mı kıydınız?”
“Ablacığım, yalnız karı koca olanlar mı nikâh kıyarlar? Biz baba kız olduk
diyorum. Anlatamadım mı?”
“Anlattın güzelim, anlattın, ama galiba sen anlayamadın. ġakayla ciddiyet
arasında bağ kurmayı bilmiyorsun. Ben sana Ģaka yaptım. Sen onu ciddiye aldın.
Hadi sen nikâhla baban olan Ġhsan Beyciğim‟i bekletme. Git, onları da cumhur
cemaat al da gel. Ben de telefon edeceğim. Benim biricik sevgili kardeĢim,”
diyerek onları yolladı.
Kendisi de telefona sarılarak Ġhsan Bey‟i arayıp akĢam için davet etmek
istedi. O sırada telefona kimse çıkmadı. Demek ki evde kimseler yoktu. Telefonu
bırakıp beklemeye baĢladı. O sırada Ġhsan Bey‟le oğlu Ömer içeri girdiler.
“Nerelerdesiniz Beyefendi? Sizi telefonla aradım. Bulamadım.”
“Hayrola, Oya Hanım. Bir Ģey mi var?”
“Hayırdır. Az önce yeni kızınız gelmiĢti. O nedenle aradım sizi.”
[197]
“Allah, Allah! Ben de aynı gerekçeyle aramıĢtım. Yeni kızımın olduğundan
senin de haberin olmuĢ. Dün bizim hanım gitti ona bir ropla bir de entari aldı.
Bugün de iĢe baĢlaması Ģerefine ben ona bir gece düzenlemek istiyorum.
Sabahtan beri Ömer‟le bu iĢ için uğraĢıyoruz. Herkesin bilgisi ve haberi oldu. En
sonra da siz kalmıĢtınız, onun için geldik. Böylece takım tamamlandı. Bize bu
akĢam için elli altmıĢ kiĢilik bir masa hazırlar mısınız?” deyince, Oya‟nın bir Ģey
söyleyecek hali kalmamıĢtı.
Salih‟i çağırıp yeni bir masa hazırlamasını ve Ġhsan Bey‟in akĢama
misafirleri olduğunu söyledi. Kendisinin de babaannesi ve eĢiyle geceye davetli
olduğunu söyledi.
Ġhsan Bey, yeni anımsamıĢ gibi birden:
“Siz bizi ne için aramıĢtınız Oya Hanım?” diye sordu.
“Haa! Sahi, ne içindi. UnutuvermiĢim,” diye geçiĢtiriverdi.
Tam da o anda Fahriye Hanım‟la çocuklar da geldiler. Onlar daha yerlerine
oturmadan Gülderen‟le kızlar da geldiler.
Böylece Oya‟nın düĢündüğü kendi içinde kaldı. Hiç kimseye belli etmedi. „Ben
o iĢi nasıl olsa bir baĢka akĢam yaparım. ġimdiden ortalığı gürültüye vermenin
anlamı yoktur,‟ dedi ve sustu.
Kızlar Fahriye Hanım‟ı orada görünce:
“Biz de sizi aramaya eve gitmiĢtik. Evde de kimseyi bulamadık. Geri dönüp
Oya Abla‟ya soralım, dedik. Ama yanılmamıĢız. Bakın bütün aile buradaymıĢ. Ġyi ki
varsın Oya Ablacığım. Sen olmasan biz gidip kimlere sığınacağız. Aradıklarımızı
bize kim böyle aile halinde topluca verebilir.”
“Oturun Ģuraya da öyle gevezelik de etmeyin. Ġhsan Bey de kızını aramaya
çıkmıĢ, gelip bana sordu. „Yeni bir kızım oldu, onu arıyorum. Acaba sen gördün
mü?‟ diye tam soruyordu ki siz çıkageldiniz. Bak bakalım Ġhsan Bey, senin kızın
bunların arasında mıdır? Eğer bunların arasından birisi ise, bu akĢam biz de
mükemmel bir daveti hak ettik.”
“BaĢ üstüne Efendim. Oya Hanım, istediğiniz ucuz, size güç yetmez.
Emrediniz efendim.”
Tam bu sırada Mustafa Bey içeri girdi. Oya:
“Ha, benim canım babam da geldi. O da gelebilir mi acaba?”
Fahriye Hanım birden atılarak:
“O, olmaz. Onu biz çağırdık bile. O bizim davetlimiz. Bizim için geldi,”
deyince herkes, katıla katıla gülmeye baĢladı. Bunu gören Ömer ve Esin annelerine
tepki göstererek:
“Ne yapıyorsun anne? Lütfen, komik olma! Babam ayrı, sen ayrı mı davet
veriyorsun ki böyle konuĢuyorsun.”
Bu arada hemen babasının yanına gitti:
[198]
“Babacığım, hoĢ geldiniz. Buyurun, siz de buraya gelin. Çok güzel ve de çok
tatlı bir söyleĢimiz var. ġimdi size sorayım. Siz bu akĢam buraya Fahriye Hanım‟ın
davetine mi, yoksa Ġhsan Bey‟in davetine mi geldiniz?”
“Beni yolda görüp davet eden Fahriye Hanım‟dır. Onun için geldim. Yoksa bu
akĢam lokantada iki davet mi var: Olsun! Biz ikisini de kırmayız. Ġkisine de
katılırız. Yalnız benim anlamadığım bir Ģey mi var?”
“Evet, bir Ģakanın tam ortasına düĢtünüz babacığım. Ben de onun etkisinde
kalarak size böyle saçma bir soru sordum. Dikkat edersen sen içeri girerken
tümümüz katıla katıla gülüyorduk. O gülmenin etkisi ile bu gereksiz ve saçma
soruyu sormuĢ oldum. O anda da piĢman oldum. Oldum ama iĢ iĢten geçti. Ancak
sen çok güzel yanıt verdin. Kimseyi kırıp gücendirmedin. Sağ ol babacığım. Ben de
Fahriye Hanım‟dan ve Ġhsan Bey‟den, hatta tüm aileden dahası da var, burada
oturanların tümünden özür diliyorum. Ya bu soruyu sormamalıydım, soracaksam
bile önce iyice düĢünmeliydim. Çok büyük bir terbiyesizlik yaptım. Lütfen beni
bağıĢlayın,” deyip yerinden kalkarak gidip Fahriye Hanım‟a sarıldı. O da kendisine
sarıldı. ÖpüĢtüler, koklaĢtılar.
Fahriye Hanım, “Ben sana hiç küser miyim Oya‟cığım. O senin temiz
vicdanının sesiydi. Alınmak ne demek? Ne alındım, ne küstüm, ne de kırıldım. Sen
gönlünü ferah tut.”
Oya, Fahriye Hanım‟dan sonra Ġhsan Bey‟e gidip ondan da özür diledi. Sonra
da Ömer‟den baĢlayarak, Esin, Erim ve Enise ile de sarılıp öpüĢerek özür dileme
faslını bitirdi.
Selim de okuldan çıkmıĢ gelmiĢti. AkĢam lokantada davet olduğunu duyunca
ĢaĢırdı. Nedenini sordu. Oya ona kısaca özetledi. Derken diğer davetliler de
gelmeye baĢladılar. Bu arada Gülsevil Hanım da AyĢe Teyze‟yle çıkıp geldiler.
Salih, zaten oradaydı. Onları da alarak daha önce gelmiĢ olanlarla birlikte
kendileri için hazırlanmıĢ masaya götürdü. Hidayet Beyler ile Turgutlar kalmıĢtı.
Onlar bekleniyordu. Müdire Anne de üç öğretmen arkadaĢıyla geldiler. Bu arada
gecenin sürpriz konukları da geldiler. Oya, Gülderen gelip de kendisine orda
geçen bir günlük olayı anlatınca, onları da davet etmiĢti. Doğanbey de, kardeĢi
Tahsin‟i alarak gelmiĢlerdi. Ġhsan Bey iki kardeĢin geldiklerini görünce hem
ĢaĢırmıĢ hem de çok sevinmiĢti. Onlar, yerlerine oturtulurken Turgutlar ile
Hidayet Beyler eĢ zamanlı olarak geldiler. Artık beklenen kimse kalmamıĢtı. Bizim
Kör Salih Takımı, aralarına konuklar da katarak tam kadro toplanmıĢtı. Servis
yapılıp yemeğe baĢlanacağı zaman Ġhsan Bey ayağa kalkarak konuĢmaya baĢladı:
“Benim Sevgili Dostlarım, Can YoldaĢlarım. Beni bir dakika dinler misiniz? Bu
akĢamki toplantıyı iki kiĢi birden eĢ zamanlı düĢünmüĢüz. Sevgili Oya ve ben. Gelip
kendisine söylediğimde Sevgili Oya, bir Ģey söylemeden önceliği bana vermek
inceliğinde bulundu. Kendisine bundan dolayı teĢekkür ederim. Gelelim bu gecenin
anlamına: Bu gece bütünüyle bir günlük kızım Gülderen içindir. Gülderen kızım
olduğu gün çok güzel bir iĢ de buldu. Bu konuda da Doğanbey ve kardeĢi Tahsin
[199]
Beylere candan teĢekkür ederim. O gün oğlum Ömer‟le birlikte akĢama değin iĢ
aramaya çıkmıĢ, elleri boĢ dönmüĢlerdi. AkĢamüzeri eve geldiklerini görünce
kızımın halini gördüm ve dayanamadım. Yemin mi desem ilke mi desem hayatta bir
kez bozmanın bir zararı olmaz, diyerek kalkıp onu Doğanbey‟e götürdüm. Durumu
anlattım. O anda Doğanbey, öyle bir incelik, öyle bir davranıĢ gösterdi ki ben de
dondum kaldım. Bana, „Ġhsan Bey, sözünü ettiğiniz Gülderen Hanım zaten bizde
çalıĢan bir insandır. Bizim Desinatör Yardımcımızdır. ĠĢe bugün baĢladı. Yarın
gelip devam edecektir. Siz hiç gerisini düĢünmeyin,‟ diyerek beni de ĢaĢırtan bu
incelik karĢısında ne yapacağımı bilmeden teĢekkür edip ayrılmaktan baĢka bir
davranıĢ gösteremedim. Bu eziklikle kalkıp eve geldim. Beni mutlu eden de bir
günlük kızımın sevinci, coĢkusu oldu. Onu böyle görünce sabahleyin kalkıp iĢe
gittikten sonra onu sevindirmek için Fahriye Hanım‟la konuĢup böyle bir gece
düzenleme kararı aldık. Tüm hazırlıkları yapıp Oya Hanım‟a geldik. Geldik ama ben
önsezimle onun da böyle bir hazırlık içinde olduğunu anladım. Çok iyi tanıdığım
Oya Hanım‟ı bu kararından vazgeçirmek için ısrar etmektense, öncelik kazanmanın
daha yararlı olacağına inanıp hemen söze girdim. Bu gece kızım için bir gece
düzenlediğimizi, bunun için de herkesi çağırdığımızı, kendisine geliĢimizin nedeni
gece için haber verip yer ayırtmak olduğunu, bir de kendisini, babasını ve de
Salih‟le ninesi AyĢe Hanım ve sevgili eĢi Gülsevil Hanım‟ı davet etmek içindir,
diyerek iĢi bitirdim. O zaman siz Oya Hanım‟ın yüzünü görmeliydiniz. Tıpkı elinden
oyuncağı alınıp kırılmıĢ bir güzel, masum çocuk gibi yüzüme bakıp, „Bana bir oyun
oynadınız ve kazandınız,‟ der gibiydi. Salih‟i çağırıp „Ġhsan Beylerin burada bir
toplantıları varmıĢ. ġöyle elli altmıĢ kiĢilik bir masa hazırlayın. Geceye sizi de
çağırıyorlar. AyĢe Nine‟ye ve Gülsevil kardeĢime de söyle, onlar da gelsinler,
kendileri de davetlidir,‟ deyiĢini gören herkes bu sözlerdeki gizli sitemi anlardı.
Ben de anladım. Ama bu sitemin içinde bir de bana mesaj vardı. „Ġhsan Amca ne
yapayım. Seni babam gibi sever, sayarım. ġunu iyi bil ki, bu iĢ için karĢıma kim
çıkarsa çıksın dinlemez hatta gerekirse kırardım. Ama sana teslim oldum,‟ diyordu
sanki. Ben de bunu bildiğim için, Ģimdi ona, Sevgili Oya, ikimiz birbirimizi çok iyi
tanımıĢ ve anlamıĢız. Benim o anda içimden geçen düĢüncelerimi okuyabilmiĢsen
beni zaten affetmiĢsindir. Gel bana bu özel düĢüncelerimi Ģu topluluk karĢısında
açtırmadan bu suçumdan dolayı affettiğini söyle de bu geceye rahat baĢlayayım.”
Ġhsan Bey, konuĢmasını bitirice Oya Hanım söz aldı:
“Ġhsan Bey Amca, siz bir ermiĢ ya da kâhin olmalısınız. Bir önsezi ile insan
beynini böylesine okumak, yalnız onların iĢi bilirdim. Ġyisini de kötüsünü de
okuyabildiğiniz bu beyinde size karĢı küçük bir küskünlük, kırgınlık olup olmadığını
da bilirsiniz. Orada daima sizin için derin bir saygı ve engin bir sevgi vardır. Eğer
bunu gösterememiĢsem suç yine benimdir. Böyle olmakla birlikte siz istediğiniz
için, zira istekleriniz benim için daima emir sayılır. Bu nedenle emriniz gereği
istediğinizi yapıyorum. Ġhsan Bey sizi affediyorum. Kabul mü Ġhsan Bey Amca?”
diye de sordu. Bu sırada Doğanbey elini kaldırmıĢ söz istiyordu. Ġhsan Bey:
[200]
“Bir Ģey mi söylemek istiyorsunuz?”
“Evet efendim. Eğer izin verirseniz, ben de kısa bir Ģey söylemek
istiyorum.”
“Buyurun söyleyin Doğanbey.”
Doğanbey, “Bayanlar, Baylar. Önce Oya Hanım‟a bizi arayıp bu güzel geceye
davet ettiği için, ben kendi adıma ve kardeĢim Tahsin adına sizlere çok teĢekkür
ederim. Ve hemen tümünüzden de özür dilerim. KardeĢim bekârdır ama ben,
evliyim. EĢimi bu toplantıya getirmediğim için yapmıĢ olduğum bu kabalıktan dolayı
da özür dilerim. Ayrıca özellikle bize böyle güzel, iĢini bilen zeki bir arkadaĢ
kazandırdığı için de Sayın Yargıcıma saygılarımı sunarım. Sözlerim bu kadardır.
Hepinizi saygılarımla selamlarım. Sizleri yemeklerinizden alıkoyduğum için beni
affedin. Buyurun, afiyet olsun,” deyince çatal, kaĢık, tabak sesleri baĢladı.
Herkes konuĢmak değil, nefes almayı bile istemeden yemeklerini yemek istiyordu.
Sofranın en mutlusu ise bu akĢam Gülderen‟di.
Yeni bir baba bulduğuna mı, yoksa bugüne değin çok aradığı halde bulamadığı
yeni iĢine mi, dahası da var; yoksa böylesi patronları olduğuna mı böyle
seviniyordu? Bunu kendisi de bilmiyordu. Bildiği tek Ģey bu geceki sevinci,
mutluluğu daha önce hiç yaĢamadığıydı. Gönlünde bu sevinç, bu mutluluk duygusu
varken ne gecenin olayları, ne de konuĢmalar kendisini ilgilendiriyordu. Geceyi bu
güzel duygularla bitirip yatağa girdiğinde de kendisini terk etmeyen duygular bir
süre uyumasına engel olduysa da sonunda uyuyuverdi. Sabahleyin uyanıp
kalktığında daha sağlıklı, daha sağlam, daha dinçti. Sabahleyin hazırlanırken
gülüyor, Ģarkılar mırıldanıyor, arkadaĢları ile ĢakalaĢıyordu. Kahvaltı için
yemekhaneye indiğinde:
“Herkese günaydın!” diyerek, tüm Yurt arkadaĢlarını selamlaması bugüne
değin ilk kez yaptığı bir davranıĢ oluyordu. Bu olay tüm Yurttakileri ĢaĢırtmıĢtı.
Herkes birbirine “Ne olmuĢ buna?” diye soruyor, yalnız bir dudak büzme, boyun
bükme dıĢında yanıt alamıyordu.
“KARDEġLER HAZIR GĠYĠM” atölyesine gittiğinde her iki kardeĢ de
gelmiĢlerdi. Onları da bir „Günaydın‟la selamladıktan sonra doğru odasına girdi.
Girmesiyle birlikte gördükleri karĢısında dondu kaldı. Ġstediği tüm araçlar
getirilip yerlerine yerleĢtirilmiĢti. Her aracın üstünde “Güle güle kullan Gülderen
Hanım,” yazılı bir not ve notların üstünde de birer kırmızı gonca vardı.
Bunun anlamını düĢünüp kendi kendine sorarken odanın kapısı vurularak
açıldı, Tahsin içeri girdi:
“Ġyi günler, Gülderen Hanım. Ġstedikleriniz tamam mı? Gelenleri
beğendiniz mi?” diye sorunca Gülderen:
“Gelen araçları soruyorsan, evet beğendim. Tam istediğim gibi olmuĢ
teĢekkür ederim. Ama eklentilerini soruyorsan onları hiç, ama hiç beğenmedim.
Ben buraya romantizm yaĢamaya değil iĢ yapmaya geldim. Sakın beni bir eğlence
kadını sanıp da hayale kapılmasın kimse. Ben bir iĢ kadını olmak çabasındayım.
[201]
Lütfen bana, sana âĢık oldum da onun için yaptım gibi romantik yalanlar söyleyip
yaklaĢmaya kalkmayın. O anda iĢi bırakır terk edip giderim,” diyerek Tahsin‟e
söyleyeceklerini unutturdu ona. Yalnız Tahsin:
“Bir rica da bulunabilir miyim? Eğer bu iĢi aramızda bir sır olarak saklarsanız
beni hayata bağlarsınız. Yoksa ağabeyim duyarsa beni kesin öldürmeye kalkar.
Sizden rica ediyorum, lütfen beni bağıĢlayın ve ağabeyime duyurmayın. Sizi
sinirlendiren notlarla goncalar benim iĢimdi. Kızacaksanız bana kızın, tekrar
ediyorum. Bundan ağabeyimin bilgisi olmasın,” diye yalvarmaya baĢlayınca
Gülderen:
“Peki, Tahsin Bey, bir Ģartla kabul edebilirim. O notlar ve goncalar bende
kalacak. Onları saklayacağım. ġartı bozduğunuz anda bütün çıplaklığı ile
Doğanbey‟e anlatırım. Bunları da birer delil olarak veririm, diye söyleyince, zavallı
Tahsin boyun bükerek kabul etmek zorunda kaldı. Gülderen çabucak onları
toplayıp boĢ bir kutuya doldurdu. Kutuyu masanın altına koyuyordu ki kapı açılarak
Doğanbey içeri girdi. Yanında bir de yabancı vardı:
Doğanbey, “Gülderen Hanım, iĢte sana söz verdiğim marangozu getirdim. Ne
istiyorsan kendisine söyle. Ama sakın ucuza çıksın diye kısa kesme. Ben Aydın
Usta‟yla konuĢtum. Ġstediğin her Ģeyi, en iyi malzeme ve en kaliteli iĢçilikle
yapacak. Aydın Usta, iĢte sana isteklerini söyleyecek olan Gülderen Hanım.
Sanırım iyi anlaĢır ve de birbirinizden memnun kalırsınız. Hadi kolay gelsin. Tahsin
sen burada kal, bir istekleri olursa gereğini yaparsın. Haydi, bana müsaade edin.”
diyerek çekip gitti.
Doğanbey gidince Aydın Usta:
“Evet, Gülderen Hanım. Ġsteğiniz nedir?” diye sordu.
Gülderen, “ġu odanın en az iki duvarını raflayınız. Yalnız, bunlar düz açık
raflar olmayacak. Rafların altına Ģu (eliyle duvarda göstererek ) yükseklikte
kapalı ve kilitli dolaplar istiyorum. Yukarıya yapılacak rafların da kırk elli
santimetre yükseklikte ve bir metre uzunlukta olmasını istiyorum. Ama bu ölçüler
kesin değildir. Duvarın boyuna göre değiĢebilir. Hatta baĢ veya sona dar bölümler
olursa onları da kilitli kapaklı dolap haline getiriniz,” diyerek sipariĢini verdi.
Aydın Usta cebinden bir metre çıkarıp duvarların enini boyunu ölçüp, bir
kâğıt üzerinde çizimler yaparak Güldüren‟e gösterdi. Dördüncü çizimi beğendiğini
söyleyen Gülderen:
“Bunu beğendim. Yalnız yapılırken değiĢmesini istediğim bir Ģey olursa
gücenmeyip ve de kızmayacağınıza söz verir misiniz? Eğer söz veriyorsanız
buyurun baĢlayın,” dedi. Aydın Usta yeniden ölçüler alarak bir de liste hazırlayıp
çekip gitti.
Öğleden sonra bir pikapla gelen Aydın Usta bir yığın da kereste ile gelmiĢti.
Yanında getirdiği çıraklarla getirdiği keresteleri indirdiler. Sonra da çalıĢmaya
baĢladılar.
[202]
Aydın Usta, “Biz, bu gece de burada çalıĢacağız. Umarım sabahleyin
geldiğinizde istediğiniz odayı hazırlanmıĢ bulursunuz. Hadi siz Ģimdi gidebilirsiniz.
Artık iĢimize engel olabilirsiniz. Yarın sabahleyin geldiğinizde beğenmediğiniz
veya değiĢtirmek istediğiniz ne varsa söyleyin hemen yaparız,” diyerek Gülderen‟i
ve Tahsin‟i oradan yolladı. Onlar da Doğanbey‟e uğrayıp durumu anlattılar. O
sırada Ġhsan Bey çıkageldi. Üçünü bir arada gören Ġhsan Bey:
“Hayrola, toplantı mı vardı? Üçünüz bir arada oturuyorsunuz,” diye sordu.
Doğanbey, “HoĢ geldiniz Sayın Yargıcım. Gülderen Hanım‟ın odası iĢgal
edildi. Kendisi de, kendi anlatıĢına göre, odadan kovuldu. Geldi bize sığındı. Biz de
acıdık, bugünlük yanımıza aldık. Yarın sabahleyin iĢgal kalkacak kendisi de odasına
gidecek.”
“Eğer bu gün burada bir iĢi yoksa bana verin, kızımla Ģöyle biraz dolaĢalım.”
“Tabii Sayın Yargıcım. Siz istedikten sonra, iĢi olsa bile, o değil, bizim
hepimiz sizin emrinizdeyiz.”
“Yok, o kadar da değil. Ben Ģu dünya güzeli kızı istiyorum. O yeter de
artar bana. Haydi kızım. Hazırlan da gidelim,” diye Gülderen‟i kolundan tutup aldı,
götürdü.
O gün öğleden sonrayı Ġhsan Bey‟le geçiren Gülderen, ertesi gün gelip
odasını görünce kendisi de tanıyamadı. Doğanbey ve Tahsin‟le odaya girince
kendisi de ĢaĢırdı. Aydın Usta‟ya teĢekkür etti. Her Ģeyi çok güzel bulduğunu
söyledi. Bir de masa ile döner koltuk konmuĢtu odaya. Odada yalnız kalınca
koltuğa oturup kendi baĢına dönmeye, dönerken eğlenmeye baĢladı. Biraz sonra
Tahsin elinde bir telefonla geldi. Onu masanın üstüne koydu. Kordonunu da
duvardaki prize takarak çalıĢır hale getirdi. Yanına da bir telefon defteri
koyarak:
“Gülderen Hanım, bundan sonra bir Ģey sormak ya da danıĢmak istediğinizde
bizim odaya değin gelip yorulmanıza gerek kalmadı. Bize telefonla da
ulaĢabilirsiniz. Ayrıca atölyeye de gitmeden arayıp sorabilirsiniz.”
“Tahsin Bey, gelmiĢken sizden bir Ģey daha isteyeceğim. ÇeĢitli kalite ve
marka kumaĢların en çok istenen, beğenilenlerinden bana en az her birinden
birkaç top kumaĢla birkaç bayan manken istiyorum.”
“Ama Gülderen Hanım. Birkaç bayan mankeni hemen nereden bulalım?”
Gülderen‟i bir gülme krizi tuttu.
“Ay ben mi yanlıĢ söyledim. Kusura bakmayın. Çok özür dilerim. Ben bayan
manken derken canlı bayanlar demek istememiĢtim. Hazır giyim mağazalarında
gördüğümüz mankenlerden söz etmek istemiĢtim. Burada bir Ģeyi daha belirteyim.
Bu mankenler alınırken tümü incecik, zayıf olmasın. Bunlar; incecik, zayıf
olanlardan, balıketli olanlardan, bir de ĢiĢman olanlardan olsun. Bu üç tipin uzun,
orta, kısa boylusu olmak üzere dokuz tane istiyorum.”
“Gülderen Hanım, istekleriniz yarından önce olmaz.”
[203]
“Kusura bakmayın, bugün iĢe baĢlayalı dört gün oldu. Henüz bir iĢ
yapamadım. Ben, buraya iĢ yapmaya geldim. Ama iĢ yapmak Ģöyle dursun henüz
misafirlikten kurtulamadım. Size pazartesine değin son kez izin veriyorum. Eğer
pazartesi günü geldiğimde bunlar hazır değilse geri dönerim. Kusura bakmayın. Bir
daha da gelmem. Ben buraya para kazanmak veya yardım almak için gelmedim.
Yeniden söylüyorum. ĠĢ yapmak için, sizlere yardım edebilmek için geldim,” dedi
ve “Haydi Allah‟a ısmarladık!” diyerek çıkıp gitti. O gidince Tahsin de doğruca
ağabeyinin yanına gidip olayı ona anlattı. Doğanbey anlatılanı tepki göstermeden
dinledi. Sonunda:
“Bu kız, bizim için bir nimettir. Sakın onu kırıp, küstürmeyelim. Bu kızı iyi
ki iĢe almıĢız. Kısa zamanda iĢlerimiz çok düzelip açılacak. Biz de çok kazanacağız.
Göreceksin. Aman bunu kaçırmayalım. Sen hemen Ģu mankenlere git. Dokuz
manken al, getir. Ben de kumaĢlarla ilgileneceğim,” diyerek ikisi de kalkarak çıkıp
gittiler.
Doğanbey doğru kumaĢların satıldığı toptancıya gidip Gülderen‟in verdiği
kumaĢ sipariĢlerini konuĢup istediklerini fazlasıyla aldı. Hatta toptancının
önerdiği kumaĢlardan da alarak getirip Gülderen‟in odasına koydu. Tahsin de
mankenleri getirmiĢti. Onlar da odaya konulunca Gülderen‟i arayıp buldu:
“Ġstekleriniz tümüyle alınıp getirildi. Lütfen, gelip bakınız.
Beğenmediğiniz ya da değiĢtirilmesini istediğiniz bir Ģey varsa söyleyiniz,” dedi
Doğanbey hem isteklerinin alındığını bildiriyor, hem de gönlünü almak
istiyordu. Gülderen‟in tepkisi uzun sürmedi. Aysel‟i yanına alarak on dakika sonra
yetiĢti. Odaya girince ĢaĢkınlığını gizleyemedi. Masanın üstünde bir de paket
duruyordu. Onu açtı. Ġçinde yeni kumaĢların renginde türlü iplikler vardı. Ayrıca
bir de kaliteli terzi makası konmuĢtu.
Aysel, “Kızım, sen burayı bir tuhafiye dükkânına çevirmiĢsin. Ne
yapacaksın konulmuĢ olan bunca eĢyayı?”
Gülderen, Doğanbey ve Tahsin Bey‟e teĢekkür ettikten sonra, Aysel‟den
yardım istedi:
“Yardım ediver de Ģunları yerlerine yerleĢtirelim. Bunca kumaĢı, bu iplikleri,
kordonları bunların ne iĢe yaradığını anlarsın az sonra. Kızım sen hiç dikiĢ
dikmedin mi? Hiç makine kullanmadın mı?”
“Yok, ne gereği var ki. Nasıl olsa her türlü giyecekler dikilmiĢ olarak
satılıyor. Gerektiğinde alır giyeriz.”
“YanlıĢ düĢünüyorsun, Aysel. Çok yanlıĢ. Yarın evlenip anne olabilirsin. O
çocuğun, babasının, senin ihtiyaçların seni mecbur edecektir. Ġster istemez eline
iğne iplik almak zorunda kalacaksın.”
“Ġyi ama bunları bana öğretecek kimse olmadı ki, bu arada iĢin doğrusunu
istersen ben de heves etmedim.”
“Peki, Aysel Hanım. ġimdi sana desem ki gel, birkaç gün burada bana
yardım et. Sana öğreteyim, ister misin?”
[204]
“Olur mu? Öğrenebilir miyim?”
“Neden olmasın? Sen istersen on beĢ gün içinde iğne tutmayı, sökük
dikmeyi, küçük yamalar yapmayı öğrenebilirsin. Ġki ay devam edersen makine
kullanmayı da öğrenebilirsin. O zaman az da olsa para da kazanabilirsin
Ayselciğim. Varsan, yarın sabahleyin gelir, iĢe birlikte baĢlarız. Olur mu?”
“Neden olmasın? Oldu bile. Sen istedikten sonra ben, aylarca da
gelebilirim Sağ olasın, Gülderen kardeĢim,” diyerek konuĢmayı bitirip eĢyayı
yerleĢtirmeye baĢladılar.
Tam bu sırada odanın kapısı vurularak açıldı. Ġçeriye iki orta yaĢlı bir de
genç üç bayanla bir delikanlı girdiler. Önce kumaĢlara bakarak incelediler.
Gülderen, kendilerini izliyor ve hiç sesini çıkarmıyordu. Bu arada gelen kadınlar,
yarım saate yakın ses çıkarmadan incelemeyi sürdürdüler. Sonunda içlerinden
birisi
“Kızım, sizin ustanız nerede? Çağırın da gelsin,” deyiverdi.
Gülderen, “Buyurun bayanlar, bir emriniz mi vardı?”diye sorunca
bayanlar, birden çarpılmıĢ gibi oldular.
“Yok, estağfurullah! Biz bir gelinle damat giysisi yaptıracağız da, onu
soralım demiĢtik.”
“Buyurun sorun efendim! Usta benim. Adım da Gülderen.”
Diğer yaĢlı kadın:
“Kızım, biz oğlumuz Engin‟i evlendiriyoruz. Bu da inĢallah gelinimiz olacak kız,
Cansın. ġimdi bize bir niĢan giysisi, bir gelinlikle bir de damatlık gerek. Bu üç
giysi kaça çıkar, bunu öğrenecektik. “
“Hanım Efendi, siz bunu öğrenmek için mi geldiniz? Yoksa gerçekten bu
giysiler gerek mi?”
Diğer bir kadın, “Kızım, biz buraya dalga geçmeye mi geldik, sanıyorsun?
Yaptıracak olmasak burada iĢimiz nedir?”
“Hanım Efendi, neye kızdınız öyle. Ben size ters bir Ģey mi söyledim.
Sadece geliĢinizin nedenini anlamaya çalıĢtım. Sizi kızdıran nedir? Ben patronumu
çağırayım. Ġstediğiniz yanıtı o verir,” deyip odadan çıktı. Bir dakika sonra
Doğanbey‟le birlikte geldiler.
“Patronumuz Doğanbey, kendisine her istediğinizi sorabilirsiniz. Buyurun,
bayanlar.”
Kadınlar, isteklerini anlattılar, bu üç giysinin kaça çıkabileceğini sordular.
Doğanbey, “Peki bayanlar kumaĢları seçtiniz mi? Ölçüleri verdiniz mi?
Bunları bilmeden biz nasıl fiyat söyleyebiliriz. Siz Ģimdi, önce kumaĢları seçin.
Arkasından bayan terzimiz Gülderen Hanım ölçüleri alsın. Her kumaĢtan kaçar
metre gerektiğini öğrenelim, terzilik ücretiyle birlikte hesap eder bildiririz.
Sonra da size düĢünmeniz için zaman veririz. Evinizde düĢünür taĢınır, sorup
soruĢturur, iĢinize gelirse gelir baĢlatırsınız, gelmezse siz evinizde biz
atölyemizdeyiz.”
[205]
Kadınların üçü birden damat adayını da yanlarına alarak kumaĢ seçmeye
baĢladılar. Bu iĢ bir saat değin sürdü. Arkasından Doğanbey‟in atölyesine geçerek
damatlık seçimini de yaptılar. Tekrar Gülderen‟in yanına gelerek gelinin ölçüsünü
de aldırdılar. ĠĢleri bitmiĢti, Doğanbey‟e uğrayıp sonucu almak istediler.
Doğanbey, “Hanımlar, biliyorsunuz bu gün iĢimiz bir hayli gecikti. Bu
hesaplama iĢi de bir iki saati bulur. Gelin Ģöyle yapalım. Bu delikanlı yarın saat
onda gelirse, ben ona üç giysinin de kaça çıkacağını ayrıntılı olarak yazar veririm.
Uygun görürseniz, öbürsü gün ya da ertesi gün gelirsiniz baĢlarız,” dedi.
Üç bayan ve bir damat, “Allaha ısmarladık,” diyerek gittiler.
Onlar gittikten yarım saat sonra Gülderen‟in odasının kapısı vurularak
açıldı. Ġçeri hiçbirinin tanımadığı, kadınlı erkekli bir grup girdi. Grupta iki genç
erkek, bir yaĢlı, iki orta yaĢlı kadın, iki de genç kız olmak üzere toplam olarak
yedi kiĢi vardı. Onlar da önce odayı, odadaki eĢyayı, yeni gelmiĢ kumaĢları ve
mankenlere geçirilmiĢ, askılara asılmıĢ henüz bitirilmemiĢ iĢleri incelediler. Sonra
grup adına konuĢan yaĢlı kadın:
“Gününüz aydın, iĢleriniz hayırlı olsun. Ustanız nerede? Çağırır mısınız?
Gelsin; konuĢacağımız var?”
Bu sırada sağ elinde makas, sol kolunda toplu iğneler, bir de boynunda asılı
Ģerit metreyle dolaĢan Gülderen‟i yanına çağırıp, ona:
“Kızım, sen biraz bakıverir misin?”
“Buyurun, benim, adım Gülderen. Bu atölyenin de ustasıyım. Bir emriniz mi
vardı, efendim?”
YaĢlı kadın bu kez ĢaĢkınlıkla sordu:
“Yani, bütün bu iĢleri sen mi yaptın, kızım?”
“YakıĢtıramadınız mı Hanımefendi?”
“Vallahi, ne yalan söyleyeyim. O kadar gençsin ki kızım, böyle genç bir
kızın Ģu gördüğüm iĢleri bu denli baĢarı ile yapabilmesi, hem beni ĢaĢırttı, hem de
kendine yakıĢmadı doğrusu. Kusura bakma sakın güzel kızım. Seni bu iĢlerden
dolayı kutlarım. Ha sahi unuttum. Ben ÇeĢminur PaĢazade. Bunlar da bizim
taifeler. Sizinle anlaĢabilirsek onları da tanıyacaksınız. ġimdi gelelim iĢimize. Bak
kızım, bir oğlumuzu evlendiriyoruz, bir de kızımızı gelin ediyoruz. Bize iki gelinlik,
iki niĢan, iki nikâh ayrıca iki gelin olacak kızlar için kına gecesi giysileri, iki
Gelinlik, iki duvak, dörder de nedime giysileri. Bunlardan baĢka iki damat için
damat giysileri. Ayrıca bunlar dıĢında da özel sipariĢler olabili,” diye sözünü
bitirdi.
“ÇeĢminur Hanımefendi. Ben bayan giysileri için ne derseniz yaparım. Ama
damat giysileri için gereken bilgileri size erkek reyonu bölümü yetkilisi
baĢkanımız ve de patronumuz verecekler. Telefon ettim, Elindeki iĢi bırakıp
geliyorlar. Yalnız bir Ģey soracağım kusura bakmayın. Bu gelinler berdel usulü ile
mi gelin oluyorlar?”
[206]
“Hayır, kızım. Bizde böyle bir gelenek yoktur. Tesadüfen bizim oğlanla
kızımızın Ģansı aynı zamanda açıldı. Biz de düğünlerini aynı zamanda yapalım,
dedik. KardeĢlik bizim oğlanla gelin olacak kızımızdadır. Gelinimizle damadımız,
kardeĢliği bırak, akraba ve tanıdık bile değiller,” diye sözünü bitirmiĢti ki
Doğanbey içeri girdi:
“Evet, Gülderen Hanım. Beni istemiĢtiniz ve geldim.”
“Doğanbey Ağabey, önce sana konuklarımızı tanıtayım. Bu saygıdeğer
Hanımefendi, ÇeĢminur PaĢazade‟dir. Beraberindekiler de –kendi deyiĢiyletaifesidir. Hanım Efendi, hem oğlunu evlendiriyor, hem de kızını gelin ediyorlar.
Bu nedenle iki gelin, iki de damat giydirilecek. Ben gelinler konusunda gereken
bilgiyi verebilirim. ĠĢ damatlara gelince beni aĢar, bu da sizin konunuz, bu nedenle
çağrıldınız. Benim görevim burada bitti. Artık siz kendiniz konuĢup anlaĢın.”
Gülderen, ÇeĢminur Hanımefendi‟ye dönerek:
“ÇeĢminur Hanımefendi. Nedimeler kaçar kiĢiden oluĢacak. Bir de düğün ne
zaman olacak? Bunları öğrenebilir miyim?”
“Nedimeler, her gelin için dörderden sekiz tane olacak. Düğün de kırk
gün sonradır. Yalnız bunlardan ayrı olarak belki aileden baĢka istekliler de
çıkabilir. Ne dersin hanım kızım, bunca giysiyi yetiĢtirebilir misin?”
“Hanımefendi, Ģu ana değin söylediğiniz yirmi parçayı bulmadı. Biz buna
elli parça diyelim. Ġnanın biz kırk günde yirmi değil, elli yüz değil, iki yüz elli parça
iĢ çıkartırız. Bundan emin olunuz. Siz yeter ki kumaĢları seçip ölçüleri veriniz,
gerisi bizim için çok kolaydır. Ġnanın kumaĢları seçip ölçüleri verdiğiniz gün, birer
hafta arayla iĢleriniz teslim edilecektir.”
“Biz yarın değil, ama öbürsü gün tam kadroyla saat dokuzda buradayız.
Ġki tarafın da güveni için, ben size öndelik olarak elli lira bırakıyorum. ġimdi
iĢimiz sağlam. Ġkimizin de güveni tamdır. Yalnız biz belki yarın gelemeyiz, öbürsü
gün gelsek olur mu?”
“ÇeĢminur Hanımefendi, en iyisi siz, cuma günü buyurun. Daha iyi olur
efendim,” deyince PaĢazadeler:
“Hiç olmazsa, bugün kumaĢlarımızı seçip ayırtalım. Siz onları ayrı bir
yere koyunuz. Cuma günü geldiğimizde seçim iĢimiz olmasın. Hadi kızlar,
beğendiklerinizi seçiniz,” dediler.
Bunun üzerine yedisi birden kumaĢlara saldırdılar. Herkes kendi
beğenisine göre seçtikleri kumaĢları ayırarak, cuma günü gelmek üzere izin
isteyip “Allaha ısmarladık,” dedi ve gittiler.
Onlar gidince Gülderen, Doğanbey‟i arayarak:
“Ağabey, benim sizden bir ricam olacak. Hemen Ģu sizin mağazaya
birlikte gidebilir miyiz?”
“Hemen Ģimdi mi?”
“Mümkünse, rica edeceğim.”
“Öyle ise, koĢ gel, gidiyoruz.”
[207]
KoĢarak çıkıp gitti. Doğanbey de odadan çıkmıĢ kapıyı kapatıyordu.
“ĠĢte geldim Ağabey.”
Birlikte atölyeden çıkıp kapı önünde duran arabaya binip gittiler.
Gülderen, bu mağazayı ilk kez görecekti. YetiĢtiklerinde orada böyle bir mağaza
olduğuna inanamıyordu. DıĢarıya karĢı hiç de iyi bir görüntüsü yoktu. Daracık bir
kapıdan içeri girerken de olumlu bir etki bırakmamıĢtı. Gülderen bayağı irkilmiĢ,
yalnız Doğanbey‟e duyduğu saygıdan baĢka bir güvenci kalmamıĢtı. Oldukça uzun,
loĢ ve daracık bir dehlizden içeri girince karĢılarına futbol sahası büyüklüğünde
bir salon çıkıverince, Gülderen yine ĢaĢırdı. Zaten buraya girerken baĢlayan
ĢaĢkınlık devam ediyordu. Ama ağzını açıp da bir kelime bile konuĢamıyordu.
Doğanbey, Gülderen‟i kolundan tutup bir odaya çektiğinde onun titremekte
olduğunu anladı. Ama sanki fark etmemiĢ gibi davranarak:
“Burası, patronun odası. Buraya girip konuĢalım, derdimizi anlatalım,” diye
ona güç ve moral vermeye çalıĢtı.
Bu küçücük uyarı Gülderen‟e iyi gelmiĢti. Sanki bir uykudan uyanmıĢ gibi:
“Ağabey, ben, ne böyle bir yer, ne de böyle bir mağaza gördüm. Yanımda
iyi ki sen varsın, sen olmasan ben dünyada böyle bir yere giremezdim.”
Patronun odası da oldukça geniĢ ve rahattı. Onlara birer limonata sunuldu.
Bu da Gülderen‟e iyi geldi. Gülderen artık çok rahatlamıĢtı. KonuĢması, tüm
davranıĢları düzelmiĢ, kısaca söylemek gerekirse artık kendine gelmiĢti. Patrona
derdini ve isteklerini anlattı. Patron da en iyi tezgâhtarlarını çağırıp Gülderen‟in
isteklerini yerine getirmesini söyledi. Doğanbey, Gülderen ve tezgâhtar odadan
çıkıp gittiler. Geri döndüklerinde iki saatten fazla bir zaman geçmiĢti. Bir yığın
kumaĢ almıĢlardı. Patronun yanına geldiklerinde patron:
“Bak, Hanım kızım. Bu iĢ, senin bildiğin gibi olmaz. Mağazamızın çok
ayrıntılı bir katalogu var. Sana ondan bir tane verelim, artık buraya gelip seçmeye
gerek kalmadan katalog numarası ile miktarını bildirirsiniz. Tam iki saat sonra
istekleriniz elinizin altında olur. Bak, bugün iĢinizin yarım günü ölmüĢtür. Oğlum,
Gülderen Hanım‟a bizim ayrıntılı büyük katalogu getirip veriniz.”
Aldığı kumaĢların tümü bu katalogda vardı. Gülderen katalogu alıp
inceleyince çok beğendi. Patrona teĢekkür etti. Orada bir iki dakikalık incelemede
gördü ki, burada hem kumaĢın adı, kalitesi, hem de biçilmesi, dikilmesi ile ilgili
bilgiler verilmiĢtir. Sonra dikiĢte hangi tür iplik kullanılacağı, daha baĢka ne gibi
özellikleri varsa tümü verilmiĢti. Gülderen,
bunları görünce çok mutlu oldu.
Mağaza sahibine teĢekkür ederek ayrıldılar. Atölyeye geldiklerinde artık akĢam
yaklaĢmıĢtı. Yeni alınan kumaĢların gelmesini beklerken Doğanbey‟in odasında hem
sohbet edip, hem çay içiyorlardı. Birden kapı açıldı, dün gelen hanımların oğlu
Engin Bey içeri girdi. Doğanbey‟den hazırlamıĢ olduğu listeyi istedi. Aldı ve
ailesine götürdü. O gittikten yarım saat sonra mağazadan bekledikleri kumaĢlar
da geldi. Doğanbey ve Tahsin‟in de yardımlaĢması sonucu kumaĢlar, raflardaki
yerini aldı. Artık iĢleri bitmiĢti. Gece de yaklaĢıyordu. Gülderen‟i yurda bırakıp
[208]
kendileri de evlerine gittiler. Yurtta yalnız Aysel vardı. Gülderen ona diğer
arkadaĢlarını sordu. Henüz gelmediklerini, Oya Abla‟nın yanında olduklarını
anlayınca, ikisi kendi aralarında söyleĢmeye baĢladılar. Aradan nence zaman
geçtiğini anlamadan diğer arkadaĢları da gelince iĢ söyleĢiden çıkıp, dört kızın
aralarındaki sohbete dönüĢtü. Bu arada söz döndü dolaĢtı, Aysel‟in becerisine
geldi. Fazla konuĢup tartıĢmadan Aysel:
“Yarın seninle geliyorum,” dedi.
ġükran ve AyĢegül de,
“Biz de geliyoruz. Bize de öğret,” dediler.
Gülderen, “Haydin öyleyse bu akĢam biraz erken yatalım da, yarın iĢimize
geç kalmayalım,” dedi.
Herkesin yatıp uyumasını istedi. Aslında bu istek onun yorgunluğundan
dolayı olmuĢtu.
Sabahleyin uyandıklarında üçü de dipdirice canlıydılar. Kalktılar, sabah
temizliklerini yapıp saçların sardılar. Üçü de kahvaltılarını yapıp yola çıktı. ĠĢ
yerine geldiklerinde, iĢe baĢlamak için ön hazırlıklarını yapıp, çaylarını alıp
kahvaltılarını orada yapıp çalıĢmaya baĢladılar.
Gülderen, getirdiği üç kızla atölyede çalıĢanları tanıĢtırmak için
Atölyedeki arkadaĢlarının tümünü odasına çağırdı. Getirdikleri ile onları
tanıĢtırdıktan sonra hemen bir toplantı yaparak onları üç gruba ayırdı. Yalnız bu
gruplar ve baĢkanları kendileri tarafından belirlendi. Sonuçta Ģöyle bir durum
oluĢtu:
I.Grup: Candan, Süreyya, Sıdıka, Feride, Güzin.
II.Grup: Azimet, Gülsüm, Hale, Gözde, Elif, Füsun.
III.Grup: Gülümser, Yonca, Gonca, ġükran, Aysel, AyĢegül.
Bu grupların her birinde adları ilk yazılan çalıĢanlar o grubun
baĢkanıdır. Sonunda Gülderen onlara teĢekkür etti, baĢkanları kutladı. Tüm
arkadaĢlarına baĢarılar diledi. Arkasından Ģunu söyledi:
“Değerli ArkadaĢlarım. Artık bundan sonra hepinizi çağırmama gerek yok.
Telefon ettiğimde, baĢkanları çağırıp vereceğim iĢleri onlara söyleyeceğim. Onlar
getirip sizlere dağıtacaklar, bitince de toplayıp bana getirecekler.”
Gülderen, bugün kızların çalıĢmaları ile uğraĢtı. Önce III.Grup BaĢkanı
Gülümser‟e:
“Sen ve arkadaĢların burada benim yanımda çalıĢacaksınız. Üç siz, üç de
sizin gruba verdiğim ġükran, Aysel ve AyĢegül olmak üzere altı kiĢi de sizsiniz.
Sizin göreviniz, ġükran‟la Aysel‟e bir kadına en çok gereken sökük ve yama
yapmayı öğretmek. AyĢegül‟e gelince onu tam olarak yetiĢtireceğiz. Bunun
sorumluluğu üçünüzün üstündedir. Hadi göreyim sizleri. Ben de sürekli olarak
sizleri izleyeceğim. Gözüm üstünüzden hiç eksik olmayacak. Hadi kardeĢlerim,
kolay gelsin. Sizlere üstün baĢarılar dilerim,”dedi. Sonra kendi iĢine döndü.
[209]
Hem kendi sorumluluğunda olan iĢleri yürütüyor, arada sırada da
arkadaĢlarının çalıĢmaları ile ilgileniyordu. Ama haftalık, aylık kontrolleri
aksatmıyordu. En çok da AyĢegül‟ün çalıĢmasını beğeniyordu. Bu kontrollerden
birinde bir gün AyĢegül‟e:
“Böyle gidersen üç beĢ yıl sonra, sen de benim gibi olursun. Hatta beni
de geçersin. YaĢa, sen AyĢegül!” diye onu habire övüyordu. AyĢegül‟ün çalıĢmasını
beğeniyordu. Onu yere göğe sığdıramıyordu. “Aferin sana, benim güzel kardeĢim.”
AyĢegül, artık on yaĢını doldurmuĢ, ilköğretim beĢinci sınıfa gelmek
üzereydi. BeĢinci sınıfa girebilmesi için yeni baĢlayan yaz tatilinin bitmesi
gerekiyordu. Okullar pazartesi günü yaz tatiline girmiĢlerdi.
* *
*
Bugün perĢembe günüydü. Cansın Hanım‟la Engin Bey bekleniyorlardı.
Saat dokuz otuzda Doğanbey telefon ederek söylemiĢti. Saat tam onda geldiler.
Bu kez altı kiĢi gelmiĢlerdi. Gülderen, gelin adayını yanına çağırdı. Ölçülerini
yeniden aldı. Hem niĢanda giyeceği, hem de düğünde giyeceği gelinlik için gerekli
ölçüleri aldıktan sonra daha önce beğenip ayırdıkları kumaĢları kesti, yeni ölçülere
göre biçti ve atölyeye yolladı. Yarım saat sonra gelen birleĢtirilmiĢ parçaları,
gelin adayına giydirerek ilk provasını yaptı. ĠĢleri bitince Gülderen:
“Bir de pazartesi geliniz, o gün dikilmiĢ durumunu, giydirip görelim.
Gerekirse son provasını da yapar, çarĢamba veya en geç cuma günü teslim ederiz.
Bugün nasıl olmuĢ diye sormuyorum. Ama pazartesi soracağım. Bu biçki provasıydı,
bunda giysinin nasıl olduğu belli olmaz. Ama pazartesi belli olur. O gün soracağım.
Yalnız pazartesi ve çarĢamba günleri damat olacak beyefendiyi getirmeyiniz
lütfen. Düğünden önce gelini gelinlikle görmesini pekiyi saymazlar da o yüzden.
Yoksa bizim için hiçbir sakıncası yoktur,” diyerek sözlerini bitirdi. Yeni
birleĢtirilmiĢ parçaları da atölyeye yolladı.
KararlaĢtırdıkları cuma günü gelmiĢti. PaĢazadeler topluca çıkageldiler.
Gülderen, “HoĢ geldiniz, bir Ģeyler içmek ister miydiniz efendim.”
O sırada orada bulunan çalıĢanlardan birisi gelenlere teker, teker ne
istediklerini sordu, gitti.
Gülderen, “Sizler sipariĢlerinizi beklerken, yeni gelen kumaĢlarımızı
görmek ister miydiniz? Yoksa ölçüleri mi alalım?”
ÇeĢm-i Nur PaĢazade:
“Ay, yeni kumaĢlar mı geldi? Önce onlara bir bakalım. Gelin kızlar, sizler de
bakın. ġu gelinlikleri gördünüz mü? PaĢazadelerin kızına da gelinine de bu
gelinlikler yakıĢır. Bunlardan olacak.”
Gülderen, “Ya daha önce almıĢ olduklarınız, onlardan vaz mı geçtiniz?”
ÇeĢm-i Nur PaĢazade:
[210]
“Hayır, kızım. Sen onları da baĢka bir giysi yaparsın. Onlar için giyecekleri
giysiye göre uygun bir model bulursun. Olmaz mı kızım? Modelini sen seç, model
de senin olsun, biz de o giysilere senin adını verelim ister misin?”
Gülderen, “Siz öyle uygun gördükten sonra, bu benim için bir onur kaynağı
olur. Yalnız bunu düğün için hazırladıklarımızdan sonra yapabilirim Lütfen beni
sıkıĢtırmayınız.”
Derken Doğanbey ve Tahsin içeri girdiler. HoĢbeĢten sonra Gülderen‟in
aldığı ölçüleri not etmeye baĢladılar. Gülderen içerde ölçüleri alıyor, yüksek sesle
dıĢarıdakilere duyuruyor, Tahsin de dıĢarıdan not ediyordu. Ġki gelinin gelinlik
ölçüleri bitti. Arkasından niĢan ve nikâh giysileri için gereken ölçüler alındı. Sıra
nedimelere geldi. Onların da ölçüleri alındı.
Doğanbey, “Gülderen Hanım, biz iĢinize karıĢmıĢ olmayalım. Ama
isterseniz, izin verin biz de damat beylerin ölçülerini alalım.”
Gülderen, “Benim aldığım ölçüler bitmiĢti zaten. Ben ancak bunlarla
uğraĢabilirim. Gerisi yarına kalacak. Öyle de konuĢmuĢtuk.”
Doğanbey, “Öyleyse, biz damat beyleri kaçırıyoruz.”deyince ikisi de
kalktılar, gitmeye hazırlanıyorlardı ki ÇeĢm-i Nur PaĢazade:
“Geleneği bilen de kalmamıĢ!” diye fısıltı halinde sitem etmeye baĢlayınca,
PaĢazade Hanımefendi‟ye Gülderen:
“Bir dakika, durun bakalım. ġimdi biz ne yapacağız? Gelinlik biçmiyor
muyuz? Ama olmuyor iĢte, bakın makas kesmiyor. Gelinlikler biçilirken ne yapılır?
Terzinin ve makasının, gelinlerin ve izleyenlerin ağızları, oğlan ve kız anaları
tarafından tatlılandırılır. Bu iĢ evde olursa, kolaydır. Ya terzi dükkânında olursa
nasıl olur? Bu kez de iĢ terziye düĢer. Evet, efendim. Çok haklısınız!” diyerek
çalıĢma masasının çekmecesinden tertemiz bir tabak içinde jelâtinle
ambalajlanmıĢ bir paket bal çıkarıp, terzi makasını da yanına koyarak: “Buyurun
Sayın PaĢazade Hanımefendi, önce sizden baĢlayalım,” diyerek makası eline verdi.
ġimdi Ģu makasla önce balın ambalajını açacaksınız. Sonra kumaĢın göstereceğim
yerine bir çentik atacaksınız, sonra da yandaki kutudan küçük kaĢıklardan birisi
ile birazcık bal alıp yalayarak yutacaksınız. Sonra da birini çağırıp ona
vereceksiniz. Böylece herkes bu iĢi yapacak Yalnız ailenin büyüğü olarak sizden
sonra gelininizin anasını, sonra damadınızın anasını, böylece analar bitince
çocuklara sıra gelir. Önce gelininizi, sonra oğlunuzu, arkasından kızınızı ve
damadınızı çağırın. Sonra da nedimeleri, Daha sonra da sırayla izleyen herkesi
çağırın. Yalnız bu arada acı söz, sitem etmeyiniz, kavga, küfür olmasın. Gerek
keserken gerek tadarken besmeleyi unutmayınız. Bal yalanır ve yutulurken
içinizden evlenecek çiftler için dua ediniz. Hadi buyurun baĢlayın,” diyerek
sözlerini bitirdi.
ÇeĢm-i Nur Hanımefendi makası eline almıĢ, bekliyordu. Önce jelâtini
kesti. Sonra makasın uçlarını bala dokundurdu. Sonra Besmele ile Gülderen‟e
baktı. O da eliyle kumaĢtaki iĢaretli yeri gösterdi. “Ya Allah
[211]
Bismillahirrahmanirrahim,” dedi ve makası vurdu. Böylece biçki iĢlemi baĢlatılmıĢ
oldu. Orada bulunanların tümü aynı iĢlemi yaptıktan sonra PaĢazade Hanımefendi,
Gülderen‟in yanına gelip:
“Canım kızım, senden özür dilerim. Ben yaĢlılar her Ģeyi gençlerden iyi
bilir sanırdım. AldanmıĢım güzel kızım. Oysa siz, bu gün bana bizim bildiğimizi
benden iyi bildiğinizi gösterdiniz. ġunu da söylemem gerekecek, ama söylemezsem
de rahat edemeyeceğim. Korkarım kimse alınmaz ve kırılmaz Hani bu duruma
eskiler, „Boynuz kulak meselesidir,‟ derler ya. Yani boynuzlu hayvanlarda kulak
doğuĢtan vardır. Boynuz sonradan çıkar. Hızlı büyür kulağı gölgede bırakır
YaĢlılara göre gençler de öyledir. Bu olay, yaĢlıların kendi zamanlarına çok bağlı
olduklarını da gösterir. Biz de yaĢlıyız artık, gücenme kızım. Yeri geldi mi
günümüzün hiçbir kurumunu, hiçbir yöneticisini, hiçbir doktorunu, hiçbir
öğretmenini beğenmeyiz. Nerde o eski öğretmenler, doktorlar, hâkimler. Bunun
nedenini, anlamını bilmeden konuĢuruz. Aslında bu söz, bir konuyu ya da iĢi en iyi
biz biliriz, genç olanlar bu iĢi bilmezler, deriz de, o bizim beğendiğimiz zamanda
da bizim genç olduğumuzu unutmuĢ olmuyor muyuz? Ayrıca içinde bulunduğumuz
çağın yeni buluĢlarını, yeniliklerini, görüĢ, buluĢ ve düĢüncelerini daha da önemlisi
çağın insanını yadsımak, beğenmemek değil mi? Kızım senden ve senin gibi üreten,
eğiten, kendi bilgisini yeterli görmeyerek yenileyenlere çok Ģeyler borçlu
olduğumuzu gösterdin. Eksik olma sen kızım,” dedi.
Damatları yanına alarak Doğanbey‟in atölyesine geçmek istiyordu ki
Gülderen‟in sesi duyuldu:
“Yarın sabah saat onda hepinizi istiyorum. Lütfen hepiniz eksiksiz ve tam
zamanında geliniz.”
Onlar gidince kendisi yanına ġükran, Aysel, AyĢegül‟ü alarak odanın kapısını
kapatıp baĢladı bugün ölçüsünü almıĢ olduğu kumaĢları kesmeğe. Ġki gelinlik, iki
niĢan giysisi, beĢer tane kızlar kınası, iki de nikâh giysisi olmak üzere on altı
giysinin biçimlerini yapmaya baĢladı. Kesti biçti. Sonra da onları teyellemeye
baĢladı. Teyellediklerini mankenlere geçirdiler. Saat yirmi birde Yurtlarına
döndüler. Sabahleyin geldiklerinde diğer çalıĢanları kendi atölyesine çağırıp
akĢam hazırladıklarını onlara birer birer dağıtarak Gülderen::
“Saat tam dokuzda burada bekliyorum. Hadi benim aslan kardeĢlerim.
Sizlere güveniyorum. ġimdiden ellerinize sağlık, kolunuza kuvvet olsun. Haydi
göreyim sizi,” dedi.
ÇalıĢanlar aldı ve atölyelerine geçtiler. Birkaç dakika sonra atölyeden
dikiĢ makinelerinin gürültüsü gelmeye baĢladı. Saat sekiz kırk beĢte makine
sesleri azalırken önce gelinlikler geliverdi. Onu mankene takarlarken diğerleri de
arka arkaya gelmeye baĢladı. Saat dokuz olduğunda da nikâh elbiseleri geldi, onlar
da yerlerine takıldı. Aysel, ġükran, AyĢegül oturup çay içmeye baĢlamıĢlardı ki,
kapı açıldı. Doğanbey, annesi, eĢi ve Tahsin Bey geldiler.
[212]
Doğanbey, “Öyle gizli gizli çay içmek olur mu? Biz de adamı böyle
bastırırız iĢte. Hem de cumhur cemaat. Gelir, sofralarına oturur, ne var, ne yoksa
yer içer gideriz. Bak anneciğim, bu hanım her sabah bizim gibi erkenden gelir,
elinde küçücük bir paket içinde ya bir simit, ya iki poğaça vardır. Bir bardak çay
alır, onunla kahvaltı yapar. Öğlen yemeği yemez, akĢamları Yurtta yemek kalmıĢsa
eline geçenle yetinir. Yoksa bir bardak su, birkaç bisküvi ile karın doyurur. Bu
gidiĢle vücudunda yağ değil et de kalmayacak. ġimdi sen söyler misin buna nasıl
bir ceza verelim?”
Vuslat Hanım, “Oğlum, kolayı var. Yemek saatlerinde bir iĢ için
çağırırsınız, biz Ģu yemekleri senin için getirttik, yiyeceksin diye zorlarsınız.
Birkaç gün uğraĢırsanız alıĢır, korkmayın. Bakın, size bir akıl daha vereyim. Tüm
çalıĢanlara hiç olmazsa sabahları bir çayla poğaça gibi kahvaltı verin. Öğleyin de
öğlen yemeği çıkartın. Bakın verim nasıl artacaktır.”
Doğanbey, “Tahsin, sen ne dersin KardeĢim. Ben bu son söylediğine çok
doğru olur, diyorum. Peki, sen ne diyorsun Gülderen Hanım.”
Gülderen, “Vallahi daha önce sorsaydınız bir yanıt vereceğimi sanmıyordum.
Çünkü o zaman özel nitelikte idi. Ama Ģimdi çalıĢanlar adına olunca genel bir
nitelik kazandı artık. Çok uzatmadan bu iĢveren önerisini gönülden alkıĢlayarak
kabul ediyorum. Yemeklerin listesini hazırlamakta bana yetki verilirse bu iĢi
mükemmel yaparım. Bu arada bu öneriyi getiren anneniz hanımefendiye de tüm
çalıĢanlar adına teĢekkürlerimi bildiririm. Sağ olun, var olun, size ve de tümünüze
teĢekkür ederim,” derken PaĢazadeler geldiler. Böylece konu kendiliğinden
kapandı. Gülderen de yeni gelenleri fazla bekletmemek için hemen iĢe koyuldu.
Önce PaĢazadelerin gelini ile ve onun gelinliği ile baĢladı. Sonra kızlarının
gelinliğine sıra geldi. Ġki gelinliğin provası tam bir saat sürdü. Bittiğinde
mırıldanmalar baĢlayınca Gülderen:
“Bayanlar, neden rahatsız oldunuz. Ġki gelinlik provası bir saat sürer mi
diyorsunuz. Sürer efendim, sürer. Bu iĢ geline ve gelinliğe göre değiĢir. Kimi
zaman tek gelinlik bile bir değil iki, üç saat sürebilir. Siz bu konuda kızınız ve
gelininize teĢekkür ediniz. ĠĢlerinin bitmesi benden çok onların vücut yapılarının
düzgün oluĢundandır,” dedi.
Çıkarlarken Tahsin geldi. Ne için olduğunu bilmeden, tümünü birden odaya
doğru götürdü. Tahsin kapıyı açıp onları içeri aldı. Böylece iki patron, üç patron
ailesi olarak beĢ kiĢi oldular, Gülderen ve üç arkadaĢı, etti dokuz. On beĢ de
çalıĢanlar eklenince yirmi dört eder. PaĢazadeler de gelince otuz beĢ kırk kiĢi
olmuĢlardı.
Doğanbey‟in annesi Vuslat Hanım ayağa kalkıp, kendi ailesi bireylerinden
olmayanlara:
“Hepiniz hoĢ geldiniz. Ben sabahleyin oğlanlarımın yanına gelmiĢtim.
Arada bir yaparım bu iĢi. Bugün yanıma sevgili gelinimi de aldım birlikte geldik.
Ama gördüm ki iĢleri çok güzel gidiyor. Fakat bir eksiklik var. Bu nedir diye
[213]
düĢünmeye baĢladım. Sonunda buldum. Bunu bulmama bilmeden yardımcı olan
Gülderen Hanım kızıma candan teĢekkür ederim. ÇalıĢanlarımıza bu güne değin
veremediğimiz bir hizmet eksiğiydi. Onu tamamladık. Onlardan özür diliyorum. Bu
eksikliğimiz vardı. Onu gidermemiz gerektiğini duyurmak istedim. Bundan böyle
her gün iĢ yerimizde çalıĢanlara sabah kahvaltısı ve öğlen yemeği verilecektir.
Saat on yedide bir akĢam çayı, gece çalıĢmaları olunca da geç vakte değin
çalıĢanlara akĢam yemeği verilecektir. Sabahleyin bu kararı alırken bu günden
itibaren demiĢtik. Bu günkü yoğun iĢ içinde bu iĢi beceremezler diye bu günü bana
bıraktılar. ġimdi bu günkü öğle yemeğine buyurun. Bu gün tümünüz benim
davetlimsiniz. Afiyet olsun efendim,” dedi.
O konuĢuncaya değin masalar, servisler ve yemekler bizim Kör Salih‟in
usta elleri ile hemen hazırlanmıĢtı. Herkes yemeğini yedikten sonra, ÇeĢm-i Nur
PaĢazade gitmek için ayağa kalktı:
“Lütfen kimse karĢı çıkmasın. Ben Salih Bey‟e sipariĢ ve öndelik verdim.
Yarın sabahleyin kahvaltı ile baĢlayıp akĢam çayı ile bitecek. Ġtiraz, teĢekkür gibi
kibarlık istemiyorum, diyerek iĢi bitirdi. Sonra da Gülderen Hanım‟a:
“Biz yarın ne zaman gelelim. Daha doğrusu saat kaçta gelelim?” diye
sordu.
Gülderen, “Hanımefendiciğim, biz saat yedi buçukta açarız. Siz ne zaman
isterseniz o zaman gelin lütfen. Dün size saat on derken iĢlerinizi tam
hazırlayayım diye söylemiĢtim. Gelip de beklemeyesiniz diye demiĢtim. Artık öyle
bir durum kalmadı. Bu akĢam iĢleriniz tam hazır olacaktır. Erken gelirseniz,
akĢama değin çalıĢırsak, yarın iĢleri bitirebiliriz.
“Öyleyse, inĢallah yarın saat sekizde buradayız. Oldu mu Hanım Kızım?”
“Oldu, Hanımefendi,” deyince, PaĢazade takımı hep birlikte:
“Allah‟a ısmarladık,” diyerek çekip gittiler.
Gülderen de kendi atölyesine çekildi. Yarınki provaya iĢ hazırlamaya baĢladı.
Biçilecek kumaĢların tamamını biçti. Birçoğunun da teyellerini yaparak mankenlere
yerleĢtirdi. Sabahleyin geldiklerinde dün boĢalttıkları mankenlerin tümünün
dolmuĢ olduğunu görünce ĢaĢırdı. Atölyede çalıĢanları kahvaltıdan sonra çağırarak
onlara mankenlerin üstündeki hazırlanmıĢ iĢleri dağıtarak bir buçuk iki saat sonra
getirmelerini söyledi. Kendisi de akĢam teyellediği giysileri prova etmeğe baĢladı.
Öğleye değin onların provasını yaptı. Bu arada Gülderen‟in akĢam yaptığı teyellerin
tümü bitmiĢti. Bunu gören Gülderen:
“Kalanı da öğlen yemeğinden sonra yaparız,” diyerek içerdeki herkesi yemek
yemeğe çağırdı. Yemek salonuna gittiklerinde yemeklerin gelmiĢ yenmeğe hazır
olduğunu gördüler. Hemen yemeklerini alıp yediler. Bizim Salih Efendi
yemeklerinin üstüne isteyene birer kahve, kahve içmem diyenlere de birer çay
verdi.
Gülderen, iĢi bitenleri yani yemeğini yemiĢ, çayını, kahvesini içmiĢ olanları
yeniden atölyeye davet etti:
[214]
“Hanımlar, çaylarımızı içtikten sonra atölyeye geçip kalan iĢlerimizi
bitirelim. Sonra bir hafta bize müsaade ediniz. Asıl provaya geçmek için bir hafta
sonra bugün sizleri yine toptan bekliyorum,” diyerek PaĢazadeleri uğurladıktan
sonra, tüm çalıĢanları kendi odasına alarak onlarla bir toplantı yaptı. Önce yemek
listesi konusunda görüĢlerini aldı. Sonra, gerektiği zaman gece de çalıĢacaklarını
ama o günlerin ücretlerinin ayrı hesaplanacağını, belki kısa bir zaman sonra iĢi
geniĢletebileceklerini, daha çok çalıĢana gerek olacağını, hatta bu binanın bile
yetmeyeceğini, daha büyük bir binaya geçmek zorunda kalacaklarını anlattı. Bu
binanın bir Moda Evi, yeni binanın da bir Dikim Evi, baĢka bir deyiĢle bir DikiĢ
Fabrikası olacağını söyleyince toplantıya katılanlar Gülderen‟i alkıĢladılar. AlkıĢlar
baĢlarken kapı açıldı, Doğanbey, annesi ve eĢi içeri girdiler.
Doğanbey, “Ne oluyor yahu. Biz geldik diye mi bu alkıĢ.”
Birinci ekip baĢkanı Candan Hanım:
“Hayır, Doğanbey. Siz görünmeden önce biz alkıĢlamaya baĢlamıĢtık.
Gücenmeyin ama o alkıĢ size değildi, Gülderen Hanım içindi. Ama istiyorsanız
bizde çok alkıĢ var. Bir tane de size verebiliriz,” deyince yeniden bir alkıĢ baĢladı.
AlkıĢlama bitince Candan Hanım:
“ĠĢte bu alkıĢ da sizin için Doğanbey,” dedi.
Hepsi birden odadan çıkıp gittiler. Bunun üzerine içerde Gülderen,
Doğanbey, Doğanbey‟in annesi Vuslat Hanım ve eĢi Nigar Hanım kalmıĢlardı.
Vuslat Hanım:
“Nasılsın kızım? Çoktandır Ģöyle seninle rahatça bir sohbet edemedik. Ne
olursun bugün iĢ yapma da gel Ģöyle yanıma otur. Sen burada çalıĢmaya baĢlayalı
beĢ altı ay oluyor. Bu uzun süre içinde her gün senden haber alıyordum. Hep seni
soruyor, ne yapıyor, ne ediyor diyordum. Benim haber almak için sorduğum
soruların cevabı da hep aynı idi. Kesiyor, biçiyor; baĢka ne yapsın. MüĢterilerle
görüĢüyor, dükkâna üç personel daha aldı, onları dikiĢ atölyesine vermedi, kendi
atölyesinde kendisine yardımcı olarak çalıĢtırıyor, gibi hep kumaĢlar, kesmeler ve
biçmeler. Yani hep iĢ, hep iĢ haberleri geliyor. GörüĢtüğü kimler diyorum. Bizim
Doğanbey‟in yargıç‟ı Ġhsan Bey. YetiĢtirme Yurdu Müdiresi, Oya Hanım baĢka da
kimse yok. Lafı uzatmayalım kızım: Biz bugün ailece Allah‟ın emri ve Peygamber
Efendimiz Hazreti Muhammed(S.A.V)‟in kavli üzerine, senden seni istemeye
geldik. Ġkinci oğlum Tahsin için. Ne dersin?”
Gülderen, “Vuslat Hanım, sizi ve oğlanlarınızı severim, Bundan da önemlisi
onları çok da sayarım. Fakat bana öyle bir Ģey söylediniz ki, benim buna cevap
vermeye hakkım yok. Bu, babamın ve annenin hakkıdır. Babam, sizin de bildiğiniz
Ġhsan Bey, annem ise Hatice Hanım‟dır. Bir de bebekliğimden beri kahrımı çeken,
çileme katlanan Müdire Annem var ki, ben bu üç kiĢinin kararına karĢı gelemem.
Kararları evet de olsa, hayır da olsa ona boyun eğmek zorundayım.”
Vuslat Hanım, “Peki, sen sorsan olmaz mı?”
[215]
Gülderen, “Hiç olur mu? Lütfen siz de buraya gelip benimle konuĢmuĢ
olduğunuzu bile söylemeyiniz. Biz sizinle bu konuda ne görüĢtük, ne de konuĢtuk,”
diye de sıkı sıkıya tembih edince Doğanbey, söze karıĢtı:
“Kalkın anne, ben size söylemiĢtim. Gülderen Hanım, kusura bakmayın, sizi
rahatsız ettik. Ben anneme ve eĢime söylediklerinizi aynen söyledim. Hatta senin
bir kızın olsa da akĢam eve gelip, „Bugün iĢ yerimde bana görücü geldi. Beni
benden istediler. Ben de olur ve ya olmaz, dedim dese, sen ne yaparsın anne?‟ diye
sordum. O zaman da, Ģimdi de bir cevap veremiyorlar. Gülderen Hanım, biz bu iĢi
bu hafta sonuna erteliyoruz. Oya Hanım‟ın orada bir davet verip bu iĢi de çözeriz.
Haydi, Ģimdilik bize müsaade,” deyip annesini ve eĢini alarak çıktılar. Gülderen de
hiçbir Ģey olmamıĢ gibi iĢinin baĢına geçti.
Doğanbey kendi odasına çekildi, Oya Hanım‟ın lokantasını aradı:
“Alo, cumartesi akĢamı için yer ayırtmak istiyorum.”
Oya Hanım, “Kaç kiĢilik olacak? Kimin adına, kim arıyor?” diye sorulunca:
“Bizim Kör Salih Takımından on beĢ kiĢi fazla olacak. Pardon efendim.
Ben Doğanbey. Oya Hanım, sizsiniz değil mi?”
“Evet, Doğanbey. BaĢka bir söyleyeceğiniz mi vardı?”
“Evet, Oya Hanım. Bir ricam olacaktı. Ben de bu takıma haber verecek
telefon numaraları yok. Acaba siz duyurur musunuz? Bir de Gülderen Hanım‟a bir
sürprizimiz olacak. Yurt Müdiresi ile Gülderen Hanım‟ın oda arkadaĢlarını da
çağıralım. Eğer çok oldu artık sıkmaya baĢladınız demezseniz bir önemli ricam
daha var. Gülderen‟in bunların hiçbirinden haberi olmasın. Size güvenebilir
miyim?”
“Olur, Doğanbey. Yalnız benim de bir ricam olacak. Bakın, Gülderen benim
öz kardeĢimdir. Onu sevindirecek her olaya evet. Ama onu üzecek en küçük bir
olaya ondan önce ben karĢı çıkarım. Siz de buna söz verir misiniz?”
“Tabi, Oya Hanım. Böyle bir Ģeyi aklınızdan bile geçirmenize ĢaĢırdım
doğrusu. Ġnanın en küçük bir kötülük, yaramaz bir Ģey yoktur. Emin olun.”
“Hiç üzülmeye kızmaya gerek yok. Benim bu duyarlılığım kardeĢimi
korumak maksadıyla alınmıĢ bir önlemdir. Ġstediğiniz her Ģey hazır olacaktır. Siz
saat yirmi birde burada olursanız, görmek istediğiniz herkes burada olacaktır.
Gülderen de istediğiniz anda karĢınızda olacaktır. Hadi hoĢça kalın,” deyip
telefonu kapattı.
Ve arkasından düĢünmeye baĢladı. Bugün salı. Bu iĢi cumartesi akĢamına
değin saklaması gerektiğine inanıyor, Güldereni o gün ararım, o güne değin kendisi
de duyup bilmesin, diyerek saklamaya karar verdi. Ama o gün gelinceye değin de
kafasından atamadı. Selim‟e ve babasına da açamadı.
Sonunda cumartesi, geldi. O gün öğleden sonra Oya, telefonu eline aldı ve
baĢladı tüm takıma ayrı ayrı haber vermeye. O iĢ de bitince ninesini ve Gülsevil‟i
alsın getirsin diye Salih‟i de evine yolladı.
[216]
Gülderen‟i arayıp çok önemli bir iĢ için kendisine ve de yardımına gereksinimi
olduğunu, bu nedenle çok geç kalmadan acele gelmesini rica etti.
Biliyordu
ki ne iĢi olursa olsun, koĢarak gelirdi. Öyle de oldu. Gülderen, Doğanbey‟in yanına
gidip çok önemli bir iĢ için hemen çıkması gerektiğini söyleyip izin istedi.
Doğanbey, “Buyurun Gülderen Hanım,” dedi. O da gecikmemek için
teĢekkür bile etmeden koĢarak ayrıldı Doğru Oya Hanım‟ın lokantasına koĢtu.
Onun böyle geliĢini Oya da beklemiyordu ki:
“Ne o Gülderen? Bu telaĢın nedir?” diye sormak zorunda kaldı. Gülderen
de bu soruya ĢaĢırmıĢtı. Ama akıllı kız renk vermemeye çalıĢarak:
“Bir Ģey yok, Oya Ablacığım. Gelirken biraz hızlı yürümüĢüm. Ondan olsa
gerek.”
“Bak Gülderen, seni Selim Ağabey‟inin çalıĢma odasına koyacağım. ġimdi
seni kimsenin görmesini, burada olduğunu bilmesini istemiyorum. Saat yirmiye
değin burada kalacaksın. Saat yirmide ben geleceğim. Rica ediyorum ben
gelinceye değin sen de kimseye görünme lütfen. AĢağı yukarı kırk beĢ dakika
zamanın var. Sen lokantanın içini çok iyi bilirsin, her Ģeyin yerini ayrı ayrı
göstermeme gerek yok. AĢağının düzenini verdikten sonra hemen gelirim. Açsan
sana bir Ģeyler getirmemi ister misin?”
“Yok, Ablacığım. ġu anda canım bir Ģey istemiyor. Sağ ol.”
“Öyleyse, sen kapıyı içerden sürgüle ve kimseye de açayım deme lütfen.
Haydi, Ģimdilik kal sağlıcakla,” deyip aĢağı indi.
O, gider gitmez Gülderen kapıyı içerden sürgüleyerek beklemeye baĢladı.
BeĢ on dakika sonra uykusu geldi, oturduğu divana uzandı. Hemen de uyudu.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyordu, birden kapı vurulma sesiyle uyandı. Bu
arada Oya‟nın sesini duydu. O zaman kendine gelip kapıyı açtı.
“Kızım, bu ne uykusu böyle, kapıyı kırdıracaktın neredeyse?”
“Yerim çok rahattı. UyumuĢum. Kusura bakma,” deyip iĢi önemsemediğini
belirtti.
Ġki arkadaĢ oturdu konuĢmaya baĢladılar. KonuĢtukları konular hiç de
önemli olmayan daha çok dedikodu sayılabilecek nitelikte idi. Aslında ikisi de
sevmezdi böyle konuĢmayı. Ama nasıl olduysa oldu. Bir ara saatine bakan Oya:
“Aaaa! Saat yirmi bire geliyor. Ben çok geç kalmıĢım. Sen Ģimdi ben
çıkınca kapıyı yine sürgüle. Ben en geç yarım saat içinde gelir seni alırım,” diyerek
kapıyı kapatıp dıĢarıdan sürgüyü sürüp gitti.
Oya, doğru aĢağı inip gelen müĢterilerle ilgilenmeye baĢladı. Artık gece
müĢterileriyle davetliler gelmeye baĢlamıĢlardı. Oya tüm masaları dolaĢıp, “HoĢ
geldiniz,” dedikten sonra, doğruca Doğanbey‟in masasına gelip onlara da, “HoĢ
geldiniz,” diyerek teker teker ellerini sıktı. Doğanbey‟in yanına gidip ona:
“Ġstediğiniz tam olmuĢ mu?” diye sordu.
“Sağ olun, Oya Hanım. Tam istediğimiz gibi olmuĢ. Ġzin verirseniz ben
servis baĢlamadan önce bir Ģeyler söylemek istiyorum. Olabilir mi?”
[217]
“Tabi, Doğanbey. Buyurun, nasıl isterseniz.”
“Sayın misafirler. Hepiniz hoĢ geldiniz. Biz bu gece sizleri hayırlı bir iĢ için
topladık. Bu yüzden hepinize ailem adına candan teĢekkür ederim. Ġhsan Bey,
Hatice hanım ve Müdire Hanım acaba Ģöyle benimle birlikte tenha bir yere gelip
söyleyeceklerimi dinlerler mi? Pardon, Oya Hanım sizin de bulunmanızı özellikle
ben rica edeceğim,” dedi.
Oya Hanım, onları alıp uygun bir yere götürdü. Doğanbey, orada onlara
yine:
“Bu geceki buluĢmamız bir hayırlı iĢ içindir. Gülderen Hanım‟ı kardeĢim
Tahsin‟e eĢ olarak isteyeceğiz. Biz bu konuyu Gülderen Hanım‟a açtık, ancak
Gülderen Hanım bizim bu isteğimize karĢı olumlu ya da olumsuz bir yanıt vermedi.
Hatta en küçük bir umut ıĢığı bile yakmadı, diyebilirim. Üstelik, „Ben kimsesiz bir
kız değilim. Benim de bir babam, iki de annem var,‟ diyerek bizi hem susturdu,
daha da kötüsü gerçekten çok utandırdı. Ha! Bir noktayı unuttum. Onlarla
görüĢürseniz, „Sakın bu görüĢmeden söz etmeyiniz,‟ diye de sıkı tembih ederek
bizi geri yolladı. Biz de bu yola baĢvurmak zorunda kaldık. ġimdi sizlere
soruyorum: Allah‟ın emri, Peygamber Efendimiz Hazret-Muhammed Mustafa
(S.A.V.)‟nın kavli ile kızınız Gülderen‟i kardeĢim Tahsin‟e eĢ olarak verir misiniz?”
dedi.
Masadakiler önce bir ĢaĢkınlık geçirdiler. Sonra her biri aklına gelen bir
Ģeyler söylüyor, ama kimse dinlemediği için gürültüden baĢka bir Ģey olmuyordu.
Sonunda Ġhsan Bey elini masaya vurarak:
“Bana bakın, bu zavallı kızın babası bensem, iĢe ben el koydum. ġimdi
Herkes beni dinlesin. Oya Hanım, kızım burada mıdır?”
“Evet, Ġhsan Bey. Buradadır.”
“Öyle ise, bizi kendisi ile görüĢtürebilir misiniz? Bu görüĢmeye yalnız ben,
Hatice Hanım, Müdire Hanım, bir de Oya Hanım katılacaklar. Diğerleri burada
kalsınlar lütfen,” dedi.
Oya Hanım‟ın peĢinden yukarı çıkıp oda hapsine konmuĢ olan Gülderen‟in
kapısını açıp içeri girdiler. Gülderen gelenleri karĢısında görünce birden çok
ĢaĢırdı. Ne yapacağını bilmeden:
“Aaaa! Siz ne arıyorsunuz burada?” diyerek durumunu dile getirdi.
Ne yapacağını bilmiyor, gelenleri iterek kapıdan çıkmak istiyordu. Onun
bu halini anlayan Ġhsan Bey:
“Kızım, bizi içeri almayacak mısın? Ġzin ver, girelim de, seninle
konuĢalım,” diyerek onu itip hep beraber içeriye girdiler. Gülderen ister istemez
onları alıp her birine ayrı ayrı hoĢ geldiniz, deyip kendisi de bulduğu bir tabureye
oturdu. Ġhsan Bey, kızını yanına çağırdı:
“Gel, benim güzel kızım. ġöyle yanıma otur da seninle biraz söyleĢelim.
Bak kızım. Babalar aslında kızlarını çok sever. Kızlar da babalarını çok sever. Bu
genel bir kuraldır. Ama bir de doğal kurallar vardır. Doğa kuralları her türlü
[218]
kuralların, yasaların üstündedir. Ona kimsenin gücü yetmez. Kızlar da belli bir
yaĢa gelince bu kurallar gereği, anne ve babalarından ayrılıp kendi ailesini
kurarlar. Sen de bu yaĢa geldin. Sen de bir aile kurmak zorundasın. ġu anda
benim iyi tanıdığım bir aile seni oğulları ile aile kurmaya davet ediyorlar. Senden
bir yanıt bekliyorlar. Doğanbey, annesi, eĢi ve kardeĢi Tahsin‟le seni evlendirmek
isterler. Bize geldiler, Bunu bizden rica ettiler. Biz de sana sormadan bir yanıt
veremedik. ġimdi sen onları bizden iyi tanıyorsun. Ne dersin? Biz onlara ne
diyelim?”
“Benim canım babacığım. Dünyada hangi kız, babasına ben falan oğlanla
evlenmek istiyorum veya istemiyorum, diyebilir. Benden bunu istemeyin lütfen.
Ben ancak kızım seni falancanın oğluna istediler, ben de verdim, diyen babanın,
annenin isteklerini emir bilir, sonunu düĢünmeden, siz böyle uygun görüyorsanız
baĢ üstüne derim, babacığım. Benim baĢka diyeceğim yoktur. Kusura bakmayın,”
diyerek, konuĢmayı ve görüĢmeyi bitirdi.
Bunun üzerine Ġhsan Bey, Hatice Hanım‟la Müdire Hanım‟ı içerde tutarak
ayaküstü bir Ģeyler konuĢtular. Ne konuĢtuklarını anlayamadık, ama üçü de mutlu
olmuĢa benziyorlardı. BeĢ kiĢi konuĢa konuĢa aĢağı kata inerken Ġhsan Bey
Gülderen‟i yanına çağırıp ona:
“Bak, kızım. Ġki annen ve ben üçümüz bir karar verdik. Senin Tahsin‟le
evlenmeni istiyoruz. Sen ne dersin?”
“TeĢekkür ederim, babacığım ve anneciklerim. Sağ olun, var olun, sağlıklı
yaĢayın,” diye onlara ayaküstü teĢekkür ederek, ikinci masaya geldiler. Yine Ġhsan
Bey, masadakilere, „Buyurun hep beraber yerlerimize geçelim,‟ diyerek onları da
kaldırıp hep birlikte ilk oturdukları masaya geçtiler. Orda oturanlar gidenlerin bir
fazlası ile geri döndüklerini görünce türlü yorumlar yaptılar. Ama hep kendi
kendilerine söylenerek yaptılar. Bu arada en çok merak edenler ise, Doğanbey
ailesi idi. Ġhsan Bey ayağa kalkıp:
“Ġki tarafa da hayırlı olsun. Biz kızımızı size vermeye karar verdik. Yalnız
„gelin‟ burada yanımda da, „damat‟ nerede, onu göremiyorum,” deyince Doğanbey:
“Burada, arkamda oturuyor.”
Bu sırada Gülderen de:
“Tahsin neredesin? Gelsene buraya,” diye seslenince Tahsin gizlendiği
yerden çıkıp geldi.
“Efendim, Gülderen Hanım,” diyerek Gülderen‟in karĢısına dikildi.
“Bak Tahsin. Annen, yengen ve ağabeyin gelip beni ailemden istemiĢler.
Onlar da uygun görerek birbirimize eĢ olarak yakınlaĢmamıza peki demiĢler. ġimdi
ben de peki diyorum. Amma nikâha kadar seninle anlaĢmamız devam edecek.
Sence de uygun mu? Hadi, burada söz ver, ben de güveneyim.”
“Gülderen Hanım, ben de size söz veriyorum. O anlaĢmaya sen isteyinceye
değin bağlı kalacağım. Bu sözlerimi duyan herkes buna tanık olsun.”
[219]
“Peki, Tahsin. Anladım, kabul ettim. Ben de senin evlenme teklifine
“EVET!” diyorum, sevgilim,” der demez, lokanta alkıĢ sesleriyle çınladı. Tahsin o
anda cebinden iki tek taĢlı yüzük çıkarıp birini Gülderen‟in, diğerini de kendi
parmağına taktı. Arkasından Gülderen‟e:
“Bunlar, bizim söz yüzüklerimizdir. Sana takılan yüzük benimdir. Bendeki
de senindir. Bunu hesabına yazdım. Ay sonunda aylığından kesilecektir. Haberin
olsun.”
Bu sırada Tahsin‟i kolundan tutarak ailesinin oturduğu yere götürdü. Önce
Vuslat Hanım‟ın, sonra eltisi olacak Nigar Hanım‟ın, ve kaynı olacak Doğanbey‟in
ellerini öptüler. Oradan Ġhsan Beylerin masasına geçtiler. Ġhsan Bey‟in, Hatice
Hanım‟ın ellerini öptüler. Çocuklarla da kucaklaĢıp öpüĢtüler. Oradan bir baĢka
masaya gidiyorlardı ki, Gülderen arkadan çekildiğini anlayarak geri döndü.
Kaynana Vuslat Hanım onları yanına çağırıyordu. Geri dönüp onun yanına gittiler.
Vuslat Hanım elinde sarılı bir paket tutuyordu. Gülderen‟i bir sandalyeye oturtup
yanındaki bayanlarla çevresini sardırdı. Kendisi de Gülderen‟in gözlerini çok
değerli bir fularla bağladı. Omuzlarını ve gerdanını, göğüsleri görünmeyecek değin
açtı. Bu arada kulağına eğilerek Gülderen‟e:
“Kızım, senin gözlerin bağlı olduğu için görmüyorsun. Her önlem alındı
Seni gören kimse yoktur,” dedi. Elindeki sarılı paketi açtı. Görenlerin gözünü
kamaĢtıran bir gerdanlık çıkardı. Onu Gülderen‟in boynuna taktı. Gerdanlık onun
geniĢ gerdanını tam kapatıp, ucu da göğüslerinin toparlakları arasında
parıldıyordu. ĠĢ bitince fuları alarak gözlerini açtı. Onu ayağa kaldırdı. Bu sırada
kızlardan ikisi ellerinde büyük bir ayna tutuyorlardı. Gülderen farkında olmadan:
“Peki, bu hanım kim?” diye sordu.
Çevredekiler önce katıla katıla güldüler. Sonra Vuslat Hanım:
“Kim olacak, sensin güzel gelinim.”
“ġimdi, bu kız ben miyim?” diyerek elleri ile gerdanını yokluyor, ĢaĢkın
ĢaĢkın hâlâ gözünü aynadan alamıyordu.
Kızlar aynayı çekince bu kez masalarından bir alkıĢ sesi yükseldi. Babası
Ġhsan Bey, onu yanına çağırarak yakından görmek istedi. Hatice Hanım ve kızları,
gerdanlıkla ilgilenirken Ġhsan Bey, Gülderen‟in Ģoka girdiğini anlayıp onunla
ilgilendi. BeĢ on dakika onunla konuĢup söyleĢtikten sonra, Ģok etkisinden
kurtulduğunu anlayıp tekrar sözlüsünün yanına gönderdi. Bu arada Selim‟in
hoparlörden sesi duyuldu:
“Sayın Misafirler, Sevgili Konuklar. Bu akĢam, benim çok sevdiğim
Gülderen KardeĢimin, daha doğrusu Sevgili Baldızımın söz kesilmesi
yapılmaktadır. Onun Ģerefine sizlere bir dinleti sunmak istiyorum. Yalnız bu arada
unuttuğum önemli bir noktayı affınıza sığınarak belirtmek isterim. Baldızı tanıttık
da, bacanağı tanıtmayı unuttum. Gel, Tahsin kardeĢim. Yanıma gel de, ikimizi
birlikte görsün ve tanısınlar. Yine özür dileyerek eĢim Oya‟yı, Gülsevil‟i, Gülderen‟i
yanıma çağırırken Salih‟i çağırmamak olur mu? Evet, Salih Ağabey, Selim kardeĢin
[220]
seni de istiyor… Tahsin geldi, seni bekliyoruz. ġimdi altı kiĢi olduk. Bu üç
bacanağın Ģimdilik ikiĢer bacanakları var. Yakında Aysel, ġükran, Yüksel ve
AyĢegül kardeĢlerimiz de eĢleri ile katılacaklar. Sekiz de onlar olacak böylece
bizler yedi çift olacağız. Bir de gelecek yavrularımızı hesap edersek gerisini
sizler düĢünün. Yani kısaca söylemek gerekirse, iĢin yarısına yakınını tamamlandı.
Geriye yarısı kaldı. Hadi, elbirliği ile sıra geride kalanlara yardıma geldi,” dedi.
Gülderen için dinletiye baĢladı.
Yedi güzel Ģarkı okuyup dinletiyi bitirince, Ġhsan Bey, Hatice Hanım, Müdire
Hanım, Vuslat Hanım, Doğanbey, Nigar Hanım, Tahsin ve Gülderen görüĢmeye
giderken Gülderen‟in ısrarı ile Selim ve Oya da katıldılar. Ġçerde yaptıkları
toplantı çok sürmedi. En çok kırk beĢ dakika değin sürdü Tüm dikiĢ iĢleri
Gülderen‟in atölyesinde yapılacaktı. Nikâh, Vuslat Hanım‟ın ısrarı üzerine evde
kıyılacak, düğün Oya Hanım‟ın Lokantası‟nda olsun diye karara bağlandı. Ayrıca
niĢanın yirmi gün sonraki cumartesi akĢamına yapılmasına, nikâhın gelecek ay
sonunda ya da öbür aybaĢında çarĢamba günü evde kıyılmasına, düğünün de hemen
nikâhın ertesi günü perĢembe akĢamı olmasında aileler anlaĢtılar. Alınacaklar için,
Ġhsan Bey ve Doğanbey, baĢkanlıklarında Müdire Hanım, Hatice Hanım, Vuslat
Hanım ve Nigar Hanım sorumlu olarak seçildiler. Ayrıca Gülderen, istediği kız
arkadaĢlarını da çağırıp onların katılmasını da isteyebilecek. Ekipler yarından
baĢlayarak, hemen araĢtırıp seçmeye baĢlayabilecekler. Kendi aralarında bir
karar alarak her gün saat on beĢten on sekize değin neler alacaklarını saptamaya,
bu iĢ bitince de oturup bunlar arasından hangisini almaları gerektiğine karar
vermek konusunda anlaĢtılar.
Bu arada Gülderen, bayanları kendi atölyesinde toplayarak neler alınması
gerektiğini sordu. Onlar da bir niĢan elbisesi, bir nikâh elbisesi, kızlar kınasında
giyilecek elbiseler, nedimeler için giysiler. Bir de gelinlik ve duvak sayarak iĢi
bitirdiler. Bunlar dıĢında bir Ģey var mı diye sorulduğunda ise, ev için gerekli eĢya
denilerek kısaca iĢi bitirdiler. Zaten o da erkekler ekibinin göreviydi. Yanıtını
alınca iĢ bitmiĢ sayarak yarın Gülderen Hanım‟ın Atölyesinde saat on beĢte
buluĢmak üzere kalkıp gittiler.
Ertesi gün geldiklerinde Gülderen onları karĢılayıp orada ağırlamak
isterken Hatice Hanım:
“Kızım, Ģimdi buna ne gerek vardı. Zamanımız çok az. ġu iĢlerimizi çabuk
bitirelim,” diyerek engel olmak isterken Gülderen kilitli dolaplardan birini açarak
bir niĢan elbisesi, bir nikâh elbisesi, diğer bir dolabı açıp bir gelinlik çıkardı.
“ĠĢte buyurun, alacaklarınızın tümü hazırdır. BaĢka ne alacaktınız,”
deyince Hatice Hanım:
“Ama nedime giysileri, bir de kızlar kınası gecesi giyilecekler yok.”
“Anneciğim, sen hiç kaygılanma, onlar da hazır. Kızın onları da unutmuĢ
değildir. Ama size göstermek için dolaptan çıkarmayı unutmuĢtur. Tümünüzden bu
unutkanlık için beni bağıĢlamanızı diliyorum,” dedi. Arkasından dolabı açarak dört
[221]
nedime giysisini, kendisinin kızlar kınasında gösteri için hazırlamıĢ olduğu giysileri
çıkartıp gösterdi.
Bunları görenlerin parmakları ağızlarında kaldı. Kimsenin ne övgü için, ne
de yergi için söyleyecek sözü kalmamıĢtı. Bunların giyilecekleri gün ütülenip
giyime hazır duruma getirilmesi gerekir.
Gülderen, “ġimdi ben sizlerin tümünden bir söz vermenizi isteyeceğim.
Düğün gecesine değin bunları ne gördünüz ne de duydunuz. Düğün gecesinden
sonra istediğiniz kiĢiye istediğiniz biçimde anlatabilirsiniz. Söz veriyor musunuz?”
Hiç tereddüt etmeden tümü birden:
“Söz veriyoruz Gülderen. Söz veriyoruz. Sen isteyinceye değin kimse bizden
bu konuda bir Ģey duymayacaktır,” denilince yeniden toparlayıp dolaba koydu.
Kilitleyip iĢi bitirince:
“Söyleyin bakalım. ÇarĢıya çıkıp ne arayalım. Zavallı ben, burada
çalıĢmaya baĢladıktan beri aldığım aylıkları bunlara vererek hiçbir Ģeyi
bulunmayan zavallı bir genç kızın çeyizini tamamlamaya çabaladım. Yalnız kaldığım
gün ve gecelerde bunları biçip dikmeye çalıĢtım. MüĢterilerin kalabalık
geldiklerinde benim ölçülerime uygun bayanları buldukça onların üstünde prova
ettiğim giysileri getirip burada bana uygulayarak provalarını yaptım. Her genç
kızın hayalindeki duygular kesinlikle bende de vardı. Lütfen kınamayın beni. Ben
de evlenmek, gelin olmak istiyordum. Bu duygularla bu giysileri hazırlıyordum.
Görenler alay ederler korkusu ile böyle yaptım. Bittiği gün de damadı buldum.
Ailesiyle geldi beni istediler. Benim ailem de uygun görüp verince dünyalar benim
oldu. Böylece hem kocamı hem hazırlamıĢ olduğum giysileri aynı anda bulmuĢ
oldum.”
Bu sözler üzerine herkes susmuĢ, kimsenin ağzını açıp söz söyleyecek hali
kalmamıĢtı.
Yirmi gün çabuk geçti. NiĢan günü çıkageldi. Gülderen o gün sabahleyin
kalktı. Daha sabahleyin arkadaĢları uyurken banyosunu yapıp saçlarını sardı.
Giyinip iĢ yerine gitti. Orada niĢan giysisini ütüleyip giyindi. Aynada kendini bir
güzel izledi. EleĢtirilecek bir yer aradı, bulamayınca çok sevindi. Kendisi de
hayran oldu. Bu hayran oluĢ yalnız giysiye değildi, o giysiyi giyip odada salınarak
gezen gerçekten dünya güzeli bu kıza da hayran olmuĢtu. Bu nedenledir ki kendi
kendine durmadan sorup duruyordu:
“Gerçekten ben bu denli güzel miyim?”
Soruyu soruyor, fakat yanıtını veremiyordu. Üçüncü kez sorunca
arkasından gelen bir ses duyup kendine geldi. Aynı zamanda izlediği aynada üç
görüntü belirmiĢti. Bunlar ġükran, Aysel, bir de AyĢegül‟dü.
ġükran, “Elbet de güzelsin. Bundan Ģüphen mi vardı?”dedi. Arkasından
üçüne de sıkı tembih ederek: “Bakın kızlar. ġunu iyi biliniz. Biz bu akĢam ne
rüyamızda ne de gerçek yaĢamda Gülderen‟i gördük ne de bir Ģey duyduk.
Sabahleyin kalktığımızda yatağında yoktu. Aramaya baĢladık. Yurtta da yoktu.
[222]
Olsa olsa bu iĢyerine gitmiĢtir. ġimdi çalıĢıyor, dedik. Kalktık, buraya geldik.
Gördük ki doğru bilmiĢiz. Biz de ona yardım etmeye çalıĢtık. Bunun dıĢında hiçbir
Ģey ne gördük, ne duyduk. AnlaĢıldı mı canlarım benim,” dedi. O anda da Gülderen
dâhil tümü unutmuĢ oldular.
O akĢam niĢan yapıldı. Yine Selim ve Mutlu Öğretmen düğünü yönettiler.
Doğanbey tarafı niĢan törenine büyük bir kalabalıkla gelmiĢlerdi. Gelenlerin tümü
Gülderen‟e ve onun üstündeki giysinin modeline imrenmiĢlerdi. NiĢana Gülderen‟in
müĢterileri de gelmiĢler. Hele, PaĢazade ÇeĢminur ve çevresi, Gülderen‟in dikmiĢ
olduğu kendi üzerindeki giysiye âĢık olmuĢtu. O akĢam niĢanda Gülderen‟e çok
hediye gelmiĢti. Bunu kendileri de beklemiyordu.
Tahsin de bu arada çok mutlu olmuĢtu. Ama söz verdiği için niĢanlısına çok
yaklaĢmaktan korkuyordu. Herkes ne düĢünürse düĢünsün, Gülderen bu durumdan
çok mutluydu. NiĢanın ertesi günü gelen niĢan armağanını, Doğanbey alıp götürdü.
Ve dükkândaki kasaya kilitledi.
Nikâh günü yaklaĢmıĢtı. Ondan önce bir kızlar kınası yapılması
gerekiyordu. Onun için önce yurttaki arkadaĢlarının tümünü, Doğanbey ailesinin
istediği tüm kızları, ayrıca bizim Salih Efendi Takımının tüm kızları çağrılmaya
kalkınca gelecek kız sayısı oldukça çoğaldı. Bu nedenle iĢ yine Oya Abla‟ya geldi.
Onun lokantası Kızlar Kınası için tutuldu. Bu denli çok genç kız bir araya gelir de,
vur patlasın çal oynasın havasına girer de, o gece çabuk biter mi? Yine Gülderen
ustalığını konuĢturdu. Gerek kendisi için gerekse akĢam gelecek kızlara (Yalnız
Yurttan gelecek kızlar için) sürpriz olsun diye, özel giysiler dikmiĢ, tümünün
üzerine adlarını yazmıĢ, özel bir paket olarak duruyordu. Birini, kendi giysilerine,
diğerini de Yurt kardeĢlerine dikmiĢ olduğu iki valize koyup, salona getirmiĢti.
Yurt Öğretmenlerinden ikisini yanına çağırıp onlara, bunların nasıl dağıtılacağını
gösterip verdi.
Kendisi Vuslat Hanım, Hatice Anne, bir de ġükran ve Aysel‟i yanına alarak
yukarıdaki ilk hapsedildiği odaya çıkıp valizi açarak kendi özel gösteri giysilerini,
belli bir sırayla asarak teslim etti. Kızlar Kınası, bu akĢam Gülderen‟in tek kiĢilik
bir defile gecesi olacaktı. Ve gece baĢladı. Önce bir leğen dolusu yoğrulmuĢ hazır
kına geldi. Sonra tüm kızlara çağrı yapıldı:
“Kına yaktırmak isteyenler, lütfen buraya gelip sıraya girsinler.”
Önce Yurt kızları koĢarak geldiler. Daha önce görevlendirilen
öğretmenler, onları sıralarını bozmadan ve de gürültü yapmadan hazırlamıĢ,
soyunup- giyinme odasının önüne götürmüĢ, üstünde adları yazılı giysilerini bularak
tümüne teker teker giydirdiler. Giyinip çıkan, kına ekibinin yanına giderek kınasını
yaptırıyordu. Yurt kızları, giyinme ve kınalanma iĢleri bitince, sıra isteyen
konuklara geldi.
Mikrofon, “Hadi, bayanlar. BaĢka kına almak isteyen var mı?”diye çağırıp
duruyordu.
[223]
Önce, utanan, çekinen bayanların tümü bu çağrıya birbirlerini iterek ya da
çekerek katıldılar. Böylece salonda kınalanmayan genç, yaĢlı, çocuk, bebek
kalmadı. Tümü bitince asıl gece baĢladı. Gülderen meydana çıkıp hazırlamıĢ olduğu
giysileri sırayla giyinip topluluğa gösteri yapmaya baĢladı. Bu da salondaki canlılığı
arttırdı. Gülderen hem giymiĢ olduğu giysiyi gösteriyor, hem de onun üzerinde
teknik bilgiler sunuyordu. Bu da yetmiyor, izleyenlerin sordukları sorulara
yanıtlar veriyordu. Böylece hazırlamıĢ olduğu yedi giysiyi konuklarına hem
gösterdi, hem o giysi konusunda bilgi vererek iĢini bitirdi. Herkes bu gösteriye
çok hayran olmuĢtu: ġimdi yalnız gelinin kınası kalmıĢtı. Yeni karılmıĢ bir tas kına
gelerek geline kına yakılacaktı. Tüm ıĢıklar söndürüldü. Arkasından ellerinde
yanmıĢ mumlarla hemen hemen tüm kızlar salonu çığlıkları ile hem doldurdu, hem
aydınlattılar.
Gece bitmiĢ herkes evine giderken genç bir bayan:
“Gülderen Hanım, sizden bir ricada bulunacağım.”
“Buyurun, Hanımefendi. Ben sizi tanıyor muyum?”
“Hayır, efendim. TanıĢmıyoruz. Bu gece beni, bir rastlantı getirdi buraya.
Çağrılı bile değildim. Ben bir gazetenin Moda Sayfasını yönetiyorum. Muhabir
falan da değilim. Uygun görür ve izin verirseniz, sizinle atölyenizde görüĢüp bir
röportaj yapmak isterim. Bana bir gün verebilir misiniz?”
“Çok sevindim. Gurur duydum. Ama ne yazık ki olanaklı değil. Yarından
sonra, yani öbürsü gün, nikâh törenim var. PerĢembe akĢamı da düğünüm var.
Ondan sonrası için ise Ģimdilik bir Ģey söyleyemem. Siz bu isteği erteleyip beni
bir ay sonra arayabilir misiniz? Ben sizi özel olarak nikâhımıza ve perĢembe
akĢamı burada yapılacak düğünümüze çağırsam gelebilir misiniz, bana bu onuru da
verir misiniz?”
“Zevkle ve sevinçle gelirim, Gülderen Hanım.”
O sırada gelmiĢ olan Tahsin‟i görünce, iĢaret ederek yanına çağırıp
gazeteci hanımla tanıĢtırdı.
“Bak, Tahsin. Bu bayan, (W) Gazetesinin Moda Sayfası YöneticisiymiĢ. Bu
akĢam tesadüfen bizim geceye gelmiĢ. Ben kendisini nikâhımıza ve düğünümüze de
çağırdım. Kabul etme kibarlığını gösterdiler. Sen de kendilerine, lütfen bir
davetiye verir misin?”
Tahsin, hemen elini cebine sokup bir davetiye çıkardı, gazeteci bayana verdi.
Verirken de:
“Hanım Efendi, adınızı da rica edebilir miyim?”deyince, bayan çıkarıp kartını
verdi. Kartta (W)Gazetesi Moda Sayfası Yöneticisi MEHZAT ÖNCEL adını gördü
ve davetiyenin üstüne yazdı. Kartı geri uzattı. Mehzat Hanım:
“O sizde kalsın, eĢiniz Hanım Efendiye verirsiniz,” dedi ve teĢekkür ederek
çekip gitti.
NiĢan, Kızlar Kınası bitmiĢ, sıra nikâha gelmiĢti. Doğanbeyler, evde ne
olur ne olmaz diye gereken hazırlığı yapmıĢlardı. Beklenen çarĢamba günü
[224]
geldiğinde her Ģey hazırdı. Davetliler, nikâh kıyacak memurlar geldiler.
Misafirlere hoĢ geldiniz kahvesi, ayrıca çay veya soğuk içecekler sunuldu.
Nikâhları kıyılacak gençler bekleniyordu. Onlar da fazla bekletmeden geldiler.
Doğruca Nikâh Masasına oturdular. Yetkili Memur, nikâha baĢladı. Ġhsan Bey‟le
Doğanbey Ģahit oldular. Ve nikâh kıyılıp, cüzdanları Gülderen‟e verildi.
Nikah Memuru, “Artık karı koca oldunuz. Gelini öpebilirsiniz,” deyince
Tahsin korka korka yaklaĢıp yavaĢça Gülderen‟i öptü. Bu Ģekilde aralarındaki o
anlaĢma da bitmiĢ oldu. O akĢam orada eğlendiler.
Misafirler gidince Ġhsan Bey:
“Hadi Kızım, Gülderen. Biz de gidip yatalım. Yarın sabah ve akĢam çok
yorulacağız. Sonra annen Hatice Hanım, bu akĢam seninle yatacak. Tahsin,
evladım. Yarın akĢam, kızımı düğün salonuna getirip sana teslim edeceğim. Haydin
Allah‟a ısmarladık. Tümünüze iyi geceler.”diyerek gittiler. AkĢam Doğanbeylerin
evinde Vuslat Hanım, Doğanbey, Nigar Hanım ve Tahsin oturup konuĢtular.
Vuslat Hanım, “Tahsin oğlum, sen ne yaptın evi düzenledin mi?”
Tahsin, “Evet, anne. Ev de hazır, eĢya da, ben de hazırım. Yarın sabahleyin
dördümüz gidip bakarız. Neyi beğenmezseniz düzeltir ya da değiĢtiririz. Hiç
canınızı sıkmayın.
Doğanbey, “Canım anam, sen hiç merak etme. Tahsin eğer böyle diyorsa, bil
ki her Ģey mükemmel olmuĢtur. Benim kardeĢime güvenim tamdır. Sonra size bir
Ģey daha söyleyeyim. O,artık evin küçük oğlu değil, evli barklı bir erkektir. Bu
nedenle, onunla konuĢurken, ondan bir Ģey yapmasını isterken, evin küçük
çocuğuna söylemiyorsunuz, artık evli barklı oğlunuzla konuĢurken çok dikkatli olun
yeni evlenen geline siz kötü örnek olmayın. O, kendisi bulsun kocasıyla iliĢki kurma
yollarını. Herkes anladı mı? Bu akĢam da bizim konuğumuzdur. Yarından sonra bir
daha bu eve yalnız giremez. Bunu da bilmesini isterim. Oldu mu Tahsin Bey?
Ġstersen her akĢam geliniz, ama eĢinizle. Artık yatalım Ģimdi, sabaha çok iĢimiz
var. Sizlerin uykularınız gelmedi mi? Benimki çoktan geldi, Allah rahatlık versin,”
diyerek onları yatmaya yolladı.
Ertesi gün, hepsi de dinlenmiĢ olarak yeni bir güne uyandılar. Vuslat Hanım,
Tahsin‟i yanına çağırıp:
“Bana akĢam, yarın sabah gidip eve bakarız demiĢtin. Hadi bakalım. Gidip Ģu
kendi kurduğun evi bir görelim,” dedi.
Tahsin‟i yanına alarak, yeni evine doğru giderken Tahsin:
“Anne, biz Gülderen‟le konuĢup birbirimize söz vermiĢtik. Evi ikimizden önce
kimse görmesin, demiĢtik. ġimdi ben, bu sözü tutmamıĢ olacağım. Sana
yalvarıyorum. Gel geri dönelim. Beni eĢime karĢı mahcup ettirme. Kararımız,
ağabeyim Doğanbey‟i, seni, Nigar Yengem‟i, Hatice Hanım‟ı, Ġhsan Bey‟i, Müdire
Hanım‟ı ve çocukları hep beraber eve çağırıp göstermekti. Ne olur, gel, beni yeni
gelin karĢısında rezil etme. Eğer beni seviyor ve mutluluğumu istiyorsan, ne olur,
yalvarıyorum. Gel, vaz geç!” diye yalvarıp yakarmasına bakıp dayanamayan Vuslat
[225]
Hanım, geri dönerek kendi evlerine girdiler. Bu duruma Tahsin çok sevindi. Bu bir
saat sürmeyen kısa bir gezintiden evlerine dönünce, evin yeni gelenlerle dolmuĢ
olduğunu görüp kendileri de çok ĢaĢırdılar. Gelenlerin birçoğu, yanlarında bir yığın
çocuk da getirmiĢlerdi. Evin içi dıĢı dolmuĢ. Bu da yetmemiĢ, çocukların bir kısmı
sokağa bile taĢmıĢtı. Vuslat hanım, içeri girip gelenlere:
“HoĢ geldiniz,” dedi. Onları odalara yerleĢtirdi.
*
*
*
Bir de Ġhsan Beylerine evlerine bakalım. Orada da bir baĢka türlü
karıĢıklık görülüyordu. YetiĢtirme Yurdu‟nun kızlarının tamamı gelmiĢler, Gülderen
Ablalarını bir kez daha görmek, ona sarılmak, onu okĢamak, öpmek istiyorlardı. Bu
niyetle gitmiĢlerdi ama orada doktor adayı olmuĢ, eski ablalarını da görünce
sevinçleri iki katına çıkmıĢtı.
Ömer Demirci ile Yüksel‟i, hem Ġhsan Bey‟le Hatice Hanım, hem de
Gülderen ısrarla „gelin!‟diye çağırmıĢlardı. Onlar da düğün günü çıkıp gelmiĢlerdi.
Hatice Hanım ikisinin de parmaklarında yüzük görünce bu durumu sordu. Ömer
Demirci:
“Tıp Fakültesi‟nde Yüksel‟e kur yapmayan kimse kalmadı. Bir gün
Yüksel‟le konuĢurken Yüksel, „Bana bak, Ömer. Ben bundan rahatsızım. Ne yapmam
gerektiğini de bilemiyorum,‟ deyince elime fırsat geçti. Ben de ona,
„Seni
yalnız onlar mı seviyor? Ben sana kur yapmıyorum. Ama seni gerçekten seviyorum,‟
dedim. Yüksel de bana, „Ben de Ömer. Daha anlamadın mı?‟deyince ben de, „Ben
seninle evlenmek istiyorum. Sen de benimle evlenmek ister misin?” dedim. Yüksel
de bana, „Evet, Ömer. Evet sevgilim, kabul ediyorum,‟ diye boynuma sarıldı. O
zaman bu yüzükleri alarak o günün anısı olsun diye taktık. Bu akĢam da eğer siz
izin verir, kabul ederseniz düğün kalabalığında biz de niĢanlanacağız. Ġzin
vermezseniz, bu yüzükler değiĢmeden ölünceye değin parmaklarımızda kalacaktır.
ĠĢte duydunuz anneciğim, babacığım,” dedi.
Bunun üzerine Ġhsan Bey ve Hatice Hanım:
“Çok sevindik çocuklar. Bu sizin yaĢamınızdır. Bize düĢen size engel olmak
değil, iĢinizi kolaylaĢtırmaktır. Ġkinizi de kutlar gözlerinizden yanaklarınızdan
öperiz. Hani ya öpeceğimiz yanaklar ve gözler? KoĢun gelin de bizleri fazla
bekletip üzmeyin,” dediler.
[226]
Bunun üzerine Yüksel ve Ömer, yerlerinden fırlayarak Hatice Hanım‟a ve
Ġhsan Bey‟e koĢup geldiler. Birbirlerine sarıldılar, doya doya öpüĢüp koklaĢtılar.
Ġhsan Bey, “Oğlum, haydi. NiĢanlını da alalım, çarĢıya çıkalım, size
yüzükler alalım. AkĢam giyecek bir Ģeyler alalım.”
Ömer Demirci, “Biz her Ģeyi hazırladık, öyle geldik. Burada bulunan iki
kardeĢimizin bize çok yararları oldu. Birisi Oya Abla, diğeri Gülderen kardeĢimiz.
Bizim için gereken her Ģeyi mükemmel hazırladılar. Bizi buraya çağırırlarken her
Ģeyin hazır olduğunu söyleyerek çağırdılar. Bizim ısrarla, aman ha, sakın ailemiz
duymasın. Biz gelip onlara sürpriz yapacağız, dedik.”
Ġhsan Bey, “Peki, bu iĢi bizim dıĢımızda herkes biliyor desenize.”
Ömer Demirci, “Yalnız Oya Abla, Selim EniĢte, Gülderen KardeĢimiz,
Tahsin EniĢtemiz, bir de Doğanbey. Bunların dıĢında bilen kimse yoktur. Bunlar da
olmasaydı bizim sürpriz planımız yürümezdi. Bu nedenle lütfen bize
gücenmediğinizi açıkça söyleyin de bu da sizin, bizi bağıĢlama ödülünüz olsun.
Yalvarıyoruz, anneciğim, babacığım,” diye yakarmaya baĢlayınca Ġhsan Bey:
“Çocuklar, bunları nereden bulup söylüyorsunuz. Ben, babanız olarak
sevinçten uçuyorum. Değil mi ki siz açık söyle diyorsunuz, söyleyeyim: Biz
annenizle ikimiz de, küskün, kırgın, gücenmiĢ değiliz. Yalnız bu akĢamki düğüne
giderken gerçekten üzgün gidecektik. Geç bulup tez yitirmenin üzüntüsü içinde
idik. Gülderen Kızımı gerçekten doyamadan yitirdiğimiz için ikimiz de çok
üzülüyorduk. ġimdi onun üzüntüsünün yerini sevincin mutluluğu doldurdu. Demek
ki kızım da bizleri en az bizim sevdiğimiz ölçüde seviyormuĢ ki yerine kendi
kardeĢini bırakmadan gitmek istememiĢ. Anladın mı sevgili oğlum, Ģimdi bizim
mutluluğumuzu. Biz çok mutluyuz. Kızımız Yüksel, oğlumuz Ömer, aklınıza hiç öyle
olumsuz düĢünceler gelmesine izin vermeyin Biz çok sevindik, küsmedik, dargın da
değiliz Her zaman, her hareketinizden dolayı da anneniz ve benim tarafımdan
dolayı bağıĢlandınız. Mutlu oldunuz mu?” deyince, ikisi de koĢarak gelip
annelerinin babalarının boyunlarına sarılarak onları doyasıya öptüler. Öğleden sora
Yüksel bir duĢ alıp doğru Oya‟nın yanına koĢtu. Oya onu ve yanındaki arkadaĢlarını
alıp berberine götürdü:
“Bu saatten sonra baĢka müĢteriye kapalısın. Tamamen bizimsin. Az sonra
burası müĢteri ile dolar. AkĢam saat yirmiye değin bize bağlısın. Haberin olsun.
Lütfen benim yollayacağım müĢterilerime iyi davran, canlarını sıkacak bir davranıĢ
olmasın. Hadi ben gidiyorum. Ha! Sahi! Kimseden beĢ kuruĢ para almayacaksın,
Unutma e mi!” dedi ve gitti.
O gidince berber, Yüksel‟i çağırarak onun saçına baĢladı. Yanında üç
arkadaĢı daha vardı Yüksel‟in. Dördünün de saçları yapılacaktı. Bereket versin ki
dördü de saçlarını sarmıĢ öyle gelmiĢlerdi. Berber ve iki kalfası hemen iĢe
baĢladılar. Yükseller‟in üçünün saçları bitmiĢti. Tam dördüncü arkadaĢları koltuğa
otururken, Gülderen takımı çıkıp geldiler. Birden bire dükkânda yer kalmamıĢtı.
Aslında zaten heyecanlı olan berberin eli ayağı dolaĢtı. Hatice Hanım ve Vuslat
[227]
Hanım ortaya çıkarak, Yüksel ve iki arkadaĢını Esin ve Enise ile Oya‟nın yanına
yolladı. Vuslat Hanım da kendileri ile beĢ kiĢiyi onlara katıp yollayınca birini de
boĢ koltuğa berber aldı. Böylece on kiĢi eksilmiĢ oldu. Berber yeniden iĢe baĢladı.
Bir kiĢiyi de o aldı. On bir kiĢi eksildi. Dükkân biraz rahatlamıĢtı. Böylece
berberin iĢi yoluna girmiĢ oldu. Bu durum hem elini çalıĢtırdı, hem dilini çözdü.
Makas tıkırtısı berberin lakırdısı birbirine karıĢtı. Aslında onu dinleyen yoktu.
Herkes kendi iĢi ve arkadaĢı ile bir söyleĢiye girmiĢti. Çok müĢteri berberin
iĢtahını açmıĢ, mutluluktan çenesinin yayını düĢürmüĢtü. Ama kimsenin umurunda
bile değildi. Koltuklardakilerin iĢi bitmiĢ, onlar da Oya Hanım‟a gitmiĢlerdi.
ġimdilik kimse gelmesin diye tembih etmiĢti, hem Hatice Hanım, hem Vuslat
Hanım. Ġkinci defa koltuklar boĢalınca, bu kez gitmiĢ olanlar geri gelebilirler diye
haber yollandı. Giden on kiĢi geri geldi. Saat yirmi otuzda tümünün iĢleri bitmiĢ
düğün giysileri giyilmiĢ olarak salonda yerlerini aldılar. Mutlu Öğretmen ve Selim,
düğün yöneticileri olarak ortaya çıkıp:
“Bayanlar, Baylar! Bu akĢam burada iki töreni birden izleyeceksiniz Önce
bir niĢan töreni, sonra da bir evlenme töreni. ġimdi bu gecenin gerçek sahiplerini
çağırarak sizlere tanıtmak isteriz. ġu anda karĢınızdaki çift, Lise Türk Dili Ve
Edebiyatı Öğretmeni adayı Ömer Demirci ile Doktor Yüksel Hanım‟dır. Yüksel
Hanım‟ın giysisinin ölçüleri, Bayan Gülderen YeĢilbahçe tarafından bir hafta önce
düğüne çağrılırken telefonla alınmıĢ ve Yüksel Hanım üzerinde hiç prova
edilmeden yapılmıĢtır. Yüksel Hanımefendi, Ģöyle izleyenler görebilsinler diye
biraz hareket eder misiniz? Bu giysiyi bu gecenin gelini Gülderen Hanımefendi
kendi gelinliğini diktiği gibi dikmiĢtir. Tahsin Bey ve Gülderen Hanım, siz de gelir
misiniz lütfen.”
Gelinle damat ortaya gelirken tam anlamıyla salon yıkılacaktı. Bu ilgi,
Gülderen Hanım‟ın ellerinin ustalığına mıydı, yoksa gecenin mutluluğuna mıydı?
Belki de her ikisine birdendi. Gerçekten Yüksel Hanım‟ın niĢan giysisi de
Gülderen‟in gelinliği de çok beğenilmiĢti. Ertesi gün (W)Gazetesinde Mehzat
Öncel‟in bu iki giysi hakkında yazmıĢ olduğu yazı ve resimler bu alandaki
kamuoyuna bomba gibi düĢtü. Gülderen bu yazıyla kamuya tanıtılmıĢ oldu.
Geceyi kendi evlerinde geçiren Gülderen ve Tahsin çifti, ertesi sabah uzun
bir balayına çıktılar. Gülderen, hakkında yazılan yazıyı da otelde okudu. Çok
sevindi. Mehzat Hanım‟ı telefonla arayıp kedisine teĢekkür etti.
Balayının ikinci günüydü. Tahsin cebinden bir kâğıt çıkarıp evliliklerinin
üçüncü gününde karısına verdi.
“Al, karıcığım. Bunu senin için almıĢtım. Hayırlı olsun,” dedi. Ve çıkardığı
kâğıdı Gülderen‟e verdi. Gülderen kâğıda bakıp bunun, Sanayi Bölgesinden kendi
adına alınmıĢ bir arsa tapu senedi olduğunu anladı. Çok sevinmiĢti.
“Tahsin, Ģimdi bu arsa benim mi?”
“Evet, sevgili karıcığım. Bu arsa senin malındır.”
“Peki, bu kimin parası ile alındı?”
[228]
Tahsin, önce anlamadan bozulur gibi oldu.
“Tabi ki benim paramla, karıcığım.”
“Ben önce söz yüzüğü gibi, onu da benim aylıklarıma karĢı mı aldın, diye
sorarak sana bir Ģaka yapmak istemiĢtim. Nedir o, yoksa alındın mı?”
“ĠĢin doğrusunu ister misin? Evet. Önce biraz, hayır biraz değil, oldukça
alınmıĢtım.”
Gülderen, Tahsin‟in boynuna sarılarak onunla ĢakalaĢıp, oynaĢıp
boğuĢtular, dargınlığını gidermek için çok uğraĢtı. Sonunda baĢardı. Öğlen zamanı
olmuĢtu. Ġkisi de bu boğuĢmadan sonra hem yorulmuĢ, hem de acıkmıĢlardı.
Giyinerek sokağa çıkmak üzere hazırlandılar. Gülderen, kızlar kınasında giymiĢ
olduğu giysilerden birini giymiĢ giderlerken, yolda kendilerini gören bayanların
dikkatle kendilerine baktıklarını görüyorlardı. Gerçi genç erkekler de
bakıyorlardı. Bu çok doğaldı. Genç erkekler onu çocukluğundan beri ilgiyle izler,
peĢinden giderlerdi. Ama bayanların böyle bir ilgisini görmemiĢti. Gülderen o gün
giyindiği giysiyi usta bir manken gibi sergiliyordu. Bunun kendisi de farkında
değildi. Tahsin bunu Gülderen‟e anlatınca, Gülderen orada bulduğu bir lokantanın
kapısından içeri daldı. Lokantanın içi hınca hınç müĢteri doluydu. Garsonun biri
onları bir yere oturtayım derken, o geniĢ salonda dolaĢtırıp duruyordu. Bu
dolaĢma sırasında bayanların çoğu ayağa kalkarak onu uzaktan da olsa izlemeye
çalıĢıyorlardı. Sonunda bir köĢede garson, onlar için yer bularak oturmalarını
sağladı. Aradan bir dakika geçmeden yanlarına gelen ikinci bir garson onlara ne
alacaklarını sorunca Tahsin:
“Aslanım, sen bize tam yarım saat sonra gel. ġimdi çok yorgunuz. Bize bir
ĢiĢe su getirirseniz seviniriz.”
Garson suyu ve bardakları getirip gitti. Tahsin kendi eliyle Gülderen‟in
bardağına suyu doldurup verdi. Bir bardak da kendisi aldı içtiler. Kendi aralarında
konuĢmaya koyuldular.
“Tahsin, sana bir Ģey söylemek istiyorum. Beni iyi dinler misin?”
“Tabi, hayatım. Seni dinlemeyip de kimi dinleyeceğim. Seni dinliyorum.
Söyle!”
“Bak, Tahsin. Bu güne değin çok iĢ yaptım. Hiç birinin toplumda nasıl bir
ilgi bıraktığını görmedim Düğünümüzde Mehzat Hanım‟ın bulunması çok yararlı
oldu. Biraz önce otelden çıkıp buraya gelirken gördüğümüz kalabalık Mehzat
Hanım‟ın yazdıkları sayesinde oluĢmuĢ bir kalabalık olduğunu sanıyorum. Ve içeri
girip buradaki müĢterilerin ilgisi ile karĢılaĢmak, bana Ģimdi söyleyeceğimi
düĢündürdü. Üç gün önce ne de olsa bir genç kızdım, herkes o gözle bakıyordu.
Artık o kız gitti. Bir daha da geri gelemeyecek. Varsın gelmesin de artık ben de
istemiyorum. Yerine senin sayende Gülderen YeĢilbağ Hanımefendi geldi. Bayan
Gülderen YeĢilbağ, eski Gülderen bir çocuktu. Oysa bu yeni gelen yetiĢkin, olgun,
aklı baĢında bir hanımefendidir.”
“Bunu anladık, uzatmayıp konuya gelir misin lütfen.”
[229]
“Bak, kocacığım. ġu senin aldığın benim arsa var ya oraya bir atölye
kursak, ölçüyü burada alıp dikiĢi orada yapsak, diyorum. Senin anlayacağın iĢimizi
ve iĢ yerimizi geniĢletelim. Hatta ben, gelip dükkânda oturup müĢteri
bekleyeceğime, biz iĢlerimizi onlara götürelim. YurtdıĢına da açılalım derim.”
“Haklısın, sevgilim. Yalnız bu Ģu anda verilecek bir karar değil; bunu
daha sonra kendi evimizde düĢünsek daha sonra da bu düĢüncenin sonucunu, bu
iĢten anlayan birileri ile paylaĢıp tartıĢsak nasıl olur? Bence doğrusu da budur.
Ama biz ne yapıyoruz? Bu sorunu baĢ baĢa çözmeye çalıĢıyoruz, hem de Ģu anda
ikimiz baĢ baĢa, bir daha olmasını istemediğimiz mutlu balayımızda. Biz Ģimdi Ģu
anda balayında değil miyiz? Ġnsanlar bunu neden icat eylemiĢler, biliyor musun?
Birbirini bilmeyen, tanımayan iki genç bizim gibi evlenip bir araya gelince, birlikte
olmanın tadını çıkarsınlar, diye. YaĢamımızda bir daha olmasını istemediğimiz
mutlu balayımızda olacak iĢ mi bu? Sen böyle düĢünüp fikirler üretmeyi bırak da
gel yanıma, karnımızı doyuralım. Seninle yine o bize imrenip arkamıza düĢen
insanların arasına girelim. Hadi sevgilim yemeklerimizi isteyelim,” dedi.
Arkasından hemen garson çağırıp yemeklerini söylediler. Güle eğlene
yemeklerini yiyip lokantadan çıktılar. Kıyıya doğru yürürlerken yine genç
hanımların takibine uğradılar. Önce beĢ on kiĢi iken sonradan kırk elli kiĢiye çıkan
kalabalık, gittikçe rahatsız etmeye baĢlamıĢtı. Gülderen yolun ortasında birden
durarak:
“Bayanlar! Dakikalardır bizleri izliyorsunuz. Amacınız nedir? Bizden bir
isteğiniz mi var, yoksa bizde izlenmemizi gerektiren bir durum mu var? Lütfen
bize açık söyler misiniz?” dedi.
Topluluktan yirmi, yirmi bir yaĢında olduğu sanılan bir bayan ileri çıkıp:
“Siz, sayın bayan. Bu giysiyi nereden ya da kimden aldınız?”
“Hiçbir yerden ve de kimseden. Ben kendim diktim.”
“Peki, adınızı sorabilir miyim?”
“Tabi. Adım, Gülderen YeĢilbahçe.”
“AnlaĢıldı Gülderen Hanım. ġimdi balayındasınız değil mi efendim?”
“Peki, siz nereden biliyorsunuz?”
“Sizi tanıdığıma çok sevindim. Adım Nazlı Afacan. Sizinle biraz konuĢabilir
miyiz?”
“Çok isterdim, ama az önce sevgili kocacığımla kesin bir karar aldık. Balayı
sırasında iĢ konuĢması ve görüĢmesi yapılamayacak. Bu karara lütfen saygılı
olalım. Daha sonra iĢ yerimde görüĢürüz. Oldu mu Nazlı Hanım. Sizi
bekleyeceğim.”
“Mutlaka geleceğim, efendim. Ha! Sahi bir Ģey sormuĢtunuz. Giysinizde
hiçbir eksiklik yoktur. Sizi izlerken giysinizi inceliyorduk. Siz de giysiniz de birer
harikasınız. Yoksa böyle bir kalabalık peĢinize takılıp sizleri rahatsız etmezlerdi,”
deyip ayrıldı. Onunla birlikte diğerleri de ayrıldı.
[230]
YeĢilbahçe çifti, orada kaldığı sürece her gün değiĢik giysiler giyerek kıyıya
yürümeye gittiler. Yalnız gittikleri ilk hafta perĢembe günü, evliliklerinin ilk
haftasıdır diyerek, otelin lokantasına Gülderen gelinlik giyerek indi. Otelde
kalanlar, otel personeli, hepsi birden çarpılmıĢ gibi oldular. Hiçbirisi, ne böyle bir
gelin ne de böyle bir gelinlik görmüĢtü. Otel Müdürü yanlarına gelip önce kutladı,
sonra ne olduğunu sordu.
Gülderen Hanım, “Bugün evliliğimizin birinci haftası doluyor, onu kutlamak
için böyle geldik. Sizce bir sakıncası mı var?” diye sordu.
Otel müdürü ĢaĢırmıĢ gibi:
“Hayır, efendim. Ne sakıncası olacak. Ben orkestraya bilgi vermek için
sormuĢtum,” dedi ve oradan ayrılıp orkestranın yanına gitti.
Bir dakika geçmeden orkestra düğün parçaları çalmaya baĢlayınca, Tahsin ve
Gülderen piste çıkarak gecenin dansını açtılar. Arkasından pisti dolduran kalabalık
dans etmekten çok gelinliği yakından görüp incelemeye gelmiĢlerdi. Orkestra
valsa geçince YeĢilbahçe çifti pistte yalnız kalmıĢlardı. Sonunda onlar da
oturdular. Otel yönetimi masalarına kocaman bir “NĠCE YILLARA” pastası
yollamıĢtı. Gülderen Tahsin çifti pastadan birbirlerinin ağzına verdikten sonra
garsona gereken bahĢiĢi verip pastayı müĢterilere dağıtması için rica ederek
kendisine verdiler. Yemeklerini yiyip odalarına çıktılar.
Yirmi günden beri oteldeydiler. Artık dönmeleri gerektiğini
düĢünüyorlardı. Kendileri de çok eğlenmiĢler, hatta biraz da yorulmuĢlardı. Bir
gün Gülderen, Tahsin‟e sordu:
“Artık dönelim mi?”
“Sıkıldın mı sevgilim?”
“Hayır, ondan değil. Orada bir yığın iĢ bizi bekliyor. Bir aya yakındır
atölyeye uğramadık. ĠĢimiz ne oldu? Merak ediyorum doğrusu. Burada hoĢ, güzel
vakit geçirdik, eğlendik, gezdik, seviĢtik. Bunları her yerde her zaman yapabiliriz.
Bence iĢimize dönmek zamanı geldi. Yine de sen bilirsin canım kocacığım.”
“Mademki istiyorsun. Öyle olsun. Bugün hazırlığımızı yapalım, sen de
toparlan, yarın döneriz.”
Böylece anlaĢıp çarĢıya gittiler. Yakın dostlarına, sevdiklerine hediye
almak için dolaĢıp durdular. AkĢam otele döndüklerinde koca bir valiz olmuĢtu,
aldıkları hediyelerle.
Sabahleyin erken kalkıp bir taksiyle hava alanına, oradan da uçakla kendi
kentlerine yetiĢtiler. Doğru, evlerine giderek oradan geldiklerini Akraba, dost ve
arkadaĢlarına duyurdular.
Vuslat Hanım, geldiklerine çok sevinmiĢti. Onları hemen yanına gelmeleri
için çağırdı. Ġkisi de ses çıkarmadan boyun bükerek, kalkıp annelerinin yanına
koĢtular. Annelerinin ellerini öperek gönlünü aldılar.
Vuslat Hanım, “Bunlar iyi de, ben sizin evinizi ne zaman görebileceğim,”
dedi.
[231]
“O nasıl söz anneciğim. Ġnsan kendi evini görmek için izin mi ister?
Anlayamadım doğrusu. Ġstersen hemen Ģimdi, istersen arzu ettiğin zaman, yani
ne zaman istersen o anda gelebilirsin. Hatta Tahsin, sana bir anahtar versin. Biz
evde olalım olmayalım, ne zaman canın isterse aç gir, istediğin gibi gez dolaĢ.”
“Peki, kızım. Hani siz, bir karar almıĢsınız. Biz çağırmadan kimse gelmesin,
girmesin diye.”
“Ha, bunu kocam mı söyledi size? Doğru söylemiĢ. Biz, daha doğrusu ben
istedim. Canım annem hangi yeni gelin henüz kendi girmediği eve bir baĢkasının
girip görmesini ister ki. Ben bunu düĢünerek Tahsin‟le konuĢmuĢtum. Sakın, benim
sevgili kocamı bu yüzden kızıp azarlamayın. Suç yine benimdir. Ben konuĢurken
genelleyerek konuĢmuĢtum. Zavallı kocacığım, sen bana olan sadakatini her zaman,
her yerde, her iĢte mi ispatlamak zorundasın? Ġnan bu davranıĢların seni daha çok
sevmeme neden oluyor. Anneciğim, kalk bize gidelim. Hem evi gez gör, hem de bizi
affet,” diye boynuna sarılıp ondan özür diledi. Sonra da Tahsin‟e gidip ondan da
özür diledi. Tahsin de kalkıp annesinin elini öpüp özür dileyince, Vuslat Hanım da
sarılıp oğlunu öptü. Böylece kırgınlık, küskünlük de bitmiĢ oldu.
AkĢam, Doğanbey iĢten çıkıp gelince, kardeĢinin ve Gülderen‟in gelmiĢ
olduklarını görüp çok sevindi. Onlara “HoĢ geldiniz,” dedi. Hal hatır sorup
konuĢurlarken eĢi Nigar Hanım da geldi. Aile tamam olunca Doğanbey:
“Eee! AkĢam oldu. Nigar Hanım, misafirlere sunacak yemeğin var mı?” diye
sordu.
Nigar Hanım, “Ben, onlardan sonra geldim. Misafir kim? Yoksa gelecek biri
ya da birileri mi var? Burada bir eltim, bir de kardeĢin var. Senin misafir
dediklerin bunlar mıdır Doğanbeyciğim. Onlar yiyecek bulamazlarsa, ben gözümün
etini yediririm. Yok, beğenmezlerse eltim kalksın, ne yaparsa ben seve seve,
zevkle yerim,” dedi ve ayağa kalktı. Arkasında Gülderen‟e seslendi:
“Gülderen kardeĢim, kalk gel. Yardım ediver de sofrayı birlikte kuralım,”
diyerek onu alıp mutfağa götürdü. Mutfakta tencerelerde piĢmiĢ hazır yemekler
vardı. Onları sofraya getirip servise hazır duruma getirdiler. Tabaklar, kaĢıklar,
çatallar ve bıçaklar da getirilince Nigar Hanım:
“Ġçinizde karnı aç olan varsa sofraya buyursun,” dedi ve herkesi sofraya
çağırdı.
Vuslat Hanım, Doğanbey, Tahsin Bey gelip oturdular. Nigar Hanım, sen de
otur artık, diye Gülderen‟e iĢaret etti. O da oturdu. BaĢladı oturanlara yemek
dağıtmaya. Yemeklerini yiyip sofradan kalkılınca Gülderen de kalkıp masanın
toplanmasına yardımcı oldu. Sonra gelip yerine oturdu. Birkaç dakika sonra Nigar
Hanım kahvelerini getirip verdi. Kahveler içildikten sonra, Tahsin:
“Gülderen‟in düĢündüğü bir Ģey var. Bana anlatıyordu. Ben ona, „Sen bunu
aile toplantımızda anlat. Bakalım ne diyecekler,‟ dedim. Hep birlikte dinleyelim.
Evet, Gülderen. Balayında bana anlatmaya çalıĢtığın o düĢünceni Ģimdi hepimizin
önünde tüm ayrıntıları ile anlat da dinleyip belki bir karara bağlarız,” deyince
[232]
Gülderen, hiç beklemediği bir öneri karĢısında kalanların ĢaĢkınlığına düĢtü. Ama
kendini toparlamasını bildi.
“Anne, Doğanbey. Ben sizinle çalıĢmaya baĢladıktan sonra hep bunları
düĢündüm. Ama düĢüncelerimi söylemeye korktum. Beni anlamaz, terslersiniz diye
hep çekindim. Kızlar kınası gecesi genç bir hanım gelerek bana bir Ģeyler
anlatınca, belki de unutmaya baĢladığım düĢüncelerimi yeniden canlandırdı. Ben de
onu nikâhımıza ve de düğünümüze de çağırdım. Bu genç hanım bir gazeteciymiĢ,
geldi. Gelirken de fotoğrafçısını birlikte getirmiĢ, düğünde dağıtılan ve giyilen
tüm giysilerin fotoğraflarını çekmiĢ. Biz ertesi gün balayına çıktık. O gazetenin
okuyucuları bizim peĢimizi bırakmadılar. Benim özel olarak diktiğim birlikte
götürdüğüm giysilerim, öylesine bir ilgi gördüler ki sormayın. Bunun üzerine ben
de kocama açıldım. O da bana böyle deyince sustum, bu güne değin de ağzımı bile
almadım. Bu akĢam da kocam konuyu sizlere açarken dikkat ettiyseniz kısa bir
ĢaĢkınlık geçirdim,” diye baĢladı. Yeni projesini tüm ayrıntıları ile anlattı, anlattı.
Yarım saatten uzun sürdü. Ġyice dinlediler. BeĢ on dakika düĢündüler.
SonraVuslat Hanım:
“Sen ne diyorsun oğlum?” diye Doğanbey‟e sordu.
Doğanbey: “Anneciğim, Gülderen kardeĢim çok güzel söylüyor. Bu benim
de aklıma yattı. Zaten bu kız bize Allah‟ın lütfü olarak gelmiĢtir. BaĢaracağına
inanıyorum. Yalnız üzerinde biraz daha düĢünüp bu iĢi bilenlerle konuĢalım
diyorum. Peki, sen ne diyorsun anne?”
Vuslat Hanım: “Ben de beğendim. Bu üçünüzün görevi olsun. Sen, Tahsin
ve Gülderen. On on beĢ gün sorun soruĢturun, ona göre bir karar veririz. Ama ben
Ģimdiden hayırlı uğurlu ve de baĢarılı olsun diyorum. Sahi sen ne diyorsun Nigar?”
Nigar Hanım: “Ben, bana bir Ģey sorulmayacak mı diye bekliyordum.
Sonunda yine sen anacığım, iĢi tatlıya bağladın. Sağ olasın, sağlıklı kalasın. Bana
göre Gülderen‟in düĢündükleri çok güzel olmaktan çok, çok değerli Ģeylerdir. Bana
kalırsa bu teklifi bu akĢamdan tezi yok bir karara bağlayalım. Biz kararımızı
alalım, görevlendireceğimiz kiĢilere de bunu sonuçlandırmaları için gereken
yetkileri tam verelim. Yarın sabahtan itibaren bu iĢ baĢlasın derim.”
Vuslat Hanım: “Öyleyse ben de bu öneriyi Ģimdi oylarınıza sunuyorum.
Kabul edenler? Kabul etmeyenler?” diyerek sözlerini bitirdi. “Kabul oyu beĢ, kabul
etmeyen yok. Öneri beĢ oyla oybirliği ile kabul edilmiĢtir. Hepimize ve ülkemize
hayırlı olsun,” diyerek toplantıyı bitirdi. Ardından da:
“Bu iĢin üstüne Ģimdi güzel demlenmiĢ bir çay içilmez mi?”deyince hem
Gülderen hem, hem Nigar yerlerinden fırlayıp mutfağa koĢtular.
O akĢam baĢka bir Ģey konuĢulmadı. Bu konuĢulmadı sözü yalnız karar
gerektiren anlamında söylenilmiĢ olsun. Elbette beĢ kiĢilik bir ailenin kendi
arasında konuĢmaları, Ģakaları olacaktır. Onlar bizim konumuz dıĢındadır. Çaylar
içilip söyleĢi bitince iki aile olan kardeĢler, annelerinden izin alarak kalkıp evlerine
yatmaya gittiler. Anneleri de kendi odasında yatmaya hazırlandı.
[233]
Gülderen ve Tahsin de kendi evlerine gittiler. Kapıyı açıp içeri girince
Tahsin:
“Gülderen, nasıl buldun evimizi?”
“Vallahi Tahsin, sana ne desem yanlıĢ olur. Daha ben evimizi tanıyamadım
ki, sevgilim. Ġlk gece geldik, düğünden çıkmıĢ yorgun argın bir de evliliğimizin ilk
gecesinin heyecanı, hatta ayıptır söylemesi ama doğrusu budur, biraz da korkusu,
bana evimizi görüp tanıma olanağı vermedi. Ġkinci gece, yarın balayına gidiyoruz
heyecanını az mı sanıyorsun; Bu yaĢına değin çevre gezisi dıĢında bir yer
görmemiĢ bir kızın yirmi günlük bilmediği görmediği yerlere gitmesi heyecanını az
mı sanıyorsun sen. Kısmet olursa yarın bu iĢle uğraĢacağım. Yarından sonra
sorarsan sana en doğru yanıtı verebilirim. Lütfen o zamana değin bir ya da iki gün
bekleyiver. Olmaz mı enim aslan kocacığım. Hadi Ģimdi uykumuz geldi, uyuyalım
artık,” diyerek yatağa girdi. Tahsin de ona bakıp soyunup eĢinin yatağına girdi.
Birkaç dakika öylece boğuĢup didiĢerek gülüp eğlendiler. Sonra sesleri kesilip
uykuya daldılar.
Sabahleyin kalktıklarında iyice dinlenmiĢ olduklarını anladılar. Evliliklerinden
beri ilk kez Gülderen sabah kahvaltısı hazırlamak için mutfağa girdi. Kahvaltı için
ne gerekli ise elinin altında kolayca bulunabilecekti. Zorluk çekmeden bulup
hazırlayarak masaya dizdi. Sonra gidip Tahsin‟in yanına uzanıp yeni uyanıyormuĢ
gibi yaparak onu uyandırdı. Kendisi henüz daha uyuyormuĢ gibi yaparak cilveler
yapıyordu. Tahsin‟in tamamen uyandığına inanınca:
“ġimdi sen sahiden uyandın mı kocacığım. Öyleyse gir mutfağa bir kahvaltı
hazırlayıp getir de yatakta birlikte yapalım kahvaltımızı,” deyince, Tahsin
mutfağa doğru giderken Gülderen de arkasından geliyordu. Tahsin, farkında bile
değildi. Tahsin, mutfakta her Ģeyi hazırlanmıĢ görünce:
“Eh, ben sana göstermez miyim Gülderen Hanım! Alacağın olsun!” derken
karĢısında birden onu görünce, ne yapacağını, ne edeceğini bilemeyenlerin
durumuna düĢtü.
“NeymiĢ o göstereceğin? Nedir o benim alacağım Tahsin Bey?” diye
soruyordu. Tahsin‟in büsbütün ĢaĢırdığını gördü:
“Hadi hadi, vazgeçtim! Otur da kahvaltımızı yapalım kocacığım,” diyerek
onu masaya oturttu. Ben sana kıyar mıyım hiç. Seni yataktan kaldırabilmek için
uydurdum bütün bunları. Haydi, Ģimdi kahvaltımızı yapalım da barıĢalım sevgilim,”
diyerek Tahsin‟i masaya oturtup kendisi de karĢısına geçti. Kahvaltılarını gülerek,
ĢakalaĢarak birlikte yaptılar. Sonra masayı topladılar. Gülderen odaya gidip yatak
odasını toparladı. Tahsin, lavaboya gidip tıraĢ olmaya baĢladı. Daha sonra
Gülderen iĢi bitince mutfağa gidip iki kahve yaparak oturma odasına getirdi.
Oturup kahvelerini içerken kapı çalındı. Gülderen, koĢup kapıyı açınca birden bir
sevinç çığlığı attı. Arkasından:
[234]
“Buyurun, buyurun,” diye gelenleri içeri aldı. “Tahsin! Bak, kimler geldi?
Annem, babam ve kardeĢlerim gelmiĢler,” diye Tahsin‟e haber verdi. Odadan çıkan
Tahsin onları görünce:
“HoĢ geldiniz,” diye gülerek karĢıladı. Ġçeri alıp “Buyurun, Sayın Yargıcım.
Bu ne Ģeref, ne sürprizdir. Yenge Hanım siz de hoĢ geldiniz,” diyerek gelenleri
misafir odasına götürdü. Ġhsan Bey‟in Fahriye Hanım‟ın ellerini sıkıp, Esin, Erim ve
Enise kardeĢleri de öperek yeniden, hoĢ geldiniz, deyip oturttu. Gülderen de gelip
babasının elini öpüp, Fahriye Hanım‟a sarıldı. Sonra kardeĢlerine sarılarak onlara
da ayrı ayrı hoĢ geldiniz, dedi:
“Babacığım, bizler kahvelerimizi içmiĢtik. Sizler de ister misiniz?”
“Kızım, sen bilir misin? „Ehli keyfin keyfini taze elden, taze piĢmiĢ, taze
kahve tazeler!‟ demiĢler. Hadi senin gibi taze gelinin kahvesine biz de yok
demeyelim. Gönlümüz tazelensin.”
“Ya siz anneciğim. Siz ne isterdiniz?”
“Güzel kızım, biz bugüne değin ne aĢımızı, ne iĢimizi, ne yolumuzu
değiĢtirdik; Tanrı ayırmasın, kahvemizi mi değiĢtirelim. Getir güzel, taze gelin
kahvesini, biz de içelim.”
“Ya siz canım kardeĢlerim. Ne istersiniz?”
Esin, “Ablacığım, biz Ģimdi kahve almayalım. Daha sonra belki sizlerle
birlikte çay alırız,” deyiverince Gülderen gidip kahveleri yapıp getirdi. Fakat
çocukları da boĢ bırakmamak için onlara da bir çanak çikolata, yine bir çanak da
taze lokum getirmiĢti.
“Babacığım, Ömer Ağabeyimden haber alıyor musunuz? NiĢandan bugüne
onlardan bir haber alamadım.”
“Sabahleyin, size gelmeden önce Yüksel‟le konuĢtuk, sınavları baĢlamıĢ.
Biliyorsun Ömer‟in bu son yılı, ay sonunda bitirmiĢ olarak gelmesini bekliyoruz:
Yüksel‟in iki yılı daha var. Dur bakalım nasıl olacak. Gelince öğreniriz. Sen ne
yaptın? ĠĢine ne zaman baĢlayacaksın?”
“Babacığım, önümüzdeki hafta pazartesi diyorum. Bu hafta çağıracağım
kiĢiler ve aileler var. Onları ağırlayacağım. Tümünü bu hafta bitireyim ki haftaya
aksatmadan iĢime baĢlayayım. SıkıĢırsam iĢ yerime de kabul edebilirim. Bunlar
önemli değil babacığım, sen kızına tam güven. Korkma, o hiçbir iĢini aksatmaz. Ben
sizleri bir aydır göremedim. Çok özlendiniz. Öyle iĢ konularını bir kenara
bırakarak, bana kendinizden, kardeĢlerimden söz edin. Yani yalnız kendimizi
konuĢalım. Olmaz mı babacığım?”
“Kızım, senin bir sorunun mu var? Yoksa mutlu değil misin?”
“Bunu nereden çıkardın babacığım? Dünyanın en mutlu insanıyım Ģu anda.”
derken, Fahriye Hanım birden söze karıĢtı.
“Kız, Gülderen. Doğru söyle, yoksa sen gebe misin kızım? Hadi söyle de
annen, baban da sevinsinler,” deyince Gülderen iki eliyle yüzünü yanaklarını
kapatıp adeta gizlenerek:
[235]
“Bilmiyorum! Galiba, anne,” dedi, kekeleyerek.
Fahriye Hanım, Gülderen‟in ellerini yüzünden çekmeye çalıĢtı:
“Kızım, böyle utanacak ne var bunda. Çek ellerini, utanıp sıkılacağına,
ezilip büzüleceğine Ģöyle baĢını dik tut, göğsünü gere gere „Ben de anne oluyorum,‟
deyiver. Bu, utanılacak değil, aksine övünülecek sevinilecek bir durumdur.” Hâlâ
sıkı sıkı yüzünü kapatan Gülderen‟in ellerini zorla çekince, yüzünün bir bayrak gibi
kızardığını gören Fahriye Hanım: “ġimdi Güneydoğu Anadolu‟da olsan, bunu duyan
kaynanan veya annen mahalleyi zılgıt sesleri ile inletirdi. Yoksa kocayın henüz
haberi yok mu? Vuslat Hanım da mı bilmiyor. Ay, çok ayıp. Oysa onların daha önce
duymaları gerekti. Hadi, onları da çağıralım gelsinler de, birlikte duymuĢ olalım.”
Tahsin‟i çağırarak, “Hadi, anneni ve yengeni al gel de, birlikte olalım,” diyerek
yolladılar. Tahsin, annesini ve yengesini almaya gidince Fahriye Hanım Gülderen‟le
konuĢmasını sürdürerek: “Bak, kızım. Beni iyi dinle: Sen artık bu ailenin gelini
değil, Ģu andan sonra öz kızısın. Eltin evlendiği günden beri bir çocuk verememiĢ.
Bir suç değil. Allah nasip etmemiĢ, ne yapsın. Ġlk torunu sen veriyorsun. Allah‟a
Ģükretmelisin. Bu durum sende bir üstünlük yaratmamalı. Her müjdeli olayı önce
hayat arkadaĢın kocana, sonra kaynanana duyurmalısın. ġimdi geldiklerinde onları
al, bir odaya götür, orada yalnız onlara söyle. Bizim haberimiz olmasın. Sonra gelip
bize birlikte söyleyiverirsiniz. Böylece tümümüzün sırayla haberi olmuĢ olur. Oldu
mu güzel kızım.”
“ĠĢte, annelik de budur, değil mi anneciğim? Sağ olasın, sağlıklı yaĢayıp,
eksik olmayasın. Benim canım annem,” diyerek boynuna sarılıp öylece kaldı.
Fahriye Hanım da onu bağrına bastırdı. Öylece kalakaldılar. Ġkisi de
kendilerinden geçmiĢ durumda dakikalarca ayrılmadan öylece kaldılar. O sırada
kapı açıldı, Tahsin, annesi, yengesi içeri girdiler. Gülderen, birden kendini
toparlayarak koĢup kaynanasını karĢıladı.
“HoĢ geldin, anneciğim, ayaklarına sağlık. Oturmadan gel sana evimizi
gösterelim,” diyerek onu odalara soktu. Yatak odasına girdiklerinde, önce kocası
Tahsin‟in boynuna sarılarak kulağına bir Ģeyler fısıldadı. Tahsin önce:
“Allah!” diye bir çığlık attı. Sonra karısına dönerek, “Sen bunu annemin
kulağına da söyle,” dedi.
“Neye açık açık söylesem olmaz mı? Yoksa Nigar Ablamdan gizli mi?”
Ardından Vuslat Hanım‟a:
“Anneciğim, Tahsin‟le ben sana bir torun vereceğiz,” dedi.
Bunu duyan Vuslat Hanım ve Nigar Hanım, önce bir ĢaĢkınlık geçirdiler. Bir
dakika sonra ikisinden birden bir zılgıt sesi yükseldi ki sormayın. Uzun uzun ve
ardı ardına üç kez çıkan bu ses, Fahriye Hanım‟la Ġhsan Bey‟in koĢarak
bulundukları odaya gelmesine neden oldu.
Ġhsan Bey, “Neler oluyor, yahu? Bu zılgıtlar neye? Bize de söyleyin. Biz
de sevinelim.”
[236]
Vuslat Hanım, “Gel, Ġhsan Bey. Bak, Gülderen neler söylüyor. Ben nine
oluyormuĢum.”
Gülderen, “Babacığım, anneciğim. Ben anne oluyorum.”
Ġhsan Bey, “Ben de dede oluyorum desenize. Fahriye Hanım duydun mu,
sen de nine oluyormuĢsun? Gel, biz de sevinelim,” deyip onu kolundan tutarak
Tahsin‟in ve Gülderen‟in yanına gidip onları kutladılar. Sonra aralarına Vuslat
Hanım‟la Nigar‟ı da alarak baĢladılar odanın içinde horon tepmeye. Çocuklar da
gelip halka geniĢleyince salona çıkarak orada da sürdürdüler. Belki yarım saat
belki bir saat öylece eğlendiler.
AkĢam, Doğanbey geldiğinde, kapıdan girerken eĢi Nigar Hanım söylemiĢ.
Bunun üzerine Doğanbey geri dönüp gitmiĢ, bir tatlıcı dükkânından yeterince tatlı
alıp doğruca kardeĢi Tahsin‟in evine geldi. Bu kez kapıyı açan Gülderen oldu.
KarĢısında Gülderen‟i görünce:
“Tatlı yiyen, tatlı konuĢurmuĢ. Önce Ģu tatlıdan bir tane al ye de sonra
bana çok tatlı bir söz söyle.”
Gülderen, “Ben tatlı yemeden de tatlı konuĢabilirim. Sen yeter ki iste
Doğanbey Amca. Bu „amca‟ sözü benden değil, yolda gelen yeğenin çağırıyor seni.
Ver Ģimdi o tatlıyı da ona gönderelim,” diyerek Doğanbey‟i de bu Ģekilde hem
haberdar eder, hem de mutlu eder. Tüm aile o akĢam geç vakte değin eğlenerek
mutlu bir zaman geçirirler.
Ertesi gün Gülderen, Oya Hanım‟a, Müdire Anne‟ye, Salih Efendi‟ye telefon
ederek tümünü eve davet eder. Onlardan sonra Salih Efendi Takımını, ondan
sonra da Yurt kızlarını, son olarak da pazar günü kendi yardımcılarını çağırıp
ağırlar. Bütün bu davetleri yalnız baĢına yapmıĢ değildir: Oya Hanım‟ın büyük
yardımı olmasa bu iĢi tek baĢına yapabilecek değildi. Yemekler Oya‟nın
lokantasında hazırlanır, eve getirilir. Yenilip içildikten sonra bulaĢıklar geri
lokantaya götürülüp orada temizlenir. Evin bozulan düzeni de lokantanın
garsonlarınca düzenlenir.
Böylece bu iĢler bitti, Gülderen de pazartesi iĢine gitti. Aynı gün
Doğanbey, yanında üç yabancı ile gelerek binalarının, çevresinin ölçümünü aldılar
ve gittiler. Aradan birkaç gün geçince yeniden geldiler. Gelen bu üç kiĢi:
“Biz arsanızı ölçtük sizin isteğinize uygun değildir. Sonra yeterli olsa bile
Belediye Ġmar Planı, orada böyle bir binaya izin vermiyor. Ancak Sanayi
Bölgesi‟nde yaptırabilirsiniz diyorlar. Biz de size sormaya geldik. Ne diyorsunuz?”
deyince Tahsin:
“Ağabey, ben Gülderen‟e düğün hediyesi olarak oradan bir arsa almıĢtım.
Ġsterseniz oraya bir gidip bakalım. Ne derler?” deyince, beĢ kiĢi hep birden
kalkıp oraya gittiler. Arsa Doğanbey‟in yaptırmak istediği iĢ için yeterli değildi.
Birlikte gelen üç kiĢiden biri bir öneride bulundu:
“Bu arsa, sitenin tam sınırındadır. Eğer Ģu site sınırları dıĢındaki arsayı
alabilirseniz, o zaman tamam demektir,” dedi.
[237]
BeĢi birden mal sahibini aramaya koyuldular. Kimse tanımıyordu.
Ġçlerinden birisi site yönetimini buldu, onlara sordu. Sitenin planını çıkarıp
incelediler. O arsanın sahibini buldular. Bu arada bir Ģey daha öğrendiler. Site
alanı geçen hafta bir kararla dört yöne yüzer metre geniĢletilmiĢ bu karar
onaylanıp, yürürlüğe girmiĢtir. Bu haber, beĢini de çok sevindirdi. Adamın adresini
bularak oraya gittiler. Adam yetmiĢ seksen yaĢlarında birisiydi. Onları içeri alıp
evinde kabul etti. HoĢbeĢten sonra asıl konuya geçildi.
Doğanbey, “Amca Bey. Biz, sizi Sanayi Bölgesi‟ndeki arsanız için rahatsız
ediyoruz. Eğer satmak isterseniz, anlaĢabilirsek biz almak isteriz.”
YaĢlı Adam, “O arsa benim değil, torunumundur. AkĢam beni görmeye
gelir. Ona sorayım. O ne derse, o olur. Siz, bana yarın bir daha uğrayın,” der.
BeĢi birden kalkıp evden çıkarak ĢaĢkın ve de üzgün olarak arabalarına
bindiler. Yolda konuĢuyorlardı: “Bu adam neden böyle yaptı? Neden bizi yarın geri
çağırdı?” diye birbirlerine sorup duruyorlardı.
Sonunda Tahsin iĢi çözdü:
“Ben sizden sonra çıktım. Adamcağızın halini gördüm. Siz çıkmaya
baĢlayınca, adamcağız kalkıp sizi yolcu edeceğine, oturduğu minderin üstüne
kapanmıĢ ağlıyordu. Bana kalırsa bu ihtiyarın bir derdi var. Ben anlayamadım,”
dedi.
Mühendis olduğunu söyleyen Mehmet Bey:
“Bu adamın torunu olan kimse ölmüĢ olmasın sakın. Çünkü site kayıtlarında
yalnız adamın adı kaydedilmiĢti. Sonra adam bizi içeri alırken kapıyı kendisi açmıĢ,
bizi içeri almıĢ, bizlerle rahat konuĢmuĢtu. Pek öyle beĢ kiĢiyi birden hadi gidin,
yarın gene gelin diyecek kadar kaba saygısız birisi görünmüyordu. Ne olduysa
Doğanbey‟in arsa konusunu açmasıyla baĢladı. Sizler dikkat ettiniz mi bilmem. O
sırada adamın yüzünün Ģekli değiĢti,” diye konuĢurken atölyelerine gelmiĢlerdi.
Gülderen, “Ne oldu? Ne yaptınız?” diye sorunca Doğanbey ve Tahsin:
“Yarına kaldı,” dediler.
.
Tahsin, “Yarın sen de bizimle gel, olur mu gülüm. Sen gelirsen, iĢimiz çok
kolay olur. “
Gülderen, “Sen istedikten sonra, nereye dersen varım kocacığım.”
AkĢam evde yatmadan önce Tahsin gündüz olanları bütün ayrıntıları ile
anlattı. Gülderen, Tahsin‟in anlattıklarını dikkatle dinledi. Sonunda Mehmet Bey
doğru söylemiĢ,” dedi. Ve artık hem üzülmüĢ, hem yorulmuĢ oldukları için uykuları
geldiğinden derin bir uykuya dalmıĢlardı. Sabahleyin kalktılar. Sabah
temizliklerini yapıp giyinip iĢlerine gitmek üzere yola koyuldular. ĠĢ yerlerine
geldiklerinde kahvaltı sofraları hazırlanmıĢtı. Gülderen sadece bir poğaça ile
büyük bardak çay alarak kahvaltısını yaparken, Tahsin, sofradaki yiyeceklerin
tümünden alarak tabağını doldurdu. Tümünü de yeyip bitirdi. Karı koca
birbirlerine „yarasın sevgilim,‟ diyerek iĢbaĢı yapmak üzere odalarına çekildiler.
Öğlen oluncaya değin kimseler odasından çıkmadan çalıĢtı. Öğlen yemeğine dünkü
[238]
beĢ kiĢi de gelmiĢlerdi. Tatlı bir söyleĢi eĢliğinde yemeklerini yediler. Dünkü
olayları tartıĢtılar. Çaylarını ve kahvelerini içip bu kez altı kiĢi geniĢ Amerikan
arabasına doldular. Yirmi dakikada yetiĢtiler. Kapıyı çaldılar. YaĢlı adam, kapıyı
açtı, gelenleri içeri aldı. Her birine ayrı ayrı „hoĢ geldiniz, nasılsınız?‟ diyerek hal
hatır sordu. Sonra Gülderen‟e:
“Hanım kızım sen kibar birine benziyorsun. Acaba sana bir Ģey söylesem
ayıp olur mu?” diye sordu.
“Neden ayıp olsun ki Amca Bey. Buyurun ne istiyorsanız söyleyin.”
YaĢlı Adam, bu söz üzerine:
“Ben dememiĢ miydim kızım, sen kibar birine benziyorsun, diye. ĠĢte,
ispatı yapıldı. Öyleyse rahat söyleyebilirim. ġu sağdaki oda bizim mutfağımızdır.
Oraya gir, tezgâhın üzerinde bir çaydanlık yanında da kutu içinde çay ve Ģeker
var. Bize bir çay demle de hep birlikte birer çay içelim. Dün sizi adeta birer suçlu
imiĢ gibi yolladım. Bugün hepinizden özür diliyorum. Beni bağıĢlayın Allah aĢkına.
Benim gibi yaĢlı ve yarı düĢkün olursanız, Allah korusun, anlarsınız ne demek
istediğimi. Buna, bir de yalnızlık ve kimsesizlik eklenince, gerçek durumum ortaya
çıkar.”
Herkes susmuĢ dinliyordu. Kimsenin ağzını açıp söz söyleyecek gücü
kalmamıĢtı. Doğanbey kendini toparlamaya çalıĢarak, bir iki öksürük atarak, zorla
da olsa:
“Yani sen bu evde yalnız mı yaĢıyorsun? Bakıcın, yardımcın, kimsen yok
mu?”
“Vardır. Neden olmasın. Bir torunum var, altı yedi yaĢlarında. O gelir, her
gece onunla söyleĢiriz. SöyleĢmemiz bitince kaybolur. Dün akĢam da geldi. Ona
sizden söz ettim. Kendisinin olan tarlayı istediğinizi söyledim. Biraz düĢündü.
Sonra bana, „Dede. Bana bir çeĢme, bir havuz yaptırırlarsa, havuzun da bir
fıskiyesi olursa, çevresinde de gece gelip arkadaĢlarımla oynayacağım güzel ve
küçücük, bol ağaçlı, çiçekli bir bahçe olursa, bu amcalara verdim gitti,‟ dedi. Ben
de ona, „Bahçenin çevresine bir çit duvar çektirir, kapısına da adını yazdırsınlar
mı?‟ diye sordum: „Ġyi olur,‟ dedi. Tam gidiyordu. Ona fiyatını sordum. Bana „Yüz
lira,‟ dedi. Ve kaybolup gitti.”
Doğanbey, “Amca senin bu torun Ģimdi nerede?” diye sorunca YaĢlı Adam:
“Cennettedir. Torunum bu arsayı çok severdi. Her gün gelir bu arsada
kendisiyle oynardık. Bir gün baktım, avucundan kan akarak geldi. „Dede, elim kan
oldu.‟ Ben de cebimden çıkardığım mendille elinin kanını sildim. Eve götürdüm.
Canım, ciğerim torunum ateĢler içinde kavruluyordu. Doktor, ilaç, kâr etmedi.
Üçüncü ya da dördüncü gün bizi terk edip gitti.”
YaĢlı adam bir Ģeyler daha söyleyecekti. Bu arada Gülderen elinde çay
tepsisi olduğu halde çıkageldi. Tahsin kendisini karĢılayıp elinden tepsiyi aldı. Ev
sahibinden baĢlayarak çayları dağıttı. Gülderen bir köĢeye çekilmiĢ elinde bir
bardak çay yudumlayıp oturuyordu. Tahsin de yanına gidip çayını yudumlarken ona
[239]
olayları anlattı. Herkesin neden böyle üzüntülü olduğunu anlayınca Gülderen de
aynı havaya girdi.
YaĢlı Adam, “Hanım kızım. Rica etsem, varsa çaylarımızı yenileyebilir
misiniz?”
“Siz istedikten sonra neden olmasın, amca?”
Bu arada Tahsin‟e iĢaret ederek mutfağa gelmesini istedi. Gelince,
Tahsin‟e:
“Galiba, bu adamcağızın karnı aç. Sen Ģuradan yiyecek bir Ģeyler bul getir,
ama çok acele et.”
Tahsin hemen koĢup gitti. Geri dönmesi çok çabuk oldu. Evin yakınında
Rumeli Börekçisi varmıĢ, oradan börek alıp gelmiĢ. Gülderen gelen böreği
tabaklara pay edip çayla birlikte sunarken:
“Biz de öğlen yemeği yememiĢtik. Kusura bakma amca bey,” diyerek böreği
amcaya verdi.
“Sağ olasın, kızım. Bunu düĢünmeniz beni çok mutlu etti. Benim de karnım
açtı. Bu çok iyi oldu,” diyerek alıp yemeğe baĢladı. Bu sırada Tahsin de çayları
dağıtmaya baĢladı. Gördü ki amca böreğini bitirmiĢ, hemen eğilip kulağına
söylüyormuĢ gibi yaparak:
“Amca, daha ister misin? Biraz daha getireyim mi?” diye fısıldadı.
YaĢlı Adam, “Varsa isterim,” dedi. Bunun üzerine Tahsin, mutfağa koĢup
bir tabak börek daha alıp yanında da bir çay daha getirdi.
Böylece kimse duymamıĢ ve de görmemiĢ oldu. Kabul edilerek hem
adamcağızın karnı doyurulmuĢ, hem de o sıkıntılı hava dağıtılmıĢ oldu.
Bu durumdan yararlanan Doğanbey, söyleĢi sırasında YaĢlı Adam‟a sordu:
“Ey, Amcam! Yedik, içtik, karnımız doydu. Güzel söyleĢilerle yüzümüz güldü.
Bu söyleĢilere doyum olmaz ama arkadaĢların iĢleri vardır. Onları da çok tutmaya
hakkımız yok. Dün sizden bir ricada bulunmuĢ, karĢılığında bir yanıt istemiĢtik.
Onu da alalım, sonuca bağlayalım. Ne dersin?”
“A, benim güzel evladım. Ben, sizin için pazarlık ettim. Yüz liraya alabiliriz
demiĢtim ya.”
“Hiç öyle Ģey olur mu? Bu arsanın değeri bugün en az yüz bin eder. Ben de
bu fiyat üzerinden kabul ediyorum. Ayrıca torununuzun istediği çeĢme, havuz,
fıskiye ve bol ağaçlı, çiçekli bahçe de olacak. Çevre duvarları da çitle değil,
mermerlerle yapılacak. Adı da bahçe kapısına mermer levha ile yazılacak. Siz bana
torunun adını verir misiniz? Bu arada hep amca, amca diyoruz. Gerçek adınızı rica
edeyim.”
“Benim adım Ġlhami Kundakçı, torunumun adı ise Ġsmet Kundakçı idi. Bu
söylediklerinizi yaparsanız Ġsmet çok sevinecektir. Sağ olun, sağlıklı yaĢayın. ġu
andan itibaren o arsa artık ne benimdir, ne de Ġsmet‟imindir. Senindir Doğanbey
oğlum. Hayırlı uğurlu olsun. Yarın gelin, tapu iĢinizi de çözelim.”
[240]
“Ġlhami Bey, siz hiç zahmet etmeyin. Bu iĢ oldukça yorucudur. Biz her Ģeyi
hazırlar, tapucuyu buraya eve getiririz. Siz bize arsanın tapusu ile nüfus
cüzdanınızı verirseniz, biz diğer gerekli belgeleri düzenler, iĢi ferağ aĢamasına
getiririz. Onun için de tapu memurunu, gereken kimseleri toplar eve getiririz.
Yarın Gülderen Hanım ve yardımcıları gelip evde hazırlık yapacaklar. Umarım
sıkılmazsınız. ġimdilik bize izin verirseniz biz de kaçalım. Yalnız bir Ģey daha
söylemem gerekecek. Yarın kardeĢim Tahsin ve eĢi Gülderen‟le birkaç arkadaĢı
gelip evi düzenleyecekler. Bu iĢ için izin verir misiniz? Umarım sizi yormadan ve
üzmeden iĢi çabuk bitirirler.”
“Sağ olun Doğanbey kardeĢim. Bu iĢi yaparsanız ben rahatsız olmak Ģöyle
dursun çok memnun olurum. Allah razı olsun sizden. Bu hanım kız söylediğim gibi
çok kibar bir kızmıĢ. Ben sanıyorum ki büyük olasılıkla bu iĢ onun düĢüncesinden
çıkmıĢtır. Çünkü bu iĢi erkek düĢünemezdi. Tekrar teĢekkür ederim.”
Ertesi gün, Tahsin, eĢi Gülderen, dört de yardımcı bayanla Ġlhami Bey‟in
evine gelerek gereken temizliği yaptılar. BeĢ bayan akĢama değin çalıĢarak
odaları, çamaĢırları, bulaĢıkları kısaca evdeki tüm eĢyayı da temizleyip gittiler.
Ayrıca Ġlhami Dede için bir haftalık yemek de hazırlayıp buzdolabına koydular.
Dedeye de döne döne tembih ettiler.
Ġlhamı Dede, o akĢam evinde rahat bir uyku uyudu. Ġsmet de görüĢmeye
gelmedi. Sabahleyin uyandığında dipdiri olarak kalktı. Kahvaltısını yaptı. Kapının
önüne çıkıp biraz dolaĢtı. Ama çabuk yoruldu. Bir kahvehanenin önündeki
sandalyeye oturdu. Amacı biraz dinlenmek sonra kalkıp evine dönmekti. Garson
gelip:
“Ne istersin amca?” deyince kendine geldi.
“Bir Ģey istemem oğlum, yorulmuĢum. ġöyle bir az oturup soluk almak
istedim.”
“Amca, anladım. Zorunlu olarak değil, kabul edersen ikram olarak sana bir
Ģey sunmak istedim. Kabul edersen çok sevinirim.”
“Peki, evladım. Değil mi ki gönlünden geçmiĢ. Sen ne istersen onu getir?”
deyince garson gidip içerden bir köpüklü kahve ile bir bardak su alıp getirdi.
“Buyur, dedeciğim. Afiyet Ģeker olsun,” diyerek bırakıp gitti.
Dede kahvesini yudum yudum içerken çok mutlu görünüyordu. Artık evine
dönebilirdi. Gelen garsona teĢekkür etti. Titreyen adımlarla evine gitti. Kapıdan
içeri girince telefonun çaldığını duydu ama yetiĢemedi. Açtığında çoktan
kapanmıĢtı. Vazgeçerek:
“Ne yapayım, yetiĢemedim. Çok gerekiyorsa bir daha arasınlar,” diyerek
telefonu yanına koyarak beklemeye baĢladı. Aradan nence zaman geçti, bilemedi.
Ama kapının çaldığını duyarak kalktı. Gidip açınca karĢısında Doğanbey‟le Tahsin‟i
gördü:
“O, siz miydiniz?” diye sordu. Sonra kapıyı tam açarak, “Buyurun,
buyurun. Ġçeri girin,” deyip gelenleri içeri aldı. Ġki kardeĢ içeri girince:
[241]
“Biz seni daha önce telefonla aradık. Kimse açmadı. Amca uyuyor, dedik.
Sonra beĢ on dakika aralarla yine aradık. Son aradığımızda telefonu çok uzun
çaldırdık. Yine açan olmayınca, koĢup geldik. Hayrola Ġlhami Bey, uyuyor
muydunuz?”
“Yok, Doğanbey evladım. Kapının önüne çıkmıĢtım. Biraz yürümek istedi
canım. Yürüyünce yoruldum. Bizim evin üst yanındaki kahvehanenin iskemlesine
oturup dinlenmek istedim. Garson da bana bir kahve getirdi. Onu içtim. Doğrusunu
istersen sokağa çıkıp yürümek sanki bana iyi de geldi. Kahvemi içtikten sonra
kalkıp eve geldim. Kapıyı açarken telefon çalıyordu. Açtım ama gelip
yetiĢememiĢtim. Ben de belki bir daha ararlar diye, telefonu yanıma getirip
beklemeye baĢladım. Bu arada siz geldiniz. Demek arayan sizdiniz. E,e,e! HoĢ
geldiniz. Nasılsınız bakalım. ĠĢler nasıl?”
“Ġlhami Amca, Allah‟a Ģükür olsun. Bu arada bizim Gülderen Hanım‟ın da
size selamı var. Ellerinizden öpüyor. Yarın o, biz ve tapu müdürü hep birlikte saat
on on bir gibi geleceğiz. Sizin için uygun mu?”
“Neden olmasın? Buyurun gelin, o iĢi de bitirelim. Sizi bekleyeceğim.
Demek o, kibar kız da geliyor, HoĢ geldiniz, sefalar getirdiniz.”
“Ġlhami Amca. Biz nasıl olsa yarın yine geleceğiz. ġimdi biz seni gördük,
sevindik, yarın topluca geleceğiz. Bizden bir isteğiniz var mı?” diye sordu. YaĢlı
adam teĢekkür ederek bir isteği olmadığını belirtti.
Ertesi gün, saat on otuzda Doğanbey, tapucular bir arabada, Tahsin,
Gülderen ve iki yardımcısı da bir arabayla geldiler.
“HoĢ geldiniz. Nasılsınız?” seremonisi bittikten sonra memurlar defterleri
çıkarıp sorular sormaya, aldıkları yanıtları yazmaya baĢladılar. Bir ara Gülderen
Hanım‟ın adı geçince Tahsin:
“Burada, burada!” diye seslendi. Arkasından “Gülderen, biraz gelir misin.”
diye çağırdı.
“Efendim. Beni mi çağırdınız?”
“Evet, hayatım. Seni çağırdık. Oturur musunuz Ģöyle bir dakika. Memur
Bey istedi.”
Gülderen gösterilen yere oturup beklemeye baĢladı.
Tapu Memuru, “Ġlhami Bey. Sen bu arsayı Gülderen Hanım‟a sattın mı?
Paranı tam aldın mı? Alacak verecek bir hesabınız var mı?” diye sordu.
Ġlhami Dede, “Evet, sattım. Hiçbir alacağım da kalmamıĢtır. Kendilerine
hayırlı olmasını dilerim.”
Tapu Memuru, “Gülderen Hanım. Siz de duydunuz. Eskiden Ġlhami Bey‟in
olan söz konusu arsa, artık sizin malınızdır. Güle güle kullanınız. Hayrını görünüz.
Bu da yeni arsanızın tapusudur. Satana da alana da hayırlı olsun,” dedi. Tapu
senedini Gülderen Hanım‟a verdi. Gülderen zavallının hiçbir Ģeyden haberi yoktu.
Bir gün önce Doğanbey‟le Nigar, akĢam yemeğinde konuĢurlarken Vuslat
Hanım ısrarla istemiĢti: „Bu arsayı Gülderen‟in üstüne alın. Yoksa, hakkımı helal
[242]
etmem sizlere,‟ diyerek iĢi bağlamıĢtı. Bu olaydan Tahsin‟in de haberi yoktu. O da
ĢaĢırmıĢtı. Ne yapacağını, ne diyeceğini bilemiyordu. Birlikte getirdikleri sunuları
öğlen yemeği olarak misafirlerin önüne koydular. Daha sonra çaylarını, kahvelerini
içerek dağıldılar.
Yolda, Gülderen, Tahsin‟e:
“Bu nedir Tahsin? Senin haberin var mı bundan? Bana doğru söyle!” diye
Tahsin‟i sıkıĢtırmaya baĢladı. Tahsin, yemin ederek böyle bir olaydan haberi
olmadığına inandırmaya çalıĢıyordu. Atölyeye geldiler. Doğru Doğanbey‟in odasına
gittiler. Gülderen Doğanbey‟e:
“Ağabey, lütfen sen bana doğrusunu söyle. Bu olay, kimin aklına geldi de
bana bu oyunu oynadınız.”
“KardeĢim, sen ne diyorsun? Böyle bir Ģey ne görülmüĢ, ne de
duyulmuĢtur? Ġstediğin nedir? Yoksa bize kızdın mı?”
“Birdi, iki oldu, Doğanbey Ağabey. Önce ikincisi: Sahi bu sözleriniz bir Ģaka
mıydı, yoksa bir azarlama yöntemi miydi? Allah aĢkına doğrusunu söyleyin.”
“KardeĢim, sen Ģakayla ciddiyi birbirinden ayırabilecek zekâya sahipsin
Allah‟a Ģükür. Hangi azarlama gülerek yapılır. Gülderen, beni daha fazla üzme, o
sözler tam bir Ģakaydı. Ġnandıysan bunu geçelim. Birinciye gelince. Onu
cevaplandırmaya yetkili değilim. O suçun sahibi akĢama bizleri yemeğe bekliyor. O
cevaplandıracak. Beni bundan baĢka bir Ģey söylememe izin vermediler. Buna da
inanıp inanmamakta özgürsün. AkĢam yemeğini yerken gerçek suçlu gelip itiraf
edecek. Peki, biz Ģimdi küskün müyüz?” dedi.
Gülderen çok utanmıĢ bir durumda gidip ağabeyinin elini öptü:
“Affet Ağabey!” dedi. O da kendisini alnından öptü. Böylece barıĢmıĢ
oldular. Herkes iĢinin baĢına dönüp çalıĢmaya baĢladı.
Doğanbey, Mühendisleri çağırmıĢ, onların gelmesini bekliyordu. Kırk elli
dakika sonra üçü de geldi. Tapuları incelediler. Sonra da:
“Hayırlı olsun. Yalnız bu iki tapuyu birleĢtirip, aynı ada yazılmıĢ iki parselin
birleĢtirilmesi gerekir. Siz bize bırakın, onu da biz yaptırabiliriz,” dediler.
Bu söz üzerine Doğanbey:
“Siz zahmet etmeyin. BaĢvuru yapıldı. Belki yeni birleĢtirilmiĢ parsel yarın
gelecek. Eğer zahmet olmazsa siz oradan alın, ben sizden plan ve projeyi
bekliyorum. Siz bana onu bir an önce getirmeye bakın,” dedi.
Mühendisler o tapuları alıp giderken Doğanbey onları geri çağırıp, tapuları
ellerinden geri alıp fotokopisini çektirip, Mühendislere fotokopiyi verdi.
“Aslı bana akĢam gerek,” dedi.
Mühendisler fotokopiyi alıp gittiler. Onlar gidince Doğanbey Tapu
Müdürlüğüne telefon ederek mühendislerin gelip alacağını söyledi. Artık akĢam
yaklaĢmıĢtı. Tahsin‟i ve Gülderen‟i çağırıp:
“Haydi, toparlanın. Bugün biraz erken çıkıyoruz,” diyerek onları uyardı.
Aradan yarım saat geçince Tahsin ve Gülderen:
[243]
“Biz hazırız,” diyerek geldiler.
Doğanbey‟in arabasına binerek Vuslat Hanım‟ın evine gitmek üzere hareket
ettiler. Yoldan bir çiçekçiye uğrayıp iki demet çiçek alan Doğanbey, çiçekleri
Gülderen‟in kucağına verip hareket ettiler. Yolda o çiçeklerden birini Vuslat
Hanım‟a, birini de Nigar Hanım‟a vermesini rica etti.
Eve geldiklerinde Doğanbey, annesine ve eĢi Nigar Hanım‟a seslenerek eve
geldiklerini ve misafir odasında oturduklarını söyledi. Vuslat Hanım, Nigar Hanım
iĢlerini bırakmıĢ, ellerini yıkamıĢ gelmiĢlerdi. Ġçeri girince Gülderen‟in ayakta
kendilerini beklediğini görüp ona doğru yürüdüler. Önce Vuslat Hanım:
“HoĢ gelmiĢsin güzel kızım. Ayaklarına sağlık. Ne iyi ettiniz de geldiniz,”
diyerek sarılıp gelinini öptü. O da elini öperek:
“Buyurun, anneciğim,” deyip çiçek demetinin birini verdi. Sonra eltisiyle
kucaklaĢtılar. Ona da öbür demeti verdi. Hepsi yerlerine oturup hal hatır sormaya
baĢladılar.
Derken Doğanbey, “Anne, bak. Güzel gelininin sana soracak bir sorusu
var,” diye topu Gülderen‟in önüne atıverdi.
Vuslat Hanım, “Söyle benim güzel gelinim. Nazlı kızım.”
Gülderen, “Anne, bu tapu iĢini kim böyle düzenledi. Allah aĢkına, sen bari
bana bir doğru yanıt ver.”
Vuslat Hanım, “Bir gün önce evde Nigar Ablanla konuĢuyorduk. Onun
teklifi ile oldu. Tabi, Nigar çok ısrar edince ben de kabul edip Doğanbey oğluma
söyledim. O da gereğini yaptı. ġimdi sen bu arsa ile Ģirketin ortağı oldun. Biz
eskiden dört kiĢiydik Ģimdi sen geldin beĢ kiĢi olduk. Sekiz dokuz ay sonra da altı
kiĢi olacağız. Tümümüz, senin önerdiğin kurumun ortağı olacağız. Yalnız senin
ortaklıkta iki payın olacak; birisi emeğinin karĢılığı, diğeri senin malın olan arsanın
payı olacak. Bir de gelecek torunumun payı var. On sekiz yaĢını bitirip rüĢtünü
ispat edinceye değin, o da sende kalacak, oldu mu üç hisse. ġimdi üç bende, iki
sende beĢ eder. Gelin, biz bu hisseleri ona çıkartalım ve dağılımı da Ģöyle olsun.
Vuslat üç, Doğanbey iki, Gülderen iki+bir=üç, Tahsin bir, Nigar Hanım bir. Oldu
mu on hisse. ġimdi herkes bunu böyle bilsin, böyle değerlendirsin. Oldu mu? Kabul
mü?”
Gülderen dıĢında herkes:
“Oldu. Kabul!” diyerek, oylamaya katıldı. Böylece Gülderen, Aile
Ortaklığının onda iki hissesine sahip oldu. Gülderen adına arsa alınırken parayı da
Vuslat Hanım‟ın vermiĢ olduğu anlaĢıldı. Vuslat Hanım o parayı Gülderen‟e
karnındaki çocuğun müjdelenmesi haberine karĢılık vermiĢ olduğunu, herkesin
önünde açıkladı. Herkes de memnun oldu. AlkıĢlayarak hem kutladılar, hem
sevindiklerini açıklamıĢ oldular: Böylece Gülderen de anlamıĢ oldu. Kalkıp
kaynanasının elini öperek ondan özür diledi ve teĢekkür etti.
Yemekten sonra eve gidince Gülderen, Tahsin‟den özür dilercesine:
“Senin gerçekten haberin yokmuĢ, bunu anladım,” dedi.
[244]
Bunun üzerine Tahsin Ģunu söyledi:
“Gel seninle bir anlaĢma yapalım. Bir daha birbirimizin sözlerinden
kuĢkulanmamaya söz verelim, ister misin?”
“Tabi, canım kocacığım. Yoksa alınmıĢ mıydın? Bak iĢte Ģimdiden söz
veriyorum. Bundan sonra yüzde yüz yalan ve yanlıĢ da söylesen, vardır bir nedeni
diyecek ve sana o konuda bir Ģey sormayacağıma yemin ediyorum. Oldu mu
sevgilim,” diyerek kocasının isteğini yerine getirmiĢ oldu.
“Biliyorum sevgilim. Sen sözünü tutarsın. Bundan hiç kuĢkum yoktur. Ben
de sana söz veriyorum. Mecbur olsam bile sana yalan söylemeyeceğim. ġayet
söylemek zorunda kalırsam, ilk fırsatta sana bunu itiraf edip nedenini
açıklayacağım. Buna da ben söz veriyor ve yemin ediyorum,” diyerek her Ģeyi
tatlıya bağladılar. Sonra da yatağa girip uykuya daldılar.
Sabahleyin kalktıklarında herkes bir önceki günün yorgunluğunu atmıĢ,
yeni güne daha güçlü, daha dingin ve daha sağlıklı baĢlamıĢlardı. Yine her günkü
gibi alıĢılagelen iĢlerini sürdürmeye koĢmuĢlardı. On beĢ gün kimseye bir Ģey
söylemeden geçip gitti, geldiler on altıncı güne. Mühendisler yine geldiler
Ellerinde çantaları bir de sarılı bir paket vardı. Mühendislerden biri çantasından
bir tomar kâğıt çıkarıp, terzi masasının üstüne açtı. Doğanbey, Tahsin Bey,
Gülderen Hanım toplanıp planı incelemeye baĢladılar.
Mühendis Mehmet Bey, masanın çevresindekilerin hiçbirinin anlayarak
bakmaklarını anlayınca, terzi masası üstünde duran tahta metreyi alıp onunla
anlatmaya baĢladı. Bunun üzerine biraz daha iyi anladılar. Yine de tam
anlayamamıĢlardı. Birlikte gelen mühendislerin çantalarından birer plan daha
çıkarıp onları da anlatmaya baĢladı. Üç ortak, üç planın anlatılmasını ayrı ayrı
dinlediler. Hangisine karar vereceklerini bilemiyorlardı. Bunun üzerine Mehmet
Bey, elinde getirdiği sarılı paketi açarak, masanın üstüne kocaman bir maket
koydu. Bu çok güzel bir bahçe içinde bulunan bir fabrikanın görünüĢü idi. Bunu
görünce üçünün de gözleri parladı, yüzleri güldü. Mehmet Bey‟in getirdiği maket
beğenildi.
Doğanbey, “Biz bunu akĢam eve götürüp topluca bir görelim. Yarın gelin
size kararımızı bildiririz,” diyerek mühendisleri yolladılar. Ġki kardeĢ, bir de
gelin, oturup kendi aralarında bir ön görüĢme yaptılar. Sonra ondan vazgeçerek
kalkıp eve gitmeye karar verdiler.
Eve gidince planları falan hiç açmadan maketi gösterdiler. Hep birlikte onu
incelediler Sonunda çok beğenerek yeniden bir daha incelediler. GeniĢ bahçenin
bir köĢesindeki Küçük Ġsmet bölümüne takıldı kaldılar.
“KimmiĢ bu Küçük Ġsmet?” diye sorular baĢladılar.
Doğanbey, “Bu Küçük Ġsmet arsanın gerçek sahibidir. Dört ya da beĢ
yaĢındadır. Dedesi Ġlhami Bey onun iznini almadan arsayı satamadı. „Eğer Ģu
çeĢmeyi, havuzu, fıskiyeyi yaparlarsa; Ģu ağaçları, çiçekleri dikip eklerlerse, bir
de bahçenin çevresini mermerle çevirir kapısına da bir mermer levha asarlarsa
[245]
satarım. Ben geceleri arkadaĢlarımla gelir oynarım,‟ demiĢ. Biz de kabul ettik.
Arsayı bu koĢulla alabildik. ġimdi bunu götürüp Ġlhami Bey‟e de göstereceğiz.
Bakalım Küçük Ġsmet Bey de beğenip sevinecek mi?”
Vuslat Hanım, “Oğlum, ben bu anlatmandan hiçbir Ģey anlamadım. Sen
Ģunu aklı baĢında anlatsana.”
Doğanbey, “Anacığım. Ġsmet, Ġlhami Bey‟in hayatta kalmıĢ tek torunudur.
Dedesi de bu arsayı onun için saklamaktadır. Onunla her gün buraya gelip onun
burada oynamasını izlermiĢ. Hayatta bundan baĢka eğlencesi de yokmuĢ. Bir gün
yine burada oynarken ne olmuĢsa olmuĢ, Küçük Ġsmet hastalanmıĢ. Üç gün sonra
da ölmüĢ. Zavallı Ġlhami Bey yeryüzünde yapayalnız kalmıĢ. Geceleri Ġsmet‟ten
gayri gelip kendisini gören, konuĢan kimsesi kalmamıĢ. Biz arsayı almak için
gittiğimizde bize, „Arsa benim değil. AkĢama torunuma sorayım. Ondan sonra size
cevap verebilirim,‟ demiĢti. Biz de inandık. Ertesi gün gittiğimizde de bize
torununun satmak istediğini, ancak bir koĢulu olduğunu söyleyince, biz de ona
sorduk. O da bize iĢte bu koĢulları söyledi. Fiyatı sorduk, torununun yüz lira
dediğini söyleyince de ben de acıdım, yüz bin, dedim. Ve aldık. ĠĢte bu Küçük
Ġsmet‟in ve onun bahçesinin hikâyesi. O rahmetli çocuk, geceleri gelip bu bahçede
arkadaĢları ile oynayacaklarmıĢ. ġimdi anlaĢıldı mı anacığım?” diyerek sözlerini
bitirdi.
Dinleyenler öylesine üzülmüĢlerdi ki hiç kimse sesini çıkarıp bir Ģey
söylemedi. Böylece o akĢamki toplantı da kendiliğinden bitiverdi. Herkes kalkıp
evine gidip derin bir uykuya daldı.
Sabahleyin uyandıklarında akĢamki üzüntülü olayı unutmuĢ gibiydiler.
Doğanbey, annesine göstermek için getirdiği maketi geri alarak iĢ yerine gitti.
Gülderen ve Tahsin de gelmiĢlerdi. Onları yanına çağırarak plan ve maket
hakkında düĢüncelerini sordu.
Gülderen, “Ağabey, Tahsin de ben de beğendik. Biz bu planın
uygulanmasını istiyoruz. Annem ve Nigar Abla da uygun diyorlarsa baĢlayalım.
Bitirelim. Yalnız bize kaça mal olacak, gücümüz yeter mi?”
Doğanbey, “Sen orasını hiç merak etme. Biraz sonra mühendisler gelecek,
onlarla konuĢup anlarız,” diyordu ki kapı açıldı ve mühendisler içeri girdiler. Yalnız
bu kez beĢ kiĢi gelmiĢlerdi. Yanlarındaki iki kiĢiyi tanımıyorlardı.
Doğanbey, “Mehmet Bey, yalnız biz bunu Ġlhami Bey‟e göstermedik.
Bakalım o ne diyecek?”
“Doğanbey, siz onu hiç merak etmeyin. Aynı maket bir haftadır onun
elindedir. Yatağının baĢucunda duruyor. O çok beğendi. Sizi merak ediyor. Siz ne
yaptınız? Beğendiniz mi diye sormuyorum. Kesin beğenmiĢsinizdir. Siz bu planı
yaptırdığınıza göre, mutlaka ciddi bir niyetiniz vardır. ĠĢi baĢlatma konusunda bir
karar aldınız mı?”
[246]
“Evet, Mehmet Bey. O kararı biz çoktan aldık. Sizi sonra aradık. Bugün bu
saatte baĢlayalım, deriz. Yalnız bizim bilmediğimiz bir konu var: o da kaça mal
olacağı ve ödenmesi.”
“Bakın Doğanbey. Bu iĢ için Ģimdiden bir Ģey söyleyemeyiz. Gerçi size bir
proje yapıp getirdik. Bu da kesin olamaz. Yüzde elli daha ucuzlar, yüzde yirmi beĢ
daha artabilir. Kesin hesap iĢin bitimi sonunda belli olur. ġu anda size Ģu kadar
lira para gerek diyemem. Bak yanımda iki bey daha var bugün. Bunlardan biri Halis
Bey, (w)Bankası Kredi ĠĢleri Müdürü, diğeri de Sanayi Bakanlığı Temsilcisi Ali
Rıza Bey‟dir. Bu iki beyefendiyi rica edip getirdik. Halis Bey, size on milyonluk bir
hesap açarak iĢ süresince istediğiniz parayı çekebilesiniz diye. Bu on milyonun ne
kadarını kullanırsan onun faizi alınır. Kullanmadığınız bölümün faizi olmaz. ĠnĢaat
süresince siz, kendiniz nakit olarak ödersiniz ama o anda hazır paranız
olmayabilir. Zaman kaybetmemek için gerekirse bankadan çekebilirsiniz. Bu bizim
iĢimizin sigortasıdır. Sakın aklınıza kötü bir Ģey gelmesin. Ali Rıza Bey de Sanayi
Bakanlığının Esnaf ve Sanatkârlar Bölümünün Krediler Bölümü yetkilisidir. Onu da
gerektiğinde iĢimize yarayabilir diye çağırdım. Sağ olsunlar, her ikisi de beni
kırmadılar, Geldiler. ArkadaĢlarımla övünüyorum. Yeri gelince ikisinden de çok
yararlanacağız. Gelelim senin sorduğun son soruya. Yani bu iĢin maliyetine: Bu iĢ
bir buçuk milyon TL‟ye de, iki milyon TL‟ye de, en fazla iki buçuk milyon TL‟ye,
eğer çok anormal bir durum olursa, üç milyona da yükselebilir. Normal koĢullarda
iki iki buçuk milyona bitebilir.”
“Mehmet Bey, siz ne gerekiyorsa yapın, lütfen. Bu gün bitirelim bu iĢleri.
Siz de yarın baĢlayın.”
Bunun üzerine Mehmet Bey‟in arabasına binerek notere gittiler. Önce
Halis Bey‟i bankaya bırakıp geçerken Doğanbey, bankada imzalaması gerekli
belgeleri imzaladı. Sonra Ali Rıza Bey‟i bıraktılar. Sonra da notere giderek
Doğanbey‟in iĢi için gereken sözleĢmeleri imzaladılar. Böylece iĢe baĢlamak için
gereken tüm belgeler imzalandı. Dönüp geldiğinde Gülderen‟e:
“Yarın iĢe baĢlıyoruz, Gülderen!” diye müjdeyi verdi.
“Nasıl Ağabey?” deyince Gülderen, Doğanbey, ona her Ģeyi anlattı. Bu
arada bankanın kendilerine on milyonluk bir kredi verdiğini de söyleyince
Gülderen daha da çok sevindi.
Gülderen, “Ağabey, bankacının açıklamasını ben de duydum. Diyorum ki:
Gelin biz bu krediyi hiç kullanmayalım. O bir güvence olarak dursun. Tümümüz el
birliği ile inĢaat süresince elimize geçen parayı bankada açacağımız Ģirket
hesabına yatıralım, tüm yapım giderlerini buradan ödemeye gayret edelim.
SıkıĢtığımız zaman ancak gerektiğince oradan çekelim. Ve de ilk fırsatta onu
ödemeye çalıĢalım, dersem nasıl olur? Benim bu para iĢlerine pek aklım ermez,
hele banka kredi konularını hiç bilmem. Mehmet Bey burada açıklama yaparken
aklıma baĢka bir Ģey de geldi. O „Üç milyon gider,” demiĢti. Hatta bu en pahalı, en
anormal koĢullarda oluĢabilecek bir rakamdı. Eğer biz, bu hesabı doğru kabul
[247]
edersek Ģirket hesabını iĢ bitinceye değin bu rakamın altına düĢürmeyelim. Bina
yapılıp bittikten sonra da bizim daha üç milyonla değil, belki de gerçekten on on
beĢ milyona gereksinimiz olacaktır. ġimdi bu binanın yapımı ne zaman bitermiĢ?
Onu konuĢtunuz mu?”
“Evet, sevgili kardeĢim. SözleĢmemizde o da var. Mühendisler bir yıl
diyorlar. Binanın bize teslimi, doğal bir engel çıkmazsa bir yıl sonra olacak.”
“Ağabey. Bizim de zora girmememiz için Ģimdiden hazırlık yapmamız
gerekmez mi?”
“Hay Allah, ben bunu hiç düĢünememiĢtim. Sen aklınla yaĢa kardeĢim iyi
mi?”
“Sağ ol, Ağabey. Ben diyorum ki, bu akĢam da annemizin yanına gidip hep
birlikte bir görüĢelim. Nasıl, doğrusu da budur değil mi?” dedi. Doğanbey ve eĢi
Tahsin de bu öneriye olur deyince, akĢam annelerinin yanında bu konuyu
görüĢmeye ve orada bir sonuca bağlamaya karar vererek herkes iĢinin baĢına
döndü.
Gülderen odasına girince düğünden bir gün önce görüĢtüğü gazeteci ile balayı
sırasında görüp tanıĢtığı gazetecileri arayarak, onlarla hal hatır sorup kısa bir
söyleĢi yaptı. Ġkisini de üç gün sonra atölyeye davet etti. Daveti kabul edilince
kendisi de çok sevindi. Sonra da atölyede çalıĢan bayan arkadaĢlarını çağırıp
onlarla odasında bir toplantı yapacağını söyledi. Sora da Doğanbey ve Tahsin‟i
çağırıp atölyelerde çalıĢan ve çalıĢtıran kimler varsa tümünü toplayıp, onlarla bir
söyleĢi yapmak istediğini belirterek, onlara Ģöyle dedi:
“Sevgili Ağabey‟im, Canım Kocacığım ve birlikte çalıĢmaktan büyük zevk
aldığım değerli arkadaĢlarım. Bu kadronun içinde bulunuĢumdan dolayı, ben de
büyük bir gurur ve onur duymaktayım. Sizlere duyuracağım çok önemli haberlerim
var. Önce Ģunu söylemem gerekir. Bu binada en çok bir yıl çalıĢacağız. Bir yıl
sonra iĢte duvarda gördüğünüz Ģu planda anlatılmaya çalıĢılan ve Ģu masanın
üstünde gördüğünüz maketle biraz daha kolay anlayacağınız binaya taĢınıyoruz.
Biz bu binaya yalnız gitmeyeceğiz. Üç gün sonra buradan dünyaya seslenecek ve
çağrı yapacağız. Onlarla bağlantı kurup kadromuzu geniĢleteceğiz. Kadromuz
uzmanlarla dolacaktır. Her alanın uzmanları ile birlikte çalıĢacağız. Uzman
sekreterimiz, uzman çevirmenlerimiz olacak. Bundan baĢka kadromuzda uzman
ekonomistler, plancılar gibi kendi alanlarında yetiĢmiĢ kiĢiler de bulunacaktır.
Sanayi Bölgesinde çok geniĢ bir arsa alındı. Tapu kadastro iĢleri tamamlandı. Üç
yetiĢkin mühendisle sözleĢme yapıldı. Yarın iĢe baĢlanılıyor. Biraz önce ülkemizin
değerli moda dergilerinden ikisine telefon edip çağırdım. Değerli arkadaĢlarım, üç
gün sonra gelecekler yerinde inceleme yapacaklar. Benimle yapacakları
röportajları tüm dünyaya duyuracaklar. Ġstedim ki sizlere de duyurayım. Benim
balayında düĢtüğüm duruma düĢmeyesiniz. ġimdi sizden bir ricada bulunacağım.
Bu gelecek hanımlar yalnız gelmezler. Yanlarında kameramanları, fotoğrafçıları da
bulunur. Kendileri bizlerle meĢgul iken bunlar sağda solda gözlerine çarpan bir
[248]
düzensizlik gördüler mi, hemen mal bulmuĢ mağribi gibi onu tespit etmeye
uğraĢırlar. Aman onlara bu fırsatı vermeyelim. Çok titiz çalıĢalım. Onların ellerine
kötü bir koz vermeyelim. Atölyede, iĢyerinde temizliğe, düzene çok önem verelim.
Oldu mu benim değerli arkadaĢlarım. Sizlere güveniyorum. ġimdiden tümünüze
teĢekkür ederim. Sağ olun, var olun, sağlıklı yaĢayın.”
Sözlerini bitirip yerine oturunca, Doğanbey yerinden kalkmadan:
“ArkadaĢlar, Gülderen Hanım‟ı dinlediniz. O artık bu iĢ yerinin üçüncü eĢ
baĢkanıdır. ġirketimizin onda iki hissesinin sahibidir Bir de kocası Tahsin ile
gelecek bebeğin hisselerini sayarsak onda dört hisse eder. Bunu bilmenizi ben
istedim. Bunda hiçbir niyet, hiçbir amaç aramayın. Bu Ģirket içindeki konumunu
bilmeniz açısından yararlı olacaktır, inancındayım. Yani kısaca onun söylediklerini
ayrıca benden duymanıza gerek olmadığını vurgulamak istiyorum. Beni dinlediğiniz
için teĢekkür ederim,” diyerek toplantıyı bitirdi.
ÇalıĢanlar, iĢlerinin baĢına döndüler. Doğanbey, Tahsin ve Gülderen yalnız
kalınca kendi aralarında konuĢmaya baĢladılar.
Doğanbey, “Gülderen, sen Ģimdi bu gazeteci hanımların ne zaman
geleceklerini biliyor musun? Yani bunlar üçüncü gün mü, yoksa üç gün sonra mı
dediler. Sen Ģimdi onları bir daha ara ve ikisine de sor bakalım. Ne günü, saat
kaçta gelecekler. Bunu öğrenelim ki biz de ona göre hazırlanalım. Olmaz mı
kardeĢim?”
Gülderen, “Haklısın, Ağabey. Ben bunları düĢünemedim. Özür dilerim. ġimdi
arar sorarım,” dedi ve telefona sarıldı. Ġkisi ile de anlaĢıp cumartesi saat on yedi
diye kesin karara bağladılar. Bunun üzerine Gülderen:
“Ağabey, sağ olasın. Sayende iĢi sağlama bağladık.”
“Canım kardeĢim. Bu iĢi sen baĢardın. Seni kutlarım. Yalnız Ģimdi bir de
Oya Hanım‟ı arayıp durumu ona anlatsan, bu gibi iĢlerde ne yapılır, ne sunulur?
Onu da o bilir. Yalnız biz, bu sunu iĢini bilmeyiz. „Onu da siz yapar mısınız?‟ diye
bir sor bakalım. Seni sever, senden bir Ģey esirgemez. Biz bu iĢi onun üstüne
atabilirsek çok iyi olur.”
“YaĢa Ağabey, ben bunu da düĢünememiĢtim. Sen çok yaĢa. E mi?” dedi ve
hemen aklına PaĢazadeler geldi. Onları da çağırayım. Sonra da Oya Ablam‟ı
ararım.diye telefonu açtı:
“Alo, ÇeĢminur Hanımefendi ile görüĢmek istiyordum. Ben Terzi Gülderen
YeĢilbahçe.”
“Ben ÇeĢminur PaĢazade. Buyurun Gülderen Hanım.”
“Hanımefendi, sizden küçük bir ricam olacak. Eğer lütfederseniz
düğünden sonra diktiğim özel giysiler var ya, onları önümüzdeki cumartesi saat on
yedide atölyede olacak bir basın gösterisine sokmak istiyorum. Eğer sizce bir
sakıncası yoksa giyicileri ile buraya gelmeniz mümkün mü diye rica edeceğim.
Ayrıca tüm ailenizi de aynı basın toplantısına davet ediyorum. Kabul ederseniz,
[249]
lütfetmiĢ olursunuz. Doğanbey Ağabeyim de ayrıca rica ediyor ve saygılarını
sunuyorlar.”
“TeĢekkür ederim, hanım kızım. Ben de ağabeyine saygılar sunar,
cumartesi saat on yedide atölyenizde olacağımızı bildiririm. Ġstedikleriniz de
orada olacaktır. Hadi selamlar,” diyerek telefonu kapattı.
Gülderen bu kez de Oya Hanım‟ı aramak için telefonu açtı.
“Alo, Oya Abla. Ben Gülderen. Nasılsın? Ne yapıyorsun? Bebek ne zaman
geliyor?”
“Sağ ol, kardeĢim. Allah‟a Ģükür iyiyiz. Seni sorarım, sen nasılsın? Ha, bebeği
sormuĢtun. O da iyi artık yerinden usanmıĢ ben ne zaman çıkacağım, diye çırpınıp
çabalayıp duruyor. Ben de usanmıĢım o yaramazın hırçınlığından. Cumartesi gidip
uçağının gelmesini bekleyeceğim. En geç pazar günü evimizde olur inĢallah. ġimdi
sen söyle bakalım. Beni neden aradın?”
Önce biraz kem küm ederek lafı uzatmak istedi. Sonra Oya‟nın sert
buyurgan sesi iĢi bitirdi:
“Haydi, Gülderen. Fazla nazlanma. Sen boĢuna aramazsın, söyle bakalım.
Ne istiyorsun?”
“Vallahi ablacığım, önemli bir Ģey değil. Cumartesi iki bayan gazeteci gelip
benimle röportaj yapacaklarmıĢ. Ben de onları çok iyi karĢılamak istiyorum. Onun
için aramıĢtım.”
“Gelecek bu gazeteciler kaç kiĢi. Siz ve diğerleri toplam olarak kaç kiĢi
olabilirsiniz?”
“ġöyle böyle kırk beĢ kiĢi oluruz sanırım.”
“Peki, Gülderen Hanım. SipariĢiniz alınmıĢtır. Süper lüks olarak istediğiniz
anda uzman garsonlarımız gelip sunumu yapacaklardır. BaĢka bir isteğiniz var
mıdır? Güzel kardeĢim benim. Hadi, kalın sağlıcakla,” dedi ve telefonu kapattı.
Aradan iki gün çabuk geçti. Cuma günü Gülderen, gazetecileri yeniden
arayıp, yarın gelip gelemeyeceklerini sordu. Onlardan geliyoruz, sözünü alınca çok
rahatladı. Oradan evine gidince, Vuslat Hanım‟ı arayarak, ona ve eltisi Nigar
Hanım‟a telefon ederek yarın saat on yedide bir basın görüĢmesi olduğunu, belki
televizyona da alınacağını duyurdu. Kendilerinin de orada olmalarının çok iyi
olacağını söyleyip onları da çağırdı. Onlar da çok mutlu oldular.
Sabahleyin kalkar kalkmaz bir duĢ alıp saçını sardıktan sonra berberine
koĢtu. Saçlarını yaptırıp doğru iĢine gitti. Odasına çekilip üstünü baĢını
değiĢtirdikten sonra çok Ģık bir hanım olarak atölyeyi dolaĢtı. Sonra Doğanbey‟in
odasına gitti. Onunla konuĢup nelerden söz edeceklerini, neler söyleyeceklerini
kendi aralarında konuĢup bir karara vardılar.
Öğleden sonra Vuslat Hanım‟la Nigar Hanım da çıkıp geldiler. Yarım saat
sonra da Mehzat Öncel Hanım dört beĢ kiĢilik gazetecilik kadrosu ile geldiler.
Mehzat Öncel, “Tünaydın, Gülderen Hanım. Kusura bakmayın, biraz erken
geldik. Siz iĢinize bakın, bizim de kendi iĢlerimiz var. Tam on yedide sizi alacağız.
[250]
O zamana değin biz kimseyi rahatsız etmeyiz,” dedi ve ekibinin yanına gitti.
Onlarla çalıĢmaya baĢladı. Saat on altıda da Nazlı Afacan Hanım üç bayan
arkadaĢıyla geldi. Böylece gelecekler tamamlandı.
Oda iyice kalabalıklaĢmıĢtı. Gülderen bunun üzerine Tahsin‟i kendi odasında
bırakıp Vuslat Hanım‟la Nigar Hanım‟ı alarak Doğan Bey‟in odasına gittiler.
Doğanbey, odasında yalnız baĢına kalmıĢtı. Annesiyle iki gelininin yanına
geldiklerini görünce çok sevindi:
“Ne iyi ettiniz de geldiniz. Nerdeyse uyuyacaktım. ġuradan birer kahve
yapıp içelim de uykum dağılsın. Yoksa sizin yanınızda da uyuyabilirim,” diyerek
kalktı.
Gülderen, “Sen otur Ağabey, aranızda yaĢı en küçük olan benim.
Dolayısıyla o görev bana düĢer,” diyerek kahve yapmaya kalktı.
Çok geçmeden kahveleri yapıp getirdi. Kahvelerinden birer yudum almıĢlardı
ki telefon çaldı. Doğanbey açtı:
“Sen bir iki dakika idare ediver. Hemen geliyoruz. Çaktırma,” diyerek
telefonu kapattı. Gülderen‟e:
“Arayan Tahsin‟di. ĠĢlerini bitirmiĢler, bizi bekliyorlarmıĢ. Kahvelerimizi
çabuk içelim, fazla bekletmeyelim,” dedi.
Hemen içmeye çalıĢtılar. Ağızları yanarcasına içtikleri için kendileri de
ĢaĢırdılar. Ama sonunda baĢarmıĢlardı. Hemen çıkıp Gülderen‟in odasına koĢtular.
Girdiklerinde onlar da kahve içiyorlardı. Tahsin onları bekletmek için kahve yapıp
sunmuĢtu. Bu kez de acele etmek sırası onlara gelmiĢti.
Gülderen, “Acele etmeyin, rahat içiverin. Yoksa bizim gibi dilinizi, ağzınızı
yakarsınız,” diye takılınca hepsi birden gülmeye baĢladılar.
Kahveler içilip bitti.
Mehzat Öncel, “Buyurun, Gülderen Hanımefendi. Biz sizinle baĢlayalım.
Ġzin verirseniz size birkaç soru soracağım. BaĢlayalım mı?”
“BaĢlayınız.”
“Bize özgeçmiĢinizi anlatır mısınız?”
“Onu ben de bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. Altından bir çapanoğlu
çıkabilir diye korkarım. Benim, ne annem var ne babam var. Ben doğduğum gün bir
polis karakolunun kapısı önüne atılmıĢ, birkaç gün o karakoldaki polislerin, daha
sonra da onların teslim ettikleri Devletin YetiĢtirme Yurdu‟nda önce kendimi,
sonra çevremi, daha sonra da dünyayı tanımaya baĢladım. Kısaca size anlatacağım
bir özgeçmiĢ öyküsünü ben de bilmiyorum. Ne annem, ne de babam var. Ne de
ailem oldu. Hangisini anlatayım?”
“Peki, Gülderen Hanımefendi, özür dilerim. Bilmeden sizi üzdüğüm için beni
bağıĢlayın, lütfen.”
“Ne için, bugün annem de var, babam da var. Bir de ailem var. Babam emekli
yargıç Ġhsan Bey, annem ise ikiydi Ģimdi üç oldu. Birisi Yurdun Müdiresi‟dir. O,
Yurttaki bütün kızların annesi olan Müdire Anne‟dir. Ġkincisi babamın eĢi olan
[251]
annemdir. Üçüncüye gelince, o da karĢınızda oturuyor; sevgili eĢimin annesi Vuslat
Hanımefendi‟dir.”
“Peki, Gülderen Hanımefendi. Bu konuları geçelim. Siz bu mesleği nerede
kimden öğrendiniz?”
“Mehzat Hanımefendi. Önce sizinle bir anlaĢma yapalım isterseniz. Gelin
Ģu adlarımızı kibarlık mı desem, yoksa baĢka bir Ģey mi desem, huyundan vazgeçip
sadece Gülderen ve Mehzat desek nasıl olur? Siz bu saygıyı, ya da kibarlığı
baĢkaları için saklasanız daha iyi olmaz mı? Lütfen bana bundan sonra Gülderen
deyiniz. Çünkü ben de size Mehzat diyeceğim. Olmaz mı Mehzat?”
“Olur, Gülderen. ġimdi yeniden soruyorum. Sen bu iĢi nereden ve kimden
öğrendin?
“Ben bu iĢi, kendi babamın okulundan öğrendim. Benim gerçek babam,
herkesin de babası olan DEVLET Baba‟dır. Onun birçok KIZ ENSTĠTÜLERĠ var.
Ben orada okudum. Orda çok değerli öğretmenler vardır. ĠĢte onlardan öğrendim.
Daha sonra kendileri ile bağlantımı koparmadım. Olanak buldukça onları görmeğe
gittim. Öğütlerini, önerilerini dinledim. Onların salık verdiği yayınları aldım,
okudum. Babam beni getirip Doğanbey Ağabeyim‟in yanına verince de burada
gerçek uygulama alanı buldum. Artık gizli gizli çalıĢmıyordum. Gerçek insanlar
üstünde, gerçek kumaĢları kesip dikerek çalıĢıyordum. Yaptıklarım beğenilince
benim de güvenim arttı. Güvenim arttıkça, bu bende özgüvenin oluĢmasını sağladı.
Derken yaptığım iĢlere karĢı saygım geliĢmeye baĢladı. Sonra baktım ki babamın
bir zamanlar bize öğüt verirken üç önemli duygu dediği: „Özgüven‟, „Özsaygı‟
duyguları bende geliĢti. Bugün sevgili eĢim olan Tahsin‟i ilk tanıdığım gün de onun
bir hareketi ile bende „Özsevi‟ denilen duyguyu yakaladım. Ġhsan babamın bir
akĢam evde bize öğüt verirken söylediği o duygular bende geliĢmiĢ. O zaman
anladım ki ben gerçek Gülderen oluvermiĢim.”
“Peki, Gülderen. Bu durum senin konuĢmandan da anlaĢılıyor.”
Bu arada Nazlı Afacan‟ın sesi duyuldu:
“Gülderen Hanım, izniniz olursa birkaç poz fotoğraf çekmek istiyoruz.”
“Tabi, Nazlı Hanım. Burada izin almaya gerek yok. Siz istediğiniz pozu
çekebilirsiniz. Yalnız benim bir ricam olmuĢtu. Onu unutmayalım. Olmaz mı?”
“BağıĢlayın lütfen. Benden mi?”
“Hayır, efendim. Sizlerden. Yani Mehzat‟la senden. Birbirimizle
konuĢurken lütfen senli benli konuĢalım demiĢtim. Siz, hanım, hanımefendi gibi
sıfatlar bana çok ağdalı geliyor da ondan. Sen de yalnız, Gülderen dersen çok
mutlu olurum. Olur mu? Sanıyorum ki aramızda bir yaĢ farklılığı yok. Bir sınıf
ayrılığımız da yok. Öyle ise bu yapay süslemelerden vaz geçip daha rahat, daha
içtenlikli konuĢsak, nasıl olur, Nazlı kardeĢ.”
Nazlı Afacan da bu sözleri onayladı:
“Nasıl söyleyeyim bilmiyorum? Ġnan bana, ben de seninle aynı görüĢteyim
Gülderen.”
[252]
Sonunda anlaĢtılar.
Nazlı ve Mehzat‟ın ekibi ayrı ayrı çalıĢarak bir yığın fotoğraf çektiler,
kameralara aldılar. Sonunda anlaĢtılar. Mehzat dönüp bir soru daha sormak istedi.
“Gülderen, buraya değin her Ģeyi anladık. Aklımıza gelen her soruyu
sorduk. Yalnız Ģimdi aklıma gelen bir soruyu sormadan rahat edemeyeceğim. Senin
baĢka bir diyeceğin var mıydı?”
“TeĢekkür ederim Mehzatçığım. Bana göre en önemli soruyu Ģimdi
sordunuz. Öyle ki ikinizden biri sorabilir diye bekliyordum. Sağ olasın senden
geldi. Ben de rahat ettim. ġöyle oturursanız daha rahat edersiniz. Görüyorsunuz
yerimiz oldukça dar ve yetersiz. ĠĢimiz oldukça geniĢledi. Bir yıl sonra buraya
sığabilir miyiz? Bana göre olanaksız. Biz de bu yüzden bu atölyeyi değiĢtirmek
istiyoruz. Sanayi Bölgesinden on on beĢ dönümlük bir arsa aldık. Kentin en
tutunmuĢ mühendisler birliğinden türlü alanlarda ün yapmıĢ beĢ mühendis
görevlendirdiler. Bize Ģu plan ve projeyi hazırlayıp bir de yapılacak binanın ve
bahçenin maketini yapıp getirdiler. Kendileri ile anlaĢtık. Bize bir yıl sonra teslim
edebileceklerini söylediler. ĠĢe öbürsü gün baĢlayacaklar. Orada küçücük bir
tören yapacağız. Eğer gelirseniz, bizleri mutlu edersiniz. Bu arada Ģirketimizin
baĢkanı sevgili annemize de teĢekkür etmeyi bir borç biliyorum. Kendisine sizlerin
önünde teĢekkür ederim. Burada yapılan ne varsa, iyi olan her Ģey onun desteği ile
olmuĢtur. Bunu söylerken oğlu Doğanbey‟i de unutmuĢ değilim. Bu iĢlerin baĢında
Doğanbey gibi ileri ve aydın görüĢlü tam bir ağabey olmasaydı hiçbir Ģey olmazdı.
ġimdi sizlerden ricam lütfen onlarla da görüĢüp görüĢ ve düĢüncelerini almanızdır.
Söyleyeceklerim burada bitmiĢtir. Tümünüze sağlık ve esenlikler dilerim.”
Basınla iĢi biten Gülderen, odadan çıkıp Doğanbey‟in odasına gitti. Salih
Ağabey‟i gelmiĢ sofrayı düzenletmiĢ buldu: Masalar, tabaklar, çatallar, bıçaklar
ve kaĢıklar çok düzenli olarak yerlerine dizilmiĢlerdi.
“Ellerine sağlık, Salih Ağabey,” deyip kendi odasına döndü. Baktı ki iki
gazeteci kız, almıĢlar Doğanbey‟le annesi Vuslat Hanım‟ı karĢılarına, soruĢturup
duruyorlar. Onların iĢi bitinceye değin sesini çıkarmadan bir köĢede oturup
bekledi. ĠĢleri bitince kalkıp:
“Buyurun, bayanlar, baylar. Yemek odamıza geçelim,” deyip içeridekileri
yemek odasına götürdü. Salih ve yardımcı garsonları ile servise hazır
bekliyorlardı. ÇalıĢan hanımlarla birlikte kırk kiĢiden çok olmuĢlardı. Salih‟in
yaptığı servis ve YeĢilbağ Moda Evinin sunusu çok beğenildi. Herkes teĢekkür
etti. Ayrıca herkes memnuniyetini de ifade etti.
Temel atma günü gelmiĢti. Sabahın sekizinde Mehzat ve Nazlı ellerinde
moda dergileri, çektikleri fotoğraflar ve birkaç CD ile geldiler. Doğanbey, Vuslat
Hanım, Nigar Hanım, Gülderen ve Tahsin de gelmiĢlerdi. Bu gün temel atma
günüydü.
Böylece temel atma töreni baĢlamıĢ oldu. Bu arada Gülderen, babası Ġhsan
Bey‟i, kaynanası Vuslat Hanım‟ı, ağabeyi Doğanbey‟i de yanına alarak harcın
[253]
karıldığı yere gittiler. Orada harca saplanmıĢ küreklerden birer tane alarak, “Ya
Allah, Bismillah,” diyerek, ellerindeki küreklerle alabildiklerince harç alıp
gösterilen yere döktüler. Sonra sıra diğer konuklara geldi. Ġsteyen herkes gelip
kürekle harç alıp dökerek bu iĢe katkıda bulundu. O gün bu temel atma törenine
yüzden çok kiĢi gelmiĢti. Gülderen‟i asıl mutlu edenler ise bizim Kör Salih Takımı,
YetiĢtirme Yurdu‟nun tüm kadrosu ile gelmiĢ olmaları idi. Doğanbey o gün orada
beĢ kurban kestirdi. Sonradan öğrendiğimize göre: Kurbanların biri Vuslat Hanım
adına, biri Gülderen Hanım adına, diğerleri Doğanbey, kardeĢ Tahsin, eĢi Nigar
Hanım adına kesilmiĢ. Böylece YEġĠLBAĞ MODA EVĠ‟nin temeli atılmıĢ oldu.
Bu arada gelen bir haber topluluğu çok sevindirmiĢ oldu. Oya Hanım o
sabah sancılanmaya baĢlamıĢ, kocası Selim‟le babası Mustafa Bey alıp hastaneye
götürmüĢler. Saat on beĢte bir oğulları olmuĢ. O nedenle temel atma törenine
gelememiĢler. Bu haber tören yerinde bir bomba gibi patladı. Herkes çok mutlu
olmuĢtu.
“YaĢasın bebek. Bebek çok yaĢa,” çığlıkları atılarak bebeğin geliĢi
alkıĢlarla kutlandı.
Oya, doğumdan üç gün sonra hastaneden çıkarılarak evine getirildi.
Kendisinin ve bebeğin sağlık durumları çok iyiydi. Bir hafta boyunca tüm
tanıdıkları bebek için “HoĢ geldin bebek,” Oya ve Selim için de, “Hayırlı olun,
Allah analı babalı büyütsün,” ayrıca Oya‟ya da “GeçmiĢ olsun,” demeye gelenlerle
ev doldu taĢtı. Hafta sonunda gelen Akademi Müdürü Nurettin Becerikli ve
arkadaĢları çocuğun adını sordular. Oya ile Selim birbirlerinin yüzlerine bakarak
çok utanmıĢ gibi davranarak:
“Vallahi bu güne değin düĢünemedik, kusura bakmayın,” deyince Müdür
onlara bir saat süre verdi.
“Tam bir saat sonra soracağım. Bulduğunuz adı bu akĢam bu çocuğa
vereceğim. Bir haftadır adsız mı yaĢıyor bu zavallı,” deyince Mustafa Bey:
“Onun annesi de aylarca ad bekledi. Kaderleri örtüĢmüĢ Müdür Bey. Daha
ad koyma töreninin belgeleri lokantada benim kasada duruyor. Kızım bu güne
değin sana vermeği unuttum. Kusura bakma olmaz mı?” dedi.
Bunun üzerine Oya:
“Sen hiç merak etme babacığım. O kâğıtlar kolye olup kızının boynuna takılalı
kaç yıl oldu, ben de bilmiyorum,” dedi. Sonra Müdür Bey‟e dönerek “Müdür Bey.
Hadi, sizden rica edelim. Anneannesi, babaannesi ve iki dedesi de buradayken
gerçekten bu iĢi bitirelim. Biz anne ve baba olarak bir ad bulamadık. Bu yetkiyi
size bırakalım. Siz bir ad önerin, bizler de kabul edelim.”
Akademi Müdürü Nurettin Becerikli:
“Peki, hem anne babasının soyadı olan Efe‟yi bu küçüğe ad olarak versek nasıl
olur. Beğendiniz mi?”
Hatice Hanım ve Hidayet Bey, bu adı ayakta alkıĢlayarak, beğendiklerini ve
kabul ettiklerini gösterince, herkes de beğendi ve kabul etmiĢ oldular.
[254]
Böylece çocuğun adı da Efe Yaman oluverdi.
Aradan birkaç ay geçmiĢti. Oya, artık yatağa girmiĢ uyumaya çalıĢıyordu.
Uzun uzun telefon çaldı. Açtı, arayan Salih‟ti:
“Efendim,. Salih Ağabey. Hayrola, ne var?”
“Oya Hanım, Gülsevil çok hasta. Sancısı var. Ne yapalım?”
“Siz hiçbir Ģey yapmayın. Biz Ģimdi geliyoruz,” dedi. Telefonu kapattı.
Sonra Selim‟e:
“Kalk bakalım, gidiyoruz. Gülsevil‟in sancısı baĢlamıĢ.”
“Olur da, bu çocuğu ne yapacağız?”
“Yolda anneannesine bırakırız.”
“Olmaz! Ben telefon edeyim. O buraya gelsin.”
Telefonu aldı:
“Alo! Anne, ben Selim. Biz Gülsevil‟e gidiyoruz. Sen buraya gelir misin?
Yaramaz torunun, ben babaannemden baĢkasını istemem, diyor.”
On beĢ dakika sonra kapı çaldı. Selim kapıyı açınca annesi Hatice Hanım‟la
babası Hidayet Bey‟i görünce ĢaĢırdı:
“Baba, sen niye zahmet ettin?”
“Oğlum, beni de o yaramaz çağırdı. Dede, sen babamın sözlerine bakma.
Ben seni de istiyorum, dedi. Ben de korktum, kalkıp geldim. Hadi siz gecikmeyin.
Gülsevil‟e selam söyleyin. ĠnĢallah kolay geçirir,” diyerek Oya ile Selim‟i yolladı.
Oya ile Selim giyinmiĢ hazır bekliyorlardı. Hemen çıkıp Gülseviller‟e koĢtular.
Oraya yetiĢtiklerinde Gülsevil, AyĢe Nine‟nin dizine baĢını koymuĢ yatıyordu.
Ağlıyor mu yoksa uyuyor mu belli değildi. AyĢe Nine sağ eliyle onun saçlarını
okĢuyor; dudakları habire oynuyordu. Duruma bakılırsa o da gelininin kolay
atlatması için ya dualar ediyor ya da Kur‟an‟dan bildiği sureleri okuyordu. Oya‟nın
içeri girdiğini görünce ikisi de toparlandı:
Gülsevil, “HoĢ geldin, Oya Abla. Salih heyecanlandı. Galiba biraz da
korktu. Seni aramıĢ. Geldi bana söyledi. Çok üzüldüm. Kusura bakma. Hani aslında
senden baĢka da haber vereceğimiz kimsemiz yoktu. Lütfen bize kızma
ablacığım,” diye ağız yapıp dil dökerken, birden uzun bir “Ihhhh!” sesi, arkasından
surat buruĢturması, onun da arkasından fazla yüksek olmayan “Uyy! Ah!” çığlıkları
baĢladı.
Oya bu durumu görünce, hemen onu giydirip kocası Selim‟i ve Salih‟i
çağırdı:
“Ben ambulansı çağırdım. Siz de arkamızdan gelin.”
Selim, Salih‟i arabasına alarak Oya‟nın ambulansını beklemeye baĢladı.
Birkaç dakika geçince ambulans geldi. Gülsevil‟le Oya da ona bindiler. Doğru
Oya‟nın doğum yaptığı Doğum Evi‟ne doğru yola koyuldular. Selim arkalarından
onları izliyordu. Doğum Evi‟ne geldiklerinde Gülsevil‟i, doğruca doğum odasına
aldılar. Bizimkiler hastane koridorunda beklemeye baĢladılar. Salih, Oya ve Selim
bir saatten fazla beklediler. Sonunda bir bayan çıkıp koridorda bekleyenlere:
[255]
“Gözünüz aydın. Nur topu gibi bir kızınız oldu. Anne de çok sağlıklı. Sizleri
merak ediyor. Beni zorla gönderdi. Az bir iĢimiz kaldı. Yarım saat sonra anneyi de
bebeği de görebilirsiniz,” diyerek içeri koĢtu. O içeri girince Salih, koridorda
sevinçten göbek atarak zıplamaya baĢladı. On beĢ yirmi dakika sonra, biraz önceki
bayan elinde sarılı bir bebek olduğu halde geri geldi:
“Babam nerede benim. Elini öpüp onunla tanıĢmaya geldim,” diyerek
yanlarına doğru geliyordu ki Oya önünü keserek:
“Ben, teyzesiyim. Ver o yavrucuğu bana,” diyerek çocuğu alıp bağrına
bastırdı. Bu arada çocuğu getiren görevli elini cebine soktu. Oya‟ya da dönüp
teĢekkür ederek bir kenarda durup bekledi.
Oya, bebeği Salih‟e götürüp gösterdi. “Bak, Salih Ağabey. Sana dünya güzeli
bir kız göstereceğim. Bakalım beğenecek misin?”
Salih, bebeğe çok tuhaf duygularla yaklaĢıyordu. Adeta onu eline
almaktan korkuyor gibiydi. Oya onu bir de Selim‟e gösterdi. Selim geçen bir iki ay
içinde oldukça deneyim kazanmıĢ olmalıydı ki bilinçli bir ustalıkla onu kucağına
aldı, sevdi. Oya‟ya geri verdi. Oya Selim‟den bebeği alınca doğru anneye gitti.
Gülderen‟i yatağına yatırmıĢlardı. Ebe, hemĢire, bir de doktor ilk bakım ve
sağaltımlarını yapıyorlardı. Doktor:
“O çocuğu öyle gezdiremezsiniz. Lütfen aldığınız hemĢire hanıma
veriniz,” dedi. Oya yaptığı iĢin yanlıĢ olduğunu anlayarak suçlu suçlu götürüp
hemĢireye verdi. HemĢire:
“Size bir Ģey sorabilir miyim, efendim?” dedi.
“Gayet tabi, neden olmasın. Buyurun sorun.”
“Burada doğum yapan Oya Hanım değil misiniz?”
“Ta kendisiyim. Bu da benim kız kardeĢimdir. Kucağınızdaki de sevgili
yeğenimdir., dedi.
Tam o anda içeri giren doktorlardan biri tam anlamıyla buyurgan bir tavır
ve sert bir sesle:
“Ama, o bebe teyzeler, ablalar, halalar kucağında gezsin diye dünyaya
gelmedi. O çok uzun bir yoldan geldi ve de çok yorgun. Uyuyup dinlenmesi gerekir.
Hadi bakalım, onu aldığınız hemĢireye geri verin de yerine yatırsın. Sizler de
yorgun anneyi fazla rahatsız etmeden beĢ dakika içinde odayı boĢaltın. Anneyi de
bebeği de yarın gelip görürsünüz. Yarına değin ikisi de bizim sıkı gözetimimiz
altındadır. Ġkisi çok Ģükür sapasağlamdır. ġimdilik bir sağlık sorunu yok. Daha
sonra da olmamasını istiyoruz,” deyip dıĢarı çıktı.
Bu defa hemĢire:
“Hadi, bayanlar. Lütfen dıĢarı çıkınız. Doktorlar gelip hastayı kontrol
edecekler. Sizin bir an önce odayı boĢaltmanızı bekliyorlar.”
Böylece gelenlerin tümü birden odayı boĢaltıp, hastaneyi terk ettiler. Bu
duruma en çok sevinen Gülsevil olmuĢtu. Artık dayanacak gücü kalmamıĢtı. Dün
bütün gündüzü ufak sancılarla geçiren, gece uyuyamayan da kendisi idi. Üstelik
[256]
doğumla bir yığın kan yitirmiĢ, ne de olsa bir de ameliyat geçirmiĢti. Uyumak
istiyor uyuyamıyor, sorulan sorulara cevap vermekte zorlanıyordu. Bir hemĢire
gelerek kendisine ilaç verdi, bir de iğne yaptı. HemĢirenin odadan çıkıp gittiğini
göremedi. Çoktan uyumuĢtu. O gün yarım gündüzü ve tam geceyi uyuyarak geçiren
Gülsevil, ertesi gün erkenden uyandı. Bir hemĢire bebeği getirerek anneye verdi.
Ona nasıl emzireceğini anlattı. HemĢirenin gözetiminde çocuğu emdirdi. HemĢire
onun yanında ona anlatarak bebeğin gaz çıkarmasını da anlattı. Karnı doyan gazı
çıkan bebek hemĢirenin kucağında uyumuĢtu. HemĢire onu bebek odasına götürüp
yatırdı. Ziyarete gelenlere, bebeğin odasına girmeden onu dıĢarıdan pencere
camından izlemeğe izin veriyorlardı.
Dördüncü gün gelen doktor anneye artık çıkabileceğini, bebeğinin de
kendisinin de herhangi bir sorunu olmadığını söyleyince Gülsevil, Oya Ablası‟na
telefon ederek Salih‟in gelip kendilerini almasını söyledi. Aradan yarım saat
geçmiĢti ki Salih‟le Oya Abla gelip, gereken iĢlemleri yaptırarak bebekle ikisini
alıp evine götürdüler.
Böylece Salih, artık baba olmuĢtu. Tabii Gülsevil de anne idi. Eve
geldiklerinde en çok sevinen AyĢe Nine olmuĢtu. Hele o minnacık yavru kucağına
verildiğinde onu öyle bir bağrına basıĢı vardı ki görenlerin gözü yaĢardı.
“Benim kimsesiz öksüz Salih‟im, büyümüĢ de baba olmuĢ. Sana binlerce
Ģükür, Tanrım. Bana bu günü gösterdin ya, artık ne zaman istersen alabilirsin
emanetini Allah‟ım. Yeteri kadar yaĢadım, bu günü görmek için. Çok Ģükür gördüm.
Artık onun da bir bakanı var. Kimsesiz değil benim o küçücük, boynu bükük
torunum. Kızım Gülsevil, Salih artık sana teslim. Allah‟ını seversen onu üzme.
Salih, oğlum. Senden de rica ediyorum. Benim güzel gelinimi üzme, incitme. Ġkiniz
birbirinize emanetsiniz. Birbirinizi seviniz, seviĢiniz. TartıĢma dövüĢme sizlerden
uzak olsun. Bu sözlerim size emanet olsun. Unutmayın. Getirin o yavruyu bir daha
görüp, öpeyim. Ha sahi adını ne koydunuz?”
Gülsevil, “Nineciğim sana sormadan göbek adını AyĢe koyduk. Asıl adı da
Gülbebek olsun diyoruz. Bilmem beğendiniz mi?”
“O nasıl söz kızım? Siz çok güzel bir ad bulmuĢsunuz. Bu iĢ aslında anne ile
babanın hakkıdır. Kimse karıĢmamalı. Siz onu bir daha getirin de öpüp seveyim
azıcık.”
Gülsevil koĢarak bebeği getirip nineye verdi. O da alıp kutsal bir emaneti
okĢar gibi okĢayıp, onu sıkmadan incitmeden öpüp geri annesine verdi.
Herkes birbirine Ģunu soruyordu: “AyĢem Teyze neden böyle konuĢmuĢtu?”
Ama kimse doğru dürüst bir yanıt veremiyordu. Ġçlerinden biri, “Siz de yaĢar,
onun gençliğinde çektiği sıkıntıları çeker, doksan yaĢını devirirseniz, anlarsınız.”
Herkes anlamıĢ gibi baĢını sallayarak bunu söyleyeni onayladı.
Olayın üstünden üç ay geçmemiĢti ki zavallı AyĢe Teyze sizlere ömür.
Allah‟ın rahmetine kavuĢtu. Cenazesine çok sayıda insan katıldı. Tümü de Kör
Salih Takımının üyeleri, manevi kızlığına kabul ettiği ġükran‟ın ve Gülsevil‟in Yurt
[257]
arkadaĢları, Gülderen‟in tanıdıkları ve yeni akrabaları, kısaca tanıdık ve tanımadık
bir yığın insan katılmıĢtı. Olaya en çok üzülen ise kuĢkusuz zavallı Salih‟ti.
“Doksan yıldan fazla yaĢamıĢ bir insan böylece bir anda çekip gidiverdi. Bu
nasıl iĢti? ĠĢte Ģu bir yığın toprağın altında doksan beĢ yıldır, belki daha da fazla
yaĢamıĢ bir insan yatıyor. Gel de buna inan. Hadi Allah‟a ısmarladık nineciğim.
Allah senden rahmetini esirgemez umarım. Biz seni toprağa gömdük Allah sana
cennetinde yer versin. Âmin,” diyerek nineyi gömüdünde bırakıp Gülsevil‟le
evlerine döndüler.
Bir hafta evden çıkmayan Salih‟i “BaĢın sağ olsun” ziyaretine gelenler, teselli
etmeye çalıĢtılarsa da Salih, yine de üzüntüsünden kurtulamadı. Patronu ve babası
kabul ettiği Mustafa Bey ve kızı Oya Hanım, aĢağı yukarı her gün yanındaydılar.
Onu hiç yalnız bırakmadılar. Bir gün yalnız oldukları zaman Mustafa Bey‟le kızı
Oya Hanım‟a Salih:
“Ben artık çalıĢamam. Beni affedin,” diyerek iĢten ayrılmak istediğini
söyledi. Bunun üzerine Mustafa Bey‟le kızı Oya Hanım, her ikisi de bu durumu
uygun bularak, onun iliĢiğini kesip Sigortalar Kurumuna bildirdiler. Salih‟in
emeklilik ikramiyesi Mustafa Bey‟e bildirildi. Mustafa Bey de ona bir kat da
kendisi ekledi. Oya, babasına, bir de ben vereceğim deyince, Salih‟in emekli
ikramiyesi üçe katlanmıĢ oldu. Bütün iĢlemi Mustafa Bey takip edip bir gün
Emeklilik Cüzdanını getirip kendisine verdi. Bu arada Oya ayrıca gidiĢ dönüĢ uçak
bileti ile değiĢik Ģehirlerden beĢ yıldızlı üç otelden yer ayırtmıĢtı. Onları verdi.
“Sen, ne zaman istersen o zaman içindir. Nasıl olacağını sonra konuĢuruz.
Ama beni dilerseniz bir an önce gidip bu sıkıntılı ortamdan kurtulmanız iyi olur,”
diyerek onları bu atmosferden kurtarmaya çalıĢıyordu. Onu gören Gülsevil:
“Abla, sen ne diyorsun? Biz Ģimdi acele gidemeyiz. Bu iki buçuk aylık
çocukla nasıl gidebiliriz. Hiç olmazsa bu yavrucuk altı ayı doldursun, sonra
düĢünürüz,” diye itiraz edince Oya ona hak verdi.
“Haklısın, Gülsevil. Ben onu düĢünememiĢim. Benim bütün düĢüncem Salih
Ağabeyimi Ģu sıkıntılı ortamdan bir an önce kurtarmaktı. Tabii arada bebek
olunca iĢ değiĢir. Sen yarın Salih Ağabeyimi al, bana gel, orada bir karar veririz.
Olur mu? Söz mü?”
“Söz, ablacığım. Yarın Salih‟le birlikte sana geliyoruz.”
“Yalnız, yeğenimi de unutmayın. Onu da istiyorum,” dedi. Babasıyla
birlikte kalkıp gittiler.
Ertesi gün lokantaya gittiklerinde bir de ne görsünler, Salih daha
önceden gelip çalıĢmaya baĢlamamıĢ mı? Bir saat sonra Gülsevil bir çocuk
arabasıyla gelerek lokantaya girdi. Oya onu karĢılayıp arabadan çocuğu alarak:
“Benim sevgili yeğenim, ilk kez lokantaya mı gelmiĢ? HoĢ gelmiĢ, safalar
getirmiĢ.”
[258]
Dünyaya geldiği günden beri ilk kez evden çıkmıĢ ve lokantaya gelmiĢ olan
yeğenine harçlık ve türlü armağanlar veren Oya, onu, böylece karĢıladı. Salih de
yanlarına gelerek oturdu. Yalnız elinde bir valiz vardı. Oya ona:
“Nedir o, Salih Ağabey? Bir yere mi gidiyorsun?” mdiye takılınca, Salih
de:
“Mademki siz istemiyorsunuz, ben de pılımı pırtımı topladım gidiyorum.
Kendime yeni bir iĢ arayacağım,” diyerek yanıt verdi. Sonra dünkü konuyu konuĢup
karara bağlamak konusunu görüĢmeye baĢladılar.
Gülsevil, “Ben gece sabaha değin uyuyamadım Biz gezip eğleneceğiz,
sıkıntıyı atacağız, diye bu masumeye zarar vermeye hakkımız yok sanıyorum.
Benim biricik kızım, bu dünyada tek varlığım, tek dayanağımdır. Onu yolculukta,
otel odalarında yalnız bırakamam. Ama istiyorsa Salih kendisi gitsin. Onun böyle
bir geziye gerçekten ihtiyacı vardır. Öyle uzun boylu değil, ama iki üç günlük hadi
bilemediniz en çok bir haftalık gidip açılmasını ben de isterim. Ama daha
fazlasına dayanamam. Ne diyorsun sevgili kocacığım?”
Salih, “Sen dayanamazsın da ben dayanabilir miyim? Ben hiçbir yere
gitmiyorum. Ne sana ne çocuğuma dayanabilirim. Sen beni ne sanıyorsun? Hiçbir
yere gitmiyoruz. Gittiğimiz yerde çocuğumuz gezip koĢup oynamazsa, havuzda
veya denizde yüzüp eğlenmezse, „baba, anne‟ diye çığlık atmazsa orada benim iĢim
yoktur. Eğer bir geziye gitmek düĢünürsem o gezi benim sevgili güzel karımla ve
biricik yavrumla olursa bana mutluluk ve haz verir.”
Oya, “Yani kısaca siz ikiniz de böyle bir gezi istemiyorsunuz. O halde
burada kalıp çocukla uğraĢacaksınız Ben de size Tanrım kolaylık versin derim.
Evde sıkıldığınız zaman buraya da beklerim. Çıkın gelin. Hem sizleri görmüĢ
olurum, hem de bu dünya güzeli sevgili yeğenimi doya doya sevebilirim.”
Böyle konuĢup dururlarken ġükran içeri girdi. Yüzünde bir tuhaflık,
tavrında bir gerginlik vardı. Ġçerde Gülsevil‟i, Salih‟i ve Gülbebek‟ i görünce önce
bir ĢaĢkınlık geçirdi. Sanki o yalnız Oya‟yı görmek istiyormuĢ gibiydi. Ama içeriye
de girmiĢ oldu. Gülsevil ve Gülbebek‟le konuĢup oynayınca biraz rahatlamıĢ ve
sakinleĢmiĢti. Aradan ne kadar zaman geçti, farkında olamadılar. Aysel ve
AyĢegül de gelerek aralarına katıldılar. Bunu fırsat bilen Oya gizlice telefon
ederek Gülderen‟i de yanlarına çağırdı. Böylece YetiĢtirme Yurdu‟nun beĢ ünlü
güzelinin dördü bir araya gelmiĢ oldu. Aralarında yalnız Yüksel yoktu. O da
Ġstanbul‟da olduğundan hemen gelemezdi. Böylece Gülsevil, Gülderen, Aysel,
ġükran bir araya gelmiĢ oldular. Oya Abla‟ları onları alıp kendi odasına götürdü.
Kapıyı kapatıp onlara:
“Bana bakın kızlar, benim sevgili kardeĢlerim. Böyle bir araya gelmiĢken size
söyleyeceklerim var. Lütfen, beni iyi dinleyin. Sizlerden önce ben de, hatta
benden önce babam da orada kalmıĢ, oradan yetiĢme bir kızla da evlendirilmiĢ.
Evlenmelerini sağlayan Vali Bey de orada yetiĢmiĢ, orada büyümüĢ. Sizler bunları
bilmezsiniz. Benim bildiğime göre Vali Bey, babam Mustafa Bey, annem Yonca
[259]
Hanım, ben Oya Ablanız tümümüz o yurttan yetiĢenlerin üçüncü kuĢağıyız. Babam,
Vali Bey‟in yardımı ile bu lokantayı kurmuĢ, ben onun yardımı ile o küçücük köfteci
dükkânını büyültüp bu lokantayı yaptım. Benden sonra dördüncü kuĢak da
sizlersiniz. Dördüncü kuĢağın içinden bir Gülderen Hanım çıktı. Doğanbey ve
Tahsin kardeĢlerin terzi dükkânından YEġĠLBAĞ MODA EVĠ‟ni yarattı mı, yaptı
mı desem? Bir Yüksel kardeĢimiz çıktı, daha henüz Tıp Fakültesi altıncı sınıf
öğrenicisi iken baĢarılarını yerli ve yabancı gazetelerde görüp okuyoruz. Yani bir
zamanlar Zavallı YetiĢtirme Yurdu Öğrencileri denilen bu çocuklar, devletin
Ģefkatli eli altında yetiĢince görün neler yapıyor. Hiçbirimiz bugün zavallı değiliz.
Tümümüz hiçbir Ģey bilmiyorsak da, birbirimizle dayanıĢma ve yardımlaĢmayı
biliyoruz. Birbirimizi severken daha geniĢ boyutta insan sevgisini öğrendik. Bugün
dünyanın neresinde olursak olalım, hangi milletten olursa olsun, hangi dine, hangi
mezhebe bağlı olursa olsun, biz insanı insan olduğu için sever ve sayarız. Yardıma
gerek duyduğu anda koĢar elimizden gelen yardımı sakınmadan yerine getiririz.
Bizi koruma altına alan ve yetiĢtiren devletimiz sağ olsun. Hepimiz onun
çocuklarıyız. Bu nedenle de kardeĢiz. ġimdi ġükran kardeĢim sen söyle bakalım.
Gelirken yüzünde bir sıkıntılı hal vardı. KardeĢler dertlerini birbirlerinden
saklamazlarmıĢ. Senin o halin nedir? Seni üzen bir Ģeyler mi oldu? Anlat da bir
çözüm bulalım.”
ġükran, “Var Oya Abla, var. Biz yurtta beĢ arkadaĢ birlikte ne güzel günler
geçirdik. BeĢ arkadaĢın –pardon- kardeĢin üçü gitti. Biz kaldık iki kiĢi. Ġnanın
ikimiz de ne yapacağımızı, ne konuĢacağımızı bilmiyoruz. AkĢam oldu muydu
yemekten sonra uykumuz geliyor, düĢüp yatıyoruz. Hani o eski günler. Gece
sabahlara değin konuĢup ĢakalaĢmalar, bağrıĢıp çağrıĢmalar. Sabahleyin
kalktığımızda birbirimize „Günaydın‟ diyorduk. ġimdi onu da kestik. Ne ben
Aysel‟e, ne de Aysel bana küskün, ama konuĢmak içimizden gelmiyor. Biliyorum, o
da benim kadar üzgün bu iĢe. Biz eski dostluğu yitirdik arkadaĢlar. Eski
günlerdeki sohbeti, hatta çok az da olsa aramızda yaptığımız kavgaları özlüyoruz.
ġu zavallı AyĢegül aramızda mahvolacak diye korkuyorum. Hele Ģükür ki o
Gülderen‟in yanında gündüzleri kurtarabiliyor. AkĢamları geldiğinde bizimle
birlikte o da sus pus kesiliyor. Bu gidiĢle içine kapalı, konuĢmayı sevmeyen bir
insan olacak diye korkuyorum. Bütün derdim, bütün sıkıntım, bütün küskünlüğüm
iĢte bu anlattıklarımdan kaynaklanıyor. Çok uğraĢtım bir çözüm bulamadım. Ben
de gidip Oya Abla ile konuĢup bir çözüm arayım diye geldim. Burada tümünüzü
görünce de çok rahatladım. Açıldım. Kısa bir süre de olsa eski günlere gitmiĢ gibi
oldum. Sağ olun.”
Aysel, “ġükran doğru söylüyor. Birbirimizi hâlâ çok seviyoruz. Ama aramızda
bir kopukluk var sanki. Biliyorsunuz aranızda daima en az konuĢan bendim. En çok
konuĢan da ġükran‟dı. ġimdi ikimizin de içinden gelmiyor mu nedir, hiç
konuĢmuyoruz. Küskün, dargın değiliz. KonuĢacak konu kalmadı aramızda. Bunu ben
de düĢünmüĢtüm. Yine ġükran baskın çıkmıĢ, gelip bunu hepimizin önünde açık açık
[260]
dile getirdi. ġimdi ben de diyorum ki çözümü biz bulamadık. Canım Ablacığım, hadi
siz bir gayret edin de bizi kurtarın.”
Bunun üzerine Oya:
“Bakın kızlar. Ben Ģu anda bir Ģey bulamadım. Tümünüzü de tutukluyorum.
AkĢama burada hep birlikte bir yemek yiyeceğiz. O saate değin düĢündüklerimizi
orada ortaya dökeriz. Umarım bir çözüm buluruz.”
Oya sözünü tamamladı. Eline telefonu aldı. Önce babası Mustafa Bey‟i
sonra Hidayet Bey‟i, Ġhsan Bey‟i ve Tahsin‟i arayarak akĢam yemeği için lokantada
beklendiklerini, eĢleri ve çocukları ile geç kalmadan gelmelerini sıkı sıkıya tembih
etti.
Bunun üzerine Gülderen:
“Benim elimde bir iĢ vardı. Onu bugün gelip alacaklardı. Sen çağırdığın için
bırakıp gelmiĢtim. Ġzin verirsen ben gidip onu bitireyim. Yarım saatlik bir iĢi
kalmıĢtı aslında. Onu verir, Tahsin‟i de alır gelirim. Kızmazsın değil mi ablacığım?”
dedi ve kalkıp gitti. O gidince ġükran ve Aysel de kalktılar. Onlar da Gülderen‟in
atölyesinde çalıĢıyorlardı. Belki onlara da birer iĢ düĢebilir diye kalktıklarını
herkes anladı. AyĢegül de ġükran ve Aysel Ablasıyla kalkıp gidince bir Gülsevil bir
de Oya kalmıĢtı. Kendi aralarında konuĢarak çözüm aramaya koyuldular.
“Oya Ablacığım. Biz yurtta iken her akĢam konuĢmamızın tamamı değilse bile
yarıdan çoğu aile özlemiydi. Ġyi bir evlilik yapıp çoluk çocuğa kavuĢmak, onlarla
gülüĢüp oynaĢmaktı. Sanıyorum bugün Yurtlarda yaĢayan kızların tümünde de bu
umut ve hayal vardır. Ben Salih‟le evlenme kararı alırken de böyle oldu. AkĢam
beĢ arkadaĢ kendi aramızda konuĢuyorduk. Hangimiz kabul edelim, diye kendi
aramızda bir seçim yapalım derken, birden ben, nasıl oldu bilmem, „Seçime,
kur‟aya gerek yok! Ben istiyorum!‟ demiĢtim. Öyle de oldu. ġimdi çok da mutluyum.
Öyle sanıyorum ki bu arkadaĢların sıkıntısı da budur. Aralarından ben ayrıldım,
Gülderen ayrıldı. Yüksel de Ömer‟le niĢanlanıp ayrıldı. Biz üç kiĢi birden gidince,
kalan iki arkadaĢımız birden kendilerini boĢlukta kaldı sanarak üzüldüler. Bu
üzüntü ile Ģimdilik susuyorlar, yarın içlerinden kurarak belki de ummadığımız,
aklımıza getirmeyeceğimiz bir olay yaparlar diye ben korkmaya baĢladım. Böyle
giderse bunların ruh sağlıkları bozulabilir.”
“Peki, biz ne yapabiliriz?”
“Onu Ģu anda ben de bilmiyorum. Ama mutlaka bir çözüm yolu vardır. Bunu
da biz ikimiz bulacağız veya bulmalıyız.”
“Bak aklıma bir Ģey geldi. Gülderen‟le görüĢüp, hafta sonunda Ġstanbul‟a
gitmesini sağlamaya çalıĢalım Bunları alıp birlikte götürmesini söylersem, orada
hem Yüksel‟le görüĢürler, hem açılırlar. Ben bir ara Yüksel‟i arar senin
söylediklerini de anlatırım. Sanırım böylece sorunun yüzde yüzünü değilse bile
yüzde altmıĢ yetmiĢini çözeriz.”
[261]
“YaĢa, be Ablacığım. Sen daha çoğunu burada çözdün bile. Orada Yüksel ve
Ömer Ağabey‟e anlatırsan, onlar da kalan bölümünü çözer gönderirler. Sen sağ
olasın be Abla!”
O akĢam kimse ne için çağrıldığını bilmeden yemeklerini yeyip sohbet
etmeye koyuldular. Geç vakte değin süren söyleĢi tümüne iyi gelmiĢti. Hatta
ġükran‟la Aysel bile biraz açılmıĢ rahatlamıĢlardı. Kalkıp giderlerken birbirlerine
sarılmıĢ öylece gitmiĢlerdi. Ertesi gün Oya, Gülderen‟i arayarak ona
düĢündüklerini anlatıp ondan kendisine yardımcı olmasını istedi. Gülderen Tahsin‟i
de yanına alarak geldi:
Oya, “Bak, Tahsin. Biz Gülderen‟i üç ya da dört günlüğüne Ġstanbul‟a
göndermek istiyoruz. Ġki kardeĢimizin sağlıkları çok tehlikede,” diyerek tüm olayı
ona da anlattılar. Sonunda “Senden izin rica ediyoruz,” dedi.
Tahsin, “O kızları ben de kardeĢim gibi severim. Onlar için benim de bir
katkım olursa çok sevinirim,” diye konuĢunca, Oya teĢekkür ederek, bu gizli ve
özel konuĢmayı bitirdi.
Oya, o akĢam kimseye bir Ģey anlatmadı. Sadece yedi, içti ve eğlendiler.
Gece geç saatlere değin konuyla ilgili bir Ģey konuĢmadılar. Bu kalabalık toplantı
bile kızlara iyi gelmiĢti. Gece Yurtlarına giderken ġükran‟la Aysel ve AyĢegül
birbirlerin sarılmıĢ güle eğlene gitmiĢlerdi. Ertesi gün sabahleyin Oya, Gülderen‟i
arayarak ġükran‟la Aysel‟in ne yaptıklarını sordu. Onların ikisiyle de ayrı ayrı
görüĢmek istediğini söyledi.
Ġlk gelen ġükran‟dı: “Alo, ablacığım. Beni istemiĢsin. Hayrola, bir Ģey mi
vardı?”
“Bak, ġükran. Ġki gün sonra dört günlüğüne Gülderen, Ġstanbul‟a gidiyor.
Ona yol arkadaĢlığı eder misin, diye soracaktım. Seninle Aysel‟i de yanına verip
göndermek isterim. Orada Yüksel‟i de görürsünüz. Hatta evi uygunsa yanında
kalırsınız. Ne dersin ġükran? Olur mu?”
“Allah derim, Ablacığım. KoĢa koĢa gelirim. Aslında uzun zamandır hayal
ediyordum. Acaba ġu Ġstanbul‟u görmek bana da kısmet olur mu, diyordum. Olur,
ablacığım. Olur, gelirim. „Gülderen‟le gidilen bütün yollar cennete gider.‟ Sağ olasın
benim biricik ablam. Haydi, ben Aysel‟i veriyorum.”
“Alo! Abla. Ben, Aysel. Hayrola?”
“Bak, Aysel. Gülderen, bir iĢ için iki gün sonra Ġstanbul‟a gidecek. Orada
dört gün kalacak. Yalnız gideceği için ben yanına ġükran‟la seni de vermek
istiyorum. ġükran kardeĢime söyledim. O kabul etti. Ona, seni de kabul edersen
göndereceğimi söyledim. Eğer sen de kabul edersen üç kardeĢ birlikte gider
gelirsiniz. Ne dersin kabul mü Aysel?”
“Kabul ablacığım. Kabul. Ben de ġükran gibi çığlık mı atayım istersin? Onun
çığlığını ikimiz için de kabul et, lütfen.”
“Peki, öyle ise, hazırlanın. Ben size yarın değil öbürsü gün söylerim. Hadi
Ģimdilik hoĢça kalın. Kapatmadan Gülderen‟i verir misin?”
[262]
“Gülderen. TeĢekkür ederim. AkĢam iĢ dönüĢü Tahsin‟le bana uğrayabilir
misiniz? Sizinle özel olarak konuĢacağım bir konu var da onu konuĢalım. Hadi
öptüm. HoĢça kal.”
Aysel‟le ġükran, o gün bayram çocuğu gibi sevindiler. Konuyu Gülderen‟e
anlattılar. BaĢka bir iĢ yapamadıkları gibi Gülderen‟e de yaptırmadılar. Orada
Yüksel‟i de göreceğiz, Ömer Ağabey‟i de göreceğiz, diye hep Ġstanbul, hep
Ġstanbul konuĢtular.
Bir süre sonra Gülderen:
“Hadi, bakalım. Hep birlikte çıkıyoruz,” diyerek onları alıp dıĢarı çıkardı.
Gülderen, ġükran ve Aysel birlikte Tahsin‟in arabasına bindiler. Onları,
Gülderen‟in alıĢ veriĢ yaptığı mağazaya götürdüler. Onlara en beğendikleri
kumaĢlardan alarak geri döndüler.
Gülderen, atölyeye gelir gelmez hemen ikisinin de ölçülerini alıp kesmeğe
baĢladı.
“Bugün biçmeleri bitirelim. Yarın da atölyeye verir diktiririz. Ben
kardeĢlerimi Ġstanbul‟a öyle çırçıplak yollamam. Size her gün için birer giysi
dikeceğim. O giysiler içinde birer gerçek melek olduğunuzu görsün Ġstanbul
kızları. Baksın, hasetlerinden çatlasınlar. Erkekler de kız görüp imrensinler.”
Gülderen, önce biçmelerini sonra da teyellerini yapıp atölyeye yolladı.
Götüren çalıĢana da, „Bunlar yarın sabah provaya hazırlanacak,‟ diye de sıkı
tembih etti. Kendisi de Tahsin‟i alarak Oya‟nın davetine gitti. Oya onları
bekliyordu.
“Gülderen, bu kızları götürüyoruz ama onlara birkaç giysi alsak diyorum.
Bunu sen anlarsın birlikte çıkalım mı?”
“Ablacığım, ne gereği var sanki. Terzi kendi söküğünü dikemez derler,
doğrudur. BaĢkalarına dikemez dememiĢler. Yola çıkarken bakalım, kendilerini sen
tanıyabilecek misin? Dört gün orada ne sürprizler yapacaklar? Hiç merak etme
sen. DönüĢümüzde anlatırız. Siz yeter ki mutlu gelmemiz için dua ediniz. Ben
onlara dört gün için ayrı ayrı giysiler hazırlıyorum. Bugünden gidip kumaĢlarını
aldık. Sana gelmeden biçilip teyelleri yapıldı. Atölyeye yolladım. Yarın sabah bana
gelecek, ertesi gün ütüleri ve temizlikleri yapılıp teslim edilecekler.”
“Dün akĢam Gülsevil‟le konuĢurken aklıma geldi. Bu çocukları ben Ġstanbul‟a
yolluyorum. Orada Yüksel‟in ve Ömer‟in arkadaĢları ile tanıĢtırılsınlar istiyorum.
Gülsevil de uygun ve olumlu buldu. Bunun üzerine böyle bir karar almıĢ olduk.
ĠnĢallah iĢe yarar. Tanrı bizi ve onları piĢman etmesin.”
“Kesinlikle etmez, ablacığım. Göreceksin çok mutlu olacağız. Tabi, bizden
çok onlar mutlu olur inĢallah.”
Ġkisi birden “ĠnĢallah, Âmin!” dediler.
“Yarın akĢamüzeri bir ara sana uğrarsam, kızmazsın değil mi? Beni öylesine
ĢaĢırttın ki doğrusunu istersen çok merak ettim.”
[263]
“Ablacığım, sen ne zaman istersen gelebilirsin. Yani izin veya randevu
almaya gerek mi var. Yani ablam buraya canı istediği zaman çat kapı gelemez mi?”
“Yeter be kardeĢim. Geldiğinden beri beni zaten yeteri ölçüde utandırdın.
Benim senin yardımınla almak istediklerimi sen zaten benden önce almıĢ olmakla
beni yeterince utandırdın. ġimdi de yarın sana gelsem bu çok övdüğün giysileri
görebilir miyim dememi mi bahana ederek, beni utandırmaya devam ediyorsun?”
Bu zamana değin hiçbir konuya karıĢmayan Tahsin birden bire araya girip:
“Ne oluyor yahu? Bana güvenip kavga etmeye kalkmayın. Vallahi ayırmam ha!”
deyince ikisini de bir gülme krizi tuttu. Uzun uzun gülerken Oya ve Gülderen:
“Ne, ne, ne diyorsun sen? Yani biz kavga mı ediyoruz sandın? ġurada durmuĢ
tatlı tatlı konuĢuyoruz,” deyip gülmeyi daha bir süre sürdürdüler.
Gülderen, gülme faslını bitirince, kocasına dönüp bunun bir kavga olmadığını,
kimsenin buna kızmayacağını, darılıp gücenmeyeceğini anlatıp rahatlamasını salık
verdi. Sonunda:
“Biz Yurt kızları iĢte böyleyiz, ne yapalım. Buna alıĢtık. Bu alıĢkanlıktan
kurtulmak için uzun zamana ihtiyaç vardır. Ama Ģurası da unutulmamalıdır ki,
aradan ne denli zaman geçerse geçsin, bizim gibi abla kardeĢ olmuĢlar bir araya
gelince yine de döneriz eski günlerimize. Sen aldırma sevgili kocacığım. Biz bu
yüzden hiç kavga ettiğimizi anımsamıyorum. Gönlünü ferah tut.”
Oya, “Bu saatten sonra artık buradasınız. ġimdi Selim de gelir. Biz de bu
akĢam felekten bir gece çalarız. Hadi bakalım. KoĢun yukarıya. Gülderen sen
bilirsin o odayı. Bak bakalım orada dökük saçık, dağınık bir Ģey var mıdır? Varsa
sen bildiğin gibi düzenleyiverirsin. Sen de kusura bakma eniĢte, eĢini temizlik
iĢinde çalıĢtırıyorum, diye gücenme. Ben de akĢam soframız için bir Ģeyler
hazırlayayım. Affedersiniz özel bir isteğiniz var mıydı? Yoksa ne gelirse kabul
mü?”
Tahsin, “Sen ne getirirsen, biz onu yeriz sevgili baldız.”
Oya, “Hah, aferin! ĠĢte böyle uysal olursanız ikinizi de çok severim. Hadi
sizler iĢinize, ben de iĢime gidiyorum,” deyip mutfağın yolunu tuttu.
Tahsin‟le Gülderen de yukarı çıktılar. Aradan beĢ dakika geçmeden yanlarına
Mustafa Bey geldi. Ondan birkaç dakika sonra Salih ve Gülsevil de geldiler.
Hemen arkalarından Selim de gelince kadro tamamlanır gibi oldu. Gerçi Odada
baĢka yer kalmamıĢtı. Bir tek yer vardı. O da Oya‟nındı. O da gelince her Ģey
tamam oldu. Artık iĢ garsonlara kalmıĢtı. Biri bayan üç garson geldi, masayı
servise hazırladı. Sonra da servise baĢladılar. Bir büyük ĢiĢe de Yeni Rakı
gelmiĢti. Getiren çocuklar, onu da açarak isteyenin bardağına döktüler. Bu Ģekilde
gece geç vakte değin sürdü.
Bu yemek söyleĢisinde Oya:
“Dün akĢam konuĢtuğumuz her Ģey olumlu sonuçlandı. Gülsevil, yarından
sonra iki onlar, bir de Gülderen üç kardeĢimiz Ġstanbul‟a Yüksel‟in yanına
gidiyorlar,” deyince, Gülsevil de çok sevindi. Bütün gecenin konusu bu oldu.
[264]
Ertesi gün Gülderen kızlara dikmekte olduğu giysilerin giyimli provasını
yapıyordu ki Oya içeri girdi. Önce ġükran‟ın sonra da Aysel‟in provalarını izledi.
Gördüğü giysilere ve aslında da çok güzel olan kızların kazandıkları güzelliklere
hayran oldu.
“Kız Gülderen, sen neymiĢsin meğer. Birinci sınıf bir güzellik uzmanıymıĢsın
da, haberimiz olmamıĢ. Sen bu iki çirkin kızı böyle bir bezle bu biçime sokarsan ya
bir de bu kızlar aslında biraz güzel olsaydılar, ne olurdu? Aferin, ellerine sağlık,
gerçekten çok güzel olmuĢ,” demekten kendini alamadı.
Yalnız ġükran‟la Aysel‟in canlarını sıkılmıĢ görünce:
“Sizlere ne oldu? Öyle somurtup durursunuz?” diye sordu.
Onlar yanıt vermeyince Gülderen:
“Abla, sen de terziyi öveyim derken, modelleri küstürdün. Böyle bir olaya
nasıl sebep olursun?” dedi.
“Böyle bir Ģakayı ciddi sanıp kendilerinin gerçekten çirkin olduklarına
inanmıĢ olan bu kızlara benim ne yapmam gerek? Onların kendilerinde var olan
değerleri anlayıp bilmeleri gerekmez mi? Allah‟ın kendilerine vermiĢ olduğu bu
gerçek değeri bilmiyorlar mı? Her gün karĢılarına çıkan insanların onlara ne
söylediklerinden çok, söylediklerinin doğru olup olmadığını bilmeleri gerekmez mi?
Cebinizde beĢ paranız yokken biri size gelip dese ki cebinizde beĢ yüz lira var
buna nasıl inanırsınız? Bakın kardeĢlerim, yeni bir ortama giriyorsunuz. Burada iyi,
dürüst, doğru söyleyen insanlar olduğu gibi yalancı, ikiyüzlü, sahtekâr, dolandırıcı
ve çıkarcı insanlar da vardır. Hiç kimsenin alnında, „Bu insan, Ģöyle biridir,‟ diye
yazmaz. Onu siz bulup anlayacaksınız. Biliyorum ki ikiniz de bu yeteneğe
sahipsiniz. Hadi güle güle gidin, bu mutsuzluğu üstünüzden atıp gelin. Sizleri
burada dört gözle bekleyeceğiz. Üçünüze de Allah yol açıklığı versin. Benden bu
kadar. Yarın yola çıkıyorsunuz. Sabah erken gideceğinizi bildiğim için Ģimdiden
vedalaĢalım. Hadi, ġükran, senden baĢlayalım,” deyip, önce ġükran‟ı, sonra da
Aysel‟i kucaklayıp bağrına basarak, iyi yolculuk ve iyi geziler, diledi. Onlar da
ablalarına önce teĢekkür ettiler, sonra da “Allah‟a ısmarladık,” dediler.
Gülderen ve atölyedeki arkadaĢları o akĢam sabaha değin çalıĢarak iĢlerini
bitirdiler. Sabahleyin Tahsin gelerek onları alıp terminale götürdü. Üçü de yolda
uyukluyorlardı. Ġstanbul‟a geldiklerinde karĢılarında Yüksel‟le Ömer‟i görünce
ĢaĢırdılar. Ġkisi de kendilerini karĢılamaya gelmiĢlerdi. Meğerse Oya dünden
telefon edip geleceklerini söylemiĢ. Onlar da bunun üzerine koĢup gelmiĢler.
Gelenleri alıp evlerine götürdüler. Yolda giderken Aysel, akĢam hiç
uyumadıklarını, üçünün de geceyi çalıĢarak geçirdiklerini anlattı. Eve geldiklerinde
Yüksel:
“Siz bugün yatıp dinlenin. Biz gidiyoruz. AkĢamüzeri geldiğimizde dinlenmiĢ
olursanız sizleri alıp çevreyi dolaĢırız,” dedi. Sonra hem Yüksel hem Ömer, ikisi
de “Hadi, sizlere Allah rahatlık versin,” deyip gittiler.
[265]
Kalan üçü de evde yatak yorgan aramadan birer divana uzanıp uyudular. Eve
sabah saat dokuzda gelmiĢlerdi. AkĢam on sekize değin kesintisiz uymuĢ
olduklarını görüp kendileri de ĢaĢırdılar. On beĢ yirmi dakika sonra Yüksel‟le
Ömer geldiler. Salonda divanlarda yattıklarını duyunca çok üzüldüler.
Yüksel, “Sizler bir Ģeyler de yememiĢsinizdir,” deyince, içerden mutfaktan
Ömer‟in sesi geldi:
“Yüksel, sen yemek yemeği bırak, bunlar daha kahvaltı bile yapmamıĢlar.
Her Ģey mutfakta olduğu gibi duruyor. Kusura bakmayın çocuklar. Bizler iyi bir ev
sahibi olamadık. Özür diliyoruz. Biz sizin için kahvaltı hazırlamıĢtık. Öğlen
yemeğiniz de dolaptaydı. Ġkimiz de çok üzgünüz.”
ġükran ve Aysel ikisi birden:
“Ömer Ağabey, siz hiç üzülmeyin. Eğer uyanabilseydik, biz onların kokusunu
alır, bulurduk. Ortada ne bir suç ne de bir suçlu aramaya gerek var. Hiç üzülüp de
canınızı sıkmayın.”dediler.
Yorgunluk duĢlarını alanlar çıkıp geldiler. Yüksel de çayları demlemiĢ,
sofraya getirmiĢti. ġaka ve takılmalarla akĢam çaylarını pasta ve börekle aldılar.
Sonra giyinip süslenip sokağa çıkmaya hazır duruma geldiler. Gülderen, ġükran‟la
Aysel‟in arasında, Yüksel‟le Ömer de yan yana arkalarından yolda yürürlerken
herkes onlara bakıyor, onları konuĢuyordu. Ama kimse onların giyiminden söz
etmiyor, yalnız Allah‟ın onlara bahĢettiği güzelliklerden söz ediyorlardı. O gün iki
saate değin dolaĢtılar. Ertesi gün ise Ömer, Fakülteye giderken kızlara:
“Hadi isterseniz bizim Fakülteye götüreyim. Gelmek ister misiniz?” diye
sorunca, kızlar hep bir ağızdan:
“Ġsteriz! Ġsteriz!” diye bağrıĢtılar.
Ömer, “Öyleyse hadi hazırlanın da çıkalım,” dedi.
Aysel ve ġükran hazırlanmaya gittiler. Gülderen de onlarla birlikte
giderek giyinmelerine, makyajlarına yardım etmek istedi. Ġçerde bir saatten çok
kaldılar ama dıĢarı çıktıklarında Yüksel‟in de Ömer‟in de dilleri tutulmuĢtu. Ne
diyeceklerini bilmeden anlamsız birkaç söz söylediler. Ancak baĢarılı olamadılar.
En iyisi susmaktır diye düĢünüp, onlar da bir Ģey söylemeden sustular. Fakülteye
girdiklerinde daha kapıdan giriĢlerinde herkesin dikkatini çekmiĢlerdi.
Erkeklerden çok kızlar ilgileniyorlardı. BoĢuna Ġstanbul‟un Hollywood‟u
dememiĢlerdi bu Fakülteye. Gerçekten Ġstanbul‟un değil tüm Türkiye‟nin güzel
kızları burada toplanmıĢlardı. Ama bu gelenler bu ülkeden ve bu dünyadan
değillerdi sanki. Onlar baĢka bir gezegenden gelmiĢ olmalılardı. Ömer de onları
önce zemin katta öğrenci kantinine soktu. Orada birer çay içtiler. Ġçtikten sonra
çıkıyorlarken baktılar ki kantinin hem içi hem de dıĢındaki koridor tamamen
dolmuĢ. Bütün kalabalığın yüzde altmıĢından fazlası kızlardan oluĢmuĢtu. Kızlar
giydikleri giysilerin kumaĢından, biçiminden, dikiĢinden söz ediyorlardı. Erkekler
de kızlardan söz etmekte yarıĢı kimseye bırakmak istemiyorlardı. Güç bela
kalabalığın arasından kendilerine zorla yol bulup merdivenlere doğru yürüyünce,
[266]
merdivenlerin daha önceleri tutulmuĢ olduklarını gördüler. ġükran bir Ģeye dikkat
etti. Eğer gülümseyerek „günaydın‟ derlerse, daha kolay yol bulabileceklerini
düĢünüp Aysel‟e bunu söyledi. Ġkisi de, denemekte yarar vardır, diyerek
baĢladılar düĢündüklerini uygulamaya:
“Günaydın arkadaĢlar, bize yol verir misiniz?” diyerek dördüncü kata değin
kolayca çıktılar. Ömer onları asistanlar odasına alıp kapıyı kapatınca, kalabalıktan
kurtulmuĢ olmanın verdiği rahatlıkla orada bir saate değin oturup dinlendiler.
Daha sonra dersten çıkan asistanlar, odaya gelince, birden sanki elektrik çarpmıĢ
gibi oluyorlardı.
Ömer, kızları, baldızım olurlar, diye tanıttı. Asistanları ise adları ile tanıttı.
“NiĢanlımın kendisi dıĢında altı kardeĢi daha var. Üçü evli, ablası Oya‟nın bir
lokantası var. Onu iĢletir. Lokanta dediysem sıradan bir lokanta değil, her türlü
yeniliği ve çağdaĢlığı ile üç geniĢ salonlu, kocaman bir yer. Kimi zamanlar
kodamanların düğünlerine verilir. Aynı zamanda bulunduğu bölgenin sanatsal
etkinliklerine de hizmet eder. Bir oğlu var. Kocası, Ġstanbul Güzel Sanatlar
Akademisi Klasik Türk Müziği Bölümü Asistanı, Selim Yaman‟dır. Diğer evli
kardeĢlerine gelince; birisi Gülsevil YetiĢir‟dir. Salih YetiĢir‟le evlidir. Salih, Oya
Hanım‟ın Lokantasında ġef Garson‟du, emekli oldu. ġimdi karısı ile çocuğuna
hizmet etmektedir. Diğer evli kardeĢi de, iĢte karĢınızda oturmakta olan
Gülderen Hanım‟dır. Kendilerini takdim etmekten gurur duyarım. Gülderen
baldızım, YeĢilbahçe Moda Evini‟nin hem ortağı, hem de ustasıdır. Kayınbiraderi
Doğanbey ve eĢi Tahsin‟le birlikte, anneleri Vuslat Hanım Efendi ile Gülderen‟in
eltisi ve Doğanbey‟in eĢi Nigar Hanım‟la birlikte Ģirketin ortağıdırlar. Bu Ģirket
bir aile ortaklığıdır. BaĢkan anneleri Vuslat Hanım‟dır. Önümüzdeki ayın on
beĢinde Gülderen ve Tahsin YeĢilbahçe‟nın de bir oğulları dünyaya gelecek. Bir de
benim sevgili niĢanlım Yüksel Hanım var ki, gelecek ayın sonunda yapılacak
düğünden sonra o da benim eĢim olacak. ġimdi bu altı kardeĢi tanıdınız. Yalnız bir
Ģeyi söylemeyi unuttum. Baldız Hanımların üzerinde görmüĢ olduğunuz giysiler de
sevgili baldızım Gülderen‟in eseridir. Bir eklenti daha yapmak zorundayım, Yoksa
beni çok periĢan eder. En küçük baldızım dokuz veya on yaĢındaki AyĢegül var ki
belki bu söylediklerimi Ģimdiden duymuĢtur. Ġlk karĢılaĢmamızda bana ne
gerekiyorsa onu yapacaktır. Özür dilerim, AyĢegül. Kızmadın değil mi? ĠĢte benim
eĢim ve baldızlar ailesi. Sizlere gurur ve onurla takdim edilir. ġu anda
baldızlarımdan ġükran, Aysel, AyĢegül henüz evli değildirler,” dedikten sonra
kızlara dönerek, “Sakın alınmayın. Bu beylerin tümü de evlidir. Aklınızdan neler
geçirdiğinizi sezinliyorum. ġimdi içinizden, eniĢtem bizi pazarlamaya mı çalıĢıyor,
diyorsunuz. Ama ben değil de, belki bu yakıĢıklı beylerin kendileri gibi yakıĢıklı
yakınları vardır diye düĢünmüĢ olabilirim,” diyerek konuyu çevirip gönüllerini
kırdığı kızları yeniden güldürmeye uğraĢtı.
Buraya geldiklerinden bu yana, iki saate yakın bir süre geçmiĢti. Gülderen,
Ömer‟e kimseye göstermemeye çalıĢarak kolundaki saati gösterdi. Ömer onun ne
[267]
söylemek istediğini anlamıĢtı. Bu kez kendi kolundaki saate baktıktan sonra,
kızlara dönüp:
“O,o,o! Kızlar. Yüksel Ablanız Ģimdi bizi bekliyordur. Hemen gitmezsek bize
kızar. Hadi bakalım artık yavaĢ yavaĢ kalkalım,” dedi.
Kızlar kalktılar, orada kalanlara “Allah‟a ısmarladık,” deyip el sıkıĢtılar.
Önce odayı, ardından da Fakülteyi terk edip Yüksel‟in Fakültesine gittiler. Yüksel
onları gerçekten bekliyordu. Onları aldı. Ġçeri girdiler. Kantine ve Asistanlar
Odasına götürdü. Bir güzelce dolaĢtılar. Kızlar burada da ilgi odağı oldular.
Kantinde, koridorlarda dolaĢırlarken Edebiyat Fakültesi‟nde olduğu gibi
arkalarından gelenler, hatta içlerinden kızlara söz atmaya çalıĢanlar bile
çıkıyordu. Yalnız burada kızlardan çok erkekler vardı. Kızlar erkeklerin arasında
kızlara çok sokulamıyorlardı. Ama her hallerinden belli oluyordu ki buradaki
kızların gözleri de kızlardan çok giyimlerindeydi. Erkekler ise giyime aldırmadan
giyinmiĢ olanları izliyor ve kendi aralarında erkekçe konuĢuyorlardı. ġurası bir
gerçek ki, gelen kızlar, burada ilginin kendilerine oluĢundan mutlu olmuĢa
benziyorlardı. Kimi erkekler konuĢurken seslerini ayarlayamıyor, ölçüyü kaçırıp
seslerini kızlara duyuruyordu. Ama belki de özellikle yapıp kızlar duysun
istiyorlardı.
“Allah‟ım bunları yaratırken sen yüceliğini göstermek mi istedin?”
“Allah‟ım sen bu güzelleri, meleklerini kıskandırmak için mi yarattın?”
“Baksana arkadaĢ, sen böyle güzel bacaklar gördün mü?”
Bu ve buna benzer, hatta biraz daha etik dıĢı sözlerle konuĢup kendi
aralarındaki kız arkadaĢlarını utandırıyorlardı. Kendi kız arkadaĢları dayanamayıp
zaman zaman uyarsalar bile birkaç dakika sonra unutmuĢ görünerek yine
baĢlıyorlardı. Artık zavallı kızlar da onları gezdirmeye çalıĢan Ömer de sıkılmaya
baĢlayınca, Ömer arkadaĢlarını alarak Yüksel‟le birlikte bir odaya soktu.
Girdikleri oda Fakülte temizlik görevlilerinin odası olduğunu bilmeden girmiĢlerdi.
Oysa orası temizlik iĢçilerinin boĢ zamanlarında oturup dinlenmeleri için verilmiĢ
bir odaydı. Orada bir süre kaldılar. DıĢarıdakiler dağılınca kendileri de o odadan
çıkıp Fakülteyi terk ettiler. O semti ve semtte görülmesi gereken yerleri
dolaĢtılar. Ġstanbul Üniversitesi‟ni dolaĢıp, oradan Süleymaniye Camii‟ni, Beyazıt
Meydanı‟nı, Beyazıt Camii‟ni, Beyazıt Kütüphanesi‟ni, Sahaflar ÇarĢısı‟nı, Küllük‟ü,
Belediye Kitaplığı‟nı, Patrona Halil Hamamı‟nı, Süt Damı‟nı (Türkiyat Enstitüsü‟nü)
gezdiler. Artık çok yorulmuĢlardı. AkĢam da bastırınca eve dönüp dinlenmek
istediler. Üstelik karınları da acıkmıĢtı. Kimse karĢı çıkmadan öneriye boyun eğdi.
Hep birlikte Yüksel‟in evine döndüler.
Yüksel, daha önce girdiği Yurttan ayrılmıĢtı. Yüksel:
“Burası, bizim Çocuk Esirgeme Yurdu gibidir. Burada ders çalıĢamıyorum,”
diyerek ayrılmıĢ, kendi baĢına bir ev tutmuĢtu.
Ömer, “Siz gidin, ben beĢ on dakika sonra size yetiĢirim,” diyerek
yanlarından ayrıldı.
[268]
Bizimkiler eve gelir gelmez üstlerinden o giysileri çıkarıp daha rahat bir
Ģeyler giydiler. Tam onlar rahatlamıĢ bir durumda iken Ömer geldi. Elleri ve
kolları dolu idi. Meğerse bunun için arkadan gelmiĢ. AkĢamın ve ertesi gün sabah
kahvaltısının gerekli olan yiyecek ve içeceklerini almıĢ, getirmiĢti.
Ömer, “Hadi bakalım kızlar, ben görevimi yaptım. Bunları yenecek duruma
getirip sofrayı hazırlamak da size düĢer. Hepimiz çok acıktık, ellerinizi çabuk
tutun. Bizleri çok bekletmeyin,” diyerek onları harekete geçirdi.
ġükran‟la Aysel, yerlerinden fırlayıp Ömer‟in getirdiklerini ellerinden alarak:
“Bundan sonrası da bizim görevimizdir, EniĢte Beyimiz. Senin getirdiklerini
yenecek durumuna getirip sofrayı düzenlemek de bize düĢer. Getirilenlerin neler
olduğunu bilmeden, size çok güzel bir Sultan Sofrası kuracağımızdan emin olun.
Yeter ki, bizi sıkıĢtırıp elimizi ayağımızı dolaĢtırmayın,” diyerek, Ömer‟in getirdiği
paketleri alarak mutfağa koĢtular.
Onlar mutfakta uğraĢırlarken Gülderen,
Yüksel ve Ömer, baĢ baĢa
kalmıĢlardı. Bunu fırsat bilerek Gülderen, onlara ġükran‟ın son günlerdeki
durumunu anlattı. Artık kimseyle konuĢmadığını; arkadaĢ gruplarına katılmadığını,
bir takım tuhaf davranıĢlar edindiğini ; sanki insanlara küskünmüĢ gibi davranarak
onlardan uzaklaĢtığını; daha da kötüsü bu halini bilmeden „Neden böyle
davrandığını soranlara‟, da onları kıracak yanıtlar verdiğini; böyle giderse yakında
çevresinde kimse kalmayacağını, anlatarak sizler yardımcı olabilirsiniz umuduyla
kendilerini, “Bir iĢim var, hadi sizinle birlikte gidip hem Yüksel‟i, hem Ömer
Ağabey‟i görür hem de biraz gezip tozup açılırız, diye ben getirdim.”Dedi.
Yüksel, “Siz, yarın öğleden sonra yine bana gelin. Ben Gençlik Sorunları
Bölüm BaĢkanımızla bir görüĢüp, ondan fikir aldıktan sonra belki kendisini de
görüĢtürebilirim,” deyip, sustu. Gülderen bu karara sevinmiĢti. Memnun oldu.
Yüksel‟e:
“TeĢekkür ederim, Yüksel kardeĢim. Ben de bunu isteyecektim. Ama sen
benden de ileri gidip iĢi bölüm baĢkanına değin götürmek istiyorsun. Bu senin
mesleğindir artık. Nasıl bilirsen öyle yap. Ancak olacak masraf ne olursa olsun ben
üstlenirim. Bu üçümüzün ortak bir sırrı olarak aramızda kalacak. Kim olursa olsun
aramıza bu konuda üçüncü kiĢi girmeyecek. Olur mu? Söz verir misiniz?” dedi.
Yüksel ile Ömer, “Olur. Söz. Kim olursa olsun bu iĢten kimsenin bilgisi
olmayacaktır. Emin olabilirsin,” dediler.
Tam bu sırada mutfağın kapısı açıldı. Aysel‟le ġükran dıĢarı çıkıp Ömer‟e:
“EniĢte Bey, sofrayı nerede istersiniz?”
Ömer, tam buraya dercesine konuĢmadan eliyle iĢaret etti. Bunun üzerine
Aysel ve ġükran da konuĢmadan iki ellerini baĢları üstüne koyarak yerlere kadar
eğilip selam verdiler. Geri geri çekilerek sultan huzurundan ayrılan cariyeler gibi
mutfağa girdiler.
Az sonra bizim modern cariyeler, sofrayı kurarak sultanı ve sultan
hanımları yemeğe buyur ettiler. Ömer, Yüksel ve Gülderen gelip yerlerini aldılar.
[269]
Ama cariyeler ayakta bekliyorlardı. Ellerinde birer havlu onları sanki birer
palmiye dalı gibi tutuyor ve bekliyorlardı.
Gülderen, “Bakın, kızlar. Bizler, analarımız, babalarımızla tümümüz birer
Cumhuriyet çocuklarıyız. Ne köleliği, ne de cariyeliği biliriz. Arabistan filmlerinin
örneklerinden esinlenip de yaptığınız bu maskaralığa bir son verip, gelin Ģöyle
yanımıza oturun da gülüĢe konuĢa yemeklerimizi yiyelim. Sofrayı güzel
hazırlamıĢsınız. Bakalım yemekleriniz nasıldır, tadına bakalım,” deyince gelip
yerlerine oturdular. Güle konuĢa yemeklerini yediler. ġakalar ve takılmalarla
geçen yemek süresi öylesine uzadı ki Yüksel:
“Sizlerin yatma, diye bir derdiniz yoksa varın sabaha değin oturun. Ben
sabahleyin yine Fakülteye gideceğim. Sabaha da çok kalmadı zaten. ġunun
Ģurasında dört beĢ saat sonra sabah da olur. Merak etmeyin, gündüz istediğiniz
gibi uyursunuz. Hadi sizlere Allah rahatlık versin, ben biraz yatacağım. Sizlere iyi
geceler, bol söyleĢiler,” diyerek yatmak için odalardan birine girip yattı.
Kızlar saate bakınca saatin gece biri geçmek üzere olduğunu görüp hemen
toparlanarak masanın üstündeki tabak, çatal, kaĢık gibi nesneleri toplayıp mutfak
lavabosuna doldurdular. Yıkamadan hemen öylece yattılar.
Sabahleyin en erken uyanan Yüksel oldu. Onun arkasından Ömer kalktı.
Ömer kalktığında Yüksel akĢamın bulaĢıklarını yıkıyordu. Gelip Yüksel‟e:
“Sana yardım edeyim mi?” diye sordu. Yüksel:
“Sen kahvaltımızı hazırlarsan o en büyük yardım olur,” diye yanıt verdi.
Bunun üzerine Ömer de kahvaltıları hazırlamaya baĢladı. Yüksel iĢi bitince
gelip Ömer‟in yanına oturup, onunla birlikte kahvaltılarını yaptılar.
Yüksel, “Hadi, sen git sevgilim. Ben biraz sonra geleceğim. ġu uyku düĢkünü
kızı uyandırıp birlikte geliriz. Senin iĢin varsa, bekleme git. Biz, yarım saat mi
desem, bir saat mi desem, sonra geliriz. Artık ġükran‟ı uyandırmama bağlıdır,”
deyince Ömer:
“Vakit daha erken, bekleyebilirim. Birlikte çıkarız,” dedi.
Bunun üzerine Yüksel:
“Peki, öyle ise bekle. Üçümüz birlikte gideriz,” deyip kendisi ġükran‟ın
yattığı odaya girdi.
Aynı odada Gülderen de yatıyordu. Onu da uyandırmak istemediği için
gürültü yapmamaya gayret ederek onun yatağına yaklaĢtı. Gâh gıdıklamak, gâh
çimdiklemek yöntemi ile rahatsız ederek uyandırmaya çalıĢtı. Bunda da baĢarılı
oldu. BeĢ on dakika uğraĢtı ama ġükran‟ı da uyandırmıĢtı. Uzun yıllar hep bir
yatak odasında yatan iki arkadaĢ bu gibi uyandırmaya ve de uyandırılmaya
alıĢkındılar. O yüzden fazla bir gürültü etmeden uyanan ġükran, kalktı dıĢarı
çıktı. Yüksel, ona, birlikte kendi Fakültelerine gitmelerini söyleyince, “Olur!”
diyerek hemen duĢ almak için koĢtu. DuĢunu aldı. Saçlarını kuruttu. Yeni
giysilerinden birini giyinip makyajını da yenileyip çıkıp gelince Ömer ve Yüksel de
ĢaĢkınlıklarından dilleri tutulmuĢ gibi oldular. ġükran yeni giysisi içinde bir içim
[270]
su, ya da bir solukluk nefes gibi olmuĢtu. Tıpkı masallardaki „ab-ı hayat‟ gibiydi.
Bizim “BeĢibirlik” Takımının tümü de ondan geri kalır değildi. Ama ġükran bugün
çok değiĢmiĢ, çok alımlı bir güzel olmuĢtu.
Kahvaltı sofrasından bir iki lokma alınca ġükran:
“Buyurun ben hazırım,” dedi, “Artık gidebiliriz,” dedi.
Yolda giderlerken Oya Ablasının telefonla arayıp anlattığı, Gülderen‟in
burada anlattıklarının hiçbirinin doğru olmadığına inanıyordu. Bu yüzden de dün
Bölüm BaĢkanı olan, kendisinin de hocası Profesörden azar iĢiteceğinden de
korkuyordu. Yüksel bu düĢüncelerle ne yapacağını bilmeden kıvranıp duruyordu.
ġükran ise dilinin bağı çözülmüĢ gibi habire konuĢup duruyor, susmak nedir
bilmiyordu. KonuĢması öyle yabana atılacak türden saçma sapan sözler değildi.
Hep anlamlı mantıklı sözlerdi. Ömer‟i Vezneciler‟de bırakıp kendileri Ġstanbul
Üniversitesi Tıp Fakültesi‟ne gitmek üzere Beyazıt‟a doğru yollarına devam
ettiler. Yüksel, Fakülteye gelince ġükran‟ı bir odaya sokup:
“Sen burada on beĢ yirmi dakika bekle. Ben hocamın yanına gidip geleceğim.
Merak etme sakın. BeĢ on dakika sonra gelirim,” diyerek çekip gitti. O gider
gitmez odaya birkaç bayan öğrenci girdi. Giren öğrenciler içerde yabancı birini
görünce önce ĢaĢırdılar, sonra onunla konuĢmaya baĢlayınca Dr Yüksel‟in kardeĢi
olduğunu anlayıp daha yakınlık gösterdiler. Sonra ondaki güzelliğe hayran oldular.
Kendi aralarında sıkı bir söyleĢiye baĢlamıĢlardı ki Yüksel geldi:
“Hadi, ġükran. Hocam seni görmek istiyor,” diyerek alıp götürdü.
Onlar gidince içerdeki kızlar da kendi aralarında konuĢarak Dr. Yüksel‟in
kardeĢinin güzelliğini, giyimini anlatmaya baĢladılar. Derken birkaç erkek öğrenci
de gelince konuĢma çok renklenip adeta tatlı bir tartıĢmaya dönüĢtü. Ġçeriği Ģaka
ve takılmalarla dolu gürültülü bir tartıĢma baĢlamıĢtı. Kızmalar, bağırıp çağırmalar
gittikçe çoğalmaya baĢlayınca sesler dıĢarıya da yayılıyor, merak edip içeri
girenler de konuyu anlamadan bir yerden katılıp daha da koyulaĢmasına neden
oluyordu. Ġçlerinde önceki gün geliĢlerini görüp unutmamıĢ olan arkadaĢları da
olunca ve onlardan kimileri:
“ArkadaĢlar, ben bu kızlardan dördünü birlikte gördüm. Doğrusu hangisinin
daha güzel, hangisinin diğerlerinden daha az güzel olduğuna karar veremedim.
Koridorlarda gezerlerken biz de peĢlerinden dakikalarca yürüdük. Onları izlemek
gerçekten çok büyük bir zevkti. Hiçbirimiz böyle bir zevki tadamamıĢ, böyle bir
güzellik görmemiĢtik. Onlardan birisi her gün aramızda Yüksel Hanım‟ı görmüyor
musunuz? Siz böylesine güzel bir bayan gördünüz veya tanıdınız mı ki burada
durmuĢ böyle gürültü yaparak tartıĢıyorsunuz?” dediler.
Yine içlerinden bir erkek Ģöyle söylüyordu:
“ArkadaĢ! Biz tartıĢmıyoruz. ġu bayan arkadaĢlarımız da gerçeği inkâr
etmeseler olmaz mı? Biz, „Dünyada çirkin bayan bulunmaz ama bakımsız bayanlar
vardır. Bunların kendi güzellikleri yetiyor, ayrıca bakıma gerekleri yoktur,‟
diyoruz. Ama bir de bakımları eklenirse güzellikleri iki kat oluyor. Bayan
[271]
arkadaĢlarımız da „Yok öyle değil, üstlerindeki giysileri onları böyle alımlı, çalımlı
yapıyor,‟ diyerek Allah‟ın onlara cömertçe vermiĢ olduğu doğal güzelliği inkâr
ediyorlar. Bu da bize ağır geliyor. Kıskançlığı bırakıp bir kez haklısınız demiyorlar,
diyemiyorlar.”
Böylece dakikalar akıp gidiyor, tartıĢmalar bir türlü bitmiyordu. Bir ara
Yüksel, kapıyı açarak içeri girdi. Baktı ki içerisi çok kalabalık ve de gürültülü,
onlara bir bağırıĢ atarak:
“BaĢka iĢiniz, dersiniz yok mudur sizlerin. YığılmıĢ buraya, gürültü yapıp
duruyorsunuz. Hadi iĢinize. Dersleriniz baĢlamak üzere. Hadi, hadi çabuk olun. Bu
oda, birikip burada gürültü yapmanız için verilmiĢ değildir. Hadi, derslerinize,”
diyerek onları dağıttı. Hiçbirisi de sesini çıkarmadan sınıflara doğru yürümeye
baĢladılar.
Oda tümden boĢalınca Yüksel bir sandalyeye oturup düĢünmeye baĢladı.
Hoca ona sen dıĢarı çık diye iĢaret etmiĢti. O da bunun üzerine odadan çıkıp
gelmiĢti. ġimdi onu merak ediyordu. On beĢ yirmi dakika böylece orada sessizce
oturup bekledi. Sonra kapı açılarak içeri hocanın baĢ asistanı Dr. Servet ile
ġükran girdiler.
Dr. Servet, “Yüksel Hanım, kardeĢiniz ġükran Hanım‟ın hiçbir Ģeyi yok.
MaĢallah sapasağlam. Aslında onun bir küçük sıkıntısı vardı. Onu anlattı. Sayın
Hocamız da bunun bir sıkıntı olacak durum olmadığını, her kiĢinin baĢına
gelebileceğini söyleyip benimle tanıĢtırdı. „ĠĢte sana senin gibi birisi daha.
BaĢasistanım Dr. Servet de senin gibi. O da YetiĢtirme Yurtlarında yetiĢtirilmiĢ,
türlü sıkıntılar çekmiĢ, sonunda gelmiĢ doktor olmuĢ, yetmemiĢ uzmanlığı kazanıp
uzman olmuĢ, o da yetmemiĢ kariyer yapmaya kalkmıĢ, onu da baĢarınca
baĢasistan olarak Ģimdi görevini sürdürüyor. Yarın bir bakarsın o da profesör
olur. ġimdi size soruyorum. Bana inanıp dinlerseniz siz ikiniz çok mutlu olursunuz.
Ne dersiniz? Yani size evlenin diyorum. Evlenmeyi kabul ediyor musunuz? Servet,
sen bu kızla evlenmeyi ister misin?‟ diye sordu. Ben, „Efendim. Ben isterim. Ama
kendileri kabul ederler mi?‟ dedim. Bunun üzerine Bölüm BaĢkanımız yine bana,
„Sorsana be evladım. Sor bakalım,‟ dedi. Hocamın böyle söylemesi sanki bana bir
cesaret verdi. „ġükran Hanım. Hocamın teklifine ne diyorsunuz? Benimle evlenir
misiniz?‟ dedim. ġükran Hanım da, „Evet, Servet Bey. Ben de kabul ediyorum,‟
deyiverdi. Biz de böylece evlenmeye ilk kararı vermiĢ olduk. „Tabii bundan sonra
soracaklarımız, görüĢlerini alacaklarımız kimseler olacaktır. Bunların hiçbiri bizim
bu kararımızı değiĢtiremeyecek efendim. Bu sormalar danıĢmalar hep gönül almak,
hatır saymak niteliğinde olacaktır. Bu hayatımızın en önemli kararı yalnız bize
aittir,‟ dedik ve kararımızı verdik. ġimdi ben gelip ġükran Hanım‟ı ailesi sayılan
kiĢilerden isteyeceğim. Onların da gönülleri alınmıĢ olacak. Orada bir de niĢan
yaparız. Nikâhla düğünü de burada yaparız. Benim burada çok geniĢ bir çevrem
var. Aralarında düğünümde bulunmalarını istediğim öylesine kiĢiler var ki, bunları
[272]
gidip benim alıp getirmem gerekecektir. Aslında bütün bunları neden anlatıyorum.
Bilmem ki sizin oraya geldiğimde konuĢuruz. Siz ne zaman dönüyorsunuz?”
Burada Yüksel hemen söze girdi:
Bunların iĢleri bitince yarın dönmeyi düĢünüyorlar. Ben de birkaç gün daha
kalsınlar, diye ısrar edeceğim.”
Dr. Servet, “Öyleyse, aybaĢında ben de Sayın Hocamı alır gelirim. Gerisini
de orada konuĢuruz. AnlaĢtık mı?”
Yüksel, “AnlaĢtık, Hocam. Nasıl isterseniz,” dedi.
Bu kez Dr. Servet, ġükran Hanım‟a sordu:
“ġükran Hanım, ne diyorlar acaba?”
“Sen Ģu „Hanım,‟ sözünü atmazsan, ġükran „Yok, olmaz!‟ diyor. Bundan sonra
anlaĢalım. Bana hep böyle Hanım Efendi, ġükran Hanım diye seslenecekseniz,
Ģimdiden baĢtan beri „Evet‟ dediğim her teklife „Yok‟ der, iĢi bitiririm. Ben senin
niĢanlın, nikâhlın, eĢin olunca bunları baĢkalarından duymak isterim. Ben Servet‟le
yaĢam boyu hep ġükran kalacağım. Dün ve bugün bana ġükran, diye seslenenlerin
de senin de ġükranı hiç değiĢmeyecektir. Yani bu andan itibaren ġükran Hanım
yok artık. Yalnız ġükran var Servetciğim. AnlaĢtık mı?”
“AnlaĢtık, Sevgilim. AnlaĢtık, ġükrancığım. Sen bin yaĢa. Beni de bu
sevmediğim dil alıĢkanlığından kurtarmıĢ oldun. Sen sağ olasın, hep sağlıklı
yaĢayasın.”
“Sen de öyle sevgilim.”
Bu sırada öğrenciler, yeniden odaya dönmüĢlerdi. Ġçerde baĢasistan
hocalarını görünce ĢaĢkınlıkla ne yapacaklarını ĢaĢırıp geri çıkmaya kalkıyorlardı.
Doktor Servet onları geri çevirerek, geri gitmelerini önleyip içerde kalıp
beklemelerini söylüyordu. Odaya kızlı erkekli yirmi dolayında öğrenci dolmuĢtu.
Dr. Servet, ġükran‟ı da yanına alarak:
“Bakın, arkadaĢlar. Bu dünya güzeli kız kimdir biliyor musunuz?” diye sordu.
Kızlı erkekli öğrenciler birden ĢaĢırdılar. Ne diyeceklerini bilmeden
birbirlerinin yüzlerine bakıp duruyorlardı. Bir kısmı da sabahleyin odadaki
tartıĢmalarını anımsayıp akıllarından bin bir çeĢit sorular geçiriyordu. Bereket
versin ki Dr. Servet, fazla beklemeden:
“Bu dünyalar güzeli ġükran, benim sözlümdür. Yarım saat önce Sayın Hocam
Prof. Dr. Nihat bizi tanıĢtırıp sözlendirdiler. Kendilerine sizin önünüzde ikimiz
adına teĢekkür ederim. Sizi beklettiğim için sakın bana kızmayın. Bu sevincimi ilk
sizlere duyurmuĢ oldum. Bu yüzden aybaĢında yapılacak niĢan, arkasından nikâh ve
düğüne ilk davetlim de sizler olacaksınız. Katılırsınız, değil mi?” deyince odayı bir
alkıĢ kapladı.
Arkasından öğrencilerden bir grup:
“Geliriz! Geliriz! Hocam. Biz sizi zaten çok severiz. EĢiniz olacak ġükran
Hanım‟ı da çok sevdik. Allah mutlu etsin sizleri.” Teker teker ellerini sıkıp ayrıca
mutluluk dileyip odadan çıkıyorlardı ki, Dr. Servet:
[273]
“Bir dakika çocuklar. Sen Sevinç Hanım. ġu arkadaĢlarının adlarını yaz,
sonra bana getir de adlarını unutmayayım. Kendi adını da unutma sakın. Ben her
biriniz için davetiye yazıp sana vereceğim. Sen kendilerine verirsin artık.
Çocuklar tümünüze teĢekkürler. Artık gidebilirsiniz,” diyerek tümünü yollayıverdi.
Onlar kapıdan çıkarlarken Ömer, Gülderen ve Aysel geldi.
Gülderen, ġükran‟a sordu:
“Kızım, sen acıkmadın mı? Bak, herkes gidiyor. ĠĢin bittiyse, hadi bakalım.
Bizler acıktık.”
Dr. Servet, “Vallahi bizler de çok acıkmıĢtık. Az önce gördüğünüz öğrenci
kalabalığının çıkıp gitmesini bekliyorduk. Biz de tam çıkacakken sizler geldiniz.
HoĢ geldiniz. Önce bir tanıĢalım isterseniz. Ben Dr. Servet, bu bölümün
baĢasistanıyım. Bu gördüğünüz dünyalar güzeli kızın da sözlüsüyüm. Henüz bir
saat oldu mu olmadı mı bilmiyorum. Ġçerde bölüm baĢkanı Hocamın yanında, onun
isteği üzerine sözlendik. ġimdi ikimiz de çok mutluyuz. Bizi tanıdınız. ġimdi sıra
sizlere geldi,” deyince, Ömer bir adım öne çıkarak:
“Ben öğrenciniz Yüksel‟in niĢanlısı, sizin de bacanağınızım. Ben de Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Asistanıyım. Merhaba bacanak, aramıza HoĢ
geldin. Ben de yarım saat önce baĢladım,” deyince sarılıp öpüĢtüler. Birbirlerini
kutladılar.
“Ben de Ömer‟in niĢanlısı Yüksel‟im. EniĢtem olduğunuz için sizi ve bana çok
güzel müjdeli bir haber getirdiği için sevgili niĢanlımı kutlarım,” diyerek Ömer‟in
boynuna atılıp onu öperek kutladı.
Sonra kızlar baĢladılar, birbirlerini kutlamaya. Sarılıp öpmeler öyle bir
daldılar ki Dr. Servet:
“Hadi bakalım, lokantada bizleri bekliyorlar. Az sonra yiyecek bir Ģeyler
bulamayız. Hani çok acıktık diye bağıranlar, Ģimdi öğrenci akınına uğrarsak
gidemeyiz. Artık bitirin de hemen çıkalım,” diyerek onları alıp dıĢarı çıkardı.
Doğru Üniversitenin Profesörler Evi Lokantasına götürüpYemeklerini yiyip
sohbetlerini orada sürdürdüler. Son olarak kahvelerini de içtikten sonra kalkıp
Dr. Servet‟in odasına geçtiler. Bölüm arkadaĢları olayı duymuĢ, gelmiĢler,
kendisini bekliyorlardı. Ġçeri girince alkıĢla karĢılandılar. Bölüm BaĢkanı Hocası
Prof. Dr. Nihat da ordaydı.
“Gelin bakalım, neredeydiniz? Bir saatten çok zamandır sizi bekliyoruz.
Oğlum daha ilk günden böyle uzun süreli yemek sizleri ne yapar biliyor musunuz?
Hadi, bize hesap verin de, biz de rahat edelim”
Dr. Servet, “Sayın Hocam, bu gün yemeğe doyum olur mu? Hele böyle bir
kızla çıkılırsa o lokantada yemek kalır mı? Biz, gene de kibarlık ettik. Bizden
sonra geleceklere yiyecek bir Ģeyler bıraktık. Bir de yeni dostlarımızdan utandık.
Sonra hakkımızda ne dedikodular yaparlardı. Ha! Bir Ģey daha var: Sizlere yeni
dostlarımızı tanıtmayı unutuyordum, az kalsın. Bu Demirci Ömer: Kendileri
Ġstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
[274]
asistanlığına bu gün baĢladı. Aynı zamanda benim bacanağım, ġükran‟ın da
eniĢtesi, bizdeki Yüksel‟in de sevgili niĢanlısı oluyorlar. Bu hanım da YeĢilbahçe
Moda Evinin ustası ve Kurucu Ortağı Gülderen YeĢilbahçe: ġükran‟ın kardeĢi,
benim de baldızım oluyorlar. Ve bu da Aysel Hanım: O da benim baldızım,
ġükran‟ın da kardeĢi oluyor. ĠĢte size tam olarak hesabı verdim sayılır Sayın
Hocam.”
ġükran burada araya girdi:
“Tam olarak sayılmaz ama yanlıĢ da denemez. Olsa olsa eksik denir. Biz
aslında yedi kız kardeĢiz. Siz henüz üçümüzü tanıdınız. Bizim oraya geldiğinizde
geriye kalan dördümüzü de tanırsınız. Ben Ģimdi izin verirseniz onları, adları ile
tanıtmıĢ olayım. En büyüğümüz tümümüzün ablası Oya Yaman: Kendisi bölgemizin
en büyük lokanta ve düğün salonunun sahibidir. EĢi Selim Yaman: Klasik Türk
Müziği Öğretim Üyesi.”
Prof. Dr. Nihat, “Hele bir dakika izin ver. AkĢam televizyonda çıkan ve çok
güzel bir konser veren Selim Yaman sizin eniĢteniz midir?” deyince herkes
ĢaĢırmıĢtı. Televizyona çıkacağından kimsenin haberi yoktu.
Aysel ve ġükran, “Evet, bizim haberimiz yoktu. O yüzden dinleyemedik.
Neyse akĢam eve gidince arayıp konuĢuruz. Biz devam edelim. Gülsevil: Bu da
kardeĢimiz, evli ve bir de çocuğu var. Kocası Salih EniĢte dünyanın en iyi insanıdır.
Üçüncüsü Gülderen kardeĢim: YeĢilbahçe Moda Evinin Ortaklarından Tahsin
EniĢte ile evlidir. Ve AyĢegül: Kendisi henüz on yaĢındadır. Ama cin gibi bir kızdır.
Zeki, açıkgöz ve de çok çalıĢkandır. Gülderen Ablasının yanında çalıĢmaktadır.
ĠĢte bizim yedi kardeĢin, kısaca tanıtımı,” diyerek sözü bitirdiler.
Odada bulunanlar gelip kendilerini kutladılar. Bu yedi kız kardeĢ öyküsünün
nasıl olduğunu Dr. Prof. Nihat Hoca‟yla
Dr. Servet biliyorlardı. Odada
bulunanların diğerleri bilmiyorlardı.
Sonra ġükran ve kardeĢleri, Dr. Servet ve Prof. Nihat oturup gelecek ayın
programını yapmaya çalıĢtılar. Ellerine bir takvim alarak gelecek ayın günlerini
incelediler. Sonunda ilk cumartesi günü gidip kız istemeye karar verdiler. NiĢan,
nikâh, kızlar kınası ve düğün günlerinin de orada belirlenmesine karar verdiler. Bu
arada Dr. Servet:
“Siz yarın kesin gidiyor musunuz?” deyince ġükran:
“Evet!” dedi.
Dr. Servet, “Ama yarın cumartesi, ertesi gün de pazar. Acaba ısrar etsem
hafta sonunu birlikte geçirsek nasıl olur. Size evimi de gösterirdim. Sonra pazar
günü de prens adalarına giderdik. Gülderen Hanım anladığım kadarıyla Aysel ve
ġükran sizi kırmazlar. Yüksel Hanım siz yardımcı olun lütfen,” diye ısrar edince
Gülderen‟le Yüksel göz göze gelip bakıĢtılar. Her zaman olduğu gibi bu bakıĢma
anlaĢmalarına yetti. Özellikle Gülderen boyun bükerek:
“Peki, olur! Biz de pazartesi günü sabahleyin erken çıkıp gideriz,” dedi.
Bunun üzerine Dr. Servet:
[275]
“Öyle ise bu akĢam benim konuklarımsınız. Sayın Hocam, siz de bu akĢama
dâhilsiniz. Lütfen kırmayın. Sonra bak, biz sizi kırdık mı? Siz emrettiniz, „AnlaĢın,
birleĢin,‟ diye. Biz de sizi kırmamak için, „Olur. Emriniz baĢ üstüne,‟ diyerek uyduk
ve anlaĢtık. Ġkimiz de çok mutlu olduk. Sağ olun, var olun. Siz de bizi kırmayın,”
dedi.
Prof. Dr. Nihat, “Hele bunları söylemeseydin bak sana neler yapardım. Dua
et ki aklın baĢına geldi de bunları söyledin AkĢamki yemeğe biz de katılıyoruz.
Yemek bizim Profesörler Evinde olacak. Biz ailece oradayız. AnlaĢıldı mı?”
Dr..Servet, “AnlaĢıldı, Sayın Hocam. Yine tutuklandık desenize.”
Prof. Dr. Nihat, “Fazla gevezelik etme de akĢama tam saat yirmide orada
olun. Kızım sen ona uyma sakın, saat tam yirmide dediğim yerde olmasını anımsat.
Oldu mu?”
ġükran, “BaĢ üstüne, Sayın Hocam. Yalnız birinci emrinize uyamayacağımı
Ģimdiden arz edeyim de, sonunda bana kızmayın.”
Prof. Dr. Nihat, “NeymiĢ o?”
ġükran, “Hani, kızım sen ona uyma sakın, demiĢtiniz ya. ĠĢte uymayacağım
emir budur. Sayın Hocam, ben yıllardır aradığım adamı bulmuĢum, daha doğrusu
siz bulup bana verdiniz. Ama Ģimdi de sakın ona uyma, diyorsunuz. Bu olacak iĢ
midir? Ölürüm de ona uymaktan vazgeçemem. Kusura bakmayın Sayın Hocam beni
bağıĢlayın,” deyince, önce Nihat Hoca arkasından Dr. Servet ve diğerleri bu söze,
bu bağlılığa hayran oldular. Nihat Hoca yerinden kalkıp ġükran‟ın yanına gelerek
onu kutladı. ġükran da Hoca‟nın elini öperek karĢılık verdi.
Sonra da, Dr. Servet, Hocadan izin alarak onları alıp evini göstermek üzere
herkesi dıĢarı çıkardı. Kendi arabasına bindirerek evine götürmek üzere yola
çıktılar. Ev Cankurtaran‟da kıyıya yakın bir apartmanın üçüncü katında Marmara
Denizi‟ni gören bir daire idi. Evin bulunduğu semti, evin kendisini, döĢeniĢini
görenler çok beğendiler. Dairenin iç alanı yüz elli metrekareden daha büyüktü.
Mobilyalar, koltuklar, halılar hepsi çok çok güzeldi. Gülderen ve Aysel evin bu
durumunu görünce hayran kaldılar. ġükran, Yüksel‟le odaları gezdi. Mutfak, banyo
ve diğer bölümleri gördüler. Herkes gelip yerine oturunca Dr. Servet, elinde bir
servis arabası ile geldi. Arabada dondurma, limonata ve de pasta vardı. Konuklara
onları sundu. Sonra onlara:
“Evimi nasıl buldunuz?” diye sordu.
ġükran, “Önce ben sana bir Ģey soracağım. Bana doğru cevap ver. Ama tam
doğru olacak, sen daha önce evli veya niĢanlı mıydın?”
Dr. Servet, “Hayır, ġükran. Bugüne değin ne niĢanlım oldu ne de evliliğim.
YaĢamımda henüz bu güne değin ne bir eĢ ne de niĢanlı gördüm. Ġlk kez seninle
sözleĢtik. ĠnĢallah ilk niĢanlım, ilk eĢim sen olacaksın. Yalnız anlamadığım bir Ģey
var: Bunu neden sordun. Sen de bunu açıklar mısın lütfen?”
ġükran, “Olur. Haklısın. Bu soru evi görünce aklıma geldi. Kesin bu evde
yaĢayan bir hanım var. Yoksa böylesine düzenli, böylesine tertipli ve de böylesine
[276]
tertemiz bir ev bulmak, hele hele ev bir bekâr erkeğin evi ise olanaksız. ġimdi
bana doğru söyleyin bu evde sizinle birlikte yaĢayan bayan kimdir? ġu anda
nerededir?”
Dr. Servet, “Sendeki bu dikkat, yalnız takdir ve tebrikle geçiĢtirilemez.
Sevgili sözlüm. ġu koltuğun arkasında bir kapı daha var. Sen o kapıyı açamadın.
Çünkü bu salonun dıĢına açılan kapısı yok. Oraya saklandı ve sana büyük bir
sürpriz yapacak. Aç da buraya gelsin,” dedi.
ġükran, titreyerek (Ama korkudan değil, heyecandan) kapıyı açınca
karĢısında genç ve güzel bir hanımla karĢılaĢtı. Ġçerden çıkan kadın:
“Merhaba, yenge hanım. HoĢ geldiniz. Ağabeyim Dr. Servet, sizi anlatırken
çok eksik anlatmıĢ. Oysa siz onun anlattığından da çok fazla güzelmiĢsiniz. Hayran
oldum size,” dedi.
Zaten ĢaĢkın olan ġükran büsbütün ĢaĢırarak, hiçbir Ģey söylemeden
kedisine en yakın olan koltuğa yıkıldı. Ġki eliyle Ģakaklarını tutarak öylece ses
etmeden oturdu. Bu durumu gören Yüksel elinde bir bardak limonata ile gelip ona
bunu zorlayarak içirdi. Sonra çevresini boĢaltıp hava almasını sağladı. Bir iki
dakika sonra ġükran kendine gelerek herkesten özür diledi, sonra da yanıt
veremediği kızın yanına gidip ondan ayrıca özür diledi.
“O anda, size yanıt vermeye çalıĢtım. BaĢaramadım. Oraya çöküp kalmaya
mecbur oldum. Bu bir baygınlık veya fenalık değildi. Sizi çok iyi duydum,
sözlerinizi de gayet iyi anladım. O sözler için de teĢekkür ederim. Siz de çok
güzelsiniz. Gerçekten çok mahcup oldum. Hiç gerek yokken bir telaĢ, bir heyecan
yaratmıĢ olmamdan dolayı öylesine üzgünüm ki, nasıl unutturacağımı ben de
bilmiyorum.”
Dr. Servet, “Üzülme sen sevgilim. Yarın prens adalarında unutturursun. Sen
hiç merak etme. Doğa sana unutturur. Hiç korkun ya da kuĢkun olmasın,” diyerek
onu teselli etmeye uğraĢtı.
Doktor Servet‟in bağlı olduğu Prof. Nihat‟ın Kliniğinde böyle ani
heyecanlanmalara ilaçla karĢılık vermezlerdi. O yüzden bir yatıĢtırıcı vererek iĢi
geçiĢtirmek istemezdi. ĠĢi söyleĢiyle geçiĢtirmek isterdi.
“Gördüğün bu kız, benim öz kız kardeĢimdir. Adı da Zehra‟dır. Ailemizin
geçirdiği deprem olayından yalnız ikimizi sağ olarak kurtarmıĢlar. O iki
yaĢındaydı, ben beĢ altı yaĢlarındaydım. Enkaz altından birlikte kurtulmuĢuz.
Demek ki biz o akĢam aynı yatakta yatıyormuĢuz. Bizi birbirimizden ayırmamak
için kollarımızdan birbirimize bağlamıĢ, ayrıca benim ve kardeĢimin göğüslerimize
birer kâğıt koyarak kardeĢliğimizi not olarak belgelemiĢler. Teslim edecek kimse
bulamadıkları için de bizi Çocuk Esirgeme Kurumuna vermiĢler. Liseyi bitirinceye
değin kim olduğumuzu bırakın, adımızı bile bilmiyorduk. YetiĢtirme Yurdu‟nda bize
verilmiĢ olan iğreti adlarla yaĢadık. Sonra Tıp Fakültesi‟ni kazanıp Ġstanbul
Üniversitesi‟nde okurken arkadaĢ edindiğim bir kiĢi beni bir akĢam yemeğinde
evlerine götürdü. Babası vali imiĢ. Deprem sırasında da bizim kentin valiliğini
[277]
yapıyormuĢ. KonuĢurken o günkü depreme geldik. Ben baĢımızdan geçen olayı
anlattım. Vali Bey, „Ben ilgilenip araĢtıracağım. Siz yarın bana gelin, daha ayrıntılı
konuĢalım,‟ diye konuyu kapattı. O gece hiç uyuyamadım. Sabaha değin düĢündüm.
Yalnız babamın adını anımsayabildim. Ertesi gün arkadaĢımı alarak babasının
yanına gittik. Babası emekli olmuĢ, bir avukat arkadaĢının yazıhanesinde
oturuyordu. Bizi görünce, „Geldiniz mi çocuklar‟ diyerek karĢıladı. Bizleri alıp
Ġstanbul Nüfus Müdürlüğüne götürdü. Nüfus Müdürü, „Buyurun, Sayın Valim. HoĢ
geldiniz. Bir emriniz mi vardı?‟ diyerek karĢıladı. Meğer o müdür de deprem
sırasında bizim kentin Nüfus Müdürlüğünde çalıĢan bir memurmuĢ. Sonra
Ġstanbul‟a gelmiĢ ve zaman içinde de Ġstanbul Nüfus Müdürü olmuĢ. Olay bundan
sonra aynen Ģöyle devam etti:
Emekli vali:
“Bak sana bir hemĢehrini getirdim. O kendini tanıyamıyor. ġimdi önce sen
onu tanıyacak sonra da kendisine tanıtacaksın. Bununla da bitmeyecek bu tanımayı
belgeleyeceksin. Oldu mu benim aslan Müdürüm. Hadi baĢla, bu iĢ hemen bugün
burada bitecek. Ben de Ģurada oturup bir sade kahveni içeceğim,” dedi.
Oradaki koltuklardan birine oturup beklemeye baĢladı. Kahvesi de geldi.
Müdür, Servet‟i yanına çağırdı. Ona sorular sormaya baĢladı.
“Gel bakalım. Otur Ģuraya, sorularıma doğru cevap ver. Sen bana bir yardım
edersen on yardım görürsün. Önce adın nedir?”
“Servet, efendim.”
“Peki, babanın adı ve soyadı nedir?”
“Gece sabaha değin düĢündüm. Ama bulamadım. Yalnız babamın adı galiba
Fırfır veya Fırıl Fırıl Hasan‟dı.”
“Fırıldak veya Fırıldakçı Hasan olmasın?”
“Evet, evet. Fırıldakçı Hasan‟dı. ġimdi daha iyi anımsadım.”
“Eh, Servet Efendi. Sen bana gereken yardımı tam yaptın. ġimdi de sıra
bana geldi,” deyip telefona sarıldı. Birkaç yere telefon etti. Sonra da Vali Bey‟in
yanına gidip oturdu. Vali‟ye, Servet‟e ve kendine birer kahve daha söyledi.
Kahveler gelince Servet:
“Müdür Bey, Vali Beyin oğlu Tuncer‟i unuttuk,” deyince Müdür, özür
dileyerek, Tuncer‟e nasıl bir kahve istediğini sordu ve ona da kahve söyledi.
Kahveler geldi. Emekli Vali, Nüfus Müdürü, Servet ve Tuncer karĢılıklı olarak
oturup söyleĢiye baĢladılar.
Aradan bir saat değin bir süre geçmiĢti ki odaya bir cızırtı sesi gelmeye
baĢladı. Emekli Vali, Nüfus Müdürüne sordu:
“Bu nedir müdürüm?”
“Sayın Valim, ziyaretçilerimiz geliyor. Servet‟in bulunabilen soy ağacı
odamıza geliyor.”
[278]
“Sen Ģunu doğru dürüst anlatsan olmaz mı? Yani buldun ve teleteksle bilgi
geliyor. Sen de buna dayanarak Nüfus Cüzdanı düzenleyip bize vereceksin. Öyle
mi?”
“Öyle de sayılabilir. Ama bu iĢinize yaramaz. ġimdi biraz bekleyin, cızırtı
bitsin, size arz edeyim.”
O anda cızırtı da kesildi. Müdür yerinden kalkıp kâğıdı koparıp aldı. Hemen
mührünü çıkarıp sonuna bir mühür bastı. „ġunu götür, gereken yazıyı yazsınlar,‟
diyerek gelen görevliye verdi. Görevli kâğıdı alıp içerdeki memurlara götürdü.
Yarım saat sonra getirip müdüre verdi. Müdür de önce gelenleri imzaladı. Sonra
yine mühür basıp kâğıtları aldı. Vali Bey‟e:
“Bana birkaç dakika izin verirseniz hemen geliyorum, efendim,” dedi.
Odayı terk edip gitti.
DıĢarı çıkıp bir arabaya atlayarak Valilik‟ ten Adliye‟ye gidip gereken adli
iĢlemi yaptırıp geri geldiğinde, saat on bir otuz olmuĢtu Yani iki buçuk saatte
vatandaĢın baĢvurusu ile aylar sürecek bir iĢi bitirmiĢ olarak geldi.
“ĠĢimiz bitti sayılır, Sayın Valim. Sizi biraz beklettiğim için özür dilerim.
ġimdi yeni Nüfus Cüzdanını da getiriyorlar. Ha, sahi, sormayı unuttum. Senin bir
de kurtulan kız kardeĢin varmıĢ, onun Nüfus Kâğıdına gerek yok mudur?”
Servet‟in yanıtını beklemeden, içerden birini çağırtıp, kız kardeĢinin de
nüfus cüzdanını yazmalarını söyledi. Böylece iĢi kökünden bitirip az sonra gelen
nüfus cüzdanlarını Servet‟e vererek onları uğurladı. Bu arada Servet, Nüfus
Müdürü‟ne teĢekkür ederken ailesinin geçmiĢi ile ilgili olan o kâğıdın bir örneğini
de istedi. Müdür:
“Çok haklısın, ben unuttum. ġimdi memurlar öğlen yemeğine gittiler,
öğlenden sonra gelebilir misin?”diye sordu.
Sabahtan beri bir köĢede oturup ses çıkarmadan duran Vali‟nin oğlu:
“Siz onu alın, yanınızda kalsın. Ben bugün veya yarın gelir alırım,” dedi.
Böylece oradan ayrılıp iĢlerine gittiler. Servet yeni kavuĢtuğu Nüfus
Cüzdanına baka baka bir hal oldu. Her bakıĢında bir Ģey buluyordu. Her buluĢunda
arkadaĢının boynuna sarılıp öperek sevincini göstermek istiyordu. Cüzdanın ön
yüzüne bakıp:
SOYADI:
: Yüksel
ADI:
: Binali Servet
BABA ADI:
: Hasan Ali
ANA ADI:
: Münevver
DOĞUM YERĠ:
BĠNGÖL
DOĞUM TARĠHĠ: 05.O5.1968
Orada kendisi için yepyeni olan; adında Binali, babasının adının Hasan Ali,
anasının adının da Münevver olduğunu ilk kez görünce, hele doğum tarihini ve
doğum yerini öğrenince bir gencin neler düĢüneceğini nasıl duygulanacağını siz
[279]
düĢünün. ArkadaĢının boynuna sarılmıĢ, hem gülüyor hem de ağlıyordu. Vali Bey
onları öğlen yemeğine alıkoydu. Yemek yerken de konuĢmaları aynı konulardı.
Servet, “Ah, arkadaĢım. Sen bana öyle büyük bir iyilik yaptın ki bunun ne
demek olduğunu, nasıl bir değeri olduğunu kimse bilemez. Biliyor musun, senin bu
yardımın bana neler kazandırdı. Önce kendimi buldurdun. Yetmedi, bu güne değin
bilinmeyen babamı ve annemi; bu da yetmedi, bilinen bilinmeyen soyumu sopumu,
tüm geçmiĢimi ortaya çıkardın Kısaca bana en az iki yüz yıllık bir aile geçmiĢi
kazandırdın. Bunu nasıl ödeyebileceğim. Onu düĢünemiyorum.”
Tuncer, “Sen bu tür borçların ödenmesinden değil, parasal borçlardan
kork aslanım. Bu borç vadeli, faizli borç değildir. Bu nedenle de kesin ödenmesi
kolay değildir. Bunda alacaklı verecekli kimse yoktur. Bu nedenle hiç düĢünme bu
borcu nasıl ödeyeceğim diye. YaĢanılan süreç içinde herkes birbirine karĢı bu tür
insanlık görevini yapmak zorundadır. Sen de baĢkalarını borçlandırmaya bak ki
insanlığın bu önemli borç halkası insanlar yaĢadıkça sürsün. YaĢayan insanlar hep
böyle birbirlerine aynı borç halatıyla bağlanmıĢ olsunlar da, aralarında gereksiz
kavga, dövüĢ ve de savaĢ olmasın.”
Yemeklerini yiyip lokantadan çıktıklarında Servet, Vali Bey‟in elini öpüp:
“Ġzin verirseniz, ben Nüfus Müdürlüğüne gidip kalan belgeleri almak
istiyorum. Onu almadan gidersem akĢam uyuyamam,” deyince Emekli Vali:
“Hadi, sen de birlikte git Tuncer,” deyiverdi.
Ġki arkadaĢ birlikte Nüfus Müdürlüğüne giderek unutulan belgeyi aldılar.
Böylece Servet, bin sekiz yüz elliden bu yana aile geçmiĢini bulmuĢ oldu. ġimdi
onun yapacağı, hemen eve gidip kardeĢi okuldan gelmiĢse ona bu müjdeyi
vermekti. Bunu arkadaĢına anlatınca o da:
“Hadi öyle ise, hemen gidiver. Ha, sahi, benim de gelmemde bir sakınca
yoksa bu mutluluk tablosunu birlikte izleyelim,” dedi.
“Neden olmasın. Hem daha iyi olur. Bütün gün benimle dolaĢtığın için
söylemeye çekindim. Hadi öyleyse çabucak gidelim,” diyerek Tuncer‟i kolundan
sürüklemeye baĢladım.
Eve geldiğimizde Zehra, okuldan gelmiĢ, üstünü değiĢtiriyordu. Onu
yanımıza çağırdım:
“Zehra, gelsene biraz. Bak Tuncer Ağabey‟in sana bir armağan getirmiĢ.”
Zehra hemen geldi.
“Bana ne getirdin Tuncer Ağabey?” diye sorunca Tuncer:
“Sana yüz elli yıllık geçmiĢinden bir mektup getirdim,” dedi.
Zehra, önce bu ince espriyi anlamadı. Dudak büktü. Sonra Servet Ağabeyi
ona her Ģeyi anlatınca, zarfı açarak içinden çıkan Nüfus Cüzdanını alıp incelemeye
baĢladı.
SOYADI
: YÜKSEL
ADI
: FATMA ZEHRA
BABA ADI
: HASAN ALĠ
[280]
ANA ADI
: MÜNEVVER
DOĞUM YERĠ : BĠNGÖL
DOĞUM TARĠHĠ : 25.I1.1973
Bilgilerini görünce ne kazandığını anlayarak Tuncer‟in boynuna sarılıp onu
öpmeye baĢladı. Bunu görünce ne olur ne olmaz diye onu kolundan çekip mutfağa
götürdüm. Orada ona fazla heyecanın insana daima bir hata yaptıracağını tembih
edip dıĢarı çıktık.
Bu olay, Servet‟in Tıp Fakültesine girdiği yıl olmuĢsa üzerinden en az on beĢ
yıl geçmiĢ olabilir.
* *
*
O zaman Servet, bir öğrenciydi. Bugünkü gibi Fakültede baĢasistanlık yapan
bir uzman doktor değildi. Basit, yoksul, Devlet Baba yardımıyla okumaya çalıĢan
bir öğrencidir. Aradan geçen yıllar Servet‟i de Tuncer‟i de çok değiĢtirmiĢti. Yine
birbirinden ayrılmaz iki kardeĢ giydiler. Bu değiĢtirme sözü ikisi için de karakter
ve davranıĢ açısından algılanmamalı. Ekonomik ve sosyal bakımdan ele alınmalıdır.
Yeni sözlüsü ve akrabaları ile yolda giderken Tuncer‟le karĢılaĢtı. Onu da
yanlarına alarak eve gittiler. Servet, arkadaĢı Tuncer‟le kızları tanıĢtırdı. Tuncer,
Gülderen ve ġükran‟ı daha önce Fakültede görmüĢ ve tanıĢmıĢlardı. Zehra‟yı da
Servet‟in kardeĢi olarak biliyor ve tanıyordu. Fakat Aysel‟i ilk kez görüyordu.
Dr. Servet:
“Bu benim eĢi bulunmaz güzellikteki baldızım Aysel.”diye tanıtınca Tuncer:
“ġey, çok çok teĢekkür ederim. Ben de Dr. Tuncer,” deyiverdi. O anda da
alnında ter damlaları görünmeye baĢladı.
Servet bunu fark edince Aysel‟i kolundan tutup hemen yanına çekerek:
“Bu yakıĢıklı ile ikimiz Nihat Hoca‟nın kliniğinde çalıĢıyoruz. Benim çok
değerli bir dostum ve de arkadaĢımdır. Bana kimsenin yapamayacağı bir iyilik
yapan da iĢte bu yakıĢıklı doktordur. Size anlatırken Zehra‟ya armağan getiren
diye sözünü ettiğim Vali oğlu da kendisidir. Hadi bakalım bardakları getirin de
bugünkü mutluluğumuzu kutlayalım,” dedi.
Bu sırada Zehra söze girdi:
Hadi, ġükran Abla gel, sen de yardım et de getirelim.”
Bunun üzerine ġükran ve Aysel yardım için gittiler. Bunu fırsat bilen
Tuncer arkadaĢı Servet‟e Aysel‟i sordu:
“Servet, senin baldızın bu mu?”
“Evet canım. Beğendin mi?”
“Beğenmek de ne kelime, bayıldım. ÂĢık oldum. Söyler misin bana bir
sevgilisi, sözlüsü var mı?”
“Vallahi, ben bilemem. Onu, dur istersen ablasına soralım.”
Dr. Servet Gülderen‟e sordu:
[281]
“Gülderen Hanım, sana bir Ģey sormak istiyoruz. Daha doğrusu Tuncer
arkadaĢım soruyor. KardeĢiniz Aysel‟i görür görmez çok beğenmiĢ. Acaba bir
sözlüsü, sevgilisi veya bağlı olduğu biri var mı diyor!”
“Varsa veya yoksa ne olacak!”
“Varsa, Allah mutlu eylesin. Yoksa benimle evlenmek ister mi, diyor.”
“Yok, olduğunu ben biliyorum. Gerisini bilmem. Onu da kendisine sormak
gerekir”
“Peki, buraya kadar çok güzel, bu iĢi bizim adımıza sen sorar mısın? Gerçek
istemeyi babam ve annem yaparlar, diyor. ArkadaĢıma ben kefilim. Her konuda
güvence verebilirim. Hadi, sevgili baldızım. Senin yardımınla baĢlatalım Ģu iĢi.
Gelip ġükran‟ın iĢini bitirirken Aysel‟in de yuvası kurulmuĢ olur. Ne dersin, sorar
mısın?”
Bunun üzerine Gülderen:
“Olur, ben bir yoklayayım. Ama sen Tuncer Bey‟le evlenir misin diye
soramam. Olsa olsa benimki bir ön yoklama olur. Bari onlar, mutfakta iken gidip
bakayım,” diyerek mutfağa gitti.
Ġki erkek salonda sessizce gelecek haberi beklerken, kızlar da içerde kendi
baĢlarına konuĢuyorlardı. Nence beklediler kimse bilmiyor. Tuncer‟e sorarsan
birkaç yıl, Servet‟e sorarsan bir saate yakın. Gülderen‟e sorarsanız on on beĢ
dakika olduğunu söylerler. Nihayet bayanların dördü de iĢleri bitmiĢ olarak salona
geldiler. Elleri de doluydu. Yalnız Gülderen‟in elleri boĢtu. O da doğumu yakın
gebelik durumundan dolayı bir Ģey almamıĢtı. Öbürleri getirdiklerini masanın
üstüne koyarken Gülderen, Tuncer‟in yanına gelip ona:
“Aysel‟le görüĢtüm. Hiçbir takıntısı yokmuĢ. Bunun üzerine senin teklifini
ve Servet‟in verdiği güvenceyi söyledim. Hayır, demedi, ama evet de, demedi.
Sanıyorum bunu senden duymak istedi. Sen bir ara onu yalnız yakala ve kendisine
açıl,” deyince, Tuncer teĢekkür etti ve Servet‟e dönüp sordu:
“ġimdi ne yapalım?”
“Ne yapacaksın? Çağırıp kendisi ile konuĢacaksın.”
Tuncer, bunun üzerine birden bire coĢarak, Aysel‟in yanına gidip:
“Aysel Hanım. Size bir Ģey sormak istiyorum. Ama burada olmaz. ġu odaya
gelir misiniz?” deyince Aysel, hiçbir Ģey söylemeden sessizce o odaya doğru
yürüdü. Tuncer, arkadan girerek kapıyı kapattı. Aysel‟in karĢısına geçip:
“Bakın, Aysel Hanım. Sizi görür görmez bir elektriğe yakalandım. Hâlâ da o
güçlü elektriğin etkisindeyim. Bu etkiyle uzun konuĢursam bir hata yapabilirim
diye korkuyorum. Bu nedenle çok kısa konuĢmak istiyorum. Bana kızmayın lütfen.
Ben sizinle evlenmek istiyorum. Siz ne dersiniz? Benimle evlenmeyi kabul edebilir
misiniz? Bu konuda bana bir umut ıĢığı yakabilir misiniz?”
Aysel, “Bakın, Tuncer Bey. Az önce Gülderen kardeĢim de bana söyledi.
Ama benim de büyüklerim vardır. Onların da görüĢlerini almadan ben
kendiliğimden bir Ģey söyleyemem. Ben macera arayan bir kız değilim. Çocuk da
[282]
değilim. Ġçinde bulunduğum durumdan kurtulup kendi yuvamı kurarak özgürlüğüme
kavuĢmak isterim. Bu nedenle size Ģu anda „evet‟ veya „hayır‟ diyemem. Ailem
sayılan büyüklerim bana uygun bulurlar da „evet‟ derlerse, ben de „evet‟ derim.
Yok, onlar, „hayır, olmaz.‟ derlerse, o zaman ben de „hayır‟ derim. Yalnız Ģunu da
belirtmem gerek onların „evet‟ demesi beni ne denli sevindirir, mutlu ederse;
„hayır‟ demeleri de o ölçüde üzer ve mutsuz eder. ĠĢte benim görüĢüm. Siz onlarla
görüĢürken sakın bu konuĢtuklarımızdan bilgileri olmasın. Bu ikimizle ilgili bir sır
olarak aramızda kalacaktır. Onlar ne derse o olur. Sizin söyleyecekleriniz de
bittiyse, benim de baĢka sözüm yoktur. Servet Bey, ġükran için geldiğinde siz de
gelirseniz bu iĢ için iyi olur. Hadi, hoĢça kalın,” diyerek odadan çıkıp
arkadaĢlarının yanına gitti. Sonra da Tuncer çıkıp geldi.
Tuncer‟le Dr. Servet kendi aralarında konuĢarak ne zaman gidebileceklerini
konuĢtular. Dr. Tuncer, bu iĢin çok bekletilmesini istemiyordu. Aslında, Doktor
Servet de aynı görüĢteydi. Ne yapıp edip bu iĢi bir an önce bitirmek istiyorlardı.
Hatta kendi ellerinde olsa her Ģeyi bu hafta içinde bitirip cumartesi günü düğün
yaparak evlenmeyi istiyorlardı.
Dr. Servet, “Ben pazartesi Nihat Hocaya söylerim. Onun boĢ olduğu bir gün
gideriz,” dedi.
Dr. Tuncer de, “Ben de babamı ve annemi o güne hazırlarım. Zaten
çoktandır beni sıkıĢtırıp duruyorlardı. „Sana bir söz verdik, diye bizi boĢuna
bekletiyorsun. Sonra verdiğimiz sözü geri alırız. BilmiĢ ol,‟ diye söylenip
duruyorlar. Yıllar önce bana bir söz vermiĢlerdi. „Seni, senin istediğin bir kızla
evlendireceğiz,‟ diye. Ben de buna güvenerek kendi eĢimi kendim bulmaya söz
vermiĢtim. ĠĢte bizim aile sırrımız. ġimdi onlar benim göstereceğim adayı kesin
„yok‟ diye geri çeviremezler. Ben buna güveniyorum. Siz hangi güne karar
verirseniz, biz de o gün geliyoruz. Ben Nihat Hoca‟yla da görüĢürüm,” dedi.
Ġkisi de yarın gidecekleri Adalar gezisini düĢünüp, konuĢmaya baĢladılar. Bu
arada da nasıl gideceklerini planlıyorlardı.
Bir ara Tuncer:
“Biz de gelebilir miyiz?” diye sorunca, Servet:
“O nasıl söz? Hiç ayrı olur mu?” dedi.
“Belki, annemle babamı da getirebilirim? O yüzden sormuĢtum.”
Tuncer, böyle diyerek asıl amacını da açığa vurmuĢ oldu. Onun amacı
annesinin babasının gelip Aysel‟i görüp tanımaları idi. Bunun için de en kolayı Nihat
Hoca‟yı devreye sokmaktı. Çünkü onlar çok iyi anlaĢıyorlardı. Bu konuda Servet
devreye girdi, Nihat Hoca‟ya telefon etti:
“Sayın Hocam. Bizim Tuncer‟in babasını da çağırmak istiyoruz. Hocam,
Tuncer‟in baĢını bağlamak istiyoruz. Yalnız bu yaramaz oğlanı, bir türlü yakalayıp
bağlamaya gücümüz yetmiyor. DüĢünüp taĢındık sizinle Vali Bey‟in gücünün
yeteceğine karar verdik, bir de sağlam ip gerekiyordu, onu da Allah gönderdi.
Bizim baldız hanımın saçları tam aradığımız ip oluverdi.”
[283]
Telefondaki Nihat Hoca‟nın sesi dıĢarıya taĢarak:
“Oh, ne âlâ, ne âlâ! Ġnanın bunu ben de istiyordum. Adalar gezisine yengeniz
de ben de geliyoruz. Vali Bey‟i de Ģimdi arayıp ben çağıracağım. Tuncer‟e söyleyin
Ailesine bu gün hiçbir Ģey söylemesin. Ben yarın gezide her Ģeyi çözerim,”
deyiverince, Servet, Tuncer‟e Hoca‟nın söylediklerini anlattı. Nihat Hoca her iki
asistanını da çok severdi. Onları kendi çocukları bilir, onlardan hiç ayırt etmezdi.
Tuncer ve Servet de Nihat Hoca‟yı babalarından ayırt etmezlerdi. Bu nedenle
ikisi de susmayı ve bir gün daha beklemeyi kabul ettiler.
Tabii, bu arada Aysel de duymuĢ oldu. O da içinden seviniyordu. Bunu akĢam
Oya Ablası ile konuĢurken açıkça söyledi:
“Oya Abla. Ġkimizin de iĢi tamam. ġükran söz yüzüğünü parmağına taktı.
Ben sizlerin yanınızda takacağım. Benim anam, babam da sizlersiniz. Tuncer‟in
babası Emekli Vali imiĢ, Ġstanbul Nüfus Müdürlüğüne gidip Servet‟in öz geçmiĢini
bulup çıkarmıĢ. Nüfus Cüzdanlarını alıp kardeĢi Zehra ile kendisine vermiĢ. Onları
çok sevindirdiği gibi belki benim de geçmiĢimi bulur, beni bu yalnızlıktan
kurtarır.”
Bu sırada Tuncer odaya gelip:
“Hadi, Allah‟a ısmarladık Aysel Hanım. Biz gidiyoruz, hoĢça kal!” dedi.
Aysel, telefonu kapatıp Tuncer ve Servet‟i uğurlamaya çıktı.
Dr. Servet, “Kızlar, hadi Allaha ısmarladık. Bu akĢam biraz erken yatıp,
erken kalkarsanız iyi olur. Biz sabahleyin yedide gelip sizleri alırız,” dedi. Ve
Tuncer‟le ayrılıp gittiler.
Yüksel, Ömer, ġükran ve Aysel de evlerine girip yattılar. Sabahleyin tümü
de saat altıda uyanmıĢlardı. Sabah temizliklerini yapıp kendilerine çekidüzen
verdikten sora kahvaltılarını hazırlayıp gelecekleri beklemeye baĢladılar. Çok
beklemeden onlar da geldiler. Tuncer, babasını ve annesini de getirmiĢti.
Evdekilerle onları tanıĢtırıyordu ki Dr. Servet, Nihat Hoca‟yla eĢini ve kendi
kardeĢi Zehra‟yı da alıp getirmiĢti. Böylece Gülderen, ġükran, Aysel üç; Yüksel ve
Ömer, etti beĢ; Prof. Dr. Nihat ve eĢi; bir de Servet ve kardeĢi Zehra, oldu mu
dokuz; Tuncer, babası ve annesi, üç de onlar; toplam olarak on iki kiĢi oldular.
Birer çay aldıktan sonra doğruca iskeleye gidip Adalar Vapur Ġskelesinden
kalkmak üzere olan vapura bindiler. Özellikle ġükran ve Aysel ilk kez deniz ve
vapur görüyorlardı. Bu nedenle hem çok seviniyor, hem de çok
heyecanlanıyorlardı. Güverteden hiç ayrılmadan denizi izlediler. Kınalıada‟yı
geçtiler, Burgazada‟ya geldiler. Vapur Ġskeleye yaklaĢtı. Orada inenler vardı.
Bizimkiler güverteden onları izliyorlardı. Ömer yanlarına gelip onlara sordu:
“Siz burada mı kalacaksınız?”
Kendilerine gelip koĢarak Ömer‟le birlikte gemiden indiler. Yolda
giderken onlara ada hakkında bildiklerin anlatıyordu.
“ĠĢte, burası Yörük Ali Plajı. Adada görülecek en güzel yerlerden biridir.
Biraz sonra Kalpazankayaları göreceğiz. Orada biraz kaldıktan sonra Ada‟yı
[284]
dolaĢıp Heybeli‟ye geçeceğiz.” Kızlar, Burgazada‟nın güzelliğine hayran oldular.
Hele Kalpazankayalar‟a geldiklerinde coĢtular.
“Biz bu kayalara tırmanmak istiyoruz,” diye tutturdular. Ömer, Servet ve
Tuncer onlara katılarak kayalara tırmandılar. Onlar bu iĢi biliyorlardı. Yardım
ederek kayalara çıkmalarını sağladılar. Kızlar da bu iĢi çok sevmiĢlerdi. Bir saate
değin kaldıktan sonra iskeleye dönerek Heybeliada‟ya gitmek için vapuru
beklediler. Gelince binip Heybeliada‟ya gittiler. Evden çıktıklarından beri Nihat
Hoca, Vali Bey‟le eĢinden ayrılmıyordu. Vali Bey‟in eĢi ile Nihat Hoca‟nın eĢi de
kendilerine katılmıĢ, dörtlü bir söyleĢi kurmuĢlardı. Bu arada ikili bir birliktelik
daha vardı. Servet‟le Tuncer; onlar da kalabalığa fazla yaklaĢmadan kendi
aralarında konuĢuyorlardı. Bu gruplaĢmalar Heybeliada Ruhban Okulu‟na gelinceye
değin sürdü. Nihat Hoca, Servet‟i yanına çağırıp:
“Aysel‟le Tuncer‟i bana getiriver,” deyince, Dr. Servet, gidip onları
ellerinden tutarak Hoca‟nın karĢısına getirdi.
“Gelin bakalım, çocuklar. Sizlerin ikisine de bir soru soracağım. Bana, anne
baba dâhil, kimsenin etkisi altında kalmadan doğruyu söyleyeceğinize söz verir
misiniz? Önce sen Tuncer söyle bakalım sen Ģu yanında duran kızı, Aysel‟i
beğeniyor ve seviyor musun?”
“Evet, Sayın Hocam. Ben bu kızı ilk gördüğüm andan bu yana çok seviyorum.
Çok da beğeniyorum.”
“Peki, sana bir sorum daha var. Bunu ailene açabilir misin?”
“Evet, Sayın Hocam. Bizim ailede hiçbir Ģey gizlenmez. Ben de bu akĢam eve
dönünce anlatmayı düĢünüyordum. ġimdi siz açtığınız için akĢamı beklemeğe gerek
kalmadı.” Sonra anne ve babasına dönüp, “Anneciğim, babacığım. Çoktandır beni
sıkıĢtırıp duruyordunuz. Artık buna gerek kalmadı. ĠĢte size dünyanın en güzel
gelin adayı. Bunu kabul edebilir misiniz?” dedi
Babası Emekli Vali, “Oğlum, sana verdiğimiz sözün süresi henüz bitmiĢ
değil. Bu karar senin hayatının kararıdır. Biz, annen ve ben size mutluluklar
dileriz. Kısaca „evet‟ diyoruz,” dedi.
Prof. Dr. Nihat, bu kez Aysel‟e döndü:
“Aysel, kızım. Sen ne dersin bu konuda?” diye sordu.
“BaĢlangıçta ikimize birlikte sorduğunuz soruyu ben henüz yanıtlamadan
Dr.Tuncer Bey bu iĢi bitirdi. Ben daha bir Ģey söylemedim. Benim annem, babam
yok ama onlar adına karar verecek büyüklerim var. Onlara sorulmadan
kendiliğimden „evet‟ ya da „hayır‟ demek benim aldığım terbiyeye göre uygun
değildir. Gelip beni o insanlardan istesinler. Onlar „evet‟ derse ben de „evet‟
derim. Çok mutlu olurum. „Hayır‟ derlerse, ben de çok mutsuz olmama karĢın
„hayır‟ derim.”
Vali Bey söze karıĢarak, “Sana küçük bir soru soracağım. Diyorsun ki o
kiĢiler „evet‟ derlerse çok mutlu olurum. „Hayır‟ derlerse çok mutsuz olurum. Bu
[285]
sözünden anladığımız kadarı ile sen de bizim oğlanı sevmiĢsin. Bu nedenle „evet‟
denmesini istiyor musun? Yalnız evet veya hayır desen de yeter.”
Aysel, “Efendim. Bunu kimselerden saklamama, gizlememe ne gerek var.
Evet, Tuncer‟le ben birbirimizi çok seviyoruz. Ama bu Ģimdilik buradaki kiĢiler
arasında kalsın. Gelip beni istediğinizde de saygı duyduğum bu insanlar burada
konuĢulanları duymasın ve bilmesinler,” deyince Nihat Hoca, Aysel‟le Tuncer‟i
yanına çağırıp:
“Çocuklar. Ben size sormadan gönlümden koptu, dün sizlere vermek üzere
iki yüzük aldım. Onları parmaklarınıza takacağım. Sen benim güzel kızım, istersen
bunu gösterme, gelip istediğimizde niĢan yüzüğünle bir daha takarız. Bu bizim
çılgın oğlan kendi yüzüğüne bakarak seni düĢünsün. Bizi kırmazsın değil mi?”
deyiverdi ve yüzüklerin birini Aysel‟in öbürünü Tuncer‟in parmağına takıverdi.
Sonra da:
“ĠĢte, Ģimdi sözlenmiĢ oldunuz. Ġkinizi de kutlarım. YaĢam boyu mutluluklar
dilerim,” deyip yerine oturdu.
Bunun üzerine Tuncer, Aysel‟i kolundan tutarak önce annesinin yanına
götürdü.
“Al! Anneciğim. Çoktandır, ne zaman getireceksin, diye beni zorladığın
gelininin,” diyerek annesiyle tanıĢtırdı.
“Anneciğim. Ben yalnız gelinin değil, senin kızın olmaya da geldim. Beni alıp
kabul ediyor musun?”
Bunun üzerine Tuncer‟in annesi:
“Aldım, kızım aldım. Sen benim kızımsın artık,” dedi. Aysel bu kez de Vali
Bey‟e gidip onun elini öptü, aynı soruyu ona da sordu. Vali‟den de olumlu yanıtı
alınca çok sevindi. Ve bu kez Prof. Dr. Nihat Bey‟e gitti. Onun ve eĢinin ellerini
öperek, bu günkü yaptıklarından dolayı, onlara teĢekkür etti. Onlar da Aysel‟i
öperek kutladılar. Kendilerine mutluluklar dilediler. Bunun üzerine Tuncer
çantasından bir ĢiĢe Ģampanya çıkarıp patlatarak herkesin birer yudum içmesini
sağladı. Bu durum grupta gözle görünür değiĢikliklere neden oldu. Tuncer, Aysel‟in
yanına yaklaĢmazken, Ģimdi ayrılmaz oldular. ġükran‟la Dr. Servet de artık
birbirlerine çok yakın olmuĢlardı. Onları görenÖmer‟le Yüksel de bir araya
gelerek yürümeye baĢladılar. Geriye kalan iki bayanla iki erkek de arkalarından
yürüyerek, onların bu birlikte yürüyüĢlerine bakıp hem imreniyor, hem mutlu
oluyorlardı. Yalnız bu gezi Gülderen‟e iyi gelmedi. Hem çok yoruldu hem de
hafiften bazı sancılar baĢladı. Bu rahatsızlık hepsini etkileyerek artık dönmeye
karar verdiler. Varsın Büyükada‟yı da görmeyi versinlerdi. Vapur beklemeden bir
motora atlayıp Ġstanbul‟a yetiĢtiler. Hemen hazırlanıp çarçabuk Servet‟le
Tuncer‟in arabalarına binerek Ömer‟le Yüksel‟i de yanlarına alarak yola koyuldular.
Gülderen‟in evine geldiler. Gülderen‟in geldiğini görünce Tahsin birden ĢaĢırdı:
“Nedir bu? Biz, sizi yarın bekliyorduk. Bu ani geliĢin nedeni nedir?” deyince
Gülderen:
[286]
“HoĢ geldiniz, demeden sorgulamak mı baĢladı. ġöyle misafirlere hoĢ
geldiniz, deyiver de onları içeri davet et. Ġçerde hem yorgunluk kahvelerimizi içer
hem de sorularının cevabını vermeye çalıĢırız,” deyince Tahsin:
“Buyurun, hoĢ geldiniz. Kusura bakmayın. Ben Tahsin YeĢilbahçe. Gülderen‟in
kocasıyım. Onun böyle zamansız, ani geliĢi beni biraz korkuttu da o nedenle bir
ĢaĢkınlık geçirdim. Buyurun, kusura bakmayın Allah aĢkına,” deyip yeni gelenleri
içeri aldı. Onlara tekrar hoĢ geldiniz derken, Gülderen de yanına gelerek:
“Dr. Servet, ġükran‟ın sözlüsüdür. Bu da Dr. Tuncer, Aysel‟in sözlüsüdür,”
diyerek tanıĢtırmaya yardımcı oluyordu.
Gülderen, kimseye sormadan Oya Ablasını arayarak döndüklerini, Ģimdi kendi
evlerinde oturduklarını, akĢam yemeği için bir Ģeyler getirmelerini, olanak varsa
Selim‟i de alıp gelmesini rica etti. Aradan bir saat geçmeden kapı çalındı. Açtılar;
Oya, Selim, Salih ve Gülsevil geldiler. Gülderen, yeni gelenleri tanıtırken kapı yine
çalındı. Bu kez kapıyı ġükran açtı. Birden bire birinin atılarak boynuna sarıldığını
görünce kendisi de çok mutlu oldu.
“HoĢ geldin, AyĢegül. Seni çok özlemiĢtim,” diye bir daha sarılıp öptü.
AyĢegül bu kez Aysel ve Yüksel Ablalarına koĢup onlara da hoĢ geldiniz, dedi.
Bu kez kapı bir daha çalındı. Üç garson gelmiĢti. Ġçeri giren bu üç garson,
Oya Hanım‟ın lokantasından gelen yemekleri servise hazırlayıp misafirlere
buyurun, dediler. Yemekler yenirken bacanaklar ve baldızlar birbirleri ile tanıĢıp
kaynaĢtılar. Yemek faslı gece geç saatlere değin sürdü.
Ġstanbul‟dan gelenler gece yarısına yakın:
“Artık, bize izin verirseniz dönelim. Bu güzel bir tanıĢma buluĢması oldu.
Yakında yine görüĢmek üzere bize izin verin,” diyerek gittiler.
Gülderen, geldiklerinden beri içerde yatıyordu. Oya sağı solu toplayarak ona
yardım edip Tahsin‟e “Allah‟a ısmarladık,” diyerek, ayrılıp gitti. Yalnız, giderken
ġükran‟la Aysel‟e:
“Siz burada kalın. Ne olur, ne olmaz,” diyerek onları Gülderen‟e yardımcı
olarak bırakıp kocası Selim‟le birlikte oradan ayrıldılar. Yüksel‟le Ömer zaten
doktorlarla Ġstanbul‟a dönmüĢlerdi. AyĢegül de Selim ve Oya Ablasıyla gidince
evde Tahsin, Gülderen ve ġükran‟la Aysel kalmıĢlardı. Tahsin, Gülderen‟in odasına
gidip yatmıĢ, Aysel‟le ġükran da üzerlerine birer Ģilte alarak divanlara
uzanmıĢlardı. Biraz sonra dördü de uyudular. Sabahleyin en erken uyanan
Gülderen‟di. Kızların böyle uyuduklarını görünce çok üzüldü. Hiç olmazsa
üzerlerine temiz bir örtü örteyim derken, birden bir çığlık atarak yatanları da
uyandırdı. Ġlk uyanıp yetiĢen Tahsin oldu:
“Ne var Gülderen? Ne oluyor sevgilim?” diye çırpınıp duruyordu.
Kızlar yardıma koĢtular.
“Tahsin Ağabey, siz Doğanbey Ağabey‟i arayın. Annenizi alsın getirsin.
Galiba size bir konuk geliyor,” dediler.
[287]
Bunu duyunca Tahsin hemen ağabeyi ile annesini aradı. Onlara çabuk
gelmelerini söyleyerek eĢinin yanına koĢtu. Gelen sancı biraz hafiflemiĢti.
Gülderen konuĢuyordu:
“Tahsin, oğlumuz yola çıktı, geliyor sevgilim. Gözün aydın,” diye Tahsin‟i
sakinleĢtirmeye çalıĢıyordu.
Tahsin de Ģöyle diyordu ona:
“Bana oğlandan önce sen gereksin sevgilim. Sen bana herkesten ve her
Ģeyden daha çok lazımsın. Sensiz hiçbir Ģeyin tadı olmaz. Oğlumuzu sen getir,
birlikte büyütelim. Olmaz mı? Bana söz veriyor musun?”
“Tabii sevgilim. Sen yanımda olmadan ben hiçbir yere gitmem. Sana namus
ve Ģeref sözü veriyorum. Beni çok konuĢturma, yine sancım geliyor. Hadi
hastaneye gidelim. Annemiz gecikti.”
O anda da kapı çalındı; anne, Doğanbey ve eĢi Nigar gelmiĢlerdi.
Tahsin, “Anne, oğlumuz geliyor.”diye ağlayarak annesinin göğsüne kapandı.
Annesi onu bir kenara iterek:
“Hele sen Ģöyle dur. Bana kızım gerek. Çekil yanımdan,” diye azarlayıp
Gülderen‟e koĢtu. “Nasılsın kızım. Sancılar baĢladı mı?”
“Evet, anneciğim. Hiç durmuyor ki.”
“Hadi, oğlum Doğanbey. Sen bizi hastaneye yetiĢtir.”
Doğanbey, Tahsin ve Nigar Hanım yardım ederek Gülderen‟i kapıya
çıkardılar. Orada park edilmiĢ arabaya bindirerek Hastaneye doğru yola çıktılar.
ġükran‟la Aysel evde yalnız kalmıĢlardı. Ne yapacaklarını bilmeden düĢünüp
duruyorlardı. Sonunda ġükran:
“Biz de Oya Ablayı arayıp ona haber verelim,” dedi. Ve telefon ederek
durumu ona anlattı.
Oya, “Ben geceden anladım. Sizi de bu nedenle orada bıraktım. Ben Ģimdi
hemen hastaneye gidiyorum,” dedi.
Aysel ve ġükran, “Abla, bizi de götür, lütfen. Biz burada meraktan
çatlayacağız. Ne olursun bizi yalnız bırakma,” diye yalvarmaya baĢladılar. Oya
dayanamayıp:
“Kapıda bekleyin, sizi alır geçerim. Görmezsem durup kapıyı çalmam, iyi
bilmiĢ olun,” dedi. Ve koĢarak arabaya bindi.
Baktı ki kızların ikisi de kapı önünde durmuĢ bekliyorlar. Durup onları aldı.
Hareket etmeden önce sordu:
“Siz kapıyı, pencereleri kapatmıĢ mıydınız?”
“Vallahi aklımıza bile gelmedi. Öylesine sert ve katı konuĢtunuz ki
korkumuzdan her Ģeyi unuttuk.”
“Siz oturun yerinizde,” diyerek kendisi gidip kontrol etmek istedi. Bir iki
dakika sonra gelip hep birlikte hastahaneye gitmek için hareket ettiler.
Hastaneye yetiĢtiklerinde Gülderen Doğum Odasına alınmamıĢtı. Kendine
bir yatak verilmiĢ orada dinlenmeye yatırılmıĢtı. Oya, daha önce kendisi de aynı
[288]
Hastanede doğum yaptığı için herkesi tanıyor ve herkesçe tanınıyordu. Hele
Gülsevil‟in doğumunda ne kendisini tanımayan ne de kendisinin tanımadığı kimse
kalmıĢtı. Buna dayanarak hastaneyi baĢtanbaĢa dolaĢıp herkesle görüĢerek,
kardeĢini doğuma getirdiklerini söyleyip, yardımlarını rica ederek geri odaya
geldi. Aradan çok az bir zaman geçmiĢti ki, oda doktor ve ebelerle dolmuĢtu. Kimi
hemĢireler, hasta bakıcılar sık sık uğrayarak bir ihtiyaçları olup olmadığını
soruyordu. Aradan bir saata değin zaman geçmiĢti ki Gülderen müthiĢ bir sancıyla
kıvranmaya, kıvranırken de sesinin çıktığı kadarı ile çığlık atmaya ve bağırmaya
baĢladı. Zaten orada hazır bekleyen sağlık ve doğum ekibi, hemen hastayı alıp
Doğum Odasına götürdüler. Onlar gidince, Vuslat Hanım‟la eltisi Nigar Hanım‟ı bir
telaĢtır aldı. Her iki dakikada bir Vuslat Hanım:
“Ne oldu? Hele sorun, bu iĢ daha uzayacak mı?” diye sorup duruyorlardı.
Sonunda Doğanbey dayanamayarak annesine:
“Ne oluyor anne? Böyle telaĢ neye? Sen hiç doğum yapmadın mı ki böyle
sabırsızlanıyorsun? Kadıncağızı Ģuradan götürüleli yirmi dakika olmadı. Ama senin
„Hele sorun ne oldu? Daha bitmedi mi?‟ diye sorduğun onu geçti. Allah aĢkına
böyle yapıp buradaki insanları da telaĢa, korkuya sokma,” diye kızdı.
Bunun üzerine Nigar:
“Anne, gel seninle biraz dıĢarı çıkalım. Hava alır açılırsın,” diyerek onu alıp
dıĢarı çıkardı.
Onlar dıĢarıya çıkınca Doğanbey:
“Oh be! Dünya varmıĢ. ġimdi birer çay içebiliriz. Oğlum, bakar mısın?
Herkese çay getirir misin?” diyerek çaycıya koridordaki herkese çay vermesini
söyledi. Genç adam koĢarak gidip çayları getirdi. Çocuğa getirdiği çayların
parasını verdi. Sonra çayını yudumlarken bir hemĢirenin Oya Hanım‟a bir Ģey
verdiğini görüp ona gitti. Neler oluyor diye sormaya gerek kalmadan:
Doğanbey, “Oya Hanım. Sen onu bana ver. Burada koskoca amcası dururken
babası alamaz zaten,” diyerek Tahsin‟e doğru giden Oya‟yı durdurup elinden aldı.
Sonra:
“Tahsin! Tahsin!” diye bağırdı. Ağabeyinin bağırdığını duyan Tahsin koĢarak
gelip bebeği alarak bağrına bastırdı. Bu sırada dıĢarıdan gelen Vuslat Hanım‟la
Nigar‟ın sesleri duyulmaya baĢladı.
Vuslat Hanım, “Oğlum, sen onu tutmasını bilmiyorsun. Ver torunumu bana.
Hani benim nazlı gelinim nerede? Siz bana ondan haber verin,” dedi.
Nigar Hanım, “Gel, anne. ĠĢte bu odada, seni bekliyor,” diye Vuslat Hanım‟ı
ve bebeği, Gülderen‟in yattığı odaya yönlendirdi. Vuslat Hanım, odaya girip
Gülderen‟i yatağında görünce:
“Sana Ģükürler olsun, ulu Tanrım. Ġkisini de bana bağıĢladın. Sana nasıl
Ģükredeyim. Gelinimin ve torunumun eve geldikleri gün kurbanlar kestirip, sana
olan borcumu ödemeye çalıĢacağım. Biliyorum, bu davranıĢlarla sana olan borcumu
[289]
ödeyemem. Artık, gerisini de sen kabul eyle Allah‟ım,” diyerek Gülderen‟in
yatağına yaklaĢıp, ona:
“GeçmiĢ olsun! Nasılsın kızım, güzel nazlı gelinim. Bak getirdiğin armağan
kucağımda, o da senin gibi güzel, yakıĢıklı bir torun. Kucağıma geldi geleli habire
hırıldayıp, mırıldanarak, „Babaanne, beni anneme götür!‟ diye söylenip duruyor. Al,
kızım. Al Ģunu da, baĢımızı dertten kurtar. Yoksa bu yaramaz baĢımıza ne dertler
açar. Sonra uzun ve yorucu bir yoldan geldi. Karnı da acıkmıĢtır aslanımın Ģimdi,”
diyerek bebeği annesine verdi.
Bu sırada dıĢarıda bekleyenler de içeri dolmuĢlardır. Oda öyle dolmuĢ ki,
nefes almak zorlaĢtığı için, ayrıca çok fazla gürültü olmasından dolayı görevli
hemĢireler odayı boĢaltmak zorunda kalmıĢlardı. Ancak Vuslat Hanım, Oya Hanım
bir de Nigar Hanım kalacaklar, diğerlerinin hepsi odayı boĢaltacaklardı. Diğerleri
salonda oturacak, arada sırada teker teker gelip hastayı görebileceklerdi.
Bebek de alınarak bebek odasına götürülür. Onu görmek isteyenler de
odanın penceresinin camından bakarak izlerler. Böylece bebeğe kimse
dokunamadan iki gün boyunca dinlenir. Yalnız beslenmesi için görevli hemĢire
getirtip annesine verir. ĠĢ bitince de alıp geri götürür.
Üçüncü gün anneyi ve bebeyi muayene eden doktorlar:
“Ġsterlerse, yarın evlerine gidebilirler,” deyince, Vuslat Hanım, oğluna:
“Hadi, Tahsin. Oğlum, biz seninle eve gidelim,” deyiverir.
Bunu duyan Doğanbey:
“Anne, sizi ben götüreyim. Tahsin burada kalsın. Birtakım iĢlemler vardır,
onunla uğraĢsın. Daha iyi olur,” deyince annesi de ona hak verir.
“Hadi öyleyse, Doğanbey. Gidelim yavrum,” diyerek Doğanbey‟le çıkıp
giderler. Yolda giderken kurbanlık koyunları görüp iki kurban alırlar. Onları
getirip Tahsinlerin evine koyarlar. Sonra ve alınmasını istediği ne varsa tümünü
alıp getirerek yerleĢtirirler.
Vuslat Hanım, “Önümüzdeki günlerde bebeğin mevlidi okunacak. Adı
konulacak. Sonra gelen giden olacak. Bunlara neler sunulacak oğlum. Seninle
gelmemiz iyi oldu. Bunların tümünü hazır edelim. Eve lokum gerek, lohusa Ģerbeti
gerek, mevlit Ģekeri ve Ģerbeti gerek,” diye durmadan konuĢuyordu. Eve gelip de
konuĢtuklarının tümünün alınmıĢ olduklarını görünce, gönlü rahat etti de ağzı
sustu. Sonra birden aklına ne geldiyse:
“Ha, Doğanbey! Sakın unutma! E mi? Sabahleyin gelinim ve torunum gelince
kasap da burada olacak. Anladın mı?”
“Olur, anacığım. Ġstersen gidip alıp getireyim. AkĢama da burada
yatsınlar,” deyince anladı oğlunun kendisi ile dalga geçtiğini ve sustu.
O akĢamı orada Tahsinlerin evinde yatarak geçirdi. Sabahleyin kalktığında
yalnız Tahsin vardı yanında. AkĢam, Tahsin yatmak için geldiğinde ağabeyi evine
gitmiĢ, kendisi annesiyle burada kalmıĢtı.
[290]
Tahsin kalkınca annesi, onu hemen hastaneye yolladı. Oysa Doğanbey,
çoktan gitmiĢ iĢlemleri bitirip hasta odasına gelmiĢti. Karısı Nigar Hanım, hastayı
ve çocuğu hazırlıyordu. Tahsin yetiĢti. Gülderen kalkmıĢ giyinmiĢ, her haliyle
hazırdı. Eltisi Nigar Hanım bebeği almıĢ yanına gelip:
“Hadi, gidelim,” deyince Tahsin hemen koĢup Gülderen‟in koluna girdi.
Odadan çıkarlarken Oya yetiĢti. Yine Müjgan, Aysel ve AyĢegül yanındaydı. Onlar
da kimi önden kimi arkadan onu alıp hastaneden çıkardılar. Yolda park etmiĢ üç
araba vardı: Biri Oya‟nın, biri Tahsin‟in, diğeri de Doğanbey‟in arabası idi.
Doğanbey kendi arabasına kimseyi almadı.
“ġimdi, geç kalırsam, annem beni öldürür. Ben kasap getirmeye gidiyorum.
Diyerek basıp gitti. Geride kalanlar arabalara paylaĢtırıldılar. Eve geldiklerinde
Doğanbey‟in kendilerinden önce gelmiĢ olduğunu, yanında da tanımadıkları iki
yabancı bulunduğunu görüp:
“Bunlar da kim?” diye birbirlerine soruyorlardı. O anda Vuslat Hanım
içerden çıkarak geldi. Doğanbey, annesinin geldiğini görünce ona yaklaĢıp elini
öpüp:
“ĠĢte, anneciğim, torunun ayağına geldi. Bunlar da istemiĢ olduğun kasaplar,
onlar da hazırlar,” diye söylerken Tahsin de arabadan çıkıp kucağına aldığı
çocuğunu annesine getirip:
“Al, anne. Sana bir torun getirdik. Bakalım beğenecek misin?” diyerek
annesine verirken Gülderen de yetiĢti. Önce o Vuslat Hanım‟ın elini öpüp Tahsin‟e:
“ġimdi ver, annemize,” diyerek araya girdi.
Tahsin ve Gülderen, Vuslat Hanım‟ın elini öpüp çocuğu ona verdiler. Bundan
çok mutlu olan Vuslat Hanım ise önce gelinini, arkasından oğlu Tahsin‟i bağrına
basıp öperek:
“Allah‟ım, size bir evlat verdi. Siz de getirip bana verdiniz. Allah analı
babalı büyütsün. Ailesine, milletine bağıĢlasın. Sağ olun, var olun çocuklarım.
Arkası bol gelsin, inĢallah,” diye dua etti. Bebeği geri annesine verirken: “Ha sahi,
Adını düĢündünüz mü bu yavrucuğun,” diye sordu.
Tahsin ve Gülderen, her ikisi birden:
“Hayır, anne. Biz hakkımızı size bıraktık. Siz buyurun. Siz ve ağabeyimiz
gibi iki büyüğümüz dururken, bizim araya girmemiz olmaz. Sizler bir ad
belirlediyseniz, buyurun söyleyin. Hoca efendiye haber salın, gelsin koysun
çocuğun adını,” dediler.
“Ben „Doğanbey‟ olsun istiyorum,” dedi.
Herkes de uygun gördüler ve beğendiler. Hoca efendi, çocuğu kucağına alıp
teklif edilen adı kulağına fısıldayıp söyleyince ad da konmuĢ oldu.
Bundan sonra bebeğe hoĢ geldin bebek, ziyaretleri baĢladı. Ziyaretlerin
ardı arkası kesilmiyordu. Bizim Kör Salih Takımı bireyleri ayrı ayrı ve de topluca
geldiler. Yurt Kızları, komĢular, ayrıca Oya Hanım‟ın ve YeĢilbahçe Moda Evinin
[291]
bağlı müĢterileri, bir de Ġstanbul‟daki yeni damat adaylarının çevreleri, herkes
geldiler.
Bu geliĢler iki ay kadar sürdü. Sonra bir gün ansızın Ġstanbul‟dan on on iki
kiĢilik bir grup geldi. Doğru, Sanayi Sitesinde yeni yapılan YeĢilbahçe Moda ve
Dikimevi‟ne indiler.
Gülderen ve Tahsin onları karĢılayarak kendi binalarına ilk konuk ettiler.
GeliĢ nedenleri Gülderen‟in doğum sorunlarının bitmiĢ olmasından yararlanılarak
ertelenmiĢ olan kız isteme iĢlerine baĢlamaktı. Gülderen onları yerleĢtirdikten
sonra hemen Oya Ablasını arayarak Kız YetiĢtirme Yurdu ile bizim Kör Salih
Takımlarını arayıp onları bir araya getirmesini, en geç bu iĢin yarın gece olmasını
söyledi. ġükran‟la Aysel‟in istenmesi yapılacak olduğunu anlattı. Oya da bu iĢi,
mutlulukla yükümlendi. Ve gereken yerlere telefon ederek haber verip yarın
akĢam lokantada olmalarını bildirdi.
Sonra da Gülderen‟i arayıp ona:
“Ġsteğiniz yerine getirildi. BaĢka bir isteğiniz var mıdır? Bütün aile yarın
saat yirmi birde sizi ve de gelenleri sabırsızlıkla bekliyoruz. Eğer sizin baĢka bir
isteğiniz yoksa biz üç kiĢi size geliyoruz,” dedi.
“Buyurun bekliyoruz,” deyip telefonu kapattı Gülderen. Sonra dönüp
durumu konuklara anlattı. “Yarın akĢam saat yirmi birde bizleri bekliyorlar. ġimdi
siz yol yorgunluğunuzu atabilmek için birer kahve istersiniz sanırım,” diyerek
telefona sarıldı. Misafirler için kahve, soda ve meyve suyu söyledi. Sonra da
Doğanbey‟i arayarak:
“Ağabey, Ġstanbul‟dan misafirlerimiz geldiler. Kalkıp siz de buraya gelir
misiniz?” deyince, Doğanbey, hemen geliyorum, deyip bir dakika sonra geldi. Yeni
gelenlerle tanıĢtırıldıktan sonra Emekli Vali ile Prof. Dr. Nihat Beylerin arasına
oturup söyleĢiye baĢlamıĢlardı. Kahveler de geldi. Misafirlere sunuldu. Kahveler
içilip fincanlar toplanırken Dr. Selim, Oya Hanım ve ġükran‟ la Aysel içeri girdiler.
Yeni gelenlerle konukları, Tahsin tanıĢtırırken Oya ile Gülderen de bir kenarda
durmuĢ konuĢuyorlardı:
Gülderen, “Hani, üç kiĢi geliyordunuz?” diye sordu.
Oya Hanım, “Tam kapıdan çıkıyorduk. Selim geldi. Onu da aldık.
Ġstemiyorsan söylerim geri gitsin. Ama Ģunu bil ki onu gönderirsen ben de
giderim.”
Gülderen, “O nasıl söz canım ablacığım. Ben o açıdan söylemedim. Selim
Ağabey‟imin her zaman baĢım gözüm üstünde yeri var. TanıĢtırılma bitmiĢti,”
dedi.
Gülderen, Oya Ablasını kolundan tutarak;
“Bak, Tahsin. Ablamı unuttun,” diyerek misafirlerin önüne götürdü. “Sayın
ve sevgili konuklarım. Bu gördüğünüz hanım da, bizim bütün kızların sevgili
ablasıdır.”
[292]
Böylece bacanaklar Dr. Selim, Dr. Servet, Dr. Tuncer birlikte oturup
konuĢmaya baĢladılar. Ġkisi sağlık alanında biri de musiki alanında kariyer yapmıĢ
olan bu insanlar, aralarına katılacak olan dördüncü akademisyeni de unutmadılar.
Bugün olmasa da önemli değil, yarınki geniĢ toplantıda o da olacak. Böylece dört
akademisyenli bir bacanaklar ailesi oluĢturacakları günleri ve o günlerin
mutluluğunu konuĢtular. Yalnız bu konuĢmalar, bir eğlence ve Ģakadan ileri
gitmeyen ve bir sonuca bağlanmayan niteliktedir. Böyle olduğundan dolayı,
karĢılıklı gülüĢmelerle bitiverdi. Daha uzatamamıĢlardı. Çünkü Mustafa Bey,
Salih, Gülsevil de duyunca koĢup gelmiĢlerdi. Arkalarından Ġhsan Bey, eĢi Fahriye
Hanım, Mutlu Öğretmen‟le eĢi Mahide Hanım da koĢarak gelmiĢlerdi. Her yeni
gelen daha önceki söyleĢinin kesilmesine ve de yeni bir söyleĢi konusunun
açılmasına neden olduğundan bu gibi topluluklarda bir konu ele alınıp enine boyuna
irdelenemiyordu. Bu nedenle o gün hiçbir ciddi konu konuĢulamadı. Hep “HoĢ
geldiniz!”, “Nasılsınız?” gibi alıĢılmıĢ, kliĢeleĢmiĢ sözlerle geçiĢtiriliyordu. Sonuna
doğru Gülderen:
“Ablacığım. Sana bir Ģey sormak istiyorum. Bilmem nasıl karĢılarsın?
Biliyorsun biz bu binaya taĢınalı henüz bir ay bile olmadı. Ama Ģimdiden sıkıntısını
çekiyoruz. Biz bu sıkıntıyı evde aile içinde de konuĢtuk. Sana açmaya karar
verdik. ġimdi biz çalıĢanlar aĢağı yukarı kırk kiĢiyi buluyoruz. Allah‟a Ģükür, çok
dostumuz ve kaliteli müĢterimiz de oldukça çoğalıyor, Ģimdi değilse bile kısa bir
zaman sonra yurt dıĢı konuklarımız da olacak. Bu sorun Ģimdiden canımızı sıkıyor.
Ne yapacağımızı bilmiyoruz. DüĢünürken aklımıza siz geldiniz. Ancak siz bize
yardım edebilirsiniz,” dedi
“Peki, sıkıntınız nedir? Benden ne gibi bir yardım istiyorsunuz?”
“Ha, sahi. Onu söylemedim, değil mi? Heyecandan asıl söylemem gerekeni
söylememiĢim. Peki, öyle ise bu kez söze o sorunla baĢlayayım. Ablacığım,
biliyorsunuz, biz burada kentten dıĢarıda ve de oldukça uzakta çalıĢıyoruz. Günde
üç öğün yemek derdimiz var. Bunu dıĢarıdan getirtmek olmuyor. Gelse bile sıcak
yemekler buz gibi oluyor. Binanın alt katı veya üst katı bu iĢ için çok elveriĢli
sanıyoruz. Acaba bu konuda ve ayrıca yer seçiminden sonra iĢletme konusunda
bize ne gibi yardım edebilirsiniz? Daha doğrusu yardımcı olabilir misiniz?”
“Neden olmasın? BaĢım gözüm üstüne. Bak, ben Ģimdi, sana iki insandan
söz edeceğim. Bu iki kiĢi hem bu iĢi çok iyi bilir, hem de bu iĢin A‟dan Z‟ye içini
dıĢını herkesten çok iyi anlarlar. Ġkisi de Ģu anda aramızdalar. Kendilerine ısrar
edelim. Baskı yapalım bu iĢi kabul etsinler. Ne dersiniz. Bunlar Sayın Mustafa
Levent ve bizim Kör Salih Efendi‟dir,” dedi
Bunun üzerine birlikte Mustafa Levent ve Salih Efendi‟nin yanına gittiler.
Orada Oya söze girdi:
“Babacığım, sen iĢsizlikten sıkılıyordun. ĠĢte sana yepyeni bir iĢ. Sevgili
oğlun Salih Ağabey‟le birlikte el ele, gönül gönüle bir iĢ,” deyip durumu anlatınca,
onların itirazlarına meydan bırakmadan, orada oturanlar, elleri ve kolları ile iĢaret
[293]
ederek, “Hadi baĢarılar! Hayırlı olsun!” sesleri arasında bir alkıĢ sesi yükseldi.
Mustafa Bey ve Salih ĢaĢırıp kaldılar. Bu arada Gülsevil de bir Ģey söylemiyor,
ama Salih‟i de habire iteleyip duruyordu. AlkıĢ sesleri bir türlü susmuyordu.
Mustafa Bey ayağa kalkarak herkesi selamladıktan sonra:
“Efendim. Bu kadar muhterem insan böyle bir görev veriyorsa, ben de,
sevgili oğlum Salih de bundan kaçmayız. Tümünüzün emirleri baĢımız üstüne.
Ġkimiz adına ben söz veriyorum. Kabul ediyoruz. Bu karar YEġĠL BAHÇE ekibine
ve tümümüze hayırlı, uğurlu olsun,” diyerek sözünü bitirdi. Hemen arkasından
Gülderen konuĢmaya baĢladı:
“Sayın Bayanlar, Baylar. Hepinizin önünde ben sevgili ablam Oya‟ya
gerçekten çok teĢekkür ederim. Ġnanın, Ģu anda ne demem gerekir, bunu da
bilmiyorum. ġu anda bildiğim değilse bile, çok iyi anladığım bir Ģey var: Ablaların
kardeĢleri için neler yapabileceğidir. Tümünüz gördünüz, ben ablama yalnız bir
sorunumu açtım. Ondan bana yardımcı olmasını istedim. Tıpkı, „Çocuk, babasından
üzüm istemiĢ; babası, ona bir bağ satın almıĢ,‟ atasözü burada gerçekleĢiyor.
Hepimiz biliyoruz ki, bu atasözünün gerisi de var. ĠnĢallah o bölüm gerçekleĢmez.
Sana yalnızca teĢekkür edebiliyorum, benim canım ablam. Bu benim teĢekkürüm.
Ailem adına konuĢmak bana düĢer mi bilmiyorum. Ama ben onlar adına da
konuĢmak değil, teĢekkür etmek istiyorum. Ve tümünüzü bu akĢam Oya Ablamın
Lokantasına davet ediyorum. Buyurun hep birlikte gidelim,” dedi.
Bunun üzerine herkes kalkıp arabalara doldu. Ve doğru Oya‟nın lokantasına
gittiler. Yalnız Tahsin‟le Gülderen gelmemiĢlerdi. Biraz sonra onlar da geldiler.
Yanlarında Vuslat Hanım, Nigar Hanım, AyĢegül ve Gülderen‟le Tahsin‟in bebekleri
olduğu halde geldiler. Demek ki onları almaya gitmiĢler. Onlar da gelince takım
tamam oldu. Doğanbey, Vuslat Hanım, Gülderen ve Tahsin Bey‟le Nigar Hanım
yerlerinden kalkıp, gelerek Mustafa Bey‟le Salih‟in yanına oturdular: Gülsevil‟le
bebeği, Gülderen‟le bebeği de yan yana düĢmüĢlerdi. Bir tarafta Prof. Nihat
Bey‟in ve Emekli Vali Bey‟in tatlı konuĢmaları sürerken, beri yanda da Mustafa
Bey‟le Doğanbey ekiplerinin iĢ görüĢmeleri sürüyordu. Sonunda Mustafa Bey:
“Tanrı‟nın günü bitti mi ki böyle sıkıĢık bir zamanda burada konuĢuyoruz.
Bugün ve yarın akĢamki iĢlerimiz bitsin, ikimiz de boĢuz. Gelir atölyenizde bol bol
konuĢuruz. Ben bu akĢamlık konuyu burada kapatıyorum,” diyerek konuĢmayı
bitirdi. Salih‟i de alarak kalkıp misafirlerin yanına gitti. Doğanbey de annesinin
yanından kalkıp gidince Vuslat Hanım da susmak zorunda kaldı. Bir köĢeye çekildi.
Zaten yemek yeme saati de gelmiĢ, servisler baĢlamıĢtı. Herkes yemeklerini yiyip
söyleĢilerini sürdürerek ertesi akĢam buluĢmak üzere ayrıldılar. Konuklar,
YeĢilbahçe Moda Evi‟nin Konuk Evi‟ne, diğerleri de kendi evlerine gidip yattılar.
Ertesi gün biraz geç kalktılar. Kahvaltılarını yaptıktan sonra Dr. Servet ve Dr.
Tuncer, telefon edip ġükran‟la Aysel‟i yanlarına alarak çarĢıya çıktılar. Önce
onları bir Ģekerciye götürmelerini, sonra türlü alıĢ veriĢ yapmak için gereken
yerlere götürmelerini istediler. ĠĢlerini bitirip Oya Hanım‟ın Lokantasına
[294]
uğradıklarında, zaman bir hayli geçmiĢ, nerdeyse akĢam olmuĢtu. Kızların öylece
içeri girdiklerini görünce Oya Hanım:
“Kızlar, siz neredeydiniz? Sabahtan beri sizi arıyorum, bulamıyorum. Bu
akĢam benim değil, sizin sözleriniz kesilecek. Ama bakıyorum, siz değil ben
heyecanlanıyorum. Hadi, doğru benim berbere gidin de, Ģu saçlarınızı hiç değilse
tarattırın. Yaptırmayı sonra yaparız. Hadi benim canım kardeĢlerim. Çabuk gidin
de, çabuk gelin,” diye onları yolladı. Sonra Dr. Servet ve Dr. Tuncer‟e:
“Sizler gücenmeyin. AkĢam söz kesilinceye değin, bu yaramazlar benim
gözetimimde ve denetimimdedirler. Ama söz kesildikten sonra bu yetki ve görev
benim üstümden kalkarak sizin olur. Ondan sonra siz nasıl isterseniz öyle
yaparlar. Korkmayın benim kardeĢlerim, aksi ve dik baĢlı değillerdir. Sizi
kesinlikle üzmezler. Ġnanın onlar çok iyi insanlardır. Ben çok iyi bir seçim yapıp,
olumlu bir karar almıĢ olmanızdan dolayı sizleri kutluyorum. Lütfen, siz de onları
mutlu ediniz. Sizden yalvararak bunu istiyorum,” deyince, gözleri dolu dolu oldu.
Ġki damat adayı da bu duygusallığı görünce ona:
“Sen üzülme ablacığım. Sana söz veriyoruz. Onları üzmeyeceğiz. Onları
yaĢadığımız sürece mutlu edeceğiz. Bundan emin olunuz. Lütfen, siz de bu konuda
aklınıza bir üzüntü getirmeyiniz. Bu konuda siz de bize söz verir misiniz?” dediler.
Oya da bunun üzerine:
“Söz veriyorum, sevgili eniĢtelerim,” deyince iĢ bitmiĢ, Oya Hanım‟la
damatlar arasında anlaĢma sağlanmıĢtı. Ġki tarafta sonuçtan memnun olarak
kızların gelmesini bekliyorlardı.
Nihayet saat yirmi bir otuzda Yurt ekibi Müdire Hanım‟la birlikte tüm
öğretmenleri ve öğrencileri ile geldiler. Aysel‟le ġükran da aralarında olduğu
halde topluca geldiler. Oya yine ĢaĢırmıĢtı. Bu kızlar berberden çıkınca Yurda mı
gittiler diye düĢünüyordu. Sonunda iĢ anlaĢıldı Meğer kızlar lokantanın önünde
karĢılaĢmıĢlar, Yurda falan gitmemiĢlerdi. Oya‟nın bu hırçınlığı kızların Yurda
gitmiĢ olmalarından dolayı değil, geç kalmalarından dolayı idi. Bunu anlayınca
kimseye kızmaya gerek duymayarak, onları içeri alıp, yeni almıĢ olduğu giysilerini
giydirdi, makyajlarını düzelttikten sonra gerçekten birer melek gibi dıĢarı
çıkmalarını sağladı. Salonda bulunan yüze yakın kiĢi hep birden gelen bu güzelleri
alkıĢlayarak karĢıladılar. Tam bu sırada Prof. Nihat Bey, eĢi, çocukları ve Emekli
Vali Bey, eĢi, çocukları ile salona girdiler. Ġçeri girerlerken herkesin alkıĢlarını
duyunca, onlar da nedenini bilmeden bu alkıĢlamaya katıldılar. Herkes ayağa
kalkmıĢ, gelenlere yer gösteriyorlardı.
Emekli Vali birden grup içinde Ġhsan Bey‟i görünce ona doğru yürüdü:
“Siz, emekli hukuk yarıcı Ġhsan Bey değil misiniz?” diye sordu.
“Evet, sayın valim. Ben, Yargıç Ġhsan‟ım. HoĢ geldiniz. Nasılsınız?” dedi.
“TeĢekkür ederim. ġimdi çok iyiyim. Sizi gördüm ya. Benim için her Ģey çok
iyidir artık. EE! Söyle bakalım, nereye oturuyoruz?”
[295]
“Sorduğun Ģeye bak. Tabii benim yanıma. Siz buraya oturmazsanız, ben
nereye giderseniz yanınıza gelirim.”
“Sayın Valim, Kemal Bey!”
“Sayın Emekli Yargıcım, Ġhsan Bey kardeĢim,” diye kucaklaĢtılar. Bu
kucaklaĢma hem onları hem de orada bulunanları duygulandırdı. Bunu anlayan
Sayın Vali, hemen söze baĢlayarak bu duygusal havayı dağıtmak istedi.
“Biz, bu akĢam buraya herkesi duygulandırmaya değil, (Çünkü o duygusallık
yalnız bize aittir,) aksine herkesi sevindirmek mutlu bir olay için geldik. Sayın
Prof.Dr. Nihat Hocamla birlikte oğlanlarımıza sizlerden kız istemeye geldik. Bu
mutlu olayın baĢlamasını ve de sonucunu beklemek gibi çok kutsal bir görev için,
tam iĢe ve söze baĢlamak isterken, yıllar önce birlikte çalıĢtığımız bir dostu
görmüĢ olmanın heyecanı ile sizleri birkaç saniye duygulandırdığımız için ikimiz
adına tümünüzden özür diliyorum. Buyurun Sayın Hocam, Nihat Bey, söz de sıra
da sizin,” diyerek sözü Prof. Dr. Nihat‟a bıraktı.
“Sayın Bayanlar ve Baylar. Değerli dostum Sayın Valimin daha önce çok
güzel konuĢarak sizlere duyurduğu gibi, bizler bu akĢam oğullarımız için sizlerden
kız istemeye geldik. Ben Ġstanbul‟da bir tesadüf eseri olarak görüp tanıdığım
ġükran Hanım kızımı o anda sevdim. Ve de oğlum ve baĢasistanım olan Dr. Servet‟i
çağırarak kendilerini tanıĢtırdım. Orada bir de emr-i vaki yaparak, „Sizleri
evlendirmek istiyorum,‟ dedim. O anda oğlum hemen, „Babacığım, sen bilirsin,‟
diyerek bana yetki verirken, ġükran kızım da bana: „Efendim, siz Servet Bey‟in
babasısınız. Nasılsa bu yetki sizindir. Benim burada bir ablamdan baĢka kimsem
yoktur. Onun için siz bu düĢüncenizi benim aileme söyleyin. Onlar, buna ne
diyecekler. Bunu Ģimdiden bilemem. Ben, beni büyütüp yetiĢtiren ailemden öne
geçip size „evet‟ ya da „hayır‟ diyemem. Bu benim aile terbiyeme sığmaz,‟ diyerek,
teklifimi askıya aldı. ġimdi bayanlı baylı, küçüklü büyüklü buradasınız. O nedenle
tümünüze birden soruyorum: Kızınız ġükran‟ın, Allah‟ın emri ve de Peygamber
Efendimiz Hazreti Muhammet Mustafa‟nın kavli ile oğlum ve baĢasistanım
Servet‟le evlenmesine izin veriyor musunuz?”
Oturanların tümü birbirinin yüzüne bakıp bir Ģey söylemiyordu.
Bunun üzerine Prof. Dr. Nihat:
“Ben size yardımcı olabilirim. Önce Ġhsan Bey‟e sorabilir miyim?” diye
topluluğa sorup onlardan yetki almak istedi: Ve de tümü birden:
“Olur, olur!” diye bağırmaya baĢlayınca Ġhsan Bey:
“ġükran, kızım. Gel, benim yanıma, seninle biraz özel konuĢalım,” dedi.
Sonra da onu orada bulunan bir odaya çekip, beĢ on dakika içerde kaldılar.
Sonra Müdire Anne‟yi de yanlarına çağırıp, beĢ dakika sonra çıkıp geldiler. Herkes
nefeslerini tutmuĢ sonucu bekliyordu.
Prof. Dr. Nihat, “Ne oldu, Sayın Yargıcım? Bir sonuca vardınız mı?” diye
sorunca Ġhsan Bey, ġükran‟ı yanına çağırdı:
[296]
“Bak, ġükran. Biz, annenle de konuĢup seni vermeyi uygun gördük. Sen ne
diyorsun kızım?”
ġükran da, “Sizler uygun görüyorsanız, ben nasıl karĢı çıkabilirim? O zaman
ben de kabul ediyorum,” dedi.
Bunun üzerine Ġhsan Bey ayağa kalkıp:
“Sayın Profesör, yaptığınız teklifi görüĢtük. Annesi Müdire Hanım Efendi ve
ben tüm aile adına kızımız ġükran‟ın, kendisinin de düĢüncesini sorarak, oğlunuz
baĢasistan Dr. Servet‟le evlenmesine izin verdik. Allah, bu giriĢimde katkısı
olanları ve kendilerini mutlu eylesin. Gel, oğlum Servet, Ģöyle yanıma da, sizleri el
ele tutuĢturayım,” dedi.
Servet, koĢarak yanına geldi.
“Buyurun, Ġhsan Bey.”
“Kızım ġükran, sen de gel yavrum.”
O da geldi.
“Buyurun, babacığım.”
Ġhsan Bey, “Kızım, bu delikanlı seninle evlenmek istiyor. Sana sorduk, seni
de istekli gördük. Sen böyle mi karĢılarsın sevgilini. Ġkinize de söylüyorum.
Sözlerime dikkat ediniz. Birbirinize herkesten ve her Ģeyden daha çok değer
veriniz. ġimdi bu sözlerimi kanıtlamak için iki sevgili olarak tanıĢmaya ilk adımı
atın. Hadi bakalım. Yok! Öyle, yalnız el sıkıĢarak olmaz, onu herkesle
yapıyorsunuz. Bu iki sevgilinin tanıĢmasıdır. ÖpüĢün de görelim. Biz de gençliğimizi
yaĢayalım,” dedi ve onları yanak yanağa öpüĢtürdü.
Böylece iĢin birisi bitti, sıra öbürüne gelmiĢ oluyordu.
Emekli Vali, “AnlaĢılan sıra geri bana geldi. Sayın Konuklar. Demin sizlere
arz etmiĢtim, ne için geldiğimizi. Bu iĢi baĢlatan Sayın Prof. Dr. Nihat kendi
oğlunun iĢini çözümledikten bir gün sonra, okula gelen kızınız Aysel‟i görünce bu
kez ikinci baĢasistanı olan oğlum Tuncer‟i yanına çağırarak, bizim aylardır ısrarla
istememize karĢın kabul ettiremediğimiz oğlanı razı ediyor. Böylece bizi de iĢin
içine katarak buraya getirmiĢ oluyor. ġimdi biz de eĢimle birlikte kızınız Aysel‟e
talibiz. Oğlumuz Tuncer‟le kızınız Aysel‟i evlendirmek istiyoruz. Eğer, uygun
görürseniz hem gençleri hem de bizleri çok mutlu edersiniz: Yine topluma sordum.
Yanıt alacağımı sanmıyorum. Acaba rica etsek Müdire Hanım ve Ġhsan Beyler bize
de yardımcı olurlar mı?” dedi.
Ġhsan Bey, yanına Müdire Anne‟yi de alıp geldi. Gelirken Aysel‟i de kolundan
çekerek Vali Bey‟in önüne getirdi.
“Buyurun, Sayın Valim. Bize bir emriniz mi var?”
“Yok, estağfurullah. Sadece sizden bir ricamız olur. Uygun görürseniz
kızınız Aysel‟i, oğlumuz Tuncer‟le evlendirmek için izin vermenizi arz ediyoruz.”
Ġhsan Bey, Müdire Hanım‟ın yüzüne bakarak, ne demek istersiniz
dercesine, bir iĢaret yaparak sordu. Müdire Hanım:
“Bundan daha iyisini mi bulacağız, verelim gitsin,” dedi.
[297]
Ġhsan Bey, bu kez Aysel‟e dönüp:
“Pek, ya sen ne diyorsun kızım? Sen bu Tuncer Bey‟le evlenmek ister
misin?”
“Evet, baba. Siz istedikten sonra bana zaten bir iĢ kalmadı. Ama size
yardımcı olmak için EVET! Diyorum. Zaten biz Tuncer‟le birbirimizi çok sevdik.”
Bunun üzerine Ġhsan Bey:
“Gel bakalım, Tuncer Bey oğlum. Bizim ve kızımızın kararlarımızı açık
oturumda olduğu gibi görüp ve de duydunuz. Ya siz ne diyorsunuz?”
“Ben de Allah diyorum. Sevinçten bayram ediyorum. Tümünüze
teĢekkürler,” diyerek koĢup geldi. Önce Ġhsan Bey‟in ve Müdire Hanım‟ın, sonra da
anne ve babasının ellerini öpüp Aysel‟in yanına gitti. Onu kucaklayıp bağrına
bastırarak öptü.
Prof. Dr. Nihat Bey, ayağa kalkıp:
“Sizler de sağ olunuz, sağlıklı ve mutlu yaĢayınız. ġimdilik iĢimiz bitti
sanmayın. ĠĢ, asıl Ģimdi baĢlıyor. Önümüzde iki niĢan, iki nikâh ve de iki düğün var.
Gelin, bunların da günlerini saptayalım. Bu iĢ nence bayanların görevi ise de,
burada topluca yapmamızda da, yarar olduğuna inanıyorum.”
Daha sürdürecekti, ama Oya Hanım:
“Sayın Hocam. Bir dakika!” diye sözünü kesti. Bu Oya Hanım‟ın sesi idi.
Yanında iki garsonla gelmiĢti. Garsonların birinin elinde iki ĢiĢe Ģampanya,
öbürünün elinde de içinde bardaklar olan iki tepsi bulunuyordu. Nihat Hoca, bunu
görünce durumu anlayıp sustu.
Oya, gençlerin dördünü de yanına çağırıp, Dr. Servet ve Dr. Tuncer‟e,
ĢiĢeleri vererek:
“Hadi, patlatınız da kutlayalım,” dedi.
ġiĢeleri getiren garson açma aletini kendilerine vererek yardımcı olmak
istedilerse de, onlar ĢiĢeleri garsona geri vererek, sen açıver, dediler. Bu kez de
garsonlar onlara bir oyun oynayarak, açılmıyor ne yapalım, dercesine ellerini
ovuĢturup durdular. Yeni damat adayları durumu anladı ve ceplerinden para
çıkarıp garsonlara verince ĢiĢeler patlayarak açıldı. Herkese servis yapıldı.
Böylece masada oturup Nihat Hoca‟nın önerisini görüĢmeye baĢladılar. Bu kez
görüĢmeye Oya ve Gülderen de katıldı. Kısa sürede anlaĢarak iĢi bitirdiler.
Böylece niĢan, „bu gece toplanılmıĢken olsun‟ diyenler olduğu gibi, „hayır, bu akĢam
olmasın. Bu hafta sonunda olsun‟ diyenler de vardı. Ve bunlar ağırlık kazandı.
Nikâh, burada gelecek ay olsun, ertesi gün de sizin istediğiniz yerde düğün
yapılır, denilince bu görüĢ de kabul edildi.
Bu arada AyĢegül:
“Ya, kızlar kınası ne olacak? Bu iki ablanın nedimeleri kimler olacak?” dedi.
Gülderen, “Sen merak etme, benim güzel kardeĢim. Her ikisinin de baĢ
nedimesi sen olacaksın. Nedime giysileri, gelinlerin duvak ve gelinlikleri, kızlar
[298]
kınası giysileri „YEġĠLBAHÇE MODA Evi‟nce hazırlanacaktır,” deyince, damatlar
ve aileleri karĢı çıktılar.
Bunun üzerine yeniden söz alan Gülderen, “Pardon bayanlar, baylar. Sanırım
bir yanlıĢ anlaĢılma oldu. Ben o sözleri söylerken parasal yönüne hiç değinmedim.
Yalnız biz talibiz anlamında konuĢmuĢtum. Benim veya bizim müessese olarak, iki
varlıklı aileye yardım etmek gibi bir düĢünce aklımızdan bile geçmemiĢtir. Konuyu
ben eksik anlattığım için tümünüzden özür diliyorum. Beni bağıĢlayın, lütfen,”
diyerek sözlerini bitirdi.
Bunun üzerine Emekli Vali:
“Hanımefendiler, Beyefendiler! Gülderen Hanımefendi‟nin az önce
söylediği gibi ortada bir yanlıĢ anlama olduğu kesin. Yalnız bu yanlıĢ anlamayı ya
da yanlıĢ anlatmayı Gülderen Hanım Efendi‟nin yaptığı gibi duygusallıkla çözmek
de olanaksızdır. Gelin Ģunu biz duygusallığı bir tarafa bırakarak, mantık sınırları
içinde çözelim. Nasıl Gülderen Hanım?”
“Efendim, doğru söylüyorsunuz. Ben de sizinle aynı görüĢteyim. Yalnız bir
Ģey söylememe daha izin verirseniz; biz bunları, Ģampanya içilirken, bayanlar
olarak kendi aramızda konuĢtuk. „Bunca giysi, bu kadar kısa zamanda
yetiĢtirilemez, bu iĢi birkaç ay sonraya bırakalım,‟ görüĢü vardı. Ben de onlara, „Bu
iĢ, o denli büyütülmesin. Gerekirse ben bunu birkaç güne sığdırıp
yetiĢtirebilirim,‟DemiĢtim. TartıĢmamızın nedeni, iĢin çokluğu, zamanın yetersiz
oluĢu üzerinde olduğu için, ben karĢı çıkanlara güvence vermek amacıyla öyle
konuĢmuĢtum. Eğer benim sözlerimde bir yanlıĢ anlatım olduysa, huzurlarınızda
özür diliyorum,” dedi.
Bunun üzerine Vali Bey‟in eĢi:
“Hanım kızım, doğru söylüyor. Bir yanlıĢ anlama, ortalığı karıĢtırma bizden
oldu. Sen haklısın, biz senden özür diliyoruz. Lütfen, sen bizi bağıĢla, hanım
kızım.”
Emekli Vali, “Sorun çözülmüĢtür. ġimdi ben sonucu bağlamak istiyorum.
Düğün oluncaya değin hazırlanacak giysilerden siz sorumlusunuz ĠĢin tamamı size
ihale edilmiĢtir. Bu bir. Bu süre içinde gerek gruplar halinde, gerekse daha az kiĢi
ile gelip gidilmeler olacaktır. Bunun için bize bir uygun otel veya tutulabilecek bir
yer bulunmasını istiyoruz. Bunu nasıl yapacağız?”
Gülderen, “Efendim, yine ben size bir soru soracağım. Ama lütfen gönül
almak için veya hatır için söylemeyin. AkĢam kaldığınız yer rahat değil miydi?
Memnun kalmadınız mı?”
Emekli Vali, “ĠĢin doğrusunu söylemek gerekirse, hiçbir otelde böylesine
rahat edemezdik. Ama orası bir iĢyeri, bu nedenle biz iĢyerini rahatsız
etmeyelim, diyoruz.”
Gülderen, “Öyleyse, hiç çekinmeyin. ĠĢiniz bitinceye değin bizim Ģeref
konuğumuzsunuz. Sizin deyiĢinizle bu da iki diyebilir miyiz?”
[299]
Emekli Vali, “Hanımefendi, sizde insanı ĢaĢırtan ve konuĢurken düĢünmek
zorunda bırakan bir zekâ var. Doğrusunu isterseniz, bir üçüncü sorunumuz daha
var. Ġnsanlar nereye giderse gitsinler, doğal alıĢkanlıklarından vazgeçemiyorlar.
Bu söyleyeceğim doğal alıĢkanlık da değil, doğal gereksinimdir. Günde üç öğün
yemek zorundayız. Bunu nasıl yapacağız?”
Burada hemen Oya Hanım araya girdi:
“Bu da benim iĢimdir, efendim. Lokantamız yemekleri ve hizmetleri eksiksiz
olarak nerede olursanız olunuz, emrinizdedir. Yeter ki bir telefon edip emredin.
On on beĢ dakika sonra oradayız. Eğer YeĢilbahçe Dikim ve Moda evindeyseniz
iĢiniz daha da kolaydır. Bu da üç diyebilir miyiz, efendim?”
Böylece gelecek konukların üç önemli sorunu çözülmüĢ oldu.
Bu arada söz alan Prof. Dr. Nihat:
“Bayanlar, baylar. Kusura bakmayın ama siz asıl görevinizi unutup buraya
geldiğinizde nerede yer, nerede yatarız gibi özel sorunlarınızı çözdünüz, diye
sevinirken ne zaman ve ne amaçla geleceğiz sorununu çözemediniz. Hadi bakalım,
Ģimdi de asıl konuya gelelim. Benim anladığıma göre biz bugün kız istemeye ve söz
kesmeye geldik. Kızları istedik, sağ olsunlar, kızları oğlanlarımızla evlendirmek
amacıyla verdiler. Buraya kadarı doğrudur. Söz kestiniz mi? Hayır! Durun, önce
söz keselim öyle ise. Bunun için birer söz yüzüğü gerek. Onları getirdiniz mi?”
Yine bir telaĢtır baĢladı. Kimse bunu düĢünmemiĢti. Hoca devam ederek, “Merak
etmeyin, o iĢi ben yaptım. Gelin bakalım gençler, Ģöyle yanıma. Sıralanın da iĢin
birini bitirelim.”
Gençlerin dördü de Hoca‟nın çevresini aldılar. Nihat Hoca kızların ve
oğlanların parmaklarına birer tek taĢlı yüzük takarak, onları resmen sözlendirmiĢ
oldu. Sonra da:
“Hadi, bakalım. Önce birbirinizi, sonra da ailelerinizi kutlayın da, sıra bize
de gelsin,” diyerek birinci töreni kendisi bitirdi. Sonra da hemen bundan sonra ne
yapılacağını ve gününü saptamaya geldi sıra.
“ġimdi, ne yapıyoruz?” diye sorunca da, Oya Hanım:
“Efendim. Kızların en büyük ablaları olarak konuĢuyorum. Ġzin verirseniz
kardeĢlerimin niĢan törenini ben yapmak istiyorum. Zaten niĢan da kız evinin
görevi olduğundan bunu ben yapayım. Sizler yalnız gününü belirleyin yeter. Bu
arada bu lokantada yemekli eğlenceli niĢanları yapılacaktır. Davetli sayısı önemli
değildir. DıĢarıdan gelecek konuklar için de yerimiz elveriĢlidir. Belki sizler de
duymuĢsunuzdur. Bize bir zamanlar BeĢibirlik derlerdi. Ama o zaman çok
eskilerde kaldı. Biz Ģimdi birbirine 404‟le kaynaĢtırılmıĢ yedi kardeĢ, kısaca
yedibirlik olduk.”
Oğlan ve kız evi baĢ baĢa vererek; niĢanın, yirmi gün sonraki pazar günü
yapılmasına. NiĢandan yirmi gün sonra da nikâhın olmasına; ertesi günün akĢamı da
yine Oya Hanım Lokantasında kızlar kınası yapılmasına; -erkekler de isterlerse
Ġstanbul‟da- bekârlığa veda partisi düzenleyebilirler- Gecenin yorgunluğunu
[300]
atmak için bir gece dinlenip hemen ertesi gece düğünün yapılmasına karar verildi.
Düğün ise, oğlan ailelerinin isteği üzerine Ġstanbul‟da yapılacaktı.
Böylece gece de, eğlence de bitmiĢ oldu. Herkes yatmaya gimek üzere
hazırlanırken Gülderen‟in
“Bir dakika, beni dinler misiniz?” diye bağıran sesi duyuldu. Herkes ayağa
kalkmıĢken durup beklediler.
“Yarın, iki gelin kızımız, Oya Ablamız ve de damat beylerin yakınları, saat
onda bana gelirlerse, onlarla kumaĢ bakmaya ve almaya gideceğiz. Ayrıca merak
edip gelmek isteyenler olursa, onları da bekliyoruz. Kusura bakmayın, bunu
duyurmak için sizleri bekletmiĢ oldum. Lütfen bağıĢlayın. Herkese iyi geceler,”
dedi.
Moda Evinde yatacak olanları kendisi ve kocası Tahsin, Doğanbey ve
Selim Bey‟le Oya Hanım birlikte götürdüler. Müdire Hanım da Yurt kızlarını alıp
götürürken Müdire Hanım:
“Hadi bakalım kızlar, yatma saatiniz geldi. Sizler de Yurda; ġükran, Aysel.
Haydin, hep birlikte gidiyoruz,” diyerek, gelin adaylarını da alarak tüm kızlarını
Yurda götürdü.
Ertesi gün, saat dokuza değin uyumuĢlardı. Müdür Odasından gelen
telefonla uyandılar. Arayan Gülderen‟di. Kendilerini almaya gelmiĢti. Çarçabuk
kalkarak giyinip geldiler. Kendilerini bekleyen Tahsin‟le Gülderen‟in arabasına
binip YeĢilbahçe Moda Evi‟ne geldiler. Moda Evi çalıĢanları hep gelmiĢ, harıl harıl
çalıĢıyorlardı. AkĢam yatmaya gelenler hâlâ uyuyorlardı. Onlar için beĢinci katta
yer hazırlandığından, aĢağı katlardaki makine ve motor seslerinden rahatsız
olmadan yatabiliyorlardı.
Saat ona doğru, Dr. Servet‟in kız kardeĢi Zehra Hanım, kalkmıĢ bakmıĢ
herkes uyuyor, katta dolaĢırken aĢağıdan gelen insan seslerini duyup aĢağı indi.
Ses gelen odaya girdiğinde Gülderen‟le kızları görünce yanlarına gitti:
“Günaydın, Gülderen Abla. Günaydın ġükran ve Aysel Yengelerim. Bizimkiler
daha hâlâ yatıyorlar. Yalnız ben uyandım. Kalktım baktım, kimsenin uyanmaya
niyeti yok. Ben de orada kalıp gürültü yaparsam milleti rahatsız ederim, diye
düĢünerek aĢağı indim. Binanız ne denli güzel olmuĢ böyle. Gerçekten çok güzel ve
de sevimli olmuĢ, ben çok beğendim, çok da sevdim. Ben de Mimarlık‟ta okuyorum.
Biliyor musunuz, ben de mimar olunca böylesi güzel binalar yapmak isterim. Bu yıl
üçüncü sınıfa geçtim. ĠnĢallah, üç yıl sonra mezun olurum,” dedi.
Gülderen ve kızlar, kendilerine çay söylemiĢlerdi. O gelince Gülderen:
“Sen de ister miydin?” diye sorunca Zehra:
“Olur, ablacığım. TeĢekkür ederim,” dedi.
Gülderen çayı getiren görevliye:
“Siz, Zehra Hanım‟a da çay ve kahvaltı getirin,” dedi.
Görevli odadan çıkıp gitti. Birkaç dakika sonra çayla kahvaltı gelmiĢti.
Zehra Hanım oturup kahvaltısını yaparken gece yatanların tümü kalkıp Gülderen‟in
[301]
çalıĢma odasına dolmuĢlardı. Gülderen görevliyi çağırıp ona konukların
kahvaltılarını yemek odasına hazırlamalarını söyledi. BeĢ on dakika içerisinde oda
hazırlanmıĢ, bu arada Zehra Hanım‟ın daha önce gelmiĢ olan kahvaltı servisi de
alınarak götürülmüĢtü. Tam kahvaltıya baĢlanırken Selim, Oya, AyĢegül kucağında
Oya‟nın bebeği ile geldiler. Az sonra Müdire Anne, Ġhsan Bey, Fahriye Hanım da
gelerek kahvaltıya oturdular. Herkes birbirine takılarak ĢakalaĢarak kahvaltılarını
yaptılar.
Saat on bire gelmiĢti. Gülderen:
“Haydi, hanımlar, beyler. Hep birlikte kumaĢ seçmeye gidiyoruz,” diyerek
toplanmıĢ olanları ayaklandırıp dıĢarı çıkardı. Kapı önünde arabalara biniyorlardı ki
Yüksel‟le Ömer geldiler. Birden bire:
“Hey, millet! Size verecek bir haberimiz var. AkĢam bir karar verdik. Biz
artık evlenmek istiyoruz. Hazır önümüzde iki Ģahane düğün varken, biz neden
araya karıĢıp üçüncü olmayalım, dedik. Bu amaçla da koĢup size geldik!”
dediklerinde herkes önce:
“Ay!”diye bir hayret veya ĢaĢkınlık çığlığı attı. Bu arada Ġhsan Bey ve
Fahriye Hanım buna en çok sevinenler oldular.
Hayret ve ĢaĢkınlık geçtikten sonra herkes:
“Hadi, çocuklar. Biz gelinlik ve damatlık kumaĢlar beğenmeğe gidiyoruz. Siz
de gelin, sizler için de beğenip alalım,”deyince, onlar da katıldılar.
Böylece iki gelinli düğün, üç gelinliye çıkmıĢ oldu. O yörenin en büyük kumaĢ
deposuna gidildi. Artık, Gülderen de o depodan daha ünlü olduğu için, getirdiği
müĢterilerle birlikte patron odasına alınıyor, en kaliteli kumaĢlar top top
yanlarına getiriliyor, beğenilen toplar orada bırakılıp öbürleri geri götürülüyordu.
Gelinler ve damatlar için ne gerekiyorsa ayrı ayrı seçilerek alındı. Sıra nedimelere
geldi. Her gelin için üç nedime olursa dokuz nedime gerekir ki, üçü AyĢegül, Esin
ve Enise. Bu üç hazırdı. Diğer altı nedimenin üçü Dr. Servet ve kardeĢi Zehra
Hanım tarafından, kalan üçü de Dr. Tuncer Bey ve ailesince bulunup getirilecekti.
Buna göre kumaĢlar alınıp YeĢilbahçe Moda Evine dönüldü. Erkekler için alınanlar
Doğanbey‟in atölyesine, bayanlar için olanlar Gülderen Hanım‟ın atölyesine
bırakıldı. Bu arada Ġhsan Bey, Fahriye Hanım, Müdire Hanım, Em. Vali Kemal Bey
ve eĢi, Prof. Dr. Nihat Bey ve eĢi de kendileri için yeni kumaĢlar beğenip düğüne
yetiĢtirilmesi koĢuluyla bırakmıĢlardı. Bu duruma göre üç damat, üç damat babası
olmak üzere altı erkek; üç gelin, üç gelin anası, bu da etti altı; bir de Zehra
Hanım, dokuz nedime için giysiler hazırlanacaktı. Her gelin için en az üç giysi
olmak üzere Ģöyle böyle altmıĢ giysi hazırlanacaktı. Bu hesap her damadın ve her
gelinin üçer kardeĢi olduğu var sayılarak yapılmıĢtı. SipariĢ verenlerin tümünün
ölçüleri alınıp iĢe baĢlandı. Bir hafta sonraya gelinmek üzere kendilerine randevu
verildi.
Emekli Vali Kemal Bey:
“Gülderen Hanım, size kaç davetiye gerekir,” diye sordu.
[302]
“Bana üç yüz isimsiz boĢ davetiye yollarsanız memnun olurum.”
“Çok olmaz mı?” diye soracak oldu.
“Neden çok olacakmıĢ? Belki az bile gelir. Siz bir de Oya Abla‟ya sorun.
Asıl yükü kaldıracak olan odur. Sonra Müdire Anne‟yi de ihmal etmeyin. Çok
gücenir. Bir gecede üç kızını gelin eden bir anne unutulursa gücenmez mi? Lütfen,
hemen Ģimdi siz ona gidip önce ona soruyormuĢ gibi konuĢun. Benim yolladığımı
sakın söylemeyin. Hatta bu konuĢmalardan bile bilgisi olmasın,” dedi.
Damatların aileleri bu isteğe:
“Olur,” deyip, boyun eğdiler.
Ertesi gün Ġhsan Bey telefon ederek, Vali Kemal Bey‟i ve Prof. Dr. Nihat
Bey‟i aradı:
“Ben Oya Hanım‟ın yanındayım. Gelirseniz birlikte Müdire Hanım‟a gideriz.”
Ġkisi de kalkmıĢ, kahvaltılarını yapmıĢ, kahvelerini içiyorlardı.
“Hemen geliyoruz,” dediler.
Dr. Servet ve Dr. Tuncer‟i de yanlarına alarak, yola koyuldular. Ġhsan Bey‟le
Fahriye Hanım lokantada oturuyorlardı.
Emekli Vali, “Hadi bakalım, Sayın Yargıç‟ım. Gidip Ģu iĢleri bitirelim,” dedi.
“Sayın Valim. Siz buradaki üç kız babasını görmüyorsunuz galiba?” deyince,
ĢaĢkınlığını gizleyemeyen Vali:
“KimmiĢ o? Hani nerede?” diye sordu.
Ġhsan Bey, “ĠĢte burada, tam karĢınızda duruyor.”
Çevresine bakan Vali, kimseyi göremeyince, bu kez daha büyük bir
ĢaĢkınlıkla:
“Sayın Yargıç‟ım. Burada bizden baĢka kimse yok. Nerede bu adam?” diye
sorunca Ġhsan Bey, kahkahayla gülerek:
“Yani, siz beni görmüyor musunuz? Yoksa adamdan mı saymıyorsunuz?”
dedi.
Emekli Vali, “Yok, estağfurullah. O nasıl söz Sayın Yargıç‟ım. Bir an
ĢaĢırdım da ondan, çok da heyecanlanmıĢtım. Kusura bakma lütfen,” dedi.
Ġkisi de gülerek birbirlerine sarıldılar. Arabalara atlayıp Müdire Hanım‟a
gittiler. Orada konuĢulurken söz döndü dolaĢtı, düğün gecesine geldi. Yüksel‟le
Ömer‟in düğünlerinin burada, ġükran‟la Servet‟in ve Aysel‟le Tuncer‟in de baĢka
bir yerde düğün yapmalarının doğru olamayacağını, bu nedenle düğünlerinin aynı
yerde ve de aynı gecede olmasının gerektiğini konuĢtular. Bir defa Yurt kızları
buna razı olmazlardı. Ablalarından ikisi gitsin, uzakta düğün yapsın, bunlar da
burada birinin düğünü ile yetinsinler. Bu olacak iĢ değildi. Üçünün de düğünü
burada aynı salonda ve de aynı gecede olmak zorundadır. Gece düğünden çıkanlar,
isterlerse kendileri evlerinde her gün düğün yapabilirler, diye konuĢulup
kararlaĢtırıldı. Davetiye sayısına gelince iĢ karıĢtı. Gülderen üç yüz demiĢti. Ġhsan
Bey yüz istedi. Oya Hanım ve Selim iki yüz dediler. Prof. Dr. Nihat Bey ve Em.
Vali Kemal Bey de yüzer davetiye deyince toplam sayı çıktı sekiz yüze.
[303]
Bunun üzerine Ġhsan Bey:
“Gelin Ģuna bin diyelim. Elimizde de biraz bulunsun, sonradan aklımıza gelen
olabilir. Ben, bin davetiye bastırıp haftaya getiririm. Siz davetiye metnini
hazırlayın, bugün veya yarın bana verin,” deyince Emekli Vali:
“Senin oğlun, Edebiyat Fakültesi asistanıdır. O dururken bu iĢi bize vermen
doğru olur mu?” deyince Ġhsan Bey:
“Peki, istediğiniz gibi olsun,” diyerek bu iĢin sorumluluğu da yükümlendi.
Yalnız, bir konu kalmıĢtı ortada. O da düğünlerin nerede ve nasıl olacağı.
Müdire Hanım, “Ben, düğünler burada ve bir arada olamazsa sorumluluk
yüklenip, bunca çocuğu Ġstanbul‟a yollayamam. Kusura bakmayın. Eğer illa biz
Ġstanbul‟da yapacağız diye ısrar ederseniz, ne ben ne de çocuklarım bu düğüne
gidebiliriz. ġimdiden bilginiz olsun. Bu konuda baĢka bir diyeceğim yoktur,”
diyerek kestirip attı.
Bunun üzerine Em Vali Kemal Bey ile Prof. Dr. Nihat Bey bu çıkıĢa karĢı
gelemediler:
“Olur!” dediler.
Böylece düğünün de burada yapılmasına karar verilmiĢ oldu. Bu son karar en
çok da Ġhsan Bey ve eĢi Fahriye Hanım‟ı sevindirmiĢ oluyordu. Neden olmasın ki
hem kendi oğullarının düğünleri de ayrılmayacaktı. Hem de üç kızın da babalığını
yükümlenmiĢ olan Ġhsan Bey, bir gecede üç kızıyla bir de oğlunun evlenmelerini
görecekti. Bu nedenle Fahriye Hanımefendi‟nin kulağına eğilerek, “Sen, hiç böyle
mutlu düğün gördün mü, ya da duydun mu Fahriye Hanım,” diye sordu. Fahriye
Hanım da gülerek ona yanıt verdi.
Ertesi hafta, Ġhsan Bey davetiyeleri bastırmıĢ getirmiĢti Önce Müdire
Hanım‟a götürüp ona istemiĢ olduğu yüz davetiyeyi verdi. On da fazla vererek
oradan Oya Hanım‟a gidip onun da istemiĢ olduğu iki yüz davetiyeyi, yirmi de
fazlasıyla verdi. Daha sonra Vali Bey‟in ve Prof.ün istemiĢ oldukları davetiyeleri
yüzde on fazlasıyla verince, sıra Gülderen‟e gelmiĢti. Üç yüz davetiye de yine
yüzde on fazlasıyla vererek dağıtımı bitirdi. O anda da Ġstanbul‟dan gelecek
olanlar da geldiler. Onların da iki yüz davetiyesini yüzde on fazlasıyla vererek iĢi
bitirdi. Elinde kalanları da yanında alıkoyarak kendi iĢini bitirdi.
Artık iĢ tümüyle Gülderen‟e kalmıĢtı. Geçen hafta alınmıĢ kumaĢların tümü
kesilip biçilmiĢ, askılara takılmıĢ olarak karĢılarına çıkmıĢtı. Soldan birinciyi
alarak göğsündeki kâğıtta yazılı adı okuyup sahibini çağırarak provasına baĢladı.
Eskiden olduğu gibi, al götür iĢi, biteni bana getir iĢlemi yoktu artık. Gülderen
Hanım‟ın arkasında bulunan bir dolap vardı. Dolabın içindeki üst askıya asılanlar,
bir düğmeye basılınca kendiliğinden gidiveriyor, atölyede iĢi bitince bu kez
atölyede iĢi biten parçalar da aynı Ģekilde buraya gönderiliyordu. Gelen parça
dolaba gelince güzel bir melodi ile geldiğini bildiriyor. Bu git gel sistemi ile iĢler
daha temiz, daha hızlı ve daha güzel oluyordu. Aynı sistem bir de Doğanbey‟in
[304]
odasında vardı. O da bu iĢleyiĢten çok memnun olmuĢtu. Bu iĢlem iki gün sürdü. Ġki
gün sonunda giderlerken her Ģey için Gülderen‟e teĢekkür ettiler.
Gülderen, “Ben de sizlere teĢekkür ederim. Beni üzmediniz ve yormadınız.
Haftaya, lütfen, bir daha geliniz. Hem bitmiĢ olanları alırsınız, hem de kalanların
provasını yaparız. Bugün kestiklerimiz var ya, onları kastediyorum. Bu gün
kesilenler dıĢındakilerin bende iĢi bitmiĢtir,” diyerek onları erkek giysileri için
Doğanbey‟e yolladı. Altı erkek, Doğanbey‟in odasına gidip provalarını yaptırdılar.
Doğanbey de onlara:
“Haftaya son olarak gelirseniz giyersiniz. Ve de alıp götürürsünüz,” deyince
birbirlerinin yüzlerine bakarak sanki inanamayacakları bir söz duymuĢların telaĢı
ile tuhaf mimikler yaptılar.
Artık akĢam olmuĢtu. Emekli Vali ve Prof. Dr. Nihat, hanımların yanına
giderek onlara:
“Ne yapıyoruz bayanlar? Dönüyor muyuz, yoksa kalıp, sabahleyin gündüz
gözüyle mi gidiyoruz?” diye sorunca, bayanlar hep bir ağızdan:
“Biz gitmiyoruz. Yarın da buradayız,” deyince zavallı erkekler boyun
bükerek:
“Siz bilirsiniz,” demek zorunda kaldılar.
Damat aileleri, ertesi gün kızları yanlarına alarak Müdire Hanım‟a, Oya
Hanım‟a, bir de Gülsevil Hanım‟a gidip bir nezaket ziyareti yapıp gönül aldılar.
ÇarĢıya çıkıp alıĢ veriĢ yaptılar. Bu kızların anneleri, babaları yoktur. Onlara
düğün öncesi gereken alıĢ veriĢi yaptılar. AkĢama doğru iĢleri bitince:
“Hadi bakalım. ġimdi, evli evine, köylü köyüne gidebilir,” diyerek yola
koyuldular.
Ertesi gün kalktıklarında ilk iĢ olarak davetiyeleri yollayacakları aileleri
saptayıp, onlara davetiyeleri yollamak oldu. Bu arada damatlara ve gelinlere
davetiye vermediklerini anımsayarak, onlara da vermeleri gerektiğini, hatta bu
iĢin gereklikten de öte bir zorunluluk olduğunu anladılar. Geç de olsa, bu iĢi Ģimdi
anlamıĢ olmalarına sevinerek, hemen ertesi gün Servet‟le Tuncer, Yüksel‟i bularak
ona durumu anlattılar.
Yüksel, “Babam, tümümüzden önce düĢünüp, sizler yola çıktıktan sonra, bana
durumu anlattı. Ġkinize vermek üzere yirmi beĢer davetiye yolladı. Ben de size
vermem için yanımda buraya getirmiĢtim,” dedi.
Çantasından iki deste davetiye çıkarıp verdi.
Dr. Servet ve Dr. Tuncer, bu duruma öylesine sevindiler ki:
“Sen çok yaĢa, Dr. Yüksel. Bize YılbaĢı Piyangosunun büyük ikramiyesini
çıkarttın. Bizi öylesine mutlu ettin ki anlatamayız. Sen, sağ olasın sevgili
baldızımız,” diye onu ayrı ayrı kucaklayıp alnından öptüler.
Bu arada Gülderen de boĢ durmuyor, bir yandan davetiyelerini dağıtırken,
diğer yandan Moda Evinin tanıtımını düĢünüyordu. Davetiyeleri, özellikle Moda
basını yönünden önemli kiĢilere yollayarak, onların gelmelerini sağlamaya
[305]
çalıĢıyordu. Mehzat Öncel ve Nazlı Afacan Hanımları arayarak onlardan fikir
almaya dikkat ediyordu. Bu iki bayan gazetecinin yol göstermesi ile Moda
basınının kalbine girebilirdi. AlmıĢ olduğu üçsüz davetiyenin yüzden çoğunu Nazlı
ve Mehzat Hanımların önerdikleri kiĢilere yolladı. Ayrıca onların kendilerine de
liste dıĢı onar davetiye verip, sonradan akıllarına gelecek arkadaĢlarına
vermelerini rica etti. Geriye kalan davetiyeleri de, tanıdığı birçok aileye
yollayarak tam anlamıyla kendini ve atölyesini tanıtmaya çalıĢtı. Bunu da hak
etmiĢti aslında. Bu arada kendisi de boĢ durmuyor, habire moda dergilerini
karıĢtırıp, yenilikleri izliyordu. Hafta sonu olduğunda „YeĢilbahçe Moda Evi‟nin
salonu bir giyim galerisine dönmüĢtü. Ġstanbul‟dan gelenler içeri girince
ĢaĢırmıĢlardı. Sanki bir giyim sergisine gelmiĢler gibi olmuĢlardı. Nazlı ve Mehzat
Hanımlar, foto muhabirlerini de yanlarında getirmiĢ, habire fotoğraf çekiyorlardı.
Yeni binanın dıĢarıdan, içerden bol bol fotoğraflarını alıyorlardı. Binanın içindeki
odaları tek tek açtırıp çekiyorlardı. Hele üst kattaki küçük lüks otele ve en üst
kattaki yemek salonuna imrenmiĢlerdi. Tüm fotoğraf çekim iĢi bitince gelip
Gülderen‟i aralarına alarak baĢladılar söyleĢiye. Bu söyleĢileri bir saatten çok
sürdü. Sonra sıra Doğanbey‟e geldi. Ġki Bayan, Doğanbey‟le bir saate yakın süren
bir söyleĢiden sonra, ona teĢekkür ederek ayrılıp doğru atölyeye gittiler. Yalnız
giderken Tahsin Bey‟e:
“Biz, çalıĢanlarınızla görüĢmek istiyoruz. Sizlerden rica etsek, bizleri yalnız
bırakır mısınız?” dediler.
Tahsin de, “Buyurun. Nasıl isterseniz, öyle olsun,” diyerek onları yalnız
bıraktı.
Bir saat sonra çalıĢanlarla söyleĢileri bitirmiĢ geldiler. Doğanbey ve
Gülderen‟e teĢekkür edip gitmeye hazırlanırlarken:
“Ha, sahi! En üstte lokantayı iĢleten Mustafa Bey‟le Ģef garson Salih Bey‟e
selam ve teĢekkürlerimizi iletmeyi unutmayınız,” diyerek ayrıldılar.
Üç dört gün sonra özel olarak geldiklerinde ellerinde dopdolu iki albüm ve
birkaç da VCD getirmiĢlerdi. Çektikleri fotoğrafların ve kiĢilerle yapılan
söyleĢilerin tamamı bu albümlere ve de VCD‟lere alınmıĢlardı. Gülderen, bu
albümleri ve VCD‟leri eĢi Tahsin Bey‟e vererek:
“Al, bunları kocacığım. Bunlardan sen sorumlusun. Bunları, iĢyerimize
gelenlere gösterip tanıtacak sensin,” deyince, Doğanbey:
“YaĢa be, Yenge Hanım. Bunu ben bile düĢünemezdim Tam ehline verdin. Bak
sen Tahsin onları nasıl değerlendirir. Sana da Ģimdiden teĢekkürler kardeĢim.
Hadi göster kendini,” diyerek kardeĢini destekledi.
Tahsin aslında zaten bir bilgisayar, video tutkunu idi. Sadece bir tutku da
değildi. Bu iĢlerden de iyi anlıyor, yeri geldikçe evdeki arızalarda doğrudan el
atarak baĢarıyordu. Ertesi sabah bu iĢi de ele alarak, o bölgede bu iĢi iyi
bilenlerle görüĢüp, önce gereken makineler alındı, sonra o bilen kiĢi çağrılarak
kuruluĢ yapıldı. Binanın dört beĢ yerine yayın yapılacak biçimde kuruluĢ
[306]
tamamlandı. ĠĢ bitince herkesi Doğanbey‟in odasına toplayarak yayını baĢlattı.
Önce Tahsin‟in sesi duyuldu.
“ġimdi YeĢilbahçe Moda Evi‟nin tanıtım yayın programına baĢlıyoruz. Bu
yayın, binamız lokantasında, Gülderen Hanım kadın giyimi bölümünde, Doğanbey
erkek giyim bölümünde, bir de Konuk Evi dinlenme salonunda izlenilebilir.
Ġstendiği zaman kumandayla değiĢtirilip baĢka bir eğlenceye geçilebilinir. Her
bölümde aynı anda izlenebildiği gibi, her bölümde ayrı ayrı da izlenebilir. Hadi,
hepinize iyi seyirler,” dedikten sonra asıl gösteriye geçildi. Asıl gösteri bir
saatten çok sürdü. Ġzleyenlerin tümü beğenmiĢti. Herkes Tahsin‟e teĢekkür etti
ve onu kutladı.
Aradan iki gün geçmiĢti ki, Nazlı ve Mehzat Hanımlar yine gelmiĢlerdi. Bu
kez, nedimelerin giysilerinin son provası olacaktı. Bir de gelinlerin bitmiĢ olan
giysileri giydirilip son kez gözden geçirilecekti. Damatlar ve yakınları da
gelmiĢlerdi. Nazlı Hanım, Gülderen‟in atölyesinde, Mehzat Öncel Hanım da
Doğanbey‟in atölyesinde çalıĢmalarına baĢladılar. Her ikisi de daha önce getirmiĢ
oldukları VCD‟lerin çok iĢe yaramıĢ olduklarını görünce çok mutlu oldular. Bu kez
getireceklerini daha güzel, daha çok gösterime uygun yaptıracaklarını söyleyip
giderlerken, Gülderen de kendilerine düğünlerinde gelinliklerini kendisinin
dikeceğine söz verdi. Böylece aralarındaki arkadaĢlık pekiĢtirilmiĢ, sağlam bir
dostluğa dönüĢmüĢ oldu. Dikimler bitmiĢ, alınacaklar alınmıĢtı. Artık niĢan
gecesine sıra gelmiĢti.
Yerli moda dergileri, Gülderen‟i ele almıĢ, göklere çıkarıyordu. Bu arada
Gülderen‟e kimi yerlerden birçok teklif geliyor, fakat o bunları kabul etmiyordu.
O hâlâ kendini tam yetiĢmiĢ olarak göremiyordu. Onun bütün isteği bu iĢin yüksek
öğrenimini görmek ve de oradan diploma almaktı. Bu iĢ için yurt içinde bildiği tek
yer vardı. Burası, Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu idi. Basında hakkında çıkan
bu övücü yazılar, okulun da dikkatinden kaçmıyordu. Bir gün, Prof. Dr. Nihat,
Emekli Vali Kemal Bey, Dr Servet ve Dr Tuncer‟le Gülderen bu konuyu
konuĢuyorlardı. Prof. Dr. Nihat Bey, her iki öğrencisine de:
“Size bir görev veriyorum. Bu konuyu enine boyuna araĢtırıp, sonucu bana en
geç bir ay içinde bildireceksiniz,” diyerek, onlara bu konuda görev verdi.
Doktorun ikisi de el ele vererek çalıĢmaya baĢladılar. Onlar çalıĢadursunlar,
biz hazır olan niĢan törenlerine gelelim.
Oya Hanım, lokantanın tüm alanını, gelecek konuklara göre hazırlamıĢtı. Bin
davetiyenin tamamı dağıtılmıĢtı. Eğer çağrılanlar arasında gelmeyen olmazsa bin
çağrılı konuk gelecekti. Oya‟yı düĢündüren hatta düĢündürmekten de öteye
korkutan da buydu diyelim. Davetiye dıĢı gelecek olanlarla, davetiye fazlası
gelecek olanlardı. Buna karĢı önlem olarak on beĢ garson daha tutmuĢ, serviste
sıkıĢıklık olmasını istememiĢti. Kendi sürekli garsonları ile bu geçici yenileri
karıĢtırarak on beĢ grup yapmıĢtı. Kendi sürekli garsonlarından da üçünü yalnız
gelinlerle damatlara hizmet için görevlendirdikten sonra, Salih‟i de bu garsonların
[307]
baĢına Ģef olarak vermiĢti. Tören çok güzel gidiyordu. Gerek tören sırasında
gerek servislerde hiçbir aksaklık olmadan gece atlatıldı. Tabii bu arada Dr.
Selim‟in de bu iĢte büyük payı vardı. Bu gibi toplantıları baĢarıya götüren de
baĢarısızlığa uğratan da müziktir. O iĢ Selim gibi bir akademisyenin elinde
olduktan sonra artık baĢarısızlık sorunu ortadan kalkmıĢ demektir. O gecenin
baĢarısı iki kiĢinin omuzlarına yüklenmiĢti. Müzik, eğlence konusu Selim Bey‟deydi.
Ama salondaki düzen ve servisteki dikkat ve titizlikte de Salih gibi deneyimli bir
ustanın elinde ancak bu denli baĢarılı olabilirdi. Salon yine basın mensupları ile
doluydu. Onlar da gelin adaylarının güzelliklerinden, o akĢam giydikleri giysilerden
öylesine söz etmiĢlerdi ki ancak ertesi günlerde basında çıkan haberler okununca
anlaĢıldı. Üç kız da ayrı ayrı birer melek veya peri olarak gösterilmiĢlerdi. Bu
övücü yazıları görünce Gülderen, „Siz hiç peri ya da melek gördünüz mü? Öyleyse
nikâh ve düğüne gelince görürsünüz. Önümüzdeki iki hafta size çok Ģeyleri
anlatacaktır. Hadi, hayırlısı olsun ĠnĢallah,‟ diye bunları içinden geçiriyordu.
Ertesi gün Ġstanbul‟un en usta makyajcısını aramaya baĢladı. Yine Nazlı Afacan ve
Mehzat Öncel Hanımları arayarak kendisine yardımcı olmalarını rica etti.
Dört gün sonra Nazlı ve Mehzat Hanımlar yanlarında bir kadın ve bir erkekle
geldiler:
“ĠĢte sana istediğin makyaj ustaları,” diyerek tanıĢtırdılar.
Gülderen, bunun üzerine çekmecede sakladığı, kendisi, mesleği ve kızlar
hakkında yazılanları gösterip:
“Bunları bir okuyun ve kızları hayal edin. ĠĢte burada anlatılan kızların
makyajını yapacaksınız Kendilerini görmek isterseniz o da çok kolaydır. Hafta
sonunda burada olacaklar. O gece nikâh ve düğünleri olacak. Yani siz, nikâhta ve
nikâhtan sonra yapılacak kızlar kınasında ve bir gün sonra da düğünde olmak üzere
üç gün bizimle olacaksınız. ĠĢiniz düğünden sonra bitecek,” dedi ve sustu.
Bunun üzerine makyajcılar:
“En zor makyaj iki saat sürer. Bu üç gelin adayı için, altı saat demektir. Bu
süre de çalıĢma saati bakımından bir gün demektir. Yani biz sizden üçerden üç
gün itibarı ile dokuz günlük ücret alırız,” dediler.
“Yani, parasal karĢılığı ne eder? Siz onu söyleyin bana, lütfen.”
“Kızları görmeden bir Ģey söyleyemeyiz. Kızları görmemiz Ģarttır,” deyince
Gülderen kızları telefonla çağırdı.
“ġükran ve Aysel misafirlerim var. Bize çay ve pasta getirir misiniz? Siz
ikiniz getirin, lütfen.”
Az sonra nefes kesen güzelliğe sahip iki kız ellerinde çaylar ve pastalar
olduğu halde içeri girdiler. Gülderen yerinden kalkıp kızların arasına karıĢarak,
güya servis yapıyormuĢ gibi davranarak üçlüyü tamamlamıĢ oldu. Getiren kızlar,
getirdikleri dağıtılınca bir köĢeye çekilip beklediler.
“Siz ne bekliyorsunuz orada, hadi iĢinizin baĢına gidin, orada bekleyin,” diye
kızları geri yolladı. Çaylar içildi, pastalar yenildi.
[308]
Gülderen, “Birer çay daha ister miydiniz?” diye sordu. Onlar da:
“Eğer gecikeceklerse alalım,” dediler.
Gülderen yine telefonla çay istedi:
“Aysel ve ġükran bize yine çay getirsinler.”
Çaylar geldi. Konuklara sunuldu.
Kızlar geri gidiyorlardı ki Gülderen:
“Getirdiğiniz bardakları almadan bir yere gitmeyin. Oturun lütfen
Ģuraya,”diyerek onları gelen makyajcıların tam karĢısına oturttu.
Makyaj uzmanları çaylarını içip bitirdiler:
“Gülderen Hanım. Eğer arkadaĢlarınız uzaktalarsa biz baĢka gün de
gelebiliriz,” deyince Gülderen:
“Geldiler ya. Hem de iki kez. ġu anda karĢınızdalar. Tam karĢınıza el
uzattığınız takdirde, onlardan ikisini birden bulursunuz,” dedi.
Sonra yerinden kalkarak kızların oturdukları sandalyelerin arkasına geçti:
“Az önce ikiydiler. Bakın Ģimdi ben araya girince üç oldular. Beni onlardan
biri saymayın. Ama ayrı da değilim. Tıpkı bana benzeyen kardeĢimiz, Ģimdi
Ġstanbul‟da olduğu için gelemedi. Ben ona vekâlet ediyorum. Ġnanın, bana
benzemesine rağmen, benden daha güzeldir. ġu sağımda oturan kardeĢim Aysel;
bu da kardeĢim ġükran‟dır. Ġstanbul‟daki üçüncü kardeĢimiz de bu yıl doktor oldu.
Onun adı da Yüksel‟dir. Biz aslında beĢkardeĢtik. BeĢimizi hep bir arada görenler
bize „beĢibirlik‟ ya da „beĢibiryerde‟ adını takmıĢlardı. Sonradan bir ablamız, bir
de kardeĢimiz daha olunca, Ģimdi yedisi bir arada olduk. Ablamız bugün bölgenin
en güzel lokantasını çalıĢtırır. Kendisi bir akademisyenin eĢidir. Ġki de kardeĢimiz
evlidir. Bu üç kiĢinin evliliği ile „beĢibiryerde‟lerin tamamı evlenmiĢ olacaktır. Yedi
kardeĢten birisi kalıyor ki, onu da bu altı ablası, herhalde ne gerekiyorsa
yaparlar.”
Nazlı Afacan ve Mehzat Öncel, uzman makyajcıları dıĢarı çıkarıp beĢ on
dakika kendi aralarında konuĢup içeri girdiler.
Bayan makyajcı, kızları güzelce bir elden geçirdikten sonra,
“Allah, bu kızlara karĢı aslında çok cömert davranmıĢ, bizim ekleyeceğimiz
fazla bir Ģey yok. Biz gelirken tüm güzellik ekibimizi de getireceğiz. O nedenle
üst üste her gün gelsek bile günlük banyonuzu yapmıĢ olacaksınız. Banyoda
Ģampuan ve krem kullanmayacağız. Yalnız saf zeytinyağı sabunu kullanılacak.
Sizler bulamazsanız, biz bir gün önce getiririz. O sabundan baĢka sabun
kullanmayın lütfen. Artık bize izin verirseniz, biz kaçalım,” dedi.
Bir süre durduktan sonra tam gitmeye hazırlanıyorlardı ki Gülderen:
“Hani bana borcumu da bildirecektiniz?” diye sordu.
Makyajcılar, “O kolay Hanımefendi. ĠĢ bitince konuĢuruz,” diyerek çıkıp
gittiler.
Ġki gün sonra da üç kalıp sabun getirerek:
[309]
“Bunlar, gelin hanımlar için, söz verdiğimiz zeytinyağı sabunlarıdır.
Kendilerine veriniz. Nasıl kullanılacakları paketlerde yazılıdır. Lütfen, önce
okuyup sonra kullansınlar. Biz, nikâh günü saat on beĢte burada olacağız. ġimdilik
hoĢça kalınız,” deyip gittiler.
Nikâh olacağı gün, saat tam on beĢte çıkageldiler. Ama ne gelin adayları ne
de baĢkası vardı. Tahsin‟le Doğanbey‟den baĢka kimseyi bulamadılar. Onlara
sorunca da kızların baba evinde olduklarını, orada hazırlanıp akĢama nikâh
yapılacak salona gideceklerini duyunca, kendilerinin de oraya gitmek istediklerini
söyleyerek yardımcı olmalarını rica ettiler. Tahsin de onları alıp kızların
YetiĢtirme Yurduna götürdü. Orada kendilerini Oya, Gülsevil ve Gülderen
karĢıladı. Alıp Müdire Annelerinin odasına götürdüler.
Gülderen, “Anneciğim, bu arkadaĢlar kardeĢlerimizi akĢam nikâh törenine
hazırlayacak olan mesleklerinin en iyisi ustalardır. Annemiz de gördüğünüz bu
kızların tümünün ve tümümüzün Müdire Annesidir,” diye tanıĢtırdıktan sonra, Oya
Ablamız da tümümüzün ablasıdır. Bu da Gülsevil kardeĢimizdir. Oya Abla ve
Gülsevil kardeĢ, ikisi de evlidir. Ablamızın bir oğlu, Gülsevil kardeĢin de bir kızı
vardır. Az daha unutuyordum. Sizi alıp buraya getiren yakıĢıklı delikanlı Tahsin de
benim sevgili eĢimdir. Bu gördüğünüz Yurt binası bizim ana ocağımız ve de baba
evimizdir. Tümümüz aynı babanın çocuklarıyız. Babamızın adı da Devlet Baba‟dır,”
deyince, herkes kendisini alkıĢladı.
Makyajcılar, tam takım halinde gelmiĢlerdi. Yalnız makyaj için değil, bir
kuaför, bir pedikür ve manikürcüye daha ne tür usta lazımsa tümü gelmiĢti. Bütün
bunları bulup toplayıp getirenler ise Mehzat Öncel ile Nazlı Afacan adlı gazeteci
kızlardı.
Gelin adayları kızlar, makyajcı bayanın tarifi üzerine kendileri için gelmiĢ
olan sabunları alarak banyoya girdiler. Onlar banyodayken makyaj için gelmiĢ olan
makyajcılar:
“Müdire Hanım, bize bir oda verirseniz, banyodan çıkıp gelen kızları o
odaya alırız. Yalnız biz içerde çalıĢırken, içeriye kimseyi sokmazsanız çok mutlu
oluruz,” dediler.
Gülderen, “O iĢ, benim sorumluluğumdadır. Korkmayın, sizi bir sinek bile
rahatsız edemez. Gelin benimle” diyerek onları alıp üst kattaki bir zamanlar
beĢibiryerdelerin çalıĢma odası olarak kullandıkları odaya götürdü.
“ĠĢte size bir oda hem boĢ, hem havadar, hem de manzarası güzel. Burada
çalıĢabilirsiniz.”
Bayan makyajcı, “Gerçekten güzel bir odaymıĢ,” deyip, beğendiklerini ifade
ettikten sonra, bu odaya yerleĢtiler. Ve hemen arkasından, “Sahi, bu kızların
akĢam giyecekleri giysileri nerede? Bize onlar da gerek,” diye sorunca Gülderen:
“Yarım saat sonra burada olur,” dedi.
Gülderen, Müdire Anne‟nin odasında bekleyen Tahsin‟i alarak doğru YEġĠL
BAHÇE DĠKĠM VE MODA EVĠNE gidip oradan Aysel, Müjgan ve Yüksel‟in yeni
[310]
dikilmiĢ olan giysilerini ve de yeni alınmıĢ ayakkabılarını alarak geldiler.
Geldiklerinde, giderlerken daha gelmemiĢ olan Yüksel‟in gelmiĢ olduğunu gördüler.
Gülderen, “Buyurun, kızlar. Hayırlı uğurlu olsun. Sizlere ve yeni yuvanıza
mutluluk getirsin,” diyerek getirdiği eĢyaları onlara teslim etti.
Kızlar, yeni giysileri ve ayakkabıları görünce çok ĢaĢırdılar. Çünkü onların
ne kumaĢın alındığından, ne de biçilip dikildiğinden ve ne de bu Ģahane
ayakkabıların alındığından haberleri olmuĢtu. Hele Yüksel burada bile değildi. Alıp
teĢekkür etmekten baĢka çareleri olmadığını biliyorlardı. Onlar da böyle yaptılar.
Kalkıp Gülderen‟e teĢekkür ederek boynuna sarılıp yanaklarından öptüler. Tam
BeĢibirlik oluĢturmuĢlardı ki, kapı açıldı. Oya, elinden tuttuğu AyĢegül ile içeri
girmiĢti.
“Durun, kızlar. Bozmayın halkanızı, bizler artık beĢibirlik değil,
„Yedisibirlikte‟yiz,” diye bağıran Oya‟nın sesi duyuldu. Arkasından yine aynı ses:
“ġimdi hep birlikte bir daha bağıralım. Olur mu?”
Kızlar, “Evet!” diye bağırınca Oya:
“Öyleyse, haydin üç defa!”
“BĠZLER, YEDĠSĠBĠRLĠKTE‟YĠZ!”
“BĠZLER, YEDĠSĠBĠRLĠKTE‟YĠZ!”
“BĠZLER, YEDĠSĠBĠRLĠKTE‟YĠZ!”
Öylesine yürekten, öylesine yüksek sesle bağırdılar ki, sesleri Yurdun içinde
bomba gibi patladı. Yurtta kim var kim yoksa tümü odanın önünde toplanmıĢlardı.
Bu kez dıĢarıdakilerin alkıĢları Yurdu çınlattı. Gecenin coĢkusu Ģimdiden
baĢlamıĢtı. Makyajcıların çalıĢması olanaksızlaĢmıĢtı. Bunu duyurmak için
Gülderen‟in yanına gelerek, yalnız onun duyacağı Ģekilde:
“Bu iĢ böyle giderse biz çalıĢamayız. Lütfen, siz yardımcı olun da biz iĢimizi
bitirelim,” diyerek ondan yardım istedi.
“ġimdi, herkes burayı terk etsin. Yoksa makyaj ustaları iĢlerini
yapamayacaklarını söylüyorlar. Haydi, bakalım. Herkes aĢağı kata insin!” dedi.
Ve bir askeri emir almıĢlar gibi herkes, gürültü etmeden, iki dakika içinde o
katı boĢaltarak aĢağıya indi. Makyajcılar da iĢlerine baĢladılar.
Ġki kızın makyajı bitmiĢti, ama sonradan gelen Yüksel de daha önce niĢanı
olmuĢ olmasına karĢın, o da yeniden oturup makyaj yaptırmaya baĢlamıĢtı. Artık
Yurtta kimsecikler kalmamıĢtı. Müdire Anne, Oya Hanım, Gülderen, Yüksel, Aysel,
ġükran‟dan baĢka kimseler kalmamıĢtı. Diğerlerinin tümü salonda iyi bir yer bulup
oturmak için erkenden gitmiĢ, Oya Hanım Lokantasını doldurmuĢlardı. Sonunda
bitmez sanılan her iĢ gibi bu da bitiverdi. Gece yüzükler takıldı, Oya Hanım‟ın
kardeĢleri için verdiği yemekler yendi, niĢan pastası kesildi, Selim Bey‟in getirdiği
ekip ve orkestra geceyi hem Ģenlendirdi hem coĢturdu. Böylece niĢan da gece de
bitmiĢ oldu. Artık gözler gelecek hafta yapılacak kına ile nikâh ve düğüne
çevrilmiĢ oldu.
Saat on sekizde makyajcıların iĢleri bitmiĢti. Gülderen‟i içeri aldılar.
[311]
Gülderen, “Bunlar, bizim kızlar mı!?”
ġaĢkınlıkla kızları tanımaya çalıĢtı. Gidip Oya Ablasıyla Müdire Annesini
çağırdı:
“Bizim kızlara bir haller olmuĢ, gelin de görün,” diye, onları
heyecanlandırarak getirdi. Müdire Anne ve Oya Hanım, içeri girip de kızları
görünce az daha düĢüp bayılacaklardı.
Biraz dinlenip kendilerine gelince Gülderen:
“Haydin bakalım. AĢağıda herkes sizi bekliyor,” diyerek, kızları aralarına
alıp Müdür Odasına indidiler.
Daha önce hazırlanmıĢ olan davetiyelerde niĢan, nikâh, kına, düğün günleri
belirtildiği için, yeniden çağrıya gerek görülmeyerek, günü gelende her biri ayrı
ayrı yapıldı. Ġki gazeteci kızın bu konudaki gayretleri hem inkâr edilemez, hem
övgüye değerdi. Gerçi Oya‟nın, Gülderen‟in katkıları da çok önemli ve övgüye
değerdi. Ama bu ikisi kendileri de bu Yurdun yetiĢtirmesi oldukları için bunu
önemsemiyorlardı.
“Onlar, bizim kardeĢlerimiz. Biz yapmazsak kim yapacak?” diyerek
geçiĢtiriyorlardı.
Eskiden Kör Salih‟i uğursuz sayanlar ise, bu iĢi onun uğuruna bağlıyorlardı.
Ama hiç kimse bu baĢarıyı kızların kendinde aramayı akıl edemiyordu. O gece
niĢan töreni yapılıp bitti. Ertesi gün moda dergilerinde, magazin gazetelerinde bol
bol yazılar ve fotoğraflar yayınlandı. Bu, Nazlı Afacan ve Mehzat Öncel adlı genç
gazetecilerin iĢiydi. Ayrıca Oya Hanım‟ın verdiği yemeklerin, salonun öyküleri de
günlerce basında yayınlanınca, ikisi de görülmesi gereken birer kahraman
olmuĢlardı. Aradan bir hafta geçmemiĢti ki YeĢilbahçe Moda Evi, Oya Hanım Efe
Lokantası meraklıların ziyaretine uğramıĢtı. Her ikisi de dolup taĢıyordu. Bu
ziyaretçiler öyle bakıp geçen türden değildi. GelmiĢken birtakım iĢler yapalım,
diyen hem ziyaret, hem ticaret yapmak isteyen türden gelenlerdi. Bu ziyaretler
sürerken nikâh günü de geldi. Daha önce bin davetiye basılmıĢtı. Bunun sekiz yüz
sekseni dağıtılmıĢ, elde yüz yirmi davetiye kalmıĢtı. Onlar da kapıĢıldı. Eğer
parayla olsaydı davetiyeler karaborsadan da gidebilirdi. Ama düğün sahiplerine
böyle bir yakıĢtırma yapılamazdı. Davetiyelerin tamamı bitmiĢ, bir yığın insan
kapıda kalmıĢtı. Düğün için bir önlem alınması gerekiyordu. Çok düĢündüler, bir
çözüm yolu bulamadılar. Sonunda Selim ve Ömer bir yol buldular. Selim ve Salih
kapıda duracaklar, kendilerine elliĢer davetiye verilecek, davetiyesiz gelenlerden
içeri alınabilecek olanlar alınacaktı. Kapıda itiĢ kakıĢ olmasın diye de, önlem olarak
polisten yardım alınacaktı. Çaresiz, ister istemez bu görüĢü benimseyerek kabul
etiler. Nikâh gecesi geldi. Bizim genç hanım gazeteciler, yine ayrı ayrı birer
ekiple gelmiĢlerdi. Yine röportajlar yapıldı, fotoğraflar çekildi. Nikâhtan sonra
Kızlar Kınası, ertesi gün de düğün olarak planlamıĢtı. Planda hiçbir değiĢiklik
yapılmadan uygulanıyordu. Bu yüzden yarın akĢam kına vardı. Kına, Kız YetiĢtirme
Yurdu‟nda olacaktı. Hazırlık sırası Müdire Anne‟de idi. Ama Oya ve Gülderen yine
[312]
yardıma koĢmuĢlardı. Yurdun yemekhanesi bu iĢ için hazırlanıyordu. Ġki gündüz bir
gece çalıĢmayla salon hazırlanmıĢ oldu.
Kızlar, sorup duruyorlardı:
“Bu kına nereden çıktı? Bunun ne gereği vardı.”
YaĢları küçük olanlar böyle deseler de, yetiĢkinler biliyorlardı. Kına
geleneğinin nereden geldiğini onlar yanıtlıyorlardı:
“Bu gelenek, bizim ulusal geçmiĢimizde vardır. Erkek çocuklar sünnet
olurken, askere giderken, büyük ve küçükbaĢ hayvanlar kurbanlık olarak kesilirken
kına niçin yakılırsa; kızlar da gelin olurken, önce kına yakmak bizim ulusal
geleneğimizdir. Gerek sünnet, gerek askerlik sonunda erkekte birtakım
değiĢiklikler olur. Kızlarda da evlilik sonunda olan değiĢiklilik zaten bilinmektedir.
Nikâhla soyadı değiĢir, evlenince de kız adı değiĢir kadın olur. Az değiĢiklik mi
bunlar. ĠĢte atalarımız, bu değiĢiklikleri kutsamak için bu yöntemi bulmuĢlar. Kim
bilir kaç yüzyıldır sürüp gelmektedir. Erkekler de kına gecesinde, bekârlığa veda
partisi düzenlerler. Bunun anlamı da, „Artık, delikanlılık, gençlik bitti. Ben
evleniyorum. Benim de bir sorumluluğum var. Bugün bir kadının kocası, bir ailenin
reisiyim. Artık baĢıboĢ bir kiĢi değilim. Yakında baba da olacağım. Bu nedenle
sizlerden ayrılıyorum. Dilerim, siz de yakında evlenir, bize katılırsınız.‟demektir.
Kurbanlık hayvan, kesilince yok olur. Erkek çocuk, askere giderken kınalanır;
askerde savaĢır ölürse Ģehit, ölmezse gazi olur. „Bugüne değin sizinle arkadaĢlık
ettik. Birtakım gençlik çılgınlığı ile yaramazlıklar etmiĢ olabilirim. Ben artık
evleniyorum. Sizinle arkadaĢlığımız bitmez ama eski çılgınlıklarda ve
yaramazlıklarda yokum artık. Gece hayatlarınıza giremem beni bağıĢlayın,‟
demektir.
Gelelim asıl son geceye, yani düğüne:
O gece salon tıka basa dolmuĢtu. Kör Salih Takımı, tüm eklentileri ile
oradaydı. Kız Yurdu, tüm kadrosu ve eklentisi ile gelmiĢti. Yeni damatlar, tüm
yakınları, aileleri, dostları ile gelmiĢlerdi. Ayrıca öğrencileri, çalıĢma arkadaĢları,
hocaları kısaca Ġstanbul Tıp fakültesi; Selim vasıtasıyla Akademi Klasik Türk
Müziği Bölümünün tüm öğrenci ve öğretim üyeleri; Ömer aracılığı ile de Edebiyat
Fakültesi Türkoloji Bölümü öğretim üyeleri ve öğrencileri; ayrıca Oya Hanım Efe
Lokantası, YeĢilbahçe Moda Evi, Gazeteci Nazlı Afacan, Mehzat Öncel ve
bunların çağırıp getirdiği bir gazeteci ordusu oradaydı. Sözü uzatmadan aĢağı
yukarı bin beĢ yüz kiĢilik bir davetli ile baĢlayan düğün gece sabaha değin sürdü,
desek yalan söylemiĢ olmayız. Bir gecede aynı evden üç gelin çıkar mı, çıkarmıĢ.
Üçünün düğünü aynı gecede aynı salonda oluyor. Üçü de aynı üniversite öğretim
üyeleri ile evleniyorlar.
Böylece BeĢibirlik altıya bölünüyor:
1. Oya Yaman,2. Gülsevil YetiĢir, 3. Gülderen YeĢilbahçe,
4. Yüksel Demirci, 5.ġükran Yüksel, 6-Aysel Yazar
[313]
Bu arada tüm iĢler bitmiĢ, o kızlar artık gelin olarak eĢlerini, yuvalarını
bulmuĢlardı.
Bir gün aradan nence zaman geçmiĢti, bilemiyordu. Sanırım iki ay sonraydı.
Dr. Servet ve Dr. Tuncer daha önce bildirmeden apansız olarak çıkageldiler.
Yanlarında sevgili eĢleri de vardı. Bu geliĢlerinden hiç haberi olmayan Gülderen,
kardeĢlerine:
“Hayrola neye geldiniz?” diye sordu.
ġükran, “Ġstemiyorsan geri dönelim,” deyiverdi.
“Sen Ģu gevezeliği bırak da, doğruyu söyle,” deyince, o sırada tam
yanlarına gelmiĢ olan Dr. Servet:
“Hadi, sevgili Ablanıza gidelim. Orada öğrenirsiniz,” diye Tahsin‟i de
alarak Oya‟nın Lokantasına gittiler.
Oya onları çok iyi karĢıladı. HoĢ beĢ ve nasılsınız faslı bitince, Dr. Servet
ve Dr. Tuncer, Oya‟yı, Tahsin‟i, Gülderen‟i yanlarına alıp yukarı kattaki özel odaya
girdiler. Orada anlatmaya baĢladılar:
“Bak, Gülderen. Sevgili baldızımız. Biz bir buçuk iki aydan beri, sevgili
hocamız Prof. Dr. Nihat‟ın vermiĢ olduğu bir görevi yapmaya çalıĢıyorduk. Ancak
dün aldığımız bir yazı, bizi size gelmeye ve de anlatmaya mecbur etti. Biz de,
Hocamızla görüĢüp durum değerlendirmesi yaparak, yine onun isteği ile size
geldik. ĠĢte gelen yazı, buyurun okuyun,” diyerek yazıyı ona verdiler.
Yazı, Kız Teknik Meslek Yüksek Okulundan geliyordu. Yazıda
Gülderen‟den bu güne değin yaptığı iĢlerden on tanesinin çizimlerini ve de
fotoğraflarını istiyorlardı.
Tahsin hemen söze karıĢarak:
“Ben sizlere yüz tane hazırlayıp hemen vereyim. Bunların hazır CD‟leri var
elimizde. Bana bir saat izin verin, hemen alıp getireyim,” deyip gitti.
Bir saat sonra, elinde gazeteci kızların getirmiĢ olduğu CD‟lerle geldi.
Gülderen‟in de bilgisi olmadan Nazlı Afacan ve Mehzat Öncel hanımların getirmiĢ
oldukları CD‟leri, belki ilerde gerekir diye çoğaltmıĢtı. Gülderen‟in röportajlarını
ve gösterim CD‟lerini toplamıĢ getirmiĢti. Servet ve Tuncer, Tahsin‟in getirdiği
CD‟leri alarak izin isteyip geri gittiler.
Aradan on beĢ yirmi gün geçmiĢti. Bir gün postacı, Gülderen‟e bir mektup
getirdi. Kız Teknik Meslek Yüksek Okulu onu görüĢmeye çağırıyordu. Yazıyı aldığı
gün çarĢambaydı. Pazartesiye kendisini bekliyorlardı. O akĢam, kaynanasının
evinde akĢam yemeklerini yedikten sonra konuyu onların yanında açarak, Tahsin‟i
de alıp Ġstanbul‟a gitmek için izin aldılar. Ertesi gün, telefon ederek Dr. Servet‟e
ve Dr.Tuncer‟e kendisine böyle bir yazı geldiğini, pazartesi görüĢmek üzere
Tahsin‟le Ġstanbul‟a geleceklerini duyurdular. Onlar da:
“Pazar günü gelin de, sizi önce bizim hocayla görüĢtürelim. Bu iĢ artık
bizlerden çıktı. Onun yönetimindedir,” dediler.
[314]
Bunun üzerine pazar günü sabahleyin gitmeye karar verdiler. Gülderen,
Oya Ablasını arayarak durumu ona da anlattı. Oya da çok sevindi, baĢarılar diledi.
Sonunda pazar günü geldi. O da kocasıyla yola çıktı. Ġstanbul‟a
yetiĢtiklerinde önce Yüksellere uğradılar, Ömer ve Yüksel‟i de alıp doğruca
ġükranlara gidip onlarla ilk görüĢmeyi yaptıktan sonra Dr. Servet, ġükran; Ömer,
Yüksel; Tahsin ve Gülderen altı kiĢi, Dr. Servet‟in arabasıyla doğruca Prof.Dr.
Nihat Bey‟e gittiler. Kendilerini çok iyi karĢılayan hoca, kahvelerini içtikten sonra:
“Çocuklar, ben bir telefon edeceğim. Kusura bakmayın, sizi beĢ dakika
yalnız bırakacağım,” dedi ve içeri girdi.
Bizimkiler salonda yalnız kalmıĢlardı. Kendi aralarında konuĢmaya baĢladılar.
Aradan beĢ dakika geçmemiĢti ki Nihat Bey, gülerek salona girdi.
“Yarın, saat on birde bizi bekliyorlar,” dedi.
Dr. Servet, “Yani, Hocam. Siz de mi bizimle geliyorsunuz?”
Prof. Dr. Nihat, “Yani, bu çocuğu yalnız mı bırakayım? Onu mu istiyorsun?
ġükran kızım, sen Aysel‟e de söyle. Ömer Bey, sen de evladım. Yüksel kızıma
söyle. Bir gelinlik, bir nikâh, bir de niĢan giysisi olmak üzere o geceki gelinler de
gelsinler. Gelin olacak kızın kocası da, damatlığını giyerek bir gelin arabasıyla
gelsinler. Gülderen kızım, sen kocanla gelin arabasına biner gelirsin. Önce saat
onda bize gelirsiniz, buradan topluca gideriz. Oldu mu çocuklar? Konu tam
anlaĢıldı mı? Öyleyse hadi Ģimdi evlerinize gidip hazırlanın da, yarın geç kalmadan
tam söylediğim saatte yetiĢin.”
Hoca‟nın yanından ayrılıp Servetlere gittiler. Orada yarın kimin gelinlik
giymesine karar verdiler. Sonuçta devlet kuĢu ġükran‟a kısmet oldu. Nikâh giysisi
Aysel‟e, NiĢan giysi de Yüksel‟e kaldı.
Bunun üzerine Gülderen:
“ġimdi, giysilerinizi getirin göreyim.”deyince, ġükran koĢarak gelinliğini
aldı getirdi.
Gülderen:
“Kızım, ben eskici miyim? Giyin de, üstünde görelim. Varsa düzeltilecek bir
yer, öyle düzeltelim.”dedi.
ġükran, hemen gidip giyinip gelince, Gülderen elinde iğne iplik dakikalarca
uğraĢtı. Ġğneyi batıracak bir yer bulamayınca yalnızca güzelce ütülemesini yaptı.
Sıra Yüksel‟in giysisine gelmiĢti
Gülderen:
“Onu da gidip evde yapalım. Yalnız eve giderken Aysellere uğrayıp sonra size
gideriz. Olur mu Yüksel?”
Yüksel:
“Bu gün kumanda senindir. Sen ne dersen o olacaktır.”
Bu sözden sonra ġükranların evinden çıktılar, doğruca Aysellerin evine
gittiler. Orada da gerekli iĢlemleri yapıp Yüksellere geldiler. Çok yorulmuĢlardı.
[315]
“Biraz dinlenelim, sonra yaparız.”diye tam da koltuklara oturmuĢlardı. Bir
süre orada uyuyup kalmıĢlardı. Çok geçmeden kapı çalınıverdi. Birden uyandılar.
Tuncer‟le Aysel gelmiĢti.
Dr. Tuncer:
“Haydi, bakalım. Babam ve annem, hepinizi birden kendilerine
bekliyorlar.”diye tümünü toparlayıp alıp götürdüler.
Yolda giderlerken Tahsin‟le Gülderen kendi aralarında konuĢurken, bir ara
Tahsin, Gülderen‟e Yüksel‟in giysisine bakamadığını söyledi.
“Sen merak etme, sevgili kocacığım. Karınız o iĢi dün gece yatmadan
yapmıĢtı.”
Gece geç vakit eve döndüklerinden hemen yattılar. Sabahleyin kalkıp
kahvaltılarını yaptıktan sonra giyinip Prof. Dr. Nihat Hoca‟ya gittiler. Ayseller
gelmiĢ, kendilerini bekliyordu. Aysel, Tuncer; ġükran, Servet; Yüksel, Ömer;
Nihat Hoca‟yı da alarak Okul Müdiresi Leyla Özsever‟in yanına gittiler. Yüksek
Okul Müdiresi Leyla Hanım, daha önce Nihat Bey‟le konuĢtukları için konuyu
biliyordu. O yüzden kendisi de hazır bekliyordu.
Nihat Hoca, birlikte gelenleri Müdire Hanım‟a tanıttıktan sonra, sıra
Gülderen‟e gelmiĢti. O zaman:
“ĠĢte size durumu açıklayacak ve soracağınız tüm soruları yanıtlayacak
olan Gülderen YeĢilbahçe. Sanırım, bundan sonra onunla konuĢmanız gerekecek. O
yüzden ben izninize ve affınıza sığınarak bundan sonra susma hakkımı
kullanacağım. Topluluktan özür diliyor, saygılar sunuyorum,” dedi ve sustu.
Yüksek Okul Müdiresi Leyla Özsever:
“Sayın Profesörüm, artık iĢ arkadaĢlarımın sorumluluğundadır. En kısa
zamanda sonuca varır, durumu size arz ederiz. Fakat Gülderen Hanım‟ın getirdiği
belgelerin ve iĢlerin incelemesi iki aya yakın sürer. Biz arkadaĢlarla konuĢur, sizin
hatırınız için daha kısa bir zamanda çözümlemeye çalıĢırız. Yalnız, Gülderen
Hanım bizimle en az bir hafta burada kalacaktır,” dedi.
Bunun üzerine ġükran, Aysel, Gülderen kendi aralarında konuĢup karar
verdiler. AyĢegül getirilecek, Küçük Doğanbey‟e o bakacak. Ayrıca kendileri de
ilgilenecekti. Çocuk aynı zaman da gündüzleri okulun kreĢinde, akĢamları da
Yükseller‟de kalacaktı. Gülderen de Yüksellerde kalacaktı. Doğrusu da buydu
zaten. Aysel ve ġükran henüz yeni evliydiler. Gerçi Ömer‟le Yüksel de öyleydi,
ama onlar baĢkaydı. Ne de olsa Gülderen‟le Ömer ağabey-kardeĢ olmuĢlardı.
Sonra onların ikisi de gündüzleri iĢe gittikleri için kimse de rahatsız edilmemiĢ
olurdu. Gülderen akĢam bu kararı kayınvalidesi ile konuĢunca Vuslat Hanım:
“Ben torunumu yalnız bırakmam. Yarın AyĢegül‟ü de alıp geliyorum.” Dedi.
Gülderen bu kez Müdire Annesini arayıp AyĢegül için ricada bulundu.
Sonra da Oya Ablasını arayıp Vuslat Hanım‟la görüĢüp yardımcı olmasını rica etti.
Doğanbey, ertesi gün Tahsin‟e telefon ederek, saat onda yola
çıkacaklarını, kendilerini nerede, nasıl bulabileceklerini sordu. Belli bir yerde
[316]
buluĢtular. Gülderen akĢam eve geldiğinde Vuslat Hanım ve AyĢegül‟ü evde
görünce çok sevindi. Doğanbey ise, annesi ile AyĢegül‟ü bırakıp gitmiĢti.
Bir hafta diye baĢlayan görüĢme, Mehzat ve Nazlı Hanımların hazırlayıp
getirmiĢ olduklar röportaj ve CD‟lerin incelenip değerlendirilmeleri yüzünden
ancak iki haftada bittti.
Sonunda iki haftalık görüĢme bitince Müdire Leyla Hanım:
“Biz sana durumu ve sonucu bildiririz, ”Diyerek görüĢmeyi bitirdiler.
Gülderen AyĢegül‟ü, Vuslat Hanım‟ı, Tahsin‟i ve Küçük Doğanbey‟i alarak evine
döndü.
AĢağı yukarı bir ay sonra bir yazı geldi. Yazıda bu görüĢmenin çok baĢarılı
olduğu, altı ay sonraki görüĢmede de baĢarılar diliyordu
Ġkinci görüĢme bir ay sürdü. Sonra gelen yazıda bir görüĢme daha yapalım,
ama bu görüĢme en az üç ay sürecek deniliyordu. Bu görüĢmeler sonunda
mesleğinde 1.sınıf, 2.sınıf, 3.sınıf ustadır belgesi verilecekti.
Sonunda alacağı belgede Değerlendirme Kurulu bu üç gruptan hangisini
uygun görürse yalnız o yazılır. O da oldubitti. Sonunda o gün geldi, belgesini aldı:
1.sınıf ustadır. Artık yurt içinde ve dıĢında açılacak her türlü ulusal ve uluslar
arası toplantılara katılabilme hakkını da kazanmıĢ oluyordu. Kendi mesleği
konusunda katılacağı her toplantıda söz sahibi olduğu gibi, her seçime de seçmen
ve aday olabilirdi. Kısaca çocukluğundan beri hayalini kurduğu her Ģey gerçek
olmuĢtu. Bari biz de, yolun açık olsun Gülderen, diyelim.
Yedinci kardeĢ AyĢegül de böyle bir ustanın yetiĢtirmesine baĢlamıĢtı. Daha
önceki altı ablası da onun baĢarısı için elinden geleni esirgemeyerek gereken
yardımı yapıyorlardı. Onun bugünkü çalıĢmasına, bakılırsa görenler:
“Bu kız, büyüsün, ablasını geçecek,” diyorlardı.
Büyüdü ve ablasını da, tüm ablalarını da geçti. Onunla da yetinmedi,
AyĢegül, Dünya çapında bir üne kavuĢtu. Bu baĢarıda hem Devlet Babasının hem
beĢ ablanın, bir de Kör Salih Eğitim Vakfının büyük maddi yardımları olmuĢtur.
Gerçek baĢarı ise AyĢegül‟ün kendindendir. Dileriz ve isteriz ki bu yedi Yurt
kızının gayret ve baĢarıları bu sayıları bir hayli artmıĢ olan YetiĢtirme
Yurtlarında barındırılan çocuklarımızın da ilgisini çeker de, yarın onların baĢarısı
ile övünürüz.
HADĠ GAYRET ÇOCUKLAR!
ANARA- 05.02.2010
HALĠLĠBAN
********************************************************
[317]
[318]

Benzer belgeler