mavi kelebek - velikaranfil.com
Transkript
mavi kelebek - velikaranfil.com
MAVİ KELEBEK İKİ AYLIK KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT DÜŞÜNCE DERGİSİ 0CAK-ŞUBAAT 2016 YIL BİR SAYI BİR NİNNİ Gün doğacak mı bilmem şehir ölmeden daha Yağmur yağacak mı kan nehir dolmadan daha Açacak mı bir çiçek çatlamış topraklarda Uçacak mı kelebek gonca gül yapraklarda Gezinir mi hayatın kıyılarında bir can Uyuyabilir mi hiç doğranmış ekmeğe kan Bekleyip dur beyhude çok uzaklarda haber Başlıyor ansızın başlıyor öteye sefer Konduğu kuru daldan birden uçuyor bir kuş En tatlı yerinde yok yere kaçıyor bir düş Ne tez uyandım bir an daldığım bu uykudan Ne kaldı ne hiç ödünç aldığım bu öyküden Yetişebilsem önden gidenlere bu ne hız Yoruldum yaşamaktan yoruldum dermansız diz Bekle dur hala bekle dur yeni bir diriliş Ölüm kokar aldığım her nefes ölüm ne iş Nerde kaldın ey hayat ölüm kusuyor çağlar Her köşe bir anne bir baba bir çocuk ağlar Dinmemişken Bosna'ya Çeçenya'ya bir ağıt Afganistan, Suriye, Irak kanlı bir yazıt Yaşamanın duvarlar ardında adı Gazze Kaç senedir kanıyor bu yara hala taze Parlıyor Bayırbucak parlıyor ölüm gözler Harlıyor ateşleri harlıyor barış sözler Kalmadı sabrım nerde kaldın vaad-i zafer Bitmedi bit türlü bitmez ölüme gider sefer Söyle ey veli söyle sen kar altında ninni Nerde olursan gelir ve ölüm bulur seni 2 ocak 2016, zonguldak MERHABA Ağaran saçlar, bükülen beller, titreyen eller, alaca bulaca gören gözler ve dahi titrek sözler, yolun sonunu işaret çoğu zaman. Koca bir ömrün nerede nasıl ne zaman geçtiğini bilemez insan. Uzun veya kısa, geçip giden günlerden ne kalmıştır geriye. Yüz yıl da yaşasan bir kelebek kadardı r yaşadığın, geride ne bıraktın, ne götürüyorsun yarına, budur asıl mühim olan. Mavi kelebek, emeğin, ekmeğin, alın terinin başkentinden, geleceğe seslenmek, geleceği kuracak olan gençlerin sesini duyurmak, ürünlerini paylaşmak için sanal dünyadan reeline yol almayı düşünüyor ve düşlüyor. Uzun yaşamak ve yaşlanmak herkese nasip olmaz sanat edebiyet kulvarında.Belki kısa ama bereketli bir ömür, bu dünyada güzel bir iz bırakmak niyetimiz. Kelebeğin ömrü kısa fakanrengarenktir çiçekten çiçeğe dolaşır özgürce, ne harika bir sanat eseridir sanatkarını gösteren. Edebiyat aleminde ortayaşı, yaşlılığı yaşayan ustalarıımızın bu sesi küçük görmemelerini beklemek hakkımızdır diye düşünüyoruz. Her biri bu dikenli yollardan geçtiler. Henüz yolun başındakiler hor görmek, yok saymak, burun kıvırmak bir şey kazandırmaz onlara ve sanara. Onlarıın yerini ardından gelen gençler dolduracak ve belki de onları geçecek belki de. Şanlı dünü ve değerleriyle avunmak yetmez, geleceğe mührünü vuracak yiğitler yetiştirmek lazım. Ahiz zamanda harpler harflerle olacak, buyuran gönüller Sultanı Efendimizin öğüdüyle sarıldık kaleme ve kağıda.Ölmek ve öldürmek değil, yaşamak ve yaşatmaktır biricik gayemiz. Sevgi saygı şefkat merhamet ve hoşgörüden bir dünya kurmak istiyoruz yeniden. Savaş, sömürü ve zulmun olmadığı yeni bir dünyanın varlığına uyanmak istiyoruz her sabah. Selam ve dua ile... .. MÜLTECİ Ne giyer acıdan başka mülteci kadınlar Paramparça pabuçlar hep dünyayı adımlar Magmadan fışkırıyor gözleri ateş saçar Nazlı ayaklar kimden ve sahi neden kaçar Bir şey olmuş bir şey göç göç yollarda çocuklar Gece midir karardı güpegündüz ufuklar Tutunduk kıyına ey hayat tutunduk şükür Tükür modern dünyanın yüzüne tükür tükür Deli dalgalar arasında çırpınan bir kuş Gece yarısı birden bölünen bir anlık düş Yüzüşüm zayıf kollar kıpkızıl çöller su su Nereye adım atsam tuzak içiçe pusu Vurup duruyor başım üstünde sivri tokmak Yürüyorum her adım bin bir ümitle bakmak Yoklarım yeri bazen ve masmavi gökleri Ellerim kan yolarım dağlar gibi bükleri Geçerim her adım bir başka ateş çemberi Buz tutmuş eteklerim temmuz günü zemheri Kar yağsa lapa lapa boncuk boncuk terlerim Yakar mahşer misali ne sıcak ben titrerim Yırtıcı sırtlan gibi bakıyor ela gözler Gördüm nihayet kaç bin maske örtüyor yüzler Yazsam varlık destanı kim okur kim düşünür Toprak kayar altımdan aşındıkça aşınır Veli namerde derdin anlatma sakın sakın Anlar seni anlayan sözü uzatma sakın 11 aralık 2015, Zonguldak İÇİNDEKİLER merhaba ninni mülteci iltica ve mülteci Rüştü OnurMuzaffer Tayyip Uslu mescidi aksa bir dava ve medeniyet adamı kardeşlik ve kardeşler karardı mavi deniz liman ayna köprü zirvenin etekleri iki usta iki şiir osman Yüksel serdengeçti niyazi yıldırım gençosmanoğlu bir yazar bir kitap cambaz ile sihirbaz MAVİ KELEBEK kültür sanat edebiyat düşünce dergisi yıl 1 sayı 1 ocak-şubat 2016 sahibi ve yazıişleri veli karanfil yazışma adresi seyitonbaşı sok. No:1/a merkez/zonguldak email: [email protected] İLTİCA VE MÜLTECİ ÜZERİNE 1- Mülteci/Sığınmacı kimdir? Irkı, dini, etnik kökeni, sosyal konumu ve siyasal düşüncesi nedeniyle kendisini baskı altında hissederek kendi devletine olan güvenini kaybeden, kendi ülke devletinin kendisini koruma yükümlülüğünü yerine getiremeyeceğini düşünen, ülkesinde zulüm ve işkence gören, baskı altında tutulan, can, mal ve ırz güvenliğini tehlikede hissederek ülkesini terk eden başka bir ülkeye sığınmak zorunda kalan kişiler mültecidir. 2- Mülteci ve sığınmacı kavramları arasındaki fark nedir? İki kavram arasındaki temel fark, Türkiye’nin 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu çekinceden kaynaklanmaktadır. Normal şartlar altında mülteci tanımı, yukarıda açıklandığı gibi kabul edilmekle sığınmacı da iltica etmeyi gerektiren sebeplerle ülkesini terk eden ve henüz sığınma talebi, sığındığı ülkenin yetkilileri tarafından ‘soruşturma’ safhasında olan kişiyi ifade etmektedir. Türkiye’nin anılan sözleşmeye ilişkin 1967 protokolü ile ‘Coğrafi Çekince’ şartını kaldırmadığından ülkeye sığınan yabancıların geldiği ülke ve bölgelere göre statüsü değişmektedir. Buna göre Avrupa Konseyinin siyasi sınırları içerisinde bulunan ülkelerden ülkemize iltica eden kişiler ulusal ve uluslar arası mevzuata göre mülteci olarak kabulü ile Türkiye nihai ülke olarak kabul edilmekteyken Türkiye’nin asıl yükünü teşkil eden Avrupa Konseyinin siyasi sınırları dışında bulunan ülkelerden gelerek iltica talebinde bulunanlar için ise sığınmacı kavramı kullanılmaktadır. Son halde sığınmacılar yeni yasa metninde de geçtiği üzere şartlı mülteci konumunda olup Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından güvenli üçüncü ülke bulunana kadar Türkiye’de geçici ikametlerine izin verilmektedir. 3- İltica/Sığınma başvurusu hangi makamlara ve ne şekilde gerçekleştirilmektedir? Türkiye’ye yasal yollardan giriş yapanlar bulundukları il Valiliklerine (Emniyet Müdürlüğü, Yabancılar Şube Müdürlüğü), yasadışı yollardan giriş yapanlar ise giriş yaptıkları il Valiliklerine gecikmeden müracaat etmeleri gerekmektedir. Bu halde ülke sınırları içerisinde bulunmayan yabancıların sığınma başvurusu alınamamaktadır. Ayrıca Avrupa Konseyinin siyasi sınırları dışında bulunan ülkelerden gelerek iltica talebinde bulunanlar için öncelikle Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne(BMMYK) giderek üçüncü ülkeye gönderilmelerini sağlamak üzere paralel bir başvuru yapmaları gerekmektedir. BMMYK tarafından işlemlerin sürdürülebilmesi için sığınma başvuru sahibinin Emniyete daha sonra başvuru yapması zaruridir. 4- İltica/Sığınma başvurusunda bulunabilmek için bilgi ya da belge sunma zorunluluğu var mıdır? Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler ile yürürlükte bulunan iç mevzuat gereği sığınma başvurusu sahiplerinin belge ibraz etme yükümlülüğü bulunmamaktadır. Bununla birlikte belge ibrazı halinde kimlik bilgilerinin tespiti veya haklı nedenle ülkesini terk ettiğini gösteren evrakların varlığı halinde sürecin olumlu sonuçlanmasının olası olacağı da açıktır. Bunun haricinde şahsın bilgi verme yükümlülüğü kendisi açısından faydası olmakla pratikte zorunludur. Zira iltica talebini değerlendirmeye alacak personelin hangi haklı sebeplerle sığınma başvurusunda bulunulduğu yönündeki tespiti yapabilmesi sunulan bilgilerle mümkün olacaktır. Bu doğrultuda sürecin olumlu sonuçlanabilmesi için başvuru sahiplerinin ayrıntılı ve doğru bilgi vermeleri tavsiye olunmaktadır. 5-Sığınmacı başvurusu sonrası bulunduğum ilde ya da arzu ettiğim başka bir ilde ikametime devam edebilir miyim? Ülke içerisinde iltica/sığınma başvuru sahipleri ile mülteci ve sığınmacıların yerleştirildiği resen ikamet izni verilecek iller (62 uydu il) mevzuat gereği belirlenmiştir. Ayrıca, ülke içerisinde metropol illerinde (Antalya, Ankara, İstanbul, İzmir v.b.) sadece İltica/Sığınma başvuruları alınmakta, fakat bu illerimizde ikametlerine izin verilmemektedir. Öte yandan, ülkemizde bulunan sığınma başvuru sahiplerinin başka illere sevk talepleri, Uygulama Talimatının 15. maddesi çerçevesinde akrabalık ilişkisi (anne, baba, kardeş, eş, çocuk, büyük anne, büyük baba olduğunun anlaşılması halinde) ve sağlık nedeniyle (ikamet ettiği ilde rahatsızlığını tedavi ettiremediği için tedavisinin yapılması amacıyla) değerlendirmeye alınmaktadır. Ayrıca, akrabalık ilişkisi, sağlık nedeniyle vb. gibi nedenlerle dilekçe vermek isteyen yabancılar, doğrudan ikametine izin verilen ilin Emniyet Müdürlüğü, Yabancılar Şube Müdürlüğüne müracaatta bulunacaktır. Müracaat makamlarınca alınan dilekçe başvuruları 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanunun göre değerlendirilecek, sonucu tarafınıza 7201 sayılı Tebligat Kanununa göre tebliğ ettirilecektir. 6- Uydu kentlerde hangi hak ve yardımlardan yararlanabilirim? Yaşamak için gönderildiğiniz kentte, barınmanızı kendi imkânlarınızla karşılamanız esastır. Uydu kentlerin çoğunda polisin size ücretsiz barınma sağlama imkânı yoktur. Ancak bazı uydu kentlerde polis ve bazı yardım kuruluşlarının girişimiyle, maddi durumu kötü olan sınırlı sayıda sığınmacıya barınma ve yemek yardımı sağlanmaktadır. Sağlık masraflarınızı da kendinizin karşılaması esastır. Ancak maddi durumunuz yetersiz ise, polise başvurarak sağlık giderlerinizin Valilik tarafından karşılanmasını talep edebilirsiniz. Kaydınız tamamlandıktan sonra Türkiye’de yasal olarak bulunan bir yabancı olarak, çalışma izni başvurusunda bulunabilirsiniz. Ancak bunun için önce size yasal olarak iş verecek bir işveren bulmanız gerekir. Türkiye’de 6–14 yaş arasındaki tüm çocuklar için ilköğretim bir hak ve zorunluluktur. Kaydınız tamamlandıktan sonra çocuklarınızı yaşadığınız ildeki bir ilköğretim okuluna kaydettirebilirsiniz. BMMYK ve polise yaptığınız başvurular dışındaki hukuki problemleriniz için bulunduğunuz uydu kentteki Baro’ya müracaat ederek, ücretsiz adli yardım talebinde bulunabilirsiniz. Maddi sorunlarınız ve karşılamakta zorlandığınız ihtiyaçlarınızla ilgili olarak yaşadığınız uydu kentteki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’na müracaat edebilirsiniz. Ayrıca, her uydu kentte sığınmacılara çeşitli konularda destek sağlayan yardım kuruluşları mevcuttur. Geri gönderme merkezlerinden iltica/sığınma talebinde bulunmaya engel bir durum bulunmamaktadır. Her yabancı merkezde bulunduğu sırada talep etmesi halinde iltica/sığınma prosedürüne alınabilmektedir. Bu husus sadece geri gönderme merkezi ile sınırlı olmayıp geri gönderilmek üzere bulunduğu her zaman ve yer içerisinde sınır dışı işlemi gerçekleştirene kadar başvuru yapma hakkı bulunmaktadır. Yapılan bu talepler ulusal ve uluslararası mevzuat hükümleri çerçevesinde gerekli değerlendirmeye tâbi tutulmaktadır. 8-Geri gönderme merkezlerinde kimler niçin tutulmaktadır? Türkiye’ye yasa dışı yollardan gelmiş, yasa dışı konumda kalmış veya yasa dışı yollardan çıkış yaparken yakalanmış olanlarla, geçimini meşru yollardan kazanacağını belgeleyemeyenlerin ve Türkiye’de kalması genel güvenliğe, idari ve siyasi gereklere aykırı olan yabancılar 5683 Sayılı Kanun’un 19.maddesi hükümleri doğrultusunda Türkiye’den çıkışlarının sağlanması için harekete geçilmektedir. Söz konusu yabancılar, kamu düzeni, kamu güvenliği ve kamu sağlığının korunması ile tekrar yasa dışı göçe konu olmalarının engellenmesi amacıyla yine aynı kanunun 23.maddesi hükmü gereğince geri gönderme merkezlerinde sınır dışı edilene kadar idari gözetim altında tutulmaktadır. 9-Geri Gönderme Merkezlerinde kalanlar hangi haklardan faydalanabilmektedir? Sınır dışı edilmek üzere idari gözetim altına alınan yabancılara; a. Sınır dışı işlemleri tamamlanıncaya kadar iaşe ve ibatelerinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nce karşılanacağı, b. Merkezde alıkonulma ve sınır dışı kararlarına karşı idari yargı yoluna başvurabileceği, c. Merkezde bulundukları sırada avukata erişim haklarının olduğu, d. Talep etmeleri halinde ülkemizdeki temsilciliği ve menşe ülkelerindeki yakınları ile iletişim kurabilmek için merkez yönetimi tarafından gerekli imkânların sağlanacağı, e. Merkez yönetimi ile yapacağı görüşmelerde tercüman talebi olması halinde anlayabileceği bir dilde tercüman temin edilebileceği, f. Gönüllü olarak ülkesine geri dönmek istemesi durumunda uluslararası kuruluşlar ile işbirliği halinde gönüllü ve güvenli geri dönüş programı kapsamında geri gönderilebileceği, hususlarında tebliğ yapılmaktadır. 7- Geri gönderme merkezinde kalan bir yabancı iltica/sığınma talebinde bulunabilir mi? Ayrıca, sınır dışı edilecek yabancıların seyahat masrafları ile merkezlerde kaldıkları süre içerisindeki tedavi ve ilaç giderlerinin kendilerince karşılanması esas olup, buna güç yetiremeyenlerin masrafları devletçe karşılanmaktadır. 10- Türkiye’de mülteci/sığınmacılara tanınan hak ve yükümlülükler nedir? Öncelikle her yabancı güvenli sığınma hakkına sahiptir. Ayrıca sığınma başvuru sahiplerine en azından ülkede yasal olarak ikamet eden diğer yabancılara sağlananlarla eşit haklar ve yardım, her bireyin sahip olması gereken temel ihtiyaçlar dahil olmak üzere, verilmelidir. Benzer biçimde, sosyal ve ekonomik haklar diğer bireylere olduğu gibi mültecilere de tanınır. Her mülteci sağlık hizmetlerinden yararlanabilmelidir. Her yetişkin mülteci çalışma hakkına sahip olmalıdır. Hiçbir mülteci çocuk okula gitmekten alıkonulmamalıdır. Ülkemizden sığınma talebinde bulunan yardıma muhtaç sığınma başvuru sahiplerinin çeşitli kuruluşlardan (Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Vakfı, Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü, Belediyeler, Kızılay ve özel kurum ve kuruluşlar ile STK’lar) gıda, yakacak, nakit para, yiyecek ve giyecek gibi nakdi ve ayni yardımlar alabilme imkanları ile ilgili hususlarda ayrıntılı bilgi için bulundukları il valiliğine müracaat etmeleri gerekmektedir. Yine temel ihtiyaçların karşılanması noktasında sivil toplum kuruluşları da önemli bir fonksiyonu üstlenmektedirler. Mülteciler belirli yükümlülüklere de sahiptir : özellikle, sığındıkları ülkenin yasalarına uymalıdırlar. 11- Sığınma başvurusu sahibi, Türkiye’de yasal olarak çalışmasını sürdürmesi, mümkün müdür? Ülkemizde 6 ay ikamet tezkeresi sahibi olan yabancıların çalışmaları konusunda herhangi bir kısıtlama bulunmamaktadır. 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkındaki Kanunla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yabancıların çalışma izni işlemlerini yürütmekle yetkili kılınmıştır. 12- “Geçici sığınma” başvurum hakkında olumsuz karar verilirse ne yapabilirim? Eğer “geçici sığınma” başvurunuzla ilgili olumsuz bir karara varılırsa , bu size yazılı olarak bildirilecektir. Hakkınızdaki olumsuz karara 15 gün içinde yazılı olarak itiraz etme hakkınız vardır. Eğer 15 gün içinde itiraz hakkınızı kullanmazsanız, sizden ülkeyi terk etmeniz istenecektir. Yazacağınız itiraz dilekçesinde ülkenize dönmekten korkma nedenlerinizi açık ve kısa bir şekilde ifade etmeniz ve elinizde bulunan iddianızı destekleyecek tüm belgeleri sunmanız önemlidir. 13- Hakkımdaki ilk olumsuz karara yaptığım itiraz da reddedilirse ne yapabilirim? Hakkınızdaki ilk olumsuz karara yaptığınız itiraz da reddedilirse, bu size yine yazılı olarak bildirilecektir. Hakkınızda verilen bu ikinci ret kararına itiraz etmenin tek yolu, bir Türk avukat yardımıyla idare mahkemesinde dava açmaktır. Bu itiraz davasının ikinci ret kararı size yazılı olarak bildirildikten sonra en geç 15 gün içinde açılması gerekir. Eğer 15 gün sonunda dava açma hakkınızı kullanmamış durumdaysanız, sizden Türkiye’yi terk etmeniz istenecektir. Hakkınızdaki ikinci ret kararına karşı açtığınız idare davası sonucunda, mahkeme başvurunuzun yeniden incelenmesine karar verebilir ya da hakkınızdaki olumsuz kararı yerinde bulabilir. Bu durumda, Türkiye’de kalmanız ancak İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla mümkündür. Kaynak:Mülteci Hakları Derneği DEĞERİNİ BİLMEDİĞİMİZ DEĞERLERİMİZ KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT NEFERLERİMİZ RÜŞTÜ ONUR VE MUZAFFER TAYYİP USLU RÜŞTÜ ONUR KİMDİR İstanbul'dan Zonguldak'a giderken Rüştü Onur,"Garip şiiri'nin önemli Anafartalar Vapurunda Mediha Sessiz adında temsilcilerinden biri olarak kabul edilmektedir. güzel bir kızla tanışır. Mediha'ya aşkının O, Zonguldak'ta yaşamış şairler olan Muzaffer ifadesi olan duygulu mektuplar ve şiirler yazar. Tayyip Uslu ve Kemal Uluser'le birlikte simge Önce nişanlanırlar sonra da 1942 yılında adlardan biri olarak görülür. evlenerek, Beşiktaş'ta Mediha'nın evine Babası Mehmet Onur adında bir köy yerleşirler. öğretmenidir. Ne yazık ki bir talihsizlik sonucu Mediha bir İlköğretimini Devrek'te okur, liseye önce karın zarı iltihabı geçirir ve 12 Kasım 1942'de Kastamonu'da başlar sonra da Zonguldak'ta yaşamını yitirir. Bu ölüm Rüştü Onur'a çok bitirir. fazla gelir. Eşinin ardından adeta canına 1938 yılında İnce hastalığına tutulduğu için o kıyarcasına yaşamını boş verir. yıl okuyamaz. Yaşama sevdiği karısından sonra ancak iki 1941 yılının başında Rüştü Onur'un hastalığı hafta dayanabilir. 2 Aralık 1942'de Beşiktaş'ta yeniden şiddetlenir. Üç ay Zonguldak'ta Şair Leyla Sokağı'ndaki evinde ciğerlerinden hastanede kalır. Bu arada Heybeliada fazla kan gelmesi nedeniyle boğularak ölür. sanatoryumuna da başvurur. Halen Ortaköy mezarlığında "Boğazın lacivert 1941 yılının son ayı ile 1942 yılının ilk iki ayını sularına bakan" bir sırtta eşiyle yan yana Heybeliada'da geçirir. 1942 Mart ayında yatmaktadır. sanatoryumdan çıktığında yedi kilo almış ve hastalığı yenmiştir. Tekrar Zonguldak'a döner. RÜŞTÜ ONUR İÇİN KİM NE DEDİ Ölüm nefesinde nasıl olsa Amma henüz vakit erken Orhan Veli: Daha gün Karşı apartmanın balkonunda "Son yıllarda Zonguldak üç büyük yetenek Dur bakalım hele yetiştirdi: Biri Rüştü Onur..." Ben salata satayım Şair Leyla Sokağı'nda Behçet Necatigil: Sen gene koş Bez fabrikasındaki "Gamlı gecelerin öncüsü Rüştü, artık Tezgahının başına hatıralarım arasına geçti." Ölüm içimde Ölüm dışımda Salâh Birsel: Ölüm talihsiz aşımda Ölüm kuru başımda "Rüştü Onur'un kısa bir şiir yaşantısı oldu. Teselli benim gözyaşımda Her gün sıtma geçirirdi. Şiir sıtması." İTİRAF Oktay Rifat: I Size açabilmeliydim içimi "Rüştü Onur Türkiye'de geç başlayan bir Geceler yalnız size hareketin bayrağı altında şiir yazıyordu." Ve yüzüm kızarmadan Çocukluğumun küçük aşklarını Cemal Süreya: Anlatabilmeliydim Geceler yalnız size. "Rüştü Onur şiirleriyle hayatını, daha II doğrusu ölümünü, bir arada götürmüş." Benim de aşklarım oldu Ve alabildiğine günahlarım. Doğan Hızlan: Halbuki bigünah olmak istedim Bütün ömrümce. "O, insan kardeşlerine hep yaşam sevincinden insancıl duygulardan bahsetti." III Anam, RÜŞTÜ ONUR ŞİİRLERİ Ben topaç çevirirken sokakta, Benim güzel oğlum, ŞAİR LEYLA SOKAĞI Paşa olacak derdi... Halbuki ben hâlâ Payıma düşen toprak parçası Senin de payına düşer Ayrılık gayrılık yok Topaç çeviriyorum sokakta. MUZAFFER TAYYİP USLU KİMDİR KAN Önce öksürüverdim Muzaffer Tayyip Uslu, Arnavut bir babanın Öksürüverdim hafiften İstanbul doğumlu oğlu olsa da, kısacık Derken ağzımdan kan geldi ömrünün yarısını geçirdiği Zonguldak'ta Bir ikindi üstü durup dururken yaşadıkları ve yarattıklarıyla oranın insanı Meseleyi o saat anladım olmuş ve "Zonguldaklı şair" olarak anılmıştır. Anladım ama, iş işten geçmiş ola Zonguldak'ta lise öğrenimi sırasında Behçet Şöyle bir etrafıma baktım, Necatigil'in öğrencisiydi. İstanbul Üniversitesi Baktım ki yaşamak güzeldi hâlâ Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ndeki Mesela gökyüzü yükseköğrenimini yoksulluğu ve hastalığı Maviydi alabildiğine nedeniyle sürdüremedi. Zonguldak'ta çalışmak İnsanlar dalıp gitmişti zorunda kaldı da arkadaşı Rüştü Onur gibi Kendi âlemine... veremden öldü. Necati Cumalı'nın notlarına göre Muzaffer Tayyip'in bir gözü doğuştan ÖLDÜKTEN SONRA sakattır. Parasızlıktan sanatoryuma gidemez. Diyecekler ki arkamdan Zonguldak'ta hastalığı ilerledikçe bir deri bir Ben öldükten sonra kemik kalır. 24 yaşında havasız ve karanlık O, yalnız şiir yazardı babaevinde abdesthaneden yatağına Ve yağmurlu gecelerde götürülürken annesinin kucağında ölür. O Elleri cebinde gezerdi dönem yayınlanan şiirleriyle en iyi şairlerden Yazık diyecek biri kabul edilmiş, yaşamındaki acılara karşın, Hatıra defterimi okuyan gizli bir üzgünlük içinde yaşamanın güzelliğini Ne talihsiz adammış yazmıştı. Şiirlerini Şimdilik adlı bir kitapta İmanı gevremiş parasızlıktan... topladı (1945). Ölümünden sonra Necati Cumalı şiirlerini ve yazılarından seçmeleri BENDEN SİZE Muzaffer Tayyip adlı bir kitapta topladı. Yalnız ben mi inkâr ediyorum Allahı MUZAFFER TAYYİP USLU ŞİİRLERİ Mevsimler benden kâfir Ya kuşlar ve ağaçlara, ne buyurulur ''Bir güzele güzelliğini hatırlatmak isterdim Uzun söze lüzum yok aynalardan evvel'' Şahidimdir Beş parasız gezdiğim sokak Bir zaman yaşadığıma Ve bir hâtıra olsun diye Benden size Hiç sıkılmadan söyleyebilirim Sarışın kızlara bayıldığımı... MESCİD-İ AKSA Mescid-i Aksa'yı gördüm düşümde Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu Varıp eşiğine alnını koydum Sanki bir yer altı nehr çağlıyordu Gözlerim yollarda bekler dururum Nerde kardeşlerim diyordu bir ses İlk Kıblesi benim ulu Nebi'nin Unuttu mu bunu acaba herkes Burak dolanırdı yörelerimde Mi'raca yol veren hız üssü idim Bellidir kutsallığım şehir ismimden Her yana nur saçan bir kürsü idim Hani o günler ki binlerce mü'min Tek yürek halinde bana koşardı Hemşehrim nebi'ler yüzü hürmetine Cevaba erişen dualar vardı Şimdi kimsecikler varmaz yanıma Mü'minde yoksunum tek ve tenhayım Rüzgarlar silemez gözyaşlarımı Çöllerde kayıp bir yetim vâhayım Mescid-i Aksa'yı görüm düşümde Götür müslümana selam diyordu Dayanamıyorum bu ayrılığa Kucaklasın beni İslâm diyordu Mehmet Akif İnan BİR DAVA VE MEDENİYET ADAMI: MEHMET AKİF İNAN Sevgili dostlar! Toplumları derinden etkileyen bazı düşünce ve sanat adamları vardır. Sessiz akan nehirler gibi sularlar kültür toprağını, kısa ömürlerine bereketli ürünler sığdırırlar. Yaşadıkları zamanı ve sonrasını etkileyecek kalıcı eserler ortaya koyarlar… Bu gün size böyle bir medeniyet, dava, düşünce ve sanat adamını, şair, yazar, sendikacı Merhum Mehmet Akif İnan'ı anlatmak istiyorum. Aslında her bir yönü ayrı bir konferans konusu olması gereken Mehmet Akif İnan'ın hayatını ana hatlarıyla size sunmak istiyorum. Onun hayatını bütünlüğü içinde üç ana eksende anlamak ve anlatmak mümkündür. Üçe endeksli bir hayat çizgisi var Akif İnan'ın. 1.Üç şehir: Üç önemli şehir belirler hayat çizgisini onun: 12 Temmuz 1940'da Urfa'da başlar, 6 Ocak 2000 yılında Urfa'da biter hayat hikâyesi. Maraş ve Ankara diğer önemli duraklarıdır. Soylu bir ailenin çocuğudur. Babası Hacı Müslim, şehrin önde gelen simalarından biridir. Hem ana hem baba tarafından tüccar bir ailenin çocuğudur. Annesi Şakire hanım, Maraş'ın Dedeoğulları soyundan, Hacı Tevfik Efendinin kızıdır. Dede Hacı Tevfik Efendi, mücadeleci bir adamdır. Kurtuluş savaşı yıllarında Maraş'ı işgal eden Fransızlara teslim etmemek için evini elleriyle yakar. Etrafındaki bütün evler de yanar tabi. Fransızlar, şehre hâkim tepedeki bu konaktan şehri toplarla ateş altına alacaklardır. Şapka meselesinden dolayı da sıkıntıya düşen Hacı Tevfik Efendi Antep'e yerleşir, müteahhitlik yapar. Hacı Tevfik Efendi kızı Şakire hanımı Urfalı Hacı Müslim Efendiyle evlendirir. Bir süre sonra da Maraş'a geri döner. Bu evlilikten Mehmet Akif İnan dünyaya gelir. Dirayetli bir baba ve tam bir Osmanlı kadını olan annenin ellerinde yetişir. Kültürlü bir aile ortamı kısaca. Dinin, tarihin, sanatın, edebiyatın, musikinin ortasında, gün görmüş misafirlerin arasında büyür. Doyumsuz sohbetlere tanık olur. Büyük Doğu dergileri ve Necip Fazıl düşüncesiyle henüz çocukken aile ortamında tanışır ve okur. Bunu kendisi şöyle anlatıyor bir söyleşide: “Evce okumayı severdik. Babam her çeşitten kitap okurdu. Doğu ve batı klasiklerinin önemli eserlerini bitirmiş biriydi babam. Ayrıca çağdaş yazarları da tanırdı. Şeyh Sadi'den Şekspire, Geothe'den Hamid'e, Akif, Necip fazıl ve Nur Risalelerine varıncaya kadar, geniş ve zengin bir okuma alanına sahipti babam. Sebilürreşad'dan Büyük Doğu'ya, oradan mağazin dergilerine kadar, eve birçok dergi taşırdı. Evimiz gazete gelmedik gün olmazdı.” Sevgili dostlar! Böyle bir evden, böyle bir anne babadan Mehmet Akif İnan gibi bir şair, yazar, dava ve medeniyet adamı yetişiyor. Bugün evlerimiz ve anne-babalarımız ne durumda dersiniz. İlk ve en önemli terbiyesini ailesinden, yaşadığı muhit olan Urfa'dan alır. İyi insan iyi ailelerde iyi anne babaların arasında yetişiyor. 1965 yılında edebiyat öğretmeni Sevim Hanımla evlenir. Bu evlilikten bir kızı dünyaya gelir. 1967 doğumlu Şakire Bönü. Akif İnan'ın hayattaki bu tek kızından başka evlâdı olmamıştır. Bu kızından biri kız diğeri erkek olmak üzere iki torunu vardır. VE MARAŞ YILLARI İkinci önemli uğrak yeri Maraş… Hayatı boyunca duygu, düşünce, davranış ve dava birlikteliği yaşayacağı, Türk düşünce ve edebiyatında birlikte iz bırakacağı YEDİ GÜZEL ADAM'ı tanıdığı kent Maraş, Kahramanmaraş… Gözünü budaktan sakınmayan, sözünü kimseden esirgemeyen, sonunu düşünmeden hakkın adaletin yanında, haksızlığın ve zulmün karşısında yer alır… Olduğu gibi görünür, göründüğü gibi olur… Adaşı Mehmet Akif Ersoy misali, sözüm odun gibi olsun, doğru olsun tek, anlayışının temsilcisidir… Kavgadan çekinmeyen bir güzel adamdır Mehmet Akif İnan… Tahammül edemediği bir haksızlık ve yanlış sebebiyle öğretmeniyle kavga eder, Maraş Lisesine sürgün edilir. Lise son sınıfı Maraş Lisesinde okur Mehmet Akif İnan. Yedi Güzel Adam'dan birisi olarak anılır ondan sonra. Kimdir bu Yedi Güzel Adam? Nuri Pakdil, Alaaddin Özdenören, Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Mehmet Akif İnan, Ersin Nazif Gürdoğan. Sanat ve Edebiyatla yakından ilgili olan, hece ve aruz vezniyle şiirler yazar Mehmet Akif İnan. Maraş Lisesi'nde, “canlı ve verimli bir edebiyat ortamına” düşmüştür. “İleriki yıllarda gelişerek halk tarafından büyük bir kabul görerek devam eden” yerli bir edebiyat ve düşünce hareketinin temelleri atılmıştır Maraş Lisesinde. Hayatının her döneminde kendine özel bir duruş sergileyen Nuri Pakdil öncülüğünde Hamle adlı bir edebiyat dergisi çıkmaktadır burada. Öğretmenlerin sahiplendiği ve desteklediği bu edebiyat ortamı, sanatsever gençlerin önünü açacak ve Türk edebiyatına damgasını vuracaktır. İyi bir öğretmen veya öğretmenler, öğrenciler için ufuk açıcı, geleceğine yön verici bir etkiye sahiptir. Maraş lisesinde böyle önemli öğretmenler vardır. Aynı okulda, aynı sınıfta bir araya gelen sanatedebiyat sevdalısı bu gençler, neredeyse her gün her saat beraberdir. Gündemlerinin biricik konusudur edebiyat, sanat VE ŞİİR. Maraş'ın caddelerinde, sokaklarında, halkın ve kadınların tuhaf bakışlarına, “deli bu çocuklar” diye konuşmalarına aldırmadan birbirine şiir okurlar. Fuzuli, Nedim, Şeyh Galip gibi Divan şairleri yanında İkinci yeni şairlerinden ezbere şiir okurlar konuya göre. Sanat edebiyat ve şiir delisidir onlar. Zamanla onların bu hallerini sevecektir halk. Ne yapsalar yeridir, diye düşüneceklerdir. Akif İnan böyle bir ortamda yabancılık çekmez, arayıp da bulamadığı bir dünyadır bu. Klasik Divan ve Halk edebiyatı donanımına sahiptir zaten. Şiirler yazmaktadır., Üstelik aralarına katıldığı yeni arkadaşlarının yeni tarz yazı ve şiirlerini beğenmez. Sanat ve edebiyatla dolu dolu geçen bir yılın ardından lise biter… Üniversite okumak üzere Ankara'ya gider Mehmet Akif İnan… Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim, insan arkadaşının dini üzeredir, sözünü hatırlamanın yeri değil mi burada. İnsan iyi bir arkadaş çevresinde iyi yetişiyor, iyi ve güzel alışkanlıklar elde ediyor. hayatta iyi bir yere varıyor… Kötü bir arkadaş çevresinde kötü oluyor, kötü alışkanlıklar ediniyor, hayatta iyi bir yere varamıyor. ZİYAN OLUYOR sonuçta… Güzel insanların arasında güzel adam oluyor kısaca insan. ANKARA YILLARI Üniversite okumak için geldiği Ankara'da, neredeyse hayatının sonuna kadar kalacaktır Mehmet Akif İnan. Sanat Edebiyat ve Sendikal faaliyetlerle ilgili konferanslar için gitmediği şehir neredeyse kalmayacaktır ülkede. Artık Ankara'dadır. Atatürk Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisidir Mehmet Akif İnan. Divan ve Halk Edebiyatı birikimiyle donanmış olarak fakülteye gelen Mehmet Akif İnan, hayal kırıklığı yaşar. Hocalarının ders anlatışlarını beğenmez. -Bu hocalar mı bana ders anlatacaklar, der ve okulu bırakır. Daha sonra, Nuri Pakdil'in, alacağın diploma ileride lazım olur, uyarısıyla okula devam eder. Bu okula devam etmenin ve bitirmenin bana kazandıracağı tek şey diplomadır, der. Okulu bitirir. Akif İnan, Ankara'dan önce çok az bir süre İstanbul'da kalır. Cağaloğlu'ndan Yenikapı'ya birlikte yürüdüğü Erdem Bayazıt ve Rasim Özdenören'e ezberden Ahmet Haşim şiirleri okur. Onun bütün şiirlerini ezbere bilmektedir. Diyordu ki Akif İnan: -Ahmet Haşim'in şiirleri sanıldığı kadar çok değil, seksen kadardır!” Rasim Özdenören'in dediği gibi o bu tavrıyla, Haşim'in şiirlerinin azlığından çok, kendi ezber yeteneği hakkında tevazu gösteriyordu. Ankara yılları verimli geçer Akif İnan'ın Bir an bile boşluk bulunmaz hayatında. Hem okur, hem çalışır. Yaşadığı şehre ve birlikte olduğu insanlara silinmez izler bırakır. Diğer arkadaşlarına göre sosyal bir adamdır. Yerinde duramaz sanki. Her an bir faaliyet içindedir. Tam bir dava ve cemiyet adamıdır. Ankara'daki ilk işi, o dönemin önemli dergilerinden birisi olan Hilal'i yönetti. Yazı ve şiirler yayınladı. Diğer İslam ülkelerinde yetişen önemli mütefekkirlerin çeviri kitaplarını yayınladı. Bu dergi “Ankara'da, bir sanat edebiyat düşünce ve fikir okulu” gibi çalıştı. Peşinden görev yaptığı Türk Ocağı çevresinde de aynı mantıkla çalıştı Akif İnan. Bugün, genç nesillerin pek tanımadığı; Ali Himmet Berki, Osman Yüksel Serdengeçti, Salih Özcan, Osman Turan, Cevat Rifat Atilhan, Zeki Velidi Togan, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Emin Bilgiç, Dündar taşer, Mümtaz turhan, Tahsin Banguoğlu, Fevziye Abdullah Tansel, Mehmet Kaplan, Kzım Nami Duru, Mehmet emin Buğra, İsa Yusuf Alptekin gibi zamanın önemli düşünce adamları ve akademisyenleriyle bir arada bulundu, sohbet etti. Genç yaşında sendikal faaliyetlerde bulundu. Edebiyat öğretmenliği yaptı. Öğrencilerine sanat edebiyat şiir zevki aşıladı. Güzel insanlarla geçen güzel ve verimli yılların ardından hastalandı. Doğduğu, doyduğu, ilk terbiyesini, bilgi, görgü ve kültürünü edindiği memleketi Urfa'da, 2000 yılında, bir Ramazan günü, Şubat ayında bir daha ölmemek üzere öldü ve ebediyyen güldü. 2.ÜÇ DERGİ Sevgili Dostlar Dergiler, fikrin hür kaleleridir, diyor Cemil Ceriç. Mehmet Akif İnan, henüz Urfa Lisesinde okurken mahalli gazetelerde ses getiren makaleler yazıyordu arkadaşlarıyla. Demokrat Urfa gazetesinde yazıyordu özellikle. O arkadaşlarının çoğu ve Mehmet Akif İnan, önemli gazeteci ve yazarlardan olacaktır Türkiye'de. Lisede okuyan bir delikanlı olan Mehmet Akif İnan, arkadaşlarıyla Derya adlı bir gazete çıkarmaya başlar Urfa'da. 1958'den sonra yayınlanan önemli edebiyat ve sanat dergilerinde yazı ve şiirleri çıkar. Artık o ünlü dergilerde yazan önemli bir kalemdir. HİLAL DERGİSİ MAVERA DERGİSİ Hilal, Ankara'da Salih Özcan'ın önderliğinde çıkan önemli bir düşünce sanat ve aksiyon dergisidir. İslam'ın ve İslam dünyasının meselelerini ele alır, kültür sanat ve edebiyat ağırlıklıdır. Okumak üzere Ankara'ya gelen Mehmet Akif İnan aynı zamanda çalışır, geçimini sağlar. Ortaokul ve lise yıllarında edindiği kültür, sanat, edebiyat, okuma, yazma ve yayıncılık birikimi onu Hilal dergisinin ve Hilal yayınlarının yöneticisi yapar. 1960-1964 yıllarında bu dergiyi ve yayınevini yönetir… Şiir ve yazılar yayınlar bu dergide. Zamanının önemli dergileri arasına girer Hilal. Mavera Dergisi, edebiyat dergisinin devamı ve tamamlayıcısı olarak düşünülebilir. Yine Mehmet Akif İnan, Erdem Bayazıt, Rasim ve Alaaddin Özdenören, Cahit Zarifoğlu ve diğer arkadaşlarınca 1976 yılında yayınlanmaya başladı Mavera. 1990 yılına kadar faaliyetine devam etti. Türk edebiyatına önemli bir kuşak yetiştirdi. Sol ideolojinin egemenliğinde olan Türk Edebiyatını özgürleştirdi bir anlamda… İslam düşünce etrafında da soylu bir sanat edebiyat üretilebileceğini ortaya koydu. Bugün Türk edebiyatında her biri birer köşe taşı ve ekol olan Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Alaaddin Özdenören, İsmail Kıllıoğlu, Ali Haydar Haksal ve diğer pek çok yazar, Edebiyat ve Mavera dergisi çatısı altında yetişmiştir. İki dergi de genç kuşaklar için birer okul olmuştur. Mehmet Akif İnan, her iki derginin, yani hem Edebiyat, hem Mavera Dergisi'nin kurucularından birisidir… Yıllarca bu dergilerde sanat, edebiyat, şiir ve şiir kuramı üzerine yazılar yazmıştır. Bu anlamda Mehmet Akif İnan, yayıncı ve yazar olarak edebiyat tarihimize adını altın harflerle yazdırmış bir medeniyet, dava ve düşünce adamıdır. Eserlerini okuyanlar ve Mehmet Akif İnan üzerine araştırma yapanlar bunu açıkça göreceklerdir. EDEBİYAT DERGİSİ Kahramanmaraş'ta kurulan sarsılmaz dostluk, arkadaşlık, sanat, edebiyat ve davada birliktelik Ankara'da devam eder. Türkiyede bir edebiyat kültür sanat fikir ekolü haline gelen Edebiyat Dergisini doğurur Ankara'da. Nuri Pakdil'in karizmatik kişiliği, Mehmet Akif İnan'ın toplumcu ve teşkilatçı yapısı, Erdem Bayazıt ve Alaaddin-Rasim Özdenören kardeşlerin düşünce derinliği birleşince, Edebiyat Dergisi yayınlanmaya başlar 1969 yılında. Aralarına Cahit Zarifoğlu katılır sonra. Türkiye'de o güne kadar yayınlanan İslam düşüncesi eksenli Sebilürreşat, Sıratımüstagıym, Büyük Doğu, Diriliş gibi mühim dergiler, daha ziyade bireysel çıkışlardır. Sebilürreşat Mehmet Akif Ersoy'u, Büyük Doğu Necip Fazıl Kısakürek'i, Diriliş Sezai Karakoç'u aklımıza getirir. Fakat Edebiyat Dergisi veya Mavera denilince aklımıza Yedi Güzel adam gelir hemen. Edebiyat ve Mavera dergileri, Türk Edebiyatında bir ekoldür… Yeni ve bambaşka bir akımdır sanat ve edebiyatta. Yedi Güzel Adam'ın önderliği ve örnekliğinde, yerli ve İslami düşünce eksenli, soylu bir kültür edebiyat sanat ve şiir ortaya koyan ve etkisi günümüz yazar ve şairleri üzerinde de açıkça görülen bir çıkıştır bu. Haddim olmayarak söyleyeyim, Türk Edebiyatı Tarihi bu anlamda yeniden yazılmalıdır aslında. 3.ÜÇ FAALİYET Sevgili Dostlar! Mehmet Akif İnan'ın hayatında üç önemli faaliyet alanı var. Ana hatlarıyla bunlar üzerinde durmakta fayda görüyorum. 1-Sanat edebiyat şiir yazarlık ve yayıncılık Okuyan kültürlü bir ailede yetişmenin doğal bir sonucu olarak çok genç yaşta, henüz ortaokul sıralarında şiir yazmaya başlar. Aruz ve hece ile geleneksel şiirimize yaslanan şiirler yazar önceleri. Hemen her gün saatlerce kitap okur. On saate varır bu okumalar bazan. Urfa lisesinde okurken Demokrat Urfa gazetesinde makaleler yazar. Arkadaşlarıyla Derya adlı bir gazete çıkarır Urfa'da. Lise sıralarındayken; Türk yurdu, Türk düşüncesi, Yeni İstiklal gibi dergi ve gazetelerde şiir ve yazıları yayınlanıyordu. Ankara'da üniversite okurken Hilal Yayınları ve Hilal dergisini yönetir. Yazı ve şiirler yayınladı bu dergide. Diğer dönem edebiyat dergilerinde de yazdı. 1969'da Edebiyat dergisinin kurucu ve yazar kadrosunda yer aldı. İlk kitabı Edediyat ve medeniyet üzerine (1972) adlı düşünce yazıları ve Hicret(1974) isimli şiir kitabı, Edebiyat Dergisi yayınlarından, Din ve Uygarlık(1985) Akabe yayınlarından, Tenha sözler(1991) adlı şiir kitabı Yedi İklim Yayınlarından çıktı. 1958-1969 arası değişik dergilerde yayınlanan şiirlerini kitaplarına almadı. Ayrıca Milli Gazete, Yani Devir, Yeni Mesaj gazetelerinde fikir yazıları yayınladı. Bu yazılar, Siyaset Kokan Yazılar adıyla ölümünden sonra kitap olarak yayınlandı. On bir kitaptan oluşan bütün külliyatı, üç cilt halinde Eğitim-Bir Sendikası tarafından(2014) yayınlandı. 2-Öğretmenlik Sevgili Dostlar! Bana göre Mehmet Akif İnan'ın, gazetecilik, yazarlık, yayıncılık ve şairliği yanında, ONU DAHA önemli kılan bir diğer özelliği öğretmenliğidir. Aslında o bize ve günümüz öğretmenlerine bu işin, yani öğretmenliğin nasıl yapılması gerektiğine dair önemli bir ders veriyor, yol gösteriyor. Bütünlüğü içinde eğitim sisteminin ve okulların “adam öğütme” ve “yetenekleri köreltme” mekanizmasına dönüştüğü bir zamanda, onun öğretmenliğe ve öğrencilere bakışını iyi anlamak ve uygulamak gerekir diye düşünüyorum. Şu örneğe öğretmenler iyi kulak versinler lütfen. Alaaddin Özdenören anlatıyor: “Maraş lisesinde Felsefe Öğretmeniyim. Mehmet Akif İnan'dan mektup. Gerçek soyluluğun pazarlığa yanaşmayacağını bir kez daha öğreniyorum. Diyor ki Mehmet Akif İnan: “Çocukları sınıfta bırakma! Başımızdan geçenleri bilmiyor musun? Çocukları incitmemek için elinden geleni yap! Onları okumaya alıştır!” İçimde bir bolluk oluşuyor. Hem de ne bolluk. Çocukları okumaya sürüklüyorum. Okulun kütüphanesine çeki düzen veriyorum. Çocuklar kütüphaneye alışıyor. Beni seviyorlar. Çocuksu gözlerinin acı bakışlarını üzerimde hissediyorum. Osman Sarı, İsmail Kıllıoğlu, Ali Doğan ve diğerleri… Bu öğrencilerin her biri sanat ve edebiyatta önemli yerlere geleceklerdir. Mehmet Akif İnan, daha öğretmen olmadan önce nasıl öğretmenlik yapılması gerektiğini anlatıyor arkadaşına. Geç de olsa okulunu bitirince 1972'de öğretmen olur Mehmet Akif İnan. Önce Uşak İmam-Hatip Lisesinde, ardından Gazi Eğitim Enstitüsünde çalışır. En son vefatına kadar Ankara Fen Lisesinde öğretmenlik yapar. Gittiği her yerde öğrencilerine okumayı, yazmayı, sanat, edebiyat ve şiiri, güzel insan olmayı sevdirmeye çalışır. Geleceğin düşünür, okur-yazar, sanatkâr ve şairlerini yetiştirir. Hep sever öğrencilerini ve “en sevilen öğretmeni” olur onların. Ne dersiniz, “insan kazanmak” için mi, yoksa mevcut çarkın dişlileri arasında “adam öğütmek” için mi yapıyoruz öğretmenliği… SENDİKACILIK Sevgili Dostlar! Mehmet Akif İnan'ın sendikacılığı, Türk Taşıt İşverenleri Sendikası'nda uzman olarak çalıştığı, 1969-1972 yıllarına kadar uzanır. 1992'de Eğitim-bir Sendikası, 1995'te MemurSen'in kuruluşunda lider kadro içinde yer aldı. Her iki sendikanın ilk genel başkanı oldu. İdeolojik bir anlayışla değil Ahilik düşüncesiyle sendikacılık yaptı. Her kesimi kuşatan, ahlaki temellere dayanan bir sendikacı oldu. “Her eylem yeniden diriltir beni / nehirler düşlerim göl kenarında” mısraları bu bakışın ifadesidir sanki... DOST VE ARKADAŞ ÇEVRESİ Sevgili Dostlar! Lise yıllarında yazmaya başlayan İnan'ın ilkyazı ve şiirleri, Urfa Demokrat Gazetesinde yayınlandı. Urfa'da bir grup arkadaşıyla Derya adlı bir gazete çıkardı (1958). Hepsi de lisenin son sınıfında okuyan bu arkadaşların her biri ileride ünlü gazeteci, yazar ve yayıncı olacaklardır. Abdülkadir Billurcu (Bizim Anadolu gazetesinin yazı işleri müdürü) Zübeyir Yetik (Bir dönem Milli Gazete genel yayın müdürü) Nihat Armağan (Fikir Yayınlarının kurucusu] Cuma Beyboğa (Derya gazetesinin sahibi] Nabi Kılıçoğlu, Mehmet Emin Balyan, Sabri Aslan, İbrahim Kızılgöl, Cemal Kayar, Ahmet Rüzgâr ve Yusuf Demirkol. 1950'li yıllardaki Urfa'nın şehir hayatı, Urfa'daki sanatkâr ve musikişinas arkadaş çevresi, Urfa'da yasayan insanların geleneksel kültür ve edebiyatımızla olan yakın ilişkileri, Mehmet Akif İnan'ı büyük ölçüde etkilemiştir. Kendisi o günleri şöyle anlatmaktır; “Hafta sonlarında birbirimizin evlerinde toplanırdık. Hem çiğ köftelerimizi yer, hem de konuşmalar, tartışmalar yapardık. Kendi aramızda münazaralar düzenlerdik. Müzik de yapardık. Benim ayrıca şehrin önde gelen hanende ve sazende takımıyla da ahbaplığım vardı. Mesire yerlerine gider, sabahlara kadar eğlenir, fasıllar geçerdik. Ayrıca arada bir Muhammed Hafız'a giderek ondan eski yazı ve Farsça dersleri de alıyordum. Tabii baş tutkum ve uğraşı olanımsa şiirlerdi.” Şiir ve sanat çalışmalarını etkileyen ikinci arkadaş çevresi; lise son sınıfının ikinci yarısında Urfa'dan sürgün olarak gittiği Maraş lisesindeki edebiyata ilgi duyan arkadaşlarıdır. Burada tanıştığı arkadaşlarıyla bütün bir ömür boyu ayrılmayarak edebiyat yapacak, edebiyat dünyamızda önemli izler bırakan iki derginin kurucuları arasında yer alacaktı. Akif İnan'ın 1959'da Maraş Lisesi son sınıfındayken tanıştığı, sanat ve edebiyata ilgi duyan, şiir, hikâye ve denemeler yazan arkadaşları arasında başta Nuri Pakdil olmak üzere Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Alaeddin Özdenören ve Rasim Özdenören bulunmaktaydı. Maraş'taki arkadaşlarının hepsi yeni edebiyat taraftarı olmalarına karşılık Akif İnan”in klâsik edebiyat geleneğimizden yana olması bu iki farklı edebiyat yanlılarını ayırmaz, bilâkis düşünce ve edebiyat dünyalarını daha da zenginleştirir. Maraş'ta öğrenciyken Hizmet adlı bir mahalli gazetede sürekli yazılar yazar. Kendi ifadesine göre oldukça ilgiyle karşılanan “Urfalı Şairler” konulu bir de konferans verir. Liseli bir öğrencinin konferans vermesi ne kadar önemli. Daha sonra yurdun dört bir yanında da konferansalar verir. Okul dışındaki zamanın önemli bir bölümünü sanat bağlısı arkadaşlarla bir araya gelerek geçirir. Yazar ve şair Şeref Turhan'ın kitapçı dükkânı, Çocuk Bahçesi, Batı Park arkadaşlarıyla buluşma yerleridir Maraş'ta Buluştuğu arkadaşlar arasında Erdem Bayazıt, Hasan Seyithanoğlu, Cahit Zarifoğlu gibi fikir ve sanat tiryakisi arkadaşları vardır hep. Ankara'da, hemşehrisi Salih Özcan'ın çıkardığı ve ilk sayısı Kasım 1958'de yayınlanan, İslâmi Hilâl Yayınları dergisinin (1962-1964 dönemi) müessese müdürlüğünde bulunur. Bir kısım yazıları bu dergide yayınlanır. Hilâl dergisinin yayınlarını yönetir. Bu dergi, 19601ı yılların en önemli aylık İslâmi mecmualarından biridir. M. Akif inan, 1964-1969 yılları arasında Türk Ocaklarında önce müze ve kütüphane, sonra merkez müdürlüğü yapar. Daha öncede sözünü ettiğim, bugün, genç nesillerin pek tanımadığı; “Ali Himmet Berki, Osman Yüksel Serdengeçti, Salih Özcan, Osman Turan, Cevat Rifat Atilhan, Zeki Velidi Togan, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Emin Bilgiç, Dündar Taşer, Mümtaz Turhan, Tahsin Banguoğlu, Fevziye Abdullah Tansel, Mehmet Kaplan, Kazım Nami Duru, Mehmet Emin Buğra, İsa Yusuf Alptekin gibi zamanın önemli düşünce adamları ve akademisyenleriyle bir arada bulundu, sohbet etti. Bu dönemde başta Türk Yurdu olmak üzere, Türk Ruhu, Filiz, Fedai, Orkun, Oku, Defne, Yeni istiklâl gibi dergi ve gazetelerde şiir ve yazıları yayımlanır. Mehmet Akif inan'ın Ankara Seyranbağları, Ballıbaba Sokak Gül Apartmanındaki evi, annesinden kendisine kalmıştır. Bu evde sürekli edebiyat ve sohbet toplantıları yapılırdı. Bu alışkanlık ve gelenek, Urfa'dan tevarüs ettirdiği sıra gecelerinden kaynaklanmaktadır. Bu eve M. Akif İnan'ın Ankara'daki sanat çevresindeki arkadaşlarından başka şair ve düşünür Necip Fazıl Kısakürek da çok sık gelmiş ve kalmıştır. Üstad Necip Fazıl'la tanışması ise daha eski tarihlere dayanır. M. Akif inan 1960lı yılların başında Büyük Doğu mecmuasına şiir ve yazı gönderir. Bazı şiirleri bu dergide yayınlanır, l965'te Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin Dekanı Prof. Dr. Emin Bilgiç'tir. Akif inan'ın ricası ve büyük gayretleriyle Necip Fazıl İstanbul'dan Ankara'ya konferans vermeye davet edilir. Üstad, büyük ses getiren bu konferansını bu fakültede İnan'ın gayretleri sayesinde gerçekleştirir. Bundan sonra aralarında hususi dostluk başlar. Necip Fazıl'ın en çok sevdiği ve takdir ettiği birinci halkadan öğrencisidir Akif İnan. Bir şiirinde kendisine Üstadın Büyük Doğu Mecmuası'nın annelik ettiğini, hayatı boyunca savunduğu bütün fikirlerini Büyük Doğu'dan özümlediğini, adeta bir anneden süt emer gibi emdiğini açıklar ESERLERİ VE HAKKINDA YAZILANLAR Kurucusu olduğu Eğitim-Bir Sendikası'nın yayınladığı, her biri birer konferans konusu olması gereken üç ciltlik külliyatı şu kitaplardan oluşur: Hicret Tenha Sözler Edebiyat ve medeniyet üzerine Din ve Uygarlık Yeni Türk Edebiyatı (ders kitabı) Cumhuriyetten Sonra Türk Şiiri Söyleşiler Edebiyat Kültür ve Sanata Dair Aydınlar Batı ve Biz Mirası Kuşanmak Siyaset Kokan yazılar İslam Dünyası ve Ortadoğu Hakkında Yazılanlar: Yedi İklim Dergisi Mehmet Akif İnan Sayısı Emanet Dergisi Mehmet Akif İnan sayısı Mehmet Akif İnan Kitabı Ölümünün 1.Yılında Mehmet Akif İnan Medeniyetin Burçları/Mehmet Akif İnan Anısına Yedi Güzel Adam'dan Biri İki adet mezuniyet ve bir tane Yüksek lisans tezi KARDEŞLİK VE KARDEŞLER HAKKINDA Müslümanın sözü senettir, yazılı belge gibidir. Güvenilir insandır Müslüman. Bedeli ne olursa olsun sözünden dönmez. Yalan söylemez. Emanete ihanet etmez. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, zulüm ve haksızlık yapılmasına izin vermez. Kendisinden önce Müslüman kardeşini düşünür Müslüman. Bir vücudun organları gibidir Müslümanlar. Birinin bir sıkıntısı, derdi, tasası, kederi, üzüntüsü olsa, diğer Müslüman onu kendi iliklerinde hisseder, çözüm üretir, elinden gelen yardımı fazlasıyla yapar. Müslüman, diğer Müslümanın dilinden ve elinden zarar görmeyen, güvende olan insandır. Bir Müslüman, diğer bir Müslümana, aralarında kan bağı olan kardeşinden daha fazla kardeştir. Çünkü Kur'an müslümanları birbiriyle kardeş ilan etmiştir: “Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden/aralarında anlaşmazlık olan kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allaha karşı gelmekten sakının ki Onun merhametine nail olasınız/ulaşasınız.” (Hucurat, 10) Bu ayet, dünyanın neresinde olursa olsun müminleri kardeş olarak ilan etmektedir. Ashabdan Cerir b. Abdullah, Hz. Peygamberin, kendisinden şu üç şeyi yapmak üzere biat istediğini bildirir: "Namaz, zekât ve bütün müslümanların hayrını/iyiliğini istemek (nasihat)." "Müslümana kötü söylemek fasıklık/günah, onunla savaşmak küfürdür/inkardır." (hadis-i şerif). "Müslüman müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez, onu desteğinden mahrum bırakmaz. Bir kimse için müslüman kardeşini hakir/küçük görmek/aşağılamak kadar büyük bir kötülük yoktur." (hadis-i şerif) İKİ ZONGULDAK MANZARASINA İKİ ŞİİR KARARDI MAVİ DENİZ batmasın bu güneş batmasın yatmasın uykuya yatmasın karartmasın içimi gece kaybolup gitmesin bu ece sabah olmak bilmez şehirde kan ağlayanlar var kahırda neden siyah akar bu sular ne gezer bizim yolda pusular nice zamandır unutulduk dilde vaatler uyutulduk bir güneşimiz var ufukta çıkıp gelse bari şafakta nasıl karardı mavi deniz nasıl sarardı kızıl beniz kirlendi yemyeşil örtümüz ısınmaz kış günü sırtımız toprağı yaban ot kapladı kim sırtıma hançer sapladı gurbeti mekan tuttu çocuk acı lokmayı yuttu büyük gidenler geriye gelmiyor bu şehirde yüzler gülmüyor gurtbet aldı kaç kardeşimi bari çalmayın güneşimi dağımız taşımız bak kömür ışığa hasret çürür ömür ölüm ne erken gelir bize yoksulluk neden gelmez dize babalar ölür analar dul neye yarar ki paramız pul sahipsiz çocuk yetim öksüz cılız bir ağaç gibi köksüz veli duyan olmaz sesini boşa tüketme nefesini LİMAN -Zonguldak'auçun martılar uçun uçun/ gurbetten sılaya yol açın/ mavi denize dalar gözler/ gönül bu, hem sılayı özler/ gurbet aşı zehir yenilmez/ hiçbir kimseye bir şey denilmez/ kardeş ana baba orada/ ağrılar kanayan yarada/ sıla çöplük olsa geçilmez/ gurbet elin suyu içilmez/ saraydır derme çatma evler/ her an üstüme gelen devler/ bırak beni bırak gideyim/ gurbet ele veda edeyim/ aklımda gemiler ve liman sılada dertlerime derman veli bitmez dünya gurbeti/ kara toprak alır hasreti Ve güzel görünüyorsun uzak şehir gurbette soluduğum nefes zehir yaşanmaz her günün bir başka kahır dönerim sana döneceğim ahir, kapkara dereni özletiyorsun burun direğimi sızlatıyorsun VELİ KARANFİL AYNA Bugün senenin ilk günü ve ben tam otuz yaşımdayım. Bir ömrün çeyreği geçmiş, nerede, ne zaman, nasıl? Cahit Sıtkı Tarancı'ya kulak verirsem yolun yarısına yaklaştım, kim bilir, sonundayım. “Artık demir almak günü gelmişse zamandan”; içinde ben, “meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan!” Daha dün gibi... Sırtımda keten gömlek, yalın ayak, çamurdan araba yaptığım günler canlanır gözümde. Kesik kesik, siyah beyaz film kareleri sanki. Ne çabuk geçti bilmem. Çamaşır leğenini kim tanır, annem bizi ağaç yalak içinde küllü suyla yıkardı. Çorap giydiğimizi hatırlamıyorum. Nerede kaldı kitaplarımı taşıdığım siyah heybem? Beni tersimden gösteren çarpık ayna! Söyle, benim mi bu çökmüş avurtlar, dökülmüş saçlar, çürümüş dişler? Kabak Öğretmenimin dereye düşünce- sırtına bindirip köprüden geçirdiği Tonton Veli'ye ne oldu böyle? Hadi yıllar geçti acımadan, sen niye vefasızsın? Saat on. Uykusuz geçen bir gece. Dağdan odun taşımış gibi her yanım ağrıyor. Kafam cinlerin ateşten oklarla çarpıştığı savaş meydanı. Kendi evimizde, ana, baba, dede, kardeşler, eşim ve çocuklarım arasında bile yalnız yaşıyorum. Kaçmak geliyor içimden, nereye? Kayseri'den yuvama koşarak gelmedim mi? Düşüncelerim darmadağın, üstelik ağlayamıyorum. Hüsranla geçen bir yıl. Gaflet ve dalaletin sefahat çukurlarında, bin bir çeşit zehrin yudumlanarak karşılandığı yeni sene. Halbuki yenileşen sene değil, eskiyen bizleriz. İnsanlar halen uykuda. Kadını, erkeği, çocuğuyla televizyonların karşısında, programlı hissiz robotlar gibi vakti katleden Ruhunu şeytanın uşaklarına satmış insan suretli zavallılarız. Ve ben çaresizim. Bataklığın içine boylu boyunca gömülen bizim insanlarımız,üstelik çok rahat görünüyorlar. Bir şey yapamamak ne kötü. Eve hapsettim kendimi. “Gelin gerçek saadete!” diyemedim. Uzanmaya çalıştım, tutulmadı ellerim. Öz kardeşlerim bile sırt döndü bana, anam, babam, bacım da öyle. Yorgunum, ebet uykusu dindirir sızımı ancak. Yorgunum, dalalet çukurunda boğuldu insanlar. Yorgunum, zindandan kara bir gece. Yorgunum, kuduz bir köpek gibi salyalarını akıtarak sürekli saldıran nefsimle boğuşmaktan. “Allah-ü Ekber, Allah-ü Ekber!” Öğle ezanı okumada Asımlar. Nefsime bir demir bukağı namaz. Ey zalim nefsim, aleme insan gibi sultan olmak varken, -köpeğe hakaret sayılırköpekleşmek niye?!! Yeni başlayan bir senenin ilk günü için hüzünlü, ağır bir manzara. Toprağı kaplayan tarifi imkansız beyazın üzerinde bir leke gibi dolanıyorum, içim kaldırmıyor ama, gerçekler acı ve hüzünlü yazık ki. Nereden geleceğini bilemediğim, belki içimde bir yerde gizli olan ümit ışığını bekliyorum, önüm aydınlansın diye. Kaybolmak korkusuyla titriyorum, yine de yürüyorum derinliklerimde. KÖPRÜ “Kaplumbağa çıkınca kabını beğenmezmiş!” diyorlar bizim köyde. Bir kaplumbağa mıyım ben, kolay beğenemiyorum. Kafam mı karışık, hava mı bulutlu, yağmur mu yağıyor, gökler mi ağlıyor, gözlerim mi yaşlar akıtan çeşme? Bütün günler birbirine mi benziyor? Yoksa ben şaşırdım mı yolları, yönleri, zamanı? Bilmiyorum, bilmek istediğimi de bilmiyorum. Günlerdir eve kapandım. Sokağa bile çıkmıyorum. Kalabalıklardan tecrit ettim kendimi. Yalnızlıkta güzellikler arıyorum. Bulabilir miyim, umut fakirin ekmeği ya, bulamasam da peşinden koşuyorum zaman atlısının sırtında. Kitaplarım en sadık dostlarım benim. Gerçek huzur ve saadeti onlarla birlikte yaşıyorum. Veriyor, hep veriyor, istemiyorlar. Bir karşılık beklemeden her şeyini veriyorlar. Öylesine samimi ve vefakar, asla sırt dönmüyorlar, kızıp küsmüyorlar. Yüzünü asmıyorlar. Onlarla beraberlik hiçbir zevke feda edilmez. Varlığın sırrına ermek ne güzel sayfalar arasında. Satırların tebessümüne doymak mümkün mü? Kelimelerle bulutların üstüne çıkmak, harflerin sihriyle şahikalara göz kırpmak nasıl anlatılabilir? Mesut minik ayaklarıyla ötelere taşıyor beni. Bir küçük hareketiyle sevgi pınarlarım çağlıyor. Dalga dalga coşuyor muhabbet ummanı. Sevmeyi sevdiren Rabb'ime şükrediyorum. Sokağa çıkıyorum akşam üzeri. Sokaklar... Bir zamanlar, çelik çomak, uzun eşek, güvercin taklası, bayrak bir oyunlarıyla coştuğum, papatyalar arasında uzandığım kırlar. Bir yabancı gibi dolaşıyorum etrafı. Alabildiğine beyaz her yer, gözlerim kamaşıyor. Yabancılaşan benim aslında. Kabuk mu değiştiriyorum? Dünkü çizgim kırılıyor mu? Belki hislerimin anaforunda boğuluyorum. Köyüm yarı açık ceza evime dönüşüyor. Kendime mahkumum. tam bir teslimiyet hali yaşıyoruz. Ve kahvehane. Bir fincanına kırk yıl hatır biçilen içeceğin yaygın mekanı. Eskilerin kıraathane dedikleri, bir zamanların sohbet halkalarının kurulduğu, düşlerin hayra yorulduğu, hayatın teraziye vurulduğu ilim meclisleri. Karşımda diz boyu gömüldüğü bataklığı gülistan zanneden, güzelliğini yitirmişliğini hissedemeyen, son kuruşunu tüketen müflisler ordusu. Masalar tıklım tıklım, göz gözü görmüyor, kulakları tırmalayan ve sağırlık yapacak kadar güçlü bir ses karmaşası. Her ağızdan bir söz çıkıyor, konuşan çok, dinleyen yok. Zaman çürüyor, sağlık tükeniyor, kangrenleşmiş bir yara sanki, iyileşme ümidi kalmamış. Ortalığı pislik götürüyor. Elime verilen çay bardağı lekeden görünmüyor. Duvarlarda müstehcen resimler, bira reklamı içeriyor. Ağız içer amma, diğer yerlerin açıklığı ne demeye geliyor? Şeffaflaşıyor muyuz? Her şeyin içi görünüyor zifiri karanlıkta. Sihirli kutu karşımda. Herkes gibi ben de boynumu eğiyorum bu çağdışı çağdaş putumun karşısında, ne kadar doğru bilemem ama, bir çeşit tapınma bizimkisi. Her şeyimizle esir alıyor bizi, “Yeni yılın kutlu olsun!” diyorlar. Teşekkür ediyorum, buruk bir tebessüm donuyor dudağımda. Kimin yeni yılını kutluyoruz, eskiyen ve tükenen biz miyiz, seneler mi? Gölgesi üzerinde üç ayları, regaibi, miracı hatırlayanımız var mı? Sorular düğümleniyor dilimde, açamıyorum. “Hiç uğramıyorsun kahveye!” sitemine cevap veremiyorum. “Burada öldürülen sıhhat ve harcanan zamana yazık!” diyebilecek kadar cesur değilim. Oysa saatler sürerdi izahı. “Diriliş yıkılışın olduğu yerden başlar. Hak'kın emrine verilse, vahye tabi kılınsa, hakikatlere tercüman olsa, bir neslin eğitim merkezi, toplumu dirilten fikir ocağı olabilirdi buraları!” diye düşünüyorum. Ağlamak lazım bir ömrü hedere, ağlayacak göz yok ki bende. Çıkıp gidiyorum hedefsiz. ZULÜM ÇAĞINA HAK VE ADALET ÖYKÜLERİ ZİRVENİN ETEKLERİ İnsanlık tarihinin en zarif, ince ruhlu, hassas, adil, dürüst, güvenilir, samimi, hayatının her anı ve yaşadığı her şeyle, söylediği sözle, duygu, düşünce, davranış ve uygulamalarıyla model, örnek ve olundan gidenleri kurtuluşa götürebilecek insanı, Güllerin Efendisi Hz. Muhammed Mustafa'dır(sav). Her konuda bir zirvedir o. İyilik ve güzellik namına neyimiz varsa o'na borçluyuz. Şimdi biz, bu bunalımlar ve zulümler çağından aydınlığa, ancak o nurun, Kainatın Gülü'nün eteklerine tutunarak çıkabiliriz. Hak, adalet, özgürlük, insana sevgi, saygı, şefkat, merhamet, değer verme, onurlandırma, sıkıntılarını giderme, hakkını verme konularında en güzel örnek olarak ancak onu ve onun izinden gidenleri görebiliyoruz. Bir gün Güllerin Efendisi bir yolculuğa çıkıyordu. Yanına yol arkadaşı olarak Ebu Züra'yı almıştı. Birlikte deveye bindiler. Önde peygamberimiz, arkasında Ebu Züra oturuyordu. Böyle bir yolculukta Güllerin Efendisine eşlik etmek ne büyük mutluluktu Ebu Züra için. Onunla sohbet etmek, dost ve arkadaş olmak, güzel sözlerini ve öğütlerini dinlemek her zaman ele geçecek fırsatlardan değildi. Yolculuk sırasında zaman zaman devenin hızlı gitmesi için kamçıyı kullanmak gerekiyordu. Kamçının ucuysa her seferinde Züra'ya değiyordu. Gidecekleri yere varıp döndüler. Birkaç gün geçmemişti ki, Gül Yüzlü Sevgili Ebu Züra'yı yanına çağırdı. Birlikte peygamberimizin koyunlarının bulunduğu yere gittiler. Koyunların yüz yirmi tanesini ayıran En Güzel Gül, onları Ebu Züra'ya hediye etti ve dedi ki: -Ey Ebu Züra, yolculuk sırasında ola ki farkına varmadan canını yakmış, hatırını kırmış ve seni rahatsız etmiş olabilirim. Ona karşılık bunları kabul et ve bana hakkını helal eyle! Ebu Züra, peygamberler sultanının bu inceliği, zarafeti, hassasiyeti, onurlandırışı, hakka riayeti, kıymet bilirliği karşısında mahcub, mahzun ve duygulu, kabul etmek istemedi ve dedi ki: -Benim bu konuda bir sıkıntım ve şikayetim yoktur ey Allah'ın rasülü, hakkım varsa size helal olsun! Güllerin efendisi verdiği hediyeleri geri almadı. Ebu Züra bu ilgi ve sevgi karşısında mutluydu. *** Peygamberimiz, bir insan, yönetici, asker, aile reisi olarak herkesin hakkının gözetilmesine ve verilmesine, kimseye haksızlık edilmemesine büyük önem verirdi. Kimi zaman çarşıya çıkar, esnafı ziyaret eder, alış veriş edenleri izler, bazen de denetlemelerde bulunurdu. Bir gün yine çarşıya çıkmıştı. Onu görenler etrafını kuşatıyor, bir güzeşl sözünü duymak, hayır duasını almak, ikramda bulunmak için birbiriyle yarışıyorlardı. O da yol boyunca herkese tebessüm eder, hatırlarını sorar, hayırlı kazançlar dilerdi. Rast gele bir tezgahın önünde durdu. Çuvalda yığılı duran buğdayın içine elini daldırdı. Adam, ıslak buğdayı altına koymuş, üzerini kuru buğdaylarla örtmüştü. Kimsa farkına varmıyordu. Güllerin efendisi üzgün ve kızgın, adama sordu: -Buğdayın ıslak tarafını niçin altına sakladın? Adam ne diyeceğini bilemedi. Suç üzerine yakalanmıştı. Dedi ki endişe ve korku içinde: -Sabah yağan yağmurda ıslanmıştır herhalde! Peygamberimiz buyurdu ki: -Satın alacak insanlar görsün diye ıslak olan tarafını üste niye çıkarmadın öyleyse? Her şey ortadaydı. Daha ne diyebilirdi ki adam. Güllerin efendisi mahzun bir çehre ve anlamlı kelimeleriyle buyurdu ki: -Bizi aldatan bizden değildir! Adam hemen buğdayın ıslak tarafını üste çıkardı. Yaptığı hatayı anlamıştı. Allah'tan bağışlanmayı diledi. *** Güllerin Efendisi hastaydı. Ateşler içinde yanıyor, boncuk boncuk ter döküyordu. O sıkıntılı halin içindeyken bile insanlara öğüt veriyor, yol gösteriyor, doğruluktan, hak ve adaletten ayrılmamalarını tavsiye ediyordu. Bir ara buyurdu ki: -Ey insanlar! Kimin malını aldıysam, işte malım, gelsin alsın! Kimin sırtına vurduysam, işte sırtım, gelsin vursun! Yaşadığı sürece haksızlık, zulüm, kötülük, inkar, isyan, ahlaksızlık, insanın ve toplumun aleyhine olan her çeşit davranışın önlenmesi için uğraşmış olan Gül Yüzlü Sultan, son anlarında bile hak ve adaletin önemini bizzat göstererek anlatıyordu. İnsanlık bu gün, bu çağda ve bundan sonra onun getirdiği ilahi adalet ölçülerine ne kadar muhtaç. Haydi hep birlikte tutunalım onun eteklerine ve kurtulalım kötülüklerimizden… USTALARDAN SEÇTİKLERİMİZ Anneciğim Ak saçlı başını alıp eline, Kara hülyalara dal anneciğim! O titrek kalbini bahtın yeline, Bir ince tüy gibi sal anneciğim! Sanma bir gün geçer bu karanlıklar, Gecenin ardında yine gece var; Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar, Yaşlı gözlerinle kal anneciğim! Gözlerinde aksi bir derin hiçin, Kanadın yayılmış, çırpınmak için; Bu kış yolculuk var, diyorsa için, Beni de beraber al anneciğim! ... Ağa Camii Havsalam almıyordu bu hazin hali önce Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım; Allah'ımın ismini daha çok candan andım. Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen! Böyle sokaklarda ki, anası can verirken, Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var... Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar, En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini, Üstünde orospular yükseltiyor sesini. Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor, Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor. (1926) Necip Fazıl Kısakürek Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu, Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen! Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla, Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla! Nazım Hikmet Ran UNUTTUKLARIMIZ HATIRLADIKLARIMIZ Osman Yüksel Serdengeçti ( 1917)- (10.11.1983 gazeteci, yazar, yayıncı Antalya Eski Milletvekili 1917 yılında Antalya'nın Akseki ilçesinde doğdu. Asıl adı Osman Zeki Yüksel'dır. Serdengeçti dergisinde bu imzayla çıkan yazılarından dolayı bu soyadla tanındı. Aralarında Ahmet Hamdı Akseki, eski müftülerden Hacı Salih Efendi'nin de bulunduğu alimler yetiştirmiş bir aileye mensuptur. İlkokulu Akseki'de, ortaokulu yatılı olarak Antalya'da okudu. Ankara'da Atatürk Lisesi'ni bitirdi. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde 2. sınıf öğrencisiyken 3 Mayıs 1944'te meydana gelen olaylara karıştığı için öğrenimi yarıda kaldı. Nihal Atsız ve Alpaslan Türkeş'le birlikte bir süre tutuklu kaldı. Serbest bırakılınca fakülteye başvurarak öğrenimine devam etmek istedi ancak kendisine izin verilmedi. Bunun üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'e hitaben "Yüksek makamın alçak vekiline" sözleriyle başlayan bir dilekçe yazdı. Dilekçe'yi bakana verme cesaretini kimse bulamadı. Osman Yüksel yeniden hapishaneye gönderildi. Hapisten çıkınca ünlü 'Serdengeçti' dergisini çıkarmaya başladı. Pek çok sayısı toplatılan bu dergide çıkan yazıları nedeniyle hakkında çok sayıda dava açıldı ve sık sık tutuklanıp serbest bırakıldı. Başlığının altında “Allah, Vatan, Millet Yolunda” cümlesi sürekli yer alan dergideki yazılarında sık sık kullandığı “Açın kapıları Osman geliyor” sözü yeni tutuklanmalara hazır olduğunu bildiriyordu. Kendisine Serdengeçti unvanını kazandıran bu dergi, sık sık kapanması ve çıkan yazılarından dolayı çok sayıda mahkumiyet kararı çıkması nedeniyle 33 sayı çıkabilmişti. (1947-Şubat 1962) 1952 yılında Bağrı Yanık adlı bir mizah gazetesi çıkardı. Başlığı altında “Hak yolunda bağrı yanık yolcular” sözü yer alan bu yayında inancının mücadelesini zengin esprilerle sürdürdü. Bir ara politikaya girdi. Adalet Partisi listesinden Antalya milletvekili seçildi (1965-1969). Batılılaşmayı protesto için meclise kravatsız giren milletvekili olarak ün kazandı. Partisinin politikası ve parti ileri gelenlerine yönelttiği eleştiriler yüzünden AP'den ihraç edildi. Cenk Türküsü Sonraki yıllarda mücadelesine yine yayınladığı yazı ve kitaplarla devam etti. Son olarak Yeni İstanbul gazetesinde “Selam” başlığı altında günlük yazılar yazdı. Sabahlar olmadan çıktım köyümden Ayrı düştüm yaranımdan evimden Nedeyim vazgeçtim ben her şeyimden 10 Kasım 1983 tarihinde İstanbul'da vefat etti. ESERLERİ: Mabetsiz Şehir, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler, Bu Millet Neden Ağlar, Gülünç Hakikatlar, Ayasofya Davası, Türklüğün Perişan Hali, Mevlana ve Mehmet Akif, Kara Kitap, Radyo Konuşmaları, Müslüman Çocuğun Şiir Kitabı. HAKKINDA YAZILANLAR 1.Toros Yüzlü Adam/Osman Yüksel Serdengeçti Rasih Yılmaz Timaş Yayınları "Osman Yüksel 1983'e kadar tarihimizi, medeniyetimizi, dinimizi imanımızı yazdı söyledi. Bu uğurda çekmediği çile görmediği cefa kalmadı. Nezaretler, hapishaneler onun içindi. "Allah" demenin yasak olduğu devirlerde yaşamak ne demekti? Bir zamanlar gözyaşı döktüğümüz bir şahsı unutmak... Bir kahramanı, bir fedaiyi unutmak... Bizi biz yapan bir insanı mazide bırakmak... Bu hal beni çok üzüyordu. Rasih Yılmaz, Serdengeçti hakkında uzun süren araştırmalar yapmış, onunla ilgili belgeler toplamış. Nihayet eser önüme gelince anladım ki bugüne kadar yazılanlardan çok daha başarılı. Osman Yüksel'i doğumundan almış; çocukluğu, tahsili ve nihayet 3 Mayıs 1944 hareketi... Kitap, yazılımayan tarihe ışık tutuyor. Devlet adamlarından; idealistlere kadar, rejimleri sistemleri anlatıyor. Müdellel bir eser. Yazardan çok belgeler konuşuyor. Köy Enstitüleri, Sosyalistler, Turancılar, hapishaneden Meclis'e... Bu eserdeki resimleri, mektupları, röportajları başkasında bulmak imkansız. Mehaz bir eser." -Hekimoğlu İsmail- Vatansız malı mülkü ne derim Elimde süngüm cenge giderim Hısımlar komşular siz hoşça kalın Ara sırada bir haber salın Yurt için gidiyorum müsterih olun Ne yapım böyle imiş kaderim Elimde süngüm cenge giderim Kara gözlü anam neden ağlarsın Ağlarsında yüreğimi dağlarsın Sabaha doğru ben gideceğim Akşamdan azığımı bağlarsın Ağlama kız ana Huda'mız kerim Elimde süngüm cenge giderim Gel ey ela gözlü güneş yüzlü yar Gidip de gelmemek gelip de görmemek var Son olarak beni bir kerecik sar Vatanımdır şimdi benim sevgilim Elimde süngüm cenge giderim Dedem kayıp olmuş Yemen çölünde Amcam şehit oldu urum elinde Babamın ruhu Çanakkale'de Beşikte bırakmış beni pederim Elimde süngüm cenge giderim Mübarek kaza ,cenk,düğüş,sefer Böyle buyurmuş ulu peygamber Demiş ki: “Yurt için can veren erler Mahşerde benimle beraber” Tanrının buyruğu buna ne derim Elimde süngüm cenge giderim Canlandı gözümde yeniden mazi Ölürsem şehidim kalırsam gazi Bitiyor Mehmet ' in burada sözü Osman Yüksel Serdengeçti Ayasofya Söyle Ayasofya, söyle. Seni puthane yapan hangi delidir?!... Ey İslam'ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya! Şerefelerinde fethin, Fatih'in şerefi, Işıl ışıl yanan muhteşem mabet!... Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun? Elleri kurusun, dilleri kurusun! Ayasofya! Ayasofya! Seni bu hale koyan kim? Seni çırılçıplak soyan kim?!... Hani minarelerinden göklere yükselen, Ta maveradan gelen ezanlar?... Hani o ilahi devir, ilahi nizamlar?... Ayasofya ses vermiyor, Ayasofya bir hoş, Ayasofya bomboş!... Hani nerede? Şu muhteşem minberde, Binlerce erin baş koyduğu şu temiz yerde, Şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?... Ayasofya! Ayasofya!...Seni bu hale koyan kim? Seni çırılçıplak soyan kim?!... Hani nerede? Gönüllerden kubbelere, Kubbelerden gönüllere Gürül gürül akan Kur'an sesleri?... Kur'an sesleri dindirilmiş, Müslümanlar sindirilmiş!... Allah-Muhammed-Hülafa-i raşidinin İsimleri kubbelerden yerlere indirilmiş!... Fethin, Fatih'in mabedinden kitab-ı mübini, Bu ulu dini kaldıran kim? Dinimize, imanımıza saldıran kim? Mabedimin göğsüne uzanan namahrem eli, Kimin elidir?!... Ayasofya, Ey muhteşem mabet; Gel etme, Bizi terketme!... Bizler, Fatih'in torunları, yakında putları devirip, Yine seni camiye çevireceğiz... Dindaşlarımızla, Kanlı göz yaşlarımızla, Abdest alarak secdelere kapanacağız, Tekbir ve tehlil sadalarıboş kubbelerini yeniden dolduracak İkinci bir fetih olacak, Ezanlar bu fethin ilanını, Ozanlar destanını yazacaklar... Putperest Roma'ya yeni bir mezar kazacaklar, sessiz ve öksüz minarelerinden yükselen ezan sesleri fezaları yeniden inletecek! Şerefelerin yine Allah'ın ve O'nun sevgili peygamberi Hz. Muhammed'in aşkına, şerefine ışıl ışıl yanacak; bütün cihan Fatih Sultan Mehmed Han dirildi sanacak!... Bu olacak Ayasofya, Bu muhakkak olacak... İkinci bir fetih, yine bir ba'sü ba'delmevt... Bugünler belki yarın, belki yarından da yakındır, Ayasofya, belki yarından da yakın!... Osman Yüksel Serdengeçti Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu şair, yazar destan şairi 1929 yılında Elazığ'ın Ağın ilçesinde doğdu. İlköğrenimini burada gördü. Akçadağ Köy Enstitüsü'nü bitirdikten sonra öğretmenliğe başladı. Çeşitli köy ve kasabalarda 19 yıl öğretmenlik yaptı. Sonra sırasıyla ilköğretim müfettişliği, Milli Eğitim Bakanlığı Yayımlar Genel Müdürlüğünde şube müdür yardımcılığı, şube müdürlüğü, genel müdür yardımcılığı, İstanbul'da Devlet Kitapları Müdürlüğü vazifelerinde bulundu. 1978'de emekli oldu. Daha sonra Türk Edebiyatı Vakfı ve Doğu Türkistan Vakfı'nda çeşitli idari vazifelerde bulundu. Doğu Türkistan'ın Sesi dergisini yönetti. Son olarak Türkiye gazetesinin KültürSanat köşesini idare etti. Vefatına kadar bu vazifeyi yürüttü. Üst üste üç defa beyin ameliyatı oldu. “Aylardan Ağustos, günlerden Cuma” diye başlayan Malazgirt Marşında belirttiği gibi, 1992 senesi Ağustos ayının 21'inde Cuma günü İstanbul'da vefat etti. Türk milletinin tarihine, kültürüne ve meselelerine vakıf olan Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, İslamiyetin ve Türklüğün en güzel motifleriyle işlediği destanlarıyla Türk edebiyatına çok şeyler kazandırdı. İlkokul sıralarından itibaren şiir yazmaya başladı. ESERLERİ: İlk kitabı olan Bozkurtların Ruhu'nu 1952'de, ikinci kitabı olan Gençosman Destanı'nı 1959 yılında yayınladı. Destan türünde yazdığı diğer eserleri ise şunlardır: Kür Şad Destanı (1970), Malazgirt Destanı (1971), Bozkurtların Destanı (1972), Kopuzdan Ezgiler (1973), Salur Kazan Destanı (1974), Boğaç Han Destanı (1978), Destanlarda Uyanmak (1979), Destanlar Burcu (1990), Alp Erenler Destanı (1991). Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu İle Söyleşi Töre, Sayı: 22, Yıl:1973 Soru : Şiire nasıl başladınız? Niçin ve nasıl devam ettiniz? Cevap : Şiire 11 yaşında başladım. İlkokulun 4. sınıfında idim. O yıl Erzincan zelzelesi olmuştu, ilk şiirimi, Erzincan zelzelesi üstüne yazdım ve okuldaki duvar gazetesine konuldu. Sonra kendimi şair sanmış olacağım ki, çeşitli konularda şiirler yazmaya başladım. Bugüne kadar da hiç bırakmadım. Yazdıklarımdan bilinmeyenler, bilinenlerden çoktur. Şiire niçin devam ettiğime gelince; kısaca, en müessir ifade tarzı olduğu için; deyebilirim. şairlerden sevdiklerim çoktur. Kopuzu ile ilk deyişi söyleyenden tutunuz da, sanatı aşk ve iman olarak anlayan, gördüklerini, duyduklarını, sezdiklerini anasının ak sudu ile yoğurup ana diliyle söyleyen Türk şairlerinin hepsini severim. Mutlaka bir isim istiyorsanız; son büyük şairimiz Yahya Kemal'dir. Soru : Eserleriniz konusunda bir kaç söz : Cevap : İlk eserim, "Bozkurtların Ruhu 1952", "Gençosman Destanı 1959", "Kür Şad ihtilâli Destanı 1970", "Malazgirt Destanı I97I", "Bozkurtların Destanı 1972" ilk ikisini, şimdi beğenmiyorum. Son üç destanın beğendiğim tarafları vardır. Soru : Şiirde "ölçü" sizce ne demektir; hangi ölçüyü tasvib ediyorsunuz? Cevap : Şiiri olan milletlerin, aynı zamanda şiir gelenekleri, şiir kuralları da var demektir. Şiir, bu kendine mahsus gelenekler ve kurallar içinde gelişir, güzelleşir, büyür... "Ölçü" de, şiirin kuralları cümlesin-dendir. "Ölçü" derken "aruzu" ve "hece" yi kastediyorsunuz sanırım, ikisi de bizimdir ve biri birinden çıkmış kadar yakınlıkları, benzerlikleri vardır. Başka milletlerin de aruzu kullanmaları, bu ölçünün bizim "milli şiir ölçümüz" olmadığına delil teşkil etmez. Ölçüsüz (serbest) şiirin de kuralları gelenekleri vardır; başıboş değildir. Soru : Dil konusunda düşünceleriniz, şiirde dil? Cevap ; Dil deyince, konuşulan dili anlıyorum. Dilin gelişip zenginleşmesinde, güzelleşmesinde yazarların, şairlerin büyük görevleri olduğuna inanırım- Aynı zamanda Türkiye'de yayımlanan eserlerin, bütün Türk dünyasında kolayca okunup anlaşılır bir nitelikte olmasına taraftarım. Şiirde dil, ana unsurdur. Kelimeler seçilir; ölçülür, biçilir... Şiir dili, mensub olduğu dilin kaymak tabakasıdır. diyebilirim. Soru : Eski şairlerden ve yaşayanlardan sevdikleriniz kimlerdir? Cevap : Bu soru çok tehlikeli ve politik.-Eski Yaşayanlara gelince; Şiiri heves ve caka satma ölçüsünden çıkarabilmiş şairlerimiz vardır. Arif Nihat Asya, yaşayan en büyük şairimizdir. Soru : Genel olarak, san'atta gaye ne olmalıdır? San'atta hedef söz konusu mudur? Cevap : San'atta hedef, söz konusudur. Hedefi olmayan san'at, aynı zamanda anlamı olmayan bir meşgaleden ibarettir. Edebiyat, musiki, mimarî, resim, heykel, tiyatro, sinema, şiir... geçmişin derinliklerinden günümüze ve geleceğe doğru filizlenen san'at dallarıdır. Her dalın gayesi, beslendiği toprağın, içtiği suyun, soluduğu havanın, tadını, rengini, özsuyunu ihtiva eden en olgun ve en güzel meyveyi verebilmek ve bu meyvelerle milletinin ruhunu besleyebilmektir. Soru : Kendine has bir "Millî Türk San'atının" kaynakları neler olabilir, neler olmalıdır? Cevap : Türk San'atının kaynaklan, pek tabii ki, üç bin yıllık Türk harsı (kültürü) dır-Kökü bu kaynağa varamayan san'at cılız kalmaya, hattâ kurumaya mahkûmdur. Nitekim, günümüzdeki, san'at anarşisi, köksüzlükten, yani Türk harsının derin kaynaklarına inmemekten ve onu inkâr etmekten ileri gelmektedir. Bugün şiirle uğraşan yüzlerce şairden pek azı, divan şairimiz hakkında bilgi sahibidir. Divan şiirimizi, halk şiirimizi bilmeyen; kimselerin, bir san'at anlayışı olabileceğine de inanamıyorum. Soru : İktisadî gelişmeler, ananevi cemiyet yapısında bazı derişiklikler yapmaktadır. Bu değişmenin san ata yüklediği görevler var mıdır? San'atla cemiyet töreleri arasında bir münasebet bir dayanışma düşünülebilir mi? Cevap : İktisadî gelişmeler, cemiyet yapısında değişiklikler elbette yapar. Hatta, cemiyetin başını döndürüp tepe taklak edebilir. İşte marifet, bu baş dönmesini önlemek ve iktisadî gelişmenin yaptığı sarsıntıya kaptırmadan milleti, hedefine doğru yürütmektir. Bu iş, san'atkârın görevidir, iktisadî hayat, günün şartlarına göre kendine mahsus ölçülerle değişebilen, değişmesinde de sakınca olmayan bir olaydır. Ancak, san'at böyle değildir. San'at, bir harsa (kültüre) bağlı olduğu için değişmez; gelişir. Bu bakımdan, iktisadî gelişmenin ölçüleri ile san'-attaki gelişmenin ölçüleri ayrı şeylerdir. İktisat, nasıl ki cemiyetin maddesi ise, san'at manâsıdır. Bu bakımdan, manânın bozulmaması san'atkârın sorumluluğuna bırakılmıştır. Manâ, yukarıda söylediğimiz gibi, üç bin yıllık bir geçmişten günümüze getirdiğimiz ve geleceğe götüreceğimiz harsî (kültürel) değerlerimiz olduğuna göre, san'atkârın görevi, iktisadî gelişmenin baş dönmesini millî değer ölçüleri dahilinde gidermektir. Şayet san'atkâr da kendini iktisadî gelişmenin hazzına kaptırmışsa cemiyet dediğimiz gemi batar. Soru : Memleketimiz göz önüne alındığı takdirde, iktisadî ve sosyal gelişmelerin Türk san'atına etkisi ne olmuştur? Batıya dönük bir sosyal yapıyı öngören beyinlerin, san'atımız ve sanatkârlarımız üzerinde ne dereceye kadar tesirleri olmuştur? "Batıya dönük Türk san'atı ne demektir? Cevap : Memleketimizdeki iktisadî ve sosyal gelişmelerin plânsız, programsız, anormal oluşu, san'atkârı şaşırtmış; san'atı öldürmüştür. Daha doğrusu, memleketimizde sosyal ve iktisadî "gelişme" değil, "değişme olmuştur. İktisat, sosyal hayat, san'at hayatımız bir anarşi içindedir. Anarşi bitmedikçe, bu soruya sıhhatli bir cevap vermek mümkün değildir. Batıya dönük sosyal yapıyı benimsemek, batmaktır. Batının bin yıllık hedefi, Türk milletini, kendilerine benzeterek yer yüzünden silmektir. Türk kafası taşıyanlarda böyle "beyinbulunamayacağı için, bunlar olsa olsa beyinsizlerdir. Batıya dönük "Türk San'atı" diye bir şey olmaz. Bu Batı taklitçiliği olur. Nitekim olmuştur. San'at diye pazara getirilen kırk yıllık san'at Batı mukallitliğinden başka bir şey değildirler. Soru : Halka dönük san'at ne demektir? Bu deyimden anlaşılması lâzım gelen şey nedir? Genellikle nasıl yorumlanmaktadır? Bu yorumun Türk San'atını olumlu bir şekilde etkilemesi mümkün müdür? Cevap : Halka dönük san'at, halkta bulunan işlenmemiş cevheri alıp işlemek ve halka vermektir. "Halka dönük" deyimini uyduranlar, bunu bizim anladığımız manâda anlamazlar. Onlar, halkta bulunan işlenmiş, işlenmemiş bütün cevherleri ufalayıp toz etmekte, kısa zamanda onu da kendilerine benzetmeye çalışmaktadırlar. Bu "dönekler" taifesinin Türk san'atını olumlu veya olumsuz hiç bir şekilde etkilemeleri mümkün değildir. Kendileri çalar, kendileri dinlerler... Ancak, bu gürültüyü kesmenin tek çâresi vardır. O da Türkçü san'atkârların yetişmesi ve canlarını dişlerine takıp çalışmalarıdır. Soru : Bugün "Türk San'atı millîdir." diyebilir miyiz? Cevap : Ortada Türk san'atı varsa, elbette millîdir. Fakat Türkiye'de yaşıyor, Türkçe konuşuyor diye her san'ata "millîdir> diyemeyiz. Soru : Türk san'atı millî kaynaklarından kopmuş mudur? Niçin? Nasıl? Cevap : Kopmuştur. Şöylece açıklayabiliriz; Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte Atatürk, Türk dilinin araştırılması, geliştirilmesi için "Türk Dilini Tetkik Cemiyeti" (Türk Dil Kurumu) ni kurdu. Sebebi : yapılan inkılâbın meydana getirdiği kopuklukları telâfi etmek ve millî kültür kaynaklarımızın yolunu açmaktı. Sonra "Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti" (Türk Tarihi Kurumu) nu kurdu Sebebi : Türk tarihinin, dolayısı ile Türk kültürünün en derin kaynaklarına inmenin yollarını aramaktı. Atatürk'ün geçmesiyle adı geçen cemiyetler, önce adlarını sonra istikametlerini değiştirdiler. Böylece Atatürk'-ün, millî kaynaklarımızla kurmak istediği bağı koparmış oldular. Bu bağı yeniden kurmak için, millî kaynaklarımızı teşkil eden ve her t"iri bir hazine değerinde olan eski san'at ve harsımıza ait eserlerin gün ışığına mutlaka çıkarılması gerekmektedir. Çünkü; San'atımızın tılsımı, büyüsü, ihtişamı... bütünüyle ortaya çıkmadan onu geliştirmek ve büyütmek mümkün olamaz. Soru : Türk san'atının ve san'atkârının millî olabilmesi için gereken şartlar nelerdir? Siz Türk San'at hareketlerine yön verecek tir kişi olsanız, neler yaparsınız? Cevap : Millî olmanın ilk şartı inanmak, sevmek ve saymaktır. Sonra araştırmak ve yorucu, sabırlı çalışmayı göze almaktır. San'atın millî olabilmesi, millete benzemesi, onu yansıtması demektir. San'atkâr da öyle; şartlarını yukarıda saydık. San'at araştırma işi olduğu kadar, aynı gamanda bir eğitim işidir de. Bu bakımdan, ciddi san'atkârlara bir takım imkânlar hazırlanması, verilmesi lâzımdır. Soru : San'atkârın, milletinin tarihi ve gününün insanı ve olayları ile münasebetinde bir denge düşünülebilir mi? Cevap : Tarih, milletlerin hafızası olduğuna göre, aklın ve mantığın işlemesinde de büyük rolü vardır. Dünü hatırlayamayan bir insan, bugünün manâsını anlayamaz. Yeni doğmuş bir çocuk nasılsa, öyledir. Hâfızasızlık devam ettikçe, çocuklukda devam eder. Milletler de insanlar gibidir. Geçmişlerini hatırlamaları, hattâ bu hatıralarını daima canlı tutmaları gereklidir. Geçmişteki acı olayların tekrar olmamasını sağlamak; tatlı olaylar yaratmak, tarih! ve tarihteki yerimizi, tarihi yapan atalarımızı hatırlamakla mümkün olabilir. Bu konuda san'at en uygun, en etkili bir vasıtadır. San'atın konusu eski olmakla san'at eski sayılmaz. Geçmişle gelecek arasında köprü kuramayan san'atkâr, görevini kavrayamamış demektir. Aynı zamanda san'atın manâsını da anlayamamıştır. Millet, sanatkârlarının verdikleri eserler ölçüsünde vardır. San'at eserlerinin aksettirebildiği manâ ile şahsiyet kazanabilir. Öyleyse, geçmişle günümüz, hatta geleceğimiz arasında denge kurmak ve "dün", "bugün", "yarın"diyebileceğimiz dayanaklar üzerine kurulan bir köprüden asıl hedefe yürümek mümkün olabilecektir. Bu hedef, Türk düşüncesinin, Türk san'atının dünya ölçüsünde insanlığı kucaklamasıdır. Bu görevi Türk milletine Tanrı'nın verdiğini unutmamalıyız. Soru : "San'atkârın dünyası" denilen "dünya" nedir, ne olmalıdır? Cevap : San'atkârın dünyası, san'atını icra ederken, içinde bulunduğu ruh halidir diyebilirim. Bu icra sırasında san'atkâr, yaşadığı çevreden uzaklaşır ve yeni bir çevreye intikal eder, Yani kendinden geçer. Tasavvuf deyimiyle, bir vecd ve istiğrak haline bürünür. Bu deyimden anladığım budur ve doğrudur. Gerçek sanat eseri, ancak böyle bir ruh haline geçilmeden verilemez. Soru ; Siz Türk şiirinde yepyeni bir çalışmanın temsilcisisiniz diyebiliriz. Yani Destan'dan bahsetmek istiyorum, destan nedir? Türk sanatında yeri nedir, ne olmalıdır? Cevap : Destan, milletin, en yüksek duygu, düşünce ve isteklerini ifade eden ve değişmez özelliği, kahramanlık olan eserlerdir. Bu konuda, bir ingiliz şairi şöyle diyor: "Bir kahramanlık şiiri, şüphesiz ki, insan ruhunun başarabileceği en büyük eserdir>. (Türk Ans. Cilt 13) Türk destan kaynakları, pek çok zengin olmakla beraber, hemen hemen (Maraş Destanı hariç) hepsi ham madde halinde bulunmaktadır. Henüz tam bir destan niteliği kazandırılmadığı için destanımız, san'at ölçüsünde'ifadesini bulamamıştır. Bu, edebiyatımız sakatımız, şiirimiz top yekûn harsımız bakımından büyük bir noksanlıktır. "Türk Destanı" nı işlemek günümüzün san'atkârı için bir vecibe olduğu kadar, milletimiz için de büyük bir ihtiyaçtır. Soru : "Kür Şad İhtilâli Destanı" ve "Bozkurtların Destanı" adlı eserlerinizle bugünün insanıma ve Türk milletine vermek istedikleriniz nelerdir? Cevap : Yukarıdaki cevaplarımızda uzak-yakın temas ettiğimiz gibi, geçmişle, günümüzle ve gelecekle bağlantı kurmak zorundayız. Millet olarak var olmamızın, yaşayabilmemizin ve atalarımızın Tanrı'dan alıp bize miras bıraktıkları büyük ülkümüzü gerçekleştirebilmemizin tek şartı budur. Destan, tek başına bir konu olmakla beraber, san'atın her dalına konu ve ilham veren derin, geniş ve gür bir kaynaktır. Yukarıda adı geçen kitaplarımla bunu yapmak istedim. Aynı zamanda destan, millî şuuru dinç tutan, millî î dinamizmi yoğuran en büyük amillerden biridir. Millî şuur olmadan, millî hiç bir şey yapılamayacağına göre, gençlerin şuurlarına, bilenmiş bir süngü parlaklığı ve keskinliği kazandırmak istedim. Destanda ibretler vardır; dünya görüşümüz vardır; acılarımız, mutluluklarımız vardır... Bunları yansıtmaya çalıştım. : Soru : Türk şiirinin geleceği konusunda düşünceleriniz, genç şairlere tavsiyeleriniz nelerdir? EDEBİ KİŞİLİĞİ Şairin edebiyat, sanat, kültür, konu ve şiir sanatı üzerindeki düşünceleri Töre dergisinde yayınlanan bir röpörtajı sayesinde açığa çıkmaktadır. Şaire göre sanatta "hedef " söz konusudur. "Hedefi olmayan sanat aynı zamanda anlamı olmayan bir meşgaleden ibarettir." (4) Şairin şiirlerinde ve diğer eserlerindeki hedef ise şiirlerinde yurt, millet, milliyetçilik tarih sevgisini işlemek, milli kültürü ve değerlşerini okura aşılamaktır. Şaire göre Divan şiirimizi, halk şiirimizi bilmeyen, bir şairin sanatçı ya da şair olamayacağı düşündedir. Şiir gelenkelerimize bağlı olarak arzu, ve heceye değer veren bir yaklaşım içindedir. " İktisat cemiyetin maddesi ise, saant da kültürün manasıdır" fikrinde olan bir şairdir. Onun mana kelimesinden anladığı şey ise " Manâ, üç bin yıllık bir geçmişten günümüze getirdiğimiz ve geleceğe götüreceğimiz harsî (kültürel) değerlerimizdir. San'atkârın görevi, iktisadî gelişmenin baş dönmesini millî değer ölçüleri dahilinde gidermektir." Düşünceleri şiir de ve sanata şairin gayesidir. Ona göre sabnat ve toplum arasında organik bir bağ vardır. Sanatçının görevi milli ve manevi değerler ile bu organik bağı kurmak, işlemek ve hatırlatmaktır. " Milletler de insanlar gibidir.Geçmişlerini hatırlamaları, hattâ bu hatıralarını daima canlı tutmaları gereklidir. Geçmişteki acı olayların tekrar olmamasını sağlamak; tatlı olaylar yaratmak, tarih! ve tarihteki yerimizi, tarihi yapan Cevap ; Türk şiirinin büyün bir geçmiş? vardır. Bugün şiir, pek az ve zayıf, fakat kökü sağlam olduğu için, deminden beri söylediklerimiz ölçü olarak alınırsa Türk şiiri yeni bir merhaleye girecek ve özlenen büyük şiir doğacaktır, sanırım. Büyük şiir, daha doğrusu büyük san'at, durup dururken, doğmaz. Büyük heyecan ister. Büyük heyecanlar yaratılınca büyük san'atkâr da kendiliğinden gelir. Geçmişte san'-atın her dalında verdiğimiz büyük eserlerin, son bin yıllık tarihimizdeki oluşlarını hatırlarsak, bu iddiamızın doğruluğu meydana çıkmış olur. Şunu da belirteyim ki, geçmişimiz bize en büyük heyecan kaynağı olarak şimdilik yeter. Onu, günümüze aktarıp dünü bugünle yoğurabilecek san'atkâr ister. Genç şairlerimizin bu nokta üzerinden hareket etmelerini tavsiye ederim atalarımızı hatırlamakla mümkün olabilir." Eserlerinde Savaş, kahramanlık,Türk tarih ve kültürü başılca konularıdır. . Niyazi yıldırım Gençosmanoğlu, ırkçı,Turancı bir tarih ve milliyetçilik anlayışına sahip ve eserlerinde bu konuları işleyen bir sanatçıdır. Şiirlerini çoğunlukla hece ile yazan şairin serbest ölçüde yazılmış şiirleri de vardır. Dede Korkut hikayelerini manzum olarak yazmayı denemiş, epik knulu bir çok şiirini destansı bir dille anlatmıştır. Sade anlaşılır, konuşaulan bir Türkçe ile şiirler yazamaya çalışan şairin şiirlerinde Nihal Atsız'ın tesirleri görülür. Eserlerindeki dil anlayışını belirleyen temel etmenler yazılan eserlerin tüm Türk Dünyasında anlaşılabilecek şekilde yazılmış olması gerektiği şeklinde belirginleşir. Gençosmanoğlu, Cumhuriyet dönemi şairleri arasında manzum destan türünde en çok yazan şairimiz olarak karşımıza çıkar. Milliyetçilik ve Türkçülüğü eserlerinin sabir konuları ve fikri zemini olarak işleyen şair, epik konuları işlerken zaman zaman doğallık ve gerçeklik duygusunu yitiren bir yaklşım içine de düşeblmiştir. Töre dergisinde yayınlanan röportajında destan türü üzerinde çok durmasıunın nedeni ile ilgili soruya verdiği cevap şu şekildedir. " destan, millî şuuru dinç tutan, millî î dinamizmi yoğuran en büyük amillerden biridir. Millî şuur olmadan, millî hiç bir şey yapılamayacağına göre, gençlerin şuurlarına, bilenmiş bir süngü parlaklığı ve keskinliği kazandırmak istedim. Destanda ibretler vardır; dünya görüşümüz vardır; acılarımız, mutluluklarımız vardır... Bunları yansıtmaya çalıştım. :" (4) Ölümü üzerine bazı arkadaşlarının şahsi ve sanatçı kişiliği hakkında değerlendirmelerinden bazıları: Dilaver CEBECİ Niyazi Yıldırım için; "Kılıç gibi söz söyleyen, düz sözü şiir eyleyen gahi bahadır suretli, gahi Dedem korkut siretli,destanların cılasunu..." (1) Sevinç Çokum: Onun iki türlü gururu vardı.Biri Türklüğü,diğer şairliği...""Parasını nasıl harcadığı bilmeyen biriydi." Gürbüz AZAK Niyazi Yıldırım için; "Net adamdı Niyazi bey. Sevdimi,söyler;kızdımı gene söylerdi. O tenezülsüz yaşadı. " "Dobralığı,dürüstlüğü ve mesleği için yorulmayı öğütlerdi." ESERLERİ: Bozkurtların Ruhu (1952) Gençosman Destan (1959) Kür Şad Destanı (1970) Malazgirt Destanı (1971) Bozkurtların Destanı (1972) Kopuzdan Ezgiler (1973) Salur Kazan Destanı (1974) Boğaç Han Destanı (1978) Destanlarda Uyanmak (1979) Destanlar Burcu (1990) Alp Erenler Destanı (1991) Ey Uyan Türk Oğlu Er meydanlarından çekilir oldun Çorak iklimlere ekilir o! dun Eğilmek bilmezdin bükülür oldun... Sürer mi bu gaflet; daha kaç sene? Uyan ey Türk uyan! Uyumak nene? Boşaldın boşaldın.. dolabilmedin, Gidişin o gidiş.. gelebilmedin... Döktüğün kanları alabilmedin... Şah damarlarına yapışan kene Sömürür mü seni: daha kaç sene? Bakın şu Oğuz'un torunlarına; Kara taş bağlamış karınlarına! Umutsuz gözlerle yarınlarına Bakarlar mı dersin; daha kaç sene Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene! Eski sandıklarda harsın, tören ey! Hain, çaşıt dolu; yanın, yören ey! Bağlı tutsak sanır seni gören ey! Bu böyle sürer mi; daha kaç sene? Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene. Bak ne der Oğuz Han, Alparslan, Tuğrul: Ey Bozkurtlar soyu! Yerinden doğrul! Silkin! ... Öz mâyanla yeniden yoğrul! İnsanlığı nûra kavuştur yine Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene. Acunda ne varsa kurudan, yaştan Al Dede Korkut'tan, Hacı Bektaş'tan Malazgirt ufkuna doğ yeni baştan... Dilerim Tanrı'dan bu devran döne, Uyan ey Türk! ... Uyan! Uyumak nene? Seni aldatmasın 'Batı' denilen, Onun mayasıdır 'katı' denilen, Onun iç yüzüdür 'kötü' denilen... Odur özsuyunu sömüren kene! Sen uyan; onu da Düşün! Kaç parçaya bölmüşler seni? Sonsuz bir sahraya salmışlar seni... Kanadını kırıp yolmuşlar seni.. Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne! Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene. Yıkıldın, yakıldın: 'devrim' dediler, Soysuzlaştırıldın 'evrim' dediler, Bozkurta it, ite 'yavrum' dediler.. Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne! Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene. Türk Bilge Kağan der 'İşitin beni! Benim çağlar aşan, benim en yeni. Ey Türk! Birgün gaflet basarsa seni Gönül ver, kulak tut bendeki üne, Uyan Ey! Kendine dönmeyi dene! ' 'Üstten gök basmayıp yer çökmeyince Hainler türeyip bel bükmeyince Seni gafil bulup kan dökmeyince Türk'ün bir düşmanı çıksa da bine İlini, töreni bozamaz yine! ' Köklerinden koptu okumuşların, Batıyı put yaptı okumuşların, Yaptığına taptı okumuşların... Ey Türk! Kendine dön! Yad, yaban nene Kalk, doğrul yerinden, yürü geç öne! Dinle! Dövülmekte... Çağrı kösleri, Dinle! Yakındadır... ayak sesleri, Bozkurtların sıcak, hür nefesleri Ufkunu doğudan sarsın da yine Kalk! Doğrul yerinden! Yürü, geç öne! Sen, Oğuz Ata'nın has milleti, sen! Sen, son Peygamberin has ümmeti. sen! O seni boğmadan, boğ zilleti sen! ... Uyan! Ey Türk oğlu! Uyumak nene? Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne! Medet ummaya gör kızıl surattan, Seni mahrum koyar aşktan, muraddan, Çağla Sakarya'dan, kükre Fırat'tan.. Kara, kızıl, sarı.. sür, topla yine; Bunlardır özünü sömüren kene! Destanlar yazılır, şanına lâyık, Yine de erişmez ününe lâyık, Olursan soyuna, dinine lâyık... Geçer bu gafletin; sürmez çok sene, Uyan ey Türk oğlu! Uyumak nene? Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu GENÇ NEFESLER Devran Ey zalimler! Oynayın oyunlarınızı Dik gösterin eğik boyunlarınızı Elbet bu devran bir gün döner Sizin de ocaklarınız bir bir söner Çok uzak değil yakın Yakın o günler İşte o zaman canınızı sakının Sakının canınızı almaya hazırız bizler Hak Bilmezsen hakkı ara bak Bulamasan da, Amaç hak için çalışmak Lakin hakkı bulursan, Söylemezse dil, olanı hak O dile her şey müstehak Bir araya gelse de seksen bir il Yine hakkı söylemeli dil Bu her yiğidin harcı değil Ancak yiğit gibi yiğitte olur böyle dil Hakkın yanındadır hak Hakkı söyleyen ebabil Hakkın karşısındaki olsa da fil Mutlak galip hakkı söyleyendir bunu bil! MUHAMMED YUSUF K. BİR KİTAP BİR YAZAR Mustafa Kutlu'nun yeni hikaye kitabı Hesap Günü Dergah Yayınları'ndan çıktı. 2015 yılında çıkan Hesap Günü kitabı 158 sayfadan oluşmaktadır. BİR ÖMRÜN HİKAYESİ KISACA... MUSALLADA BİR ADAM VE ETRAFINDA DOSTLARI.... “Musallada bir tabut, yeşil örtü üstünde, yapayalnız… İkindi okunmuş, namaz kılanlar camiye girmiş, kılmayan kalabalık cami duvarına yanaşıp saçak altına sığınmış. Alafranga bir muhit; ama gelin durumu izah edin. Erkekler cami duvarında, kadınlar şadırvan altında. Haliyle haremlik selâmlık olmuş. Böyledir… CAMBAZ İLE SİHİRBAZ hayat ve ben ip üstünde bir cambaz cin çıkar lambada iki sihirbaz bir gün sessiz çığlık acı bir feryat yutmaz hiçbir kimse numara bayat son birkaç kelime dua dudaklar bir lahzada nasıl yakın uzaklar yayılır yüzlere tebessüm ne hoş bir ömür ip üstü koş babam koş koş kurulmuş alaylar düğün mü var ne kaplarda kalaylar öğün mü var ne yükselir göklerde uçurtma mavi bu ne şölen sesler yıkıyor evi çalınır her yanda başka şarkılar yeni bir davet mi aşka şarkılar daha güzel açar sanki çiçekler ne tarafa uçar ateş böcekler kuş mu avlar çocuk elinde sapan farkında mı bilmem yolunda kapan karıştı mı siyah beyaz kırmızı soldu mu desenler ayaz ve sızı bir ömür gölgenin peşinde adam beyhude güzellik düşünde madam minare ve kılıf bahane yasal sebebi telif ne şahane masal mısra mısra sahi kime bu çağrı yazıyor kalemim ince bir ağrı yükseliyor göğe bir duman duman yağıyor dağa ne kar aman aman kıvranır yatakta hasta uykusuz çatlamış dudakta su tasta susuz kapanır nihayet kapanır yara aranır ölümde aranır çare bu ne çırpınış ey mavi kelebek bekliyor seni ey gökevi melek sorma boş ver kalsın sırları mahrem kaç doktor gördü bak kanıyor yarem yorma dili yorma anlamsız yemin kayıyor altımdan amansız zemin çıktım gidiyorum yola gönülsüz yaktım gidiyorum bak yola çulsuz cehennem sanki bu ne sıcak böyle yanıyor çöl gibi köşe bucak böyle ha bir metre ha bir karış derinlik uzan veli uzan toprak serinlik