sayı 111 / mayıs 2009 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM

Transkript

sayı 111 / mayıs 2009 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
May›s 2009
AYLIK E⁄‹T‹M DERG‹S‹
YIL: 10
G
SAYI: 111
G
ISSN-1302-5600
G
MAYIS 2009
SAHİBİ
Nimet ÇUBUKÇU
Millî Eğitim Bakanı
İÇİNDEKİLER
Ünsal Ünlü / SAKLAMBAÇ
2
Murat Soyak / OKUMA SEV‹NC‹
3
‹smail Karakurt / BEN ATEfiTE SÖYLEfi‹RKEN
4
Funda Koca / 19 MAYIS 1919: ‹LK ADIM
9
N
Genel Yayın Yönetmeni
Aziz ZEREN
Yayımlar Dairesi Başkanı
N
Yazı İşleri Müdürü
Selâmi YALÇIN
([email protected])
N
Yayın Kurulu
Dinçer EŞİTGİN
Şaban ÖZÜDOĞRU
Hakkı USLU
Çağrı GÜREL
Aysun İLDENİZ
Macit BALIK
Ömer Tu¤rul Kara / TÜRKÇE DERSLER‹N‹ YAfiAMLA
N
Tasarım
Hakkı USLU
([email protected])
BULUfiTURAN B‹R YÖNTEM: “DRAMA”
16
N
İletişim ve Koordinasyon
Dinçer EŞİTGİN
([email protected])
Adnan Altun / MEDYADAK‹
N
Yönetim Merkezi
Yayımlar Dairesi Başkanlığı Teknikokullar/ANKARA
http://yayim.meb.gov.tr e-posta: [email protected]
Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188
Fax: (0 312) 212 81 48
N
KALIP YARGILARIN ÜSTES‹NDEN GELMEK ‹Ç‹N
MEDYA OKURYAZARLI⁄I
20
Cihad fientürk / Ö⁄RETMENL‹K MESLE⁄‹NDE ET‹K
25
Müfltehir Karakaya / K‹M ÇALDI GÖZLER‹M‹ BÖYLE
30
Yusuf Dursun / B‹R DA⁄DI BABAM
32
Cafer Öztürk / KARADEN‹ZDE SONBAHAR
33
Mehmet Nuri Y›ld›rar / GÖNÜL DEFTER‹MDEN NOTLAR
37
GÜNDEM
43
Dizgi
Reyhan İLKER
N
Baskı
Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü
N
Abone / Dağıtım
Fikri NAYIR
Tel: (0312) 866 22 01 / 246
Fax: (0 312) 866 22 72
Gönderilen eser ve çalışmalar yayımlansın veya
yayımlanmasın, iade edilmez. Yazıların içeriğinden
yazarları sorumludur. Yayın Kurulu yazılar üzerinde
değişiklik yapabilir. “Bilim ve Aklın Aydınlığında
Eğitim” adı anılmadan alıntı yapılamaz. Millî Eğitim
Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkanlığının 22.12.2005
tarih ve 6088 sayılı oluru ile basılmıştır.
Dergimizin yıllık abone bedeli 20 TL (öğretmen ve
öğrenciler için 15 TL)’dir. Abone bedelinin
Ziraat Bankası Elmadağ-Ankara şubesindeki
Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi
Müdürlüğünün 2016676-5016 numaralı hesabına
yatırılarak makbuzun ve açık adresin “Devlet Kitapları
Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü Hasanoğlan/
ANKARA” adresine gönderilmesi gerekmektedir.
Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 4651
Süreli Yayınlar Dizisi: 251
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Ünsal Ünlü
SAKLAMBAÇ
Yıldızlar alkışlanır kızım için her gece
Gündüzleri saklanır onlar biz göremeyiz
Değil mi babacığım çocukların sevgilisi
Yıldızlar üşürler mi sabaha doğru, üzerini
Kim örter onların üzerini, anneleri mi var.
Yıldızlara uçmayı istiyorum babacığım
Gökyüzünü bir sancı gibi titreten uçakla
Onların gözlerini keşfetti kızım bu sabah
Uçaklar da görürlermiş meğer bizim gibi
Sabah aydınlığı gibi gece de görürlermiş.
Sahiden uçağın gözleri var gördüm baba
Yıldızların da gözleri var mı bizi görecek?
Biz yıldızları göremeyiz saklandılar onlar
Mahsusçuktan saklanırlar değil mi baba?
Sonra bir de ay gelir yanlarına “ebe” diyerek.
Arkadaşları hep yıldızlar olan ay sıkılmaz
Yoksa ne yapar bir başına, ay ve yıldızlar
Belki bizimle oyun oynamak istiyorlardır
Şimdi uyumaya gidiyorum sen kal burada
Ben rüyamda saklambaç oynarım onlarla.
2
Mayıs 2009
Murat Soyak
OKUMA
SEVİNCİ
iyiliklere, güzelliklere
sayfa sayfa işaret
okudukça yakınlık
kitap ile dost
duygu, düşünce harmanı
iki kapak arasında
ışık çağlayanı
kitap ile dost
can bulur kelimeler
daha bir anlamlı
özge bakış, yeniden
kitap ile dost
3
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
BEN ATEŞTE
SÖYLEŞİRKEN
İsmail Karakurt
leri, temaşa edenin ta içinden yangınlar tutuşturan?
üneşin ipi, kuşun dili...
G
Badem çağlası, erguvan imparatorluğu, iğde kokusu derken sıra,
dalların üstünde yanan ateşi yazmaya geldi. Kışkırtıcı ateşi, kışkırtıcı bir ateşin
öyküsünü...
Ben ateşte söyleşirken, kiraz zamanı gelir...
***
Öğretmenler odasındayım, arkadaşlar kiraz
ağaçlarının çiçek açtığını konuşuyor. Baharın
en güzel habercilerinden biri de kiraz ağacının
çiçekleridir. Dağ eteklerindeki, ovadaki çiçekli
dallar; öylesine duru, öylesine nazik, öylesine
alımlı ve temiz... Kiraz ağaçları mart ayı sonunda çiçek açarak belli belirsiz kokusuyla nisan ayı boyunca muhteşem manzaralar oluşturur. Bahçe duvarınızın üstüne oturup kiraz
çiçeklerini izlerken ya da ağacın dibine kadar
gidip bakarken hayran kalmaz mısınız? Kiraz
çiçeklerinin kızıla çalan sıcaklığının yüreğinizin
derinliklerine işlediğini hissedersiniz. Kendi
bahçenizde ya da bahçeniz yoksa bunu komşu bahçelerde yapıyorsanız, ne kadar da üzülürsünüz.
Evet, “su boğar, ateş yakarmış!” Her bahar
mayıs ayında iki kızıllık taşar iki ağacın dallarından. İkisi de önce dalların üstünde ateş yakar, sonra yüreklerde. Kiraz ve narçiçeği!.. Dallarda yanan bu coşkuyu önce narçiçeği için
kullanmıştım. Şimdi de kiraz için kullanıyorum.
Biri meyve, diğeri çiçek! Ortak yönleri kıpkırmızı, yakıcı ve iç gıcıklayıcı olmaları. Bu özellikler hangi insanı kışkırtmaz ki! Çünkü işin içinde aşk var...
Hangi şair, dil işçiliğinin ince gergefi şiirlerinde bir kadın güzelliğini anlatırcasına dillendirmemiş bunu, hangi ressam tuvalinde renklendirmemiş fırçasıyla dal üstündeki naif ateş-
4
Mayıs 2009
diye başlayan Ankara yöresi türküsünün sözlerinden daha uygun ifadeler bulunabilir mi?
Bugün ders sonrası kırlarda, çevrede dolaşarak ağaç dallarının altına gömülmüş patikadan yürüdüm. Etraftan taze yaprak ve nemli
toprak kokusu geliyordu. Karşıyı zeytin ağaçları öbek öbek kaplamıştı. Papatyalar da işin cabası. Dalları yere sarkan kiraz ağacının altından geçerken belli belirsiz bir rüzgâr çiçeklerini omuzlarıma ve ayaklarımın dibine düşürüyordu. Düşen çiçekler ağacın altını serilmiş bir
halı gibiydi.
“Dalları bastı kiraz.
Gel bize biraz biraz.
Senin aşığın oldum;
Gönlüme gel gir biraz!..”
Kirazın kırmızı, sarı pembemsi, alacalı ve
bordo renkleri vardır. Ülkemizden yaygın çeşitleri kara bodur, dalbastı ve napolyon’dur. Kiraz
ağaçlarının gövdesi genellikle pürüzsüz ve
kaygan olduğundan tırmanmak zordur. Süs
kirazı olarak tanınan Uzakdoğu kökenli bazı kiraz çeşitleri de harika görünümleriyle yaygın
olarak süs bitkisi olarak yetiştirilir.
***
Gülgiller ailesinden olan kiraz ağacı çiçeğinin rengi, küpe biçimindeki ya da kalp biçimli ince kabuklu, tatlı sulu ve tek çekirdekli meyveleri hepimizin en sevdiği meyvelerdendir. Piramitsi bir tacı, uzunca yumurta biçimli ve dişli kenarlı yaprakları, birkaç tanesi bir arada küme
oluşturan beyaz çiçekleri vardır. Kiraz ağacı
meyvesinin biçimi, rengi ve tadıyla farklı güzellikler yaratır. Bu güzelliği anlatmak için Rifat Balaban tarafından derlenen “Dalları bastı kiraz!..”
Tabiî ki bir de kiraz tadındaki halamı, Kiraz
halamı unutmamam gerekir. Dualarım, kiraz
aydınlığında onunla olsun.
***
5
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
“Kiraz çiçeği ağacının tepesinde,
Bir görünüp bir kaybolan
Hangi kuş ki?”
Bir şair, çılgın beyaz kiraz çiçeğine “Bahar
sensin!” dese, ne çok yakışır. Çünkü kiraz
ağaçlarının çiçek açması, dünyanın neredeyse
bütün toplumlarında baharın artık geldiğini
müjdeler. Kiraz ağacı çiçek açınca, bütün dünya sanki ‘kiraz çiçeği’ açar. Güneşe aşık kiraz
çiçeklerine ay saklandığında seyir zamanı başlar. Boğazda tekneyle düzenlenen erguvan seyir turlarını saymazsak bizde çiçek seyir festivalleri yoktur. Böyle bir kültür, böyle bir gelenek
oluşmamış. Ülkemizde daha çok meyve festivalleri düzenlenir. Biz kiraz festivalleri düzenlerken, başka ülkeler ‘Kiraz Çiçeği Açma Festivalleri’, ‘Kiraz Çiçeği Seyretme Festivalleri’ de
düzenler. Kiraz çiçekleri seyretme özellikle Japonların, Japon Haikularının vazgeçilmezlerinden. Çünkü Haikular, bu seyrin doğaçlama
ürünleridir. Gök Ekin Yayınlarından Bengisu
Özsoy’un Takahama Kyoshi’den Haikular çevirisindeki kiraz çiçeklerinin şiiriyetini okuyorum.
Özenmiyor da değilim bu tür şiirler yazmak için
ama şimdilik olmuyor. Şiir yazma hevesim yerini kiraz çiçeklerinin sarhoşluğuna bırakıyor.
Haikular’da kiraz çiçeğiyle ilgili birçok deyim
geçmektedir. Örneğin, “çiçek bulutları” diye bir
deyim geçiyor. Bu, kiraz çiçekleri tam açtığında ve uzaktan buna bakıldığında pembe bulutlar gibi gözüktüğünden yola çıkılarak söylenmiştir. “Kiraz çiçeği yağmuru” deyimi, kiraz çiçeklerinin açması hep yağmurlu bir döneme
denk geldiğinden kullanılmıştır.
Japonlar kiraz çiçeklerini akşam da görmek
için kiraz bahçelerini ışıklandırırlar. Bu yüzden
“akşam kiraz çiçeği” deyimi doğmuş. Dağ kiraz çiçeği, diğer kiraz çiçeklerine göre daha
yabanidir. Farklı bir tür olmasına rağmen görsellik açısından şehirdekine yenilmiyor. Sobalar çıtır çıtır yanarken içinde dağ kirazı anıları
olanlar vardır eski bir dosta rastlamış gibi.
Kiraz ağaçları çiçek açmadan baharın geldiğine inanmaz Japon halkı. Kiraz ağaçlarının
gölgesinde piknikler yapan Japonlar, hem kiraz çiçeklerinin muazzam görüntülerinin hem
de güneşli pazar günlerinin keyfini çıkarırlar.
“Çisil çisil yağan
Hoş yağmurda
Kiraz çiçekleri sarhoş.”
***
Kiraz çiçekleriyle kendinden geçen insanlar
var mıdır bizde de, Japon şair Takahama
Kyoshi’nin dediği gibi “Kiraz çiçeklerinin aydınlığında” anlamaya çalışıyorum bunu.
Ağaç, bağ, bahçe... Her ağacın dili, tarihi,
coğrafyası vardır. Kirazın da. Kirazın anayurdu
Anadolu’ dur. Şimdi fındığıyla meşhur şehrimiz
Giresun isminin Kerazus- Kiraz olduğu gerçeğini de küçük bir bilgi olarak vereyim… Yabani
kirazlar da ormanlarımızda oldukça büyük yer
tutar ve Anadolu’nun her tarafında yetişir. Kiraz
meyve ağacı olarak İ.Ö. 71 yılında Romalı komutan Lucullus tarafından Roma’ya götürüldüğünü ve oradan da Avrupa’ ya, dünyaya yayılmıştır. Çiçeklerle donanmış kiraz ağacı güzel-
“Ne büyük bir suç,
Kiraz çiçekleriyle kendinden geçmiyor,
Kyoto’nun bayanları.”
Kiraz çiçeği bulutunun bir şiir gibi selamladığı, daldan dala zıplayan haylaz bir çocuk değilse;
6
Mayıs 2009
liğin, nezaketin ve alçakgönüllüğün sembolüdür Japonya’da. Çin’de ise ölümsüzlüğü sembolize eder kiraz.
***
Şiirin simgelerindendir kiraz. Bitkilerle tedavi uzmanı Maurice Mességué; “Eğer meyve
bahçenizin önde geleni elma ağacı ise, ikincisi
kiraz ağacı olmalıdır” diyor. Bir de, öykülerinin
tadına doyamadığımız Mustafa Kutlu’ya
göre:“Kiraz çocuk gibidir. Daha çiçek açtığında
uçurur bizi. Bir uçurtma gibi bulutlara, çayırlara
salar. Ağacı dahi böyledir. Ana-babanın gözünde bir çocuk nasıl daima bir çocuksa, kiraz
yaşlanmaz, hep öyle kalır. Kiraz dalından yenmelidir; asla poşete, kasaya, kaba konulmamalı, özgür kalmalıdır. Bir kiraz ağacının yanında, yöresinde mutlaka böğürtlen bulunmalıdır. Çocuklar kirazı böğürtleni, bir ondan bir
bundan tadarak yemeli; elleri ağızları morarmalı; kiraz-çocuk-böğürtlen birbirine karışmalıdır.” Güzellik ve nazın karıştığı gibi… Güzellik
ve nazıyla sevgili ondadır. Sevgilinin kiraz ağzını ve dudaklarını şiirlerinden geçiren şairlerimiz vardır. Karacaoğlan, Seyrâni, Bedri Rahmi
Eyüboğlu, Edip Cansever ve daha niceleri.
Manilere ve atasözlerine de girmiştir kiraz... İşte birkaç kirazlı dize örnekleri: “Ağzı kiraz, dudakları kırmızı.” (Karacaoğlan), “Dudağının
rengi sultani kiraz” diyen Seyrani, bir başka dizesinde de sevgiliden ayrılmanın ya da ayrı
kalmanın, onu üzdüğünü, zayıflattığını anlatmak için de; “Kiraz çubuğu gibi boynum inceldi.” benzetmesini kullanmıştır.
Narın içinde nar
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var!..”
diyerek insanımızın sıcaklığıyla kendisini,
memleketin boylu boyunca güzelliğiyle yüreğini özdeşleştirmiştir.
Kiraz, Edip Cansever’in “Yaz Mutluluğu” dediği şeydir:
“Sen bir karanfilsin, delisin
İçlisin de, bükersin hemen boynunu
Mendilin içindeki kirazdır
Mendilin içi kiraz
Bilmem ki, ne desem, yaz mutluluğu.”
Ressam Şair Bedri Rahmi Eyüboğlu da kiraza hem yazılarında hem de şiirlerinde yer
vermiştir. “Türküler Dolusu” şiirinde;
Asker mektuplarındaki yürek çırpıntısı kirazlı manilere ne demeli.
“Kirazın derisinin altında kiraz
7
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
“Bir dalda iki kiraz
Biri al biri beyaz.
Sevdiğini bileyim;
Mektubunu sıkça yaz!..”
Ege coğrafyasını gezenler Ege’nin zeytin,
asma, erik, şeftali, incir ve kiraz bahçeleriyle
bir yeşil duvağı andıran cömertliğine hayran
olurlar. Kendine bahçeden girenler bir içe çağrıyla baş başa kalırlar evvelinde ahirinde sahibine doğru özgürleşerek. Ege’yi gezip görenler
hem içlerinden hem de haykırarak “İyi ki, buralara gelmişiz…” derler, demişlerdir mutlaka. Kiraz ağacı hemen hemen her bölgede yetişmesine rağmen Ege’nin ağaçlarındandır, denilebilir. Buraları gezerken yaprakların yeşilliğiyle
kiraz kırmızısının en güzel, en cömert izdivacını bulursunuz dört bir yanınızda. Dağ eteklerinden bin bir çeşit meyve bahçelerinin arasından kıvrılıp giden Faruk Nafiz’in dediğine benzer yılan yolları geçtikçe hayran olursunuz yörenin ovasına, bayırına, dağına… Nice hayaller kurarsınız yollar uzadıkça alabildiğine. Salihli, Bozdağlar’a tırmanırken Allahdiyen, Ahmetli, Urganlı, Dalbahçe, Turgutlu, TurgutluManisa arası, Armutlu, Bağyurdu ve Kemalpaşa’nın yeşil denizinde kirazların dalları bastığını gördükçe, “Yaratan, övmüş de yaratmış bu
coğrafyayı!..” dememek mümkün mü?
Ben ateşte söyleşirken, kiraz zamanı gelir...
“Kiraz zamanı gelince / Dal üstünde ateş yanar.” Kiraz ağaçları üstünde çocuklar, kulaklarını süsleyen kirazdan küpeleri ve ağzına kadar dolan kiraz sepetleri. “Armudun önü, kirazın sonu (yenmeli).” atasözüyle de, kirazın
esaslı yenme zamanı anlatılmak istenmiştir.
***
Kiraz sadece meyvesiyle değil, kökleri, kerestesi, kabukları, zamkı, yaprakları, çiçekleri,
çekirdeği ve saplarıyla kullanılabilen çok yönlü
bir ağaçtır.
***
Ülkemizde bölgelere has ağaçlar vardır.
Amasya’nın elma bahçeleri, Bursa’nın şeftali
bahçeleri, Giresun’un fındık bahçeleri, Rize’nin
çay bahçeleri, Alaşehir’in asma bağları, Turgutlu’nun erik bahçeleri, Nazilli’nin incir bahçeleri, Antalya’nın portakal bahçeleri, Akhisar’ın,
Ayvalık’ın, Gemlik’in zeytin bahçeleri ve İstanbul ‘un laleleriyle erguvanları vardır. Bunlar birer gerçek. Bu yerleşim birimleri bu ağaçlarla
bilinir. Bu şehirlerden olmak demek bu ağaçlarla büyümek, çocukluğunu bu ağaçlarla geçirmek demektir. Bu toprakların insanlarıyla
ağaçlarının kaderi aynı gibidir. Bu bir evvel anlaşması, “her şey yazılı değil midir zaten?” Biraz dikkat edin bu insanlarda bu ağaçların ışıltısını, sesini, rengini, çiçeğini, gövdesini, dallarını görürsünüz.
Salihli’nin ve Turgutlu’nun dağ köylerinin
Napolyonlarını; Zile’nin kirazını yemeye doyamazsınız. Hele bir de Zile Kiraz Festivali?ni yaşadıysanız keyfinize diyecek yok. Festival dedim de, yurdumuzda doğusundan batısına kiraz adına düzenlenen o kadar çok festivalle
karşılaşıyorsunuz ki, saymakla bitmiyor…
Bahçelere, bahçe sahiplerine Mevlevi bir
aşk olsun!...
8
Mayıs 2009
19 MAYIS 1919:
İLK ADIM
Funda Koca
“Gençler! Benim gelecekteki emellerimi gerçekleştirmeyi üstlenen
gençler! Bir gün bu memleketi sizin gibi beni anlamış bir gençliğe bırakacağımdan dolayı çok memnun ve mesudum.” Mustafa Kemal ATATÜRK
Mayıs 1919 tarihi, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulması yolunda atılan ilk adımdır. Mustafa
Kemal’in 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan başlayan ve 19 Mayıs 1919’da Samsun’da sona eren yolculuğu,
aslında Osmanlı Devleti’nin sona erdiği, Türk
bağımsızlık mücadelesinin de fiilen başladığı
tarihtir.
19
I. Dünya Savaşı’na Almanya yanında katılan
Osmanlı Devleti’nin amacı, Türklerin son yüzyılda kaybettiği toprakları geri almak ve Rus İmparatorluğu’nun parçalanmasını sağlayarak bu
bölgede bulunan Türkleri de içine alacak büyük
bir Türk devleti kurmaktı. Ancak I. Dünya Savaşı’nı kaybetmek, Osmanlı Devleti’nin sonunu
hazırlamış, imzalanan Mondros Mütarekesi ile
İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir
durumla karşılaştıklarında stratejik önemi olan
9
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
MUSTAFA KEMAL’İN
SAMSUN’A GELİŞ NEDENİ
Samsun, Mustafa Kemal için Anadolu’ya açılan bir kapıydı. Öyle ki Kurtuluş
Savaşı’nın temelleri Samsun’a gelmesiyle atılmıştır. Ancak burada Samsun’un
seçilme sebebinin üstünde durmakta
fayda vardır.
Pontuscu faaliyetlerin yoğun olduğu
bir yer olan Samsun, Pontus çeteleri tarafından durmaksızın taciz ediliyordu. 9
Mart günü Samsun’a çıkan İngiliz birliklerinden güç alan bu çeteler, Türkleri daha da fazla rahatsız etmeye başlamıştı.
Samsun halkı bu saldırılara karşı müdafaaya geçince, İngilizler 21 Nisan’da Osmanlı Devleti’ne bir nota vererek bu durumun önüne geçilmediği takdirde bölgeyi işgal
edeceklerini bildirdiler.
herhangi bir yeri işgal edebilme hakkını kazanmışlardı.
Mütareke sonrasında İstanbul’a gelen Mustafa Kemal, devletin içinde bulunduğu durumun
muhasebesini yapıyordu. Bu sırada işgal haberleri İstanbul’a ulaşıyordu. 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi’ne dayanan İtilaf güçleri, 1 Kasım 1918’den itibaren yurdun çeşitli yerlerini işgal etmeye başlamıştı. 6
ay boyunca İstanbul’da kalan Mustafa Kemal,
ülkeyi kurtarmaya dönük çalışmalarına ara vermeden devam etti. Padişah ile görüşüp düşüncelerini paylaştı, ülkenin içinde bulunduğu zor
durum hakkında bilgi verdi. Halkı aydınlatmak,
düşüncelerini aktarmak amacıyla basından yararlandı. Anadolu’dan gelen işgal haberleri, halkın kurtuluşu arama çabaları sonucunda Mustafa Kemal uygun bir zamanda Anadolu’ya geçmeyi tasarladı ve Türk milletinin kaderini değiştirecek olan olayların temeli bu günlerde atılmaya başlandı.
Tarihte bazı kahramanlar için kritik dönemler
vardır. Mustafa Kemal’in de uzun zamandır
başlamayı planladığı çalışmaları için beklediği
görev böylelikle ortaya çıkmış oldu. İstanbul
Hükûmeti bu görev için Mustafa Kemal’i seçti.
Çünkü o girdiği bütün savaşları kazanmış, başarılı ve güvenilir bir kumandandı. Samsun’da
ki olayları kontrol altına almak ve rapor hazırlamak üzere görevlendirilip 9. Ordu Müfettişliği’ne
getirilerek, daha önceden kurmuş olduğu ekibi
ile birlikte 16 Mayıs 1919 günü Bandırma vapuruyla İstanbul’dan hareket etti. Millî Mücadele’nin temelinin atıldığı, milletin birlik ve beraberliğinin sağlandığı gün olarak tarihe geçen 19
Mayıs 1919 Pazartesi günü Samsun’a ayak
bastı.
NUTUK’TA 19 Mayıs 1919
“1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a
10
Mayıs 2009
Erzurum Kongresi
çıktım. Genel durum ve görünüş: Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu topluluk, genel savaşta yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük savaşın uzun yılları boyunca,
ulus yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve
yurdu genel savaşa sürükleyenler, kendi başlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmışlar.
ile Konya’da İtalyan birlikleri, Merzifon’la Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her yanda
yabancı devletlerin subay ve memurları ve özel
adamları çalışmakta. Daha sonra, sözümüze
başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919’da İtilaf devletlerinin uygun
bulmasıyla Yunan ordusu İzmir’e çıkarılıyor.”
SAMSUN’A GELDİKTEN SONRA
YAŞANAN GELİŞMELER
Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki Hükûmet, güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişahın
isteklerine uymuş ve onunla birlikte kendilerini
koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş.
Mustafa Kemal, Samsun’a geldikten sonra,
Anadolu’da bulunan silah arkadaşlarıyla temasa geçip Kazım Karabekir Paşa’ya Erzurum’a
gitme isteğini bildirmişti. Erzurum’a hareket etmek üzere yola çıktığında ilk durak olarak Havza’yı seçmiş ve 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’in Yunan ordusu tarafından işgal edilmesinin millet ve ordu tarafından kabul edilemeyeceğini içeren telgrafı buradan çekmişti.
Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta... İtilaf devletleri, ateşkes anlaşması hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer uydurma nedenle, İtilaf donanmaları
ve askerleri İstanbul’da. Adana iline Fransızlar;
Urfa, Maraş, Antep’e İngilizler girmişler. Antalya
11
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Sivas Kongresi
Havza’da faaliyetlerine devam eden Mustafa
Kemal burada bir protesto mitinginin yapılmasını sağlamış ve her türlü saldırıya karşı silahla
mücadele edilmesine, saldırıların önlenmesine
and içilmişti. Böylece direnişe karşı koyan halk
örgütlenmiş bulunuyordu.
leri’nin tepkisini çeken Mustafa Kemal, hükûmet
tarafından İstanbul’a geri çağrılmış ancak bunu
kabul etmeyerek Temmuz 1919 tarihinde askerlik görevinden istifa ettiğini bildirmiştir.
Havza’dan Amasya’ya geçen Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nın gerekçe ve yöntemlerini ortaya koyan, güçsüz olan İstanbul Hükûmeti yerine millî bir kurulun kurulmasını öngören Amasya Genelgesi’ni yayımlamıştı. Millî bağımsızlık, millî egemenlik fikrini vurgulayarak,
manda ve himayenin red edildiğini göstermiş ve
tüm bu maddelerinden dolayı bir ihtilal bildirisi
niteliği taşımıştır. Havza Mitingi ile silahlı mücadele yönünde örgütlenen halk, Amasya Genelgesi’nde vurgulanan millî kongrenin toplanmasıyla da millî birlik ve beraberlik sağlamada atılan önemli adımlardan biri olmuştur.
Kurtuluş mücadelesine sivil olarak devam
eden Mustafa Kemal, Samsun’da verdiği karar
doğrultusunda Erzurum’a gelmiş ve 23 Temmuz’da Erzurum Kongresi toplanmıştı. Erzurum
Kongresi, bölgesel bir kongre olarak toplansa
da, vatanın ve milletin bütününü kapsayan kararları bakımından millî bir kongre özeliğini taşımıştır.
KONGRELER DÖNEMİ
Yunan ordusunun 15 Mayıs’ta İzmir’e girmesiyle Kuvay-ı Milliye, batı cephesinde Yunan ordusu ile mücadele etmeye başlamıştı. Kuvay-ı
Milliye’nin düzenini sağlayıp, ihtiyaçlarını gidermek amacıyla Balıkesir’de, ilki 28 Haziran’da
başlayan beş kongre toplanmıştı. 16 Ağustos’ta
Amasya Genelgesi’nden sonra İtilaf Devlet-
12
Mayıs 2009
Alaşehir’de bir kongre toplanmasının nedeni ise
Balıkesir Kongresi ile benzerlik gösteriyordu.
Yurdun Batısında da halkın direniş için örgütlenmek amacıyla organizasyonlar düzenlemesi,
yurtta işgallere karşı topyekûn bir mücadelenin
tasarlandığının önemli bir göstergesi sayılmalıdır.
16 Mart 1920 tarihinde İstanbul işgal edildi, Ali
Rıza Paşa Hükûmetinin istifa etmesi sağlandı
ve yerine Salih Paşa Hükûmet’ine görev verildi.
Aynı zamanda meclis kuşatıldı ve mebuslar tutuklandı. Salih Paşa İstanbul’un işgalini protesto ederek istifa etmiş, Damat Ferit Paşa yine
sadrazam olarak atanmış ve Meclis padişah tarafından fesh edilmişti.
Mustafa Kemal’in Sivas’a gelmesi ile birlikte
4 Eylül’de Sivas Kongresi toplandı. Daha önce
Erzurum Kongresi’nde alınan kararlarla birlikte
Misak-ı Millî’nin esasları ortaya kondu. Mebuslar
Meclisi’nin kapalı olduğu bir dönemde toplanan
Sivas Kongresi milleti temsil eden tek kuruldu.
Aynı zamanda kurtuluş hareketi Sivas Kongresi
ile birlikte bir öndere kavuştu, Mustafa Kemal
Millî Mücadele’nin önderi kabul edildi.
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN AÇILMASI
Millî mücadelenin sadece halkın desteği ve
gücüyle başarılabileceğine inanan Mustafa Kemal, Meclisin toplanmasını çok önemsiyordu.
İstanbul’daki meclisin dağıtılması üzerine 19
Mart 1920 tarihinde Ankara’da bir meclisin toplanmasına karar verildi. Bunun için çağrıya uyarak Ankara’ya ulaşabilen halk temsilcileri ve dağıtılan Meclis-i Mebusan’ın üyelerinden oluşan
Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920 tarihinde
açıldı. Alınan kararlarla yeni hükûmetin temelleri atıldı. I. Meclis olarak adlandırılan bu topluluk,
Türkiye’nin dört bir yanından gelmiş, her toplum
tabakası ve meslek grubunu temsil eden, entelektüel ve vatansever önderlerden oluşuyordu.
Hükûmet, gerçek bir halk hükûmeti oldu. Yönetim şekli her ne kadar belirlenmemiş ise de oldukça demokratik tartışmalar yapılmış ve geleceğe ilişkin önemli kararlar alınmıştır.
20 Ekim’de başlayan Amasya Görüşmeleri,
Damat Ferit Paşa Hükûmeti’nin istifasıyla göreve gelen Ali Rıza Paşa Hükûmeti’ni temsilen
Bahriye Nazırı Salih Paşa ve Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal, Rauf (Orbay) ve Bekir Sami
(Kunduh) arasında olmuştu. Bu görüşmeyle birlikte millî hareketin varlığı ve gücü İstanbul Hükûmeti tarafından kabul edilmiş oldu.
MİSAK-I MİLLÎ’NİN KABULÜ VE
İSTANBUL’UN İŞGALİ
Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararlara dayanan Misak-ı Millî, İstanbul’da Meclis-i Mebusan’ın açılmasını takiben 28 Ocak
1920 tarihinde Ahd-ı Millî olarak kabul edildi.
Bu sırada ülke genelinde bir takım ayaklanmalar çıkmış, T.B.M.M. ise bu ayaklanmaları
durdurmak için Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu
kabul etmişti.
Misak-ı Millî’nin Meclis-i Mebusan tarafından
kabul edilmesi, İstanbul Hükûmeti’nin Anadolu’daki direnişi haklı gördüğünü ve kabul ettiğini
gösteriyordu.
SEVR ANTLAŞMASI
Türk milletini sömürge toplumuna dönüştürmeyi esas alan, bağımsızlığı hiçe sayan ve
Türk topraklarının paylaşıldığı bir antlaşma olan
Sevr Antlaşması, 10 Ağustos 1920 tarihinde
Osmanlı Devleti’ni temsil eden bir heyet tarafın-
İtilaf Devletleri’nin Misak-ı Millî’nin kabulüne
tepkisi İstanbul’un işgali ile kendisini gösterdi.
13
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
dan imzalandı. Meclis bu antlaşmayı kesin bir
dille red ederek, antlaşmayı destekleyen herkesin vatan haini olarak kabul edileceğini bildirdi.
Türk milletinin bu başarısı sonrasında Meclis ve
Fransa arasında Ankara Antlaşması imzalandı.
Aynı zamanda bu antlaşma ile Fransızlar müttefiklerinden ayrılarak ülkemizi terketmeye başladılar.
Ermenilerin Doğu Anadolu’da faaliyetlerine
devam etmesi üzerine Kazım Karabekir komutanlığındaki bir ordu, Ermenilere karşı harekete
geçti ve Ermenilerin barış istemesi sonucunda
Meclis’in imzaladığı ilk antlaşma olan Gümrü
Antlaşması imzalandı. Meclis’in imzaladığı ilk
antlaşma olmasının yanı sıra, bu antlaşma ile
Mondros Mütarekesi’nde belirtilen sınırlar aşılmış ve Sevr Antlaşması’nın geçersizliği kabul
edilmiş oluyordu.
Batı cephesinde Yunan ordusu ile savaşan
Kuvay-ı Milliye ard arda zaferlere imza attı. I.
İnönü Zaferi’nden sonra, Ankara Hükûmeti
Rusya ile Moskova Antlaşması’nı imzalayarak
doğu sınırını güvence altına alıp batı cephesini
güçlendirdi.
Sakarya Meydan Savaşı’nın kazanılması
halk tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı.
Hazırlığı büyük bir gizlilikle yapılan Başkomutanlık Meydan Muharebesi 26 Ağustos 1921 tarihinde başladı. Yine kesin bir zaferle sonuçlanan bu savaştan sonra Yunan askerleri Türk
topraklarını terk etmek zorunda kaldı. Bu zafer
İtilaf Devletleri, Mondros Mütarekesi’ne dayanarak güney bölgelerini işgal girişimlerinde
bulunmalarından dolayı, Adana, Maraş, Antep
ve Urfa’da işgal kuvvetleri ile çarpışıldı. Bütün
cephelerde işgal güçleri geri püskürtüldü ve
14
Mayıs 2009
ile birlikte bağımsızlık yolundaki tüm engeller
kaldırılmış oldu. Dünyanın her yanında yankı
uyandıran zafer, pek çok ülkeye bağımsızlık yolunda ilham kaynağı oldu.
lis’te yapılan görüşmelerden sonra cumhuriyet
rejimi mebuslar tarafından kabul edildi. Ankara
milletvekili olan Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı
seçildi. Hükûmet kurma görevi ise İsmet Paşa’ya verildi.
Kazanılan zaferlerden sonra Yunanistan ile
Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı ve
Türk – Yunan savaşı sona erdi. Bu antlaşmaya
uyarak Yunan ordusu daha önce işgal ettiği
Trakya’yı boşalttı.
19 Mayıs 1919 – 29 Ekim 1923 arası yaşananlar bu kadar kısa özetlense de pek çok
önemli ayrıntıya sahiptir. 19 Mayıs tarihinin
önemi, yaşanan bu önemli ayrıntılar hatırlandığında daha fazla ortaya çıkmaktadır. Türk milletini bağımsızlığa kavuşturan, Türkiye Cumhuriyeti’ni dünya devleti olarak kabul edilmesini
sağlayan zaferler, yapılan antlaşmalar Atatürk’ün Samsun’a ayak basması sonucunda
meydana gelmiştir.
Yunanistan ile imzalanan antlaşmadan sonra, barış görüşmelerine başlandı. 23 Nisan
1923 yılında toplanan Lozan Konferansı’nda
Türklerin amacı Misak-ı Milli’nin kabul edilmesi
ve tam bağımsızlığa kavuşmaktı. Türkiye’nin sınırları, adalar, kapitülasyonlar, borçlar, azınlıklar ve boğazların durumu görüşüldükten sonra
24 Temmuz’da Lozan Barış Antlaşması imzalandı. Türk milletinin haklı mücadelesi böylece
kabul edilmiş oldu.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde
güvenle ve bağımsız olarak yaşayabilmemizin
ilk adımı olan 19 Mayıs tarihi Atatürk tarafından
gençlere adanmış ve “Atatürk’ü Anma, Gençlik
ve Spor Bayramı” olarak kutlanmaktadır. Atatürk’ün bu derece önemli bir günü gençlere armağan etmesinin sebebi Gençliğe Hitabe’deki
şu sözlerinde gizlidir:
23 Nisan 1920 yılında Meclis’in açılması ile
alınan karar doğrultusunda, hükûmetin halk hükûmeti, yönetim şeklinin ise cumhuriyet olacağına, ancak günün şartları nedeni ile bunun telaffuz edilmediğine değinmiştik. Ancak kazanılan zaferler, Sevr Antlaşması’nın reddi ve Lozan
Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte artık rejimin adının konması ve bir devlet başkanı
bulunmayışından kaynaklanan sorunları çözmenin vakti gelmişti. 29 Ekim tarihinde Mec-
“Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve
müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir.”
15
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
TÜRKÇE DERSLERİNİ
YAŞAMLA BULUŞTURAN
BİR YÖNTEM: “DRAMA”
Ömer Tuğrul Kara
“Duydum unuttum
Gördüm hatırladım
Yaşadım öğrendim.”
-Bir Çin Atasözün kısa tanımla eğitim, insan yetiştirme işidir. Mükemmel insanı yetiştirmek, en kaliteli eğitimle mümkündür; dolayısıyla eğitim bilimindeki gelişmeler iyi eğitilmiş toplumların oluşmasında önemli rol oynayacaktır. Eğitimle beklenen verimin elde edilmesi yeni yöntem ve teknikleri kullanmayı bir gereklilik haline getirmiştir. Dünyadaki birçok ülke mevcut
eğitim ve öğretim sistemlerini sorgulamaktadır.
Artık hiçbir dünya ülkesi, kalıplaşmış bilgiler
öğreten, çocuğun zihinsel gelişimine ezberden
başka katkı sağlamayan bir eğitim öğretim otoritesini kabul etmemektedir. Gelişmiş toplumlar
üreten, yaratan, sorun çözen insanlara daha
çok gereksinim duymaktalar. Eğitim sistemi
içerisinde bu tip insan modeli oluşturmak öğrenciyi daha etkin bir konuma getirmekten ge-
E
16
Mayıs 2009
çiyor. Etkin öğrenme denilince de akla gelen yöntemlerin başında drama
geliyor.
“Dram” eski Yunancada “bir şey
yapma” ya da “yapılan bir şey” anlamında kullanılmaktaydı (Nutku, 1983:
3). Drama ise yaşamın bir bölümünün
ya da tamamının sahne tekniklerinden yararlanılarak canlandırılmasıdır.
Eğitimde drama da bu etkinliğin sınıf
ortamında yapılmasıdır. Yani genel
anlamıyla drama yaşamın bir provasıdır. Yaşam, sosyalleşme, birey olarak kendinin farkında olma, yakın ve
uzak çevre ile sağlıklı iletişim kurma gibi olguları kapsar. Saydığımız tüm bu olgular dil ile de
ilişki içerisindedir. Yani yaşam ve dili ayrı tutamayız. En iyi dil öğretimi de günlük hayatın sınıfa taşınması ile gerçekleşecektir. İlköğretimde Türkçe derslerinde çocukların ihtiyaç ve ilgileri göz önünde tutulduğunda temel dil becerilerin öğretilmesinde en uygun yöntemin drama olduğu görülecektir.
bünyesinde taşır. Uygulama, dersin temel unsurudur. Birinci kademeden başlayıp özellikle
6., 7., ve 8. sınıflarda anlatım bozukluklarını,
dil yanlışlıklarını, deyim ve atasözlerini dramayla anlatabiliriz. Oyun havası içinde geçen
dersle öğrenci özgür ve rahat bir ortamda dilinin tüm güzelliklerini yaşayarak öğrenecektir.
Özellikle diyalog ağırlıklı öyküler, soyut anlamlı karmaşık şiirler bu yöntemle öğrenciye kolaylıkla kavratılabilir. Böylelikle çocuk salt dinlemekle kalmadığı öyküyü ya da şiiri canlandırarak daha iyi özümseyecektir (Kara, 2008:
35).
Türkçe öğretiminde bilginin kalıcılığını sağlayabilmek için drama etkinliklerine daha ilk sınıftan başlanması gerekir. Bu dönemde kuklalardan ve figürlerden yararlanılarak çocukların
öncelikle hayal güçlerine, yeteneklerine ve yaratıcılıklarına ağırlık veren “basit drama” çalışmalarıyla yetinmek doğru olur. Dördüncü ve
beşinci sınıfa devam eden çocuklar –basit de
olsa- konuları, olayların gelişmesi ve kişilerin
konuşmalarını, belli bir plan ve çerçeve içinde
tespit edilmiş bulunan eserleri canlandırabilirler. İlköğretimin ikinci devresinden başlayarak
öğrencileri metinlere bağlı dramatizasyon çalışmalarına yönlendirmek mümkündür. Türkçe
bilgi değil, yetenek ve beceri dersidir. Bu yönüyle yaşamın bir bölümünü ya da tamamını
Huizinga’nın, “Homo Ludens” (oynayan insan) tespiti ışığında her insanın içinde bir oyun
isteği bulunduğunu biliyoruz. Oyun, gerçekten
farklıdır ve kurulması gerçeğin ötesindedir.
Oyun oynamak gündelik hayattan farklıdır. İnsan kendisi için bir dil yaratmıştır ve maddeyle
ilişkisini bu dille gerçekleştirmektedir (Huizinga, 1995: 20). Drama da bu doğal isteğin vücut bulup, gözler önüne serilmesi işidir. Drama,
insan beyninde saklı kalan oyun oynama düşüncesinin eyleme dönüştürüldüğü bir yoldur.
Bu eylemin sanatsal yönü tiyatrodur. Türkçe
derslerinde çocukların merak duygusunu hare-
17
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
uygun yöntemler bulmak gerekir. Drama, saklı
enerjiyi serbest bırakır ve insanın kendisini tanımasını, duyularını, duygularını fark etmesini,
haz duyabildiğini öğrenmesini sağlar. Bu yolla
çocuğun davranışlarını da eğitir. Hâlbuki yukarıda saydığımız yöntemler tek yönlü bir iletişim
sağladığından çocuğun enerjisini, canlılığını
ortaya çıkartamaz. Tartışma ve anlatım yöntemi Türkçe derslerinde az da olsa öğrencinin
kendini ifade etmesine uygun bir yöntem gibi
görünse de aslında böyle bir işlevi yoktur. Öğretmenin her iki metotta da müdahaleci olması, tartışılacak konunun kitaplarla ve müfredatla sınırlı kalması bu yöntemlerin öğrencinin
enerjisini dışarı çıkarıp kendini ifade etmesini
engellemektedir. Oysa Türkçe öğretmeni drama yöntemini uygularken aynı zamanda drama lideri görevini de üstlenir. Öğrencilere canlandırma sırasında gerekli bazı durumlar dışın-
kete geçirmek, ilgisini çekmek, katılımcı ve etkin olmasını sağlamak bu yolla da öğrenmesini kolaylaştırmak için bu yöntemi uygulayabiliriz. Geleneksel dilbilgisi öğretimi sistemimizde
öğretmen, okul ve okulun öğretileri merkez
alınmaktadır, öğrenci edilgen bir konumdadır.
Öğrenciye bilgi “Bu böyledir, böyle olduğu için
öğrenmeniz gerekir, niye öğrendiğinizi sormayın.” şeklinde sunulmaktadır. Bu durum, öğrencide, verilen her bilginin doğru olduğu ve sorgulanmaması gerektiği duygusu yaratmaktadır.
Günümüz Türkçe derslerinde genellikle düz
anlatım, soru-cevap, tartışma metotları kullanılmaktadır. Ancak tüm bu yöntemler çocuğun
yaşamla buluşmasına, bilgiyi yaşama dönüştürmesine yardımcı olmaz. Çocuk bir enerji küpü ise onda saklı olan enerjiyi harcaması için
18
Mayıs 2009
kendisi ile tanışırlar. Üstlendikleri rolleri canlandırırken, gerçeklerle ki bunlar yaşamın gerçekleridir, yüz yüze gelirler. Bu öğrenmenin en
doğal ve en etkili yolu olsa gerektir (Özbay,
2006: 141).
da müdahale etmemeye gayret eder. Etkinlik
esnasında oyunun dışında kalabileceği gibi
oyunun bir parçası da olabilir.
Dil öğreniminde birçok bilgi dışarıdan deneyimlerle kazanılmaktadır. Çocuk küçüklükten
erişkinliğe kadar geçen süreçte taklit ve mimikler yoluyla dilini geliştirir. Korktuğu zaman yüz
ifadesini değiştirerek anlamsız sesler ve mimiklerle tepkide bulunur. Çirkin gördüğü nesnelere yine çirkin bir mimikle karşılık verir.
Âdeta, karşısındaki varlığın rolünü üstlenir, kısaca onu dramatize eder. Böylelikle o varlık ya
da nesne hakkında kalıcı bilgileri belleğine
kaydeder. Bebeklikten çocukluğa, erişkinliğe
kadar yaşamımızda belli bir yeri olan dramanın
hayatın en büyük unsurlarından biri olan dilin
öğrenilmesinde, geliştirilmesinde rolü büyüktür. İlköğretim çağındaki öğrenciler için özellikle dil bilgisi dersleri kelimenin tam anlamıyla
dönüm noktasıdır. Türkçe dersleri eğitim ve
öğretim gelişimleri için hayati bir önem taşır:
Okuma, yazma, anlama, dinleme, konuşma gibi becerilerini bu derste gösterecekleri gayretlerle belirlerler. Öğrencilerin bu yetenekleri yaşam boyu kendi başarılarında rol oynayacaktır.
Dinleme ve okuma becerileri anlamayı; konuşma ve yazma becerileri de anlatmayı oluşturur.
Dramatizasyon yöntemi, Türkçemizin etkili bir
şekilde öğretilmesi bakımından büyük önem
taşımaktadır. Çünkü dramatizasyon baktırarak
değil yaptırarak öğretmek demektir (Kavcar,
1995: 84). Çocuklar bu yöntemde yaşamın
Bilginin zevkli ve kolay şekilde algılandığı
bu yöntemle çocuklarımız içlerindeki enerjiyi
doğru bir şekilde dışarıya yansıtacaklardır. Ezberci eğitimin tarihe karıştığı günümüzde yaşamın her anını dramayla gözler önüne serebiliriz. Unutulmamalıdır ki bilgi yaşadıkça zenginleşir. Bir beceri dersi olan Türkçe, hayatla bütünleştiği sürece kuramlar dersi olmaktan çıkar. Drama etkinliklerinin kullanıldığı Türkçe
dersinde öğrenciler; yaratıcı, sorgulayıcı ve
kendini her açıdan ifade edebilen bireyler haline gelirler
KAYNAKÇA
HUIZINGA, Johan, (1995), Homo Ludens, (Çev: Mehmet
Ali Kılıçbay), İstanbul: Ayrıntı Yayınları
KARA, Ömer Tuğrul, (Ocak-Şubat, 2008), “Dramayla
Türkçe Öğreniyorum”, Osmaniye Rehberi, Yıl:4,
S.44–45, s.34–35
KAVCAR, Cahit, OĞUZKAN, Ferhan, SEVER, Sedat,
(1995), Türkçe Öğretimi, Ankara: Engin Yayınları
NUTKU, Özdemir, (1983), Dram Sanatı, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları
ÖZBAY, Murat, (2006), Türkçe Özel Öğretim Yöntemleri
I, Ankara: Öncü Basımevi
19
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
MEDYADAKİ KALIPYARGILARIN
ÜSTESİNDEN GELMEK İÇİN
MEDYA OKURYAZARLIĞI
Adnan Altun
lk defa Walter Lippmann tarafından “kafamızdaki resim” anlamında kullanılan “stereotip” kavramı
dilimizde kalıpyargı, klişe, basmakalıp ifade gibi karşılıklar bulmuştur. İnsanlık tarihi kadar eski olan kalıpyargılar
“insanları bir takım türlere ve tiplere bölmeyi
ifade eden zihinsel eserlerdir ki bunlar belli
özelliklerin, belirli insanlarda mevcut sanılmasını ifade ederler”. Mevcut olduğu sanılan bu
özellikler çoğunlukla gerçeğe dayanmamaktadır. Daha çok önyargıların sebep olduğu bu
durum olumlu olabileceği (siyahi insanlar daha
iyi basket oynar) gibi olumsuz da (kadınlar kötü sürücüdür) olabilir.
Siyahi insanlar çok iyi basket oynar.
İ
Asyalılar zekidir.
Latinler çok iyi dans ederler.
Beyazlar başarılıdır.
Bizler, kadın veya erkek olarak belirli bir
çevrenin içine doğarız. Bu çevre, kültürün belli
bir tanımına göre bizi bir ırka (beyaz, sarı, siyah), etnik bir gruba (Çerkez, Çingene...) bir
ulusa (Japon, Fransız vs.), bir uygarlığa (Batı,
Doğu) ait sayılmamızı sağlayan nitelikleri veren, bir başka ulusta bulunmayan maddi ve
ideolojik olguları önemli ölçüde içselleştirmemize yol açacak şartları sunar. Çevre sadece
kendi cinsiyet, ırk ve medeniyetimizle ilgili bilgileri vermekle kalmaz, bunun yanında bizim
dışımızdakilerin özellikleri ile ilgili kalıpları da
(Almanlar çok çalışkan olurlar gibi) öğrenmemizi sağlar. Kalıpyargılar iki doğrultuda gelişirler:
Olumsuz kalıpyargılar:
Siyahi insanlar tembeldir.
Asyalılar sinsidir.
Latinler devlet yardımı alır.
Beyazlar ırkçıdır.
1. Genelleştirme eğilimi: Kendisini tanımadığımız bir veya birkaç kişinin özelliklerini,
Olumlu kalıpyargılar:
20
Mayıs 2009
Kalıpyargılar kısmen basit bilgilerdir. Tartışma konusu olan sorun hakkında bilgi edinilmesini ve kişisel bir kanıyı oluşturmayı kolaylaştırmaktadırlar.
onunla aynı kategoride bulunan bütün diğer kişilere yaymadır. Örneğin kısa boylu, haylaz bir
çocuğu olan birinin, bütün kısa boylu çocukların haylaz olduğunu sanması gibi. Burada, bir
imajı, yaşantı sahibi olduğumuz bir durum üzerinden, geniş bir kitle için fazla düşünmeden
aniden, duygusal bir tutumla genelleştirme söz
konusudur.
Genel olarak yanlış olsalar da bu özelliklerini kaybetmezler. Hatta çoğu zaman kalıpyargılarda gerçeğin payı oldukça azdır. Bu yüzden
haberleşme süreçlerine ve insanların kavramlaştırma eğilimlerine göre tutumlar ve kanaatler, sosyal kalıpyargı haline gelirler.
2. Özelleştirme eğilimi: Bir ülke, grup veya
durumla ilgili sahip olduğumuz bir kanıyı o ülke, grup veya durumdan olan bir kişiye uygulamamızdır. Örneğin, yabancı bir
ülkede bulunan bir Türk’ün,
yabancılarla henüz hiç
ilişkisi olmadan barbar
olarak kabul edilmesi
gibi. Bu durum genelleştirme eğiliminden daha çok uygulanır.
Her ne kadar kalıpyargılar değişmeye karşı dirençli olsalar da değişme potansiyeli olan şemalardır.
Örneğin, 1930’lu yıllarda zenciler için
oluşturulmuş olan
olumsuz kalıpyargı,
1960’lardan sonra
gerek sanatsal etkinlikler, gerek spor etkinlikleri, gerekse bu insanlarla daha fazla etkileşime yol açan diğer fırsatlar
sayesinde bir ölçüde de olsa değişmiştir. Şunu vurgulamak gerekir ki, kültürel etkilerle kaçınılmaz olarak oluşan bu kalıplar çoğu zaman bireylerin ve toplumların belleğindeki organizasyonu koruyarak, ayrıntılar içinde
dağılmaya engel olurlar. Ancak, kişilerarası iletişimde çarpık algılardan, yanlış yargılardan
kaçınmak için, kalıpyargıların algı ve değerlendirmelerimizdeki etkisini göz önünde bulundurmak gerekir. Eğer kişiler, kalıpyargıların etkisi
ile algılama özgürlüklerini kısıtlarlarsa, bireyler
düzeyindeki etkileşimlerde karşılarındaki kişiye özgü gerçekleri gözden kaçırabilirler.
Bunun dışında kalıpyargıların bir takım
özellikleri vardır:
Kalıpyargılar genelde yanlış içeriklere dayandıklarından olumsuzluk içerirler.
Örneğin; Savaşçı İrlandalılar, Duygusal İtalyanlar, Duygusuz İsveçliler, Esrarengiz Şarklılar, Haylaz Zenciler gibi. Olumlu kalıpyargılar
da vardır. Örneğin, Fransız kadınları entelektüeldir, Amerikan kadınları neşelidir gibi.
Halk kültürüne, sıradan bilgiye dayandıklarından sözlü kültüre dâhil ürünlerdir. Çeşitli
gruplarca konuşularak edinilir, yayılır ve böylece davranış haline gelirler.
Kalıpyargılar, toplumun gelenek ve göreneklerinden meydana gelirler. Bu yüzden toplumsal inanışlar yaratırlar.
Kişilerarası algı, iletişimin temelini oluşturur.
21
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
dir. Bununla birlikte izleyicilerin de belirli bir bilinç düzeyine sahip olması gerekmektedir.
Özellikle hafızalarında pek çok kalıpyargı için
pekiştirmeye hazır bir altyapıya sahip olan
gençlerin bilinçlendirilmesine ayrı bir önem verilmelidir. Eğitim literatürü bu sorunun çözüm
adresi olarak medya okuryazarlığını göstermektedir. Kalıpyargılar (Stereotip) konusu
medya okuryazarlığı programlarında yer almakta ve derslerde ele alınmaktadır. Bunlardan en yaygın olanlarına aşağıda kısaca değinilmiştir.
Algıların gerçeği yansıtması için, şemaların
gücünün farkında olmak ve bunların doğruluklarını sık sık test etmek gerekir. Eğer kişilerarası iletişimde özenli değerlendirmeler yaparsak, yeni bilgileri eski bilgi kategorilerine eklemekle yetinmek yerine, kişilerin kendilerine özgü gerçeklerini yakalama şansımız olur.
Kişiler arası iletişimi böylesine etkileyen kalıpyargıları besleyen en önemli kaynaklardan
birisi medyadır. Yazarlar, yönetmenler, yapımcılar, muhabirler ve editörlerin önyargıları sonucunda medyada
kalıpyargılar ortaya
çıkabilir. Bununla
birlikte izleyicinin bir
kişi ya da grubu kolaylıkla ve hızlı bir
şekilde algılamasını
sağladığı için kalıpyargılar medya için
vazgeçilmez bir unsurdur. Bir kişi veya
durumu karakterize
etmek için kalıpyargıların kullanılması
çok daha karmaşık
açıklamalar
yapmaktan daha hızlı
ve daha kolay bir
şekilde sonuca ulaştırmaktadır. Bu nedenle de
medya bilerek yada bilmeyerek pek çok kalıpyargıya yer vermektedir.
1. YAŞ: Medyanın yaygın olarak
kullandığı kalıpyargıların başını yaş
gruplarıyla
ilgili
olanlar çekmektedir. Yaşlılar, yetişkinler, gençler, çocuklar ve bebekler
bu gruplardan bazılarıdır. Örneğin
medyada gençler
sık sık isyankâr, asi
olarak resmedilir.
Çocuklar ise yetişkinlerden daha sevimli ve daha küçük olarak gösterilir. Oldukça yaşlı insanlar ise
güçsüz, şikâyetçi ve inatçı olarak gösterilmektedir.
2. MESLEK: Medyadaki kalıpyargılar bazen
belirli bir meslek grubu ile ilgili olur. O kategorideki kişiler bazı ortak özelliklere sahiptir. Bu
kategorideki herkesin bu özellikleri taşıdığı düşünülür ve herkes bu kapsamda değerlendirilir.
Medya da bu kalıpyargıların pekişmesine yol
açar. Hayatınız boyunca her hastaneye gittiği-
Algılama sürecimizi etkileyen medyadaki bu
kalıpyargılar olumlu olabileceği gibi olumsuz
da olabilmektedir. Reyting uğruna olumsuz kalıpyargıların pekiştirilmemesi konusunda medyaya önemli sorumluluklar düşmektedir. Medyanın bu sorumluluğunu yerine getirmesini
beklemek tek çözüm yolu gibi görülmemekte-
22
Mayıs 2009
lirken Yahudiler ticarette kurnaz ve hırslı olarak
resmedilir.
nizde beyaz önlüklü doktorlar gördüyseniz,
seyrettiğiniz bütün filmlerde, okuduğunuz kitaplarda, göz attığınız dergilerde doktorlar hep
beyaz önlüklü iseler, o zaman sizde “Doktorlar
beyaz önlük giyer” düşüncesi kalıplaşmış örnek haline dönüşmüştür. Bu da özellikle çok
net olmayan ilk karşılaşmalarda karşınızdaki
kişi ile ilgili algılama sürecinizi ve o kişi hakkındaki izlenimlerinizi etkiler.
6. DIŞ GÖRÜNÜŞ: Medyada yoğun olarak
yer alan kalıpyargılardan biri de insanların dış
görünüşüdür. Güzel, çirkin, çalışkan öğrenci
gibi. Örneğin kısa boylu ve sıska erkekler genelde kurnaz olarak gösterilirken genç, güzel,
uzun ve zayıf kadınlar sık sık aptal olarak resmedilir.
3. KÜLTÜR: Medyadaki kalıpyargılardan bir
diğeri de kültürdür. İskoç, Amerikan, Japon gibi. Hintliler ve diğer Güney Asyalılar sık sık esnaf veya süpermarkette tezgâhtar olarak resmedilmektedir. Medyada onları file binerken,
ineklere taparken, Bollywood filmlerini izlerken
ve çeşitli baharat türlerini yerken görürüz. Deveye binen, bir halı üzerinde uçan ve nargile
içen Araplar; hazır yiyecek mağduru obezler
ve at üstünden inmeyen kovboylar olan Amerikalılar; aşırı derecede erdemlilik taşıyan, korkunç aşçı, ajan ve siyaset konusunda uzman
olan İngilizler medyada sıkça görülebilecek
kültürel kalıpyargılardır.
7. AİLEDEKİ KONUM: Aile içerisindeki bireylerin konumlarıyla ilgili kalıpyargılar da
medyada sıkça görülmektedir. Anne, baba, kız
kardeş, erkek kardeş, nine ve dede gibi. Abi ve
ablalar daha çok acımasız ve halden anlamayan biri olarak, küçük kardeşler ise sinir bozucu ve dikkat çekici olarak resmedilmektedir.
Sevecen ve yaşlı görünümlü büyük anneler ise
mükemmel lezzette yemekler yaparlar.
Bu kalıpyargılar ayrı ayrı olarak derslerde
ele alınabileceği gibi mevcut ders konuları ile
ilişkilendirilerek de çalışılabilir. Aşağıdaki sorular sınıfta öğrencilerle kalıpyargıların (stereotiplerin) etkisini tartışmaya yardımcı olabilir.
4. CİNSİYET: Medyanın yaygın olarak kullandığı kalıpyargılardan bir diğeri de cinsiyet
ile ilgili olanlardır. Oğlan çocukları, kız çocukları, kadınlar ve erkekler gibi. Mavi giyen oğlan
çocukları arabalarla oynamaya teşvik edilirken
kız çocukları pembe giyer ve oyuncak bebeklerle oynar. Erkekler güçlü, dayanıklı (asla ağlamazlar), sportmen ve maceracı olarak gösterilirken kadınlar kocasının başının etini yiyen
ev kadını, kırılgan ve edilgen olarak resmedilmektedir.
Kalıpyargılarda neler “erkeksi” yada “kadınsı” anlamına gelmektedir?
Dayanıklı, duygusuz, hükmeden, araba tamir eden vb. erkeksi anlamına gelmektedir.
Güzel, kırılgan, edilgen, nazik, yemek yapan, dikiş diken vb. kadınsı anlamına gelmektedir.
Bu rollere konulmazlarsa erkekler ve kadınlar hangi isimlerle adlandırılmaktadırlar?
5. SOY YA DA ETNİK KÖKEN: Medyada ırk
ile ilgili kalıpyargılar sıkça görülmektedir. Siyah, beyaz ve Yahudi gibi. Afrika kökenli Amerikalılar çete üyesi azılı suçlular olarak gösteri-
Erkekler hanım evladı, inek öğrenci yada
pısırığın teki olarak adlandırılırken kadınlar erkek Fatma olarak adlandırılmaktadır.
23
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
mek için kullanabileceğiniz unsurlar nelerdir
(örneğin bir sırrı çözmesi, başkalarını koruması, gerçeği söylemesi, suçluları yakalaması)?
Cinsiyetle ilgili kalıpyargıları nereden öğrendik?
Toplumdan, aileden ve medyadan.
Medyada ve özellikle televizyonda neden
kalıpyargılar kullanılmaktadır?
KAYNAKLAR
BBC
(2002).
Ethnic
stereotypes
in
the
media.
http://news.bbc.co.uk adresinden 04.11.2008 tarihin-
Kalıpyargılar bir karakterin rolünü izleyicinin
hızlı bir şekilde ve kolaylıkla anlamasına imkân
verir.
de elde edilmiştir.
GÜRSES, İbrahim (2005). Önyargının Nedenleri. Bursa:
T.C. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 14, Sayı: 1, s. 143-160.
Kalıpyargıların bizim üzerimizde hangi etkileri vardır?
MAT (2008). What is a Strereotype? http://www.mediaawareness.ca adresinden 04.11.2008 tarihinde elde
edilmiştir.
Olumlu kalıpyargılar belirli rolleri yerine getirmek zorunda olduğumuzu anlatarak topluma
uyum sağlamamıza yardımcı olur. Ancak olumsuz kalıpyargılar algılama sürecimizi etkileyerek yanlış hükümlere varmamıza sebep olabilir. Bu nedenle de olumsuz kalıpyargılara karşı
dikkatli olmalıyız.
NMSA (1999). Opening the Door to Diversity: Voices
from the Middle School (Resource Guide). 1999.
Westerville, OH: National Middle School Association.
ÖDGM (2008). Kişilerarası İletişim. Bilkent Üniversitesi
Öğrenci Gelişim ve Danışma Merkezi. Ankara:
http://www.bilkent.edu.tr/~dos/ogdm/b_kslriletisim.html adresinden 04.11.2008 tarihinde elde edil-
Öğrenciler ev ödevi olarak aşağıdaki çalışmayı da yapabilirler (Wan ve Cheng, 2004).
miştir.
ÖZŞEKER, Rana (2007). İlk İzlenim İçin İkinci Bir Şans
Yok. Kariyer Dergisi, Sayı 49.
1. Herhangi bir TV programından bir karakter seçin. Kısaca bu karakterin kişilik profilini
yazın. Karakter size özellikleriyle ilgili olarak
hangi bilgileri veriyor?
SINGER, Dorothy G. ve Jerome L. SINGER (1991).
Creating Critical Viewers. The National Academy of
Television Arts and Sciences. www.washington.edu
adresinden 16.07.2008 tarihinde elde edilmiştir.TEZCAN, Mahmut (1974). Türklerle İlgili Stereotipler (Ka-
2. TV’deki bir karakteri nasıl değiştirirsiniz
ve karakterin daha ilgi çekici olması için neler
yapabilirsiniz?
lıpyargılar) ve Türk Değerleri Üzerine Bir Deneme.
Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları 44.
TUTKUN, Ömer F. ve Mustafa KOÇ (2008). Mesleklere
Atfedilen Kalıpyargılar. Ankara Üniversitesi Eğitim Bi-
3. İzlediğiniz TV programlarından birisine
yeni bir karakter ilave edin. Karakterinizin yaygın bir kalıpyargı ile özdeşleşmesine çalışın.
limleri Fakültesi Dergisi, yıl: 2008, cilt: 41, sayı: 1, s.
255-273.
UNESCO (2003). Media Education in the Pasific: A Gui-
Olumlu bir şekilde karakterinizi nasıl tarif
edersiniz (örneğin zeki, memur yada lise öğrencisi)?
de for Secondary Shool Teachers. New Zeland:
UNESCO Office fort he Pasifis States.
WAN, Goufang ve Hong CHENG (2004). The Media
Savvy Student: Teaching Media Literacy Skills, Grade
Karakteriniz hakkında olumlu bir mesaj ver-
2-6. Chicago: Zephyr Pres.
24
Mayıs 2009
ÖĞRETMENLİK
MESLEĞİNDE ETİK
Cihad Şentürk
laksal huy ya da karakterine karşılık gelen “ethos” sözcüğünden türemiştir. Etik, ahlâkı konu
edinen bir bilim dalıdır.
lkemizde ve dünyada 25 Mayıs
“Etik Günü” olarak kutlanmaktadır.
25 Mayıs ayrıca ülkemizde 5176
sayılı Kamu Görevlileri Etik Kurulu’nun kuruluşuna ilişkin kanunun
kabul tarihidir. Bu kanun 25 Mayıs 2004 tarihinde TBMM’de kabul edilmiştir. Millî Eğitim
Bakanlığı ile yürütülen çalışmalar sonucu,
okullarda 25 Mayıs gününün “Etik Günü” olarak kutlanması kararlaştırılmıştır. 2008 yılından itibaren her yıl 25 Mayıs gününün ülke genelinde “Etik Günü”, aynı günün yer aldığı haftanın da “Etik Haftası” olarak kutlanmasını kararlaştırmıştır. Bu makalede yaklaşan “Etik
Haftası” münasebetiyle öğretmenlik mesleğinde etik ilkelerine değinilecektir.
Ü
Etik, insanların kurduğu bireysel ve toplumsal ilişkilerin temelini oluşturan değerleri,
normları, kuralları, doğru-yanlış ya da iyi-kötü
gibi ahlâksal açıdan araştıran bir felsefe disiplinidir. Etik; yarar, iyi, kötü, doğru ve yanlış gibi
kavramları inceleyen, bireysel ve grupsal davranış ilişkilerinde neyin iyi neyin kötü olduğunu
belirleyen ahlaki ilkeler, değerler ve standartlar
sistemidir.
Felsefi bir disiplin olan etik, insan eylemlerini konu alır. Etik, insanlar arasındaki ilişkileri
etkileyen değerleri, ahlaki bakımdan iyi ya da
kötü, doğru ya da yanlış davranışların niteliğini
ve dayanağını araştıran felsefe bilimidir.
Etik Kavramı
İngilizce “Ethics”, Fransızca “Ethique”, Latince “Ethica”, Yunanca “Ethike” kelimeleri ile
ifade edilen Etik, eski Yunanca da kişinin ah-
Etik ahlak ile özdeş değildir. Etik, ahlak felsefesidir ve ahlak, etiğin araştırma alanıdır.
25
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Etik, ahlaki davranış modellerinin ve temel tutumlarının betimlenmesi ve çözümlenmesi
üzerinde durur. Etiğin amacı, ahlakın ve onun
vazgeçilmez kavramları olan iyilik, kötülük, erdem, mutluluk, ahlaki kişilik, onurlu yaşamak
vb. kavramları temellendirmek, açıklamak ve
yorumlamak, ahlakın belli bir teorisini kurabilmektir. İnsan ilişkilerinde toplumsal, kültürel,
siyasi, ekonomik, hukuki, bilimsel, teknolojik
gibi tüm alanlarda insanın tutum, davranış, eylem ve kararlarında belirleyici olan hiç kimsenin dışında kalamayacağı ilke ve değerler bütününü ifade eden etik, bir felsefi disiplin ve ahlaki eylemin bilimidir. Etik, ahlak üretmemekte,
ahlak üzerine konuşmaktadır.
mesleğe ait etik ilkeler, o meslek üyelerinin
oluşturduğu gruplar, dernekler, odalar, sendikalar, medya ve sivil toplum kuruluşları tarafından belirlenebilir.
Günlük hayatta etik kavramı çoğu zaman
ahlak ya da ahlakilik anlamında kullanılmaktadır. Sosyal bir kavram olarak ahlak, toplumların zaman içinde oluşturduğu örf ve adetlerin,
değer yargılarının, normların ve kuralların bütünüdür. Ahlaki kurallar, toplumdan topluma
değişebilir. Etik ise evrenseldir ve tüm insanlığı kapsar. Bir toplumda ahlaki olan davranış
etik olmayabilir. Örneğin, “töre cinayetleri” bir
toplumda ahlaki kural olarak kabul edilebilir.
Ancak bu davranış insan haklarına aykırı olduğu için etik değildir.
Bu yaptıklarımı rahat bir şekilde eşimle, arkadaşımla veya en yakınımdaki kişilerle paylaşabilir miyim?
Meslek etiği bakımından bir davranışın etik
dışı bir davranış olup olmadığına dair aşağıda
verilen soruların meslek üyeleri tarafından yanıtlanması, söz konusu davranışın etik olup olmadığı konusunda kişilere genel bir izlence
sunabilir:
Yaptığım şey, doğru, adil ve yasal mıdır?
Bu benim kendi işim olsaydı aynısını yapar
mıydım?
Bu davranışlarımla kimler, nasıl haksız yere
zarar görebilir?
Bu davranışım ortaya çıktığında mesleki
saygınlığım, itibarım nasıl etkilenir?
Bu davranışı başka bir meslektaşım yapmış
olsaydı, bunu nasıl karşılardım?
Mesleki etik ilkeler, çeşitli işlevleri yerine getirmektedir. Bunların başında mesleki grubun
çıkarlarını korumak, meslek üyelerinin ve hizmet alan kişilerin refahını sağlamak, iki ya da
daha fazla alanı ilgilendiren karışık işlerdeki
düzeni sağlamak, mesleği ve mesleği icra
eden kişileri toplumda saygın kılmak, etik kurallarla mesleğin objektifliğini arttırmaktır.
Meslek Etiği
Meslek kavramı, bir kimsenin geçimini sağlamak, toplumda saygınlık kazanmak, kendini
geliştirmek ve gerçekleştirmek v.b. gibi amaçlarla sürekli olarak yaptığı iş, tuttuğu yol, uğraş
alanı olarak tanımlanmaktadır.
Meslek etiği, insanların mesleklerini icra
ederken onların davranışlarına yön veren, onlara rehberlik eden kurallar, standartlar ve ilkeler bütünüdür. Son yıllarda hemen hemen her
meslek için etik ilkeler oluşturulmuştur. Bir
Öğretmenlik Mesleği ve Etik
Öğretmenlik mesleği, insan ilişkilerinin yoğun olduğu ve ahlaki sorumlulukları bulunan
26
Mayıs 2009
araştırma yaparlar ve mesleki gelişme sağlamanın kural ve düzenlemelerini uygularlar.
- Eğitim amaçları ile tutarlı olmayan yasa,
siyasa ve düzenlemelerin düzeltilmesi için uygun önlemlerin alınmasının yollarını ararlar.
- Politik, toplumsal, ekonomik veya diğer tür
kazançlar sağlamak için mesleki konumlarını
kullanmaktan kaçınırlar.
- Yasalara uygun davranır ve doğrudan ya
da dolaylı olarak devleti yıkıcı ve bozucu örgütlere katılmaz ve desteklemezler.
- Eğitim kurulunun eğitim politikaları ile yönetsel kural ve düzenlemelerini uygularlar.
- Mesleki nitelikleri hakkında yanlış bildirimde bulunmazlar.
- Bir meslektaşı hakkında yanlış ve kötü niyetli açıklamalar yapmazlar.
etik bir meslektir. Öğretmenlerin, öğrencileriyle
ilişkilerinde ahlaki kurallar mevcuttur. Öğretmenler, öğrencilerine, velilere, okul yöneticilerine, kısacası tüm toplum üyelerine karşı dürüst, saygılı, adil, eşit, tarafsız, sorumlu ve sevgi dolu olmalıdır. Genel olarak öğretmenlik
mesleğinde etik; öğretmenlik mesleğini icra
ederken, öğrenciler, toplum ve meslektaşları
ile olan ilişkilerde yerine getirilmesi gereken
sorumluluklar, uyulması gereken kurallar ve ilkeler bütünüdür.
Her meslek için geliştirilen etik ilkeler (kodlar) öğretmenlik mesleği için de geliştirilmiştir.
Özellikle dünyadaki uygulamalar dikkate alındığında eğitim-öğretim durumları düzenleyicisi
öğretmenlerin, etik ilkeler çerçevesinde yetiştirilmesi, hizmet öncesi eğitim süreçlerini kapsayıcı bir şekilde ele alınmaktadır. Bu bağlamda
öğretmenler, daha göreve başlamadan, üstlenecekleri görevle birlikte yüklendikleri etik sorumlulukları ve yerine getirmeleri beklenen etik
ilkeleri kabul ettiklerini belirten “öğretmen andı”
içmektedirler.
Yukarıdaki ilkeler genel anlamda öğretmenlik mesleğinin etik sınırlarını belirlemektedir.
Öğretmenlerin en sık iletişim kurduğu ve zamanın çoğunluğunu birlikte geçirdiği ve toplumun etkili birer üyesi olmalarını, kendi potansiyellerinin farkına varmalarını sağladıkları öğrencilerine karşı da etik ilkeleri vardır. Bu ilkeler özetle şu şekilde sıralanabilir:
Eğitimciler için etik ilkeler ilk olarak 1915 yılında Kanada’da geliştirilmiştir. Eğitimciler için
profesyonel etik ilkeler ise Amerikan Ulusal
Kadın Eğitim Yöneticileri Derneği, ABD Okul
İşletmeleri Görevliler Derneği ve Amerikan
Personel Yöneticileri Derneği tarafından ortaya konmuştur. Söz konusu konseyin geliştirdiği öğretmenlik mesleği etik ilkeleri şu şekildedir
(Aydın, 1998):
- Öğrenciyi, öğrenme sürecindeki bağımsız
eylemlerinden geçerli olmayan gerekçelerle
alıkoyamazlar.
- Öğrencilere ve velilere kesinlikle yalan
söylemezler.
- Öğrencilerine eşit muamelede bulunurlar.
- Makul olmayan gerekçelerle, farklı bakış
açılarına sahip öğrencilerin görüşme taleplerini geri çeviremezler.
- Öğrencinin gelişmesiyle ilgili materyali kasıtlı olarak gizleyemez ya da çarpıtamazlar.
- Öğrencilerin fikirlerine saygı duyarlar.
- Öğrencileri, öğrenim, sağlık ya da güvenliklerine zarar verebilecek koşullardan korurlar.
- Öğrenciyi kasıtlı olarak mahcup edecek ya
- Bütün karar ve eylemlerinde öğrencilerin
iyiliğini temel değer olarak kabul ederler.
- Mesleki sorumluluklarını doğruluk ve dürüstlükle yerine getirirler.
- Bütün bireylerin yurttaşlık ve insan haklarını gerektirdiği gibi korur ve destekler.
- Mesleki etkililiklerini artırmak için sürekli
27
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Yapılan araştırmalarda etik değerlere sahip
kişi ya da kurumların uzun vadede daha başarılı oldukları kanıtlanmıştır. Ahlâki sorumluluklar ve etik ilkelerden oluşan öğretmenlik mesleğini icra eden öğretmenlerimizin de etik değerlere sahip olması eğitim kurumlarımızın
şeffaf, güvenilir, saygın ve başarılı olmasına
katkı sağlayacaktır. Öğretmenlerimiz belirlenen etik ilkeleri benimsemeli ve bu ilkeler doğrultusunda hareket etmelidir. Öğretmenler, etik
ilkeleri, dışsal bir denetimle değil, içsel denetimle, vicdani muhasebe ışığında hareket ederek uygulamalıdırlar.
da küçük düşürecek davranışlara maruz bırakamazlar.
- Öğrencilere, ırk, din, renk, milliyet, medeni
durum, politik ya da dinsel inançlar, toplumsal
ya da kültürel kimlik veya cinsiyete dayalı ayrımcılık yapamazlar.
- Kişisel çıkarları için öğrencilerle profesyonel ilişkilerini kullanamazlar.
- Öğrencilere ilişkin gizli bilgileri yasal gereklilikler olmadıkça ya da profesyonel hizmetlerce gerekmedikçe açıklayamazlar.
- Öğrencileriyle açık, güvenilir ve saygıya
dayanan ilişkiler kurarlar.
- Mesleki etkinlikler nedeniyle öğrenciler
hakkında edindiği gizli bilgileri, yasal ve mesleki zorunlulukların dışında kimseyle paylaşmazlar.
- Öğrencilerin başarılarını ve yeteneklerini
takdir ederler.
- Öğrencilerin hayat boyu öğrenmeyi gerçekleştirmelerini sağlarlar.
KAYNAKLAR
Aktan, C. C. (1999). Ahlak ve Ahlak Felsefesi. İstanbul:
ARI Düşünce ve Toplumsal Gelişim Derneği Yayını.
Akarsu, B. (1997). Töre, Ahlak, Etik. Cumhuriyet,
(26.07.1997).
Aydın, İ. (1998). Yönetsel Mesleki Örgütsel Etik. Ankara:
PegemA Yayıncılık.
28
Mayıs 2009
Başel, R. (2007). Özel Öğretim Kurumlarında Karşılaşı-
onassociation.org/files/Advocate_2006_18.pdf.Eri-
lan Etik Dışı Davranışlar (Denizli İli Örneği). Yüksek
şim tarihi: 19/04/09; 07:00.
Lisans Tezi, Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler
New Zealand Teachers Council (2004). Code of Ethics
Enstitüsü, Sakarya.
(For Registered Teachers and Those .Granted a Limi-
Baydar, T. (2004). Yönetim Etiği Açısından İngiltere’deki
ted Authority to Teach). http://www.scform.unipd.it/la-
Kamu Yönetimi Uygulamaları. Yüksek Lisans Tezi,
ureespecialistiche/servizieducativi/FOV2-
Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Anka-
000126D7/I001BD52B.5/NZ%20teachers%20coun-
ra.
cil.pdf. Erişim tarihi: 19/04/09; 07:00.
Campbell, E. (2000). Professional ethics in teaching: To-
Otlu, F. (1999). Muhasebe Mesleğinde Meslek Ahlakının
wards the development of a code of practice. Cam-
Yeri ve Önemi. Süleyman Demirel Üniversitesi, İktisa-
bridge Journal of Education, 30(2), 203-222.
di ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 4, 125-142.
Cevizci, A. (2002). Paradigma Felsefe Sözlüğü. İstanbul:
Özbek, O. (2007). The Levels Of Compliance Of Physical
Paradigma Yayınları
Education Teachers With Professional Ethics Codes.
Eric Document: ED494885.
Dayanç, T. (2007). Sınıf Öğretmenliği Aday Öğretmenlerinin Mesleki Etik Konusundaki Görüşleri ve Mesleki
Pelit, E. ve Güçer, E. (2002). Öğretmen Adaylarının Öğ-
Etik İkilemleri Çözümleme Biçimleri. Yüksek Lisans
retmenlik Mesleğiyle İlgili Etik Olmayan Davranışlara
Tezi, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler
ve Öğretmenleri Etik Dışı Davranışa Yönelten Faktör-
Enstitüsü, Bolu.
lere İlişkin Algılamaları. Ticaret ve Turizm Eğitim Fa-
kültesi Dergisi, 2, 95-119.
Durosaro, D. O. Code of Ethics in the Teaching Professiwww.kwsubeb.com/classroom-.management-
Pelit, E. ve Güçer, E. (2005). Ticaret ve Turizm Meslek
techniques/code-of-ethics-in-the-teachingprofessi-
Dersi Öğretmen Adaylarının Öğretmenlik Mesleğiyle
on.pdf. Erişim tarihi: 20/04/09; 07:00.
İlgili Etik Olmayan Davranışlara İlişkin Algılamaları.
on.
Gözütok, F. D. (1999). Öğretmenlerin Etik Davranışları.
Sakarya Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakül-
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi,
tesi, 2. Siyasette ve Yönetimde Etik Sempozyumu, s.
32 (1), 83-99.
71-85.
T.C. Başbakanlık Kamu Görevlileri Etik Kurulu, (2008).
İnal, K. (1996). “Sosyalist Etik”, Gelecek, C. 1/3, Kasım-
http://www.etik.gov.tr/duyurular/etikgunuvehafta-
Aralık.
si.htm. Erişim tarihi: 12/03/2008; 18:25.
İşgüden, B. ve Çabuk, A. (2006). Meslek Etiği ve Meslek
Etkileri. Ba-
Yıldız, F. (2001). Muhasebe Mesleğinde Meslek Ahlakı-
lıkesir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
nın Önemi ve Mesleğin Saygınlığını Azaltan Etmen-
9 (16), 59-86.
ler. Trakya Üniversitesi, Bilimsel Araştırmalar Dergisi,
Etiğinin Meslek Yaşamı Üzerindeki
1 (2).
Kıllıoğlu, İ. (1988). Ahlak-Hukuk İlişkisi. İstanbul: Marma-
Yılmaz, E. (2006). Okullardaki Örgütsel Güven Düzeyinin
ra Üniversitesi İFAV Yayını.
Okul Yöneticilerinin Etik Liderlik Özellikleri ve Bazı
LEA (Lincoln Education Association). (2007). Ethics and
Değişkenler Açısından İncelenmesi. Doktora Tezi,
the Teaching Profession. http://www.lincolneducati-
Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.
29
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Müştehir Karakaya
KİM ÇALDI
GÖZLERİMİ BÖYLE
güzellik uykusundaki aşkım
nice coğrafyalarda
ölümsüz atlar gibi
şahlandı durdu
bir öksüzün figanı kadar
masum ve gururlu büyüttüm hayalimi
bataklıklarımı kuruttum yağmura inat
ellerimin ayasında derin çizgiler biriktirerek
ilktim, tektim ve sondum
şimdi dışımdan da çoğaldım
kim çaldı gözlerimi böyle
çocukluğumdan beri yummadığım
yarım kalmış bir serüvenim
yazgım bana verilmiş sadaka
sanki bir imza
ruhumdaki bilmece
tırmanmamış bir doruğa tırmanıyorum
30
Mayıs 2009
lavlar bir ordu gibi
her yanım ateş ve taş
ben bir sınır çiziyorum
içimdeki birikmiş yanıklardan
sen ey beni benden çalan
teninden yeni bir elbise biçtim
hamsam beni yak ve pişir
ateşsem demirlerini erit
çelikten kılıçlara su vermek hünerinse
bengisulardan öyle geçir
bana her bakışın
içimdeki dingin yaraları sağaltır
okuyup yazıyorsam senin adınla
kır perilerini uyuttuğum flütümü
kendi varlığından geçir
kimin suyunu içsem zehir
31
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Yusuf Dursun
BİR DAĞDI
BABAM
Bükülmez bir bilekti,
Çifte vuran yürekti,
Evimize direkti;
Bir kanat açtı babam,
Mevlâ’ya uçtu babam.
Dilleri az söyledi,
Gözleri öz söyledi,
Yüreği köz söyledi;
Sınırı geçti babam,
Mevlâ’ya uçtu babam.
Bir dağdı toprak oldu,
Çınardı yaprak oldu,
Yakınken ırak oldu;
Eceli içti babam,
Mevlâ’ya uçtu babam.
32
Mayıs 2009
KARADENİZDE
SONBAHAR
Cafer Öztürk
Düşen bir yaprak görürsen
Beni hatırla demiştin.
Biliyorsun seni ben
Sonbaharda sevmiştim.
Her sonbahar gelişinde
Sarı sarı yapraklarla
Kuru dallar arasında
Sen gelirsin aklıma.
İnsana mı öyle gelir, yoksa gerçekten öyle
midir? Bilemezsiniz. Sonbaharın diğer tüm
mevsimlerden farklı olarak; hüzün ve yalnızlık
tadında, farklı bir güzelliği vardır. Bu satırları
karalarken bile sonbaharın, o hüzün ve yalnızlık tadını ne kadar çok özlemiş olduğumun farkına vardım. Öğretmenliğe yeni başlamanın
verdiği telaş ile dolu yıllar sayesinde, ömrümün
geride kalan birkaç sonbaharını, şöyle kuru
yaprakların hışırtısından, her geçen gün biraz
daha hırçınlaşan dalga seslerinden ve rüzgâr
uğultusundan uzak geçirdim. Bu belki de denizin içinde yaşayıp da denizi bilmemek gibi bir
şeydi. Çünkü sonbaharın dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar güzel yaşandığına inandığım
bir memlekette sonbaharın farkına varmadan
birkaç yıl geçirmenin başka hiçbir izahı yoktur.
ıllar önce izlediğim bir Türk filminde, bir sohbahar günü sarı yapraklar arasında dolaşan, gönlü kırık,
sevgilisinden ayrılmış bir kahramanın söylediği bir sevda şarkısının sözleriydi bunlar.
Y
Bir ayrılık şarkısıydı ve o zamanlar henüz ne
olduğunu bile anlamadığım bir takım duyguları
yansıtıyordu. Ama bütün bunlardan öte bir şarkının noktasından virgülüne, güftesinden bestesine kadar her şeyinde sonbahar vardı. Benim
bu satırlarda anlatmayı düşündüğüm sonbahar.
Artvin’e sonbahar güzelim çam ormanları
içinden kalkıp, ağır aksak ilerleyen ve artık gidip
gelmekten her taşı, her gediği ezberlemiş yayla
yollarından süzülerek inen, göç katarları ile gel-
33
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
meye başlar. Geçen koca bir kışın ardından, ilkbaharın erittiği karları kovalamak ve saçlarının
ucundan tutmak istercesine çıkılan yaylaların;
yaz boyunca, oyunlarla, türkülerle ve hepsinden öte bitmek tükenmek bilmeyen bir arzuyla
geçen çalışma günlerinden sonra yaylalardan
dönüş başlar. Kimi zaman kocabaş öküzlerin
çektiği kağnı katarları, kimi zaman da kaç model olduğu bile belli olmayan bir kamyon kasasının üzerinde kışın geçirileceği köylere, kasabalara, kentlere gelen insanlar, aynı zamanda
sonbaharın gönderdiği birer haberci gibidirler.
her gün bu yalnızlığı, bu hüznü daha da büyütecektir. Ta ki gelecek ilkbahara kadar.
Yukarılarda bütün bu uğraşmalar, didinmeler
olurken aşağılarda; sahilde pastırma yazı denilen son güzel günlerin hükmü hâlâ sürmektedir.
Ancak bütün bir yaz boyunca, çarşaf gibi durgun olan deniz artık yavaş yavaş hırçınlaşmaya, sıcak bir meltem halinde elleri, yüzleri okşayan rüzgâr, bahçelerde asılı duran çamaşırları,
nazlı bir şekilde dallarda duran yaprakları hoyratça havalandırmaya, sağa sola sallamaya
başlamıştır artık. Yükseklerden geçen göçmen
kuşlar, evlerin bahçelerinden yükselen yoğun
dumanlar, gündüzlerin her geçen gün biraz daha kısalıyor olmasının verdiği telaş, sonbaharın
sahilde de hissedilmeye başlamasını sağlar.
Sonbaharın yalnızlığı ve hüznünü ilk olarak
yaylalar yaşamaya başlar. Her ilkbaharda ya da
yazın başlangıcında kucağını kendine gelen insanlara açan yaylalar, sonbaharla birlikte yapayalnız kalırlar. Bu yalnızlık sonbaharın taşıdığı
hüznün, yaşattığı yalnızlığın sadece bir başlangıcıdır. Roller değişmiştir artık. Eriyen karlarla
birlikte insanların kovaladığı yalnızlık ve hüzün,
sonbaharda, galip ordularının başındaki bir ortaçağ hükümdarı edasıyla yavaş yavaş gelir ve
tahtına kurulur, uzak dağ başlarında. Geçen
Ağaçların, bahçelerin meyveli zamanlardaki
halleri ile sonbahardaki halleri arasında bir değişiklik görülmeye başlanır. Doğadaki hiçbir şey
eskisi gibi canlı değildir çünkü. Kısa bir zaman
öncesine kadar coşkulu türküler, çoluk çocuk
herkesin katıldığı şenlikli imecelerle şenlenen
34
Mayıs 2009
çay bahçeleri, tıpkı izleyicisi kalmamış tiyatro
salonları gibi yalnızdır artık. Kızılağaçların,
akasyaların üzerlerine uzatılmış ve aradan geçen zaman içinde bu ağaçlara kırk yıllık dost
edasıyla sarılmış kara üzümler ise artık üzümden çok bir pekmez kıvamındadır. Bütün bir yazı yeşil ve geniş yapraklar arasında, kış boyunca yakalanılacak soğuk algınlıklarına karşı doğal ilaçlar yetiştirmekle geçiren ıhlamur ağaçları, uzun süren yaramazlıkları sonrasında uyuyakalmayı bekleyen afacanlarıdır doğanın.
Kemalpaşa-Sarp yoluna yürüdüğünüz zaman
sonbahar hüznünün yanında, bir zamanlar sayısız yolcuya yol olmuş, günümüzde ise artık
yolcularının parmakla sayıldığı bir yolun yalnızlığına, sessizliğine tanık olursunuz. Sahilden
geçen yeni yolun açılmasından bu yana, belki
de hiç onarılmamış, şimdilerde yoldan çok bir
patikayı andıran bu eski yol sonbaharın yalnızlığını bir kez daha yaşatır sizlere. İlerledikçe
seyrekleşen evlerin arasında, baştan aşağı kızıl
bir gelinliğe bürünmüş bir kestane, kararmaya
yüz tutmuş yapraklarıyla geçen baharın, yazın
matemini tutan bir kızılağaç, yorgun ve artık
dinlenmeye çekilmek isteyen ihtiyarlar gibi
mağrur bir ıhlamur ya da gelen kışı doğada kalan kuşlara iyi bir ev sahipliği yapmak için heyecanla bekleyen çamlar, karayemişlerle karşılaşırsınız.
Sahilden yukarılara bakıldığında ağaçlarda
sarının, kızılın ve kahverenginin bin bir tonunu
görürsünüz. Yeşilin bin bir tonunun yaşandığı
Karadeniz bu kez güz renklerinin bin bir tonunu
gösterir hayat sahnesinde.
Artık uzun yaz günleri sona ermiştir. Gönlünüzde geride kalmış bir yazın belki de neşe
içindeki günlerinin burukluğu ile dolaşırsınız bir
süre. Böyle günlerin birinde Orta Hopa’dan eski
Serenderlerin kenarlarına asılmış mısır hevenkleri, bir bahçenin uzak uçlarından bir yerlerde dökülen yaprakların tersine sapsarı renk-
35
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
leriyle dallardan hiç ayrılmayan hurmalar çarpar
gözünüze. Yaşamın yapraklarda son bulmasına
inat; bahçelerde büyük bir yaşama umuduyla
açan kasımpatılar ve hemen her evin önünde
gün geçtikçe olgunlaşan, olgunlaştıkça sarıdan
turuncuya dönen mandalina ve portakallar yaşamın sonbaharda da sürdüğünün göstergesidir.
doyamazsınız kış boyunca.
Doğada böylesine yoğun bir şekilde süren
hüzün çok geçmeden insanı da alır etkisine. Artık uzun yaz günlerinin ardından yaşadığınız
veya yaşayamadığınız ama hep geç kaldığınız
fikri gelir, yerleşir içinize.
Artık yükseklerden akıp giden bulutların geride bıraktığı boynu bükük bir gurbetçisinizdir.
Ve sizin payınıza bu sahnede düşen rol gidenlerin ardından bakıp, el sallamaktır. Eylül sonlarında, bir ikindi üzeri ansızın kara bulutlarla kapanır gökyüzü. Güneş yeniden açtığında, yol
kenarlarındaki çukurluklarda biriken sular, yalnızlığımızın içimize akıttığı gözyaşlarıdır.
Yaz mevsiminde, yolcuları her zamankinden
daha az olan eski yolda, dağlara, çay bahçelerine çıkan patikalarda artık tek tük insanlar göze çarpar. Bu yolun, patikaların devamlı yolcuları avcılar ve kışlık odun yapma telaşındaki insanlardır sonbaharda. Omuzlarında balta ya da
motorlu testerelerle ormana odun yapmaya ya
da ellerindeki bir çubuğun ucuna bağladıkları
kuşlarla çerge adını verdikleri siperliklere, atmaca yakalamaya giden bu insanları sık sık
görmeye başlarsınız çevrenizde.
Hüzünlü bir sonbahar günü, yürüdüğümüz
bir yolda ayağımızın altında ezilen yapraklardan gelen çıtırtılar, aslında herkesin içinde yaşattığı melankoliyi bir yapraktan duymaktan
başka bir şey değildir.
Ama bunlar da sonbaharın hercai görüntülerinden başka bir şey değildir. Bir süre sonra onlar da seyrekleşir ve kaybolur, bir sonra ki sonbahara kadar.
Bu mevsimde sarı yapraklarla kaplanmıştır
Kavakdibi. Asırlık ıhlamur ağacının altında belki
de ömürlerinin son demlerini süren Orta Hopa
ihtiyarları acaba kaç sonbahar dinlemişlerdir ıhlamur ağacının söylediği bu melankolik şarkıyı?
Ya da asırlık ıhlamur ağacı, bitmez tükenmez
bir sabırla kim bilir kaç kez söylemiştir sonbahar
şarkılarını?
Gittikçe kısalan günler her yerde, hep bir
şeylere, bir yerlere geç kalmış olmanın verdiği
bir telaşı yaşatır. Kış bastırmadan odunlar tamamlanmalıdır. Dört bir yandan gelen motorlu
testere sesleri, kaynatılacak pekmezlerin, konservelerin, hazırlanacak küme papasının pişirileceği ateşin yoğun dumanı neredeyse her yerden duyulur ve görülür. Serenderlerin uzatmalarına asılmış mısır hevenkleri, bahçenin değişik yerlerine asılmış kurutulmayı bekleyen ve
ıslanmamaları için el ne iş yaparsa yapsın, göze gökyüzünü kollatan fasulyeler, biberler ve
daha neler neler. Bu kadar emek ve alın teri ile
hazırlanan odunun ateşinde ısınmanın, sonbahar güneşinde kurutulmuş yiyeceklerin tadına
Bir yanda yaramaz bir çocuk gibi hırçınlığıyla deniz, bir tarafta bir zamanlar evlerimizi, kahvelerimizi süsleyen; yolcu minibüslerinin değişmez aksesuarı ağlayan çocuk gibi mahzun, yorgun, sarı, sapsarı ağaçlar...
Ve bütün bunları doğaya, insanlara, kasımpatılarla, göçmen kuşlarla, bir yerlere gizlenmiş
elleriyle sunan bir Karadeniz sonbaharı...
36
Mayıs 2009
GÖNÜL DEFTERİMDEN
NOTLAR
Mehmet Nuri Yıldırar
ye’ye gelemediğinden Ordu’ya gidip geri dönmek zorunda kaldım. Tekrar İlçe Millî Eğitim
Müdürlüğüne intikal ettiğimde vakit çoktan öğleni aşmış, gün akşama dönmüştü. Göreve
başlamam için Millî Eğitim Müdürlüğünden
alacağım evrakla okula gitmem gerekiyordu.
Vakit geçti ve memur gönülsüz davranıyordu.
Neredeyse nereden çıktın, der gibiydi. Bu yüzden işi ağırdan alıyor ya da bütün işler zaten
ağırdan alınarak yapılıyordu da ben o zamanlar bunu bilmiyordum.
Gurbet O Kadar Acı Ki...
1.
17 Kasım 1986 tarihi, öğretmenlik rüyalarımı gerçeğe dönüştürmek için attığım ilk adım. Rüya
gibi bir yere gidiyordum, inci bir
gerdanlık gibi denizin kıyısına dizilen Ünye’ye...
Tayinimin Ünye’ye çıktığını duyan herkes
ne kadar şanslı olduğumu söylüyordu. Nihayet
şansımı sınamak için cebimde kararnamem
yollara düştüm. Bir yatak, bir yorgan ve ufak
tefek eşyasından oluşan göçümü sırtlayarak
Faruk Nafiz’in izinden:
2. Pelitliyatak Neresi?
Memur bir taraftan yazı çizi işleriyle uğraşır-
“Gidiyorum gurbeti gönlümde duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya...”
Henüz tam olarak yaza veda etmeyen Adana’dan yola çıktım. Kışı yaşamakta olan Orta
Anadolu’dan geçerek sabahın erken saatlerinde Ünye’ye indim. İner inmez de aceleyle İlçe
Millî Eğitim Müdürlüğünün yolunu tuttum. Ankara’dan bana ulaşan kararname henüz Ün-
37
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
rarsız adımlarla dışarı çıkıp deniz kenarına attım kendimi. Balıkçı teknelerinin haraç mezat
balık pazarladığı İskelenin ucuna kadar yürüdüm. Belıkçıl kuşların haykırışları arasında Karadeniz’in hırçın dalgalarının çıkardığı ritmik
seslere kendimi bıraktım. Dalgaların kıyıya
çarparken çıkardığı ses ve engin deniz alıp beni götürdü eşyanın ötesine. Gün batımı bütün
ihtişamı ile son oyununu oynarken denizle
kendime geldim. Denizi kızıla boyayarak ufukta kaybolan güneşin ardından uzun uzun baktım. Gün batarken birden üşüdüğümü hissettim, üşümek yaşamak gibi geldi bana. Şimdi
daha iyiydim.
ken bir yandan da bana laf yetiştiriyordu. O da
hâlinden şikayet ediyor, fırsat bulmuşken içini
döküyordu. İşler uzayınca atandığım okulu
görmek için memura:
- İşlemler devam ederken okulu görebilir miyim, diye sordum. Cevap tam bir şok yarattı
üzerimde.
Memur:
- Bugün göremezsiniz hocam. Okul Pelitliyatak’ta, zaten otobüsü de gitmiştir, dedi.
İlk şok, ilk şaşkınlık... Pelitliyatak da neresi?
Kararnamede böyle bir şey yazmıyordu. Birden Ünye’ye ilişkin hayallerim soluklaştı, rengini kaybetti. Yüreğimdeki heyecan yerini şaşkınlığa bıraktı. Bu şaşkınlıkla bir süre ne yapacağımı bilemeden kalakaldım. Kendime gelince memurdan Pelitliyatak’ın neresi olduğu ve
oraya nasıl gidebileceğimle ilgili bilgi aldım.
Memur anlattıkça her söz kurşundan bir yük gibi ağırlaşıyor, yüreğimi eziyordu. Daha maçın
başında mağlubiyeti kabul etmiş boksör gibi
havlu atmak üzereyken memur:
Konakladığım otelin odasına çıkarken derin
bir muhasebe içindeydim. Kısmen rahatlamış
ama bir karara varamamıştım. Ayın çekimine
kapılan deniz gibi gelgitler arasında sabahı zor
ettim. Evrakı aldıktan sonra daha iyiydim. İlk
şoku atlatmıştım. İdealist bir ruhla, karşıma çıkacak yeni sürprizlere şimdi daha hazırdım.
Artık hiçbir şey beni yolumdan döndüremezdi.
Okulun Ünye’de olduğunu düşündüğümden
yanıma palto almamıştım ve şimdi üşüyordum.
Ceketimin önünü ilikleyerek yakasını diktim,
âdeta içine gömüldüm ve yürümeye başladım.
- Artık göreve başlamış sayılırsınız hocam,
isterseniz yarın sabah da gelip evrakı alabilirsiniz, dedi.
3. Siste Yolculuk
“Hocam” sözcüğü sevinçle karışık içimi ürpertse de kader “beyaz kağıda sütle yazılmış
yazı” gibi belirsizdi benim için. Her dakika yeni
bir istikamete yöneltiyordu beni. İsteksiz ve ka-
Beldenin Ünye’deki hareket noktasına gittim. Otobüs saat on dörtte hareket edecekti.
Daha vaktim vardı. Bu boşluktan yararlanarak
kıyıya kadar yürüdüm. Amacım hem çevreyi
tanımak, hem de vakit geçirmekti. Hep özlemini çektiğim deniz ayaklarımın ucundaydı. Ancak o da bana keyif vermiyordu. Hareket saatine yakın elimde eşyalarımla otobüsün kalkacağı yere geldim. Burası pek çok yerde olduğu
gibi bir kahvehâneydi. Ötede beride kümeler
hâlinde bırakılmış eşyalar sahibini bekliyordu.
Ben de göçümü yerleşeceğim yeri belirledikten
sonra almak üzere buraya emanet bıraktım.
Kamyondan bozma belediye otobüsü ile saat on dörtte yola çıktık. Yolumuzun otuz kilo-
38
Mayıs 2009
kü Karadeniz’de yükseltinin artmasına paralel
sis yoğunlaşıyor ve görüş alanını neredeyse
sıfırlıyordu. Hele ağuların yamaçları pembenin
ve yeşilin her tonuna boyadığı baharda, sis
dizlerinize kadar yükselip vadileri griye boyayınca manzara görsel bir şölene dönüşüyordu.
metre civarında olduğunu öğrendim. En çok bir
saatte Pelitliyatak kasabasına varacağımızı
düşünürken şoförün mütebessim “inşallah!”
sözü, bu tahminimin pek de mümkün olamayacağını işaret ediyordu. Bu düşünceler arasında
Reşat Nuri’nin Anadolu Notları bölük pörçük
geçti gözlerimin önünden. Çalıkuşu’nun Feride’sini düşündüm.
Yolda köyler, kasabalar geçtik. Yolun sonuna yaklaştıkça otobüsteki yolcular da tek tük
eksildi. Derken Akkuş’a dokuz-on kilometre
kala, Dumantepe’de anayolu terk ettik. Artık
daha kötü ve riskli bir yolda bata çıka ilerliyorduk. Yolun bozukluğundan mı, arabanın gürültüsünden mi bilmiyorum kimsenin bir şey sormamasından kendimi görünmez adam gibi düşünürken yandaki koltukta oturan orta yaşlarda bir bey:
Ünye’den uzaklaştıkça yerleşim yerlerinde
farklılaşan mimari, yaşama şartları, buraların
medeniyeti yirmi otuz yıl geriden takip ettiğini
gösteriyordu. Kendimi bir an için büyüklerimin
elli yıl öncesinin yol hikâyelerinde hissettim.
Üstelik bu yol Ünye’yi Akkuş’a ve Çamlıbel
üzerinden Niksar’a bağlayan bir yoldu. Ama
ne yol! Yolun hâli ve otobüsün yamacı tırmanırken azalan hızı yol süresi ile ilgili tahminimde çok yanıldığımı gösteriyordu. Aracın arada
bir çıkardığı “zıst” sesi, “Han Duvarları”ndaki
arabacının ıslığını hatırlattı bana, yol da aynı
yol!..
- Yabancısınız galiba, ne iş yapıyorsunuz,
diye sorunca derin bir “oh!” çektim. Demek görünmez adam değilmişim.
- Öğretmenim, dedim, Bunu söylerken biraz
böbürlendiğimi hissediyorum. Öyle ya artık öğretmendim. Bekledim ki başka sorular da ğelsin. Hayır, yol boyunca kurabildiğim tek diyalog
bu oldu.
Henüz hava kararmamıştı ama önümüzü
görmek gittikçe zorlaşıyordu. Bir süre sonra,
yürüsek arabadan daha hızlı gideceğimiz kanısı ağır basmaya başladı. Saat on dörtte başlayan yolculuğumuz sona ermeden gün karardı
Canik Dağlarının zirvesinde. Yüksek ve ormanlık bir alanda ilerliyorduk. Sileceklerin arada bir hareketlenmesinden dışarıda hafif bir
yağmurun yağdığı anlaşılıyordu.
Kasabaya yaklaştığımızı anlamak için bütün dikkatimi dışarıya veriyorum. Bakınırken
şairin mısraları düşüncelerime tercüman oluyor:
“Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali”
Yükselti arttıkça yolculuğumuz ilgi çekici bir
hâl alıyordu. Gittikçe koyulaşan karanlığın içinden geçiyorduk. Cama yapışmış gibi dışarıyı
gözetlerken birden otobüs durdu. Elinde fenerle muavin aşağıya indi. Ne olduğunu anlamaya, aşağıya inmeme gerek olup olmadığını
kavramaya çalışıyorum. Muavinin inmesi dışında bir aksilik görünmeyince ve kimsede bir
hareket olmayınca aşağıya inmedim. Anlaşılan
bu durum alışılmış bir durumdu. Muavin önce
biz otobüsle arkada bir süre gittik. Sonra muavin bindi otobüse. Bunu birkaç kez yaptı. Çün-
39
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
karışarak dağılıyor. Çay içiyor ve bekliyorum.
Yolun kenarındaki “Pelitliyatak, Nüfus:
3451” levhasını görünce evlerin çoğalmasını,
ışıklı yolları, elektrik ve telefon direklerini görmek istiyorum. Bunların hiçbirini göremeden
belirsizlik içinde ilerlerken birden otobüsümüz
durdu. Muavin:
Düşünceler içinde gezinirken içeriye iki kişi
girdi. Biri kısa boylu, şapkalı, parkalı ve biraz
şişmandı. Diğeri zayıf ve uzun boylu, kıvırcık
saçlıydı. Üzerinde sadece ceketi vardı. Kapıdan girdikten sonra bir müddet bekleyip içerisini süzdüler. Birini arar gibi bir hâlleri vardı. Bakışlarımız karşılaşınca oturduğum masaya yöneldiler. Selam verip oturdular. Kısa bir tokalaşma ve hoş geldin faslından sonra uzun boylu, kıvırcık saçlı olanı söze girdi:
- Son durak, bagajı olanlar beni izlesin, dedi.
Muavinin ardından aşağıya indim. Yağmur
hâlen yağıyordu ve yerler çamurdu.
4. Burası Pelitliyatak
- Ben Hüseyin, arkadaşım Necdet, Aşağı
Mahalle İlkokulu’nun öğretmenleriyiz. Siz de
ortaokulun yeni öğretmeni olmalısınız, zaten
bu mevsimde öğretmenden başka kim buralara gelir ki dedi. Son sözlerini söylerken dudaklarına acı bir gülümseme yerleşti Hüseyin’in.
Belli ki, buralarda kalmaktan muzdarip. Bana
da, buralara nasıl düştün der gibi acıyan gözlerle bakıyordu. Ben de:
Otobüs farlarının yolu aydınlatmasından yararlanarak seke seke kenara çıktım. Bir çamur
deryasının içinde durmuş otobüs. Etrafıma yakınarak gideceğim yeri kestirmeye çalıştım.
Karşıda, buğulanmış camların arkasında titreyen lüks lambasının aydınlattığı kahvehâneye
yöneldim, bata çıka ilerleyerek içeri girdim. Selam verip çoğu boş olan masalardan birine
oturdum. Ayaklarıma bakınca sekmelerin bir
işe yaramadığını ve ayakkabılarımın çamur
içinde olduğunu gördüm. Mahçubiyetten olsa
gerek ayaklarımı hemen masanın altına çektim. Bir çay istedim. Çayımı içerken etrafımı incelemeye başladım. Ortada gürül gürül yanan
bir soba, etrafında bir iki kişi... Herkes kendi
hâlinde. Yabancılığımı kimse fark etmiyor. Çayın ince çizgiler hâlinde yükselen buğusu kahvehânenin tavanını kaplayan sigara dumanına
- Sizi gördüğüme çok sevindim. Adım Mehmet Nuri, edebiyat öğretmeniyim. Mustafa Necati Çetinkaya Ortaokulu Türkçe öğretmeni
olarak atandım, diyerek kendimi tanıttım.
Memnuniyetimi her hâlimle belli ediyorum. Sevincim sözlerime, jest ve mimiklerime yansıyor.
Nasıl memnun olmam ki birkaç saatten beri tek
başıma umutsuzca beklediğim bu dağ başında
iki can yoldaşı bulmak az şey miydi?
O akşam Hüseyin’le Necdet’in birlikte kaldığı ilkokul lojmanına misafir oldum. Sofralarını
ve yüreklerini paylaştılar benimle. Hesapsız kitapsız ve içten; insan gibi... Bu yakınlığı ömrümün hiçbir döneminde unutmadım. Hâlen aziz
bir hatıra gibi muhayyilemde taşıyorum. Bu
dağ başında iki isimsiz kahramanın yürekleriyle ısıttıkları evde hayatımın en lezzetli yemeğini yemiş ve en tatlı uykusunu uyumuştum. Onlara minnet borçluyum. İyi ki vardınız.
Şairin köy öğretmenleri için söylediği gibi:
40
Mayıs 2009
“Siz kara göklerin yıldızları,
Işıtın yurdumuzu sabaha kadar!
Ama düşe kalka, ama yiğit, ama umutlu...
Alın benim gönlümden de o kadar.”
Alın benim gönlümden de o kadar...
6. Ben Artık Öğretmenim
Ben okulun etrafını birkaç kez dolandıktan
ve orasını burasını kurcalarken zayıf, şapkalı
bir genç telaş içinde çıkageldi. Âdeta suç üstü
yakalanmış, ne diyeceğini şaşırmıştı. Aceleyle
elini uzatarak:
5. Turgut Özal Caddesi’nden Okula
- Hoş geldiniz, ben okulun hizmetlisi Mevlüt,
siz de yeni Türkçe öğretmenisiniz herhâlde,
dedi. Elimdeki çantayı alıp okulun kapısına yöneldi. Onu izlemekten başka çare yoktu. Yığma taştan yapılan üç dört basamaklı merdivenden çıkarak okuldan içeri girdik. Okul üç sınıf ve müdür odasından ibaretti. Müdür odası,
hem memur odası hem de öğretmenler odası
olarak kullanılıyordu. Ancak ortalıkta ne memur, ne müdür, ne öğretmenler ve en önemlisi
ne de öğrenciler vardı.
Kış olmasına rağmen, ertesi gün Pelitliyatak’ta yeşil ve güneşli bir sabaha uyandım.
Gürgen ağaçlarının göğe yükseldiği ve sisin
vadinin derinliğine gizlendiği serin bir Karadeniz sabahında yaptığımız mütevazı kahvaltıdan sonra kasabanın merkezine doğru yola
çıktım. Nihayet okulumu görecek, ilk öğrencilerime kavuşacaktım.
Sağında solunda tek tük evlerin sıralandığı
yoldan geçtikten sonra evlerin sıklaştığı ve dış
görünümlerinden iş yeri oldukları anlaşılan yapıların iki tarafını kapattığı bir yola ulaştım.
Üçer beşer ev ve iş yerinin çevrelediği yolun
girişinde asılı levha ister istemez beni gülümsetti.
Biraz sonra dışarıdan sesler gelmeye başladı. Birkaç çocuk ve bir iki kişi okulun bahçesinde konuşuyordu. Biz de dışarı çıktık. Mevlüt
Efendi bahçedekileri imam, öğrenci ve öğrencilerin velileri olarak tanıttı, beni de yeni Türkçe öğretmeni diye takdim etti onlara.
Kasabanın çarşısını(!) geçtikten sonra önüme çıkan düzlüğün ilerisinde yolun alt tarafında kasabanın camisi, üst tarafında ortaokul binası vardı. Okulun arkasında da kasabanın
mezarlığı... Okulun kapısını kapalı buldum. Ortalıkta kimseler yoktu. Okulun etrafını dolaşarak yanlış yere gelip gelmediğimi anlamaya
çalıştım. Levhada yazılı isimden okul binası olduğu kesindi lakin ne öğrenci vardı ne de öğretmen.
Mevlüt Efendi, gösterdiği tedbirsizlikten dolayı mahçup ve tedirgin duruyordu. Sürekli bir
şeyler anlatıyor, kasım ayının sonlarına gelinmesine rağmen okulun doğru dürüst açılamadığını, zaten öğrencilerin de okula gelmediğini
anlatıyor, muhtemelen vaziyeti idare etmeye
çalışıyordu.
Okul binası prefabrik malzemeden yapılmış
derme çatma bir binaydı. Siyasi bir yatırım olduğu her hâlinden belliydi. Öyle ki zaten elektriğin bulunmadığı kasabada aceleden okulun
su hattı bağlanmamış ve en önemlisi tuvaleti
bile unutulmuştu. Okulun bahçesine yığılan ve
sahipsizlikten dağılan inşaat malzemesi muhtemelen eksikleri tamamlamak için getirilmişti
ancak o da ilgisizlikten ve talandan nasibini almıştı.
41
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Nisan ayının başlarında ağular çiçek açtı.
Ağular çiçek açınca pembeye boyandı Canik
Dağlarının yamaçları. Yeni bir mevsim başladı
Karadeniz’de. Baharla birlikte kurulmaya başlayan kasaba pazarı ortalığı şenlendirdi. Pazar
yerinde çoluk çocuk, genç ihtiyar herkes bir faaliyet içinde olurdu. Cuma günleri kurulan kasaba pazarı aynı zamanda bir görüşme ve buluşma yeriydi. Genç kızlar ve delikanlılar “yabanlıklarını” giyer bir aşağı bir yukarı “pazar
ederlerdi.” Pazar, onlar için âdeta bir görücüye
çıkma fırsatıydı. Bazen pazarın ardından düğün parası denkleştiremeyen gençlerin “samanlığı seyran” eylediği haberleri ortalıkta dolaşır, buna çeşitli hikâyeler uydurulurdu. “Öğretmene varamadım, naylon çorap giyemedim”
türküsü de bu türden rivayetlere uyan bir hikâyeydi:
Mevlüt Efendi’yi yanıma alıp kasabanın tek
toplanma yeri olan kahvehânesine gittik. Niyetim kalacak bir yer ayarlamak ve Ünye’de emanet bıraktığım eşyalarımı getirmekti. Kısa bir
araştırmanın sonunda ev bulamayacağımı anladım. Tek ihtimal kalıyordu geriye. Okula kırk
beş dakika yürüme mesafesinde olan ve geldiğim ilk gece misafir olduğum ilkokulun lojmanında kalmak. Hüseyin ve Necdet ilk gün araladıkları gönül kapılarını bir kez daha bana açtılar.
Kasabadaki ikinci günümde okulun memuru
geldi. Okul müdürü hâlâ ortalıkta yoktu. Memur
göreve başlamam için gerekli evrakı hazırladı.
İş okul müdürünün imzasına kaldı. Hafta sonu
Ünye’ye gidip eşyalarımı getirip lojmana yerleştim. Müdür ertesi pazartesi günü geldi. Elbirliğiyle okulu öğrencilerin hizmetine açtık.
Bütün sözel derslere ben giriyordum, fen ve
matematik derslerine de okul müdürü giriyordu.
“Pelitliyatak’ta işittiğim rivayete göre Akkuş’un köylerinden birinde bir ilkokul öğretmeni görev yapmaktadır. Öğretmen şehirle köy
arasındaki köprüdür. Medeniyetin köye yansıyan yüzüdür. Naylon çorap giymek bir özlemdir
köylü için, medeniyetle tanışmaktır. Öğretmene aşık olan ancak ailesi tarafından köyün çobanı ile evlendirilen genç kız, öğretmen köyden ayrılıp gidince hem talihine ağıt yakar,
hem de içindeki naylon çorap giyme özlemini
bu türkü ile dile getirir...”
Toplam yirmi iki öğrencimiz vardı. On biri orta iki, on biri orta üçüncü sınıftaydı. Orta birinci sınıfa o yıl öğrenci alınmamıştı. Karlı bir kışın bizi zaman zaman mahsur bıraktığı, ilçeye
inemediğimiz için aşsız ekmeksiz kaldığımız
birinci dönemi iki öğretmenle atlattıktan sonra
ikinci dönem birkaç öğretmen daha atandı
okulumuza. Şubat, Mart derken 1987 yılının
Nisan’ına ulaştık.
Ünye ve Pelitliyatak yirmi iki yıllık öğretmenlik hayatımın en meşakkatli aynı zamanda en
zevkli günlerinin hatırasını taşır. Pişmanlıklarımın, imkânsızlıklara meydan okuyuşumun, delice kararlarımın ilk durağıdır burası. Geriye
dönüp her baktığımda burada geçen zamanın,
dudaklarımda yarım kalmış bir “hayali cihan
değer” tebessüm olduğunu görürüm. Yol vermeyen dağlar, açılmayan yollar ve pembeyle
yeşilin her tonunu içinde barındıran yaylalar
uzaktan bana el eder.
42
Mayıs 2009
GÜNDEM
Bakan Çelik, 'Medeniyetler İttifakı
İkinci Forumu'nda Konuştu
Çırağan Sarayı'nda düzenlenen Medeniyetler İttifakı İkinci
Forumu çerçevesinde "Diyalog
İçin Eğitim: Barışı İnsanların Zihinlerinde İnşa Etmek" başlıklı
3. Genel Kurul Oturumu yapıldı.
Millî Eğitim Bakanı Doç. Dr.
Hüseyin Çelik, oturumda yaptığı
konuşmada, diyaloğun olabilmesi için insanların öncelikle
birbirlerini tanıması ve anlaması
gerektiğini belirterek, "En çok
hoşlanmadığımız şey en çok
bilmediğimiz şeydir, en çok anlamadığımız şeydir" dedi.
Bir öğrencinin eğer bir dersten nefret ediyorsa o dersi anlamadığı için nefret ettiğini ifade
eden Çelik, öğrencilerin en hoşlanmadığı dersin onların anlamadığı ders olduğunu söyledi.
Bakan Çelik, "Barışı zihinlerde kurabilmek için öncelikle
okullardan, çocuklardan, ders
kitaplarından, eğitim müfredatlarından başlamak lazım" diye
konuştu.
İnsanların hayallerini hatıralarının önüne geçirmesi gerektiğine de işaret eden Çelik, şöyle
devam etti: "Eğer 15, 16, 17, 18.
yüzyıllarda meydana gelen
olayları bugünün yükselen değerleri, bugünkü demokratik anlayış ve genel kabuller çerçevesinde değerlendirirsek aslında
sınıfı geçebilecek, karnesi düzgün olan çok fazla ülke ve millet
bulamazsınız. Biz önümüze
bakmak zorundayız. Sürekli dikiz aynasına bakarak kimse
araba kullanamaz. Arabanın bir
küçük dikiz aynası vardır. Arada
bir arkanızı yoklamanız lazım
ama çok büyükçe bir ön camı
da vardır. Oradan mutlaka önünüze bakmak zorundasınız ve
önünüze bakarak araba kullanırsınız. Tarih eğitimi şüphesiz
ki son derece önemlidir. Geçmişte olan bitenleri yeni nesillere aktarmak çok önemlidir. Niçin
önemlidir? Geçmişte düşülen
hatalara bugün tekrar düşmemek için önemlidir."
Tarih öğretiminin bütün milletler için önemli olduğuna dikkatleri çeken Bakan Çelik, "Milletler arasında tarihte yaşanmış
olan acıları eğer bugüne taşımak için tarih eğitimi verirseniz
zihinlerde barışı inşa edemeyiz"
dedi.
Çocuklara küçüklükten itiba-
43
ren “insan olmak” gibi bir üst
kimlik duygusu verilirse dünyada barışın inşa edilebileceğini
belirten Bakan Çelik, insan olmanın karşıdakini ötekileştirmeden onu kabullenmeyi ve saygı
duymayı gerektirdiğini anlattı.
Bakan Hüseyin Çelik, hiçbir
insanın birbirine benzemediğini,
aynı yumurta ikizlerinin bile birbirlerinden farklılıkları olduğunu
belirterek, bu kadar farklılığa
rağmen insan olmak gibi bir üst
kimlik olduğunu ve bu çokluk
içinde birliğin gerçekleşebileceğini kaydetti.
"Ben insanların kendi şahsi
özelliklerini koruyarak, milletlerin kendilerine has özellikleri ve
güzellikleri koruyarak birbirleriyle anlaşmalarını, farklı dinlere
mensup olan insanların, farklı
inançlara mensup olan insanların farklılıklara rağmen bir arada
yaşamalarını gökkuşağının güzelliğine benzetirim" diyen Bakan Çelik, gökkuşağı renklerinin
armonik olarak bir arada bulunduğunu ifade etti.
Bakan Hüseyin Çelik, "İnsanlar eğer sen veya ben anlayışına sahip olursa yeryüzünde
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
barış olmaz. Bu ‘veya’ kelimesini ‘ve’ ile değiştirmek zorundayız. ‘Sen veya ben’ yerine, ‘sen
ve ben’ dersek, herkes bu halka
içine girer. ‘Sen veya ben’ anlayışı düellocu bir anlayıştır. ‘Ya
sen ya ben’ ile insanlığı karşı
karşıya bırakmamalıyız. ‘Hem
sen hem ben’ demek zorundayız" diye konuştu.
unsurlardan ders kitaplarını
ayıkladık." dedi.
Eğitimde 40 yıllık müfredatın
bu anlayışla değiştirildiğini de
kaydeden Bakan Çelik, "Komşuları, başka milletleri rahatsız
edeceğini düşündüğümüz bütün
Bakan Çelik, barışın zihinlerde, beyinlerde ve yüreklerde inşa edilmesinde eğitimin anahtar
kelime olduğunu vurguladı.
"Okul Liderliğinin Geliştirilmesi"
Konferansı
Millî Eğitim Bakanı Doç. Dr.
bir yönetici' demek değildir. Bir
sayan, okul idarecileri, öğret-
Hüseyin Çelik, Başkent Öğret-
okulda, hademeden tutun teknik
menler ve öğrenciler üzerinde
menevinde, MEB Dış İlişkiler
personele, idare memurlarından
yaptığı araştırmaya değinen Ba-
Genel Müdürlüğü ve OECD iş-
öğretmenlere, müdüre tüm oku-
kan Çelik, "OECD, bu birikimi
birliğiyle düzenlenen "Okul Li-
lun işleyişinde söz ve rol sahibi
bizlerle paylaşıyor. Bu çalışta-
derliğinin Geliştirilmesi" konulu
olanlar, bunun dışında okul aile
yın temel amacı budur. 21. yüz-
konferansa katıldı.
birliği, öğrenciler, hepsi eğer bu
yılda okul liderliği nasıl olmalı-
halkanın içine dahil edilmiyorsa,
dır, nasıl olmamalıdır? Bu soru-
eğer onların düşünceleri değer
ların cevabını araştırdığımız za-
bulmuyorsa, orada başarılı bir
man uluslararası bir tecrübeden
yöneticilikten söz etmek müm-
yararlanacaksak, bu çalışma bi-
kün değildir. Okul idaresi, tüm
zim için çok önemli bir veri oluş-
öğretmenler, yardımcı personel,
turacaktır" diye konuştu.
Konferanstaki konuşmasında, yönetim ve okul liderliği anlayışının değiştiğini belirten Bakan Çelik, 40-50 yıl önceki yönetim anlayışına göre, bugünün
ve yarının okullarını yönetemeyeceklerini söyledi.
veliler ve öğrencileri sürece dahil etmeyen, onlarla birlikte ar-
Artık yönetimden çok "yöne-
monik bir çalışma sergilemeyen
tişim" anlayışının hâkim olduğu-
bir yönetici, asla başarılı bir yö-
nu ifade eden Bakan Hüseyin
netici değildir."
lü" biçmenin doğru bir anlayış
olmadığını bildirdi.
tiştirilmesi gerektiğini vurgulayarak, "Okulların modern çağın
Okul liderliğinden söz edilir-
mesi, insan yönetiminin ve eğiti-
ken, bir işletmenin liderliğinden
minin bu anlayışla yapılması,
söz edilmediğini vurgulayan Ba-
artık kesinlikle kaçınılmazdır"
kan Çelik, "Okulda insan, finans
ifadesini kullandı.
Bakan Çelik, şunları kaydet-
yönetimiyle birlikte aynı zaman-
ti: "Bir okul müdürü düşünün,
da bilgi yönetimi de vardır" dedi.
birlikte çalıştığı her insanı, eğer
o yönetime katmazsa, 'başarılı
nının küresel şartlara göre ye-
gerektirdiği bir anlayışla yönetil-
Çelik, modern yönetim anlayışında yöneticilere "lokomotif ro-
Bakan Çelik, günümüz insa-
OECD'nin birçok ülkeyi kap-
44
2005 yılından itibaren her
okulun müstakil bütçesi olduğunu anımsatan Bakan Çelik, Ma-
Mayıs 2009
yıs ayından itibaren bütün okul-
Bakan Çelik, "20-30 yıl aynı
Konferansın açılışında konu-
larda "e-bütçe" uygulamasına
okulda çalışan, o okulu kanıksa-
şan Dış İlişkiler Genel Müdürü
geçileceğini bildirdi.
yan, artık heyecanını yitirmiş
Prof. Dr. İbrahim Özdemir de, iki
olan arkadaşlarımıza 'mekân
gün sürecek olan toplantının
değişikliğinde ferahlık var' de-
önemli bir eksikliği gidereceğini
dik. Ama ne yazık ki statükocu
söyledi.
Bakan Hüseyin Çelik, yöneticilik kabiliyetinin çok önemli olduğunu da belirterek, okul müdürleriyle ilgili yaptıkları yönetmelik değişikliğini hatırlattı.
anlayış bundan da hoşlanmadı"
dedi.
6. Dönem Türkiye Öğrenci Meclisi
6. Dönem Türkiye Öğrenci
Meclisi TBMM Başkanvekili Eyyüp Cenap Gülpınar'ın başkanlığında toplandı. Gülpınar'ın,
birleşimi açmasının ardından İstiklâl Marşı okundu.
Başkanvekili Gülpınar, yaptığı konuşmada, öğrencileri, millî
iradenin temsil edildiği Türkiye
Büyük Millet Meclisinde görmekten büyük memnuniyet duyduğunu ifade etti.
Öğrencilerin, geldikleri yerlerin güzelliğini, ülke ve yurt sevgisini, başarma ve ilerleme azmini, Meclise getirdiklerini ifade
eden Gülpınar, şöyle konuştu:
"Meclisimizi umut ve başarma
heyecanıyla doldurdunuz. Sizler, coşku ve ideallerinizle gelecek güzel günlerin habercilerisiniz. Bu ideallerinizi ve coşkunuzu hiç kaybetmemeniz en büyük
temennimizdir. Başarma azminizi bilimin ateşiyle tutuşturup,
yarınlara ışık tutacağınıza inancımız tamdır. Okullarınızda ve
illerinizde yapılan zorlu bir seçim döneminin ardından buraya
geldiniz. Bu yarışta gösterdiğiniz olgunluk ve örnek demokrasi başarısı dolayısıyla hepinizi
kutluyorum. Ülkemizde genel ve
yerel seçimlerden sonra en büyük seçim olan Türkiye Öğrenci
Meclisi seçimlerinde önemli bir
deneyim yaşadınız. 13 milyon
öğrencimizin katılımıyla büyük
bir demokrasi sınavından geçtiniz. Bu projenin amaçlarından
olan seçme ve seçilme, işbirliği
ve katılım süreçlerini yaşayarak
öğrendiniz. Demokrasi kültürünüzü geliştirme imkânı buldunuz."
Seçimler sonunda il temsilcisi olma hakkını kazananları kutlayan Gülpınar, şunları kaydetti:
"Sizlere güvenimiz ve inancımız
tamdır. Türkiye Öğrenci Meclisi
Projesinde kazandığınız bu deneyim sizlerin gelişmesine, demokrasiyi yaşayarak öğrenmenize büyük katkı sağlayacaktır.
Yine bu kutsal çatı altında diğer
45
illerimizden gelen öğrenci meclisi üyesi arkadaşlarınızla birlikte
çalışacaksınız. İşbirliği, ortak
çalışma ve karar alma deneyimlerini yaşayacaksınız. Farklı düşünce ve fikirleri dinleme, düşüncelerinizi paylaşma imkânı
bulacaksınız. Diyalog ve uzlaşı
kültürünüzü geliştireceksiniz.
Bu deneyimin sizlere kazandırdıkları ve demokratik süreçlerde
edineceğiniz tecrübeyle demokrasimizin gelişmesine katkı sunacaksınız. Edineceğiniz özgürlükçü ve katılımcı demokrasi
kültürü, saygı, sevgi ve hoşgörü
anlayışıyla ülkemiz çok daha
ilerilere gidecektir. Cumhuriyetimizin temel hedefi olan çağdaş
uygarlık düzeyine sizlerin saygın çabalarıyla ulaşacağız."
Gülpınar, 89 yıl önce açılan
Meclisin, millî mücadeleyi başarıya ulaştırdığını ve milletin başının eğdirilemeyeceğini bir kez
daha bütün dünyaya gösterdiğini belirterek, "Bugün, milletimiz
ve ülkemiz için çok onurlu bir
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
gündür. İstiklal mücadelemizin
en önemli adımının atıldığı gündür" dedi.
TBMM Başkanvekili Gülpınar, 89 yıl önce bugün, mütevazı bir binada bir araya gelen vatan sevdalısı milletvekillerinin,
büyük zorluklarla milletin özgürlük destanını yazdıklarını ifade
ederek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Onlar, milletimizin kaderini
omuzladıklarının bilincini daima
hissetmiş, bu onurlu görevi başarıyla yerine getirmişlerdir. Ardından Cumhuriyetimizi kurarak
ve modem devrimleri gerçekleştirerek bize çağdaş bir ülke kazandırmışlardır. Dünyada, parlamentosunun millî mücadelesini yürüttüğü ve başarıya ulaştırdığı tek millet olmanın onurunu
yaşıyoruz. Millî mücadelemizi
yürütmesi ve başarıya ulaştırmasından dolayı 'Gazi' unvanı
alan bir Meclise sahip olmanın
gururunu daima hissediyoruz.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin
açılışıyla millî irade tecelli etmiş
ve bu ilke daima üstün tutulmuştur. İstiklal mücadelemizin
önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, Anadolu'da kongrelerle
ve toplantılarla yürüttüğü örgütlenme çalışmasının ardından
Meclisimiz açılmış ve milletimiz
bu irade etrafında kenetlenerek
millî mücadelemizi yürütmüştür.
2010 yılında, yani Meclisimizin
açılışının 90. yılında yapacağımız etkinliklerle istiklal mücadelemizdeki heyecanı daha büyük
bir coşkuyla kutlayacağız. 19
Mayıs 2009'da başlayacak ve
23 Nisan 2010’a kadar sürecek
olan programlarla Ulu Önder'in
Samsun'a çıkışıyla başlayan ve
Meclisin açılmasıyla önemli bir
aşamaya ulaşan sürecin daha
iyi bilinmesi sağlanacak. Etkinliklerle Meclisimizin açılışına giden zorlu aşamanın ve bu çabada nasıl bir vatanperverlik duygusunun yattığı daha iyi anlaşılacak. Etkinlik kapsamında Anadolu'da direnişin sembolü olan
illerimizde geniş kutlamalar yapmayı arzu ediyoruz. Amacımız,
Meclisimize hayat veren, millî
mücadelemizin kalesi olan illerimizde, millî egemenlik coşkusunu milletimizle beraber kutlamaktır. Bu toprakların nasıl vatan yapıldığını, Meclisimizin
hangi amaçla açıldığını gençlerimize daha iyi anlatabilmektir."
Millî mücadeleden, kurucu
iradeden aldıkları ilhamla çağdaşlaşma ideali için çalıştıklarını anlatan Gülpınar, öğrencilere
şöyle seslendi: "Cumhuriyetimi-
zin 100. yılında dünyanın gelişmiş 10 büyük ekonomisi içerisinde yer almak hedefimizi hep
birlikte gerçekleştireceğiz. İlim
yuvalarında, aydınlanma ve gelişme için çalışan siz gençlerimiz en büyük gücümüzsünüz.
Dünya barışı, insanlığın gelişimi, adalet ve refahın yaygınlaşması için çalışacağınızdan şüphemiz yoktur. Demokrasi ve laiklikten, hukukun üstünlüğünden, temel hak ve özgürlüklerden, sevgi ve hoşgörüden ayrıl-
46
mayacağınıza inancımız tamdır.
Eğitimciler, aileler ve yöneticiler
olarak sizlerin, eğitim çağındaki
20 milyon gencimizin daha iyi
eğitim alması için çalışıyoruz.
Sizleri, nadide birer çiçek gibi
görüyoruz. Çiçek bahçesinde
güller büyütür gibi sizleri yetiştirmeye çalışıyoruz. İlerde çalışma hayatına atıldığınızda elde
edeceğiniz başarılar dolayısıyla
gurur duymak istiyoruz. Artık
küresel hale gelen rekabette,
gelişmiş ülkelerdeki akranlarınızla yarıştığınızı ve kendinizi
evrensel ölçülerde geliştirmeniz
gerektiğini unutmayınız. Bunun
için dünyaya, küresel gelişmelere açık olunuz. Büyük Önder
Gazi Mustafa Kemal Atatürk,
Cumhuriyetimizin
gençlerin
omuzlarında
yükseleceğine
olan inancını defalarca vurgulamış, gençlerimizin toplumsal rolüne dikkat çekmiştir. Atatürk'ün
uygarlık yolunda en büyük güvencesi olan gençlerimiz, bu
güveni boşa çıkarmayacaktır.
Kendinize güveniniz ve çok büyük bir milletin evlatları olduğunuzu unutmayınız."
TBMM Genel Kurulunda, 6.
Dönem Türkiye Öğrenci Meclisinin açılışında konuşan Millî Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin
Çelik, demokrasi kültürü ve eğitiminin önemli olduğunu belirterek, konuyla ilgili okullarda teorik bilgilerin verildiğini, ancak
gençlerin bunu bizzat yaşayarak öğrenmelerini istediklerini
anlattı.
Mayıs 2009
Bakan Çelik, proje kapsamında 41 bin 441 okulda öğrenci meclisleri oluşturulduğunu,
tüm okulların öğrenci meclisi
başkanlarını seçtiklerini, daha
sonra il ve ilçelerde başkanların
seçildiğini kaydederek, "Sizler
81 ilde ipi göğüsleyerek kendi illerinizi temsil etme hakkı elde
ederek buraya geldiniz. Bu son
derece önemli bir süreçti" dedi.
Atatürk tarafından Cumhuriyet kurulduktan sonra en büyük
idealin "Cumhuriyeti demokrasi
ile taçlandırmak olduğunu" kaydeden Bakan Çelik, şöyle konuştu: "Anayasada; Cumhuriyetimizin, devletimizin özellikleri
ifade edilirken 'Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik, sosyal
bir hukuk devletidir' deniyor.
Yeryüzünde değişik cumhuriyetler vardır; totaliter, sosyalist, teolojik, bürokratik ve demokratik
cumhuriyetler vardır. Cumhuriyetin başına getirdiğiniz sıfat,
bizatihi önemlidir. Bugün dünyada iki çeşit rejim, yönetim biçimi
var; birisi monarşi, birisi de
cumhuriyettir. Monarşiler, eğer
bir hanedanın iradesine dayanıyorsa, söz ve karar alma hakkı
bir kişiye, hanedana, krala, şaha, padişaha, melike, emire aitse, orada monarşi vardır. Monarşiler zaman zaman sınırlandırılır, yetkiler parlamentolarla
belli bir sınıra çekilir. Orada da
meşruti monarşi vardır. Ama bunun dışında cumhuriyetler vardır. İngiltere, İsveç, Norveç, Danimarka, Hollanda, Belçika, İs-
panya krallıkla yönetilmektedir.
Ama orada demokrasinin en güzel şeklini bulabilirsiniz. İlkokuldan itibaren bize cumhuriyeti,
demokrasi diye anlattılar. Demokrasi ile Cumhuriyet farklı
şeylerdir. Tek başına Cumhuriyet, demokrasiden soyutlanmış
cumhuriyet derdimize deva olmaz. Tercihimizi demokratik
cumhuriyetten yana kullanmışız. Demokrasimizin en mükemmel, en olgun hala gelmesi için
hep birlikte çabalamak zorundayız. Ancak bu şekilde istikbale
emin adımlarla yürüyebiliriz.
Demokrasiyi küçük yaşlardan
itibaren çocuklarımıza öğretmek, demokrasi kültürünü gençlere öğretmek, onların temsil
mekanizmasını öğrenmeleri,
özümsemeleri bu projenin amacıdır. Farklılıklara rağmen, farklı
etnik köken, anadil, farklı bölge
ve coğrafi özelliklere rağmen bu
ülkede yaşayan 71,5 milyon insanın ülkenin saygın, birinci sınıf vatandaşı olduğu, birbirinin
kardeşi, müşterek bir vatanda,
müşterek bayrak altında yaşadığı, müşterek devlete sahip olduğunu, müşterek menfaatlerinin
olduğu duygusunu bütün gençlere ve çocuklarımıza vermek
zorundayız."
Bakan Çelik, "Gönül Köprü-
sü" projesiyle ülkenin batısından doğusuna, doğusundan batısına 100 bin çocuk ve genci taşıdıklarını belirterek, başarıyla
uygulanan projeyi bu yıl uluslararası düzeye taşıdıklarını kay-
47
detti. Bakan Çelik, "Göreceksi-
niz bunu da en güzel şekilde yapacağız. Almanya, Belçika, Hollanda, Kazakistan, Azerbaycan
ve Kırgızistan ve Türkiye'deki
kardeşleriniz kucaklaşacak ve
müşterekleri bir araya getirecekler, gönül köprüleri oluşturacaklar" dedi.
Cumhuriyet'in çok zor şartlar
altında kurulduğunu, Ankara'nın
küçük bir Anadolu kasabası
iken, bugün Avrupa'nın büyük
metropol kentlerinden biri olduğunu anlatan Bakan Çelik,
Cumhuriyet kurulurken Türkiye'de bir tek üniversite varken,
şimdi üniversitesi olmayan il
kalmadığını hatırlattı. Türkiye'de
132 üniversite bulunduğunu,
son 6 yılda 56 yeni üniversite
kurulduğuna işaret etti.
Dünyada ekonomik kriz, Türkiye'de işsizlik yaşandığını, herkesi rahatsız eden olumsuzlukların olduğuna dikkati çeken Bakan Çelik, "Sizin güzel yürekleri-
nize asla ve asla karamsarlığın
gölgesi düşmesin. Ben size romantik bir iyimserlik teklif etmiyorum. Bir ağabeyiniz, Millî Eğitim Bakanınız olarak daima
iyimser olun diyorum. Ancak romantik iyimserlik değil, size gerçekçi bir iyimserlik tavsiye ediyorum. Romantik iyimserler sadece tünelin ucundaki ışığı görürler. Ama gerçekçi iyimserler,
hem tünelin karanlığını, ucundaki ışığı görür hem de gelmesi
ihtimal dahilindeki treni görür,
hesaplarını ona göre yapar, ted-
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
birlerini alır ve yoluna devam
eder, ışığa doğru yürümeye devam eder" dedi.
Atatürk'ün gösterdiği çağdaş
medeniyet seviyesinin üstüne
çıkma idealinin, aslında ışığa
doğru yürümek anlamına geldiğini, ülkeyi ışıklı altın ufuklara
götürme ideali olduğunu ifade
eden Bakan Çelik, "Bunu slo-
ganla gerçekleştirmemiz, laf
üreterek, hamaset yaparak yapmamız mümkün değildir. Sabah
akşam biz milliyetçilik nutukları
atarsak, sabah akşam sadece
bunlardan söz edersek, bunu
söylemde bırakıp eyleme geçiremezsek anlamlı olmaz. Herkes işini iyi yaparsa, asıl milliyetçilik, vatanperverlik o olur.
Biz hayallerimizi, hatıralarımızın
önüne geçirmek zorundayız.
Geçmişimiz hatıralarımızdır, bugün bizim gerçekliğimizdir, yarın
ise hayallerimizdir. Eğer büyük
düşünürsek büyük işler yaparız.
Hepimizin ütopyası olması lazım. Ütopyalarınız yoksa önünüze büyük hedef koymamışsınız demektir" diye konuştu.
sahiptir. Geçici sıkıntılar olabilir,
ekonomik sıkıntılar, zaman zaman işsizlik oranlarında artışlar
olabilir. Çünkü biz küresel dünyada yaşıyoruz. New York Borsası hapşırsa, biz burada nezle
oluyoruz. Biz bugün bir yol ayırımındayız. Biz ulusal fukaralık
ve içe kapanmayı mı tercih edeceğiz, yoksa ulusal zenginlik ve
açılımdan yana mı olacağız?
Türkiye, gündemi belirlenen, yönetilen, yönlendirilen pasif bir
ülke mi olacak yoksa yöneten
ve yönlendiren iradenin bir parçası mı olacak? Buna karar vermek zorundayız. Biz dünyayla,
insanlıkla birlikte hareket etmek
zorundayız. Türkiye, dünyanın
kendisinden çok söz edilen ve
yıldızı her geçen gün parlayan
bir ülkesidir. Gelişmekte olan bir
ülkeyiz. 'Niçin bizde devlet memurları Finlandiya düzeyinde
maaş almıyor, okullarımız niye
ABD'deki okullar gibi değil' demek, gerçekçi bir yaklaşım değil. Hedef ve ideal, medeni dünyayı, AB standartlarını yakalamaktır. Buna göre hareket ediyoruz."
Bakan Çelik, Türkiye'nin, Avrupa'nın en genç nüfusuna sahip olduğunu, bunun dünyanın
hiçbir servetiyle kıyaslanmayacağını belirterek, konuşmasını
şöyle tamamladı: "Bu genç nü-
fus, eğitimli, sağlıklı, karnı tok,
sırtı pek olursa ve idealizmle
beslenmişse, Türkiye'nin önünde durabilecek bir güç yoktur.
Türkiye böyle bir potansiyele
Konuşmaların ardından 6.
na etkin ve verimli bir şekilde
katılacağıma, Meclis tarafından
verilen görevleri en iyi şekilde
yerine getireceğime, demokrasi
kültürünü okulda ve toplumda
yaşatacağıma, millî ve manevi
değerler ile insan hak ve özgürlüklerine saygı duyacağıma,
Atatürk'ün gösterdiği çağdaş ve
demokratik hedeflere ulaşmak
için azimle çalışacağıma ant
içerim" şeklindeki metni okudu.
Ankara Öğrenci Meclisi Başkanı Talha Çakıroğlu'nun ant içmesinden önce Atatürk için 1
dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Ant içme törenin ardından birleşimi yöneten TBMM
Başkanvekili Eyyüp Cenap Gülpınar, öğrencileri tebrik etti.
Daha sonra 4 ilin Öğrenci
Meclisi Başkanları, Başkanlık
Divanı üyelikleri için kendi listelerine oy istedi.
Konuşmaların ardından, yapılan seçimleri 28 oyla Ersin
Kök'ün listesi kazandı. Kastamonu Abdurrahmanpaşa Lisesi
öğrencisi olan Ersin Kök başkanlığa seçildi ve ardından teşekkür konuşması yaptı.
Dönem Türkiye Öğrenci Meclisi
Ağrı Öğrenci Meclisi Başka-
üyesi öğrencileri yapılan seçim-
nı Seher Yılmaz Başkanvekili,
lerle Başkanlık Divanı üyelerini
Kahramanmaraş Öğrenci Mecli-
belirledi.
si Başkanı Uğur Bozkuş ve
TBMM Genel Kurul Salonun-
Düzce Öğrenci Meclisi Başkanı
daki özel birleşimde 81 ilden ge-
Muhammed Siyami Çinar katip
len öğrenci meclisi başkanları,
üye olarak görevlerine başladı.
yaklaşık 1 saat süreyle ant içti.
Öğrenciler, "Meclis çalışmaları-
48
Gülpınar, görevini Çelik'e
devretti ve birleşime ara verdi.

Benzer belgeler