İndir - Ayrıntı Dergisi

Transkript

İndir - Ayrıntı Dergisi
ÖZET: Göller Bölgesinin tarihe ışık tutan ilçelerinden olan Gölhisar, tarih
ve kültür yapısıyla dikkat çekiyor. İlçe halkının kültür ve gelenekleri, eğitimde
yakalanılan başarı, doğası, turizminin yanı sıra Gölhisar Kibyra Antik Kentiyle de anılıyor. Gölhisar Belediye Başkanı Veli Cantilav ile yaptığımız
söyleşide hem ilçeyi daha iyi tanıdık ve hem de ilçenin vitrinindeki özellikleri
öğrendik.
Belediye Başkanı Veli Cantilav: “Gölhisar’ın çok canlı bir sosyal hayata
sahip olmasında sulama barajının, gölünün, yaylalarının ve piknik yerlerinin
önemi kuşkusuz çok büyüktür. Buralara dinlenme ve gezi amacıyla gelenler
kısa sürede yöre insanıyla kaynaşır. Yaylalarımız yoğun iş ve günlük yaşam
mücadelesinde yorulan beyinlerin, sahilin sıcaklarından kavrulan bedenlerin
buluştuğu yerlerdir. Gölhisar adını göllerden almıştır. Önceden bu alan
büyük ölçüde gölmüş.
Bayram ve mezarlık ziyaretleri, yağmur duaları da kültürümüzün bir
parçasıdır. Amacımız geçmişin mirasını koruyarak otantik kültürel yaşamını
her alanda devam ettirmektedir.
Burdur’un ikinci büyük ilçesidir. Gölhisar’ımız; Batı Torosların eteklerinde Dalaman Çayı’nın su toplama havzasında kurulmuş ve 1953 yılında ilçe
olmuş, Fethiye-Pamukkale tur yolu üzerindedir.” dedi.
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 42
ABSTRACT: Gölhisar, as one of the casting towns on the Lakes Region,
attracts with its historical and cultural structure. The town is famous for the
public culture and traditions, the success in the education, nature, tourism
and Kibyra ancient city. In the interview with Veli Cantilav the Mayor of
Gölhisar; we have both familiarized with the town and learnt the features of
the town on the display.
Mayor Veli Cantilav reports “The dam, lake, uplands and picnic sites
have been for sure effective on the dashing social life of Gölhisar. The people
visiting here to tour or to rest soon join with the local people. Uplands are the
place where the brains tired of heavy work and daily life and the bodies
scorched on hot beaches meet. Gölhisar is named after the Lakes. In the past
this area was mainly lake.
Festival and graveyard visits and rain prayers are a part of our culture.
Our goal is sustaining the cultural life with all its aspects by protecting the
past heritage.
It is the second biggest town of Burdur. Gölhisar is located on the basin
of Dalaman River on the lower slopes of West Taurus; it has been a town in
1953, it is on the tour way between Fethiye and Pamukkale.”
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 21
GÖLHİSAR DEMEK
TARİH DEMEKTİR
Cemalettin BEKTAŞ
Gölhisar ilçesi tarih ve kültür birikimiyle
bölgenin parlayan yıldızı. Gölleri, Çörek Otu
Kahvesi, et kavurması, Antik Kent olan
Kbyra’sıyla adından sıkça söz ettiriyor.
Gölhisar, eğitim konusundaki başarılarıyla
son yıllarda da gündemde.
Gölhisar Belediye Başkanı Veli Cantilav’ı
ziyaret ettiğimde, bire bir Gölhisar’lıymışım
gibi sohbet etme imkânı buldum. İlçenin
esnafları, vatandaşları, yöneticileri hakkında
önbilgi sahibi olduğum için keyifli bir sohbet
ortamı oluştu.
Buradaki dikkatimi çeken konuların
başını vatandaşların hayırseverliği çekti.
Eğitim kurumları, kurslar ve konferanstoplantı salonları için çok büyük paralar
bağışlanmasa da; kum, inşaat malzemesi,
küçük miktarda paralar, arsasındantarlasından gönüllü olarak yer bağışlayanlar
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 22
ve hatta keçisini koyununu veren kişiler bile
var.
Gölleri, barajları, göletleri, içme suyu
rezerviyle ortalamaların çok üzerinde
bulunan Gölhisar’ın ekonomisini, tarım ve
hayvancılıkla
uğraşanların
paraları
oluşturuyor. Belediye Başkanı Veli Cantilav,
Türkiye’deki İkinci Efes antik kenti olma
özelliğini taşıyan Kbyra hakkında ayrıntılar da
verdi.
Kbyra
ziyaretimde
karşılıklı
değerlendirme de yaptığım Kbyra Kazı
Başkanı Yrd. Doç. Dr. Şükrü Özüdoğru, bizi
tam anlamıyla zaman yolculuğuna çıkardı. Bu
antik kentin, eski zamanlarda bölge adalet
sarayı olduğu, İzmir’de dâhil Afyon, Muğla,
Aydın gibi illerin mahkemelerinin Kbyra’da
görüldüğü oldukça fazla dikkatimi çekti.
Burada, yapılış özelliği açısından kapalı, tüm
Dünyada tek olma özelliğine sahip Medusa’yı
bir kez daha görürken, Geç Roma Dönemi
Hamamı ve mozaik işlemeli yürüyüş yolları da
oldukça çok merakımı uyandıran şaheserler
oldu. Medusa’nın bir özelliği nereden
bakarsanız bakın, her açıdan sizinle göz
temasını kurması. Dev sütunlar ve o koca
kolonları oluşturan devasa taşlara bakarak
uzun süre düşündüm… Bu koca taş bloklar
dağın yamacına o dönemde nasıl getirildi ve
burası hangi teknolojiyle yapıldı?
Başkan Veli Cantilav’a Gölhisar’ın
özelliklerini, ilçenin geleceğini nerede
gördüğünü, gölleri ve barajları sordum.
Tarihte Gölhisar’ın nasıl bir yerleşim birimliği
yaptığı, coğrafi olarak bulunduğu düzlemiçukuru, rakımını, el sanatlarını, ilçedeki tarım
ve hayvancılık faaliyetlerini, eğitimde ve
sınavlar sonucunda Gölhisar’ın durumunu
Başkan Cantilav’a soru olarak yönelttim.
-Sayın Başkan, ilçenizin ana özelliklerini kısaca
sıralayabilir misiniz?
Veli Cantilav: Burdur’un ikinci büyük ilçesidir. Gölhisar’ımız;
Batı Torosların eteklerinde Dalaman Çayı’nın su toplama havzasında
kurulmuş ve 1953 yılında ilçe olmuş, Fethiye-Pamukkale tur yolu
üzerindedir. Antalya, Muğla, Denizli ve Burdur illerinin aritmetik
ortasında yer alan ilçemiz, İç ve Orta Anadolu ile Ege’yi birbirine
bağlayan konumuyla tarih boyunca canlı bir siyasi kimliği temsil
etmiştir.
Gölhisar 2 belde ve 11 köye sahiptir. Geçen yılki sayımlara göre
İlçemizin nüfusu 22.057 dur.
İlçe halkımız misafirperverliği ile anılmaktadır. Buranın meşhur
çörek otu kahvesi var. Gelen misafirlerimize bu kahvemizden
takdim ederiz. Ve misafirlerimiz de takdir ederler. Bu kahvemizin
patentini almaya çalışıyoruz.
Yemek kültürü olarak da et kavurmamız meşhurdur.
Kbyra Antik Kentimiz ve bunun yanında o yolun yukarısında da
Böğürdelik Yaylamız var ki Gölhisar’ımızın su ihtiyacının büyük bir
kısmını bu yaylamız karşılamaktadır. Eski zamanlarda 100 bin- 150
bin kişinin içme suyu da yine bu Böğürdelik Yaylamız sağlanmış.
Daha yukarısında da Kocayayla bulunmaktadır. Kocayayla,
Mayıs ayına kadar göl olur. Geniş bir gölalanı var, Mayıstan sonra da
o göl çekilir. Kocayayla’nın arka tarafında da Denizli’nin köyleri vardır.
Gölhisar adını göllerden almıştır. Önceden bu alan büyük
ölçüde gölmüş.
Bunlara ek olarak Gölhisar’ımız kültür ve eğitim kentidir. İlçemiz
eğitimde markadır. Farkımız burada 2 bin tane üniversite
öğrencimizin olmasıdır. Bu 2.000 çocuk bizim kültür elçilerimizdir.
Burdur’da eğitimin kalitesini artıran ve çıtasını yükselten
Gölhisar’ımızdır.
Hayırseverimiz de çoktur. Vatandaş ve hayırsever işbirliği,
dayanışması vardır.
Benim belediye başkanlığı yaptığım 4 senelik dönemimde
vatandaşlarımız Sağlık Meslek Yüksek Okulu’nu yaptırdı, Sağlık
Meslek Lisesi yaptı, Anadolu Lisesi yaptırdı, Mehmet Akif Ersoy
Konferans Salonu yapıldı, İmam Hatip Lisesi’nin inşaatı sürüyor, yeni
yurt da yapılıyor. Vatandaşlarımız, ilçemizdeki pek çok eğitim
kurumunun yapılmasına destek verdi.
İlçemizin özgün olan özelliği eğitime verdiği destektir. Burada
büyük işadamımız yoktur ve vatandaşlar para verir, keçi verir, diğeri
toprak- kum verir yani binalarımız böylelikle yapılmaktadır. Şu anda
da Cami yaptırıyoruz, emekli Yazı İşleri Müdürümüz Mustafa Bey bu
camiyi yaptırmaktadır.
Gölhisar’ımız Tarihi Kentler Birliği üyesidir. Aynı zamanda da
Turizme Dönük Belediyeler listesindeyiz. Gölhisar demek tarih
demektir. Kbyra’daki Sayın Şükrü Özüdoğru da asgari şartlar altında
Gölhisar’ımıza muazzam hizmetler veriyor. 2016 yılında Gölhisar’ın
şekli başka olacak, 2020 yılında da bambaşka olacak.
-Sayın Cantilav, eğitim dediniz, tarih dediniz, hayırsever
dediniz. Ama biz sizden ilçeniz Gölhisar hakkında ayrıntılı
olarak bilgi alabilir miyiz?
Veli Cantilav: Az önce de kısaca bahsettiğim gibi ilçemizin pek
çok kültürel özellikleri de vardır. Adının nereden geldiği, benim
belediye başkanı olarak Gölhisar’ın geleceğini nerede gördüğümü
kısaca anlatayım.
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 42
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 23
Gölhisar, Akdeniz Bölgesi’nin Göller Yöresindedir. Burdur ilinin ikinci büyük ilçesidir. Batı
Toroslar’ın eteklerinde Dalaman Çayı’nın su
toplama havzasında kurulmuş; 1953 yılında ilçe
olmuştur, Fethiye-Pamukkale tur yolu
üzerindedir.
Güre Dağları’nın Güney yamaçları halk
arasında Gölhisar Çukuru olarak anılan bitek
ovanın kenarındadır. Antalya, Muğla, Denizli ve
Burdur illerinin aritmetik ortasında yer
almaktadır.
İç ve Orta Anadolu ile Ege’yi birbirine
bağlayan konumuyla tarih boyunca canlı bir
siyasi kimliği temsil etmiştir.
Gölhisar 2 belde ve 11 köye sahiptir. 2012
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçlarına
göre İlçe nüfusu 22.057 dur. Gölhisar İlçe
merkezi nüfusu 14.523’tür.
Nüfusun % 65,84’si ilçe merkezinde, %
34,16’si ise belde ve köylerde yaşamaktadır.
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 24
57.500 hektar yüzölçümüne sahip ilçenin %
63’ü ormanlarla kaplıdır. Rakımı 945 metredir.
Konumu itibarı ile geçiş bölgesinde
bulunan Gölhisar, Akdeniz iklimi ile karasal
iklim arasında değişken bir yapıya sahiptir.
Mevsimsel geçiş iklim tonları az olup rakımsal
özelliğine bağlı olarak Gölhisar Çukuru’nun
kışın rüzgârsız ve sıcak mikro klima özelliğe
sahip olduğu, yazı ise karasal rüzgâr döngülerine bağlı olarak serin olması bölgenin ve ilçenin
değerini arttırmaktadır. Korkuteli-Acıpayam
arasındaki yoğun oksijenli bölgenin ortasında
olması iklimsel değerini arttırmaktadır. Etrafını
çepeçevre saran dağları; makiliklerden sonra
karaçam, kızılçam, sedir, ardıç, akçaağaç ve
meşeliklerle kaplıdır.Böğrüdelik, Kocayayla,
Kozpınarı, Armutlu ve Yusufça Yaylaları önemli
yaylalarıdır.
Yaylalar diyarı olan Gölhisar, yaz aylarında
sıcaktan ve şehir gürültüsünden bunalan insan-
lara kucak açmaktadır. 2009 yılından itibaren
özellikle Antalya, Denizli ve Muğla illerinden
yaylalarımıza
turlar
düzenlenmektedir.
Gelecekte yayla turizminin merkezi olacak
konumdadır.İlçe merkezi ve köylerinde el
sanatlarının en güzel otantik örnekleri var
olmakla birlikte halen yapılmaktadır. Gölhisar,
yemek kültürü bakımından et yemekleri başta
olmak üzere önemli bir zenginliğe sahiptir.
GÖLHİSAR’IN TARİHİ
Selçuklu ve Osmanlı Dönemi: Moğol
baskısından kaçıp Anadolu’ya gelen Türk
Boyları
boylar
halinde
yerleşmeye
başlamışlardır. Gölhisar ve çevresine ise Türk
Oymak ve Boyları, ikinci Türk göçünden sonra
yerleşmeye başladılar. III. Kılıç Aslan Isparta’yı
aldıktan sonra ve 1205’de Gölhisar’ı içine alan
havaliyi ele geçirmesinin ardından Hamit Bey
idaresindeki
Türkmenleri
buralara
yerleştirmiştir.
Seyyah İbn-i Batuta 1333’de, babasının
sağlığında İshak Bey’in biraderi Mehmet Bey’in
Gölhisar Bey’i bulunduğunu yazmaktadır.
1391’den sonra Osmanlı hâkimiyetine
giren Gölhisar, Anadolu Beylerbeyliğinin
merkezi olan Kütahya’ya bağlandı.
Türkiye Selçukluları ve Hamitoğulları
döneminde Anadolu’daki yerleşim birimleri
içerisinde önemli ahi merkezlerinden birisi olan
Gölhisar’ın bu önemini yitirmeye başladığına
tanık oluruz.
AHİLİK VE EL SANATLARI
Gölhisar’ın ahilik merkezi olması gelişmiş
bir şehir kültürüne sahip olduğunun kanıtıdır.
Bugün bile çevre ilçeler arasında canlı bir
soysa-kültürel yaşama sahiptir. Gölhisar’da
dokunan halı ve kilimler, Hamitoğulları döneminde Halep’te aranan ve her zaman müşterisi
bulunan ürünlerdi.
Gölhisar kalesi ve etrafındaki yerleşim
yerleri üç mahalleden oluşurdu. Gölhisar kazası,
XVI. yüzyılda bu günkü Gölhisar, Altınyayla
(Dirmil), Çavdır, Söğüt, Tefenni ve kısmen
Karamanlı taraflarını kapsayan geniş bir alana
sahiptir. Hatta XV. Asırda Karaağaç-ı Gölhisar
ismiyle bir nahiye durumunda olan,
günümüzdeki Acıpayam ilçesi de Gölhisar
kazasına bağlıdır. XVI. yüzyıldan sonra
Gölhisar’da oldukça sönük bir hayat geçer. Bu
durum Gölhisar’ın merkezi özelliğini yitirmesine
neden olur. Zamanla Gölhisar’ın idari ve ekonomik olarak bağladığı Karaağaç (Acıpayam),
Tefenni ve Irla (Yeşilova) birer birer ayrılırlar.
Gölhisar’ın önemini yitirmesinden dolayı
yönetim merkezi Dengere’ye taşınmıştır.
Gölhisar, merkezi Kütahya olan Anadolu
Beylerbeyliğine bağlılığı 1839’a kadar sürer.
1850 yılına kadar Burdur ile birlikte Konya
Vilayetinin Isparta Kaymakamlığına bağlanır.
1851’de Gölhisar (Armutlu) kaza merkezi olur.
1853 yılında Armutlu Nahiyesi ve Horzum Köyü
birleştirilir.1867 idari ıslahatında Tefenni’ye bağlı
nahiye durumuna getirilir. 86 yıl nahiye olarak
kalan Gölhisar, Horzum ve Armutlu Köyleri
birleştirilerek 1953 yılında ilçe yapıldı.
Bölgenin Osmanlı’ya katılımı bütün Batı
Akdeniz gibi iki defa olmuştur. Şöyle ki; Yıldırım
Beyazıd’ın Anadolu Türk Birliğini sağlamasından
sonra 1402 yılında meydana gelen Ankara
Savaşı’ndan sonra beylikler tekrar kurulmuş ve
arkasından bölgenin tekrar Osmanlı hakimiyetine geçmesinden sonra Gölhisar’ın 1391’de
Kütahya’da bulunan Anadolu Beylerbeyliğine
dahil olduğunu görmekteyiz. Gölhisar 1790
yılına kadar bağlı bulunduğu yerleşim merkezleri içerisinde en çok nüfusu barındıran ve
devlete en çok vergi veren yerdir. 1590’lara
kadar tapu tahrir defteri kayıtlarına göre
nüfusun üçte bir yörüklerden oluşurdu.
‘Transhumans’ halindeki yörük grupları Tefenni,
Irla ve Gölhisar arasında dolaşırlardı. En önemli
yörük grubu Ali Fahrettin Cemaati, Tonbadin
Cemaati, Tirkemiş Cemaatidir. Gölhisar’a yakın
en yoğun yörük yerleşimi o dönemler Megri’ye
(Fethiye) bağlı olan Pırnaz Nahiyesidir. Hamit
Livası’nın; Eğridir’den sonra en fazla köyü olan
yerleşim yeri “Mufassal Tahrir Defterlerine göre”
Gölhisar’dır.
Kbyra antik şehrinden sonra önemli tarihi
eserler ise şunlardır; Yusufça Beldesi’nde 5 ve 6.
yüzyıla ait Yusufça Erken Bizans Kilisesi, Gölhisar
merkezde 1880 yılında yapılan Hacı Hasan Cami
ve 1800’lü yılların sonunda yapılan Eski Gölhisar
Evleri ayrı bir önem taşır.
GEÇİM KAYNAĞI TARIM, HAYVANCILIK
İlçe halkını % 85’i tarımla uğraşmaktadır.
Hayvancılıkta, süt inekçiliği ön plandadır.
Orman arazileri, çayır ve meralarında, sıkça
koyun, keçi sürüleri mevcuttur.
Çok verimli sulanabilir durumdaki arazilerinde çeşitli tarla bitkileri üretimi, sebzecilik ve
meyvecilik yapılır. Son yıllarda seracılık gelişme
göstermektedir. En çok yetiştirilen bitkiler
arsında buğday, şekerpancarı, anason, haşhaş,
havuçtur. Bunlar ekonomik değeri yüksek
tarımsal ürünlerdir. Elma ve kiraz bahçeleri
Gölhisar’ın güzelliğine güzellik katan tarımsal
faaliyetlerdir.
İlçede sanayi sektörü yeterince gelişmemiş
olmakla birlikte ağaç işlemeciliğine dayalı
kerestecilik, mutfak mobilya imalatı ve PVC
plastik kapı pencere imalat montajcılığı yaygın
durumdadır. Bu sektörlerde çevre il ve ilçelere
de hizmet vermektedir.
EĞİTİMDE BAŞARI
Hem üç coğrafi bölgenin kesiştiği noktada
olması hem de civar yerleşim yerleri içinde en
merkezi yer olup, yoğun nüfusa sahip olması
nedeni ile eğitim, sağlık, ticaret, alışveriş ve
sosyal hayat gibi her türlü aktivite de cazibe
merkezi durumundadır. İlçede son yıllarda iki
yüksekokulun olması ilk ve orta öğretimde yurt
genelinde gösterdiği başarılarla bölgede eğitim
kenti haline gelmiştir. Çevre yerleşim birimlerinden eğitim göçü almaktadır.
Gölhisar’ın çok canlı bir sosyal hayata sahip
olmasında sulama barajının, gölünün,
yaylalarının ve piknik yerlerinin önemi kuşkusuz
çok büyüktür. Buralara dinlenme ve gezi
amacıyla gelenler kısa sürede yöre insanıyla
kaynaşır.
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 25
TURİZM FAALİYETLERİ
Turizm açısından yerli ve yabancı turistler,
yayla turizminde aradıkları her türlü doğal
güzellikleri burada bulabilirler. Gölhisar, doğaya
uygun motor sporları, doğa yürüyüşleri, konaklama, balık tutma, köylü ile iç içe yaşayarak köy
yaşamını tanıma, alış veriş gibi her türlü sosyal
ve kültürel etkinliklerin gerçekleştirilebileceği
şirin bir ilçedir.
DOĞAL GÜZELLİKLERİ- YAYLALARI
Gölhisar’ın tarih boyunca sürekli bir
yerleşim yeri olarak kalmasında, verimli arazileri
ve doğal güzelliklerinin yanı sıra, yaylalarının
önemi çok büyüktür. Yayla hayatı bölge halkının
vazgeçilmez bir yaşam biçimidir.
Batı Torosların en güzel yaylarına sahip
ilçemizin
başlıca
yaylaları;
Kocayayla,
Böğrüdelik, Kozpınarı, Armutlu ve Yusufça
Yaylalarıdır. Armutlu Yaylası’na mayıs ayından
başlamak üzere altı ay yayla çadırı kurarak
göçüp konaklayanlar var. Yaylalarımızda düzlük
alanların etrafı tamamen ormanlarla kaplıdır.
Toroslara özgü zengin ve sağlıklı ormanlar
karaçam, kızılçam, meşe ve ardıçlardan
oluşmuştur.Bölge halkı, haftanın yorgunluğunu
ve stresini yaylalar da atmaktadır. Temiz hava,
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 26
serin sular, kirlenmemiş doğa, insanları yaylaya
çeker. Hafta sonları şehir içlerinde çok az insan
kalır. İlçemize yakın olan büyük şehir insanları
da doğal yaşam özlemini bizim yaylalarımızda
giderir. Özel araçlarla turlarla hafta sonu
ilçemize yoğun akış olur. İlçe halkını
misafirperverliği, doğal yöntemlerle yetiştirilen
besinler, antik kent ve ulaşımın kolay olması
insanları yaylalarımıza yönlendiren diğer
etkendir.
YAYLA SERİNLİĞİ
Yaylalarımız yoğun iş ve günlük yaşam
mücadelesinde yorulan beyinlerin, sahilin
sıcaklarından kavrulan bedenlerin buluştuğu
yerlerdir. Kekik ve ardıç kokularının arasında
yaylaların serin sularına doğru bir yolculuk
yapmak isteyenler için isabetli bir seçim
olmaktadır. Ayrıca yaylalarımızdan ilkbaharda
menekşe ve sümbül, yazın ise elduran çayı
toplanabilmektedir. Yazın yaylarımızda Gölhisar
Belediyesi
tarafından
yayla
şenlikleri
yapılmaktadır. Bahar ve yaz aylarında Halk
Eğitim Merkezi Müdürlüğü’nün organize ettiği
doğayı ve yaşamı destekleyen yürüyüşler
düzenlenmektedir. Bölgemizde sedir, karaçam
ve ardıç ağaçlar ile endemik bitki türlerinin
bulunduğu doğal ortamlara yürüyüşler düzenlenmektedir. İlçemiz sınırları içinde Göcek ve
bölgesinde yaşayan Gölhisar’ın Pırnaz köylüleri,
Göcek’ten başlayıp Pırnaz’da sona eren 5
günlük yayla ve yörük göçü yürüyüşleri düzenlenmektedir. Atalarının 150 yıl önce at, katır ve
develerle geldiği yolları günümüzde yaya
olarak yürüyerek geleneği devam ettirmektedirler.
GÖLHİSAR GÖLÜ
Gölhisar Gölü, Dalaman Çayı su toplama
havzasındaki tek doğal göldür. Göl, merkeze 10
kilometre uzaklıkta, Doğu istikametindedir.
Koçaş Dağı’nın kuzeyindeki Uylupınar, Yamadı
ve Hisarardı köyleriyle sınırdır. Rakımı 900
metredir. Tatlı su gölüdür. Gölün genişliği 7
Kilometre olup, en derin yeri 6 metredir. Gölün
doğu kısmında 200 dönüm genişliğinde eski bir
kale olan bir yarımada mevcuttur. En derin yeri
10 m civarındadır. Sığ yerlerinde ve kıyılarında
bol miktarda kargı ve kamış yetişir. Bu nedenle
balık ve göçmen su kuşlarının barınması için
çok elverişlidir. Ördek, kaz, karameke ve bunlara
benzer 37 tür su kuşuna ev sahipliği yapar.
Bunların bir kısmı sürekli gölde yaşar bir kısmı
göçmen kuşlarıdır.
Yayın, sazan ve tatlı su levreği, başlıca balık
çeşididir. 60-70 kilograma kadar ulaşan yayın
balıklarına rastlanır. Amatör balık avcılarının
sıkça uğradıkları yerdir. Olta ile balık avcılığına
çok müsaittir. 4320 dekarlık bir alana sahip
Gölhisar Gölü’nde her mevsim kayıkla gezi
yapılabilir.
Yaylalarla göl arasındaki mesafe yaklaşık
15 kilometredir.
YAPRAKLI BARAJ GÖLÜ
Yapraklı Barajı, Gölhisar İbecik yolu
üzerinde Kısık Mevkii’nde inşa edilmiştir. İnşaatı
1985 yılında başlamış ve 1991 yılında
bitirilmiştir.
Barajın alanı 6,50 kilometrekaredir,
sulamaya kısmen 1993 yılında başlamıştır.
Barajın gayesi sulama amaçlı olup, Gölhisar
ovasında 7.300 Hektar Acıpayam Ovasında
12.500 Hektar Olmak üzere toplam 19.800
Hektar Araziyi düzenli olarak sulamaktadır.
Doğal yapı, görenleri büyüleyecek kadar
güzeldir. Yeşil ile mavinin birleştiği yayla
havasının hakim olduğu bu güzel barajın etrafı
tamamen çam ağaçlarıyla kaplıdır. Gölünde,
amatör av merakınızı giderip, soğuk Çatalpınar
sularının aktığı mesire yerinde pikniğinizi
yapabilirsiniz. Baraj Gölünde sazan ve alabalık
üretimi yapılmaktadır. Derin sularında 20
kilogramlık aynalı sazanlara rastlamak mümkündür
Yaz mevsimlerinde dinlenme, eğlenme,
spor ve benzeri faaliyetler için gelen konakçı ve
günübirlikçilerle dolup taşan Yapraklı Baraj
Gölü, ülkemizde görülmeye değer nadide bir
tabii güzellik diyarıdır.
DALAMAN ÇAYI
Yöremizin en önemli akarsuyu Dalaman
Çayı’dır. Tarihi antik dönemdeki adı İndos’tur.
Kaynağını Dirmil, İbecik-Yeşildere çevresinde
bulunan dağlardan almaktadır. Gölhisar
Ovası’nın içinden geçerek Gireniz içinden bir
yay çizerek Dalaman İlçesi sınırlarında Akdeniz’e
dökülmektedir. Ege suları ile Akdeniz’in sularını
ayıran sınır olmuştur. Çay boyu doğal güzellikleri ve piknik alanlarıyla amatör balık
avcılarının uğrak yeridir.
KÜLTÜREL DEĞERLERİ
Amacımız, yörede kaybolmaya yüz tutmuş
olan; müzik aletlerini, yöresel oyunları ve otantik
türküleri, gelecek nesillere, doğallığının bozulmadan aktarılması devamını sağlamakta ve
arşivlemektedir. Ağır zeybek oynayan
ihtiyarlarımız, boğaz havası ve uzun hava ile
birlikte teke zorlatması söyleyen mahalli
sanatçılarımız ve yaşlılarımız. Bunlar ilçemizin
zenginlikleridir.
Bayramlarda
yapılan
çokaşmalar,
düğünlerde maşala ve orta oyunları, kına
geceleri, gelin almalar, kız istemeler,
düğünlerde giyilen yöresel giysiler, yöremiz
kültürünün zenginlikleri.
İbecik bezi (İbecik dastarı), ibecik üçeteği,
Pırnaz (Elmalıyurt) kilimi, yün çorap, kara çul,
çağşır, kolan dokuma önemli el sanatlarımızdır.
Son zamanlarda İbecik Bezi el dokuma
tezgâhlarında elde edilen otantik yöresel
ürünler, yayla turizmi için gelen grupların
dikkatini çekmekte dokuma atölyesi ziyaret
edilmektedir. Ayrıca yöresel giysi olan İbecik
Üçeteği, folklorik bebeklere giydirilerek
yapılmakta gün geçtikçe önem kazanmaktadır.
Geleneksel kültürümüzün kaybolmaya yüz
tutmuş olan el sanatları Gölhisar’ın İbecik
Beldesi’nde yoğun olmakla birlikte diğer
köylerde de halen giyilip, gelecek nesillere
aktarımı yapılmakta, kültürümüzün önemli
parçalarıdır. Bakır levha üzerine çok güzel
işlemeler yapılarak bakır rölyef çalışmaları
yapılıp sergilenmekte. Ayrıca yörenin yörük
çalgıları olan cura ve sipsi ustalıkla yapılıp
sergilenmekte, yayla turizmi için gelenlere
pazarlanmaktadır. Ahşap işçiliği yapan
ustalarımız, mutfak malzemeleri ve minyatür
tarım aletleri yaparak ustalıklarını göstermektedirler.
İlçe merkezi ve köyler, misafirperverliğin
yanında zengin yemek kültürüne sahiptir.
Tarhana çorbası, Keşkek, alacaş, tirit,(dirit)
yepinti, arabaşı, höşmerim, Gölhisar Kavurması,
Kapama da Gölhisar yemekleri arasında yer alır.
Meşhur saç kavurması, damak tadında
yapılarak ikram edilmektedir.
Bayram ve mezarlık ziyaretleri, yağmur
duaları da kültürümüzün bir parçası. Geçmişin
mirasını koruyarak otantik kültürel yaşamını her
alanda devam ettirmektedir.
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 27
2008 yılında Mehmet Akif
Ersoy Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi bünyesinde Arkeoloji Bölümü
kurulmasını takiben, Kibyra
Kazıları 2010 yılından
başlayarak Kültür ve Turizm
Bakanlığı’nın izni ve Bakanlar Kurulu Kararı ile Kazı
Başkanı Yrd. Doç. Dr. Şükrü
Özüdoğru tarafından
sürdürülmektedir.
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 28
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 42
Yrd.Doç.Dr. Şükrü ÖZÜDOĞRU
KENTTE YAPILAN ARAŞTIRMALAR
Ortaçağ sonrasında bölgeye gelen gezgin
İbn–i Battuta’nın Kibyra kentine dair bilgi
aktarmayıp sadece Gölhisar Gölü içindeki
tahkimli ada kasabasından bahsetmesinden,
14. yüzyıla gelindiğinde bölgede yerleşim
tercihinin tekrar Erken Demir Çağı yerleşimine
kaymış
olduğu
anlaşılır.
Güneybatı
Anadolu’daki birçok kent hakkında oldukça
yararlı ve kapsamlı bilgiler veren C. Fellows da
Lykia gezisi sırasında Elmalı’dan başlayarak
Frigya sınırına dek yaylaları gezmiş ve önemli
coğrafi bilgiler vermiş olmasına rağmen
Kibyra’dan bahsetmemiştir.
Kenti lokalize eden T. E. Spratt ve beraberindeki E. Forbes olmuştur. Yüzeyde görülen
kalıntıları tanımlayan ve ayrıntılı bir harita da
hazırlayan ikili, bazı yazıtları da yayınlamışlardır.
Kibyra’dan ilk kez Manlius Vulso’nun Galatlar
üzerine yaptığı sefer sırasında T. Livius
tarafından söz edildiğini ve kent kalıntılarını ilk
keşfedenin T. E. Spratt olduğunu ekleyen Texier
de, Tiyatro, yanındaki “dört köşeli yapı” (Odeion)
ve Stadion’u tanımlayarak, Tetrapolis’in diğer
kentleri hakkında da kısa bilgiler verir. Lykia
gezileri sırasında kente gelen ve basit bir kent
planı yaparak yapıları tanımlayan ve bazı
yazıtları yayınlayan Bean’in ardından Anadolu
tiyatroları ile ilgili araştırmasını yapan Ferrero
kenti ziyaret etmiş ve yayınında Kibyra tiyatrosuna geniş yer vermiştir.
Kibyra territoriumundaki ilk arkeolojik
kazılar, Prof. Dr. Ümit Serdaroğlu’nun Ankara
Üniversitesi adına gerçekleştirdiği; ancak
sonuçları yayınlanmamış birkaç sezonluk
topografik çalışma ardından, Uylupınar
yerleşimi nekropolünde 1973–1974 yıllarında
dönemin Burdur Müzesi Müdürü Kayhan
Dörtlük yönetiminde gerçekleştirilmiştir. 19881989 yıllarındaki yol yapım çalışmaları sırasında,
Kibyra kalıntıları üzerine lisans tezi vermiş olan
dönemin Müze Müdürü Selçuk Başer yönetiminde kazılar yapılarak, yol kenarındaki bazı yer
altı oda mezarları yanında, Odeion’da da bir
sondaj yapılmış, bu önemli yapının oturma
sıralarının bir bölümü açığa çıkarılmıştır.
Kentle ilgili en kapsamlı yüzey araştırması,
1995
yılından
itibaren T.
Corsten
başkanlığındaki ekiplerce sürdürülen epigrafik
yüzey araştırmasıdır. Boubon ve Balboura
kentlerini de içeren ve devam etmekte olan
çalışmalar sonucunda kapsamlı yayınlar
yapılmıştır.
Kibyra’daki ilk bilimsel arkeolojik kazılar,
2006 yılında Burdur Müzesi Müdürü Hacı Ali
Ekinci başkanlığında, Prof. Dr. Havva Işık ve Prof.
Dr. Fahri Işık’ın bilimsel danışmanlıklarında, Yrd.
Doç. Dr. Şükrü Özüdoğru ve Yrd. Doç. Dr. F. Eray
Dökü’nün yürütücülüğünde başlayarak 20072009 yılları arasında da devam etmiştir.
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 29
2008 yılında Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Fen–Edebiyat Fakültesi bünyesinde
Arkeoloji Bölümü kurulmasını takiben, Kibyra
Kazıları 2010 yılından başlayarak Kültür ve
Turizm Bakanlığı’nın izni ve Bakanlar Kurulu
Kararı ile Kazı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Şükrü
Özüdoğru tarafından sürdürülmektedir.
KİBYRA SİYASİ TARİHİ
Kibyra antik kenti, Burdur’un, Gölhisar
İlçesinin batısındaki alçak tepeler üzerinde yer
almaktadır. Kibyra, antik dönemde Likya, Karya,
Pisidya ve Frigya kültür bölgelerinin kesişme
noktasında, kuzeyi güneye ve doğuyu batıya
bağlayan ticaret yollarının tam merkezinde
konumlanır. Antik yazarların verdikleri bilgilere
göre kent bugünkü yerine, olasılıkla “Erken
Kibyra Yerleşmesi” olarak öngördüğümüz
Uylupınar / Göl Adası’ndan, MÖ 3. yüzyılda
taşınarak yeniden kurulmuştur.
Bölge erken dönemlerde “Kabalia veya
Kabalis”, Roma İmparatorluk Dönemi’nde ise
“Kibyratis” olarak bilinmektedir. Anlamı henüz
kesin olarak bilinemese de, Kibyra Hellence bir
ad değildir. Bu durum Kibyra adının,
Anadolu’daki diğer birçok antik kent (Örneğin
Dirmil yakınlarındaki Balboura ve Boubon)
adında olduğu gibi, yerli bir Eski Anadolu
dilinden türediğini göstermektedir. Ortak kanı,
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 30
sözcüğün Geç Tunç Çağı’ndan itibaren Batı ve
Güneybatı Anadolu’da yaygın olarak kullanılan
Eski Anadolu budunlarından Luvi Halklarının
konuştuğu dile ait olduğu ve bu bilmediğimiz
ilk adlandırmanın Hellen ağzında “Kibyra”
formuna dönüştürüldüğüdür.
Herodotos, Kabalia’nın Pers egemenliği
döneminde Sardes Satraplığı’na bağlı
olduğunu, bölgede, Mysia olarak da anılan
Masonia’da oturup, Lasonialı olarak çağrılan
Kaballar bulunduğunu aktarmaktadır.
Amasyalı gezgin Strabon’un kayıtlarına
göre, Kibyralılar aslen Lidyalı olup buradan göç
ederek Kabalis Bölgesi’ne gelirler. Strabon, bu
göçmenlerin gelir gelmez yörede etkinlik kurup
burada oturan Pisidyalıları ve diğer halkları
boyundurukları altına aldıklarını ve çok geçmeden yerleşim alanlarını değiştirerek çevresi 100
Stadia’ya ulaşan bir kent kurduklarını bildirmektedir. Aynı kaynakta Kibyra’da Lidce, Solymce,
Pisidce ve Hellence olmak üzere dört farklı dilin
konuşulduğu da vurgulanmıştır. Strabon’un
kentin taşınmasıyla ilgili bu anlatımı, Kibyra’ya
yaklaşık 18 km. uzaklıktaki Uylupınar antik
yerleşmesindeki arkeolojik bulgularla da
desteklenir. Gölhisar’a bağlı Uylupınar Köyü
çevresindeki ve Gölhisar Gölü kıyısındaki kayalık
tepeliklere yayılmış görünen yerleşim, Erken
Demir Çağ’dan başlayıp süreklilik gösteren
buluntulara sahiptir. Yani bu yerleşim,
Kibyralılar’ın, olasılıkla MÖ 4. - 3. yüzyıllarda,
bugün görülebilen kentlerine taşınmadan önce
yerleştikleri alandır. Kentin bugün görülebilen
tüm mimari kalıntıları Roma ve Doğu Roma
İmparatorluk Dönemlerine aittir.
Kibyra ile ilgili tarihsel bilgilerimizin büyük
çoğunluğunu Amasyalı antik coğrafyacı
Strabon’un anlatımlarından öğrenmekteyiz.
Strabon’un anlattıklarına göre; Kibyralılar ilk
önce Lidya bölgesinde yaşıyordu. Daha sonra
bu halk, buradan göç ederek Kabalya bölgesine
gelmişlerdi. Geldikleri zaman burada Pisidyalı
(Göller Yöresinde oturan halkın eski adı) bir halk
yaşamaktaydı. Bir süre sonra Kibyralılar bu halkı
hâkimiyetleri altına aldılar. Bundan sonra da
buraya yerleşerek bölgedeki diğer halklarla
birlikte Kibyra kentini kurup burada yaşadılar.
Kibyra özellikle demir işçiliği, dericilik ve at
yetiştiriciliğinde oldukça ünlüydü. Kibyra’yı MÖ
2. yüzyılda “Moagetes” isimli bir tiran (yerel
hükümdar) yönetmekteydi.
MÖ 189 baharında Scipio’nun veliahtı
Asia’daki Roma Ordusu’nun komutanı, daha
önceden müttefikleriyle Antiokhos’u bozguna
ugratmış olan, Roma consulü Manlius Vulso,
Galatlar’a karşı ceza seferine çıktı.
İlk olarak karlı göründüğü için seferin ana
hedefinden vazgeçip güneye Karia’ya doğru
yöneldi. Thebae’den yirmibeş talent ve bin ölçek
tahıl aldıktan sonra dağların arasından ilerleyerek Kibyra yakınına geldi. Burada kentin tiranı
ile Manlius Vulso arasında, uzun süren
pazarlıklardan
sonra
tiran
tarlaların
yağmalanmasını ve şehre saldırılmasını
önlemek için 1000 talent para ve 10.000 ölçek
tahıl ödedi. Moagetes devrinde Kibyra’nın Likya
ile ilişkileri pek de dostane değildir. Moagetes
Kabalis’teki Boubonlularla beraber Araksa’ya
saldırır, bu olayın ardından Likya Birliği,
Moagetes’e gönderdiği elçiyle olayı protesto
etmiştir. Moagetes’in tiranlığı döneminde
Kibyra’nın güçlü bir ordusu vardır. Araksa’ya
saldırabildiğine göre, Bergama Krallığı’nın ya da
Roma’nın etkisi fazla değildir.
Likya’nın
kuzeyinde böylesi bir güç ve Likya Birliği üyesi
bir kente nasıl olup da saldırabildiği
anlaşılamamaktadır. Büyük ihtimalle II. Attalos
(MÖ 159-138) zamanında Boubon ve komşu
kentlerin tiranı Moagetes olmalıydı. Anlaşıldığı
kadarıyla, MÖ 167 yılında ortaya çıkan Roma’nın
zayıflatma politikası ve Rhodos gücüne karşı
Kibyra’nın ve Kaunos’un birkaç isyan girişimi
olmuştur.
Kibyra, II. Eumenes (MÖ 197-159)
zamanında Bergama Krallığı etkisinde görünmektedir. Hemen sonrasında Kibyra ve yakın
çevresinde konumlanmış antik kentlerden
Boubon, Balboura ve Oinoanda’dan teşekkül
dörtlü ortak meclisin (Kabalis Tetrapolisi /
Kabalis Bölgesi Dört Kent Birliği) MÖ 2. - 1.
yüzyıllarda, yörenin politik tarihinde önemli bir
yere sahip olduğu bilinmektedir. Dörtlü Meclis,
kentlerin temsilciler aracılığıyla katıldıkları
oylama esasına göre düzenlenmiş bir karar
alma mekanizması görünümündedir. Bu siyasi
birlikte sadece Kibyra iki oy hakkına sahipken,
diğer üç kent birer oy hakkına sahiptir. Strabon’a
göre Kibyra, bu birliğin ordusuna 30 bin piyade
ve 2 bin atlı süvari çıkarabildiği için iki oy
hakkına sahiptir. Tarihsel kayıtlar söz konusu
birliğin MÖ 82 yılında Roma generali Murena
tarafından dağıtılarak ortadan kaldırıldığını
gösteriyor. Nitekim bu tarihten sonra Kibyra,
Asya Eyaleti’ne ve diğer kentler Likya Birliği’ne
dahil
edilmiştir.
Roma
İmparatorluk
Dönemi’nde ise Asya Eyaleti Valisi’nin yargı
merkezi olmuştur.
MS 23 yılında meydana gelen büyük bir
deprem sonucunda yerle bir olan kente; o
zamanki Roma İmparatoru Tiberius vergi affı
getirmiş, ayrıca para yardımında da
bulunmuştur.
Böylelikle kent yeniden inşa edilebilmiş ve
Kibyralılar imparatora olan minnettarlıklarını,
kentlerinin adını “Caesarea Kibyra” şeklinde
değiştirerek göstermişlerdir.
MS 43’de Roma Senatosu, İmparator
Cladius’un emriyle, Likya’nın bir Roma Eyaleti
olduğunu ilan etti. Bu tarihte Likya’nın
sınırlarının Kibyra’ya kadar genişlediği
anlaşılmaktadır. Çünkü daha önce Asya
Eyaleti’ne dahil edilen bu bölgede Likya
Eyaleti’nin ilk imparatorluk valisi olan, Quıntius
Veranius’un Kibyra halkının Cladius tarafından
atanmış Legatus Pro Praetore ünvanlı idarecisi
olduğu ve Sidyma’da bulunmuş bir kitabede de
Likya’nın valisi olarak zikredildiği tespit
edilmiştir. İmparator Augustus döneminden
itibaren de, Asya Eyaleti’ndeki kentler Conventus adı verilen 9 bölgeye ayrılmıştır. Merkezinde
Kibyra bulunan, Laodikeia, Hierapolitae, Kolossai, Adada ve Sebastopolis gibi önemli kentlerin
oluşturduğu 25 kentin bir araya getirilmesiyle
oluşturulan conventusun en önemli özelliği,
yetkisi en geniş yargı merkezi olarak belirlenmiş
olmasıdır.
Kibyra, İmparator Hadrianus zamanında
(MS. 117-138 ) ve genel olarak MS 1. - 3. yüzyıllar
arasında en parlak dönemini yaşamıştır. Kentte
şu an görülen kamu yapılarının büyük
çoğunluğu bu dönemde inşa edilmiştir.
Stadiasmus Patarensis üzerinde, ticaret
yolları üzerinde olmasından dolayı adı yazılı
olan Kibyra, MS 23 yılındaki depremden sonra
Tiberius’un yardımıyla yeniden imar edilebilmiş
ve imparatora şükranlarını Caesarea Cibyra
adını alarak göstermiş ise de, MS 417 yılındaki
son büyük depremden sonra toparlanamamış
ve deprem kuşağında olup, bozulan
ekonomileri üzerine bir de Goth ve Arap
akınlarına maruz kalan çoğu Anadolu kenti gibi
gittikçe küçülerek 7. yüzyıldan sonra
yerleşilmemiş
görünmektedir.
Bugünkü
verilerle, MS 8. yüzyılda Kibyra’nın büyük ölçüde
terkedildiği söylenebilir.
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 31
KİBYRA GENEL ÖZELLİKLERİ
Kibyra, antik dönemde Likya, Karya,
Pisidya ve Frigya kültür bölgelerinin kesişme
noktasında, kuzeyi güneye ve doğuyu batıya
bağlayan ticaret yollarının tam merkezinde
konumlanır. Bölge erken dönemlerde “Kabalia”,
Roma İmparatorluk Dönemi’nde ise “Kibyratis”
olarak bilinmektedir. Anlamı henüz kesin olarak
bilinemese de Kibyra adı, Hellence bir ad
değildir. Ortak kanı, sözcüğün Geç Tunç
Çağı’ndan itibaren Batı ve Güneybatı
Anadolu’da yaygın olarak kullanılan Eski
Anadolu budunlarından Luvi Halklarının
konuştuğu dile ait olduğu ve bu bilmediğimiz
ilk adlandırmanın Hellen ağzında “Kibyra”
formuna dönüştürüldüğüdür. Amasyalı gezgin
Strabon’un kayıtlarına göre, Kibyralılar aslen
Lidyalı olup buradan göç ederek Kabalis bölgesine gelirler. Strabon, bu göçmenlerin gelir
gelmez yörede etkinlik kurup burada oturan
Pisidyalıları ve diğer halkları boyundurukları
altına aldıklarını ve çok geçmeden yerleşim
alanlarını değiştirerek çevresi 100 stadia’ya
ulaşan bir kent kurduklarını bildirmektedir. Aynı
kaynakta Kibyra’da Lidce, Solymce, Pisidce ve
Hellence olmak üzere dört farklı dilin
konuşulduğu da vurgulanmıştır. Strabon’un
kentin taşınmasıyla ilgili bu anlatımı, Kibyra’ya
yaklaşık 18 km. uzaklıktaki Uylupınar antik
yerleşmesindeki arkeolojik bulgularla da
desteklenir. Gölhisar’a bağlı Uylupınar Köyü
çevresindeki ve Gölhisar Gölü kıyısındaki kayalık
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 32
tepeliklere yayılmış görünen yerleşim, Erken
Demir Çağ’dan başlayıp süreklilik gösteren
buluntulara sahiptir. Yani bu yerleşim,
Kibyralılar’ın, olasılıkla MÖ 4. - 3. yüzyıllarda,
bugün görülebilen kentlerine taşınmadan önce
yerleştikleri alandır. Kentin bugün görülebilen
tüm mimari kalıntıları Roma Dönemi’ne aittir.
Kibyra, II. Eumenes (MÖ 197-159)
zamanında Bergama Krallığı egemenliğinde
görünmektedir. Hemen sonrasında Kibyra ve
yakın
çevresinde
konumlanmış
antik
kentlerden Bubon, Balboura ve Oinoanda’dan
teşekkül dörtlü ortak meclisin (Kabalis
Tetrapolisi / Kabalis Bölgesi Dört Kent Birliği) MÖ
2. - 1. yüzyıllarda, yörenin politik tarihinde
önemli bir yere sahip olduğu bilinmektedir.
Dörtlü Meclis, kentlerin temsilciler aracılığıyla
katıldıkları oylama esasına göre düzenlenmiş bir
karar alma mekanizması görünümündedir. Bu
siyasi birlikte sadece Kibyra iki oy hakkına sahipken, diğer üç kent birer oy hakkına sahiptir.
Strabon’a göre Kibyra, bu birliğin ordusuna 30
bin piyade ve 2 bin atlı süvari çıkarabildiği için iki
oy hakkına sahiptir. Tarihsel kayıtlar söz konusu
birliğin MÖ 82 yılında Roma generali Murena
tarafından dağıtılarak ortadan kaldırıldığını
gösteriyor. Nitekim bu tarihten sonra Kibyra,
Asia Eyaletine ve diğer kentler Likya Birliği’ne
dahil
edilmiştir.
Roma
İmparatorluk
Dönemi’nde ise Asia eyalet valisinin yargı
merkezi olmuştur.
M.S. 23 yılında meydana gelen büyük bir
deprem sonucunda yerle bir olan kente; o
zamanki Roma İmparatoru Tiberius 5 yıl için
vergi affı getirmiş, ayrıca para yardımında da
bulunmuştur. Böylelikle kent yeniden inşa
edilebilmiş ve Kibyralılar imparatora olan
minnettarlıklarını kentlerinin adını “Caesarea
Kibyra” olarak değiştirerek göstermişlerdir.
Kibyra ana kenti birbirinden derin yarlarla
ayrılan hakim üç tepelik üzerinde oturmaktadır.
Bu tepelik alanlar üzerinde kamu, sivil ve dini
yapıların belli bir bütünlük oluşturacak biçimde,
simetrik düzenlendiği görülür. Yapılar, tepelik
teraslanarak göl ve ova manzarasına hakim
konumda ve hiçbir yapı bir diğerinin
manzarasını
kesmeyecek
biçimde
yerleştirilmişlerdir. Kentin çok ve çeşitli mimari
tipleri barındıran Nekropolü (Mezarlık) üç
yandan kamu yapılarının yoğun olarak
görüldüğü ana tepeliği çevreler. Bu yapılar
doğuda Stadion’dan batı uçtaki Tiyatro ve
Meclis Binası’nın oturduğu sırt arasında
yoğunlaşmıştır. Aynı aks üzerinde, ana cadde,
ikincil yollar, yine idari ve yargı binası işlevli
bazilika, tapınaklar, sosyal ve ticari çarşı – pazar
yeri (Agora) yanı sıra; kentin ekonomik
yaşamının canlılığını belgeleyen küçük
işletmelerin bulunduğu görülür. Antik kaynaklar ve yazıtlardan okunan bilgilere göre; Kibyra
özellikle demir işleme, dericilik ve at
yetiştiriciliğinde ünlüdür. Yapılan araştırmalar
sonucunda özellikle seramik üretiminin çok
yoğun olduğu tespit edilmiştir.
ANIT MEZAR
Roma İmparatorluk Dönemi mezar yapısıdır. Cephe
serbest mimari düzenlense de, İç kısımda ana kayaya
oyulmuş iki adet mezar odası bulunmaktadır. Cephede
tonozlu ön odaya girişi sağlayan kapı, kuzeydoğuya
bakmaktadır. Düz damlı çatıya “U” biçiminde üç lahit
mezar yerleştirilmiştir. Olasılıkla MS 2. – 3. yüzyıllara aittir.
NEKROPOL YOLU VE YUVARLAK KULELİ TAK
Kentin doğu girişinde yer alan Cadde’nin her iki
kenarında anıt ve lahit mezarlar sıralanmıştır. Burdur
Müzesinde sergilenen ünlü Gladyatör kabartmaları da
bu alanda bulunmuştur. Ana Caddeden batı yönde
devam edildiğinde kentin ana giriş kapısı olan anıtsal
Tak’a ulaşılır. Bugün tamamen yıkılmış durumda görülebilen Tak, ortada dört ayaklı üç kemerli kapıdan ve her
iki yanda birer yüksek yuvarlak kuleden oluşur. MS 2.
yüzyılda inşa edilmiştir.
MARTYRIUM? (TAPINAK PLANLI ANIT MEZAR)
Moloz taş ve kireç harçla örülmüş, tek odalı, in antis planlı bir mezar yapısıdır. Girişte iki sütun altlığı
korunmuştur. Asıl odanın tabanında bir mezar odası
bulunmaktadır. Mezar odasının dört tarafındaki tonozlar,
üst odanın tabanını taşımaktadırlar. Doğu tonozun
altında, anakayaya oyulmuş dikdörtgen sanduka
bulunmaktadır. Kazı çalışmaları sonucunda, 8.70 X 7.30
m. ebadındaki yapının, Erken Doğu Roma Dönemine ait
(MS 6. yüzyıl) tapınak formlu bir anıt mezar olduğu
anlaşılmıştır.
STADION (Stadyum)
Kentin doğu yamacında yer alan yapı, tek sphendoneli “U” formludur. Yaklaşık 10 bin kişilik kapasitesi ve
200 m.’ye varan pist uzunluğuyla Anadolu’nun en
görkemli Stadion’ları arasında sayılmaktadır. Stadion’a
kuzeyden anıtsal bir kapı (Propylaion) ile girilir. Batıda,
yamacın yüksek olan ana kayasına yaslanan 21 oturma
sırası yerleştirilmiştir. Doğuda ise, eğimden dolayı yapay
bir dolgu üzerine oturtulan Cavea, bir istinat duvarı ile
güçlendirilmiş ve 8 oturma sırası konulabilmiştir. Yapıda
ele geçen yazıtlar ve mimari izler Stadion’un MS 2.
yüzyılın sonları ve 3. yüzyıl başlarında inşa edilen yeni
ekleriyle son halini aldığını ortaya koymuştur. Bu alanda
atletizm yarışmaları yanında Gladyatör ve Venetiones
(hayvanlarla Mücadele eden gladyatörler) mücadelelerinin yapıldığı da düşünülmektedir. Güney uçta Spendone kısmının altında yer alan tonozlu geçişten
yarışmacıların piste çıktıkları anlaşılmaktadır. Batı oturma
sıralarının tam ortasında yer alan özel loca (Tribunalia)
yapının merkez aksını oluşturmaktadır.
ANIT MEZAR
NEKROPOL YOLU
MARTYRIUM
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 33
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 42
STADION
BAZİLİKA (İDARİ BİNA)
Üç nefli Bazilika Stadion’un batısında
doğu-batı doğrultulu olarak inşa edilmiştir. Giriş
kapısı batı cephededir. İç kısımda binayı üçe ayıran
iki sıra sütun dizinin varlığı anlaşılmaktadır. Hemen
giriş kapısı önünde, Bazilikanın batı ucunda, alt
kısmı tonozlarla taşınan kare planlı bir sütunlu avlu
yer almaktadır. Avlunun kuzeybatı ucunda küçük
bir çeşme yapısının (Nymphaeum) varlığı dağınık
mimari izlerden yola çıkarak öngörülmüştür.
Avluyu taşıyan kemerli payeler arasında, güney
taraftaki sivil yerleşim yerine giden bir yola
başlangıç sağlayan merdivenler olmalıdır.
ANA CADDE
Kentin kamu yapılarının konumlandırıldığı
ana tepede Stadion öncesinden başlayarak
Tiyatroya kadar devam ettiği anlaşılan Ana Cadde
doğu-batı aksında yerleştirilmiştir. Birçok bölümde
izlenemese de Agora I. Teras Caddesi ile birleştiği
noktada başlatılan kazılar sonucunda yaklaşık 40
metrelik kısmı Stadion yapısına doğru (Doğu) açığa
çıkarılmıştır. Agora ile birleşme noktasında yükseklik farkından dolayı basamaklı merdiven şeklinde
oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Ana Cadde’nin
altında kentin ana kanalizasyon sisteminin varlığı
tespit edilmiştir. Ayrıca cadde altında Geç Roma
İmparatorluk Dönemi’ne değin kullanıldığı
anlaşılan ve pişmiş toprak künklerden
oluşturulmuş içme suyu şebekeleri yer almaktadır.
AGORA (ÇARŞI - PAZAR YERİ)
Stadion ile Tiyatro arasındaki düzlük alanda
konumlanmış olup, üst üste üç teras halinde ve
dikdörtgenimsi bir planda düzenlenmiştir. Antik
Dönemde Agora’larda halkın alış veriş yaptığı
dükkanlar, dinlendikleri veya sohbet ettikleri
sütunlu yapılar bulunmaktaydı. Kibyra antik
kentinin Agora’sında yapı boyunca uzanan bir
sütunlu cadde ve bunun her iki kenarında da
dükkânlar kazılar sonucunda ortaya çıkarılmıştır.
Ayrıca Agora Sütunlu Caddesi’nin Ana Cadde ile
birleştiği noktada, orijinalinde bir tapınağın kutsal
alanına girişi sağlayan görkemli bezemelere sahip
Kapı, kazı çalışmaları sonrasında yeniden ayağa
kaldırılmıştır. Doğu Roma İmparatorluk Dönemi
içlerinde (olasılıkla MS 6. – 7. yüzyıllarda) Kent,
Agora merkezli olarak küçülmüş ve Agora’nın teras
duvarları
devşirme
mimari
elemanlarla
kuvvetlendirilerek bir Sur Duvarı işlevi
kazandırılmıştır. Surdan içeri giriş ise sonradan
eklenen
kapılarla
sağlanmıştır.
Agoranın
kuzeydoğu ve güneydoğu köşelerinde iki
tapınağın varlığı Geç Sur Duvarı’nda kullanılan
devşirme malzemelerden ve geriye kalan mimari
izlerden anlaşılmaktadır. Ayrıca Agora en üst teras
düzlüğünde işlevi henüz tanımlanamamış bir
yapının ve yuvarlak planlı (Tholos) bir çeşme
yapısının kalıntıları görülebilir.
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 34
BAZİLİKA
ANA CADDE
AGORA
TİYATRO
Meclis Binası’nın hemen kuzey kenarında, büyük oranda
sağlam durumdaki Tiyatro; tepenin doğu yamacına
yerleştirilmiştir. Yarı dairesel planlı üç katlı oturma sırası, beş
kapılı sahne binası ve yaklaşık sekiz bin kişilik izleyici kapasitesiyle Anadolu’daki büyük tiyatrolar arasında yer almaktadır.
Oturma sıralarını yatay bölen yürüme yolunun (Diazoma)
parapet blokları üzerinde yer alan yazıtlarda, Kibyra’nın ileri
gelen aile isimleri ve kent için yaptıklarıyla, aldıkları görevler
hakkında bilgiler verilmiştir. Seyircileri güneşe ve yağmura
karşı korunmak için ahşap direklerin taşıdığı örtü sisteminin
(Velarium) izleri görülmektedir. Tiyatro oturma sıralarının
hemen üzerinde, daha sonradan kiliseye çevrilmiş bir tapınak
yer almaktadır. İki farklı evrede inşası tamamlanan Tiyatro’nun
son evresinde (Yak. MS 2. yüzyıl sonları) en üst oturma
bölümü eklenmiştir.
ROMA İMPARATORLUK DÖNEMİ HAMAMI
Hamam, kamu yapılarının oturduğu ana tepenin
kuzeybatı eteğinde yer alır. Yıkanma alanları kuzey – güney
doğrultusunda yan yana sıralanmıştır. Bu özelliğiyle Roma
İmparatorluk Dönemi “Anadolu Sıralı Tip Hamamları”yla aynı
plandadır. Güney önündeki düzlükte bir Gymnasium (spor
eğitimi yeri) yer almaktadır. Her iki yapıda Roma İmparatorluk
Döneminde, olasılıkla MS 2. yüzyılda inşa edilmiştir.
DOĞU ROMA HAMAMI
Odeion önündeki mozaik döşemli Stoa alanının güney
doğu köşesine yerleştirilmiştir. Doğu Roma İmparatorluk
Dönemine ait (yaklaşık MS 5. – 7. yüzyıllar arasında) bir
hamam yapısıdır. İnşası sırasında Odeion’a ait birçok blok taş
parçalanarak devşirme olarak Hamam’da kullanılmıştır. Roma
İmparatorluk Dönemi “sıralı tip” anıtsal hamamların planı Geç
Dönemde taklit edilmiştir. İlk bölüm olan soyunma odası yan
duvarında giriş bulunmaktadır. Daha sonra sırasıyla Soğukluk
(Frigidarium), Ilıklık (Tepidarium) ve iki Sıcaklık (Caldarium)
bölümleri sıralanmaktadır. Sıcaklık bölümlerindeki taban
ısıtma sistemini (Hypocaust) gösteren payeler sağlam şekilde
bulunmuştur. Soğukluk ve Sıcaklık bölümündeki havuzlar iyi
korunmuş durumdadırlar. Orijinalinde Hamam duvarlarının
dış kısımda kireç harçla sıvandığı, iç kısımda ise mermer
plakalarla kaplandığı anlaşılmıştır.
TİYATRO
ROMA İMPARATORLUK DÖNEMİ HAMAMI
DOĞU ROMA HAMAMI
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 35
ODEION (MÜZİK EVİ)
Odeion yapısı kentin kamu
binalarının yer aldığı tepenin güneybatı
köşesinde konumlanır. Yapının Antik
Dönemde “Odeion” olarak tanımlandığı
ön alanındaki mozaik döşem üzerinde
yer alan yazıtlardan anlaşılmıştır. Bu
yapı, aynı zamanda kent meclisi
toplantıları için de kullanılmış olmalıdır
(Bouleuterion). Ayrıca inşasından kısa
bir süre sonra önüne eklenen bir sahne
binası ile (Skene) Tiyatro olarak ve de
Kentin Roma İmparatorluk Döneminde
Küçük Asya Eyaletinin yargı merkezi
olmasından dolayı büyük davaların
görüldüğü bir mahkeme binası olarak
da kullanıldığı kazı çalışmaları
sonucunda öngörülmüştür.
Yapı, iç kısımda 31 oturma sırası ile
yaklaşık 3600 kişiliktir. Bu haliyle
Ülkemizde, antik dönem içinde üzeri bir
çatıyla kapatılmış, ısıtılabilen en büyük
kamu
yapısı
olma
özelliğini
taşımaktadır. Yapı olasılıkla MS 4. yüzyıl
sonlarında geçirdiği bir yangın felaketi
sonrası, eski işlevleriyle kullanılamaz
duruma gelmiştir. Yapının Orkestra
bölümünün zemininde renkli mermer
plakalardan (Opus Sectile) yapılmış bir
Medusa (Antik Çağda gözlerine bakanı
taşa çevirdiğine inanılan mitolojik figür)
betimlemesi yer almaktadır. Yapının
önünde duvar dilleriyle bölünmüş
sahne binası yer almaktadır. Yapıya giriş
sahne
binasındaki
üç
kapıyla
sağlanmaktadır. Yapının kullanıldığı
dönemde iç sahne duvarının (skene
frons) bezemeli mermer plakalarla
kaplandığı anlaşılmaktadır. Sahne
binasının önünde ise dokuz sütun ve
dört kare altlığın yer aldığı tabanı
mozaik
döşemeli
bir
Stoa
bulunmaktadır.
Mozaik
döşem
geometrik desenlerden oluşan 15 farklı
pano şeklinde tasarlanmıştır. Mozaik
döşem üzerindeki yazıtlardan mozaiğin,
MS 249-254 yılları arasında Kibyralı
Epankrates’in oğulları Aurelius Sopatros
ve Klaudius Theodoros kardeşler
tarafından yaptırıldığı anlaşılmıştır. Kazı
çalışmalarından elde edilen bulgulara
göre Odeion yapısının ise MS 2. yüzyılın
ikinci yarısında inşa edildiği tespit
edilmiştir.
FOTOĞRAFLAR KAYNAK: GÖLHİSAR BELEDİYESİ HALKLA İLİŞKİLER MÜDÜRLÜĞÜ
Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 36

Benzer belgeler

Kibyra Türkçe - Burdur İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü

Kibyra Türkçe - Burdur İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve lahit mezarlar sıralanmıştır. Burdur Müzesinde sergilenen ünlü Gladyatör kabartmaları da bu alanda bulunmuştur. Ana caddeden batı yönde devam edildiğinde kentin ana giriş kapısı olan anıtsal Tak...

Detaylı

Burdur Kibyra Tanıtım Broşürü 1 - Burdur İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü

Burdur Kibyra Tanıtım Broşürü 1 - Burdur İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü budunlarından Luvi Halklarının konuştuğu dile ait olduğu ve bu bilmediğimiz ilk adlandırmanın Hellen ağzında “Kibyra” formuna dönüştürüldüğüdür. Amasyalı gezgin Strabon’un kayıtlarına göre, Kibyral...

Detaylı

ÖZET: Burdur Arkeoloji Müzesi Müdürü Hacı Ali

ÖZET: Burdur Arkeoloji Müzesi Müdürü Hacı Ali Kbyra Antik Kentimiz ve bunun yanında o yolun yukarısında da Böğürdelik Yaylamız var ki Gölhisar’ımızın su ihtiyacının büyük bir kısmını bu yaylamız karşılamaktadır. Eski zamanlarda 100 bin- 150 bi...

Detaylı