PDF Versiyonu - Kahve Molası

Transkript

PDF Versiyonu - Kahve Molası
Yazýlan, Okunan, Kopyalanan, Ýletilen, Saklanýlan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yýl: 2 Sayý: 436
9 Þubat 2004 - Fincanýn Ýçindekiler
■
■
■
ISSN: 1303-8923
■
Arkadaþlarýnýza önermek ister
misiniz?
■
Meþhur Böðürtlek Mevlüt'ü siz de tanýr mýsýnýz efendim? ... Beyhan Duffey
VARIMM ... Aysýn Koþan
GRÝ GÜNLER ... Levent Þenyürek
Küba'dan Ýzlenimler - 7 ... Cüneyt Göksu
Dost Meclisi, Tadýmlýk Þiirler, Biraz Gülümseyin,
Ýþe Yarar Kýsayollar
KISAYOLLAR
SON BASKI
kahvemolasi.com
Arþivimiz
Yazarlarýmýz
Manilerimiz
Forum Alaný
Ýletiþim Platformu
Sohbet Odasý
E-Kart Servisi
Sizden Yorumlar
Kütüphane
Kahverengi Sayfalar
FÝNCAN/SÝPARÝÞ
Medya
Ýletiþim
Reklam
Gizlilik Ýlkeleri
Editör'den : Resimdeki Gözyaþlarý!..
Ýyi haftalar,
Memleketimi kurtarmaya çalýþtýðým, anarþist dönemlerimin simgelerinden birini daha yitirdim. O namus belasýna can vermeye hazýr tamirci çýraðýmdý
benim. Yetmiþli yýllarýn resmini çizmeye kalksaydým bir kenarýna onu diðer kenarýna Barýþ'ý yerleþtirir, ortaya Taksim Meydanýný çizer, kýprkýrmýzý
bayraðý sallarken resmederdim kendimi. Hey gidi günler hey... Koca Cem, o koskoca çýnar, sýrasýz bir ölüme teslim oldu. Sabah haberi duyduðumda
son hallerini deðil, yetmiþli yýllardaki o maðrur, demokrasi ve özgürlük aþýðýný hatýrladým. Dimdik, önündeki ayaklý mikrofonu G3 tüfeði gibi kullanan,
ayaðýný her yere vuruþunda beynimi sallayan o uzun saçlý adam var aklýmda. 12 Eylül öncesi zamansýz terk ettiðinde memleketimi, o çýnar yana
yatmýþtý benim için. 87'de geri dönüp geldiðinde bu sefer de diðer yana yattý. Yalan yok sevemedim o hallerini. Ben onu hep Ýzmir Atatürk Spor
Salonunda binlerce kiþiye marþ söyleten parkalý adam olarak hatýrlýyacaðým. Geçmiþteki günlerden bir teselli aradýðýmda hep o resme bakýp belki
birkaç damla yaþ dökeceðim. Güle güle Cem Karaca... Seni tanýdýðým, marþlarýna eþlik ettiðim için mutlu ve gururluyum ama zamansýz gidiþin için çok
üzgünüm...
Buyrun kýnalarý yakýn artýk. Popstar bitti. 5 aydýr bana göre haketmediði eleþtirilere maruz kalan bir yarýþma, tüm
korkularýn aksine bitmesi gerektiði gibi bitti iþte. 2 tane pýrýl pýrýl güzel insan kazandý eðlence dünyamýz. Geri kalan
11 tane bonus da yanýnda. Gece fakir yatýp sabah meþhur kalkanlarýn cirit attýðý müzik dünyamýza, üçbin kiþi
arasýndan seçilmiþ, 5 ay sýký eðitim almýþ, daha ortada fol yok yumurta yokken en aðýr eleþtirilere göðüs gerip
piþmiþ, 2 artý 11 genç insan katýldý. Bundan sevinç duymak gerek. Firdevs kýzým galip gelemedi ama demiþler ya 'galiptir bu yolda maðlup' diye, iþte o hesap.
Hele bir de Amerika'ya giderse Abidin'le, görün bakýn geriye nasýl dönerler birlikte. Ýkiydik üç olduk demedikleri sürece de bence bir sorun yok. Ýksinin de yýldýzlarý
parlak yollarý açýk. Hoþgeldiniz, sefalar getirdiniz evlerimize gençler...
Kim Bu Editor?
Bugünkü yazýlarýmýz biraz uzunca olduðundan sayýca az oldular. N'apalým gönlüm kesmeye razý olmadý. Bu arada merak edenleriniz mutlaka vardýr, Yýldýz Falý
bölümümüz bir süredir yayýnlanmýyor biliyorsunuz. Bunun nedeni sevgili Nurettin'in baþýnýn biraz sýkýþýk olmasý. Kýsa zamanda rahatlayýp aramýza eski tadýyla
döneceðinden hiç kuþkunuz olmasýn. Hepinize haftasonu gibi güneþli bir hafta diliyorum. Kalýn saðlýcakla...
KAPI KOMÞULARIMIZ
Bir sonraki sayýda buluþuncaya kadar bulunduðunuz yerden bir adým öne çýkýn. Sevgiyle...
Cem Özbatur
Yukarý
Arap olayým ben de kahveciyim... : Beyhan Duffey
Meþhur Böðürtlek Mevlüt'ü siz de tanýr mýsýnýz efendim?
Tarlabaþý'nda trafiðe takýldýlar. Ulan ne bok var þu Beyoðlu'nda anlamam. Her daim insan kaynar. Bu milletin iþi gücü yok mudur ? Günün her saati aval aval turist gibi dolaþýrlar. Þuna bak, trafik
arap saçýna dönmüþ, diye düþündü. Sýkýntýsýný ve düþüncesini Mevlüt'ün inek gibi böðüren sesi bozdu .
" Tahsin Abi ne bekliyoruz yahu..
" Hassupanaallahhh... ebenin þeyini bekliyoruz. Görmüyor musun be adam önümüz sýra uzayan trafiði.. Mevlüt en kaba sesiyle bir " haaaa... " çekti. Taksim Meydaný'ndaki trafik ýþýklarýndan sonra
yol açýktý. Tahsin köþede bekleyen trafik polisini fark edinceye kadar bastý gaza. Neyse ki ucuz atlattý, Notre Dame de Sion Fransýz Okulu karþý sokaðýndan girdi. Hilton Oteli'ni geçiyordu ki, Mevlüt
yeniden böðürdü.
" Abi bu otele geldin mi sen hiç ?
" He oðlum geldim. Yengenlen cicim aylarýmýzý geçirmeye geldiydik fi tarihinde.
" Deme bee usta... (Dalarak) Vay be... Ben de Selvinazýmý getirebilir miyim acep bir gün böyle lüküs yerlere...
" Neden olmasýn oðlum. Buralarda da hela var. Bakarsýn bir temizlik iþi falan uydurulur..
Tahsin kendi söylediðine neþelenmiþ, sýrýttý. Mevlüt bu sözler üzerine ustasýna sert sert baktý ama sesini çýkarmadý. Selvinazýný bu memlekete getirip elalemin bokunu temizlettirmeyecekti ona. O
apartmanlarda yaþayan kodamanlarýn hizmetçisi etmeyecekti onu. Birkaç hafta önce geldiði bu þehre adeta büyülenmiþçesine bakýyordu. Ne kadar büyük ve kalabalýktý. Tahsin Usta onu Esenler
Garajý'ndan aldýðýnda da, geçtikleri yol üstünde ne varsa tek tek göstermiþ, uzun uzun anlatmýþtý. Taksim Meydaný'na gelince aðzý bir karýþ açýk kalmýþtý. Ýnek Þaban'ýn ve Zeki Alasya-Metin
Akpýnar filmlerinin geçtiði yerler buralardý demek. Hatta bir keresinde þu anýtýn altýný kazýyorlardý da altýn ararken, aynasýzlar gelmiþ kaçýp kovalamaca oynamýþlardý. Tahsin Usta, bak demiþti su
Atatürk Kültür Merkezi. Orada güççük güççük melekler varmýþ, bembeyaz elbiselerinin içinde. Serçe tüyü kadar hafifmiþler. O kadar hafifmiþler ki her daim parmak uçlarýnda yürürlermiþ. Kendi
görmemiþ de, bizim yakýn köylü Memet Aða orada bekçilik edermiþ, o söylemiþmiþ. Hemen þuradaki heybetli otel Dý Marmara Oteli'ymiþ. Birden bire bütün katlarýna bakmayasýn, baþýn döner ha,
diye de uyarmýþtý Tahsin Usta. Gerçekten de hiç bu kadar yüksek yapý görmemiþti hayatýnda Mevlüt. Bildiði en yüksek yapý, köylerindeki caminin minaresiydi. Ha bir de yüksek daðlarýn zirvesini
bilirdi. Oralardan aþaðýya, ovaya baktýðýnda, köyler bit gibi bit gibi, kuzular, koyunlar da daðlarýn eteklerine serilmiþ yün halýlar gibi görünürdü gözüne. Eeee..... amma o baþka bu baþka. Daðlar
Allah yapýsý, oysa Ýstanbul'un bu koca yapýlarýný gavurdan adamlar yapmýþmýþ, böyle söylediydi usta. Burasý da meþhur Beyoðlu'ymuþ. Heykelin arka yüzünde, yüzümüz Beyoðlu'na dönük o
kalabalýða bakarken, usta þöyle bir elini sallamýþ " a-ha Mevlut bu gördüðün cadde de boylu boyunca genelev " demiþti. Karýlar neredeyse anadan üryan geziyordu Beyoðlu denen bu yerde. Saçý
baþý bizim kýnalý koyunlar gibi çeþit çeþit boyalý avratlar, yanlarýnda yürüyen kavak gibi sýrýk oðlanlara devrilmiþ öyle yürüyorlardý. Hepsinin beti benzi atmýþ, bunlar et süt yemez mi ola ? Benim
Selvinazým montofon inekleri gibi, besili, saðlýklý, etli butlu. Þehir karýlarý eline su dökemez onun yaaa... Bunlar da bir baþka be kardeþim. Þehir avradý. Yeme de yanýnda yat. Saðolsun köyden
gelir gelmez ustam yanýna çýrak aldý beni de, sayesinde ekmeðini yiyeceðiz. Elbet elimiz para görünce biz de düþeriz bu Beyoðlu denen cennete.
" Daldýn lan Mevlüt.
" He usta. Köyümüz aklýma geldi. Fiþfiþ'in torunu Satýlmýþ buraya gelse düþüp bayýlýr deðil mi usta ?
" Býrak lan o altý parmak hayýrsýzýný. Hala davar mý güdüyor daðlarda ?
" He usta. Bir de deli karý getirdiydi Kevgir köyden. Kader'miþ adý. Karý bir gece koynundan kaçmamýþ mý bu altý parmaðýn?
" Deme lan. Kime kaçmýþ ?
" Kendi köyünün imamýna kuma gitmiþ dediler. Ýþte o zamandýr inmedi daðdan Satýlmýþ.
Konuþmaya öyle bir dalmýþlardý ki neredeyse geçip gideceklerdi binanýn önünden.
Külüstür pikapý Cemal Reþit Rey Konser Salonu'nun (CRR) önüne park ettiler. Kapýdaki görevli hemen yanlarýna yanaþýp açýk pencereden devekuþu gibi ince boynunu içeri uzatýp,
" Yasak hemþerim. Kapý önüne park edemezsiniz ?
- Biz marangoz ustasýyýz kardeþ. Bir iþ için bizi aradýlardý da bu adresten.
" Olsun, yine de buraya park edilmez. Hemen ilerdeki Ýtfaiye binasýnýn önündeki park yerine býrakabilirsiniz.
- Ama malzemelerimiz var. Oradan buraya...
- Orasý beni ilgilendirmez hemþerim, hadi kapýnýn önünü kapatmayýn.
Tahsin söylenerek marþa bastý. Söylenilen yere doðru yola koyuldular.
CRR'de hummalý bir çalýþma vardý. " Figaro'nun Düðünü " operasý için son hazýrlýklar yapýlýyor, bir yandan teknik ekip son rütuþlarý tamamlýyor, orkestra orkestra çukurunda son akord ve
provalarýný yapýyor, oyuncular da antrelerini kolluyorlardý. Teknisyenler, sahne görevlileri, konduvit, sahne amiri... Keyifli bir telaþ vardý sahne üzerinde. Salon ýþýklarý, ýþýk düzenlemesi yüzünden
salonu bir karanlýða boðuyor hemen sonra tonlarca voltluk spotlar ayný anda yanýyor, salon " Mephisto " nun son sahnesindeki gibi bir ýþýk þölenine dönüþüyordu. Fýrtýna Kuþlarý Topluluðu'nun,
Hitler zulmünden kurtulmuþ tek ve son oyuncusu deðil miydi Mephisto ? Binlerce kiþilik stadyum da milyonlarca ýþýðýn altýnda, bir tek seyircisiz, " ýþýk, daha fazla ýþýk " diyen bu nazi iþbirlikçisi
oyuncu. Yarýn akþamki gösterinin Alman rejisötü Michael Konner bunlarý düþünürken bir yandan da sahne üstündeki bu karýþýklýðýn verdiði sýkýntýyla sigara üstüne sigara içiyor, hep o bir þeylerin
eksik olduðu hissinden kurtaramýyordu kendisini. Reji asistaný ve çevirmeni olan Berrin Gusseboff yönetmenin aðzýndan çýkacak her kelime için pürdikkat kesilmiþti. Sahne ve salonun aydýnlýk
olduðu bir anda Tahsin Usta ve arkasýnda Mevlüt, ellerinde malzemeler olduðu halde fütursuzca girdiler seyirci kapýsýndan. Oysa kulis-oyuncu kapýsýndan girmeleri gerekiyordu ve onlarý ön
kapýdan girerken kimse fark etmemiþti. Ayný anda salon yine karanlýða büründü. Aðzý açýk ayran budalasý gibi þaþkýn gözlerle bu muhteþem düðün salonuna(!) bakan Mevlüt, elinde malzemelerle
yere yuvarlandý. Düþtüðü yerde homur homur homurdandý. Salonda mutlak sessizlik isteyen Konner öfkeyle Almanca olarak baðýrdý. Ödleri boklarýna karýþan Tahsin Usta ve Mevlüt ýþýklarýn
yanmasýný beklemeksizin, birbirlerine söylenerek, elleri ayaklarý birbirine dolaþarak gerisin geri kaçtýlar.
Aradan henüz zaman geçmiþti ki, doðru kapýyý bulup sonunda içeri girmeyi baþardýlar. Çýt çýkarmamalarý için de sahne amiri Bulut Bey tarafýndan sýký sýkýya uyarýldýlar. Merdiveni kurdular.
Malzemeleri yýðdýlar. Tahsin usta basamaklarý týrmandý ve sahne perdesini içten çevreleyen çürük tahta pervaza ulaþtý. Bir gayret uðraþtý, uðraþtý... Sonunda vidasý iyice paslanmýþ tahtayý
yerinden sökmeyi baþardý. Ani bir dikkatsizlikle, yerinden kurtulmuþ tahta ustanýn parmaklarý arasýndan sýyrýlýp, büyük bir hýzla, yukardan aþaðý, Mevlüt'ün salak bakýþlarý altýnda " güm " diye
kafasýna indi. Neye uðradýðýný þaþýran Mevlüt ilk þokun ardýndan, bütün gücüyle ve o meþhur böðürtüsüyle " Yandým anaaaaaaaaam ! " diye baðýrdý. Bir anda müthiþ bir sessizlik oldu. Hem sahne
gerisinde, sahne üstünde ve de salonda. Michael Konner aðzýnda sigarasý kalakaldý. Sonra Almanca bir þeyler söylemeye baþladý. Berrin sözleri ayný anda Türkçe'ye çeviriyordu.
" Kim bu sesi çýkaran ? Kim bu ? Çabuk ortaya çýksýn ? (Sahneye) Herkes kulise. Baþtan alýyoruz. (Daha çok kendi kendine) Çok parlak bir fikrim var...
Ýþte o parlak fikrin ardýndan üç-beþ ay kadar bir süre geçmiþti ki, Mevlüt'ün çavdar tarlasýný andýrýr bön bakýþlý ablak suratý Ýstanbul'un nadide semtlerinin bilbordlarýný süsler oldu. Allah'ýn her günü
televizyon kanallarýnda boy gösteriyordu. Uzun bacaklý, aklý kýt manken bozuntusu kenar mahalle dilberleri onun yanýnda görünmek, paparazzilere iki fotoðraf verebilmek için birbirleriyle
yarýþýyorlardý. Önceleri yüzünü buruþturarak içip alýþmaya çalýþtýðý viskiyi þimdilerde þiþe þiþe deviriyordu. Gece kulüplerinin müdavimi olmuþtu. Yanýnda iki çam yarmasý olmadan tuvalete bile
gitmiyordu. Bütün bunlarý bir yerlerden öðreniyordu ama özünde yine de köyündeki yavuklusu Selvinazýný özleyen Mevlüt'ten baþkasý deðildi...
Michael Konner onun hayatýnýn þansý (-mý) olmuþtu bilinmez ama çok þey deðiþtirdiði gerçekti. Figaronun Düðünü'ndeki son perdeye eklenen " aþýðýn delirme sahnesi "nin baþ kahramanýydý
Mevlüt. Aslýnda olduðu gibi davranan ama Konner'e göre büyük bir oyunculuk yeteneði gösteren Mevlüt bu sahnede deliriyor, aþkýna karþýlýk bulamamýþ bir zavallýnýn bütün umutsuzluðuyla
çýrpýnýyor, çýrpýnýyor, inanýlmaz acýlar ve kulaklarý týrmalayan o korkunç sesiyle böðürerek yaþamýna son veriyordu. Seyirci iþte tam da bu noktada katharsise ulaþýyor ve alkýþlar dakikalarca
susmak bilmiyordu. Oyun müthiþ bir baþarý kazanmýþ ve tam üç ay yani Konner ülkesine dönünceye kadar da kapalý giþe oynamýþtý. Konner her geceki temsili izliyor, büyük bir yeteneði keþfetmiþ
olmanýn haklý gururunu yaþýyordu...
Üç ay sonra Konner ülkesine döndüðünde, her yabancý yönetmenli piyesin ya da eserin baþýna gelen þey, Konner'in rejisinin de baþýna geldi. Temsilden bir þekilde sýyýrmayý baþaran oyuncular..
Hemen iki provayla yerine yenisi gelen figüranlar... Orkestranýn verdiði fireler... Ve bütün ekibin Mevlüt'e artýk katlanamýyor olmasýnýn verdiði sýkýntý yardýmcý yönetmenin oyuna eklenen son
bölümü, yani Mevlüt'ün öldüðü kýsmý oyundan çýkarmasý ve kaçýnýlmaz bir þekilde temsilin boþ salonlara oynamasýyla verilen karar... Temsilin kaldýrýlmasý...
Operadaki þans eseri baþarý (!), televizyon kanallarýnýn sabun köpüðü ilgisi çok sürmedi Mevlüt'ün yaþamýnda... Her kapýdan çevrilir oldu Mevlüt. Kaldýðý lüks otellerin kapýsýndan dahi giremez
oldu. Magazin dünyasýnýn gitmeye alýþýk olduðu, kendisinin de kýsa da olsa bir zamanlar paþalar gibi aðýrlandýðý bu eðlence yerlerinin kapýsýndan tekme tokat kovdular Mevlüt'ü. Bu þaþaanýn
içinde Ýstanbul'daki varý yoðu Tahsin Usta'ya da çoktan sýrtýný dönmüþ olan Mevlüt'e o da açmadý kapýsýný. Mevlüt cebinde beþ parasýz Ýstanbul'un orta yerinde kalakaldý. Bir iki gün kýlýk kýyafet
yerinde bir aþaðý bir yukarý gitti geldi Beyoðlu'nu. Üçüncü gün açlýk baþýna vurdu. Tabildot lokantalarýnýn önünde, camlardan içeri tezgahtarlara iþaret etti. Aldýrýþ eden olmadý. Gelip geçen
kalabalýða önce anlamsýz gözlerle baktý. Sonra derin derin. Öfkeyle. Onu tanýmayan gözlere, yüzlere duyduðu öfkeyi onlarýn yüzüne kustu. Onu üç-beþ aylýðýna da olsa meþhur eden o korkunç
böðürtüsünü yanýndan geçen insanlarýn kulaklarýnýn taa derinliklerine yolladý. Ýþte o zaman insanlarýn dönüp onun yüzüne baktýðýný gördü. Kendini hatýrlatmanýn, " ben meþhur Mevlüt Tambur'um "
demenin tek yoluydu bu.
Sabahlarý yolunuz düþüyorsa eðer Beyoðlu'na, mutlaka karþýlaþýrsýnýz Mevlüt'le. Ya bir simitçiye gazete kupürlerini gösterip bir zamanlar ne kadar ünlü olduðunu anlatýp bir simit kapmanýn yollarýný
arýyordur. Ya da, kaptýðý o simitle, ille de arkanýzdan ve tam ense kökünüzden yanaþýp kulak dibinize o meþhur böðürtüsünü ve aðzýndan saçýlan susamlarý yollayýp afallatýr sizi. Sonra da gevrek
gevrek güler yaptýðýna. Kendi kendini alkýþlar... Gülümsemez de surat ederseniz küfreder... Onun bu haline de genelde ve yalnýzca turistler gülümseyerek karþýlýk verir. O da yüz bulup caddenin
baþýndan sonuna kadar takip eder onlarý. Tabii arada sýrada iþini unutmayýp, gelen gecenin ense köküne de böðürmeyi ihmal etmeden.... Ben Ýstanbul'u çok özledim. Gözümde tütüyor memleket.
Eðer sabahçýsýysanýz Beyoðlu'nun mutlaka karþýlaþýrsanýz Mevlüt'le. Bir ricam var sizden. Korkmayýn böðürtüsü dýþýnda zararsýzdýr, kulaðýna eðilin ve " o seni tanýyor " deyin. Benim için lütfen
yapýn bunu...
Beyhan DUFFEY - Cidde / Suudi Arabistan
[email protected]
Arkadaþýna Öner
Yorum Oku / Yaz
Yukarý
Kahvecigillerden : Aysýn Koþan
VARIMM
Bu yaþa geldim halen daha býrakýn çevremi kendimde bile " Normal " olarak adlandýrýlsada alýþamadýðým veya tam tersi alýþtýðýmý görünce utandýðým pek çok kötü, çirkin ...... olarak
adlandýrabileceðim þeyler var.
Hadi çevre bir derece de içimde nasýl oldu bu?, Nereye varacak bu iþin sonu? Ne yapmak lazýmdýr derken koyu bir sohbet tutturduk aklým ile ben. Dedim ; Sadece gerekli ve geçerliliði olan
bilgilerle donatacaktýk kendimizi hani. Ýyi, güzel parantezinde herþeyi toplayacaktýk içimizde. Gözlerimiz doðruyu her nerede olursa olsun tanýyabilsin diye öðrenecektik yanlýþý....... yürek her
zaman sýcak sesler çýkaracaktý da,.... acý sevginin ardýndan hissedilecek bir duygu olarak yer edinecek tek kötü þey olacaktý. Oda mazoþistçe deðil de kendi isteklerimize ters düþtüðü için olduðu
unutulmamak kaydýyla. Hep bilecektik o biricik beni ve farklýlýðýmý yine de ayrý tutmayacaktýk diðerlerini. Mutlu mesut bir yaþam sürecektim kýsaca ömrüm boyunca. Bunun için varolacaktý
mutsuzluk, mecburiyetten yoksa... Üstelik bu uðurda gerektiðinde çoðunluðu karþýmýza almaktan çekinmedik bir kere bile. Bu mudur yapabildiklerin geçen onca yýllarýn sonunda?
E ama bunlarýn bir kýsmýný baþarabilmiþim iþte. Yoksa nasýl söylerdin eksiklerini karþýmda. Hem herþeyde benim elimde deðil ya. Etrafýna bir baksana..
Neden olmamýþ diye sorgulamaya çalýþtýk mevcudiyeti beðenmeyince. Tabii elimden geldiðince kaçýp gitmesin diye sakin konuþtum aklýmla. Çoðunlukla suç zamanda, baþka insanlarda,
mekanda... çýksada kabul edildi az da olsa bir kýsmýnýn ondan kaynaklandýðý da. Bir ara farkettim ki olaylara yapýlan her türlü müdahale, yorum, çýkarýmlar, eylemler... tamamen aklýmýn
kumandasýnda. Oysa o taa bebekliðimden beri ailemin, çevremin, kitaplarýn, televizyonun, bilgi adý altýnda herne varsa onlarýn etkisi altýnda.
Eh bu da benim gerçeðim kalesine sýðýnamayýnca baktým olmayacak idareyi ele almalý tez elden bu akýldan kurtulmalý dedim ama.. Olmuyor ki öyle ha deyince. Deneyin isterseniz sizde. Bizi diðer
tüm canlýlardan ayýran en önemli özellik olmadan hayatla baþaçýkabilecekmisiniz bakalým. Yýllar yýlý birlikte yaþamýþýz bu hayatý. Öyle alýþmýþým ki onun yarattýðý dünyada yaþamaya baþka türlüsü
nasýl olurdu kestirememenin kaygýsýyla oturdum saatlerce duvarýn karþýsýnda sýrf onu susturabilmek amacýyla. Bana saatler gibi gelse de bir yýl kadar olmuþ anam söyledi. : Halen daha aklýmý
býrakýp bilinmezlikler okyanusunda kulaç atamýyorum da kýyýsýnda dolanýyorum sersem sepet yalnýzca. Aslýnda çok arandým en azýndan bir filika bulmak için. Ne bileyim kayýtsýz þartsýz
güvenebileceðim birþeyler olsa. Din, felsefe... gibi mesela. O bana anlatsa.... Ne iyidir, hangisi gereklidir,.... eðriler, doðrular, olurlar, olmazlar, diyarýndan biþiyler rahatlardým mutlaka. Gel gelelim
güvenemedimki baþkalarýnýn akýllarýna da. Her ne kadar kendilerini bu yalan mý eðrimi gerçek mi olduðu bilinmeyen dünyadan hayatý anlamak için koparsalarda. Niye?? Demeden edemedim. Bir
dost demiþti sen pek kibirlisin diye. Acaba herþeyi biliyorum mu sanýyorum ile silmeye çalýþtým aklýma gelen düþünceleri. Nedense bu dünyada benim gibi hayal kýrýklýðýna uðramýþ, normal
denilenlere karþý uyum saðlayamamýþ ya da bunu zaten hiç istememiþ kiþiler hemenhepsi.. Bu yüzden kopmuþlar alemden çekilmiþler tenha köþelere. Akýl saðlýklarý için bu gerekli imiþ.. Ne çok
çaba vermiþler bir daha bu aleme gelmemek için üstelik demeden edemedim. Böyle düþününcede kendi aklýma güvenemezken baþkasýnýnkine nasýl bel baðlayabilirim. Hem varoluþ nedenimiz
olan güç, þey.... artýk her ne diyorsanýz. Þayet savunulduðu gibi bizleri de izliyor, deðerlendiriyor ise... (artýk her ne sebeptense ??) buradan birgün býkmamýzý ve hatta nefret etmemizi, burada
olmak istememizi görmek için mi girdiler bu zahmete yani. Onlarýn katýna ulaþmak için çabalamamýzý istemeleri gerçeðine ne kadar inanabilirki insan. O zaman onlarda kibirli olmuyorlar mý ki ? Bu
da fazla insani deðil mi?
Peki ne olabilir ???....
Bilmem..... Þu alemde beþ duyu organýmýn ve ne yazýk ki kurtulamadýðým aklýmýn algýlayabildikleriyle yaþamaktan öteye geçemeyecek zamaným korkarým. Kimine göre çok kýsa olacak, kimi içinse
fazla uzun. Birileri boþ bulacak, bazýlarý özenecek belkide. Þayet biþileri keþfetmezsem yada ne bileyim çok ciddi bir çoðunluðun beðenisini kazanan bir eser meydana getirmezsem unutulacaðým
ölümümden sonraki en çok iki kuþak içinde. O da torun torba sahibi olursam elbette. Olsa olsa diye cümleye her baþladýðýmda gerisi gelmiyor iþte aklým yanýmda olmayýnca. Yaw bari tadýný çýkar
diyorum olan bitenin. Bazen bir çýnar gibi kök sal hareket etme hiç býrak etrafýnda olsun olanlar sen seyreyle sadece, bazende bir kurbaða ol hopla zýpla, otur güneþlen nilüferin eteðinde mesela.
Aslýnda ne istersen öyleymiþ gibi olabilirsin nasýlsa. ( Öyle diyenler çokça bende onlarýn yalancýsýyým walla.) Fakat hep iyi olamayacaðýný da unutma. Kötü denilen þeylerde geçecek aklýndan
yüreðinden. En azýndan fikren bir tilki gibi süzüleceksin komþunun kümesindeki tavuklar gibi gözüken diðerlerinin fikirlerini boðazlamak için çitten. Kendini böyle gördüðünde yalanlama ya da
iyiymiþ gibi bahaneler bulma yeter. Unutma ki sadece minicik bir zerresin þu alemde olayý çok abartma an'ýný yakala sen.
Her neye inanýyorsak aklýmýz ne üretiyorsa buna çok korktuklarýmýzda dahil ( sakýnan göze çöp batar mantýðýnda ) gerçekleþtirebiliyorsak bu sistemin koþullarýnda þayet....
O zaman ben bir büyücüyüm, aklýmsa kürem ve görülüyor ki güçlerimi nasýl kullanabileceðimi öðrenemedim hala. Ben hala zannedeyim olaylar, olanlar etrafýmda. Ýçimden bir ses diyor ki
anlamadýn mý daha sensin herþeyin müsebbibi eh artýk alsana dümeni. Ýçimdeki o sesin sahibi ermiþ de ben bilememiþim kime ne fayda. Bu yetiyi kullanmayý becerene kadar aman aklýma gelen
herþey olmasýn dilenebilecek tek þey oluyor tabii.
Ne güzel eskiden reankarnasyona inanýrdým. Ýnsanýn çokca zamaný var gibi geliyordu böyle olunca. Ama aklým dediki yok olmaktan korktuðun için inanýyorsun aslýnda. Oysa bedenin tükendiðinde
senin sýnýrlarýnda kalkmýþ olacak. Sonsuzluðun tadýný çýkarmaya baksana. Bu daha çekici geldi bende daha hoþ birþey bulamazsam su olmaya karar verdim bundan sonraki formumda.. : )
Tabii sonuçta bedenlerimizi cisimler dünyasýnda varoluþ amacýyla kullanýyor isek ondan ayrýldýðýmýzda yaþayacaklarýmýz belirleyecek gerisini .. Nereye mi gidiyor sözlerim. Ben niye varým a geldik
usuldan iþte. Bu soruyu bir yaprak veya bir sümüklüböcek durup kaç kere sormuþtur kendisine sizce. Bu durumda sormasý ayrýca komik. Bilselerdi bu bir soru olmazdý ki. Hem onlarýn akýllarý yok
deðil mi? : Ne zaman varolmanýn dayanýlmaz hafifliðini hissetsem ya da tam tersi dertten kederden belim iki büklüm olsa aklýma neden varým, neye yararým, bu dünya ne kadar gerçek.......... gibi
sorular gelir zaten. Sonuç?? VARIMMM iþte... bilinen tek gerçek bu.
Alýn size iþi gücü olmayan kiraydý, taksitti, hastalýktý, çocuðun okul masraflarýydý demek zorunda kalmayan kýsaca zamaný bol olan bir akýlla yaþamak zorunda kalan birinden seçmeler. Ne yapayým
þu aklýmdan kurtulamadým gitti. ...
Hay aklýmla bin yaþayayým emi !!!
: ))
AYSIN
[email protected]
Arkadaþýna Öner
Yorum Oku / Yaz
Yukarý
Turkishdelight Zone : Levent Þenyürek
GRÝ GÜNLER
"5'i silip 2'ye ekleyelim." dedi Hüseyin.
"Baþým çok fena aðrýyor," dedim. "Aslýnda çok baþým aðrýmaz benim ama..."
"Hadi ya?" dedi "Peki þu ikinci kýsma ne yazalým?"
Saate baktým. Altýya on vardý.
"Saat altý oldu," dedim, "Ben gidiyorum."
"Nasýl yani? Yetiþtiremeyiz."
"Baþým aðrýyor abi. Bugün gidip dinleneyim. Yarýn fabrikada kalýrým."
Üstelemedi. Þefe benden daha çalýþkan olduðunu gösterebilir böylece. Almanya'daki eðitimlere gönderilmek için can attýðýný biliyorum. Ýþte fýrsat.
Bizim patron bu sene Avrupa'lý bir firma ile ortaklýk kurdu. Türkiye'de iþçilik ucuz olduðu için ürün fiyatlarýmýz Avrupalý'lara cazip geliyor. Aslýnda bir ara dolar düþer gibi olmuþtu. O zaman adamlar
anlaþmayý feshedeceklerdi ki merkez bankasý imdadýmýza yetiþti. Büyük miktarda Dolar alýmý yaparak Türk lirasýnýn deðerinin düþmesini saðladý. Böylece anlaþmayý gerçekleþtirebildik.
Önümüzdeki yýl fabrikanýn üretiminin iki katýna çýkmasý hedefleniyor. Bu, 200 bin ton mukavva üretmek demek. Ancak fabrikadaki motorlarýn dönüþ hýzlarý yetersiz. Zaten hepsi en az dokuz-on
defa sargýya gönderildi; ilk günkü gibi deðiller yani. Kýsacasý, bütün motorlarýn deðiþmesi gerekiyor. Motorlarýn deðiþmesi ise hemen hemen bütün sistemin yenilenmesi demek. Epey mekanik
iþimiz var.
Patron yatýrýmý yapmaya hazýr. Tek þartý da gerekli anlaþmalarýn iki ay içinde gerçekleþtirilmesi. Böylece harcamayý bu mali yýlýn içinde göstererek vergiden düþmeyi amaçlýyor. Yani kýsa zamanda
yapmamýz gereken çok iþ var.
Ýki firma ile irtibata geçtik. Proje tanýmlama dökümanýný hazýrladýktan sonra teklif istenecek. Dün Alman kökenli firmanýn (Kruppe) Türkiye'deki temsilcileriyle ilk toplantýyý yaptýk.
Teknik sorunlar yetmiyormuþ gibi bir de sözleþmenin ayrýntýlarýyla boðuþuyoruz. Elektrik montajý kim üstlenecek, motorlarý taraflardan hangisi sökecek, eðitimler ne þekilde olacak, bize karþý tek
kiþinin sorumlu olmasý lazým, bu kiþinin projenin ortasýnda deðiþtirilmesini istemiyoruz falan filan. Bir de Kruppe garanti vermek yerine yýlda on dokuz bin dolara bakým anlaþmasý yapmayý öneriyor.
Senede iki kere ekip gönderip sistemi "full" elden geçireceklermiþ. Böylece kritik yedek parça almamýza da gerek kalmayacakmýþ. Garanti istersek sistem garantisi vermek zorunda olduklarý için
bütün parçalarý kendilerinin seçmeleri gerekeceðini söylüyorlar. (Ne demek istediklerini gayet iyi anlýyoruz.) Ýki seçeneðin mali karþýlaþtýrmasýný yapmak da bize düþtü.
"Sana kolay gelsin Hüseyin."
"Saðol. Ýyi dinlen ha! Yarýn da ben çýkýp gideceðim böyle."
"Eyvallah!"
Gidip bilgisayarýmý kapattým. Aþaðýda, fabrikada, gece vardiyasý baþlamýþtý. Dýþarýya bakar bakmaz, fabrikanýn üzerinde, tam karþýmda asýlý duran sevimsiz pano dikkatimi çekmiþti yine. Üzerinde
büyük kýrmýzý harflerle þöyle yazýyordu:
"Bu iþyerinde 233 gündür iþ kazasý kaynaklý iþ gücü kaybý 0 adam-saattir."
Üç yýldýr buradayým. Kendime iþ edinip hesapladým. Fabrikada yaklaþýk 200 günde bir kaza olur. Son kazanýn üzerinden ise tam 233 gün geçmiþ. Bu bir rekor. Ýþçilerin ve yöneticilerin çoðu bu
durumdan gurur duyuyor. Bense biraz tedirginim.
Paltomu giyip asmakatýn merdivenlerini koþarak indim. Aþaðý iner inmez de üþümeye baþlamýþtým. Fabrika kýþýn yukarýsý kadar iyi ýsýnmaz. (Ama yazýn gerçekten iyi ýsýndýðýný söylemeliyim!)
Fabrikadan geçmeyi hiç sevmiyorum. Üç yýldýr þu berbat kokuya alýþamadým. Geri dönüþtürülmüþ kaðýtlardan sümüksü bir madde elde ediyorlar. O kokuyor. Bir de suni çilek, erimiþ plastik ve ter.
Preslerin gürültüsü kulaklarý saðýr edebilir. Hatta bazen ayný anda inip kalkýyorlar. O zaman binlerce kiþilik demir çizmeli bir ordu üzerime geliyormuþ gibi hissediyorum. Ortam rutubetli. Devasa
kaðýt makinesinin motorlarý ise saatte 40 km. hýzla dönüp duruyorlar.
Ýþçiler de tedirgin ediyor beni. Makinelerin nasýrlaþtýrdýðý bu adamlarýn yanlarýndan geçerken kendimi bir "hanýmevladý" gibi hissediyorum. Acemi bedenim, temsil ettiklerime duyulan kini taþýmakta
zorlanýyor. (Sanki) adýmlarým birbirine karýþýyor. (Sanki) alay ediliyorum. (Kendimi bir tür tanrý ilan edip sonra buna kendim de inansam belki rahat edebilirdim. Ama pek inançlý olduðum da
söylenemez.) Fabrikadan neredeyse koþarak geçtikten sonra dýþarý çýktým. Güneþ çoktan batmýþ ve kar yaðmaya baþlamýþtý. Su birikintilerinde ayaklarýmý ýslata ýslata servise ulaþmayý baþardým.
Servis genelde çok sýcak olur. Ayarý bozuk bir klima yol boyunca özellikle ayaklarýmýzý haþlayýp duruyor. Ama bu kez - herhalde ýslandýklarý için - ayaklarým bir türlü ýsýnmadý. Sanýrým hasta
olacaðým.
Eve ulaþana kadar bir buçuk saatlik yol var. Genelde kitap okuyorum. Bazen okul için ders çalýþtýðým bile olur. Ama iki üç gündür böyle þeyler yapamýyorum. Çünkü aklým isyan bayraðýný çekti.
Beynim kafatasýmýn içinde sýkýþýyor sanki. Nefessiz kalýyor. Kalbime kadar vuruyor bu sýkýntý. Doktora gideceðim ama hafta sonunu beklemek zorundayým. O zaman maaþým da yatmýþ olur. Aðrý
özellikle akþamlarý artýyor. Sýkýntýmý hafifletebilmek için uyumayý deniyorum. Zaten çok uykum var.
Serviste uyumayý özlemiþim. Kelepir aracýn bozuk yollarda midemi bulandýran sarsýntýsý þimdi bir beþikteymiþim gibi hissetmemi saðladý. Gidip gidip geliyorum. Vücudum kayboldu. En olmayacak,
iki büklüm durumlarda bile sýkýntý vermiyor. Uykunun tadýna boyun eðiyor. Yataðýmda gibiyim. Önümden insanlar geçip geçip servisten inmiþler de farkýnda deðilim. Gözlerimi telaþla açtýðýmda
bizim mahalleye gelmiþtik. Serviste benden baþka kimse de kalmamýþtý zaten. Alelacele eldivenlerimi giyip beremi baþýma geçirdikten sonra ayaða kalktým. O sýrada þöför durakta durup kapýyý
açmýþtý bile.
Merdivenleri inerken "Ýyi akþamlar." diye mýrýldandým.
"Hadi hayýrlý akþamlar."
Hale'yle bir haftadýr konuþmuyoruz. Sebebini hatýrlamýyorum. Ev iþlerini paylaþýyoruz sessizce. Ýki taraf da mümkün olduðu kadar çok iþ görmeye çalýþýyor. Karþý tarafý alt edebilmek için. Onunla
da konuþmayýnca akþam iki saat kadar boþ vaktim var. Çalýþmak ya da yazmak gelmiyor içimden. Hava soðuk. Televizyon seyredebilirim, veya müzik dinleyebilirim. Ama bilgisayar oynamayý
tercih ediyorum. Aslýnda iþ yapabilsem çok iyi olurdu. Ama hevesim olmadýðý gibi, gücüm de kalmadý. Yarýn þefle kavga etmeyi planlýyorum. En azýndan oyun oynamaktan keyif alabilmeyi dilerdim
þimdi. Ama inatla tadý kaçmýþ bir sakýzý çiðner gibiyim. Keþke vicdan azabý çekmemeyi de becerebilsem. Akþamýn bu saatinde performansým çok düþük, sürekli yeniliyorum ve inat edip yeniden
yeniden baþlatýyorum oyunu. Çýlgýnlýk. Birþeylerden zevk alabilmek için de dinlenmiþ olmak gerekiyor. Ama gündüzlerimiz dolu, inatla zevk almaya çalýþýyorum. Zýbarýp yarýn yeniden iþbaþý
yapmak üzere kalkmak istemiyorum. Oysa zevk alabilmem mümkün deðil ve yarýn bir de yine uykusuzlukla mücadele edeceðim.
Oyun oynamayý býrakýp Hale'nin yanýna gittim. Konuþmadan televizyon izledik beraber. Bir kanalda ilginç bir belgesel vardý. Film yýldýzlarýnýn malikanelerini kiraya verdiklerinden bahsediliyordu.
Malikanelerden birinde çimenlerle kaplý geniþ arazilere bakan büyük pencereli bir okuma odasý vardý. Duvarlarý kitaplýklarla kaplý sessiz bir oda. Orada, raflardan bir kitap çekip okumak istedim.
Sonra arkadaþlarla görüþmek, gülmek, birþeyler yazmak, uzak biryerlere gitmek, yaþamak. Yaþamak için çok zamanýmýz varmýþ gibi hissediyor insan önce. Yaþam uzun diyorsunuz. Hele
gençken. Neden hiçbirþey için vakit yok peki? Varken yok?
Her akþam eve geliyoruz ama ertesi sabah yeniden çalýþmaya gitmeliyiz. Ve her haftasonu yeni bir pazartesiyle bitmeye mahkum. Bizim yaþamlarýmýz bölündü. Bölündü ve böylece galiba
fethedildik. Ýki gün önce 30 yaþýna bastým. 20 yaþýndan 30 yaþýna nasýl geldiðimi bilmiyorum. En son bir yaz vakti kumsalda düþünmüþtüm, genç olacaðým sadece beþ-altý tane yaz kaldý diye. 24
yaþýndaydým. On yýl ne kadar az bir süre. Ayný süratle, belki daha da hýzlý 40 olacaðým. Ve sonra 50. Onar onar sayýnca yaþam ne kadar az. Yaþlanmaya ne kadar yakýným. Ve yaþlýlýk da ölüme
yakýn.
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 20 30 40 50 60 70....
Sabah saatim 6:30'u çalýnca servise yetiþebilmekten baþka hiçbirþey aklýma gelmez. Her sabah Hale'yi de uyandýrýyorum. Bu kez bunu nasýl yapacaðýmý bilmiyorum. Dargýnlýklarý sabaha taþýmayý
beceremiyorum. Sert bir tavýrla uyandýramam onu. Ben de o þekilde uyandýrýlmak istemem çünkü, bir köle gibi. Küçük köle. Orada öylece uyuyor. Onu uyandýrmaya kýyamýyorum. Sarýlýp
öpüyorum sonra. Huysuzlanýyor.
Servis bekliyorum. Saat 7:00.
Yanýmda o saatlerde servis bekleyen baþka bir adam var.
"Aslýnda sabahlarý burada poaça satsak bayaðý para kazanabiliriz." diyorum. Gülüyor. Emekli olunca aidatlarýmýzý ödeyemeyeceðizi konuþmuþtuk. Bir çýkar yol arýyordum.
"Özel sigorta olayýna girmek lazým." diyor.
"Poaça satacaksanýz benimle konuþun." diyorum gülerek. "O iþin mafyasý benim artýk."
Yaðmur ince ince yüzümüzü kesiyordu. Derin bir nefes alýnca mutluluðu andýran birþeyler hissettim. Demek ki daha çok, daha derin nefes almalýyýz. Oysa sabahlarý farketmeden nefesimizi
tutuyoruz, diþlerimizi sýkýyoruz, gözlerimizi kapatýyoruz, görmek istemiyoruz olup bitenleri, oynadýðýmýz rolü, acýyý, korkuyu ...
Ýþte yeniden servisteyim.
Servisin pencereleri buharlanmýþ. Dýþarýsýnýn görünmesini engelliyor. Aman ne güzel. E-5 manzarasýndan kurtulduk. Gebze'ye sahil yolundan gitseydik her sabah denizi ve adalarý izlerdim. Ama
servis E-5 "güzergahý"ný kullanýyor. E-5 baþlý baþýna bir hikaye. Yol boyunca evlerin, fabrikalarýn rutubetli duvarlarý hayal kýrýklýðýndan örülmüþ; eðreti çatýlara vazgeçmek döþenmiþ, korkaklýktan
yapýlmýþ kapýlarý paslanmýþ, nefretten dökülmüþ bacalarý ve kýrýlmýþ onurdan pencereleri var. E-5 ona baktýkça ayak bileklerime zincirlenmiþ demir bir külçe gibi bataklýðýn dibine çekiyor beni.
Elimizin tersiyle silsek görebiliriz dýþarýyý ama görmek isteyen kim! Herkes halinden memnun görünüyor. Ýçerisi yine sýcak. Mazot kokusuna aldýrýþ bile etmiyoruz. Uyuyabilenler uyur. Ben
sabahlarý uyuyamýyorum. Hemen kitabýmý açtým. Dayanamayacaðým. Baþým biraz daha iyi ve yarým saatçik baþka bir dünyaya gitmeye ihtiyacým var. Geri dönmenin zor olacaðýný bilsem de
okuyorum. Uyuþturucu alýr gibi. Okuduklarýma gömülünce zamanýn nasýl geçtiði anlaþýlmýyor. Yanýmdaki kýrýlmak üzere olan pencere ve üzerindeki yaðlý, lekeli perde ve dar koltuklara sýkýþan
bacaklarým ve elimde tuttuðum kitap hatta motorun müthiþ gürültüsü ve üzerimde taþýdýðým ben, kayboluyoruz.
Ýþte servis E-5'ten fabrikaya giden yola saptý. Yaklaþtýðýmýzý ancak böylece anlayabiliyorum. Servis saða dönüyor ve baþýmý kaldýrýp fabrikaya bakýyorum.
Aslýnda bütün kaðýt fabrikalarý gibi bizim fabrikamýzýn da çevre düzenlemesi oldukça iyidir. Aðaçlarla kaplý bir yerleþkemiz var. Dýþarýdan bakýldýðýnda, çorak bozkýrýn ortasýnda duran bir vahaya
benziyor. Asmakatýn merdivenlerini týrmanýrken dilime doladýðým boktan bir þarkýnýn nakaratýný söylüyordum. Panoyu gördüm. Kapatýlmamýþtý. 234'üncü güne baþlýyorduk.
*
Ýþçiler sabah mesaiye gelirken iþçi kantininin önünden geçen genç kadýnlarýn, sekreterlerin, pazarlamacýlarýn çýplak bacaklarýna uzun uzun baktýlar. Anahtarlý eþya dolaplarýndan soluk mavi iþçi
gömleklerini çýkarýp giymiþ, günlük eþyalarýný yine o dolaplara kitlemiþlerdi. Hasýr sandalyelere oturmuþ birbirleriyle þakalaþarak, alay ederek mesainin baþlamasýný bekliyorlardý. Hepsinin
giyilmekten rengi atmýþ, incelip yumuþayarak kýçlarýndan sarkan birer kot pantalonlarý vardý. Kimi týknaz, bazýlarý aksine çok zayýf.. Kimi aksak, kiminin yüzü yanmýþ, ya da yüzünün bir tarafý
yamyassý olmuþ, bazýlarýnýn kollarýndaki sargýlar daha duruyor.
Kantindeki iþçi panosunda büyük harflerle yazýlmýþ þu cümle hemen dikkat çekiyordu.
"ÝÞ KAZASI, DÝKKATSÝZÝ, TEDBÝRSÝZÝ VE DALGINI AFFETMEZ!"
Cümlenin yazýldýðý kaðýtta kolu sargýlý, gülümseyen bir iþçi resmi vardý.
Ramazan elindeki gazeteyi katlayýp masaya, okunmuþ gazetelerin arasýna býraktý ve saatine baktý.
Mesainin baþlamasýna daha sekiz dakika vardý. Masanýn diðer tarafýnda tavla oynayan iki genci izlemeye koyuldu. Mahmut kelimeleri sanki kafasýyla fýrlatýr gibi baþýný öne uzata uzata, baðýra
çaðýra birþeyler anlatýyordu. (Zaten pres iþçileri sessiz sakin konuþamazlar. Kendileri yarý saðýr olduklarý için karþýlarýndakinin de öyle olduðunu sanýrlar. Ara sýra kavga sebebi bile olur bu durum.
Minibüste konuþurlarken tepesi atan birisi: "Yavaþ konuþ be kardeþim bütün minibüs seni mi dinleyecek!" diye dayýlanabilir mesela. O zaman tabi altta kalamayacaklarýna göre çýngar çýkabilir.)
"Nasýl koduk Fener'e!" diye rakibinin sinirlerini bozmaya çalýþýyordu Mahmut.
Ama Þükrü de yarý saðýr olduðu için onu duyamadý.
"Haa?" dedi.
"Nasýl koduk diyorum Fener'e!"
"Haa! Ulan gol atamayan adamý golcü alýrsak böyle olur! Ulan bi bak di mi, bu adam otuz maçta iki gol atmýþ."
Þükrü'nün sinirleri bozulmuþtu bozulmasýna ama þansý yaver gidiyordu.
"Ulan herif üç kez düþes attý!" diye isyan etti Mahmut. "Bu sefer de gelirse..."
"Naapacan gelirse. Mýzýkmasana, doðru oyna."
"S..tir! Ulan haklayamadýk gitti herifi."
"Haa?"
"Haklayamadýk diyorum seni!"
"Haa! Haha! Bilmiyon ki oðlum sen oynamasýný."
O sýrada Ýskender çayýný almýþ oturacak bir yer arýyordu. Tam bir masaya yerleþecekti ki orada oturan Baha'nýn fark etti. Kaçarcasýna yön deðiþtirerek Ramazan'ýn yanýna oturdu. Genç çocuðun
"Otur be kardeþ!" diye sesleniþini duymazlýktan gelmiþti.
"Ne var ne yok Ramazan abi; iyisiniz?" diye selamladý Ramazan'ý.
"Allah'a þükür." diye yanýtladý onu Ramazan. Ama aklý yan masada yalnýz oturan Baha'ya takýlmýþtý.
Ýskender düpedüz ayýp etmiþti çocuða.
Fabrikada yeni çalýþmaya baþlamýþtý Baha. Ramazan'ýn oðlu yaþýndaydý. Göçmen tipi vardý biraz. Güzel çocuktu ama kýz gibi güzel. Ýnce sesli, beyaz tenli, kýrmýzý yanaklý, kývýrcýk, siyah saçlý, yarý
deli bi oðlandý. Ýki kelime edince kýzarýveriyordu. Konuþmasý peltek, fazla heyecanlý, anlaþýlmasý zordu. Kimse onunla görünmek istemiyordu. Sadece ara sýra topal Ýsmail'lerle takýlabiliyordu. Onlar
sessizce kabulleniyorlardý çocuðu. Ramazan onu oðlunun yerine koymaya baþladýðýndan beri Baha'nýn durumuna üzülüyordu. Kendi çocuðunu buralara düþmesin diye ite kaka okutmaya
çalýþýyordu. Ama elin okuyamayan evladý da yine gelip yanýna çýrak oluyordu böyle. Acýmaz mý?
"Herif torpilli," diye söylendi Ýskender. "Motorun nasýl baðlanacaðýný bilmiyor daha! Askere gitsin adam ederler onu."
Ramazan Ýskender'in yanýndan kalkarak Baha'nýn yanýna oturdu.
"De bakim goçum, nerelisin sen?" diye sordu.
Çocuk sevinmiþti. Gülümseyerek.
"Erzincan!" diye cevap verdi.
"Ýçinden mi?"
"Ýçinden. Sen de mi Erzincan'lýsýn yoksa usta."
"Yoh ben Malatyalýyým. Yakýn sayýlýr. Ben seni göçmen sandýmdý."
"Anam Bulgarýstan göçmeni muhacir."
"Versene çekirdekten biraz!"
"Buyur ustam."
Derken vardiya düdüðü çaldý. Düdük deðil korna gibi birþeydi. Korna deðil sur borusu gibi birþey.
Ramazan presin baþýna geçip makineyi çalýþtýrdý. Küçük lastik bir vantuzu eline alarak istiflenmiþ aluminyum levhalardan en tepedekini çekti. Ýki yüzünü de kontrol ettikten sonra fýrlatýrcasýna prese
yerleþtirdi onu. Hemen hemen ayný anda paneldeki yeþil düðmeye basarak makineyi çalýþtýrmýþtý. Çelik piston, her zamanki gibi bir kez inip kalktýktan sonra durdu. Hidrolik pompalardan pýs pýs
sesler çýkýyordu. Levha kýtýr kýtýr ezilerek biçime girdi. Ardýndan Ramazan, levhayý kalýptan çýkararak banda sürdü. Bir levha daha çekti, kontrol etti, prese yerleþtirdi ve makineyi çalýþtýrdý. Bir
yandan çalýþýrken bir yandan da düþünüyordu.
Þirket zarar açýklamýþtý. Ekmeðini yediði insanlar için üzüldü. Bir yandan da bu yaþta iþten çýkarýlmaktan korkuyordu. Ah, çocuklarý bir bitirebilseler okullarýný! Onlar da inadýna aylaklýk ediyorlardý
sanki.
Ramazan sol elinin tersiyle alnýnda biriken ter damlalarýný sildi. Makinenin metal atýklarý tükürdüðü sepet dolmak üzereydi. Pistonu durdurarak tezgahtan indi. Sepeti yol kenarýna ittikten sonra
yerine yenisini yerleþtirdi ve tezgahýn baþýna geçip kaldýðý yerden çalýþmaya devam etti. Birden acil stop düðmesine basarak makineyi durdurdu sonra. Kalýpta kalan parçayý sökmediðini fark
etmiþti. Kalbi küt küt atarken kendine sövmeye baþladý. Yirmilik delikanlýlar gibi bir hata yapmýþtý.
*
Bir de angarya ile uðraþýyordum. Þef bir motor sürücüsünün parametrelerini kontrol etmemi istemiþti. Aleti denemek için bir ucunda fiþ olan, diðer ucu açýk bir kablo bulup fiþi aceleyle prize
takýverdim. Açýk uç avcumun içindeydi! Ne acemice bir davranýþ! Ne kadar da dalgýným böyle! Avcumun içinde ufak çaplý bir patlama olunca ancak uyanabildim. Gören olsaydý intehar etmeye
kalktýðýmý falan düþünebilirdi. Neyse ki teller birbirine deðip 220 volt kýsa devre olmuþ ve sigorta atmýþtý. Sadece avcum biraz yandý o kadar. Hemen çevreme bakýndým, kimse gördü mü diye!
Daha çok da birinin yaptýðým acemiliði görmesinden korkmuþtum sanki. Ýnsan ölüp gitse, sakat kalsa bir de "hatalý" olmayý nasýl kabul edebilir? Ufacýk þeyler kafamýzý kurcalayabilir. Ufacýk þeyler
bizi öldürebilir.
Asmakattan yukarý çýkarken bacaklarým hala titriyordu. Kimseye de yediðim naneyi anlatamazdým. Tam bir bok yolu olacaktý. Ah, Niyazi ah. Ne yaptýn Niyazi?
*
"Aha þuradaki cývatayý sýkacaksýn!" dedi Ýskender.
Baha, bir cývataya, bir de aþaðýda dönen motorlara baktý.
"Yapamam," diyemezdi.
"Aman aþaðý birþey düþüreyim deme! Bütün motorlarý daðýtýrsýn. Sonra kendini satsan ödeyemezsin. Mustafa Bey duman eder bizi valla! Herif deli, geçen gün kabýz olmuþtum, þerefsizim kýçým bu
herifin korkusuna çözüldü. Kodumun çocuðu!"
"Motorlarý durduramýyoz mu?" diye sordu Baha.
"Ulan iyi ki söyledin ha!" diye çýkýþtý Ýskender. "Bi cývata sýkmak için makineyi mi durduracaz. Bu nanelerin bi dakka durmasý kaç para yazýyo biliyon mu sen? Tamam, tamam hadi ver ben sýkarým,
anlaþýldý."
"Yok, yok! Ben yaparým."
"Tamam, dikkat et."
Ýskender sað eliyle duvardan sarkan acil stop düðmelerinden birini yakaladý.
"Korkma, heç biþey olmaz." diyerek cesaret verdi sonra Baha'ya.
Çocuk besmele çekerek anahtarý aldý. Aslýnda basit birþeydi yapacaðý. Cývatayý önce eliyle biraz sýkmayý denedi. Ama þaþkýnlýkla ters tarafa çevirince vida yuvasýndan çýkarak eline düþtü. Elleri
titriyordu. Kýpkýrmýzý olmuþtu yine.
"Hiþþþt! Ulan cývata sýkmayý da mý bilmiyosun! Ver, býrak!" diye baðýrdý Ýskender. "Aloo! Ver lan þunu bana."
"Yav dur!"
Baha aceleyle vidayý yuvasýna yerleþtirip anahtarla bu kez sað tarafa doðru çevirerek yerine yerleþtirmeye çalýþtý.
O sýrada Ýskender anahtarý almak üzere uzandýðý için elini acil stop düðmesinden çekmiþti. Baha'nýn böyle inat edeceði aklýna gelmemiþti hiç.
*
Üretimin yüzde yirmi artýrýlmasý için kurutma giriþindeki performansý ne kadar arttýrmamýz gerektiðini hesaplamaya çalýþýyorduk. Öðle yemeðine beþ dakika kala kaðýt makinesi birdendire durdu.
Þef önde, biz arkada dýþarý koþtuk hemen. Yaþ kýsmý kuru kýsma baðlayan taraftan çýðlýklar geliyordu. O tarafa baktýðýmda jumbo preslerin üzerindeki kaðýtlarýn kýrmýzýya boyandýðýný gördüm.
Midem kalktý. "Aman Allahým!" diye söylendim. Herkes o tarafa doðru koþuyordu. Hemen bir telefon bulup ambulans çaðýrdým. Sonra da koþa koþa asmakatýn merdivenlerini indim. Aslýnda oraya
gitmeyi istemiyordum hiç.
Ramazan da motorlarýn durduðunu görür görmez makinesini kapatýp olay yerine koþmuþtu. Kalabalýðýn toplandýðý yere varýnca Baha'nýn kolunu jumbo preslere kaptýrdýðýný gördü. Hemen
makineye týrmanarak çocuðu oradan aldýlar. Kolu çýkarmalarý mümkün deðildi ama zaten kopmak üzereydi. Çocuðu makineye baðlayan bir deri parçasý kalmýþtý sadece. Tabi kolun koptuðu
yerden oluk gibi kan fýþkýrýyordu. Çocukta kan kalmayacak diye düþündü Ramazan.
Þef "Baðlayýn, kolu baðlayýn!" diye baðýrýyordu.
Revirden koþarak gelen doktor omza turnike uygulayarak kaný durdurmaya çalýþtý.
"Ambulans çaðýrýn!" diye baðýrdý Ramazan.
"Ambulans yolda!" diye cevap verdim.
Ýskender "Ýki saatta gelmez þimdi!" diye söylendi.
Baha þoka girmiþ, yüzü bembeyaz olmuþtu. O soðukta alnýnda boncuk boncuk terler birikmiþti. Annesini sayýklayýp duruyordu. Sonra acýyý hissetmeye baþlayýp ezilmiþ bir böcek gibi iki büklüm
oldu. Eðilip bükülerek acýsýný boþuna azaltmaya çalýþtý. Kimseyi dinlemiyor, hiçbirþey duymak istemiyor, konuþamýyor, sadece baðýrýyordu. Öteki dünya ile bu dünya arasýnda biryerlerdeydi þimdi.
Ya çekip alacaktýk onu, ya da...
"Ha gayret oðlum!" diye söylendi Þükrü. "Koyverme kendini!"
Neden sonra ambulans geldi.
Baha apar topar bir sedyeye yatýrýldý. Ambülansa bindirilirken gözlerini açýp herkesin çevresinde toplandýðýný görünce birdenbire aðlamaya baþlamýþtý. Acýdan deðil, gördüðü ilgiden duygulandýðý
için aðlýyordu çocuk.
Cývata elinden kaymýþ. O da cývatayý tutacaðým derken ayaðý kayýp kendisi aþaðý düþmüþ. Ýskender acil stoplara asýlmýþ ama bir saniye geç kalmýþ iþte.
Baha'yý ambülansa bindirip iþimizin baþýna koyulduk. Kimse bahaneyle tembellik etmemeliydi. Bir de ortalýðýn toparlanmasý gerekiyordu þimdi.
*
Baha'yý kurtaramadýlar.
Pano bir süreliðine kapatýlmýþtý.
Ben birkaç gün sonra istifa ettim. Bazý þeyleri deðiþtiremiyoruz. O zaman korkakça kaçacaðým. Ýþçilerin olmadýðý bir yerde çalýþacaðým. Fabrika, üretim hattý görmek istemiyorum.
Kaðýt makinesinin güncellenme projesi ne oldu bilmiyorum. Umurumda deðil. Hiçbir zaman umurumda olmamýþtý zaten.
Türkiye'de sadece kömür madenlerinde ortalama her hafta birisi ölüyor.
Uluslararasý Çalýþma Örgütü'nün raporuna göre meslek kazalarý ve hastalýklarý her yýl savaþlarda ölenlerden daha fazla insanýn ölümüne yol açýyor. Dünyada her gün ortalama beþ bin iþçi ölüyor.
Her yirmi saniyede bir iþçi...
Levent Þenyürek
Arkadaþýna Öner
Yorum Oku / Yaz
Yukarý
Gezgin Kahveci : Cüneyt Göksu
Küba'dan Ýzlenimler - 7
"Hasta La Victoria Siempre"
Santiago De Cuba Yolunda
16:00'da tren istasyonundaydýk. Kalabalýk yükünü almýþtý. Yerler numaralý olmasýna raðmen, insanlar aceleyle, birbirlerinin önüne geçmeye
çalýþýyordu; nedenini bir türlü anlayamadýk. Kimlik göstererek trene ulaþan Kübalýlardan sonra biz de, kendi vagonumuzu bulduk, koltuklara
yerleþtik. Bu tren Fransa'dan alýnmýþ, 2. el trendi, öyle ki, duvarlarda hâlâ Fransa demiryolu aðýnýn haritalarý vardý, Banliyö yolculuklarý için
tasarlanmýþtý ve 12 saatlik bir yolculuk için çok uygun gözükmüyordu.
Trenin hareketinin hemen ardýndan, bilet kontrolü baþladý. Kondoktör kadýn, biletleri tek tek kontrol ederken, arkasýndan gelen bir adam da onu
kontrol ediyordu! Meðer, demiryolu çalýþanlarý sendikasýnýn müfettiþiymiþ. Bir süre sonra yiyecek servisi baþladý; iki jambonlu sandviç ve bir
kola! Görevli, biletlerden kopardýðý bir koçan karþýlýðýnda veriyordu ikramý. Sýra bize geldiðinde, daðýtan kiþi biletimize baktý, koparýlacak bir
koçan olmadýðýndan, baþýný sallayarak bize yemek veremeyeceðini ifade etti. Ýkramlar, bizim gibi 50 USD ödeyerek binenlere daðýtýlmýyormuþ!
Biraz bozulduk, ama yapacak birþey yoktu. Neyse ki hazýrlýklý gelmiþtik; yolluklarýmýzý çýkarýp yedik. Santa Clara'yý geçtikten sonra, trenin
bütün ýþýklarý söndü. Olasý her ihtimale karþý çantamýzý baðladýk. Uykuya dalmýþýz... Iþýklarýn yeniden yanmasýyla uyandýk, Santiago'ya
gelmiþtik. Tren tam saatinde kalkmýþ ve 12 saat sonra varmýþtý. Henüz gün aðarmamýþtý bile.
Kýrmýzý bandanalarý takýp, trenden indik. "Kýrmýzýlý Kadýn" Dianora'yý arýyorduk ki, omuzuma bir el dokundu, arkama döndüm; genç bir kýz ve erkekti bunlar, Dianora'nýn kýzý ve erkek arkadaþý.
Ýstasyonun çýkýþýnda, onlarý karþýlamaya gelen bir arabaya atladýk, 15 dk. sonra evdeydik. Bizi, kapýda, Dianora karþýladý, sanki kýrk yýldýr tanýþýyormuþcasýna sarýldýk, öpüþtük. Ama konuþarak
anlaþmamýz çok zordu, yine "No Entiendo"dan baþka birþey çýkmýyordu bizden, o da tek kelime Ýngilizce bilmiyordu. Ýngilizce bilen arkadaþlarýný telefonla aradý, böylece dolaylý da olsa anlaþtýk.
Odamýz, evin damýna yapýlmýþ bir çýkma kattý. Sabah kahvaltýsýyla akþam yemeklerini evde yemeye karar vermiþtik. Çantalarýmýzý býrakýp, kahvaltýya kadar çat pat sohbet ettik evdekilerle.
Küba'ya geldiðimizden beri ilk defa Jambonlu yumurta, zengin ve bol çeþitli bir meyve tabaðý, süttozundan yapýlmýþ sütle dolu dolu bir kahvaltý yaptýk.
Artýk Santiago'yu keþfetmeye hazýrdýk. Santiago, Küba'nýn 2. büyük þehri ama, Havana'dan çok daha küçük bir yerleþke; çok daha az turistik, daha fazla 'Junky'. Müzikleri farklý; Afro-Küban türü
müzikler dinleniyor; latin caz, regie, dub vs. Daha az turist geldiðinden, sosyal kirlenme daha az olmuþ. Sokakta Havana'daki gibi, "psst psst" demiyorlar; kolunuzdan birisi tutup, birþeyler
sorabiliyor. Birçok "Rasta"ya rastlamak mümkün; çünkü daha çok Karaib kültürü hakim. Beyazlardan çok, siyahlarýn yaþadýðý söylenebilir. Topraðý da daha çok görebilirsiniz burada. Çevresi, ünlü
Siera Maestra daðlarýyla çevrili olduðundan, havada bol bol, uçan yýrtýcýlarý görmek mümkün. Havana'daki büyük þehir havasý neredeyse yok. Toplu ulaþým araçlarý da oldukça farklý. "Dolmuþ
kamyonlar" ve "dolmuþ at arabalarý" çok fazla; ayrýca motorsiklet de çok yaygýn. Burasý devrimin baþladýðý yer olduðu için, 26 Temmuz sloganlarýný her yerde görmek mümkün. Havana'ya göre
daha "komünist" göründü bize.
Liberasyon caddesinden baþladýk geziye. Bu geniþ bulvar, Küba'nýn geçmiþinde ve devrim sýrasýnda ölenlerin heykelleriyle, saðlý sollu çevrelenmiþ. Hepsi çok bakýmlý. Fidel ve arkadaþlarýnýn
Granma'dan karaya çýkýp baskýn yaptýklarý Batista'nýn askerlerinin barakalarý da, yine bu cadde üzerindeymiþ. Þimdi bu alanda, bir hastane ve ufak bir müze var. Hotel Casa Grande'nin bulunduðu
Céspedes Park, Santiago'nun en önemli meydaný. Özellikle Temmuz'daki festival zamaný, buralar çok hareketli oluyormuþ. Santiago'da 4 gün kalacaktýk; çevreyi daha hýzlý görmek için, bir tur
þirketine giderek günlük turlar hakkýnda bilgi aldýk. Bucanero, La Gran Piedra (Grand Rock ) ve Pre-Historic Valley'i içeren bir turu satýn alarak, ertesi gün Casa'mýza yakýn bir otelin önünde,
buluþmak üzere sözleþtik. Ýlk defa burada Kredi Kartý kullandýk, bize daha önce söylenenlerin aksine, otorizasyon alýnmasýnda hiç problem çýkmadý; üstelik döndüðümüzde de, tutar ilk ekstreye
yansýmýþtý bile.
Santiago'da görülmesi önerilen ilk yer, Hotel Casa Grande'nin terasýndaki kafe. Buradan bütün liman, Siera Maestra daðlarý ve Santiago panoramik olarak
izlenebiliyor. Biz de öyle yaptýk, tur rezervasyonunu bitirdikten sonra, terasa çýktýk. Adam baþý 2 USD; istediðiniz bir içecek dahil bu fiyata. Santiago'nun tüm
detaylarý karþýmýzda duruyordu; Otelin yanýndaki muhteþem kilise, Céspedes Park meydaný, çok uzaklarda çalýþan bir fabrikanýn tüten bacasý. Burada 3 saate
yakýn kalmýþtýk; hem yorgunluðumuzu attýk hemde onlarca fotoðraf çektik. Santiago'dan Havana'ya dönüþümüzü otobüsle yapma kararýný da burada verdik.
16 saatlik zor bir yolculuk olacaktý ama, hem deðiþik bir rotadan giderek farklý yerler görecek, hem de Küba'da otobüs yolculuðunu ve gündüz gözüyle yol
yaþamýný tanýyacaktýk.
Otelden çýkýp birþeyler atýþtýrmak için, büyük bir dolar dükkanýna girdik. Kapýdaki güvenlik görevlisi bizi durdurdu. Burada dolar dükkanlarýna çantayla girmek
yasakmýþ. Ýlk gözüme çarpan, buradaki çeþitlerin daha bol ve Havana'dan daha ucuz olduðuydu. Raflarda birçok Latin Amerika ve Avrupa ülkesinden gelen
hazýr yiyecekler, içkiler, ev ve giyim eþyalarý, hatta elektronik aletler vardý. Bir Coco Taksi'ye atladýk. Daha çok turistlerin tercih ettiði, Viazul otobüs þirketine
gittik (www.viazul.cu/home_eng.htm). Fiyatlar USD olarak belirlenmiþti. Brezilya yapýmý çok kaliteli Volvo otobüsler kullanýlýyordu. Maalesef trende olduðu gibi
burada da bir otomasyon olmadýðý için, 100 USD deðerindeki biletlerimiz, aslýnda basit birer kaðýt parçasýndan ibaretti.
Biletleri alýp çýktýktan sonra, tam karþýmýzdaki geniþ meydaný farkettik. Haritamýzdan, buranýn Santiago Devrim Meydaný
olduðunu öðrendik. Daha sonra, Havana ve Santa Clara'daki Devrim meydanlarýný da görecektik ama, bence bu, en büyük
ve en görkemli olanýydý; devrimin buradan baþlamýþ olmasýnýn, bunda çok etkisi vardý herhalde. Meydanýn giriþinde adeta
yerden fýþkýran demir çubuklar ve hemen bunlarýn ilerisindeki Antonio Maceo'nun at üzerindeki heykeli, 26 Temmuz, 1
Mayýs vb. özel günlerde halkýn toplandýðý bu meydaný, daha da haþmetli hale getiriyordu. Hava kararmaya baþlayýnca,
Casa'mýza doðru yürümeye baþladýk, Burasý þehrin daha "Junky" bölümü olduðundan, bakýþlar da ona göre deðiþiyordu
açýkçasý. Ýlk defa burada, fotoðraf makineleri gibi dikkat çekici þeyleri kaldýrarak yürüme ihtiyacý hissettik.
Eve vardýðýmýzda, Play Station'ýn baþýnda heyecanla araba yarýþý yapan iki erkek çocuk bizi
karþýladý. Dianora bize, akþam yemeðinde balýk, salata ve meyveden oluþan menüyü saydý.
Odamýza çýktýk. Havana'daki gibi elektrikli ýsýtýcýyla desteklenen duþun altýnda biraz
rahatlayýp, dinlendikten sonra, balkonda hazýrlanmýþ yemek sofrasýnda, günün yorgunluðunu attýk. Yemekler gayet bol ve
doyurucuydu. Balýk, kýzarmýþ patatesle servis edildi, Salata tabaðýnda da avakado bolluðu dikkat çekiyordu; birkaç, çok ince
domates dilimiyle desteklenmiþti. Bu güzel yemeðin üzerine, ertesi sabah 07:30'da baþlayacak tur için, erkenden yattýk.
Her ihtimale karþý, buluþma noktasýna 10 dk. erken gittik. Rezervasyonu yapan kadýn görevli, tur rehberinin bizi orada bulacaðýný söylemiþti. Açýkçasý biz de, bir tur otobüsü bekliyorduk fakat, tam
önümüzde bir Audi taksi durdu; içinden 7 aylýk hamile olduðunu sonradan öðrendiðimiz, bir kadýn indi ve kendisini tanýttý. O, bütün gün boyunca bizimle olacak tur rehberimizdi! Santiago'nun
dýþýna doðru çýkmaya baþlayýnca ne olduðunu farkettik. O turu alan sadece ikimiz olduðundan, tur þirketi koca bir otobüs yerine, bir Audi tahsis etmiþti! Bunun en güzel yaný, rehber ve þöförümüzle
çok daha samimi bir gezi yapmamýzdý; arabayý istediðimiz yerde durdurup rahatça fotoðraf çekebiliyor, istediðimiz gibi soru sorabiliyorduk.
Önce La Gran Piedra'ya gittik. Burasý Santiago'nun 27 km. doðusunda Küba'nýn en ilgi çekici yerlerinden biri deniz seviyesinden 1200
m. yukarýda, Siera Maestra'nin en yüksek noktasý. Buradan 60 km. yarýçapýnda bir daire içinde Karaib denizinin bir bölümü, Santiago,
Guantanamo Körfezi, Baconao gölü, kuzeydeki þeker kamýþý tarlalarý ve deðirmenleri görülebiliyor.
Buraya 452 basamaklý bir merdivenle çýkýlýyor. Zirvede, "vaya vaya" aðacýndan yapýlmýþ çok güzel oymalar satan bir iki satýcý sizi
karþýlýyor; çok kibarlar, hiç bir þekilde ýsrar etmiyorlar. Aðaç oymalarýn özellikle kokusu, çok dikkat çekiyor. Burasý çok sakin, sessiz
ve huzurlu bir atmosfer. 360 derece görüþ açýsý var. 452 basamaðý inerek mini treeking'imizi tamamladýk. Aþaðýda bizi bekleyen
rehberimizle, La Gran Piedra'dan ayrýlýrken, sohbete devam ediyorduk. Küba'da, maalesef þehirler arasý ulaþým zor. Bu yüzden,
köylerde yaþayan çocuklar çoðunlukla, þehirlerdeki yatýlý okullarda okuyorlar, haftasonu da evlerine geliyorlarmýþ. Bu geziyi bir Pazar
günü yaptýðýmýzdan, okullarýna dönmek için duraklarda bekleyen çocuklar vardý. Rehberimiz bizden izin alarak, bekleyenlerden birini
arabaya davet etti. Yolun baþýna kadar götürdük onu. Geldiði gibi, sessizce indi arabadan.
Buradan sonraki duraðýmýz 'Pre-Historic Valley'in yoluna saptýk. Burasý
tarih öncesi zamanlarýn canlandýrýldýðý bir park. Ýlk insanlar, dinazorlar,
mamutlar vb. çeþitli canlýlar gerçek boyutlarýyla, Küba devleti
tarafýndan inþa edilmiþti. Müze vb. yerlere giriþte fotoðraf çekmek için
genellikle bir, iki dolar ekstra ödeniyordu, burada da birdolar vererek
fotoðraflarýmýzý çektik.
Günün geri kalanýný Bucanero'da geçirecek ve Küba'ya geldiðimizden
beri ilk defa denize girecektik. Burada 3 yýldýzlý, geniþ bir alana
yayýlmýþ bir otele geldik. Yolda, sahil boyunca, araçlarýyla gelmiþ, deniz
kenarýnda piknik yapýp, eðlenen Kübalýlarý gördük. Bu kadarcýk cümle
bile, kafalarýmýza yer etmiþ, "kamyon, minibüsle gelen, salýncak kurup,
mangal yapýp, rakýyla raks eden, Türk ailesi" imajýný getirebilir, ama
öyle deðildi. Bu, baþka bir kültür sonuçta. Kimse ateþ yakmýyor, yemekler getirilmiþ, raký yerine Rom var, gençler Latin müzikleriyle dans ediyorlar, plajda eðlenenler çok sayýda. Otele girdiðimizde,
öðle yemeði için, önce lokantaya geçtik. Küba mutfaðý maalesef çok zengin deðil; pirinç pilavý çeþitleri, domuz, tavuk ve balýk; salata olarak da avakado ve patates. Aramýzda konuþurken, servis
yapan garson yanýmýza yaklaþtý ve,
- El Turko ?
Burada daha önce kalan Türk turistler olduðunu öðrendik, onlardan bir iki kelime Türkçe öðrenmiþti. Cüzdanýndan çýkartýp bir milyon lira uzattý bize; üzerindeki sýfýr sayýsýna bakarak, bunun çok
deðerli olduðunu düþünüyordu maalesef; bunu kullanamadýðýný, mümkünse kaþýlýðýnda dolar verip veremeyeceðimizi sordu. Bunun bir dolardan az olduðunu duyunca, þaþkýn þaþkýn yüzümüze
bakýp, gerisin geri gitti.
Deniz yerine havuzu tercih ettik, hava ve su o kadar sýcaktý ki, 2 saat'e yakýn suda kalmýþýz. Nijerya'dan gelen Özürlü Olimpiyat Takýmý da otelde kamp yapýyordu. Neþeli, kendilerine güvenen,
sporcu disiplini içinde, müthiþ dinamik bir topluluktu.
Santiago'ya geri döndüðümüzde saat 17:00 civarýndaydý. Hotel Casa Grande'nin önünde rehberimizle vedalaþtýk. Güzel bir akþam
üstüydü. Ne yapsak diye saða sola bakýnýrken, hemen yakýndan, mükkemmel bir Afro-Küban ritmi kulaklarýmýza ulaþtý. Otelin
yanýndaki "Casa De La Musica" dan geliyordu. Yüksekçe bir giriþin üzerine toplanmýþ gençler, içeride baþlayan etkinliðe
çaðýrýyorlardý herkesi, bizde girdik.
Koloni zamanlarýndan kalma, restorasyon görmüþ bir binanýn, üstü açýk avlusundaydýk. Tahta iskemlelerde oturanlar, gösteriyi
izliyordu.
Afro-Küban ritimleri çalan müzisyenler, Junky'lerin laf atmalarýyla
coþuyorlar, harika bir performans gösteriyorlardý. Bir süre sonra vokal
de baþladý. Ýzleyicilerden þarkýlara eþlik edenler oluyordu. Müzisyenler
bongolarý gösterip, göz ucuyla beni de çaðýrdýlar, çalabilmeyi isterdim.
Çok rahat bir ortamdý; kendine güvenen, paylaþmak isteyen herkes
marifetlerini gösteriyor ve alkýþ alýyordu. Sonunda dans da baþladý.
Biz bu arada, hem gösteriyi izleyip, hem de fotoðraf çekiyorduk. Bir
köþede ilkokul çocuklarýnýn Jose Marti için yaptýklarý suluboya resimler
sergileniyordu. Yanýmýza iki rasta yaklaþtý. Türk olduðumuzu öðrenince,
biri Beþiktaþlý Sergen Yalçýn'dan bahsetti. Meðer, gemici Türklerden biri
bu arkadaþa Sergen formasý vermiþ ve Beþiktaþ'tan bahsetmiþ.
Zaman zaman yanýmýzdan ayrýlýyorlar, dans ediyorlar ve yeniden
geliyorlardý. Sohbet döndü dolaþtý, para istemeye geldi. Bunlarý daha önce yaþamýþtýk; hazýrlýklýydýk ama, bu biraz farklýydý. Büyük bir þiþe rom almak istediðini, orkestraya daðýtacaðýný söyledi ve
bütün parayý benden istedi. Sürekli ýsrar ediyordu, gerilmeye baþlamýþtým. Sorunun para olmadýðýný; böyle performanslarýn sonunda, dinleyenlerin arasýnda topluluktan birisinin dolaþarak para
istemesi gerektiðini; böyle birþey olursa severek katkýda bulunacaðýmý; ama, bu þekilde "zorlama"yla hiçbirþey olmayacaðýný anlattým. Anlaþamýyorduk bir türlü. Bir anda çevremizde üç kiþi oldular.
Kalabalýk bir yerdeydik, olumsuz birþey olmasý zor ihtimaldi ve barýþ içinde olayý çözmek istiyordum. Yol arkadaþýmý arkama aldým, daha yüksek bir sesle tekrar açýkladým, ortamý fazla
gerginleþtirmeden oradan ayrýldýk. Çýktýðýmýzda, orada yeterince kalýp, gösterilerin tamamýný izleyemediðimize üzülmüþtük. Ýletiþim kurmak için "para" gibi kirli ve her amaca çekilebilecek birþeyi
kullanmanýn, birçok "bilinçsiz" turist tarafýndan, bu topluma enjekte ediliþinin bir örneðini, tekrar yaþamýþtýk ve bizi çok rahatsýz etmiþti; o "kirliliðin", kokusunu duymuþ ve etkisini yaþamaya çok
yaklaþmýþtýk maalesef.
Eve dönüþ yolunda, Capelio'da oturup dondurma yiyen çocuklarý seyrettik. Burada çocuklara dondurma bedava daðýtýlýyor. Dondurma bekleyen çocuklar, oyun parklarýnda eðleniyorlar. Maalesef
her zaman açýk olmuyor. Sanýrým daðýtým her zaman olamadýðýndan, içeri sýrayla giriliyor; herkes sýrasýný bekliyor, itiþme yok ve herkes birbirine saygýlý.
Eve vardýðýmýzda hava kararmýþtý; içeri girdiðimizde, ev halký heyecanla, videoda 'Newyork Gangsterleri'ni izliyordu. Filmin sonuna yetiþmiþtik. Filmden sonra, yemek hazýr olana kadar sohbet
ettik. Dianora'nýn kýzý bale eðitimi alýyor; kýzýn erkek arkadaþý da mühendislik okuyordu; fakat, babasý Miami'de yaþadýðýndan oraya gitmek için iþlemlerinin bitmesini bekliyormuþ. Dianora'nýn
kardeþi, Ýtalya'da yaþýyormuþ.
Bunlarý duymak bizi þaþýrtýyor ve sevindiriyordu. Çünkü, Küba gezimizden önce yaptýðýmýz araþtýrmalar sýrasýnda, Radikal gazetesinde, tanýnmýþ bir gazetecinin Küba'yla ilgili yayýnlanan yazý
dizisinde söylediklerinden biri daha, gerçeði yansýtmýyordu; bu ülke 'Koza' içinde yaþamýyor, aksine 'Koza'sýndan çýkmaya çabalýyordu. Bunu gösteren o kadar çok kanýt bulduk ve yaþadýk ki, ama
bunlarý, Havana Hotel National'ýn camlarýndan dýþarý bakarak göremezsiniz, "görebilmek" için, daha içine girerek "yaþamak" gerekiyor.
Arkasý Yarýn...
Cüneyt Göksu
[email protected]
Fotoðraflar: Serpil Yýldýz
Arkadaþýna Öner
Yorum Oku / Yaz
Yukarý
Dost Meclisi
Fotoðraf: Berrin Cerrahoðlu
<#><#><#><#><#><#><#>
Kahve Molasý, siz sevgili kahvecilerden gelen yazýlarla hayat bulmaktadýr.
Her kahveci ayný zamanda bir yazar adayýdýr. Yolladýðýnýz her özgün yazý deðerlendirilecektir.
Kahve Molasý bugün 4.101 kahveciye doðru yola çýkmýþtýr.
Yukarý
Tadýmlýk Þiirler
Resimdeki Gözyaþlarý
Bir gün belki hayattan
Geçmiþteki günlerden
Bir teselli ararsýn
Bak o zaman resmime
Gör akan o yaþlarý
Benden sana son kalan
Bir küçük resim þimdi
Cevap veremez ama
Aðla yalnýzlýðýna
Ve iþte arta kalan
Bir avuç aný þimdi
Koyup ta bir baþýma
Býrakýp gittin beni
Bir gün belki hayattan
Geçmiþteki günlerden
Bir teselli ararsýn
Bak o zaman resmime
Sen yalnýz deðilsin
Biliyorum nerdesin
Bu üzerdi beni
Yaþasaydým ve görseydim
Bir gün belki hayattan
Geçmiþteki günlerden
Bir teselli ararsýn
Bak o zaman resmime
Gör akan o yaþlarý
Söz-Müzik: Mehmet Soyarslan / Yorumlayan: Cem Karaca - Apaþlar
Yukarý
Biraz Gülümseyin
Sarýþýn pilot park etmiþ!!...
Yukarý
Ýþe Yarar Kýsayollar - Þef garson: Akýn Ceylan
http://www.rettsyndrome.org.tr/rett_b.htm
...Rett Sendromu, dünyada çeþitli ýrklarda ve etnik gruplarda, özellikle kýz çocuklarýnda görülen nörolojik bir rahatsýzlýktýr. Bu sendromun, erkeklerde de görülebileceði bilinmektedir, fakat
erkeklerde genellikle, düþük yapma, doðum anýnda ölüm veya anne karnýnda erken ölüm gibi durumlarla sonuçlanmaktadýr... Daha detaylý bilgi edinmek için lütfen bir týk.
http://www.norvecgenci.com/htm_swf/sevgi/prensesler_ve_kurbagalar.htm
Siz hala bir öpücükle prens olan kurbaða masalýna inanýyormusunuz? Peki ya öpünce kurbaðaya dönüþen prens kýrmalarýnýn varlýðý hakkýnda ne düþünüyorsunuz? Hadi bakalým kendinizi fazla
yormadan þu hikayeyi bir de prenseslerin cümleleriyle gözlemleyin. Belkide kendisini hala prens zanneden kurbaðalar biraz olsun ders alýrlar.
http://www.reikiturkey.org/tr01.htm
Benim çakralarým hala kapalý diyorsanýz ya da ne demek istediðimi anlayamadýysanýz, buyrun buradan týklayýn. ...Reiki, stresleri çözerek þifa bulmada kullanýlan çok güçlü, ayný zamanda da
etkileri yumuþak olan bir enerjidir. Zihinsel ve duygusal sýkýntýlarýn pek çok fiziksel hastalýðýn nedeni olduðu artýk kabul edilmektedir ve enerji kanallarýmýzda bu sýkýntýlar sonucu oluþan
týkanýklýklarýn açýlmasýný saðlayan Reiki, birçok hastalýðýn ortadan kalkmasýna yardým edebilmektedir...
http://www.yemekvakti.com/
Böyle bir web sayfasýný görüpte hala ayný kiloda kalabilenlerdenmisiniz? ...Makarnayý bir tabaða alýn ve üzerine krema kývamýna gelmiþ sosu her tarafýný kaplayacak þekilde dökün.Üzerine kýyýlmýþ
maydanozu serpin ve sýcak sýcak yeyin... gibi dünya mutfaðýndan leziz tariflerle dolu, mükellef bir web sayfasý.
[email protected]
Yukarý
http://kahvemolasi.com/sayilar/20040209.asp
ISSN: 1303-8923
9 Þubat 2004 - ©2002/04-kahvemolasi.com
istanbullife.com
Kahve Molasý MS Internet Explorer 4.0+ ve 800x600 Res. için optimize edilmiþtir.
Uygulama : Cem Özbatur - Her hakký saklýdýr. Yayýn Ýlkeleri

Benzer belgeler

PDF Versiyonu - Kahve Molası

PDF Versiyonu - Kahve Molası Yazýlan, Okunan, Kopyalanan, Ýletilen, Saklanýlan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yýl: 2 Sayý: 395

Detaylı

PDF Versiyonu - Kahve Molası

PDF Versiyonu - Kahve Molası Yazýlan, Okunan, Kopyalanan, Ýletilen, Saklanýlan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yýl: 2 Sayý: 436

Detaylı

PDF Versiyonu - Kahve Molası

PDF Versiyonu - Kahve Molası Yazýlan, Okunan, Kopyalanan, Ýletilen, Saklanýlan, Adrese Teslim Günlük E-Gazete - Yýl: 2 Sayý: 436

Detaylı