Mareşâl Fevzi Çakmak

Transkript

Mareşâl Fevzi Çakmak
Mareşâl Fevzi Çakmak
MAREŞÂL FEVZİ ÇAKMAK
Bu devre Demokrat Partinin hem iktidara, hem de kendi azmanı ikinci muhalefet
teşekkülü Millet Partisine karşı edebî tâbirine uygun mücadeleleriyle geçer. Demokrat
Partide özledikleri muhalefet temel ve binasını bulamayanlar, büsbütün temelsiz ve
çatısız bir muhalefet kurmuşlar ve Halk Partisine diş gıcırdatmak, Demokrat Partiye de
yumruk sallamaktan öteye geçememişlerdir. Demokrat Partinin eksiğini sezip de bunları
yerine getiremeyen ve büsbütün muallâkta kalan bir teşekkül, Millet Partisi…
1946 da Demokrat Parti listesinden mebus çıkmışken, üniformasiyle beraber suyunu da
kaybetmiş bir balık haliyle iklimini bulamayan ve sahip çıkanın elinde kalan Mareşal
Fevzi Çakmak, önce sol bir teşekküle kapılanıyor, oradan da Fahrî Başkan madalyasiyle
Millet Partisi’ne geçiyordu. Fahri Başkanlık, insanların enseleriyle seyrettikleri
büro resimlerinden başka bir şey olmadığına göre, koca Mareşalin halini tasavvur
edebilirsiniz.
Adnan Menderes, Mareşalin Millet Partisine geçişini:
«- Demokrat Parti adsız kahramanlar partisidir. Üniforma ve isim partisi değildir.
Milletin mübarek elleriyle kurulmuştur. Ve onun ilk kurduğu hakiki millet partisidir!»
Diye ifadelendirirken, General Kâzım Karabekir de, onu politikaya sürükleyenlerin
affedilmez bir hatâ işlediklerini kaydediyor, fakat asıl hatânın, sürükleyenlere
değil, sürüklenene ait olduğunu, böylece rüzgâra tâbi bir yapraktan daha iradesiz bir
(otomat) tasviri yaptığını unutuyordu.
Mareşali, ölümle bitecek olan hastalığının başında ailece tanıştığımız için zevcemle
ziyarete gitmiştik. Ölümünden sonra eşinin yahudilere havra olarak verdiği,
Erenköy’ündeki köşkünde…
Hale bakın siz; Mareşal Fevzi Çakmak gibi Müslüman tanınmış ve muazzez bilinmiş bir
şahsiyetin evini, karısı, hem de havra yapılmak üzere yahudilere veriyor! Bu her vasıf
dışı felâketin hesabını, ileride, telefonla sorduğum, ömrünce Cumhurreisi karısı
olmaktan başka emel beslememiş Fitnat Hanımefendiden şu cevabı almıştım:
-Ne yapayım, Necip Fazıl Bey, bize sahip çıkan, yardım eden mi var…? Mecbur oldum ve
pekâlâ verdim, bile bile verdim!
İbret ve dehşetle telefonu kapatmış ve söyleyecek söz bulamamıştım. Evet; zevcemle
Mareşali ziyarete gitmiştik. Basit bir somya üzerine uzanmış, istirahatte…
Konuşuyoruz:
– Paşam, Millet Partisine geçişinizde niçin istişare edemedik?
– Birdenbire oldu; emr-i vâki…
– Emri vâkiler özür müdür, Paşam?
– Ya ne yapabilirdim?
– O tek leke sürülmemiş muteber şahsiyetinizle bir köşeye çekilir, oturur, ve bir gün
kök dâvalarının hesabını isteyecek yepyeni bir ideâl gençliği tarafından başlara tâc
edileceğiniz günü beklerdiniz! Her halde ucuz ve (profesyonel) parti oyunları içinde
harcanmazdınız!
Bu ideâlin, olanca saffet ve asliyetiyle İslâm ve yeniliğin onu idrakte olduğunu
Mareşale izah etmeye lüzum yoktu. Bir aralık yatağından doğrulur gibi yaptı ve gür
sesim yükseltti:
-Ah, Necip Fazıl, şenin şu Müslüman tarafını nasıl takdir ediyorum, bilemezsin!
O zaman iliklerime kadar donduğumu hissettim. Bu üslûp, İslâm bahsinde bana en
dokunanıydı. İslimı, bir turistin yaldızlı bir levha seyretmesi gibi, muhatabında
takdir ve öz şahsında ihmal etmek, bana, (Dostoyevski)nin bir eserinde resmettiği
riyakâr teselli karakterinden yeni bir örnek şeklinde görünmüştü.
(Dostoyevski)nin eserinde bir hırsız, para çalmak üzere Kiliseye girer ve «ihtiyaten
bir mum yakayım!» der.
Zira Mareşal, 20 küsur yıl süren ordu şefliği boyunca, bütün yapılanlara seyirci
kalmış ve rıza göstermiş, yahut onları görmemezlikten gelmiş bir insan sıfatiyle ve en
hafif tâbirle İslâmı yüzde yüz ihmal etmiş bulunuyordu.
Böyleyken onu benim şahsımda değerlendirip kendi nefsinde hesaba çekmemiş olması bana
gayet giran geldi ve şu acı sözü söyletti:
– Paşam, benim Müslüman tarafımı takdir edeceğinize kendi Müslüman tarafınızı
muayeneye çekseniz daha iyi olmaz mı?..
Bu hitap, açıkça, onun vebal altında bulunduğu ve aynı vebal içinde ruhunu teslim
edeceği hengâmeyi ihtar ediyordu.
Yatağından büsbütün doğruldu ve :
– Necip Fazıl, dedi; ben 30 küsur yıl «ehl-i tertip» olarak ibadet etmiş bir insanım!
Ben de şu cevabı verdim:
– Vah vah; insanda tek vakit namaz bırakmayacak ve hepsini birden silip süpürecek
katlanışlarınıza ve 30 küsur yıl «ehl-i tertip» olarak kıldığınız namazları
terkedişinize karşılık, keşke hiçbir vakit namaz kılmamış olsanız da, her şeyi şu anda
anlamış ve şu anda ibadete başlamış bulunsanız!…
Mareşalin bu idrak içinde ruhunu teslim etmiş olup olmadığını bilmiyorum. Eğer bu
idrak ve onun gerektirdiği derin nedamet içinde öldüyse Allah ona rahmet etsin…
Bizim anlatmak istediğimiz şudur ki, namaz kılanları uzaktan sevmek ve İslam
katliamlarına seyirci kalmakla iman bağdaşamaz. Bedava Müslümanlık yoktur!
(Benim Gözümde Menderes’ten)