05.10.2015

Transkript

05.10.2015
1
Sakina:
SÖYLEŞİ
Müziğimizin
eleştirmenlere
ihtiyacı var
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:72
05 - 11 Ekim 2015
basnews.com
S16
Şam’da Rus ruleti!
Suriye’de 4 yıldan bu yana devam eden
çatışmalar dünya siyasetine yön veren güçleri bölgedeki vekalet savaşına dahil etti.
ABD’nin öncülüğünü yaptığı uluslararası
koalisyonun dışında Rusya ve İran’ın Suriye’deki savaşa resmen katılması bölgede
3. Dünya Savaşı’nın prototipi bir çatışma
sürecini başlattı.
Çıkış için
BM, Kürdler ve Suriye
BİLAL SAMBUR
BM Genel Kurulu’nda konuşan dünya
liderlerinin hem KBY hem de Rojava’da
Kürdlerin IŞİD’e karşı başarılarını dillendirmeleri, savaşta Kürdlere destek sözü
vermeleri, Rojavalı Peşmergeler’in dönüşü ve Cerablus Operasyonu’nun gündeme
gelmesi Kürdlerin de yeni dengede aktif rol
alacaklarına işaret ediyor.
s02 - 03
s06
MESUT YEĞEN
CHP’nin çıkmazı ve Kürd sorunu
s07
HAKAN TAHMAZ
s09
KBY ‘yeni
Ortadoğu’yu
gözlüyor
s04 - 05
02
2
BasHaberSÖYLEŞİ
5 - 11 Ekim 2015
MANŞET
Vekalet
savaşına asıllar
dahil oluyor
O
Mehmet Salih Batırhan
rtadoğu’da “Arap Baharı” olarak 2010
yılında Arap halklarının demokrasi,
özgürlük ve insan hakları taleplerinden ortaya çıkan böglgesel kalkışma kısa
zamanda tüm dünyayı etkisi altına almaya
başladı. Domino taşı gibi Tunus’ta başlayan
daha sonra Mısır, Libya, Irak, Suriye, Yemen,
Bahreyn’i etkisi altına alan protestolar,
mitingler, gösteriler ve iç çatışmalar bölgesel
olmaktan çıkarak uluslararası bir boyut
kazandı. Özellikle Suriye’de 4 yıla yakın yaşanan çatışmalar dünya siyasetine yön veren
güçlerin meydan savaşına dönüştü. ABD’nin
öncülüğünü yaptığı uluslararası koalisyonun dışında Rusya ve İran’ın Suriye’deki
savaşa resmen dahil olması bölgede 3. Dünya
Savaşı’nın prototipi bir çatışma süreci başladığı algısını yarattı.
Rusya’nın Suriye’de ABD mütefiki güçleri
hedefleyen operasyonlara başlaması, Rusya
ve ABD’nin çatışmaların ve Ortadoğu’daki
yeni gelişmelerin içinde yer alacaklarını,
sahada rakiplerine yakın güçlere yöneleceklerini gösteriyor. Daha önce Suriye’deki
müttefiklerine silah ve mühimmat yardımı
yapan Washington ve Moskova’nın sahada
yürüttükleri vekalet savaşına dahil oldukları
söylenebilir. Rusya’nın ABD’nin ve uluslararası koalisyonun desteklediği ÖSO ve El
Nusra’nın kontrolündeki Humus, Talbise ve
Beşar Esad’ın doğum yeri olan Lazkiye’ye
yakın İdlib’i bombalaması Suriye’deki karmaşanın çok oyunculu bir satranç tahtasına
dönüştüğünü gösterdi. Öte yandan geçtiğimiz hafta Rusya, İran, Irak ve Suriye’nin
istihbarat ve askeri yetkililerinin Bağdat’da
toplanması ve Rusya’nın Ortadoğu’da ABD,
Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar mihverine karşı Şii blokunu oluşturan İran, Irak,
ve Suriye’yi desteklemesi Moskova’nın
bölgede hala güçlü bir aktör olduğunu ve
Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesinde
aktif rol alma istemi ispatladı.
Öte yandan dünyanın kulak kesildiği New
York’taki BM Genel Kurulu’da liderlerin
konuşmalarını değerlendiren uzmanlar da
“Ortadoğu’daki siyasi aktörler değişmiştir”
değerlendirmesini yaparak, İran ve Rusya’yı
işaret etmeye başladılar. Ayrıca New York’ta
dünyanın önemli liderleri gövde gösterisi
yaparak müttefiklerine mesajlar verir ve
stratejilerini açıklarken, BM Genel Kurulu’na
Türkiye’nin Ahmet Davutoğlu ile temsil
edilmesi ve Türk başbakanın önemli aktrörler ile ikili görüşmelere dahil edilmemesi
Türkiye’nin Suriye’deki gelişmelerde oyun
dışı kalabileceğini gösterdi.
Yaşanan bu gelişmelerin yanı sıra BM Genel Kurulu’ndaki liderlerin hem Güney Kürdistan hem de Rojava’daki Kürd güçlerinin
IŞİD’e karşı kazandıkları başarıları dillendirmeleri, IŞİD ile mücadelede Kürdlere destek
sözü vermeleri ve Rojavalı Peşmergeler’in
geçişinin ve Cerablus Operasyonu’nun gündemde olması Kürdlerin de bu yeni oyunda
aktif olarak yer alacaklarını ifade ediyor.
Rusya, ABD müttefiklerini bombalıyor
Suriye Rejimi’nin daveti üzerine, New
York’taki BM Genel Kurulu toplantısı devam
ederken, Rus savaş uçakları 30 Eylül’de
İdlib ve Lazkiye, Hama ve Halep yakınlarında radikal İslamcı gruplara ait 50’ye yakın
mühimmat deposu ve karargâhı bombaladığı
açıklandı. Bombalanan yerlerin İdlib, Hama
ve Halep’te üslenen ve ABD ile Türkiye’ye
yakın “ılımlı“ örgütlerin karargâhları olduğu
öğrenildi. Yapılan bombalamanın ardından
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Rakka kenti
kırsalında gerçekleşen bombardımanda da 12
IŞİD militanının öldüğünü açıkladı.
Rusya’ya karşı ortak bildiri
ABD’nin başını çektiği Avrupa ülkeleri Rusya’nın Suriye’deki operasyonlarına
tepki göstererek ortak bir bildiri yayınladı.
Rusya’nın Suriye’de sivilleri hedef aldığını
ifade eden ülkeler; Türkiye, ABD, Almanya,
İngiltere, Fransa, Katar ve Suudi Arabistan
ortak bildiride Moskova’ya, Suriye muhalefetine ve sivillere yönelik saldırılarına derhal
son vermesi ve IŞİD’le mücadele çabalarına
odaklanması çağrısında bulundu. Bildiride,
Rusya’nın sivilleri hedef almasından endişe
duyulduğu belirtildi.
Moskova: Sivilleri değil, IŞİD’i vurduk
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rus
savaş uçaklarının Suriye’de sivil hedefleri vurduğuna dair iddiaları yalanlayarak
ABD’den kanıt istedi. BM Genel Kurulu’nda
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile yaptığı
görüşme sonrası soruları cevaplayan Lavrov,
iddialarla ilgili kanıtların kamuoyu ile pay-
laşılmasını istedi. Rusya’nın Suriye’de IŞİD
hedefleri dışında farklı noktaları vurduğuna
dair ABD’nin endişeleri olduğunu kaydeden
Lavrov Rus uçaklarının Suriye ordusu ile
iletişim içinde operasyon gerçekleştirdiğini, IŞİD’le bağlantılı hedeflerin titizlikle
vurulduğunu belirterek, vurulan mevzilerde
sivillerin yaralandığı yönündeki iddialarla
ilgili bilgi olmadığını söyledi.
Bu arada Rusya ile ABD arasında Suriye’deki operasyonlara dair ilk gerginlik
ifadeleri de yansımaya başladı. Rusya
Genelkurmay Başkan Yardımcısı, Suriye’deki
hava harekâtıyla ilgili Amerika’ya operasyon
gerçekleştirilecek bölgelerdeki uçuşlarını
durdurmasının önerildiğini söyledi. ABD ise
Rusya’yı, meşru muhalefete saldırmaması
konusunda uyardığını açıkladı. Rus Haber
Ajansı Interfax’a konuşan Rusya Genelkurmay Başkan yardımcısı Andrei Kartapolov,
“Rusya’nın Suriye’ye yönelik hava harekâtı
öncesinde Amerika’ya, Rusya’nın Suriye’de
operasyon düzenlediği bölgelerdeki uçuşlarını durdurması önerildi” dedi. ABD Dışişleri
Bakanı John Kerry ise Al Jazeera’ya yaptığı
açıklamada “Rusya’ya meşru muhalefete
saldırmamalarını söyledik. Onlar da bunu
anladıklarını beyan ettiler” dedi.
Obama: Kürdlerle çalışacağız
ABD Başkanı Obama, eğit-donat programı
kapsamında Kürd gruplarla çalışacaklarını
söyledi. Başkan Obama, Beyaz Saray’da gazetecilerin Rusya’nın Suriye’ye müdahalesine
ilişkin sorularını yanıtlarken, bundan sonra
eğit-donat programında başarılı oldukları
alanlara bakacaklarını ve “Doğuda IŞİD’i
püsKürden bazı Kürd topluluklarıyla çalışarak bunu inşa etmenin yollarına bakacağız”
dedi.
Suriye’de herşeyin Esad rejiminin barışçıl
protestolara vahşi bir şekilde karşılık vermesiyle başladığına dikkat çeken Obama,
dolayısıyla bu savaşın ABD veya herhangi bir
ülke ile Suriye arasında değil, ‘Suriye halkı’
ile ‘vahşi ve gaddar bir diktatör’ arasında
olduğunu belirtti.
Obama, Rusya ve İran’ın Esad’a arka
çıkma planlarının, bu ülkeleri Suriye’de
bataklığa saplayacağını söyledi. Böylesi bir
politikanın Suriye’de sonuç vermeyeceğini
söyleyen Obama, bu ülkelere farklı bir yol
izlemeleri çağrısı yaptı. ABD Başkanı Esad’ın
hala iktidarda kalabilmesinin nedenini bu
süreçte Rusya ve İran’dan aldığı desteğe bağlayarak, Rusya’nın, Suriye halkının çoğunluğunun kabul etmediği, çocuklara ve yerleşim
yerlerine misket bombası atmaktan çekinmeyen bir rejime arka çıktığını söyledi.
IŞİD’in yok edilmesinin ABD ve Rusya
başta olmak üzere tüm dünyanın yararına
olduğunu Putin’e söylediğini ifade eden
Başkan Obama, “Putin’in söylediklerine
bakmaksızın, burada açık olan kendisi, IŞİD
ve Esad’ın gitmesini isteyen ılımlı Sünni
muhalifler arasında ayrım yapmıyor. Onların
perspektifine göre bunların tümü terörist.
Bu felaketin reçetesi ve ben bunu kabul
etmiyorum” ifadelerini kullandı. Başkan
Barack Obama, Rusya ve İran’ın farklı bir yol
izlememeleri halinde Su-riye bataklığından
bir süre çıkamayacaklarını vurguladı.
Rusya asker gönderiyor
Öte yandan Rusya Parlamentosu’nun
üst kanadı Federasyon Konseyi, yurtdışına
asker göndermeyi oy birliği ile kabul ederek
Suriye’ye asker gönderme hazırlıklarını
başlattı. Rusya Devlet Başkanı Putin, BM
Genel Kurulu’nda ABD Başkanı Obama ile
yaptığı zirve sonrası, Güvenlik Konseyi’ni
acil toplantıya çağırdı. Olağanüstü toplantıya
Rusya Başbakanı Dimitri Medvedev, parlamentonun alt kanadı Duma Başkanı Sergey
Narışkin, üst kanadı Federasyon Konseyi
Başkanı Valentina Matviyenko, Güvenlik
Konseyi Sekreteri Nikolay Patruşev, Federal
Güvenlik Konseyi Direktörü Aleksandr
MANŞET
BasHaber
5 - 11 Ekim 2015
3
SÖYLEŞİ
Bortnikov, Kremlin İdaresi Başkanı Sergey
İvanov, İçişleri Bakanı Vladimir Kolokoltsev,
Savunma Bakanı Sergey Şoygu ve Dış İstihbarat Servisi Başkanı Mihail Fradkov katıldı.
Kremlin, Rusya Anayasası’nın 102. Maddesi gereği uluslararası hukuka ve evrensel
prensiplere uygun olarak Rus Ordusu’nun
yurt dışında görevlendirilmesi için Federasyon Konseyi’ne tezkere gönderdi. Tezkereyi
görüşen Federasyon Konseyi yurtdışına asker
göndermeyi oy birliğiyle kabul etti.
“Muhalifler” İstanbul’da buluştu
Suriye’de tüm bunlar yaşanırken
Türkiye’nin desteklediği Ahrar El Şam, Ceyş
El İslam, Sukur El Şam, Ceyş El Mücahidin, Sultan Murat Tugayı ve Özgür Suriye
Ordusu’na mensup gruplar İstanbul’da gizlice bir araya geldi. İki gün süren toplantıda
Suriyeli silahlı muhalifler, Suriye’nin geleceği
için uluslararası platformda gerçekleşen
görüşmeler ve Birleşmiş Milletler özel temsilcisi Staffan de Mistura’nın planına karşı nasıl
bir tavır belirlemeleri gerektiğini tartıştı. BM
Özel Suriye Temsilcisi Staffan de Mistura’nın
planına göre rejim, muhalifler ve STK temsilcilerinin içinde olacağı tam yetkili geçici bir
heyet kurulacak. Bu heyet, yürütme görevini görecek, ordu ve emniyet kurumlarını
yönetecek, Ortak Askeri Konseyi’ni denetleyebilecek. Mistura’nın önerilerine göre Beşar
Esad, sembolik yetkilerle Cumhurbaşkanlığı
görevine devam edebilir.
“Rusya eskisinden çok daha güçlü”
Suriye’de yaşanan son gelişmeleri ve
BM Genel Kurulu’ndaki toplantıyı BasHaber Gazetesi’ne değerlendiren Bilgesam
Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı Ali Semin,
Sovyetler Birliği ve ABD arasındaki kutuplaşmayı Sovyet dönemindeki soğuk savaşa
benzetti. Arap Baharı’nın Ortadoğu’daki
dengeleri başta olmak üzere dünya dengelerini değiştirdiğini söyleyen Semin, Rusya’nın
bölgedeki politikasını şöyle açıkladı: “Rusya,
burada sadece Esad’ı korumaya çalışmıyor,
aynı zamanda eski gücüne kavuşarak ve yeni
bir Sovyetler Birliği gibi bir blok kurmak
istiyor. Şu çok açıktır ki Rusya, eskisinden
çok daha güçlü. ABD, eskisi gibi bölgede veya
uluslararasına bir jandarma değil; karşısın-
da Rusya ve Çin gibi güçler var. Bu, Suriye
kriziyle birlikte belirginleşti.” Açıklamasının
devamında da Kürdler’in Suriye’de önemli
bir konumda olduklarını söyleyen Semin;
Rusya’nın PYD’ye destek vereceğini ve rejim
ile çatışan grupları hedefleyeceğini vurguladı.
“Suriye Rusya’nın
Akdeniz’e açılan kapısıdır”
Ortadoğu Uzmanı Dr. Mustafa Peköz’
de BasHaber’e BM Genel Kurulu’ndaki
zirveyi değerlendirerek Rusya ve İran’ın
Ortadoğu’nun yeni aktörleri olduğunu BM
Genel Kurulu’nun tek gündem maddesinin
Suriye krizi ve stratejileri olduğunu söyledi.
Suriye’nin Rusya için önemine dikkat çeken
Peköz, Suriye’nin Rusya’nın Akdeniz kapısı
olduğunu ifade etti. Rusya’nın Suriye’ye hava
operasyonunu da “Putin Ortadoğu’da daha
etkin olmak, bölgenin yeniden dizaynında
söz ve pay sahibi olduğunu göstermenin tek
yolunun Suriye’de askeri gücünü aktifleştirmesi olduğu gördü ve sürece doğrudan
müdahale etti” sözleri ile açıklayan Peköz,
Suriye’nin kaderinin Ortadoğu’nun kaderine
denk düştüğünü vurguladı.
Müslim:Rusya ile askeri
işbirliğine hazırız
Öte yandan PYD Eş Genel Başkanı Salih
Müslim, “Suriye’de hava saldırılarına başlayan Rusya’yla askeri koordinasyona hazır
olduklarını, Rusların Suriye’nin kuzeyinde
hava saldırısı gerçekleştirmesini de hoş karşılayacaklarını” söyledi. Müslim, Rusya’nın
Suriye’de hava saldırılarına başlamasını
“olumlu bir gelişme” olarak gördüklerini
belirttirken, bu müdahelenin Tü-rkiye’nin
tek taraflı hareket etmesine engel olabileceğini söyledi.
IŞİD karşıtı uluslararası koalisyon içinde
yer alan ülkelerin Rusya’ya tepki göstermesini yorumlayan Müslim, “Hava saldırılarının
koalisyonla danışıklı olduğunu düşünüyoruz.
Perde arkasında olsa bile muhakkak bir şeyler vardır” dedi. Rusya’nın hava saldırıyla ilgili kendilerini bilgilendirmediğini söy-leyen
Müslim, Rusya ile aralarında gelişebilecek
olası bir askeri koordinasyonun “olumlu
olacağını” da söyledi. Müslüm BBC’ye verdiği
mülakatında şöyle dedi:
“YPG’nin uluslararası koalisyonla koordinasyonu zaten vardır. Rusya ile bizim politik
ilişkilerimiz vardır ama askeri bakımdan
böyle bir şey gelişmedi. Gelişirse olumlu
olur. Sadece bizimle de değil, terörizmle
savaşan tüm güçlerle işbirliği olursa çok iyi
olur. Bazı gruplar, Rusya ÖSO’yu vurdu,
siv-iller öldü diyor. ÖSO’yu vurduklarına
inanmıyorum. Bu abartılıyor. Kaygımız rejimin güçlenmesi. Rejim bunu kendi lehine bir
gelişme olarak ele alırsa daha da çıldırabilir.
Savaşın başka boyutlara tırmanmasından
korkuyoruz. Bununla birlikte saldırılar bizim
için genel olarak olumlu. PYD’nin hâkim
olduğu, Rojava alanlarda Rusya’nın hava
saldırıları düzenlemesini hoş karşılarız. IŞİD,
Nusra Cephesi, Ahrar’uş Şam aynı zihniyetteki örgütlerdir. Bunlara karşı herhangi bir
mücadele, bizim, hatta sadece bizim de değil
bütün insanlık için iyi bir gelişme olur.”
Cerablus operasyonunu ile de ilgili konuşan Müslim, “Benim bilgim dâhilinde değil.
Ama muhakkak Cerablus’tan Azez’e kadarki
bölge mücadelenin parçasıdır. Ama böyle
bir hazırlık yapıldığını bilmiyorum. Politik
olarak da daha zamanı gelmemiştir, taşların
yerine oturması gerekiyor” dedi.
YPG: Koalisyonla ilişkilerimiz güçlü
devam edecek
YPG Basın Merkezi yaptığı bir açıklama
ile, kamuoyuna yansıtılmaya çalışılan yanıltıcı ve gerçek dışı bilgilerin aksine koalisyon
ile ilişkilerinin kararlı ve güçlü bir şekilde
devam ettiği bildirildi.
Cuma günü yapılan açıklamada, IŞİD karşıtı Uluslararası Koalisyon ile Halk Savunma
Güçleri (YPG) arasında bir yılı aşkın bir süredir kurulan aktif ilişki ve işbirliğinin kararlı
bir şekilde devam ettiği, hatırlatılarak, “bu iyi
koordine edilmiş iletişimin 2014’ün sonlarında Kobanê’deki tarihi direniş ile başladığını
ve 2015 Haziran ayında Girê Spî (Tel Abyad)
şehrinin özgürlüğüne kavuşturulduğu
operasyonda en yüksek işbirliği seviyesine
ulaştığı” belirtildi. Bu işbirliği süresince, birlikte IŞİD’e çok ağır darbelerin vurulduğunu
ve terör örgütü karşısında büyük zaferlerin
kazanıldığına dikkat çekilen açıklamada, “bu
işbirliğinin yakın gelecekte de devam edeceği” ifade edildi.
Açıklamada herhangi bir güç veya devletin
ismi zikredilmeden, “bazı çevrelerin YPG ile
Koalisyon arasındaki işbirliğinden rahatsız
olduğu ve bozmaya çalıştıkları” belirtilerek
şöyle denildi: “İki güç arasındaki ortaklık,
karmaşa içindeki bölgesel koşullara rağmen
barış ve istikrarı sağladı ve IŞİD’in barbarlığını ortadan kaldırarak, insanların güven
içinde Kobanê, Girê Spî ve Rojava’nın diğer
bölge-lerindeki evlerine dönmelerine imkan
tanıdı. YPG güçleri ile ABD öncülüğündeki
uluslararası koalisyon arasındaki çift yönlü
destek, ilişki ve işbirliği basit bir şekilde
devam etmekle kalmayacak, ortak düşman
olan IŞİD teröristlerine karşı güçlenerek
artacaktır.“
YPG’nin bu açıklaması, Suriye’ye hava
harekatı başlatan Rusya ile ilişkiler geliştirilebileceği şeklinde basına yansıyan haberlerin ardından gelmesi dikkat çekti. YPG, ABD
öncülüğündeki uluslararası koalisyon ile kurduğu ilişkilere sadık olduğunu ve bu ilişkinin
Rusya’nın bölgedeki varlığına rağmen devam
edeceğini açıklamasının ABD’ye mesaj verme
ihtiyacından kaynaklandığı bilidiriliyor.
Öte yandan Kobanê Kantonu Dış ilişkiler Sözcüsü İbrahim Kurdo da BasHaber’e
PYD’nin Moskova’da temsilcilik açacağını
doğruladı. PYD’nin Ortadoğu’da önemli bir
aktör olduğunu ve diplomasi trafiğinin üst
düzeyde olduğunu aktaran Kurdo konu ile
ilgili; “Moskova’daki PYD’nin büro açacağıyla ilgili haber gerçektir. Rojava yönetimi
Güney Kürdistan’da Süleymaniye’de de büro
açtı. Hem Güney Kürdistan’daki hem Amerika’daki, hem de Moskova’da veya Avrupa’da
03
açılacak büroları önemsiyoruz ”dedi.
“Roj Peşmergeleri
IŞİD’e karşı savaşacak”
Kürdistan Bölgesi Peşmerge Bakanlığı
Sözcüsü Helgurt Hîkmet ise, Rojava Peşmerge Birlikleri’nin PYD ile Kürdistan Bölge
Başkanı Mesud Barzani arasında yapılan
anlaşma çerçevesinde bölgeye döneceğini
söyledi. Hîkmet, ABD’nin de bu anlaşmada rol oynadığını söyledi. KBY Peşmerge
Bakanlığı Sözcüsü Helgurt Hîkmet, Rojava
Peşmerge Birlikleri’nin PYD ile Barzani arasında yapılan anlaşma çerçevesinde bölgeye
döneceğini söyledi. Sözcü Helgurt Hîkmet,
Rojava’ya dönecek Peşmergelerin birkaç
birlikten oluştuğunu kayderek, “Bu güçler 1
yıl önce de gitmeye hazırdı fakat Rojava’daki
Kürd siyasi partilerinin anlaşmaya varamaması nedeniyle bu gerçekleşmedi. Şu anki
süreçte gitmeleri, oradaki savaşa olumlu bir
etki yapacaktır” şeklinde konuştu.
“Rojava Peşmergeleri geri dönmeli”
PDK Başkanlık Divanı Üyesi Ali Teter ise
Rojava Peşmergeleri’nin kendi topraklarına
geçişi konusuna değinerek, Rojava’daki YPG
savaşçılarına yardım için Kobanê’ye gidip
IŞİD’e karşı savaşan Peşmergeler örneğini
vererek, Rojava Peşmergeleri’nin, Rojavalı
olmalarına rağmen kendi topraklarına gidip
savunma savaşı yapamamalarının gerekçesinin olamayacağını vurguladı. PYD yetkililerinin ‘Ya gelip YPG çatısı altına girerler ya da
Rojava’da ikinci bir askeri gücün varlığına
izin vermeyeceğiz’ yönündeki açıklamalarına
da değinen Teter, herhangi bir devletleşme
yapılanmasının bulunmadığı Rojava’da
koordineli faaliyet yürüten askeri güçlerin
sorunsuz bir şekilde faaliyete bulunabileceğini söyledi. Teter, YPG’nin bizatihi kendisinin
siyasi bir parti olan PYD’ye bağlı bir askeri
güç olduğunu, tam tersine totaliter bir şekilde tüm askeri unsurların bir partinin askeri
kanadı çatısına mecbur bırakılmasının büyük
sorunlara yol açabileceğini ifade etti. Rojava
Peşmergeleri’nin IŞİD’e karşı cephedeki
başarılarına da değinen Teter sözlerini şöyle
bitirdi: “Rojava’da güvenliğin tam tesis edilip
özgür seçimlerin yapılması durumunda bütün askeri unsurların tek çatı altında birleştirilmesi gündeme gelebilir. Ama bu haliyle
sayıları binlerle ifade edilen ve şu an Güney
Kürdistan’da IŞİD’e karşı cephe mücadelesi yürüten Roj Peşmergeleri’nin bir siyasi
partinin askeri kanadının bünyesine mecbur
bırakılması pozitif bir yaklaşım değildir.”
Kobanê Kantonu Dış ilişkiler Sözcüsü
İbrahim Kurdo da Rojava Peşmergelerinin
geçişi için PYD ve Kürdistan Bölge Yönetimi
arasındaki anlaşmaya da değinen “İnanıyorum ki Kürdler askeri ve siyasi açıdan bir
araya gelse hiçbir güç Kürdlerin karşısında
duramaz. Halkı savunmak için Kürdistanî
güçlerin bir araya gelmesi gerekiyor. 3 yıldır
IŞİD’e karşı verdiğimiz mücadelede büyük ve
önemli başarılar elde ettik. Peşmerge’nin de
Rojava’ya gelişi mücadele konusunda gücümüzü daha da arttıracaktır” dedi.
04
4
BasHaberSÖYLEŞİ
5 - 11 Ekim 2015
HABER
KBY, ‘yeni Ortadoğu’ya hazırlanıyor
O
Mustafa Turan
rtadoğu’da soğuk savaş dönemi
dengelerini canlandıran Suriye’deki
gelişmeler ve Rusya’nın dahil olduğu
operasyonlar devam ederken, yoğunlaşan
askeri ve siyasi hareketlilik Suriye ve Irak’ta
IŞİD’in işgal ettiği bölgelerden çıkarılmasının
arafesine yaklaşıldığını gösteriyor. Uluslararası güçler ile bölge devletlerinin pozisyonlarını
tahkim ettiği bu dönemde Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY) saflarını sıkılaştırıyor. Suriye’yi
de kapsayan olası büyük bir operasyon
hazırlıkları yapan Erbil yönetimi, IŞİD’e karşı
özellikle Kerkük ve Şengal bölgesinde geniş
çaplı temizlik harekatına girişerek, güçlerini
tahkim ediyor.
KBY, Ağustos ayından beri başkanlık
kriziyle boğuşmasına rağmen Başkan Mesud
Barzani’nin taraflara diyalogu telkin etmesi, KBY’nin hem IŞİD’e karşı savaşta hem
de uluslararası diplomaside sendelemeden
yoluna devam etmesini sağladı. Sahada IŞİD’i
durdurabilen yegane güç olmasından dolayı
da yeni süreçte bölgeye dair hesapları olan
tüm güçlerin ilk önce uğradığı başkent olan
Erbil’de bir yandan hazırlıklar devam ederken, diğer yandan askeri ve siyasi heyetlerin
hareketliliği de sürüyor.
Seyri değişen Suriye savaşıyla birlikte bölgede şekillenecek yeni duruma hazırlıksız yakalanma riskiyle de karşı karşıya olan KBY’de
bir yandan IŞİD’e karşı mücadele özellikle
Kerkük bölgesinde yoğunlaşırken, Musul
operasyonu hazırlıkları, bağımsız bütçenin
güçlendirilmesi, başkanlık seçimi konusundaki çelişkilerin çözülmesi, iç birliğin sağlanarak
bağımsızlık planlarının güncelleştirilmesi gibi
önemli ev ödevleri bulunuyor.
Washington’daki Birleşmiş Milletler Genel
Kurulu toplantısının ana gündem maddesi olan Rus hamlesi bir taraftan Moskova,
Tahran, Bağdat, Şam ve Hizbullah’tan oluşan
cepheyi resmileştirirken öte yandan Esed’li
bir geçiş sürecine yeşil ışık yakmakla birlikte
ABD’nin Suriye ve KBY’de IŞİD’e karşı en
başarılı mücadeleyi yürüten Erbil ile Rojava
Yönetimi arasında operasyonel koordinasyonu
geliştirme, bu şekilde Irak ve Suriye’de karada
aktif mücadele yürüten müttefikleri üzerinden
pozisyonunu güçlü tutması olarak değerlendiriliyor. Suudi Arabistan ve Katar gibi Arap
ülkeleri ile İsrail yeni Rus hamlesine karşı
şimdiye kadar tavırlarını beyan etmemelerine
karşılık Fransa’nın ilk defa Suriye sahasındaki IŞİD hedeflerine yönelmesi ve Türkiye
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Moskova’da Putin
ile gerçekleştirdiği görüşme ardından, Esed’li
bir geçişin olabilirliğine dair açıklamalarda
bulunması da dikkat çeken gelişmeler.
Tüm bu gelişmelerin ortaya çıkaracağı
sonuçla birlikte, yerel ve uluslararası güçlerin
yeniden konumlandığı bu atmosferde KBY’nin
tavrı önem kazanıyor. Musul’u kurtarma
operasyonu çerçevesinde Irak Ordusu’nun
KBY toprakları içinde başlatacağı hazırlıklar,
Kerkük’te Peşmerge Güçleri’nin başlattığı
geniş çaplı operasyonlar ve Kurban Bayramı
öncesi ABD destekli başlayan KBY-Rojava
Yönetimi yakınlaşması hamlesinin gerçekleşmesi halinde Kürdlerin yeni durumun ortaya
çıkaracağı askeri ve siyasi güç dengelerinden
güçlü çıkmasının tek yolu olarak görünüyor.
Barzani’siz sürecin tehlikesi
Rusya’nın bölgeye müdahalesi, KBY’nin
içinde bulunduğu siyasi kriz ve bunlarla
bağlantılı konularda BasHaber’e açıklamalarda bulunan PDK Başkanlık Divanı Üyesi Ali
Teter, Rusya’nın bölgeye müdahalesinin ‘IŞİD
ve diğer radikal gruplara karşı mücadele’
adıyla gerçekleşse dahi bunun Esad rejiminin
ayakta kalmasını beraberinde getireceğini,
ABD ve müttefiklerinin IŞİD’e karşı daha aktif
bir mücadele içerisine girmeleriyle birlikte
Rusya’nın nüfuzunun dengelenebileceğini
söyledi. Bu dengenin sağlanmaması durumunda bölgenin daha da istikrarsızlaşabileceğini vurgulayan Teter, Irak’ın da Rusya, İran
ve Esed cephesine katılması ve Bağdat’ta ortak
istihbarat merkezinin kurulmasına önayak
olmasıyla ilgili de, Irak’ın zihinlerde var olan
devlet kavramıyla tanımlanacak bir yapı olmadığını, kendi başına bir köyünü bile IŞİD’den
kurtarabilecek yetkinliğe sahip olmayan kağıt
üzerinde varlığının devam ettiğini ancak fiili
anlamda parçalandığını ve Rusya ile İran’ın
silah ve asker transferinde geçiş kolaylığı
sağlaması için Irak’ı kendi cephelerine dahil
ettiğini söyledi. ABD’nin İran’ın kucağına
düşmesin diye bu güne kadar Irak’a toleranslı
yaklaştığını ama bu hamleyle birlikte bu toleransın dondurulabileceğini de ekledi. KBY’nin
Suriye’deki meselelere taraf olmayacağını
ve temel önceliğinin IŞİD’in Kürdistan’dan
çıkarılması olduğunu belirten Teter, başkanlık
krizi konusunda da şu şöyle konuştu:
“IŞİD’le başlayan zamansız savaş nedeniyle
KBY’nin başkanlık krizini daha elverişli şart-
larda çözme imkanı bulamadı. Ben, savaşın
olmadığı normal bir zamanda bu sorunun bu
radeye kadar giriftleşmeyebileceğini düşünüyorum. Burada dikkate alınması gereken şey,
içinden geçtiğimiz sürecin olağanüstülüğü.
Böyle bir süreçte hem uluslararası arenada
güçlü bir itibara sahip hem de Kürdistan
halkı nezdinde büyük bir saygınlık kazanmış,
büyük tecrübe sahibi Mesud Barzani’nin KBY
Başkanlığı’nın devamı Kürdler açısından
büyük bir kazanımdır. Zaten kendisi dışında
Başkanlık görevini layıkıyla yerine getirebilecek başka birinin olmadığı da aşikar.
Böylesine bir süreçte bu kadar pozitif özelliği
bulunan sayın Barzani’nin başkanlıktan
uzaklaştırılması veya yetkileri kısıtlanarak eli
kolu bağlı bırakılması PDK tarafından kabul
edilebilecek bir şey değildir. Dolayısıyla diğer
4 siyasi partinin 9. toplantıda da bu tür dayatmalarda bulunmaları uzlaşmanın sağlanamayacağının önceden teyidi anlamına gelecektir;
Zira süreç Barzani’sizliği kaldırabilecek bir
süreç değildir. Ne Sayın Barzani’nin kendisi
‘Dünya liderleri, rolümüzü görmezden geliyor’
KBY Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mesrur Barzani geçtiğimiz Cumartesi günü de
Twitter hesabından yaptığı açıklamada BM
top-lantısına katılan dünya liderlerinin IŞİD
karşısında Kürdlerin ve Peşmerge Güçleri’nin
rolünü görmezden geldiklerini söyledi. IŞİD’e
karşı mücadelede Kürdlerin rolünün göz ardı
eden dünya liderlerini eleştiren Barzani şöyle
dedi: ‘‘Peşmerge Güçleri, 20 bin km’lik işgal
edilen toprakları kur-tarmış ve IŞİD’e karşı
durabilen tek güçtür.’’
Twitter hesabından koalisyon güçlerinden 4 aydan fazla bir zamandır Peşmerge’ye
herhangi bir silah yardımının yapılmadığını ve
bunun kafalarda soru işaretlerinin oluşmasına sebep olduğunu söyleyen Mesrur Barzani,
Erbil’de ABD’nin Erbil Başkonsolosu Matthias
Mitman’ı kabulünde de konuya vurgu yaptı.
Bölgede cereyan eden yeni gelişmeler, IŞİD’le
mücadele ve Peşmerge Güçleri ile koalisyon
güçleri arasındaki koordinasyonun geliştirilmesiyle ilgili görüş alışverişinde bulunmak için
ABD’nin Erbil Başkonsolosu Matthias Mitman
ve beraberindeki Amerikalı heyeti kabulünde
konuşan Barzani, görüşmede Merkezi Irak
Hükümetinin KBY’ye karşı takındığı tavrı
eleştirerek, Merkezi Hükümetin Anayasa’da
belirlenmiş yasal sorumluluklarını yerine
getirmediğini, KBY’nin yüzde 17’lik bütçe
payını göndermemesi ve ardından IŞİD’in
Irak’a girmesiyle Kürdistan’a yönelen göç
dalgasının KBY’yi çok olumsuz etkilediğini,
savaşla birlikte bu yükün taşınamaz boyutlara vardığını, ama halkın ve Peşmerge’nin
sabırlı ve fedakar tutumuyla bu sorunların
üstesinden gelebildiklerini söyledi. Bağdat
üzerinden Peşmerge Güçleri’ne ulaştırılması
gereken silah yardımlarına da değinen Barzani,
dış dünyadan Bağdat’a ulaşan ve Peşmerge
Güçleri’ne ulaştırılması öngörülen silahların
azının Peşmerge’ye ulaşabildiğini ve bunun
IŞİD’e karşı mücadelenin daha etkili yürütülmesine engel olduğunu söyledi. IŞİD’e karşı
yürütülen mücadelede Peşmerge’nin yürüttüğü etkili mücadeleye vurgu yapan ABD Erbil
Başkonsolosu Matthias Mitman ise ülkesi
ABD ve koalisyondaki müttefiklerinin IŞİD’e
karşı daha etkili mücadele yürütebilmesi için
Peşmerge Güçleri’ne askeri desteği artırmaları
konusunda çaba sarf ettiğini ve bu çabalarını
devamla sürdüreceklerini söyledi.
HABER
BasHaber
5 - 11 Ekim 2015
5
SÖYLEŞİ
ne de PDK’nin Barzani’nin başkanlığında gözü
yoktur ve Sayın Barzani bu görevi Kürdistan
halkının emaneti olarak yürütmektedir. Dolayısıyla ne zaman halk geri isterse bu emanet
layıkıyla teslim edilecektir; Ama halkın seçimle işbaşına getirme yetkisini parlamenterlere
havale etmek isteyen bazı kesimler istedi diye
de böylesine bir süreçte KBY’nin geleceği
tehlikeye de atılmaz.”
“Rojava’da özgür seçimlerin ardından
tek ordu”
Rojava Peşmergeleri’nin kendi topraklarına
geçişi konusuna da değinen PDK Başkanlık
Divanı Üyesi Ali Teter, daha önce ihtiyaç duyulması vesilesiyle Rojava’daki YPG savaşçılarına yardım için Kobanê’ye gidip IŞİD’e karşı
savaşan Peşmergeler örneğini vererek, Roj
Peşmergeleri’nin Rojavalı olmalarına rağmen
kendi topraklarına gidip savunma savaşı yapamamalarının gerekçesinin olamayacağını vurguladı. PYD yetkililerinin ‘Ya gelip YPG çatısı
altına girerler ya da Rojava’da ikinci bir askeri
gücün varlığına izin vermeyeceğiz’ yönündeki
açıklamalarına da değinen Teter, herhangi
bir devletleşme yapılanmasının bulunmadığı
Rojava’da koordineli faaliyet yürüten askeri
güçlerin sorunsuz bir şekilde faaliyete bulunabileceğini söyledi. Teter, YPG’nin bizatihi
kendisinin siyasi bir parti olan PYD’ye bağlı
bir askeri güç olduğunu, tam tersine totaliter
bir şekilde tüm askeri unsurların bir partinin
askeri kanadı çatısına mecbur bırakılmasının
büyük sorunlara yol açabileceğini söyleyerek
şöyle bitirdi: “Rojava’da güvenliğin tam tesis
edilip özgür seçimlerin yapılması durumunda bütün askeri unsurların tek çatı altında
birleştirilmesi gündeme gelebilir. Ama bu
haliyle sayıları binlerle ifade edilen ve şu an
Güney Kürdistan’da IŞİD’e karşı cephe mücadelesi yürüten Roj Peşmergelerinin bir siyasi
partinin askeri kanadının bünyesine mecbur
bırakılması pozitif bir yaklaşım değildir.”
Başkanlık krizinin çözümü acil sorun
ABD’nin Saddam’ın düşürülmesiyle önünü
açtığı Şiilerin hakimiyetindeki Irak’ı kaptırdığı
Rusya, İran, Esed cephesine karşı yeni bir atağa girişeceği yorumları yapılırken, sahada elini
tutan tek gücün KBY olması KBY ile birlikte
Rojava Yönetimi’nin de elini güçlendireceği
ifade ediliyor.
KBY Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Cabar
Yawer’in Peşmerge’nin Rusya, İran, Irak,
Esed cephesinde yer almayacağını açıklaması
KBY’nin ABD ile olan stratejik ortaklığı devam
ettireceği ve ABD’nin başlatabileceği karşı
bir hamlede aktif bir rol üstleneceğini teyid
eder nitelikte. KBY’nin yeni süreçten eli güçlü
çıkmasının yegane yolunun, Rojava Yönetimiyle KBY’nin Roj Peşmerge Gücünün Rojava’ya
geçişi başta olmak üzere aralarındaki pürüzleri
giderip ortak bir tavır sergilemelerinin yanı
sıra KBY’nin içinde bulunduğu siyasi krizi çözüme kavuşturmasından geçtiği vurgulanıyor.
Goran: KBY ve Rojava Yönetimi
ortak strateji geliştirmeli
Güney Kürdistan’daki Başkanlık krizi ve
yeni Rus hamlesinin ortaya çıkarabileceği yeni
güç dengesinin KBY’ye yansımaları hakkında
BasHaber’in sorularını yanıtlayan Goran Hareketi Siyasi İlişkiler Sorumlusu Dr. Mihemed
Heci, yüzyıl önce Ortadoğu’yu dizayn etmek
için uygulanan Sykes-Picot Anlaşması’nın
hükmünü yitirip sınırların yeniden çizildiği
önemli bir eşikte KBY’nin Başkanlık krizi
gibi gereksiz bir sorunla boğuşmasının kabul
edilemez olduğunu, Güney Kürdistan’da siyasi
tarafların her ne şekilde olursa olsun bu yapay
krizi geride bırakıp yeni duruma odaklanmaları gerektiğini, bununla birlikte KBY ile Rojava
Yönetiminin de ulusal birlik çerçevesinde ortak
bir strateji geliştirmeleri gerektiğinin altını
çizdi. Yeni durumun Kürdleri birlik olmaya
mecbur ettiğini dile getiren Heci, dış güçlerin
Başkanlık krizinden faydalanıp Kürdistan’da
askeri gücü elinde bulunduran YNK ve PDK’yi
karşı karşıya getirme hevesinde olduklarını, bu
nedenle bu krizin en azından şiddet olaylarına
vesile olmaması için gösterilen hassasiyetin
olumlu olduğunu belirterek şöyle konuştu:
“Başkanlık krizinin aşılması için PDK’ye büyük
sorumluluk düşmektedir. PDK, tarihsel ve
güncel olarak Kürdistan Bölgesi’nin en büyük
gücüdür; Ama nihayetinde diğer dört siyasi
partinin uzlaşıp kendisine sunduğu ‘Ya yetkileri sabit ama parlamento tarafından seçilen
veya yetkileri daraltılmış ama halk tarafından
seçilen bir başkan’ önerilerinden birini kabul
edip krizi sonlandırması gerekir.”
Barzani’nin Rojava ziyareti ihtimali ve
öncesi gelişmeler
15 Eylül’de KBY Başkanı Mesud Barzani
ile PYD Eşbaşkanı Salih Müslim Erbil’de
bir araya gelmiş ve ardından ABD Dışişleri
Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Brett McGurk,
ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Stuart Jones,
ABD Özel Kuvvetler Komutanı James Terry
ve ABD’nin Irak’taki Özel Kuvvetler Komutanı
Tony Thomas’ın da bulunduğu ABD heyeti de
bu toplantıya katılmıştı. Kulislere yansıyan
bilgilere göre bu toplantıda karada IŞİD’e karşı
en etkili mücadeleyi yürüten KBY ile Rojava
Yönetimi ve Uluslararası ittifakın hava operasyonlarının koordinasyonun daha işler hale
getirilmesi, başarısızlıkla sonuçlanan Duhok
Anlaşması’nın yeniden canlandırılması ve
Roj Peşmergeleri’nin Rojava’ya geçişi gibi bir
dizi konunun ele alınmıştı. Toplantı ardından Rojavalı yetkililerin YPG’nin Cerablus ve
Rakka’ya karşı saldırı hazırlıklarına başladığı
yönündeki açıklamaları ve Cerablus’a karşı
top atışlarına başlanması, Musul’u kurtarma
operasyonunun gündeme gelmesi ve buna
dönük hazırlıklara başlanması toplantıda
daha çok başlığın ele alındığını gösteriyordu.
Toplantıdan yansıyan bilgilere göre ABD, KBY
ve Rojava Yönetimi arasında ortak bir operasyon odası kurulacak, bazı Peşmerge birlikleri
ağır silah eşliğinde Rojava’da belirli yerlerde
konuşlandırılacaktı. Basında çıkan bu yönlü
haberlerde Rojava’ya geçecek Peşmergelerin
Roj Peşmergeleri mi yoksa KBY Peşmergeleri
mi olacağıyla ilgili belirsizlik varken, KBY Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Hemgurt Hikmet bu
belirsizliği giderecek bir açıklamada bulundu.
Hikmet, Rojava’ya geçmesi planlananların Roj
Peşmergeleri olacağını söyledi.
PYD Eşbakanı Salih Müslim’in Erbil’de KBY
Mesud Barzani ve ABD’li yetkililerle gerçekleştirdiği toplantının başarılı geçtiğini, bu
toplantıda KBY ile siyasi bir uzlaşıya vardıklarını ve KBY, Rojava Yönetimi ve ABD’nin
IŞİD’in yenilgiye uğratılması için daha aktif
bir ittifak kurabileceğini vurguladı. Toplantı
ardından ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı
Brett McGurk’ih Twitter hesabından Barzani
ve Müslim’in katılımıyla önemli bir toplantı gerçekleştirdikleri yönünde açıklamada
bulunması ve Müslim’in başka bir basın
toplantısında KBY Başkanı Mesud Barzani’nin
Qamişlo’yu ziyaret edebileceğini söylemesi
toplantıda önemli bazı kararların alındığını
teyit eden gelişmeler.
Diplomasiye devam
Ortadoğu’da yeni dengelerin temellerinin
atıldığı bir süreçte geçtiğimiz Kurban Bayramını Xazir cephesinde Peşmergelerle birlikte
geçiren KBY Başkanı Mesud Barzani hafta
içinde birçok diplomatik görüşme gerçekleştirdi. Barzani, Erbil’deki Başkanlık Ofisi’nde
İngiltere Savunma Bakanlığı Özel Temsilcisi
General Tom Beckett ve beraberindeki heyeti
kabul etti. Peşmerge’nin IŞİD’e karşı mücadeledeki rolüne ve uluslararası koalisyon ile
Peşmerge arasındaki koordinasyonun önemine
değinilen görüşmede, Barzani, Peşmerge’nin
askeri mühimmata ihtiyacına vurgu yaparken
Beckett ise KBY ile uluslararası ittifak arasında
yapılan stratejik anlaşmanın IŞİD’e karşı
savaşta başarıyı mümkün kıldığını vurguladı.
Bağdat-Erbil arasındaki ilişkilerin de konuşulduğu görüşmeden sonra Barzani Irak Petrol
Bakanı Adil Abdulmehdi’yi kabul etti. Erbil ve
Bağdat’taki siyasi, askeri ve ekonomik gelişmelerin değerlendirildiği görüşmede Ramadi
ve IŞİD’le savaşın devam ettiği Irak’ın diğer
bölgelerindeki durum da konuşuldu.
Barzani, Ortadoğu Asuri Kiliseleri Patrikli-
05
ğine seçilen ve seçilmesiyle 82 yıl sonra Asurilerin merkezinin ABD’den Kürdistan Bölgesine taşınmasına vesile olan Metran Mar
Gorgis’i de Ankawa’daki Asuri Kilisesi’nde
ziyaret etti. Ziyarette Kürdistan’ın özgürlüğü için canını veren Asurilerin kendileri
açısından onur kaynağı olduğunu dile getiren
Barzani, Kürdistan’ın Asurilerin de vatanı
olduğunu söyledi. Metran Mar Gorgis de
ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirerek, kendilerinin de Kürdistan’ı vatanları
olarak gördüğünü belirtti.
‘Alan, Kürd mazlumiyetinin sembolü’
Diplomatik görüşmeleri arasında
Avrupa’ya geçmeye çalışırken Ege Denizi’nde
bindikleri botun batması sonucu boğulup
cesedi kıyıya vuran ve kıyıya vuran cesed
fotoğrafıyla tüm dünyanın gündemine giren
Kobanê’li çocuk Alan Kurdi’nin babası
Abdula Kurdi ile de görüşen Barzani, Alan’ın
Kürdlerin mazlumiyetinin sembolü olduğunu
söyledi. Yaşanan olaydan duyduğu üzüntüyü
dile getiren Barzani, eşini ve iki çocuğunu
kaybeden Abdula Kurdi’ye başsağlığı dileğinde bulundu.
Kerkük operasyonu
başarılı sonlandı
Peşmerge Güçleri’nin Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK) Peşmergeleri’nin katılımıyla geçtiğimiz hafta Kerkük’ün güneyi
ve batısındaki yerleşim yerlerini IŞİD’den
temizlemek amacıyla başlatmış olduğu
geniş çaplı operasyonlar başarılı bir şekilde
sonuçlandı. Bölgenin güvenliği açısından stratejik öneme sahip Xere Tepesi ve
bölgedeki köylerin IŞİD’den temizlenmesi
amacıyla başlatılan operasyonlarda 100’den
fazla IŞİD mensubunun öldürüldüğü bildirildi. Operasyonda 14 Peşmerge’nin mayın
patlamaları sonucu yaşamını yitirmesi,
mayınlara karşı önleyici tedbirlerin yetersizliğini tartışmaya açtı. Gurbiye, Telwerd,
Xere, Kiwarssiya Ereb, Kiwarsiya Kurd,
Mihemed Xelid ve Seyid Xelef’in de dahil
olduğu ondan fazla köyün IŞİD’den alındığı
ve Kerkük üzerindeki IŞİD tehdidinin kalmadığı bildirildi.
Operasyonlarla ilgili BasHaber’e bilgi
veren Kerkük Polis Müdürü Albay Serhed
Qadir, Peşmergenin başarılı bir operasyon
gerçekleştirdiğini ve hedeflediği bütün yerlerin kontrolünü eline geçirdiğini belirtti.
Operasyonlarda çok sayıda IŞİD mensubunun öldürüldüğünü bilgisini veren Qadir,
öldürülen IŞİD mensuplarının üzerlerinde
kimlik kartları bulunmadığı için kimliklerinin tespit edilemediğini ama öldürülenler arasında emirlerin de bulunduğunu
söyledi. Albay Serhed Qadir, Koalisyon
hava güçlerinin de destek verdiği operasyon
sonucunda Kerkük ve civarında güvenliğin
temin edildiğini bildirerek mayın temizleme işlemleri için uzman timlerin görevlendirildiğini söyledi.
06
HABER
70. yılında BM,
Kürdler ve Suriye
BİLAL SAMBUR
Rusya’nın Suriye’de askeri varlığını arttırması, DAİŞ ve diğer muhalif
gruplara saldırılar düzenlemesi, Esad
Ordusu’nun önünü açma girişimleri,
ABD, Fransa, Almanya ve İngiltere gibi
büyük güçlerin Suriye’de Esad, Rusya
ve DAİŞ şeklinde yeni bir tehdit üçgeni
okuması yapmalarına neden oldu. ABD
ve Avrupa, Rusya’nın DAİŞ’e karşı mücadeleye katılmasını olumlu bulmasına
rağmen, DAİŞ’i gerekçe göstererek Suriye’ye ve Ortadoğu’ya
İran-Irak-Suriye ittifakı üzerinden yerleşme girişimini büyük
bir tehdit olarak değerlendirmektedir. Suriye, mevcut durumda
BM’nin beş daimi üyesinin güç ve hegemonya mücadelesinin
gerçekleştiği bir alan haline gelmiştir. Rusya’nın direkt Suriye
alanına müdahil olması, büyük güçlerinde artık arkadan değil
direkt çatışan taraf olma zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır.
Rusya, DAİŞ’e karşı Esad Rejimi’nin ve Kürdlerin etkin
mücadele verdiğini söylemekte, muhalif olarak nitelenen unsurların terörist olduğunu vurgulamaktadır. Rusya, terörist
olarak nitelediği DAİŞ ve ÖSO gibi unsurları birlikte vurmakta
ve askeri müdahalelerini, Amerika liderliğinde oluşan DAİŞ
karşıtı koalisyonun dışında kalarak gerçekleştirmektedir. DAİŞ
karşıtı koalisyonun liderliğini ABD, Centcom merkezinden
idare ederek yürütürken şimdi DAİŞ’e karşı Lazkiye-Tartuş
merkezli ikinci bir mücadele cephesi daha açılmıştır. Rusya ve
Amerika’nın farklı merkezlerden Suriye’de aktif olması, Ortadoğu ve Suriye’de uzun süreden beri yaşanan yeni bir durumu
ortaya koymaktadır. Suriye savaşının, sadece Ortadoğu’yu değil, BM’nin de yapısını da değiştirecek gelişmelere neden olacak sonuçlar üreteceğini öngörebiliriz.
DAİŞ, Irak ve Suriye’de Kürdleri ve Kürd yerleşim merkezlerini kendisine ana hedef almaktadır. Kürdler ve DAİŞ
arasındaki savaş, kesintisiz bir şekilde devam etmektedir. Kürdlerin DAİŞ’i yenen tek güç olması, ABD ve Rusya’nın PYDYPG başta olmak üzere Kürdlerle işbirliği yapmasını gerekli
kılmaktadır. BM Genel Kurul toplantılarında Kürdlerden sadece DAİŞ’le mücadele eden etkin bir güç olarak söz edilmesi, Kürdlerin Irak, Suriye ve Ortadoğu’nun diğer bölgelerinde
yaşadıkları büyük sorunların ve krizlerin gündeme gelmemesi,
temel bir eksikliktir. DAİŞ’e karşı mücadelede Kürdlerin en
etkin güç olduğu vurgulanmasına rağmen BM toplantılarına
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden ve Rojava’dan hiçbir temsilcinin katılmamış olması, üzerinde durulması gereken bir noktadır. Irak Başbakanı Ibadi’nin DAİŞ’e karşı büyük mücadeleler
veren Peşmerge’nin direnişine dair hiçbir şey söylemeyip Irak
Ordusu’nu öne çıkarması, Bağdat’ın Kürdistan Bölgesi’ne karşı
olan hazımsızlığının bir tezahürüdür.
DAİŞ saldırıları yüzünden Kürdler başta olmak üzere milyonlarca insan büyük mağduriyetler yaşadı. Yüz binlerce insan
canlarını kurtarmak için tehlikeli yolculukları göze alarak yollara düştüler. Avrupa’ya ulaşmak için her gün denizlerde onlarca
insan ölmektedir. Avrupa ülkeleri, sınırlarına yığılan mülteci
sorununa çözüm bulma arayışındadırlar. Alan Kurdi’nin cansız bedeni Bodrum sahillerine vurduğu zaman, dünyanın dikkati mültecilerin yaşadığı büyük drama çekildi. Mesut Barzani,
Alan Kurdi ve ailesinin yaşadığı dramı, Kürdlerin halk olarak
yaşadığı acılarının resmi olarak değerlendirdi. Kürdler, bugün
Ortadoğu’nun her tarafında büyük insani dramlar yaşamaktadırlar. Kürdlerin çığlığı, BM’ye henüz ulaşmış değildir.
Ortadoğu’nun en büyük sorunu olarak hep Filistin kabul
edildi ve son genel kurul toplantısında BM binasına Filistin
devletinin bayrağı çekildi. BM, Ortadoğu’nun dördüncü büyük
halkı olan Kürdlerle sahici ve ciddi olarak ilgilenmiş değildir.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi, hala Bağdat tarafından ekonomik, siyasal ve diplomatik yönlerden mağdur edilmektedir.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin, Filistin gibi BM’de bağımsız
devlet olarak temsil edilmesi gerekmektedir. Geçen yetmiş yılda Kürdleri ihmal eden BM, önümüzdeki dönemde Kürd sorununu yeni, gerçekçi ve kapsamlı bir bakış açısıyla değerlendirmeli, insan hakları, demokrasi ve hukuk çerçevesinde bir Kürd
politikası oluşturmalıdır.
BasHaber
5 - 11 Ekim 2015
Kamiz Şeddadi:
Rusya’nın siyaseti Esad merkezli
S
Çimen Gümüş
uriye’de savaşın seyrinin dünyanın süper güçlerinin dahliyle değişmesiyle birlikte, gidişatın nasıl
olacağı konusunda Kürdler’in alacağı
pozisyonun belirleyici olması hasebiyle
gözler bu noktaya çevrilmiş durumda.
PYD’nin Rusya ile olan temasları ve
Rusya’nın bölgedeki savaşa artık aktif
şekil-de müdahil olması konusunda
Kürdler’in temkinli davranmaları gerekiğini belirten Gazetci Kamiz Şeddadi,
Rusya’nın tarihin hiçbir döneminde
Kürdler’le samimi ve uzun ömürlü ilişki
içine girme-diğini belirterek, Kürdlerin
yine ‘zayfı halka’ olarak ele alınmaları konusunda dikkatli davranmaları
gerektiğini söyledi.
Rusların Kürdlere yönelik siyaseti
ve ilişkisinin karakterinin tamamen
çıkar amaçlı bir ilişki olduğunun altını
çizen Şeddadi, “Bu jeopolitiğin doğası
gereğidir. Kürdler arasında hakim olan
görüş Rusya’nın ezilen halkların kurtarıcısı olarak görmek, ama öyle bir şey
yok. Rusya’nın Sovyet döne-minde de
öncesinde de yaklaşımı hep böyle oldu.
Ruslar kendi jeopolitik çıkarları doğrultusunda ha-reket ediyor. Ve izledikleri
politika da o çerçevededir” dedi.
Rusya’nın Güney Kürdistan ile olan
münasebetlerinin de yine bölgedeki
sıkışmışlığıyla bağlantılı olduğunu aktaran Şeddadi, “Rusya Ortadoğu’da çok
ciddi bir sıkışma yaşadı. Hatta Amerika
ile reka-bet edemeyecek düzeye geldi.
Tümüyle Ortadoğu’dan çıkarıldı. Suriye
dışında Rusya’nın tutunacağı bir nokta
yok. Amerika’nın desteği veya müdahalesi ile gelişen hiçbir oluşumun içinde
Rusya’nın rolünün olması mümkün
değil. Güney Kürdistan bugünkü haliyle
Amerika’nın bizzat müdahalesiyle Saddam rejiminin yıkılması ve Kürdistan’ın
federal statüsünün meşrulaşmasıyla
buraya kadar gelmiş. Dolayısıyla
Amerika’nın bizzat müdahalesiyle
ortaya çıkan bir oluşumdur. Rusya’nın
bunun içerisinde rol alması veya taraf
olması mümkün değil. Rusya ilişkiyi
kurmaya çalışsa da ancak çok sınırlı
bir ilişkiden bahsedilebilir” ifadelerini
kullandı.
“Rusya’nın
Kürd eksenli bir politikası yok”
Rusların Ortadoğu politikasının
bir bütünlük arzetmediğini, Suriye,
İran ve Irak’a dair ayrı ayrı poli-tikalar yürüttüğünü ve Kürdler’le olan
ilişkilerini de bu denklemde organize
ettiğini savunan Şeddadi, “Her parçaya
ve ülkeye göre politikası değişiyor. İran
Ruslar için önemli. Çünkü ambargo
uygulansa da büyük bir pazar. Ambargonun kalkmasını ve yeniden o
pazara girmek için fırsat kolluyor. Hem
si-lah satışı hem de petrol işletmeleri
açısından. O yüzden İran ile ilişkilerine
çok büyük önem verir. İleride nasıl olur
yine çıkar ilişkileri belirleyecek ama
şu anda oradaki Kürd hareketleriyle
yakından uzaktan ilişkisi yok. Irak
ise tamamen Amerika’nın denetiminde gelişen bir durum olduğundan
orada-ki Kürdler’le de bir ilişkisi yok
gibi. Suriye’nin durumu ortada. Suriye
Ortadoğu’da Rusya’nın tu-tunacağı tek
rejimdir. Açıktan destek verdiği tek
rejimdir. Libya ve Mısır gibi ülkelerle
direniş gös-termeden hemen vazgeçti.
Fakat Suriye’de direniş gösteriyor. O
yüzden Suriye’deki Kürdlere yak-laşımı
da Esad ile olan ilişkileri çerçevesindedir. Güney Kürdistan ile olan
ilişkileri de Amerika ile olan ilişkileri
çerçevesinde gelişiyor. İran’da zaten
ciddi bir Kürd oluşumu olmadığından
Kürdler’le herhangi bir ilişkisi yok.
Türkiye ile ekonomik ortaklıkları var.
Burada Kürdler’le ilişkileri demokratik
prensipler çerçevesindedir” dedi.
Kürdler’in sadece Rusya patinajında
kalmalarının uzun vadede Kürdler
lehine bir getirisinin olma-yacağına
atıfta bulunan Şeddadi, “Bu Rojava’da
da böyledir. Kürdler ne yapsalarda
sonuçta yeni bir Suriye’den yanalar. Bu
yeni Suriye’nin de Esad’la yürümeyeceği bellidir. Dolayısıyla bugün Esad’la
savaşmasalar da bir gün karşı karşıya
gelecekler. Esad’ın en büyük destekçisi
Rusya olduğu için Kürdler ile Rusya’nın
yan yanda yer alacağını düşünmek
biraz saflık olur” diye konuştu.
“Rusya’nın Kürdlere yaklaşımı
Esad merkezlidir”
Rusya’nın PYD ile olan ilişkilerini de
değerlendiren Gazeteci Şeddadi, “Aslında bu yakın bir ilişki değil. Rojava’daki
Kürd oluşumları çok dengeli bir politika izlediler. Her tarafa savaş açmadılar.
Hem rejimi üzerlerine çekmediler hem
de güçlerini dağıtmadılar. Baştan beri
izledikleri politika, biz sadece kendi
alanımızı koruyacağız öz savunma
güçlerimizle üzerimize gelirlerse savaşacağız idi. Bu hem rejime karşı hem de
diğer güçlere karşı bir mesajdır. Fakat
diğerleri saldırdı ve ciddi bir direniş
ile karşılaştı. Rejim saldırmadığı için
Kürdler şu anda rejim ile çatışmıyor.
Ama bu böyle devam edeceği anlamına gelmiyor. Yarın savaşta denge
değişir ve Esad üstünlüğü ele geçirirse
elbette ki Kürdler’in üzerine gidecektir.
Kim olursa Kürdler’in ciddi bir arazi
kontrol ederek etkinlik göstermesini
zayıf olmadığı sürece kabul etmeyecektir. Kürdler de bunu çok iyi biliyor.
Rusya’nın PYD ve Salih Müslüm ile ilişkileri bu çerçevededir. Salih Müslüm,
Esad’ı direk karşısına almadığı için,
hatta biraz ılımlı mu-halefetin yanında
yer aldığı için Esad’ın da tercihidir. O
da radikallerle değil ılımlılarla oturabileceğini biliyor. PYD ılımlı muhalefetin
bir parçası. Rusya’nın da Kürdleri, radikal muhalefetin dışında tutma, direk
Esad’a karşı bir cepheye girmemeleri
için tutmak gibi bir yaklaşımı var. Çünkü Esad ile ilişkileri, askeri, finansal ve
siyasi olarak verdiği desteğin yanında
Kürdler’in yanında yer alması mümkün
değil. O yüzden tamamen dengeleme
politikasıyla yaşlaşıyor. Kürdleri karşı
cepheye itmeme yaklaşımını gösteriyor.
Rusya Kürdler’den ziyade Suriye’nin
toprak bütünlüğünün korunmasını esas
alıyor. Türkiye’nin orada oluşturulmasını savunduğu güvenli bölge Rusya’nın
kesinlikle karşı çıktığı bir noktadır.
Bunu ise Suriye’nin toprak bütünlüğü
çerçevesinde ele alır. Rusya güvenlik
konseyinin daimi üyelerinden biridir ve
bu mesele de kararın oradan çıkmasından yanadır. Ki zaten Suriye ile ilgili
güvenlik konseyinin kararları da Rusya
ve Çin vetosuna takıldı” ifadelerini
kullandı.
Gelecekte Rojava’nın bağımsızlıkçı
bir minvale gelmesi olasılığı konusunda
ise Şeddadi, “Rusya konjektüre göre
tavır belirler. Aynı güneydeki gibi olur.
Çünkü Suriye’nin de geleceği tartışılır bir noktadıdır. Rusya’daki siyasi
gözlemcilerde bunu ifade ediyor. Yani
Kürdler’in bugünkü ka-zanımlarından
geriye düşmeyeceklerdir. Bunu savunuyorlar. Rusya o çerçevede bir tavır
ortaya koyacak. Reel durum Rusya’nın
tavrını belirleyecek. Eğer Suriye toprak
bütünlüğünü koruyamayacaksa orada
bir Kürd oluşumun ortaya çıkması
kaçınılmazdır. Rusya’da bu reel durumu kabul etmek zorunda kalacaktır.
Karşısına çıkıp savaşması söz konusu
değil. Ama herkesten önce bağımsızlığını tanıyacak bir durum da söz konusu
değil. Bekle gör politikasını izleyecek”
şeklinde konuştu.
BasHaber
HABER
5 - 11 Ekim 2015
07
İlahiyatçı Prof. Dr. Nurettin Tugay:
Adaletsiz İslam da, insanlık da olmaz
T
Özcan Şahin
ürkiye’de her seçim döneminde meydanlarda karşılaştığımız propaganda araçlarından biri de toplumun
din ve inanç hassasiyeti. Özellikle 7 Haziran seçim
döneminde bir üst seviyeye çıkarılarak miting meydanlarında
İslamiyet’in kutsal kitabı olan Kuran’ın bir propaganda malzemesi olarak kullanılması tepkilere yol açmıştı.‘Dindar nesil’
yetiştirme amacıyla uygulanan politikalar dini siyasete alet
etme eleştirilerine neden olmuş ve uzun süre Türkiye’nin giderek muhafazakarlaştığı üzerine tartışmalar yürütülmüştü.
Cumhuriyet tarihi boyunca içerisinde bulunan farklı etnik
ve inanç gruplarını din kardeşliği söylemi üzerinden ikna
etmeye çalışan siyasi partilerin sonuç alındıktan sonraki uygulamaları her ne kadar söylemleri ile örtüşmese de din hala
siyaset meydanında işe yarar bir kavram olarak görülüyor.
AKP’nin 1 Kasım seçimlerinde ‘Haydi Bismillah’ sloganını
seçmesinin ardından yapılan itirazlar haklı görünürken,
birçok kesim tarafından bu sloganın AKP’nin yeniden inanç
söylemi üzerinden siyaset yürüteceğinin göstergesi olarak
nitelendi. Türkiye’de geçmişten bugüne din ve siyasetin
kesişmesi karşısında Kürdler dini hassasiyetleri nedeniyle
etkilenmiş ve birçok siyasi partiyi böylece iktidara taşımıştı.
Bütün bu sonuçlar karşısında Kürdler, din ve Siyaset kavramsal bağlarını konuştuğumuz, Dicle Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Nurettin Turgay, “Din ve
inançta samimi olmalarına karşın, Kürdler tarih boyunca din
adı altında kandırılıyorlar. Ama bilgi olmadığı için kandırılıyorlar. Yani tarihe baktığımızda İdris-i Bitlis-i Kürdleri
bu bölgede toplamış ve Yavuz’un yanında Çaldıran zaferini
kazanmış. Daha sonra İstanbul’da Yavuz’un sarayına gidince
dalga geçmişler” diyor.
“Adaletsiz İslam da, insanlık da olmaz”
Türkiye’de dinin her zaman iktidarlar tarafından kullanıldığını söyleyen Turgay, bunun zeminin de toplumun din
konusunda bilgisiz olmasından kaynaklandığını ifade ediyor.
İslam’da adalet ve emanetin esas olduğunu dile getiren Turgay, devletin din algısında bu esasların olmadığını belirterek,
“Müslüman geçiniyorlar ama Müslüman değildirler. Kuran’a
da uymuyorlar. Dini siyasete alet ediyorlar. Kuran’da der ki
‘Birilerine karşı olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.’ Adaletsiz İslam da olmaz insanlık da olmaz. Adalet tüm insanlar
için eşit düzeyde kullanılmalı ve uygulanmalıdır. Bu
yoldan çıkınca bugün ki manzara meydana çıkıyor.
Devletler kendilerine göre bir din anlayışı kurup
zulmediyorlar. Sen bunlara uyarsan Müslüman
oluyorsun. Ben sana uymuyorum, ben de Müslümanım, kendi dilim, kültürüm, siyasetim,
fikir ve düşüncemle kendimi temsil edeceğim
dediğin zaman sana terörist diyorlar” diyor.
“Toplumu menfaatçi alimler,
şeyhler satıyor”
Devletin özellikle bölgede din
alimleri, şeyhler ve bazı kurumları kullanarak halkı etkilediği
ve bunun üzerinden menfaat
elde ettiğini ifade eden
Turgay, hak etmeyenlerin
yüksek yerlere getirildiğini söylüyor. Kürdlerin
de bu söylem ve kişilere
aldandıklarını ve intihara
sürüklendiklerini belirten
Turgay, Peygamberin, ‘İki sınıf insan vardır ki düzelirse toplum düzelir bozulursa da toplum bozulur. Bunlar alimler ve
amirlerdir’ dediğine dikkat çekiyor. Bizim alimlerimiz hakkı
söylemiyorlar. Bu toplumu bu alimler, şeyhler satmışlar ve
bugün de satıyorlar. Zavallı halk da inanıp bunların peşinden
gidiyor. Bunlar gerçekten dini menfaat aracı olarak kullanıyorlar. Devlet de bu bölgede alimleri hep kullanıyor ve onların vasıtasıyla halkı kandırıyor. Ve her seferinde Kürd milleti
din adı altında başkasının peşinden giderek intihar ediyor“
diyerek devletin dini malzeme olarak kullandığını söylüyor.
“Dini açıdan da bir yüzleşme gerekli”
Çözüm Süreci’nde dile getirilen yüzleşme ve helalleşme
konularının içerisinde dini açıdan da bir helalleşme veya
yüzleşme gerekliliğini sorduğumuz Turgay, bunun da olması
gerektiğini nitekim birçok Kürd alimin sözlerinin çarpıtıldığını söylüyor. Özellikle Bediüzzaman Saidê Nûrsî’nin eserlerinde yaratılan tahribata değinen Turgay, şöyle devam ediyor:
“Bediüzzaman’ın kitabında yapılan tahribatlar için özür
dilemek lazım. Bediüzzaman 100 yıl önce Kürdlere seslenmiş
‘Türkiye’nin siyaseti kirli akıyor. Kendinize temiz bir siyaset
kurun’ demiş. Kürd çocukları bunu okumasın deyip çarpıtıyorlar. ‘En kötü devlet, devletsizlikten iyidir’ demiş, bunu
kendilerine göre uyarlayıp ‘Yahu devlet zulmetse de uyun ‘
diyorlar. Hâlbuki orada Kürdlere şu mesajı veriyor, “Bir devletiniz olsa ne kadar kötü de olsa devletsizlikten iyidir. Ben
1983’te Diyanet sınavında ataşeliği birinci olarak kazandım.
Müftü ‘Kürdlerle oturuyor, Kürdçe konuşuyor’ diye not yazıp
vermiş. O yüzden göndermediler. Diyanet İşleri Personel
Başkanı bana, ’sen haklısın ama ne yapalım ki Diyanetin
kafası İslam’la değil milliyetçilikle çalışıyor’ dedi.“
“Kürdler intihar etmeye devam ediyor”
Sınırda bekletilen cenazelere ve mezarlıklara yapılan
bombardımana da değinen Turgay, bunların İslamiyet ile
alakasının olmadığını, Hz. Muhammed’in savaşta ‘ekine,
ağaca bile dokunmayın’ dediğini hatırlatarak, “Bunu hangi
dinle insanlıkla bağdaştırabilirsiniz. Ruslar Bitlis’e girdiğinde
Ahlat’taki mezar taşlarına dokunmamıştır. Bugün burada
yapılanlar Müslüman olmayan Rusların bile yapmadığı çirkin
şeylerdir. Sana göre senin ölün şehitse başkasına göre de
kendi ölüsü şehit olabilir. Türkiye’nin bütün bütçesini de feda
etseniz bir annenin yüreğindeki evlat acısını silemez unutturamazsınız. Başbakan ve Cumhurbaşkanı’na söylüyorum.
Gelin her şeyi Kuran’a göre çözelim. Bütün Kürdler
kabul edecektir” diyor.
Osmanlı’dan sonra ailelerin bile kendi devletlerini kurduğuna dikkat çeken ve Kürdlerin Müslüman oldukları için Osmanlı’dan ayrılmadığını,
Cumhuriyet’in ilk yıllarında da aynı durumun
yaşandığını belirten Turgay, bunun bir intihar
olduğunun anlaşıldığını dile getiriyor. Bugünkü
durum için de aynı şeylerin geçerli olduğunu savunan Turgay, “Kürd dili, kültürü sizinle eşittir
dediğiniz zaman adam yerine konmuyorsunuz. Kürdler zamanında ‘ayrılmıyoruz’ diyerek intihar ettiler. Bugün
de Kürdler yine din adı altında
bugünkü iktidara tabii olursa yine
intihar etmiş olur. Kürdlerin bunu
yaptıktan sonra hiçbir şekilde
dert yanmaya hakkı yoktur“
diyerek bugün yaşananların
bu intiharın sonucu olduğunu
söylüyor.
Çıkış için
MESUT YEĞEN
Çocukların ve sivillerin de hayatına
mal olan, iyice merhametsizleşen bu çatışma rutininden çıkabilecek miyiz? Çatışmanın taraflarının beyanlarını esas
alacak olursak bugünden yarına bu iş
olacak gibi görünmüyor. Hükümet,
güvenlik kuvvetlerince icra edilen
‘operasyonların’ durmasını PKK’nin
toptan silah bırakmasına, hiç olmadı
Türkiye dışına çekilmesi şartına
bağlamışken, PKK çatışmaların durması için Dolmabahçe
mutabakatına dönmeyi şart koşuyor. Bu iki pozisyon arasındaki mesafenin büyüklüğü çatışma rutininin bugünden
yarına ortadan kalkmasının zor olduğunu gösteriyor.
Yakın zamanda aksi bir duruma yol açabilecek iki
gelişme ihtimali var: 1 Kasım seçimleri ve Suriye’de
olup bitecekler. Nasıl olur bilmiyorum ama 1 Kasım
seçimlerinden çıkan sonuçlar taraflar arasındaki mesafeyi
azaltmak için yardımcı olabileceği gibi, Suriye’de bilhassa
da Rojava’da oluşabilecek yeni bir statüko taraflar için
çatışmayı sürdürmeyi zor ya da manasız kılabilir.
Ama tam tersi de mümkün, hatta daha muhtemel. 1
Kasım seçimleri, olur da taraflardan biri için açık bir zafere ya da mağlubiyete işaret ederse, çatışma rutini daha
da uzayabilir ve hatta çatışmaların şiddeti yükselebilir.
Keza, Suriye’de yakın zamanda yine taraflardan birinin
kendisini açık biçimde galip ya da mağlup hissetmesi de
çatışma halinin uzamasına ve çatışmanın şiddetlenmesine
yol açabilir.
Hem yakın zamanda oluşabilecek bu ihtimallerin korkutuculuğu ama hem de mevcut çatışma rutininin sebep
olduğu ve giderek büyüyen kayıplar şunu gösteriyor: Bu
çatışma rutinini durdurmak ve derinleşmesinin önüne
geçmek için acilen bir şeyler yapmak gerekiyor. Ancak,
şimdiye kadar yapılan girişimlerin gösterdiği üzere, ne
PKK’ye dönük tek taraflı ateşkes çağrılarının ne de iki
tarafa birden yapılan ‘çatışmaları durdurun’ davetinin
hükmü var. Belli ki, yeni bir şeyleri denemek gerekiyor.
Geride bıraktığımız zaman bize şunu göstermiş durumda: Bugün itibarıyla Kürd meselesinin halli iki büyük
ve eş zamanlı adımı gerektiriyor. 1. PKK’nin Türkiye’ye
karşı silahlı mücadeleyi sonlandırması, 2. Kürdçenin
eğitim ve yerel bürokrasinin dili kılınması, (en azından
Kürdistan’da) kuvvetli bir yerinden yönetim ve PKK’nin
siyasallaşmasını içeren bir reform programının kabul
edilmesi.
Mevcut çatışma halini durdurmak ve tekrarını
engellemek için bu iki adımın aynı anda atılmasını kabul
eden bir zihniyet durumunun galebe çalmasını sağlamak
gerekiyor. Kolay iş değil ama şimdiye kadar yapılmayan
bir şeyi yapıp, temel bir işbölümüne gitmek sözünü
ettiğim bu zihniyet durumunu kuvvetlendirmekte belki işe
yarayabilir.
Teklifim şu: Şimdiye kadar yapılageldiği gibi devleti
ve PKK’yi birlikte muhatap alan genel çağrılar yapmak
yerine, bir tür işbölümü çerçevesinde devleti ve PKK’yi
ayrı ayrı muhatap alıp, bu ikisinden somut birkaç şey
talep etmek. PKK’den Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi
durdurmasını, devletten ve siyasi partilerdense Kürdçeyi
eğitim ve yerel bürokrasinin dili kılacak, Kürdistan’da
kuvvetli bir yerinden yönetime imkan verecek ve PKK’nin
siyasallaşmasını mümkün kılacak bir reform programını
kabul etmesini talep etmek.
Bu işi, bir işbölümü içerisinde yapmak; Kürd yurttaşların, kanaat önderlerinin ve entelektüellerin PKK’den
Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi durdurmasını, Kürd
olmayan yurttaşların, kanaat önderlerinin ve entelektüellerin de devletten ve siyasi partilerden Kürdçenin
eğitim ve yerel bürokrasinin dili kılınmasını, kuvvetli bir
yerinden yönetimin tesisini ve PKK’nin siyasallaşmasını
içeren bir reform programını kabul etmesini talep etmesi,
şimdiye kadar yapılan genel çağrılardan belki biraz daha
etkili olur. Daha ahlaki olacağına ise şüphem yok.
08
8
BasHaberSÖYLEŞİ
5 - 11 Ekim 2015
SÖYLEŞİ
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sinan Birdal:
PYD kilit pozisyonuna göre hamle yapmalı
BM’deki diplomasi atağı ve son haftalarda yapılan askeri yığınağın
ardından Rus savaş uçakları geçtiğimiz hafta Suriye’deki hedefleri
bombalamaya başladı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yeni
Suriye politikasını devreye sokmak konusunda hiç vakit kaybetmediği
yorumları yapılırken, Rus yetkililer saldırıların hedefinde IŞİD’li güçlerin olduğunu iddia ediyor. Bu iddiaya karşılık bağımsız gözlemciler,
analistler Rusya’nın bugüne kadar vurduğu hedeflerin geçmişte ABD,
Körfez devletleri ve Türkiye’den destek alan ‘ılımlı muhalifleri’
kapsadığını ileri sürüyor.
Dünya basını Rusya’nın, Suriye savaşına dahil olmasını
‘cüretli bir hamle ve ABD’nin IŞİD’e karşı savaşını elinden alma’ gayreti olarak yorumlasa da diğer bir kesim,
Yeter Polat
Suriye’de sürdürülen vekalet savaşının sona erdiği asıl güçlerin
sahaya çıktığı izlenmekte. Buna
neden ihtiyaç duyuldu. Rusya neden bizzat savaşa katıldı?
Hem Batı ittifakı, hem de Rusya esas
olarak hava gücüyle müdahale ediyor.
O bakımdan hava gücü tabi önemli bir
müdahale aracıdır; ama sonuç getirici bir
müdahale olamaz hiçbir zaman. Esas olarak
sahayı kontrol ede-bilmek için kara gücü
gerekiyor. O yüzden daha hibrit-melez bir
karaktere büründüğünü söyleyebiliriz. Esas
olarak kara gücünü kullanabilecek olanlar
bölgesel ve küresel güçlerin müttefikleri
olacaktır. Bu nedenle tam olarak bittiğini
söylemek mümkün değil. Burada önemli bir
şey, Batı ittifakının uçaklarıyla Rus uçaklarının hava sahasında birbiriyle çakışmasıdır. Uçak çarpışması kazara olmaz. Yalnız
birbirilerinin hangi hava sahasını, hangi
yolu kullandıklarını takip edeceklerdir.
Birbirleriyle it dalaşına girebilirler. Böyle
bir atmosfere girebilirler fakat o tehlikeli
bir şeydir. İt dalaşına girmemeleri gerekiyor. Bizzat iki taraf karşı karşıya gelmekten
çekinecektir.
ABD ve Rusya Esad’la geçişten
yana olduklarını ifade etti. Batı
ittifakının Esad’dan vazgeçtiği ileri
sürülüyor. Sizce göre Esad’dan
vazgeçildi mi, vazgeçildiyse bunun
sebebi ne?
Ben öyle düşünmüyorum. Burada iki
yorum yapıldı. Bir yorumda ileride Esad’la
geçiş süreci olabilir -ama son tahlilde Esad
gidebilir-, ikincisi “bakın ABD de Esad’ın
kalabileceği bir formüle ikna olmaya başladı” şeklindeydi. Erdoğan’ın Esad’la ilgili
bir açıklaması var. Burada şöyle bir yorum
bana göre daha hâkimdir: Sonuçta Putin’in
bu hamlesi Esad’ı destekleyen bir hamledir. Esad da bunu görüyor. ABD nasıl hava
bom-bardımanı gerçekleştiriyorsa ve karada yerel müttefike ihtiyacı varsa, Esad’a da
ihtiyacı var. Dolayısıyla Esad da bu müdahaleyi kendisine verilen bir destek olarak
görecektir ve bunu sonuna kadar kullanacaktır. Rusya’nın desteğini alan Esad daha
yumuşak veya daha uzlaşmacı pozisyona
gelmeyecektir. Esad, bu durumu bugüne
ka-dar yürüttüğü stratejinin bir başarısı
olarak değerlendirecektir. Geçiş hükümetinde Suriye için belki de Lübnan modeli
gibi veya Bosna Hersek modeli gibi çeşitli
modeller düşünülebilir. Irak’ta olduğu gibi
daha federatif bir yapıya dönüşebilir.
Esad’dan vazgeçildiğine yönelik
bir tespitiniz yok anladığım kadarıyla…
Rusya’nın verdiği bu destek Esad’ın elini
güçlendiren bir destek. Hava bombardımanına destekçi olan güç Esad güçleridir. Bir
noktada şu olabilir: Baas Rejimi kalır, kişi
olarak Esad değiştirilebilir.
Rusya ve ABD ittifakları, operasyonlarda bir diğerine yakın
buldukları mihveri bombalıyor.
Rusya, Nusra ve Ahrar’ı; ABD ise
IŞİD’i bombalıyor. Bu durum Suriye üzerinde devletlerin karıştığı
bir savaşa dönüşebilir mi, bunun
sonuçları ne olur?
Böyle bir savaşa dönüşmüş durumda.
Hâlihazırda Suriye toprakları içerisinde
yabancı devletlerin askeri etkinliği var.
‘3. Dünya Savaşı, Suriye üzerinde prova ediliyor’ denilmekte, 3.
Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden
olabilecek ihtimalleri barındıran
bir savaş mıdır bu ve sonuçları ne
olur bu gidişatın?
Dünya savaşlarının provası yapılmaz.
Dünya savaşları çıkarken kimse bunun
dünya savaşına doğru gittiğini düşünmüyordu. Oradaki problem ülkelerin birbirleriyle çok kilit ittifak ilişkilerine girmiş
durumda olmalarından kaynaklanıyor. Bu
ittifakların gizli maddeleri var. Dolayısıyla
hiçbir aktör tam olarak diğer aktörlerin
kimlerle ne ittifak yaptığından emin değil.
Bu ittifaklar sistemi sonunda birbirlerine
verilen taahhütlerden ötürü hiç kim-senin
öngörmediği bir kriz gerçekleşebilir. Fakat
“ABD ve müttefiklerinin desteklediği gruplara saldırmak için bir gerekçe
ve Moskova’nın Şam hükümetini savunmanın bir yolu” olarak kullandığını
yazdı.
Ortadoğu’da değişen yeni denge arayışlarını ve yeni durumu Işık Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Sinan Birdal’a
sorduk. BasHaber’in sorularını yanıtlayan Birdal, PYD’nin kilit önemde bir
pozisyonda olduğunu ve ABD ya da Rusya’nın yanında yer almasının doğru
bir hamle olmayacağını savundu. Birdal, “PYD’nin şu anda Suriye’de çok
farklı bir rolü var, çok özgün bir rolü var. Gerek ABD, gerek Rus tarafıyla
konuşabilen tek siyasi güç PYD’dir. Bu da onlara bir arabulucu rol getirecektir ki bu da çok güçlü bir roldür. Dolayısıyla tek bir tarafa yanaşması bence
bu özelliğini ortadan kaldırır” dedi.
şu anki güçler dengesine baktığınız zaman
ABD’nin, Batı itti-fakının elindeki araçlar
karşı cephede yok. NATO ittifakı gibi bir
ittifak sistemi, Rusya ile Çin için geçerli
değil. Keza ekonomi ve endüstri olarak Batı
çevresi çok kuvvetlidir. Çin bu anlamda
Batı ittifakını doğrudan karşısına almak
istemez. Kaldı ki Çin ve Rusya arasında da
ciddi ihtilaflar baş gösterebilir. Batı ittifakı
çok daha ku-rumsallaşmış bir ittifaktır ve
sağlam temelleri var. Bu anlamda böyle bir
tehlikeyi zor görüyorum, kaldı ki diğer iki
dünya savaşında olmayan bir nükleer silah
meselesi var. Nükleer silahların varlığı, güçleri böyle bir savaş girişiminden alıkoyuyor.
Bu ülkeler için Suriye krizi ne anlama geliyor?
Rusya, bölgesel nüfusunu arttırmaya ve
kabul ettirmeye çalışırken; Suriye’yi bir
pazarlık çipi olarak görüyor. Şunu düşünün: Trablus, eski Soyvet ülkeleri dışındaki
tek askeri üstür, dolayısıyla Rusya’daki
nüfusunu kaybetmemek için uğraşması
aslında Rusya’nın ‘elindeki bir mevziiyi
kaybetmeme savaşıdır’ diyebiliriz. Daha
spesifik olarak bakarsak Putin’in iktidarda kalma mücadelesi var. Çünkü Ukrayna krizinden önce Rusya ciddi sosyal ve
ekonomik sorunların olduğu bir ülkeydi.
Siyasi buhranın gelişmekte olduğu bir ülkeydi. Ukrayna kriziyle ve Kırım’ın itilafıyla
beraber rejim desteğini çok arttırdı. Ondan
sonra Batıdan ekonomik yaptırımlar geldi.
Buna karşı ya geri adım atacaktı Kırım’da,
ya da elindeki kozu yükseltecekti. Şu andaki
Suriye hamlesi bu elindeki kozu yükseltti.
Suriye’de ABD’yle girişilen pazarlıkta emin
olun Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımların
kaldırılması olacaktır. İran’ın yaptığı gibidir. İran’da nükleer silahlanmaya doğru bir
adım atarak, kendi üzerin-deki ekonomik
yaptırımları kaldırmak ve böylece ekonomik
ve sosyal krizi aşma stratejisi yürütüyor.
Putin de benzer bir taktik uyguluyor.
ABD için Suriye ne anlama geliyor?
ABD’nin istediği orayı stabilize etmek
olacaktır. ABD’nin şu anda birinci önceliği
Avrupa’ya gelen göçmen akınını durdurmak
-çünkü Avrupa’yı da stabilize eden bir gelişmedir bu-, bu çatışmanın Türkiye, Lübnan
ve Ürdün gibi diğer ülkelere sıçramasını
engellemek, bu çatışmayı çevrelemeye, onu
izole etmeye çalışacaktır. On-dan sonra da
İran’ın Rusya nüfuzunun dengelendiği, bir
şekilde bu bölgenin uluslararası topluma
entegre olacağı bir mimari oluşturmaktır.
Sonuçta Bağdat’ta olduğu gibi Suriye’de
de hem Amerikalıların, hem de İranlıların
sözünün geçtiği bir denge oluşturmaya
çalışabilir.
Bu tabloya ek olarak Türkiye’nin
Suriye’ye yönelik kendi planlarını
uygulamakta ısrarcı olacağını düşünüyor musunuz? Türkiye’nin Cerablus ve Azez’de tampon bir bölge
oluşturma planı devam ediyor mu?
Bunun koşulları çok tartışıldı. Bunun koşulları yok; çünkü ABD başından beri böyle
bir planı gerçekçi bul-madığını, bu plana
dâhil olmadığını, bu planı onaylamadığını
defalarca ifade etti. Çünkü bu, ABD’nin iki
müttef-iki olan PYD’yle Türkiye’yi karşı
karşıya getirecek bir gelişmedir. ABD, Irak
işgalinden sonra da Türkiye’nin Güney
Kürdistan’da aktif hale gelmesine onay
vermemişti. Kürdistan siyasi güçleri, Talabani veya Barzani olsun Türkiye’nin kendi
bölgelerine askeri olarak girmesine karşı
çıkmışlardı. Benzer bir durum burada da
söz ko-nusudur. Cerablub ve Azez arasındaki bölgede YPG’nin kontrolünün ve
Güney Kürdistan’da o dönemde olduğu gibi
Talabani ve Barzani gibi egemen olmadığı
açık. Sonuç itibariyle birincisi bu bölge
bütün uluslararası kaynaklarda cihatçıların
beslendiği bir hat olarak gösteriliyor. Tabi
ki ABD’nin genel stratejisine aykırı bir
du-rum teşkil ediyor. İkincisi Kürdlerin o
bölgedeki varlığını ABD tanımış durumda
artık. Dolayısıyla birbiriyle dostane ilişkiler
içinde olacak olan Kürdlerin o bölgedeki varlığı ABD’nin destekleyeceği bir şey
olur. Sonuç itibariyle şöyle bakmak lazım:
Türkiye’deki bürokrasi ABD’ye Suriye’de
oluşturulacak bir Kürd realitesine -bu
federatif bir yapı olabilir, tıpkı Kürdistan
SÖYLEŞİ
BasHaber
5 - 11 Ekim 2015
9
SÖYLEŞİ
Federal Bölgesi gibi- destek verilebilir. Bu Güney Kürdistan
gibi olacaktır. Hem Rusya, hem de ABD’nin bir toplantıda
uzlaştıkları noktalardan biri de Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunarak laik ve demokratik bir rejim olmasıdır.
Suriye’nin toprak bütünlüğünde anlaşmaya varıldığına göre
Kürdlerin burada bölgesel bir yönetimi olacak. Bu bölgesel
yönetim için, Türkiye “benim için bir tehdit unsurudur”
diyebilir; ama böyle bir şeye deme hakkı yok. Çünkü kendi
sınırları içinde değil. Suriye’de federatif bir yapı mı oluşmuş, demokratik bir yapılanma mı olmuş bunlar Türkiye’yi
ilgilendirmiyor. Hukuken ve siyasi olarak söz söyleme hakkı
yoktur. Böyle bir yapıya geçilirse eğer Suriye’deki istikrarı
bu sağlayacaksa böyle bir durumda Türkiye’nin orada “şu
kara parçası buraya verilsin” deme hakkı yoktur. Bu haklı
bir talep olarak görülmüyor zaten.
Cumhurbaşkanı Erdoğan PYD’ye yönelik ‘terörist örgüt’ söyleminde ısrarcı tutumuna
devam ederken, Davutoğlu’nun Kürdlere karşı olmadıkları yönünde daha ılımlı mesajlar
verdiği görüldü. HDP Mil-letvekili Sırrı Süreyya Önder, “Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı olan
Feridun Sinirlioğlu’yla birlikte Süley-man Şah
Türbesi’nin taşınmasını organize” ettik açıklaması var. Türkiye-PYD ilişkilerinde bir yumuşamaya gidiliyor denilebilinir mi?
‘Devlet çıkarıyla’-AKP/Erdoğan çıkarını birbirinden ayırt
etmek gerekiyor. Bir siyasi argüman olarak Kürd so-runu,
seçimler, HDP’nin baraj altına çekilmesi için PYD’yi terörist
ilan edebilirsiniz belki. Devlet çıkarıyla, aynı Kürdistan
Bölgesel Yönetimi’ne verilen tepki Rojava’ya da veriliyor. O
zaman Barzani için de Talabani için de dendi. Özal döneminde Türkiye’ye geldiklerinde “teröriste pasaport veriliyor,
teröristler Ankara’ya çağrılıyor” açıklamaları yapılıyordu.
Yakın zamana kadar KDP de YNK de terör listesindeydi. Bir
taraftan böyle bir tehdit algısı işliyor, bir taraftan da sahada
reel politikanın gerekleri PYD’yle ilişkilerin yumuşamasını
zorunlu kılıyor. Bunun başka bir nedeni yok.
1-2 yıl önce Salih Müslüm Türkiye’ye davet edildi, görüşmeler yapıldı. Bir siyasi diskur olarak, terörizm söylemleri
kullanılabilir bunun pratikte bir geçerliliği yok. ABD’nin
sahadaki fiili müttefikidir. Bu noktada Tü-rkiye eninde sonunda PYD’yle daha yapıcı bir ilişki geliştirmek durumunda
kalacaktır.
Salih Müslim’in Moskova’yı ziyaret etmesi,
Moskova’da bir temsilcilik açılacağı yönünde
haberler çıktı. Muslim, Rusya ile askeri işbirliği
yapabileceklerini de ifade etti. Kürdler bir tercih
yapmak zorunda kalırsa bu tercih Rusya-Şam
ittifakı yönünde olabilir mi? Bu, ABD’nin IŞİD’e
bakışını gözden geçirme-sine sebep olmaz mı?
Hayır. Bu, doğru bir hamle olmayacaktır. PYD’nin şu
anda Suriye’de çok farklı bir rolü var, çok özgün rolü var.
Gerek ABD, gerek Rus tarafıyla konuşabilen tek siyasi güç
PYD’dir. PYD, hem Şam rejimiyle Hesekê’de olduğu gibi,
gerek IŞİD’e karşı ÖSO milisleriyle ittifak kurabiliyor.
Dolayısıyla PYD; hem Şam’la, hem mu-haliflerle konuşabilen yegâne güçtür; keza Hem İran’la, hem Rusya hem de
ABD’yle görüşen bir güçtür. Bu da onlara bir arabulucu rol
getirecektir ki bu da çok güçlü bir roldür. Dolayısıyla tek
bir tarafa yanaşması bence bu özelliğini ortadan kaldırır.
Cenevre’de Kürdlerin dışlanması ve Arapların “Esad önce
gitsin sonra duruma ba-karız” tavrı şu an PYD’yi daha güçlü
bir duruma getirdi. Daha önce masaya oturmuş değil; o
zamanlar eli zayıfken karşı tarafa verdiği bir taahhüt yok.
Dolayısıyla çok daha güçlü bir şekilde masaya gelecektir.
Daha önce masaya oturmuş olmadığı için önceki dönemdeki
oluşmuş bazı ittifakların içine de girmiştir. İki tarafı ele
alalım: bir tarafta Esad, bir tarafta da Esad muhaliflerinin
olduğunu düşünelim. Her iki tarafta iletişimde olabilecek,
her iki tarafla da konuşabilecek; belki de her iki tarafın
arasını bulabilecek kilit bir noktaya getiriyor. Tıpkı Irak’ta
Şii Araplarla-Sünni Araplar arasında bir kilit rolü nasıl
görüyorsa Kürdler, Suriye’de de böyle bir yere oturuyorlar.
Bütün bu gelişmelerin PYD ve KDP ilişkilerine
etkisini konuşmak istiyorum. PYD’nin, RusyaŞam itti-fakına şimdilik yakın gibi göründüğü,
KPD’nin ise ABD’ye yakın durduğu gibi bir tablo
var. Farklı uçlarda durmak Kürdler ve Kürdistan için neler getirir, nasıl sonuçlara yol açar?
PYD ve KDP arasındaki siyasi çatışma, birinin ABD,
diğerinin Rusya tarafında olmasından kaynaklanmıyor.
Aralarında bir siyasi rekabet var. Hem Rojava’da var, hem
Kürdistan’ın dört bir parçasında bu rekabet var. Erbil yönetimi açısından bakıldığından Erbil yönetiminin ABD’yle
oturmuş, çok daha kurumsal, çok daha geçmişi olan bir ittifakı var. Kürdler, hem Suriye, hem Irak’ta Araplar arasındaki mezhep savaşında bu ülkeleri bir arada tutan unsurlara
dönüştü. Örneğin Talabani’nin Bağdat’taki varlığı, Kürdlerin Bağdat’taki hükümete bakan ver-mesi, o parlamentoya
katılması Irak rejimini de bir arada tutan bir unsur haline
geldiklerini gösteriyor. Dolayısıyla İranla da, Rusyayla da,
ABD ile de görüşecek. Diyelim ki Barzani ABD’ye, Talabani İran’la ya da Rusya’yla daha yakın hareket ediyor gibi
görünüyor. Her taraf, diğer taraflarla görüşmek zorundadır.
KDP ile PYD arasındaki rekabet, diğer Kürd partileri arasında da var. Örneğin YNK ile KDP; Goran ile YNK arasında
da bir rekabet var. Kürd partilerinin bu rekabeti nasıl çözeceklerine dair bir çerçeve çizmeleri gerekiyor.
Kürdler bakımından Suriye’deki bu yeni durum
bir fırsat anlamına gelebilir mi?
Gelebilir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne baktığınız
zaman orada şöyle bir şey var: Süleymani’ye de askeri güç
YNK’nin elinde, Erbil’deki askeri güç KDP’nin elinde. Henüz ortak bir savunma gücü oluşturulabilmiş değil. Bir bölgede KDP daha hâkim, diğer bölgede YNK daha hâkim. Son
başkanlık seçimlerinde ciddi sıkıntılar yaşandı. Barzani’nin
görev süresinin uzatılıp uzatılmayacağı gibi tartışmalar yaşandı. Burada bir fikir birliği, uzlaşmaya varmak gerekiyor.
Kürd siyasal elitlerinin bir ulusal kongrede bunları konuşması gerekiyor. Kürdlerin yaşadığı tüm coğrafyalarda 4 parçada bütün Kürd parti ve örgütlerinin kendi aralarında nasıl
bir hukuk geliştirirecekler? Bunun konuşulması gerekiyor.
Yakın dönemde fiili olarak bu sınırlar belirlenecek. Kimin
ask-eri gücü ağırlıkta ise o bölgede onun siyasi gücü ağırlık
kazanacak. Soruyu doğru anladıysam Kürdlerin yaşam alanları ve can ve mal güvenlikleri anlamında bu dağınıklık bir
risk teşkil edebilir. Şengal’de ortak bir Peşmerge gücünün
olmaması, Peşmerge arasındaki koordinasyonun olmaması
orada bir güvenlik zaafiyetine yol açtı. Bu durumun giderilmesi gerekmekte.
09
Siyasal krizde CHP’nin
çıkmazı ve
Kürd meselesi
HAKAN TAHMAZ
Türkiye siyasi krizi seçimleri tekrarlayarak aşmak zorunda bırakıldı. 1 Kasım
seçimlerine 25 gün kala partiler seçim beyannamelerini daha yeni açıkladılar. Toplumda seçim heyecanı yok. Bunun başlıca
nedeni, partilerde krizin aşılmasına yol
açacak bir açılımın, değişimin gözlemlenmemesidir. Krizi, partiler arasında sınırlı
sayıda oy kaymasıyla aşma stratejisi krizin
kaynağını doğru tesis edememekle ilgili
yanlış yığınaktır.
AK Parti, stratejini HDP’yi barajın altına itme, MHP’den 1
veya 2 puan oy alma olarak belirledi. Diğer üç parti ise esas olarak savunma pozisyonunda olacaklar gibi görünüyor.
Bu siyasal tablo ile oluşacak yeni Meclis dağılımının, siyasi
krizi aşmaya yetmeyeceği çok net. Kriz büyük olasılıkla derinleşerek sürecek. Aksi, 25 gün içinde beklenmedik bir gelişmeyle
mümkündür.
AK Parti lideri ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
yeni bir sistem kurma arzunu alenen ilan etmiş durumda. Yeni
anayasa arayışları ve başta kronikleşmiş Kürd sorunu olmak üzere bir dizi toplumsal sorunlarımızın ulaştığı boyut, bu tartışmadan
kaçmayı imkânsız kılıyor. Bir anlamda bugün fiilen hayata geçirilmek istenen “Erdoğan rejimine” gerilim ve tasarımına ilişkin
yanıtın ve açılımın toplum tarafından kabul görmesiyle mümkün
olacaktır.
Mevcut siyasal tabloda bu konuda belirleyici parti hiç kuşkusuz CHP’dir. CHP ise açık, anlaşılabilir bir rota belirlemiş değil.
“Yeni ve Yeniden CHP” söylemi etrafında süren arayışlar “iki
adım ileri bir adım geri” biçiminde ilerliyor. Devleti kuran parti,
övgüsüyle yapılan küçük açılımlar ise umut verici olmuyor, güçlü
siyasal merkez oluşturmaya yetmiyor.
1 Kasım seçim beyannamesini ilk açıklayan parti CHP oldu.
Ancak ne yazık ki CHP, seçim beyannamesinde kendini tekrar
etmenin ötesine geçebileceğine ilişkin ciddi bir emare sunmuyor.
Türkiye’nin siyasal krizinin en önemli dinamiği olan Kürd
sorunu konusunda iktidar partisiyle polemik yaparken ettiği bazı
küçümsenmesi mümkün olmayan lafların dışında yeni, süren
güncel tartışmalara dair hiçbir şey söylemiyor. Başka bir ifadeyle iktidar partisinin çok ilerisinde ve inandırıcı bir açılıma sahip
değil.
Haksızlık yapmamak gerek. Bildirgenin Kürd sorunu başlıklı
bölümün girişindeki “sorunun ‘güvenlikçi’ yöntemlerle çözülemeyeceğini düşünmektedir. Kürd sorununun çözümünde askeri
yöntemler bir daha masaya gelmemek üzere gündemden kalkmalıdır. CHP Kürd sorununun tüm boyutlarıyla kalıcı olarak çözülmesini, şiddetin bir yöntem olmaktan çıkarılmasını ve kalıcı barışı
Türkiye’nin önündeki en temel siyasi önceliklerden biri kabul etmektedir.” Belirlemesi gibi bir dizi yeni önerinin olması, özellikle
savaşın yeniden hız kazandığı bir süreçte oldukça önemli.
Ancak bu da bazı sivil toplum örgütlerinin, partilerin HDP
ile birlikte 3 ay önce Suriye’ye müdahale olasılığı nedeniyle oluşturdukları Barış Bloğu deneyimine benzer sonuç üretmiş. Barış
meselesi Kürd sorununa dayandığında nasıl Mecliste tezkereye
evet oyu verildiğiyse, Kürd sorunu da egemenliğin paylaşımı noktasına geldiğinde CHP, devleti kuran parti refleksiyle davranarak
birlik, bütünlükten söz etmeye başlıyor.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, seçim beyannamesini öldürülen çocuklarımıza adıyor ama 7 Haziran sonrasında Cizre’de
Diyarbakır’da, Nusaybin’de, Hakkâri’de öldürülen Kürd çocuklarının hiç birinin adını anmıyor. Ya da Kürdlerin egemenliğin
paylaşımı konusunda merkezi yönetim modelinden Adem-i Merkeziyetçi yönetim modeline geçilmesi talep ve girişimlerine ilişkin
bir şey önerme gereği duymuyor. Kürd illerinde süren savaşı ve
yasal olmayan OHAL durumuna ilişkin bir cümle dahi yok.
CHP, Türkiye’nin barışın muhatabını aradığını idrak etmiş
değil. AK Parti’nin hızla Kürd Sorunu’nun çözüm adresi olmaktan çıktığını, bizzat sorununun bir parçası haline dönüştüğünü
görüyor ama çözümün zemini inşa etmede etki rol üstlenme cesaretini göstermekten hala çok uzak.
10
DOSYA
BasHaber
5 - 11 Ekim 2015
BasHaber
bu da o kadar çok büyük bir oran değil.”
Bilge Köyü eski muhtarı Abdurrahman Çelebi ise Sözen’in aksine köyde
gerçekleşen katliamda kullanılan silahların Koruculara ait olduğunu söylüyor.
Çelebi, Bilge Köyü Katliamı’na benzer
bir katliamın 1994 yılında yine Korucular tarafından gerçekleştiğini ifade
ediyor. Amed Göçder Başkanı Yılmaz
Kan ise Koruculuğa dair en büyük suçun
köy yakma ve boşaltmaları olduğunu ve
Kürdistan’da 90’lı yıllarda boşaltılan,
yakılan köylerin sebebinin koruculuk
dayatması ve Korucu baskısı olduğunu
söylüyor.
Bölgedeki aşiretler ve Korucularla görüşerek Koruculuğa dair çalışma yapan
Bingöl Üniversitesi’nden Akademisyen
Mehmet Seyman Önder ise Korucuların karıştıkları suçlardan birininin de
PKK’ye yardım ve yataklık olduğunu
ve bu nedenle 2 bin Korucu hakkında
soruşturma açıldığını belirtiyor.
Yeniden koruculuk, yeni korucular
S
Rabia Çetin
ilahlı çatışmaların başladığı 1984 yılında
gündeme gelen güvenlik siyasetinin
bir sonucu olarak ortaya çıkan ve ciddi
toplumsal sorunlara ve suçlara neden olan
Koruculuğun kaldırılması beklenirken, yeni
kadrolar açılacağının ilan edilmesi endişelere
neden oluyor. Kürdlerin hak talebini güvenlik
sorunu olarak gören devlet 12 Eylül Cuntası
döneminde uyguladığı Sıkıyönetim sürecinde
uyguladığı koruculuk sistemini 1988’de ilan
ettiği Olağanüstü Hal’i Yasası ile kurumsallaştırarak sivil bir milis ordusu kurmuştu.
Osmanlı Döneminde özellikle Ermenilere ve
muhalif kalkışmalara karşı II. Abdülhamit
tarafından oluşturulan Hamidiye Alayları’nın
modern versiyonu ve devamı olan koruculuk
1985’te fiilen devreye koyuldu. Koruculuk
sistemi, 1984’te başlayan silahlı Kürd hareketinin başlamasının hemen ardından, 1985 yılında, “terörle mücadele” gerekçesiyle, 22 ilde
‘Geçici Köy Koruculuğu’ adı altında yürürlüğe
sokulmuş 93’te de 13 kentte daha “Gönüllü
Köy Koruculuğu”nun getirilmesiyle, toplam
85 bin kişiden oluşan sivil bir ordu kuruldu.
2000’li yıllara doğru 90 bine yükselen Korucuların sayısı ilan edilen ateşkesler ardından
azaltılmıştı. Ancak 2013’te başlatılan Çözüm
Süreci’nin en çok tartışılan konularından biri
olan Korucular tasfiye edilmemişti. Korucular
3 yıllık müzakere sürecinin ardından geçtiğimiz Temmuz ayında başlayan çatışmalar
dolayısıyla yeniden devreye giriyor.
“Daha etkin hale getirilecek”
İçişleri Bakanı Selami Altınok, geçtiğimiz
günlerde “Doğu ve Güneydoğu’da bulanan
koruculuk sisteminin daha etkin noktaya gelebilmesi için boş bulunan 5 bine yakın Korucu
kadrosu ilanlarımızı başlatıyoruz” diye açıklamada bulunmuştu. Böylece Çözüm Süreci’nde
pasif durumda bekletilen Korucular yeniden
sahneye çıkıyor.
Anadolu Köy Korucuları ve Şehit Aileleri
Konfederasyonu verilerine göre 46 bin 500
aktif Korucu var. Sadece silah alarak çalışan
Korucu sayısı 25 bin. 2007 yılında emekliliğe
ayrılan Korucu sayısı ise 25 bin. Ancak İçişleri
Bakanı Selami Altınok’un “müjde“ olarak
verdiği haberde 5 bin Korucu daha alınacak.
Bu durumda devletin sivil milis sayısı bölgede
artacak.
Genellikle Kürdlerden seçilen Korucular’ın
bölgedeki eylemleri, karıştıkları suçlar ve
halk arasında neden oldukları bölünmüşlük düşünüldüğünde, bu silahlı milislerin
yeniden cepheye sürülmesi durumunda
neler yaşanacağını tahmin etmek zor değil.
Yeniden devreye sokulan Koruculuğu Bingöl
Üniversitesi’nden Akademisyen Mehmet
Seyman Önder, Anadolu Köy Korucuları ve
Şehit Aileleri Konfederasyonu Genel Başkanı
Ziya Sözen, Korucuların geçtiğimiz yıllarda
katliam yaptığı Mardin’e bağlı Bilge Köyü’nün
eski muhtarı Abdurrahman Çelebi, Amed Göçder Başkanı Yılmaz Kan ve koruculuk sistemi
mağdurları BasHaber’e değerlendirdi.
“15 bin korucu alınacak”
Anadolu Köy Korucuları ve Şehit Aileleri
Konfederasyonu Genel Başkanı Ziya Sözen
yeni Korucu alımlarının sadece 5 bin ile sınırlı
kalmayacağını söylüyor. 1 Hafta içerisinde
koruculuk için 20 bin başvurunun olduğunu belirten ve yeni Korucuların alınacağı
açıklamasından önce 24 Ağustos’ta Başbakan
ile görüştüklerini söyleyen Sözen, 1 Kasım
seçimleri sonrasında 10 bin Korucunun daha
alınacağını belirtiyor.
“Koruculuk meslek değil davadır”
Korucular’ın bir kısmı hem maaş hem silah
alırken bir kısmı ise sadece silah alarak bu işi
gönüllü yapıyor. Ancak devletin PKK karşısında koz olarak tuttuğu Korucuların sosyal
hakları yok. 1 yıl önce Korucular sosyal haklarını almak için İçişleri Bakanlığı’na Diyarbakır
Bölge İdare Mahkemesi dava açmış ve bu dava
Anayasa Mahkemesi’ne taşınmıştı. Sosyal hak
ve güvence eksikliğine rağmen Sözen “Koruculuk bir meslek değil dava ve yaşam şeklidir”
diyor. Ziya Sözen, “Koruculuk PKK’nin sebebi
değil sonucudur. Bizim için sosyal güvence,
maaş sosyal haklar önemlidir ama söz konusu
vatanımızın bekaası ise biz bunların hepsini
bir tarafa bırakmak zorundayız” sözleriyle
Koruculuğu neden tercih ettiklerini açıklıyor.
Köy Korucularının karıştıkları suçlar
Köy Korucularının sayılarının en fazla
olduğu kentler 8 Bin 832 ile Şırnak, 7 bin 90
ile Hakkari ve 5 bin 531 ile Bitlis iken Korucuların karıştıkları suçlar ise İHD’nin raporuna
göre şöyle; 38 köy yakma, 14 köy boşaltma, 12
taciz ve tecavüz, 22 insan kaçırma, 294 silahlı
saldırı; 176 kişiyi silahlı saldırılar sonucu
yaralama, 132 kişiyi silahlı saldırı sonucu
öldürme, 2 kayıp olayı, 50 infaz, 70 gasp, 454
işkence ve kötü muamele, 9 intihara sebebiyet
verme, 17 ormanlık alan yakma yani toplamda
terör suçlarıyla ilgili 2 bin 384, mala karşı
işlenen suçlarla ilgili 934, şahsa karşı suçlarla
ilgili bin 234, kaçakçılık suçlarıyla ilgili 420
olmak üzere, toplamda 5 bin civarında Geçici
Köy Korucusu suç işledi ve 853 Korucu bu
davalardan tutuklandı.
Korucular tarafından işlenen en korkunç
suçlardan biri Mardin Mazıdağ’ına bağlı
Bilge Köyü’ndeki katliam. Korucu silahlarıyla
gerçekleşen katliamda kadın ve çocukların da
aralarında bulunduğu 44 kişi yaşamını kaybetti. Bilge Köyü katliamından sonra Korucuların tasfiye edilmesi gündeme gelmişti. Ancak
dönemin Genelkurmay Başkanı “katliam ile
koruculuk arasında bağ kurulmasının yanlış
olduğu” ve “katliamdan koruculuk sisteminin
sorumlu gösterilemeyeceği” yönünde açıklamalarda bulunmuştu. Hükümet yetkilileri
de “Koruculuğun bir ihtiyaçtan doğduğu,
kaldırılmasının söz konusu olamayacağı,
ancak ihtiyaca göre gözden geçirilebileceği”
söylemişti.
Ziya Sözen de bu durumun aksini savunarak “Genelkurmay Başkanı’nın üst düzey
polisin suç işlediği bir ülkede Korucu’nun da
suç işlmesi normal” diyor. Sözen, Korucuların
karıştıkları suçlarda özellikle sınır hattında
kaçakçılık ve uyuşturucu ticareti iç bölgelerde
ise arazi ve kız kaçırma olaylarının olduğunu
doğrulayarak şöyle konuşuyor: “Bilge Köyü
Katliamı Korucu silahlarıyla yapılmadı. Köylüler arasındaki bir kavgaydı. Ayrıca koruculuk
meselesi değil köy savaşıydı. İşlenen her suçta
bütün Korucuları suçlamak doğru değil. Sınır
boylarında kaçakçılığa ve uyuşturucuya karışan Korucular var. İç bölgelerde ise Korucuların karıştığı suçlar genelde kız kaçırma suçu
DOSYA
5 - 11 Ekim 2015
“Toplumsal bölünmeye sebep”
Korucuların yeniden devreye girmesini askeri strateji açısından doğru bulduğunu ifade eden Mehmet Seyman Önder,
ancak bu durumun toplumsal açıdan bir
bölünmeye sebep olduğunu da söylüyor.
Bölgede devlet ile PKK arasında sıkışanların çoğunlukla Koruculuğu tercih
ettiğini belirten Önder, “TSK açısından
PKK’nin önünün kesilmesi için bölgeyi
tanıyan Korucuların devreye girmesi
önemli bir faktör. Çünkü Korucular bir
PKK’li gibi düşünebilir. Ancak bunun
devreye girmesiyle özellikle Korucular
PKK sempatizanları tarafından “hain,
işbirlikçi” olarak görüldükleri için
bir toplumsal bölünmeye sebep” diye
yorumluyor.
“PKK sempatizanları da
korucu olabiliyor”
Devlet baskısından dolayı Korucu
olanların arasında PKK sempatizanları
ya da milliyetçi Kürdlerin de olduğunu
söyleyen Önder, “Genellikle PKK alanlarından uzak ancak devlet baskısının olduğu köylerde özellikle milliyetçi Kürdler Korucu olabiliyor. Çünkü operasyona
katılmayacaklarını biliyorlar. Özellikle
son genel seçimlerde Korucuların yüzde
9’u HDP’ye oy verdiklerini açıklamış
yüzde 24’ü de çekimser cevap vermişti.
Bu da Milliyetçi Kürdlerin de Korucu
olabileceklerini gösteriyor” diyor.
Korucuların Çözüm Süreci’nde neden
silah bırakmadığı konusunu ise Önder
şöyle yorumluyor; “PKK ile Çözüm
Süreci yürütüldüğünde PKK silah bırakmadığı için Korucular tasfiye edilmedi.
Devlet PKK’ye karşı Korucuları bir koz
olarak tutuyor. Ancak Korucular artık
90’lı yıllar karıştıkları suçlar gibi suçlara
karışamaz bir durumda. 90’lı yıllara dair
AİHM’e taşınan davalarda Türkiye’nin
uluslararası prestiji düştüğünden devlet
artık bu tür suçlara göz yummayacaktır.
Eskiden Koruculara ‘öldürün’ deniliyordu şimdi sadece ‘koruyun’ emri var.”
“Çözüm Süreci’ni
yaşanmamış sayıyoruz”
Ziya Sözen ise bu durum için “Biz Korucular Çözüm Sürecini hiç yaşanmamış
saydık” diye değerlendiriyor. “Silahlar
üzerine beton dökülünceye kadar savaş
devam edecek. Korucu’ya devletimiz
ihtiyaç olduğu sürece devletimizin yanına yer alacağız” diyen Sözen sözlerini
şöyle sürdüryor: “Çift taraflı silahlar
susmayacak, PKK bırakana kadar mücadele edeceğiz. Ama devletimiz silah
bırakmayacak. O dönem HDP, Avrupa
Birliği’nden ve sözde aydınlar Korucuların kaldırılması konusuna bir beklenti
içerisine girdiler. Biz bu süreci yaşanmamış saydık. Korucular Çözüm Süreci’nde
tehdit edildi. Asker ve polis kışlasından
çıkmadı ama biz Çözüm Süreci’nde
baraj inşaatları olmak üzere birçok yeri
korumaya devam ettik. O süreçte de
13 arkadaşımız hayatını kaybetti. Barış
kardeşlik huzur gelecekse biz gövdemizi
taşın altına koymaya hazırız ama bunun
gerçekleşmeyeceğiniz görüyoruz.”
“Özel Güvenlikli Bölgeler
koruculuğa sebep”
Yeni Korucu alımındaki başvuruları değerlendiren Seyman en önemli
sebeplerden birinin özellikle bölgede
ilan edilen Özel Güvenlikli Bölgeler olduğunu söylüyor. Bu bölgelerin ilanıyla
hayvancılık ve tarımla uğraşanların bölgelerine girmeleri yasaklanınca Koruculuğa başvurmak zorunda kaldığını ifade
eden Önder, “Bölge ekonomisi savaş
dolayısıyla çöktüğü için halkın bir kesiminin Koruculuğa başvurmaktan başka
çaresi kalmıyor” diyor. Öte yandan PKK
ile husumetli olanların da Koruculuğa
başvurduğunu belirten Önder, özellikle
90’lı yıllarda Siverek’te Bucak Aşireti
ve Hakkari, Şırnak ile Muş’ta Korucu
aşiretleri bu duruma örnek gösteriyor.
Koruculuk mağdurları anlatıyor
Öte yandan bir de koruculuk dolayısıyla Kürdistan’da mağdur olan binlerce
insan var. Özellikle koruculuk dayatması ve Korucuların karıştıkları suçlar
dolayısıyla Kürdistan’dan metropollere
yoğun göçler yaşandı 90’lı yıllarda. Bu
aile üyelerinden biri olan 46 yaşındaki
Yusuf Çetin, koruculuk sisteminden
dolayı yaşadıklarını “Ya Korucu olun
ya da köyü boşaltın” sözleriyle özetliyor. Mardin Dargeçit’e bağlı Kumdere
Köyü’nden 92 yılında göç eden Yusuf
Çetin, o dönem yaşadıklarını şöyle
anlatıyor; “1992 sonbaharında Dargeçit
Tabur Komutanı Ali Tapan köyümüze
gelip koruculuk teklifinde bulundu. Köyün ileri gelen yaşlılarına 7 silah vermiş.
‘Köy halkı olarak ya Korucu olacaksınız
ya da köyünüzü boşaltacaksınız’ denildi..
Biz de ’kime karşı Korucu olacağız’ diye
itiraz ederek köyü boşaltmayı kabul
ettik. Biz köyü boşaltmadan önce 1 hafta
boyunca her gün köyün yakınlarına top
atışları oldu, hayvanlarımızın yemlerini
ateşe verdiler. 120 haneliydi köyümüz. Köyün tamamı Dargeçite taşındı.
Hızlıca köyü boşalttığımız için köyden
almamız gerekenler olduğunda gidip
tabur komutanından izin alarak köye
gidiyorduk. Xirabe diye komşu bir köy
vardı. Onlar Koruculuğu kabul etmişti. Köye giderken Koruculara da imza
vererek gidiyorduk. İzinsiz gidenleri ise
vuruyorlardı. İlçede de yapacak bir şey
kalmayınca metropole göçmek zorunda
kaldık. Benim gibi yüzlerce insan vardı.
Sırf toprağından ayrılmamak için kabul
etmek zorunda kalan yaşlılarımız da
vardı. Biz bu nedenle çok bedel ödedik.
Ödemeye de devam ediyoruz.”
“Kabul etmedik, işkence yaptılar”
Mardin Dargeçit’e Bağlı Sümer Köyü
ise Koruculuğu kabul eden köylerden.
Korucu olmaktansa göç eden 52 yaşındaki Ahmet Çiçek ise şöyle anlatıyor o
günleri; “Sümer Köyü kabul etti. Bizi
silahlarla baskı altına almak istediler biz
de kabul etmeyerek Alayurt Köyü’ne taşındık. Sümer Köyü’ndekiler zorunlu bir
şekilde kabul etmek zorunda kaldı. Kardeşlerimizle ayırdılar bizi. Koruculuğu
kabul etmediğimiz için köydeki erkekler
askerler tarafından alındı. Bir derenin
kenarına götürerek işkence yaptılar. Biz
de buna rağmen kabul etmeyerek göç
etmek zorunda kaldık.”
11
Erol Taş’ı taşa tutmak
FERHAT KENTEL
İlkokul çağlarında Karaoğlan’lı,
Tarzan’lı ya da kovboylu filmlere gittiğimizde, tuttuğumuz kahraman, zayıfları ve diğer iyi insanları kurtarmak için
dörtnala gelip, olaya daldığı zaman,
sinema salonu alkıştan inlerdi. Ya da
kötü adam iyi insana arkadan saldırmaya niyetlendiğinde, bütün salon iyi
insanı uyarmak için “arkana bak!” diye
çığlıklar atardık.
Sinemayla yeni haşır neşir olmaya başlayan bir toplumun,
kırk yılda bir karanlık salonları ya da yazlık açık hava sinemalarını dolduran taze nesilleri olarak perdedeki kurguyu tam
olarak algılayamamamız normaldi.
Bugünden baktığımızda, kurguyu gerçekle karıştırmak
konusunda o dönem için bile anormal olan durumlar da vardı.
Mesela sinemanın emektarlarından olan ve genellikle “kötü
adam” rollerine çıkan Erol Taş’ın sokağa çıktığı zaman, sinemada yaptığı bütün “kötülüklerden” ötürü taşa tutulduğunu
duyardık.
Ama içinde bulunduğumuz zaman diliminde buna benzer
olayların hâlâ yaşanıyor olmasında patolojik bir hal var.
Mesela birkaç yıl önce, memlekette geçici bir süre sokakları boşaltarak trafik sorununu halleden Kurtlar Vadisi adlı dizinin bir kahramanı rol icabı ölünce, halkımızın bazı kesimleri
adam için gıyabi cenaze namazları kılmış, mevlitler okutmuştu.
En taze olay da “Bihter” vasıtasıyla gerçekleşti. Söyledikleri şarkıların, oynadıkları filmlerin ya da futbol takımlarının
müşterisi kaçmasın diye, “abi, ben sanatçıyım”, ya da “ben
futbolcuyum, siyaset benim işim değil” deme ucuzluğuna
kaçmayan ve toplumsal meselelerde hissettiklerini paylaşan
oyuncu Beren Saat’i protesto etmiş bazı seyirciler.
Kurgusal bir romanın TV’ye aktarılmış kurgusal versiyonunu ciddiye alıp, o kurgusallıkların görselleştirildiği bir yalıya gidip, Bihter adlı kurgusal bir roman-dizi karakterinin nezdinde
gerçek Beren Saat’i protesto etmişler.
Aslında bir bakıma, mizah niyetiyle yapılsa, gayet yaratıcı
denilebilecek bir eylem bile denebilir.
Ama öyle değil; halkımızın protestocu öbeği Beren Saat
adlı insanı Bihter’den ayrı düşünemiyor. Bihter’in “günahlarını” Beren Saat’e, Beren Saat’in “günahlarını” (konfor bozan
düşüncelerini) Bihter’e yazıyor.
Hatırı sayılır sayıda insan kitleleri, kendilerine sunulan
bütün kurgulara en derinlerinden inanıyorlar; kurguların konforlu yumuşaklığına kendilerini bırakıyorlar.
Belki de, kâbus dolu bir dünyada, kurgulara inanmak
istiyorlar ve derleme, kes-yapıştır, hazır-giyim kurguların açıklayıcılığı onları ikna ediyor...
Aslında memleket ahvalinde buna benzer “ilginç” vakalar
yaşansa da, daha az farkedilen ama çok daha büyük kurgusal
dünyalar var; ve onlara sadece küçük öbekler halinde değil;
topyekun inanıyoruz.
İçinde yaşadığımız modernlik, kapitalizm, laiklik, ulus, kalkınma, serbest piyasa vs., hepsi ideolojik kurgu değil mi? Fakirliğin, sınıfsal farklarımızın normal olduğunu, sermaye sahibinin
özgürlüğü karşısında asgari ücretlinin özgürlüğünün lafının bile
edilemeyeceğini ezberlemedik mi? Torunlar, Çalıklar, Ağalar,
Çakallar, Koçlar, Sabancılar, Doğanlar, Süzerler, Cengizler,
Albayraklar gibi bir takım familyalar “şuraya şöyle bir gökdelen
dikelim”; “burayı kentsel dönüşüm yapalım”; “burada milletin
anasını belleyelim” derken, anası bellenen, kentsel dönüşümle
40 km şehir dışına ışınlanan fakir fukaranın zerre gram etkisinin olmamasının normal olduğunu ezberlemedik mi?
Devlet, hükümet, parti, lider ve daha da kötüsü bunların
hepsinin tek bir bünyede konsantre olmuş hali bu kurgulara
inanmamızı kolaylaştırdı. Çünkü “her yerde var olan” o
konsantre “tanrısal” hal karşısında çok basit kullar olduk hep.
Daha öncesinde böyle bir tornadan geçtiğimiz için bugün de
benzer kutularda sunulan konsantre kurgulara inanıyoruz.
Medyanın savaş siperlerine benzemesi de bir pazarlama
meselesi aslında... “Milli”li, bayraklı, hamasetli, “döverim”li
şovlardan oluşan kurguları pazarlama kavgası...
Ama işte gene de herkes Erol Taş’ı taşlamıyor...
12
BasHaberSÖYLEŞİ
5 - 11 Ekim 12
2015
HABER
HABER
BasHaber
5 - 11 Ekim 2015
13
SÖYLEŞİ
71 günde 21 çocuk öldürüldü
“İ
Yargıç: Kürd yoktur, Kürdçe
savunma edebsizliktir!
E
Sîdar Mîran
rzurum Kapalı Cezaevi’nde bulunan bir grup tutuklu, çıkarıldıkları
mahkemede Yargıcın hakaret ve nefret
söylemine maruz kaldı. Kürdçe savunma
talebinde bulunan tutsaklara yönelik davanın
Yargıcı Seval Akkaş, “Kürd yoktur. Siz bu ülkenin okullarında okumuşsunuz. Tercüman
istemekle terbiyesizlik, edepsizlik yapıyorsunuz” dedi. Tutuklulara “Ermeni dölü” diyen
Yargıç, mahkeme salonundaki askerleri de
tutuklulara karşı kışkırtarak, tutukluların
linç edilmesi için azmettirdi.
7 Haziran seçimlerinin ardından başlayan
çatışmalı ortam, ve Batı illerinde Kürd esnaf
ve işçilerine yönelik linç kampanyaları ve
ülkenin tamamına yayılan protesto gösterilerinde Kürdlere yönelik nefret söylemlerinin etkisi mahkemelerde de kendisini
gösteriyor. 24 Temmuz tarihinde PKK’ye
yönelik operasyonlarla birlikte birçok adrese
baskınlar düzenlenirken; o tarihten bu yana
birçok belediye başkanı, parti çalışanı, gazeteci gözaltına alındı ve tutuklandı. Yaşanan
gözaltı ve tutuklamaların yanı sıra aralarında
20 den fazla çocuğun da olduğu onlarca kişi
yaşamını yitirdi.
2011 KCK operasyonları kapsamında
tutuklanan yüzlerce kişinin mahkemelerde anadilde savunma talebine ilişkin Türk
mahkemeleri Kürdçe için “bilinmeyen bir
dil” yanıtını vermiş ve Kürdçe savunma
taleplerini reddetmişti. 2012 yılında ise,
PKK’li tutsakların anadilde savunma için
başlattıkları açlık grevinin ardından 12
Kasım 2012 tarihinde çıkan 5271 sayılı “Ceza
Muhakemesi Kanunu ile Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”
kapsamında yapılan değişiklikle “Savunmasını kendisini daha iyi ifade edebileceği başka
bir dilde yapabilir” şartı getirilmişti. Böylece
Kürdlerin, tercüman yoluyla ana dillerinde
savunma yapmalarının önü açılmıştı, ancak
Türk mahkemeleri kendi koydukları yasaları
uygulamaktan da geri duruyor.
20 Temmuz tarihinde Suruç’ta yaşanan
patlamanın ardından 33 kişinin hayatını kaybetmesini protesto etmek amacıyla Erzurum
H Tipi Kapalı Cezaevi’nde bir grup tutuklu
iki günlük açlık grevine girme kararı aldı.
Açlık grevinin ardından tutuklu ve hükümlüler hakkında cezaevi idaresi tarafından bir
aylık hak mahrumiyeti cezası verildi. Buna
göre havalandırma, kütüphane, görüş ve
mektup gibi yasaklarla karşı karşıya kalan
tutuklu ve hükümlüler cezaya itiraz etti.
1 Eylül 2015 tarihinde itirazı kabul edilen
tutuklu ve hükümlüler mahkemeye çıkarıldı.
Mahkemede Kürdçe savunma talebinde bulunan tutuklulara Yargıç Seval Akkaş hakaret
etti. Konuyla ilgili İHD Erzurum Şubesi’ne
mektup gönderen tutuklu Selman Gülbahçe
yaşadıklarını anlattı.
“Tercüman istemekle
terbiyesizlik yapıyorsunuz!”
Mektubunda kendilerine verilen idari ceza
için dilekçe yazdıklarını ve 1 Eylül’de hakim
karşısına çıktıklarını belirten Gülbahçe,
mahkemede anayasal bir hak olan anadilde
savunma talebinde bulundukları için Yargıç
Seval Akkaş’ın hakaretlerine maruz kaldıklarını belirtti. Gülbahçe, mektubunda Yargıcın kendilerine şunları söylediğini yazdı:
“Kürd yoktur. Siz bu ülkenin okullarında
okumuşsunuz. Tercüman istemekle terbiyesizlik, edepsizlik yapıyorsunuz, çıkın dışarı
defolun.”
“Bunlar da Ermeniler gibidir”
Mektubunda Yargıcın görevli askerleri
kışkırttığını belirten Gülbahçe, Akkaş’ın
askerlere “Her gün yanı başınızda arkadaşlarınızı öldürsünler. Polislerinizi öldürüyorlar.
Ben kadın halimle bunlarla burada mücadele
ediyorum. Siz orada yayılıp seyrediyorsunuz.
Bunlar da Ermeniler gibidir” şeklinde sözler
sarf ettiğini belirtti. Gülbahçe, mektubunun devamında şunları dile getirdi: “Yargıç
‘önü şimdiden alınmazsan kim bilir nasıl
olur’ benzeri suç niteliği tarzında tehdit ve
hakaretlerde bulundu. Israrla askerleri üzerime saldırtmak istiyordu. Oradaki askerler
soğukkanlılıklarını muhafaza ederek Yargıç
Şevval Akkaş’ın tahriklerine gelmediler.
Benimle beraber arkadaşlarım Şener Karaca,
Mithat Alkan, Mehmet Tiryaki, Sait Tiryaki,
Bışar Bilen, Barış Tekin, Salih Menk, Abdurrahman Sever, Zeynel Abdin Andiç, Tayfun
Buluk, Serkan Erkuş, İsa Yıldırım ve Bilal
Akbaş’da teker teker mahkeme salonundan
çıkarılarak benzer hakaretler ve saldırganlık
tutumuna ve provokasyon girişimine maruz
kaldık.”
Selman Gülbahçe’nin uğradığı haksızlıkla
ilgili BasHaber’e konuşan İHD Erzurum
Şubesi Başkanı Medeni Aygül, Erzurum H
Tipi Cezaevi’nde bulunan tutuklu ve hükümlülerin iki günlük açlık grevine girdiklerini ve
bu grev nedeniyle cezaevi idaresinin bir aylık
hak mahrumiyeti cezası verdiğini söyledi.
Hak mahrumiyetinden dolayı tutuklu ve
hükümlülerin Erzurum 1. İnfaz Hâkimliği’ne
itirazda bulunduklarını dile getiren Aygül,
sözlerini şöyle sürdürdü: “Mahkemeye çağrılan tutuklular, 1. Sulh Ceza Hâkimliği’nde
Kürdçe savunma yapma ve tercüman talebinde bulundu. Buna karşın hâkim, tutuklulara
‘Kürd yoktur, siz bu ülkenin okullarında
okudunuz. Tercüman istemekle terbiyesizlik,
edepsizlik yapıyorsunuz’ diyor.”
“Askerler mahkemeden sonra
tutuklulara müdahale etti”
Mahkeme esnasında kadın Yargıç Seval
Akkaş sık sık jandarmalara dönerek tutuklular hakkında ‘bunlar Ermeni dölüdür, bunlara yem verirseniz bunların önü alınmaz’
şeklinde tahrik edici ifadeler kullandığını
belirten Medeni Aygül, hâkimin jandarmalara “ben kadın halimle bunlarla mücadele
ediyorum, siz yan gelip yatıyorsunuz” dediğini söyledi. Hâkimle ilgili Adalet Bakanlığı’na
suç duyurusunda bulunduklarını belirten
Aygül, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bize 12-13
kişiden mektuplar geldi. Bu mektuplardan
gördüğümüz kadarıyla toplam 150 kişi bu
durumda ve hepsi de mağdur.” Aygül, Hamza
Bulut adlı tutuklunun kendilerine gönderdiği
bir mektupta ise, askerlerin Yargıç Akkaş’ın
sözlerinden etkilenerek mahkeme çıkışında
mahkûmlara saldırdığını söyledi.
Hivda Güneş
nsanlık, çocuklara en iyisini sunmayı borçludur”
ifadesi Türkiye’nin ve PKK’nin de imzaladığı Cenevre Sözleşmesi’nde yer alıyor. Ancak buna rağmen
Kürdistan’da çatışmalı süreçte en çok zarar gören çocuklar ve
anneleri oluyor. Temmuz ayında Türkiye’nin PKK’ye yönelik
sınır ötesi bombardımanıyla 3 yıldır dokunulmayan tetiklere
yeniden basılırken, bu kez savaş 40 yıllık çatışma pratiğinden farklı olarak kent merkezlerine taşınmaya başlandı.
Diyarbakır’ın ilçeleri, Şırnak kent merkezi ve ilçeleri, Varto,
Ağrı ve Hakkari kent merkezlerinde süren savaşta, asker, polis
ve gerillanın yanı sıra çok sayıda sivil hayatını kaybetti kaybetmeye de devam ediyor. Bu tablonun en acısı ise öldürülen çocuklar. Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği kentlerde çoğunluğu Şırnak’tan olmak üzere bugüne kadar 21 çocuk hayatını
kaybetti. Savaşın ne zaman son bulacağı silahların karşılıklı ne
zaman susturulacağı kestirilemezken hukukçular, insan hakları
dernekleri, savaşın sivil alanlarından uzak tutulması çağrılarını
sık sık yineliyor. Suruç Katliamı’nın hemen ardından yeniden
ve daha derinden başlayan çatışmalar kentlere sıçradı. Özel
Güvenlik Bölgeleri’nin ilanıyla hazırlıkları başlayan savaşa bölgede ‘özyönetim’ ilanlarıyla cevap verilmişti. Başta Cizre olmak
üzere, Silvan, Lice, Varto, Sur, Ağrı, Silopi, Nusaybin’de son
dönemlerde sık sık sokağa çıkma yasağı ilan edilirken sivillerin
yaşadığı alanlara sert müdahaleler devam ediyor. Bu müdahalelerin en ağırı 9 günlük sokağa çıkma yasağıyla Cizre’de
yaşandı. Bölgede şimdiye kadar devam eden çatışmalarda en
küçüğü 35 günlük bir bebek, toplamda 21 çocuk yaşamını yitirdi. Devletin ve PKK’nin birbirini karşılıklı suçladığı sivil ölümlerinde ve devletin sık sık öldürülenler “teröristti” açıklamaları
bir yana, 26 Temmuz’da Diyarbakır’da 11 yaşındaki çocuğun
ölümünün hemen ardından bu kez de Ağrı ve Şırnak’tan ölüm
haberleri gelmeye başladı. Yoğun saldırıların gerçekleştirildiği Şırnak’ın Silopi ve Cizre ilçelerinde toplam 12 çocuk, yine
Diyarbakır’ın Bismil İlçesinde, Mardin’de, Ağrı Diyadin’de
toplam 9 çocuk daha öldürüldü.
“Güzel iş çıkardık”
Sokağa çıkma yasakları, çatışmalar ve sivil ölümleri hakkında dikkat çeken açıklamalar yapan İçişleri Bakanı Selami
Altınok, “Terör bu memleketi rahatsız ettiği müddetçe biz o
rahatsızlığı giderebilmek için ne lazımsa yapacağız. Arkadaşlarımız çok güzel işler çıkardılar. Devlet otoritesi ve kamu
düzenine karşı ne yapılıyorsa arkadaşlarımız onun karşılığını”
vereceklerini söylüyor.
“Devlet ve PKK Cenevre Sözleşmesi’ne uymalı”
Sivil ve çocuk ölümlerinin en sık yaşandığı İl olan Şırnak’ta
Baro Başkanı Noşirevan Elçi, savaşın bir an evvel sivil alanlardan uzak tutulması gerektiğini söylüyor. Özellikle kolluk
kuvvetleri olmak üzere hem devletin hem de PKK’nin Cenevre
Sözleşmesi’ne uyması gerektiğini belirten Elçi, “Şimdiye kadar
21 çocuk hayatını kaybetti. Bu durum Cizre’de hiçbir sorun
yokken 9 gün boyunca sokağa çıkma yasağı gibi ve sivil ölümleriyle devam ederse bu savaş devlet ile PKK savaşı olmaktan
çıkar devlet ile halk savaşına dönüşür” diyor.
“Yargılanma korkusuyla hastaneye gidemiyorlar”
Batı’da yaşanan yasadışı eylemlerde polislerin takip ve
baskınlarla “suçluları” yakaladığını söyleyen Elçi, “Eğer
Kürdistan’da böyle bir durumun olduğu iddia ediliyorsa sokağa
çıkma yasaklarıyla ve sivilleri öldürerek değil Batı’da yaptıkları
gibi yapsınlar. İstanbul’da suçluları yakalamak için semtlerde
sokağa çıkma yasağı mı ilan ediliyor? Bir an önce bu duruma
son verilmelidir. Çünkü bu savaş en çok çocukları vuruyor.
Bugüne kadar 20’nin üzerinde çocuk hayatını kaybetti. Bunun
yanı sıra çok sayıda çocuk yaralandı. Ancak ağır yaralı çocuklar
dışında diğer çocuklar yargılanma korkusuyla hastaneye bile
başvuramıyor” sözleriyle son yaşananları değerlendiriyor. Elçi,
yaşanan çocuk ölümleri için bölge baroları, Şırnak Barosu ve
insan hakları savunucuları olarak hukuki yollara başvuracaklarını da sözlerine ekliyor.
“Şehitlerimizin kanı için öldürün”
Diyarbakır İnsan Hakları Derneği Başkanı Raci Bilici de bölgede yaşanan çocuk ölümleri için “Polisler sokağa çıkma yasağının olduğu kentlerde araçlarından ‘Şehitlerimizin kanı için
öldürün’ anonsları yaparak sivil ölümlerine çağrıda” bulunuyor
diyor. Bölgede savaşın gittikçe derinleştiğini ve böyle devam
ederse çocuk ölümlerinin artacağı endişesine dikkat çeken
Bilici, “Her iki taraf da Cenevre Sözleşmesi’ne uymalı” diyor.
“40 yıllık savaş geleneği bu sorunun silahlarla çözülemeyeceğini gösterdi” diyen Bilici, sözlerini şöyle sürdürüyor; “Bölgede kolluk kuvvetleri gelişi güzel hareket ediyor. Çocuk, yaşlı
ve kadın demeden öldürmeye devam ediyor. Savaşın başladığı
günden bu yana sık sık savaşın sivil alanlardan uzaklaştırılması
ve müzakereye dönülmesi için çağrıda bulunuyoruz. Ancak
çağrılarımıza cevap ölümlerle geliyor. Ne yazık ki çift taraflı
ateşkes ilan edilmezse ve müzakere masasına dönülmezse
ölümler katlanarak artacaktır. Her iki taraf da kudretini ölümlerle değil müzakare de barışı konuşarak göstermelidir.”
Yaralı çocuklara soruşturma
HDP Şırnak Milletvekili Aycan İrmez de son süreçte öldürülen çocuklar için, “Çocuklar devlet terörünün hedefinde” diyor.
Öldürülen çocukların kamuoyunda görülmediğini ve devletin
ısrarla “öldürülenler terörist” açıklamasını hatırlatan İrmez
şöyle dedi: “Bölgede yürütülen savaşta 7’den 77’ye herkes
hedefte. Çocukların ve sivil halkın can güvenliği maalesef yok.
Herkes her an öldürülme tehdidiyle karşı karşıya” sözleriyle
bölgedeki gelişmeleri aktarıyor. İrmez de Noşirevan Elçi’nin
dediğini tekrarlayarak çoğu yaralı çocuğun hastaneye gidemediğini gidenlerin de gözaltına alındığını söylüyor. Ağır yaralı
olmayanlar dışındaki yaralı çocukların evlerinde tedavi olduğunu belirten İrmez, “Aileler korkudan çocuklarını hastaneye
götüremedikleri için evde tedavi etmeye çalışıyor. Polis gözetiminde doğru düzgün tedavisi yapılamıyor. Yapılsa bile polisten
kaynaklı ciddi bir psikolojik baskı olduğunu söyleyebiliriz.
Şırnak’ın her tarafında hastaneye götürülenlerin büyük bir
çoğunluğu çocuktu. Silopi’de hastaneye giden 11 kişinin 5-6’sı
çocuktu. Ve bunların hepsi de soruşturmaya maruz kaldı.”
13
Sözde ısrar edelim
SENNUR BAYBUĞA
Yazı yazmak ve olan biteni insanlara anlatmak dışında bir işi olmayan
gazetecilerin, her türlü iktidar ve ‘güç’
tarafından, aynı yöntemle değil, silahın
ve fiziksel gücün şiddeti ile susturulmaya çalışılması genelde kimsenin
yadsımadığı bir şey yazık ki. Haber
alma hakkına kutsallık atfedecek
değilim ama siyasetin ve hukukun da
sürekli kendi meşrebince saf tuttuğu
bu lain durum, kafa yapımız değişmedikçe de sürüp gidecek
gibi görünüyor.
1909 yılında Adem Yavuz’un uğradığı suikastle işe
başlarsak, onlarca ismin bulunduğu bir ‘infaz edilenler’ listesi
çıkıyor karşımıza.. Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Ahmet Taner
Kışlalı, Cavit Orhan Tütengil, Hrant Dink, Bahriye Üçok,
Çetin Emeç, Ümit Kaftancıoğlu, İzzet Kezer, Metin Göktepe.. sayarken bile adlarını atladığımız gazeteciler.
Münferiden kendi yazıları nedeni ile şiddete maruz kalan
gazeteciler dışında sistematik olarak kurulduğu tarihten beri
en çok cinayete kurban veren gazete Özgür Gündem gazetesi.
Bu gazete ve maruz kaldığı şiddetin tarihi bu ülkede hem
Kürdlerin ve belki de hem de aslında gazeteciliğin acı-yalın
tarihinden başka bir şey değil.
Aralık 1994 tarihinde Kadırga’da bulunan gazete merkezinin bombalanması ve ulaşım çalışanı Ersin Yıldız’ın ölmesi
Özgür Gündem gazetesinin başına gelen ilk olay değildi. Bu
gazete kurulduğu tarihten itibaren 8 muhabir ve yazarı ile 19
dağıtımcısını, çoğu faili meçhul cinayete kurban verdi. Gazeteci Hafız Akdemir 8 Haziran 1992 tarihinde Diyarbakır’da,
Yahya Orhan 31 Temmuz 1992 tarihinde Gercüş’te, gazeteci
Hüseyin Deniz 10 Ağustos 1992 tarihinde Ceylanpınar’da,
Musa Anter 20 Eylül 1992 tarihinde Diyarbakır’da, Kemal
Kılıç 18 Şubat 1993 tarihinde Akçakale’de, Cengiz Altun
24 Şubat 1992 tarihinde vurularak öldürülmüştür. Burhan
Karadeniz, 5 Ağustos 1992 tarihinde Diyarbakır’da uğradığı
silahlı saldırı sonucu 19 yaşında felç olmuştur. . Ferhat Tepe
28 Temmuz 1993 tarihinde kaçırılmış ve 4 Ağustos 1993 tarihinde ölü olarak bulunmuştur. Gazetenin 17 yaşındaki muhabiri Nazım Babaoğlu, 12 Mart 1994 tarihinde bir haber için
Siverek’e gitmiş, kendisinden bir daha haber alınamamıştır.
Burada sayılan isimler, genç muhabir ve gazeteciler isimleri
çoğumuz tarafından bilinmeyen belki imzaları ile yazısı dahi
gazetelerinde çıkmayan insanlardı. Ve bu ülkede cinayete
kurban giden gazeteciler de dahil tümümüzün sessizce izlediği
cinayetlere kurban gittiler. Bir hafta önce Diyarbakır’da Kürd
haber ajansları basılmış onlarca gazeteci gözaltına alınmış,
iktidar ve yaygın ‘fikriyat’ izinsiz arama ve iğdiş etme alışkanlığını bir kez daha sergilemiştir. Ve dün de İslami basından
gelen Ahmet Hakan sadece yaptığı gazeteciliği beğenmeyen
iktidar müritlerince evinin önünde kemiklerini kıracak kadar
ağır şiddete maruz bırakıldı ve şu anda hastanede. Tüm
yukarıda sayılanlar, iktidar devlet ve gazeteciye gösterilen
muamele hakkındadır. Sol ya da sağ basının da kendi muhaliflerine yönelik barışçıl ve saygılı bir tutum içinde olduğunu
söylemek zor. Roni Margulies’in ailesinin yanında, kendisini
yeteri kadar solcu bulmayanlarca maruz bırakıldığı şiddet,
Melih Altınok’un söyleşi için gittiği yerlerde uğradığı sol fiziksel şiddet görmezden gelinecek girişimler değildir.
İlhami Soysal Akşam gazetesinde Genelkurmay başkanını hukuka davet eden yazılar yazdığı dönemde 8 Eylül 1966
gecesi evinin önünden kaçırılır. Onu kaçıranlar, “Sen kim
oluyorsun da bizim komutanlarımızı tenkit ediyorsun ?” diyerek öldüresiye dövüp Çayyolu Köyü’nde yol kenarına atarlar...
İlhami Soysal ölmez ve olayın arkasında dönemin Genelkurmay Başkanı Cemal Tural’ın olduğunu ortaya çıkarana
kadar ısrarla araştırmasına devam eder: Ve kendisini döven
subaylara emir verenin Genelkurmay Başkanı olduğunu ispat
edince de dönemin Başbakanı Demirel tarafından Cemal
Tural görevden alınır. İlhami Soysal ölmemiştir, okurları ve
saygınlığı artmıştır.
Sözü olmayanın silahının olduğu günlerden geçiyoruz.
Sözde ısrara devam edelim.
14
BasHaberSÖYLEŞİ
5 - 11 Ekim 14
2015
OKURDAN
DİASPORA
BasHaber
5 - 11 Ekim 2015
15
SÖYLEŞİ
15
Fransa: Kürdoloji’nin merkezi
A
Mahsus mahalden BasHaber’e ‘görülen’ mektuplar
K
ürd medyasında yeni bir soluk olarak
yayın hayatına başladığı günden beri
okur yelpazesini genişleten ve kısa
sürede ciddi bir prestij edinen gazetemiz
BasHaber / BasNûçe’ye cezaevlerinden de
yoğun ilgi söz konusu.
Onlarca cezavinde bulunan yüzlerce
tutuklu ve hükümlüye ulaşan BasHaber /
BasNûçe’ye kısa süre içinde yoğun bir mektup akışı başladı. Gerek habercilik anlayışı
gerek yayın politikası ve gerekse de içerik
bakımından destek mahiyetinde elimize
ulaşan onlarca mektupta cezavelerindeki
okurun yayınlarımıza duyduğu memnuniyeti
dile geliyor.
Çoğunlu F Tipi cezaevlerinde bulunan
tutuklu ve hükümlü okuyucularımızın mektuplarını yayınlarken güvenlik gerekçesiyle
isimlerini ve bulundukları hapishaneleri saklı
tutuyoruz. Sözün devamı hükümlü ve tutuklu
okurlarımızın mektubunda.
30 yıl hüküm alan ve 19 yıldır cezaevinde bulunan Kobanêli bir okuyucumuzun
satırları:
“Rojava’da yaşanan kimi çelişkilerin
nedenlerini ve detaylarını bilmiyorduk.
BasNûçe’yi okuduğumda yeni bilgilere ve
objektif sonuçlara ulaşabilme şansım oluyor.
Biz televizyondan izlediklerimizi, radyodan
dinlediklerimizi, gazetelerden okuduklarımızı, mantık ve vicdan süzgecinden geçirerek doğru bir sonuca ulaşmaya çalışıyoruz.
BasNûçe mantık ve vicdana dayalı yayın
yaptığı için işimizi kolaylaştırıyor. Böylece
enformasyon gereksinimimiz objektif bir
mecrada giderilmiş oluyor. Kürd siyasal
hareketlerinin bir olmak anlayışından
vazgeçerek birlik olmayı esas almalarını
umuyoruz. Biraz tarihten ders çıkarılırsa
bir olmanın sakıncaları ve ne kadar tehlikeli
olduğu anlaşılır. Birlik içinde olmakta ise
renklilik ve zenginlik var. Ama bir olmaYayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Faysal Dağlı
Editörler: İsmail Yıldız, Yeter Polat
Haber Merkezi: Özcan Şahin, Çimen Gümüş,
Rabia Çetin / Diyarbakır: Mustafa Turan / Emin
Kan / Ankara: Salih Batırhan
da teklilik var. Çok ağır bedeller ödendi.
Umarım ki bu bedellerin değeri bilinir ve bu
‘tek’lilik anlayışından vazgeçilir. Bu konuda
karamsar değilim. Yeter ki aydınlarımız da
ağırlıklarını koyup gerçekleri halka göstermekte rol sahibi olsunlar. Dışarıda yaşanan
olayların hapishanelere yansımaları çok
daha ağır oluyor. Misal Kobanê. Kobanê’ye
dair yaşadıklarımızı anlatabilmem, o yoğun
duygularımızı anlatabilmem için bir dil, iki
dil, üç dil yetmez. Feqiyê Teyran’ın dediği
gibi ‘Xwezî min sed serî hebana / Sed hezar
dev pê ve bana/ Ew hemû li methê te bana /
Hêj bi wan noqsan im ez.’
Kobanê’de çocukluğumun sokakları yıkıldı.
O bombalar bir şehrin ruhunu kurtarmaya
çalışırken, bedenini yok etti. Tuhaf duygular
içindeyim. İşte önemli olan o ruhu kurtarmaktır. Yani var olmak için yaşamından
feragat etti. Kobanê metaforik olarak tam da
halkımızın durumunu gözler önüne seriyor.
Varoluşumuzu korumak için ‘bedenimizden’
vazgeçtik sayılır. Var olmak ile yaşamak
arasında bir tercih. Ne olursa olsun bir halk
için var olmak yaşamaktan daha önemli. Tarihte bunun binlerce örneği bulunmaktadır.
Ama bir halkın özgürlük anlayışı çok önemli.
Özgürlük bağımlılıkla olmaz. Özgürlükte
minnettarlık olmaz. Halkımız bunu öğrendiği taktirde gerçek anlamda özgürlüğüne
kavuşur. Bağımlılıktan kurtulmak en sahici
özgürlüktür
Cezaevlerinde yaşadığımız hak ihlallerinin
en güncel örneği ise Kürdçe mektup yazamamak. Günlük olarak, normal insani ihtiyaçlar
açısından birçok problem var. Üç kişilik odalardayız. Diğer arkadaşlarımızla görüşmemiz
genelgelere ve belirlenen birkaç saate bağlı.
Telefon haftada 10 dakika, görüş ise haftada
bir saati geçmez. Yemekler yenilemeyecek
türden. Sağlık sorunları yoğun olarak var.
Dışarıyla irtibatımız sadece mektupla oluyor.
İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına
Faysal Dağlı
Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa
İdare Müdürü: Esin Alp
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
Daktilo, bilgisayar gibi imkanlar yasak. Burada yaşama hakim kılınmak istenen, genelgeler, kurallar ve kameralardır. Sohbet ve spor
yerine gidip gelmek için defalarca aramadan
geçiyorsun. Ve daha birçok sorun.
Aslında mektubumu Kürdçe yazacaktım.
Ama maalesef Kürdçe mektuplarımız aylarca
bekletiliyor. ‘Tercüman yok’ diyerek aylar
sonra mektuplarımızı gönderiyorlar. Türkçe
mektuplarda böyle bir sorun olmuyor.
Sanırım bize “Türkçe yaz, çok yaz” denilmek
isteniyor.
Burada ben ve bazı arkadaşlar edebiyatla
ilgilenerek geçiriyoruz günlerimizi. Şimdiye
kadar 1 deneme, 1 öykü ve 2 şiir olmak üzere
4 kitabım yayımlandı. Ancak kitap yazarken gönderdiklerimiz el yazısı olduğu için
yayınevleri de pek ilgi göstermiyorlar. Çünkü
hepsini bilgisayara geçirmek onlar için yorucu oluyor.
BasNûçe’de renklilik ve farklılık var. Ancak
cezaevi kampusu içerisinde bulmakta zorlanıyoruz. Kampuse getirilmesi için talepte
bulunacağız. Ancak cezaevi bürokrasisi ağır
işler. ”
“Ülkemizdeki ölümler son bulsun”
Bir başka okuyucumuz ise mektubunda gazetemize ulaşabildiği için teşekkür etmenin
yanı sıra dışarıda yaşanan ölümlere dair şunları söylüyor; “Dilerim ülkemizdeki ölümler
bir an önce son bulur ve barışa dönülür…”
“Sayenizde her parçadan
haber alıyorum”
Yine uzun yıllardır tutuklu bulunan bir
okuyucumuz da hapishanede bizden aldığı
haberler için şöyle yazıyor; “ Gazeteniz kısa
bir süre önce bir arkadaşın vesilesiyle elime
geçti. Sayenizde Kürdistan’ın her bir parçasından haberler aldım. Bunun için sizlere
çok teşekkür ediyorum. Gazetenizin geldiği
Tel: +90 212 243 27 60
Fax: +90 212 243 27 79
E-mail: [email protected]
www.basnews.com
Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
arkadaşım başka bir cezaevine nakledildi. Bu
nedenle BasNûçe’siz kaldım. Kürdistan’dan
haberler almak istiyorum. Beni BasNûçe’siz
bırakmamanızı rica ediyorum.”
“Nefes almadan okudum”
19 yıldır tutuklu bulunan bir başka okuyucumuzun mektubu; “PKK davasından dolayı
19 yıldır tutuklu bulunuyorum. Daha 11 yılım
var. Geçtiğimiz günlerde gazeteniz elime
ulaştı. Eski bir sayı olmasına rağmen nefes
almadan okudum. Bundan sonra da okumak
istiyorum”
Zerya Nergis
vrupa’nın neredeyse tüm ülkelerine
göçen Kürdler’in, bu kıtada yoğun
olarak yerleştikleri ülkelerden biri
Fransa. Geçmişi Haçlı seferlerine kadar giden Kürd-Fransız ilişkileri, özellikle Fransız
araştırmacıların Kürdlerle ilgili yaptıkları
tarihi çalışmalarda önemli bir yer ediniyor.
Fransız araştırmacılar ve Kürdler’in ortak
bir şekilde oluşturdukları Kürdoloji Kürsüsü
Kürd dili ve edebiyatı konusunda önemli
eserlere imza atarken, Fransa Kürdoloji’nin
de hem tarihi hem de yaptığı çalışmalar
itibariyle merkezi haline gelmiştir.
Haçlı Seferlerine kadar dayanan KürdFransız ilişkileri, tarih içerisinde Kürdlere
ilişkin değerli çalışmaların ortaya çıkmasına
da zemin oldu. Haçlı savaşları döneminde
Kürdlerle tanışan Fransız şövalyelerinin
10. ve 11. Yüzyılda Küdus’ü almak için
Ortadoğu’ya geldiklerinde Kürdlerle tanışırlar. Sefer sırasında Selahattin Eyyübi ve
Kürdlerle tanışan Frenk şövalyeler, Selahattin Eyyubi ve Kürdlere ilişkin birçok
eser yazarken, Kürdleri hala “Selahadin’in
çocukları“ diye anıyor. Selahattin Eyyübi’nin
Fransızlar üzerindeki etkisi General Napolyon Bonaport’a kadar devam ederken rivayete göre Fransız General Bapolyon Bonapart
onun taktikleri ve disiplini ile ordusunu
eğitir. Napolyon ordularının Ortadoğu’ya
gelmesiyle birlikte Osmanlı topraklarındaki
halkların desteğini almak isteyen Fransa
Kürdlerle de ilişkilerini geliştirir. Tarihin
değişik safhalarında hem ticaret hem de
savaşlar yoluyla birçok defa gelişen FransaKürd ilişkilerinin gelgitli süreçler izledi. 1764
yılında Anquetil Du Peron adındaki Fransız
araştırmacı Hindistan’a giderek orada yaşayan Bahdini topluluktan Zerdüştilerin kutsal
kitabı Avesta’yı alıp Fransa’ya döner ve
Fransızca’ya çevirerek, Avrupa’nın Bahdinî
ve Kürdleri keşfetmesini sağlar Bilindiği
üzere Avesta’nın Fransızca, ardından Almanca ve diğer çevrilmesi ile birlikte, Alman
filozou Nietsche’nin “Böyle buyurdu Zerdeşt“
adlı esere kaleme alındı ve Batı dünyasının
Kürdler’in bu kadim dinine ilgi duymasını
sağladı.
Fransa, Kürdoloji’nin
merkezlerinden biri
1895 yılında Fransa’da kurulan Yaşayan
Doğu Dilleri Okulu’nun bünyesinde Kürdlerle ilgili çalışmalar yürütülür. Akabinde 20.
Yüzyılın başında Fransız üniversitelerinin
gündemi haline gelen Kürdoloji, 1945 yılında
Yaşayan Doğu Dilleri Okulunun bünyesini ilk
kürsü olarak kurulur. Birinci Dünya Savaşı
ile birlikte Sykes-Picot anlaşması ile birlikte
İngiltere ve Rusya’nın Osmanlı topraklarını
işgal edip, Kürdistan’ı bölüştürmesi sürecinde Fransa’nın Kürdlerle aktif ilişkisi başlar.
Urfa, Antep Maraş, Amudê, Afrîn gibi Kürd
kentlerini işgal eden Fransız ordusuna karşı
Kürdler Rojava ve Kuzey’de ciddi direnişler
göstererek, bölgeden çekilmelerine neden
olur. Suriye ve Lübnan’da mandater rejimler
kuran Fransız bilim adamları, diplomatları bu dönem, Beyrut, Şam ve Rojava’ya
sığınmış çok sayıda Kürd aydını ve siyasetçisi
ile tanıştı. Bu tanışıklık, Şam ve Lübnan’da
modern Kürd gazeteciliğinin ilk örnekleri
olan Hawar, Jiya Nû ve Stêrk gibi dergilerin
yayınlanmasına neden oldu. Bu süreç İkinci
Dünya Savaşı yıllarında da yoğunlaştı.
Kamuran Ali Bedirxan ve
Lescot’un dostluğu
Birinci Dünya Savaşı’nda Fransızlarla
iyi ilişkiler geliştiren ve Fransızca’yı çok
iyi bildiği için bir savaş dergisi çıkaran
Kamuran Ali Bedirxan, Fransa’da Selahattin Eyyübi’den sonra en çok tanınan Kürd
şahsiyetidir. Dönemin Fransız generalleri ve
bürokratları ile iyi ilişkileri olan Kamuran Ali
Bedirxan, bu ilişkileri sayesinde Fransa’da iki
önemli çalışma yürütür. Bunlardan biri Fransız Roger Lescot ile birlikte Kürdoloji KürKürdolojinin merkez- Fransa’da
lerinden biri olmasına
rağmen halen Kürdçe eğitim veren bir okul
olmadığını dile getiren Doç. Dr. Musa Kaval,
Fransa’da yaşayan Kürdler’in de Kürdçe
eğitim konusunda herhangi bir girişimde
bulunmadığını belirtti. Eğitim ve akademi yaşamını Fransa’da geçiren Dr. Kaval
Kürdçe’nin sadece evlerde konuşulduğunu
ve Fransa’daki Kürdlere ait derneklerde iste-
sününü kurulması iken bir diğeri de Fransız
Dışişleri Bakanlığını Kürd öğrencilere burs
vermeye başlamasıdır. Fransa’da okuyan
Kürd öğrenciler Kamuran Ali Bedirxan’ın
katkılarıyla eğitimlerini sürdürebiliyorlar.
Yine Kamuran Ali Bedirxan’ın projesi olan
ve ölümünün ardından kurulan Paris Kürd
Enstitüsü yürütülen çok önemli çalışmalardan biridir. Bedirxan, Lescot ile birlikte Kürd
Dili Grameri adlı eseri de yazmıştır.
Kürdistan, Suriye ve Lübnan’da Mir
Celadet ve Kamuran Ali Bedirxan ile birlikte,
Kürdçe gramer ve folklorik eserlerin derlenmesi konusunda çok önemli çalışmalar yürüten anılan dönemde bölgede bulunan Araştırmacı Roger Lescot, Kürdoloji Kürsüsü’nün
ilk başkanlığını yapar. Ölümünün ardından
Kürdoloji Kürsüsü’nün başkanlığını yapan
Kamuran Ali Bedirxan, yaşamının sonuna
kadar da bu çalışmayı yürütür. Kürdoloji
çalışmaları sonucunda Fransa’da çok sayıda
kurum kuruldu. Bunların başında Kamuran
Ali Bedirxan’nın da projesi olan ve ölümünden birkaç yıl sonra kurulan Paris Kürd
Enstitüsü yer alıyor. 1983 yılında Fransız
Kürdologlar ve Kürd aydınları tarafından kurulan Paris Kürd Enstitüsü, Kürdçe ile ilgili
çok önemli çalışmalar yaptı. Bu kurumun
bünyesinde yıllarca Kürdçe dergi, çok sayıda
Kürd tarihi ve kültürü ile ilgili kitaplar yayınlanırken çok sayıda yabancı araştırmacı ise
Paris Kürd Enstitüsü’nün desteğiyle Kürdlerle ilgili önemli çalışmalar yürüttüler. Böylece
Fransa Avrupa’da Kürdolojinin geliştiği en
önemli merkezlerden biri halini aldı.
Fransa’da 200 bin Kürd
Osmanlı topraklarında 1915 yılında gerçekleşen Ermeni Tehcirinin ardından çok sayıda
Kürdistanlı katliamdan kurtulan Ermeniler
ile birlikte Suriye ve Lübnan üzerinden Kiliselerin yaptığı organizasyonlarla Fransa’nın
Marsilya kentine göç ederler. Fransa’daki
Ermeni kolonisinin oluşmasının ardından
özellikle Lübnan ve Rojava’dan birçok Kürd
1. Dünya Savaşı yıllarını izleyen süreçte
Fransa’ya göçmeye başladı. Kürdler’in Fransızlarla bazı dönemlerde yolları kesişse de
bu ülkeye ilk toplu Kürd göçünün 1971-72-73
yıllarında Türkiye ile yapılan işçi anlaşması
olduğu söylenebilir. Hem Türkiye’nin para
ihtiyacını karşılamak hem de Avrupa’nın işçi
ihtiyacını karşılamak için yapılan bu anlaşma
sonucu Almanya’ya gibi Fransa’ya da binlerce Kürd göçer. Ardından ailelerini yanlarına
almaya başlayan Kürdler’in Fransa’daki sayısı ise gün geçtikçe artmaya başlar. Türkiye’de
gerçekleşen 1980 askeri darbesi ile birlikle
bu kez binlerce politik Kürd sığınmacı olarak
Fransa’nın yolunu tutar. Sadece Türkiye’den
değil Kürdistan’ın diğer parçalarında da
yaşanan çatışmalar, savaşlar, darbeler ve
baskılar tüm parçalardan ve Kafkasya’dan
Kürdler’in Fransa’ya göçmesine neden oldu.
Çoğunlukla Kuzey Kürdistanlı Kürdler’in göç
ettiği Fransa’da yaklaşık olarak 200 bin Kürd
yaşıyor. Uzun zamandır Fransa’ya göç etmiş
ve eğitimlerini tamamlamış olan Kürdlerden Fransız bürokrasisinde yer alanlar da
var. Fransa siyasetinde daha çok mahalli
meclisler ve belediyelerde yer alan Kürdler,
bakanlıklara bağlı birimlerde ve siyasi partilerde de yer alıyor.
Özellikle François Mitterand’ın başkanlığı
döneminde hümaniter etkinlikler yapan eşi
Daniella Mitterand’ın Kürdlerle geliştirdiği
ilişkiler, Paris’te Kürdistan temalı uluslararası konferans ve çalışmalar burdaki Kürd
diyasporasının aktif olarak politika yapmasından kaynaklanmaktadır. Fransa’daki
Kürd etkinliklerini marjinalize etmeye
yönelik Kürdlere karşı yapılan ve Sakine
Cansız ile birlikte 3 Kürd kadın siyasetçisinin katledildiği cinayetler de Fransa’nın
Kürd meselesindeki dahlinin bir sonucu
olarak yorumlanıyor. Fransa devletinin son
zamanlarda Erbil Hükümeti ve Rojava’daki
Kürdler ile geliştirdiği ilişkiler ve IŞİD karşıtı
koalisyona katılması da dönemin ilgi çekici
gelişmelerinden biri.
Kürdçe eğitim veren okul yok
yenin ders alabildiğini kayderek, “Kürdler’in
kendi kültürlerini, dillerini büyütmeleri
ve geliştirmelerini sağlayacak alanlar yok.
Fransa toplumu içindeki yerlerini layıkıyla
alabilmelerini sağlayan alanlar yok. Bir
entegrasyon durumu söz konusu olsa da
bir yabancılaşmadan da bahsedebiliriz.
Yeni kuşaklar kendi dilleri ve kültürlerin-
den kopuk yetişiyor. Böyle devam
ederse birkaç kuşak sonra Kürdçe’yi
unutacaklar. Kürdler’in burada iki şeyi yapmaları gerekiyor. Birincisi iyi eğitim alarak
Fransa toplumu içindeki yerlerini alarak entegre olmaları ikincisi ise kendi kültürlerini,
dillerini ve kendilerine ait öğeleri yaşatmaları korumalarıdır. Fransa bunu bir zenginlik olarak görüp kabul ediyor. Kürdler’in bu
konuda çalışması gerekiyor” dedi.
16
SÖYLEŞİ
BasHaber
5 - 11 Ekim16
2015
MÜZİK
Sakina:
Müziğimizin eleştirmenlere ihtiyacı var
S
‘Kürdçe olunca doğal olarak politik
oluyor’
Sanat ve siyaset ilişkisini de ele alan Sakina, bunların birbirinden kopuk olmaması
gerektiğini ancak dengeli bir ilişkilerinin
olması gerektiğini vurguladı. “Kürdçe politiktir” diyen Sakina Kürdistanlı sanatçıların
doğal olarak böyle bir sürecin içine girdiğini
sözlerine ekleyerek şöyle devam etti: “Ne
yaparsanız yapın Kürdçe olunca politiktir.
Siyasetle sanatı birbirinden koparamazsınız
ama ne sanatı siyasetin içine, ne de siyaseti
sanatın içine koyabilirsiniz. Biri diğerinin
üzerinde olmamalı. Sanatçılar sanat yapmalı
politika değil. Sanat ve siyaset ilişkisi dengeli
kurulmalı, yoksa dezavantajlar içeren özellikle de siyasetin sanatı olumsuz anlamda etkilediği bir şeye dönüşür. Mesela şehitler için
söylenen şarkılara bakıyorsunuz güzel olanlar
da var ama hiçbir derinliği olmayan şarkılarda var. Burada eleştirdiğim salt ajiteye ve
propagandaya dair bir sanatsal üründür. Bir
sanatçı olarak hizmet etmek salt ajitatif ve
propagandatif şarkılar söylemek anlamına
gelmez. Yani müzik sınırlandırılıp bir kalıba
sokulamaz. Her şeyi içerir.”
Helîn Yılmaz
inema yönetmeni Halil Uysal’ın çektiği
Beritan adlı filmin müziği ile tanıdığımız Sakine Teyna, o günden bu yana
sesi ve yorumuyla adından sıkça söz ettiren
bir sanatçı. Feminist kimliği ile de ön plana
çıkan Sakina Teyna, Kürd müziği ve sanatında yaşanan sıkıntıların giderilmesi ve daha
kaliteli bir hale gelebilmesi için Kürd sanat
ve müzik eleştirmenlerine büyük bir ihtiyaç
olduğunu söyledi.
Kendi ifadesiyle çocukluğundan beri
ve dinleyicinin de Halil Uysal’ın çektiği
Beritan Filmi ile sesini keşfettiği Sakina
Teyna, berrak sesi ve orijinal yorumuyla kısa
sürede dinleyicilerinin gönlünde yer aldı.
Vartolu olan Sakina, daha çocukken bağlama çalan dört abisine vokal yaparak Alevi
deyişleri ve müziği ile hep iç içe olur. Trakya
Üniversitesi’nde öğrenci iken 1991 yılında kurulan Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM)
bünyesinde müzik çalışmalarına başlayan
Sakina, Koma Mezrabotan grubunda bir
süre vokalistlik yaptıktan sonra o dönemin
siyasi atmosferinin etkisiyle gerillaya katılır.
Üniversitedeki amatör müzik grubu ve MKM
bünyesindeki müzik çalışmaları sürerken
gerillaya giden Sakina, 1991 yılından 2006
yılına kadar dağlarında kalır.
Trio Mara’dan yeni albüm müjdesi
2006 yılında Avrupa’nın yolunu tutan
Sakina’nın profesyonel müzik yaşantısı da bu
tarihte başlar. 10 yıllık profesyonel müzik çalışmalarında 4 albüme imza atan Sakina’nın
ilk solo albümü dışında albümlerinin çoğu
hem ortak projeler hem de anonim şarkılardan oluşuyor. Sanatçı Sakina çıkardığı
ilk solo albüm ‘Roye Mi’nın, ardından ikinci
albümü Trio Mara ‘Ep Maxi’, üçüncü albümü
ise Trio Mara ‘Deri’ son olarak da Anadolu
Quartet ile ‘Köprü’ adında bir albüme imza
atar. Albümlerinde stüdyodan ziyade konser
kayıtlarının yer almasını tercih ettiğini belirten Sakina, “Bu zor bir iş. Çünkü stüdyolarda
hataların düzeltilmesi mümkün iken canlı
kayıtta mümkün olmuyor. Yani günahınızla,
vebalinizle ortadasınız. Çok daha gerçektir ve
sıcaktır. O nedenle canlı performans kayıtlarını daha çok önemsiyorum. Dinleyicilerden
aldığım tepkiler ise oldukça olumlu. Güven ve
güç verici mesajlar alıyorum” diye konuştu.
Türkiye’de dağıtımı yeterince yapılmayan
‘Roye Mi’ albümünün İngiltere’de basılarak
64 ülkede yayınlandığını dile getiren Sakina,
albümün isminin ise Kürdistan’dan şarkılar
olarak yeniden düzenlendiğine işaret etti.
Ayrıca Avrupa’da sürgünde yaşayan üç Kürd
kadın tarafından oluşturulan ve kadınlar
tarafından söylenen, kadına dair geleneksel
anonim şarkıların keman ve piyano eşliğinde
doğu dillerindeki şarkıları batı müziğiyle birleştiren bir grup olan Trio Mara’da yer alan
Sakina, yeni albüm çalışmasına başladıklarının müjdesini vererek albümün yakında
dinleyicileriyle buluşacağını belirtiyor.
‘Dünya müziği olarak tanımlıyoruz’
Kendini herhangi bir müzikal kalıp içine
sokamadığını aktaran Sakina, yaptığı müziği
ise batı enstürmental elementleri taşıyan
etnik ve klasik müzik olarak tanımlıyor.
Üç kadın olarak oluşturdukları Trio Mara
grubunun tamamen batı enstürmanlarıyla
çalıştıklarını dile getiren Sakina, esas olarak
Kürdçeyi ve Kürdlerin anonim eserlerini batı
enstürmanları ile harmanlayarak gelenekselden kopmayan modern bir tarz yakalamaya
çalıştıklarını ve bunu da “Dünya müziği”
şeklinde tanımladıklarını belirtti. Çok dilli
yaptıkları müzik çalışmalarında Kürdçe’ye
ağırlık verdiklerini dile getiren Sakina,
“Müziğin barışçıl dilini çok önemsiyorum.
Anadolu’nun bütün renkleri, dilleri ve kültürleri yüzyıllardır katliam ile karşı karşıya.
Yaşanan trajediyi, kayıpları, ölümleri, genç
yaşta yitirdiklerimizi dile getirmeye çalışıyoruz. Hayatımız normale dönemediği için
müziğimizde normale dönemiyor” dedi.
“Zazaca’yı yaşatmak için özveriyle
çalışmalıyız”
Kürdçe müzik yapanların dilin doğru kullanımı için Kürdçe ile çok sıkı bir bağ içinde olması gerektiğine vurgu yapan Sakina, “Bunun
bir ilke olması şart. Ben Zaza’yım, Soranca ve
Kurmanci biliyorum. Repertuarımda Soranca
şarkılar da var ama yine de dilin doğru
kullanımı için Soran arkadaşlarımdan destek
alıyorum. Sanatın her alanı için dilin doğru
ve özlü kullanımı, sözün gücü çok önemli.
Eski Kürd müziğinde sözün gücü inanılmaz
derecede belirgindir. Fakat bugünün müziğinde bu kalite önemsenmiyor. Sözcükler bir
araya getirilerek şarkılar yapılıyor. Hikayeleri
yok. Halbuki muhakkak şarkıların hikayeleri
olmalı. Ve doğru bir dil ile anlatılmalı. Doğru
kullanılırsa dile büyük hizmet eder” dedi.
Özellikle Kürdçe’nin Zazaca lehçesine özel
yer verilmesi gerektiğinin altını çizen Sakina,
“Zazaca kaybolmakla yüz yüze olan bir dil.
Ve unutulmaması için müzik alanında ciddi
çalışmaların yapılması gerekiyor. Özellikle
Zaza sanatçıların daha özverili bir şekilde bu
konuya eğilmesi gerek. Hepimizin Zazaca’nın
diri tutulması için üstümüze düşen büyük
sorumluluklar var” dedi.
‘Çok satanın iyi olduğu yanılgısı var’
Kürd sanatçıların Avrupa’da yaşadıkları
sıkıntıların başında sanatı ele almada bir
mentalite eksikliği olduğuna işaret eden
Sakina, bu durumun verilen emeğe rağmen
ürünün kalitesinin düşük olmasına neden olduğunu belirtiyor. Kürdlerde kendinden olana saygı göstermesi konusunda yetersizlikler
olduğunu dile getiren Sakina, şunları söyledi:
“Ben şuna inanıyorum; İnsan kendinden
olana saygı gösterir, kendinden olanı yüceltir
ve severse aynı ölçüde başkalarına da değer
verebilir. Bu noktada popüler kültüre kayış
var. Çok satanın en iyi olduğu gibi bir yanılgı
var. Bu buradaki Kürd sanatçılarının temel
problemlerinden biridir. Özellikle örgütlere
dayanan sanatçılarda ciddi bir rehavet meydana getiriyor.“
‘Müziğimi uluslararası alanda yapmak
istiyorum’
En büyük isteğinin dünyanın birçok yerine
kendi müziğini ulaştırmak olduğunu dile
getiren Sakina, “Daha çok uluslararası alanda
bu müziği yapmak istiyorum. Yine ağırlıklı
olarak Zazaca şarkıların yer aldığı bir albüm
çıkarmak ve esasında gerçek bir müzik yapmak istiyorum. Tabiî ki bunların yanında en
büyük çabam müziğimin benimle uyuşması
olur. Bu alanda kendimi Sakina olarak ifade
etmeye çalışıyorum. Bir diğeri de uzun yıllar
Kürd müziğinde kadınların yaptığı çok
önemli çalışmalar oldu. Ama belli bir istikrar
sağlanamadı. Bu açıdan Trio Mara projesinin
önemli olduğunu düşünüyorum. Yani profesyonel kadınlar tarafından geleneksel müziğin
klasik batı müziği enstürmanları ile icra
edilmesi. Aranjesine kadar albümle ilgili tüm
çalışmalarımızı kendimizin yapmasının çok
önemli bir yenilik olduğunu düşünüyorum”
şeklinde konuştu.
Eleştirmenlere ihtiyaç var
Kürd müziğinde ve sanatında yaşanan
sıkıntıların başında kalitenin gözetilmemesi
olduğunu belirten Sakina, “İnsanlarda şöyle
propaganda yaparsam, şunu kullanırsam yol
alırım algısı var. Bu zemin kurutulmalı. Böyle
olunca belli değerleri sloganik bir şekilde kullanarak, içerikten yoksun sözlerle ifade etmek
oluyor. Bu da yetersiz ve kaliteden yoksun
olmasını sağlıyor. Bunun ayırt edilmesi
gerekiyor. Bunun için dinleyicilerin eleştirel
bakmaları ve müzik eleştirmenlerinin eleştirmesi önemli. Bu anlamda Kürd müziğinin iyi
eleştirmenlere ihtiyacı var” dedi.

Benzer belgeler