1 I. AİHS 5. Madde - Özgürlük ve Güvenlik Hakkı 12 Mart 2014 I
Transkript
1 I. AİHS 5. Madde - Özgürlük ve Güvenlik Hakkı 12 Mart 2014 I
I. AİHS 5. Madde - Özgürlük ve Güvenlik Hakkı I. 12 Mart 2014 Genel Bakış: 1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 5. Maddesinde “kişi özgürlüğü” (liberty) ve “kişi güvenliği” (security) düzenlenmiştir. “Kişi özgürlüğü”; kişilerin fiziksel (bedensel) özgürlükleriyle, dolayısıyla kişinin özgürce hareket edebilmesiyle yakından ilgilidir. Bu fiziksel özgürlüğe keyfi bir biçimde müdahale edilmemelidir. Bu noktada “kişi güvenliği” devreye girer. “Kişi güvenliği;” kişi özgürlüğünün, hukuken koruması, hukukun güvencesi altında olmasıdır. Güvenlik hakkı mutlaktır, özgürlük hakkı ise 5. maddenin 1. fıkrasının (a) ilâ (f) bentleri uyarınca sınırlanabilir.1 Kişinin dolaşım özgürlüğü, 4 Numaralı Ek Protokolün 2/1. maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu madde, bir devletin ülkesi içinde yasal olarak bulunan herkese serbestçe dolaşma hakkı tanımaktadır. 12 Ocak 2010, Gillan ve Quinton v. Birleşik Krallık (No.4158/05), kararında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM veya Mahkeme), üst araması için durdurmanın 4 Numaralı Protokolün 2. maddesindeki hareket özgürlüğüyle ilgili olduğunu, ancak kolluk güçlerinin dur emrine uyulmaması halinde ceza yaptırımı veya zor kullanmaları söz konusu ise 5/1. maddenin uygulanabileceğini açıklamıştır. 2. İnsan hakları belgeleri; kişilerin keyfî olarak özgürlüğünden yoksun bırakılmamaları için önleyici kurallar, önlemler getirmiştir. Bu bağlamda AİHS’nin 5. maddesinin 1. fıkrasında yasaya uygun olarak özgürlüklerin kısıtlanabileceği haller gösterilmiş; 3. 4. ve 5. fıkralarında, kişi özgürlüğü konusunda usule ilişkin teminatlar getirilmiştir. 5. maddeyi Mahkeme bazı kararlarında; “demokratik bir toplumda kişilerin resmî makamlar tarafından keyfî olarak gözaltına alınmasından korunması” olarak yorumlamıştır. Mahkeme, özgürlükten yoksunluk durumunda kişilerin keyfî uygulamalardan korunması için; bu yoksunluğun ulusal kurallar yanında, Sözleşme’nin 5. maddesinin 1. fıkrasında altı bent halinde sınırlı olarak sayılan hallere uygunluğunu da araştırmaktadır. 25 Mayıs 1998, Kurt v. Türkiye1 kararında, resmî görevlilerin elindeki yetkilerini kötüye kullanılmalarının önlenmesi hususundaki hassasiyetini; kişi özgürlüğünün kısıtlanabileceği halleri açıklayan 5. maddenin 1. fıkrasını a, b, c, d, e ve f bentlerinin özgürlük hakkının istisnası olduğunu dikkate alarak söz konusu bentleri her zaman dar yoruma tabi tutacağını açıklamıştır. (Par.122) AİHM kararlarında sıklıkla vurguladığı gibi özgürlükten yoksunluk, sözleşmeci devletin ulusal hukuku (maddi ve usul hukuku) yanında, 5. maddenin amacına da uygun olmalı, diğer bir deyişle keyfilik içermemelidir. (bk. 22 Mart 1995, Quinn v. Fransa kararı, par. 17-42 ve 122) Keyfiliğin önlenmesi için özgürlükten yoksun bırakan resmi makamların işlemleri bağımsız yargı denetimine tabi olmalı, bu denetimin uygulanabilmesi için de öncelikle yakalanan kişinin adı, yakalanma nedeni ve yeri ile tarihi resmi kayıtlara geçirilmelidir. (bk. Kurt kararı 122-125. paragraflar) (Benzer karar 15 Kasım 1996 tarihli Chahal - Birleşik Kraliyet kararı, 118. Par.) 3. Bu maddede geçen “özgürlükten” ne anlamalıyız, ne zaman özgürlükten yoksunluk vardır? Özgürlüğün kısıtlanması ile özgürlükten yoksun bırakılmak farklı kavramlar mıdır? Bu sorulara öncelikle AİHM’nin kararlarını dikkate alarak yanıt aramalıyız. Özgürlükten yoksunluğu ana çizgilerle, kişinin dış dünyayla temasının kısıtlandığı, hareket serbestîsinin ortadan kaldırıldığı haller olarak tanımlayabiliriz. AİHM kararlarına göre: Özgürlük hakkı 1 25.05.1998, Kurt v Türkiye, No. 15/1997/799/1002. Par. 123 1 kişinin fiziksel özgürlüğüyle ilgilidir. Özgürlükten yoksun bırakılıp bırakılmadığının tespitinde başlangıç noktası kişinin mevcut durumu olmalı; özgürlüğü kısıtlayıcı önlemin süresi, etkisi ve uygulama şekli gibi bir dizi ölçüt dikkate alınmak suretiyle özgürlükten yoksunluk bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Özgürlükten yoksunluk ile özgürlüğün kısıtlanması arasındaki fark, herhangi bir önlemin niteliğinden ziyade, uygulanma süresi ve yoğunluğundan ortaya çıkmaktadır. Bir önlemin, yoksunluk mu yoksa kısıtlama mı olduğunun belirlenmesi için kesin ölçütler getirilmesi mümkün değildir. Yoksunluğun başladığı noktada, Sözleşmenin 5. maddesi uygulanmaya başlayacaktır. Özgürlüğün yalnız kısıtlandığı, yoksunluğun bulunmadığı hallerde 5.maddenin uygulanması söz konusu değildir. Bu ayrımın açıklığa kavuşması için AİHM’nin iki kararı bir sonraki paragrafda incelenmiştir. 4. 8 Haziran 1976, Engel ve Diğerleri v. Hollanda, (No.5370/72) davasında; askerlerin kendi konutlarında veya askerî bina ve tesislerde tecrit edilmesini özgürlükten yoksunluk oluşturmadığına karar verilmiştir. (Par.60-65) Askerlik hizmetinin gerektirdiği kısıtlamalarda 5. Madde kapsamında değerlendirilmeyecektir. (Par.59) 28 Kasım 1988, Nielsen v. Danimarka (No. 10929/84), davasıdır; bir küçüğün annesinin istemiyle çocuk psikiyatri koğuşuna yatırılmasının 5.madde çerçevesinde özgürlükten mahrumiyet oluşturmadığını, bu durumun, çocuğun yararları doğrultusunda annelik sorumluluğunun yerine getirilmesi olduğuna karar vermiştir. ( par. 72-73) Diğer önemli bir husus ise, kişinin kendi özgür iradesiyle yetkili makamlara teslim olması ve alıkonmayı kabul etmesinin, bu makamların 5. madde hükümlerine uyma yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacağıdır. 18 Haziran 1971, De Wilde, Ooms ve Versyp v. Belçika (No. 2832/66 2835/66 2899/66) kararında bu husus incelenmiştir. İkinci ve üçüncü başvuran polisten; kalacak yerleri, işleri olmadığı için sosyal hizmet kurumunda yatıp kalkacak yer verilmesini ve iş bulunmasını istemişlerdir. Kendi iradeleriyle polise gelip talepte bulunmaları, özgürlükten yoksun bırakma olarak değerlendirilmeyeceği Belçika hükümeti tarafından ileri sürülmüştür. Mahkeme, geçici bir stres veya sıkıntının kişiyi polise teslim olmaya sürükleyebileceğini düşünmektedir. Ayrıca özgürlük hakkı, demokratik bir toplumda o kadar önemlidir ki, bir kimse sırf kendi isteği ile özgürlükten yoksun bırakılmasını istemiş olması, o kişinin Sözleşmenin korumasından yararlanma hakkını kaybetmesine neden olmaz. Özgürlükten yoksun bırakılmaya kişi rıza gösterse bile, Sözleşmenin 5. maddesinin ihlali oluşabilir. Avrupa Konseyi içinde kamu düzenini ilgilendiren bir konuda, Sözleşmenin güvencesi altındaki hak ve özgürlüklerin ihlaline neden olabilecek tüm önlemler, Sözleşme organları tarafından her davada denetlenmelidir. (par.65) Son yıllarda sıkça karşılaşılan hava limanları transit bölümlerinde iltica talebinde bulundukları için tutulan ve başka bir ülkeye gönderilemeyenlerin, bu tutulmanın aşırı uzun süreli olması halinde, keyfiyetin özgürlüğün kısıtlanmasından çıkarak, yoksunluğa dönüştüğü kabul edilmektedir. (bk. 5. par. Amuur kararı) Suç işlediği şüphesiyle yakalanıp nezarethaneye konulma, özgürlükten yoksunluğun en belirgin örneğidir. Bu kararlardan da anlaşıldığı gibi yoksunluk ile kısıtlama arasındaki fark, genelde önlemin derecesi veya yoğunluğundan ileri gelmektedir. Kişilere polis karakolunu terk edemeyecekleri konusunda yapılacak bir ihtar, kısıtlamanın başlangıcını oluşturabilir. Küçüklerin nezaret veya bir odaya kapatılmadan yalnız iki saat süreyle karakolda sorgulanmaları, kısıtlama olarak görülmemiştir. (19 Mart 1989, X v Almanya, (no.881/79) Komisyon kararı par.158) İnsani nedenlerle karakola getirilen ve istediği zaman karakolu terk edebilecek durumda olan kişini özgürlüğü kısıtlanmamıştır. (10 Nisan 1990, Guenat v İşviçre, No.24722/94, Komisyon kararı) Mahkeme, 2010 ve takip eden yıllarda verdiği daha yeni kararlarında çok kısa süreleri bile 5. Madde kapsamında görmüştür. İç İşleri Bakanlığı 2 önündeki gösteriye katılmak üzere gittiği anlaşılan başvuranın polis tarafından oradan geçen troleybüse zorla bindirilerek sekiz dakika sonra serbest bırakılması özgürlükten yoksunluk olarak kabul edilmiştir. (24 Ocak 1012, Brega ve Diğerleri v. Moldova, No.61485/08, par. 19 ve 43) 23 Temmuz 2013, M.A v. Kıbrıs, (No.41872/10) kararında, kaçak göçmenler Lefkoşe merkezinde bir meydana kurdukları protesto çadırlarından aralarında başvuran da olduğu halde polis tarafından toplanarak, emniyet müdürlüğüne götürülmüştür. Başvuran diğerleriyle birlikte kimliğinin tespiti için nezarete konulmadan odada tutulmuş, kendilerine yiyecek ve içecek verilmiş, operasyon sırasında bir direniş olmamış ve kimseye kelepçe takılmamıştır. Emniyette geçen iki veya üç saatlik süreler özgürlük yoksunluğu olarak kabul edilmiştir. Başvuran ve yasa dışı göçmenlerin herhangi bir direnişi olmasa bile polis araçlarına kendi iradeleriyle değil mevcut koşulların zorlaması ile bindikleri kabul edilmiştir. Zor öğesi, (element of coercion) 5/1. Madde çerçevesinde özgürlükten yoksunluğun önemli bir göstergesi olarak kabul edilmiştir. (par. 193) Buna karşılık havalimanında, bilgisayardaki kimlik bilgisi yanlışlığının düzeltilmesi için bir odada birkaç saat bekletilmenin 5. Madde açısından bir sorun oluşturmadığına karar vermiştir. (15 Ekim 2013, Gahramanov v Azerbaycan No.26291/06 kabul edilmezlik kararı) 5. Sözleşmenin 5/1. maddesinde altı bent halinde belirtilen hallerde, ulusal yasa hükümleri uyarınca kişi özgürlüğünden yoksun bırakılabilir. Söz konusu altı bent özgürlüğün kısıtlanmasına izin verilen sınırlı halleri göstermektedir. Bu altı bent dışındaki hallerde özgürlüğün kısıtlanması mümkün değildir. ( 6 Kasım 1980, Guzardi v. Italy; Witold Litwa v. Polonya, Saadi v. Birleşik Krallık (BD). Özgürlükten yoksun bırakma 5/1. maddede altı bent halinde sayılan hallere uygun olsa bile, bu konuda ulusal yasalarda bir düzenleme yoksa Sözleşmenin 5. maddesinin ihlali söz konusu olur. Bu nedenle metinde geçen yasadan ne anlamalıyız veya AİHM 5/1.maddede geçen “yasada belirlenen yollar” veya yöntem deyimindeki “yasa” sözcüğü nasıl yorumlanmalıdır2? Bir yasanın verdiği yetkiye dayanılarak kişilerin özgürlükten yoksun bırakılabilmesi için yasa belli bir nitelikte olmalıdır. Amuur v. Fransa3 başvurusunda; Fransa’ya iltica etmek isteyen Amuur, hava alanı transit merkezinde 20 gün süreyle Başbakanlık Sirküleri uyarınca tutulmuştur. Bu Sirkülerde, özgürlüğün ne kadar bir süre için kısıtlanabileceği, alıkonan kişiye yapılması gereken hukukî, insanî ve sosyal yardımlar ile bunların uygulanma yöntemi belirlenmemiştir. Bu nedenle Sirküler, bir yasa kuralında olması gereken “öngörülebilirlik”, yine dayanak Başbakanlık Sirkülerinin yayımlanmamış olması nedeniyle de “erişilebilirlik”e sahip olmadığı tespit edilmiştir. Buradan çıkarılacak diğer bir sonuçta, Maddede geçen yasa deyiminden, sadece kanunları değil, tüzük, yönetmelik, genelgelerin de yasa olarak kabul edilip değerlendirildiğidir. Eğer bir yasadaki belirsiz düzenleme, ulusal mahkemelerin içtihatlarıyla açıklığa kavuşturulmuş, belirlenmiş ise artık bir ihlâl nedeni olarak görülmez. Ulusal yasanın kalitesine ilişkin diğer bir karar, 1 Aralık 2008, Medvedyev ve Diğerleri v. Fransa (No. 3394/03) kararıdır. Davanın konusu, Uyuşturucu ve Psikotrop Maddelerin Kaçakçılığına Karşı BM Sözleşmesinin 17. maddesinin uygulanması için yürürlüğe konulan 15 Temmuz 1994 günlü Fransız ulusal yasasının uygulanmasıyla ilgilidir. Yasa Fransız savaş gemilerine kara suları dışında, (uluslararası sularda) söz konusu BM Sözleşmesine taraf ülkelerin ticaret gemilerinin makul şüphenin bulunduğu hallerde aramasına izin vermekteydi. Kamboçya söz konusu BM Sözleşmesine taraf değildi. Ancak, uluslararası sularda bulunan bir Kamboçya gemisinde 2 Maddede geçen “yasada belirlenen yollar”, Sözleşmenin Fransızca metnine uygun bir çeviridir. “İngilizce metinde “with a procedure prescribed by law” “yasa ile belirlenmiş yöntem” yer almaktadır. 3 25 Haziran 1996 gün ve 19776/92 sayılı karar 3 uyuşturucu kaçakçılığı yapıldığının anlaşılması üzerine Kamboçya Fransa’ya, gemiye Fransız savaş gemilerinin müdahalede bulunması için diplomatik yoldan müsaade etmişti. Anlaşmada, 13 gün boyunca gemideki mürettebatın gözaltında bulundurulmasına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Fransız yasasında, yalnız denetim ve uyuşturucuya el koyma öngörülmüş olup, yakalamaya ilişkin bir düzenleme yoktu. Ulusal yasada gemideki mürettebatın özgürlüklerinin kısıtlanması koşulları, ayrıca gözaltına alınırlarsa aileleri ve avukatlarıyla görüşme konusunda herhangi bir açıklamada yer almamıştı. Bu nedenle AİHM; Kamboçya gemisi mürettebatının özgürlükten yoksun bırakılmasını, Sözleşmenin 5/1. maddesinde yazılı olduğu üzere, “yasada belirlenen usule” uygun olduğunun söylenemeyeceğini, 5. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir. 6. Özgürlüğün yoksunluğunun başladığı andan, serbest bırakılıncaya kadar geçen süre içinde kişi, 5. maddenin getirdiği güvencelerden faydalanır. Özgürlüğünden yoksun kişinin, Sözleşmedeki diğer haklarını kullanmada güçlük çekeceği için, 5. maddenin ayrı bir ağırlığı bulunmaktadır. 5. madde her zaman amacına uygun bir biçimde yorumlanıp uygulanmalıdır. Yoksunluk istisnai olmalı, nesnel bir temele dayanmalı, gerekenden fazla olmamalı ve zaman zaman yoksunluğun haklılığı gözden geçirilmelidir. Yoksunluk oluştuğunda, derhal sistematik bir şekilde kayıtlara geçirilmelidir. 7. Yerleşmiş içtihatlar uyarınca, AİHS’nin 35. Maddesindeki altı aylık başvuru süresi, iç hukuk yollarının bulunmadığı durumlarda, Sözleşmenin ihlalini oluşturduğu iddia edilen işlem tarihinden, eğer süregiden bir durum söz konusu ise, bu durumun sona ermesinden itibaren altı ay içinde başvuru yapılmalıdır. 11 Aralık 2007, , Cengiz Polat v Türkiye (No. 40593/04) kararında başvuran 06 Şubat 1993 tarihinde yakalanmış, 12 Haziran 2000 yılında ömür boyu hapse mahkûm olmuştur. Yargıtay’ın 15 Mart 2001 ve 20 Mart 2006 tarihli Yargıtay bozma kararları üzerine başvuran tutuklu olarak yargılaması sürerken, 4 Ekim 2006 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvuru 15 Ekim 2004 tarihinde yapılmıştır. Hükümetin altı aylık sürenin aşıldığı iddiasına karşı AİHM; birbirini izleyen tutukluluk dönemlerinin bir bütün olarak dikkate alınması ve altı aylık sürenin son tutukluluk döneminin bitiminden itibaren başlaması gerektiğine karar vermiştir. Bu nedenle, altı aylık sürenin, son tutukluluk döneminin bitiminden itibaren (sanığın tahliye edildiği 4 Ekim 2006) başlaması gerekmektedir. Başvurunun altı aylık süre içinde yapıldığı kabul edilmiştir. 8. Sözleşmeci devlet, savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike halinde, Sözleşmenin 15. Maddesi uyarınca, 2., 3., 4. ve 7. Maddeler dışında Sözleşmenin diğer maddelerinin getirdiği yükümlülüklere aykırı önlemler alabilir. Örneğin, gözaltı sürelerini uzatmak istiyorsa, uzun sürenin hangi koşullarda uygulanacağını Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine bildirmelidir. AİHM önündeki başvurunun koşulları ile yapılan bildirimi birlikte inceleyerek, örneğin terör, organize suçları için uzun gözaltı süresi getirilmesinin Sözleşmenin 5/3.Maddesine uygunluğunu her somut olayda inceler. Çekincenin getirilmesi, Sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerden ilgili devletin otomatik bir biçimde muaf olduğu anlamına gelmez. II. Özgürlükten yoksunluk halleri 9. AİHS’nin 5.maddesi 1.fıkrasında “aşağıdaki belirtilen haller” ve “yasada belirlenen yollar dışında” hiç kimsenin özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağı hükmü vardır. Özgürlükten 4 yoksun bırakılabilecek haller 5. maddenin 1.fıkrasında: a) mahkûmiyet üzerine hapis, b) yasaya uygun olarak verilen bir mahkeme kararına riayetsizlik veya yasanın öngördüğü yükümlülüğün yerine getirilmesi, c) bir suç işlediğine dair makul şüphe bulunması, d) bir küçüğün eğitiminin sağlanması veya yetkili merciin önüne çıkarılması, e) bulaşıcı hastalık, akıl hastası, alkolik, uyuşturucu madde bağımlısı veya serserinin gözaltına alınması, f) bir kişinin usulüne aykırı ülkeye girmekten alıkonulması, sınır dışı etme veya suçluların iadesi işlemleri olarak belirlenmiştir. Bunları sırasıyla inceleyebiliriz. III. AİHS’nin 5/1-a bendi: 10. Söz konusu bent “Kişinin yetkili mahkeme tarafından mahkûm edilmesi üzerine usulüne uygun olarak hapsedilmesi” hükmünü içermektedir. 4 Metinde geçen “Usulüne uygun bir şekilde hapsedilme“ (Lawful detention veya détenu régulièrement) Avrupa İnsan Hakları Komisyonu raporlarında, yasaların belirlediği usule uygun karar verme olarak yorumlanmış ve hatasız uygulamayı gerektiren “yasallık” (legalité) anlamında olmadığı açıklanmıştır. (Komisyonun 9 Mart 1978 tarihli, 7629/76 tarihli Heinz Krzycki v. Almanya Raporu, s. 8) Bunun bir sonucu olarak, mahkûmiyet kararının ya da hürriyeti bağlayıcı cezanın doğru olup olmadığı, süresi ve hapsin infazına ilişkin koşullar inceleme konusu yapılamaz. Yasadan, ulusal yasa anlaşılmalıdır. (domestic law) Bu bent kapsamında mahkûmiyet kararının infazının hukukuksallığı incelenecektir. 11. Komisyonun raporlarında “Yetkili mahkeme” mahkûmiyetin adli bir merci tarafından verilmesi olarak yorumlanmıştır. Yetkili mahkeme tüm mahkemelerde bulunması gereken ortak özelliklere sahip olmanın yanında, idareden ve davanın taraflarından bağımsız olmalı, adil bir yargılamanın teminatlarını içermelidir. (10 Mart 1972, De Wilde, Ooms ve Versyp v Belçika kararı, (No. 2832/66 2835/66 2899/66) (par.78). Bunun sonucu, polis, savcı, askerin komutanı veya idari merci tarafından verilen hapis cezası 5/1-a’ya aykırılık oluşturur. ( Benzer şekilde 19 Temmuz 1974 tarihli Komisyonun Engel B.20 (1978) raporu sh.63) Pulatlı v. Türkiye kararında, başvurana komutanın verdiği yedi gün oda hapsinde, 5/1-a’nın ihlali bulunmuştur.(par.28-34)5 Buna karşılık askeri komutanın suç işlediğine ilişkin makul şüphe bulunan kişiyi yakalama kararı vermesinde herhangi bir aykırılık görülmemiştir. ( 22 Mayıs 1984, De Jong, Baljet ve Van den Brink (No. 8805/79 8806/79 9242/81) kararı, s. 21-22) (Askeri komutanın verdiği oda hapsinin 5/1-a’ya aykırı olduğuna ilişkin diğer bir karar, 5 Haziran 2012. Tengilimoğlu ve Diğerleri v. Türkiye (No. 26938/08, 41039, 66328, 66451/09) kararıdır. Hukuka veya usulüne uygun hapsedilme konusunda AİHM; mahkûmiyete esas olguların, suçun işlendiği tarihte ilgili ulusal mevzuatta hapsi gerektiren bir suç olarak belirlenmiş olmasını aramaktadır. Bu bir yönüyle, Sözleşmenin 7. maddesiyle de ilintilidir. Diğer taraftan mahkûmiyet kararı, AİHS’ye taraf olmayan bir ülkede verilmişse, bu hüküm Sözleşmenin 6. maddesinin gerektirdiği anlamda, adil bir yargılama sonunda verilmiş 4 İngilizce metin “The lawful detention of a person after conviction by a competent court” şeklindedir. Fransızca metin “s’il est détenu régulièrement après condamnation par un tribunal compétent “ şeklindedir. İngilizce metinde geçen “Lawful” yerine göre yasal veya hukuka uygun, hukuksal olarak çevrilebilmektedir. Söz konusu bentin Türkçeye çevirisinde Fransızca metindeki “régulièrement” kavramının esas alındığı düşünülmektedir. 5 26 Temmuz 2011 tarihli 38665/07 sayılı karar. Benzer şekilde 22 Aralık 2005 tarihli A.D. v. Türkiye kararında da komutanın verdiği 21 gün oda hapsi söz konusu bende aykırı bulunmuştur. 5 olmalıdır. 26 Haziran 1992, (No.12747/87) Drozd ve Janousek v. Fransa ve İspanya kararının konusu, Sözleşmeye taraf olmayan bir ülkede verilen hapis cezasının Fransa’da infaz edilemesidir. AİHS’ye taraf olmayan ülkedeki yargılamanın adil olup olmadığının, kararın infazından önce bir Fransız mahkemesi tarafından denetlenmesi gerektiği kabul edilmiştir. Burada aranan, mahkûmiyetin hukuksallığı değil, mahkûmiyet nedeniyle kişinin özgürlüğünden yoksunluğunun hukuksallığı veya usulüne uygun olup olmadığıdır. Açıkça adalete aykırı hükümlerin infazı söz konusu maddenin ihlalini oluşturacaktır. Bu konuda 24 Mart 2005, Stoichkov v. Bulgaristan, (No. 9808/02) kararına yakından bakmalıyız. Başvuran hakkında iki kadına tecavüz ettiği iddiasıyla hakkında kamu davası açılmış ve 10 yıl hapse mahkûm edilmiştir. Başvuran yurt dışında olduğundan yargılama gıyabında yapılmıştır. Ehliyetini yenilemek için karakola gidince durumu öğrenmiş, kesinleşmiş cezanın infazı için cezaevine konulmuştur. Yargılamanın yenilenmesi de mümkün değildir. Zira tüm duruşma dosyası imha edilmiştir. Yetkili mahkeme tarafından bir mahkûmiyet kararı üzerine başvuran cezaevine konulduğuna göre AİHM başvuruyu 5 § 1 (a) çerçevesinde inceleyeceğini açıklamıştır. Mahkûmiyet kararı Bulgar yasalarına uygundur ve keyfi bir uygulama olduğuna ilişkin herhangi bir göstergede yoktur. Böyle durumlarda AİHM Sözleşmenin 6. Maddesinin gereklerine bütünüyle uyulup uyulmadığını araştırmak ve kanıtlanmasını istemek zorunda değildir. Bununla birlikte, yargılamada 6. Maddenin içerdiği ilkeler açık bir şekilde ihlal edilmiş, adillik açıkça göz ardı edilmişse, bu hususlar 5 § 1 (a) kapsamında dikkate alınıp incelenebilecektir. (Kararın 51.par) ( Bk. 26 Haziran 1992, Drozd and Janousek v. Fransa ve İspanya, (no.16462/90) kararı par. 110; Iribarne Pérez v. Fransa, 19 Ocak 1994 günlü Komisyon raporu s.23 ) Söz konusu Stoichkov’un Bulgaristan aleyhine yaptığı başvurusunda, ceza yargılaması gıyapta (in absentia) yapılmıştı. 6. Maddenin içerdiği haklardan, yüze karşı yargılama ilkesine açıkça aykırı davranılmıştı. Bu nedenle mahkûmiyet kararının infazı için başvuranın özgürlüğünden yoksun bırakılması 5/1- (a) Maddesine aykırı bulunmuştur. (par.52) Gıyapta yargılama adaletin inkârıdır. (denial of justice) Sanık hukuksal ve olgusal olarak açıkça bu hakkından vazgeçmedikçe mahkeme önüne çıkabilmeli ve kendini savunabilmelidir. Sanığın bizzat yargılamaya katılması, yargılamanın yüzüne karşı yapılması adil yargılamanın temel öğesi olduğu AİHM’nin yerleşmiş içtihatlarıyla belirlenmiştir. (Bk. 12 Şubat 1985 Colozza v. İtalya kararı, par. 14 & 27; 28 Ağustos 1991 F.C.B v. İtalya kararı, , par.21; 27 Mayıs 2004, Yavuz v. Avusturya kararı, (No. 46549/99) par.45) Tüm bu kararlarda gıyapta verilen mahkûmiyet kararlarının infaz edilmesi nedeniyle, AİHS’nin 5 § 1. Maddesinin ihlal edildiği kabul edilmiştir. 12. İlk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet kararının, istinaf veya temyiz incelemesinde edimsel veya hukuksal yanlışlıklar yüzünden bozulması, ilk derece mahkemesi yargılaması sırasındaki özgürlükten yoksunluklara bir etkisi olmayacaktır. (10 Haziran 1996, Bentham v Birleşik Krallık kararı, par.42) Mahkûmiyet kararının yasal dayanağı bulunmaması durumunda, temyiz incelemesi sonunda ilk derece mahkeme kararının bozulması durumunda 5/1-a’nın ihlaline karar verilebilecektir. Yunanistan’da yehova şahitleri bilinen bir dinsel grup görevlileri dini nikâh kıyabiliyorlardı. Yehova şahitleri dini görevlilerinin askerlik hizmetinden muaf tutulmaları gerekirken askeri mahkemece emre itaatsizlikten mahkûm edilmeleri, temyiz mahkemesince mahkûmiyetin yasal dayanağı olmadığından bozulmuştur. Bu nedenle de ilk derece mahkemesinin mahkûmiyet kararının yasal dayanağı olmadığı için 5/1-a’nın ihlaline karar verilmiştir. ( 29 Mayıs 1997, Tsırlıs ve Kouloumpas v. Yunanistan kararı, No. 19233/91, 19234/91 par.58-63) 6 13. 5/1-a çerçevesinde sıkça karşılaşılan sorun, hapsin infazı sırasında kişinin koşullu salıverilmesi sonrası, koşullara uymaması nedeniyle tekrar hapsedilmesinde ortaya çıkmaktadır. Komisyon, bir mahkeme hükmü üzerine hapsin infazına başlanması, infazın durdurulması, koşullu olarak serbest bırakılma gibi infazla ilgili kararların Sözleşmeci devletlerin infaz hukukları çerçevesinde ele alınacağını açıklamıştır. Bu kararların muhakkak, adli bir merci tarafından verilmesi de aranmamaktadır. (bk. Yazının 9. Paragrafındaki Komisyonun Krzycki raporu) Belirtilmelidir ki, koşullu salıvermenin yasaya aykırı olarak kaldırılıp kişinin keyfi olarak hapse alınması, Sözleşmenin 3. maddesinin uygulanmasına yol açabilir. Alman ceza kanunu uyarınca, hapis cezası infaz edildikten sonra, suç işleme eğilimleri devam ettiği ve toplum için tehlikeli oldukları anlaşılanlara, esas hükümle birlikte önleyici tutuklama kararı da veriliyordu. Schmitz v. Almanya, (No.30494/04), 28 Kasım 2011 tarihli kararda başvuran Schmitz, cinsel saldırı suçu nedeniyle verilen hapsin infazı ve üç aylık bir önleyici tutukluluk süresinden sonra koşullu olarak serbest bırakılmıştır. Ancak tekrar benzer suçları işleyince, önleyici tutuklamasına devam edilmesi kararı verilmiştir. Ancak bu karar ilk koşullu serbest bırakılmasından yaklaşık 10 yıl sonra olmuştur. İlk mahkûmiyet kararıyla ilişkisi kopmadan bu tür kararların verilebileceği Mahkemece kabul edilmiş ve 5. maddenin ihlali bulunmamıştır. Bu tür “öneyici tutuklama” kararının temel hapis kararını veren mahkemece verilmiş olması bir önkoşul olarak aranmaktadır.6 8.07.1999, Gerger v. Türkiye (No.24919/94) kararının konusu yukarıda bahsedilenlerden oldukça değişiktir. Başvuran, Terörle Mücadele Kanunu uyarınca hapse mahkûm edilmesi nedeniyle, hapsin 3/4’ünü çektikten sonra meşruten tahliyeye hak kazanacağını, oysa diğer suçlardan mahkûmiyet halinde hapsin yarısının infazından sonra şartlı tahliyeye hak kazanıldığını, bunun hem 5/1-a, hem de ayrımcılık yasağı getiren AİHS’nin 14. maddesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. AİHM kararında; suçun ağırlığı esas alınarak infazda bir ayrım yapıldığı için AİHS’nin 5/1-a ve 14. maddelerinin ihlalinin söz konusu olmadığına karar vermiştir. Koşullu tahliyesine karar verilen hükümlünün, koşullu tahliyesi kaldırılarak tekrar cezaevine konulması da söz konusu bent kapsamında AİHM’ye başvuru konusu yapılabilir. Özellikle geri alma kararının verilmesinde aşağıda açıklanacak olan 5/4. maddedeki usule uyulmaması halinde, söz konusu maddenin ihlali oluşabilecektir.1 Söz konusu 5/1-a bendi mahkemenin mahkûmiyet kararı vermesi üzerine işlemeye başlar. Mahkûmiyetten önce sanık tutukludur. Mahkûmiyet kararının temyiz edilmiş olması, diğer bir deyişle henüz kesinleşmemiş olması, hükümlünün özgürlüğünden yoksunluğunun söz konusu 5/1-a bendi çerçevesinde incelenmesine engel değildir. IV. 5/1-b bendi: 14. Bir mahkeme kararına riayetsizlik halinde veya yasanın koyduğu yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamak için özgürlükten yoksun bırakılmaya ilişkin ayrıksı durumdur. Mahkeme kararı, mahkûmiyet kararları dışındaki diğer kararlar olarak anlaşılmalıdır. Mahkûmiyet kararı bir önceki bendin konusunu oluşturur. Yasanın koyduğu yükümlülük belirli olmalıdır. Asayişin korunması, kamu düzeninin sağlanması gibi genel yükümlülüklere dayanılarak yapılacak özgürlükten yoksun bırakma halleri, bu bendin amacına uygun düşmez. Yükümlülük somut bir biçimde olmalıdır. Askerlik hizmetinin yerine getirilmesi gibi. Bu bentteki yükümlülük, öncelikle kişiye bu yükümlülüğü yerine getirme olanağı sağlanmasını gerektirir. En azından önceden haber verilmesini gerektirir. Kişiye çıkarılacak davetiyede, mahkemeye gelmemesi durumunda, zorla getirileceği ikazı yapılması gerekir. 6 28 Kasım 2011,( 30494/04 ), Schmitz v. Almanya kararı. (par. 37 ilâ 43) 7 15. Petukhova v. Rusya, 2 Mayıs 2013, 28796/07 nolu kararı yakından incelemeliyiz. 5/1. Madde bir liste halinde özgürlüğün kısıtlanabileceği ayrıksı halleri göstermişse de, bu ayrıksı durumlar her halükarda dar bir biçimde yorumlanmalı ve hiçbir koşulda kişi keyfi bir biçimde özgürlüğünden yoksun bırakılmamalıdır. (par.46) (bk. Vasileva v. Denmark, no. 52792/99, § 33, 25 Eylül 2003).) Başvuranın mahkemece zorunlu psikiyatrik muayeneye sevk edilmesi özgürlüğünden yoksun bırakılması demektir.(par.47) Dolayısıyla kişi özgürlüğünden yoksun bırakılmıştır. 5/1-e’ de, kişi akıl hastalığının sağaltımı nedeniyle zorunlu olarak bir tedavi kurumuna yatırılmaktadır. Olayda söz konusu olan yalnız zorunlu bir muayene olduğu için keyfiyet 5/1-b kapsamında incelenmelidir. (par.48-49) Söz konusu fıkrada, mahkemenin yasaya uygun kararına uyulmaması durumunda özgürlüğünden yoksun bırakılması öngörülmüştür. En azından bir kere de olsa mahkemenin kararına kişinin uyup uymayacağının sınanması, bu fırsatın ilgili kişiye verilmesi gerekir. (par.58) Başvurana bu konuda herhangi bir bilgi verilmeden, zorla psikiyatrik muayeneye götürüldüğü anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, başvuran herhangi bir direnme göstermemesine rağmen doğrudan hastaneye götürüleceğine, önce polis karakoluna götürülüp orda dört saat tutulmasının gerekçesi ilişkin dosyasında hiçbir açıklama bulunmamaktadır.(par.60-61) Bu nedenlerle 5/1-b ihlal edildiği kabul edilmiştir. 16. 27 Mart 2012, Lolova-Karadzhova v. Bulgaristan, (No.17835/07) kararı sanığın mahkemeye zorla getirilmesiyle ilgilidir. Mahkeme çağrılarına iki yıla yakın süre yüksek tansiyonu olduğuna ilişkin sağlık raporu göndererek gelmeyen sanığın zorla getirilmesine karar verilmiştir. Bunun üzerine 18 Ekim 2006 günü saat 10.00 sularında yakalanan başvuran Sofya kapalı cezaevine konulmuştur. 19 Ekim 2006 günü tren ve polis aracıyla 160 km. ötedeki kasabaya getirilmiştir. Savunması alınan başvuran aynı gün saat 15.00’da serbest bırakılmıştır. Yasayla öngörülen bir yükümlülüğün yerine getirilmesi için özgürlüğünden yoksun bırakılmıştır. Demokratik bir toplumda, yükümlülüğün hemen yerine getirilmesi zorunluluğu ile özgürlüğün önemi ve yoksun bırakma süresi dikkate alınarak bunlar arasında bir denge kurulmalıdır. (par.29-30) Bulgar hukuku beş yıldan fazla hapis cezaları için mahkemeye zorla getirilmeyi öngörmektedir. Yerel mahkemede başvuranın gelmesine gerek olmadığına karar vermesine rağmen zorla getirilmesi kararını almıştır. Bu kararın icrası için başvuran otuz saat nezarette tutulmuştur. Çıkarılacağı mahkeme ile oturduğu yer arasındaki mesafe 160 km. olmasına rağmen bu kadar uzun süre özgürlüğünden yoksun bırakılması haklı görülemez. Bir gün önceden tutuklaması kendi iradesiyle yükümlülüğü iyi niyet göstererek yerine getirmesine de engel olmuştur. Yerine getirilecek yükümlülük ile özgürlük hakkı arasında adil bir denge kurulamadığı kabul edilmiştir. (Benzer karar 24 Mart 2005, Epple v. Almanya, no. 77909/01) 17. 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun; 43. maddesindeki tanıkların zorla mahkemeye getirilmesi; 74. maddesinde yer alan “gözlem altına alma; 75. maddesindeki, şüpheli ve sanığın beden muayenesi, vücudundan örnek alınması; 78 maddedeki moleküler genetik inceleme kararlarının yerine getirilmesini, kişi özgürlüklerine müdahale edilmesine örnek olarak gösterebiliriz. 8 V. 5/1-c bendi 18. Suç işleyenin yakalanması veya suç işlemesine ya da suç işledikten sonra kaçmasına engel olmak üzere yakalama, en çok uygulanan bir özgürlükten yoksun bırakma halidir. Bu yakalamanın yapılabilmesi için makul şüphelinin bulunması ve yakalamanın “yetkili merci önüne” çıkarma amacıyla yapılmasıdır. 5/1-c metninden anlaşılacağı gibi ulusal ceza mevzuatı çerçevesinde suç olarak belirlenmiş eylemlere ilişkin yakalama yapılabilir. Makul şüpheden ne anlamalıyız? Tarafsız bir gözlemcinin, eldeki olgu veya bilgilerden söz konusu kişinin bir suç işlediği kanısına varıyorsa, makul şüphenin varlığı kabul edilmelidir. Makul şüphe için eldeki olgu veya bilgilerin, bir kişinin mahkûmiyetine yetecek seviyede olması beklenmemektedir. Hatta elde, iddianame düzenlenmesine yetecek kadar bir bilgi de olmayabilir. Kişinin geçmişte ağır ceza gerektiren bir suç işlemiş olması, tek başına makul şüphe için yeterli olmaz. 01 Kasım 1990 tarihli Fox, Campbell ve Hartley v. Birleşik Krallık (No. 12244/86 12245/86 12383/86) kararında AİHM, terör suçlarıyla mücadelede, makul şüphenin kabulünde daha esnek bir yaklaşımı kabul ettiğini açıklamıştır. Terör suçlarında makul şüphenin, diğer adi suçlarda aranan standartlarda olması beklenmemektedir. Zira birçok kişinin zarar görmesi an meselesidir ve polis çok hızlı hareket etmelidir. Bilgi kaynağının kimliğinin açıklanması ilgili kişiyi tehlikeye düşürecekse, yalnız güvenilir gizli bilgilere dayanarak yakalama yapabilir. Bunların ilerde yargılamada mahkemenin önünde getirilmesi mümkündür. Fakat bu hiçbir şekilde “5/1-c” bendinin getirdiği güvencenin özüne halel getirecek şekilde esnetilebilir anlamına gelmez. En azından yakalanan kişi hakkında bazı olgu veya bilgiler bulunmalıdır veya Kuzey İrlanda kanunlarında belirtildiği gibi “samimi bir şüpheden” daha fazlasını gösteren bilgi ortaya konulmalıdır. Başvuranların daha önce terör suçu işlemiş olmaları, tek başına makul şüphenin varlığını göstermez. Şüphe yalnız polisin iyi niyetine dayalı olmamalıdır. (Par.30-36) 16 Ekim 2004, (No.37555/97) O’hara v. Birleşik Krallık kararına konu olayda, polisin görüştüğü dört ayrı muhbirin birbirini doğrulayan bilgiler ile Bay Konig’in öldürülmesine başvuranın katıldığı belirlemiştir. Yakalama önceden planlanmış bir operasyondur ve belirlenmiş özellikli detaylara dayanmaktadır. Muhbirlerden bilgileri alan polis memuru, bunlardan tutuklama kararı veren yargıcı bizzat bilgilendirmiştir. Dolayısıyla tutuklamaya yapacak yargıcın önünde makul şüpheyi belirleyebileceği bol materyal bulunmaktadır. Tüm bu bulgular terör suçundan yakalamada makul şüphe olarak kabul edilmiştir. Ancak başvuranın ulusal mahkeme önünde yakalamaya yaptığı itirazda, soruşturmanın kötü niyetle yapıldığı veya baskıya uğradığına ilişkin bir itiraz sürmemesi de ihlal kararı verilmemesinde dikkate alındığı açıklanmıştır. (par. 42,43) 19 Eylül 2006, Süleyman Erdem v. Türkiye (No. 49574/99) kararına konu olayda başvuran, 1 Mart 1999 tarihinde yasadışı silahlı örgüte ilişkin bir operasyon nedeniyle yakalanmış, 9 Mart 1999’da tutuklanmıştır. Silahlı örgüt üyeliğinden açılan kamu davası sonunda Diyarbakır DGM’de delil yetersizliğinden beraat etmiştir. Başvuran silahlı örgüt ile ilgili görülerek, diğer bir şüpheli ile bağlantısı nedeniyle yakalanması makul şüphe olarak değerlendirilmiş, 5/1-c’nin ihlalinin bulunmadığına karar verilmiştir. Adırbelli ve Diğerleri v. Türkiye kararında7, İdil’de vuku bulan silahlı saldırı sonucu, sulh ceza mahkemesinden alınan arama kararları uyarınca, başvuranlar evlerinden alınarak gözaltına alınmışlardır. Aramada bir suç unsuru ele geçirilmemiştir. AİHM, İdil Sulh Ceza Mahkemesi arama kararının gerekçesinde, başvuranların silahlı saldırıya karıştıkları yolunda bir bilginin bulunmamasına dikkati çekmiştir. Öyleyse aramanın ve yakalamanın amacı delil elde etmektir. 5/1-c’nin ihlal edildiğine karar verilmiştir. Elde makul şüpheyi ortaya koyacak bir bilgi olmadan 7 2 Aralık 2008 tarih ve 20775/03 sayılı karar. 9 başvuranların yakalandığı kabul edilmiştir. 3 Şubat 2009 tarihli, 1709/02 ve 30070/02 sayılı İpek ve Diğerleri v. Türkiye kararında, polisin elde ettiği bilgiye göre ikinci başvuran kırsal kesimden kasabaya silahlı örgüt adına eylem yapmak üzere geldiği tespit edilmiştir. Ev adresinde yapılan aramada, ikinci başvuran ile evdeki diğer başvuranlar, silahlı örgüt ile ilişkileri olup olmadığının tespiti için yakalanarak nezarete konulmuştur. Aramada herhangi bir suç unsuru elde edilmemiştir. Mahkemenin bu olayla ilgili belli başlı gerekçeleri şöyledir. Yeterli şüphenin bulunmadığı durumlarda; itiraf elde etmek, diğerleri hakkında tanıklık yapılmasını sağlamak, makul şüphenin oluşturulması için olgu ve bilgi edinmek amacıyla yakalama yapılamaz. Ancak ikinci başvuran için makul şüphe oluşmuştur. Yasadışı örgüte mensup olduğu şüphesinin doğrulanması veya aksini şüphenin giderilmesi amacıyla hürriyetinden yoksun bırakılması 5/1-c’ye uygun bulunmuştur. Diğer başvuranlar, salt ikinci başvuranın evinde bulunmaları nedeniyle gözaltına alınmışlardır. Haklarında bunun aksini gösteren bir bilgi veya belge bulunmaması nedeniyle, bir suç işlemelerin önlenmesi veya suç işledikleri için gözaltına alınmış değildirler. Söz konusu madde ihlal edilmiştir. Kişinin gözaltına alındıktan sonra, herhangi bir suçlama yapılmadan serbest bırakılması otomatik olarak, 5/1-c’nin ihlalini olarak görülemez. Yakalama için makul şüphe varsa, sonradan dava açılmamış olması veya takipsizlik kararı verilmesi söz konusu bendin ihlalini oluşturmaz. ((Benzer kabul 22 Ekim 1997, 127/1996/945/746 No’lu Erdagöz v Türkiye kararında görülmektedir. Par.51-51) 19. Suç işlenmesinin önlenmesi için yakalama ancak somut, belirli bir suçun işlenmesi olasılığı durumunda yapılabilir. Suçun genel anlamda önlenmesi veya kişi suç eğilimli görülerek ilerde suç işleyebileceği düşünülerek yapılacak yakalamalar 5. maddeye uygun düşmeyecektir. Başvuranın tehditkâr davranışları ve fiziksel saldırıları nedeniyle verilen mahkûmiyet kararlarının özellik ve kapsamı; olay anında akli dengesi dikkate alındığında, benzeri suçları işleyebileceği kanısına varmak için esaslı gerekçeler varsa, suçun önlenmesi için yakalama yapılabilir. Nitekim başvuran serbest bırakıldıktan hemen sonra bu tür suçları işlemiştir.8 Mahkeme, 6 Kasım 1980, (7367/76) Guzzardi v. İtalya kararında, somut ve belirli bir suçun işleneceğine ilişkin makul şüphe olmadan, salt suçun önlenmesi amacıyla yapılan yakalamanın, Sözleşmenin 5. maddesi uygun olmayacağını yinelemiştir. (Par.100-103) Ceza kanununda yaptırımı para cezasından ibaret olan suçtan yakalama 5/ 1-c’ye aykırılık oluşturur. (6 Kasım 2008, 68294/01 Nolu Kandzhov v. Bulgaristan kararı par.59) 20. 5/1-c bendi uyarınca yapılan yakalamalar, her zaman yetkili merci önüne çıkarılmak için yapılmalıdır. 5/3. maddesi uyarınca bu merci genelde bir yargıç olmalıdır. Yakalama, yargıç önüne çıkarılmak üzere yapılabilir. VI. 5-1-d bendi 21. Küçük, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin CM(72) sayılı kararı ışığında 18 yaş altındaki kişi olarak tanımlanmıştır. 14 Aralık 1979, X v. İsviçre ( No. 8500/79) kabul edilmezlik kararında, hırsızlık ve trafik suçlarından yargılanan 15 yaşındaki başvuranın, İsviçre ceza kanunu uyarınca 8 ay gözlemleme merkezinde psikolojik durumunun belirlenmesi için tutulmasında 5/1-d’ye aykırı görülmemiştir. Önlemler idare veya mahkeme tarafından alınabilir. Bentte geçen “eğitimsel denetim” (educational supervision) yalnız bir okuldaki eğitim olarak görülmemelidir. Bu amaç çok değişik uygulamalara neden olabilir. Örneğin 9 8 27 Mayıs 1997, Eriksen v. Norveç kararı. Par.86-87 10 Kasım 2000, D.G. v. İrlanda, (no.39474/98) kararının konusu, sorunlu bir çocukluk geçiren başvuranın mahkûm olduğu 9 ay hapis cezasının infazından son/80ra, bir ay kadar bir ceza kurumunda tutulmasının küçüğün eğitimi ile ilgili olmadığı için 5/1-d’nin ihlali olarak görülmüştür. (par. 83-85) 29 Şubat 1998, Boumaru v. Belçika (No. 9106/90) kararının konusu, çeşitli suçlar işlediğinden şüphe edilen küçüğün, uygun bir eğitim kurumu bulununcaya kadar, çocuk mahkemesi tarafından on beş günü geçmemek üzere cezaevinde tutulmasına karar verilmiştir. Bu karar dokuz defa tekrarlanmasına rağmen, uygun bir eğitim kurumu bulunamaması nedeniyle her seferinde on beş gün dolmadan serbest bırakılmıştır. AİHM, denetimli eğitim kurumu bulununcaya kadar ilk adımda geçici bir önlem olarak bir ceza kurumunda küçüğün tutulmasında bir sakınca görmemektedir. Ancak hızlı bir şekilde kapalı veya açık, salt küçüklerin eğitimi için kurulmuş ve bu amaca yönelik yeterli kaynakları olan kurumlara küçükler nakledilmelidir. Başvuran eğitim kurumu bulununcaya kadar ailesi ve hapishane arasında dokuz defa gidip gelmiş ve hepsi de sonuçsuz kalmıştır. Bu şekilde 119 gününü nezarette geçirmiştir. Bu şekilde 5/1-d. Maddesinin ihlali bulunmuştur. (par. 51 ve 53) 4521 sayılı Türk Medeni Kanununun 446. Maddesinde küçüklerin koruma amacıyla özgürlüklerinin kısıtlanması düzenlenmiştir. 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununda bu konuda düzenlemeler bulunmaktadır. Kanunun 5. maddesinde, alınacak koruyucu ve destekleyici önlemler gösterilmiştir. 6. maddesinde bu önlemlerin, Çocuk Esirgeme kurumu veya Hâkim tarafından alınacağı belirtilmiştir. VII. 5/1-e bendi 22. Bu bentte akıl hastaları, alkolikler, serseriler gibi çeşitli sınıflandırmalar yapılmıştır. Bunlar birbirleriyle bağlantılıdır. Bu kategorideki kişiler, tıbbi veya sosyal politikalar gereği, sağaltım amacıyla özgürlüklerinden yoksun bırakılabilecektir. Aynı zamanda kendi yararları içinde alıkonmaları gerekebilir. Akıl hastası kişilerle ilgili olarak AİHM, yalnızca görüş ve davranışları toplumda geçerli olandan farklı olduğu gerekçesiyle bu kişilerin özgürlüklerinden mahrum bırakılamayacağını açıklamıştır. Akli dengenin yerinde olup olmadığı; ulusal yasaların öngördüğü yöntemle tespit edilecek psikiyatrik bilgilere göre belirlenebilir. (24 Ekim 1979, Winterwerp v. Hollanda kararı, (No.6301/73) s.16 par.37) Acil durumlar dışına, kişi güvenilir bir şekilde akıl hastası olduğu kanıtlanmadığı sürece özgürlüğünden mahrum edilmemelidir. Gerçek bir akıl hastalığının mevcudiyeti tarafsız bir tıbbi raporu gerekli kılar. Ayrıca, akıl hastalığının türü ve derecesi, zorunlu tecridi gerektirecek ölçüde olmalıdır. Özgürlükten yoksunluk, akıl hastalığı devam ettiği sürece devam eder. Tıbben alkolik teşhisi konulmamış kişiler, alkolün etkisinde iken sergiledikleri davranışlar toplum için ya da kişisel güvenlikleri için tehlike oluşturduğunda gözaltına alınabileceklerdir. 5/1-e bendi, sırf alkol tükettiği gerekçesiyle alıkonmayı gerektirir biçiminde yorumlanıp, uygulanamaz. ( 4 Nisan 2000, 26629/95 Nolu Witold Litwa v. Polonya kararı, par.60-80) Bu davada Polonya’nın ulusal düzenlemesinde, sarhoş kişinin ayıltma merkezine veya evine götürülmesine ilişkin bazı seçenekler bulunmasına rağmen, nezarete konularak özgürlüğünden yoksun bırakılması nedeniyle 5. maddenin ihlaline karar verilmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 432437. Maddelerinde söz konusu fıkrada söz konusu edilen hallerin vukuunda, koruma amacıyla özgürlüğün kısıtlanması detaylı olarak düzenlenmiştir. VIII. 5/1-f bendi 23. Bu bent kapsamında kişi özgürlüğünden; usulüne aykırı ülkeye girmesinin önlenmesi, sınır dışı etme, geri verme işleminin yürütülmesi nedeniyle “usulüne uygun olarak” (the 11 lawful arrest; détention réguliéres ) mahrum edilmesidir. Yukarıda 8. paragrafta dillendirilen sorun burada da vardır. Usulüne uygun tutulmadan ne anlaşılmalıdır? Kapsamı nedir? Sınır dışı etme kararının bu madde çerçevesinde ele alınıp incelenmesi mümkün müdür? Yoksa bu bent salt sınır dışı etme kararının uygulanmasıyla mı ilgilidir? Bu soruları, Komisyon 3 Mart 1978 , Caprino v. Birleşik Krallık (No.6871/75) kararı çerçevesinde tartışmıştır. İçişleri Bakanlığı İtalyan vatandaşı Başvuran Caprino’nun kamunun çıkarı için oturma iznini uzatmayarak, sınır dışı edilmesine karar vermiştir. İngiliz Göç yasası bakana bu yetkiyi tanımıştır. Başvuran sınır dışı edilmek üzere özgürlüğünden yoksun bırakılmasının, hukuka uygun olmadığını, çünkü ulusal olduğu kadar uluslararası hukuka da uygun olması gerektiğini, ancak sınır dışının edilmesi için gereklilik varsa alıkonabileceğini ileri sürmüştür. Komisyon, hukuka uygunluğun ulusal hukuk çerçevesinde değerlendirileceğini evvelki içtihatlarına dayanarak açıklamış ve 5/1-f bendinin gereklilik (necessity) öngörmediğini ve bu bent kapsamında özgürlüğün kısıtlanmasının dar bir yoruma tabi tutulması gerektiğini açıklamıştır. 5/1-f kapsamında özgürlükten yoksun bırakma yalnız sınır dışı etme usulüyle ilgilidir. Yetkililerin alıkoyma yerine mevcut başka bir önlemi alıp almamaları bu bendin kapsamı dışındadır. 5/1-f’nin uygulanması için alınmış, kesinleşmiş bir sınır dışı kararının bulunması gerekmez. Sınır dışı etmek üzere, işlemlere başlanmış olması alıkonma için yeterlidir. Burada sınır dışı etme işleminin nasıl sonuçlandığı önemli değildir. Hukuka uygun bir sınır dışı etme işleminin başlatılması ve bu işlemin ciddi bir biçimde yürütülmesi alıkonma için yeterli bir dayanaktır. Sınır dışı etme kararının yasallığı bu bent kapsamının dışındadır. İşlem yürütülürken ulusal yasanın öngördüğü usule uygun yapılıp yapılmadığı önemlidir. Sınır dışı etme işlemlerinin, medeni hak ve yükümlülük olarak değerlendirilip, 6/1. madde kapsamında değerlendirilmesi mümkün müdür? Komisyon, bir ülkeye girme ve oturmanın, medeni bir hak olmadığını kabul etmektedir. Bu nedenle sınır dışı etme bir medeni hakkın belirlenmesi olarak değerlendirilemeyeceğini belirlemiştir. Komisyon, 18 Mayıs 1977, , X v. Birleşik Krallık (No. 7902/77) başvurusunda sınır dışı etme işlemlerinin, bir mahkemenin önüne götürülüp itiraz edilememesi nedeniyle 6/1. madde kapsamında yapılan başvuruyu kabul edilmez bulmuştur. 24. İşlemler devam ettiği sürece yoksunluk haklı görülebilir. 5/3. maddede olduğu gibi yoksunluk süresi ile ilgili bir sınırlama öngörülmemiştir. Yoksunluk süresi aşırı uzun olması durumunda söz konusu bendin ihlali oluşabilir. Lynas v İsviçre9 kararında AİHM, işlemlerin gerekli titizlik gösterilerek yürütülmemesi ya da yoksunluğun yetkinin kötüye kullanılmasından kaynaklanması halinde ihlal oluşacağını açıklamıştır. Uzun sürme, alıkonan kişinin yararına ya da istemi üzerine uzarsa, kişinin uzun süre yoksunluk iddiası kabul görmeyecektir. Örnek olarak X v. Almanya kararında suçlu iadesi için 22 ay tutuklulukta ihlal bulunmamıştır.10 Komisyonun 16 Mayıs 1990, Kolompar v. Belçika (No. 11613 / 85) kabul edilmezlik kararında, başvuranın iade işlemleri süresince üç yıl hapiste tutulmasını, işlemlerin gecikmesine başvuran neden olduğu için 5. maddeye aykırılık bulmamıştır. Bu bent kapsamında yoksunluk için 5/1-c’de olduğu gibi “makul şüphe” koşulunun bulunup bulunmadığı aranmaz. Alıkoymanın, ulusal yasaya uygunluğu, herhangi bir keyfilik olup olmadığı incelenir. (15 Kasım 1996, Chahal v. Birleşik Krallık ( No. 22414 / 93) kararı, par.112 ve 117-123) 9 Komisyonun 6 Ekim 1976 tarih ve 7317/76 Nolu kabul edilebilirlik kararı Monica Macovei, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. Maddesinin uygulanmasına ilişkin kılavuz, Kasım 2001, Strazburg, Avrupa Konseyi yayımı. s.45. Başvuru No 9706/83 olarak verilmiştir. 10 12 25. 22 Eylül 2009,Abdolkhani ve Karimnia v. Türkiye (No. 30471 /08) davasında, İran vatandaşı başvuranlar, Kuzey Irak’tan Türkiye’ye kaçak olarak girmişlerdir. Irak’ta iken BM yetkilileri onlara mülteci statüsü tanımıştır. Türkiye’ye girdikten hemen sonra yakalanan Başvuranlar, 17 Haziran 2008’de Irak’a sınır dışı edilmişlerdir. Ancak tekrar Türkiye’ye dönmeleri üzerine 21 Haziran 2008’de Muş’ta yakalanmış ve bu tarihten beri Kırklareli Yabancı Kabul ve Barınma Merkezinde tutuldukları anlaşılmaktadır. Türkiye’ye iltica edenlere ilişkin 1994 yönetmeliği ve 57 sayılı genelge uyarınca, başvuranlar yetkili makamlara makul süre içinde başvurup sığınma ve geçici sığınma talebinde bulunmadıkları için yasadışı göçmen işlemi görmektedirler. Barınma merkezinde tutulmalarının yasal dayanağı Hükümet tarafından: pasaportsuz ülkeye girdiklerinden 5682 sayılı Pasaport kanunun 4. maddesi; 5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanunun 23. Maddesi olarak göstermiştir. 5683 sayılı yasanın 23. maddesi, pasaportu olmadığı için Türkiye’yi terk edemeyenlerin İçişleri Bakanlığının göstereceği yerde oturmak zorunluluğunda oldukları hükmünü getirmiştir. AİHM, başvuranların barınma merkezinden çıkmalarına izin verilmemesi, yalnız vekâletnamesi olan avukatla ve BM Mülteci Yüksek Komiserliği görevlileri ile İçişleri Bakanlığı izniyle görüşebilmelerini dikkate alarak, özgürlükten yoksun bırakıldıklarını kabul etmiştir. Bu durumda keyfiliğe yer vermeyecek biçimde, ulusal hukukta düzenleme bulunmalıdır. Bu düzenleme hukukun üstünlüğü ilkesi ile de uyumlu olmalıdır. Yukarıda belirtilen düzenlemeler, sınır dışı işlemlerini düzenlememekte yalnız oturma ile ilgili hükümler içermektedir. Sınır dışı etme amacıyla tutuklama kararı verme, tutukluluk süresini uzatma ve tutukluluk süresini belirlemeye ilişkin açık yasal hükümlerin bulunmaması nedeniyle, başvuranlar özgürlüklerinden keyfi olarak yoksun bırakılmaya karşı yeterli bir yasal güvenceleri bulunmamaktadır. Dolayısıyla ulusal düzenleme her türlü keyfiliğe açıktır. Tutuklulukları yasaya uygun kabul edilemez. 5/1. madde ihlal edilmiştir. Hükümetin, başvuranların tutukluluklarının hukuka uygunluğunun bir mahkeme tarafından incelenmesini sağlayacak yasa yolu bulunduğu konusunda görüş bildirmemesi nedeniyle, 5/4. maddenin de ayrıca ihlal edildiğine de karar verilmiştir IX. AİHS’nin 5/2. Maddesi 26. Yakalananlara, yakalama nedenleri ve yöneltilen her türlü suçlama en kısa zamanda ve anladığı bir dille bildirilmelidir. En kısa zamanın belirlenmesi, yakalamanın yapıldığı koşullar ile ilgilidir. Çevirmen bulunmasının güçlüğü gibi sorunlarda bu sürenin uzayabileceği düşünülebilir. AİHM bu süreyi bir kaç saat olarak açıklamaktadır. (28 Ekim 1994, Murray v. Birleşik Krallık kararı) Yakalama nedenleri, yakalamanın hukuksallığına itiraz edilebilmesini sağlayacak bilgileri içermelidir. Örneğin ceza kanunun madde numaralarının söylenmesi yeterli olmayacaktır. (30 Ağustos 1990, Fox, Campbell ve Hartley v. Birleşik Krallık (No. 12244/86 12245/86 12383/86) kararı) Belli bir şekle tabi değildir. Bu anlatımdan da anlaşıldığı gibi bu bildirim 5/1-c bendi uyarınca yapılan yakalamalarda uygulanacağı kanısı oluşabilir. Ancak AİHM bunu tüm özgürlükten yoksunluk hallerinde uygulanacağına hükmetmiştir. Diğer taraftan, nezarette başvurana polisin yönelttiği sorular, işlediğinden şüphe edilen suçun niteliğini yeterli ve açık bir biçimde ortaya koyduğunda, 5/2. maddenin ihlalinin bulunmadığına karar verilmektedir. (21 Mart 2006, No. 35979/97, Korkmaz ve Diğerleri v. Türkiye kararı.) 13 Temmuz 2010, Dbouba v. Türkiye (15916/09 sayılı) kararında, Kırklareli Yabancılar merkezinde tutulan Tunus uyruklu başvurana, 2008 yılından beri özgürlüğünden yoksun bırakılması nedenleri bildirilmediğinden, 5/2. maddenin ihlal edildiği 13 kabul edilmiştir (Benzer şekilde yukarıda belirtilen Abdolkhani and Karimnia v Türkiye kararına bak.) X. AİHS’nin 5/3. Maddesi 27. 5/3. Maddenin konusu, 5/1-c uyarınca bir suç işlediği şüphesiyle yakalanan, yakalama sonrası tutuklanan kişilere getirilen teminatlardır. 5. Maddenin 1. Fıkrasının, “c” bendi dışındaki diğer özgürlükten yoksun bırakılma halleri 5/3’ün kapsamı dışındadır. 5/3. Maddede: bir suç şüphesiyle yakalanan kişinin derhal bir hâkim veya adli görevli önüne çıkarılması; kişinin tutuklu olarak yargılamasının makul sürede tamamlanması; özellikle makul sürede yargılaması sonuçlandırılamıyorsa, teminat karşılığı serbest bırakılması hakkı getirilmiştir. 28. Alıkonulan kişi, gözaltı halinin devam ettiği sürece derhal hâkim önüne çıkarılma hakkından yararlanır. Kısa süre içinde serbest bırakılma halinde, 5/3. maddenin uygulanması söz konusu olmaz. Yakalanan kişi salıverilmediği hallerde, hâkim önüne (veya yetkili önüne) en kısa sürede çıkarılmalıdır. AİHM en kısa süreyi, her davanın kendine has özelliklerine göre incelemektedir. Brogan ve diğerleri v. Birleşik Krallık11 kararından sonra, 4 gün 6 saati aşan sürenin 5/3. madde de yer alan “derhal” deyimine aykırı olduğu ve bunu aşan sürelerin söz konusu maddenin ihlâlini oluşturacağı ilke olarak kabul edilmiştir. (Par. 18 ve 61,62) Bu sürenin aşılması ilk bakışta (prima faciae) söz konusu fıkranın ihlalini düşündürür. (23 Eylül 2009, Oral ve Atabay v. Türkiye, 39686/02’No’lu karar par. 43) Bunun altındaki sürelerde de, olayın özelliklerine göre yargıç önüne çıkarılma için özel bir güçlük veya olağanüstü koşullar yoksa ihlal oluşabilir. (3 Şubat 2009, no. 17019/02 ve 30070/02, İpek ve Diğerleri c. Türkiye kararı par. 36; 6 Kasım 2008, Kandzhov c. Bulgaristan, 68294/0 No’lu karar, par.66) AİHM, birçok kararında 48 saatlik gözaltı süresini uygun bulmuş, 5/3. maddenin amacının, bir suç işlediği şüphesiyle özgürlükten yoksun bırakmanın bağımsız adlî denetime tabi tutularak, kişileri keyfi yakalamadan korumak olduğunu açıklamıştır. Bu denetim otomatik olmalı, kişilerin veya müdafilerin müracaatına bağlı olmamalıdır. Yakalanan kişinin en kısa sürede çıkarılacağı merci “yargıçtır”. Madde de yalnız yargıç değil yargıcın yanında, adli görev yapmaya yetkili kamu görevlisi önüne çıkarılma da öngörülmüştür. AİHM, yakalanan sanığın savcının önüne çıkarılmasını: savcının bazı ülkelerde tutuklanmış sanığı serbest bırakma yetkisinin olmaması, diğer bazı hukuk sistemlerinde ise savcının soruşturmadan bağımsız bir konumda olmadığını göz önüne alarak kabul etmemiş, yargıç önüne çıkarılmayı aramıştır. Bu husus etraflı olarak Schiesser v. İsviçre, 7710/76 No’lu, 4 Aralık 1979 tarihli kararda incelenmiştir. Schiesser, yakalandığında, Zürih kantonunda ağır cezalık nitelikte olmayan soruşturmaları yürüten, seçimle gelen “district attorney” (bölge hukukçusu veya avukatı) önüne çıkarılmıştır. (par. 29) Söz konusu kamu görevlisi yürütme ve davanın taraflarından bağımsız olmalı, şüpheliyi dinlemeli, yakalamayı haklı kılan nedenlerin olup olmadığını değerlendirme ve gerektiğinde şüpheliyi serbest bırakabilmelidir. (Par.33) Bölge hukukçusu (veya avukatı) münhasıran bir soruşturma makamıdır, yalnız Bay Schiesser’e herhangi bir suç atfedilebilir mi, tutuklanması gerekir mi sorularının yanıtlarını araştırmakta, araştırmalarında onun lehine ve aleyhine olan delilleri eşit bir şekilde toplama yükümlülüğündedir. Soruşturmayı takip eden, iddianame düzenlemek, mahkeme önünde iddia makamını temsil etmek gibi savcılık işlevlerini yerine getirmemektedir. Bu nedenle 5/3’e uygun bir adli görevli kabul edilmiştir. (par.34) 11 11209/84;11234/84;11266/84 ve 11386/85 no’lu başvurulara ilişkin 29 Kasım 1988 günlü karar. 14 30. Söz konusu 5/3. Maddenin ikinci tümcesinde; hâkim önüne çıkarılıp tutuklanan şüphelinin, tutukluluk hali devamı halinde, makul sürede yargılanması ya da yargılanma sürecinde serbest bırakılma hakkında sahip olduğu açıklanmıştır. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminata bağlanabilecektir. Burada makul süre, sanığın yakalandığı tarihten başlar ve ceza mahkemesinin hüküm vermesine kadar devam eder. Mahkûmiyet kararı üzerine temyiz başvurusu yapılması ve temyiz incelemesi için geçen zaman bu süreye dâhil edilememektedir. Ancak temyiz mahkemesinin ilk derece mahkemesinin kararını bozması durumunda, ilk derece mahkemesinde yargılamaya devam edildiğinde tutukluluk süresi tekrar işlemeye başlayacaktır. 31. Tutuklu sanığın serbest bırakılma hakkı vardır. Serbest bırakılma, duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak teminatlara bağlanabilecektir. Tutukluluğun devamı için, özgürlükten mahrumiyeti haklı çıkaracak sebep ve dayanakların bulunması gerekir. (Bkz. Kemmache v. France ve Mansur v. Türkiye kararları.) Tutukluğun devamı resen, belirli aralıklarla, bu konuda tutuklu veya müdafiinden gelen bir istem olmadan incelenmelidir. 32. Tutukluluğun ne kadar devam etmesi gerektiğine dair önceden bir kestirim yapma olanağı bulunmamaktadır. AİHM her davanın somut koşullarına göre bir değerlendirme yapmaktadır. Tutukluluk süresi ve tutukluluğun devamına ilişkin ulusal mahkeme gerekçeleri konusunda 27 Ağustos 1992, (No.12850/87) Tomasi v. Fransa kararındaki belirlemeler şöyledir. “Sanığın suçluluğunu gösteren bulguların varlığı, tutukluluğun devamı için uygun bir gerekçe oluşturur (par.89.) Silahlı mücadeleyi seçen gizli bir organizasyonun üstlendiği askeri üsse yapılan önceden tasarlanmış; bir kişinin öldüğü diğerinin ciddi şekilde yaralandığı saldırı kamu düzeni için ciddi bir riski oluşturur (par. 91). Başlangıçta tanıklar için baskı yapılabileceği ve suç ortakları ile çatışma olabileceği düşünülebilir. (Par.92-93) Tüm bu gerekçeler başlangıçta tutukluluk için uygun ve yeterli görülebilir ancak geçen zaman içinde uygunluk ve yeterliliklerini kaybederler. Kaçma şüphesi gerekçesi de yalnız verilecek cezanın ağırlığı ile ölçülemez. Böyle durumlarda neden kaçma riskinin tutukluluğun devamında belirleyici olduğu gösterilmeli, tutuklunun tahliye istemlerinin reddinin gerekçeleri ile tutukluluk yerine neden diğer güvenlik ve denetim önleminin düşünülmediği açıklanmalıdır.(par.98) Bay Tomasi’nin tutukluluk nedenleri geçen zaman içerisinde geçerliliklerini kaybeder. (par.99)” Söz konusu başvuruda, beş yıl yedi ay süren yargılama boyunca Bay Tomasi tutuklu kalmış ve dava beraat kararıyla sonuçlanmıştır. Bu ve benzeri kararlardan şu çıkarımı yapabiliriz. 33. AİHM daha sonraki kararlarında da bu tutumunu devam ettirmiştir. Bu konuda diğer bir örnek olarak 6.04.2000, (No.26772/95) Labita v. İtalya başvurusundaki gerekçeleri bakabiliriz. “Bir olayda bir sanığın tutukluluğunun makul süreyi aşmamasını sağlamak, ilk önce ulusal yargısal makamlara düşen bir görevdir. Bu amaçla ulusal makamlar, masumiyet karinesine gereği gibi özen göstererek, kişi özgürlüğü kuralından ayrılmayı gerektirecek nitelikte kamu yararını haklı kılan gerçek bir ihtiyacın varlığının lehine ve aleyhine ileri sürülen bütün olayları incelemek ve bunları başvurucunun salıverilme taleplerine karşı verdikleri kararlarda göstermek zorundadırlar.”(par 152) Ulusal mahkemeler, sanığın tehlikeli bir kişi olması, davanın karmaşıklığı ve soruşturma koşulları sebebiyle tanıklara baskı yapılabileceği ve delillerin değiştirilebileceği riskine değinmişlerdir. Mahkeme, ilgili kararlarda belirtilen gerekçelerin en azından başlangıç olarak son derece genel gerekçeler 15 olduğunu müşahede etmiştir. Adlî merciiler genel olarak tutuklular ve suçun yalnızca soyut vasıflarına değinmişlerdir. İtibar edilen risklerin gerçekten mevcut olduğunu gösteren bir hususa işaret etmemişler ve sabıka kaydı bulunmayan ve mafya tipi bir örgütte önemsiz bir görevi olduğu söylenen ( savcı bu davada üç yıl hapis isteminde bulunmuştur) başvuru sahibinin bir tehlike arz ettiğini kanıtlayamamışlardır. Ayrıca, başvuru sahibine yöneltilen suçlamaların zaman içinde güçlenmek yerine, giderek zayıflayan delillere dayandığı gerçeği de hiç bir şekilde dikkate alınmamıştır. Bu çerçevede Mahkeme, ulusal mercilerin itiraz edilen kararlarının başvuru sahibinin iki yıl yedi ay boyunca alıkonulmasını haklı kılmakta yeterli olmadığı hükmüne varmıştır.” (Par. 162-163) 34. 7 Temmuz 2009 tarihli Cahit Demirel v. Türkiye (no. 18623/03) kararında AİHM: ne sanıklara isnat edilen suçun ağırlığı, ne de suçluluğa ilişkin kuvvetli delillerin bulunması, 6 yıl 4 aydan fazla süren tutuklu yargılamaya haklılık sağlamayacağını kabul etmiştir. İhlal Kararında, tutukluluk yerine sanığın kefaletle serbest bırakılması, yurt dışına çıkış yasağı konulması gibi koruyucu önlemlerin dikkate alınmaması eleştirilmiştir. Verilen cezanın ağırlığı sürekli tutukluluk için gerekçe oluşturmaz. (Başvurana müebbet hapis verilmiş) Tutukluluk süresinin mahkûmiyet halinde cezadan indirilmesi, 5/3. maddenin ihlalinin oluşmasını engellemez, belki Sözleşmenin 41. maddesi uyarınca verilecek tazminatın indirimini sağlar. Başvuranın tutukluluk süresi, makul süreyi aşmış olması nedeniyle 5/3. madde ihlal edilmiştir. 35. 11 Ekim 2011, Kalaylı v. Türkiye (No. 43654/05) kararında, kasten adam öldürmeye teşebbüs suçundan başvuran 6 Ekim 2004 tarihinde tutuklanmış, 1 Aralık 2005 tarihinde hapse mahkûm edilmiştir. Söz konusu bir yıl iki aylık süreyi dikkate alarak AİHM, 5/3. madde yönünden başvuruyu kabul edilmez bulmuştur. 36. 21.12.2000 günlü Jablonski v. Polonya kararında Sözleşmenin 5/3. maddesinde, sağlık nedeniyle serbest bırakılma öngörülmediğinden, bu tür istemlerin ulusal yargı mercilerinin takdirinde kaldığı kabul edilmiştir.12 37. AİHM’nin hazırlattığı 5. Madde Rehberi adlı kitapçıkta,13 tutukluluğun sürdürülmesi için kabul edilebilir gerekçeler; kaçma tehlikesi, yargılamanın engellenmesi, tekrar suç işlenmesi tehlikesi ve kamu düzeninin korunması başlıkları altında verilmiştir. Ancak bunlar yukarıdaki AİHM kararlarının getirdiği ilkeler çerçevesinde yorumlanmalıdır. XI. AİHS’nin 5/4. Maddesi 38. Bu fıkrada, özgürlüğü kısıtlanan kişinin kısıtlamanın yasaya uygunluğunun, uygun görülmemesi halinde serbest bırakılması için kısa bir süre içinde karar vermek üzere bir mahkemeye başvurma hakkı söz konusudur. “Habeas corpus” olarak anılan güvencedir. 4. Fıkrada öngörülen mahkemeye başvurma hakkı, 5.Maddenin 1. Fıkrasındaki bütün hallerde kullanılabilecek bir haktır. Kişinin özgürlüğünde yoksunluk Sözleşmenin 5/1.maddesine uygun 12 Gülay Çetin c. Türkiye, 44084/10 No’lu 5 Mart 2013 tarihli kararında, kanser hastası olup, cezaevi koşullarında sağaltımı mümkün olmadığı ve hastalığın ölümcül safhada olduğu raporlarına rağmen, başvuranın kaçma şüphesi nedeniyle tahliye edilmemesi 3. Maddenin ihlali olarak görülmüştür. 13 European Court of Human Rights, Guide on Article 5, 2012, www.echr.coe.int adresinden Mayıs 2013’te ulaşılmıştır. 16 olsa bile, bu madde kapsamında yapılan itirazlar sonucu esasa ve usule ilişkin 5/4. Madde çerçevesinde aykırılıklar bulunabilir. 5/4. Madde çerçevesinde önce yoksunluğun yasallığı bir mahkeme tarafından incelenmelidir. Bu inceleme tarafların hazır olduğu bir oturumda; hızlı, çekişmeli ve silahların eşitliği dikkate alınarak yapılmalıdır. “Gözübüyük-Gölcüklü”, 4. Fıkradaki “mahkeme” kelimesinin bağımsızlık ve tarafsızlığı öngörmenin yanında güvenceli bir inceleme usulünü de içerdiğini; ulusal mahkemenin salıverme yetkisine sahip olması gerektiğini, AİHM içtihatları çerçevesinde belirtmektedirler.14 Mahkeme her zaman ceza mahkemesi olarak görülmemelidir. Maddenin 1. Fıkrasında sayılan bazı hallerde, hukuk mahkemeleri bu konuda ulusal usul kuralları uyarınca görevlendirilebilir. 4. Fıkra uyarınca yapılacak incelemenin ikili bir sistem içinde yapılması öngörülmemektedir. AİHM, tek yargıçlı ilk derece mahkemesinin 4. Fıkranın aradığı “mahkemede inceleme” koşulunu karşılayabileceğini, ancak takip ettiği yöntemin yargısal nitelikte olmasını ve özgürlüğünden yoksun bırakılan kişiye yeterli güvenceler sağlamasını istemektedir. (29 Şubat 1998, Boumaru v. Belçika, No. 9106/90, par.57 ) 5/3 ile 5/4. Maddelerdeki incelemeler üst üste gelip çakışabilir ve her iki maddedeki güvenceler aynı mahkemede karşılanabilir. Ancak her iki fıkra farklı amaçlar için getirilmiş farklı kurumlardır. Bu sorunu 22 Mayıs 1984, De Jong, Baljet ve Van den Brink v. Hollanda, (no. 8805/79; 8806/79; 9242/81) kararında etraflıca incelemiştir. Başvuruya karşı Hollanda Hükümeti: 5/3 ile 5/4. Maddedeki teminatların birbirini takip eder şekilde uygulanamayacağını ileri sürmüştür. (par.56) Mahkeme, bir suç işlediği şüphesiyle tutuklama kararı için yargıç önüne çıkarılan kişinin tutuklanması durumunda, bu ilk tutuklama kararında, 5/4. Maddesinde yazılı mahkeme önünde tutuklamanın yasallığının incelenmesi hususunun da karşılanmış olabileceğini kabul etmektedir. Ancak 5/4. Madde ile getirilen teminat 5/3. Madde ile getirilenden farklı ve ona ek bir teminattır. Aynı olgudan kaynaklansa bile AİHM, her zaman 5/3 ve 5/4 ihlalinin oluşup oluşmadığını ayrı ayrı her fıkra için incelediğini, biri uygulandığında diğeri uygulanmaz şeklinde bir görüşünün bulunmadığını açıklamıştır. Olayda, asker olan başvuranlar komutanlarının emriyle özgürlüklerinden yoksun bırakıldıktan sonra, sırasıyla altı, yedi ve on bir gün sonra bir mahkeme önünde bu emrin yasallığının incelenmesinde i 5/4. Madde ihlali bulunmuştur. 4. Fıkrada yazılı “kısa sürede içinde karar verme” koşulu yerine getirilmemiştir. (par.57 ve 58)) 39. 5/4. Madde, özgürlükten yoksunluğun bir mahkeme önünde “yasaya uygunluğunun” denetlenmesini öngördüğünde, bu son kavram üzerinde durmalıyız. AİHM, 29 Ağustos 1990 E. v. Norveç, (No. 11701/85) kararında yasallığı şu şekilde açıklamıştır. AİHM yerleşmiş içtihadı uyarınca, 5/4. Madde ve 5/1. Madde metninde geçen “yasallık” ("lawfulness" “ légalité”) kelimesinin aynı anlamı taşıdığını açıkladıktan sonra, alıkonan veya tutuklanan kişilere özgürlüklerinden yoksun bırakılmalarının yasallığını, yalnız ulusal hukuk gereklerine göre değil, fakat Sözleşme metni ve bu metnin içerdiği genel ilkeler ile 5/1. Maddenin izin verdiği kısıtlamalar çerçevesinde incelenebileceğini belirlemiştir. (par.49) 5/4. Maddenin getirdiği yargısal gözden geçirmenin kapsamının, asıl karar verme merciin yerine geçerek onun takdir yetkisini kullanarak bir davanı tüm yönleriyle incelenmesi olarak görülmemektedir. Ancak gözden geçirme, 5/1. Madde uyarınca alıkoymanın yasallığının 14 A.Şeref Gözübüyük ve Feyyaz Gölcüklü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Ankara, Turhan Kitabevi yayınları, 2011, s.225. 17 değerlendirmesinde gerekli öğeleri içerecek genişlikte olmalıdır. Bu husus 5/1’de yer alan tüm kısıtlamalar için geçerlidir. (par.50) 40. 4. Fıkra uyarınca mahkeme nasıl bir incelenme yöntemi uygulayacaktır? İncelemenin esasa ve usule ilişkin bazı koşulların yerine getirilerek yapılmalıdır. Bu incelemede hiçbir şekilde Sözleşmenin 6/1. Maddesinin öngördüğü tüm teminatların gerçekleşmesi beklenmemelidir. Ancak inceleme adli yapıda olmalı adli olmanın ana özelliklerini taşımalıdır. İnceleme taraflar arasında çekişmeli bir biçimde yapılmalı ve taraflar arasında silahların eşitliği gözetilmelidir. Özellikle bir suç işlediği şüphesiyle yakalama söz konusu ise oturum açılıp görülmelidir. (11 Temmuz 2000 Trzaska v. Polonya, (no. 25792/94) kararı, par. 74) tarihli karar) Kişinin kendisinin dinlenmesi ve avukatı kanalıyla mahkeme önünde temsil edilmesi en temel yöntemsel teminatı oluşturur. (13 Temmuz 1995, Kampanis v. Yunanistan kararı, par.47) Şüpheli veya sanık yerine yalnız müdafiin itiraz duruşmasında bulunması durumunda AİHM’nin tutumu 23 Ekim 2006, Mamedova v. Rusya, (no.7064/05), kararında açıklığa kavuşmuştur. Başvuran Bayan Mamedova tutuklanmasına itirazının ilk incelemesinde bizzat hazır bulunmak istemiştir. Rusya yasaları gereği avukatı bulunduğu için bu istemi kabul edilmemiştir. Bayan Mamedova itirazında, tutuklu tutulduğu yerin koşullarının ne kadar kötü olduğunu itirazı inceleyecek mahkemeye anlatmak istemiştir. AİHM, tutukluluk koşullarını avukatın birinci elden bilmesi olanağının bulunmadığını, tutuklama kararının başvuranın kişiliği dikkate alınarak verildiğine göre bu konuda en iyi bilginin başvurandan alınabileceğini, tutuklama kararından sonra ilk defa mahkemede inceleme yapılmakta olduğunu da dikkate alarak Bayan Mamedova’nın mahkeme önüne çıkarılmamasını 5/4. Maddenin öngördüğü usule aykırı bulmuştur. (Par.91) AİHM ayrıca ilk itiraz incelemesinin her zaman ayrı bir önemi olduğuna da vurgulamıştır. Özgürlüğünden yoksun bırakılmış kişi itirazını inceleyecek mahkeme önüne çıkarılmalıdır. Kendisi çıkamıyorsa müdafi veya gerekiyorsa ücreti devlet tarafından karşılanmak üzere bir müdafi sağlanarak, mahkeme önünde itirazın duruşmalı olarak incelenmesi sağlanmalıdır. Yukarıda belirtilen Mamedova kararından, sanığın avukatı hazırsa, muhakkak sanığın da her zaman inceleme oturumlarına getirilmesi gibi bir sonuç çıkarılmamaktadır. 41. İkili bir sistem belirleyerek, yargılama mahkemesinin tutukluluk veya tutukluluğun devamı kararlarına itirazların başka veya üst mahkemede incelenmesi öngörüldüğünde AİHM, her zaman sanık ve müdafinin inceleme mahkemesinde hazır bulunmasını aramamakta, dosya üzerinden incelemeyi kabul etmektedir. Yeter ki sanık ve müdafi yargılamayı sürdüren mahkeme önüne, itiraz incelemesinden kısa bir süre önce çıkmış olsunlar. Bu tür bir sisteme sahip Türkiye için 17 Nisan 2012, Çatal v. Türkiye, (no. 26808/08), kararının 33. Paragrafında AİHM: tahliye istemlerinin reddine ilişkin kararlara yapılan her itirazda, başvuranın dinlenilmesinin gerekli olmadığını ancak kişinin makul aralıklarla dinlenilme hakkı olduğu belirtmiştir. Tahliye istemlerini reddeden ilk derece mahkemesi önünde sanığın hazır bulunması durumunda, itirazı inceleyen diğer mahkeme önüne çıkarılmamasının 5/4. Madde çerçevesinde usulü teminatlara uyulmadığı şeklinde yorumlanamayacağını açıklamıştır. (par.34) AİHM bu kararı verirken, İstanbul Ağır Cezada yapılan yargılamanın iki-üç aylık aralıklarla yapıldığını ve başvuranın savunma ve itirazlarını ileri sürebildiğini, ayrıca 5271 sayılı yasanın 108. Maddesi uyarınca da, evrak üzerinde her otuz günde bir tutukluluk durumunun gözden geçirildiğini dikkate almıştır. Tahliye isteminin reddi üzerine yapılan itirazın, bir aydan az süreler içinde diğer bir mahkemede duruşma açılmadan incelenmiş olmasını 5/4’ün gerektirdiği usule aykırı görmemiştir. Duruşma 18 yapmayı gerektirecek özel bir koşul olmadığı sürece, bu tür itirazlar için her durumda duruşma yapılması istenmemektedir.(par. 38-40) 42. Tutuklamaya itiraz duruşmasında, sanık müdafiin soruşturma dosyasındaki bilgilere ulaşamaması veya ulaşmasının engellenmesi halinde, 5/4.maddenin ihlaline karar verilmektedir. 23.01.2001 tarihli Schöps v. Almanya kararında AİHM: Söz konusu kararın gerekçesinde, hazırlık soruşturması sırasında 7 ay süreyle sanık müdafiin soruşturma dosyasına ulaşmasının engellenmesi nedeniyle, bu şartlar altında yapılan tutuklamaya itiraz incelenmesini 5/4.maddeye aykırı bulmuştur. 43. Özgürlükten mahrumiyetin yasallığı konusunda mahkemeye yapılacak itiraz üzerine, mahkeme “kısa bir süre” içinde karar vermelidir. Lebedev ve Rusya kararında,15 kişi yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra yasal gözden geçirmenin kısa bir süre içinde yapılmasını, bundan sonraki incelemelerin makul aralıklarla yapılabileceğini açıklamıştır. İncelemede kısa bir sürede yapılıp tamamlanmalıdır. Makullük her davanın koşulları içinde değerlendirilecektir. (Par.78-79) Tutuklama kararına karşı yapılan itirazın, 27 günde incelenip sonuçlandırılması yeterli ivedilikte olmadığı için 5/4, maddeye aykırı bulunmuştur. (par.102) Tutukluluğun uzatılmasına ilişkin ilçe mahkemesi kararının sanık avukatlarının gözden geçirilmesi isteminin Moskova il mahkemesinde bir ay on yedi günde karar verilmesi yine kısa bir sürede inceleme yapılmadığı olarak kabul edilmiştir. (Par. 108) AİHM, hızlı bir gözden geçirmenin olup olmadığında; olayın özelliği, karmaşıklığı gibi hususları dikkate alsa da bir ayı aşan sürede yapılan incelemelerde genelde, 5/4. maddenin ihlali olarak görmektedir. Mıchalak v. Slovakya kararında,16 ilk tutuklama kararına yapılan itirazın 17 günde sonuçlandırılması yeterli çabuklukta görülmemiştir. Ulusal Mahkemenin tutukluluğun devamı kararına yapılan itirazın bir ay on sekiz günde sonuçlandırılmasında yine 5/4. Maddeye süre bakımından aykırı bulunmuştur. (Par.198-199) 41. Türkiye için 5/4. Maddeyle ilgili bazı düzenlemelerine yakından bakmalıyız. AİHS’nin 5/1d bendinde küçükler için öngörülen kısıtlamalar, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu uyarınca, çocuk hâkimi tarafından alınabilecektir. Bu karara çocuk mahkemesi önünde itiraz edilebilmektedir. 5/1-e bendinde belirtilen akıl hastalığı, alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığı, bulaşıcı hastalık, serserilik nedenleriyle tehlike oluşturanlar hakkında alıkonulma kararı 4721 sayılı Türk Medeni kanunun 432. Maddesi uyarınca alınabilir. Bu kararı kısıtlanacak kişiyi dinleyerek ilgili vesayet makamı verebilir. (Sulh hukuk mahkemesi) Bu karara karşı denetim makamı olan asliye hukuk mahkemesine itiraz edilebilir. 5/1-f maddesindeki suçluların iadesi kararları, Türk Ceza Kanununun 18. maddesi uyarınca ağır ceza mahkemelerince verilmektedir. Bu kararların temyizi mümkündür. İade için verilecek tutuklama kararları Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine tabi olacaktır. Sınır dışı edilme kararlarına karşı, 6458 sayılı “Yabancıların ve Uluslararası Koruma Kanunu” uyarınca haklarında sınır dışı etme kararı verilenler için valilik idari gözetim kararı verebilmektedir. Bu şekilde alıkonanlar, sulh ceza hâkimine itirazda bulunabilirler. Sulh ceza hâkimi kararı kesindir. (madde 58) 5/1. Maddenin diğer bentlerinde Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) uyarınca itiraz yolu söz konusu olur. İtiraz en çok bir suç şüphesiyle kişinin yakalanması ve tutuklamasında uygulanmaktadır. AİHM kararlarının bu konudaki yoğunluğu da bu hususun bir kanıtıdır. Esasında Sözleşmenin 5/1-c maddesi çerçevesinde tutuklananların ve 15 16 23 Ekin 2007 , 4493/04 başvuru numaralı karar. 8 Şubat 2011 günlü, 30157/03 No’lu başvuru kararı 19 yargılaması tutuklu olarak devam edenlerin, yargılamayı yürüten mahkemede tahliye istemlerinin reddedilmesi durumunda, bu karara karşı itirazlarını ikinci bir mahkeme incelemektedir. Dolayısıyla 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ikili bir inceleme sistemi getirmiştir. Sulh ceza mahkemesinin aldığı kararlara Asliye Ceza Mahkemesinde, Asliye Ceza kararlarına karşı Ağır Ceza Mahkemesine itiraz yapılabilir. Ağır Ceza Mahkemesi kararlarına karşı, diğer bir ağır ceza mahkemesi itirazı inceleyecektir. Ceza Muhakemesi Kanununun 108. maddesi uyarınca, soruşturma ve yargılama süresince, tutukluluğun her otuz günde bir, sanık ve müdafi dinlendikten sonra mahkemece incelenip, tutukluluğun devamına veya serbest bırakılmaya karar verilir. Bu kararlara karşı CMK’nun 271. maddesi uyarınca yapılan itirazları AİHM, 5/4. madde kapsamında görmekte ve fıkranın öngördüğü usuli teminatlara uygun incelenip incelenmediğini araştırmaktadır. 271. Madde dosya üzerinde inceleme öngörmektedir. Ancak itiraz merci duruşmalı inceleme yapılmasına karar verebilir. Bütün bu hususlar 29 Kasım 2011 tarihli,31610/08 Nolu Altınok v. Türkiye kararında, 39. paragrafta tüm açıklığıyla ortaya konulmuştur. Söz konusu başvuruda İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülen yargılamada, 5. oturum 5 Mayıs 2008 tarihinde yapılmış ve Altınok’un tahliye istemi reddedilmiştir. Bunun üzerine avukatı 12 Mayıs 2008 tarihinde ret kararına itiraz etmiştir. İtiraz başka bir mahkemede, İstanbul 5. ağır Ceza Mahkemesinde incelenerek- evrak üzerinde – reddedilmiştir. Başvuran ve avukatı tüm oturumlara katılmıştır. AİHM, 5 Mayıs günü oturumdan yedi gün sonra yapılan itiraz incelemesinin evrak üzerinde yapılmasını, esas yargılamayı yapan mahkemedeki oturumdan kısa bir süre sonra olduğunu dikkate alarak, Altınok ve avukatının 5. Ağır Ceza Mahkemesinin itiraz incelemesinde bulunamamalarını; dolayısıyla itirazın evrak üzerinde incelenmesini 5/4. maddenin ihlali olarak görmemiştir. Ancak 5. Ağır Ceza Mahkemesine, Cumhuriyet Savcısının verdiği mütalaanın sanık ve vekiline iletilmemesi yönünden 5/4. maddenin ihlali kabul edilmiştir.(Silahların eşitliğine aykırı bulunduğundan) Yukarı paragraflarda yer verilen Çatal v. Türkiye, 26808/08, 17 Nisan 2012 tarihli kararındada da bu hususlar bir kere daha teyit edilmiştir. (par. 27 ilâ 45) 43. 5/5 madde: Sözleşmenin 5/5. maddesine göre, 5. madde hükümlerine aykırı olarak özgürlüğünden mahrum bırakılmış kişilerin tazminat isteme hakları bulunmaktadır. Wassink v. Hollanda davasında, AİHM; 5.Maddeye aykırı bir şekilde Özgürlüğünden yoksun bırakılan kişi, tazmin edilecek herhangi bir maddî veya manevî zararı olmadığı sürece tazminat alması söz konusu olmayacağına karar vermiştir. Adli soruşturma nedeniyle, yakalanan ve tutuklananların, bu özgürlükten yoksunlukları 5. maddeye aykırılık oluşturuyorsa tazminat isteme hakları Ceza Muhakemesi Kanununun 141. ve takip eden maddelerinde düzenlenmiştir. Ancak 5/1. maddede de yer alan diğer haller için, ya Borçlar Kanunu ya da ilgili idare aleyhine tam yargı davası açılarak tazminatın talep edilebilecektir.3 Mayıs 2009 tarihli İpek and Others v. Türkiye (no.17019/02 ve 30070/02) kararı başvuranın nezarethaneye konulması ile ilgilidir. Bu ulusal hukuka uygun olduğuna göre, yürürlükte olan halen mülga 466 sayılı yasa uyarınca başvuranın tazminat alması mümkün olmadığından 5/5. maddenin ihlali edildiğine karar verilmiştir. (Yukarıda belirtildiği gibi, başvuranlardan ikisinin 3 gün süreyle nezarete konulması 5/1.maddeye aykırı bulunmuştur. Ancak, ulusal mevzuata bir aykırılık bulunmamaktaydı.) [ 23 Ocak 2007 Çetinkaya ve Çağlayan v. Türkiye,( no. 3921/02, 35003/02 ve 17261/03; 3 Mayıs 2007 Sinan Tanrıkulu ve Diğerleri v. Türkiye, (no. 50086/99); 3 May 2007 Medeni Kavak v. Türkiye, (no. 13723/02) kararlarında da aynı yöndedir.] 20 44. CMK’nun 141. maddesi, soruşturma ve kovuşturma sırasında, 5. maddedeki hakların ihlali olabilecek durumları maddenin birinci fıkrasında gösterilmiştir. Söz konusu hallerin gerçekleşmesi durumunda, kararın kesinleşmesinden sonra bir yıl içinde, oturduğu yer ağır ceza mahkemesine tazminat davası açılabilecektir. 5/5. maddeyle ilgili olanlar sekiz bent halinde olup aşağıda gösterilmiştir. a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen, b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan, c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen, e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlarına karar verilen, f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan, g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyenler. 45. Yukarıda bahsedilen Altınok v. Türkiye kararında AİHM, 141. madde de belirtilenlerin hiçbirinin, tutuklamaya karşı etkili bir çözüm olarak gözükmediğini açıklamıştır. Bunların etkili olduğunu gösteren bir ulusal mahkeme kararı da Türk Hükümeti tarafından gösterilememiştir. Söz konusu tazminat düzenlemesinin 5/5. maddenin öngördüğü anlamda etkili bir çözüm getirmemesi nedeniyle maddenin ihlal edildiğine karar verilmiştir. 21