Ernest Renan, "Millet Nedir?"

Transkript

Ernest Renan, "Millet Nedir?"
RENAN
NUTUKLAR VE
KONFERANSLAR
(Discours et Conférences)
Siyasal Bilgiler Okulu» öğretmenlerinden
Ziya IS H A N
târafından dilimize çevrilmiştir.
ANKARA 1946 -
SAKARYA BASIMEVİ
MÎLLET NEDİR?
(1882
y ılı
mart
ayında
Sorbon ne’da
verilen
k on fera ns)
Sizinle birlikte, görünüşte açık olm akla be­
raber en tehlikeli yanlış anlamalara meydan ve­
ren 'bir fik ri incelem ek istiyorum. İnsan cem iye­
tinin şekilleri çok değişiktir : Çin, M ısır ve eski
Babil tarzında insan toplulukları; İbranî ve Arap
tarzında kabile; Atina ve İsparta tarzında site;
Akamanişlar, Rom a ve Carlovingien imparator­
lukları gib i türlü ülkelerden müteşekkil toplu­
luklar; Yahudi ve Parsî cem aatleri gibi din ba­
ğının muhafaza ettiği cemaatler; Fransa, İn gil­
tere gibi m illetler , ve bugünkü muhtar A vru pa
topluluklarının çoğu; İsviçre, Am erika tarzında
konfederasyonlar; türlü Cermen -ve İslav kolları
arasında ırkın veya daha ziyade dilin kurduğu
neviden yakınlıklar; işte, hepsi de yaşlyan veya
yaşayıp geçmiş bulunan ve birbirleriyle karıştı­
rılm aları pek mahzurlu olan türlü türlü toplan-
9
98
NUTUKLAR VE KONFERANSLAR
ana tarzları. «Fransız İnkılâbı, devrinde, İsparta
ve Roma gib i «bağımsız küçük şehirlerin idare
şeklinin bizim otuz-kırk m ilyon canlık büyük
m illetlerim ize uygulanabileceği sanılıyordu. Zama­
nımızda ise daha ağır bir bata işleniyor : ırk ile
m illet birbiriyle karıştırılıyor; ırk veya daba zi­
yade dil üzerine kurulmuş topluluklara, gerçek­
ten var olan m illetlerinkine benzer b ir egemen­
lik hakkı tanınıyor. Başlangıçta kelim elerin an­
lam ının azıcık birbiriyle karıştırılm ası yüzünden
neticede en kaçınılm az hatalara düşülmesi müm­
kün olan bu güç meselelerde açık sonuçlara var­
mağa çalışalım. Yapacağım ız iş naziktir, hemen
hemen canlı yaratık üzerinde teşrih yapmaktır;
genel olarak ölülere yapılan bir muameleyi can­
lılara tatbik edeceğiz. Bunu, soğukkanlılıkla, en
şaşmaz tarafsızlıkla yapacağızI
Roma imparatorluğunun sonundan, daha doğ­
rusu Charlemagne imparatorluğunun parçalanmasmdanberi Avrupa «bize, bazıları d evir d evir d i­
ğerlerine sözünü geçirm eye teşebbüs eden ve
bunu hiçbir zaman sürekli olarak başaramayan
m illetlere
ayrılmış görünür. Charles-Quint’dn,
X IV - Louis’nin, I. Napoléon’un başardıklarını
gelecekte belki kimse başaramayacaktır. Y en i bir
Roma veya Charlemagne imparatorluğunun ku­
rulması artık bir imkânsızlıktır. Avrupa o kadar
MİLLET NEDİR?
99
bölünmüştür ki, bir m illetin bütün kıtayı hükmü
altına almak yolundaki her teşebbüsü çabucak
b ir ittifak kurulmasına sebep olur ve bu ittifak
o muhteris m illeti kendi tabiî sınırları içine dön­
mek zorunda bırakır. A rtık uzun zaman için bir
nevi muvazene kurulmuş bulunuyor. Fransa, İn­
giltere, Alm anya ve Rusya, başlarından geçecek
maceralara rağmen, daha yüzlerce y ıl tarihî şah­
siyetler olmakta devam edecekler, (gözleri birbi­
rine tamamiyle karışmaksizın durmadan büyü­
yüp küçülen -bir dama tahtasının başlıca taşları
olacaklardır.
M illetlerin 'bu tarzda anlaşılmaları tarihte oloukça yeni bir şeydir. îlkçağ’da bu gibi m illetler
yoktu; M ısır, Çin, eski K aide hiçbir bakımdan
m illet olamamışlardır. Bunlar, Güneş’in veya
Gök’ün bir oğlu tarafından güdülen sürülerdi.
Nasıl k i Çin vatandaşı yok idiyse M ısır vatan­
daşı da- yoktu. Eski Yunanlıların ve Rom alıla­
rın cumhuriyetleri, beledî kırallıkları, mahallî
cumhuriyetleri bir araya toplıyan konfederasyon­
ları oldu, fakat bizim anladığımız mânada m illet­
leri olmadı. Atina, İsparta, Sur, Sayda, küçük
küçük, takdire değer vatanseverlik m erkezleri­
dir; fakat bunlar nispeten dar topraklı sitelerdir.
G oller ülkesi, İspanya ve İtalya, Roma impara­
torluğuna ilhak edilmeden Önce, ekseriya ittifak
halinde yamaşakla «beraber, m erkezî idareleri ve
kıral hanedanları olmiyan insan yığınlarından
ibaretti. Asurî, İran ve İskender imparatorluk-
100
NUTUKLAR VE KONFERANSLAR
lan da birer vatan olmamışlardır. Asurî vatan­
severi d iye”î)ir şey yoktu; İran imparatorluğu
büyük bir derebeyliği idi- H içbir m illet kendi
menşeini, umumî medeniyet tarihine pek çok te­
siri dokunan İskender’in o dev maceralarına
bağlamaz.
Roma imparatorluğu bir vatan olmaya çok
daha fazla yaklaştı. İlkin pek çetin olan Roma
hâkimiyeti, harblerin sona ermesinin sağladığı
paha biçilm ez nim etlerin karşılığı olarak, çabu­
cak sevildi. Düzen, barış ve medeniyet demek
olan büyük bir birlik kuruldu. İmparatorluğun
son zamanlarında, yüksek ruhlu insanlar, aydın
ruhanî reisler, bilginler, barbarlığın tehlikeli keş­
mekeşine karşı duran «Rom a Barışı» m gerçek­
ten benimsediler. Fakat şimdiki Fransa’nın on
iki misli büyük olan bir imparatorluk, bugünkü
anlamı ile bir devlet teşkil edemezdi. Doğu ile
Batı’niîi ayrılm aları zaruri idi. IH- yüzyılda bir
Gol imparatorluğu kurma denemeleri netice ver­
memiş, sonradan m illetlerin varlığına tem el va­
zifesi gören prensip} dünyaya getiren Cermen is­
tilâsı olmuştur.
Gerçekten, Cermen kütleleri Y . yüzyıldaki
büyük istilâlarından X . yüzyıldaki Norman fütu­
hatına kadar ne yaptılar? Irkların ruhunu pek az
değiştirdiler; fakat eski. B atı împaratorluğu’nun
az çok büyük kısımlarına hükümdar sülaleleri ve
askeri b ir aristokrasi kabul ettirdiler ve bu ül­
keler istilâcıların adlarını aldı. ‘B ir Fransa, bir
MİLLET NEDİR?
101
Burgonya, bir Lombardia, sonra da bir Normandia. kuruldu. Frank imparatorluğunun çabucak
kazandığı üstünlük bir müddet için Batl’nin b ir­
liğini yeniden kurdu; fakat bu imparatorluk
IX . yüzyılın ortalarına doğru, bir daha kurulamıyacak şekilde parçalandı; Verdun antlaşması,
prensip itibariyle değişmez bölümler tespit etti
=ve o zarnandanberi Fransa, Almanya, İngiltere,
İtalya ve İsyanya, ekseriya dolambaçlı, ¡yollar­
dan geçmek ve binbir macera yaşamak suretiyle,
bugün geliştiklerini gördüğümüz şekildeki tam
m illi varlıklarına doğru yıol aldılar.
Gerçekten, bu türlü devletleri vasıflandıran
nedir? OBu, onları teşkil eden insan yığınlarının
birbiri içinde erimesidir. Adlarını sayageldiğimiz
memleketlerde, bugün Türkiye’de görülen duru­
ma benzer b ir şey yoktur; Türkiye’de, Türk, İs­
lav, Rum, Ermeni, Arap, Suriyeli, Kürt, bugün
birbirinden fetih günündeki kadar ayrıdırlar. Bu
sonucu doğuran belli başlı iki sebep vardır. B i­
rincisi, Cermen kavim lerinin Yunan ve Lâtin
kavim leriyle az çok sürekli bir temasta bulunur
bulunmaz Hıristiyanhjğı kabul etm eleridir. G a­
lip ile mağlup b ir dinden oldukları, daha doğrusu
galip mağlubun dinini kabul ettiği zaman, Türk
usulü, yâni insanların dine ¡göre ayırdedihneleri
bahis mevzuu olamaz. İkinci sebep, fatihlerin
kendi dillerin i unutmalarıdır* Clovis’in, Gondebaud’nun, A lboin ’in, Rollon’un
oğulları Roma
dilini konuşuyorlardı. ¡Bu olay, diğer önem li b ir
102
NUTUKLAR VE KONFERANSLAR
özelliğin sonucu i-öi : Franc’larm, Buirgonde’ların, Goth’larin, Lombard’larm ve Normand’larm yanlarında kendi ırklarından pek az kadın
vardı. Birkaç nesil devaminca şefler yalnız C er­
men kadınları lie evlenirler, fakat gayrimeşru
karıları Lâtindir, çocukların sütneleri Lâtindir;
bütün kabile Lâtin kadınları üe evlenir. Bu yüz­
den, Franc’ların ve Goth’lann Roma topraklarına
yerleşmelerinden sonra, lingua francica ve lingua
gothica denilen diller pek az yaşadı. Ingiltere’de
ise böyle olmadı; çünkü >Anglo-Sakson istilâsı
şüphesiz kadınlarla ‘b irlikte yapıldı; Breton’lar
kaçtı; Lâtince artık Bretagne’da hâkim değildi,
zaten hiçbir zaman da hâkim olmamıştı. V . yüz­
yılda Gallia’da umumiyetle Goluva d ili kullanıl­
mış olsaydı, Clovis ile taraftarları Cermen dilini
bırakıp Goluva dilini almazlardı.
Bunun başlıca neticesi şu oldu : Cermen is­
tilâcıların sert ve haşin olmalarına rağmen, zorla
kabul ettirdikleri kalıp yüzyıllar gjeçtikçe m il­
letin kendi kalıbı halini aldı. Fransa, pek küçük
bir Franc azınlığım barındıran bir ülkenin meşru
adı oldu. X . yüzyılda, zamanın zihniyetini ayna
gibi aksettiren chanson de geste’lerde, Fransa’­
nın bütün sakinleri Fransızdır. Grégoire de
Tours’da pek aşikâr olan Fransa halkı arasında
ırk farkı düşüncesi, Hugues Capet’den sonraki
Fransız yazarlarında ve şairlerinde azıcık olsun
bulunmaz. A sil ile halk arasındaki fark ne kadar
mümkünse o kadar belirtilir; fakat bu iki sınıf
MİLLET NEDİR?
103
arasındaki fark hiçbir bakımdan bir ırk farkı
değildir; bu sadece, irsen intikal eden cesaret,
alışkanlık ve terbiye farkıdır; bütün bunların
menşeinin bir fetih olduğunu kimse düşünmez.
Asillerin asilliklerini-, m illete edilen büyük hiz­
m etler karşılığı kıral tarafından bağışlanan bir
imtiyaza borçlu olmaları usulü (öyle ki, her asıl
mutlaka bir irade üe asîHeştirilmiştir), işte bu
yanlış usûl, X III. yüzyıldan itibaren b ir esas ola­
rak yerleşmiştir. A yn ı şey hemen hemen bütün
Normand fetihlerinden soma da olmuştur. N ormand istilâcılar, bir ik i nesil geçtikten sonra hal­
kın geriye kalanından ayırdedilemez oluyorlardı;
fakat bu yüzden tesirleri daha az derin olmuş
değildir; onlar, fethettikleri memlekete bir asil­
ler sınıfı, askeri itiyatlar ve evvelce ne olduğunu
bilmedikleri bir'vatanseverlik vermişlerdir.
Unutma, ve hattâ tarih alanında yanılma di­
yeceğim, H r milletinj teşekkülünde esaslı bir âmil­
d ir ve tarih araştırmaları bir m îllet için çok zaman
bir tehlikedir. Gerçekten, tarih araştırmaları, bü­
tün siyasi teşekküllerin başlangıcında vukubulan ve bazılarının neticeleri rpek hayırlı olan şid­
det hareketlerini aydınlatır. B irlik ilkin şiddet
ve sertlikle olur; kuzey Fransa ile güney Fran­
sa’nın birleşmesi, bir yüzyıla yakın ¡bir zaman
devam edilen bir imha siyasetinin ve terörün ne­
ticesi oldu. Tâbir caizse, yüz y ıl süren b ir billûr­
laştırma işinin en usta işçisi olan ¡Fransa kıralı,
en mükemmel bir m illi birliği gerçekleştirmiş
104
NUTUKLAR VE KONFERANSLAR
olan Fransa kıralı, işte bu kıral, yakından bakıl­
dığı zaman nüfuzunu kaybetti, yarattığı m illet
tarafından lânet edilir oldu, ve bugün ancak ol­
gun kafalar onun değerini ve yaptığı işi takdir
edebiliyorlar.
Batı Avrupa tarikinin bu büyük kanunlarını,
mukayese ile daha iy i anlarız- Fransa kiralının
kısmen zorbalıkla, kısmen de adaletle, pek tak­
dire değer -bir tarzda neticelendirdiği, teşebbüsü
birçok m em leketler başaramadılar. Saint-Etienne
tacı altında birleşen, M acarlar ve Islavlar, bun­
dan sekiz yüzyıl önceki kadar ayrı ve farklı
kaldılar. Habsburg sülâlesi, sahibolduğu ülkele­
rin türlü unsurlarını birbiri içinde eritmek şöyle
dursun, onları birbirinden ayrı ve çok zaman bir­
birinin muarızı vaziyetinde tuttu. Bohemya’da
Çek unsuru ile Alm an unsuru, bir bardaktaki
zeytinyağı ile su gibi birbiri üstünde dururlar.
M illiyetleri dine göre ayıran Türk siyasetinin çok'
daha vahim neticeleri ¡oldu : hu siyaset Ş&rk’ı
mahvetti. Selanik veya İzm ir gibi bir şehri ele
almaz; oralarda, herbirinin kendine ait hâtıra­
ları olan ve aralarında hemen hemen müşterek
bir şey bulunmiyan beş: altı cemaat bulursunuz.
Halbuki bir m illetin esası, bütün fertlerinin bir­
çok müşterek şeyleri olması ve hepsinin birçok
şeyleri unutmuş bulunmalarıdır- H içbir Fransız
vatandaşı .kendisinin Burgonde mu, Alain mi,
Taifale mi, Visigofh mu olduğunu bilmez; her
Fransız vatandaşının Saint-Berthelemy’y ' III.
MİLLET NEDİR?
105
^yüzyıldaki Güney katliamlarını unutmuş olması
lâzımdır. Fransa’da menşeinin Franc olduğunu
ispat edebilecek an aile yoktur; bu on ailenin
göstereceği deliller de, aile şecârec'ilerinin bü­
tün sistemlerini bozabilecek bir sürü tesalüp
yüzünden yanlış olur.
Şu halde, bugünkü millet, aynı istikamete
yönelen bir sürü olayın doğurduğu tarihi bir so­
nuçtur. Birlik, kâh Fransa’da olduğu gibi bir sü­
lâle tarafından, kâh Felemenk’te, İsviçre’de ve
Belçika’da olduğu gibi eyaletlerin kendi istekle­
riyle, kâh İtalya ve Almanya’da olduğu gibi dere­
beylik kalıntılarını yenen ıgeniş görüşlü bir zekâ
tarafından gerçekteştirildi. Bu kuruluşa daima
derin bir sebep hâkim oldu- Bu gibi halterde
prensipler en umulmadık sürprizler halinde beli­
rir. Zamanımızda, İtalya’nın uğradığı bozgunlar
sayesinde birleştiğini, Türkiye’nin zaferleri yü­
zünden dağıldığını görüyoruz. H er bozgun İtal­
ya'mın işlerini yürütüyordu, her zafer Türkiye’y i
mahvediyordu; çünkü İtalya bir m illettir, Türki­
ye ise Anadolu dışında bir m illet değildir. Fran­
sa’nın, Frraısız İnkilâbl vasıtasiyle, bir m illetin
kendiliğinden 'mevcudolduğunu ilân etmesi,
onun büyük şerefidir. Başkalarının bizi taklidetmelerini fena bulmamalıyız. M illetlerin prensipi
bizim ¡prensipimizdir. Fakat şu halde m lilet nedir?
N için Felemenk bir m illettir de Hanover veya
Parm e büyük dukalığı birer m illet değildir? Na­
sıl oluyor da Fransa’yı yaratan esas yok oloduğu
106
NUTUKLAR VE KONFERANSLAR
ıhalde Fransa hâlâ bir m illet olarak devam ediyor?
Nasıl üç dili, üç dört ırk ı olan İsviçre bir m illet
oluyor da, meselâ pek mütecanis olan Toscana
bir m ilet olmuyor? Niçin Avusturya bdr devlet­
tir de bir m illet değildir? M illiyet prensipi üe ırk
prensipi arasındaki farklar nelerdir? İşte her dü­
şünen insanın kendi düşüncesi üe mutabık kal­
ması için açık olarak bilmesi gereken noktalar!
G erçi dünya işleri bu gibi muhakemelerle halle­
dilmezse de, ince düşünen insanlar bu meseleler­
de sebepler aramak ve sathî düşünceli kimselerin
zihinlerini teşevvüşe uğratan karışıklıkları gi­
dermek isterler.
II
Bazı siyaset nazariyecilerine göre, bir m illet
her şeyden ervvel, halk kitlesi tarafından ilkin
kabul edilip sonra unutulan bir fethi temsil eden
bir sülâledir* Bu nazariyecilere göre, bir hane­
danın harbler, -evlenmeler ve antlaşmalarla kur­
duğu eyaletler topluluğu, o topluluğu gerçekleş­
tiren sülâlenin sona ermesi ile beraber yok olur.
Pek gerçek bir olaydır M, bugünkü m illetlerin
çoğu, toprağa bağlanan ve bir nevi temerküz çe­
kirdeği vazifesi gören feodal menşeli b ir aile ta­
rafından vucüde getirilm iştir. Fransa’nın 1789
daki sınırlan hiçbir bakımdan ne tabiî ne de za­
rurî idi. Capétien hanedanının Verdun antlaşma­
sının dar şeridime ilâve ettiği geniş bölge, bu
millet nedir ?
10?
hanedanın şahsi kazancı oldu. İlhakların yapıl­
dığı devirde ne tabiî sınırlar, ne m illetlerin hak­
kı, ne de eyaletlerin arzusu hakkında kimsenin b ir
fik ri yoktu. İngiltere, Manda v e Iskoçya’nin bir­
leşmesi, keza hanedanla ilg ili bir olaydır- İtal­
ya’nın b ir m illet olmakta bu kadar gecikmesi, hü­
küm süren birçok sülâleler arasında hiçbirinin
yüzyılımızdan önce kendini birliğin merkezi yap­
mamış olmasındandır. G ariptir k i İtalya, kırallık Unvanım, söz götürür bir Italyanlığı olan o
ehemmiyetsiz. Sardenya adasından almıştır. Fele­
menk, kahramanca verilm iş bir kararla kendi
kendini yaratmış olmasına rağmen, o da Orange
ailesiyle bir evlenme yapmıştır, ve bu birleşme
bozulduğu zaman Felemenk gerçek tehlikelere
mâruz kalacaktır.
Fakat bu kanun şaşmaz bir kanun mudur?
Şüphesiz hayır. G öl diplerinde üstüste yığılan
tabakalar gibi teşekkül eden İsviçre ile Am erika
Birleşik D evletlerinin hanedanla ilgili bir temel­
leri yoktur. M eseleyi Fransa bakımından müna­
kaşa etrnij’-eceğim- Bunu yapmak için gelecekte
neler olacağını bilmek lâzımdır- Yaln ız şu kada­
rını söyliyeyim ki, o koca Fransız kıralhğr o ka­
dar m illi bir kırallıktı M, düşüşünün ertesi günü
m illet onsuz da ayakta kalabilmiştir. Sonra
X V III. yüzyıl her şeyi değiştirmişti. İnsanlık,,
yüzyıllar süren bir alçalmadan sonra kadim dev­
rin ruhuna ve zihniyetine, kendi nefsine karşı
saygı duygusuna, haklarım idrâke avdet etmişti.
108
NUTUKLAR VE KONFERANSLAR
Vatan ve vatandaş kelimeleri eski mânalarını al­
mışlardı- Tarih boyunca gerçekleştirilen en cü­
retli hareket, bir vücuttan kalbi ve beyni çıkar­
dıktan sonra onu eski halinde yaşatana teşebbü­
sü ile mukayese edilebilecek olan bir hareket,
ancak bu suretle başarı ile neticelenmiştir.
Buna göre bir milletin hanedansız da mevcudolabüeceği -ve hattâ hanedanlar tarafından ku­
rulan m illetlerin yok olmaksızın hanedanlardan
vazgeçebilecekleri kabul olunmalıdır. Yalnız hü­
kümdarların hakkını dikkate alan eski prensip
artık muhafaza edilemez; hanedan hakkından
başka m illet hakkı vardır. Fakat m illet hakkı
nasıl bir critérium üzerine kurulmalıdır? Onu
nasıl tanımalı, hangi maddi olaydan çıkarmalıdır?
I. — Birçok kimseler, katı bir dille, bu hakkın
ırktan çıkarılması gerektiğini söylerler. Derebey­
liğinin, hükümdar evlenmelerinin ve diplomat
kongrelerinin neticesi olan sunî taksimat köhnemiştir. Değişmez ve sabit kalan, ahalinin ırkıdırİşte bir hak, bir meşruluk teşkileden budur. İzah
ettiğim nazariyeye göre, meselâ Cermen ailesi,
Cermenliğbı parçalanıp dağılmış kısımlarım geri
almak hakkına maliktir, velev bu kısımlar birleş­
mek istemeseler bile. Cermenliğbı bu gibi bir eya­
let üzerindeki hakkı, o eyalette oturanların kendi
üzerlerindeki haklarından kuvvetlidir. Böylelik­
le, kır,alların tanrısal haklarına benziyen bir nevi
aslî hak tesis ediliyor; m illetler prensipi yerine
.ırk prensipi konuluyor.. Bu pek büyük bir hata­
MİLLET NEDİR?
109
dır ve umumileştiği takdirde Avrupa medeniyetiini mahvedebilir. M illetler prensipi ne kadar doğ­
ru ve meşru ise ırkların aslî hakkı prensipi de o ka­
dar dardır ve gerçek ilerleme için o kadar tehlike­
lerle doludur. Kadim devrin kabilesinde ve site­
sinde ırkın birinci derecede önemi olduğunu tes­
lim ediyoruz. O devrin kabilesi ve sitesi ailenin
genişlemesinden başka bir şey değildi- İsparta’da,
Atina’da bütün siteliler az çok birbirinin yakım
idiler. Beni-İsrail’de de durum böyle idi; Arap
kabilelerinde hâlâ böyledir. Atina’yı, İsparta’yı,
İsrail kabilesini bırakıp Roma’yia gidelim. Du­
rum bambaşkadır. Burada, ilkin şiddetle kuru­
lan, sonra menfaatle idame olunan, birbirinden
tamamiyle farklı şehirlerden ve eyaletlerden
müteşekkil büyük bir topluluk, ırk fikrine en ağır
darbeyi vurur. Hıristiyanlık cihanşümul ve mut­
lak mahiyeti ile, daha tesirli olmak üzere aynı is­
tikamette çalışır. Roma imparatorluğu ile sıkı bir
ittifak akdeder, ve bu iki birleştirme âmilinin te­
siriyle, ırk düşüncesine dayanan sebepler yüzyıl­
lar boyunca insan işlerinin idaresinden uzak tu­
tulurBarbar istilâları da, görünüşe rağmen, bu
yolda atılmış bir adim oldu. Barbar ülkelerinin
şekillerinin ırkla ilgili ıbir tarafları yoktur; bu
şekli istilâcıların kuvveti ve keyjfi tâyin eder.
İtaat altına aldıkları insan kitlelerinin ırkı Bar­
barlar için en ehemmiyetsiz bir şeydi. Charle­
magne, Roma’nm yapmış olduğunu kendi tarzın--
110
NUTUKLAR VE KONFERANSLAR
da yeniledi : en değişik ırklardan müteşekkil tek
ibir imparatorluk. Verdim antlaşmasını yapanlar,
kuzeyden güneye doğru o değişmez iki hududu
çizerlerken, sağında ve solunda bulunan insan­
ların ırkîni zerre kadar, düşünmediler. Bundan
sonra ve Ortaçağın devammea hudut değişmeleri
de her türlü ırk temayülünün dışında yapıldıCapétien sülâlesinin sürekli siyaseti eski Gallia
eyaletlerini Fransa adı altında toplamaya aşağı
yukarı m uvaffak olmuşsa da, bu olay o eyalet­
ler halkının irkdaşlarına katılmak temayülünün
bir neticesi değildir. Dauphiné, Bresse, Provence
ve Franche-Comté, menşelerinin müşterek ol­
duğunu artık hatırlamaz olmuşlardı. M ilâdın
ikinci yüzyılından itibaren kiimse kendini GoJuva
hissetmez olmuştu1; zamanımızda ancak İlmî derin­
leştirm eler yolu iledir ki, Goluva karak­
terinin bilinm ez hale .gelen özelliği bulunmuştur.
Demek oluyor ki, bugünkü m illetlerin kuru­
luşunda ırk mülâhazalarının ¡hiçbir tesiri olma­
mıştır. Fransa, K elt, îb er ve Cermendir. Alm an­
ya, Cermen, K elt ve Islavdır. İtalya, etnografya
bilim inin en çok güçlüğe uğradığı memlekettir. Bu
memlekette, başka birçok unsurlardan mâda,
Goluva’laT, Etrüsk’ler, P elaj’lar, Yunanlılar, Arap
saçı gibi birbirine karışmışlardır. Britanya ada­
ları da, tüm olarak, nispetlerinin tâyini pek güç
olan bir K elt ve Cermen kanı halitası arzederlerHakikat şudur ki, sâf ırk yoktur ve devlet
idaresini etmografik tahliller üzerine kurmak,
MİLLET NEDİR?
111
onu mevhum bir hayale istinadettirmek olur. En
asıl memleketler olan İngiltere, Fransa, İtalya,
kanın en ziyade karışık olduğu m em leketlerdir.
Alm anya bu hususta b ir istisna mıdır? N e hayal!
bütün güneyi vaktiyle Gohıva idi- Bütün doğu­
su, Elbe’den itibaren Islavdir. Gerçekten sâf ol­
duğu iddia edilen kısımlar da hakikaten öyle
midir? Burada, üzerinde açıkça anlaşılması ve
yanlış anlaşılmasının önüne geçilm esi pek ehem­
m iyetli olan meselelerden birine temas ediyoruz.
Irk lar üzerindeki münakaşalr bitmek tüken­
mek bilmez, çünkü filolog tarihçilerle fizyolojisi
antrofpolojistler ırk kelim esini haşka başka mâ­
nalarda anlarlar. Antropolojistlere göre ırk zoo­
lojideki mânadadır, gerçek b ir cet-torun rabıta­
sı, bir kan yakınlığı gösterir. Halbuki diller ve
tarihler üzerindeki araştırmalar fizyolojinin var­
dığı taksimata varmamaktadır. Brakisefal ve
dolikosefal kelim elerinin ne tarihte ne de filolo­
jide yeri yoktur. A r î dillerini ve kolunu yaşatan
insan grupunda da brakisefaller, dolikosefaller
vardı* Samı denilen dilleri ve müesseseyi yara­
tan iptidaî grup için de aynı şeyi söylemek lâ­
zım dır. Başka bir deyişle, insanin hayvani men­
şeleri, kültür, medeniyet ve dil menşelerinden
pek çok uzaktır. İptidaî Ariyen, iptidaî Şematik,
iptidaî Turaniyen gruplarının hiçbir fizyolojik
b irlikleri yoktu. Bu gruplanmalar, muayyen bir
devirde, meselâ bundaln on beş yirm i bin y ıl
önce vukubulam tarihî olaylardır; halbuki inşa-
112
NUTUKLAR VE KONFERANSLAR
nin hayvanı menşei hesabedüemiyeeek kadar es­
kidir. F iloloji ve tarih bakımından Cermen ırkı
denilen nesne, herhalde beşer nevi içinde tamam iyle ayrı bir ailedir. Fakat bu, antropolojik an­
lamda bir aile midir? Şüphesiz hayır. Tarihte
Cermen şahsiyetinin meydana çıkması, Mesih
İsa’dan ancak birkaç yü zyıl önce vukubulmuştur,
Cermenler herhalde o devirde topraktan çıkmış
olmasalar gerektir. Ondan önce, o belirsiz İskit
kitlesi içinde Islavlarla karışmış oldukları için,
ayn bir şahsiyetleri yoktu- B ir İngiliz, pekâlâ,
insanlık kitlesi içinde bir tiptir. İmdi, pek yersiz
olarak Anglo-Sakson denilen ırkın tipi ne Sezar
zamanının Breton’u, ne Kengist’in Anglo-Saksonü, ne Fatih ' Guillaume’un Normand’ıdır.
Fransız ine bir Goluvadır, ne bir Franc’tır, ne de
bir ÎBurgonde’dur- O, Frapsiz kiralının nezareti
altında, en değişik unsurların mayalandıkları
büyük kazamdan çıkan nesnedir. Jersey veya
Guemesey’de oturan bir adam ile karşı sahildeki
Normandiya halkı -arasında menşe bakımından
hiçbir fark yoktur. XI- yüzyılda en keskin bdr
göz bile kanalın ik i yakası arasında en küçük bir
fark sezemezdi. Philippe-Auguste pek ehemmi­
yetsiz sebepler yüzünden bu adaları Normandiya
ile beraber almıştır- Y ed i yüzyıla yakın bir zaman
ayrı yaşiyan bu iki halk birbirine yabancılaşmak­
la kalmamışlar, bambaşka insanlar olmuşlardır.
Demek oluyor ki ırk, biz tarihçilerin anladığı
mânada, kendiliğinden vücut bulan ve kendili­
MİLLET NEDİR?
11S
ğinden bozulan bir şeydir. İnsanlık tarihi ile uğsaşan bilgin için ırk incelemelerinin başlıca bir
ehemmiyeti vardır. Bu incelemelerin siyasette
tatbik yeri yoktur. Avru,pa haritasıniin yapılma­
sında âmil olan insiyakı şuur, ırk meselesini hiç
hesaba katmamıştır. İlk Avrupa m illetleri, kan­
ları bilhassa karışık olan milletlerdir.
Demek oluyor ki, başlangıçta başlıca ehem­
miyette olan ırk görüşü, (gitgide lehemmiyetiinr
dern. kaybediyor. İnsanlık tarih i, zoolojiden bam­
başka bir şeydir. İnsanlık tarihinde ırk, kemirici
veya kedi cinsinden hayvanlarda olduğu gibi her
şey değildir; dünyayı dolaşıp herkesin kafatası­
nı muayene etmeye, solnra insanların yakasına
yapışarak onJlara : «Sen bizim kanimızdansın;
sen bize aitsin!» demeye kimsenin hakkı yoktur.
Etırıografik karakterlerden başka, herkes için bir
olan hak, adalet, hakikat, güzellik vardır- Üstelik
bu ırk siyaseti emin bir siyaset de değildir. Bugün
onu başkalarına karşı kullanırsınız; sonra yarın,
onun sizin aleyhinize döndüğünü görürsünüz.
Irk bayrağını o kadar yükseklerde tutan Alman­
ya, günün birinde Islavlarm Saxe ve Lusace köy­
lerinin adlarını incelemeye, W iltzes’lerin veya
Obotrites’lerin izlerini araştırmaya ve Othon’lıarm kitle halinde katlettiği veya sattığı cetlerinin
hesabını sormaya kalkışmıyacaklarindain emin
inidir? Unutmayı bilmek herkes için iyidir.
Etnografyayı çok severim; o okadar meraklı bi­
lim az bulunur; fakat onu hür görmek istediğim
10
114
NUfUİCLAft ve konferanslar
için siyasete tatbik edildiğini istemiyorum- Bü­
tün bilim lerde olduğu gibi etnografyada da sistem­
ler değişiyor; bu, ilerlemenin şartıdır. Buna göre
m illetlerin de sistemlere göre değişmesi lâzım -.
gelecek? D evletlerin sınırları bilim in kararsızlık­
larına uyacak. Vatanseverlik, az çok aykırılık ­
larla dolu bir teze bağlı olacak- Vatansevere ge­
lip şöyle diyecekler : «Şim diye kadar aldanıyor­
dunuz; şu veya bu dâva için kanınızı döküyordu­
nuz; kendinizi K elt sanıyordunuz; bayır, siz Cer-,
m ensiniz!», Soinra, on sene sonra, gelip size İs­
lav olduğunuzu söyliyec ekler. Büimi, birçok men­
faatlerin karıştığı bu meseleler üzerinde fik ir
'.beyan etmekten muaf tutalım ki, yolunu şaşır­
masın, Emin olunuz ki, bilim i diplomasiye d elil­
le r verm ekle m ükellef tutacak olursak, onu çok
defa uysallık suçu üzerinde yakalarız. Bilim in ya­
pacağı daha iy i işler vardır : ona yalnız haki­
kati soralım,
II- — Irk hakkında söylediklerim izi dil hak­
kında da söylemek lâzımdır. D il birleşm eye da­
vet eder, fakat zorlamaz. Am erika Birleşik D ev­
letleri ile İngiltere, İspanyol Am erikası ile İs­
panya, aynı d ili konuşurlar, fakat tek bir m illet
teşkil etmezler. Aksine olarak, m uhtelif kısım­
larının rızası ile kurulduğu için pek mükemmel
bir devlet olan İsviçre’de üç-dört dil vardır. İn­
sanda, dile üstün bir şey olan irade vardır. İsviç­
re’nin dil değişikliklerine rağmen birleşik olmak
istemesi, ekseriya devlet otoritesi ile elde edilen
MİLLET NEDİR?
115
bir d il benzerlğiinden çok daha, önemlidir. D il
birliğini asla zecri tedbirlerle, gerçekleştirmeye
kalkışmamış olması, Fransa’ya şeref veren b ir
olaydır. İnsanlar başka başka diller konuşmakla
aynı hislere ve aynı düşüncelere sahibolamazlar
•mı, aynı şeyi sevemezler ani?, Biraz önce, m illet­
lerarası siyaseti etnografyaya bağlamanın mah­
zurlarından bahsediyorduk. Onu mukayeseli fi­
lolojiye bağlamakta da o derece mahzur vardır.
Bu m eraklı bilim lerin kendi aralarındaki münaka­
şalarını tam bir serbeslik içinde yapmalarına im ­
kân bırakalım. Bu bilim lere, münakaşalarının
mühtacolduğu sükûn havasını bozacak şeyleri
kanştırmiyalım. D illere atfedilen siyasi önem, on­
ların bir ırk alâmeti sayılmalarından ileri geli­
yor. Bundan yanlış bir şey olamaz. A rtık Almancadan başka bir dil konuşmaz olan Prusya, bun­
dan birkaç yü zyıl önce Islavca konuşuyordu..
Güney İngiltere İngilizce konuşuyor; G oller ül­
kesi v e İspanya, Albe la Longue ağsı konuşu­
yorlar; M ısır Arapça konuşuyor; misâller sayila-miyacak kadar çoktur. Menşelerde bile dil benzer-,
liğ i ırk bezerliğiıni intacetmiyordu. Sâf A r î veya,
sâf Sami kabilesini ele alalım; bu kabilelerde efen-,
dilerinin dilini konuşan köleler vardı; imdi, o za-manlar köle, çok zaman efendisinin ırkından baş-ka bir ırktan olurdu. Tekrar edelim : mukayeseli,
filolojin in takdire değer bir ferasetle yarattığı
Hindu-AnTupaî, Sem itik ve sair diller taksima­
tı, etnografya biliminin taksimatına uymuyor. D il­
116
NUTUKLAR VE KONFERANSLAR
ler, kendilerim konuşan kim selerin kanı ¡hakkın­
da pek az şey gösteren ve ebedî olarak intisabediîen ailenin tâyini bahis ‘mevzuu olduğu zaman
insan hürriyetine zincir vurmak iktidarında olma­
yan tarihî teşeküllerdir. Irka verilen lüzumundan
fazla ehem iyet gib i dile verilen bu mutlak ehemtaiyetin de tehlikeleri ve mahzurları vardır. Bu
ehemmiyet izam edildiği zaman, m illi sayılan mu­
ayyen bir kültürüm duvarlarla çevrili dar muhitine
kapanılır. Geniş insanlık alanında teneffüs olu­
nan açık hava terkedilerek küçük vatandaş cem iyelteri içine kapanılır. Ruh ve zekâ için bun­
dan kötü, medeniyet için bundan zararlı b ir şey
olamaz. Şu esası unutmayalım ki, insan şu veya bu
dil alanına kapatılmadan, şu veya bu ırkın bir
âzası olmadan, şu veya bu kültüire mensubolanadan evvel, düşünen ve m âneviyatı olan b ir var­
lıktır. Fransız, Alman, İtalyan kültüründen ev­
v el insanlık vardır. Rönesans’ın büyük adamları­
na bakımız; onlar ne Fransız, ne Alman, ne de
îtalyandılar. Onlar, Antikite ile sürekli temas­
ları neticesinde insan ruh ve zekâsının gerçek
terbiyesinin
sırrına erm işler v e
ona bütün
varlıkları ile bağlanmışlardı. N e iy i ettiler!
III. — Din de, bugünkü anlamda b ir m illetin
kurulmasına yetecek bir tem el teşkil edemez.
Başlangıçta, din cem iyetin varlığına bağlı idi.
Cem iyet, ailenin genişlemesi ile teşekül ediyordu.
D in âyinleri, aile dini % inler(iydi. Atina dini,
Atin a’ya, onun m itik koruyucularına, kanunla-
MILLET NEDİR?
117
rina, âdetlerine edilen ibadetti. Ru dinin doğ­
malarla bağlı bir ilâihiyatı yoktu. Bu din, keli«
menin bütün mânası ile bir devlet dini idi. Bu
dini tatbik etmek istemiyen kimse Atinalı sayıl­
mazdı. Bu, hakikatte, taşahhus eteıiş Akropolis’e
ibadettir. Aglaure mâbedi üzerine yemin etmek,
vatan için ölmeye yem in etmekti. Bu din, bizdeki kur’a çekmeye veya bayrağa tapmaya mua­
dil bir şeydi- Böyle bir ibadete iştirak etmek is­
tememek, şimdiki cemiyetlerimizde askerlik et­
mek (istememek gibi bir şey olurdu. Bu, bir in­
sanın Atinalı olmadığım ispat etmesi olurdu, ö te
yandan, Atinalı olmiyan için böyle bir ibadetin
mânası olmadığı da aşikârdır. Zaten bunun, için
de, yabancıları bu dini kabul etmeye zorlamak
için hiçbir gayret sarfedilmiyordu. Atinalı köle­
ler bu ibadete uymuyorlardı- Ortaçağın baza kü­
çük cumhuriyetlerinde de durum böyle olmuş­
tur. Saint Marc üzerine yemin etmiyen bâr kimse
iy i bir Venedik vatandaşı değildi; Saint Andre’y i
cennetin diğer bütün azizlerine üstün saymiyan
bir kimse iy i bir A m alfi vatandaşı değildi- Son­
radan zulüm ve istibdat halini alan şey bu küçük
cemiyetlerde meşru idi, ve bizde yılbaşı günü bir
©ile babasına tebrik ve temennilerde bulunmak
kadar zararsız bir şeydi.
İsparta’da ve Atina’da doğru olan şey, İsken­
der’in fetihleri neticesinde teşekkül eden ülkeler­
de ve bilhassa Roma imparatorluğunda doğru ol­
maz. olmuştu. Doğu’yu Olympos’un îuppiterine
us
Nutuklar ve konferanslar
ibadet ettirm ek istiyen Antiochus Epiphane’m
v e bir sözde devlet dini idame etme yolunda Ro­
ma imparatorluğumun zulümleri, bir hattâ, bir
cürüm, gerçek bir manasızlıktı.
Zamanımızda
durum tamamiyle açıktır. A rtık yeknesak bir
tarzda iman eden kimseler yoktur. Her insan ken­
dine göre, elinden geldiği kadar ve istediği tarzda
iman ediyor* A rtık devlet dini kalmadı; bir insan
Katolik, -Protestan veya Yahudi olmak veya hiç­
bir- ibadette bulunmamak da Fransız, İngüiz,
Alman, olabiliyor. Din, herkesin şahsı ve vicdanı
ile ilgili bir şey halini aldı. M illetler, Katolik,
Protestan diye ayirdedilm ez oldular. Bundan el­
li ik i y ıl önce Belçika’nın kurulmasında pek bü­
yük bir âmil olan din, herkesin kalbinde bütün
ehemmiyetini muhafaza ediyor, fazat artık, m il­
letlerin hudutlarım çizen sebepler arasından ta*
mamiyle çıkmış bulunuyor.
IV . — M enfaat birliği de insanlar arasında
şüphesiz kuvvetli b ir bağdır. Bununla beraber,
yalnız m enfaatler bir m illet yaratmaya yeter mi?
Zannetmiyorum. Mfenfaat birliği olsa ol'sa ticarî
antlaşmalar yaratır. M illiyetin bir his tarafı da
vardır; m illiyet aynı zamanda hem ruh hem vücuttür; bir Zollverein bir vatan değüdir.
; V. — Coğrafyanın, tabiî hudutlar denilen şe­
yin, m illetlerin ayrılışında şüphesiz büyük bir
hissesi vardır. Coğrafya, tarihin belli başlı âmil­
lerinden biridir. Nehirler ırkları şevketti, dağlar
onları durdurdu* B irinciler tarih hareketlerini
MİLLET NEDİR?
119
kolaylaştırdı, İkinciler sınırlandırdı. Bununla be­
raber bazı partilerin sandıkları gibi, bir m illetin
hudutlarının harita üzerinde çizildiği, ve o m ille­
tin, hudutlarının bazı kısım larım yuvarlaklaşmak
v e kendilerine b ir d priori sınırlandırma hassası
atfedüen filân dağa veya filân nehre varm ak için
İâzmugelen toprakları ilhak etm eye hakkı olduğu
söylenebilir m i? Bu kadar k eyfi ve b u 'k a d a r
kötü sonuçlar doğurabilecek bir doktrin bilm i­
yorum. B öylelikle, her türlü şiddet meşru sayıl­
mış oluyor. Bu sözde tabii .sınırlan teşkil edenler,
dıağlar m ıdır, nehirler m idir? D ağların ayırdığı
söz götürmez; fakat nehirler, daha ziyade birleş­
tirirler. Sonra bütün dağlar devletleri birbirinden
ayıramaz. Ayıran ları hangileridir, ayirm ıyanları
hangileridir? B iarritz’den Tom ea’ya kadar, sınır­
lan dırıcı vasıfta bir tek nehir ağzı yoktur. E ğer
tarih istemiş olsaydı, Loıre, Seine, Meuse, Elbe
v e Öder nehirlerinin de, kaç kere insanların te­
m el haklarına yâni iradelerine karşı gelinmesi­
ne sebebolan Rhin nehri kadar tabiî hudutluk
vasıfları olurdu- Stratejik sebeplerden hahsolunuyor. M utlak olan hiçbir şey yoktur; zarureti
halinde birçok fedakârlıklar yapılması' gerektiği
aşikârdır. Fakat bu fedakârlıkların çok ileriye
vardırılmamasi lâzım dır. A k si takdirde herkes
askerî sebeplere dayanan istekleri ileri sürecek
ve harblerin sonu gelm iyeoektir. H ayır, ırkın bir
m illeti teşkil edemediğ kadar toprak da edemez.
Toprak substratmm’dur, mücadele ve çalışma
120
NUTUKLAR VE KONFERANSLAR
alafnıdır. İnsan, rulı unsurunu verir. M illet deni­
len o kutsal şeyin kuruluşunda insan lıer şeydir.
M addi olan ¡hiçbir şey bu kuruluşa kâfi gelmez.
B ir 'millet, tarihin derin karışıklıklarından hâsıl
olan mânevi bir varlıktır, toprak şeklinin tâyin et­
tiğ i muayyen bir ¡grup değil, mânevi bir ailedir.
Bu mânevi varlığı teşkil eden unsurları göz­
den geçirdik : ırk, dil, din, menfaat, din yakın­
lığ ı ,coğrafya, askerî zaruretler. Şu halde daha
ne lâzım? Buraya kadar olanı söyledikten sonra,
artık dikkatinizi daha uzun zaman zorlamaya
lüzum kalmıyacak.
III
B ir m illet bir ruhtur, mânevi bir varlıktır- Bu
ruhu, bu anânevi varlığı, hakikatte bir olan iM
şey teşkil eder. B iri mazide, öteki haldedir. B iri,
müşterek olarak zengin bir hâtıralar mirasına
konmadır. Öteki, bugünkü birlikte yaşama rıza­
sı, tüm olarak elde1edilen mirası değerlendirme­
y e devam etm e iradesidir. İnsan, eti, kem iği ve
ruhu ile bir anda yaratılan bir şey değildir. M il­
le t de fert gibi, cebitler, feragatler, fedakârlık­
larla dolu bir mazinin muhassalasidır. Ecdada
tapma en meşru bir ibadettir; bizi olduğumuz
hale getiren ecdattır. Kahramanlıkla dolu bir
mazi, büyük adamlar, şan ve şeref (gerçek şan ve
şerefi muradediyorum), işte üzerine bir m illet
fik ri kurulabilecek cemiyet sermayesi! Geç­
MİLLET NEDİR?
121
mişte müşterek şanlar, şerefler idrâk etmiş olmak,
halde müşterek bir iradeye sahip bulunmak, bir­
likte büyük işler başarmış olmak, gene böyle iş­
ler başarmak istemek, işte m illet olmak için ana
şartlar! İnsan, katlandığı fedakârlıklar, çektiği
ıstıraplar ' nispetinde sever. İnsan ‘ kendi eliyle
yaptığı ve kendinden sonrakilere devrettiği evi
sever. «S îzler ne idi iseniz bizier de oyuz; ¿izler
ne iseniz bizier de o olacağız» diyen İsparta şar­
kisi, .o sadeliği içinde, her vatanın kısaltılmış m illi
marşıdır.
Maziden kalan, müşterek bir şan ve şeref ve
acılar mirası;
gelecek için, gerçekleştirilecek
müşterek bir program. B irlikte ıstırap çekmiş,
haz duymuş,- ümidetmiş olmak, işte müşterek
gümrüklerden ve stratejik mülâhazalara uygun
hudutlardan daha iy i şeyler; işte ırk ve dil deği­
şikliklerine rağmen anlaşılan şeyler! Biraz evvel
«birlikte acı çekmiş olmak» diyordum; evet müş­
terek ıstırap, hazdan ziyade birleştirir. M illi hâ­
tıralar bahsinde, yaslar zaferlerden iyidir; çünkü
onlar birtakım vazifeler yükler, müşterek eehitler emrederDemek oluyor ki bir m illet, birlikte katla­
nılan ve katlanmaya hazır bulunulan fedakârlık­
lar duygusunu yarattığı büyük bir karşılıklı bağ­
lılıktır. Bu bağlılığîn bir mazisi olması lâzımdır.
Bununla beraber mület, halde elle tutulabilir bir
olayda hülâsa edilebilir : müşterek hayata de­
vam etme hususunda ifade edilen rıza ve istek.
11
122
NUTUKLAR VE KONFERANSLAR
B ir milletin varlığı, tabiri hoş görünüz, her gün
yapılan bir plebisittir. Nasıl ki, b ir ferdin var­
lığ ı da hayatım sürekli bir teyididir. Ah! biliyo­
rum ki bu, tanrısal hak kadar tabiatüstü, sözde
tarihi hak kadar huşunetli bir şey değildir. Sîz­
lere izah ettiğim düşünüş tarzına göre bir kiralın
b ir eyalete : «Bana aitsin, seni alıyorum» diyem iyeceği kadar bir m illet de diyemez* Bir eya­
let, onda oturan insanlardır; bu işte danışılması
gereken biri varsa, bu toranın sakinidir. B ir mil­
letin arzusu hilâfına bir memleketi ilhak etmek­
te veya elde tutmakta gerçek bir menfaati yok­
tur. Netice itibariyle daima dikkate alınması ge­
reken tek meşru critérium milletin dileğidir.
Mjetafizik ve teolojik neviden mücerret mü­
lâhazaları siyasetten uzaklaştırdık. OBöyle yapınca
•başka ne kalıyor? însan kalıyor, onun arzulan,
ihtiyaçları kalıyor. Diyeceksiniz ki, ayrılma ve
binnetice m illetlerin parçalanıp dağılması, bu
ihtiyar bünyeleri ekseriya ipek iy i belirmemiş is­
teklerin keyfine tâbi bırakan bir sistemin neti­
cesidir. Fakat bu işlerde hiçbir prensipin ifrata
vardmlmaması gerekitği aşikârdır* Bu tarzdaki
hakikatler ancak heyeti umumiyeleriyle ve pek
umumi olarak tatbik edilmelidirler. İnsanların is­
tekleri değişir; fakat şu fani dünyada değişmiyen ne vardır ki? M illetler ebedî bir şey değil­
dir. Başlamışlardır, biteceklerdir. Onların yerini
belki Avrupa konfederasyonu alacaktır.' Fakat ya­
şadığımız yüzyılın düzeni böyle değil. Bugün mü-
MİLLET NEDİR?
123
letler mevcudolması iy i hattâ zaruridir. Onlar hür­
riyetin teminatıdır; dünyanın bir tek karnımı, bir
tek sahibi olursa ‘h ürriyet kaybedilir.
M illeterin ekseriya birbirinin zıddı olan türlü
kabiliyetleri, müşterek medeniyet eserine yarar.
Herbiri, netice itibariyle erişebildiğimiz en yük­
sek ideal gerçek olan şu büyük insanlık konse­
rine birer nağme katar. Birbirinden ayrı düşün­
dükleri zaman zayıf tarafları olur. Çok zaman
kendi kendime derim ki, milletler için m eriyet
sayılacak kusurları olan, boş bir şan ve şerefle
övünen, o derece kıskanç ve bencil olan, hiçbir
şeye dayanamayıp silâha davranan bir fert, in­
sanların en çekilmezi olurdu. Fakat bütün bozuk
nağmeler heyeti umumiye içimde kaybolur. Za­
vallı insanlık! neler çektin! daha neler de çeke­
ceksin! Dilerim, rehberin akıl ve hikmet olsun,
yürüdüğün yolun sayısız tehlikelerinden seni bo­
rusun!
Dediklerim i hülâsa ediyorum- İnsan ne ır­
kının, ne dilinin, ne dininin, ne nehirlerin mec­
rasının, ne de ısııradağla'rm istikametinin esiri­
dir. A k lı başında ve yüreği ateşli insanlardan mü­
teşekkil büyük ve mütecanis bir topluluk, m illet
denilen mânevi vicdanı yaratır. Bu mânevi vic­
dan, ferdin bir cemaat yararına • hakkın­
dan vazgeçmesinin gerektirdiği fedakârlıklarla
kuvvetini ispat ettikçe meşrudur, var olmak hak­
kına maliktir. Ülkesinin sınırlar hakkında tered­
düde düşülecek olursa, ilgili halka danışınız. Hal-
124
NUTUKLAR VE KONFERANSLAR
km bu meselede elbette söz hakkı vardır. Yük­
sek prensiplerinin tepesinden bizim bayağı dü­
şüncelerimize acıyarak bakan o hata işlemez­
ler, buna gülümsiyeceklerdir. «Halka danışmak!
olacak şey mi bu? Diplomasi ve harb yerine ço­
cukça çareler gösteren şu cılız Fransız fikirleri­
ne de bakınız!» — Bekliyelim, baylar; bırakalım,
yüksek düşüncelilerin saltanat devri geçsin; kuv­
vetlilerin horgörürlüğüne katlanmayı bilelim.
Belki, birçok semeresiz yoklamalardan sonra,
gene, dönüp dolaşıp bizim tecrübeye dayanan
basit çarelerimize geleceklerdir. Gelecekte haklı
olmanın çaresi, hazan da, rağbet 'görmemeye kat­
lanmayı bilmektir.

Benzer belgeler