135 x 210 mm Love Like The Movies.indd

Transkript

135 x 210 mm Love Like The Movies.indd
Bölüm 1
neredeyse otuzunda,
ateşli ve başarılı
Dokuz yaşımdayken annemi görevden aldım. Kırmızı
bir keçeli kalemle “Kovuldun” yazdım öylece. Aynı zamanda gülen bir papatya ve bir kurbağa da çizmiştim yanına.
Pekâlâ, aslında çiçek kurbağayı kovuyordu ve yazı da
çiçeğin tepesindeki bir konuşma balonunun içindeydi.
Ama dikkatli baktığınızda kurbağanın boynunda annemin
en gözde kolyesini görebilirdiniz. Bu eser, benim en alaycı
başyapıtımdı.
Ne hazindir ki yine de annemin ilgisini çekmeyi başaramamıştım. O da diğerleriyle birlikte mutfak çekmecesine
tıkıştırılmıştı. Çekmecede, bir fotoğrafa bakarak çizdiğim
bir penguen, doğru düzgün yapabilmek için günlerce uğraştığım bir kedi, hatta resim öğretmenimin üstüne “Harika olmuş! Çok yetenekli bir çocuk!” yazdığı kelebek res7
VICTORIA VAN TIEM
mim de vardı.
Gerçi bugün annemin dikkatini çekeceğimden hiç şüphem yok. Sol yüzük parmağımı çevreleyen ışıltılı pırlanta yüzük sayesinde onun ilgisini toplayacağıma eminim.
Bradley tam evlenilecek tipte bir adam. Sarışın, kaslı ve
kibar bir erkek; üstelik benimle evlenmek istiyor. Yakında
Bayan Kensington Connors olacağım. Sırf bunu düşününce bile midemde kelebekler uçuşuyor.
O zaman neden bu kadar gerginim? Bradley beni hayran
hayran yüzüğüme bakarken yakaladığında güven veren
bir şekilde gülümseyerek elimi tuttu ve ön kapıyı açtı. Ailemin yanında ne kadar endişeli olduğumu, sonunda onlara
yüzüğü göstereceğim ve düğünü planlamaya başlayacağımız için ne kadar heyecanlandığımı biliyordu.
Mutfağa girdiğimizde annemle Ren yemek pişiriyorlardı. Tatlı hamur işlerinin iç bayıltıcı kokusu anında burnuma doldu. İçimde duyduğum o tanıdık sızıyı görmezden
gelmeye çalıştım. Sanki o kendine güvenen yirmi dokuz
yaşındaki kadın gitmiş, yerine ebeveynlerinin onayını almak için çırpınan on üç yaşındaki kız gelmişti yine.
“Selam,” dedim gergin bir gülümsemeyle. Bradley annemi yanağından öpüp Ren’e el salladı. Oturma odasına
yönelmeden önce bana hızlıca göz kırptı. Babam ve erkek
kardeşim Grayson, oturma odasında sağlık hizmetlerini
tartışıyorlardı. Öyle yüksek sesle konuşuyorlardı ki söyledikleri bazı şeyleri duyabiliyordum.
Annem hamur kabını bir kenara bırakıp ellerini önlüğüne sildi. “Oo, kimler gelmiş! Hiç göremiyoruz artık seni,
öyle değil mi Ren?” Sanki burada büyümüş birinden değil
8
de bir misafirden bahsediyor gibi. Sarılmak için uzandı.
“Selam anne.” Annem bana şöyle bir sarılıp bıraktı. Her
zamanki dar Jackie O elbiselerinden birini giydiğini fark
ettim. Önünde de şık, fırfırlı bir önlük vardı. Ren ise… vay
be, neredeyse aynı şeyleri giymiş. Anne kız ikiz gibi görünüyorlardı. Azıcık imrendim onları böyle görünce. Git kendi annenle takıl! diye bağırmak geldi içimden. Ama Ren’in
genç bir kızken annesini kaybettiğini biliyorum. O yüzden
bu durumu anlamam gerekiyor.
“Selam Kensington, iyi görünüyorsun,” dedi Ren hafifçe gülümseyerek. Bana sarılmak yerine alabilmek için para
biriktirdiğim yepyeni Coach marka çantamı süzdü. “Birçok yerde gördüm bunlardan. Herkeste var artık. Burberry’nin yeni askılı çantasına göz diktim ben de.”
Gülümseyip onun yüce saltanatının farkında olduğumu belirtircesine kafamı salladım.
“Hadi bakalım. Göster şu yüzüğü,” dedi annem elimi
işaret ederek.
Göğsüm gururla kabardı; ufukta Kenzi’nin Takımı için
bir puan var. Evet, maalesef bunların kaydını tutuyorum.
Bugüne kadar da hiç öne geçemedim. Puan tablosu şöyle:
Ren’in Takımı: İki yüz yetmiş beş.
Annem ve Babamın Takımı: Sayısını bile hatırlamıyorum.
Grayson’ın Takımı: Tam olarak kırk beş. Gerçi Bradley’yle birlikte olduğumdan beri eskisi kadar eleştirel olmadığı için ona biraz torpil yapabilirim.
Kenzi’nin Takımı: Dört. Üstelik bu sayıya bugün de dâhil.
9
VICTORIA VAN TIEM
Yirmi dokuz yıllık koca yaşamımın dördüncü puanı
gelmek üzere.
Okulda hep mezunlar kurulunda yer almış ama hiç kraliçe olmamıştım. Sınıfımda ilk ona girerek mezun olmuştum ama Grayson gibi bölüm birincisi değildim. Meşhur
bir reklam ajansında kreatif direktörüm ama sonuçta babam, Grayson ve Ren gibi doktor olmadım ve reklamcılık
da tıp kadar ciddi bir branş değil.
İlk gerçek galibiyetimi, Bradley’yi onlarla tanıştırmak
üzere eve getirdiğimde kazanmıştım. Ona resmen tapıyorlar. Aslına bakılırsa Bradley, Kennedy özentisi aileme benden çok daha fazla uyum sağlıyor. İkinci başarım, Bradley’yle ilişkimin bir yılını doldurmasıydı. Üçüncü puan da
geçen hafta nişanlandığımızda gelmişti. İşte şimdi de bu
mega pırlantalı yüzük sayesinde dördüncü puanı kapacağımdan hiç şüphem yok.
Elimi onlara doğru uzatınca yüzüğüm, mutfak penceresinden içeri süzülen ışıkta göz alıcı bir biçimde parıldadı.
Ren yakından bakmak için elimi kendine çekti. “Ah
Kensington, bu mükemmel bir şey. Bradley ne harika bir
erkek.”
Ren’in asıl kastettiğiyse Bradley’nin benim için fazla harika olduğuydu. Tam da bu anda böyle kaliteli bir parçayı
satın alabilecek maddi güce ve böyle rafine bir zevke sahip olduğu için Bradley’yle gurur duydum. Yüzüğün benim zevkime hitap etmiyor olması sorun değil. Tiffany’den
alınmış, kocaman ve bütün puanları toplayacak kapasitede
bir yüzük sonuçta.
Ren irkilerek geri çekildi. “Ah, bir manikür yaptırman
10
gerek yalnız. Böyle güzel bir yüzüğü bakımsız kütiküllerle gölgeleme bence. En azından Bradley bu kadarını hak
ediyor.”
Ding. Ren’in Takımı: İki yüz yetmiş altı.
Çantasından bir kartvizit çıkartıp bana uzattı. “Al bakalım. Cindy’den randevu al. Müthiştir.”
“Evet, kızlar gününde gitmiştik. Baksana.” Annem
pembe ojeli tırnaklarını uzatıp bana gösterdi. Ren’in tırnakları da aynı uçuk pembe renkli ojeyle boyalıydı.
Kızlar günü yapmışlar. Hem de bensiz.
Onlara hayranlıkla bakıp gülümsedim. “Harika görünüyorlar. Kesin arayacağım. Ee, ne düşünüyorsun anne?
Bradley güzel bir seçim yapmış, öyle değil mi?” Puanımı
garantilemek için umutla sordum. Ne zavallıca, değil mi?
“Ah, evet tatlım. Harika bir seçim yapmış.” Annem gülümseyerek Ren’e dolaptan yaban mersinlerini vermesi
için işaret edip tekrar hamuruna döndü.
“Yardım edilecek bir şey var mı?” diye sordum kendimi
biraz dışlanmış hissederek. “Sofrayı kurabilirim ya da tabakları hazırlayabilirim.”
“Gerek yok. Biz hallediyoruz, değil mi anneciğim?” Ren
burnunu büzüştürerek anneme güldü.
Bir anlığına orada öylece dikilip yüzüğümle oynadım.
Shaw ailesi Pazar günü kahvaltısının ilk raundu resmen
bitti. Ama öğle yemeğinde düğün planlarını konuşacağımızdan eminim. Elbette konuşacağız. Bunun da çekmeceye
tıkıştırılmasına izin vermeyeceğim.
Neden manikür yaptırmadım ki sanki?
11
VICTORIA VAN TIEM
Merdivenlere yönelip eski odama çıktım. Artık annemin
anı albümü stüdyosu hâline gelen odadan bana ait bütün
eşyalar çıkarılmıştı. Kocaman, kare şeklindeki proje masası Pottery Barn’dakilere benziyor; fakat bu sanki vitamin
hapı alıp da büyümüş gibi, her yanı milyonlarca çekmece
ve küçük rafla dolu; her bir çekmecenin üstünde de farklı
çıkartma harfler ve süsler bulunuyor. Odada bana ait olan
tek şey, dolabın üst rafındaki Kensington yazılı, fermuarlı
kumaş kutu.
İç çekerek telefonumu çıkarıp Facebook uygulamasına
tıkladım. İnsanların ne yaptığını görmek için sürekli telefonuma bakarım. Sonra da bunları, kendi yaptığım ya da
yapmadığım şeylerle kıyaslarım. Bu da bana aslında ne
yapmam gerektiğini düşündürür. İşin gerçeği… sonunda
aynı şeyleri yapmaya devam edip dururum. Bunu yaparak
vaktimi boşa harcamış olurum, o kadar.
Ailelerimize nişanlandığımızı sadece telefonda haber
vermiştik ve bunu resmî olarak duyurmak için de bugünü
bekliyordum. Ah, çok heyecanlıyım.
İki arkadaşlık teklifi var. İkona tıklayıp ilk teklifi kabul
ettim. Spordan tanıdığım bir kız bu. Sonra bir anda donup
kaldım. Yok artık. Telefonu iyice yaklaştırıp minicik fotoğrafa baktım. Kalbim sıkıştı. Olamaz. Aman Tanrım. Olmuş
bile.
Bu Shane.
Shane Bennett.
Dört yılımı birlikte geçirdikten sonra kalbimi paramparça eden Shane Bennett. Şimdi de arkadaş mı olmak istiyor benimle?
12
Ciddi olamaz.
Bir duygu seli doldu içime. Ama ağlayamadım. Onun
için yeterince gözyaşı dökmüştüm. Günlerce, belki de
aylarca ağlamıştım. Şu an hissettiğim şey, ne zaman onu
hatırlatacak bir şeyle karşılaşsam yüzeye çıkan bir acının
artçı sarsıntısı sadece. Onun küçük yankıları…
Shane, lisedeyken büyükannesi ve büyükbabasıyla
birlikte yaşamak için İngiltere’den Midwest’e taşınmış ve
üniversiteyi orada okumuştu. Biz de onunla okuldayken
tanışmıştık. Nasıl olduğunu hatırlamıyorum ama öylesine konuşmaya başlamış ve sonra da hiç susmadan sohbet
edip durmuştuk. Sürekli birlikteydik. Shane çok havalı biriydi; saçları hep dağınık olurdu. O saçlara bayılıyordum.
O benim ilk gerçek aşkımdı. İlk kalp kırıklığımdı… O
benim bütün ilklerimdi.
Dolaptaki Kensington kutusuna baktım. Aslında Kensington ve Shane olarak etiketlenmeliydi o kutu. Birbirimize verdiğimiz kartların ve küçük hatıralarımızın hepsi o
kutunun içinde, sıkı sıkı kilitlenmiş. Dolaba gidip parmak
uçlarımda yükseldim ve kutuyu sıkıca tutup çektim. Görmek için can attığım bir fotoğraf var. Eskiden başucumda
bir çerçevenin içinde dururdu bu fotoğraf; Shane’i o fotoğraftaki hâliyle hatırlıyorum.
Kutuyu proje masasının üstüne koyup fermuarını, hapsolmuş hatıraların bir kısmının kaçmasından korkarcasına
yavaşça açtım.
Kutunun içindekileri kurcalamaya başladım. Kartlar
üst üste konup bir iple bağlanmış. Bir havlu bileklik öylece
duruyor. Onu burnuma götürüp kokusunu içime çektim.
13
VICTORIA VAN TIEM
Shane’in kokusu çoktan gitmiş ama geceleri yatarken bunu
taktığımı gayet net hatırlıyorum. Bilekliği yerine koyup fotoğrafları karıştırdım.
Fotoğrafı bulunca dudaklarım gerildi. Shane duvara
yaslanmış, yakasını kaldırmış, defteri elinde sallanıyor.
Her gece iyi geceler dilediğim, her sabah beni günaydın
diyerek uyandıran, çok uzun zamandır özlediğim yüz, bu
işte.
Eski fotoğraflarla Facebook profilindeki resmini karşılaştırdım. Aynı koyu renk, dalgalı saçlar. Aynı bal rengi
gözler. Aynı Shane.
Biraz daha büyümüş. Ama bu kesinlikle o.
Derin bir iç çektim. Neden duyduklarımın yalan olduğunu söylememişti ki bana? Ona inanabilirdim. Her şeyin
aynı kalmasını istemiştim. Onu istemiştim. Ama o, üzgün
olduğundan başka bir şey söylememişti. Ve bunun, açıklayabileceği bir şey olmadığını eklemişti çünkü…
“Kenzi?” Seslenen Greta teyzemdi.
“Buradayım,” dedim fotoğrafı kutunun içine atıp kapağını kapatırken. Hızla fermuarı çekip tekrar rafın üstüne
attım kutuyu.
“Seni burada bulacağımı tahmin etmiştim. Yemek için
seni bekliyoruz.”
Teyzem koyu renk bir kot ve bol, beyaz bir tunik giymişti. Gözlerinin mavisini ve yeni boyattığı kızıl saçlarını
belirginleştiren turkuaz bir kolye takıyordu.
“Saçların güzel olmuş,” deyip gülümsedim ve telefonumu hızla tuş kilidine aldım.
Greta teyze omuzlarına inen saçlarını geriye atıp, “An14
nen hiç beğenmedi. Çok dikkat çekiyormuş,” dedi.
Bir kaşımı kaldırdım. “Amaç da bu değil mi zaten?”
Teyzem şen bir kahkaha attı. “O da yanında hediyesi.”
Annemi sinir ettiği için mi, yoksa dikkat çektiği için mi
öyle dediğini anlamamıştım. Muhtemelen her ikisini de
kastetmişti. Greta teyzem ailenin kara koyunudur, en sıra
dışı karakteridir. Çünkü kimsenin ne düşündüğünü umursamaz. Benim bir çentik altımdadır bu yüzden; Shaw ailesi
hiyerarşisinde ben, ‘Hiçbir şeyi düzgün yapamıyor ama en
azından deniyor’ kademesindeyim.
Teyzem elime uzanıp hayranlıkla yüzüğü inceledi ve
ardından ıslık çalıp, “Vay canına. Bir servet değerinde olmalı bu. Renson ne dedi?”
Ren ve Grayson süper çifti için uydurduğum takma adı
bilen tek kişi Greta teyzem. Kahkahamı güçlükle bastırarak kıs kıs güldüm.
Teyzem gülümsedi. “Emin ol, Ren’i bir dahaki görüşünde yüzüğüne eklettiği pırlantaları fark edeceksin.” Elimi
bırakıp kapıyı işaret etti. “Hadi gidip şu partiyi başlatalım.”
Merdivenleri inerken tekrar telefonumu çıkardım. Bunca zaman sonra Shane’in neden benimle iletişime geçtiğini
hâlâ anlayamıyorum. Bir dakika, bir dakika. Arkadaşlık teklifi gitmiş.
Nerede bu?
Midem düğümlendi. Uygulamaya dokunup profil sayfamı açtım. “Kenzi Shaw, Shane Bennett ve diğer kişiyle
artık arkadaş.” Nasıl yani?
Greta teyzemin yeni çıtır sevgilisinin adı Finley. Hoş
15
VICTORIA VAN TIEM
birine benziyor ama onu tanımak için uğraşmayacağım
çünkü bir sonraki kahvaltıda muhtemelen buralarda olmayacak. Ren’le fazla ilgileniyor; Ren de kibar bir biçimde Finley’in ardı arkası kesilmeyen sorularını duymazdan
gelmeye çalışıyor.
“Ren, Chicago’lu Fin,” dedi Greta teyze ‘Kes artık şunu’
dercesine sert bir bakış fırlatarak.
“Hastanede işler nasıl, Grayson? Torakoskopi için 3D
videoyu kullanabildin mi?” diye sordu babam yumurtasına acı sos eklerken.
Boş bardağını havada tutan Grayson duraksadı. “Geçen
hafta denedim biraz. Epey etkili bir alet. Buna yatırım yapalım diye teklif verdim kurula.”
Babam, “Güzel, güzel,” diyerek Ren’e sosisli kreplerden
uzattı.
“Pediatride her şey yolunda mı?” diye sordu Ren’e, servis tabağını geri alırken.
“Ah, çocuklarla birlikte çalışırken her zaman ilginç bir
şeyler çıkıyor,” dedi Ren gülümseyerek.
Babam onaylayarak kafasını sallayıp birkaç lokma aldı
kahvaltısından ve Finley’e dönüp, “Ee, Finley, sen neler yapıyorsun?” diye sordu.
Bradley tabağına iki tane daha sosis alırken ona krep
uzatan annemi durdurdu.
“Bradley karbonhidratlı şeyler yemiyor anne,” diye hatırlattım ona.
Finley dimdik oturup boğazını temizledi. “Şey, ben satıştayım. Şu an için telefon satışı. Zaten hep satış alanında
çalıştım.”
16
“Güzel, güzel,” dedi babam. “Bradley de şehir merkezindeki Safia Reklam Ajansı’nda satış müdürü. Indianapolis’teki en büyük ajanstır. Benim de bütün reklam işlerimi o
yürütür.” Babamın burada, Village’da medikal bir güzellik
merkezi var. Burada botokstan dudak silikonuna, estetik
ameliyat danışmanlığına kadar her şeyi bir arada bulabilirsiniz. Annemle babamın Bradley’nin pozisyonunu neden
bu kadar yücelttiklerini anlayamıyorum. Bense kreatif direktörlük yaptığım için havai biri sayılıyorum. Oysa ikimiz
de aynı ajansta çalışıyoruz ve her ikimizin de bir unvanı
var.
Bradley kafasını sallayıp bir noktaya dikkat çekmek istercesine çatalını havaya kaldırdı. “Bu bana, Channel Six
için hesapladığım bazı istatistikleri hatırlattı.”
Bradley’nin, özel okula giden iki üç çocuğu olan her altı
ev kadınından birinin televizyon izlediği hakkındaki konuşmasının bitmesini bekledim. Zoraki bir gülümsemeyle
kafamı sallayarak dinledim. Aslında heyecandan yerimde
duramıyor, düğün planlarımızı konuşmak için sabırsızlanıyordum.
Greta teyze bana göz kırpıp Bradley’nin bitmek bilmeyen gevezeliğini böldü. “Kensington, tarih belirlediniz
mi?”
Bütün bakışlar bana döndü. Gözlerimin içi parlıyor.
Hazırım. İşte o an geldi. Heyecandan bayılmak üzereyim.
Bradley elimi tutup sıcacık bir gülümsemeyle bana baktı. “Henüz kesin bir tarih belirlemedik ama belki bahara
yaparız. Ne dersin, Kenz?”
“Olabilir,” dedim bu düşünceyle mutlu olarak. “Bahar
17
VICTORIA VAN TIEM
gerçekten de çok hoş olur.”
“Ah, kendimi tutamayacağım artık! Bilin bakalım baharda kim katılacak aramıza?” Ren bu soruyu aşırı neşeli
bir ses tonuyla yumurtladı. “Bir bebek! Ben hamileyim!”
Annem, “Ah! Aman Tanrım!” diye ciyaklayıp masanın
etrafından koşarak yanlarına gitti. Kollarını Ren ve Grayson’a dolayarak onları sıkıca kucakladı. “Hamileymiş! Büyükanne olacağım demek!”
Herkes bağrışıp el çırptı. Sanki Vegas’taki bir kumar
makinesinde yan yana gelmiş birbirinin aynısı şekiller gibi.
Ding. Ding. Ding. Ding. Ren’in Takımı: İki yüz yetmiş
yedi. Hayır, hayır, üç yüz. Hatta beş yüz! Artık sayamıyorum bile. Ren lanet olasıca büyük ikramiyeyi kazandı!
Babam, artık kendisine büyükbaba diyen birinin olacağını söyleyip duruyor. Grayson, Ren artık yirmi dokuz
yaşında olduğu için çocuk yapmayı daha fazla erteleyemeyeceklerinden bahsediyor. Yani neticede kız otuzuna dayanmış. Finley bile tebrik için babamın elini sıktı. Annem
bana, düğün için kaybedecek vaktim olmadığını, Bradley’yle elimizi çabuk tutmamız gerektiğini söyledi.
Greta teyzem bana ‘Biliyorum tatlım’ bakışı attı. Önemli olmadığını göstermek için zoraki bir tebessümle karşılık
verdim. Yani, elbette ki mutluyum onlar adına.
Bir bebek geliyor demek.
Bu gerçekten de büyük ikramiye.
Ben daha otuz olmadım, o yüzden zamanım var.
Nişan yüzüğüme bakarken, kalın kırmızı keçeli kalemle
yazılmış yeni bir ‘kovuldun’ yazısı hayal ediyorum. Bu seferki yengem için. Üstelik onunkinde çiçek veya kurbağa
18
falan da olmayacak.
Onun zaten bir bebeği var.
Düğün hakkında doğru düzgün konuşamadık bile.
***
Çantamı mutfak tezgâhına atıp paltomu çıkardım ve
şarap almak için buzdolabına yöneldim. Uzun bir gün olmuştu. Heyecanlı ve mutlu olacağım yerde tükenmiş hissediyordum kendimi. Shaw aile kahvaltısını, Shane’in bir
anda ortaya çıkmasını ve Ren’in büyük haberini düşünmek başımı döndürdü.
Dolapta, açılıp soğutulmuş bir şişe beyaz şarap var; kendime bir bardak doldurdum. Bradley daha kaliteli olanları
tercih eder ama sevdiğimi bildiği daha ucuz tatlı şarapları
da evime stoklamayı ihmal etmez. Bir yudum alıp tezgâha yaslandım; meyvemsi aromanın boğazımdaki düğümü
çözmesini umarak yudumlamaya devam ettim içkiyi.
Şu bebek gerçekten de önemli bir haber. Ailenin ilk torunu olacak sonuçta. Annemin, ilk şoku atlattıktan sonra,
benimle düğün hakkında konuşmak ve tüm detaylarla ilgilenmek isteyeceğinden eminim. Tabii ki yardım edecek
bana. Ben onun tek kızıyım; üstelik yapacak bir sürü de
iş var: Gelinlik seçilecek, düğün için mekân bulunacak…
Daha tarih bile almadık.
En azından annem yüzüğü beğendi.
Elimi kaldırıp hayran hayran yüzüğe baktım. Nasıl
beğenmesin ki? Işıl ışıl bir yüzük; hem de gereken bütün
özelliklere sahip. Kesimi, rengi, berraklığı ve karat ağırlığı
19
VICTORIA VAN TIEM
muazzam. Burada muazzam olmayan tek bir şey varsa o
da benim zevkim. Çünkü ben bu yüzüğü beğenmedim.
Yani beğendim beğenmesine ama kendim almış olsam
bu yüzüğü seçmezdim. Yüzük biraz geleneksel bir tarza
sahip ve gerçekten çok büyük. Hatta bence biraz fazla büyük. Bradley buna değdiğimi söylemişti. Bunu hatırlayınca yüzüme bir gülümseme yayıldı.
Zaten yüzüğün bir önemi yok; yüzük güzel ve ben de
mutluyum. Evlenip bir aile kurmaya bir adım daha yaklaştım. Bradley, koca bir futbol takımı kurmaya yetecek kadar
çok çocuk istiyor. Bana bir tane bile yeter. Belki iki olabilir.
En azından bir kızım olsun isterim.
Bale derslerini ve dans resitallerini düşünürken gözüm
dalıyor. Sınıf annesi olup kostümlere yardım edebilirim.
Bir defasında, bir elbisemin jüponundan bebeğime bir tütü
yapmıştım. Annemin çok kızdığını hatırlıyorum çünkü o
elbise çok havalı bir tasarımcının mıymış neymiş. Kızımın
saçlarının gür olup olmayacağını merak ediyorum. Bradley kel, benim saçlarımsa oldukça ince telli. Annem, toka
kaymasın diye sıkıca bağlamak zorunda kalırdı saçlarımı.
Ren’in muhtemelen bir kızı olur.
Olsun. Ondan sonra sırada ben varım. Hem daha vaktim de var.
Şarabımı bitirir bitirmez bardağımı tekrar doldurdum.
Shaw ailesinin her kahvaltısından sonra böyle olur; ailemin beklentilerini karşılayıp karşılayamadığımı düşünerek kendime işkence ederim. Bugünün farklı olacağını neden düşündüm, hiç bilmiyorum.
Kendimi iyi hissedebilmek için şarabımdan büyük bir
20

Benzer belgeler