Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye

Transkript

Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye
İçerik
Sait Akşit, Çiğdem Üstün
Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye ................................... 3
Nicolas Monceau
Fransa ............................................................................ 11
Katrin Böttger, Eva-Maria Maggi
Almanya.......................................................................... 25
Yvonne Nasshoven
Belçika ............................................................................ 37
Emiliano Alessandri, Sebastiano Sali
İtalya ............................................................................... 47
Eduard Soler i Lecha, Irene García
İspanya ........................................................................... 61
Athanasios C. Kotsiaros
Yunanistan...................................................................... 75
Gunilla Herolf
İsveç ............................................................................... 86
Cengiz Günay
Avusturya........................................................................ 97
Costas Melakopides
Güney Kıbrıs................................................................. 109
Petr Kratochvíl, David Král, Dominika Dražilová
Çek Cumhuriyeti ........................................................... 125
Adam Szymański
Polonya ........................................................................ 138
Iulia Serafimescu, Mihai Sebe
Romanya ...................................................................... 157
Marin Lessenski
Bulgaristan.................................................................... 171
Özgehan Şenyuva, Sait Akşit
Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler 182
Yazarlar Hakkında Bilgi .............................................. 194
2
Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye
Sait Akşit, Çiğdem Üstün*
Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye
Aralık 1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye Avrupa Birliği (AB)
üyeliğine aday ülke statüsünü resmen kazanmış ve Ekim 2005’te üyelik
müzakereleri sürecine başlamıştır. Bu Türkiye ile AB ilişkileri açısından
birçok olumlu gelişmenin meydana geldiği bir dönem olmuş ve
Türkiye’de üyelik hedefinin gerektirdiği koşulları yerine getirmek
amacıyla bir dizi reform paketi hazırlanmıştır. Aynı dönemde ilk olarak
Ecevit hükümeti, ardından da Gül ve Erdoğan hükümetleri tarafından
ülkenin iç ve dış politikasında bir dizi değişime işaret eden gelişmeler
meydana gelmiştir. Zaman zaman bu çabalar bazı hassas konulara ciddi
yaklaşımlar içermiştir. Bu dönemde meydana gelen en önemli gelişmeler
arasında
Türkiye’nin
dış
politika
önceliklerinin
yeniden
değerlendirilmesi ve Yunanistan’la ilişkiler ile Kıbrıs Sorunu gibi uzun
yıllardır süregelen sorunları çözme çabaları yer almaktadır.
Müzakere sürecinin başlaması sonrasında bu tabloda bir değişim
meydana gelmiş ve 2006-2009 dönemi inişli çıkışlı bir zaman dilimi
olmuştur. Aslına bakılırsa bu dönemde inişlerin çıkışlardan daha fazla
olduğu söylenebilir. Bu durumun çeşitli nedenleri vardır. Bu dönemle
ilgili olarak sıklıkla dile getirilen eleştirilerden biri Türkiye’nin 2006’dan
bu yana fazla bir çaba göstermediğidir. Esasında reform sürecinin
oldukça yavaşladığı, hatta bazı zamanlarda tümüyle durduğu iddia
edilmektedir. Avrupa Birliği tarafında Türkiye’nin reform sürecinde
*
Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu
yansıtmamaktadır.
3
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
ilerleme olmayışı müzakere sürecindeki yavaşlama için de önemli bir
neden olarak gösterilmektedir.
Müzakerelerin başlamasından kısa bir süre sonra AB tarafında bu
iddialara Türkiye’nin tam üyeliğine alternatiflerden yana söylemler de
eklenmiştir. Bu durum önce Almanya’da, sonra da Fransa’da iktidar
değişimlerinde yansımasını bulmuştur. Kasım 2005’te Almanya’da
iktidara gelen Şansölye Angela Merkel Türkiye için tam üyelikten ziyade
imtiyazlı bir ortaklığın önde gelen savunucuları arasında yer almıştır. Bu
yaklaşım Mayıs 2007’de Fransa’da Cumhurbaşkanı seçilen Nicolas
Sarkozy tarafından da önce seçim kampanyası sırasında, sonra da
Cumhurbaşkanlığı görevinde sergilenmiştir. Türkiye’nin üyeliğine sert
bir biçimde karşı çıkan Sarkozy’nin seçilmesi Fransa’nın Türkiye’nin
AB’ye tam üyeliğine resmi bakışı konusunda bir dönüm noktası teşkil
etmekte1 ve bunu Türkiye’de tam üyeliğe bir alternatif olarak algılanan
Akdeniz Birliği önerisi izlemektedir.
Türkiye’de tablo biraz daha karışıktır. Öncelikle hem Avrupa Birliği
kurumları hem de Merkel ve Sarkozy de dâhil olmak üzere bazı AB üye
ülkeleri liderlerince Türkiye’ye verilen mesajlarda gittikçe artan bir
muğlâklık olduğu inancı hâkim konuma gelmektedir. Üyeliğe alternatif
önerileri ile Türkiye’nin hassas iç ve dış politika sorunları konusunda
yapılan siyasi açıklama ve yorumlar bu muğlâklık hissini güçlendirmiş,
ve bu durum da AB üyesi ülkelerin bazı liderlerinin Türkiye’yi Birliğin
dışında bırakmak için müzakere sürecinin resmen bir parçası olmayan
yeni koşul ve engeller çıkardığı yönünde yaygın bir inanışın doğmasına
neden olmuştur. Nitekim Türkiye’de üyelik sürecinin ‘Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin’2 AB üyesi olmasından sonra kolay olmayacağı
1
Bu durum bu kitapta Nicolas Monceau tarafından yazılan bölümde de vurgulanmıştır.
Resmi adıyla ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’, AB tarafından tüm adayı temsil ediyor olarak kabul edilse
de adadaki Kıbrıslı Türk Toplumunu temsil etmemektedir. Dolayısıyla, bu kitapta bahsi geçen
2
4
Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye
yönünde bir kanı vardı. Bu endişelerin yersiz olmadığı Kıbrıslı Rumların
müzakere sürecinde bazı başlıkları resmen olmasa da engellemesi ve
Aralık 2006’da bir “tren kazası” yaşanması ihtimali ile ortaya çıkmıştır.
Nitekim Türkiye’nin müzakere süreci tahmin edilenden daha da zor bir
yolda ilerlemekte olup beklenenden daha fazla engellerle karşılaşılacağı
görülmektedir. İmtiyazlı ortaklık çağrıları, Akdeniz Birliği önerisi,
Ankara Anlaşması protokolünün ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni da içerecek
şekilde genişletilmesi yönünde yapılan çağrılar ve hava ve deniz
limanlarının Kıbrıs Rum uçak ve gemilerine açılması talepleri Türkiye’de
yeni engeller çıkarma ya da tam üyeliğe alternatif bir yolu öne çıkarma
yönünde girişimler olarak değerlendirilmektedir. Dahası AB’de
Türkiye’nin ‘Avrupalılığı’ konusunda süregelen tartışmalar ve
Türkiye’nin adaylığının tekrar tekrar sorgulanışı Türkiye’de AB
hakkındaki mit ve önyargıları güçlendirmekten başka bir işe
yaramamaktadır.
Bir yandan Türkiye’de AB hakkında, bir yandan da AB’de Türkiye
hakkında ciddi ve sürece zarar veren mit ve önyargılar olduğuna
inanıyoruz. Akademik Ağların Güçlendirilmesi ve Entegrasyonu
(Strengthening and Integrating Academic Networks - SInAN) projesine
başlarken ele alınan noktalardan biri de bu muğlâk ilişkinin bir parçası
olan böylesi mit ve önyargıları sorgulamaktı. Elinizdeki bu eserde
Türkiye’nin üyeliğinin bir dizi AB üyesi ülkede nasıl algılandığı ortaya
konmaya çalışılmaktadır. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği ve tarafların
tümü için yaratacağı fırsat ve zorluklar yaygın bir biçimde tartışılmakta
ise de farklı ülkelerdeki aktörlerin pozisyon ve argümanlarını bir araya
getiren kapsamlı bir analize rastlamak nispeten güçtür. Esasında genele
bakıldığında Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığının hem AB
hükümetleri, hem de üye ülke vatandaşları arasında tartışmalı ve
‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adanın Kıbrıslı Rumların yönetimi altındaki kısmına atıfta bulunur ve
‘Kıbrıs’a atfen yapılan değerlendirmeler Kıbrıslı Rumların gözünden yapılan değerlendirmelerdir.
5
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
toplumda bölünmelere yol açan konulardan biri olarak ortaya çıktığı
söylenmektedir. Nitekim Türkiye’nin AB üyeliği konusunda
Avrupalıların algıları üzerine literatür son derece kısıtlı olup mevcut
çalışmaların hemen hiçbiri farklı ülkelerde hükümet, muhalefet, kamuoyu
ve elitler gibi tüm tarafların görüşlerini medya’da buldukları yerle
birlikte irdelemeye çalışmamaktadır.3
Elinizdeki bu eser Avrupa Birliği tarafından ‘AB ve Türkiye
arasındaki Sivil Toplum Diyaloğunun Geliştirilmesi Projesi:
Üniversiteler Hibe Programı’ kapsamında finanse edilen Akademik
Ağların Güçlendirilmesi ve Entegrasyonu (SInAN) projesinin bir
sonucudur. Bu çalışma, SInAN proje önerisinin en başında gündeme
gelmiş bir çalışma olup proje ortağımız Köln Üniversitesi Jean Monnet
Merkezince koordine edilen EU-CONSENT projesi kapsamında
hazırlanan EU-27 Watch4 örneğinin açtığı yoldan gitme amacıyla ortaya
konmuştur. Elinizdeki bu eserle Orta Doğu Teknik Üniversitesi Avrupa
Çalışmaları Merkezi SInAN projesinin ana koordinatörü sıfatıyla
Türkiye’nin AB ile entegrasyon sürecine dair mevcut tartışmanın
koşullarını niteleyen mitleri sorgulamayı ve Türkiye’nin AB’de, AB’nin
de Türkiye’de daha iyi bilinir ve anlaşılır kılınmasını amaçlamaktadır.
Her ne kadar elinizdeki eserin içeriği zamanla öngörülenden daha farklı
bir şekil almış ve sonuçta farklı AB üyesi ülkelerin Türkiye’nin AB
adaylığı konusundaki görüşlerini sergiler bir hale gelmişse de başlıca
hedefler aynıdır. Bu çalışma Türkiye’nin adaylığının 2006-2009
döneminde AB üyesi ülkelerde ne şekilde algılandığı sorusunu ele
3
Bunun bir istisnası TEPAV-IAI tarafından hazırlanan Talking Turkey yayınıdır: Natalie Tocci
(der.), Talking Turkey in Europe: Towards a Differentiated Communication Strategy, Quaderni
IAI, Aralık 2008. Ayrıca Avrupa kamuoyu görüşlerinin detaylı bir analizi için bakınız, Antonia R.
Jiménez ve Ignacio T. Payá, European Public Opinion and Turkey’s Accession: Making Sense of
Argument For or Against, EPIN, European Policy Institutes Network Working Paper no. 16,
Mayıs 2007.
4
EU-27 Watch serisinin sayılarına http://www.eu-consent.net/content.asp? contentid=522 inernet
adresinden ulaşılabilir.
6
Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye
almaktadır. Üye devletlerden çeşitli uzmanlara bu soruyu sorduk ve söz
konusu ülkelerdeki belli başlı aktörlerin bazılarının (hükümetler,
muhalefet partileri, sivil toplum örgütleri ve medya) konuya bakışlarını
göz önünde bulundurarak nitel gözlemlerini sunmalarını istedik.
Fransa, Almanya, Belçika, İtalya, İspanya, Yunanistan, İsveç,
Avusturya, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’5, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Romanya
ve Bulgaristan’dan farklı uzmanlar bize bu konuda ışık tuttular. AB üyesi
ülkelerin bu alt kümesi bir dizi kritere göre oluşturulmuştur. Öncelikle bu
ülkeler geniş bir coğrafi dağılımı temsil etmekte ve çalışma Güney,
Kuzey, Orta ve Doğu Avrupa’dan üye ülkeleri içermektedir. Dahası, bu
grup içerisinde Avrupa Birliği’nin geçirmiş olduğu her bir genişleme
dalgasından ülkeler mevcuttur. Üçüncüsü, bu grup çekirdek, eski, yeni,
küçük ve büyük üye devletlerden örnekler içermektedir. Dördüncüsü,
Türkiye’nin AB üyesi komşularını ve Türkiye ile iyi ekonomik ilişkileri
olan ülkeleri de içermektedir. Beşincisi, bu grupta resmen Türkiye’nin
üyeliğini destekler bir tavır takınan ülkeler (ki bunlardan bazıları yalnızca
koşullu destek vermektedir) ile Türkiye’nin üyeliğine olumsuz bir bakışa
sahip ülkeler birlikte yer almaktadır. İlgili tüm tarafları ele almayı
amaçlayan bu akademik çalışmalar bir bütün olarak en baştaki
varsayımımızı destekler bir tablo çizmektedir: Elitlerce sürüklenen bir
süreç olduğu düşünülen ve uzun süredir de böyle kabul edilen bir süreç
olmasına rağmen AB entegrasyon süreci Türkiye’nin adaylığının çeşitli
boyutlarıyla anlaşılması için farklı aktörlerin algılarını göz önünde
bulundurmalıdır.6
Çeşitli ülke çalışmaları ile 2006-2009 dönemini göz önünde
bulundurarak aşağıdaki sorulara yanıt aramaya çalıştık:
5
Bkz. 3 numaralı dipnot.
Bkz. Özgehan Şenyuva, “Turkey European Union Relations: A Quest For Mass And Elite
Opinion”, SInAN Newsletter 2, Avrupa Çalışmaları Merkezi, Ankara, 2009,
http://sinan.ces.metu.edu.tr/dosya/newsletter2.pdf internet adresinden ulaşılabilir.
6
7
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
•
Türkiye AB üyesi ülkelerde ne derece tartışma konusudur?
•
Türkiye hakkında yapılan tartışmalarda bilgi düzeyi nedir?
•
Farklı aktörlerin algılarının temelini neler oluşturmaktadır?
•
Ele alınan ülkelerde Türkiye hakkındaki tartışmalarda hâkim
çeşitli mit ve önyargılar mevcut mudur?
•
Türkiye’nin üyeliğinin sunduğu fırsatlar ve zorluklar nelerdir?
•
Ülkeler arasında Türkiye’den yana veya Türkiye’ye karşı
argümanların kesişimi söz konusu mudur?
•
Türkiye’nin üyeliğini destekleme ya da buna karşı çıkmanın
başlıca nedenleri ve bu tutumların altında yatanlar nelerdir?
•
Türkiye’nin üyeliğine ilişkin algılar genişleme süreci gibi daha
geniş bir bağlamda mı ele alınmalıdır?
Bu sorulara kapsamlı bir yanıt verebilmek için daha detaylı bir analiz
gerekmektedir. Elinizdeki bu eser de bu tür çalışmalara katkı yapmayı
amaçlayan bir girişimdir.
Kitaba genel bakış
Türkiye’nin AB üyeliğine Fransızların bakışı analizinde Nicolas
Monceau Fransa’nın Türkiye konusundaki kamuoyundaki tartışmaların
en yoğun ve ateşli yaşandığı AB ülkelerinden biri olduğuna işaret
etmektedir. Monceau, Fransa’da elitler ve kamuoyu düzeyinde üyeliğe
karşı çıkışın altında yatan başlıca etkenleri ortaya koymakta ve partiler
ile liderler arasında bu konuda bir bölünmüşlük olup olmadığını
irdelemektedir.
Katrin Böttger ve Eva-Maria Maggi Almanya’da Türkiye’nin üyeliği
sorusuna farklı yaklaşımlar olduğunu belirtmekte ve kapsamlı bir soru
yumağı ortaya koyan yaklaşımlara işaret etmektedir. Öte yandan Yvonne
Nasshoven Belçika’da büyük ölçüde iç gündemdeki sorunlar nedeniyle
8
Giriş: Avrupa Gündeminde Türkiye
Türkiye’nin üyeliği konusunda ancak kısıtlı boyutta gerçekleşen bir
tartışmaya ışık tutmaktadır. Yine de Belçika’nın konuya bakışı ülkede
kayda değer bir Türk nüfusunun varlığı ile Belçika Başbakanı Hermann
von Rompuy’un Avrupa Birliği Konseyi Başkanlığı’nı 2009 ile 2012
arasında iki buçuk yıllık bir süre için yürütecek olması nedeniyle önem
arz etmektedir.
İtalya, Türkiye’nin AB ile bütünleşme sürecinin en önemli destekçileri
arasında yer aldığı için Emiliano Alessandri ve Sebastiano Sali’nin gözler
önüne serdiği gibi İtalyanların konuya bakışı bilhassa dikkat çekicidir.
Bu tabloya göre farklı aktörlerin algıları ile bunlar arasındaki ilişkiler
daha da irdelenmesi gereken ilginç araştırma konuları olarak öne
çıkmaktadır. İtalya’ya benzer biçimde İspanya da Türkiye’nin AB
üyeliğini en çok destekleyen ülkelerden biridir. Eduard Soler i Lecha ve
Irene García İspanyol pozisyonunu değerlendirmekte ve resmi düzeyde
verilen desteğin farklı düzeylerde de yansımasını bulup bulmadığını
sorgulamaktadır. Athanasios C. Kotsiaros ise Türkiye’nin üyeliğine
destek veren ve karşı çıkan unsurları değerlendirmesinde Yunanistan’da
destekler olmakla birlikte biraz da isteksiz bir yaklaşıma işaret
etmektedir. İsveç konusunda katkılarını sunan Gunilla Herolf
Türkiye’nin üyeliğine şartlı verilen desteği gözler önüne sermekte ve
ülkesinin ilgisinin Türkiye’nin reform sürecine yoğunlaşmış olduğunu
ifade etmektedir.
Almanya ve Fransa’nın yanı sıra Avusturya ve ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine en sert muhalefeti yapan ülkeler
arasında sayılabilir. Cengiz Günay bu bağlamda Avusturya’nın karşı
duruşuyla ilişkili çeşitli unsur ve görüşleri tartışmakta ve bunları
Avusturya’da en basit şekliyle Türkiye konusundaki tartışmaların ötesine
geçen genel bir perspektifle ilişkilendirmektedir. Costas Melakopides’in
Kıbrıslı Rumların algıları konusundaki değerlendirmesi Türkiye
açısından bazı son derece tartışmalı konu ve başlıklara dikkat çekmekte
9
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
ve bu bağlamda Kıbrıslı Rumlar örneğinde bir toplumun konu hakkında
ne kadar önyargılı olabileceğini göstermektedir.
Türkiye’nin adaylığı konusundaki tartışma AB’nin yeni üyelerinden
bazılarında daha kısıtlı ölçekte gerçekleşmektedir. Bu durum Petr
Kratochvíl, David Král ve Dominika Dražilová’nın Çek Cumhuriyeti’ni,
Adam Szymański’nin de Polonya’yı ele alan ve tartışmanın kısıtlı
olduğuna dikkat çeken çalışmalarında görülmektedir. Her iki çalışma da
Türkiye’nin üyeliği konusunda taraf olmanın ve buna karşı çıkmanın
nedenlerini sorgulamaktadır. Öte yandan Iulia Serafimescu ve Mihai
Sebe Romanya açısından konuyu ele almış ve büyük ölçüde bölgesel
etkenlere odaklanmıştır. Bulgaristan ise ülkedeki büyük Türk azınlık ile
bunun 1990’ların başından beri oynadığı siyasi rol nedeniyle son derece
ilginç bir örnektir. Kitabın sonunda yer alan katkısında Marin Lessenski
Bulgaristan’da konunun algılanışını etkileyen etkenlere bakmakta ve
Türk azınlık, ikili ilişkiler ve iki komşu ülke arasındaki ilişkileri
şekillendiren tarihsel ve kültürel arka plan üzerinde oluşan imaja
odaklanmaktadır.
10
Fransa
Nicolas Monceau*
Fransa
Öz
Fransa son yıllarda Türkiye’nin AB üyeliği konusunun kamuoyunda
yoğun, hatta çoğu zaman ateşli bir tartışmanın fitilini ateşlediği Avrupa
ülkelerinden biridir. Bu durum Türkiye ve Fransa arasında yüzyıllardır
yakın tarihi, siyasi ve iktisadi bağlar olduğu göz önünde
bulundurulduğunda şaşırtıcı görünebilir. Bu rapor, ilk olarak, Fransız
kamuoyunun Türkiye’nin AB üyeliği konusunda geride kalan dönemde
geçirdiği evrimi ele alacaktır. Fransa’da elitler ve kamuoyu düzeyinde
Türkiye üyeliğine karşı olan çoğunluğun kendi konumlarını açıklamada
kullandıkları ana etkenleri –siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal–
betimlemektedir. Raporda, daha sonra, Fransa’daki siyasi arenaya
odaklanılmakta ve Fransız siyasi partileri ile liderlerinin Türkiye’nin AB
üyeliği konusundaki derin bölünmüşlüğünün altı çizilmektedir. Böylece
Türkiye’nin AB üyeliği konusunda Fransızların görüşlerinin farklı
Avrupa algılarıyla bağlantılı olduğu ve Fransa’nın Nicolas Sarkozy’nin
Fransa Cumhurbaşkanı seçildiği 2007’den beri Türkiye’nin AB üyeliğine
resmi düzeyde karşı çıkar pozisyonunun evrimi anlatılmaktadır. Rapor
Fransız medyasının ülkede Türkiye’nin AB üyeliği konusunda
kamuoyunda bir tartışma başlatılmasındaki rolüne değinerek
sonuçlandırılacaktır.
*
Bu metinde ortaya konan görüşler yazara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu
yansıtmamaktadır.
11
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Giriş
Fransa son yıllarda Türkiye’nin AB üyeliği konusunun kamuoyunda
yoğun, hatta çoğu zaman ateşli bir tartışmanın fitilini ateşlediği Avrupa
ülkelerinden biridir. Bu durum Türkiye ve Fransa arasında yüzyıllardır
yakın tarihi, siyasi ve iktisadi bağlar olduğu göz önünde
bulundurulduğunda şaşırtıcı görünebilir.
Türkiye’nin AB üyeliğine Fransız bakış açısının şekillenmesinde üç
ana aşamadan bahsetmek mümkündür. İlk olarak, 2002 yılı Fransa’da
Türkiye konusunun medyada yer bulması açısından bir dönüm noktası
sayılabilir. Kasım 2002’de, o dönemde Avrupa’nın Geleceği
Konvansiyonu’nun başkanlığını yürütmekte olan Valéry Giscard
d'Estaing Fransa’da Türkiye’nin “Avrupalılığı” konusundaki tartışmayı
başlatmış ve Türkiye’nin Avrupa’da yer almadığını belirterek üyeliğinin
AB’nin sonu olacağını dile getirmiştir. Aynı ay içerisinde Adalet ve
Kalkınma Partisi’nin (AKP) Türkiye’deki genel seçimlerde elde ettiği
zafer sonucunda Fransız medyasında “ılımlı İslamcı” olarak tanımlanan
yeni bir hükümet kurulmuştur. 2004 ve 2005’te Türkiye’nin üyelik
başvurusu Avrupa Parlamentosu seçimleri için Fransa’da yürütülen
kampanyalarda, sonrasında ise Mayıs 2005’te Avrupa Anayasası
referandumunda ve Ekim ayında da Türkiye ile AB arasındaki üyelik
müzakerelerinin başlaması ile siyasi bir tartışma konusu haline gelmiştir.
Son olarak 2007’de Nicolas Sarkozy’nin Fransa Cumhurbaşkanı
seçilmesi Fransa’nın Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki resmi tavrı
için de bir dönüm noktası oluşturmuştur.1
1
Bruno Cautrès et Nicolas Monceau, La Tentation du refus ? Européens, Français et Turcs face à
l’adhésion de la Turquie à l’Union européenne, Paris, Presses de Sciences Po, 2010.
12
Fransa
Fransız vatandaşlarının çoğunluğu Türkiye’nin AB üyeliğine
karşı
Çoğu kamuoyu yoklamasında aynı sonuca varılmaktadır: Avrupa
düzeyinde Fransa, Almanya, Avusturya ve Yunanistan ile birlikte
Türkiye’nin AB üyeliğine en kuvvetli muhalefetin bulunduğu ülkeler
arasındadır. Avrobarometre’ye2 göre Fransız vatandaşlarının çoğunluğu
Türkiye’nin AB’ye katılma ihtimali konusunda çekinceler dile
getirmektedir. Eylül 2006’da görüşme yapılan Fransız vatandaşlarının
%69’u Türkiye’nin gelecekte AB üyesi olmasına karşı çıkarken %22’si
aksi yönde görüş bildirmişlerdir.3 Transatlantik Eğilimler gibi diğer
uluslararası kamuoyu yoklamaları da aynı eğilime işaret etmektedir.
Fransa’nın bu konudaki muhalif tavrı zaman içinde istikrarlı bir seyir
izlemiş, hatta son yıllarda kuvvetlenme eğilimi dahi göstermiştir:
Türkiye’nin üyeliğine karşı olan Fransız vatandaşlarının oranı 2002
baharı ile 2006 güzü arasında %64 ila %69 seviyesinde seyrederken 2008
baharında %71 gibi bir orana ulaşmıştır. Aynı dönemde konuya olumlu
yaklaşanlarda da bir artış meydana gelmişse de bu daha düşük bir oranda
gerçekleşmiştir (%19’dan %22’ye). 2002’den bu yana “görüşüm yok”
diyenlerin oranındaki azalış da Türkiye konusundaki tartışmaların
kamuoyunun şekillenmesinde oynadığı rolü de göstermektedir.
Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine Fransızların karşı çıkışı son yıllarda
dile getirilen AB’nin genişlemesine bir genel karşı çıkış çerçevesi içinde
de değerlendirilebilir. 2007 baharında Fransa’da ankete yanıt verenlerin
%60’ı AB’nin genişlemesine karşı çıkarken %32’si karşıt yönde görüş
belirtmiştir.4 IFOP tarafından 2002 Aralık, 2003 Haziran ve 2004
2
Başka bir kaynak belirtilmediğinde raporda alıntılanan tüm oranlar Avrobarometre’den alınmış
kabul edilmelidir.
3
Eurobaromètre 66, L’opinion publique dans l’Union européenne. Automne 2006. Rapport
national France, Brüksel, Ocak 2007.
4
Eurobaromètre 67, L’opinion publique dans l’Union européenne. Printemps 2007. Rapport
national France, Brüksel, Temmuz 2007.
13
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Haziran ve Eylül aylarında ulusal düzeyde gerçekleştirilen kamuoyu
yoklamalarında ankete yanıt veren Fransızların %56 ila %61’i
Türkiye’nin AB üyeliği konusunda olumsuz görüş bildirmiştir.5
Fransa’da çoğunluğun Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkışını
açıklayan ana etkenler nelerdir? Türkiye-Avrupa ilişkilerinin siyasi,
iktisadi, kültürel ve göçle ilişkili boyutları Türkiye’nin AB üyeliği
konusundaki Fransız bakış açısının şekillenmesinde önemli bir rol
oynamaktadır. 2006 güz döneminde iktisadi ve siyasi koşulların, özellikle
de insan hakları meselesine ilişkin olanların, üyelik şartlarına konmasına
ankete yanıt veren Fransızların büyük bir çoğunluğu destek vermiştir.
Üyeliğin Türkiye’den göçü teşvik eder bir rol oynayabileceği endişeleri
de Fransızlar arasında yaygındır. Son olarak Türkiye’nin “Avrupalılığı”
konusundaki tartışmalarda sıklıkla duyulan kültürel uyumsuzluk savı da
Fransızların başlıca endişeleri arasında yer almaktadır.
Haziran 2008’de Türkiye’nin AB üyeliği Fransız vatandaşları veya
liderlerinin görüşleri içinde öncelikli bir yer işgal etmemekteydi.
Türkiye’nin olası AB üyeliği Fransızların en çok önem verdiği üç konu
sorulduğunda (anketi yanıtlayanların %6’sı ile) ancak onüçüncü sırada
yer almaktayken Fransız liderlerin hiçbiri bu konuya öncelik vermemişti.
Benzer biçimde dış politika konuları arasında da Türkiye’nin üyeliği
toplumun (%14’ü) ve elitlerin (%13’ü) gündeminde sırasıyla ancak
altıncı ve dördüncü sırayı almaktaydı. Son olarak Türkiye’nin muhtemel
AB üyeliği Fransızların gözünde Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin 2008’deki
5
Bu anketlerin, özellikle de IFOP tarafından Aralık 2004’te beş Avrupa ülkesinde (Fransa,
Almanya, İngiltere, İtalya ve İspanya) gerçekleştirilen Les Européens et la Turquie anketinin
başlıca sonuçlarına IFOP internet sitesinden ulaşılabilir: www.ifop.com.
14
Fransa
AB dönem başkanlığı sırasında ele alması gereken iki öncelikli konudan
biri değildi6.
Hem Fransız toplumu hem de elitleri Türkiye’nin AB’ye katılımına
karşı çıkan bir çoğunluk şeklinde özetlenebilecek benzer tavırlar
takınmaktadır. Haziran 2008’de kamuoyunun geneli ile “liderler”
arasında anketi yanıtlayanların sırasıyla %62 ve %63’lük kesimi
Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemezken bu oran içinde kamuoyunun
%36’lık kesimi kesinlikle üyeliği desteklemeyen bir tavır takınmaktaydı.
Buna karşın görüşme yapılan vatandaş ve liderler arasında üyeliği
destekleyen %35 ve %27’lik kesimler içinde %6’ya tekabül eden bir
kısım üyeliğe çok olumlu bakmakta olduğunu ifade etmiştir. Sosyal
kategorileri esas alan bir analiz bakış açılarındaki önemli farkları
göstermektedir. Daha önceki nesiller Türkiye’nin üyeliğini
kabullenmekte yeni nesillere göre daha isteksiz görünmektedirler.
Nitekim Türkiye’nin üyeliğine itirazlar nüfusun daha yaşlı kesiminde
daha yüksek oranda görülmektedir. Benzer biçimde siyasi yönelimler de
Fransızların Türkiye’nin başvurusu hakkındaki görüşlerinde önemli bir
rol oynamaktadır. 2007 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 1. turunda
Ségolène Royal’i destekleyenler arasında Türkiye’nin üyeliğine olumlu
yaklaşanlar (%54) François Bayrou destekçileri (%36) veya Nicolas
Sarkozy yandaşları (%21) arasındakine kıyasla daha yüksek oranda idi.
Ancak bu sonuçlar, Haziran 2008’de Türkiye’nin üyeliğine karşı
çıktıklarını beyan eden (örneklemin %62’si) ankete katılan Fransız
vatandaşlarının neredeyse yarısı (%42) Avrupa Devlet ve Hükümet
Başkanları Konseyi’nce konan tüm kriterleri (hukuki, iktisadi ve siyasi)
yerine getirmesi halinde Türkiye’nin gelecekteki AB üyeliğine destek
vereceklerini ifade ettiği için daha detaylı bir açıklamayı gerekli
6
Paris’teki Türk Büyükelçiliği tarafından yaptırılan ve Haziran 2008’de Opinion Way tarafından
yürütülen toplumu temsil eden bir örneklem ve önde gelen Fransızlardan bir grup üzerinde
gerçekleştirilen Türkiye’nin Fransa’daki imajı konulu anket.
15
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
kılmaktadır. Aynı durum 2008’de muhalif tutumlarını dillendiren
liderlerin de %25’i için geçerlidir. Burada zamanın Türkiye’nin
başvurusuna yönelik algılarda önemli bir rol oynadığı tekrar
gözlemlenmektedir. Türkiye’nin AB üyeliğine itirazın nedenleri arasında
şunlar sayılmaktadır: Türkiye görüşme yapılan vatandaşların %48’i,
liderlerin ise %74’ü tarafından ya coğrafi ya da kültürel açıdan bir
Avrupa ülkesi olarak düşünülmemektedir. Kamuoyu nezdinde siyasi ve
hukuki argümanların –Türkiye hiçbir zaman gerçek anlamda laik bir ülke
(%19) veya gerçek bir demokrasi (%14) olamayacaktır– da önemli rol
oynadığı, elitlerinse Türkiye’nin nüfusu nedeniyle AB’de haddinden
fazla söz sahibi olacağı vurgusu yaptığı (%13) söylenebilir.
Fransa’da hâkim Türkiye algısı da bu argümanların ulusal
muhayyiledeki yerine ışık tutmaktadır. Anketi cevaplayanların çoğunluğu
için Türkiye zengin tarihi olan bir ülkedir (vatandaşların %84’ü ve
liderlerin %100’ü). Ayrıca genç, kültürel açıdan canlı, geleceğe bakan ve
ekonomik açıdan dinamik bir ülke olarak da algılanmaktadır. Ankete
katılan vatandaşların neredeyse yarısı ve elitlerin üçte biri Türkiye’nin
son tahlilde Avrupa’ya önemli bir katkı yapabileceğine inanmaktadır.
Fakat Türkiye yanıt verenlerin ancak azınlığı tarafından demokratik
(vatandaşların %38’i ve liderlerin %32’si), laik (%37 ve %55) ve insan
haklarına saygılı (olumlu görüşlerin %27 ve %10’u) bir ülke olarak
değerlendirilmektedir. Sonuç olarak diğer bulgular Fransız kamuoyunun
ülke olarak tarihi, kültürü, siyasi sistemi, ekonomik ve sosyal
gerçekleriyle Türkiye hakkında kısıtlı bir bilgi sahibi olduğunu
göstermektedir. Fransa’da Temmuz 2009 ve Mart 2010 arasında sürecek
olan “Türkiye Mevsimi” ile vatandaşların bu ülke hakkında daha fazla
bilgi edinmesin teşvik edilmesi beklenmektedir.
2009’da Türkiye’nin AB üyeliği hakkındaki Fransız algılamalarında
daha olumlu yönde bir seyir gözlemlenmektedir. ABD Başkan
Obama’nın Nisan 2009’da Prag’da düzenlenen AB-Amerika Birleşik
16
Fransa
Devletleri zirvesinde Türkiye’nin AB üyeliğinden yana açıklaması
sonrasında görüşme yapılan Fransız vatandaşlarının %50’si karşı
olduklarını bildirirken olumlu bakanların oranı %35 olarak
gerçekleşmiştir. Merkez-Sağ Demokratik Hareket destekçileri
Türkiye’nin üyeliği konusunda olumsuz görüşlerin hâkim olduğu bir
çoğunluk (%71) sergilerken onları sağ (%67) ve sol (%41) kesime destek
verenler izlemektedir. Ankete yanıt veren Fransızlar arasında Türkiye’nin
üyeliğine olumlu baktığını ifade edenlerin %49’u sol eğilimliyken %21’i
MoDem sempatizanı ve %19’u da sağ eğilimlidir. Bu sonuçlar önceki
kamuoyu yoklamalarına kıyasla Türkiye’nin AB üyeliğine Fransızların
verdiği destekte bir artış göstermektedir. Haziran 2005’te aynı konudaki
bir kamuoyu yoklamasında karşı çıkanlar %66, destekleyenler %28,
görüş belirtmeyenler de %6 olarak gerçekleşmiştir.
Son olarak Fransızların Türkiye’nin AB üyeliğine bakışı kamuoyu
yoklamalarında düzenli olarak araştırılmayan bazı ek etkenlerle de
açıklanabilir. Laikliğin Fransız toplumunda oynadığı rol mutlaka
değerlendirilmeye alınması gereken bir etken olup özellikle geçmişte
İslami başörtüsünün kamuya açık alanlarda giyilmesi konusundaki
tartışmaların etkisi önemli bir rol oynamaktadır. 2004 yılında “Stasi
komisyonunun” önerileri doğrultusunda çıkarılan bir kanunla Fransız
devlet okullarında dini semboller yasaklanmıştır. Bu tür tartışmaların
Fransız kamuoyunun laiklik ve kamusal alanda din konularının sıklıkla
tartışıldığı Müslüman bir ülke olarak algılanan Türkiye’nin başvurusu
konusundaki görüşü üzerinde bir etkisi olması beklenmelidir. Kolonyal
(özellikle Kuzey Afrika’daki) geçmişi nedeniyle Fransa’nın İslam dini
algısının yanı sıra 2001’de Fransa’nın resmen Ermeni soykırımını
tanıması sonucunu doğuran “devoir de mémoire” (hatırlama vazifesi)
konusuna verilen önem de Fransızların Türkiye’nin AB üyeliği
konusundaki görüşlerini açıklayabilecek önemli etkenler arasındadır.
17
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Siyasi partiler ve liderler arasında (şiddetli) bölünme
Siyasi arenada Fransızların Türkiye’nin AB üyeliğine bakışı Fransız
siyasi partileri ve liderleri arasında 2000’li yılların başından bu yana bir
bölünmenin kaynağı olmuştur. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik başvurusu
konusu ulusal siyasi bölünmenin ötesine gitmiş, hem sağ hem de soldan
muhalif seslerin duyulmasına neden olmuştur. Aşağıdaki tablo Fransız
siyasi partileri ile liderlerinin Türkiye’nin AB üyeliğine karşı –olumlu ya
da olumsuz– duruşlarını göstermektedir.
Destekleyenler
Karşı çıkanlar
Milliyetçi Partiler
Ulusal Cephe
Jean-Marie Le Pen
Muhafazakâr partiler
Halkçı Hareket Birliği
(UMP)
Jacques Chirac, Pierre
Lellouche
Fransa Hareketi (MPF)
Nicolas Sarkozy, Alain
Juppé, Jean-Pierre
Raffarin, Jean-François
Copé
Philippe de Villiers
Avcılık, Balıkçılık, Doğa,
Gelenekler (CPNT)
Frédéric Nihous
Cumhuriyetin Doğuşu
Nicolas Dupont-Aignan
Merkez partiler
Demokratik Hareket
(MoDem – önceden
Fransız Demokrasi Birliği
idi)
François Bayrou,
Valéry Giscard d’Estaing,
Jean-Louis Bourlanges
Yeni Merkez (NC)
Hervé Morin
Yeşil partiler
Yeşiller
Dominique Voynet,
18
Fransa
Daniel Cohn-Bendit
Parlamenter sol
partiler
Sosyalist Parti (PS)
Fransız Komünist
Partisi
Michel Rocard, Pierre
Moscovici, Dominique
Strauss-Kahn, Ségolène
Royal, Martine Aubry
Laurent Fabius, Hubert
Védrine, Robert Badinter,
Max Gallo
Marie-Georges Buffet
Aşırı sol partiler
Devrimci Komünist
Birlik, Yeni Antikapitalist
Parti (NPA)
Olivier Besancenot
İşçilerin Mücadelesi
(LO)
Arlette Laguiller
Milliyetçi, sağcı ve merkez partiler Türkiye’nin AB üyeliğine
ekseriyetle karşı çıkarken aşırı sol ve sol partiler daha bölünmüş bir
görüntü arz etmektedir. Yeşiller ve Fransız Komünist Partisi Türkiye’nin
AB üyeliğini Kopenhag kriterlerinde ortaya konan koşullar çerçevesinde
desteklemektedir. Coğrafi, kültürel ve dinsel argümanlar sağ kanattaki
partilerce daha çok tercih edilirken siyasi koşullara bağlı üyelik (insan
hakları ve azınlıkların korunması) –ve Sosyalist Parti örneğinde Ermeni
konusu– sol partilerce vurgulanmaktadır. Valéry Giscard d'Estaing
Türkiye’nin AB üyeliğini coğrafi zeminde reddeden ilk Fransız siyasi
liderlerden biridir. 2002 Kasımında Le Monde’da yayınlanan bir
röportajda Fransa’da Türkiye konusunda ateşli bir tartışmanın fitilini
yakarken d’Estaing “Türkiye Avrupa ile yakın bağları bulunan gerçek bir
elit kitleye sahip önemli bir ülkedir, ancak bir Avrupa ülkesi değildir.
(…) Başkenti Avrupa’da değildir. Nüfusunun %95’i Avrupa dışındadır:
Bu bir Avrupa ülkesi değildir” ifadesini kullanmıştır. İslam ve Batı
kültürleri ve değerleri arasında “uygarlıklar arası bir çatışma” tehdidine
19
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
odaklanan kültürel ve dini söylemler de Demokratik Hareketin başkanı
François Bayrou veya 2002-2005 arasında Başbakanlık yapmış JeanPierre Raffarin gibi sağ ve merkezde yer alan çoğu politikacı tarafından
dile getirilmiştir.
Sol ve sağ arasındaki bölünmenin de ötesinde, Türkiye’nin AB üyeliği
konusu Fransa’da önde gelen siyasi partiler ve hükümet arasında da
bölünmelere neden olmuştur. De Gaulle’cü hareket içinde de önceki
Cumhurbaşkanı Jacques Chirac Türkiye’nin “Avrupa uğraşını” yıllar
boyu desteklemiştir. Avrupa arenasında Türkiye’nin başvurusunu
desteklemede, özellikle de Aralık 1999’da Helsinki’deki Avrupa Devlet
ve Hükümet Başkanları Konseyi’nde Türkiye’ye aday ülke statüsü
verilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Öte yandan, Ekim 2004’te
Cumhurbaşkanı Chirac bundan sonraki AB genişlemeleri için referandum
mecburiyeti getirilmesini istediğini ifade etmiş, böylece Avrupa
Anayasası tartışmalarını Türkiye konusundan soyutlamaya çalışmıştır.
Bu şekilde Türkiye’nin AB üyeliği referandumda Fransızların önüne
getirilecektir. Türkiye’nin AB üyeliği konusunda mecburi referandum
konusu 2008 yazında Fransız Anayasası’nda değişiklikler tartışılırken
yeniden gündeme getirilmiştir. AB’ye yeni katılımlar konusunda
referandum
mecburiyetinin
kaldırılması
tartışılmakla
birlikte
milletvekilleri AB’nin toplam nüfusunun %5’inden daha büyük nüfuslu
ülkelerin, ki Türkiye için bu hüküm geçerli olmaktadır, AB üyeliği
konusunda referandumu zorunlu kılan bir düzenlemeyi çoğunlukla kabul
etmiştir. Ancak Fransız Senatosu bu hükmü kabul etmeyerek tartışmaya
son vermiştir.
2002-2007 döneminde Cumhurbaşkanı Chirac’ın Türkiye’nin AB
üyeliğini destekleyen tavrı kendi partisinin (UMP) tavrı ve
parlamentonun çoğunluğu ile karşıt bir pozisyon oluşturmuştur. Avrupa
Parlamentosu seçimleri kampanyası sırasında Türkiye’nin üyelik
başvurusu bazı siyasi partilerce önemli bir kampanya konusu yapılmıştır.
20
Fransa
Nisan 2004’te UMP ve o dönemdeki başkanı Alain Juppé bu konuda
Jacques Chirac’tan ayrı görüşünü ifade etmiş ve Türkiye’nin AB
üyeliğine karşı olduğunu belirtmiştir. Cumhurbaşkanı’nın partisi tam
üyeliğe alternatif olarak Türkiye ile bir “imtiyazlı ortaklık” yoluna
gidilmesi formülünü geliştirmiştir. Bu nevi bir ortaklık Avrupa’da,
özellikle de Fransız ve Alman kamuoyundaki tartışmalarda son yıllarda
öne çıkarılmaktadır. Bu alternatifin amacı AB’nin bütünlüğünü muhafaza
ederken sınırlarında istikrar tesis etmektir.
Nicolas Sarkozy’nin 6 Mayıs 2007’de Fransa Cumhurbaşkanı
seçilmesi Fransa’nın Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki resmi
pozisyonunda bir dönüm noktası olmuştur. Cumhurbaşkanlığı seçimi
kampanyası boyunca, özellikle de iki aday, Ségolène Royal ve Nicolas
Sarkozy arasındaki tartışmada Sarkozy seçilmesi halinde Türkiye’nin
üyeliğine karşı çıkacağını vurgulamıştır. Coğrafi savlardan –“Türkiye
Küçük Asya’dır”– alıntı yaparak bir Akdeniz Birliği alternatifi önermiş
ve Türkiye Başbakanı Recep T. Erdoğan’ın da katılımı ile 2008
Temmuz’unda Paris’te resmi başlangıcını yapmıştır. Nisan 2009’da
Prag’da gerçekleştirilen AB-Amerika Birleşik Devletleri zirvesinde ABD
Başkanı Barack Obama tarafından Türkiye’nin AB üyeliğine verilen
desteğe bir tepki olarak Cumhurbaşkanı Sarkozy böyle bir ihtimale karşı
tavrını bir kez daha vurgulamıştır.
Sol-sağ bölünmesinin de ötesinde, Türkiye hakkındaki tutumlar
AB’nin geleceğine ilişkin vizyonla bağlantılı olarak da değişmektedir.
Nitekim Türkiye’nin adaylığı konusu siyasi yelpazenin her iki tarafında
da partizan ayrışmaların da ötesinde bir Avrupa gücü fikrini savunanları
bir araya getirmektedir. Bunların arasında Laurent Fabius ve François
Bayrou Avrupa’nın siyasi yapısını ciddi şekilde tehdit edeceği için
Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmaktadır. Öte yandan, Türkiye’nin
adaylığı hem sağda hem de solda jeopolitik nedenlerle
desteklenmektedir. Bu bağlamda UMP bünyesinde Türkiye’nin AB
21
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
üyeliğinin az sayıdaki destekçilerinden Haziran 2009’da Avrupa
İşlerinden sorumlu Devlet Bakanı görevine gelen Pierre Lellouche ve
PS’den Dominique Strauss-Kahn Türkiye’nin Avrupa için jeopolitik
önemi konusunda hemfikirdir. Türkiye’nin adaylığı konusu mevcut
Fransız hükümeti bünyesinde de muhalif sesler yaratmaktadır.
Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin görüşleri Dışişleri Bakanı sosyalist Bernard
Kouchner ve 2007’den Aralık 2008’e kadar Avrupa İşlerinden sorumlu
Devlet Bakanlığı yapmış olan Jean-Pierre Jouyet gibi Türkiye’nin AB
üyeliğine verdikleri desteği tekrar tekrar dile getiren bazı bakanlarca
paylaşılmamaktadır.
Sağ ve merkez partiler büyük ölçüde Türkiye’nin AB üyeliğine karşı
iken Sosyalist Parti bu konuda daha bölünmüş bir görüntü çizmektedir.
Son yıllarda PS Türkiye’nin üyeliğine uzun vadede destek vermiş ve
Türkiye’nin adaylığı 1999’da Lionel Jospin’in Başbakanlığı döneminde
Avrupa Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi’nde kabul edilmiştir. Öte
yandan Türkiye konusu parti içinde de önemli bir muhalefete neden
olmaktadır. Parti’nin Laurent Fabius, Hubert Védrine veya Robert
Badinter gibi bir kısım üyeleri Türkiye’nin üyeliğine çeşitli nedenlerle
açıkça karşı çıkmaktadır. Halen IMF direktörlüğü görevini yapmakta
olan Dominique Strauss-Kahn veya önceki Avrupa İşleri Bakanlarından
ve PS’nin uluslararası ilişkilere bakan ulusal sekreteri Pierre Moscovici
gibi isimlerse Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini yerine getirmesi halinde
“nedenleri açık bir evet” taraftarlığı yapmaktadır. Tüm Fransız Sosyalist
politikacılar arasında geçmiş başbakanlardan Michel Rocard son yıllarda
Türkiye’nin adaylığına en yoğun desteği veren kişidir. Rocard
Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirmesi halinde üyelik
müzakerelerinin başlatılmasını destekleyen bir raporu Eylül 2004’te
yayınlayan Türkiye konusunda Bağımsız Komisyon’a katılmıştır. Benzer
biçimde çeşitli vesilelerle Türkiye’nin AB üyeliği konusunda
kamuoyundaki tartışmalara katılmış ve görüşlerini Eylül 2008’de
22
Fransa
yayınlanan Yes to Turkey (Türkiye’ye Evet) adlı kitabında savunmuştur.
Ségolène Royal uzun süredir Türkiye’nin üyeliği konusunda kararın
Fransız halkına bırakılması gerektiğini ifade etmektedir. 2007 yılındaki
Cumhurbaşkanlığı seçimleri kampanyasında Türkiye’nin üyeliğine
prensipte olumlu baktığını, ancak AB’nin süreci bir süre askıya alması
gerektiğini iddia etmiştir. Son olarak önceki başbakanlardan Alain Juppé,
önceki Dışişleri Bakanlarından Michel Barnier ve daha yakın tarihte de
Bernard Kouchner gibi hem sol hem de sağdan daha evvelce Türkiye’nin
üyeliğine destek veren kimi önemli politikacıların Türkiye’nin AB
üyeliği konusundaki fikirlerinde değişiklikler meydana gelmiştir.
2009 baharında Türkiye konusu Fransız siyasi sahnesine Avrupa
Parlamentosu seçimleri nedeniyle yeniden kuvvetli bir dönüş yapmıştır.
Cumhurbaşkanı Sarkozy Türkiye’nin AB üyeliğini Avrupa Parlamentosu
seçimlerinde öne çıkan bir konu haline getirmekte önemli bir rol
oynamıştır. Türkiye’nin AB üyeliğine muhalefetini hem Mayıs ayında
Nîmes’deki bir UMP mitingindeki konuşmasında, hem de Almanya
şansölyesi Angela Merkel ile 10 Mayıs 2009’da Berlin’de yaptıkları
ortak deklarasyonda dile getirmiştir. Sarkozy’nin duruşu AB içinde,
özellikle hükümetleri Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen Polonya,
Portekiz veya İsveç gibi Avrupa ülkelerinden tepki almıştır.
Fransız medyasına, özellikle radyo ve televizyona, bakıldığında ise
Türkiye’nin AB üyeliği konusunda belirli bir tavır bulunmadığı
söylenebilir. Son yıllarda ulusal basın, bilhassa “Opinions” (Le Monde
veya Le Figaro) veya “Rebonds” (Libération) gibi bu konulara ayrılmış
sütunlarda genel olarak akademisyenler ya da politikacılar gibi kanaat
önderlerinin görüşlerini yayınlamıştır. Örneğin Le Monde Kasım 2002’de
Giscard d’Estaing ile yapılan röportajı ön sayfasında manşetten ve buna
gelen tepkileri de aynı sütunlardan vererek Fransa’da bir toplumsal
tartışmanın başlatılmasında önemli bir rol oynamıştır.
23
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Sonuç
Sonuç olarak, son yıllarda hem kamuoyu hem elit düzeyinde
Türkiye’nin AB üyeliği konusuna Fransızların bakışı çoğunluğun
istikrarlı bir karşı duruşu olarak görülmektedir. Yine de yakın tarihte
yapılan bazı kamuoyu yoklamalarında daha fazla vatandaş Türkiye’nin
gerekli kriterleri yerine getirmesi halinde AB üyeliğine olumlu
baktıklarını belirtmektedirler. Bu noktadan hareketle, Fransızların
bakışına daha iyimser bir görüşün hâkim olmaya başladığı söylenebilir.
Buna paralel olarak Türkiye’nin AB üyeliği konusunda Fransızların
perspektifi AB üyesi ülkeler arasında da bir ayrışmayı ortaya çıkarmıştır.
Sarkozy’nin 2009’daki Avrupa Parlamentosu seçimleri kampanyasındaki
duruşu AB üyesi diğer devletlerin hükümetlerinin önemli bir bölümünce
paylaşılmamıştır. Bu bağlamda gelecek yıllarda Fransızların bu konuya
bakışının evrimi Fransa’nın Avrupa’daki yeri ve etkisi ile de ilintili
olacaktır.
24
Almanya
Katrin Böttger, Eva-Maria Maggi*
Almanya
Giriş
Almanya’da Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki algı incelenirken
medya, hükümet ve muhalefet partileri ile sivil toplumda farklı duruşlar
görülmektedir. Bu farklı duruşlar genellikle üç konuda birbirine zıt ve
aktörden aktöre değişen derecelerde önem atfedilen bakış açılarında
ifadesini bulur. Bu konulardan ilki kimlik sorunudur. Burada iki zıt görüş
şöyle özetlenebilir: Bir yanda Hıristiyan Avrupa Birliği ile Müslüman
Türkiye arasındaki ilişkinin Medeniyetler Çatışması kapsamında
değerlendirilebileceği argümanı dile getirilmekte, diğer yanda ise insancıl
bakış açısı hem referans noktası teşkil etmekte, hem de savunulmaktadır.
Türkiye’nin AB üyeliği algılamasında belirleyici olan ikinci konu
kurumsal istikrar(sızlık) olarak göze çarpmaktadır. Bu bağlamda AB’nin
arkaik içyapısı ya da Türk siyasi sistemi tartışma konusu edilmektedir.
Bazıları Türkiye’nin üyelik için hazır olmadığını ifade ederken diğerleri
Türkiye’nin gerekli kriterleri yerine getirmeden zaten AB’ye
giremeyeceği gerçeğinin altını çizmektedir. Bu bağlamda öne çıkan
üçüncü konu ise stratejik jeopolitik ve güvenlik alanıyla ilintilidir. Bu
kapsamda bir kesim Türkiye’nin AB üyeliğinin Irak, İran ve
Afganistan’daki ihtilafları AB’nin (ziyadesiyle) yakınına getireceğini
*
Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu
yansıtmamaktadır.
25
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
ifade ederken diğer kesim Türkiye’yi Avrupa ile Arap dünyası arasında
bir tampon, hatta bir köprü olarak görmektedir. Yine de Türkiye’nin AB
üyeliğini destekleyen ya da buna karşı çıkan tüm aktörlerin yukarıda
sistematize edilen argümanların tümünü kullanmayabildiklerini de
söylemek gerekir.
Medya
Alman medyasının bazı kesimleri son yıllarda Türkiye’nin AB üyelik
sürecini sürekli olarak ele almaktadırlar. Türkiye’nin üyeliği konusuna
temel yaklaşımlardaki bölünmüşlük devam etmekle birlikte medyadaki
bu ele alışın tabiatında son dönemde bir değişim meydana gelmiştir. Öte
yandan yazılı basın, televizyon ve radyoların bir diğer kesimi konuyla
ilgili sessizliklerini dikkat çekici bir biçimde sürdürmektedirler. Ancak
bu konunun yerine Almanya’daki Türk göçmenlerin entegrasyonu sürüp
giden bir tartışma konusu olarak ön planda yer almaktadır.
Siyasi (parti) bağlantıları ışığında Alman gazeteleri bir yanda üyelik
yanlıları, diğer yanda da üyeliğe karşı çıkanlar şeklinde ikiye bölünmüş
durumdadır. Genellikle muhafazakâr gazeteler Frankfurter Allgemeine
Zeitung (FAZ) ve Die Welt üyelik sürecini eleştirel bir tahlille ele
almakta ve Türkiye ile Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) tarafından
2004’te önerilen imtiyazlı ortaklık gibi alternatif bir ortaklık tesis
edilmesini tercih etmektedir. Bu kesimlerin argümanları Türkiye ve
Avrupa Birliği’nin arasında kültürel miras, kimlik ve tarihe dayalı
farklılıklara dikkat çekmektedir.1 Bunların aksi yönde ise Süddeutsche
Zeitung (SZ) ve Frankfurter Rundschau gibi daha liberal / sol eğilimli
gazeteler Türkiye’nin AB üyeliği çabasına Türk hükümetince üyelik
1
A. Wimmel, ‘Beyond the Bosphorus? Comparing German, French and British Discourses on
Turkey’s Application to Join the European Union’ (Boğazın Ötesinde? Türkiye’nin Avrupa
Birliği Üyeliği Başvurusuna dair Alman, Fransız ve İngiliz Söylemleri Karşılaştırması), Reihe
Politik Wissenschaft/Siyaset Bilimi Serileri, No. 111, 2006, http://www.ihs.ac.at/publications
/pol/pw_111. pdf. Ayrıca bkz. ‘EU-Beitritt der Türkei: Entspannt euch!’, Welt am Sonntag, 25
Mayıs 2008, s. 31; Peter Graf Kielmansegg, ‘Europa braucht Grenzen’, FAZ, 27 Mayıs 2009, s. 7.
26
Almanya
kriterlerini yerine getirmek için başlatılan reform sürecinin ivmesine
bağlı olarak daha olumlu bir değerlendirme ile yaklaşmaktadır. Sol
eğilimli Tageszeitung ya da tabloid Bild konuya çok önem
atfetmemektedir. Onun yerine Almanya’daki Türk göçmenlerin
entegrasyonu gibi iç sorunlara vurgu yapılmaktadır.
Enteresan bir biçimde başlıca gazetelerin bu konudaki yaklaşımları
Türkiye’nin iç siyasi durumuna odaklanmaktan AB projesinin gelecek ve
kimliğine daha derinlemesine bir bakış yönünde bir değişim
sergilemektedir. Bilhassa geçen yıl boyunca Türkiye’nin AB üyeliği
çabası ile Lizbon Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi gibi AB’nin kendi iç
süreçleri köşe yazılarında bir arada ele alınmıştır.2 Türkiye ile sürdürülen
üyelik müzakerelerini bir örnek olarak kullanarak yorumcular etkili bir
AB genişleme politikasının Avrupa kimliği konusundaki tartışmalarla
ilişkilendirilmesinin olumlu ve olumsuz taraflarını değerlendirmeye
almışlardır. Tartışmanın önde gelen tarafları FAZ ve SZ yorumlarını
temelde Türkiye’nin AB üyeliği konusuna dayandırsalar da ortaya
koydukları görüşler konuları ayrı ayrı değerlendirmekten ziyade AB’nin
iç işleri boyutuyla doğrudan bağlantılı bir seyir sürdürmüştür. Örneğin
FAZ Türkiye’nin Anders Fogh Rasmussen’in NATO genel sekreterliğine
itirazını “medeniyetler çatışmasının” bir örneği olarak yorumlamış ve
Türkiye’nin “şantajın çok zaman meyve verdiği” ve kimliğin günlük
siyasi yaşamda önemli bir rol oynadığı AB sistemine dâhil olması
durumunda bu tutumun artarak devam edeceğini ifade etmiştir.3 SZ de
Lizbon Anlaşması’nın sorunlu onay sürecinin genişleme politikasının
geleceğini Avrupa kimliği ile bir arada değerlendirme gereğine işaret
ettiğini göstermektedir. Aday ülkelerin Avrupa’nın Entegrasyon sürecine
2
Peter Graf Kielmansegg ‘Europa braucht Grenzen’, s. 7; ‘Insel gegen Kontinent’, SZ, 30
Temmuz 2009, s. 4; ‘EU-Beitritt der Türkei: Entspannt euch!’, s. 31.
3
‘Schöne Partner’, FAZ, 5 Nisan 2009, s. 14.
27
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
katkı yapma iradesi gelecekteki genişlemeler ve Türkiye’nin üyeliği için
bir kriter olarak ortaya konmalıdır.4
Medyanın tüm türleri göz önünde bulundurulduğunda tartışmalar
genellikle yazılı basında yer alan bir konu olarak göze çarpmaktadır.
Çoğunlukla televizyonlar gibi diğer medya kanallarında yer alan haberler
İslam’ın olumsuz çağrışımlarına yoğunlaşmaktadır.5 Bu bağlamda çizilen
resim kültürel farklılıklara dikkat çekmekte ve haberler çoğu zaman
sosyal entegrasyon konusunda olumsuz örneklere ağırlık vermektedir.6
Alman medyası Türkiye’nin AB’ye üyelik isteğini farklı biçimlerde
algılamaktadır. Muhafazakâr basın konuya şüpheyle bakan bir yaklaşımı
savunurken liberal eğilimli gazeteler daha destekleyici bir tutum
takınmaktadırlar. Medyanın genelinde İslam konusunda yayınlanan
çoğunlukla olumsuz haberlerle birlikte değerlendirildiğinde Alman
medyasının genelinde Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde başarılı
olacağı konusunda fazla bir iyimserlik görüldüğü söylenemez.
Hükümet ve muhalefet
Almanya’da 27 Eylül 2009’da bir genel seçim olduğu ve kısa süre
içinde yeni bir hükümetin kurulması beklendiği için bu bölümde 20052009 dönemindeki hükümetin tutumu ile hükümeti oluşturan iki partinin
konuya yaklaşımlarına kısaca değinilecektir. Bu bağlamda ele alınacak
ikinci bir husus ise parlamentoda (Bundestag) yer alan daha küçük üç
partinin, ki bunlar 2005-2009 döneminde muhalefette yer almışlardır, her
birinin konuya yaklaşımları olacaktır. Üçüncü bir aşamada ise 2009
güzünde gerçekleştirilen koalisyon müzakerelerinde dile getirilen
görüşlere yer verilecektir.
4
SZ (2009) ‘Insel gegen Kontinent’ 30 Temmuz 2009, s. 4.
Kai Hafez / Carola Richter, ‘Das Islambild von ARD und ZDF’, ApuZ 26-27, 2007, ss. 40-46.
6
Gürsel Gür, ‘Das Türkeibild der deutschen Presse’, Bürger im Staat 3, 2005, ss. 122-129.
5
28
Almanya
Şansölye Angela Merkel hükümeti Almanya’nın en büyük iki
partisinden, yani muhafazakâr Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) ve
Sosyal Demokrat Parti (SPD)’den oluşturmaktadır.
Bu büyük koalisyon hükümetini oluşturan iki parti Türkiye’nin AB
adaylığı konusunda farklı pozisyonlara sahiptir. CDU imtiyazlı ortaklık
isterken SPD AB üyeliğinden yanadır. CDU AB’nin kendi iç yapısından
kaynaklanan nedenlerle kimlikle ilgili nedenleri öne sürerken SPD
üyeliğin Türk demokrasisini istikrara kavuşturabileceğini, ve bu yolla da
bir
medeniyetler
çatışmasının
kaçınılmaz
olduğu
tezinin
yanlışlanabileceğini iddia etmektedir.
2005 yılında yapılan koalisyon sözleşmesi7 AB’nin yeni bir üyeyi
kabul edebilecek durumda olmaması ya da Türkiye’nin tüm üyelik
kriterlerini yerine getirememesi halinde Türkiye’nin Avrupa ile mümkün
olduğunca yakın kalmasını ve imtiyazlı ilişkilerin gelişmesini mümkün
kılacak bir yapının tesis edilmesini öngörmektedir. Dolayısıyla sözleşme
her iki kurumsal yaklaşımı da içinde barındırmakta, hem AB’nin
içyapılarına hem de Türk siyasi sistemine atıfta bulunmaktadır. Yine de
her iki önkoşulun da yerine getirilmesi halinde ne olacağı konusunda bir
görüş içermemekte ve sadece koşullardan biri ya da her ikisinin de yerine
getirilememesi halinde olacaklara ilişkin bir yol haritası sunmaktadır.
Avrupa Parlamentosu seçimleri kampanyasında AB’nin ilerideki
genişlemeleri önemli bir konu teşkil etmemiştir. Yine de konuya seçim
bildirgelerinde değinilmiştir.
Avrupa Parlamentosu seçimleri bildirgelerinde8 muhafazakârlar
(CDU) Avrupa kimliğinin ve AB kurumlarının istikrara
kavuşturulmasına öncelik verdikleri için imtiyazlı ortaklık yönündeki
7
CDU/CSU/SPD, ‘Gemeinsam für Deutschland. Mit Mut und Menschlichkeit’, 11 Kasım 2005,
Berlin.
8
CDU, ‘Starkes Europa-Sichere Zukunft’, 16 Mart 2009, Berlin.
29
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
önerilerini birliğin geneline ilişkin bir konsolidasyon dönemi isteği ve
tüm genişleme süreçlerinin yavaşlatılması ihtiyacına dayandırmaktadır.
Daha 2000 yılında yenilenen programında9 CDU Avrupa’nın sınırlarının
Irak ve İran sınırına dayanmadan nerede çizileceği sorusunun
cevaplanması gereğinin altını çizmiştir. Dolayısıyla CDU Türkiye’nin
gelecekteki üyeliğini Avrupa ve Irak ve İran gibi ülkeler arasında bir
köprü ya da tampon olarak görmekten ziyade Arap dünyasındaki
çatışmalardan duyulan korkuyu ön plana çıkarmaktadır. 2009 sonrasına
yönelik seçim programında10 CDU Türkiye’nin eşit haklar, azınlıkların
korunması ya da dini özgürlükler gibi alanlarda AB üyeliğinin ön
koşullarını yerine getirmediğini vurgulamaktadır. Bu nedenle Türkiye
için AB tam üyeliği yerine imtiyazlı ortaklık önerisini
desteklemektedirler.
Bunun yanında, CDU’nun Bavyera eyaletindeki ortağı CSU yeni AB
üyeleri için karar verilirken referanduma gidilmesini savunmaktadır.11
Aynı görüş Şansölye Merkel tarafından da dile getirilmiştir. Mayıs
2009’da genç muhafazakârların bir toplantısında yeni genişlemeler
AB’nin yönetimini imkânsız kılacaklarsa bunlarda ısrarcılığın anlamsız
olacağını vurgulamıştır.12 Dolayısıyla, bir kez daha gelecekteki
genişlemeler için yetersiz kalan AB’nin içyapısına işaret etmiştir. Bu
konudaki ifadeleri AB’nin bir diğer büyük üyesi olan ve Türkiye’nin AB
üyeliğine karşı çıkan Fransa tarafından da desteklenmektedir. CDU
bünyesindeki küçük bir örgütlenme olan ve 400 üyesiyle Türk kökenli
kişilerle CDU’yu daha yakınlaştırmayı amaçlayan Alman-Türk Forumu
9
CDU-Bundesvorstand, ‘Programmatische Offensive für Deutschland. Norderstedter Erklärung’,
7/8 Ocak 2000, Norderstedt.
10
CDU/CSU, ‘Wir haben die Kraft. Gemeinsam für unser Land. Regierungsprogramm 20092013’, 28 Haziran 2009, Berlin.
11
CSU, ‘Wahlaufruf der Christlich-Sozialen Union zur Bundestagswahl 2009. Was unser Land
jetzt braucht: Eine starke CSU in Berlin’, 17/18 Haziran 2009, Nuremberg.
12
Karşılaştırma için bkz., ‘Turkey shocked by Franco-German Rhetoric’ (Türkiye Fransız-Alman
Retoriği ile Şokta), EurActiv.com, 11 Mayıs 2009.
30
Almanya
ise Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemektedir.13 Bu forum özellikle
farklı ya da birbiriyle uyumsuz değerler söylemine dayandırılan
argümanlara karşı çıkmaktadır. Foruma göre CDU üyelerinin yalnızca
azınlıkta kalan kısmı bu argümanlara destek verirken parti üyelerinin
çoğunluğu Türkiye’nin büyüklüğü ve AB’nin kısıtlı yeni üye kabul etme
kapasitesinden dem vurmaktadır. Alman-Türk Forumu gerçekten söz
konusu iki kültür arasında bir uyumsuzluk olsaydı Türk kökenli kişilerin
Alman toplumuna entegrasyonuna yönelik çabaların da başarısızlığa
mahkûm olacağını belirtmektedir. Forumun hedefleri açısından Türkiye
Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Şubat 2008’de Köln’de Türk
topluluğuna hitaben asimilasyon konusunda yaptığı tartışmalara yol açan
konuşma sonrasındaki süreç gibi olumsuzluklara rastlanılmaktadır. Bu
konuşmanın ardından CSU Türkiye ile üyelik müzakerelerinin askıya
alınmasını talep etmiştir.14 İmtiyazlı ortaklık denilen alternatif pratikte
nasıl bir şey olabilir? CSU ile ilişkili Hanns-Seidel-Vakfı için şimdiki
Ekonomi Bakanı Karl-Tehodor zu Guttenberg tarafından kaleme alınan
bir siyaset belgesi tam üyeliğin muhtemel alternatiflerini
değerlendirmektedir.15 Siyaset belgesi Türkiye’nin üyeliğinin Avrupa
Birliği’nin boyunu aşacağı varsayımından yola çıkmakta ve
alternatiflerin bulunması gerektiğini belirtmektedir. Belge özellikle dört
serbestinin hepsinin de Türkiye’ye tanınamayacağını vurgulamaktadır.
Belgede derinlemesine iktisadi işbirliği konusunda bir sorun
öngörülmezken kişilerin serbest dolaşımı ile hizmetlerin serbest dolaşımı
ve bunların yanında parasal birlik ve tarım sektörüne doğrudan ödemeler
13
Karşılaştırma için bkz., Deutsch-Türkisches Forum der CDU, http://www.dtf-online.de.
‘Söder fordert einfrieren der Beitrittsverhandlungen’, FAZ, 15 Şubat 2008. Ayrıca bkz. Barbara
Lippert ‘Wait-and-See. Attitudes of German Stakeholders Towards EU-Turkey’ (Bekle ve Gör.
Almanya’da AB-Türkiye Konusuna Yaklaşımlar), Nathalie Tocci (der.) ‘Talking Turkey in
Europe: Towards a Differentiated Communication Strategy’ (Avrupa’da Türkiye’den Bahsetmek:
Farklılaşan Bir İletişim Stratejisine Doğru), Rome, IAI, 2008, ss. 135-160, özellikle s. 145.
15
Karl-Theodor zu Guttenberg, ‘Die Beziehungen zwischen der Türkei und der EU- eine
„Privilegierte Partnerschaft“’, Hanns-Seidel-Stiftung: Aktuelle Analysen 33, 2004.
14
31
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
şeklinde tezahür edecek büyük boyutlu mali destek ile Yapısal ve Uyum
Politikaları konularında kısıtlamalar öngörülmektedir.
Öte yandan Sosyal Demokratlar Türkiye’nin gerekli kriterleri yerine
getirmesi halinde Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemektedirler. Avrupa
değerlerine bağlı bir Türkiye’nin diğer Müslüman ülkelere doğru bir
köprü vazifesi görebileceğini, ve bunun da hem Almanya’nın, hem de
Avrupa’nın çıkarına olduğunu vurgulamaktadır. Mart 2009’da Alman
Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier Türkiye ile müzakerelerin
genişleme konusunda yürütüldüğünü, müzakerelere diğer alternatiflerin
dâhil edilmediğini belirtmiştir.16 Referandum konusunda ise, bu
seçeneğin Almanya’da ulusal düzeyde söz konusu olmadığının altını
çizmiştir. Dolayısıyla Steinmeier ne bu konuda, ne de başka herhangi bir
konuda referanduma gitmenin siyaseten doğru olmadığı görüşündedir.
Steinmeier Türkiye’nin ve Balkan ülkelerinin üyelik perspektifleri ile
ilgili mevcut yükümlülükleri yerine getirmenin bir itibar meselesi
olduğunu belirtmiştir. Dışişleri Bakanı yine de bu yönde ilerleme adına
içeride reformların gerekli olduğu gerçeğini reddetmemektedir.
En büyük iki parti arasında bu konulardaki neden-sonuç ilişkisine
yaklaşım açısından farklılıklar görülmektedir. CDU nedenlere vurgu
yapıp genişlemenin alternatifinin nedeni olarak iç ve dış reformların
eksikliği varsayımından hareket ederken SPD sonuçlara odaklanıp
üyeliğin bölgede istikrar ve barış sağlayacağını ifade etmektedir.
Muhalefetteki küçük partiler arasında Yeşiller Türkiye’nin demokratik
ve iktisadi dönüşümüne katkıda bulunacak ciddi üyelik müzakerelerini
desteklemektedir. Parti Türkiye’nin AB üyeliği bölgede bir istikrar çapası
16
Frank-Walter Steinmeier ile mülakat, Hürriyet, 21 Mart 2009.
32
Almanya
olabileceği için bunun AB’nin kendi çıkarına olduğunu kabul
etmektedir.17
Liberal Federal Demokratlar (FDP) Lizbon Anlaşması ya da bir
benzerini daha fazla genişleme için bir önkoşul olarak görmektedir. Parti
ihtiyatlı bir yaklaşımla Türkiye’nin üyeliğinin önümüzdeki beş senenin
gündeminde zaten yer almadığına vurgu yapmaktadır.18 Üyeliğin anahtarı
olarak reformların uygulanmasını ve AB’nin yeni üye alabilme
yeteneğini gören partinin lideri Guido Westerwelle Mayıs 2009’daki bir
mülakatta Türkiye’nin Avrupa’dan AB üyeliğini kategorik olarak
reddetmemesini
beklemeye
hakkı
olduğunu
ifade
etmiştir.
Westerwelle’ye göre üzerinde anlaşıldığı üzere muhtemel bir üyeliğin
önyargısız bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. CSU’nun istediği
gibi süreci askıya almanın “sağduyulu bir dış politikanın sonu”
olacağını19 belirten Westerwelle yine de üyeliğin kısa vadede
gerçekleşeceğini beklememektedir. Üzerinde dikkatle durduğu nokta ise
Türkiye’deki reformlardır: Türkiye hukukun egemenliği, toplum,
demokrasi ve ekonomi alanlarında doğru yolda olduğunu göstermelidir.
Partinin hazırladığı belgelerde Sol (Die Linke) genel anlamda
genişleme konusuna ya da özelde Türkiye’ye eğilmemektedir.20 Yine de
Şubat 2008’de partinin başkan yardımcısı Katina Schubert Türkiye’nin
17
Bündnis 90/Die Grünen, ‘Volles Programm mit WUMS! Für ein besseres Europa’, 23-25 Ocak
2009, Dortmund, s. 150.
18
FDP, ‘Ein Europa der Freiheit in der Welt des 21. Jahrhunderts. Programm der Freien
Demokratischen Partei für die Wahl zum VII. Europäischen Parlament 2009’, 17 Ocak 2009,
Berlin, s. 4.
19
Guido Westerwelle ile mülakat, Der Spiegel, 4 Mayıs 2009.
20
Die Linke, ‘Solidarität, Demokratie, Frieden – Gemeinsam für den Wechsel in Europa!
Europawahlprogramm 2009 der Partei DIE LINKE’, 28 Şubat 2009, Essen; idem (2009)
‘Konsequent sozial. Für Demokratie und Frieden. Bundestagswahlprogramm 2009’, 20/21
Haziran 2009, Berlin.
33
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Kopenhag kriterlerini yerine getirmesi halinde yerinin AB olduğunun
altını çizmiştir.21
CDU, CSU ve FDP arasında 27 Eylül 2009 seçimleri sonrasında
yürütülen koalisyon görüşmelerinde Türkiye’nin AB üyeliği önde gelen
konulardan olmasa da tartışmalara sahne olmuştur. FDP içindeki anlayış
Türkiye’nin AB üyeliğini kabul etme eğiliminde olsa da CDU imtiyazlı
bir ortaklığı savunmaya devam etmektedir.22 FDP’nin görüşünü
değiştirip CDU ve CSU’nun yaklaşımına doğru kayıp kaymayacağı ilgi
çekici bir soru olarak gündemde kalacaktır. Mevzuu Türkiye’nin AB
üyeliği konusunda koalisyon sözleşmesinde net bir “Hayır” yanıtı
bulunmasını isteyen CSU’dan Horst Seehofer ile hükümetin iktidarda
kalacağı dört yıllık dönemde bu konunun bir sonuca bağlanması
gerekmediğini belirterek bu fikre karşı çıkan FDP lideri Guido
Westerwelle arasında tartışma konusu olmuştur.23 Dışişleri bakanlığı ile
şansölye yardımcılığı makamları geleneksel olarak koalisyon ortağına
verildiği ve bu koltuklara da parti lideri Guido Westerwelle’nin oturması
beklendiği için bahsedilen fikir ayrılığının gelecekte önemini koruyacağı
düşünülebilir.
Sivil toplum – Hıristiyan cemaatleri ve Türk topluluğu
Alman sivil toplumunda Türkiye’nin üyelik çabası algısından
bahsedilirken iki ana gruba, Hıristiyan cemaatleri ve Almanya’daki Türk
topluluklarına özel ilgi gösterilmesi gerekir. Her iki grup da konuyla ilgili
özel bir hassasiyete sahip olup görüşleri birbirinin zıttı, perspektifleri de
birbirinden farklıdır.
Her ne kadar cemaat üyelik oranlarında son yıllarda sürekli bir azalış
görülse de Alman toplumunun üçte ikisi bir Hıristiyan cemaatine
21
Katina Schubert,s ‘Europäisierung ist Perspektive gegen Nationalismus’, basın duyurusu, 13
Şubat 2008.
22
Oliver Grimm, ‘Rückkehr der liberalen Pro-Europäer’, Die Presse, 28 Eylül 2009.
23
‘Seehofer und Westerwelle verkrachen sich wegen Türkei’, Spiegel Online, 13 Ekim 2009.
34
Almanya
bağlıdır. Katolik ve Protestan kiliseleri AB’nin Türkiye’yi içine alacak
şekilde genişlemesine Türkiye’nin iç durumundan dem vurarak kuşkuyla
yaklaşmaktadırlar. Bu kiliselerin önem verdikleri başlıca konular
Türkiye’de din özgürlüğü, azınlıklara karşı ayrımcılık yapılmaması ve
insan haklarıdır. Son yıllarda Protestan kilisesi AB ile Türkiye arasındaki
üyelik müzakerelerinin üyeliğin muhtemel sonuçlardan yalnızca biri
olduğu ucu açık bir süreç olduğunu beyan etmiştir.24 Bu pozisyonda, son
yıllarda Hıristiyan azınlığın Türkiye’deki kabul edilemez durumuna atıfta
bulunarak bir değişim de meydana gelmiştir.25 Yoğun bir iktisadi
işbirliğiyle kısıtlı olmak üzere AB üyeliğinin alternatifleri ön plana
çıkarılmakta ve tam üyeliğe artık herhangi bir destek verilmemektedir.
Bunun yanında Katolik Kilisesi de tam üyeliğe karşı çıkmaktadır.
Almanya’daki Katolik Kilisesi Avrupa ve Türkiye arasındaki kültürel
farkları vurgulayarak CDU tarafından önerilen imtiyazlı ortaklıktan yana
tercih belirtmektedir.26
Türkiye’nin üyelik çabasına ilişkin Türk toplumu içindeki genel
perspektifi kavramak ise daha zordur. Almanya’daki 2,6 milyon Türk
asıllı Alman’ı temsil ettiğini iddia eden birçok farklı örgüt vardır ve
siyasi partilerle paralel bölünmeler sergilemektedirler. Bu örgütlerden
Türkiye’nin AB üyeliği konusunda yapılan yorumlara nadiren
rastlanmaktadır. Yine de Türk asıllı Alman siyasetçi ve Yeşillerin
başkanı Cem Özdemir genel olarak Türk asıllı Alman nüfus içinde
Türkiye’nin AB’ye katılma isteğine olumlu bir bakış gözlemlediğini
24
Rahip Wolfgang Huber’in ‘Religionsfreiheit und Toleranz - Wie aktuell ist der Augsburger
Religionsfriede?’ başlıklı konuşması, 22 Eylül 2005,
http://www.ekd.de/vortraege/050923_huber_religionsfriede.html.
25
Wolfgang Huber, Hamburger Abendblatt Online’da mülakat, 31 Mayıs 2009,
http://www.abendblatt.de/politik/article1034762/Bischof-Huber-Die-Tuerkei-gehoert-nicht-indie-EU.html
26
Alman Katolikleri Merkez Komitesi, basın duyurusu, 17 Nisan 2005,
http://www.zdk.de/pressemeldungen/meldung.php?id=229.
35
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
ifade etmektedir.27 Örneğin Almanya’daki Türk Topluluğu (Türkische
Gemeinde Deutschlands – TGD) Almanya’da 200’den fazla topluluğu
temsil etmekte ve Almanya ve Avrupa’da yaşayan Türkleri üyeliğe
çağırmakta ve yerel düzeyde oy kullanma hakkı gibi yaşamlarını
etkileyecek kolaylıklar istemektedir.28 Bunun yanında Türkiye’nin AB
üyeliği Avrupa’daki Müslüman ve Hıristiyan cemaatlerini bir araya
getiren, dolayısıyla da Avrupa ile Ortadoğu arasında jeopolitik ve
kültürel açıdan köprü görevi gören bir gelişme olabilir.
Özetlemek gerekirse, Alman Hıristiyan cemaatleri arasında
Türkiye’nin üyeliğine eleştirel bir bakış hâkimdir. Türkiye’nin iç
durumuna yoğunlaşmakla birlikte kiliseler Avrupa ve Türkiye arasındaki
kültürel farklılıkların AB ile başarılı bir işbirliği için fazlasıyla büyük
olduğunu düşünmektedirler. Almanya’daki Türk topluluğu ise
Türkiye’nin Avrupa’nın içinde ve dışındaki Hıristiyan ve Müslüman
topluluklar arasındaki kültürel farklılıklar arasında bir köprü olarak
önemine dikkat çekmektedir. Bu iki grubun farklı görüşlerine bakarak
Alman sivil toplumunun Türkiye’nin AB üyeliği konusunda bölünmüş
olduğunu söylemek mümkündür.
Sonuç: Karışık bir tablo
Sonuç olarak Alman kamuoyunun Türkiye’nin AB üyeliğine adaylığı
konusunda farklı tavır ve söylemler arasında bölünmüş olduğunu ifade
etmek mümkündür. Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyenler ya da buna
karşı çıkanlar arasındaki ayrılıklar üyelik sürecinin gelişiminin yanı sıra
Avrupa Birliği’nin iç kurumsal yapısındaki değişikliklere de bağlı
olacaktır.
27
Cem Özdemir, ‘Demokratie und Islam sind vereinbar’, Cafe Babel, 25 Şubat 2005,
http://www.cafebabel.com/fre/article/1103/demokratie-und-islam-sind-vereinbar.html.
28
Almanya’daki Türk topluluğu, faaliyet raporu 2006-2008, http://
vww.tgd.de/index.php?name=News&file=article&sid=842&theme=Printer.
36
Belçika
Yvonne Nasshoven*
Belçika
Öz
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusundaki tartışmalarda Belçika
hep olumlu bir duruş sergilemiştir. Yine de ülkede Flamanlarla Valonlar
arasındaki gerilimde bir örneği görülen iç sorunlar ülkeyi iç politikaya
daha fazla eğilmeye zorladığı için bu tartışmalar sınırlı düzeyde
kalmıştır. Bu pasif duruş ancak kısa süreler için önemli boyutlara ulaşan
medyadaki tartışmaların neredeyse yok denecek kadar az olmasında
gözlemlenebilmektedir. Yine de 2010 yılının ikinci yarısında Belçika
Krallığı AB Dönem Başkanlığını elinde bulunduracağı için Avrupa
siyasetindeki anahtar oyunculardan biri haline gelecektir. Ayrıca Belçika
Başbakanı Hermann von Rompuy halen Avrupa Birliği Devlet ve
Hükümet Başkanları Konseyi’nin ilk başkanlığının önde gelen adayları
arasındadır. Bu ışıkta Türkiye’nin AB üyeliği de dâhil olmak üzere
Avrupa ve dış politika alanındaki gelişmeler siyasi coğrafyada öne
çıkacaktır.
Giriş
Belçika Avrupa Topluluğu’nun kurucu üyelerinden bir olup en
başından beri Avrupa siyasetinin şekillendirilmesinde aktif bir rol
oynamıştır. AB’nin küçük bir üyesi olarak Belçika için Avrupa
bütünleşmesi hep dünyada oynadığı rolü artırmanın bir yolu olagelmiştir.
Dolayısıyla, Belçika Avrupa Birliği’nin derinleşmesinden yana,
bütünleşmeyi destekler kuvvetli bir tutum takınmıştır.
Öte yandan son yıllarda Belçika’nın kendi içindeki federal yapı
özellikle Hollandaca konuşan zengin Flanders’te ve bunun yanında
Fransızca konuşan Valonya’daki ayrılıkçı ve bölgeci hareketler nedeniyle
zarar görmüştür. Türkiye’nin AB üyeliği ihtimali konusunda bu güç
odakları Belçika siyasetinin genel seyrinden farklı olarak muhalif bir
*
Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu
yansıtmamaktadır.
37
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
tutum almışlardır. Her ne kadar başlıca iki ayrılıkçı parti olan
Flanders’teki Vlaams Belang ve Valonya’daki Front National hükümette
yer almasalar ve Belçika Parlamentosu’ndaki sandalyelerin ancak küçük
bir kısmına sahip olsalar da iki bölge arasındaki mevcut sorunlar ülkeyi
özellikle son iki yılda büyük ölçüde paralize etmiştir.
a- Medya
Belçika basınında Türkiye’nin üyeliği konusunda tartışmalar önemli
bir yer almamaktadır. Çoğunlukla bu konudaki tartışmalar ülke içinde
Belçikalıların Türkiye algısını etkileyebilecek olaylar üzerine
yogunlaşmaktadır. Bu bağlamda özellikle iki tartışmaya değinmekte
fayda vardır: Brüksel’de Ekim 2006’daki belediye seçimlerinde bir
“bozkurt”un seçilmesi ve 2009’da Türkiye’nin Belçika Büyükelçisi Fuat
Tanlay’ın bir açıklaması sonrasında alevlenen tartışma.
Murat Denizli’nin Brüksel’in ilçesi Schaarbeek’te seçilmesi üzerine
tartışmalar başlamıştır. Bu, Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili tartışmaların
Belçika’da Türk nüfusla bağlantılı olaylar üzerinden alevlendiğini
göstermesi açısından çok önemli bir örnek teşkil etmektedir. Burada
özellikle Belçika’daki Türk sorunları Türk aşırı milliyetçi partileriyle
ilgili genel sorunla bağlantılı olarak ele alınmıştır.
İkinci bir olaysa yakın zamanda Türkiye’nin Belçika Büyükelçisi Fuat
Tanlay’ın açıklaması üzerine meydana gelmiştir. Devrimci Halk Kurtuluş
Cephesi ile ilgili bir dava bağlamında 2009 yazında Büyükelçi’nin
Hürriyet’te yayınlanan açıklamasında terörizmin bir gün Belçika’yı da
vuracağı ve o gün “terörizm” kelimesinin anlamının ülkede anlaşılacağı
ifade edilmiştir.1 Bu birçokları tarafından bir tehdit olarak algılanmış ve
ciddi şekilde eleştirilmiş bir açıklamadır.
1
RTBF, L’ambassadeur turc souhaite du terrorisme en Belgique, 20 Temmuz 2009.
38
Belçika
Genelde Belçika medyası Türkiye’nin AB üyeliği konusunda özgün
tartışmalara yer vermekten ziyade başka yerlerdeki tartışmaları
aktarmakta ve onlara atıfta bulunmaktadır. Bu durum özellikle Avrupa
Komisyonu tarafından yayınlanan ilerleme raporlarının düzenli
algılanmasında ve Nicolas Sarkozy ve Angela Merkel tarafından 2009’da
başlatılan “imtiyazlı ortaklık” konusunun tartışılmasında göze
çarpmaktadır. Dolayısıyla Belçika medyası Türkiye’nin üyeliği
konusunda proaktif değil reaktif bir tutum sergilemektedir. Bunun altında
yatan neden birçok kilit Avrupa kurumunun merkezini ve “Avrupa
Birliği’nin başkenti”ni barındıran Belçika’nın kendi ulusal kimliğini
Avrupa kurumları ve kimliğinden ayrı tutabilme çabasıdır. Yine de
şaşırtıcı bir biçimde Türkiye’nin üyeliği boyutunda genişleme konusuna
kamuoyunun bakışı hükümetinkine nazaran daha az olumludur. Bu
durumun bir işareti de %53 gibi ancak küçük bir çoğunluğun daha başka
bir genişlemeden yana oluşunu gösteren Avrobarometre verilerinde
görülmektedir.2
b- Hükümet
Son dönemdeki Belçika dış politikası ülkenin kendi siyasi durumuna
atıfta bulunmadan açıklanamaz. Parti sisteminin genel bölünmüşlüğü,3
hükümette süreklilik sıkıntısı ve Flaman ve Valon nüfus arasında artan
gerilimler dış politika konularının hükümette ve diğer ortamlarda ikinci
planda kalmasına neden olmuştur. Bu durum daha yakından
irdelendiğinde 2006’dan bu yana Belçika Krallığı’nda dört hükümetin
görev aldığı görülmektedir: 11 Temmuz 2003’ten 21 Aralık 2007’ye
2
Eurobarometer 71, L’opnion publique dans l’Union Européenne, Bahar 2009, s. 50.
Belçika’daki siyasi partiler Flaman ve Valon toplumlar bazında örgütlenmiş olup tüm ülkeyi
kucaklayan bir Belçika partisi mevcut değildir. Başlıca partiler arasında Hıristiyan demokrat
partiler (Hıristiyan Demokratik ve Flaman Partisi ile Centre Démocrate Humaniste), sosyalist
partiler (Socialistische Partij Anders ve Parti Socialiste), liberal partiler (Flaman Liberal
Demokratlar ve Mouvement Réformateur) ve yeşiller (Groen! ve Ecolo) sayılabilir. Bu çerçevede
önemli bir rolü olan oyuncular Flaman ve Valon milliyetçisi partiler Vlaams Belang ve Front
National olup Vlaams Belang 2007’deki genel seçimlerde oyların yaklaşık %11’ini almıştır.
3
39
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
kadar dört partiden oluşan bir koalisyon olan Verhofstadt II, 21 Aralık
2007’den 20 Mart 2008’e kadar bir ara dönem hükümeti olarak
Verhofstadt III, 20 Mart 2008’den 30 Aralık 2008’e kadar Leterme
hükümeti, ve 30 Aralık 2008’den itibaren Herman van Rompuy
Başbakanlığı’ndaki hükümet. 10 Temmuz 2007 genel seçimlerini takip
eden hükümet kurma süreci Belçika tarihindeki örnekleri arasında en
uzun süreni olmuştur. Bunların yanında geçmişte hükümetteki beş parti
bir çoğunluğa sahip olabilmek için güç paylaşımına gitmekte, dolayısıyla
uzlaşmaların ancak en küçük ortak paydada olabileceği bir ortam
bulunmaktaydı. Bunun bir sonucu olarak hükümetlerin gündemlerinde iç
politika konuları aslan payını almıştır.
Yine de Belçika hükümeti geride kalan dönemde Türkiye’nin Avrupa
Birliği üyeliğine sıcak bakar bir tavır içindedir. Özellikle 1999’dan
2008’e kadar Belçika Başbakanlığını yürütmüş olan Guy Verhofstadt
Türkiye’nin AB üyeliği konusunda olumlu bir duruş sergilemiştir ve bu
duruşu biraz daha serinkanlı bir şekilde olmakla birlikte Avrupa
Parlamentosu’nda Liberallerin (ALDE) lideri sıfatıyla sürdürmektedir.
Bu olumlu duruş iki kaynaktan beslenmektedir: bir yanda özellikle
Belçika’da yaşayan Türk nüfusla bağlantılı iç politika ve bilhassa
güvenlik konuları gibi ülke içi boyutları olan konular, diğer yanda
Belçika’nın dış politikaları ve Avrupa Birliği üyesi bir ülke olarak
gündemi. Küçük bir ülke olması nedeniyle Belçika’nın bu bağlamda özel
bir rolü vardır. Bir diplomatın sözleriyle: “Küçük bir ülke olduğu için
Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkması bir şeyi değiştirmez.”4
Dahası Belçika’nın duruşunun altında yatan nedenler tartışmanın yer
aldığı bağlam bazında farklılık gösterebilmektedir. Yine de üç ana başlığı
ayırt etmek mümkündür:
4
Pourqoi les Belges soutiennent la candidature de la Turquie, Le Soir, 08 Aralık 2004.
40
Belçika
(1) Jeopolitik nedenler ve Avrupa’nın dünyadaki rolü: Burada
Türkiye’nin Avrupa ve Ortadoğu, hatta Orta Asya arasında
oynayabileceği köprü rolünün altı çizilmektedir. Türkiye’nin Soğuk
Savaş ve sonrasında Rusya’ya doğru muhtemel bir açılım nedeniyle dahi
sorgulanmayan 1951’den bu yana NATO üyesi kimliğiyle sorunlu bir
bölgede bir istikrar unsuru olması beklenmektedir.5 Dolayısıyla Türkiye
uluslararası örgütlerde güvenilir bir ortak olduğunu ispat etmiştir ve
üzerine bir şeylerin bina edilebileceği bir güven atmosferi mevcuttur.
(2) Avrupa perspektifinden güvenlik: Türkiye’nin Avrupa Birliği
kurumları ve politikalarına entegrasyonu Belçika hükümetince hem
Türkiye’deki militarist ve köktenci güçlere karşı güvenliği tesis etmenin,
hem de Avrupa Birliği’nin enerji güvenliğini sağlamanın en iyi yolu
olarak görülmektedir. Dolayısıyla iç güvenlik ve ekonominin bir karışımı
enstrümentalist ve rasyonel tercih tabanlı bu gerçekçi duruşun temelini
oluşturmaktadır.
(3) Türkiye için bir reform vasıtası sağlamak: Belçika hükümeti aynı
zamanda Türkiye’de bir reform ihtiyacını da ön plana sürmekte ve bunun
en önemli sürükleyicisi olarak da genişleme sürecini görmektedir.6 Bu
bağlamda özellikle insan hakları, demokrasi ve azınlık hakları konularına
vurgu yapılmaktadır. Yine de azınlıklar konusundaki söylem FlamanValon ilişkileri sorunsalının ön planda olduğu Belçika’da diğer ülkelere
nazaran daha az yer tutmaktadır.
Hükümetin olumlu duruşu yalnızca ülkeyi ilgilendiren güvenlik
nedenlerinin bir harmanından kaynaklanmayıp aynı zamanda işbirliği ve
5
Chambre des Représentants de Belgique, Proposition de Résolution relative à l’adhésion de la
Turquie à l’Union européenne, texte adopté par la Commission des relations extérieures, DOC
502121/004, 10 Aralık 2002.
6
Christen Demokraatisch und Vlaams CD&V, Movement Reformateur (MR), Parti Socialiste
PS, Vlaamse Liberalen ve Democraten Open Vld ile Centre Democratie Humaniste
müzakerecileri arasında ulaşılan koalisyon uzlaşması, 23 Aralık 2007.
41
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
ortak değerlerin mevcudiyetinin Belçika ve Türk toplumlarının refahı
için vazgeçilmez olduğu yönündeki kuvvetli görüşten de temelini
almaktadır. Türk kökenli çok sayıda kişinin halen Avrupa Birliği
ülkelerinde yaşamakta olduğu göz önünde bulundurulduğunda üyelik
doğal bir gelecek adım olarak görülmektedir. Bu duruş son birkaç
hükümet döneminde şu ya da bu şekilde telaffuz edilmekle birlikte
Belçika hükümetleri aynı zamanda üyelik için öncelikle sağlanması
gereken net koşulların var olduğunu da açıkça ortaya koymuşlardır:
Öncelikle Avrupa Birliği’nin Doğu yönündeki genişlemesinin de
kılavuzu olan Kopenhag kriterlerinin katı bir şekilde uygulanması
gerekmektedir. Bu Belçika açısından özellikle hukukun üstünlüğü, insan
hakları ve sağlıklı sivil-asker ilişkileri konusundaki siyasi kriterlere
vurgu yapılması anlamına gelmektedir. Ayrıca topluluk müktesebatının
tam anlamıyla iç hukuka aktarımına da önem verilmekle birlikte iktisadi
sistemin reform ihtiyacı Belçika hükümeti tarafından daha az dile
getirilmektedir. İkinci bir koşul Türkiye’nin Kıbrıs ve Yunanistan ile
arasındaki sorunları çözmesidir. Bu Guy Verhofstadt’ın 2005’te ifade
ettiği gibi müzakereler için kilit önemdedir.7
Belçika 1 Temmuz 2010’dan itibaren Avrupa Birliği Devlet ve
Hükümet Başkanları Konseyi Dönem Başkanlığı’nı elinde
bulunduracaktır. Bu yöndeki hazırlıklar henüz ilk aşamasında olmakla
birlikte hâlihazırda bazı görüş alışverişleri gerçekleştirilmiştir. Bu
bağlamda hazırlık amaçlı belgeler de aynı istikamete işaret etmektedir:
Üyelik kriterleri bağlamında gerçekleşen ilerleme doğrultusunda Türkiye
ve Makedonya ile müzakereler sürdürülecektir. Yine de Kıbrıs ve insan
7
Fernando Riccardi, Les divergences sur l’adhésion de la Turquie se radicalisent, dans bulletin
Quotidien Europe n° 8861, 07 Ocak 2005, s.3.
42
Belçika
hakları konularındaki
çekilmektedir.8
ilerlemelerin
yetersiz
olduğuna
dikkat
Bir özet vermek gerekirse Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği için lobi
yapan grubun ön saflarında yer almamakla birlikte, Belçika sürekli olarak
Türkiye’nin üyeliğini desteklemiş, ancak net standartlar da talep etmiştir.
Bunlara ek olarak Belçika dönemin Dışişleri Bakanı Karel de Gucht’un
20 Ocak 2009’daki sözleriyle Türkiye ile bir ortaklık ihtiyacından da
dem vurmuştur: “[…] AB Türkiye’ye iyi, hatta eşit, bir muamele
etmemiştir. […] Türkiye ile Avrupa arasındaki ortaklığın olgunlaşması
vakti gelmiştir. Bu ortaklık kalıcı ve kırılmaz bir bağa dönüşmelidir. […]
Türkiye Avrupa’nın müttefikidir. Avrupa ailesinin ayrılmaz bir parçası
ve aynı değerleri paylaşan bir ülke olarak Türkiye Avrupa’nın Asya’nın
öne çıkan güçleri ve Ortadoğu’ya köprüsüdür. Dahası, Türkiye
Müslüman dünyaya açılan bir kapı, ve modernleşme, laiklik ve
demokrasi’nin İslam ile bir arada olabileceğinin en iyi örneğidir.
Kısacası, Türkiye dünyanın gelecek yıllarda karşılaşacağı en önemli
mücadelelerde vazgeçilmez bir müttefik olacaktır. Bu nedenle
Avrupa’nın korkularını yenmesi ve bu büyük oyunun gerektirdiği ölçüde
büyük düşünüp cömert davranması gerekmektedir.”9
c- Muhalefet
Belçika’daki muhalefet partileri net bir biçimde Türkiye’yi kapsayan
genişleme perspektifi konusunda, üyelik kriterlerinin yerine getirilmesi
koşuluyla genellikle hükümetin yaklaşımını paylaşmaktadır. Bunun bir
örneği Flaman Yeşiller partisi Groen’in 2007 genel seçimleri için kaleme
aldığı seçim programında Türkiye’nin insan hakları ve azınlıklar
8
Sénat et Chambre des représentants de Belgique, Préparation de la présidence belge de l'Union
européenne en 2010 (1), Rapport fait au nom du comité d’avis federal chargé des questions
européennes par Mme Delvaux et M. De Croo, Document législatif n° 4-986/1, 9 Aralık 2008.
9
Karel de Gucht, “An unbreakable bond” (Kırılmaz bir bağ), Europe’s world, 20 Ocak 2009
http://www.europesworld.org/NewEnglish/Home_old/
CommunityPosts/tabid/809/PostID/152/Default.aspx.
43
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
konusundaki kriterleri yerine getirmesi halinde üyelik müzakerelerinin
ileriye gidebileceği yönündeki ifadeler de görülebilir. Bu perspektifte AB
Türkiye’deki reformlara aktif destek sunacaktır.10
Öte yandan, Belçika siyasetinde Türkiye’nin üyeliğine bakış homojen
değildir. Özellikle Flaman ve Valon milliyetçisi partiler Türkiye’nin
Avrupa Birliği’ne üyeliği konusuna şiddetli bir karşı duruş
sergilemektedir. Milletvekilleri Francis van den Eynde ve Alexandra
Colen tarafından gündeme getirilen bir siyaset taslağına bakıldığında bu
duruşun temelinde Türkiye’nin kültürel kökenlerinin Avrupa’da yer
almayışı, Ermenistan, Kürtler ve Kıbrıs konularındaki durum, ülke
topraklarının %97’sinin Asya kıtasında yer alması ile geride kalan 700
yıllık dönemde Avrupa kıtası ile Türkiye arasındaki genel düşmanlığın
yattığı görülmektedir. Vlaams Belang ayrıca sivil-asker ilişkilerine de
atıfta bulunmakta ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi bünyesine almakla
Amerika Birleşik Devletlerinin jeopolitik çıkarlarına göre hareket etmiş
olacağını öne sürmektedir.11
Bu söylemi marjinal bir söylem olarak değerlendirmek Vlaams
Belang’ın ülkenin Flaman kesimindeki potansiyelini küçümsemek olur.
Tam aksine, önceki seçimlerde halkın %11’i, geride kalan dönemde de
hep iyi seçim sonuçları elde eden Flaman milliyetçilere oy vermiştir. Her
ne kadar Belçika siyasetinde şu ana kadar milliyetçi partilere federal
hükümette yer vermeme yönünde bir konsensüs mevcut olagelmişse de
kayda değer sayıda seçmen Vlaams Belang’a oy vermeye devam
etmektedir.
d- Sivil Toplum
10
Groen!, De toekomst begint nu, Programma Groen! voor de federale verkiezingen van, 10
Haziran 2007, s. 113.
11
Belçika Temsilciler Meclisi, Proposition de Résolution relative à la candidature de la Turquie à
l’adhésion à l’Union Européenne, déposée par M. Francis Van den Eynde et Mme Alexandra
Colen, DOC 520286/001, 07 Kasım 2007.
44
Belçika
Belçika şartlarında sivil toplum ele alınırken Avrupa kurumlarının
merkezi olarak Belçika’daki sivil toplum tartışmaları ile Türkiye’nin
üyeliği konusunda Belçika’nın kendi iç tartışmalarını birbirinden ayrı ele
almak gerekmektedir.
Belçika’da Avrupa Birliği eylemleri ile yakından ilişkili aktörlere
bakıldığında Belçika’nın Avrupa Hareketi veya Belçika Genç Avrupa
Federalistleri tartışmanın aktif katılımcıları arasındadır. Bunların yanında
Belçika’da faaliyet gösteren Kürt ve Ermeni dernekleri gibi “tek konuya
odaklanan STK’lar” da bu tartışmalarda yer almaktadır.
Yine de Belçika’daki sivil toplum Avrupa Birliği’nin genişlemesi
konusunda büyük ölçüde sessiz kalan bir kesim olarak değerlendirilebilir.
Bu durum sendikalar için de geçerlidir.
Bu sessizliğin altında yatan neden basittir: Avrupa Birliği ile ilgili
konularda Belçika’daki tartışmalar Avrupa kurumlarının merkezi
kimliğiyle Brüksel’de faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri ve düşünce
kuruluşlarınca hâlihazırda yeterince ele alınmaktadır. Dolayısıyla bu
tartışmalara ilgi duyan Belçikalılar bu kuruluşlardaki tartışma ve
faaliyetlere katılmakta ve merkezleri Brüksel’de yer alan ulus-aşan sivil
toplum örgütlerinin çalışmalarıyla paralel ulusal yapılar oluşturma
ihtiyacı hissetmemektedirler. Dolayısıyla Belçika sivil toplum
örgütlerinin sessizliğinin altında yatan mantığı ilgisizlik olarak açıklamak
ülkedeki sosyal hayatın farklı katmanları olduğu, ve ancak bunlardan
birinin de Avrupa işleri ile ilgili olduğu gerçeğini göz ardı etmek
anlamına gelir. Elbette ki Belçikalıların bakış açısı ile Avrupalı ve
uluslararası bakış açıları birbirinden kolay kolay ayrı düşünülemez.
Belçika sivil toplumunda Türkiye’nin üyeliğine bakış halen incelenen
aktöre bağlı olarak farklı sonuçlara ulaştıracak şekilde bir kararsızlık
içindedir.
45
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Sonuç
Belçika’nın AB Dönem Başkanlığı’nı devralacağı 1 Temmuz 2010’a
kadar Avrupa Birliği’ndeki durum büyük ölçüde değişmiş olacaktır.
Lizbon Anlaşması ile Avrupa Birliği’ni daha etkin ve daha demokratik
kılmayı amaçlayan yeni bir yasal çerçeve uygulamaya konacaktır. Bunun
uygulaması ve finansal krizin sosyal ve iktisadi sonuçlarıyla mücadele
2010’da Avrupa Birliği’ni bekleyen başlıca iki sorun olacaktır. Bu
konuların zorluğu ve boyutları göz önünde bulundurulduğunda AB’nin
genişleme konusundaki kararlarının gündemde ön sıralarda yer
almayacağı muhtemeldir. Yine de 2004’teki Doğu Avrupa’ya doğru
genişlemeden beri beklenen Anlaşma yapısındaki değişiklikler ile
ekonomik krizin etkilerinden kurtulma umutları Türkiye’nin AB içindeki
rolü üzerindeki tartışmaları canlandıracak bir katalizör görevi yapabilir.
Birçok Avrupa kurumunun merkezi olarak Belçika’da Komisyon,
Parlamento veya Konsey’de meydana gelen her türlü tartışma sırf coğrafi
yakınlık nedeniyle bile dönem başkanlığının gündemine önemli etki
yapabilecektir. Bu nedenle Türkiye’nin üyeliğinin gündemde önemli bir
kalem haline gelmesi halinde Belçika süreci yavaşlatmaktan ziyade
üyeliği destekler bir tavır sergileyecektir. Yine de tüm dönem
başkanlıklarında olduğu gibi asli faaliyet alanlarını belirlemede çok
sayıda dış etken belirleyici olacaktır. Dolayısıyla beklenmeyen
gelişmeler için hazırlıklı olmak akıllıca bir hareket olacaktır.
46
İtalya
Emiliano Alessandri, Sebastiano Sali*
İtalya
Öz
İtalya AB ile entegrasyon konusunda Türkiye’nin en önemli
taraftarlarından birisidir. Hem merkez sol hem de merkez sağ
hükümetler ticari açıdan anlamlı olduğu ve Avrupa’nın dünyadaki
konumunu güçlendirirken AB’yi çeşitliliği daha öne çıkan bir kurum
haline getireceği gerekçesiyle tutarlı bir biçimde Türkiye yönünde AB
genişlemesini savunmuşlardır. Yine de siyasi düzeyde partizan görüşler
kamuoyunun genelinin görüşlerini yansıtmamaktadır. Diğer Avrupa
ülkelerinin kamuoyuna nazaran İtalyanlar bu konuya daha az karşı
dursalar da Türkiye’nin Avrupa çabası konusuna yine de şüpheyle
yaklaşmaktadırlar. Bu konuda halen bölünmüş bir görüntü çizmesine
rağmen ileride karşıt bir görüşü benimseyebilecek bir taraf ‘Hıristiyan
kamuoyudur’. İtalya’da kimlik politikalarının net bir dini tınısı mevcuttur
ve İslamofobi etkeni küçümsenmemelidir. Avrupa-Türkiye ilişkilerinin
geleceğine yönelik sağlıklı tartışmaların önündeki büyük bir engel de bu
konudaki büyük bilgisizliktir. İtalyan medyasının konu ile ilgili verdiği
bilgiler ise çoğu zaman eksik ya da basitleştirme ya da klişeler nedeniyle
çarpık bir görünüm arz etmektedir.
Giriş
Geleneksel olarak Türkiye’nin Avrupa Birliği ile bütünleşme süreci
İtalyan siyasi partileri ile en önemli endüstri ve iş çevreleri arasında
*
Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu
yansıtmamaktadır.
47
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
partizan tutumlardan bağımsız bir desteğe mazhar olmuştur. Kasım
2008’de Roma’da gerçekleştirilen son ‘İtalyan-Türk Forumu’ sırasında
İtalyan Dışişleri Bakanı Franco Frattini İtalya’nın Türkiye’nin üyeliğine
verdiği kararlı desteği yinelemiştir.1 Türkiye’ye gerçekleştirdiği son
ziyaretinde Başbakan Silvio Berlusconi İtalyan hükümetinin “AB’nin
Çek ve İsveç dönem başkanlıkları ile üyelik sürecini yarı yarıya
kısaltmak için her dönem başkanlığı sırasında açılan müzakere
başlıklarının ikiden dörde çıkarılması için çaba sarf edeceği”2 sözünü
vermiştir.
Öte yandan yaygın destek bu konuya karşı çıkanların var olmadığı
anlamına gelmez. Diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi kamuoyu
Türkiye’nin AB üyeliğine muhalif bir eğilim göstermektedir.3 Dahası
ilgili taraflardan bazıları, ki buna İtalya’nın önde gelen siyasi
partilerinden bazıları da dâhildir, Türkiye’nin AB’ye tam entegrasyonu
çabasına karşı çıkmaktadır. Bu konuda halen bölünmüş bir görüntü
çizmesine rağmen ileride karşıt bir görüşü benimseyebilecek bir taraf
zaman zaman çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin AB’ye kabul
edilmesi konusunda endişelerini dile getiren İtalyan Katolikler’dir.
Siyasi taraflar
İtalyan hükümeti Türkiye’nin AB üyeliğinin ilk ve önde gelen
savunucuları arasında yer almaktadır. Hem merkez sol hem de merkez
sağ hükümetler bu desteğin İtalya’nın genel dış politika çıkarları ile tam
1
‘Frattini appoggia la Turchia. ‘l’Italia al vostro fianco per l’adesione alla UE’’, La Repubblica, 6
Kasım 2008, s. 26. Yıllar boyu İtalyan-Türk Forumu (‘Forum di dialogo Italo-Turco’) her iki
ülkenin siyasi, ekonomik ve entelektüel elitlerini ortak ilgi konuları ve iki tarafı da ilgilendiren
konuları tartışmak üzere bir araya getirmektedir.
2
F. Rizzi, ‘Berlusconi: ‘Russia provocata. E la Turchia subito in Europa’, Il Messaggero, 13
Kasım 2008, s. 1.
3
Türkiye’nin AB üyeliğine kamuoyunda verilen destek 2004’teki %74 seviyesinden 2006’da
%49’a ve 2007’de %42’ye düşmüştür. Bkz. E. Alessandri ve E. Canan, ‘Mamma Li Turchi!: Just
an Old Italian Saying’, N. Tocci (der.) Talking Turkey in Europe: Towards a Differentiated
Communication Strategy, Quaderni IAI, Aralık 2008,
http://www.iai.it/sections_en/pubblicazioni/iai_ quaderni/Indici/quaderno_E_13.htm
48
İtalya
bir tutarlılık içinde olduğu görüşüne sahiptir. İkinci Dünya Savaşı’ndan
bu yana İtalya Atlantik ve Avrupa bütünleşmesine büyük ölçüde olumlu
ve birbirini destekleyen eğilimler gözüyle bakmaktadır. Türkiye’nin
AB’ye katılmasına izin vermek Ankara’nın Batı’nın güvenliğine yaptığı
kritik katkı göz önünde bulundurulduğunda neredeyse tabii bir gelişme
olarak görülmektedir.
2007’de geçmiş başbakanlardan Massimo D’Alema İtalyan merkez
sol bakış açısından Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemenin başlıca
nedenlerini iyi bir şekilde özetlemiştir: 1- İtalya ve Türkiye’nin ortak
“Akdeniz kimliği” ve AB’nin ağırlık merkezini orta ve doğu Avrupa’dan
güney Avrupa’ya kaydırma arzusu; 2- Türkiye’nin özellikle enerji nâkil
hatları konusunda Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya arasındaki
“merkez” konumu; 3- Türkiye’nin İslam ile laik ve demokratik kurumları
bir araya getirmede başarılı bir örnek oluşu, ve 4- Türkiye’nin üyeliğinin
AB’nin “kendisini ‘dışlayıcı’ bir kimliğe göre mi, yoksa açık bir siyasi
proje olarak mı tanımladığı” konusunda önemli bir test oluşturması.4
Halen hükümetteki merkez sağ partilerse diğer etkenleri
vurgulamaktadır: 1- Avrupa’nın NATO üzerinden ABD ile stratejik
ortaklığının devamının güvencesi olarak Türkiye’nin üyeliği; 2- Ticaret
ve yatırım için çekici bir pazar ve İtalya için kilit bir ticari ortak olarak
Türkiye (bu iş dünyası perspektifi özellikle başbakan Silvio Berlusconi
tarafından vurgulanmaktadır)5; 3- Avrupa’daki diğer muhafazakâr
partilerin (örneğin Birleşik Krallık’taki) görüşlerinin bir yansıması olarak
siyasi ve sosyal Avrupa projesini “sulandıracak” ve bir “uluslar
Avrupası” ihtimalini kuvvetlendirecek bir araç olarak Türkiye’nin
üyeliği. Ayrıca merkez sol görüşlere benzer biçimde (ancak muhtemelen
4
M. D’Alema, ‘L’Italia alleato critico della Turchia in Europa’, Il Sole 24 Ore, 13 Haziran 2007,
s.1.
5
Bkz. E. Alessandri, “Fare Italia nel Mondo” Proje Direktörü Paolo Quercia ile mülakat,
Fondazione FareFuturo, 8 Mayıs 2008.
49
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
daha az vurgu yaparak) merkez sağ da Türkiye’nin Orta Doğu ve
Müslüman dünyaya bir köprü vazifesi yapabileceği görüşüne yer
vermektedir.
Türkiye’nin tam üyeliğine şüpheyle bakan siyasi taraflar arasında
Türkiye’deki etnik azınlıkların içinde bulunduğu güç durum ve insan
hakları alanındaki sorunlu geçmişin altını çizen İtalya’nın Komünist
partileri yer almaktadır. Yeniden Kurulmuş Komünistler Partisi (PRC)
geleneksel olarak Türkiyeli Kürtlerin siyasi amaçlarını ve iddialarını
desteklemiştir. Geçen sene PRC web sitesinde Demokratik Toplum
Partisi (DTP) temsilcisi Fayik Yağızay’ın Türkiye’nin 13 ilinde DTP’ye
karşı polis operasyonlarını yalnızca “pasif ve demokratik Kürt
mücadelesini” değil aynı zamanda “demokrasi, insan hakları ve
örgütlenme özgürlüğünü” de tehdit eden bir siyasi fiil olarak niteleyen
mektubu yayınlanmıştır.6 2009 Avrupa Parlamentosu Seçimleri için
oluşturulan PRC platformu “Kürt sorununa siyasi bir çözüm ve
Türkiye’nin askeri baskılara son verip gerçek bir müzakere sürecini
başlatmasını istemiştir”.7
İtalyan Komünistleri Partisi (PDCI) AB’nin Türkiye ile
müzakerelerinin altında yatan vizyonun vatandaşlar ve emekçilerin
haklarını koruyan sosyal ve siyasi AB idealinin aksine “pazar ve
sermaye” Avrupası olduğunu iddia etmektedir. Dahası PDCI Türkiye’nin
üyeliği elde ettikten sonra ‘ABD’nin Truva Atı’ gibi bir rol oynayarak
AB’nin gerçekten bağımsız bir dış politika geliştirmesini
engelleyebileceği uyarısını yapmaktadır. Tüm bunlar PDCI Dış İlişkiler
6
‘Elezioni In Turchia. Una pericolosa operazione contro il DTP’, 14 Nisan 2009,
Rinfondazione.it http://home.rifondazione.it/xisttest/content/view/5541/ 296/ (son erişim tarihi
11-09-2009)
7
‘Programma Unitario per le Elezioni Europee’, Rifondazione.it, 9 Nisan 2009,
http://home.rifondazione.it/xisttest/content/view/5478/481/ (son erişim tarihi 11-09-2009)
50
İtalya
sözcüsü Iacopo Venier’in “Türkiye’nin AB’ye alınmasına karşıyız”8
ifadesinin temelini teşkil etmektedir.
Eleştirel tutumlarına rağmen bu partiler üyelik müzakereleri ile
birlikte daha ciddi bir siyasi tartışmanın da gerçekleşmesi halinde şu anki
tutumlarını değiştirmeyi düşünebileceklerini ifade etmektedir. Nitekim
Komünist partiler kendilerinin de tümüyle benimsediği etnik ve dini
açıdan zengin kimliğini Avrupa’nın kabul etmesinin son derece önemli
olduğunun altını çizmektedir. Bugün için PRC ve PDCI tam üyeliğe bir
alternatif olarak “imtiyazlı ortaklık” kavramını destekler görünmekte ve
Fransız Cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy’nin Türkiye’yi de içerecek bir
“Akdeniz Birliği” önerisini ilgi ile takip etmektedir.
Üyeliğe kararlı bir biçimde karşı çıkanlarsa Kuzey Birliği (NL) ve La
Destra’dır. Her ikisi de Türkiye’nin AB üyeliğine esasen din, kimlik ve
‘kültür’ nedenleri ile karşı çıkmaktadır. La Padania gazetesinde yakın
tarihte yayınlanmış bir makalede NL Türkiye konusundaki tavrını şöyle
özetlemektedir: “[Türkiye’nin AB üyeliğine karşı duruşun] çeşitli özel
nedenlerini (insan hakları konusundaki sorunlar, Ermeni soykırımının
reddedilmesi, azınlık hakları ihlalleri, yetersiz dini özgürlükler,
Türkiye’nin Irak’taki askeri varlığı, Kuzey Kıbrıs’ın askeri işgali) ikinci
plana atmaksızın hem coğrafi, hem de kültürel ve sosyal açılardan
Türkiye’nin bir Avrupa ülkesi olmadığı ve dolayısıyla Avrupa ülkelerinin
bir Birliği’ne alınamayacağı açıkça ifade edilmelidir”.9
NL’nin mevcut hükümetin önemli unsurları arasında bulunduğunu ve
Türkiye’nin üyelik sürecini başarıyla tamamlayabilmesi halinde
referanduma başvurma tehdidini mükerrer defalar dile getirdiğini not
8
I. Venier, ‘Turchia: Testa in Europa’, Iacopovenier.it, 8 Haziran 2007,http:/
/www.iacopovenier.it/modules.php?op=modload&name=News&file=article&sid=391&pagenum
=4&mode=thread&order=0&thold=0 (son erişim tarihi 11-09-2009)
9
‘No all’ingresso della Turchia in Europa’, Giornale Elettorale Europee 2009, Mayıs 2009, s. 2,
http://www.leganord.org/elezioni/2009/propaganda/Giornale_ elettora_europee09.pdf.
51
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
düşmek gereklidir. Son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde NL aldığı
oyları ikiye katlamış (2004’te %5’ten 2009’da %10,2’ye) ve İtalya’nın
kuzeyindeki zengin kesimlerinde %20’nin üzerinde rakamlara ulaşmıştır.
La Destra lideri Francesco Storace’nin sözleri İtalyan aşırı sağının
Türkiye konusundaki tutumunu iyi bir şekilde özetlemektedir. Storace
yakın bir tarihte Türkiye’nin AB üyeliğinin AB fonlarını İtalya’nın
güneyinden Türkiye’nin de bir parçasını teşkil ettiği Avrupa’nın
Güneyine kaydıracağını iddia etmiştir. Türkiye’ye AB üyeliğinin
verilmemesi “Avrupa’nın Hıristiyan kökenlerini korumanın” anahtarıdır:
“Çok kültürlülüğü reddediyoruz”.10
Bu tablo İtalyan siyasetinde evvelden Türkiye’nin AB üyeliğini
destekleyen kesimlerin bu konudaki şevkini son yıllarda yitirdiği bulgusu
ile daha da karmaşık bir hale gelmektedir. Bu tür bir trendi
açıklayabilecek etkenler arasında (son ekonomik krizin patlak vermesi ile
daha da derinleşen) Avrupa Birliği’ne kuşkucu bakış (Euroscepticism) ve
İtalyan muhafazakârları arasında İtalya’nın günümüzün küreselleşen
dünyasındaki işlevinin dini ve kültürel kimlikler başta olmak üzere tehdit
altındaki kimliklerin “müdafaası” olduğu şeklindeki yaygınlaşan görüşü
de saymak mümkündür.11 Merkez sağ siyasi liderler iç ve dış politikada
Hıristiyan değerlerin merkezi rolüne mükerrer atıflarda bulunmaktadır.
İtalya’nın Hıristiyan kimliğine yeniden yapılan güçlü vurgu bugüne
kadar hiçbir partinin Türkiye konusundaki resmi tutumunu önemli ölçüde
değiştirmemiştir.12 Öte yandan Özgürlük Halkı (İtalya’nın yeni kurulmuş
merkez sağ partisi) içinde konuya şüpheyle yaklaşanların güç
10
‘Ue: Turchia; Storace, rifiutiamo multiculturalità’, Storace.it, 5 Mayıs 2009,
http://www.storace.it/tag/turchia/ (son erişim tarihi 11-09-2009)
11
Bkz. M. Pera ve J. Ratzinger, Senza Radici. Europa, relativismo, cristianesimo, Islam, Milano,
Mondatori, 2004. Ayrıca bkz. M. Veneziani, Contro i barbari. La civilità e i suoi nemici, interni
ed esterni, Milano, Frecce, editore Mondadori, 2006.
12
E. Alessandri, İtalyan filozof ve Hıristiyan Demokratlar Birliği Başkanı Rocco Buttiglione ile
mülakat, 12 Haziran 2008.
52
İtalya
kazanmakta olduğu anlaşılmaktadır.13 Unione dei Democratici Cristiani e
di Centro (Hıristiyan ve Merkez Demokratları Birliği) içinde çok sayıda
kişi din ve kimlik esasında Türkiye’nin üyeliğine katı bir şekilde karşı
çıkmaktadır.
Büyük bir ‘AB’de Türkiye’ye yer yok’ hareketinin yükselişinin aksi
yönünü işaret eden çok sayıda etken de mevcuttur. Bunlardan ilki Papa
16. Benedict’in önceki çekinceleri konusunda attığı geri adımdır.14
İkincisi, özellikle merkez sağ liderlerce dile getirilen ve Türkiye ile AB
arasında daha yakın ilişkileri destekleyen güçlü ekonomik ilişkilerin
mevcudiyetidir. Üçüncüsü, bazı İtalyan muhafazakârları Türkiye’deki
iktidar partisi AKP’yi kendi partilerine oldukça yakın görmektedirler.
Hıristiyan ve Merkez Demokratları Birliği Başkanı olan ve İtalyan
Katolikleri arasında Türkiye konusuna soğuk bakanların önünde gelen
Rocco Buttiglione Avrupa Halk Partisi ile AKP arasında kurulan yapıcı
diyalogun mimarı olduğunu iddia etmektedir.15
İktisadi Taraflar
İtalya 2008 yılında Türkiye’nin üçüncü büyük ticaret ortağı idi.16
2006’da Türkiye’deki İtalyan doğrudan yabancı yatırımlarının 4,4 milyar
ABD doları (USD) düzeyinde olduğu tahmin edilmektedir. Yatırımlar
2008’de neredeyse üç katına çıkmıştır. 2009’da yatırımların daha da
büyüyeceği tahmin edilmektedir. Halen 700’den fazla İtalyan firma ve
şirketi Türkiye’de yatırım yapmakta ya da doğrudan faaliyet
göstermektedir. İtalya’nın Türkiye’den ithal ettiği ürünler genellikle deri,
13
E. Alessandri, Vekiller Kamarasında Hıristiyan Demokratlar Birliği grubu geçmiş
başkanlarından Luca Volontè ile mülakat, 3 Nisan 2008; E. Alessandri, L’Espresso Group’tan
Vatikan uzmanı Sandro Magister ile mülakat, 6 Mayıs 2008; E. Alessandri, Il Giornale’den
Vatikan uzmanı Andrea Tornielli ile mülakat, 14 Mayıs 2008.
14
Bkz., ‘Cardinal Ratzinger : Identifier la Turquie à l’Europe serait une erreur’, Le Figaro, 13
Nisan 2004, s.3
15
E. Alessandri, Rocco Buttiglione ile mülakat, a.g.e.
16
Istituto Nazionale per il Commercio Estero (ICE), Odak ülke: Türkiye, 4 Aralık 2008,
http://mefite.ice.it/CENWeb/ICE/News/ICENews.aspx?cod=8969 &Paese=52&idPaese=52.
53
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
yün, giysi ve ayakkabı olup makine ve elektronik eşya ithalatı da artış
göstermektedir. İtalya ise Türkiye’ye plastik ve metal ürünleri, tarımsal
ürünler, ileri teknoloji ürünleri ve tipik İtalyan ürünlerini (“made in
Italy”) ihraç etmektedir. Ticaret dengesi İtalya’dan yana olagelmiştir.
Ticaret hacminin kayda değer olduğu ekonomik sektörler arasında enerji,
özellikle de doğal gaz iletimi, asli konuma gelmektedir. Biyo ve nano
teknolojiler de ticaret hacminin hızla büyüdüğü alanlar arasındadır.
Daha Ankara AB üyeliği yoluna girmeden önce dahi Türkiye İtalya
için önemli bir pazar teşkil etmekteydi. İtalyan iş dünyasının en güçlü
aile ve grupları İtalyan hükümetine 1960’lardan beri Türk ekonomisine
daha büyük bir açılım yapılması için baskı yapmakta ve Avrupa
Topluluğuna Türkiye ile bir gümrük birliği anlaşması yapılması talebini
ileten ilk kesimler arasında yer almaktadır.
İtalyan sanayini temsil eden başlıca örgüt olan Confindustria’nın
önceki başkanlarından Luca Cordero di Montezemolo yakın bir tarihte iş
adamı gözüyle “Türkiye zaten Avrupa’dadır” diye belirtmiştir.17
İktisadi alanda önemli taraflar arasında ENI ve ENEL gibi İtalya’nın
önde gelen bazı enerji şirketlerini, Unicredit gibi İtalya’nın en önemli
bankacılık firmalarını, Telecom gibi telekomünikasyon şirketlerini ve
Finmeccanica gibi havacılık, uzay ve savunma sanayi firmalarını saymak
mümkündür. İtalya’nın önde gelen otomotiv şirketi FIAT Türkiye
pazarına daha 1920’lerde girmiştir. 1968’de FIAT Koç Grubu ile bir iş
ortaklığına gitmiş ve bu Bursa’da halen FIAT’ın “dünya otomobili”
Palio’nun üretildiği Tofaş tesislerinin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. La
Repubblica AUTO’dan gazeteci Enrico Franceschini’nin deyimiyle
17
‘Italia Turchia: Montezemolo, per imprese Ankara già in UE’, Kataweb News, 8 Kasım 2007,
http://news.kataweb.it//item/374601/italia-turchia-montezemolo-per-imprese-ankara-gia-in-ue.
54
İtalya
“FIAT’ta insanlar Türkiye’yi İtalya’nın bir şekilde Orta Doğu’ya doğru
kaymış bir parçası olarak düşünürler.”18
İki ülke arasında İtalya’nın bazı stratejik sektörlerini de içeren bu
güçlü ve dallı budaklı ekonomik bağlar Türkiye’nin hızlı bir şekilde
AB’ye üye olmasını ciddi bir biçimde destekleyen bir “İtalyan ekonomik
lobisinin” varlığını açıklayabilir.
Bu bağlantıyı teyit edercesine İtalya’nın 22 Mayıs 2008’de İstanbul’da
Mısır, Libya, Cezayir, Fas ve Tunus’ta da yatırım fırsatları yaratma
amaçlı “Akdeniz Planına” imza koyduğunu not düşmek gerekir. İktisadi
Kalkınma Müsteşarı Adolfo Urso tören sırasında bu ekonomik kriz
döneminde dahi Türk pazarının İtalyan firmalara açık kalmasının
öneminin altını çizmiştir.19
Öte yandan İtalya’dan bazı iktisadi taraflar da Türkiye’nin AB tam
üyeliğine çok sıcak bakmamaktadır. Bu durum özellikle tarım sektöründe
faaliyet gösteren bazı firmalar için geçerlidir. Türkiye ile 1996’da
yürürlüğe giren Gümrük Birliği tarım ürünlerini kapsamamaktadır.
İtalyan ve Türk tarımsal sektörleri arasında çok sayıda benzer nokta
bulunduğu göz önüne alındığında İtalyan tarafında Türkiye’nin AB
üyeliğinin İtalya’nın rekabetçiliğini olumsuz yönde etkileyebileceği
endişeleri görülmektedir. Aynı durum Türkiye’nin üyeliği ile doğacak
Ortak Tarım Politikası için ayrılan AB bütçesinin yeniden dağıtılması
gereği için de geçerlidir.20
İtalyan iktisadi tarafları hakkındaki değerlendirme sendikalara yer
vermeden tamamlanmış sayılamaz. Sendikaların görüşü Türkiye’nin
18
E. Franceschini, ‘La scommessa della Turchia’, La Repubblica, Temmuz 1999,
http://www.repubblica.it/online/auto_prima/fiat100anni/otto/otto.html; A. Ferigo, FIAT Yetkilisi
ile mülakat, Mayıs 2008.
19
C. Antonelli, ‘Interview to Vice-Minister Urso’, LiberoMercato, 24 Mayıs 2009, s. 27.
20
E. Alessandri, Coldiretti Dış İlişkiler Dairesi Başkanı Maurizio Reale ile mülakat, 17 Nisan
2008.
55
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
üyeliğinden yana gibi görünmekle birlikte bu olumlu bakış Türk işgücü
pazarını düzenleyen kuralların takviyesi ve Türk işçileri için daha fazla
haklar getirilmesi koşuluna bağlıdır. “Türkiye’nin AB’ye katılmasından
yanayım” diyen FIAT’tan sendikacı Giorgio Cipriani “çünkü bir
sendikacı olarak tecrübelerimle Türk toplumunun çıkarlarının ölçek ve
kapsamdaki bazı farklılıklar dışında İtalyanlarla aynı olduğunu
anladım”21 diye konuşmaktadır. Cipriani’ye göre “üyelik ancak iktisadi
standartların yanı sıra sosyal standartların da yakalanması durumunda
gerçekleşebilir […] sendikalar önceden belirlediğimiz yönde çaba sarf
etmeye devam edecektir: heyetlerce gerçekleştirilen ziyaretler, eğitim
faaliyetleri, ortak kampanyalar ve dayanışmanın dışavurumu”.
Medya
Medya AB’nin genişlemesi konusu da dâhil olmak üzere birçok
konuda kamuoyunun yönlendirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
Öte yandan İtalyan kamuoyu çoğu zaman eksik ya da yanlış bilgilere
sahip ve hem Türkiye’nin AB üyeliği süreci hem de modern Türkiye
hakkında temel bilgilerden yoksun bir görünüm çizmektedir.22 Bu
konularda bilgi bazlı bir tartışmanın olmamasının sonuçları arasında
yanlış algıların, klişeleştirmelerin ve önyargıların kök salması sayılabilir.
İtalya Vekiller Meclisi (İtalyan parlamentosunun alt kanadı) Başkanı
Gianfranco Fini Ankara’daki mevkidaşına Ekim 2008 sonunda bir
ziyarette bulunmuş ve sorunu açıkça kabul edip Türkiye konusundaki
tartışmaya zarar veren tüm önyargıların bir kenara bırakılmasını
istemiştir. Fini “Türkiye çaba göstermektedir ve AB de Ankara’nın bu
21
A. Ferigo, FIAT’tan sendikacı Giorgio Cipriani ile mülakat, 12 Mayıs 2008.
E. Alessandri, Messaggero Veneto’dan Associazione Europa Cultura Başkanı Giampaolo
Carbonetto ile mülakat, 21 Nisan 2008; E. Alessandri, Sabah Roma muhabiri Yasmin Taşkın ile
mülakat, 7 Mayıs 2008.
22
56
İtalya
çabalarına önyargısız ve dürüst bir bakış açısıyla yaklaşmalıdır”23
demiştir.
Özellikle yakın geçmişte Türkiye’den haberler genellikle ülkenin laik
bir demokrasi olarak geleceğine ilişkin belirsizliklere odaklanmakta idi
(örneğin 2006’da Don Andrea Santoro’nun Türkiye’de öldürülmesi,
2007’deki türban tartışmaları ve 2008’de AKP’ye yönelik kapatma
davası). Burada ilgi çekici olan haberlerin kendinden ziyade veriliş
şekilleridir. Öncelikle Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen siyasi
partilere yakın gazeteler dahi son zamanlarda Türkiye’deki iç gelişmelere
ilişkin endişeleri dile getiren makaleler yayınlamakta ve bazen de bu
gelişmeleri süregiden bir dini radikalleşmenin işareti olarak
sunmaktadırlar. Bu durum Il Giornale ve Libero gibi muhafazakâr
gazeteler için geçerlidir.24 İkincisi, Türkiye’deki iç gelişmeler
konusundaki endişeler henüz Türkiye’nin üyeliği ve Avrupa’daki
geleceği konusuna sistematik biçimde yansıtılmamıştır.
Eğer bu ikinci durum gerçekleşirse “Türkiye sorunu” dinle ilgili
konuların yukarıda da ifade edildiği gibi daha dikkat çekici bir konuma
geldiği ve göç gibi tartışmalı konulara da dini bir perspektiften
yaklaşıldığı daha geniş bir iç tartışmanın bir parçası haline gelebilir.
İçişleri Bakanlığı’nca yaptırılan bir ankette İtalyanların çoğunluğunun
“Müslüman göçünün” İtalya’da diğer grupların göçlerinden daha fazla
sorun yarattığını düşündüğü sonucunu ortaya koymaktadır.25
Türkiye konusunun bu tartışmanın bir parçası haline gelip
gelmeyeceği sorusunun yanıtı halen çok net değildir ve İtalyan
23
A. Pannullo, ‘Fini: ‘L’Unione Europea dica no ai pregiudizi’’, Il Secolo d’Italia, 1 Kasım,
2008, s. 6.
24
Bkz. Il Giornale’den F. Facci’nin makaleleri ile R. Camilleri, ‘Quell’omicidio allontana la
Turchia dall’Europa’, Il Giornale 27 Ocak 2007, s.10. Ayrıca bkz. C. Taormina, ‘Sulla Turchia
nella UE l’Italia dia ascolto alla lezione di Sarkozy’, Libero, 31 Ağustos 2007, s.11.
25
Bkz. Ministero dell’Interno, Report, 29 Nisan 2008, http://www.interno.it/
mininterno/export/sites/default/it/assets/files/15/0673_Rapporto_immigrazione_BARBAGLI.pdf
57
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
kamuoyunun dini konularda özellikle hassas kesimlerini nitelemekte
faydalı olan bir etiketle “Hıristiyan kamuoyunun” tepkisi büyük ölçüde
belirleyici olacaktır. Hıristiyan kamuoyu İtalya’da önemli ölçüde
etkilidir, İtalyan medyasında (gazeteler, TV) yaygın biçimde temsil
edilmektedir ve üyeleri arasında Avrupa’nın siyasi geleceğini Hıristiyan
bakış açısından yorumlayan lider ve aydınlar yer almaktadır. Bu kesimin
görüşlerinin belki de geri dönülemez bir şekilde konsolidasyonunu
tetikleyebilecek bir etken Vatikan’ın Türkiye’nin üyeliğine muhalefetidir.
Daha önce de belirtildiği üzere son dönemde Papa’nın bu konudaki
tutumu daha olumlu hale gelmiştir.26 Il Messaggero’dan Franca
Giansoldati’nin ifadesiyle “Papa’nın arzuladığı şey Türkiye’de Hıristiyan
kilisesinin resmi statüsünün tanınmasıdır […] ki bu halen
gerçekleşmemiş ve dolayısıyla Vatikan ve Türk makamları arasında
Türkiye’nin AB ile müzakereleri bağlamında pazarlık konusu olan bir
mevzudur.27
Sivil Toplum
İtalyan tarafların resmini tamamlamak üzere İtalyan STK’ları ve
Türkiye üzerine veya Türkiye’de faaliyet gösteren uluslararası STK’ların
İtalya’daki kollarını da ele almak gerekir.
İtalyan STK’ları genel hatlarıyla Türkiye’nin AB üyeliği yönündeki
nihai hedefini destekler bir tutumdadır. Öte yandan birçok STK ne üyelik
müzakerelerinin bugünkü durumu, ne de muhtemel sonuçları konusunda
resmi bir tavır dile getirmeye sıcak bakmamaktadır. Dahası, birçoğu
Türkiye’nin mevcut durumunun halen AB standartlarına ulaşmaktan uzak
olduğunu vurgulamaktadır. İnsan haklarının korunması alanında ve
çocukların, kadınların ve etnik azınlıkların durumları hakkında endişeler
26
Bkz. ‘Cardinal Ratzinger: Identifier la Turquie à l'Europe serait une erreur’, a.g.e. Ayrıca bkz.
E. Alessandri, Il Giornale’den Vatikan uzmanı Andrea Tornielli ile mülakat, 14 Mayıs 2008.
27
E. Alessandri, Il Messaggero’dan Vatikan uzmanı Franca Giansoldati ile mülakat, 22 Mayıs
2008.
58
İtalya
dile getirilmektedir. Uluslararası Af Örgütü İtalya şubesi sözcüsü Richard
Noury “2009 raporumuzda ortaya konduğu gibi işkence ve kötü
muamelenin polise bildiriminde, mültecilerin ülkelerine geri
gönderilmesinde … ve kadınlara yönelik şiddette artış gözlemledik”28
ifadesini kullanmaktadır.
Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde faaliyet gösteren Un Ponte Per gibi
İtalyan STK’ları sıklıkla Kürtlere yönelik şiddetin artışına vurgu
yapmaktadır.29
Çevre sorunları da bir endişe kaynağı olarak sıklıkla dile
getirilmektedir. Greenpeace-İtalya’dan Laura Cerani üyelik sürecinin
Türkiye’nin AB’nin çevre ile ilgili standartlarını yükseltme yönünde bir
rol oynayacağı ümidini dile getirmiştir.30
Türkiye’deki faaliyetleri ile ilgili olarak İtalyan STK’lar misyonlarını
tam ve özgürce yerine getirmekte karşılaştıkları zorluklardan şikâyet
etmektedirler. Özellikle STK’lar ve yerel polis ve bazen de Ordu
arasındaki ilişkiler çetrefilli bir hal alabilmektedir (bilhassa ülkenin
güneyinde faaliyet gösteren STK’lar için). Bir diğer sorun da bilgi ve veri
toplamanın her zaman mümkün olmamasından kaynaklanmaktadır. Un
Ponte Per’den Matteo Pasini Kürt göçleri konusunda 1990’larda bir
belgesel hazırlarken Diyarbakır’da polis tarafından saatlerce gözaltında
tutulup sorgulandığını ifade etmiştir.31
Son olarak, Türkiye konusundaki iç tartışmalarda, STK’lar İtalyan
sivil toplumunun Türkiye’nin AB üyelik süreci konusunda ciddi bilgi
sahibi olmadığını kabul etmektedirler. Türkiye’de faaliyet gösteren
STK’lar arasında yetersiz bir işbirliği ve bunlar ile İtalyan STK’larının
28
S. Sali, Uluslararası Af Örgütü-İtalya’dan Richard Noury ile mülakat, 11 Haziran 2009
S. Sali, Un Ponte Per’den Matteo Pasini ile mülakat, 12 Haziran 2009.
30
S. Sali, Greenpeace İtalya’dan Laura Cerani ile mülakat, 16 Haziran 2009.
31
S. Sali, Matteo Pasini ile mülakat, a.g.e.
29
59
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
bütünü ve daha geniş ölçekte de İtalyan sivil toplumu arasında kısıtlı
bilgi alışverişi bu konuda kısıtlayıcı rol oynamaktadır.
Türkiye konusunda İtalya’daki tartışmaların bilgi bazlı ve canlı olup
olmadığı sorulduğunda çoğu STK bu konudaki memnuniyetsizliklerini
dile getirmektedir. Yukarıda adı geçen Matteo Pasini’nin ifadesiyle
“tartışma durumun gerçek anlamıyla anlaşılması için gereken doğru bilgi
unsurlarını içermemekte ve böylece kamuoyunun doğru ve nesnel bir
yargıya varabilmesini imkânsız kılmaktadır”.32 İtalyan Af Örgütü de
yanlış algıların ve önyargıların tartışmada ve medyadaki yankılarında
ziyadesiyle yer bulduğundan dem vurmaktadır.
Sonuç
İtalya Türkiye’nin AB üyeliği konusunda başlıca destekçileri arasında
olagelmiştir. Bu desteğin geri çekilmesi çok olası görünmemektedir. Öte
yandan Türkiye’nin üyeliğinin getireceği iktisadi ve jeopolitik faydaları
kabule hazır siyasi taraflar arasında dahi bu konuya şüpheyle yaklaşanlar
artış göstermektedir. Kamuoyu Türkiye’nin AB üyeliğine gittikçe daha
fazla karşı çıkar bir çizgi izlemektedir. Problemin kökeninde din ve
kimlik konularının yattığı görülmektedir. İş dünyası üyeliği şiddetle
desteklemekle birlikte bazı sektörler rekabet güçlerinde yaşayacakları
muhtemel bir gerileme konusundaki endişelerini saklamamaktadır.
Günümüz Türkiye’si hakkındaki temel bilgilerden yoksunluk ve
önyargılarla yanlış algılamaların mevcudiyeti İtalya’da Türkiye hakkında
gerçek anlamda açık ve yapıcı bir tartışmanın başlamasının önündeki
engellerdir.
32
S. Sali, Matteo Pasini ile mülakat, a.g.e.
60
İspanya
Eduard Soler i Lecha, Irene García*
İspanya
Giriş
İspanyol-Türk ilişkileri son derece sağlıklı bir seyir arz etmektedir.
Uluslararası bağlamda her iki ülkenin de 2004’ten beri Medeniyetler
İttifakı gibi çalışmalarda nasıl işbirliği yaptığı görülmüştür. Avrupa
gündemi söz konusu olduğunda ise İspanya Türkiye’nin AB’ye girişini
tümüyle desteklemekte ve bu ülkeye karşı ayrımcı bir yaklaşımı tümüyle
reddetmektedir. İkili düzeyde ise ilk Nisan 2009’daki Üst Düzey
Toplantı’nın düzenlenmesinden bu yana ilişkiler en üst düzeyde
seyretmektedir.
Almanya ve Fransa gibi diğer devletlerin Türkiye’nin üyeliği
konusunda tereddütlerini sergilediği bir dönemde İspanya üyeliği en çok
destekleyen ülkelerden biri olarak göze çarpmaktadır. Türkiye’nin
üyeliğine verdiği destek net ve tutarlı bir şekilde sürmektedir. İspanyol
siyasetçi ve diplomatlara bu durumun altında yatan neden sorulduğunda
şu sebepler dile getirilmektedir: Türkiye’nin jeostratejik önemi, sağlam
bir ekonomiyle kurulacak ticari bağlar, Türkiye’nin demokratikleşme
sürecine yapılacak olumlu etki ile AB’nin Akdeniz eksenini
*
Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu
yansıtmamaktadır.
61
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
kuvvetlendirme yönündeki muhtemel katkı yoluyla AB’nin ağırlık
merkezini güneye kaydırma konusunda elde edilecek kazanım.1
Söz konusu destekler tavır aynı zamanda İspanya’nın Avrupa siyaseti
ile de tutarlıdır. AET’ye üyeliğinden, hatta adaylığından bu yana İspanya
kendini her iki boyutunda da Avrupa bütünleşmesine bağlı bir ülke
olarak tanımlamaktadır: derinleşme ve genişleme. İşte bu mantık
İspanyol hükümetlerinin yeni üyelerin Birliğe katılımını bu katılımların
İspanya için kısa vadede fayda getirmediği hallerde bile desteklemesi
bağlamında belirleyici olmuştur. Bu desteğin kökeninde İspanya’nın son
yirmi yılda geçirmiş olduğu modernleşme ve kalkınma sürecinin kilit bir
unsuru olarak görülen AET üyeliğinde özetlenen İspanya’nın kendi
tecrübesi yatmaktadır. Dahası, bu konuda siyasi ve soysal tartışmaların
yer almayışı İspanyol yürütme makamlarına Türkiye konusundaki
politikaları oluşturma ve uygulamaya koymada daha geniş bir manevra
alanı bırakmıştır.
İspanya’nın Türkiye’nin AB üyeliğine yaklaşımı değerlendirilirken
farklı aktörlerin görüşleri göz önünde bulundurulacaktır: Son beş yıllık
dönemde hükümet, muhalefet, medya ve sivil toplum. Bu çalışmayı
gerçekleştirmede iki neden ön plana çıkmaktadır: İlk olarak her ne kadar
bugüne kadar Türkiye’nin üyeliğine verilen destek istikrarlı bir şekilde
devam etmişse de bu konudaki tereddütlerin muhafazakâr siyasetçiler ve
toplum kesimlerinde artmakta olduğu gözlemlenmektedir. İkincisi,
İspanya Ocak 2010’da AB’nin dönem başkanlığını devralacak olup bu
bağlamda Avrupa-Türkiye ilişkilerinin evrimini yakın gelecekte
etkileyebilecek bir konumda yer almaktadır.
1
D. López Garrido, “España y Turquía: dos países y un destino”, Afkar/ideas, 22, 2009, ss. 30-31.
62
İspanya
Hükümet ve İspanyol Sosyalist İşçi Partisi
14 Mart 2004 seçimleri İspanyol siyasi panoramasını alt üst etmiştir.
1996’dan beri iktidarda olan José María Aznar liderliğindeki
Muhafazakâr hükümet yerini Sosyalist José Luis Rodríguez Zapatero
liderliğinde yeni bir yönetime bırakmıştır. Bu gelişme önde gelen iki
büyük İspanyol siyasi akımı arasındaki kutuplaşma ve gerilimlerin arttığı
bir dönemde meydana gelmiştir. Bu gerilim yalnızca iç politika alanında
hissedilmekle kalmayıp Irak savaşı, Fas, Küba ve Venezüella ile ilişkiler
gibi dış politika konularını da etkilemekteydi. Avrupa gündemi de iki
taraf arasında verimli bir provokasyon alanı haline dönüşmüş ve
İspanya’nın AB’deki çıkarlarını savunmanın en iyi yolu gibi konular
şiddetli tartışmalara malzeme olmuştur. Yine de Türkiye’nin AB
üyeliğine hükümet düzeyinde verilen destek bu ihtilaf tablosunun dışında
yer almakta ve ne İspanyol Sosyalist İşçi Partisi (PSOE), ne de ana
muhalefet partisi Halk Partisi (PP) bu konuyu siyasi mücadelelerinde bir
başlık haline getirmiştir.
Sosyalist Parti, Başbakan Rodríguez Zapatero ve Dışişleri Bakanı
Miguel Angel Moratinos tıpkı bugüne kadar Halk Partisi’nin yaptığı gibi
Türkiye’ye verdikleri desteği sürdürmüşlerdir. Yine de Sosyalist yönetim
bu desteğin temelleri ve bir ölçüde de gerekçelerinde bazı değişiklikler
getirmiştir. PP konunun dış politikadaki Atlantik ittifakı boyutuna
kuvvetli bir vurgu yaparken Sosyalist yönetim Türkiye’nin Birlik ile
İslam dünyası arasındaki daha uyumlu ilişkilerin geliştirilmesine katkısı
ya da bu ülkedeki demokratik gelişim gibi işin diğer boyutlarına önem
vermektedir.
Bu farklarına rağmen İspanyol hükümeti bu alanda önde gelen siyasi
gruplar arasındaki kesişimin altını çizmeye çaba sarf etmiştir.
Moratinos’a göre İspanya’nın genişleme konusuna her daim destek
vermesinin altında yatan nedenler “siyasi nedenlerdir, çünkü
genişlemenin Avrupa kıtasında istikrar ve güvenliği takviye edeceğine
63
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
inanıyoruz; ekonomik nedenlerdir, çünkü yüksek bir ekonomik büyüme
hızı sergileyen 80 milyonluk yeni bir pazarımız olacaktır; ve etik veya
ahlaki nedenlerdir, çünkü genişleme aynasına baktığımızda kendi
yansımamızı görüp yıllar süren dikta döneminden sonra AB’ye
girişimizin demokrasi ve pazar ekonomisinin konsolidasyonunu nasıl
sağladığını hatırlıyoruz”2.
Sosyalist iktidar kendi partisi içinde bu konuda geniş destek
bulmuştur. Örneğin 2007’de PSOE milletvekili ve parlamentonun
Dışişleri Komisyonu üyesi Juan Moscoso del Prado dini özgürlük ilkesi,
demokratik reformları destekleme gereksinimi ve Türkiye’nin Akdeniz
Birliği gibi konulardaki katkısından başlayarak Ankara’nın stratejik
öneminin altını çizmiştir.3 Mayıs 2008’de Avrupa Günü kutlamalarında
PSOE tekrar Türkiye’nin “şartları yerine getirdiğinde” üyeliği
konusundaki desteğini dillendirmiştir. “Çevredeki ülkelerle iyi komşuluk
ilişkilerini de sağlamanın AB genişlemelerinin sağladığı istikrar kadar
önemli olduğunu” ifade etmeye devam etmişlerdir4.
Aynı yılın sonunda Sosyalist Parti bir kez daha Türkiye ile “hem
Türkiye hem de AB’nin bu çerçevedeki yükümlülüklerini yerine getirdiği
ve net kriterlere dayalı” müzakerelere verdiği desteği yinelemiş ve
AB’nin itibarı ile ahde vefa ilkesinin zarar görebileceğini vurgulamıştır.5
AB’nin Türkiye ve Hırvatistan’ı içeren mevcut müzakere dalgasına
ilişkin benzer bir taahhüt partinin 2009 Avrupa Parlamentosu seçimleri
için hazırladığı manifestosunda bulunmaktadır.6
2
M.A. Moratinos, Diario de Sesiones del Congreso de los Diputados: Comisión de Asuntos
Exteriores, c. 8 (24) Madrid: Cortes Generales, 2008.
3
J. Moscoso. “Por el amor laico entre la UE y Turquía”, El País, 30 Ağustos 2007.
4
PSOE, Compromiso con la igualdad, la calidad del empleo y el cambio de modelo de
crecimiento:Manifiesto del PSOE con motivo del 1º de Mayo, İspanya, PSOE, 2008.
5
PSOE, Motivos para crecer. Programa Electoral 2008. (Programa electoral 2008) İspanya:
PSOE, 2008.
6
PSOE, 2009. Manifiesto: Programa Electoral PSOE 2009. (EU 09 of 2009-17) İspanya: PSOE.
64
İspanya
Muhalefet partileri
2004’ten beri Halk Partisi ana muhalefet görevini yerine
getirmektedir. Parti 1996-2004 yılları arasında hükümette kaldığı
dönemde Türkiye ile ikili ilişkilerin derinleştirilmesi yönünde bir tercih
sergilemiştir. Aynı zamanda her aday ülkenin önüne konan kriterleri
yerine getirmesi halinde Türkiye’yi Avrupa bütünleşme sürecine alma
kararını da desteklemiştir. Halk Partisi temsilcileri en başından beri
Türkiye’nin diğer aday ülkelerle eşit bir değerlendirmeye tabi tutulması
gerektiğinde ısrar etmişlerdir.7 Bu görüş Halk Partisinin 2004 seçim
bildirgesinde de yer almaktadır.8
Geleneksel duruşundan ayrılmasa da Halk Partisi’nin Türkiye’nin
üyeliği konusundaki tavrında seçimleri kaybetmesinden bugüne bir
farklılaşma söz konusudur. Örneğin 2005’teki bir seçim mitinginde
partinin yeni lideri Mariano Rajoy İspanya’nın Türkiye’nin üyeliğine
verdiği desteğin tartışma konusu olmayışını eleştirmiş ve AB’nin
gelecekteki sınırları hakkında bir tartışma açılması gereğinden
bahsetmiştir.9 Halk Partisi’nin önde gelen üyelerinden Gustavo de
Arístegui de partisinin Türkiye’nin üyeliğinden yana olmasına rağmen
AB’nin yeni üye alabilme kapasitesi göz önünde bulundurularak bu
7
Örneğin Dışişleri Bakanı Fernando Villalonga tarafından 1997’de yapılan şu açıklama: “İspanya
Türkiye’nin Avrupa çabasını kabul etmekte ve Türkiye’nin Avrupa Birliği ile bütünleşmesinin
hem Avrupa bütünleşmesi projesi, hem de Türklerin meşru niyetleri ile uyumlu olduğunu idrak
etmektedir. (…) Bu bağlamda İspanya’nın verdiği destek genişlemenin açık, şeffaf ve ayrımcılığa
yer vermeyen bir süreç olduğunu bize hatırlatan Avrupa projesi vizyonumuz temeline
oturmaktadır. Dahası, açık üyelik müzakerelerine uygunluk ve müzakere süreci her bir aday
ülkenin nesnel siyasi ve iktisadi koşullarını esas alacaktır. Bildiğiniz üzere AB Avrupa
bütünleşmesine ve daha birleşmiş, daha güvenli ve daha zengin bir Avrupa’ya katkıda bulunma
niyetini taşıyan tüm Avrupa ülkelerine yer ayıran çoğulcu bir projedir.”, Diario de sesiones de las
Cortes Generales, Comisión de Asuntos Exteriores, yıl 1997, n. 352, s.10400.
8
PP, Avanzamos Juntos: Programa de Gobierno del Partido Popular. (Programa 2004) İspanya,
PP, 2004.
9
C. Segovia, “Rajoy cambia la posición proturca del PP en la UE para apoyar a Merkel y
Sarkozy”, El Mundo, 26 Haziran 2005.
65
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
konuda verilen tarihlerin gözden geçirilmesi gerektiğini belirtmiştir.10
Dolayısıyla bazı PP üyelerinden gelen mesajlar Avrupa’nın diğer
muhafazakâr liderleri ile, özellikle de Fransız ve Alman hükümetlerinin
tutumu ile daha uyuşur hale gelmiştir.
Bunun yanında İspanya’daki Sosyalist hükümet ile Türkiye’deki AKP
hükümeti arasında bazı konulardaki ortak bakış açısı İspanyol
muhafazakârları arasında fazla destek bulmamıştır. Medeniyetler İttifakı
projesi ağır bir biçimde eleştirilmiştir. En başından beri Mariana Rajoy
bu konuda şüpheciler arasında yer almış ve bunun baştan çıkarıcı ama
sonunda tehlike olan bir süreç olduğunu, “kimse tarafından
umursanmadığını” ve radikal İslamcı terörle mücadelenin doğru yolu
olmadığını belirtmiştir.11 Bir diğer tartışma da “Karikatür krizi” ile ortaya
çıkmış ve Zapatero ile Erdoğan anlayış ve sükûnet çağrısı yaparken “söz
konusu karikatürlerin yayınlanmasının kağıt üzerinde yasal olabileceğini,
ancak fütursuzluğu nedeniyle ahlaki ve siyasi açıdan kabul edilemez
olduğunu” belirtmişlerdir.12 Rajoy ise önceliğin ifade özgürlüğünün
müdafaasına verilmesi gerektiğini belirtmiş ve bu hakkı kullananlarla yan
yana durmuştur.13
2008 genel seçim kampanyası sırasında PP’nin Türkiye’ye
programında yer vermemesi dikkat çekicidir. 2009 Avrupa Parlamentosu
seçimleri gündeminde “genişleme sürecine mevcut aşamasında destek
10
G. Arístegui, “Bin Laden y los suyos quieren convertir Al Ándalus en un símbolo del
islamismo radical”. Heraldo de Aragón, 18 Ekim 2005. http://www.jimenezaybar.com/pdf/sala_lectura/entrevistas/aristegui.pdf adresinden erişilebilir (Erişim tarihi 11 Ekim
2009).
11
EFE,. “López Garrido critica el desprecio de Rajoy hacia la Alianza de Civilizaciones”,
WebIslam online, [internet] 15 Kasım 2006. http://www.webislam.com/?idn=7779 adresinden
erişilebilir (Erişim tarihi 12 Ekim 2009).
12
R. T. Erdoğan ve J. L. Zapatero, “A call for respect and calm” (Anlayış ve sükunet çağrısı),
New York Times, 5 Şubat 2006.
13
Europapress,. “Polémica por la publicación de caricaturas: Rajoy pide a Zapatero que “tenga en
cuenta” los alteracados al hablar de la Alianza de Civilizaciones”, El Mundo online, [internet] 6
Şubat 2006. http://www.elmundo.es/elmundo/2006/02/06/espana/1139250521.html adresinden
erişilebilir (Erişim tarihi 9 Ekim 2009).
66
İspanya
verdiklerini” ve “Avrupa Birliği ile ortaklık için başka muhtemel formül
ve çerçevelerin” de değerlendirilmesi ve böylece Avrupa
bütünleşmesinin zarar görmemesi gereğine atıfta bulunulması ışığında bu
değişim daha da önemli bir hal almaktadır.14 Özetlemek gerekirse
geleneksel desteğini sürdürmesine rağmen PP’nin konumunda daha
şüpheci bir yaklaşıma doğru bir kaymanın sinyalleri görülebilmektedir.
Bu durum Jose María Aznar’ın bugünkü duruşunda da görülebilmektedir.
Her ne kadar Türkiye’nin üyeliğinden yana hükümet tutumlarını
benimsese de Aznar’ın bugünkü açıklamaları Türkiye’nin üyeliğini
sorgulayan muhafazakâr akıma daha iyi uymaktadır. Yakın tarihte
yayınlan Europa: Propuestas para la Libertad’da Aznar Türkiye’nin
AB’ye girişine karşı çıkmakta ve Avrupa’nın Hıristiyan değerlerinin
Transatlantik ittifakından daha önemli olduğunu ifade etmektedir.15
Siyasi arenadaki diğer güç odakları İspanya’nın AB genişlemesi
konusundaki siyasetini daha küçük bir ölçüde etkileyebilmektedir. Yine
de bunları tartışmaları ateşleyebilme ve siyasi ihtilafları başlatabilme
yeteneklerinden ötürü değerlendirmeye almak gerekmektedir. Bugün için
önde gelen AB ülkelerindeki durumun aksine küçük İspanyol siyasi
partilerinin Türkiye’nin AB ile bütünleşme sürecine kısıtlı bir biçimde
eğildiği söylenebilir. Yine de bu kesimle ilgili iki eğilim gözlemlenebilir.
İlk eğilim Izquierda Unida (IU), Iniciativa per Catalunya Verds (ICV)
ve Esquerra Republicana de Catalunya (ERC) gibi sol partilerde
gözlemlenmektedir. Bu siyasi güç odakları doksanlı yıllarda, hatta daha
da öncesinde Türkiye’deki insan hakları ihlalleri ve Kürt nüfusun durumu
konularında en sert eleştirileri yönelten gruplar olarak öne çıkmışlardır.
Ancak 2002’den, özellikle de 2004’ten beri bu partiler AB’nin
14
PP, Programa Electoral Extenso: Elecciones al Parlamento Europeo 7 junio 2009, İspanya,
PP, 2009.
15
J. M. Aznar, A. Carnero, ve M. Herrera, Europa: Propuestas de Libertad., FAES, Madrid,
2009.
67
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Türkiye’deki demokratik reformlar için gereken çerçeveyi sağladığı
konusunda uzlaşmaya varmışlar ve Türkiye’yi bazı tartışmalı konulardaki
politikalarını değiştirmeye davet etmişlerdir. Izquierda Unida Avrupa
Parlamentosu Milletvekili ve Uluslararası Siyaset İdari Koordinatörü
Willy Meyer’in Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komisyonu’nda dile
getirdiği gibi bu Ermeni soykırımının tanınması ve Kıbrıs’taki askeri
varlık konularındaki talepleri de kapsamaktadır.16 Benzer biçimde
Esquerra Republicana de Catalunya İspanyol parlamentosunda
Türkiye’nin AB’ye üyeliğini desteklediğini göstermiştir. Yine de partinin
Kürt halkının yetersiz temsilini ve “Türk Kürdistan’ında mevcut büyük
askeri işgali” göz ardı edemeyeceği belirtilmiştir.17
Konuya daha serin bir duruşu Katalan Convergència i Unió (CiU) ve
Bask Milliyetçi Parti (PNV) gibi merkez sağ milliyetçi partiler
takınmaktadır. Her iki grubun da üyeleri sıkı bağlantılar içinde oldukları
Alman Hıristiyan Demokratlarla aynı doğrultuda, imtiyazlı ortaklık
yönünde tercihlerini dile getirmişlerdir. Örneğin CiU üyesi ve İspanya
Parlamentosu Dışişleri Komisyonu Başkanı Josep Antoni Duran i Lleida
yakın zamanda yayınlanan bir makalede kimsenin Türkiye ile tam üyelik
yerine imtiyazlı ortaklığa gidilmesinin sağlayacağı faydaları yeterince
değerlendirmediğinden dem vurmuştur. Duran i Lleida aynı zamanda
AB’nin sorumlu davranması gerektiğini ve sözlerinden tek taraflı olarak
dönemeyeceğini, ayrıca Türkiye’nin bir AB üyesi olma koşullarını yerine
getirmemesi durumunu da göz önünde bulundurmanın meşru zemini
olduğunu belirtmiştir.18 Ayrıca Convergencia i Unió’da bu stratejik
16
Tu voz en Europa: Programa Electoral Elecciones Europeas 2009: Izquierda Unida, İspanya,
IU, 2009.
17
ERC, Eleccions 2008 al Congrés dels Diputats: Programa Electoral. Objectiu: un país de 1ª
(per això volem la independència), 2008.
18
J. A. Duran i Lleida, “Reflexiones sobre dos décadas de política exterior española”, Fundació
CIDOB, Anuario Internacional Cidob 2009. Claves para interpretar la Política Exterior
Española y las Relaciones Internacionales en 2008, Fundación CIDOB, Barcelona, 2009, s. 325335.
68
İspanya
yaklaşımlar yanında Katalan fındık üretimini Türk ürünlerinden koruma
endişesi taşıyan bir grubun da varlığından söz etmek gerekir. Yine de
Türkiye bu partilerin uluslararası ya da Avrupa siyaseti gündeminde
önemli bir konu olmayıp söz konusu partiler İspanyol siyasetindeki kilit
konumlarını İspanya’nın Türkiye’nin üyeliğine verdiği destek konusunda
bir değişikliğe gidilmesi amacıyla kullanmamışlardır.
Konuya medyada verilen yer
İspanya’da Türkiye konusunda süregelen bir bilgisizlik söz
konusudur. Yine de İspanyol medyası gittikçe artan bir biçimde ülkedeki
gelişmelere yer vermektedir. Medyanın bir kesiminin, ki bunlar en
yüksek tirajlı olanlar değildir, İstanbul’da muhabirleri ya da ülkedeki
siyasi, iktisadi ve sosyal konuları ele alan düzenli yazarları mevcuttur.19
Bunlara ek olarak Türkiye’nin AB üyelik süreci üzerine tartışmalar da
Brüksel ve hatta Berlin ve Paris gibi başkentlerdeki muhabirler tarafından
anlatılmaktadır.
İspanyol gazetelerinde yer alan makale ve yorumlar yayınlanan
haberlerden daha etkilidir. Bu bağlamda az sayıda örnek görülmekle
birlikte köşe yazılarının ya da başyazıların büyük çoğunluğu Türkiye’nin
AB üyeliğini desteklemektedir. İspanyol basınında yer alan metinlerde
anlayış, karşılıklılık, tutarlılık, bütünleşme ve demokrasi gibi kavramların
altı çizilmektedir. Bunlara bir örnek olarak Antonio Elorza’nın El
Pais’de yayınlanan ve AB’nin Türkiye’deki siyasi reformları teşvik
etmek ve bunların yerleşmesini sağlamak istiyorsa üyelik müzakerelerini
sürdürmesi gerektiğini ifade ettiği makalesine atıfta bulunulabilir.20
Aynı zamanda Medeniyetler İttifakı ya da karikatür krizi gibi
konularla ilişkili olarak Türkiye mevzuu dönem dönem tartışmaların
19
Bu La Vanguardia’da yazan Ricardo Ginés ile El Periodico de Catalunya’da yazıları yayınlanan
Andrés Mourenza’da gözlemlenebilen bir tutumdur.
20
A. Elorza, “España, Turquía, Alianza”, El País, 26 Ocak 2008.
69
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
odağına yerleşmiştir. Bu gibi örneklerde ABC ve El Mundo gibi
medyanın muhafazakâr kanadından gelen eleştiriler İspanya ve
Türkiye’nin bu alanlardaki ortak tavrını sorgulama şeklinde
görülebilmektedir. Hükümete daha yakın duran El País gibi medya
kuruluşları ise daha farklı tutumlar takınmakta ve köşe yazarları Erdoğan
ile Zapatero’nun uluslararası düzeyde yaptıklarını methetmektedir. Bu
eğilimin bir örneği Fransa ve Almanya’nın muhafazakâr tutumunu
eleştiren ve “İspanya’nın Türkiye’yi Avrupa’ya doğru çekme zamanı”nın
geldiğini düşünerek Medeniyetler İttifakı projesinin eş başkanlığının
muhalefetin iddia ettiği gibi “kendilerini kabul ettirme arayışındaki iki
lidere hizmet eden bir kurgu” olmadığını ispatlama fırsatı olduğunu
belirten Josep Ramoneda’nın makalesinde görülebilir.21
Kamuoyu ve Sivil toplum
Kamusal alanda ve medyada bu konudaki tartışmaların düşük
yoğunluğu kamuoyunun bu konudaki görüşüne de yansımaktadır.
İspanyol toplumu Türkiye’nin AB üyeliğine Avrupa’da en olumlu bakan
toplumlardan biri olmakla birlikte aynı zamanda bu konuyu en az
umursayanlardan biridir de. Üstelik İspanyol kamuoyunun aşağıdaki
tabloda da gösterilen belirleyici niteliklerinden biri son yıllarda
Türkiye’nin üyeliğine destek veren vatandaşların oranındaki artıştır.
Hem yüksek oranda verilen destek, hem de İspanyol toplumunun
konuya umarsız bakışı öncelikle Avrupa konularında, hem de genişleme
hakkında genel bir bilgi eksikliği ile ilgilidir. Avrobaromatre verilerine
göre İspanyol toplumu (%15), Portekizliler (%15), Yunanlılar (%17) ve
Maltalılar (%17) ile birlikte AB’nin genişleme süreci hakkında en az
bilgi sahibi toplumdur.22 İkinci bir husus ise İspanya’da yerleşmiş Türk
nüfusun 1000 kişiyi aşmaması, dolayısıyla da Türkiye’nin AB üyeliğinin
21
22
J. Ramoneda, “Alianza por Estambul” in El País 5 Temmuz 2009.
Avrupa Komisyonu, 2006. Avrobaromatre Özel Anketi 255.
70
İspanya
büyük bir Türk nüfus seline neden olacağı korkusunun diğer Avrupa
ülkelerine nazaran çok daha düşük düzeyde kalmasıdır. Son olarak
Türkiye’nin üyeliğini savunan ya da bunu reddeden lobi faaliyetlerinin
bulunmayışı da bu bağlamda açıklayıcı olabilir.
Türkiye'nin üyeliğine İspanyol
Kamuoyunda verilen destek
(%)
60
40
2006
2008
20
0
Evet
Hayır
Kararsız
2006
35
35
30
2008
46
32
22
Kaynak: Avrobaromatre 69, 2008
Yine de iş dünyası Türkiye’nin üyeliği konusuna hep olumlu
yaklaşırken insan hakları grupları bu konuda daha serinkanlı bir duruş
sergilemektedirler. Örneğin ülkede Türkiye’deki insan hakları durumuna
ve Kürt sorununa eğilen örgütler bulmak mümkündür. Çeşitli bilgi ve
dokümantasyon merkezleri Kürt halkıyla ilgili gerçekleri ortaya çıkarmak
ve mevcut tabloyu kınamak amacını gütmektedir. Bu yaklaşımın
örnekleri olarak Madrid’teki bilgilendirme ve Kürdistan’la işbirliği
merkezi veya Katalan STK’sı Sodepau’da göze çarpmaktadır. Ayrıca
Bask örgütleri de kendileriyle özdeşleştirdikleri Kürt hareketlerinin kendi
kaderini tayin etme hakkı mücadelesine kuvvetli bir vurgu
yapmaktadırlar. Aynı zamanda, daha sessiz ve derinden bir akım olarak
Ermeni soykırımının tanınmasını talep eden grupların sesi de duyulmaya
71
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
başlanmaktadır.23 Tüm bunlara rağmen bu örgütlerin hiçbirinin Türkiye
konusunda İspanyol siyasetindeki tartışmaları şekillendirebilecek ve
kamuoyunu etkileyecek güçte olmadığı söylenebilir.
Her ne kadar İspanyol düşünce kuruluşları Amerika Birleşik
Devletleri veya Birleşik Krallık’taki örnekleri kadar büyük ya da etkili
olmasalar da son on yıllık dönemde önemli ölçüde büyüme
kaydetmişlerdir. Hem Madrid’de (FRIDE, Real Instituto Elcano,
Fundación Altnernativas) hem de Barselona’da (CIDOB, IEMed) önde
gelen düşünce kuruluşlarının ya Avrupa-Türkiye ilişkileri üzerinde
çalışmalar yürüttüğünü, ya da Türkiye konusuna eğilen analizler
yayınladıklarını söylemek mümkündür. Tüm bu örneklerde perspektif
üyelikten yana bir tavır olarak şekillenmiş ve ayrımcılığa işaret eden her
türlü formüle karşı çıkılmıştır.
Bu durumun istisnası Halk Partisi’nin en muhafazakâr kanadına
yakın bazı düşünce kuruluşları ve vakıflardır. FAES Foundation ve
Grupo de Estudios Estratégicos (GEES) bir yandan Türkiye’yi Batı’ya
bağlı tutma ihtiyacını vurgulayan, öte yandan da Türkiye’nin
Avrupalılığını sorgulayıp “imtiyazlı ortaklık” fikrini savunan platformlar
olarak göze çarpmaktadır.24
Sonuç ve gelecek mülahazaları
Bu makalede kaba hatlarıyla İspanya’nın AB ülkeleri içinde açık ve
kuşkuya mahal bırakmaz bir biçimde Türkiye’nin AB’ye üyeliğinden
yana olan duruşu gözler önüne serilmiştir. Diğer Avrupa ülkelerindeki
gelişmelerin aksine bu konu siyasi tartışmalarda önemli yer tutmamakta
ve kamuoyunun gündeminde ön sıralarda bulunmamaktadır. Yine de son
23
Bkz. örneğin Barselona’daki Ermeni Kültürü Derneği (Asociación Cultural Armenia de
Barcelona) veya İspanyol-Ermeni Derneği “Hokis”.
24
F. Portero, “Es Turquía asimilable?” GEES [internet] 19 Eylül 2006.
http://temporal.gees.org/articulo/2990/ adresinden erişilebilir (Erişim tarihi: 2 Ekim 2009).
72
İspanya
yıllarda bu konuya daha kuşkuyla yaklaşan bakış açıları dillendirilmeye
başlanmıştır. Muhafazakâr siyasetçiler Türkiye’nin AB üyeliğine verilen
koşulsuz desteği sorgulamaya başlamakta, AB’nin üye kabul etme
kapasitesinin sınırlı olduğunda ısrar etmekte, Türkiye’nin Avrupalılığı
konusunda şüpheleri dile getirmekte ve imtiyazlı ortaklık gibi
alternatifleri öne sürmektedirler.
Gelecek ile ilgili iki soru ön plana çıkmaktadır: (1) İspanya’nın yılın
ilk yarısındaki AB dönem başkanlığından beklentiler ne olabilir?; (2)
İspanya’da meydana gelebilecek bir hükümet değişikliği Türkiye’nin
üyeliği konusunda bir tavır değişikliğini de beraberinde getirebilir mi?
İlk soru bağlamında İspanya’nın mümkün olduğunca genişleme
müzakerelerine hız vermeye çalışması beklenmektedir. Yeni başlıkların
açılması önemli olmakla birlikte (ki bu dönemde gıda güvenliği
başlığında çalışmaların başlatılması beklenmektedir) en az bunun kadar
önemli olan bir diğer boyut da müzakerelerin nihai hedefi konusundaki
şüphelerin ortadan kaldırılmasıdır. Bu açıdan Bakan Moratinos başta
olmak üzere İspanyol yetkililer adaylık sürecinin “geri dönülemez” bir
süreç haline gelmesi için çaba sarf etmektedir.25 Yine de Fransa ve
Almanya’nın konuyla ilgili görüşlerini değiştirebilme ya da uzun süredir
devam eden Kıbrıs sorununu çözüme kavuşturma adına yapabilecekleri
kısıtlıdır.
İkinci sorunun yanıtı ise çok daha belirsizdir ve bir sonraki seçimlerin
2012’de gerçekleşecek oluşu da bu konuda tahminlerde bulunmayı çok
kolaylaştırmamaktadır. PSOE’nin seçimleri bir kez daha kazanması
halinde verilen destek ve desteğin gerekçelendirilmesi Türk hükümeti
gerekli reformları sürdürdüğü sürece devam edecektir. Daha belirsiz olan
nokta ise ileride Halk Partisi’nin iktidara gelmesi durumunda ne
25
J.C.S., “España quiere que el proceso de adhesión de Turquía a la UE sea irreversible”, El País,
21 Ekim 2008.
73
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
yapacağıdır. Bugüne kadar bu parti hükümette ya da muhalefette
olmasına bağlı olarak farklı duruşlar sergilemiştir. Halk Partisi’nin
iktidara gelmesi durumunda parti içinde Türkiye konusunda farklı bakış
açıları görüldüğü için İspanya hükümetinin tavrı biraz da Avrupa ve
uluslararası siyasetten sorumlu olacak kişilere bağlı olacaktır. Bu
konudaki resmi tutum yeni hükümetle Avrupa’nın önde gelen liderleri
arasında kurulacak ittifaklara ve Türkiye konusunun bu liderlerin
gündemlerinde ne denli önemli olacağına bağlı olarak şekillenecektir.
Özetlemek gerekirse, her ne kadar İspanya’nın Türkiye konusundaki
siyasetinde bir süreklilikten söz etmek mümkünse ve bu konu
kamuoyunda ciddi tartışmalara konu olmasa da İspanya’daki gelişmeler
yakından izlenmelidir. Yakın gelecekte İspanya’nın Türkiye’nin AB
üyeliğinin önde gelen destekçilerinden olmayı sürdüreceği ve bu tutumun
2010’un ilk yarısındaki İspanyol Dönem Başkanlığı sırasında da devam
edeceği söylenebilir. Yine de muhafazakâr kesimlerde bu konuya daha
şüpheyle bakan yeni bir akımın ön plana çıkma ihtimali mevcut olup bu
gelişme İspanya’nın Türkiye’nin üyeliğine verdiği tek sesli destek
konusunda farklı bir duruşun ortaya çıkmasına neden olabilir.
74
Yunanistan
Athanasios C. Kotsiaros*
Yunanistan
Öz
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği AB’nin karşı karşıya olduğu en
tartışmalı ve ihtilaflı konulardan birisidir. Hem AB üyesi ülkelerin
hükümetleri, hem de vatandaşları Türkiye’nin Avrupa Birliği üyesi
olması ya da olmaması konusunda şiddetli bir bölünmüşlük
sergilemektedir. Yunanistan’da siyasi elitler, 1999 Helsinki Zirvesi’nde
Yunan diplomasisinin önemli başarısının ardından, Türkiye’nin Avrupa
ailesine katılımı ihtimalini tutarlı bir biçimde desteklemiştir. Öte yandan,
Yunan medyası ve kamuoyu AB’nin genişleme siyasetini genel olarak
desteklemekle birlikte, bu ihtimal karşısında biraz daha soğuk bir tavır
sergilemektedir. Bu çerçevede, bu makale 2006-2009 döneminde Yunan
medyası, vatandaşları ve siyasi elitlerinin Türkiye’nin AB üyeliği
konusundaki görüşlerini öne çıkarırken hangi kilit öğelerin Türkiye’nin
üyeliğine destek ya da karşıtlık konusunda belirleyici olduğunu
incelemektedir.
Giriş
Bir Avrupa kimliği oluşturmak, bunu güçlendirmek ve yaymak hep
elitlerce sürüklenen ve tepeden aşağı yönelen bir süreç olmuştur. Bu
durum Türkiye örneği için de geçerlidir. Ülkenin siyasi elitleri geleneksel
bir biçimde modernleşme çabalarının motoru olmuşlar ve her fırsatta
*
Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu
yansıtmamaktadır.
75
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası olduğu için Batı dünyasının bir üyesi
olduğunu vurgulamışlardır. Bu çerçevede, Türkiye ilk olarak Avrupa
Ekonomik Topluluğu’na 1959’da ortak üyelik için başvurmuş ve 12
Eylül 1963’te “Ortaklık Anlaşması” imzalanmıştır. On yıllar sonra, Türk
ve Avrupalı siyasi elitler arasında son derece önemli bir anlaşmaya
varılmasının ardından 1999’daki Helsinki Zirvesi’nde Türkiye AB
üyeliği için resmi adaylık statüsü elde etmiştir. Türkiye ile üyelik
müzakereleri sembolik olarak 3 Ekim 2005’te başlatılmış ve 12 Haziran
2006’da AB ile somut üyelik müzakereleri başlamıştır.
Müzakere çerçevesi 35 başlıktan oluşmaktadır ve bunların her biri tüm
üye devletlerin oybirliği ile kabul ettiği ortak bir pozisyon ile ve tüm üye
devletlerle Türkiye’nin katıldığı bir hükümetler arası konferansta yine
oybirliğiyle varılan bir anlaşmaya göre açılmalı ve kapatılmalıdır.
Helsinki Zirvesi’nin momentumu
Yunanistan, Yunan diplomasisi için önemli bir atılım yaparak
Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin AB üyeliği şansına karşı uyguladığı
“veto siyasetinden” vazgeçmiş, böylece Türkiye’ye adaylık statüsü
verilmesi ve üyeliğin hangi koşullarda uygun ve her iki tarafça da kabul
edilebilir olacağının belirlenmesi çalışmalarının başlatılmasına katkıda
bulunmuştur. Helsinki’de ayrıca Kıbrıs sorununun çözüme
kavuşturulmasının Kıbrıs’ın AB üyeliği önünde bir önkoşul olmadığı ve
ayrıca Avrupa Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi’nin mevcut sınır
sorunları ve diğer ilgili konuların Uluslararası Adalet Divanı (ICJ –
International Court of Justice) tarafından en geç 2004 sonu itibariyle
çözümlenmesini destekleyeceği hususlarında anlaşmaya varılmıştır.1
Hiç kuşkusuz Helsinki Yunan dış politikasında yeni bir safhanın
doruk noktası ve Yunanistan’ın ulusal çıkarlarının eleştirel bir gözden
1
Bkz. Helsinki Avrupa Devlet ve Hükümet Başkanları Konseyi, Dönem Başkanlığı Sonuç
Bildirgesi, 10 - 11 Aralık 1999, paragraf 4 ve 9a.
76
Yunanistan
geçirilmesinin sonucudur.2 Yunanistan Türkiye’nin Avrupa ile
yakınlaşmasının kendi çıkarları açısından daha faydalı olacağı sonucuna
varmıştır. Daha da önemlisi, Helsinki Yunan diplomasisi açısından bir
taşla iki kuş vurmak sayılabilir: (a) Kıbrıs’ın AB’ye siyasi problemin
çözülmesi ön koşulu olmaksızın girmesini sağlamış ve (b) iki komşu
arasındaki her türlü ikili sorunun Uluslararası Adalet Divanı yoluyla
çözümünü ön plana çıkarmıştır.
İkili sorunların ICJ’ye götürülmesi konusuna ilişkin olarak
Yunanistan’ın başlıca iki siyasi partisi arasında önemli bir görüş ayrılığı
söz konusudur. Helsinki’deki müzakereleri yürüten sosyalistler, yani
PASOK, kıta sahanlığı konusunun ICJ’ye götürülmesi fikrini öne
sürmüşlerdir.3 Daha sonraki yıllarda ise Yeni Demokrasi hükümeti
Lahey’deki adli sürecin avantaj ve dezavantajlarının bir değerlendirmesi
sonrasında bu duruşa “gerekirse” ibaresini eklemiştir.4 Bugün siyasi
elitlerin yalnızca küçük bir kısmı tüm ikili sorunların ICJ’ye götürülmesi
konusundan bahsetmektedir.
Yunan siyasetinde ve ulusal siyasi elitlerin söylemindeki
değişim
Son yıllardaki resmi Yunan ulusal söyleminin bir analizi, Yunan-Türk
ilişkilerine yönelik başlıca endişeleri ortaya koymakla birlikte ulusal
siyasi elitlerin görüşlerindeki değişimi de sergilemektedir.
Yakın geçmişe kadar Milli Parlamento’da tartışılan başlıca konular
Türkiye’nin Yunanistan için teşkil ettiği güvenlik sorunları idi. Sadece
yetkililer arasında değil, kamuoyunda da bu konudaki ortak düşünce
Türkiye’nin Yunanistan için bir güvenlik tehdidi oluşturduğu ve
2
Bkz. A. Wendt, “Anarchy is what states make of it: social construction of power politics”,
International Organization, vol. 46, no. 2, Bahar 1992, ss. 391-425.
3
Yunanistan kıta sahanlığı sınırlarının belirlenmesini iki ülke arasındaki tek hukuki sorun olarak
tanımaktadır.
4
İktisatçı ve Avrupa Komisyonu’nun geçmiş müşavirlerinden G. Glinos ile mülakat.
77
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
saldırgan tutumunun Ege’deki statükoyu değiştirmeyi amaçladığı idi.
Helsinki Zirvesi ve 1999’daki iki depremden (ve takip eden “Deprem
diplomasisi”nden) sonra ikili ilişkilerdeki iklim değişiklikleri sonrasında
dahi, Yunanistan’ın başlıca endişesi Türkiye’nin dışarıya yönelik
(saldırgan) tutumu olagelmiştir.
Yakın tarihlerde, özellikle de 2005-2009 arasında iki ülke arasındaki
yeni işbirliği döneminde resmi Yunan söylemi ulusal güvenlik
belirsizliklerinden daha çok “Avrupacı” bir yönelime gitmiş ve
Türkiye’deki reform sürecine yapılan daha olumlu atıflar ve ülkenin
Avrupa Birliği üyeliği adaylığına verilen destek ön plana çıkmıştır.
Özellikle, iktidar partisi Yeni Demokrasi ile ana muhalefet partisi
PASOK’un Türkiye’nin üyeliğine bakışı nettir: Türkiye reform sürecini
hızlandırmalı, Avrupa hedefine bağlı kalmalı ve “acquis
communautaire”’i kademeli olarak uygulamaya koymalıdır. “Avrupalı
bir Türkiye” daha tehlikesiz bir komşu, daha önemli bir ekonomik ortak
ve daha güvenli bir bölge anlamına gelmektedir. Benzer biçimde, böyle
bir Türkiye, bir dizi ikili sorunun (örneğin Ege sorunu, azınlık hakları ve
Kıbrıs sorunu) barışçıl bir çözümü için de gerekli ortamı sağlayabilir.
2005-2009 döneminde, geleneksel olarak Yunan seçmeninin yaklaşık
%70-75’ini temsil eden iki ana siyasi parti tutarlı bir biçimde Türkiye’nin
üyeliğini desteklemiştir. Yunan siyasi sahnesinin iki başrol oyuncusu
arasındaki başlıca anlaşmazlık ve eleştiri konusu benimsenen strateji,
belirlenen öncelikler ve Yunan ulusal çıkarlarının nasıl savunulduğudur.
Yine de, her iki parti de Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmesi ve
müktesebatın tam kabulü ile Ankara Protokolü’nün imzalanması, Kıbrıs
sorununun çözümü ve Türkiye’deki Rum azınlığın korunmasının üyeliğin
tartışmasız önkoşulları olduğunu vurgulamaktadır.
Yunan hükümeti ve Yeni Demokrasi Partisi’ne göre, Yunanistan
Türkiye’nin AB’ye tam üye olarak girişini, Türkiye’nin belirlenen koşul
78
Yunanistan
ve kriterleri tam olarak yerine getirmesi kaydıyla, desteklemektedir. Bu
bağlamda Yunanistan Türkiye’den “siyasi reform sürecinin ve tatbikinin,
özellikle de, Patrikhane’nin ekümeniklik meselesi ve Rum azınlık
konularını kapsayan temel özgürlükler ve insan haklarına tam saygı
konularındaki ilerlemelerin geri dönülemez kılınmasının teminini” ve
ayrıca da “mevcut sınır anlaşmazlıklarının barışçı yollardan çözümünü”
istemektedir.5 Dahası, “Türkiye’nin üyeliği yolunda öncelikli bir husus,
Kıbrıs da dâhil olmak üzere 27 üye ile Gümrük Birliği’nin işleyişini
sağlamanın tek yolu olan AB Ortaklık Anlaşması Ek Protokolü’nün
onaylanıp uygulamaya konmasıdır.”6
Benzer biçimde, 90’ların sonunda Yunan dış politikasındaki kademeli
değişimi başlatan ve AB-Türkiye üyelik müzakerelerinin başlamasının
önünü açan sosyalist PASOK partisine göre de “Türkiye, Avrupa
kriterlerine uyması, Uluslararası Hukuka uygun davranması, Kıbrıs
sorununun çözümüne katkıda bulunması ve adadan tüm Türk askerlerini
çekmesi halinde Avrupa Birliği’nde kendine bir yer edinebilir.”7 PASOK
ayrıca yeni bir Bölgede Barış ve Güvenlik için Ulusal Strateji önermekte
ve Türkiye ile bir “Barış ve Güvenlik Paktının” imzalanması fikrini öne
sürmektedir.8
Siyasi yelpazenin daha küçük partileri ise Türkiye’nin üyeliği
konusunda daha eleştirel ve kuşkucu bir tavır takınmaktadırlar. Özellikle
Yunan Komünist Partisi KKE Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkmakta, hatta
5
Bkz. Yunan Dışişleri Bakanlığı, Türkiye konusunda resmi görüşler,
http://www.ypex.gov.gr/www.mfa.gr/en-US/Policy/Geographic+Regions/SouthEastern+Europe/Turkey/Approach/Turkish+Accession+process/
6
A.g.e.
7
Bkz. PASOK lideri G. Papandreou’nun 4 Mayıs 2009’da Andreas Papandreou Stratejik ve
Kalkınma Çalışmaları Enstitüsünde (ISTAME) yaptığı “İstediğimiz Avrupa” başlıklı konuşma
(http://www.pasok.gr/portal/resource/contentObject/ id/9bf211e7-34cc-47da-a9e49579416132b2).
8
Bkz. PASOK’un siyasi duruşu: http://www.pasok.gr/portal/resource/section/
TheOpenHorizonsOfGreece.
79
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Avrupa bütünleşmesi fikrini tümüyle reddetmektedir.9 Dolayısıyla hiçbir
ülkenin liberalizm, kapitalist sömürü, işçi haklarının baskı altına alınması
ve militarizasyonu temsil eden Avrupa Birliği’ne ihtiyacı olmadığını
iddia etmektedir.
Radikal Sol Koalisyonu, SIRIZA, siyasi programında Türkiye’nin AB
ile üyelik müzakerelerini desteklediğinin altını çizmektedir. Öte yandan
aday ülkenin Kopenhag kriterlerini yerine getirmesi, demokratikleşme
sürecini hızlandırılması ve insan ve azınlık haklarını koruması
gerektiğinin altını çizmektedir. İkili ilişkiler konusunda parti uluslararası
hukuk temelinde bir diyalogdan yanadır ve Türkiye’den “casus belli”nin
kaldırılması, kıta sahanlığı sorununun ICJ’ye götürülmesi ve askeri
harcamaların azaltılması gibi olumlu jestler beklemektedir.10
Son olarak radikal sağın partisi LAOS Türkiye’ye karşı daha ulusalcı
bir siyasi söylem benimsemekte ve Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini
yerine getirmemesi ve Kıbrıs sorununun çözümüne katkıda bulunmaması
halinde Türkiye’nin AB üyeliğini açıkça reddetmektedir.11
Yunan siyasi elitlerinin Türkiye’nin Avrupa yolculuğunu
destekleyen argümanı
Türkiye’nin AB’ye adaylığına Yunanistan’ın verdiği destek,
Türkiye’nin gelecekteki üyelik beklentisi ile iç siyasi ve ekonomik
sorunlarını çözme çabası göstereceği ve Avrupa topluluğunun sorumlu
bir üyesi gibi davranacağı inancını temel almaktadır. Yunanistan,
Türkiye’nin Yunanistan ile ilgili iddiaları ile Kıbrıs sorununun
Yunanistan’ın tek başına çözmesinin beklenemeyeceği Avrupa sorunları
olduğu konusunda Avrupalı ortaklarını ikna etmekte başarılı olmuştur.
Muhtemelen Yunan siyasi elitleri Türkiye’nin tüm süreç boyunca yapıcı
9
Bkz. Yunan Komünist Partisi’nin 2009 Avrupa Parlamentosu seçimleri kampanyası.
Bkz. Synaspismos Partisi programı, hedef 12.
11
Bkz. LAOS partisi programı, s. 27.
10
80
Yunanistan
ve olumlu bir rol oynadığı ve Kıbrıslı Türklerin kabul ettiği Annan
Planı’nı 2004’te reddeden tarafın Kıbrıslı Rumlar olduğu gerçeğini
bilerek göz ardı etmektedir. Önerilen çözümün uygun ve işleyebilir bir
çözüm olmadığı iddialarına rağmen Annan Planı’nın başarısızlığının
kabahati Türk tarafına ait değildir.
Yunan tarafının söylemlerine göre Türkiye’yi Avrupa’ya yaklaştırmak
Güneydoğu Avrupa’yı daha güvenli ve istikrarlı bir hale getirecek, ve
bölgedeki tüm ülkeler arasında bir güvenlik, iktisadi kalkınma,
demokratikleşme ve artan işbirliği ortamı doğmasına yardımcı olacaktır.
Bu çerçevede görünüşe göre bugünkü Yeni Demokrasi hükümeti önceki
PASOK hükümetlerinin görüşleri ile aynı doğrultuda hareket ederek
Ankara ile arasındaki bir dizi sorunu (Ankara Protokolü’nün onaylanması
ve bölünmüş Kıbrıs konusundaki ihtilaf da dâhil olmak üzere) üyelikten
yana oy kullanmak yoluyla çözmeyi ummaktadır. Bu bağlamda Yunan
kamuoyunun çekincelerine rağmen Türkiye’nin adaylığı konusunda
olumlu yaklaşımını açıkça dile getirmiştir.
Yunan kamuoyunun görüşü: açıkça dile getirilen ret
Yunan kamuoyunda Türkiye’nin üyeliğine verilen destek sadece
düşük bir düzeyde olmakla kalmayıp, aynı zamanda daha da azalma
trendi içindedir. Batı Balkanlardan aday olan ülkeler 2004’teki genişleme
nedeniyle genişlemeye kamuoyunda verilen desteğin artmasından fayda
görürken Türkiye bu eğilimin bir istisnasını oluşturmaktadır.
2005-2009 döneminde Türkiye’nin üyeliği son zamanlarda
gerçekleşen AB genişleme süreçleri arasında Yunanlılar için popülerliği
en az olanı olarak dikkat çekmektedir. Gerçekleştirilen Avrobarometre12
anketlerine göre Yunan vatandaşları genişlemenin bütününü
desteklemekte ancak Türkiye’nin AB beklentilerine destek
12
Bkz. Avrobarometre, Yunanistan Ulusal Raporu, 65, 66, 67, 68, 69, 70. sayılar.
81
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
vermemektedirler. Özellikle 2005 ve 2006’da Yunanlılar genişlemeyi
desteklerken (2005’te %56 ve 2006’da %71), Türkiye’nin üyeliği
beklentisine
karşı
(2006’da
Yunanlıların
yalnızca
%24’ü
desteklemekteydi) bir tutum içindelerdi. 2007’de Yunan kamuoyunun
%56’sı Genişlemeden yana görüş bildirmiştir (konuyla ilgili
Avrobarometre anketlerinde Türkiye’nin üyeliği konusunda bir soru
bulunmamaktadır). 2008’de Yunan kamuoyunun %62’si daha fazla
genişlemeden yana iken %78’i (!) Türkiye’nin AB üyesi olması
ihtimaline karşı idi.
Yunanistan’da Türkiye’nin üyeliğine kamuoyunda destek verilmemesi
şu nedenlere bağlanabilir: (a) kamuoyu Türkiye’nin AB’ye muhtemel
üyeliğinin sağlayacağı faydaları kabullenmemektedir (veya idrak
edememektedir), (b) Türkiye’nin üyelik niteliklerini taşımadığını
düşünmektedir (Yunan kamuoyunda yaygın görüş Türkiye’nin
ekonomisini geliştirmesi, demokratikleşme sürecine ivme kazandırması
ve Kıbrıs sorununun çözümüne katkıda bulunması gerektiğidir), (c)
Türkiye tarihsel nedenlerle Avrupa’nın bir parçası değildir (2006’da
Yunanlıların %83’ü bu görüşü paylaşmaktaydı13) ki coğrafi nedenler bu
konuda çok önemli görülmemektedir (2006’da %41’lik bir oran14) ve (d)
Yunanlılar Türkiye’den sürekli bir göç dalgası beklemektedir (2006’da
%82’lik bir oran).
AB vatandaşlarının çoğunluğunun aksine Yunan kamuoyu için dini
kimlik ile ilgili argümanlar önemli bir rol oynamamaktadır. Yunanistan
dinin rolünün baskın olduğu muhafazakâr bir toplumdur. Yine de Yunan
kamuoyunun Türkiye’nin üyeliğine bakışı dini öğelerden (Türkiye’nin
Müslüman bir ülke oluşu) değil tarihten gelen ve bir zamanların zalim
hükümdarlarının bugün de halen bir tehdit olarak algılanmasından
13
14
66 no’lu Avrobarometre’ye göre, Yunanistan Ulusal Raporu, s. 37.
A.g.e.
82
Yunanistan
kaynaklandığı söylenebilir. Bu durum, neden özellikle son beş yılda
Türkiye’nin üyeliği konusundaki ulusal tartışmaları “Avrupa” boyutuna
taşımayı amaçlayan her stratejinin başarısızlığa uğradığını açıklama
konusunda da yardımcı olabilir.
Sonuç olarak, Türkiye konusundaki tartışma güvenlik boyutunda
sürdürüldükçe Türkiye’nin üyeliğine verilen desteğin düşük düzeyde
seyredeceğini söylemek mümkündür. Bu durumun aksine, Yunanistan’ın
Türkiye’nin muhtemel AB üyeliğinden sağlayacağı faydaların
tartışılması da verilen desteğin artmasına yol açabilir. Bu bağlamda ise
Yunan medyasının oynadığı rol kilit önem taşımaktadır.
Yunan Medyası: Türkiye’nin adaylığına karşı gönülsüz duruş
Yunanistan ve Türkiye konusu söz konusu olduğunda medya
geleneksel olarak ikili ilişkilerde önemli bir rol oynamıştır.
2005’ten sonraki dönemde Ege’nin her iki kıyısında da bir değişim
meydana gelmiştir. Türkiye’nin AB adaylığı konusunda, bu ihtimalin
gerçekleşmesi konusunda şüpheci kalmakla birlikle Yunan medyası
olumlu bir yaklaşım göstermiştir. AB Komisyonu’nca yayınlanan
Türkiye konusundaki her İlerleme Raporu incelenmekte, bu konudaki her
AB Konseyi veya AB Dönem Başkanlığı Sonuç Bildirgesi’ne geniş yer
verilmektedir. Bununla birlikte haber başlıklarına bakıldığında Yunan
medyasının Türkiye’nin iç politika meseleleri ile ülkenin AB ile
müzakerelerinde alınan mesafeye nazaran çok daha fazla ilgilendiği
söylenebilir. Son zamanlarda her türlü ikili temas ile siyasi liderler
arasındaki anlaşmalara ayrı bir önem atfetmek suretiyle bir işbirliği
havasının başlatılmasına yardımcı olduklarını ifade etmek de
gerekmektedir.
Yunan Medyası, Kemalistler ile İslamcılar arasındaki “savaşa” ve
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin politikadaki önemli rolüne dayandırılan
Türkiye’nin iç siyasetindeki gerilimlere geniş yer vermektedir. Buna
83
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
mukabil, ülkenin işleyen bir demokrasiye sahip olmadığı, ordunun iç
siyasi meselelere müdahalede bulunduğu, azınlık ve insan haklarının
yeterince korunmadığı imajı hâsıl olmaktadır. Hepsinin ötesinde, Rum
Ortodoks azınlığın hakları, Patrikhane’nin ekümenik statüsü, Heybeliada
Ruhban Okulu’nun açılması15 konularına atıf yapılırken güvenlik konusu
ile Kıbrıs sorunundaki gelişmelere de önem verilmektedir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusunda Yunan medyası
gönülsüz bir tutum takınmaktadır. Kimlik, Avrupa’nın sınırları ya da
Türkiye’nin muhtemel üyeliğinin etkileri konularında Avrupa’da
süregiden konular tartışılmamakta, dolayısıyla da Yunan toplumuna
ulaşmamaktadır. Medyadaki tartışmalar Türkiye’nin kendisinin
kaydettiği ilerleme (demokratikleşme süreci ve reformlar) ve ulusal
boyutta ilgi çeken sorunlar (örneğin Kıbrıs sorunu, Heybeliada Ruhban
Okulu’nun açılması vs.) ile sınırlıdır. Bunların yanı sıra Yunan medyası
ikili sorunların Türkiye’nin Avrupa projesi aracılığıyla çözüme
kavuşturulabileceği konusunda şüphelerini dile getirmektedir. Bununla
bağlantılı olarak Yunan medyası bu projenin kendisinin de doğru bir
yönelim olup olmadığını da sorgulamaktadır. Son dönemde, ABD
Başkanı B. H. Obama’nın Türkiye ziyareti Yunan medyasında yer
bulmuş ve Obama’nın Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği desteğin altı
çizilmiştir.
Sonuç
Halen konunun ucu açık olmakla birlikte Yunan siyasi elitleri
Türkiye’nin AB üyeliğini kuvvetli bir biçimde desteklemektedir. Resmi
Yunan söyleminde son dönemde meydana gelen değişimler Türkiye’nin
Avrupa Birliği üyeliği yoluyla iki ülke arasında güvenli bir ortam
15
28 Haziran 2009’da Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanı Ertuğrul Günay AKP hükümetinin
okulun yeniden açılmasına sıcak baktığını, ancak bu konuda nihai bir kararın henüz alınmadığını
söylemiştir.
84
Yunanistan
oluşturmayı amaçlayan ulusal siyasi elitlerin görüşlerinde önemli bir
değişime işaret etmektedir. Yunan parlamenterlerin “güvenlik
konularını” tartışmaktan Avrupacı ve Türkiye’nin üyeliğini destekler bir
söyleme geçişi Yunan siyasi elitlerinin Türkiye’nin üyelik
müzakerelerine verdiği desteği ortaya koymaktadır.
Öte yandan mevcut analiz açıkça Yunan kamuoyunun Türkiye’nin
üyeliği konusuna soğuk baktığını göstermektedir. Benzer biçimde Yunan
medyası da bu konuda gönülsüz bir tutum takınmakta ve Türkiye’nin
“Avrupa projesi” konusundaki belirsizlikleri açıkça ortaya koymaktadır.
Türkiye’nin adaylığı ihtimaline destek verme konusuna sıcak bakmayan
kamuoyu eğiliminin sürdüğü ve Yunan medyasının da aynı eğilimi
paylaştığı göz önünde bulundurulduğunda, bu konuda Yunan
kamuoyunda bir görüş birliğine varmanın zor olacağı ortadadır. Bu da
siyasi elitleri AB-Türkiye müzakerelerine resmen destek veren tek kesim
olarak ortaya koymaktadır.
Bu perspektif bizi tekrar en baştaki argümanımıza götürmektedir:
Avrupa bütünleşmesi elitlerce yürütülmektedir ve yürütülmeye devam
edecektir. Türkiye’nin üyeliğine destek vermesi gerekenler de,
Türkiye’nin AB üyeliği yolunu açması gerekenler de bu kesimdir.
Türkiye’nin üyeliği konusu iç siyasi gündemin belirlenmesine doğrudan
doğruya etki etmediği sürece Yunan kamuoyu sürecin tümü üzerinde
hayati bir rol oynamayacaktır. Dolayısıyla Yunanistan için Türkiye’nin
“Avrupa projesi” siyasi elitleri ilgilendiren bir konu olagelmiştir, ve
böyle olmaya da devam edecektir.
85
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Gunilla Herolf*
İsveç
Öz
İsveç hükümetinin Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığına bakışı uzun bir
süredir olumlu olagelmiştir. Kopenhag kriterlerini yerine getiren
demokratik ve açık bir Türkiye AB’ye önemli katkılarda bulunabilir ve
Avrupa ile Müslüman dünya arasında bir köprü görevi görebilir. İsveç
Parlamentosu’nda temsil edilen tüm partiler konuya olumlu baktığı için
İsveç’te Türkiye’nin üyeliği konusunda bir tartışmanın varlığından söz
etmek zordur. Dolayısıyla bu konuda ilgi odağı olan hususlar
Türkiye’deki reform sürecinin hızı ile AB’nin Türkiye’yi bu reformları
baltalayıcı yöne sevk edecek sinyaller göndermemesi olarak ortaya
çıkmaktadır. Her ne kadar İsveç dönem başkanlığı sırasında
müzakerelerde umulan ilerleme mümkün olmayacaksa da İsveç bu
bağlamda Türkiye’ye yardımcı olmak için girişimlerde bulunmuştur ve
Avrupa’da ve İsveç toplumunda konuya karşı direncin zamanla kırılacağı
yönünde ümitler mevcuttur.
Giriş
İsveç Hükümeti devam eden AB genişlemesini büyük ölçüde destekler
tavrı ile Kopenhag kriterlerini yerine getirmiş bir Türkiye’yi AB’nin
doğal bir üyesi olarak görmektedir. Ayrıca İsveç Hükümeti bu yönde
çabalar da sarf etmektedir. Öte yandan Türkiye’nin AB üyeliğinin
önünde aşılması gereken çok sayıda engel mevcuttur.
*
Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu
yansıtmamaktadır.
86
İsveç
Medya
İsveç medyası Türkiye’nin AB üyeliği konusunda özel bir rol
oynamamaktadır. Genel hatlarıyla gazetelerin başyazar sütunları İsveç
siyasi partilerinin Türkiye’nin Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmesi
kaydıyla Birlik üyesi olması yönündeki görüşlerini yansıtmaktadır. Buna
ek olarak bu konuda ve diğer konularda tartışmaya zemin tanıyarak
Türkiye’nin üyeliği konusunda farklı görüşleri olan kişilere bu
görüşlerini savunma imkânı tanımaktadırlar.
Söz konusu sütunlar ayrıca İsveçlilerin konuya yönelik tavırları
üzerine yorumlar da içermektedir. Başta gelen günlük gazetelerden biri
2007 Mayıs’ında tüm İsveç siyasi partilerinin paylaştığı Türkiye’nin
üyeliğine olumlu bakan tavır, ki bu neden bu konuda kamuoyunda kayda
değer bir tartışma olmadığını açıklamaktadır, ile son dönemde daha
olumsuz bir perspektife kayan İsveç toplumunun tavrı arasındaki farka
dikkat çekmiştir. Yorumcunun öne sürdüğü üzere Türkiye’nin üyeliğini
destekler bir tavrın bir çok anlamlı sebebi mevcutsa da kurulu siyasi
partilerle halkın geneli arasındaki görüş ayrılığı göz önünde
bulundurulduğunda bu sebeplerin daha yüksek sesle ve net bir dille açık
bir tartışmada dile getirilmesi gereği söz konusudur.1
İsveç Hükümetinin Türkiye’nin Üyeliğine Bakışı
İster Sosyal Demokrat Parti (1994-2006), ister şimdi olduğu gibi
sosyalist olmayan partilerin bir ittifakı (Ilımlılar, Liberaller, Hıristiyan
Demokratlar ve Merkez Parti) iktidarda olsun, İsveç hükümetinin
Türkiye’nin AB üyeliğine bakışı olumlu olagelmiştir. İsveç Hükümetleri
1
S. Holmberg and R. Lindahl, ”Positiva opinionsvindar för EU” [”AB için olumlu görüş
rüzgarları”] S. Holmberg ve L. Weibull (der.) Det nya Sverige, Trettiosju kapitel om politik,
medier och samhälle, SOM-undersökningen 2006, SOM-rapport nr 41[Yeni İsveç, Siyaset, medya
ve toplum konusunda otuzyedi başlık, SOM Survey 2006, SOM Rapor no. 41], Göteborg: SOMinstitutet, 2007, Svenska Dagbladet, ”Massiv opinion mot turkiskt medlemskap” [”Türkiye’nin
üyeliğine karşı büyük kamuoyu”], 8 Mayıs 2007. Ayrıca bkz. ref. no. 16.
87
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Avrupa Birliği’nin genişlemesine en olumlu bakışa sahip hükümetler
grubu içinde yer almaktadır.
İsveç Başbakanı Frerdik Reinfeldt Nisan 2009’da Türkiye’yi
ziyaretinde İsveç’in tutumunu şu şekilde ifade etmiştir: “İnancım AB’nin
Türkiye’ye, Türkiye’nin de AB’ye ihtiyacı olduğu yönündedir. Bu
nedenle İsveç Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemektedir. Türkiye yeri
Avrupa’da olan laik bir demokrasidir. Türkiye Doğu ile Batı’yı bir araya
getirmektedir ve farklı kültürleri birleştirme adına eşsiz imkânlara
sahiptir. AB bunu göz ardı edemez.”2
Türkiye’nin üyeliğinin koşulsuz olacağı ya da hızlı bir şekilde
gerçekleşeceği ise öngörülmemektedir. AB İşlerinden Sorumlu Bakan
Cecilia Malmström’ün ifadesiyle “Türkiye’nin –kriterleri yerine
getirdiğinde– üye olmasını destekliyoruz çünkü demokratik ve açık bir
Türkiye’nin AB’ye büyük katkıları olacağına ve bu ülkenin Avrupa ile
Müslüman dünya arasında önemli bir köprü görevi göreceğine
inanıyoruz. Elbette ki üyelik uzak gelecekte gerçekleşecektir ancak
Türkiye’ye, Başbakan ile Hükümetin Avrupa yönünde hareket etmesini
ve ülkeyi AB’ye üye yapmalarını isteyenlere olumlu sinyaller iletmemiz
önemlidir.”3
Türkiye’nin AB sürecini daha da ileri götürmek ve Türkiye ile İsveç
arasındaki ikili ilişkileri derinleştirmek için İsveç Uluslararası Kalkınma
İşbirliği Ajansı (SIDA) ve İstanbul Başkonsolosluğu ile işbirliği içinde
İsveç Dışişleri Bakanlığı özel bir “Türkiye Programı” başlatmıştır.
Türkiye’nin müzakerelere başladığı 3 Ekim 2005’ten sonra start alan bu
2
Tal av statsminister Fredrik Reinfeldt i Kulu, Turkiet, den 21 april 2009 [Başbakan Fredrik
Reinfeldt tarafında Türkiye, Kulu’da 21 Nisan 2009’da yapılan konuşma],
http://www.regeringen.se/sb/d/11738/a/124859.
3
C. Malmström, Minister for EU Affairs, ”Turkiet och EU” [Türkiye ve AB], Europaforum,
Hässleholm 8 Nisan 2008, www.regeringen.se/sb/d/10173/a/ 102489.
88
İsveç
program demokrasi süreci ve insan haklarına saygı alanındaki çalışmaları
desteklemeyi amaçlamaktadır.4
İsveç hükümetinin Avrupa Birliği üyesi bir Türkiye konusundaki
olumlu bakışı İsveç’i İsveç dönem başkanlığının başlangıcının hemen
ardından 3 Temmuz’da ziyaret eden Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy
gibi başkaları tarafından paylaşılmamaktadır. İsveç ve Fransa - kilit
önemdeki bir takım - AB konularında hemfikir olmakla birlikte
genişleme, özellikle de Türkiye’nin üyeliği bu konulardan biri değildir.
Bu bağlamda Reinfeldt İsveç’in görüşünün iyi bilindiğini ve AB içinde
farklı görüşlere saygı göstereceğini ifade etmiş ve işinin başka görüşleri
olan ülkelere İsveç’in görüşlerini paylaşmaları yönünde baskı yapmak
olmadığını düşündüğünü belirtmiştir.5
Türkiye ve Kriterler
Olumlu ve olumsuz boyutlarıyla Türkiye’nin reform süreci birçok
konuşmada yoruma mazhar olmuş bir konudur. AB İşlerinden sorumlu
Bakan 8 Nisan 2008’deki bir konuşmasında önemli değişimler olarak
gördüğü bir dizi noktaya dikkat çekmiştir:
•
İdam cezası kaldırılmış ve –halen uygulamada yaşanan bazı
sorunlara rağmen– hükümet işkenceye sıfır tolerans
politikasını uygulamaya koyup bu yönde kanunlar çıkarmıştır.
Yeni ceza kanunu kadınlara özellikle “töre suçları” adı verilen
konularda daha ileri haklar tanımaktadır.
•
Ordunun siyasi hayattaki etkisi halen önemli bir boyutta
olmakla birlikte yeni kanunlar bunu sınırlama yönündedir.
Yine de bu alanda yapılması gereken daha çok şey vardır.
4
Turkietprogrammet [Türkiye Programı], www.regeringen.se/sb/d/6131/a/ 60079.
I. Hedström, ”Barroso svår nöt för Reinfeldt” [”Barroso Reinfeldt için zor bir konu”], Dagens
Nyheter, 3 Temmuz 2009, www.dn.se/fordjupning/europa2009 / 1.904853?rm=print
5
89
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
•
İfade özgürlüğü Türkiye’de anayasal güvence altındadır ancak
birçok davada yazarlar ve diğer aydınlar yargılanmaya devam
etmektedir ve bu alanda ele alınması gereken birçok tabu
mevcuttur. Ceza kanununun meşhur 301. maddesinin esasında
değişiklik ya da tümüyle kaldırılması gerekmektedir. Bu
madde devletin ve sembollerinin korunması konusunda aşırıya
kaçmanın bir örneğidir. Geçtiğimiz haftaki İsveç ziyareti
sırasında Türk Başbakanı Erdoğan Türk parlamentosunun bu
kanunu değiştirmeye hazırlandığı güvencesini vermiştir. Öte
yandan değiştirilmesi gereken aynı nitelikte başka kanunlar da
mevcuttur.
•
İsveç’in AB işlerinden sorumlu Bakanı’na göre Sayın Erdoğan
aynı zamanda anayasada değişiklikler ve ifade özgürlüğü
konusunun tekrar gündeme getirileceği sözünü vermiştir.
•
Bunun yanında kültürel haklar konusunda da ilerleme
kaydedilmiştir.
Kürtlerin
kendi
dillerini
açıkça
kullanabilmeleri alanında bir miktar ilerleme kaydedilmiştir.
Devlet ve özel sektöre ait radyo ve TV yayınlarında Kürtçe’ye
bir derece yer verilmektedir. Bununla birlikte Bakan
ayrımcılığın halen büyük ölçüde devam ettiğini ve Kürtlerin
bulundukları yerlerde büyük bir azınlık olarak tanınmadıklarını
ifade etmiştir.
•
Geçmişte görülen ve halen de Türkiye’yi hedef almaya devam
eden terör diyalog ve karşılıklı güven tesis etmeye yönelik
çabalara darbe vurmaktadır. Bakan İsveç’in Başbakan Erdoğan
tarafından söylenen “Kürt sorunu benim sorunumdur”
sözlerinin eyleme dönüştürüleceğine ve Güneydoğu
Anadolu’nun sürdürülebilir iktisadi ve sosyal kalkınmasını
90
İsveç
sağlamaya yönelik politikaların hayata geçirileceğine duyduğu
güveni ifade etmiştir.
•
Birleşik Kıbrıs konusunda geride kalan aylarda olumlu bir
gelişme görülmüş ve Lefkoşa’daki Ledra Palas sınır kapısı
açılmıştır (bu konuşmanın Nisan 2008’de yapıldığı
unutulmamalıdır). Türk hükümeti iç politikada hassas bir konu
olan Annan planına verdiği destekten ötürü takdiri hak
etmektedir ve Kıbrıslılar, Türkiye ve AB için trajik olanın
Kıbrıslı Rumların planı reddetmesi olduğu görülmektedir.
İsveç ve AB’nin gelişmeleri bütün güçleriyle desteklemek için
her türlü nedeni mevcuttur. Türkiye içinse bu alanda ulaşılacak
bir çözüm Türkiye’nin üyelik müzakerelerine ivme
kazandıracaktır.6
Türkiye’yle Müzakere Süreci
2008 baharında İsveç’in niyeti 18 aylık Fransız-Çek-İsveç üçlü dönem
başkanlığı döneminde halihazırda açılmış altı başlığa yenilerini ve
Slovenya dönem başkanlığı sırasında açılması ümit edilen iki-üç başlığı
eklemekti. AB İşlerinden sorumlu Bakan’ın ifadesiyle bu sürecin hızını
nihai olarak belirleyecek olan Ankara’nın reformlar konusundaki
iradesidir. Kopenhag Kriterlerinin takibi şarttır.7
İsveç’in AB’nin dönem başkanlığını devralması bağlamında bir
mülakatta Başbakan Reinfeldt Türkiye ile müzakerelerde devam eden
ilerlemenin öncelikli bir konu olduğunu, ancak bu konudaki başarının
Türkiye’nin kendi reform çabalarına dayandığını ifade etmiştir. İsveç
dönem başkanlığı sırasında Ankara Protokolü’nün uygulanmasında
kaydedilen ilerlemenin takibi ve gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulmasının elbette ki Türkiye’nin AB
6
7
C. Malmström (bkz. ref.no. 3)
C. Malmström, (bkz. ref. no. 3)
91
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
üyeliği süreci ile bölge ve AB’nin tümü üzerinde olumlu etkileri
olacaktır.8
Türkiye’nin Üyeliğine AB’nin Bakışı
Nisan 2008’deki konuşmasında Bakan Malmström diğer AB üyelerine
Türkiye konusundaki tutumlarından dolayı eleştirel bir tavrı
dillendirmekteydi. Malmström’e göre Türkiye’nin bu konudaki şüpheleri
kısmen AB’nin Türkiye’yi müzakere masasına çağırma şekliyle
bağlantılıdır. Sonuç bildirgesinde Konsey müzakerelerin üyelikle
sonuçlanmasının garanti olmadığını ve işgücünün serbest dolaşımına
getirilecek istisnaların kalıcı olabileceğini belirtmiştir. Malmström bazı
ülkelerin Türkiye’yi üye olarak görmek istememelerinin altında yatan
nedenin artan işsizlik ve küreselleşme konusundaki endişelerin yanı sıra
Konsey’de değişecek güç dengeleri ve Türkiye’nin üyeliğinin AB’ye
getireceği maliyet olduğunu ifade etmektedir. Bazı durumlarda yabancı
düşmanlığı ve İslam fobisinin de rol oynaması söz konusudur. Bu
bağlamda Türklere verilen mesaj Türkiye AB’nin tüm istediklerini yerine
getirse de –karar günü geldiğinde– AB’nin yine de Türkiye’yi isteyip
istemediğini ve Türkleri Birliğe almayı kaldırıp kaldıramayacağını kendi
kendisine soracağı olmuştur.9
Yine de Bakan Malmström’e göre AB üyesi devletler arasında hâkim
görüşün AB’nin Türkiye’ye makul bir şans sözü verdiğidir. Türkiye
AB’nin tüm taleplerini yerine getirmesi halinde üye olabilecektir. Bu
perspektif son yıllarda Türkiye’de gerçekleşen reform sürecinin de
arkasında yatmaktadır. Bu, aynı zamanda, Malmström’e göre İsveç’in
Türkiye’ye verdiği sinyaldir de. O gün geldiğinde Türkiye’nin kriterleri
yerine getirmesi halinde yeri Avrupa Birliği tam üyeliğidir. AB’nin bu
8
Det svenska ordförandeskapet kommer att arbeta för en långsiktig ekonomisk återhämtning i EU
[İsveç Dönem Başkanlığı AB’nin uzun vadeli ekonomik toparlanması üzerine çalışma niyetinde],
www.consilium.europa.eu/showFocus. aspx?id=1&focusId=387&lang=EN
9
C. Malmström (bkz. ref.no. 3).
92
İsveç
konuda net bir tavır takınmaması reform sürecini zayıflatma, ve hatta
daha da kötüsü, Avrupa’nın dünyanın en sorunlu bölgesi olan Ortadoğu
ile komşu kesiminde istikrar ve demokrasiye en çok ihtiyaç duyduğumuz
anda Türkiye’yi reddetmek sonucunu doğurabilir. Bu bağlamda Türkiye
çok önemli bir ortak olarak öne çıkmaktadır. Türkiye’nin AB sürecinden
ayrılması yalnızca Türkiye’deki reform sürecini tehlikeye atmakla
kalmaz, aynı zamanda tüm diğer aday ülkeler ile potansiyel adayları da
riske sokar. Bu durum aynı zamanda AB ile Türkiye arasında ciddi bir
krize neden olup AB’nin bölgesel, hatta küresel itibarına ve
müzakerelerde bir ortak olarak güvenilirliğine önemli bir darbe vurur.10
İnsan Hakları
İsveç Dışişleri Bakanlığı tarafından 2007’de yayınlanan bir rapor
Türkiye’de insan hakları konusunu ele almaktadır. Genel görüş son
yıllarda AB ile yakın ilişkilerin bir sonucu olarak çok sayıda reforma
girişildiği yönündedir. Anayasa’nın önemli parçaları ile başka bir dizi
kanun Kopenhag kriterleri doğrultusunda gözden geçirilmiştir. 2007 yılı
ise parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilintili bir dizi krizin
gölgesinde geçmiştir. Bu krizlerden demokrasi güçlenerek çıkmış ve
seçmenler cumhurbaşkanlığı seçimlerini engellemek için demokratik
olmayan yollara başvuranlar konusundaki net karşı duruşlarını ortaya
koymuş olup, Meclis seçimlerin ardından temsil açısından daha başarılı
bir hale gelmiştir. Yine de reform çalışmaları bu dönemde sekteye
uğramıştır.11
Bunların dışında rapor devam eden reformlar yönünde anayasanın
değiştirilmesini de içeren büyük vaatlere atıfta bulunmaktadır. Türk
hukukunda kişilerden ziyade devleti, en yüksek yetkililerini, kurumlarını
10
C. Malmström (bkz. ref. no. 3)
Mänskliga rättigheter i Turkiet 2007 [Türkiye’de insan hakları 2007] Regeringskansliet,
Utrikesdepartementet [Hükümet Daireleri, Dışişleri Bakanlığı]
11
93
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
ve bayrağını koruma eğiliminin mevcudiyetine dikkat çekilmiştir. Bu
konuda ifade edilen diğer boyutlar Kürtlerin yaşadığı alanlarda
gelişmenin azlığı ve kadınların siyaset ve çalışma hayatında kısıtlı
temsilinde nitelenen durumudur. Dahası kadınlar arasında okuma yazma
oranının erkeklere nazaran daha düşük olduğu ve kadına karşı şiddetin
yaygın bir sorun olduğudur.12
Muhalefet ve Türkiye’nin Üyeliğine İlişkin Tartışmalar
İsveç parlamentosunda temsil edilen tüm siyasi partiler konuya olumlu
baktığı için Türkiye’nin üyeliği İsveç’teki siyasi tartışmalarda ön plana
çıkmamaktadır. (Oyların eşik değer olan yüzde dördünden daha azını
alabildikleri için) İsveç parlamentosunun dışında kalan yabancı düşmanı
İsveç Demokratları, Türkiye’nin AB’ye ait olmadığını iddia
etmektedirler. Bunlar, üyeliğin devasa ekonomik maliyetine, Avrupa’da
İslam’ın kazandığı ivmeye, İsveçlilerin kazançlarında düşüşe neden olan
göçmenlerin sayısındaki artışa, ve İsveç’in gelecekte Türkiye’yi Irak
Kürdistanı’nda muhtemel bir çatışmada korumasının gerekmesi
ihtimaline atıfta bulunmaktadır.13
Türkiye’nin üyeliğine muhalif duruş İsveç’te bireysel ölçekte de
görülebilmektedir ki bu durumun örneklerine liderlik kademesinin
konuya büyük ölçüde destekler yaklaşımda bulunduğu partilerin üyeleri
arasında da rastlanabilmektedir. Bu durumun bir örneği İsveç
hükümetinin Kürt sorunu konusunda Türkiye’ye fazlasıyla yumuşak
davrandığı görüşünü savunan ve Liberal Parti üyesi Fredrik Malm’da
görülmektedir. Malm’a göre Türkiye ile müzakerelerde ilerleme
kaydedilmemesine neden olan asıl problem Türkiye’nin AB tarafından
talep edilen reformları yerine getirmemesidir. Erdoğan’ın partisi AKP
Türkiye’de altı yıldan fazla bir süredir iktidarda olup Parlamento’da da
12
13
A.g.e.
Sven-Olof Sällström, www.newsmill.se/artikel/2009/06/02/
94
İsveç
çoğunluğu elinde tutar haliyle daha fazla şey yapabilir konumda
olmalıydı. Malm’a göre sorun Türkiye’nin Müslüman ya da büyük bir
ülke olması değil, AB’nin temelini oluşturan değerlerin Türk devletinin
temelini oluşturanlardan farklı olmasıdır. Gelecekte Türkiye’nin
üyeliğine olumlu baktığını belirtirken Fredrik Malm bu üyelikten önce
açık kalpli bir reform niyetinin gelmesi gerektiğini ve İsveç dönem
başkanlığının Türkiye’den reform talebinde daha ısrarlı olması ihtiyacını
vurgulamaktadır.14
Siyasi parti üyesi bireyler arasında Türkiye’nin üyeliği konusunda bir
tartışma yaşanmaktadır ki bu da bu konudaki savlar arasındaki
farklılıkların işaretidir. Bunun bir örneği İsveçli Ilımlıların Sosyal
Demokratlar tarafından Türkiye’nin üyeliğine verdikleri destek nedeniyle
değil de Avrupa Parlamentosu’ndaki ortakları olan EPP Grubu’nun
Türkiye’nin Birliğe katılımına soğuk bakışı nedeniyle eleştirilmesidir.15
Aynı sitede yer alan bir başka makale de örneğin “AB’de yer alan bir
Türkiye İslam ile demokrasinin birlikte yaşayabileceğini gösterir”,
“Üyelik Türkiye’yi liberal bir pazar ekonomisine dönüştürebilir” ve
“önce Kıbrıs sorunu çözülmelidir” demektedir.
Öte yandan İsveç parlamentosunda temsil edilen tüm partilerce
paylaşılan Türkiye’nin AB’ye katılmaya hakkı olduğu görüşü toplum
tarafından kabul görmemektedir. 2008’deki Göteborg Üniversitesi SOM
Anketinde yüzde 48 Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkarken yüzde 13
olumlu yaklaşmaktadır. (Bu rakamlar 2007’de yapılan ankette elde edilen
yüzde 49 karşı, yüzde 12 olumlu bakış oranlarına oldukça yakındır). Her
iki yıl yapılan anketlerde katılanların yüzde 39’a varan bir oranı
14
Svenska Dagbladet, Fredrik Malm, Stäng dörren för Turkiet [Türkiye’ye kapalı kapı], 28 Mayıs
2009.
15
Andreas Sjölander, Newsmill, http://wwwnewsmill.se/artikel/2009/05/31/ turkiet -ar-intevalkomna-i-hogerns-eu.
95
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
kararsızdır.16 Kararsızların sayısının bu denli yüksek oluşunun bir nedeni
Türkiye’nin üyeliğinin gelecekte ele alınacak bir konu oluşu ve birçok ön
şarta bağlı olmasıdır. Bu nedenle bugün insanlar bu konuda bir görüş
oluşturmakta zorlanmaktadır.
Sivil Toplum
İsveç’te Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki tartışmalarda belirli bir
görüş sahibi görünümü veren ya da tartışmalara katılan bir sivil toplum
kesimi göze çarpmamaktadır. Yukarıda da belirtildiği üzere oturmuş
siyasi partiler aynı görüşe sahip olup, aralarında aykırı görüş
dillendirenler ancak gazetelerin yorum köşelerinde ya da bloglarda
rastlanan bireylere aittir.
Sonuç
İsveç hükümeti Türkiye’nin Avrupa’ya önemli katkılarda
bulunabileceğini ve Türkiye’nin kendisinin de Avrupa’ya ihtiyacı
olduğunu düşünerek Türkiye’yi AB üyeliği hedefine yaklaştırma adına
önemli çabalarda bulunmuştur. “Türkiye Programı” bunlardan biri olup
Türkiye’de ihtiyaç duyulan reformlara odaklanmaktadır. Bu alanda
gelişme kaydedilmeden AB üyeliği gerçekleşemeyecektir. İsveç Dönem
Başkanlığı müzakerelerde umulan ileri adımları atma konusunda başarılı
olamayacaksa da İsveç açıkça bu konuyu dönem başkanlığı sırasında ve
sonrasında desteklemeye devam edecektir. Kuvvetle muhtemeldir ki,
zamanla Avrupa ülkeleri Türkiye’nin üyeliğini kabul edeceklerdir. Yine
de Türkiye’nin çeşitli alanlarda büyük çabalar sarf etmesi gerekmektedir.
16
S. Holmberg, ”Ökat opinionsstöd för EU”, [“AB için artan kamuoyu desteği”] Europapolitisk
analys 2008:5; Stockholm: SIEPS; Ayrıca bkz. S. Holmberg, ve R. Lindahl, 2007, ref. no. 1.
96
Avusturya
Cengiz Günay*
Avusturya
Öz
Almanya ve Fransa’nın yanı sıra Avusturya Türkiye’nin Avrupa Birliği
üyeliğinin en kararlı muhalifleri arasında sayılabilir. Konu ülkede ateşli
tartışmalara sahne olmaktadır. Türkiye’nin üyeliği konusunda
Avusturya’daki söylem Türkiye’nin Avrupalı olmamasından hareketle
ortaya konan kültürel tartışmaların güçlü etkisi altındadır. Yine de bu
söylemin daha yakından incelenmesi ile konunun Türkiye ile ilgili
olmaktan ziyade gittikçe büyüyen göçmen topluluğunun bütünleşmesi gibi
halen çözüme kavuşmamış iç meseleler ekseninde tartışıldığı ortaya
çıkmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin bütünleşmesine dair söylemin
Avusturya’nın köklü değişimler geçiren dünyada kendine yeni bir çokkültürlü kimlik arayışının bir çok boyutunu da içerdiği sonucuna
varılabilir. Türk kamuoyunun geneli Avusturya’nın Türkiye’nin üyeliğine
büyük ölçüde eleştirel yaklaşımından haberdar olduğu halde birçokları
Avusturya hükümetinin 2005’te müzakerelerin başlangıcını engellemek
ve geciktirme amacıyla uyguladığı taktikleri halen unutmuş olmadığı
halde sadece çok küçük bir kesim Avusturya’nın tavrında müzakerelerin
başlangıcından sonra son yıllarda meydana gelen değişimlerin ya da
istikrarın ve meselenin arka planında yatan nedenlerin farkındadır.
Arka plan
Avrupa Birliği’ne üyeliğinden sonra geçen 15 yıllık dönemde
Avusturya kamuoyu yalnızca sonraki genişleme süreçleri konusuna
*
Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu
yansıtmamaktadır.
97
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
soğuk bakmakla kalmayıp aynı zamanda AB’nin kendisi hakkında da
eleştirel bir yaklaşım geliştirmiştir. 1995’te yapılan referandumda halkın
yüzde 66’su AB üyeliğini tasvip ederken son 14 yıllık dönemde AB
üyeliğine verilen tasvip önemli miktarda azalmış ve ancak 2008’de
Lizbon Anlaşması tartışmaları sırasında tekrar yükselebilmiştir. Yine de
mevcut küresel mali krizin Avusturyalılara yalnız olmaktansa Avrupa
Birliği’nin bir parçası olmanın avantajlarını gösterdiği anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla, AB üyeliğine verilen destek tekrar bir artış eğilimine
girmiştir.1
Genel hatlarıyla bakıldığında küreselleşme ve liberalleşmenin
tetiklediği büyük ekonomik değişimler karşısında Avusturyalıların çoğu
ülkenin bu konularda sesinin fazla duyulmadığını hissetmeleri ve
siyasilerin pek popüler olmayan kararlar için Brüksel’i bir günah keçisi
olarak gösterip başarıları kendi adlarına kaydetme ikiyüzlülüğü nedeniyle
Birlik ve kurumları hakkındaki belirsizlik ve güvensizlik hissiyatı
artıştadır.2 Bu bağlamda Brüksel’deki iç tartışmalar artan enerji
fiyatlarının nedeni olarak gösterilmiş, Brüksel sıklıkla nükleer enerji
lobilerinin veya genetik mühendisliğinin bir sembolü olarak sunulmuş, ve
sağ kanadın popülist söyleminde Brüksel’deki bürokrasinin kaynak israfı
çok zaman kınanır olmuştur.
Önde gelen partiler, ÖVP (Muhafazakârlar) ve SPÖ (Sosyal
Demokratlar) referandum öncesinde geliştirdikleri AB’den yana söylemi
sürdürmeyi, hatta hayata geçirmeyi başaramamışlardır. İktisadi
tasarruflar konusunda kamuoyunun beklentileri yüksek olmakla birlikte,
ki bu hükümetin AB’den yana kampanyasının başlıca bileşenlerinden
birini oluşturmuştur, üyelik sonrasında fiyatlar sürekli artmış ve işgücü
1
Bkz. “Zustimmung zu EU laut Umfrage auf Rekordwert“, orf online,19 Kasım 2009
Avusturyalıların yüzde 46’sı ülkelerinin AB kararlarında çok küçük bir etkisi olduğunu
düşünmektedir. Bkz. “EU-Skepsis: Die Kommission kritisiert Politik und “Krone”, Die Presse, 14
Temmuz 2008.
2
98
Avusturya
piyasasındaki durum gittikçe daha sorunlu bir hal almıştır.3 Hem siyasi
partiler hem de medya, akademi ve sivil toplum örgütleri AB üyeliğinin
avantajlarını anlatma konusunda sürekli olarak başarısız olmuşlardır.
Bunun yerine konu merkez sağın tekelinde kalmış ve bu kesim de
kamuoyunu gittikçe “Brüksel’in diktatörlüğü” konusunda kışkırtmıştır.
Avusturya Doğu Avrupa’nın eski komünist ülkelerinin Birliğe üye
olmasından iktisadi açıdan en büyük faydayı sağlayan ülkelerden olduğu
halde Avusturya kamuoyu bu süreç konusunda da eleştirel bir tavır
takınmıştır. AB’nin doğu yönündeki genişlemesi ülkenin siyasi,
entelektüel ve ekonomik elitleri tarafından kuvvetle desteklenmekle
birlikte bu desteğin halka yayılması yönünde fazla çaba sarf
edilmemiştir. Elitler bu konuda duydukları heyecanı halka da yansıtmayı
başaramamış ve sıradan kişilerin duyabileceği korku ve endişelere bir
yanıt sunamamışlardır. Üstelik kamuoyunun geneli de genişlemenin
kayda değer bir olumlu etkisini görememiştir. Nispeten büyük ölçekli
şirketler, bankalar ve sigorta şirketleri komşu Doğu Avrupa ülkelerine
doğru Birliğin genişlemesinden fayda sağlamışsa da bu şirketlerin
iktisadi başarısı sıradan Avusturyalıya pek yansımamıştır. Aksine küçük
ölçekli firmalar yeni rekabet ortamına uyum sağlamakta zorlanmış ve
özellikle el sanatları alanında çalışanlar, imalat sanayindeki işçiler ve
hizmet sektöründe çalışan vasıfsız beyaz yakalılar komşu doğu
ülkelerinden gelecek damping konusunda ciddi endişelere sahiptir.
Kamuoyunun genelinde genişleme ve bunun getireceği muhtemel
olumsuz etkiler konusundaki belirsizliklere rağmen konunun
derinlemesine tartışıldığı söylenemez. Kendisini bir tür “Robin Hood”
gibi gören ve insanların zamanla sönmekte olan korku ve öfke
duygularını fütursuzca alevlendirerek sokaktaki adamın çıkarlarını
3
Bkz. Cengiz Günay, “AB-Türkiye Tartışmasında Avusturyalı Taraflar”, Natalie Tocci (der.),
Avrupa’da Türkiye’den Bahsetmek: Farklılaşan Bir İletişim Stratejisine Doğru, Quaderni IAI,
Aralık 2008, s. 67.
99
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
elitlere ve ayrıca da “tehditkâr” “yabancılara” (Ausländer) karşı savunan
aşırı sağ Özgürlük Partisi (FPÖ) dahi muhafazakâr ÖVP ile bir koalisyon
içinde bulunduğu ve hükümette yer almanın bir önkoşulu doğu
yönündeki genişlemeyi kabul etmek olduğu için bu konuyu
siyasallaştırmaktan imtina etmiştir.
İlginç bir biçimde o tarihe kadar Türkiye’nin üyeliği bir tartışma
konusu değilken “Türkiye Sorunu” adı verilen mesele üzerine tartışmalar
2004’teki doğu yönündeki gelişme ile hız kazanmıştır. Aşırı sağ hareket
içindeki bir bölünme de bu tartışmaları tetiklemiştir.
“Türkiye Sorunu” da doğu yönündeki genişlemenin bir
sonucu
Türkiye konusundaki tartışmaların son iki genişleme dalgası üzerine
tartışmaların eksikliğini telafi ettiğini söylemek mümkündür. Romanya
ve Bulgaristan’ın üyeliklerinin getiri ve maliyeti konusunda kamuoyunun
her iki ülkenin üyeliği konusundaki olumsuz tavrına rağmen
kamuoyunda herhangi bir tartışma vuku bulmamıştır.4
Öte yandan, Türkiye’nin üyeliği konusundaki söylemin gittikçe çokkültürlü bir toplum olma yönündeki dönüşümle bağlantılı birçok korku,
belirsizlik ve önyargıyı ihtiva ettiği söylenebilir. Bu bağlamda büyüyen
Müslüman göçmen toplulukları Avusturya kültürü addedilen olgunun
karşılaştığı en büyük sorun olarak özellikle metropolitan alanlarda ön
plana çıkmaktadır.
Türkiye’nin üyeliği konusundaki tartışmalar 11 Eylül sonrasında
küresel çapta hâkim olan ve İslam ile Müslümanlara karşı önyargı, endişe
ve şüphe yüklü kültürcü bir söylem ile kesişim göstermektedir. Aşırı sağ
4
Her ne kadar Avusturya şirketleri ve sanayi kuruluşları Bulgar ve Romen mali sektörü ve enerji
piyasalarında oldukça aktif bir biçimde faaliyet göstermektelerse de bu yüksek düzeyde seyreden
iktisadi faaliyet söz konusu iki ülkenin üyeliği konusunda kamuoyunda bir kabul haline
dönüştürülememiştir.
100
Avusturya
kampanyalarında Türkiye’yi ve Avusturya’daki en büyük Müslüman
göçmen topluluğu olan Türkleri Hıristiyan ve Avrupa medeniyeti ile eş
sayılan Avusturya kültürüne önemli bir tehdit ve İslam’ın temsilcileri
olarak lanse etmiştir. Özgürlük Partisi (FPÖ) Taliban’ın ve çarşaflı
kadınların görüntülerini billboardlara taşımış ve bu yolla “İslam Tehdidi”
diye anılan olguya karşı bir seferberlik yaratmaya çalışmıştır. Özgürlük
Partisi kolektif hafızanın derinlerinde yer bulan tarihi anlatımlarla ülkeye
yönelmiş en büyük tarihsel tehditlerden biri olan “korkunç” ortaçağ
Türkleri imajını gün yüzüne çıkarmıştır. Partinin mavi gözlü lideri H.C.
Strache tarihsel bağlamda Viyana’yı 1683’teki Türk kuşatmasından
kurtaran tarihi karakter Prens Eugene gibi takdim edilmiştir ve 2006
genel seçimleri kampanyasında parti Viyana şivesi ile “İslam yerine
Evimiz” veya “Türk bir AB’ye Hayır” gibi sloganlara yer vermiş, İslam
ve Türklüğün Avusturya ve Avrupa ile görünürdeki uyumsuzluğuna
işaret etmiştir.
Diğer Avrupa ülkelerinde sol bu tür yabancı düşmanlığı içeren
çıkışlara karşı dururken Avusturya’da Türkiye’nin üyeliği konusundaki
tartışmanın kalitesi muhalefetteki Sosyal Demokratların 2004’te
Türkiye’nin üyeliğine kararlı bir şekilde karşı çıkar bir pozisyon almaları
ile daha da kötüye gitmiştir. Sosyal Demokratların U dönüşü partinin
gittikçe aşırı sağın kültürcü, yabancı düşmanı ve Müslüman karşıtı
sloganlarına eğilimli hale gelen işçi sınıfındaki tabanını ve emeklileri
tekrar kazanmaya yönelik taktik bir manevradan kaynaklanmaktadır. O
dönemdeki ana muhalefet partisi olarak Sosyal Demokratlar muhafazakâr
Halk Partisi (ÖVP) ve FPÖ ile Avusturya’nın Geleceği Birliği’nden
(BZÖ) oluşan koalisyon hükümetine Türkiye ile üyelik müzakerelerinin
başlatılmasını engelleme konusunda baskı yapmıştır.
Referandum fikri tartışmaları yatıştırırken
Hem muhalefet partileri, hem de kendi muhafazakâr tabanı tarafından
bu konuda sıkıştırılan hükümet üyelik müzakerelerinin başlatılmasını
101
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
engelleme ve geciktirme yönünde çaba sarf etmiştir. O dönemde
Almanya’da muhalefette bulunan Sosyal Demokratların da kuvvetli
desteği ile Şansölye Schüssel bir “imtiyazlı ortaklık” kavramını ön plana
çıkarmaya çalışmıştır. Hükümetin müzakerelerin başlatılmasını
engelleme ve geciktirmeye yönelik taktikleri aynı zamanda diğer üye
devletleri önceki dönemde Komisyon tarafından Lahey’deki Savaş
Suçları Mahkemesi ile yeterli işbirliği yapmadığı nedeniyle eleştirilen
Hırvatistan ile üyelik müzakerelerini başlatmaya zorlamaya da yönelikti.
Kapalı kapılar ardında uzun saatler süren tartışmalardan ve
müzakerelerin açık uçlu olduğunun altını çizen ifadelerden sonra bu
konuda yalnız kalan Avusturya Şansölyesi ile dışişleri bakanı geri adım
atmak zorunda kalmışlardır. Bunun karşılığında ise Birlik, Hırvatistan ile
müzakerelerin de başlatılmasına karar verdi. Hükümet Brüksel’de
takındığı sert tutumu bir başarı ve Avusturya’nın da Birlik’te söz hakkı
olduğunun bir delili olarak pazarladı. Eleştirileri susturmak için Şansölye
müzakereler tamamlandıktan sonra Türkiye’nin üyeliği konusunda bir
referandum yapılacağını açıklamıştır.
Yeşiller ve bir referandumun neden olabileceği yabancı düşmanlığı
eksenli bir kutuplaşmanın tehlikelerine işaret eden birkaç yorumcu
dışında bu fikir siyasi elitler tarafından AB’nin politikalarının demokratik
popüler destekten yoksun olduğu eleştirilerine karşı bir savunma olarak
benimsenmiştir. Türkiye’nin üyeliğine olumsuz bakış ve son kararı halka
bırakma fikri partiler arası nadir rastlanan bir uzlaşmanın oluşmasına
neden olmuştur. Dahası, siyasi elitlerin Hırvatistan gibi diğer
genişlemeler konusunda referandum istemekten imtina etmeleri de bu
konuda hayli açıklayıcıdır.
Avusturya’nın tarihsel olarak siyasi ve ekonomik etki alanı olan
Balkanlar bölgesinin Birliğe entegrasyonu ülkenin siyasi ve iktisadi
hiyerarşisinin önde gelen hedefleri arasında yer alırken (örneğin
Hırvatistan’da Avusturya tüm doğrudan yabancı yatırımların %25’i ile en
102
Avusturya
büyük yabancı yatırımcıdır5) Türkiye’nin üyeliğini açıkça destekleyen ve
savunan lobi faaliyeti hemen hemen hiç yapılmamaktadır. Yine de
elitlerin Doğu komşularını entegre etmede yatan çıkarlarına rağmen
Avusturya kamuoyu daha fazla genişlemenin muhalifleri arasında
Makedonya’nın üyeliğine karşı çıkan yüzde 62, Arnavutluk’un üyeliğine
karşı çıkan yüzde 73, Bosna-Hersek’in üyeliğine karşı çıkan yüzde 59 ve
Sırbistan’ın üyeliğine karşı çıkan yüzde 65 ile başı çekmektedir. Yalnızca
Hırvatistan’ın üyeliği tartışmalardan uzak olup yüzde 55 oranında
Hırvatistan’ın üyeliğinin destekleneceği ifade edilmiştir.6 Yalnızca birkaç
yıl önce çoğunluk Hırvatistan’ın üyeliğini de reddeder tutumda idi; ancak
elitlerin Hırvatistan’dan yana takındığı tutum ile özellikle de
muhafazakâr Katolik çevrelerin desteği bu ülke hakkındaki olumlu
görüşleri artırmıştır. Aşırı sağ Özgürlük Partisi bile bu konuda olumsuz
tavrından vazgeçmiş görünmektedir.
Türkiye’nin üyeliği konusunda bir referandum vaadi 2006 güzünde
yapılan seçimler sonrasında Sosyal Demokratlar ile Halk Partisi arasında
kurulan koalisyon hükümetince de benimsenmiştir.7 İki parti arasında
imzalanan koalisyon sözleşmesi Balkanların ülkenin dış politika ve
güvenlik siyasetinin odağı olarak değerlendirilmesini resmileştirmiş ve
Türkiye’nin üyeliğinin reddi noktasındaki tutumu Türkiye’nin Avrupa
değerleri ve standartlarına uyum hedefini Türkiye’ye özel bir ilişkiyle,
yani bir başka deyişle “imtiyazlı ortaklık” ile destek verilmesini ön plana
çıkarmıştır.8 Şansölye Gusenbauer hükümeti Aralık 2006’da Türkiye
Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kapsayacak şekilde gümrük birliği protokolünü
uygulamayı reddettiğinde takındığı sert tutum ile Türkiye’nin üyeliği
konusundaki olumsuz tavrını derhal sergilemiştir. Avusturya bu
5
Avusturya Ticaret Odası’ndan alınan bilgi.
Bkz. Cengiz Günay, “AB-Türkiye Tartışmasında Avusturyalı Taraflar”, s. 68.
7
Alfred Gusenbauer liderliğindeki Sosyal Demokratlar sürpriz bir biçimde bu seçimlerden zaferle
çıkarken muhafazakâr Halk Partisi yaklaşık olarak yüzde 8 gerilemiştir.
8
Bkz. Margaretha Kopeinig, “Regierung lehnt Türkei – Beitritt ab“, Kurier, 12 Ocak 2007.
6
103
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
bağlamda Fransa, Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar ile birlikte hareket ettiği
halde dört ülkenin stratejik çıkarları arasında büyük farklar olduğundan
dolayı bu cephe kısa zamanda bölünmüştür. Avusturya bu vesileyi
müzakere sürecini sona erdirme fırsatı olarak değerlendirirken
Yunanistan
ve
Kıbrıs’ın
çıkarları
müzakerelerin
devamını
gerektirmekteydi.
Bu arada 2008’de Avusturya’da Sosyal Demokratların AB politikaları
konusundaki U dönüşü ile koalisyon hükümeti dağıldığında bir kez daha
erken seçimlere gidilmiştir. Sosyal Demokratların liderliğindeki bir
değişim AB’ye karşı daha eleştirel bir duruşla bir araya gelmiştir.
Gözlemciler partinin taktik kaymasının popülizm önünde verilen bir
diğer taviz olduğu yorumlarını yapmışlardır. Daha önce de belirtildiği
üzere AB’yi eleştiren sesler Lizbon Anlaşması konusunda İrlanda’da
yapılan referandumda alınan ret yanıtının ardından yükselmiş ve gittikçe
daha büyük bir kesim Avusturya’da da benzer bir referanduma
gidilmesini talep etmeye başlamıştır. Kamuoyu yoklamalarında gerileyen
pozisyonları nedeniyle Sosyal Demokratlar da bu seslere katılmış ve
Avusturya anayasasını etkileyebilecek ya da değiştirebilecek tüm AB
anlaşmalarının halkın iradesi önüne getirilmesi gerektiğini ifade
etmişlerdir.
Türkiye’nin üyeliğini reddetme yönündeki tercihin tekrar tekrar
gündeme getirilmesi Türkiye’nin üyeliğini sessiz bir biçimde destekleyen
Yeşiller dışında siyasetin genelinin bir yaklaşımı haline gelmiş ve konu
zamanla momentumunu kaybetmiştir. Hatta son dört yıllık dönemde
Türkiye Sorunu’nun zamanla gündemden düştüğünü bile söylemek
mümkündür. Dolayısıyla referandum yapma kararının fazlasıyla kızışmış
siyasi tartışmaları konuyu uzak bir gelecekte halkın iradesinin önüne
getirmek yoluyla yatıştırma şeklinde bir etkisi olduğu sonucuna varmak
yanlış olmayacaktır.
104
Avusturya
Dolayısıyla konuyu artı ve eksileriyle ele alan haber, yorum ve köşe
yazıları büyük ölçüde azalmıştır, hatta öyle ki AB ile ilgili konularda
hazırlanan harita veya tablolarda çoğu zaman Türkiye’den aday ülke
olarak bahsedilmemektedir. İlerlemeleri ve duraklamalarıyla müzakere
süreci konusundaki haberler azalmakla birlikte Türkiye’nin iç ve dış
politikaları ile ekonomik ve bölgesel rolü konusuna gösterilen alaka ilgi
çekici bir biçimde artış göstermiştir. Türkiye’nin üyeliği konusunda
bundan önceki dönemlerdeki tartışmaların mevcut önyargıları,
“Türklerin” imaj ve algılanışını güçlendirmesine rağmen son yıllarda
Türkiye’nin yakaladığı ekonomik yükseliş ile ülkenin bir enerji dağıtım
merkezi olarak artan önemi daha fazla ilgi çekmesine neden olmuştur.
Türkiye’de genişleyen Avusturya iş dünyası
Siyasetçilerin sert tutumuna karşın Avusturya şirketleri sessiz bir
biçimde Türkiye’de büyümektedirler. İki ülke arasındaki ticaret hacmi
2002-2008 döneminde yüzde 60 oranında büyümüştür. Sadece 2006’da
Türkiye’ye yapılan ihracat yüzde 14,4 artış göstermiştir. 2008’de
Avusturya’nın bu ülkeye ihracatı 965,9 milyon Avroya ulaşırken aynı
dönemde Türkiye’den yapılan ithalat 909,5 milyon Avro rakamına
ulaşmıştır.9 Türkiye’deki 1,2 milyar Dolar doğrudan yatırımı ile
Avusturya Türkiye’ye en büyük yabancı yatırımı yapan onuncu ülke
olmuştur.10 Avusturya’nın önde gelen firmalarından bazıları (Red Bull,
Mayr Mellenhof, Manga, OMV, Verbund, BankAustria) Türkiye
pazarına girerken küçük ve orta ölçekli firmalar daha temkinli bir
yaklaşım içerisindedirler.11 Beklenebileceği üzere Avusturya Sanayi
Federasyonu ve Ticaret Odaları Türkiye’yi büyük potansiyeli olan çok
önemli bir iş ortağı olarak görmektedir. Mayıs 2008’de Daily Standard
9
http://www.bmeia.gv.at/botschaft/ankara/bilaterale-beziehungen/wirtschaft. html, 26 Kasım
2009.
10
H. Hercher, „Türkei: Bei Investitionen spielt Österreich in der „Superliga““, Wirtschaftsblatt,
11 Şubat 2008.
11
Cengiz Günay, “AB-Türkiye Tartışmasında Avusturyalı Taraflar”, s. 79.
105
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
ismini açıklamak istemeyen bir iş adamından alıntı ile Avusturya’nın
Türkiye’nin üyeliği konusundaki siyasetinin Türkiye’de iş yapan
Avusturya firmaları için büyük zorluk çıkaracağını belirtmiştir.12
Avusturya Sanayi Federasyonu bu tür etkileri yalanlasa da Avusturyalı
siyasetçilerin Avusturya’nın sert tutumundan dem vuran retoriğinde bir
yumuşama gözlemlenebilmekte ve Avusturya’nın tutumundaki tutarlılığı
vurgularken Fransa gibi üyeliği destekler tavırdan sert bir muhalefete
geçen diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Avusturya’nın tutumunun
dürüstçe olduğunu ve ülkeler arasındaki dostluğun da dürüstlüğü
gerektirdiğini belirtir bir hal almıştır.
Son dönemde Avusturya’nın en büyük şirketi OMV Türkiye’yi
büyüme hedefleri arasında önde gelen pazarlardan biri olarak
tanımlamıştır. Şirket Türkiye’de Petrol Ofisi hisselerini satın almış ve bu
şirketteki payını yüzde 100 oranına çıkarma niyetini beyan etmiştir.
OMV ayrıca Samsun yakınlarında bir elektrik santrali inşa etmekte ve
Orta Avrupa’yı Türkiye üzerinden Hazar Denizinin gaz kaynaklarına
bağlamayı amaçlayan Nabucco boru hattı projesinde de başı çekmektedir.
Gelişen iş ilişkilerinin ikili ilişkilerin iyileşmesine de katkı yapması
kaçınılmaz olup, Türkiye’ye son dönemde gösterilen kamuoyu ilgisinin
olumlu bir yan etkisi olduğundan da bahsetmek de mümkündür. Türkiye
konusunda verilen detaylı haberler bir grup gazetecinin Türkiye-AB
konularında uzmanlaşması sonucunu doğurmuştur. Bunlardan bazıları
Türkiye’deki siyasi durum ve önemli siyasi oyuncular ile Türkiye’nin
sosyal ve tarihi yapısı hakkında önemli bir bilgi birikimi edinmişlerdir.
Dahası, belki hepsinden de önemlisi, bu kişiler Türkiye’deki
meslektaşları, akademisyenler, siyasiler, diplomatlar ve iş çevreleri ile
12
A.g.e., s. 78.
106
Avusturya
bağlantılar kurmuşlardır. Dolayısıyla Türkiye ile ilgili konularda verilen
haberlerin kalitesinde gözle görülebilir bir artış meydana gelmiştir.13
Türkiye konusundaki söylemin AB üyeliği sürecinden ayrıştırılması
da tartışmanın kalitesini artırıcı bir etki yapmıştır. Aynı şey üniversiteler
ve düşünce kuruluşları tarafından Türkiye ile ilgili konular üzerinde
organize edilen konferanslar, seminerler ve çalıştaylar için de
söylenebilir. Daha bir iki yıl önce Türkiye konusundaki her türlü tartışma
Türkiye’nin üyeliğinin tehlikeleri konusundaki söylemlerle korku ve
endişe kokan ateşli bir münazaraya dönüşürken bugünkü argümanlar,
sorular ve yorumlar çok daha somut olabilmektedir.
Sonuç
Türkiye’nin üyeliği konusundaki fazla kızışmış tartışmaların 2006’dan
bu yana durulduğu sonucuna varmak mümkündür. Her ne kadar
Türkiye’nin üyeliğine verilen destek son derece düşük bir düzeyde kalsa
da bu, özellikle Türkiye ile sosyal, siyasi, iktisadi ve kültürel ilişkilerin
gelişimi konusuna artan ilgi karşısında durumun değişemeyeceği
anlamına gelmez. Medya Türkiye konusundaki haberlere geniş yer
vermektedir. Türkiye’nin iç sorunları konusunda özel tartışmalar, örneğin
üniversitelerdeki türban yasağının kaldırılması konusu bile Avusturya
medyasının ilgisini çekmektedir. Radyo ve TV kanalları ile gazeteler bu
konuya geniş yer vermişlerdir.
İki ülke arasındaki ticaret hacmi sürekli olarak büyüdükçe, ki
ekonomik ilişkiler sadece mevcut ekonomik kriz nedeniyle 2009’da bir
gerilemeye sahne olmuştur, iş çevreleri ve şirketler Türkiye konusundaki
söylemin kalitesi konusunda bir değişimden yana muhtemel lobileri
oluşturabilirler. Bu iş çevrelerinin Türkiye’nin üyeliğini kesin bir
biçimde destekleyeceği anlamına gelmese de bu çevrelerin konu üzerinde
13
A.g.e, s. 80
107
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
daha dengeli bir tartışma ve hükümetin müzakere sürecine daha yumuşak
bir tavırla yaklaşımında bir çıkarı olduğunu söylemek mümkündür.
Dolayısıyla gelecekte referandum yapılacağı açıklaması ile tartışma
havasının durulması bu konudaki bakışı daha olumlu kılma şansı olarak
da değerlendirilebilir.
108
Güney Kıbrıs
Costas Melakopides*
Güney Kıbrıs
Giriş
“Kıbrıs” Türkiye ve Kıbrıslı Türkler (KT) ya da Kıbrıslı Rumlar (KR)
ve Avrupa Birliği (AB) de dâhil olmak üzere uluslararası toplum bakış
açılarından farklı şeyler ifade etmektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti uluslararası
tanınmaya mazhar bir devlet ve 1 Mayıs 2004’ten itibaren AB üyesi bir
ülke olmasına rağmen Türkiye bu devleti tanımayı reddetmektedir. Buna
karşın Türkiye ülkeden kopan ve dünyada başka hiçbir ülke tarafından
tanınmayan “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC)” tanımaktadır.
Tüm bu tablo Türkiye’nin 1974’de adaya askeri müdahalesi ve ayrılıkçı
rejimin 1983’teki tek taraflı bağımsızlık ilanı (TTBİ) sonucunda ortaya
çıkmıştır. Türkiye’nin sorunu, öte yandan, uluslararası toplumun - BM,
AT/AB ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Avrupa
Toplulukları Adalet Divanı gibi yargı kurumları aracılığıyla - 1974’teki
müdahaleyi fiili bir işgal olarak, yani yasadışı bir müdahale olarak
değerlendirmesidir. Uluslararası toplum aynı zamanda TTBİ’yi
uluslararası hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle kınamıştır. Bu nedenle
uluslararası toplumun söz konusu olguyu tanıması mümkün değildir.
Ancak Türkiye’nin kayda değer jeostratejik önemi ve kaba kuvvetinden
kaynaklanan diğer özellikleri Washington, Londra ve NATO gibi güç
*
Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu
yansıtmamaktadır.
109
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
odakları ve güç oluşumları gözünde önem taşımakta, ve bu nedenle bu
ülke küresel hukuk kültürünün ilkeleri ve kurallarına uymaya ikna
edileceği yerde aşırıya kaçan ihtiraslarına göz yumulmaktadır.
Bugün AB Türkiye’ye karşı Kıbrıs’ı desteklemektedir: Kıbrıs
topraklarının %37’sinin işgal altında oluşu durumu sürekli gündeme
getirilmektedir; 1983 TTBİ derhal kınanmıştır; Türkiye’nin üyelik
başvurusu 1989’da reddedilmiştir, ki bunun nedenleri arasında yukarıda
bahsi geçen iki yasadışı fiil de yer almaktadır; son olarak AB Kıbrıs
Cumhuriyeti’ni bir bütün olarak üyeliğe kabul etmiştir. Ancak KR için
bunlar yeterli değildir: öncelikle hem kendilerinin hem de KT’nin insan
haklarının geniş çaplı ihlalleri çok uzun bir süredir devam etmektedir;
ayrıca Kıbrıs toprakları yasadışı bir işgal altında olduğu için AB
toprakları da işgal altında sayılmaktadır.
KR Kıbrıs sorununu bir çözüme kavuşturmaya istekli olduklarında
ısrarcıdırlar. KR iyi niyetlerinin KT’ye uzattıkları dostluk eli ve maddi
destek ile gözler önüne serildiğini, Türkiye’nin AB üyeliği
müzakerelerinin başlatılmasına ne 2004 ne de 2005’te herhangi bir engel
çıkarmadıklarını, ve tüm meşru Kıbrıslıların çıkarı için adil ve işlevsel bir
çözüm üzerinde çalıştıklarını ifade etmektedirler. Bunun yanı sıra
Türkiye’nin kötü niyetle hareket ettiğini, uluslararası hukuk ve etiği göz
ardı ettiğini, kaba kuvvetinden kaynaklanan bir kibre sahip olduğunu,
“bölgesel süper güç” olma ihtirasının bulunduğunu, ve işgali gelecekteki
AB üyeliği için bir koz olarak kullandığını belirtmektedirler. Ayrıca tüm
adanın AB üyesi olmasına rağmen 40.000 kişilik Türk işgal kuvvetlerinin
mevcudiyeti müktesebatın işgal altındaki topraklara ülkenin
(hukuki/siyasi/etik)
sorunu
çözülene
kadar
uygulanmasını
engellemektedir.
Mahut sorunu çözüme kavuşturmaya yönelik çok sayıda uluslararası
girişim başarısızlığa uğramıştır. Bu minvalde “Annan planı” adıyla
bilinen son girişim KT ve “KKTC”deki binlerce (yasadışı) Türk
110
Güney Kıbrıs
yerleşimci tarafından kabul edilmiş olmasına rağmen KR adil ve
uygulanabilir olmadığı için planı %76’lık büyük bir çoğunlukla
reddetmiştir.1 Bu plana göre Kıbrıslı taraflardan herhangi birinin reddi
planı “hükümsüz” kılacaktı. Yine de planın kabulü yönünde çaba
gösteren güçler, özellikle İngiltere, ABD ve Türkiye, bu planı yeniden
canlandırmak için çaba göstermektedirler. Tüm bunlar KR’nın içinde
bulundukları kabul edilemez durumun neden olduğu kızgınlık ve hüsran
duygularını açıklamaktadır. Bu hisler 2004’teki AB’ye üyelik ve 1 Ocak
2008’deki Avro bölgesine katılım nedeniyle biraz yatışmıştır. Yine de ne
bu başarılar, ne de yukarıda aktarılan şekilde elde edilen ve AB’nin
ilkeleri ve değerlerine bağlılıkta ifadesini bulan “etik birikim” Kıbrıslı
Rumların karşılaştığı dayanılmaz haksızlığı gidermeye yetmez.
Eylül 2008’de Cumhurbaşkanı Demetris Christofias ve KT lideri
Mehmet Ali Talat arasında “yüz yüze” görüşmeler başlamıştır. Bu
görüşmeler bilinmezliklerle ve dolayısıyla çeşitli sırlarla örtülü olmasına
rağmen Lefkoşa hükümeti iyimserliğini korumaktadır. Ancak birçok
siyasi aktör bu sürece artan bir şüpheyle yaklaşmaktadır. Şaşırtıcı bir
biçimde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin vetosu sayesinde Türkiye’nin AB üyelik
süreci üzerinde belirleyici bir gücü bulunmasına rağmen 2004
sonrasındaki dönemde göreve gelen hükümetler bu gücü kullanmaktan
imtina etmişlerdir. Atina ile işbirliği içinde ve Topluluk bünyesinde ciddi
bir çatışmaya neden olmaktan kaçınmak için Lefkoşa uzlaşmanın en iyi
yolu olarak Birliğin çatışmadan kaçınan ilke ve değerlerini diplomatik
yaklaşımı ile tevdi etmiştir. Bu siyaset ise bir sonuç getirmemiştir. Yine
de kamuoyu, siyasi elitler, etkili görüş belirleyiciler ve bazı saygın
akademisyenlerin artan baskısı altında konuya genel yaklaşımda bir
değişim meydana gelmektedir. Tam da Türkiye asimetrik kaba kuvvetini
1
Bkz. Costas Melakopides, Unfair Play: Cyprus, Turkey, Greece, the UK and the EU (Haksız
Oyun: Kıbrıs, Türkiye, Yunanistan, İngiltere ve AB), Kingston, Canada, Queens´s Centre for
International Relations, 2006.
111
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
her boyutuyla seferber etme noktasındaki ısrarını sürdürdüğü, ve bunun
bir örneği de Kıbrıs’ın münhasır iktisadi alanındaki hidrokarbon
kaynakları konusunda askeri gücünü tekrar kullanabileceği yönünde
yakın zamanda yinelenen tehditler olduğu için entelektüel, analitik ve
siyasi baskılar Lefkoşa hükümetini diplomatik yolla ödüller sunmayla
sınırlı politikasını değiştirip siyasi gücüyle Türkiye’yi cezalandırmaya
çağırmaktadır. Bu bağlamda aşağıda Kıbrıs’lıların Türkiye’nin AB
adaylığı konusundaki algı ve niyetleri (a) Hükümet, (b) Muhalefet, (c)
medya ve (d) sivil toplum çerçevesinde ele alınacaktır.
Lefkoşa Hükümeti
Aralık 2004’te bu konuda (kamuoyu ve uzmanların) seferber olmasına
rağmen Lefkoşa hükümeti Türkiye’nin üyelik müzakerelerini
desteklemiştir. Cumhurbaşkanı Tassos Papadopoulos Kıbrıs’ın üyeliğinin
hemen akabinde veto yetkisini kullanmaktan imtina etmiştir. Aralık
2005’te Türkiye’nin devam eden inadıyla mücadele için Kıbrıs/AB
topraklarından işgal kuvvetlerinin çekilmesini, yasadışı kolonileşme
sürecinin sona erdirilip tersine döndürülmesini, işgal altındaki bölgede
kalan KR mülklerinin satışına bir son verilmesini vb. talep etmek gibi
“sözlü eylemler” ile baskı uygulanmıştır. Ankara’nın Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin tanınması konusundaki tek taraflı “deklarasyonunun”
“hiçbir hukuki etkisi” olmadığı, dolayısıyla Türkiye’nin hava ve deniz
limanlarını Kıbrıs uçak ve gemilerine açması ve dolayısıyla Lefkoşa ile
ilişkilerini normalleştirmesi yönünde AB’nin 21 Eylül 2005’teki “karşı
deklarasyon” birçok KR için ilham vericidir.
Papadopoulos’un veto kullanmayı reddetmesi Lefkoşa’nın
Yunanistan’la
paylaştığı
“Avrupalılaşma
varsayımından”
kaynaklanmakta idi. 1999’daki Helsinki Avrupa Birliği Konseyi
Zirvesinde Atina 180 derecelik bir dönüşle Türkiye’nin adaylığını
Kıbrıs’taki işgal nedeniyle engellemekten vazgeçip Ege denizindeki
sorunlara rağmen Türkiye ile bir detanta gitmiş ve Türkiye’nin AB ilke
112
Güney Kıbrıs
ve değerlerini benimsemesinin uzun vadede ikili ilişkiler, işbirliği ve
dostluk açısından faydaları olacağını ve Kıbrıs konusunda da olumlu
etkilerinin olacağını öngörmüştür.
2006 boyunca Lefkoşa yukarıda belirtilen “varsayım” ile AB’nin ilkeli
ve yerinde baskısının Türkiye’ye etkili bir biçimde uygulanacağına dair
bir iyimserlik içerisinde hareket etmiştir. Komisyon ve öncelikli olarak
da Avrupa Parlamentosu zaten Ankara’ya Kıbrıs konusunda esasen
AB’ye karşı yükümlülükler olan hukuki ve siyasi yükümlülüklerini
yerine getirmesi yönünde baskı yapmaktaydı. Ancak tüm bunların etkisiz
olduğu görüldü ve 2006 Aralık ayında Avrupa Birliği Konseyi Türkiye
üç yıl içinde “karşı deklarasyon”da dile getirilen taleplere uyum
sağlayana kadar sekiz “başlıkta” müzakereleri “dondurdu”.
Bu gelişmeler olurken Cumhurbaşkanı Papadopoulos “adanın yeniden
birleşmesine” karşı olduğu yönündeki iddiaların aksini iki kez
göstermiştir. Kofi Annan ile toplumlararası müzakereleri “uygun
hazırlıklar sonrasında” yeniden başlatmayı kabul etmiş (Paris, Şubat
2006) ve BM’den İbrahim Gambari yönlendirmesinde Talat’la
müzakereleri “teknik bir düzeyde” yeniden başlatmayı kabul etmiştir. Bu
“8 Temmuz (ya da Gambari) anlaşması” müteveffa Cumhurbaşkanının
tüm çabalarına rağmen ne yazık ki uygulamaya konamamıştır.
Papadopoulos’un açık sözlülüğü ile Kıbrıs müzakerelerinin Lefkoşa ile
Ankara arasında yapılması gerektiğini ifade etmesine rağmen,
Lefkoşa’nın iyi niyetini teyit etmesi nedeniyle bu “8 Temmuz anlaşması”
yine de dikkat çekicidir.
Ne yazık ki toplumlararası ilişkiler işgal altındaki bölgede bulunan
KR mülkleri üzerine ev ve otel inşa edilmesinin bir türlü durmak
bilmeyişi ve binlerce yasadışı yerleşimcinin adaya gelişi nedeniyle daha
da gerilimli bir hal almıştır. 2001’de yasadışı yerleşimcilerin sayısı
113
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
120.000 kadardı.2 2004’teki referandumdan bu yana sayıları 200.000’i
aşarken adanın yerlisi KT nüfusunun 85.000’in altında kaldığı
bildirilmektedir. Dolayısıyla KR’nın sinirleri zorlanmakta ve Ankara’nın
mağrur “iki devletli, iki hükümetli ve iki halklı” Kıbrıs söylemi ile
birlikte dünyanın ve AB’nin hukuki ve etik konsensüsü hiçe
sayılmaktadır.
Şubat 2008’deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde yıllar boyunca
“Annan Planı” umuduna sarılan kesimlerin şiddetle muhalefet ettiği
Tassos Papodopoulos, Kıbrıs sorununu tümüyle ve en kısa zamanda
bitirmeyi vaat eden sol lider Demetris Christofias tarafından yenilgiye
uğratıldı: Christofias “arkadaşı ve yoldaşı” Talat ile ulaşılabilecek bir
“çözümü elinde bulunduruyordu”. Dolayısıyla yeni retorik “Kıbrıslılar
için Kıbrıslılarca” çözümü vurguluyor ve Türkiye’nin AB üyeliği
ihtimaline yapılan atıflar çok kullanılan alışılmış bir ifade olan
“Türkiye’nin AB yolu Lefkoşa’dan geçer” yaklaşımı ile sınırlı tutulurken
“Avrupalılaşma varsayımı”nın zımnen geçerliliğini koruduğu
anlaşılmaktaydı. Dahası toplumlararası müzakerelerin başarısızlığa
uğraması halinde “bir B planı” olup olmadığı sorulduğunda
Cumhurbaşkanı Christofias çok net bir ifadeyle “bir B planı yoktur”
diyerek müzakerelerin başarısının kesin olduğunu ve kötümserliğe mahal
olmadığını ortaya koymuştur.
Yine de kısa zamanda kötümser bir hava hâkim olmaya başlamıştır.
Siyasi elitler ve yorumcular başlangıçta elde edilen başarıların aksine
müzakerenin iki tarafının oyunun kuralları ya da en temel terimlerin
anlamı konusunda bile tam bir uyum içerisinde olmadığını dile getirmeye
başlamışlardır. Üstelik kamuoyu (İngiltere kaynaklı) yeni slogan olan
2
Bkz. Avrupa Konseyi, Parlamenterler Assemblesi, Colonisation by Turkish settlers of the
occupied part of Cyprus, (Kıbrıs’ın işgal altındaki kesiminin Türk yerleşimcilerce kolonizasyonu)
Doc. 9799, 2 Mayıs 2003, Raportör Jaakko Laakso (Finlandiya), s.2.
114
Güney Kıbrıs
“Kıbrıslılarca vs.” konusunda derin bir şüphe duymaya başlamaktaydı.
Kamuoyu öncelikle Talat’ın önerilerinde “hükümsüz” “Annan Planı”nın
sürekli masaya getirilmek istendiğini görebilmekteydi. Ayrıca KT
tarafının önerileri yıllar önce üzerinde anlaşmaya varılmış Federatif yapı
yerine konfederatif bir yapı imasını somutlaştırmaktaydı. Üçüncüsü,
Talat Ankara ile sürekli bir diyaloga ne kadar bağımlı olduğunu tekrar
tekrar itiraf etmekteydi. Yine de Christofias hükümeti sürecin doğru
yolda ilerlediğinde ısrarını sürdürmekteydi. Ancak 2008’in sonuna
gelinirken Talat’ın sözcüsü Christofias’tan Talat’tan bahsederken
“yoldaşı” olduğunu belirtmeyi bırakmasını istediğinde Christofias’ın
elindeki kozlardan birisi maziye gömülmüş oldu. O noktadan sonra
Christofias da apaçık ortada olan “sorunlarımızın çözümü Ankara’dadır!”
söylemine katılmak zorunda kalmıştır. Gerçekleri ortaya döken bu tablo
birçok iç politika aktörünün 2009 Aralık tarihi göz önünde
bulundurularak “bir B planı” hazırlanmasına başlanması çağrılarının
yoğunlaşmasına neden olmuştur.
Kostas Karamanlis’in Nisan 2009’da Lefkoşa’ya yaptığı resmi ziyaret
sırasında dikkat çekici açıklamalar yapılmıştır. Ortak bir basın
toplantısında Karamanlis Türkiye’nin üyeliği konusunda en sevdiği
söylemi yinelemiştir: “[Şartlara] Tam uyum, tam üyelik”. Bunun
ardından Christofias şunları söylemiştir:
Yunanistan gibi Kıbrıs da Türkiye’nin belirli koşullar altında
Ankara’nın adil, uygulanabilir ve işlevsel bir çözüme yönelmesine
yardımcı olabilecek üyeliğini desteklemektedir… Elbette ki Türkiye’nin
üyelik yolunda ilerlemesinin ilk ve en önemli önkoşulu hem AB’ye hem
de Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı sorumluluklarını yerine getirmesidir ki,
bu ne yazık ki şimdiye kadar gerçekleşmiş değildir.3
3
Simerini (Lefkoşa’da yayınlanan günlük gazete), 23 Nisan 2009, s.7.
115
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Christofias ve Karamanlis birlikte Kıbrıs sorununun kaçınılmaz bir
Avrupa boyutu olduğunu, dolayısıyla AB’nin burada belirleyici bir rol
oynayacağını, bu nedenle Türkiye gibi “garantörlükten” bahsetmenin yeri
olmadığını, ve bunun AB ilkelerine aykırı olmasından ötürü devrinin
artık kapandığını vurgulamışlardır. Son olarak Cumhurbaşkanı
Christofias “sabra, sükûnete, zorlukları göğüslemeye ve bunları da
birilerine ‘yalvararak’ değil, Türkiye’nin davranışını kınayarak yapmaya
ihtiyaç vardır” diye eklemiştir.4
6 Haziran 2009 Avrupa seçimleri yaklaşırken Hükümet Türkiye’nin
AB adaylığı konusunu daha dolaysız bir biçimde ele almak zorunda
kalmıştır. Siyasi arenadaki güçler “Avrupa” konusuna az, Kıbrıs’ın
işgalden kaynaklanan “varoluşsal” problemine fazla ağırlık veren
platformlarda mücadele etmişlerdir. İktidardaki AKEL’in seçilmiş iki
Avrupa Parlamentosu Milletvekiline gelince Kyriakos Triantaphylides
Türkiye’nin üyeliği konusuna geniş bir çerçeve içinde yer vermiş ve
“Türkiye’nin üyeliği konusunu Avrupa Parlamentosu Raporları bazında
izlemeye devam etme”5 sözü vermiştir. Genellikle yumuşak üslubuyla
bilinen sol eğilimli yeni Avrupa Parlamentosu Milletvekili Takis
Hatzigeorgiou tüm Kıbrıslı Avrupa Parlamentosu Milletvekillerinin ilk
hedefinin “siyasi zeminlerimizden bağımsız olarak ve Hükümetle tam bir
işbirliği içerisinde Türkiye’ye Kıbrıs sorununun çözümü yönünde
iradesini göstermemesi halinde mümkün olduğunca fazla engel
çıkarmak”6 olduğunu beyan etmiştir.
Bundan bir hafta sonra Lefkoşa’nın en çok okunan günlük gazetesi
Phileleftheros’da Christofias ile bir mülakata yer verilmiştir.
Müzakereler konusunda yaptığı “açıklamalar” “çözümsüzlük halinde
uygulanacak bir ‘B planı’ olup olmadığı” sorulana kadar “yeni” bir bilgi
4
A.g.e.
Simerini, 9 Haziran 2009, s.8
6
A.g.e., vurgular yazara aittir.
5
116
Güney Kıbrıs
içermemekteydi. Ancak bu soru üzerine Christofias “Yunan Hükümeti ve
[Kıbrıslı] siyasi partilerle tüm senaryoları değerlendireceğimizi
söylediğimizde ne demek istiyorum? [Demek istediğim] söylememize
bile gerek yok, bir B planımız mevcuttur.”7
Son olarak Jose Manuel Barroso’nun Kıbrıs’a yaptığı resmi ziyaret
sırasında AKEL Genel Sekreteri Andros Kyprianou Kıbrıs Yayın
Kuruluşu CyBC’de Türkiye’nin üyelik süreci konusunda Aralık ayında
yapılacak değerlendirme ile ilgili olarak iki dikkat çekici noktaya
değinmiştir. Birincisi, AKEL konuyu değerlendirmeye başlamış olup
vardıkları sonuçları Cumhurbaşkanı’na sunacaktır. İkincisi Kıbrıs
Türkiye’nin üyelik yolunda ilerlemesini “belirli önkoşullar çerçevesinde
desteklemekle birlikte zorluklar da çıkarmaya devam edecektir.”8
Sakin geçen yaz aylarının ardından toplumlararası müzakerelere
ilişkin kötümserlik artmaya devam etmiştir. Aynı nedenle Demetris
Christofias’ın Ankara’nın ve geçmişteki yoldaşı Talat’ın tutumlarından
kaynaklanan rahatsızlığı da artmıştır. Bunun bir sonucu olarak
Cumhurbaşkanı Christofias 24 Eylül 2009’da BM Genel Kurulu’nda üç
“paradoksun” altını çizmiştir: Bunlardan ilki Türkiye’nin BM Güvenlik
Konseyi’nin geçici üyelerinden biri sıfatıyla BM’nin ve AB’nin
üyelerinden birini tanımaması; ikincisi, aynı BM Güvenlik Konseyi
üyesinin bir diğer BM/AB üyesi ülkede işgal gücü bulundurması; ve
üçüncüsü, Türkiye’nin 541 ve 550 sayılı BM Güvenlik Konseyi
Kararlarına açıkça aykırı bir biçimde adada bir başka devlet vücuda
getirmek amacıyla Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünü ihlal etmesidir. Yine de
Christofias şunları yinelemiştir: “Kıbrıs Cumhuriyeti Türkiye’nin AB
üyeliğini desteklemektedir ve tüm sürecin tıpkı üyelik gibi
komşularımıza faydalı olacağını ve hem bölge hem de kendimiz
7
Androula Taramounda ve Costas Venizelos ile mülakatlar, Phileleftheros, 14 Haziran 2009,
vurgular yazara aittir.
8
Paris Potamitis ile mülakat, ´Extensions` (Uzantılar), CyBC, 25 Haziran 2009.
117
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
açısından yararlı sonuçlar doğuracağına kaniiyiz.”9 Ancak Lefkoşa’nın
bir diğer değişmez tutumuna da değinmiş, “Bu destek koşulsuz değildir:
Türkiye hem Kıbrıs Cumhuriyeti’ne, hem de AB’ye karşı
sorumluluklarını yerine getirmelidir” demiştir.10
Bir ay sonra yeni seçilen George Papandreou’nun Lefkoşa’ya resmi
ziyaretinde Papandreou ve Christofias Atina ve Lefkoşa’nın nihayetinde
Türkiye’nin üyeliğine Türkiye’nin tüm mevcut şartları yerine getirmesi
koşuluyla verdikleri destek yönündeki uzun süredir geçerli olan
politikalarını yeniden vurgulamışlardır. Babası Andreas Papandreou’yu
andıran nadir günlerinden birinde George Papandreou Kıbrıs
Parlamentosuna hitaben yaptığı konuşmasında Kıbrıs Sorununu “bir işgal
sorunu” olarak “tanımlamıştır.” Ayrıca Atina’nın “her anlamda
Lefkoşa’nın yanında yer alacağında” ısrar etmiştir. Ancak bunun
ardından “Türkiye için yeni bir yol haritasına” atıfta bulunarak bu yeni
yol haritasının 2009 Aralık öncesinde mi, sonrasında mı işlerliğe
konacağını açıkta bırakmıştır.
Son olarak Cumhurbaşkanı Christofias ve Dışişleri Bakanı Marcos
Kyprianou Ekim 2009’da son Ulusal Konsey’in oybirliği ile aldığı kararı
yinelemeye devam etmiştir:11 Türkiye’nin AB’nin koyduğu
yükümlülükleri göz ardı etmekteki ısrarı göz önünde bulundurulduğunda
“Türkiye’nin Aralık 2009’u ‘yara almadan’ atlatamaması gerekir.”
Muhalefet
Günümüzün Kıbrıs siyasetinde (siyasi) muhalefetin anlamı çok net bir
biçimde açıklanamaz. AKEL’den gelen Cumhurbaşkanı Christofias iç
siyasette hem merkezdeki DIKO hem de merkezin solundaki EDEK ile
sık sık da Kıbrıslı Yeşiller’in desteğine mazhar olmaktadır. Kıbrıs sorunu
9
Phileleftheros, 25 Eylül 2009.
A.g.e.
11
Parlamentodaki tüm siyasi partiler bu Konseye iştirak ederek Kıbrıs sorununu
tartışmaktadırlar.
10
118
Güney Kıbrıs
söz konusu olduğunda ise Hükümet zaman zaman merkez sağ ve EPP
üyesi DYSI’den de destek görmektedir. Bu tablo da “Avrupa Partisi”ni
(EVROKO) teori ve pratikte tek kalıcı muhalefet olarak bırakmaktadır.
Yine de bugünlerde yürütülen toplumlararası müzakereler sürecinde
DIKO, EDEK ve Yeşiller sıklıkla Christofias’ın Cumhuriyet’in
çıkarlarını savunma şeklini açıktan eleştirmişlerdir.
Özellikle Talat’tan karşılık bulmadan en başta verilen iki “büyük
taviz” eleştirilmiştir: öngörülen federal cumhuriyette 50.000 (yasadışı)
yerleşimciye izin verme “önerisi” ve “dönüşümlü cumhurbaşkanlığı”.
Dahası bu partiler müzakere sürecini çevreleyen “sis perdesi”, Ulusal
Konsey’e verilen bilgilerin kısıtlı oluşu ve müzakerelere destek veren
teknik komitelerin üyelerinin “tarafgirliği” hakkında da endişelerini dile
getirmişlerdir. Dolayısıyla başlangıçta “Annan Planını” benimsemiş olan
Cumhurbaşkanı Christofias’ın esasen bu plandan kalıntı unsurları
reddetmeye pek yatkın olmadığından şüphelenilmektedir.
EDEK Başkanı Yiannakis Omerou ve Onursal Başkanı Vassos
Lyssarides uzun zamandır Aralık ayında Kıbrıs vetosunun kullanılması
fikrine sıcak bakan elitler arasında sayılabilir. Geçen Nisan ayında
Omerou “Türkiye’nin başının üzerinde duran Demokles kılıcını
kaldırmaya karşı” çıkarak “Vetolar önceden ilan edilerek kullanılmaz,
tıpkı vetoya başvurmama niyetinin önceden açıklanamayacağı gibi”12
demiştir. EDEK’ten bu önde gelen kişilere Christofias’ı Cumhuriyet’in
AB’deki haklarını sert bir şekilde savunmak yerine müzakerelerde
“yumuşak” bir tutum sergilediği için eleştiren EVROKO liderleri
Demitris Sylouris ve Nikos Koutsou da eklenebilir. Ayrıca DIKO’nun
Parlamento Sözcüsü Andreas Angelides uzun bir süredir “Kıbrıs’ın
haklarını kullanmak” ihtiyacını savunmaktadır. Buna benzer yaklaşımlar
ve bunlarla ilgili argümanlara DIKO’nun önde gelen diğer üç liderinde
12
Phileleftheros, 24 Nisan 2009.
119
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
de rastlanmaktadır: Parlamento Başkanı Marios Karoyan, DIKO’nun
İkinci Başkanı Giorgos Kolakasides ve Başkan Yardımcısı Nikolas
Papodopoulos (müteveffa Tassos Papodopoulos’un oğlu). Aylar boyu bu
kişilere Yeşiller Milletvekili Giorgos Perdikis ve Yeşiller’in yeni lideri
Ioanna Panayiotou da eklenmiş ve yılmaz mücadeleci yaklaşımlarını
ortaya koymuşlardır. Bu kişiler Kıbrıs’ın sesinin Avrupa arenasında
“1974’teki işgalin ve devam eden kanun dışı işgalin kurbanı” olarak
sesini duyurması ve dolayısıyla elindeki tüm diplomatik silahlar ile siyasi
ittifaklarını Türkiye’ye karşı kullanması gerektiğini açıkça ortaya
koymaktadırlar.
Medya
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “hükümetin kontrolündeki” kesimindeki basın
organlarının çoğu “ideolojik” önyargılardan uzak olup siyasi partilerle
yakın ilişkilere sahip değildirler. AKEL’in resmi organı Haravgi ile
(DYSI’yi destekleyen) Alithia dışında Lefkoşa’nın önde gelen günlük
gazeteleri Phileleftheros ve Simerini açıkça bağımsızdır. Dolayısıyla
bunlar “sol” Christofias Hükümeti karşısında 100 gün kadar müdahil
olmayan bir yaklaşım sergilemişlerdir. Ancak zamanla ortaya koydukları
görüşleri açıkça muhalif bir tavra işaret etmektedir. Örneğin
Karamanlis’in resmi ziyaretinin ilk gününde Phileleftheros başyazısı şu
sonuca varmaktaydı: “Avrupa-Türkiye konularında bir B Planına
ihtiyacımız var” (23 Nisan 2009). “Veto ilan edilmez” başlıklı ertesi
günkü başyazı ise “Küçük ve zayıf ülkelerin çıkarlarını koruyan önemli
bir silah [veto] cephaneliğimizde mevcuttur ve kullanılmalıdır.
Benimsenen taktiklerin Türkiye’nin sonuçta yükümlülüklerinden
kaçınmasına izin vermeyeceğine inanmak istiyoruz.”
Phileleftheros ve Simerini Cumhurbaşkanı’nın Talat’a karşı
“yumuşak” bir görünüm çizdiğinde ya da Talat ve Ankara’nın sözlü ya
da sessiz eylemlerinin “uzlaşmaz”, “tehditkâr” ya da “provokatif” haller
aldığı dönemlerde yüksek sesle eleştirilerini duyurmaktadırlar.
120
Güney Kıbrıs
Başyazıları ve önde gelen köşe yazarları aracılığıyla bu gazeteler Gül,
Erdoğan ve Davutoğlu’nu “Kıbrıs’ta iki ulus, iki hükümet ve iki devlet”
bahsini her açtıklarında sert bir biçimde kınamışlardır. Benzer şekilde
Türk silahlı kuvvetlerinin Kıbrıs’ın hidrokarbon arama faaliyetleri
konusunda gücünü sergilemesi konusu da bu gazetelerde oldukça ateşli
bir yanıta neden olmuştur. Bu yayın organları Angela Merkel ve Nicolas
Sarkozy tarafından yapılan ve Türkiye’ye AB tam üyeliğinden daha
azının verilmesinden yana açıklamalar da dâhil olmak üzere Türkiye’nin
uzlaşmaz tutumuna karşı tüm ciddi söylemlere düzenli olarak yer
vermektedir. Çoğu köşe yazarı da başyazarın yaklaşımını yansıtmaktadır.
Bu durum bilhassa uzun süredir Aralık ayında Kıbrıs’ın vetosunu
kullanmasını savunan Simerini yazarları Savvas Iakovides ve Lazaros
Mavros’da göze çarpmaktadır.
TV ve Radyo alanında ise devlete ait CyBC’nin bu “ulusal sorun”
karşısında nesnelliğini korumakta zorlandığı ve muhabirlerinin aynı
zamanda “pedagojik” bir rol de oynadığı söylenebilir. Olgun
muhabirlerin yönetiminde bu yayın kuruluşunun çoğu siyasi programı
hem konukları hem de konuları işleyişi açısından bir denge yakalamayı
amaçlamaktadır. Yine de Christofias’ın iktidara gelişinden sonra soru
sormayı seven izleyiciler CyBC akşam haberlerini izlemeyi bırakıp daha
eleştirel bir tavır takınan ANT1 TV veya Sigma’ya kaymıştır. Son olarak
Lazaros Mavros’un Radio Proto’daki hareketli Sabah Radyo Programı
gittikçe büyüyen bir takipçi kitlesine sahiptir. Mavros’a Türkiye’nin
Kıbrıs siyasetinin cesur bir muhalifi olan yetenekli Brüksel muhabiri Dr.
Yiannos Charalambides yardımcı olmaktadır. Dolayısı ile Ankara’nın
Kıbrıs Cumhuriyeti’ni harika bir dönüş ile şaşırtmaması halinde Aralık
ayında veto kullanılması yönünde güçlü bir çağrının yapılması
muhtemeldir.
121
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Sivil Toplum
“Kıbrıs sorunu” ile ilgilenen aktörler dışında Kıbrıs sivil toplumunun
canlılığı büyük ölçüde AB üyelik sürecine bağlanabilir. “Annan planına”
destek vermeye odaklanan çok sayıda “barış grubu” ve “ikinci kulvar
diplomasisini” savunan STK’lar toplumlararası yakınlaşmanın
tohumlarını plan ortaya konmadan çok önce atmakta ve planın kabulü
yönündeki kampanyada da son derece aktif bir rol oynamaktaydılar.
“İdeolojik” ve mali açıdan UNDP ve Norveç’ten PRIO gibi yabancı
merkezlerden aldıkları yardımlar ve açık bir şekilde AB Büyük Elçiliği
ve İngiliz Yüksek Temsilciliği’nden “moral” destek alarak bu kesimler
2004’teki referandumda “Evet” diyen tarafın %24’e ulaşmasına katkıda
bulundular. Bugünlerde ise bu gruplar fazla seslerini yükseltmemekte ve
muhtemelen müzakerelerin sonucunda tüm Kıbrıslıların önüne konacak
sonucu beklemektedirler.
Eşzamanlı olarak çok sayıda vatandaş “Annan planını” eleştiren
oluşumlarda buluşmuş ve son tahlilde plana muhalefetin %80’in hemen
altında kalmasını sağlamıştır. Aralık 2004’teki popüler toplantıları “Veto
Siyasi bir Seçenektir” sloganı altında organize eden bu kişiler arasında
avukatlar, siyasetçiler, gazeteciler, gençlik önderleri ve akademisyenler
göze çarpmaktadır. Bunların önemli bir kısmı “Kıbrıs’ta bir Avrupa
Çözümünden Yana Komite”yi oluşturup bunun üzerinden diğer
faaliyetlerin yanı sıra “Annan planını” detaylı bir biçimde eleştiren ve
rasyonel
çözümler
öneren
“Uluslararası
Uzmanlar
Paneli”
13
oluşturmuşlardır. Bugün bu komitenin önde gelen simaları ile bunlara
katılan kişiler bir arada her türlü “Annancı” melez çözüme karşı çıkmak
üzere bir araya gelmişlerdir. Diğer aktivistler de “çift bölgeli, çift
toplumlu federasyon” çözümünün mantığını sorgulamakta ve bunun
13
Bkz. Costas Melakopides ve diğerleri (der.) The Cyprus Yearbook of International Relations
2006, (Kıbrıs Uluslararası İlişkiler Yıllığı, 2006) ss. 206-218.
122
Güney Kıbrıs
Kıbrıs
Helenizminin
duymaktadırlar.
“kaybı”
ile
sonuçlanmasından
endişe
Son olarak Kıbrıslı üç siyaset bilimci en can alıcı soruya yanıt
vermişlerdir (burada yalnızca uzunluk açısından düzenlemeden
geçirilerek verilecektir).(Kıbrıs Üniversitesi’nden) Dr. Maria Hatzipavlou
şöyle yazmaktadır: “Resmi olarak Lefkoşa [Türkiye’nin üyeliğini]
desteklemektedir; kişisel olarak da Türkiye’nin Avrupa kuralları ve
ilkelerine uyduğu farz edildiğinde bunun [diğer şeylerin yanında] 40.000
Türk askerinin adadan çekilmesine neden olacağını kabul ediyorum…
Türkiye’nin üyeliği ayrıca uzun yıllardır süren Kıbrıs sorununun çözüme
kavuşturulması ile Türkiye’nin kendi iç meselelerinden birçoğunun da
çözülmesine katkıda bulunacaktır… [Üyelik] aynı zamanda bölgesel
istikrara da neden olacaktır. Türkiye Yunanistan ve Kıbrıs’a komşu bir
ülke olup bunların ortak çıkarları mevcuttur… ve her üçünün de AB’de
yer alarak farklı düzeylerde işbirliği ve barışçı ilişkilere hız kazandırması
söz konusu olacaktır: siyasi, ticari, eğitsel ve kültürel. Bu bir birlikte
yaşama örneği de sunarak böylece Avrupa’nın farklılıkların birliği
geleneğinin bir sergilenişi olacaktır.”
(Kıbrıs Üniversitesi’nden) Profesör Dr. Kyriakos Demetriou ise şu
yanıtı vermiştir: “Türkiye’nin ortaya konmuş AB ilke, değer ve
kurallarına uyacağı varsayımı esasında Türkiye’nin gelecekte Birliğe üye
olmasından yanayım. Öte yandan Türkiye’nin askerlerini ve
yerleşimcilerini Aralık 2009 öncesinde adadan çekmeye başlamak gibi
kayda değer bir iyi niyet nişanesi sergilememesi halinde Lefkoşa’nın
Türkiye-AB müzakerelerinde her türlü yeni başlık açılışını reddetmesi
gerektiğine inanıyorum. Söylemeye gerek olmasa da Türkiye içeride de
AB değerleri ve normlarına uyma yönündeki iradesini göstermelidir.”
Son olarak (Lefkoşa Üniversitesi’nden) okutman Giorgos Kentas
şunları yazmıştır: “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılma yönünde
sergilediği irade yalnızca kendi ‘nevi şahsına münhasır’ koşullarına
123
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
uygun bazı özel şartlar esasında vücuda gelmekte olduğu
anlaşılmaktadır… Görünüşe göre Türkiye Avrupalılaşma yolunda kendi
koyduğu kurallara göre yol almak istemektedir… Bunlar kabul edildiği
takdirde AB’nin ilkeleri ve standartları ile uyuşması mümkün değildir.
Ankara Annan Planını destekleyerek Kıbrıs’taki tüm yükümlülüklerini
yerine getirdiğini düşünmektedir. Bu elbette ki AB açısından kabul
edilemez… Türkiye Aralık 2009’a kadar yükümlülüklerini yerine
getirmediği takdirde AB yeni bir karara varacaktır. Benim görüşüme göre
bu yeni karar müzakerelerin altı aylık bir dönem için (Haziran 2010’a
kadar) geçici olarak askıya alınması yönünde olmalıdır. Bu süreç
Türkiye’nin ilerlemesini yeniden izlemek ve ileriye yönelik olarak
atılacak adımları belirlemek için kullanılabilir.”
Sonuç
Son aylarda gittikçe artan sayıda Kıbrıslı hükümet, siyaset, diplomasi
ve sosyal boyutlarda daha sert bir tutum alınması çağrısı yapmaktadır.
Ankara’nın gittikçe artan kibri, KT’ler arasındaki gelişmeler, KT’lerin
Christofias’ın “cömert önerilerine” karşılık vermemesi ve Türk silahlı
kuvvetlerinin tehditleri Kıbrıs müzakerelerini çevreleyen atmosferi
kirletmiştir. Yine de Türkiye tarafından atılacak askerlerini ve onbinlerce
yasadışı yerleşimciyi çekmeye başlamak gibi her türlü rasyonel ve açık
görüşlü adım ile “karşı deklarasyon”dan kaynaklanan hukuki
yükümlülüklerin yerine getirilmesi toplumlararası iklimde bir dönüşümü
başlatabilir. KR, tıpkı Yunanlılar gibi Türkiye ile işbirliği ve dostluk
hedefiyle üç taraflı ilişkilerde yeni bir aşamaya başlamaya uzun süredir
heveslilerdir. Öte yandan Türkiye bu isteğe gereğince yanıt vermez ise
Kıbrıslı Rumların siyasi örgütlenmelerinden birçoğu medya ve sivil
toplum ile birlikte Christofias Hükümetini Aralık 2009’da “Türkiye’nin
karşısına çok sayıda (etkili) engel çıkarmaya” mecbur bırakabilir.
124
Çek Cumhuriyeti
Petr Kratochvíl, David Král, Dominika Dražilová*
Çek Cumhuriyeti
Öz
Bu makalede Çek Cumhuriyeti’nde Türkiye’nin AB üyeliğine ilişkin
politik ve sosyal söylemler irdelenmektedir. Çoğu siyasi parti katılıma
kerhen destek verdiklerini ifade etmekle birlikte üyelik konusu bu
partilerin dış politika gündemlerinde önemli bir yer tutmamaktadır. Konu
medya ya da akademik çevrelerde nadiren tartışılmaktadır. Çek
vatandaşlarının yüzde kırkından fazlasının genişlemeyi desteklemesine
rağmen Türkiye hakkındaki bilgisizlikleri ve umursamazlıkları toplumun
genelinde konuyla ilgili tartışmaların yokluğunu açıklayabilmektedir.
Giriş: Söylemin ve Sonuçlarının Dört Kısıtı
Türkiye’nin AB üyeliği hakkında Çek Cumhuriyeti’ndeki tartışmalar
dört açıdan kısıtlıdır. İlk olarak 2004 sonrasındaki dönemde Çek
Cumhuriyeti yalnızca AB üyeleriyle sınırı olan (ve deniz hududu da
olmayan) az sayıdaki AB üyesi devletten biri oldu. Bu coğrafi konum,
genişlemenin coğrafi açıdan uzakta gerçekleşen ve Çek vatandaşların
hayatları üzerinde doğrudan etkisi çok kısıtlı olacak bir gelişme olarak
gösterilmesi nedeniyle, Çek Cumhuriyeti’nde daha fazla genişlemeye
ilişkin tartışmalar üzerinde de önemli bir etkiye sahiptir. Bu durum (Çek
Cumhuriyeti’ne Türkiye’den daha yakın olmakla birlikte) Doğu Avrupa
ve Balkanlara yönelik Çek tutumuna da aynı derecede etki etmektedir.
*
Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu
yansıtmamaktadır.
125
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
İkincil olarak, Türkiye de dâhil olmak üzere aday üyelere coğrafi
uzaklık Çek Cumhuriyeti’nin geçmişinde de Türkiye ile ilgili olayların az
yer tutması ile de perçinlenmektedir. Her ne kadar Çek toprakları
Osmanlıların Orta Avrupa’ya doğru genişlediği dönemde Avusturya
İmparatorluğu’nun parçası olsa da bugünkü Çek Cumhuriyeti’nin
toprakları hiçbir zaman Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası
olmamıştır. Dolayısıyla Macaristan veya Avusturya, hatta daha da
ötesinde Balkanlar’da görülen Türkiye örneğine etki eden klişeler ve
önyargıların varlığından Çek Cumhuriyeti’nde söz edilememektedir.
Üçüncü olarak tarihe dayanan bağlantıların bulunmamasının yanı sıra
Türkiye’den gelmiş göçmenlerin de bulunmaması Çek Cumhuriyeti’ni
bölgedeki önemli ölçüde Türk azınlık barındıran ülkelerden (Almanya,
Avusturya vs.) ayırmaktadır.1 Buna ek olarak Türkiye’nin AB üyeliğine
karşı çıkanların sıklıkla başvurduğu bir araç olan Türk azınlığın
Müslümanlarla yaygın (ve muhtemelen hatalı) özdeşleştirilmesinin Çek
Cumhuriyeti’nde geçerliliği bu ülkede yaşayan Müslümanların sayısının
göz ardı edilebilir düzeyde olması nedeniyle de oldukça kısıtlıdır.
Dördüncü olarak Türkiye hakkındaki tartışmaların genellikle daha
büyük ölçekli bir genişleme tartışmasının bir parçası olarak
addedilmesinden bahsedilebilir. Yine de bu tartışma sıradan Çeklerin
aklında daha büyük bir yeri olan Ukrayna veya Sırbistan gibi ülkelerle
özdeşleştirilmektedir. Bunun nedeni olarak ortak (Komünist) geçmiş,
coğrafi yakınlık veya Hırvatistan örneğinde görüldüğü gibi bu ülkeleri
ziyaret eden Çek turistlerin sayısı gibi bir dizi etken gösterilebilir. Çekler
Hırvatistan’ın üyeliğine büyük destek verdikleri için genellikle Doğu
Avrupa’da daha fazla genişlemenin de taraftarları arasında sayılırlar ve
1
Türkler Çek Cumhuriyeti’nde yaşayan en kalabalık onsekiz etnik grup listesinde dahi yer
almamaktadır. Bakınız: Çek İstatistik Bürosu verileri
http://www.czso.cz/csu/2003edicniplan.nsf/p/4114-03.
126
Çek Cumhuriyeti
Türkiye’nin katılımı ile ilgili muhtemel olumsuz tavırlar daha fazla
genişlemenin gördüğü genel kabulün gerisinde kalmaktadır.
Bu durumun Türkiye’nin Birliğe katılımı konusunda Çek
Cumhuriyeti’ndeki tartışmalar üzerinde iki önemli etkisi olmaktadır.
Bunlardan birincisi tartışmaların nüfusun geneline yayılmaması
nedeniyle sadece siyasetin üst kademelerinde kalan ve nadiren de
akademi çevrelerine taşan bir seyir izlemesidir. Bunun bir sonucu olarak
da AB-Türkiye ilişkilerine ilişkin hususların tutarlı ve detaylı bir
incelemesine medya veya sivil toplumda rastlanmamaktadır. İkinci etki
ise tartışmada kullanılan savların özgünlüğü ile ilgilidir. Yukarıda da
bahsi geçtiği üzere konu ile ilgili derinlikli bir sosyal tartışmanın izine
rastlanmayan bir ortamda seslendirilen savlar da dış kaynaklara bağlı
kalmaktadır.
Bu durum Çek Cumhuriyeti’nde Türkiye’nin üyeliğine karşı yürütülen
ve görünürlüğü olan tek kampanyanın analiziyle de gösterilebilir. 2005
yazında başlatılan kampanya yerel düzeyde organize edilen bir oluşum
olmayıp Avrupa’nın Sesi adı verilen uluslararası bir inisiyatifin parçası
idi ve amacı da genel olarak Türkiye’nin Birliğe katılımına ve özellikle
de Türkiye ile katılım müzakerelerinin başlatılmasına karşı çıkanlardan
imza toplamak idi.2 AB’de Türkiye’ye karşı en sesli muhalefeti yapan
kişilerden ve Avrupa Parlamentosu’nun bir üyesi olan Josef Zeleniec
(EPP) bu inisiyatife verdiği desteği hemen dile getirmişti.3
Türkiye’nin katılımına kerhen verilen destek kamuoyu yoklamalarının
sonuçlarında da görülmektedir. Çek Cumhuriyeti vatandaşları arasında
2
Kampaň proti vstupu Turecka do Evropské unie [online]. Econnect, 23 Ağustos 2005,
www:zpravodajstvi.ecn.cz/index.stm?x=481540 adresinden ulaşılabilir.
3
Voice for Europe v Bruselu proti vstupu Turecka do EU [online], 2005,
www.zieleniec.eu/index.php?dok=00830000000299,det adresinden erişilmiştir. İnisiyatifin
faaliyetleri sona ermiştir (orijinal web sitesi olan http://www.eu-turkey.info/ artık faaliyette
değildir).
127
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Türkiye’ye muhalif olanların oranı büyük ölçüde sabit bir düzeyde
seyretmektedir: 2005 baharındaki Avrobarometre anketinde %51’den üç
yıl sonrasında %49’a inmiştir.4 Avrobarometre’ye göre AB’de Türkiye
yanlısı olanların oranı şu anki %43 oranına yavaş bir artışla ulaşmıştır.5
Her ne kadar anketler sorunun anket yapılan kişiler için ne kadar önemli
olduğunu ya da bu kişilerin konu ile ilgili bilgi düzeylerini irdelemese de
soruyla ilgili hiçbir görüşü olmayanların oranının %12’den 8’e düşmesi
anlamlıdır.6
Siyasi Partiler
Çek Cumhuriyeti’nin siyasi arenasında Türkiye’nin üyeliği konusuna
Çek Cumhuriyeti’nin AB Dönem Başkanlığı bağlamında bazen
değinilmektedir: vergilendirme başlığı altında müzakerelerin Haziran
2009’da açılması örneğinde olduğu gibi. Nisan 2009’da iç politikada
görülen beklenmeyen karışıklıklar ve geçici bir hükümetin kurulması
nedeniyle burada analizi hükümet ve muhalefetin görüşleri üzerinden
yürütülen bir tartışma şeklinde sınıflandırmak mümkün değildir. Bu
nedenle her bir siyasi parti ve aktörün pozisyonu üzerine
odaklanılacaktır.
Demokratik Yurttaşlık Partisi (ODS) muhtemelen parlamentodaki
siyasi partiler arasında Türkiye’nin Birliğe katılımına en olumlu yaklaşan
partidir. Partinin Türkiye ile ilgili söylemleri şu şekilde özetlenebilir.
Öncelikle Avrupa bütünleşmesinin daha da ileri bir aşamaya gelmesine
genel olarak karşı çıkan bir parti olarak ODS Türkiye’nin üyeliğini bu
4
Avrobarometre 63,4, 2005, www.ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/
eb63/eb63_nat_cz.pdf adresinden erişilebilir; Avrobarometre 69, Mart-Mayıs 2008
www.ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb69/eb69_part3_en.pdf adresinden erişilebilir.
5
a.g.e.
6
Mayıs 2009 sonunda yerel bir kamuoyu araştırması kuruluşunca gerçekleştirilen ve “görüşüm
yok” yanıtına izin verilmeyen ulusal bir ankette sonuçlar Türkiye’nin Birliğe katılımına daha
büyük bir çoğunluğun (yüzde 62) karşı olduğunu gösteren biraz daha farklı bir şekilde tezahür
etmiştir. Bkz, http://img1.ct24.cz/multimedia/documents/9/900/89917.doc.
128
Çek Cumhuriyeti
süreci yavaşlatacak bir araç olarak görmektedir. İkincisi, ODS katılım
müzakerelerinin her iki tarafta da reform gerektirdiğini ifade ederek,
dolayısıyla bu süreçte AB bünyesinde Demokratik Yurttaşların talep
ettiği tarım ve bölgesel politika reformlarının da gerçekleştirilmesine
atıfta bulunmaktadır. Üçüncüsü, ODS AB’nin bir Hıristiyan kulübü
olarak görülmesine karşı çıkmakta ve AB’nin Müslüman dünya ile de
daha derin ilişkiler içine girmesini önermektedir. Bu bağlamda
Türkiye’nin Birliğe katılımı Müslüman ülkelerle daha iyi ilişkiler
yönünde bir ilk adım olarak görülebilir.7 Son olarak, Demokratik
Yurttaşlık Partisi’nin Atlantik ittifakından yana olan kuvvetli vurgusu
nedeniyle Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılımına hem geçmiş ABD
Başkanı George W. Bush, hem de mevcut ABD Başkanı Barack Obama
tarafından verilen destek Türkiye ile ilgili siyasetin şekillendirilmesinde
önemli bir rol oynayabilir. Yine de ODS Türkiye’nin reform sürecinde
devamlılığın ve Kopenhag kriterlerine sıkı bir şekilde bağlılığın altını
çizmektedir.
Bu tartışmaların en aktif katılımcıları arasında parti üyelerinden Jan
Zahradil, Mirek Topolánek ve Miroslav Ouzký sayılabilir.8 Bilhassa Jan
Zahradil Türkiye’nin üyeliğini destekleyen çabalarıyla tanınmaktadır.
İmtiyazlı ortaklık kavramına şiddetli bir biçimde karşı çıkan Zahradil
Çek Cumhuriyeti’nin, bir Türk azınlık barındırmaması ve geçmişte
Türkiye ile çatışmalar yaşamamış olması nedeniyle Türkiye’nin Avrupa
yolunda bir arabulucu rolü oynayabileceğini düşünmektedir.9 2008
yılında Ankara’ya resmi ziyaretinde Mirek Topolánek Çek Cumhuriyeti
ile Türkiye arasındaki ilişkilerin ortalamanın üzerinde dostane bir
7
D. Král, Česká debata o perspektivách členství Turecka a Ukrajiny v EU, EUROPEUM, 2006,
www.europeum.org/doc/pdf/858.pdf adresinden erişilebilir.
8
ODS’nin başkanı Mirek Topolánek Ağustos 2006, Mayıs 2009 arasında Başbakan olarak görev
yapmıştır. Jan Zahradil ve Miroslav Ouzký Avrupa Parlamentosu üyeleridir.
9
Česká republika podporuje vstup Turecka do Evropské unie, CT24, 15 Kasım 2007
www.ct24.cz/o-cem-se-mluvi/4355-ceska-republika-podporuje-vstup-turecka-do-evropske-unie/
adresinden erişilebilir.
129
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
düzeyde seyrettiğini ifade etmiş ve Çek Cumhuriyeti’nin Türkiye’nin tam
üyeliğini desteklediğini ve Çek Dönem Başkanlığı’nda müktesebatın yeni
başlıklarının açılacağını belirtmiştir.10
Siyasi yelpazenin diğer ucunda ise, Hıristiyan ve Demokratik BirlikÇekoslovak Halk Partisi (KDU-ČSL) Türkiye’nin üyeliğine en eleştirel
tavırla yaklaşan parti olarak göze çarpmaktadır. Ancak bu partinin
üyeliğe karşı tavrı tamamen karşı olmaktan ziyade çekinceli olarak
tanımlanabilir. KDU-ČSL’nin duruşu AB’deki diğer Hıristiyan ve
Demokratik partilerin, özellikle de Almanya’dan CDU/CSU’nun
görüşlerinden esinlenmektedir. KDU-ČSL Türkiye’nin Avrupa için
önemini kabul etmekle birlikte AB’nin esas tabiatı ile tutarlı görmedikleri
Türkiye’nin tam üyeliği yerine başka işbirliği formlarından yana olan
tercihini dillendirmektedir. Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığı ile ilgili
tartışmalarda çeşitli argümanlar öne sürülmektedir. Bunlardan ilki
Türkiye’nin kültürel ve sosyal bağlamda “Avrupalı” olarak
görülmediğidir. İkinci bir argümana göre ise Müslüman bir ülkenin
üyeliği Birliğin Hıristiyan değerleri üzerine kurulu bir topluluk
kimliğinde bir değişime yol açacaktır. Üçüncüsü, Türkiye hâla daha
Kopenhag kriterlerini yerine getirmemiş olup insan haklarının korunması
açısından da eleştirilmektedir. Son olarak AB içindeki hassas dengelerin
başka bir büyük üye ülkenin varlığından zarar görebileceği ifade
edilmektedir.11
Öte yandan 2005’te partinin önde gelen üyelerinden Cyril Svoboda12
Josef Zieleniec’in13 eleştirel bir makalesine14 yanıtında üyelik
10
Premiér M. Topolánek v turecké Ankaře podpořil vstup Turecka do Evropské unie, Vláda ČR, 8
Ekim 2008, www.vlada.cz/scripts/detail.php?id=43090 adresinden erişilebilir.
11
Král, 2006.
12
Cyril Svoboda KDU-ČSL’nin genel başkanı olup daha önceden Bölgesel Kalkınma ve Dışişleri
Bakanlıkları yapmıştır..
13
Önceki dönemlerde Avrupa Parlamentosu üyesi idi.
14
1 Eylül 2005’te Právo’da yayımlanmıştır.
130
Çek Cumhuriyeti
müzakerelerinin sonuçları önceden belli olmayan ucu açık bir süreç
olduğu ve Türkiye’nin tam üyeliği ile sonuçlanmasının şart olmadığını
belirtmiştir.15 Bu tartışmalarda sesi duyulan diğer Hıristiyan Demokrat
siyasetçiler de Avrupa Parlamentosu milletvekillerinden Jan Březina ve
Zuzana Roithová’dır (her ikisi de EPP’den).16 İki milletvekili de üyelik
müzakerelerinin başlatılmasına muhalefet etmişlerdir.
Yeşil
Parti
(SZ)
Türkiye’nin
AB’ye
entegrasyonunu
17
ancak genele bakıldığında partinin Türkiye’nin
desteklemektedir
üyeliği konusundaki tartışmalara katılımı oldukça kısıtlıdır. Yine de Yeşil
Parti sözcüsü ve geçmiş Dışişleri Bakanlarından Karel Schwarzenberg bu
konuda çok sayıda açıklama yapmıştır. Schwarzenberg Türkiye’nin
Avrupalı olmayan kimliğini bir sorun olarak algılamamaktadır.
Schwarzenberg’e göre Türkiye Bizans’a dayanan geçmişi nedeniyle
Avrupa ile çok fazla ortak paydaya sahiptir.18 2009 Ocak ayında
Schwarzenberg Türkiye’nin üyeliğine verdiği desteği yinelemiş ve
stratejik öneminin altını çizmiştir.19 Biraz daha dikkatli bir yaklaşımla
Schwarzenberg Nisan 2009’da Türkiye’deki reformların yeni bir itici
güce ihtiyaç duyduğunu ifade etmiş ve Türkiye’den gelen temsilcilerden
reform siyasetini sürdürmelerini istemiştir.20
Çek siyasi parti sistemindeki iki önemli unsurdan biri olan Çek Sosyal
Demokrat Partisi (ČSSD) (ki diğeri ODS’dir) de Türkiye’nin üyeliğine
15
EU potřebuje impuls v podobě Turecka, 10 Eylül 2005, www.cyrilsvoboda.cz
/index.php?option=com_content&task=view&id=63&Itemid=49 adresinden erişilebilir.
16
KDU-ČSL’nin önceki başkanı Miroslav Kalousek Mayıs 2009’a kadar Maliye Bakanı
görevinde bulunmuştur. Roman Línek KDU-ČSL’nin önceki başkan yardımcılarındandır. Jan
Březina ve Zuzana Roithová Avrupa Parlamentosu Milletvekilleridir.
17
A. Berdych ve V. Nekvapil, Česká zahraniční politika a volby 2006, AMO, 2006, s. 30.
18
Turecký advokát 26 Kasım 2007, www.zeleni.cz/7054/clanek/turecky-advokat/ adresinden
erişilebilir.
19
Schwarzenberg: Turecko musí kvůli přiblížení k EU urychlit reformy, 22 Nisan 2009
www.rozhlas.cz/evropskaunie/zpravodajstvi/_zprava/573559 adresinden erişilebilir.
20
Klaus: Podporuji vstup Turecka do EU, 30 Nisan 2009, Euroscop.
www.euroskop.cz/38/11824/clanek/klaus-podporuji-vstup-turecka-do-eu/ adresinden erişilebilir.
131
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
destek vermektedir. Bu destek kısmen Avrupa’daki Sosyal Demokrat
partilerin benimsediği ve Avrupa’da istikrar ve refah ihtiyacı ile
Türkiye’nin demokratik karakterinin pekiştirilmesi gereğinin altını çizen
strateji ile açıklanabilir. Öte yandan Sosyal Demokratlar geniş ve büyük
ölçüde tarıma dayalı bir ülkenin üyeliğinin bütünleşme sürecini
yavaşlatabileceği ve AB’deki kurumsal dengeleri önemli ölçüde
değiştirebileceği gerçeğini bir sorun olarak görmektedirler.21
Çek Sosyal Demokrat Partisi’nden Türkiye’nin üyeliği konusunda
görüşlerini dile getiren ilk siyasetçilerden biri 2003 yılında Çek
Cumhuriyeti’nin Türkiye’nin üyelik arzusuyla hemfikir olduğunu iddia
eden Vladimír Špidla idi. Daha sonraki dönemde Špidla üyelik
müzakerelerinin başlatılmaması noktasında Türkiye’nin muhtemel
“doğuya kayışı” konusunda endişelerini dile getirmiştir. Türkiye’nin
üyeliğine olumlu yaklaşımlar Stanislav Gross ve Jiří Paroubek22 gibi
önde gelen diğer Sosyal Demokratlarca da paylaşılmaktadır.
Bohemya ve Moravya Komünist Partisi (KSČM) Türkiye’nin AB
üyeliği konusundaki tartışmalara pek sık katılmamaktadır. Yine de
KSČM’nin Avrupa Parlamentosu’ndaki tüm temsilcilerinin müzakere
sürecinin başlatılmasına destek vermiş olmaları da partinin bu konuyla
ilgili olumlu bir bakış açısı olduğunun işaretini vermektedir.23
Türkiye’nin üyeliği hakkındaki tartışmalara etki edebilecek diğer
önemli siyasi aktörler arasında üyeliğe destek veren Cumhurbaşkanı
Václav Klaus da sayılabilir. Nisan 2009’da Türkiye Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül ile görüşmesinin ardından Klaus bu görüşünü yinelemiştir.
Avrupa bütünleşmesi hakkında şiddetli kuşkuları olan bir kişi olarak
21
Král, 2006.
Ibid.
23
Ibid.
22
132
Çek Cumhuriyeti
Klaus başlıkların açılma ve kapatılmasını Türkiye’nin gerçekte yaptıkları
ile ilgisi olmayan bir “bürokratlar oyunu” olarak görmektedir.24
Sivil toplum ve araştırma kuruluşları
Sivil toplum ve araştırma kuruluşlarına bakıldığında yalnızca birkaç
düşünce kuruluşunun bu konuya eğildiği görülebilir. Bunlar arasında
Türkiye’nin üyeliğini bir ölçüde destekleyenlerin en önde geleni
Türkiye’nin AB üyeliğinin getirecekleri ve götürecekleri üzerine
makaleler yazan25 üyeleri bulunan Europeum’dur.26 Bunun yanında
Europeum ülkede Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki tartışmalar
konusunda kapsamlı bir rapor hazırlamış tek düşüncü kuruluşudur.27 Her
ne kadar rapor 2006’da yayımlanmış olsa da çoğu kısmı halen
güncelliğini muhafaza etmektedir. Ayrıca Europeum bir Türk yazarın,
Seda Domaniç’in,28 bir makalesini Çek dilinde yayımlamış muhtemelen
tek düşünce kuruluşudur. Bu makalede asıl sorunun her iki tarafta da (AB
ve Türkiye) Türkiye’nin üyeliğinden asıl faydayı karşı tarafın
sağlayacağı görüşünün hâkim olduğu, bunun delili olarak da 2006’da
Türklerin yalnızca üçte biri ile AB vatandaşlarının sadece beşte birinin
Türkiye’nin AB üyeliğinin her iki taraf için de faydalı olacağını
düşünmelerinin gösterilebileceği şeklinde özgün bir sav öne sürülmüştür.
Diğer düşünce kuruluşları ve araştırma kurumlarına ilişkin olarak da
Türkiye konusuna bir ölçüde ilginin ülke ve bölge üzerine çalışan
24
Klaus: Podporuji vstup Turecka do EU.
Bkz. Örneğin Lukáš Pachta tarafından yazılan makale http://www.integrace.cz
/integrace/koment_zobraz.asp?id=43.
26
Kurumun tam adı şöyledir: Europeum, the Institute of European Policy,
http://www.europeum.org/index.php?lang=en.
27
D. Král, Česká debata o perspektivách členství Turecka a Ukrajiny v EU, EUROPEUM, 2006,
www.europeum.org/doc/pdf/858.pdf adresinden erişilebilir.
28
S. Domaniç, Vstup Turecka do Evropské unie: Výhodný pro obě strany? Možný pro obě strany?
EUROPEUM, 2006, www.europeum.org/doc/pdf/ 864.pdf adresinden erişilebilir.
25
133
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
analistlerin bulunduğu Uluslararası İlişkiler Derneği29 ve Uluslararası
İlişkiler Enstitüsü’nde30 gösterildiği söylenebilir.
Ülkede uluslararası ilişkiler konusunda yayımlanan dergilerden en çok
okunanı Mezinárodní politika (Uluslararası Siyaset) Eylül 2007’de
“Türkiye Yol Ayrımında” konulu özel bir sayı çıkarmıştır. Sayıda sadece
AB-Türkiye ilişkilerine odaklanılmamakla birlikte bu sorunsala atıfların
sayının tümünde bulunduğunu söylemek mümkündür. Bilhassa
Türkiye’nin AB’ye girişi konusunda biri Çek gazeteci Zbyněk Petráček
tarafından kaleme alınmış ve üyeliğe olumlu bakan, diğeri de
muhafazakâr düşün adamı olan Alexandr Tomský tarafından yazılmış
daha eleştirel yaklaşımlı iki polemiksel makale yayımlanmıştır.31 Konu
ile ilgili bir makale de Pilsen’deki Çek-Slovak Siyaset Bilimi Öğrencileri
Birliği’nin siyaset bilimi dergisi olan E-Polis’de yayımlanmıştır.32
Sivil topluma bakıldığında da Türkiye ile ilgili beyin fırtınalarına
nadiren rastlanır. Bu durumun bir istisnası “Avrupa Değerleri”
STK’sıdır. Daha derin bir bütünleşmeden yana olmakla birlikte bu STK
Türkiye’nin Birliğe girişine karşı çıkmakta ve tam üyelik yerine bir tür
özel ortaklığın savunuculuğunu yapmaktadır. Bu kuruluş aynı zamanda
yukarıda anılan ve Türkiye ile AB üyelik müzakerelerinin başlatılmasına
karşı çıkan kampanyaya da katılmıştır.
Medya
Basılı medyada yalnızca ülkenin dört ciddi gazetesi (Mladá fronta
Dnes, Právo, Hospodářské noviny ve Lidové noviny) konuya sürekli
29
http://www.amo.cz/vyzkum/analytici.htm.
www.iir.cz.
31
Z. Petráček, Turecko na evropské cestě, Mezinárodní politika, 9/2007, 20-21.
www.iir.cz/upload/MP/MPArchive/2007/MP092007.cel%E9.pdf adresinden erişilebilir; A.
Tomský, Turecko do Evropy nepatří, Mezinárodní politika, 9/2007, 20-21.
www.iir.cz/upload/MP/MPArchive/2007/MP092007.cel%E9.pdf adresinden erişilebilir.
32
S. Marešová, Cesta Turecka do EU-problematika vstupu, E-polis.cz, 6. červen 2008. www.epolis.cz/evropska-unie/280-cesta-turecka-do-eu-problematika-vstupu.html adresinden erişilebilir.
30
134
Çek Cumhuriyeti
olarak yer vermektedir. Dördü de Türkiye ve AB konusundaki haberlere
odaklanmaktadır ve bu gazetelerde analitik rapor veya yorumlara pek sık
rastlanmamaktadır. Bahsi geçen haberlerden hiçbiri Çek Cumhuriyeti’nin
iç meseleleri ile bağlantılı değildir. Çek siyasetçilerin (yukarıda
değinilen) görüşlerine ayrılan yer bir kenara bırakılırsa, Çek medyasında
Çek Cumhuriyeti ile Türkiye’nin üyeliği konusunda sürekli ele alınan iki
bağlantıdan bahsetmek mümkündür: (1) AB çapında gerçekleştirilen ve
Çek nüfusunun da görüşlerini içeren Türkiye’nin üyeliği konusundaki en
son kamuoyu yoklamaları ile (2) nispeten yakın zamanlarda Çek
Cumhuriyeti’nin AB Dönem Başkanlığı’nın AB-Türkiye ilişkilerini
geliştirmekte oynayabileceği rol.
AB-Türkiye ilişkileri ile ilintili makaleler genellikle üç geniş
kategoriden birinde sınıflandırılabilir.33 Bunlardan ilki üyelik
müzakerelerinin gelişimi, açılan ya da bloke edilen başlıklar, Avrupa
Komisyonu’nun hazırladığı değerlendirme raporları veya özellikle insan
hakları ve azınlıkların korunması gibi bazı hususlarda Türkiye’ye
yöneltilen eleştiriler gibi konularla ilgili haberlerdir. Ancak bu makaleler
çoğu zaman bir görüş ifade etmekten kaçınıp sadece olayları
belirtmektedirler.
İkinci kategoride ülkelerin AB’nin bütünü ile ilişkilerini etkileyen özel
ikili ilişkileri anlatan makaleler bulunmaktadır. Örneğin Amerika
Birleşik Devletleri’nin Türkiye’nin Batı’nın NATO kapsamında güvenilir
bir müttefiki olduğu için AB’ye kabul edilmesi yönündeki ısrarına büyük
yer verilmiştir.34 Bu makaleleri tamamlayıcı bir unsur olarak diğer
ülkelerin, özellikle de Fransa’nın, Türkiye’nin üyeliği konusundaki
33
Aynı kategori ve konu başlıkları aynı zamanda belli başlı radyo istasyonları ile televizyon
kanallarında da mevcuttur. Ancak özellikle Çek Radyosunda Çek siyasetçilerin (bilhassa da
Başbakan ve Dışişleri Bakanı mevcut ve geçmiş Cumhurbaşkanlarının) görüşlerine daha fazla
zaman ayrılmaktadır.
34
Stín summitu: turecké členství v EU, 5 Nisan 2009, Lidovky.cz. www.lidovky.cz/stin-summituturecke-clenstvi-v-eu-due-/ln_eu.asp?c=090405_ 170326 _ln_eu_ter adresinden erişilebilir.
135
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
şüpheci yaklaşımı da dillendirilmektedir. İlginç olan husus Amerika
Birleşik Devletleri ve Fransa’dan Türkiye’nin AB isteğine dair
basitleştirilmiş bir ikili tahayyülde iki zıt görüşü temsil eden örnekler
olarak bahsedilirken Çek Cumhuriyeti’ne daha çok orta yolu temsil eden
bir konum atfedilmesidir. Ayrıca Fransa’nın, özellikle de Cumhurbaşkanı
Sarkozy’nin açık tutumu bazen fazlasıyla eleştirel görülmekte, ve
dolayısıyla Fransa’nın Avrupa Komisyonu ile nasıl zıtlaştığını ya da
İsveç AB Dönem Başkanlığı’nı Türkiye’ye karşı çok olumlu bir tavır
takındığı
için
nasıl
“cezalandırdığını”
anlatan
makalelere
35
rastlanmaktadır. Bu tür makalelerin bir diğer örneği de TürkiyeYunanistan veya Türkiye-Kıbrıs ilişkilerine yer veren makalelerdir. Bazı
makalelerde bu ilişkilerin tarihçesi anlatılırken bazıları ise Türkiye’nin
bu ilişkileri nasıl AB üyeliği sürecinden ayrı tutmaya çalıştığını analiz
etmektedir.36
Üçüncü bir kategori ise belirli bazı konuları ele almaktadır: Bunun bir
örneği Türkiye’nin AB’nin enerji güvenliğinin korunmasında oynadığı
rol (Nabucco boru hattı)37; bir diğeri Türkiye’nin vize işlemlerinin
kolaylaştırılmasına, hatta vizenin kaldırılmasına verdiği önem38; bir
başkası ise Türkiye’nin büyük Ortadoğu’daki jeostratejik konumu ve
bunun AB’ye etkileridir.
Sonuç
35
Sarkozy zdůraznil: Turecko v EU nechci, 24 Mayıs 2007, iHned.cz,
www.zahranicni.ihned.cz/c4-10149910-21228220-003000_d-sarkozy-zduraznil-turecko-v-eunechci adresinden erişilebilir.
36
EU „potrestala“ Turecko za jeho postoj vůči Kypru, 29 Haziran 2006, iHned.cz,
www.zahranicni.ihned.cz/c1-18798680-eu-potrestala-turecko-za-jeho-postoj-vuci-kypru
adresinden erişilebilir.
37
Bkz. Turecko kývlo na plynovod Nabucco, Evropa sníží závislost na Rusku 8 Mayıs 2009,
idnes.cz, www.ekonomika.idnes.cz/turecko-kyvlo-na-plynovod-nabucco-evropa-snizi-zavislostna-rusku-1fn-/eko-zahranicni.asp?c=A090508_ 132551_eko-zahranicni_fih adresinden
erişilebilir.
38
Cf. „Ale hlavně zrušte ta víza“, 10 Aralık 2008, www.lidovky.cz/ale-hlavne-zruste-ta-viza-0h6/ln_noviny.asp?c=A081210_000044_ln_noviny_sko&klic= 228990&mes=081210_0 adresinden
erişilebilir.
136
Çek Cumhuriyeti
Buradaki analizden varılabilecek genel izlenim Çek Cumhuriyeti’nde
Türkiye’ye ilişkin bakışın hafif bir iyimserliğe imkân olduğudur. Yine de
bu iyimserliğe darbe vurabilecek bazı etkenlerden bahsetmek gerekir.
Önde gelen siyasi partilerce Türkiye’nin üyeliğine verilen destek ne
ölçüde güçlü olursa olsun bu partilerin aslında Türkiye’nin kendisiyle
ilgilenmeyip kendi gizli maksatları nedeniyle bu konuda bir tavır
takındıklarını ifade etmek gerekir. İlk olarak, Demokrat Yurttaşlar gibi
siyasi partiler süregiden genişleme sürecini daha derin bir siyasi
bütünleşmesini
engelleyebilecek
en
güvenilir
etken
olarak
görmektedirler. İkincisi, Çek siyasi partileri bu konularda derinlemesine
görüşlere sahip olmayıp genellikle AB’deki kardeş partilerinin
söylemlerini benimsemektedirler. Üçüncüsü, Türkiye’nin üyeliğinin
maliyeti ortaya çıktıkça (örneğin Çek Cumhuriyeti’nin AB fonlarının
alıcısı konumundan çıkıp finansmanını sağlar konuma gelmesi halinde)
hem toplumda hem de partilerde bu konu ile ilgili direnç artabilir.
Belirsiz siyasi tablo ile Türkiye’nin Çek dış politikasında önemli bir yer
teşkil etmemesi nedeniyle bu tablo her an büyük ölçüde değişebilir.
137
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Adam Szymański*
Polonya
Öz
Türkiye’nin AB üyeliği Polonya’da kamuoyundaki tartışmalar arasında
üst sırada yer almamaktadır. Öte yandan bu konudaki tartışmalara
katılan belli başlı tarafların genel tutumlarını kaba hatlarıyla çizmek
mümkündür. Bu çalışmada Polonya hükümetinin ve Cumhurbaşkanı’nın,
siyasi partilerin, toplumun ve medyanın 2006-2009 dönemindeki
tutumları ile bu tutumlarının altında yatan nedenlere yer verilecektir.
Polonya’nın AB’nin genişleme sürecinin tümüne verilen desteğin bir
sonucu olarak Türkiye’nin üyeliğinden yana duruşuna rağmen hem
elitler hem de toplum Türkiye’nin AB üyeliği konusunda bölünmüş
durumdadır. Dahası, bu konudaki tutumların çok oturmuş olduğu
söylenemez ve tek bir gelişme dahi bu tutumlar üzerinde etkili
olabilmektedir.
Polonya’nın tavrını belirleyen genel etkenler
AB’nin 2006 yılında formüle edilen yeni genişleme stratejisi1
Polonya’nın AB’nin genişlemesi konusundaki siyasetinin Türkiye’nin
üyeliği konusunda belirleyici rol oynayan ilkelerini değiştirmemiştir.
*
Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu
yansıtmamaktadır.
1
“Communication from the Commission to the European Parliament and the Council. EU
Enlargement Strategy and Main Challenges 2006-2007 (Including Annexed Special Report on the
EU’s Capacity to Integrate New Members)” (Komisyon’dan Avrupa Parlamentosu ve Konseye
Bildirim. AB’nin Genişleme Stratejisi ve Belli Başlı Sorunlar 2006-2007 (AB’nin Yeni Üyeleri
Entegre Edebilme Kapasitesi Üzerine Özel Rapor Eki ile)), Brüksel, 8 Kasım 2006, Com (2006)
649, www.ec.europa.eu/enlargement/pdf/key_documents/2006/Nov/com
_649_strategy_paper_en.pdf
138
Polonya
2006 öncesinde olduğu gibi Polonya yeni stratejinin oluşturulması
sürecinde de süreçte devamlılık ve “açık kapı” siyasetin sürdürülmesini
desteklemiştir. Dışişleri Bakanı Stefan Meller Ocak 2006’da “AB’nin
genişlemesinden vazgeçilemez ve tüm adaylar kabulümüzdür (…)”
demiştir.2
Ancak Polonya makamları farklı ülkelerin Avrupa Birliği üyeliklerini
farklı ölçülerde desteklemektedirler. AB’nin doğu yönünde genişlemesi
önceliklidir ve bu bağlamdaki stratejik hedef Ukrayna’nın AB
üyeliğidir.3 Resmen adaylık statüsü verilmiş ülkeler ile potansiyel aday
ülkelerin (Türkiye ve Batı Balkan ülkeleri) üyeliği de Polonya’nın siyasi
elitlerince desteklenmektedir. Bu tutum Avrupa’nın altında yatan temel
fikrin açıklık olduğu algısından kaynaklanmakla birlikte Ukrayna’nın
adaylığı da bu bağlamda etkili (ve öncelikli) bir rol oynamaktadır.
Dolayısıyla Polonya’nın doğu komşusunun üyeliği konusundaki tutumu
AB genişleme sürecinin geneline olumlu bakışını büyük ölçüde
belirleyen bir etkendir.
Güneydoğu Avrupa’da aday ülkelerin birliğe kabul edilmesi Polonya
için Ukrayna’nın kabul edilmesine göre ikinci planda kalmaktadır ve bu
da Polonya’nın dış politikasının doğu ve güney eksenleri arasındaki
eşitsizlikten kaynaklanan bir yaklaşımdır. Polonyalı siyasi elitler
Güneydoğu Avrupa ülkelerinin AB üyeliğinin Polonya’ya doğrudan bir
getirisi olacağını düşünmemektedirler. Bu elitlere göre konu Türkiye
olunca da muhtemel AB üyeliği en azından ülkenin kendisi gibi uzaktadır
ve bu durum Polonya’da yaşayan Türklerin sayısının çok küçük oluşu
(bu ülkedeki Türk diasporası ancak birkaç yüz kişiden oluşmaktadır) ve
iki ülke toplumları arasındaki ilişkilerin pek yakın olmayışı nedeniyle de
2
“Rußland hat keine Orientierung. Gespräch mit Außenminister Meller”, Die Welt, 7 Ocak 2006,
www.welt.de/print-welt/article189286/Russland_hat_keine_ Orientierung.html
3
Anna Fotyga, “Europejska perspektywa Turcji i Ukrainy” (Türkiye ve Ukrayna’nın Avrupa’daki
geleceği), Devlet İşleri Enstitüsü’ndeki konferansta yapılan konuşma, 2 Aralık 2005.
139
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
pekişmektedir. İki ülke arasındaki iktisadi ilişkiler son yıllarda gelişme
göstermekle birlikte (2008’deki ticaret hacmi yaklaşık 4,3 milyar
dolardır4) Türkiye Polonya için öncelikli ülkeler arasında yer almamakta
ve bu ülkeden dışişleri bakanlarının açıklamalarında hiç
bahsedilmemektedir.
Türkiye ve Batı Balkan ülkelerinin AB üyeliklerinin siyasi
tartışmaların ve seçim kampanyalarının (2007 parlamento seçimleri,
2009 Avrupa Parlamentosu seçimleri) önde gelen konuları arasında yer
almayışının ana nedeni de budur. Bu ülkeler konusunda Polonya
hükümeti ve muhalefetten gelen açıklamalar bu konudaki tutumun
dengeli, kısa, öz ve nispeten detaysız bir yaklaşıma dayandığını
göstermektedir.5 Siyasi elitler AB’nin yukarıda adı geçen ülkelere açık ve
net bir üyelik şansı vermesi gerektiğini iddia etmektedirler. Öte yandan
Ukrayna özelinde “adil bir başlama noktası” veya ahde vefa gibi
konulardan daha sık bahsetmekte ve AB yolundaki ilerlemenin büyük
ölçüde aday devletlerin hazırlıklarına dayandığını ifade etmektedirler.
Polonya hükümeti resmi ve potansiyel aday ülkelere ilişkin AB’nin
kararlarını onaylamakta ancak bu konuda heyecan belirtileri de
sergilememektedir. Bu konudaki tutumunu ortaya koymak için
bilgilendirme kampanyaları yürütmemekte ve aday ülkelerden yana
tutumunu aktif bir şekilde dile getirmemektedir.
Ülkeler arasındaki mesafe ve dolaysız faydaların ve bu ülkeler
hakkındaki bilgilerin kısıtlı oluşu da Türkiye ve Balkan ülkelerinin AB
üyeliği konusunun Polonya toplumunda ve medyadaki kamuoyu
tartışmalarında ön planda yer almamasının altında yatan başlıca
4
“Wicepremier Pawlak: Polska i Turcja silne w czasach kryzysu” (Başbakan Yardımcısı Pawlak:
Polonya ve Türkiye Kriz Dönemlerinde Güçlü Ülkeler), 14 Mayıs 2009, www.mg.gov.pl.
5
Adam Szymański, “Postura de Polonia frente a la ampliación de la Unión Europea”, La Musa,
C. 5, 2006, ss. 121-136.
140
Polonya
nedenlerdir. Bu konu ancak nadiren dikkat çekici boyutta ele alınmakta
ve bu durumlarda bile tekrar eden birkaç soruya odaklanılmaktadır.
Türkiye’nin AB Üyeliği konusunda Polonya’nın tutumu
I. Hükümet ve Cumhurbaşkanı
2006-2009 dönemindeki her üç hükümet6 de genel olarak Türkiye’nin
AB üyeliğini desteklemiş ya da desteklemektedir, ki üyelik de resmi
kriterlerin yerine getirilmesinden sonra hayata geçirilebilecek bir
durumdur. Hukuk ve Adalet hükümetleri Türkiye’nin üyeliğini önemli
bir sorun olarak kabul etmişlerdir. Dışişleri Bakanı Anna Fotyga şöyle
konuşmuştur: “Türkiye’nin üyeliğine karşı değiliz. Ancak bu sürecin
zorlu olacağının farkındayız.”7 Aynı zamanda Türkiye’nin AB üyeliğini
hem Polonya’ya hem de AB’ye fayda getirecek bir adım olarak
görmektedirler. Yukarıda bahsi geçen “Ukrayna etkeni” ve Birliğin
itibarını koruma ihtiyacı ile iktidardaki elitler Türkiye’den NATO’da bir
müttefik ve Polonya ile (geçmişe dayanan) iyi ilişkileri olan ABD’ye
yakın bir ülke olarak bahsetmektedir. Polonya hükümetine göre AB üyesi
olarak Türkiye Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nı (ODGP) daha güçlü
kılacak ve AB’nin terörizmle mücadele gibi konularda küresel bir aktör
olarak daha aktif rol almasını sağlayacak bir ülkedir.8 AB’nin
genişlemesinin genel olarak arkasında duran Polonya’nın bu tutumunun
6
Kazimierz Marcinkiewicz hükümeti Ekim 2005 ile Temmuz 2006 arasında iktidarda kalmıştır.
Nisan 2006’ya kadar yalnız muhafazakâr parti Hukuk ve Adalet’in (PiS, Prawo i Sprawiedliwość)
katıldığı bir azınlık hükümeti olarak yola devam ederken Mayıs 2006-Temmuz 2006 döneminde
PiS sağ eğilimli Polonyalı Aileler İttifakı (LPR, Liga Polskich Rodzin) ve popülist Nefsi Müdafaa
(Samoobrona) ile bir koalisyon kurmuştur. Temmuz 2006 ile Kasım 2007 arasındaki dönemde
Hukuk ve Adalet Jarosław Kaczyński liderliğinde önce Polonyalı Aileler İttifakı ve Nefsi
Müdafaa ile, daha sonra da Ağustos-Kasım 2007 döneminde tek başına hükümette kalmıştır.
Kasım 2007’den itibaren Donald Tusk liderliğindeki Polonya hükümeti merkez sağ eğilimli
Yurttaşlık Platformu (PO, Platforma Obywatelska) ve Polonya Köylü Partisi (PSL, Polskie
Stronnictwo Ludowe) arasında kurulmuştur. İncelenen dönemin tümünde PiS tarafından
desteklenen Lech Kaczyński Polonya Cumhurbaşkanı görevini sürdürmüştür.
7
“Chcemy otwartego dialogu z Rosją” (Rusya ile Açık Bir Diyalog İstiyoruz), Gazeta Wyborcza,
20-21 Mayıs 2006.
8
Fotyga, Europejska perspektywa Turcji i Ukrainy.
141
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
ardında yatan jeopolitik neden bu bağlamda kilit bir rol oynamaktadır.
Hükümet Türkiye’nin AB ve Polonya için önemli bölgelerdeki (Güney
Kafkaslar ve Karadeniz) rolünü anlamaya başlamıştır.9
Tusk hükümeti de Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemekte ve bu
bağlamda aynı ana argümanlara sırtını dayarken yakın tarihteki bazı
gelişmelerle ilgili etkenlere, özellikle de Türkiye’nin Avrupa’nın enerji
güvenliği açısından önemine daha fazla vurgu yapmaktadır.10 Türkiye
Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Varşova’ya Kasım 2008’de
gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Polonyalı meslektaşı Radosław Sikorski
tıpkı Türkiye’nin Polonya’nın NATO üyeliğinden yana oluşu gibi
Polonya’nın da Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediğini ifade etmiştir.
Sikorski Babacan’a Polonya’nın diğer AB ülkelerini Türkiye’nin
üyeliğini kabul etme yönünde ikna çabalarını sürdüren Türkiye’nin dostu
ülkeler arasında yer aldığını hatırlatmıştır.11 Mayıs 2009’da (Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın Polonya’ya yaptığı resmi ziyaret sırasında
Başbakan Tusk Polonya’nın Türkiye ve AB arasındaki müzakere
sürecine zamanla katkıda bulunacağı güvencesini verirken “Türkiye’nin
AB’ye katılımı sürecinin yakın zamanda olumlu sonuçlanacağına derin
bir inancımız mevcuttur”12 ifadesini kullanmıştır. Tusk 2011 yılında
Polonya AB dönem başkanlığını devraldığında müzakereleri
hızlandırmayı ümit etmektedir. Tusk’a göre Türkiye’nin AB çabası haklı
nedenlere dayanmaktadır. Polonya’nın AB’deki ortaklarına daha önce
9
Polonya’nın Türkiye’nin AB üyeliği hakkındaki 2006’daki duruşu hakkında daha fazla bilgi için
bkz. Przemysław Osiewicz, “Polskie stanowisko w kwestii przystąpienia Republiki Turcji do Unii
Europejskiej” (Türkiye’nin Avrupa Birliği Üyeliği Konusunda Polonya’nın Tutumu), Przegląd
Politologiczny, C. 11, No. 2, 2006, ss. 61-71.
10
Dışişleri Bakan Yardımcısı Witold Waszczykowski’nin “Annapolis Sonrasında Ortadoğu Barış
Süreci” konferansında konuşması, Varşova, 3 Nisan 2008.
11
“’Polska popiera aspiracje Turcji do UE’” (Polonya Türkiye’nin AB çabasını
desteklemektedir), Wprost, 18 Kasım 2008, www.wprost.pl/ar/144764/Polska-popiera-aspiracjeTurcji-do-UE
12
“Premier Turcji w Warszawie” (Türkiye’nin Başbakanı Varşova’da), Rzeczpospolita, 14 Mayıs
2009, www.rp.pl/artykul/23,305263.html.
142
Polonya
kimsenin Türkiye’nin AB üyeliğinin önüne mevcut kriterlere ek olarak
yeni kriterler koyma ihtiyacından bahsetmediğini hatırlatacağını belirten
Tusk’a göre evrensel üyelik kriterlerinin Türkiye tarafından yerine
getirilmesinden sonra Türkiye’nin AB yolu önünde herhangi bir engel
kalmaması gerekir.13
Polonya hükümetlerinin bu konudaki tutumunu teyit eden bir yaklaşım
da Polonya Cumhurbaşkanı Lech Kaczyński tarafından Weimer
Üçlüsü’nün Mettlach’da Aralık 2006’daki toplantısında sergilenmiştir.
Cumhurbaşkanı Kaczyński gümrük birliği anlaşmasının protokolünden
kaynaklanan yükümlülüğünü yerine getirmeyen Türkiye’ye karşı daha
sert koşulların getirilmesine karşı çıkmıştır. Üyelik müzakerelerinin
sürdürülmesinden yana tutumunu dile getirirken sürecin zorlu olduğunu,
ancak uzun yıllar sonra meyvelerinin alınabileceğini ifade etmiştir.14
Ocak 2007’de ise Polonya Cumhurbaşkanı Türkiye’nin bölgesel istikrar,
enerji güvenliği, rekabetçilik ve kültürlerarası diyalog açısından önemine
işaret etmiştir.15
Öte yandan Polonya Cumhurbaşkanı’nın tutumu bazı Polonya
makamlarının Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki duruşlarının sabit
olmayabileceğini ve önemli gelişmelerin etkisi altında kalabileceğini
göstermektedir. Nisan 2008’de Cumhurbaşkanı Kaczyński Türkiye’nin
AB yolunda bir sorun olarak kültürel farklılıkların altını çizmiştir.16
Cumhurbaşkanı’nın bu konuda verdiği desteğin zayıflaması Türkiye’de
üniversitelerde türban takılabilmesini mümkün kılan anayasa
değişiklikleri ile istikrarsızlaşan tabloya bir tepki olarak görülebilir. Bu
13
“’Polska popiera starania Turcji o wejście do UE’” (Polonya Türkiye’nin AB’ye girme
çabalarını desteklemektedir), Wprost, 14 Mayıs 2009, www.wprost.pl/ar/161297/Premier-Turcjiz-wizyta-w-Polsce
14
“Pressekonferenz nach dem Treffen des Weimarer Dreiecks in Mettlach”, 5 Aralık 2006,
www.bundesregierung.de.
15
Türk dergisi “Hakikat”te yayınlanan Polonya Cumhurbaşkanı ile mülakat, Ocak 2007,
www.prezydent.pl.
16
Polonya Cumhurbaşkanı ile mülakat, Reuters, 9 Nisan 2008, www.prezydent.pl.
143
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
bağlamda kültür etkenine değinilmesi Cumhurbaşkanı’nın net bir şekilde
ilişkili olduğu Hukuk ve Adalet Partisi’nin tutumu ile de büyük ölçüde
ilgilidir.
II. Siyasi partiler
Polonya’daki siyasi partilerin Türkiye’nin AB üyeliğine genel
yaklaşımları 2006-2009 döneminde tutarlı bir seyir izlememiştir.
Polonya’daki partilerin farklı eğilimlerde kesimleri olması ve ele alınan
dönemde partilerin muhalefetten iktidara ya da iktidardan muhalefete
geçişleri nedeniyle parti üyelerinin görüşleri arasında farklılıklar
mevcuttur. Üstelik parti üyelerinin bireysel görüşleri nerede
belirtildiklerine (örneğin Polonya parlamentosu, Avrupa Parlamentosu
vs.) bağlı olarak da farklılık göstermiştir. Dolayısıyla bu bağlamda bir
sınıflandırmaya gitmek oldukça zordur. Yine de partinin siyasi profilinin
Türkiye’nin üyeliği konusundaki tutumu üzerinde etkili olduğu
anlaşılmaktadır.
Türkiye’nin AB üyeliğinin destekçileri merkez sağ Yurttaşlık
Platformu ile sol eğilimli iki partidir, Demokratik Sol İttifak (SLD,
Sojusz Lewicy Demokratycznej) ve Polonya Sosyal Demokrasisi
(Socjaldemokracja Polska). Yurttaşlık Platformu’nun üyeleri realist bir
bakış açısıyla Türkiye’nin üyeliğinin 10-15 yıllık dönemde
gerçekleşmeyeceği öngörüsünde bulunmakta ve bu konudaki sorunlar
arasında demokratik kurallar ve insan haklarına saygının altını
çizmektedirler. Yine de hükümette de, muhalefette de Türkiye’nin
üyeliğine açık bir şekilde karşı çıkmamışlardır. Bu demek değildir ki hem
2007 parlamento seçimleri öncesinde, hem de sonrasında bu konuda bazı
çekinceleri olmasın. Tüm partiler gibi Avrupa Parlamentosundaki
milletvekilleri (EPP-ED, şimdiki EPP) farklı tutumlar sergilemişlerdir.
Bu kesimden, örneğin 2004’te (ve sonrasında da) Türkiye için “evet”
dendiğinde bunun Ukrayna için de “evet” anlamına gelmesi gerektiğini
ifade eden Jacek Saryusz-Wolski gibilerinden gelen çekinceler 2007
144
Polonya
seçimleri öncesinde göze çarpmıştır.17 2008/2009 dönemindeki bir ankete
göre Türkiye’nin üyeliğini “kesin bir biçimde” destekleyen
milletvekilleri ile (Avrupa ile Türkiye arasındaki kültürel farkların altını
çizen AP Başkanı Jerzy Buzek gibi) “kısmen” destekleyen milletvekilleri
ve hatta “bu konuda bir şey söylemenin zor olduğunu”, veya “kısmen”
Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduklarını belirten arasında bir ayrımdan
söz edilebilir.18
Ana muhalefetteki Demokratik Sol İttifak Türkiye’nin AB üyeliğini
desteklemektedir ve bu durum partinin hükümette kaldığı dönemdeki
(2001-2005) politikasının bir devamı niteliğindedir. Bu PES’in (bugünkü
S&D) tutumunu izleyen ve Türkiye ile açık kriterler bazında ve hem
Türkiye’nin hem de AB’nin yükümlülüklerini yerine getirmesi kaydıyla
müzakere sürecini destekleyen bir yaklaşımdır.19 Bu partinin önde gelen
siyasetçilerinden biri, Tadeusz Iwiński, Türkiye’nin AB yolundaki önde
gelen destekçilerinden biri olup muhtemel üyeliğin katkısını AB’nin
2004’teki genişlemesi ile mukayese edilebilir görmektedir.20 Partinin
Avrupa Parlamentosu’ndaki milletvekilleri ise Türkiye’nin üyeliği
konusunda çok kararlı bir tavır sergilememektedirler. 2008/2009
döneminde yapılan ankette konu ile ilgili olarak ya “kısmen evet” ya da
“bu konuda bir şey söylemek zor” yanıtlarını vermişlerdir. Yine de
tartışmaların duygusal boyuta taşınmasına ve Türkiye’nin üyeliğine karşı
“kültürel” argümanlara yer verilmesine karşı çıkmışlardır.21
17
“Warunki dla Turcji” (Türkiye için Koşullar), Gazeta Wyborcza, 7 Ekim 2004.
Avrupa Parlamentosu’nun Polonyalı Milletvekillerinin Siyaseti Şekillendirmedeki Rolü başlıklı
araştırma projesinden (bu makalenin yazarının da katkıları ile) 2008 Kasım-2009 Şubat
dönemindeki anketler, Avrupa Çalışmaları Kürsüsü, Gazetecilik ve Siyaset Bilimi Fakültesi,
Varşova Üniversitesi; ‘Davutoğlu AB Parlamentosu Başkanını Eleştirdi’, Hürriyet Daily News,
16 Kasım 2009.
19
“Manifest PES 2009” (PES Manifestosu 2009), s. 57, www.sld.org.pl/program/p-r-m-a1958/manifest_pes_2009.htm
20
Ankieta Wirtualnej Polski-Tadeusz Iwiński (“E-Polonya” Anketi-Tadeusz Iwiński),
http://eurowybory.iwinski.pl/debaty/articles/ankieta-wirtualnej-polski. html
21
Anketler (Kasım 2008-Şubat 2009), Varşova Üniversitesi.
18
145
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Benzer bir tutum 2007 seçimleri sonrasında Polonya parlamentosunda
(Demokratik Sol İttifak ve iki küçük parti ile birlikte) muhalefette yer
alan ve 2009 AP seçimleri öncesinde de AP’de yer bulan Polonya Sosyal
Demokrasisi tarafından takınılmıştır. Parti lideri Marek Borowski
Türkiye’nin, üyeliğin AB tarafından etraflıca değerlendirilen demokratik
ve ekonomik kriterlerini yerine getirmesi kaydıyla AB üyeliğinden
yanadır.22 Yine AP’deki milletvekilleri (2004-2009 döneminde) ve PES
üyeleri bu konuda farklı görüşler sergileyebilmektedir. Józef Pinior
Türkiye’nin üyeliği için tarih verilmesinden yana olan önemli bir
destekçidir. Diğer siyasetçilerse bu konuda o kadar kararlı görünmemekte
ve 2008/2009 anketinde Türkiye’nin AB üyeliğine “kısmen karşı” duruş
sergileyebilmektedirler.23
2007 parlamento seçimleri öncesinde önemli bir rol oynayan (ve
2007’den bu yana Polonya parlamentosu dışında ve 2009 sonrasında da
AP dışında kalan) Nefsi Müdafaa siyasetçileri de Türkiye’nin üyeliğini
destekler bir görünümdedir. Bu durum daha 2004’te partinin AP
milletvekillerinin çoğunluğunun Türkiye ile müzakerelerin başlatılması
yönünde oy kullanmasında görülmüştür.24 Yine de milletvekili Jan
Masiel (UEN) 2008/2009 anketinde Türkiye’nin AB üyeliğine net bir
şekilde karşı olduğunu belirtmiştir.25
Polonya Köylü Partisi’nin pozisyonu net olmayıp, tanımlanması da
zordur. Türkiye’nin AB üyeliğini kısmen destekler görünmekle birlikte
2004’te partinin AP milletvekilleri (EPP-ED) Parlamento’nun Türkiye ile
22
“Zatrzeć różnice między "starą" i "nową" Unią” (“Yeni” ve “Eski” Avrupa arasındaki farklar
bulanıklaşırken), Marek Borowski’nin resmi web sitesi,
www.borowski.pl/wiadomosci/wiadomosc_982.phtml
23
Anketler (Kasım 2008-Şubat 2009), Varşova Üniversitesi.
24
Polscy eurodeputowani podzieleni w sprawie otwarcia negocjacji z Turcją (Avrupa
Parlamentosu’ndaki Polonyalı Milletvekilleri Türkiye ile Üyelik Müzakerelerinin Başlatılması
Konusunda Bölünmüşlük İçinde), Polonya Basın Ajansı, 15 Aralık 2004,
www.dziennik.pap.pl/?dzial=POS&poddzial=UE&id_ depeszy=15630277.
25
Anketler (Kasım 2008-Şubat 2009), Varşova Üniversitesi.
146
Polonya
üyelik müzakerelerine başlama kararı aldığı oylamada oy kullanmamayı
tercih etmişlerdir. Partinin Ortak Tarım Politikası konusundaki
hassasiyetleri nedeniyle Türkiye’nin üyeliğine bazı itirazları olması
beklenebilir.26
Polonya’daki partiler arasında Türkiye’nin üyeliğini destekleyenler
Avrupa’daki tartışmalarda ortaya konan argümanları tekrarlamaktadırlar.
Bunlar arasında Türkiye’nin AB’nin dünyadaki ekonomik önemini
artıracağı, enerji güvenliği sorununu çözmeye ve çok kültürlü bir
Avrupa’nın gelişimine katkıda bulunacağı ve ODGP’nin rolünü
oynamasına yardımcı olacağı nedeniyle Birlik için önemli olduğu
sayılabilir. Ayrıca Polonya’nın bakış açısından da argümanlar ortaya
konmaktadır. Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyenlere göre bu gelişme
Ukrayna’nın AB üyeliğini kolaylaştıracak, Rusya ile ilişkiler boyutunda
Polonya’nın çıkarlarına hizmet edecek, AB içinde ‘transatlantik bloğu’
güçlendirecek, Polonya ile Türkiye arasındaki iktisadi ilişkileri
geliştirecek ve Polonya’nın enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesine
katkıda bulunacaktır.27
Hukuk ve Adalet ile Polonyalı Aileler Birliği gibi sağ eğilimli partiler
ise Türkiye’nin üyeliği konusunda daha çekinceli bir tavır
sergilemektedir. Her ne kadar Hukuk ve Adalet’in tutumu 2004’ten beri
bir evrim içindeyse de partinin siyasetçileri hep Türkiye’nin AB
üyeliğine karşı bir duruş sergilemişlerdir. Jarosław Kaczyński 2004’te
Türkiye ile Avrupa arasındaki kültürel farklılıklar ve Türkiye’nin
26
Adam Balcer, “AB-Türkiye Tartışmasında Polonyalı Taraflar”, Nathalie Tocci (der.), Talking
Turkey in Europe: Towards a Differentiated Communication Strategy, (Avrupa’da Türkiye’den
Bahsetmek: Farklılaşan Bir İletişim Stratejisine Doğru), Quaderni IAI, Aralık 2008, s. 49,
http://www.iai.it/pdf/ Quaderni/Quaderni_E_13.pdf
27
Daha fazla bilgi için bakınız örneğin, Piotr Kaźmierkiewicz, “Poland” (Polonya), Piotr
Kaźmierkiewicz, The EU Accession Prospects for Turkey and Ukraine. Debates in New Member
States (Türkiye ve Ukrayna’nın AB üyeliği şansları. Yeni Üye Devletlerdeki Tartışmalar),
Institute of Public Affairs, Varşova 2006, ss. 138-141.
147
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
üyeliğinin muhtemel maliyeti nedeniyle karşı bir duruş sergilemiştir.28
2005-2007 döneminde parti liderlerinin tavrında iktidarda yer almanın
neden olduğu bir değişim gözlemlenmiştir. Yukarıda da belirtildiği üzere
Hukuk ve Adalet hükümeti Türkiye’nin AB üyeliğini (faydalarından
daha sonra söz etmek üzere) önemli bir sorun olarak ortaya koymuştur.
Hükümet “Türkiye’nin üyeliğine karşı olmadığını” ifade ederken açıkça
olumlu bir duruştan da imtina etmiştir. Dahası, sadece Lech Kaczyński
değil, aynı zamanda kardeşi Jarosław da kültürel argümanlardan dem
vurmuştur. Kültürel ve dini farklılıkların 2009’daki tartışmalarda
jeopolitik etkenle dengelendiği görülmüşse de bunlar partinin yeni
programında da görüldüğü üzere halen önemli bir rol oynamaktadır.29
AP’deki milletvekillerinin bir çoğu (UEN, şimdiki ECR) Türkiye’nin
AB üyeliğine karşı çıkmaktadır. Konrad Szymański’ye göre Türkiye ile
Ukrayna arasındaki farklılıklar giderilene kadar Polonya Türkiye’nin
önde gelen destekçileri arasında yer almamalıdır. Szymański’ye göre
Türkiye’nin üyeliği Avrupa kimliğinin sonu olacaktır. Szymański için
Türkiye ekonomik ve siyasi açıdan AB için önemli olmakla birlikte bu
açılardan önemli olan değerleri Birlik tarafından tam üyelik verilmeden
de kullanılabilir.30 Tarihçi Wojciech Roszkowski gibi AP’deki diğer
birçok PiS milletvekili de Türkiye’nin üyeliğine “kısmen” karşıdır.31
Polonyalı Aileler İttifakı da Türkiye ile Avrupa arasındaki kültürel
farklılıklar nedeniyle Türkiye ile AB arasında “imtiyazlı ortaklık”tan
28
Bu partinin AP milletvekilleri üyelik müzakerelerinin başlatılmasına karşı oy kullanmış ve
bunun yerine imtiyazlı ortaklık önermişlerdir. Daha fazla bilgi için bakınız: Balcer, “AB-Türkiye
Tartışmalarında Polonyalı Taraflar”, s. 49; Polscy eurodeputowani,
www.dziennik.pap.pl/?dzial=POS&poddzial=UE&id_depeszy =15630277
29
Doğu ve Balkanlar yönünde AB genişlemesinden bahsedilmekle birlikte Türkiye’nin adı
geçmemektedir. Bkz. “Nowoczesna, Solidarna, Bezpieczna Polska. Program Prawa i
Sprawiedliwości” (Modern, Sadık, Güvenli Polonya. Hukuk ve Adalet Programı), Kraków 2009,
ss. 172-185, www.pis.org.pl/ download.php?g=mmedia&f=program_pis_2009.pdf
30
Konrad Szymański, “Z poparciem Turcji powinniśmy się wstrzymać” (Türkiye’ye Destek
Vermekten İmtina Etmeliyiz), Nasz Dziennik, 21 Kasım 2008.
31
Anketler (Kasım 2008-Şubat 2009), Varşova Üniversitesi.
148
Polonya
yana tercihini belirtmiştir. AP’deki milletvekilleri üyelik müzakerelerinin
başlatılmasına karşı çıkmışlardır. 2008/2009 anketinde Türkiye’nin AB
üyeliği konusundaki soruya “kısmen karşı” yanıtını vermişlerdir.32
Yukarıda zikredilen argümanlar dışında bu konuya eleştirel yaklaşan
siyasetçiler Avrupa’daki tartışmalarda olduğu gibi Türkiye’nin fakir,
büyük ve Müslüman bir ülke olduğunu, insan haklarına saygı
göstermediğini ve istikrarsız bir bölgede yer aldığını belirtmektedir. Bu
siyasetçilere göre Avrupa’daki Türk azınlıkların entegrasyonu konusunda
bile hâlihazırda zorluklar yaşanmaktadır.33
III. Toplum
Son yıllarda Polonya toplumunda Türkiye konusuna en azından bazı
kesimlerde (örneğin öğrenciler veya akademisyenler arasında) artan bir
ilgi gözlemlenmektedir, ki bu durum Avrupa ile ilgili gittikçe daha çok
sayıda konunun Türkiye konusuna bağlanması ve Türk kültürünün
özellikle Orhan Pamuk’un aldığı Nobel Ödülü’nden sonra daha popüler
hale gelmesi ile açıklanabilir. Öte yandan Türkiye halen Polonya
toplumunun geneline uzak bir konu olup eğitimli Lehler bile bu ülke
hakkında çok az şey bilmektedir. Dahası bu konudaki bilgi kaynakları
medya ya da turistik seyahatler olup bu da bilgileri seçici, yüzeysel ve ne
yazık ki bazen de önyargılı kılmaktadır. Polonya basınında Türkiye
konusundaki makaleler çoğunlukla son zamanlardaki terör olayları ya da
insan hakları ihlalleri gibi olumsuz konulara yoğunlaşmaktadır. Tüm
bunlardan ötürü Polonya vatandaşları Türkiye’nin teokratik bir tür İslam
devleti ve aynı zamanda da bir askeri dikta rejimi olduğu fikrine sahip
olabilmektedir.
32
A.g.e. Polscy eurodeputowani, www.dziennik.pap.pl/?dzial=POS&poddzial=
UE&id_depeszy=15630277
33
Daha fazla bilgi için bkz. Adam Szymański, “Przyszłe członkostwo Turcji w Unii Europejskiej
– skutki dla Polski” (“Türkiye’nin Gelecekteki AB Üyeliği- Polonya’ya Etkisi”), Polski Przegląd
Dyplomatyczny, No. 5, 2006, ss. 35-54.
149
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Polonya’da Müslümanlar hakkında güç kazanan olumsuz bakışla34
birlikte bu olgu son yıllarda Türkiye’nin AB üyeliğine Polonya’nın
verdiği desteğin zayıflamasına neden olmuştur. Transatlantik Eğilimler
anketine göre daha 2004’te Lehlerin yüzde 27’si Türkiye’nin üyeliğini
“iyi bir şey” olarak değerlendirirken yüzde 13 “kötü”, yüzde 37 ise “ne
iyi ne kötü” bir şey olarak nitelemiştir.35 Bu durum o dönemde
Polonya’da yapılan anketlerle de paralellik arz etmekte ve medyada
Türkiye’nin hâkim olumlu imajı, Türkiye’nin çabasına Polonya
Kilisesi’nden verilen “yumuşak destek” ve Polonya’da kayda değer bir
Türk azınlık bulunmamasından kaynaklanmakta idi.36 Ancak son yıllarda
yukarıda bahsi geçen olumsuz etkenler daha fazla kişinin Türkiye’nin
üyeliğini “ne iyi ne de kötü” bir şey olarak değerlendirmesine ve 2009’da
böyle niteleme yapanların oranının Lehlerin yüzde 47’sine ulaşmasına
neden olmuştur. 2009’da aynı ankete katılan Polonya vatandaşlarının
yüzde 18’i Türkiye’nin AB üyeliğini iyi bir şey olarak nitelerken yüzde
17’si kötü bir şey olacağını düşünmektedir.37
Yine de Türkiye’nin üyeliğine verilen genel destek Balkan ülkeleri ya
da Ukrayna için verilene kıyasla düşük olmakla birlikte halen nispeten
yüksek bir düzeyde seyretmektedir. Bu durum AB’nin genişlemesine bir
bütün
olarak
oldukça
olumlu
bakıştan
kaynaklanmaktadır.
34
Pew Araştırma Merkezi’nin 2008’de yayınlanan anketine göre 2005’te Lehlerin yüzde 30’u
Müslümanlar hakkında olumsuz görüş sahibi iken 2008’de bu rakam yüzde 46’ya ulaşmıştır:
Unfavourable Views of Both Jews and Muslims Increase in Europe (Hem Yahudiler hem de
Müslümanlar hakkında olumsuz görüşler Avrupa’da yükselişte), 17 Eylül 2008,
http://pewresearch.org /pubs/955/unfavourable-views-of-both- jews-and-muslims-increase-ineurope
35
Transatlantic Trends, Topline Data 2009, (Transatlantik Eğilimler, Üst düzey Veriler 2009)
www.gmfus.org/trends/2009/docs/2009_English_Top.pdf.
36
Daha fazla bilgi için bkz. Wojciech Forysiński, Przemysław Osiewicz, “Polonya Türkiye’nin
AB Üyeliğini Desteklemeli midir? Kesişen ve Ayrışan Çıkarlar”, Jarosław Jańczak (der.),
Rediscovering Europe: Political Challenges in the 21st Century EU, (Avrupa’yı Yeniden
Keşfetmek: 21. Yüzyılın AB’sinin Önünde Duran Siyasi Sorunlar), Adam Mickiewicz University,
Poznań, 2007, ss. 132-134.
37
Transatlantic Trends, (Transatlantik Eğilimler) www.gmfus.org/trends/2009/
docs/2009_English_Top.pdf.
150
Polonya
Avrobarometre 71’e göre Polonya vatandaşlarının %69’u genişlemeden
yana (%17’si karşı) olup bu da AB ülkeleri arasında Polonya’yı en üst
sıraya yerleştirmektedir.38
Türkiye’nin üyeliği konusundaki tartışmalar Polonya toplumunun
örgütlü kesimleri arasında fazla derinlemesine ele alınmamaktadır. Yine
de Polonya’daki sivil toplumun en önemli kesimlerinin konuya
bakışlarını ortaya koymak mümkündür. Polonya’da önemli bir yeri olan
Katolik Kilisesi Polonya toplumunun diğer örgütlü kesimlerine kıyasla
daha büyük ölçüde Türkiye’nin AB üyeliğine eleştirel yaklaşmakta ve
Avrupa ile Türkiye arasındaki kültürel farklılıkların altını çizmektedir.
Yine de kilise bu konuda bölünmüş bir görünüm sergilemektedir.
Kilisenin önde gelen temsilcileri Türkiye’nin üyeliğine hiç resmen karşı
çıkmamışlardır. Tüm yaptıkları Türkiye’deki Hıristiyan azınlıkların
haklarına saygı gösterilmesini istemek olmuştur. Başpiskopos Alfons
Nossol dayanışma ruhu ve İslam ile Hıristiyanlık arasındaki ilişkileri
iyileştirmenin bir yolu olarak Türkiye’nin üyelik isteğini desteklemenin
Hıristiyanların bir yükümlülüğü olduğundan bahsetmiştir. Öte yandan
Başpiskopos Józef Glemp veya Polonya ordusundan piskopos Tadeusz
Płoski gibi başka din adamları Viyana kuşatması öyküsünü hatırlatan ve
Avrupa’nın bir Avrupa Halifeliği’ne dönüşmesi tehlikesinden bahseden
eleştirel görüşleri dile getirmişlerdir.39 Sıradan rahiplerin ifadelerine
bakıldığında bu kesimin de bu konuda bölünmüş bir görünüm arz ettiği
söylenebilir. Bunlardan bazıları Türkiye Müslüman bir ülke olduğu için
Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkarken diğerleri bu konuya bir itirazları
olmadığını, yalnızca üyelik kriterlerinin yerine getirilmesi gerektiğini
ifade etmektedirler. Bazı rahipler siyasi partilerle yakın ilişkiler içinde
38
Eurobarometer 71. Public Opinion in the European Union, (Avrobarometre 71. Avrupa
Birliği’nde Kamuoyu Görüşü) s. 162, http://ec.europa.eu/public_
opinion/archives/eb/eb71/eb71_std_part1.pdf.
39
Balcer, “Polish Stakeholders in the EU-Turkey Debate”, (AB-Türkiye Tartışmasında Polonyalı
Taraflar) ss. 54-55.
151
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
olup bunların tutumlarına benzer bir tutum sergilemektedirler. Bu
durumun en iyi örneği aynı zamanda Polonya’daki Ermeni lobisinin de
gayrı resmi lideri olan ve 1915-1916 yıllarındaki Ermeni katliamlarını
Türkiye soykırım olarak tanımadıkça Türkiye’nin AB üyeliğine eleştirel
yaklaşan Tadeusz Isakowicz-Zalewski’dir.
Üniversiteler ve düşünce kuruluşları gerek kamuya (örneğin Polonya
Uluslararası İlişkiler Enstitüsü veya Doğu Çalışmaları Merkezi), gerekse
özel sektöre (örneğin Kamu İşleri Enstitüsü, demosEuropa, Birlik ve
Polonya Vakfı, Amicus Europae Vakfı, Sobieski Enstitüsü) ait olsun son
yıllarda Türkiye-AB ilişkileri konusunda (çok sayıda olmamakla birlikte)
paneller, seminerler ve konferanslar düzenlemiş ya da bu konuda
yayınlar yapmışlardır. Bunun sebebi de bu konunun ilgi çekici bir
araştırma konusu olmaya başlamasıdır. Türkiye ve AB ülkelerinden
yaklaşık 150 kişinin katılımıyla Doğu Enstitüsü ve Türkiye’den TASAM
tarafından Sopot’ta Aralık 2008’de birlikte düzenlenen Avrupa-Türkiye
Forumu bu bağlamda en büyük organizasyon olmuştur. Bu konu
üzerindeki tartışmalar Polonyalı akademisyenler ve analistlerin de
Türkiye’nin AB üyeliği konusunda bölünmüş olduğunu göstermektedir.
Polonya’da bizatihi Türkiye-AB ilişkilerini çalışan fazla akademisyen
veya analist bulunmamakta, Türkiye’nin genel dış politikası veya
Türkiye’nin komşuları ile ilişkilerini çalışanlara daha sık rastlanmaktadır.
Türkiye-AB ilişkileri üzerinde çalışan az sayıdaki kişi, örneğin Adam
Balcer (demosEuropa, Varşova Üniversitesi), Przemysław Osiewicz
(Ponzań, Adam Mickiewicz Üniversitesi, Sobieski Enstitüsü) ve bu
makalenin yazarı genel olarak Türkiye’nin üyeliğini desteklemekle
birlikte konuya nesnel bir bakış açısıyla yaklaşmaktadırlar. Bunun anlamı
da Türkiye’nin üyeliğini destekleyen mevcut argümanları (örneğin
Türkiye’nin AB’nin dış ilişkilerindeki veya enerji güvenliğindeki
önemine yapılan vurgular) sunmakla birlikte konuya eleştirel bir şekilde
de yaklaşabildikleri ve karşı tarafın argümanlarını da anlayabildikleridir.
152
Polonya
Bu kişiler aynı zamanda Birlik ve Polonya Vakfı gibi düşünce
kuruluşlarından Krzysztof Bobiński gibi kişilerle birlikte bu konunun
popülerleştirilmesine de katkıda bulunmaktadırlar. Elbette ki ana
uzmanlık alanı Türkiye olmayan birçok başka kişi de Türkiye’nin AB
üyeliği konusunda kamuoyundaki tartışmalarda sesini duyurabilir. Bu
gibi kişiler ise Varşova Üniversitesinden Türkiye’nin kültürel açıdan
Avrupa’da yeri olmadığı (ancak İsrail’in yeri olduğu) konusunda çok
bilinen bir argümanı dile getiren Roman Kuźniar örneğinde görüldüğü
üzere Türkiye’nin üyeliğine olumsuz bir yaklaşım sergilemektedirler.40
Her iki ülke arasında son yıllarda büyük ölçüde gelişen ekonomik
ilişkilerin getireceği faydaları en yakından takip eden Polonya’daki iş
dünyasının Türkiye’nin AB üyeliğinin destekçisi olması beklenebilir.
Polonya tarafında neredeyse 30 firmadan oluşan ve Mayıs 2007’de
kurulan Polonya-Türkiye Ticaret Odası bu konudaki destekçiler arasında
yer almaktadır. Bu grup Ekim 2008’de ve 2009 baharında tekrarlanan
Polonya-Türkiye Ekonomik Forumunu düzenlemişlerdir.41
Polonya’da pek etkili olmamakla birlikte Türkiye konusunda faaliyet
gösteren bazı kuruluşlar mevcuttur. Bunlar arasında Türkiye’nin
üyeliğini destekleyenler olduğu gibi karşı çıkanlar da bulunmaktadır. İlk
grupta iki toplum arasındaki ilişkileri güçlendirmeyi amaçlayan Leh-Türk
Dostluk Derneği sayılabilir. Buna karşın Türkiye’nin AB üyeliğine karşı
çıkan küçük ve kısa süre faaliyet gösteren kuruluşların da zaman zaman
faaliyetlerine rastlanmaktadır. Bunun bir örneği Wrocław ve Varşova’da
gençlerce kurulan ve 2005’te Türkiye’nin üyeliğine karşı bir kampanya
düzenleyen, Avrupa STK’ları grubu “Avrupa Sesi” üyesi ve Avrupa ile
ulusal kurumlara verilmek üzere dilekçe ile imza toplayan “Geleceğin
Avrupa’sı” topluluğudur. Bu topluluk Türkiye ile Avrupa ülkeleri
40
Roman Kuźniar, “UE-kluczowe problemy” (AB-Kilit Sorunlar), Dziennik, 9 Ağustos 2006.
“Waldemar Pawlak: Polska i Turcja silne w czasach kryzysu” (Waldemar Pawlak: Polonya ve
Türkiye Kriz Döneminde Güçlü Ülkeler), Ekonomi Bakanlığı, 14 Mayıs 2009, www.mg.gov.pl.
41
153
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini desteklemekle birlikte Türkiye’nin
insan haklarına saygı göstermemesi, fakir bir ülke olması ve istikrarsız
komşuları bulunması nedeniyle AB üyeliğine karşı çıkmıştır.42
IV. Medya
Polonya medyası Türkiye, ya da bu ülkenin AB ile ilişkileri
konularına çok ilgi duymamaktadır ve bu durum da Türkiye’de
muhabirlerinin bulunmayışında görülmektedir. Son yıllarda Polonya
basını ve televizyonları Türkiye konusuna ancak zaman zaman, AB
zirveleri öncesinde ya da bu ülkede önemli bir olay meydana geldiğinde
yer vermektedirler. Özellikle ikinci durumda Rzeczpospolita’da Jacek
Przybylski tarafından kaleme alınan ve paradoksal bir biçimde Nisan
2009’daki NATO zirvesinde Türkiye’nin tutumu hakkındaki makale gibi
Türkiye’yi öven bazı köşe yazılarına rağmen maalesef olumsuz
gelişmelere daha sık rastlanmaktadır.43 Türkiye hakkındaki bilgilerin ve
ülkenin Polonya için de önemli olduğu konusundaki anlayışın eksikliği
bu konuya daha geniş yer verilmesini imkânsız kılmaktadır.
TV ve radyo kanalları Türkiye’nin adaylığı konusunda kamuoyunu
yönlendirmeye çalışmaktan ziyade elitlerin ya da kamuoyunun bu
konudaki en popüler görüşlerini yansıtmayı tercih etmektedirler.44 Ancak
bu gazeteler ve dergiler için geçerli değildir.45 Liberal Gazeta Wyborcza
Türkiye’nin AB üyeliğini destekler bir yaklaşımdadır. Genel olarak bu
konuda olumlu yorumlar (örneğin gazeteci Dawid Warszawski tarafından
yazılan makaleler) yayımlamakla birlikte bazen eleştirel yazılara da yer
42
Dominika Pszczółkowska, “Kampania przeciwko wpuszczeniu Turcji do UE” (Türkiye’nin
Avrupa’ya girişine karşı kampanya), Gazet Wyborcza, 17 Mayıs 2005, www.gazeta.pl.
43
Jacek Przybylski, “Mistrzowie szachów dyplomatycznych” (Diplomatik Satrancın Ustaları),
Rzeczpospolita, 14 Nisan 2009.
44
Balcer, “Polish Stakeholders in the EU-Turkey Debate” (AB-Türkiye Tartışmasında Polonyalı
Taraflar), s. 51.
45
Polonya gazeteleri ve dergileri Türkiye konusunda bilgili ve bazen de Türkçe konuşabilen
yazarlara sahiptir (örneğin Gazeta Wyborcza’dan Dawid Warszawski ve Witold Szabłowski,
Dziennik’ten Jakub Kumoch ya da Przekrój için yazan Łukasz Wójcik).
154
Polonya
vermektedir. Bu durum 2006 öncesinde gazeteci Marek Rapacki
Türkiye’nin muhtemel üyeliğinin Polonya’nın AB fonlarından yararlanan
durumuna yapabileceği olumsuz etki konusundaki endişelerini dile
getirmesinde bir örneğini sergilemektedir.46 Daha muhafazakâr gazeteler
olan Rzeczpospolita veya Dziennik ise daha farklı söylemlere yer
vermektedir. Bu gazetelerin bazı yazarları Türkiye’nin üyeliğini
desteklerken diğerleri Papa’nın 2006’da Regensburg’da yaptığı konuşma
ve Türkiye’nin buna tepkisi örneğinde görüldüğü üzere daha eleştirel bir
duruş sergileyebilmektedir.
Genel olarak Türkiye’nin üyeliğinin ılımlı destekçileri jeopolitik
argümanlara işaret etmektedirler. Bu konuya şüpheyle bakanlarsa
Avrupa’da tartışılan konulara, yani kültürel farklılıklara, demokratik
sistemin eksikliğine, istikrarsız ülkelerle sınırları oluşuna vurgu
yapmaktadırlar. Öte yandan bu kesimler “Polonyalı” argümanlara da yer
vermektedir: Türkiye’nin AB üyeliğinin Ukrayna’nın üyeliği veya AB
bütçesi konusundaki olumsuz etkileri.47
Sonuç
Özetlemek gerekirse Polonya’da AB’nin genişleme sürecinin tümüne
verilen genel desteğin Türkiye’nin üyeliği konusundaki tutuma da olumlu
bir etki yaptığı söylenebilir. Ancak bu konu bu Orta Avrupa ülkesi için
gündemin üst sıralarında yer almamaktadır. Polonya’nın genel olarak
Türkiye’nin üyeliğinden yana olduğu söylenebilir. Yine de daha detaylı
bir analiz Polonya’nın tutumunun ilk bakışta göründüğünden daha
karmaşık olduğunun işaretini vermektedir. Elitler ve toplum içindeki bazı
gruplar Türkiye’nin AB üyeliği konusunda eleştirel söylemler dile
getirebilmekte, hatta üyeliğe karşı çıkmaktadırlar. Üstelik Polonya’daki
46
Kaźmierkiewicz, “Poland” (Polonya), s. 133.
Balcer, “Polish Stakeholders in the EU-Turkey Debate” (AB-Türkiye Tartışmasında Polonyalı
Taraflar), s. 52.
47
155
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
olumlu bakışa garanti gözüyle de bakmak doğru değildir. Hem
yetkililerin hem de sıradan vatandaşların bu konudaki tutumu tek bir
olayla ya da Türkiye, Polonya veya Avrupa’nın genelindeki eğilimlerle
değişebilmektedir. Bu da Türkiye konusundaki iletişim stratejisinin
Polonya örneğinde de geliştirilmesi gereğine işaret eder. Böylelikle
tektipleştirmenin ve basite indirgemelerin Polonya’nın Türkiye’nin AB
üyeliğine bakışı üzerindeki olumsuz etkisi sınırlandırılabilir.
156
Romanya
Iulia Serafimescu, Mihai Sebe*
Romanya
Öz
Birliğin çeşitli başkentlerinde genellikle Türkiye’nin üyelik süreci ile
ilişkilendirilen konuların Bükreş’te sık tartışılan mevzular olmamasına
rağmen Türkiye’nin Avrupa’da bir aktör olarak yer almasının önemi
özellikle Karadeniz bölgesi söz konusu olduğunda azımsanamaz. Hem
yetkililer hem de sivil toplum Türkiye’nin AB üyesi olmasını
desteklemekte, ileri düzeydeki ikili ekonomik ilişkiler, ortak tarih ve ortak
bakış açısı ile Türkiye’nin Avrupa’nın enerji güvenliğiyle ilgisi gibi
stratejik açıdan sofistike nedenler ile Türkiye’nin üyeliğinin ardından
Birliğin dünyanın önemli alanlarındaki ağırlığının artacağı bu desteğin
nedenleri olarak dillendirilmektedir. Türkiye’nin üyeliğinin AB
düzeyindeki kurumsal etkileri ile Türkiye’nin üyeliğinin Romanya
özelinde yapacağı etkiye ilişkin derinlikli tartışmalarsa görülmemektedir.
Giriş
Türkiye’nin üyeliğini destekleyen iktisadi ve siyasi argümanlar1 ya
doğrudan ya da dolaylı olarak ikili ilişkiler veya çeşitli bölgesel işbirliği
bağlantıları gibi bir dizi somut boyuttan ve Romanya ve Türkiye’nin
güvenlik gibi belirli konulara yaklaşımlarından kaynaklanmaktadır.
*
Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu
yansıtmamaktadır.
1
1 Ocak 2007’den sonra Romanya kendisini “Türkiye’nin Avrupa Birliği ile bütünleşmesine tam
ve sarsılmaz bir destek verdiğini” teyit etme konumunda bulmuştur: Bkz. Romen Dışişleri Bakanı
Cristian Diaconescu’nun 3 Temmuz 2009 tarihli Basın Açıklaması.
http://www.mae.ro/index.php?unde=doc&id= 39782&idlnk=2&cat=4 adresinden 10 Haziran
2009’da erişilmiştir.
157
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Aşağıda bu unsurların kısa bir özeti ile Türkiye’nin üyelik müzakerelerini
çevreleyen başlıca konuların Bükreş’teki yansımaları birlikte
verilmektedir.
Türkiye’nin AB Üyeliğine Destek
Kasım 2008 gibi yakın bir tarihte Romanya ve Türkiye iki ülke
arasında resmi diplomatik ilişkilerin tesis edilmesinin 130. yıldönümünü
kutlamışlardır. Bu vesileyle iki ülkenin ortak tarihleri ve “Mükrim
Deniz” kıyılarını paylaşmaları dolayısıyla meselelere bakışları ve
görüşlerinin birlik içinde bulunduğu tekrar vurgulanmıştır, ki bu nedenler
aynı zamanda Romanya’nın Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği desteğin
altında yatan nedenlerdir.
Romanya’da siyasi yelpazenin tümünde ve incelenen zaman diliminde
(2006-2009) ne Türkiye’nin AB üyeliği konusunda, ne de Romanya’nın
Türkiye konusundaki duruşunu ilgilendiren diğer hususlarda siyasi
tartışmalar önemli bir değişim sergilemezken yüksek mevkilerdeki
Romen yetkililer Türkiye’nin AB çabasına verdikleri destekle tüm
seviyelerdeki işbirliği yanlısı tavırlarını dile getirmişlerdir. Diğer üye
devletlerden farklı olarak Romen sivil toplumundan yükselen sesler de
Türkiye’nin üyeliğine devlet düzeyinde verilen destekle paralel bir seyir
arz etmekte2 ve yakın zamanlarda yapılan anketler Avrupa’da
Romenlerin Türkiye’nin AB üyesi olmasına en sıcak bakanlar arasında
yer aldığını göstermektedir.3 Romanya’nın 2007’de AB üyesi olması bu
söylemde ancak küçük farklılıklar oluşturabilmiştir: artık “işbirliği”
2
Örneğin bkz. Magdalena Boiangiu, “Ispita superiorităţii” (Büyüklüğün cezbediciliği), Dilema
Veche, 12-18 Ocak 2007, http://www.euractiv.ro/User Files/article/Supli%20intreg_01120723.pdf
adresinden 3 Haziran 2009’da erişilmiştir. (“Kendisini taraflardan birine bağlamaksızın (ki bunu
yapmakla bir tarafın kazanmasını sağlayamayız ancak diğer tarafın düşmanlığını kazanırız)
Romanya AB’ye katılmayı isteyen Türklerin tarafında olmalıdır”).
3
Transatlantic Trends 2009 (Transatlantik Eğilimler 2009), German Marshall Fund,
http://www.gardianul.ro/German-Marshall-Fund-Rom%C3%A2nilor-nu-le-pasa-de-Obama,-darvor-ca-Turcia-sa-intre-in-UE-s144028.html, 15 Eylül 2009’da erişilmiştir.
158
Romanya
kelimesine tüm bölgesel politikalara yeni (Avrupalı) tarafların katılımı
gibi yeni anlamlar yüklenmektedir, ki bu bağlamda Romanya Karadeniz
konusunu gündeme taşırken Türkiye’nin de Avrupalı bir aktör olarak rol
almadığı hiçbir senaryoda Avrupa’nın Karadeniz politikasının işlerlik
kazanamayacağını vurgulamaktadır.
İkili çıkarların yer aldığı arka plan ve bununla bağlantılı olarak 20062009 döneminde iki ülke arasında hem Romanya’nın üyeliği öncesinde,
hem de sonrasında devam eden kuvvetli ekonomik ilişkiler göz önünde
bulundurulduğunda “iki ülke arasındaki ilişkileri daha kuvvetli siyasi
bağlar ile perçinleme ihtiyacı ortadadır.”4 Bu durum iki ülke arasındaki
siyasi ilişkilerin adeta kâğıttan bir kaplan gibi, geleceğe yönelik somut
ikili projelerden yoksun olduğu iddiaları karşısında daha da önemli bir
hal almaktadır.5
Brüksel’de sıcak, Bükreş’te serin
Avrupa başkentlerinde Türkiye’nin üyeliği konusunda dile getirilen
endişeler Bükreş’teki sıcak tartışmalara konu olmaktan oldukça uzaktır.
Bu nedenle Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin tartışılması, örneğin Romen
Cumhurbaşkanı’nın bakış açısından “Türkiye ile üyelik müzakerelerine
başlama kararı bir kez alınmış olduğu için”6 uygun olmayacaktır;
belirlenmiş kriterlerin yerine getirilmesi halinde AB’nin Türkiye’ye
vermiş olduğu sözü yerine getirmesi gerekmektedir.
Bu açıdan bakıldığında 2006’da AB ile müzakerelerin kilitlenmesine
neden olan Kıbrıs sorununun dahi Türkiye’nin üyelik sürecini süresiz
4
Başbakan Călin Popescu-Tăriceanu’nun Türkiye’ye resmi ziyaret dönüşünde 2 Şubat 2006’da
yaptığı basın açıklaması http://www.gov.ro/declaratii-de-presa-ale-primului-ministru-calinpopescu-tariceanu-la-sosirea-din-vizita-oficiala-in-turcia__l1a54512.html adresinden 3 Haziran
2009’da erişilmiştir.
5
Önceki Dışişleri Bakanlarından Adrian Cioroianu “A Romanian priority: Turkey” (Bir Romanya
Önceliği: Türkiye), Foreign Policy Romania, Eylül/Ekim 2009, s. 80.
6
Fransa’da yayınlanan Dernières Nouvelles d'Alsace’de Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu
ile mülakat, 17 Aralık 2006. http://www.presidency.ro/?_RID=
det&tb=date&id=8298&_PRID=search adresinden erişilebilir.
159
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
olarak engellemesine izin verilmemelidir: “Kıbrıs’ın yeniden tek ülke
haline gelmesine yönelik çabaların sürdürülmesine kaniiyiz. AB’nin de
Türkiye’ye verdiği sözleri, yani Türkiye ile müzakerelerin
gerçekleştirilmesi ve Türkiye’nin Kıbrıs gibi AB üyesi devletlerle
ilişkileri gibi tüm koşulları yerine getirdiğinde AB üyesi olacağı vaadini
yerine getirmesi gerektiğine inanıyoruz.” Türk hava ve deniz limanlarının
Kıbrıs Rum Kesimi uçak ve gemilerine kapalı olması konusunda Romen
yetkililer mevcut durumun Birliğin kurallarına ve ruhuna aykırı olduğunu
ifade etme eğilimindedirler: “İki AB Üyesi Devletin kendi hava veya
deniz limanlarına AB Üyesi Devletlerin bayrağını taşıyan araçların
girmesine kısıtlama koyabilmesi düşünülemez.”7
Türkiye’nin üyeliği bağlamında özellikle Eski Avrupa ülkelerinde
sıcak bir tartışma konusu olan Kürt azınlık mevzuunda ise Romanya
AB’nin 2007 sonunda PKK saldırılarına cevaben Türkiye’nin Kuzey
Irak’a girişi konusunda takındığı tutumu desteklemişlerdir: “Romanya
Türkiye’nin meşru güvenlik çıkarlarına anlayışla bakmakta ve her
ülkenin kendini terör tehdidine karşı savunma hakkına inanmaktadır.
Romanya’nın bu konudaki tutumu AB’nin tutumu ile bir olup terörizmle
başarılı mücadelenin ancak devletlerin işbirliği ile olabileceğini ifade
etmektedir.”8
Türkiye’nin Avrupa’ya katılımı tartışılırken –Avrupa’nın çeşitli
başkentlerinde özellikle büyüyen Müslüman göçmen dalgası bağlamında
kuşatma altında olduğu düşünülen– AB’nin kültürel kimliği konusu da
dikkat çekmektedir. Romanya’nın birliğe katılımının ertesi yılında
7
Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu ve Yunanistan Cumhurbaşkanı Karolos Papoulias’ın
ortak basın açıklaması, 15 şubat 2007,
http://www.presidency.ro/?_RID=det&tb=date&id=8483&_PRID=search, adresinden 17 Haziran
2009’da erişilmiştir.
8
Romen Başbakanı Călin Popescu-Tăriceanu ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın ortak basın açıklaması, 25 Ekim 2007, http://www.gov.ro/declaratii-de-presasustinute-de-primul-ministru-calin-popescu-tariceanu-si-de-primul-ministru-al-republicii-turciarecep-tayyip-erdogan-la-palatul__l1a66958.html adresinden 10 Haziran 2009’da erişilmiştir.
160
Romanya
Avrupa Parlamentosu’ndaki Sosyalist ve Demokratların İlerici İttifakı
Grubu’ndan (S&D) Avrupa Parlamentosu üyesi ve geçmiş dışişleri
bakanlarından Adrian Severin Birliğin kültürel kimliğini laiklik potasında
belirleme ihtiyacının altını çizmekte idi: “Çeşitli kültürlere saygı
gösteriyoruz, farklı dinlerle de bir araya gelebilmenin de bir platformunu
oluşturmalıyız. Türkiye’nin AB üyeliği AB’nin ne kadar laik olduğunun
da bir göstergesi olacaktır.”9
Diğer Avrupa başkentlerinden farklı olarak Bükreş’te Türkiye’nin
üyeliği konusu bu yılki Avrupa Parlamentosu seçimleri eksenindeki
tartışmalarda belirleyici bir rol oynamamıştır. Öte yandan Kasım 2007’de
Romanya ve Bulgaristan’ın üyelikleri sonrasında gerçekleştirilen önceki
seçimlerde bir Romen STK’sı önde gelen Romen siyasi partilerine dış
politika önceliklerini sormuştur. Demokratik Parti’nin10 yanıtı, tüm
yanıtlar içinde en içi dolu olanı görüntüsü çizmekle birlikte,
Romanya’nın Türkiye’nin üyeliği konusundaki perspektifinin ne
olabileceğinin de çeşitli ipuçlarını içermekte idi. Genel hatlarıyla
“Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin iktisadi ve siyasi kalkınması ile
bölgedeki enerji güvenliği ancak bu yolla temin edilebileceği için
Türkiye’nin AB’ye katılması Romanya’nın çıkarınadır”, ancak
Türkiye’nin üyeliği konusunda AB’nin karar alma süreçlerine ilişkin bir
sorun örneğinde görüldüğü üzere, çeşitli sorunlar da mevcuttur: “20 yıl
içerisinde Türkiye’nin nüfusunun 80-85 milyona ulaşacağı ve bu nüfusu
ile AB’nin en kalabalık nüfuslu ülkesi olacağı öngörülmektedir […]
böyle bir durumda Türkiye’nin bir AB Üyesi olabilmesi için AB
düzeyindeki karar alma mekanizmalarının gözden geçirilmesi
gerekmektedir […] Türkiye’nin mevcut kurumsal yapılanma formülü ile
9
Bkz. http://www.trt.net.tr/international/newsDetail.aspx?HaberKodu=b5a04fd8 -a8bd-4f63b80e-5f710c5e5537 adresinden 25 Haziran 2009’da erişilmiştir.
10
Demokratik Parti Aralık 2007 itibariyle ortadan kalkmıştır. Öncesinde (şu anki Romanya
Cumhurbaşkanı) Traian Băsescu ve daha sonra da (şu anki Romanya Başbakanı) Emil Boc
liderliğinde mevcut hükümet koalisyonundaki Demokratik Liberal Parti ile birleşmeye gitmiştir.
161
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
AB’ye katılması
uğrayabilir.”11
durumunda
karar
alma
mekanizması
felce
Muhtemelen Romanya’nın yeni bir üye olması nedeniyle gelecekteki
genişlemelere, özellikle de Türkiye’nin ve Batı Balkanlardaki ülkelerin
üyeliğine Romenlerin bakışı genellikle destekler yöndedir. Romanya’nın
artık AB’nin bir parçası olduğu göz önünde bulundurulduğunda şekil
üzerinden yapılacak bir fizyolojik karşılaştırma AB mekanizmasının daha
hızlı çalışması gereğinin altını çizer: “Sorun aday ülkelerin ya da yeni
üyelerin hazmının zor olması değildir: sindirim sistemimiz çok yavaş
çalışmaktadır. Ya hızlı bir şekilde iyi bir sindirim kolaylaştırıcı bulmalı
ya da uzun bir süre aç kalmaya kendimizi mahkûm etmeliyiz.”12
Genişleme konusuyla ilişkili bu aciliyet hissinin arkasında iki neden
yatmaktadır: Bunlardan ilki genişlemenin AB’ye güç veren boyutlardan
biri olması ve yalnızca küresel bir dünyada güçlü bir aktör olma yoluyla
AB’nin vatandaşlarına güvenlik sağlayabileceği, diğeri ise S&D Avrupa
Parlamentosu Milletvekili Adrian Severin’in ortaya koyduğu gibi AB’nin
güçlü olmaya ihtiyacının olduğu kadar rekabetçi olmaya da ihtiyaç
duymasıdır: “Genişleme aday ülkelere verilen bir taviz değildir.
“Ukrayna, Sırbistan, Moldova ve Türkiye gibi bazılarının ellerinde
alternatifler de vardır, bunlar belki daha kötü alternatiflerdir ancak yine
de alternatif alternatiftir. Bu ülkeler için diğer alternatifler ile bir rekabet
içindeyiz. Bunların iç sorunlarının bazıları dışarıdan Avrupa Birliği
düzeyinde çözümlerden ziyade içeriden daha başarılı bir şekilde
11
“Teme Europene pentru Alegeri Europene” (Avrupa seçimlerine yönelik Avrupa Konuları),
STK Anketi Clubul “România-UE”, Ekim 2007, http://www.euroclub.org/documente/PD%20ChestionarClubRo-UE.pdf adresinden 25 Haziran 2009’da
erişilmiştir.
12
S&D Avrupa Parlamenteri Adrian Severin, Avrupa Parlamentosu’nda görüşme, 9 Temmuz
2008, http://www.europarl.europa.eu/ sides/getDoc.do?pub Ref=//EP//TEXT+CRE+20080709+ITEM-012+DOC+XML+V0//RO&languag
e=RO&query=INTERV&detail=3-320 adresinden 10 Haziran 2009’da erişilmiştir.
162
Romanya
çözülebilir. Bu ülkelere şans vermezsek kendi vatandaşlarımıza güvenlik
de sağlayamayız.”13
Genişleme konusunda Türkiye için üyeliğe bir alternatif olarak
“stratejik ortaklıktan” bahsedilmezken “çok vitesli Avrupa” fikri yapıcı
bir yaklaşım olarak görülmektedir: “bu ifade bu anlamda kullanılmasa
bile zamanla (yalnızca Avrupa Ekonomik Topluluklarının var olduğu
dönemden beri) farklı viteslerde hareket eden Avrupa parçalarının
varlığının genişleme sürecinin bir gerçekliği olduğu görülmüştür. […]
AB’nin bir sonraki genişlemesi de farklı viteslerden bahsedilecek bir
süreç olacaktır: Hırvatistan, Türkiye, Sırbistan.”14
Bölgesel işbirliği ve Avrupa’nın Karadeniz gündemi
Bükreş’te Türkiye’nin AB üyeliğine verilen destek genellikle dile
getirilmekle birlikte üzerinde fazla düşünülmemektedir.15 2006-2009
döneminde Romanya’nın Türkiye’nin üyelik sürecinde verdiği desteğe
dair resmi açıklamaların büyük çoğunluğu Romanya’nın kendi müzakere
sürecinde edindiği uzmanlığın paylaşımı ve gerekli iktisadi ve siyasi
reformları yerine getirebilmek için ihtiyaç duyulan (eşleştirme projeleri
gibi araçlarla) teknik destek sağlanması yönünde vaatleri dile
getirmekteydi. Sözler verilmekte ve destek dile getirilmektedir ancak
13
A.g.e.
Renate Weber, ALDE Avrupa Parlamenteri, “UE facilitează existenţa liderilor supranaţionali,
mai departe contează persoanele” (AB uluslarüstü liderlerin varlığını kolaylaştırsa da önemli olan
kişilerin kendisidir)’de mülakat, Adevărul, 6 Haziran 2009,
http://www.adevarul.ro/articole/renate-weber-ue-faciliteaza-existenta-liderilor-supranationalimai-departe-conteaza-persoanele.html adresinden 10 Haziran 2009’da erişilmiştir.
15
Bu bağlamda bir gazetecinin gözlemini kaydetmek ilgi çekicidir: “Türkiye’nin AB üyeliği
konusu sorulan üst düzey Romen yetkililer ancak «Türkiye’nin Avrupa yolundaki ilerlemesini
destekliyoruz» gibi bir şey geveleyebilmektelerdi. Neden? Çünkü bu konuda iyi düşünülmüş
ulusal bir pozisyon alınmamıştır. Türkiye’nin üyeliğinin Romanya’nın çıkarına olup olmayacağını
bile bilmiyoruz, ki eğer çıkarınaysa da, daha hızlı mı, yoksa daha yavaş mı bir üyelik süreci tercih
edeceğimizi de bilmiyoruz.” Bkz. Sever Voinescu, “Departe de Europa reală” (Gerçek
Avrupa’dan Uzakta), Cotidianul, 18 Haziran 2007,
http://www.cotidianul.ro/departe_de_europa_reala-27990.html adresinden 17 Haziran 2009’da
erişilmiştir.
14
163
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
çoğu durumda bunların yanında Türkiye’nin üyelik kriterlerini yerine
getirmesi şartı da koşulmaktadır.
Türkiye’nin üyeliğine verilen destek yönündeki ifadelere genellikle
işbirliği gündeminde mevcut çeşitli başlıklar bağlamında yer
verilmektedir. Bu bağlamda ikili ilişkiler düzeyinde Köstence-İstanbul su
altı elektrik kablosunun inşası gibi önemli enerji projeleri yürürlükte olup
bölgesel boyutta iki devlet Güneydoğu Avrupa ve Karadeniz Bölgesi’ne
odaklanan çeşitli bölgesel teşkilatlarda işbirliği içerisindedir.
Avrupa’nın güneydoğusunda işbirliği çalışmaları (siyasi niteliklere
haiz bir örgütlenme olan) Güney Doğu Avrupa İşbirliği Süreci (SEECP –
South East European Cooperation Process) ve (SEECP’nin işlevsel
çerçevesi) Bölgesel İşbirliği Konseyi (RCC – Regional Cooperation
Council) bünyesinde talihli bir form bulmuş olmakla birlikte, Karadeniz
bölgesindeki işbirliği konusunda Romen bakış açısı burada mevcut
işbirliği teşkilatlarının ve ilgili tarafların, özellikle de enerji ile ilgili
konuların (geniş) Karadeniz bölgesini Avrupa gündemine taşıdığı şu
günlerde, mevcut tehditlerle mücadele edebilmesini sağlayacak siyasi
boyutun eksik olduğu yönündedir. Dolayısıyla, işbirliğinin (örneğin
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nda görülen) iktisadi yönelimin
ötesine geçmesi gerekmektedir. Bu bağlamda mevcut örgüt/ misyonlar ya
sadece güvenlik alanına odaklanmakla yetinmekte (BLACKSEAFORKaradeniz Deniz işbirliği Deniz Görev Grubu, Karadeniz Uyum
Harekatı) ya da, Romanya’nın gönülden destek olmasına rağmen, çok
somut sonuçlar vermemektedir (Karadeniz Sinerjisi). Karadeniz’de
böylesi bir kurumsallaşmış siyasi boyuta yönelik ihtiyaç üzerinde Romen
ve Türk yaklaşımları farklılık göstermektedir.
2006’da Avrupa İçin Liberaller ve Demokratlar İttifakı (ALDE)
Avrupa Parlamenteri ve geçmiş Maliye Bakanlarından Daniel Dăianu
Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında siyasi istişare sürecini
canlandırmaya yönelik bir Romen girişimi olan Karadeniz Forumu’nun
164
Romanya
başlangıç toplantısında Rusya ve Türkiye’den üst düzey yetkililerin
bulunmamasının altını çizmekteydi. Bu faaliyet sırasında bazı kesimler
Türkiye’nin Karadeniz’de atacağı gelecekteki adımlara dikkat
çekmişlerdir. Dăianu, Romen dış politikası ve güvenlik politikasının
mimarlarını Ankara ve Moskova arasındaki diyaloğu Karadeniz’de
muhtemel bir Türkiye-Rusya ekseni oluşmasına karşı yakından takip
etmeye çağırmaktaydı: “Türkiye’nin AB üyelik müzakereleri daha da
çetrefilli bir hal aldıkça Ankara stratejik seçeneklerini tekrar
değerlendirme eğilimine girecektir. […] Kendi gözünde ve komşularının
gözünde büyük bir ülke ve bölgesel bir güç olan Türkiye (ekonomik
sistemdeki kayıtdışılık kaynaklı bazı süregiden zayıflıklar dışında)
dinamik ekonomisi ve korku veren ordusu (yaklaşık yarım milyon asker
ve modern hava kuvvetleri vs.) ile nihayet Birliğin kapısını çalmaya
devam etmeyecektir. Bu görüş yalnızca Türk insanının onurunu temel
alan bir görüş olmayıp küresel bağlamdaki dinamiklerle ilişkili pragmatik
nedenlere de dayanmaktadır: Çin ve Hindistan’ın ekonomik yükselişi,
İran’ın bölgede bir rakip olarak ortaya çıkışı, (Kürt nüfusu konusu da
dâhil olmak üzere) Irak’taki hassas durum, ve bunların yanında Rusya ile
çok düzeyli işbirliğinin avantajları.”16
Karadeniz’de bir Ankara-Moskova eksenine kadar gitmeden de
Romanya’nın Karadeniz dış politika perspektifinin mimarı sayılabilecek
Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu 2006’da bu görüşe katılmış,
bölgesel büyük güçler olan Türkiye ve Rusya’yı dışlayan güç
dengelerinin Karadeniz’deki sorun dağıyla başa çıkamayacağının altını
çizmiştir.17 Romanya’nın Birliğe katılımından sonra bu perspektif
16
Daniel Dăianu, “O nou axă?” (Yeni bir eksen?), Jurnalul Naţional, 11 Haziran 2006,
http://www.jurnalul.ro/stire-editorial/o-noua-axa-16981.html adresinden 17 Haziran 2009’da
erişilmiştir.
17
Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu’nun 20 Ocak 2006 tarihli basın açıklaması
http://www.presidency.ro/?_RID=det&tb=date&id=7039&_PRID= search adresinden 10 Haziran
2009’da erişilmiştir.
165
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Karadeniz’e yönelik bir Avrupa stratejisi arayışında göz önünde
bulundurulması gereken boyutlardan biri haline gelmiştir. Karadeniz’de
Türkiye’nin oyun kurucu olmadığı hiçbir ciddi planın işleyemeyeceği
görüşü aynı zamanda Romen Senatosu Başkanı Mircea Geoană
tarafından daha geniş bir perspektifte de ele alınmıştır: Bir üye devlet (ve
İpek Yolunun duraklarından biri) olarak Romanya, küresel bir aktör olan
AB ile birlikte, Türkiye’nin Avrupa’yı Orta Asya üzerinden Çin’e
bağlayan ve belli başlı tüm küresel aktörlerin önemli çıkarlarının
bulunduğu “Avrasya koridoru”nun bir parçası olan Karadeniz
kompleksindeki stratejik önemini göz ardı edemez.18
Karadeniz konusundaki hâkim Romen dış politikası perspektifi ele
alınması gereken tehditlerin tümü karşısında denize kıyısı olan ülkeler
arasında da bir birliğin varlığına atıfta bulunur. Başka bir deyişle, ortak
bir asimetrik tehdit kümesiyle (AB üyesi ülkelere doğru bir ilaç ve silah
kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, soğuk çatışmaları) karşı karşıya olunduğu
için söz konusu ülkelerin bu tehditlerle mücadele etme konusundaki
görüş ve bakış açılarının da birbirine benzemesi doğaldır. Bu durumun
bir açıklaması olarak devletlerin Avrupa-Atlantik yapıları ile (üye ya da
aday sıfatıyla) birbirlerine bağlı olduğu ve dolayısıyla Avrupa-Atlantik
bölgesi oyuncularıyla aynı düşünce tarzını benimsemelerinin tabii olacağı
gösterilebilir: “Türkiye, Romanya ve Bulgaristan NATO üyesidir. Üç
NATO üyesinin şu ya da bu şekilde ortak hedeflerinin olacağından
şüpheye mahal var mıdır? NATO ülkelerinin NATO’nun müdahil
olmasına karşı çıkacağı düşünülebilir mi?”19 Dolayısıyla Türkiye’nin AB
18
Romanya Senatosu Başkanı ve Sosyal Demokratik Parti Lideri Mircea Geoană, Tartışmada söz
alma “20 Yıl Önce-İzlenecek 20 Yıl: Doğu ve Orta Avrupa’nın Aşamaları ve Perspektifi”, The
Aspen Institute Romanya, 10 Eylül 2009, Bükreş (yazarın katılımı).
19
Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu ile mülakat, Zaman, 31 Mayıs 2006
http://www.presidency.ro/?_RID=det&tb=date&id=7602&_PRID=search adresinden 3 Haziran
2009’da erişilmiştir.
166
Romanya
üyeliği yalnızca Türkiye’nin hâlihazırdaki taahhütlerinin fiilien bir
yansıması olarak görülmektedir.
Karadeniz konusundaki Romen dış politikasının ilginç bir tahlilinde
haftalık yayınlanan Revista 22 analistleri 2005’ten sonra Romen dış
politikasının mimarlarının Karadeniz konusundaki Romen girişimlerine
Türkiye’nin desteğini sağlamadaki başarısızlıklarının bu girişimlerin
başarısızlığa uğramasının nedeni olduğunu ifade etmişlerdir.20
Dahası, Avrupa’nın girişimleri de siyasi açıdan arkası boş
görünmektedir: S&D Avrupa Parlamenteri Ioan Mircea Paşcu’ya göre
Karadeniz Sinerjisi kredibilitesinden önemli kayıplar verme tehlikesi ile
karşı karşıyadır. Karadeniz’deki sorunlar bütünü, yani enerji ve soğuk
çatışmalar, sektör bazında, yani örneğin Türkiye’nin üyelik müzakereleri
ışığında, ele alındıkça bu girişimlerden kayda değer bir sonuç elde
edilmesi mümkün görünmemektedir.21
Küresel Düzeyde AB: Güvenlik boyutu
Türkiye’nin üyelik müzakereleri Bükreş’te Avrupa’nın güvenliği
üzerine birçok boyutta doğrudan etkisi olacak bir gelişme olarak
yorumlanmaktadır.
Bu boyutlardan ilk akla geleni Türkiye’nin rolünün Avrupa Birliği’ne
enerji arzının çeşitliliğinin temininde “en ön planda”22 olduğu enerji
güvenliğidir. AB’ye girdikten sonra Romanya Avrupa enerji güvenliği
önceliğini Karadeniz Bölgesindeki somut çıkarlarına bağlamış ve
20
Ileana Racheru, Octavian Manea, “Priorităţile de politică externă ale lui Traian Băsescu”
(Traian Băsescu’nun dış politika öncelikleri), Revista 22, 10 Mart 2009,
http://www.revista22.ro/prioritatile-de-politica-externa-ale-lui-traian-basescu-5737.html
adresinden 10 Haziran 2009’da erişilebilir.
21
S&D Avrupa Parlamenteri Ioan Mircea Paşcu, Avrupa Parlamentosu’nda söz alma, 12 Mart
2009, http://www.europarl.europa.eu/sides/getDoc.do?pubRef=//EP//TEXT+CRE+20090312+ITEM-004+DOC+XML+V0//EN&query=INTE R V&detail=4021 adresinden 17 Haziran 2009’da erişilmiştir.
22
Romen Dışişleri Bakanı Cristian Diaconescu’nun 12 Mayıs 2009 tarihli basın açıklaması
http://www.mae.ro/index.php?unde=doc&id=39110 adresinden 3 Haziran 2009’da erişilmiştir.
167
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
“Kafkaslar ve Karadeniz koridoru bölgedeki ülkelerin iktisadi
kalkınmasına önemli bir katkıda bulunabilecek dolaysız ve güvenli bir
enerji hattı haline getirmenin bir vasıtası olarak”23 Nabucco boru hattı
projesine yüksek sesle destek verdiğini ortaya koymuştur. Bu projeye
Türkiye’nin verdiği destek Ankara’nın Birliğin stratejik enerji
ihtiyaçlarına yönelik anlayışının ve enerji oyununu fiilien bir Avrupalı
aktör gibi oynama niyetinin işaretini vermektedir. Yine de analistler
üyelik müzakerelerinin hız kaybetmesinin neden olacağı hayal kırıklığı
ile Türkiye’nin yalnızca bir transit ülke olmaktan vazgeçip bölgesel bir
enerji merkezi olmaya yönelebileceği yönünde uyarılarda bulunmaktadır.
Bu tür bir değişim sonucunda Nabucco’ya verilecek Azeri gazının bir
kısmının Türkiye tarafından yeniden ihraç edilmesinin Avrupa ve
dolayısıyla da Romen pozisyonu ile bağdaşmayacağı da aşikârdır.24
Avrupa güvenliğinin bir boyutu olarak enerji güvenliği konusundaki
Romen perspektifi 2005, 2006 ve 2008’de birçok defalar AvrupaAtlantik kurumları çerçevesinde de ortaya konmuştur. Bu perspektif
alttan alta “Karadeniz’in uluslararasılaştırılmasına” dayanmakta ve
bunun da enerji iletim hatlarının güvenliğinin NATO gündemine
alınması yoluyla gerçekleşmesini öngörmektedir. Karadeniz bölgesindeki
NATO mevcudiyeti konusunda analistler bir kez daha Romen ve Türk
görüşlerinin pek bağdaşmadığının altını çizmekte, hatta Türk tavrının
Rus bakış açısıyla daha uyum içinde olabileceğini de ifade etmektedirler:
“Karadeniz’e kimin gireceğine karar veren Türkiye’dir. Bölgede
NATO’nun varlığı Rusya tarafından bir tarafın kaybının diğer tarafın
kazancı sayılacağı bir oyun olarak algılanabilir ve bu da Türkiye’nin
23
Romen Cumhurbaşkanı Traian Băsescu’nun Nobel Enstitüsü’ndeki konuşması, Oslo, 7 Kasım
2007, http://www.presidency.ro/?_RID=det&tb=date &id=9281&_PRID=search adresinden 3
Haziran 2009’da erişilmiştir.
24
Prof. Dr. Adrian Pop, Ulusal Siyasi ve İdari Çalışmalar Okulu, Siyasal Bilgiler Fakültesi,
Bükreş, “Türkiye’deki siyasi değişimler. Türk-Romen ikili ilişkilerinin geleceği” konferansında
söz alma, Friedrich Ebert Stiftung, 4 Mayıs 2009, Bükreş (yazarların katılımı).
168
Romanya
isteyeceği en son şeydir. Açıkçası Rusya ve Türkiye arasında bölgedeki
jeopolitik konumlarını etkileyebilecek her türlü AB, NATO veya ABD
girişimini bir tehdit olarak algılama ve reddetme konusunda benzer bakış
açıları olduğunun farkındayız.”25.
Öte yandan Karadeniz güvenliği konusunda Türkiye’nin bakış açısı
“bölgesel sorunlara bölgesel çözümler” yaklaşımından yanadır.
Dolayısıyla Türkiye Aktif Çaba Harekatı’nın (Operation Active
Endavour) Akdeniz’den Karadeniz’e sıçramasına muhalefet etmekte ve
“Karadeniz Uyumu” projesinden yana tavır almaktadır. Çatışmaların
Engellenmesi ve Erken Uyarı Merkezi’nden analist Iulian Chifu
«güvenliğin bölge altı boyuta indirgenmesi» adı verilen bu yaklaşımı
“soruna taraf olan aktörlerden birine ya da bir uzlaşıya öncelik vermek
amacıyla bölgedeki durumu küresel bağlamdan soyutladığı”26 ve
bölgedeki Avrupa stratejisine hiçbir şekilde uygun olmadığı için yanlış
olarak nitelemektedir.
Son tahlilde Türkiye’nin üyeliği Avrupa’nın küresel nüfuzu
bağlamında da değerlendirilecektir. S&D Avrupa Parlamenteri Adrian
Severin üyeleri arasında Türkiye yer almadıkça Birliğin küresel bir
oyuncu
olamayacağına
inanmakta27,
geçmiş
Romen
Cumhurbaşkanlarından Ion Iliescu ise bu perspektifi Türkiye’nin
üyeliğinin Birlik için doğuracağı sonuçlarla açıklamaktadır: “Avrupa
Birliği etkisini ve istikrar sağlama etkenini Ortadoğu ve Orta Asya
25
Ileana Racheru, Octavian Manea, “Priorităţile de politică externă ale lui Traian Băsescu”
(Traian Băsescu’nun dış politika öncelikleri), Revista 22, 10 Mart 2009,
http://www.revista22.ro/prioritatile-de-politica-externa-ale-lui-traian-basescu-5737.html
adresinden 17 Haziran 2009’da erişilmiştir.
26
Iulian Chifu, “Marea Neagră, lac rusesc sau baltă regională?” (Karadeniz? Rus gölü mü,
bölgesel havuz mu?) Dilema Veche, 10 Şubat 2006
http://www.dilemaveche.ro/index.php?cmd=articol&id=1124&nr=107 adresinden 3 Haziran
2009’da erişilmiştir.
27
7. dipnota bakınız.
169
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
bölgelerine doğru yayabilecektir.”28 Türkiye’nin potansiyelinin AB’ye
Karadeniz, Kafkaslar, Orta Asya ve Ortadoğu’da getirecekleri Bükreş’te
azımsanmamaktadır.
Sonuç
Romanya daha kararlı bir biçimde üyelikten kaynaklanan
sorumluluklarını özümsedikçe ve Avrupa’daki komşuları arasında sesini
yükseltmeye başladıkça Türkiye’nin AB üyeliği konusunda daha içerikli
tartışmaların vuku bulacağı beklenebilir. Yine de hem Romanya’nın
üyeliği öncesinde hem de sonrasında Türkiye’nin üyeliğine sürekli olarak
verilen desteğin ışığında, Bükreş’teki tartışmaların sonucu olarak
Türkiye’nin AB üyesi olması yönünde daha somut argümanlar doğurması
olasıdır. Bu gerçekleşene kadarsa siyasi desteğin içinin doldurulması için
henüz vakit vardır.
28
Ion Iliescu, “Viziune a foştilor şefi de stat asupra Europei şi a Planetei” (Önceki devlet
başkanlarının Avrupa ve Dünya perspektifleri), 4 Mayıs 2008,
http://ioniliescu.wordpress.com/2008/05/04/interventie-masa-rotunda-turcia/ adresinden 10
Haziran 2009’da erişilmiştir.
170
Bulgaristan
Marin Lessenski*
Bulgaristan
Türkiye’nin üyelik çabasına dair Bulgaristan’daki algı ve
duruşlar: Belirleyici faktörlerin arka planı
2008 baharında yapılan bir kamuoyu yoklaması Bulgar
vatandaşlarının üçte birinin Türkiye’nin üyeliğinden yana, üçte birinin
buna karşı, üçte birinin ise konu hakkında kararsız olduğu sonucunu
ortaya koymuştur (Açık Toplum Enstitüsü – Sofya, Nisan 2008). Bu
tablo Bulgaristan’ın bir bütün olarak Türkiye’nin adaylığına bakışını da
özetlemektedir: eşit bir biçimde destekleyen, karşı çıkan ve kararsız
gruplar arasında bölünmüşlük. Bu tabloda belirleyici ve etkili olan en az
üç etkenden söz etmek mümkündür. Bunların ilki iç siyasi resimde
Türkiye’nin üyelik çabasının Bulgaristan’daki Türk toplumunu temsil
eden partinin, Haklar ve Özgürlükler Hareketi’nin (HÖH), rolü ve
davranışı ile çok zaman ilişkilendirilmesidir. Bu nedenle Türkiye’nin AB
üyeliği konusundaki iç tutumlar HÖH ile ilgili iç siyasi hesaplamalar
etrafında şekillenmektedir, ki bu olumlu ya da olumsuz bir yaklaşıma
zemin hazırlamaktan ziyade konu ile ilgili kesin ve net bir tavır almaktan
çekinilmesi sonucunu doğurmuştur. HÖH’ün kamuoyundaki imajı
yolsuzluklar ve ülkedeki Türk ve Müslüman toplumlar nezdinde
konumunu istismar ettiği iddiaları ile zedelendiği için zaman zaman bu
*
Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu
yansıtmamaktadır.
171
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
ilişkilendirme Türkiye’nin adaylığı için olumlu sonuçlar ortaya
koymamıştır.
İkincisi, iki ülkenin sınır komşusu olması nedeniyle üst düzeyde
ekonomik ve ticaret ilişkileri, doğrudan yabancı yatırımlar, NATO
bünyesinde güvenlik ve savunma ilişkileri, ve iki ülkenin halkları
arasında turizm vb. yolu ile farklı türlerde tezahür eden ilişkiler
bağlamında ikili ilişkilerden söz etmek mümkündür. İkili ilişkilerin
oldukça iyi seyrinden dolayı bu faktörün büyük ölçüde olumlu etkisinden
söz edilebilir.
Kamuoyundaki algılar düzeyinde sözü edilebilecek üçüncü etken
tarihi ve kültürel bağlamdır. Birçok Balkan devleti gibi Bulgar ulus
devleti ve kimliği “öteki”sini Osmanlı İmparatorluğu ve “Türk”te bulmuş
ve bunlara bir muhalefet şeklinde biçimlenmiştir. Bu ifade şu anki
tutumlar üzerinde uzak geçmişin ciddi bir etkisi olduğu şeklinde
algılanmamalıdır (ki ikili ilişkilerin seyri de bunun bir ispatıdır). Öte
yandan Türkiye’nin “yeni-Osmanlıcılık” siyaseti (başarılı bir siyaset
olarak değerlendirilebileceği Arap dünyasının aksine) Bulgaristan’da
“yeni-emperyalizm” ihtirası olarak değerlendirilebilir ve büyük ölçüde
olumsuz bir algıya kaynaklık edebilir. Bu sayılan etkenlerin her birinin
aynı ağırlıkta olduğu ya da konuyla aynı düzeyde ilgili olduğu
söylenemezse de bunların etkileşimleri bugünkü ihtiyatlı tutumu
doğurmakta, ve birkaç istisna dışında Türkiye’nin adaylığı konusunda
detaylı ve dişe gelir bir tartışmaya rastlanmamaktadır.
a- Medya
Hâkim medya’nın tarafsızlığı ve televizyon dizilerinin
“yumuşak gücü”
Türkiye’nin AB adaylığına medyada verilen yer ülkenin kamuoyunda
ve siyaset arenasındaki tartışmaları yansıtmakta, ve medya çoğunlukla
haberleri iletmekte ancak çok nadiren yorumlara yer vermektedir. Üstelik
bu nadir yorumlar bile Türkiye’nin adaylığını Bulgaristan
172
Bulgaristan
perspektifinden değerlendirmekten ziyade çoğunlukla ya AB, ya da
Türkiye açısından üyeliğin artıları ve eksilerini çoğu zaman tarafsız bir
bakış açısıyla yinelemek şeklinde tezahür etmektedir. Bu da hâkim ve
ciddi medya kanallarında yer verilen haber ve yorumların çoğu zaman
nispeten nesnel ve genellikle de iki tarafı da eleştirmekten kaçınan bir
tonda verilmesi anlamına gelmektedir. Türkiye’nin reformlar
konusundaki ilerlemesi, siyaset ve ekonomi alanındaki iç gelişmeleri ve
dış politikası da medyada düzenli aralıklarla yer bulmaktadır.
Dolayısıyla medyadaki yayınların genel değerlendirmesi komşu ile bu
önemli konuya düzenli, tarafsız ve dengeli haberler ile Bulgaristan’ın
konu ile ilgili doğrudan çıkarlarına değinen çok nadir yorumlar
aracılığıyla yer verildiği şeklindedir.
Milliyetçi partilerin medya kanalları ise Türkiye’nin üyeliği konusuna
olumsuz bakma eğilimleri nedeniyle elbette bu trendin dışında
değerlendirilmelidir. Ataka partisinin gazetesi Ataka ile (geçmişte Ataka
ile ilişkilendirilen) Skat TV kablo kanalındaki siyasi talk show’lar
düzenli olarak Türkiye’nin AB adaylığı konusuna olumsuz bir bakış açısı
sergileyen haber ve yorumlara yer vermektedir.
Son zamanlarda ise müzakerelerle doğrudan ilgisi olmayan ancak
Bulgar-Türk ilişkileri kapsamında değerlendirilmesi gereken bir başka
gelişme de dikkat çekmektedir. Bu da Türkiye’nin 2009’da televizyon
dizileri yoluyla “gönülleri kazanma” yolundaki ilerlemesidir. Bu diziler
oldukça başarılı olmuş ve önde gelen iki TV kanalı altı diziye aynı anda
yer vermişlerdir. Dizilerin kamuoyundaki algıları ve önyargıları olumlu
yönde değiştirdiği ve kamuoyunun medya kanalıyla güneydeki komşuyu
algılaması konusunda faydalı olduğu bildirilmektedir.
b- Hükümet
Bulgaristan’ın resmi tutumu AB’nin Türkiye için üyelik kriterlerini
katı bir biçimde uygulaması koşulu ile AB ile Türkiye arasındaki
173
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
müzakereleri desteklemek yönündedir. Önceki Bulgar hükümeti
tarafından ikili ilişkiler bağlamında 20. Yüzyılın başlarındaki savaşlar ve
nüfus hareketleri sırasında yerinden olan Doğu Trakyalı mültecilerin hak
taleplerini karşılaması yönünde konulan bir şart bulunmaktadır ve
Temmuz 2009’da iktidara gelen yeni hükümet de bu şartı koşmaya
devam etmektedir. Yine de genel hatları ile Bulgar hükümetleri AB’nin
genelini takip etmektedirler. Bulgar siyasi partileri de kendilerine yakın
Avrupa siyasi şemsiyelerinin genel duruşunu kaba hatlarıyla
izlemektedir. Yine de konu ile ilgili olarak (ATE tarafından Sofya’da
2008’de) yapılan araştırmalar partilerin tutumlarının nispeten muğlâk
olduğunu ve hem sağ hem de solda, partilerin içinde ve tabanlarında bu
konuda farklı görüşlerin mevcut bulunduğunu göstermektedir.
Ağustos 2005 – Haziran 2009 döneminde Bulgaristan üçlü bir
koalisyon iktidarı tarafından yönetilmekteydi ve bu Türkiye’nin üyeliği
de dâhil olmak üzere birçok konuda net bir kararın alınamadığı, denge
arayışı, karşılıklı tavizler ve uzlaşmalarla nitelenen bir dönemdi.
Koalisyon Bulgar Sosyalist Partisi, 2. Simeon Ulusal Hareketi (daha
sonra İstikrar ve İlerleme Ulusal Hareketi adını almıştır) ve Haklar ve
Özgürlükler Hareketi (Türk azınlığın partisi) tarafından oluşturulmuştu.
Bu nedenle Türkiye konusundaki iktidar politikaları HÖH’nin hükümetin
devamı açısından önemini ve Türkiye’nin üyeliğine karşı duruşun
koalisyonu tehlikeye atacağını göz önünde bulundurmak durumunda idi.
Öte yandan HÖH’nin kendisi bir başka ülkenin çıkarlarını savunuyor
görüntüsü vermemek için açıkça Türkiye taraftarlığı yapmaktan da
çekinmiştir. Koalisyonun büyük ortağı Bulgar Sosyalist Partisi genel
hatlarıyla Türkiye’nin üyeliğini destekler bir tutum içinde olup aynı
zamanda Trakyalı mültecilerin talepleri ile Türkiye’ye müzakere
sürecinde esneklik tanınmaması hususlarını da öne sürmektedir.
Sonuçta iç politikadaki özel durum nedeniyle önceki hükümet (20052009) döneminde Türkiye’nin adaylığı konusunda destekler ya da karşı
174
Bulgaristan
çıkar bir çizgi belirlenememiştir. Bu durumu üç olguda gözlemlemek
mümkündür. Resmi açıdan hükümet komşu ülkenin üyeliğini
desteklediğini hiç reddetmemiştir. Aynı zamanda hükümetin
bakanlarından biri (Bayan Emel Ete Ocak 2007’de) Ankara’ya yaptığı bir
ziyarette Türkiye’nin üyeliğine tam destek verildiğini açıkladığında bu
bir gaf olarak nitelenmiş ve resmi tutumu yansıtmadığı belirtilmiştir.
Aslında daha iki ay öncesinde (Aralık 2006’da) Başbakan Sergey
Stanishev Ankara protokolünün uygulamaya konmaması nedeniyle
müzakerelerin askıya alınmasını desteklemiştir.
Dönemim Bulgar hükümetinin hiçbir zaman müzakerelere ve üyeliğe
doğrudan bir karşı çıkış içinde bulunmamasına ve “özel ilişkiler” gibi
üyelik alternatiflerine destek vermemesine rağmen iki ülke arasındaki bir
sorunu AB gündemine taşıma ve bunu üyelik süreci ile ilişkilendirme
konusunda başarılı olmuştur. Yukarıda da belirtildiği üzere bu konu
(Balkan savaşlarının ardından meydana gelen gelişmelere atıfla) “Trakya
mültecilerinin” mülkiyet hakları ve tazminat konusu olup henüz bir
çözüme kavuşturulamamıştır. Soruna Avrupa Parlamentosu Dışişleri
Komisyonu Türkiye İlerleme Raporu 2007’de “Bölgesel konular ve dış
ilişkiler” başlığı altında yer verilmiştir ((2007/2269(INI)). Trakyalıların
haklarıyla ilgili konunun (mültecilerin soyundan gelenlerin haklarının)
merkez sol gündeminde yer alan önemli bir siyasi mesele olması
nedeniyle iktidardaki BSP’den Avrupa Parlamentosu Milletvekilleri bu
şarta AP raporunda yer verilmesine ön ayak olmuşlardır.
2006-2009 döneminde hükümetteki ve muhalefetteki partiler Temmuz
2009 seçimleri ile rolleri değişmişlerdir. BSP, HÖH ve İİUH seçimleri
kaybederken GERB merkez sağın (DSB ve UDF), Ataka ve Düzen,
Hukuk ve Adalet Partisi’ndeki milliyetçilerin zımni desteğiyle bir azınlık
hükümeti kurmuştur.
Temmuz 2009 seçimleri sonrasında iktidara gelen bugünkü GERB
hükümetinin hükümet politikalarını büyük ölçüde değiştirmesi
175
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
beklenilmemektedir. Dışişleri Bakanı (ve Bulgaristan’ın 2009 yılı için
Avrupa Komisyoneri olarak atadığı) Rumiana Jeleva hâlihazırda
mülkiyet hakları iddialarına desteği dile getirmiştir. Bireysel bazda
GERB üyelerinin müzakerelerden “açık uçlu bir süreç” olarak bahseden
ifadelerine rastlanmışsa da partinin ve hükümetin genel tavrı daha ılımlı
ve AB geneline hâkim görüşlere daha yakındır, yani kriterlere uyum
sağlayan Türkiye ile ilerleme kaydetmek için müzakerelere devam
edilmesi yönündedir.
c- Muhalefet
Türkiye’nin adaylığı konusundaki siyasi tutumları
sınıflandırmak zordur
Bulgaristan’da Türkiye’nin adaylığı konusunda partilerin tutumları
üzerine kesin saptamalar yapmak yanıltıcı olabilir. Nitekim merkez sağın
Türkiye’nin adaylığı konusunda daha çekimser bir yaklaşımda, merkez
solun ise daha destekleyici bir tavır içinde olduğu söylenebilirken hem
sağda, hem de solda ve ister merkez sağ, isterse merkez sol olsun farklı
partiler içinde farklı görüşlerin varlığından söz edilebilir.
Ülkedeki başlıca partiler arasında yalnızca Ataka Türkiye ile her türlü
müzakerelere açıkça karşı çıkmakta, diğerleri ise genel olarak
müzakereleri desteklemekle birlikte bazı detaylar üzerinde farklılaşan
tutumlar sergilemektedirler. Parti üyelerinin bireysel olarak zaman zaman
“açık uçlu bir süreç” ya da “imtiyazlı ortaklık” gibi yaklaşımlara
verdikleri desteği dile getirebilmelerine rağmen şu anda hiçbir partinin
resmi tutumu bu seçeneklerden yana değildir.
Yine de ilk bakışta çelişkili görünebilecek bir biçimde yalnızca tek bir
parti Bulgaristan’ın bakış açısından Türkiye’nin adaylığı konusunda
detaylı ve iyi tanımlanmış bir tutum belirlemiştir. Bu parti de merkez
sağdan Daha Güçlü Bir Bulgaristan için Demokratlar’dır. DGBD
tarafından yayınlanmış Mayıs 2006 tarihli bir bildiride “bu tutumun
temelinde AB ile müzakerelerin bu komşu ülkedeki genel reformlar için
176
Bulgaristan
bir araç teşkil edeceği ve bu ülkenin demokratikleşmesi ve refahının
Bulgaristan’ın çıkarına olacağı inancının yatmakta” olduğu
belirtilmektedir. Bir başka deyişle DGBD müzakerelerin devamını
gerekli görmekte, ancak aynı zamanda da Türkiye’nin vaktinden önce
Birliğe dâhil edilmesinin AB bütünleşme sürecinin yanında AB
ülkelerinin ulusal çıkarları ve hatta güvenliğini bile tehlikeye atabilecek
bir gelişme olarak değerlendirmektedir. DGBD aynı zamanda
Türkiye’nin Bulgaristan’ın iç işlerine karışması, özellikle de Haklar ve
Özgürlükler Hareketi’nin seçimle müdahalesine destek vermesi
konusunda uyarılar yapmaktadır. DGBD’nin tutumu 2006’dan beri bir
değişim göstermiş olup parti artık açık uçlu müzakereler konusundaki
ısrarından vazgeçmiştir, ancak üyelik kriterlerinin katı bir biçimde
uygulanması gereğine vurgu yapmaya devam etmektedir. Öte yandan
DGBD kelimenin tam anlamıyla “Türkiye karşıtı” bir parti sayılmaz ve
Türkiye’nin bir komşu ve güvenlik ortağı olarak oynadığı kilit rolü kabul
edip bu rolün altını çizmektedir.
Türkiye’nin adaylığı konusunda net bir sol-sağ ayrımından söz etmek
de mümkün değildir ve bu durum DGBD ile bir diğer merkez sağ parti
Demokratik Güçler Birliği arasındaki yaklaşım farklılıklarında da
görülebilmektedir. Her ne kadar DGB merkez sağ ve EPP üyesi bir parti
olsa da Türkiye’nin üyeliğini desteklemektedir. DGBD ile (Mavi
Koalisyon) içerisinde bu tavrını değiştirip değiştirmeyeceği
bilinmemekle birlikte DGB yönetimine yakın çevreler DGBD’nin bu
konudaki çekinceli tavrını DGB üzerine de empoze edeceğinden endişe
duymaktadır.
Aşırı milliyetçi Ataka Türkiye’nin AB üyeliğine karşı dik duruşunun
meyvelerini toplama peşindedir. Esasında Ataka’nın 2009 Avrupa
Parlamentosu seçimlerindeki sloganı “AB’de bir Türkiye’ye Hayır” olup
bu konu iktisadi krizin ortasında yaşayan ve ülke çapında yaklaşan genel
seçim atmosferini hisseden toplumun gündeminde olmayışı ile dikkat
177
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
çekmiştir. Bu açıdan Ataka’nın başarısının azınlıklara karşı duruşundan
ziyade yolsuzluklara ve kurulu düzene karşı söyleminden
kaynaklandığını belirtmek daha yerinde olur.
Parlamentoya bu yıl giren Düzen, Hukuk ve Adalet (DHA) partisi
kendi tanımıyla muhafazakâr bir parti olup İngiliz Muhafazakâr partisi
etrafındaki grupla bağlantılıdır. Öte yandan parti Muhafazakârların
Türkiye’ye verdiği sağlam desteği paylaşmamakta ve DHA üyeleri
Türkiye’nin üyelik çabasına soğuk yaklaşmaktadırlar.
Önceki iktidardan BSP ile HÖH bugün muhalefette yer almaktaysa da
bu durum bu partilerin Türkiye’nin üyeliğine bakışını değiştirecek gibi
görünmemektedir. HÖH üyeliğin yılmaz bir savunucusu olarak kalmaya
devam edecek ve BSP de parti tabanının bu konudaki resmi parti tutumu
etrafında kenetlenmiş olduğu söylenemese de bu konudaki üyeliği büyük
çlçüde destekler tavrını hem tutarlılığını korumak adına, hem de HÖH ile
devam eden ortaklığı ve Avrupalı sosyalistlerin etkisi ile devam
ettirecektir.
d- Sivil Toplum
Kamuoyu: yanıt verenlerin görüşleri eşit biçimde
dağılmaktadır
Türkiye’nin üyeliği konusunda “sivil toplumun” tutumu tartışılırken
göz önünde bulundurulması gereken iki unsur söz konusudur. Bunlardan
ilki kamuoyunun geneli, diğeri ise ülkedeki sivil toplum örgütleridir.
178
Bulgaristan
Sivil toplum örgütleri bahsinde yerel STK’ların sınır aşan faaliyetler
alanında oldukça aktif olduğunu ve pratik işbirliğine odaklandıkları
söylenebilir. STK’lar arasında Türkiye’nin üyeliğinden yana ya da buna
karşı net bir siyasi tavır alan kuruluşlardan bahsetmekse mümkün
değildir. Siyaset araştırma enstitüleri kamuoyunu bilinçlendirme
faaliyetlerinde aktif bir rol oynamakta ve Türkiye ile AB arasındaki
müzakerelere dair bilinç düzeyini artırmaya çalışmaktadır. Değinilen
dönemde Sofya Açık Toplum Enstitüsü’nün Avrupa politikaları programı
konu üzerinde bilhassa yapıcı bir etki yapmış ve Türkiye’nin adaylığı
konusunda analitik bir tartışma ortamı için gereken malzemeyi
sağlayarak nesnel ve bilgi ağırlıklı bir tartışmaya zemin hazırlamıştır.
Enstitü Türkiye’nin üyeliğinin Bulgaristan ve AB üzerinde yapacağı
etkiye dair siyasi ve ekonomik tahliller yayınlamış, başlıca partilerin
tutumları ile kamuoyu yoklamaların sonuçlarını etüt etmiştir. Ayrıca
(2008 baharında) büyük çaplı bir uluslararası forum düzenlemiş ve bu
yolla kamusal alandaki bir eksikliği gidererek konu üzerinde ciddi ve
kayda değer bir tartışma yapılmasını sağlamıştır.
Kamuoyunun konu hakkındaki algısı karışık bir görüntü çizmekte
olup Sofya Açık Toplum Enstitüsü’nün 2008’deki bir çalışması (sonuçlar
Nisan 2008’de yayınlanırken anketler Şubat-Mart 2008’de
179
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
gerçekleştirilmiştir) Türkiye’nin üyeliğine bakışlar arasındaki farkları ve
görüşler arasındaki dengeyi detaylı bir biçimde ortaya koymuştur. Ankete
yanıt verenlere Türkiye’nin üyeliği konusunda o gün bir referandum
yapılsaydı nasıl oy kullanacakları sorulmuştur. Yanıtlar %33 “Hayır”,
%31 “Evet” ve %36 “Fikrim yok” oranları ile neredeyse tam olarak eşit
bir dağılım sergilemiştir.
Siyasi partiler bazında dağılım da bu bağlamda oldukça açıklayıcı
olup aynı partinin taraftarları arasında da net görüş ayrılıkları mevcuttur.
Merkez sağ UDF yanlılarının yüzde altmışyedisi üyeliği desteklerken
bugünün iktidar partisi GERB taraftarlarının %35’i ve resmen
müzakerelere karşı çıkan Ataka partisi yanlılarının %21’inden fazlası
üyeliğe destek vermiştir. Bulgar Sosyalist Partisi taraftarları ise nispeten
daha karşıt bir duruş sergilemişlerdir: yaklaşık %37 “karşı”, %28
“destekler”.
Anketi yanıtlayanın partilerine göre cevapları
destekl
karşı
%34,40
%41,90
%27,90
%67
%44
%21,50
%37,20
%2,2
%24
%64,60
er
GERB (Bulgaristan’ın Avrupa Gelişiminden Yana
Yurttaşlar; merkez sağ)
Bulgar Sosyalist Partisi (merkez sol)
Haklar ve Özgürlükler Hareketi (Türk azınlık)
Demokratik Güçler Birliği (merkez sağ)
Ataka (aşırı milliyetçi)
Sofya Açık Toplum Enstitüsü tarafından yapılan ve Nisan 2008’de açıklanan anket
Etnik köken bazında da verilen yanıtlara bakıldığında şaşırtıcı
olmayan bir biçimde etnik Türklerin %59,1’lik bir çoğunluğu üyelikten
yana iken etnik Bulgarlar arasında bu oran %27,1 ve Romanlar arasında
da %32,7 olarak gerçekleşmiştir.
Üyeliği destekleyen ya da karşı çıkanların öne sürdükleri argümanlar
da oldukça ilgi çekicidir. Ankette sorulan iki soru seti ile AB’nin bakış
açısından ve Bulgaristan’ın bakış açısından üyeliğin artı ve eksileri
irdelenmiştir. Bulgarlara göre Türkiye’nin AB üyeliğinin Birliğe en
180
Bulgaristan
önemli üç getirisi (1) Ortadoğu ve Asya ile daha iyi ilişkiler, (2) çok
kültürlülüğün ve daha fazla toleransın geliştirilmesi ve (3) Avrupa
güvenliğine katkılar olacaktır. Türkiye’nin üyeliğinin Bulgaristan’a
getirileri arasında da (1) artan güvenlik, (2) etnik istikrar ve (3) artan
ticaret başı çekmektedir. Üyeliği destekleyenlerin yaklaşık olarak %59’u
Bulgaristan ve Türkiye’nin devlet çıkarlarının kesiştiğini belirtmiştir.
Karşı çıkanlar ise AB açısından argümanlar içinde bir Müslüman ülke
olan Türkiye’nin Avrupa ile dini açıdan uyumsuz oluşunu en ön sırada
zikretmektedirler. Ancak üyeliğe karşı çıkanların sadece %9,8’i
Türkiye’nin üyeliğinin AB’nin sonunu getireceğini ifade etmiştir. Karşı
çıkanların Bulgaristan özelinde dile getirdikleri başlıca argümanlar ise
sırasıyla Bulgaristan’da artan etnik gerilimler, ülkenin güvenliğinin
sekteye uğraması ve işsizlik oranında artış olarak göze çarpmaktadır.
Özetle, hem üyeliği destekleyen, hem de karşı çıkanların öne sürdüğü ilk
iki argüman da farklı bakış açılarıyla olsa da etnik ilişkilere ve güvenlik
konusuna değinmektedir.
Avrobarometre Anketi 69 (2008) AB’nin geneli ile bir mukayese
temeli ortaya koymaktadır. Bulgaristan’da üyeliği kuvvetle
destekleyenlerin (%16) ve bir ölçüde destekleyenlerin (%29) toplamdaki
oranı %45 olup kuvvetle karşı çıkanlar (%22) ve bir ölçüde karşı çıkanlar
(%17) toplamda %39’luk bir kesimi temsil etmektedir. Dolayısıyla
Türkiye’nin üyeliğine genel olarak verilen destek %35 olan AB
ortalamasının üzerinde yer alırken karşı çıkanlar da AB27 ortalaması
olan %35 rakamının biraz üzerindedir.
181
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Özgehan Şenyuva, Sait Akşit*
Avrupa’dan Türkiye’ye
Değerlendirmeler
Bakış:
Genel
Elinizdeki eserde yer alan çalışmaların amacı Avrupa Birliği’nin
genişlemesi tartışmaları arasında son derece popüler bir konuyu ele
almaktır: Türkiye Avrupa Birliği’nin farklı üye devletlerindeki taraflarca
nasıl algılanmaktadır? Giriş bölümünde belirtildiği üzere ilgili tüm
tarafları ele alan ve bunların pozisyonları ile argümanlarını bir araya
getiren kapsamlı çalışmalar pek bulunmamaktadır. Türkiye’nin AB
üyeliği konusunda Avrupalıların algıları üzerine literatür son derece
kısıtlı olup mevcut çalışmaların hemen hiçbiri farklı ülkelerde hükümet,
muhalefet, kamuoyu ve elitler gibi tüm tarafların görüşlerini ve medyada
buldukları yer konusunu birlikte irdelemeye çalışmamaktadır.1
Dolayısıyla elinizdeki bu eserdeki çalışmalar Türkiye’nin adaylığının AB
üyesi ülkelerde 2006 - 2009 yılları arasındaki dönemde nasıl
algılandığına ışık tutmaya çalışmaktadır. Bu amaçla söz konusu
çalışmalar giriş bölümünde ortaya konan sorulara yanıtlar bulmayı
*
Bu metinde ortaya konan görüşler yazarlara ait olup herhangi bir kurumsal tutumu
yansıtmamaktadır.
1
Bu tablonun bir istisnası TEPAV-IAI tarafından hazırlanan Talking Turkey yayınıdır: Natalie
Tocci (der.), Talking Turkey in Europe: Towards a Differentiated Communication Strategy,
Quaderni IAI, Aralık 2008. Ayrıca Avrupa kamuoyu görüşlerinin detaylı bir analizi için bakınız,
Antonia R. Jiménez ve Ignacio T. Payá, European Public Opinion and Turkey’s Accession:
Making Sense of Argument For or Against, EPIN, European Policy Institutes Network Working
Paper no. 16, 2007.
182
Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler
hedeflemiştir. Varılan ana sonuç Türkiye konusunda sadece bir Avrupa
tartışmasının bulunmadığı, ancak kesişen tartışmalardan söz etmenin
mümkün olduğudur.
Avrupa Birliği üyesi ülkeler ve Türkiye’nin Avrupa Birliği
üyeliği konusundaki duruşları
Eduard Soler i Lecha ve Irene Garcia Türkiye’nin AB üyeliği
konusuna İspanyolların bakışının mükemmel bir tahlilini sunmaktadır.
Soler ve Garcia’nın ifadesiyle İspanya AB ülkeleri içinde açık ve kuşkuya
mahal bırakmaz bir biçimde Türkiye’nin AB’ye üyeliğinden yana olanlar
arasındadır. İspanya aynı zamanda Türkiye’nin üyeliğine kamuoyunda
verilen desteğin son yıllarda Avrupa ülkelerinin çoğunluğunda gösterdiği
net düşüşün aksine artış gösterdiği nadir ülkelerden biridir. İspanya’nın
tavrı iki önemli nedenden dolayı dikkat çekicidir. Birincisi, İspanyolTürk ilişkileri son derece iyi bir seyirde sürmektedir ve Medeniyetler
İttifakı girişimi gibi çok sayıda ortak uluslararası girişim birlikte
yürütülmektedir. Dahası, İspanya Türkiye’nin üyeliğini Soler ve
Garcia’nın detaylarıyla ortaya koyduğu bir dizi nedenle her daim tam
anlamıyla desteklemiştir. Yine de Soler ve Garcia’nın bulguları
İspanya’da Türkiye’ye verilen net desteğe rağmen bu konuda bir miktar
tereddüdün özellikle muhafazakâr siyasetçiler ve toplumun belirli
kesimleri içinde ortaya çıkmaya başlamış olduğunu göstermektedir. Soler
ve Garcia bu tereddüdün asli nedenlerinin neler olduğunu detaylarıyla
irdelemekte ve bu tabloyu düzeltmek için yapılabileceklere
değinmektedir. İkinci bir husus ise İspanya’nın Ocak 2010 itibarıyla
Avrupa Birliği’nin dönem başkanlığını devralacak olması nedeniyle ve
Fransa ve Almanya’nın yükselen eleştiri ve muhalefeti göz önünde
bulundurulduğunda, Türkiye ile müzakerelerde son derece önemli bir rol
oynayacağı için üzerinde dikkatle çalışılması gereken bir ülke olduğudur.
Almanya’da Türkiye’nin üyeliğine karşı duruşun güçlenmesi
konusunda Katrin Böttger ve Eva-Maria Maggi detaylı bir analiz
183
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
sunmaktadır. Almanya üzerine yaptıkları katkı vaktinde ortaya konmuş
ve son derece önemli bir çalışma olup Almanya’daki farklı aktörlerin
pozisyonlarının dışarıdan göründüğü kadar yekvücut ve değişmez
olmadığını göstermektedir. Böttger ve Maggi Almanya’da Türkiye’nin
üyeliğini destekleyen ve buna karşı çıkan taraflar arasında son derece
ateşli bir tartışma bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Almanya’nın yanında Fransa ve Avusturya’yı Türkiye’ye karşı çıkan
grupta sesi en çok duyulan ve kamuoyunun Türkiye konusunda
görüşünün en olumsuz şekillendiği ülkeler arasında görmekteyiz. Nicolas
Monceau Fransız algılarını ele aldığı analizinde sağ ve sol partilerin
Türkiye konusunda ideolojik bir bölünmenin tarafları olduğunu
belirtmektedir. Merkez sol ve sol partiler Türkiye’nin üyeliğinden yana
iken merkez ve sağ partiler kuvvetli bir biçimde karşı çıkmaktadır. Yine
de bu ayrımların yalnızca siyasi elitler arasında mevcut olduğu
görülmektedir; Fransız kamuoyu Türkiye’nin AB’ye girmesine net bir
biçimde karşıdır.
Avusturya’da Türkiye’nin adaylığı konusundaki tartışmalar hukuki ve
teknik konulardan ziyade kültürel ve dini unsurlarla şekillenir
görünmektedir. Cengiz Günay, konunun Avusturya’da nasıl ‘fazlasıyla
sertleşmiş’ bir hale geldiğinin açık ve kısa bir özetini vermekte ve Orta
Çağ’dan bugüne gelen Türk imajı gibi tarihi unsurları nasıl gün ışığına
çıkardığını ya da yabancı düşmanlığı ve ırkçılık sınırlarına uzandığını
anlatmaktadır. Yine de Günay’ın da belirttiği üzere Avusturya’daki
tartışmalar Türkiye’nin adaylığı özelinden çok göçmenlerin topluma
entegrasyonu ve bir çok yeni etnisiteli, çok dinli Avusturya toplumunun
kabullenilmesi ile ilgilidir. Bu durum Avusturya kamuoyunun
Hırvatistan’ın üyeliği dışında AB’nin her türlü genişlemesine karşı
çıkışında da görülmektedir. Kamuoyu Hırvatistan konusundaki karşı
duruşunu da ancak yakın zamanda değiştirmiş ve özellikle muhafazakâr
184
Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler
Katolik kesimlerin içinde bulunduğu elitlerin kuvvetli desteği ile bu
üyeliği destekler bir noktaya varmıştır.
Özel bir ilgi gösterilmesi gereken bir diğer katkıyı ise Kıbrıslı
Rumların algıları oluşturmaktadır. ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’2 2004’te tam üye
olduğundan beri Türkiye’nin üyelik süreci adada devam eden çözüme
kavuşturulamamış sorundan doğrudan etkilenmektedir. Birbirini takip
eden Kıbrıs Rum hükümetleri resmen vetoya başvurmamış olsalar da
Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan diğer ülkelerle birlikte Türkiye’nin AB
ile müzakere sürecinde pratikte engeller yaratmaktadır. Bunun bir sonucu
olarak da Türkiye üyelik süreci içerisinde Kıbrıs sorunu nedeniyle sekiz
başlıkta müzakerelere başlayamamaktadır.
Costas Melakopides çalışmasında Kıbrıslı Rumlar arasında TürkiyeAB ilişkilerine genel bakış ve yaklaşımın genel bir resmini sunmaktadır.
Ortaya konan bu Kıbrıslı Rum perspektifinde dikkat çekici olan ise
Kıbrıslı Rumların kategorik olarak Türkiye’nin üyeliğine genelde karşı
çıkmadığı ve Türkiye’nin Avrupalılığı konusunda fazla bir tartışmanın
olmadığıdır. Ancak Türkiye’nin üyelik yönündeki arzusunu bir koz
olarak kullanma ve AB’yi Kıbrıslı Rumların talepleri için bir platform
olarak görme eğilimi vardır. Bu bütüncül bir yaklaşım olarak göze
çarpmaktadır: Türkiye ancak Kıbrıslı Rum toplumunun adadan Türk
askerlerinin tümüyle çekilmesi ve Türkiye’den adaya yerleşen kişiler
sorunu da dâhil olmak üzere taleplerini yerine getirdiğinde AB üyesi
olmalıdır. Dolayısıyla Kıbrıslı Rumların Türkiye’nin adaylığına bakışı
her şeyin ötesinde Kıbrıs sorununun ışığında ele alınan bir konudur.
Nitekim Kıbrıslı Rumların algıları Türkiye konusunda kökenleri
derinlere dayanan ve neredeyse duygusal bir nitelik kazanmış olup,
2
Resmi adıyla ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’, AB tarafından tüm adayı temsil ediyor olarak kabul edilse
de adadaki Kıbrıslı Türk Toplumunu temsil etmemektedir. Dolayısıyla, bu kitapta bahsi geçen
‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adanın Kıbrıslı Rumların yönetimi altındaki kısmına atıfta bulunur ve
‘Kıbrıs’a atfen yapılan değerlendirmeler Kıbrıslı Rumların gözünden yapılan değerlendirmelerdir.
185
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Türkiye-AB ilişkilerindeki her tökezlemeyi Türkiye’nin Kıbrıs sorunu
konusundaki siyasetine bağlamaya çalışan mit ve önyargıların açık
örneklerini sunmaktadır. Bu durum bazen AT Komisyonu’nun 1989’da
Türkiye’nin üyelik başvurusu üzerine yaptığı değerlendirmenin reddetme
olarak algılanması örneğinde olduğu gibi gerçeklerin yanlış aktarılması
ile de sonuçlanabilmektedir.3 Bazı durumlarda ise bu yaklaşım abartmaya
neden olmakta ve uygulamada tek bir sebep üzerinden yürütülen bir
nedenselliğe, örneğin Türk askerlerinin adada bulunmasının topluluk
müktesebatının Kıbrıs’ın kuzeyine uygulanamamasının tek nedeni olarak
ortaya konmasına neden olmaktadır. Sonuçta elde edilen ise Kıbrıs
sorununun büyük ölçüde tek taraflı ve adil olmayan bir yorumu olup
Kıbrıslı Rumların taleplerinin geçerli ve adil olan tek talep kümesi
olduğu şeklinde bir algı ve Kıbrıslı Türklerin isteklerinin tümüyle göz
ardı edilmesidir. Bununla birlikte Türkiye’nin adada adil bir çözüm
olarak müzakere edilecek başlıca taraf olduğu yargısına ulaşılmaktadır.
Kıbrıslı Türklerin Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın fikir ve
yorumlarının daha büyük ölçüde dikkate alınması gerekmektedir.4 Derin
kökleri olan algılar aynı zamanda Türkiye ile AB arasındaki gelişmelerin
de yalnızca Türkiye’nin Kıbrıs sorunu ile ilgili ‘jestleri’ ile ilişkili olduğu
değerlendirmelerine de yol açmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Aralık
2009’da Türkiye-AB ilişkileri konusunda meydana gelebilecek
gelişmelerin adadaki gelişmelerle yakın bir ilişki içinde
değerlendirileceği ve bu bağlamdaki koşullar ışığında AB tarafının da
Türkiye’ye karşı değilse bile Kıbrıs Türk toplumuna karşı belirli
3
AT Komisyonu’nun 1989’da Türkiye’nin üyelik başvurusu ile ilgili görüşünde özellikle Tek
Pazar’ın tamamlanması gereği ve Türkiye ekonomisinin zayıf yapısı vurgulanmaktadır. Buna
istinaden AT’nin Türkiye’yi hemen resmen üye olarak kabul etmesinin mümkün olmadığı dile
getirilmektedir. Ancak, bu durum Türkiye’nin AT’ye üye olma niteliğine sahip olmadığı veya
üyelik başvurusunun reddi anlamına gelmemektedir. Görüşün tam metni için bakınız Commission
of the European Communities. Commission opinion on Turkey's request for accession to the
Community, SEC (89) 2290 final. Brussels: 20.12.1989.
4
Erdal Güven, ADAM: Talat’ın Kıbrıs’ı, Söyleşi, İstanbul: Doğan Kitap, Kasım 2009. Özellikle
onbir ve onikinci kısımlar.
186
Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler
beklentileri
yerine
unutulmamalıdır.
getirmedeki
eksikliklerinin
bulunduğu
Yunan kamuoyu da Kıbrıslı Rumlarınkine benzer bir tutum
içerisindedir. Ancak Athanasios Kotsiaros Yunan toplumunun ve
siyasetinin çok önemli bir niteliğine dikkat çekmektedir. Kotsiaros
Yunan diplomasisinin önemli bir açılımını teşkil eden 1999 Helsinki
Zirvesi sonrasında siyasi elitlerin bazı koşullar altında Türkiye’nin
üyeliğine tam destek vermeye başladığını ifade etmektedir. 1999’daki
açılım sonrasında Yunanistan’ın Türkiye konusundaki diplomatik
stratejisinde çatışmadan işbirliğine doğru bir kayma gözlemlenebilmekte
ve Yunanistan’ın Türkiye karşısında çıkarlarını Avrupa çerçevesinde
daha iyi savunabileceği inancı yerleşmektedir. Yine de Yunan kamuoyu
ve medyası siyasi elitlerle bu konuda tam bir uyum içinde değildir ve
özellikle kamuoyu, ekonomiden muhtemel bir Türk göçmen akışına
kadar birçok argümanın ışığında Türkiye’nin muhtemel üyeliğine
şiddetle karşı çıkmaktadır. Elbette ki Kotsiaros’un belirttiği üzere iki ülke
arasındaki sorunlu geçmişin bu bağlamda ciddi bir etkisi söz konusudur.
Yunan kamuoyunun gözünde Türkiye’nin AB üyeliği tarihten gelen
sorunların bir uzlaşmaya bağlanabilmesi için bir fırsat teşkil
etmemektedir. Yine de Kotsiaros’a göre Yunan siyasi elitlerinin bu
konudaki irade ve desteği sürekliliğini koruduğu müddetçe kamuoyunun
etkisi nispeten sınırlı kalacaktır.
Bulgar ve Romenlerin algıları da Türkiye’nin üyeliği tartışmaları
bağlamında önem arz etmektedir. Öncelikle bu ülkeler son genişleme
dalgasında Birliğe katılan son iki ülkedir. İkincisi, her iki ülke de adaylık
süreçleri boyunca tarım konusu gibi halen Türkiye’nin önünde yer alan
sorunlara benzer sorunlarla mücadele etmişlerdir. Son olarak, bu ülkeler
coğrafi konumları itibariyle Türkiye’ye oldukça yakın olup bu nedenle de
Türkiye’nin üyeliği bu ülkeler için son derece önemli bir gelişme teşkil
etmektedir.
187
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Iulia Serafimescu ve Mihai Sebe Romanya’da Türkiye’nin üyeliğine
ciddi bir desteğin mevcut olduğunu kaydetmektedir. Dahası, yazarlar
Romen tarafların konuya son derece pragmatik bir pencereden
baktıklarını ve Romanya’nın Türkiye’nin üyeliğinden elde edeceği
potansiyel kazançlara odaklanmakta olduğunu ortaya koymaktadır. Batı
Avrupa ülkelerinin aksine, Türkiye nüfusunun büyük ölçüde Müslüman
olması Romanya için bir sorun teşkil etmemektedir. Güvenlik ve
Karadeniz işbirliği konuları Romanya’daki tartışmalarda daha belirleyici
etkenler olarak öne çıkmakta ve bunlar da Türkiye’nin üyeliğine çok
daha olumlu bir bakışı doğurmaktadır.
Türk-Bulgar ikili ilişkileri son yıllarda önemli ölçüde gelişme
göstermiştir. İki komşu ülke arasında uzun bir geçmişe dayanan kültürel,
siyasi ve ekonomik ilişkiler bulunmaktadır. Yine de Marin Lessenski ikili
ilişkilerin bu iyi seyrinin Türkiye’nin üyeliğine destek verilmesi yönünde
doğrudan
bir
tercihe
dönüşemeyebileceğini
göstermektedir.
Bulgaristan’da kayda değer bir Türk azınlığın bulunması ve bu azınlığın
Bulgar siyasetine aktif katılımı Bulgar toplumunu bu konuda biraz
kararsız kılmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin üyeliğine verilen destekle
üyeliğe karşı çıkış yaklaşık olarak birbirine eşit düzeylerde seyrederken
kararsızlar da Bulgar kamuoyunun neredeyse üçte birini oluşturmaktadır.
Kamuoyunun bu konuya bakışı siyasi tabloya da yansımaktadır.
Lessenski’nin belirttiği üzere partilerin pozisyonları nispeten muğlâk
olup hem sağ hem de sol partiler arasında ve hatta bu partilerin kendi
içlerinde ve taraftarları arasında farklı görüşler mevcut olabilmektedir.
Yine de Bulgaristan’ın resmi tutumu Türkiye’nin üyeliğini destekler
niteliktedir.
2004 genişleme dalgasında AB’ye katılan iki ülke daha bu eserdeki
incelemeye dâhil edilmiştir: Çek Cumhuriyeti ve Polonya. Müzakere
sürecinde Polonya ve Türkiye arasında nüfusları ve tarım sektörlerinin
boyutları üzerinden paralellikler kurulması yönünde çabalar göze
188
Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler
çarpmıştır. Yine de bu tür benzerliklerin Polonya’da fazla bir yansıması
olmadığı
gözlemlenmektedir.
Adam Szymański
çalışmasında
Polonya’nın Türkiye’nin üyeliği konusundaki tutumunun Polonya’nın
başka genişleme dalgalarına verdiği destekle doğrudan ilişkili olduğunu
ifade etmektedir. Batı Avrupa ülkelerinin aksine Polonya Avrupa Birliği
için bir ‘açık kapı siyasetinden’ yana tutumuyla doğusundaki komşusu
Ukrayna’nın gelecekteki üyeliğine tüm gücüyle destek vermektedir.
Gelecekteki genişlemeler yönünde verilen bu desteğe ek olarak
Polonya’nın siyasi elitleri ve parti liderleri aynı zamanda ahde vefa
ilkesinin de ardında durmaktadırlar. Bu da Türkiye’nin üyeliğinin olumlu
bir yaklaşım içerisinde değerlendirilmesine neden olmaktadır. Yine de
Szymański yerinde bir tespitle bu olumlu bakışı değiştirebilecek üç
önemli konuya dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki tarım konusudur.
Tarımsal bir toplum olan Polonya için Türkiye’nin üyeliğinin Ortak
Tarım Politikası bağlamında ciddi bir tartışmaya neden olması ve bunun
da Polonya ekonomisine muhtemel etkilerinin görülmesi oldukça
olasıdır. İkinci bir etken ise Katolik Kilisesi’nin rolü ve etkisidir. Katolik
Kilisesi muhafazakâr Polonya toplumu üzerinde önemli bir güce sahiptir
ve tavırları oldukça belirleyici olmaktadır. Son olarak, Polonya’da
kamuoyunun Türkiye konusuna fazla ilgi duymaması ve bu konudaki
bilgisizliği de Türkiye’nin aleyhine işleyebilecek bir etkendir. Kamuoyu
yoklamaları Polonya kamuoyunun Türkiye’nin üyeliği konusunda büyük
ölçüde umursamaz bir tavır içinde olduğunu ve vatandaşların klişeler ve
basmakalıp düşüncelerle tavırlarını belirlediğini göstermektedir.
Szymański böylesi bir tablonun ters tepmeye müsait olduğunu ve en
küçük bir olayla bile ciddi bir dalgalanmaya sahne olabileceğini
belirtmektedir.
Petr Kratochvíl, David Král, ve Dominika Dražilová’nın çizdiği
Türkiye’nin üyeliğine Çeklerin bakışı ise başka ülkelerde de rastlanan
bazı özellikleri sergilemektedir: konuya fazla ilgi duymayan ve pek de
189
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
bilgili olmayan, bu nedenle de Türkiye konusunda bir görüş oluştururken
alışılmış klişelere başvuran bir kamuoyu, genel olarak AB genişlemesine
verilen kayıtsız bir destek, ve Türkiye konusunda somut bir tartışmanın
eksikliği.
Gunilla Herolf makalesinde İsveç’in Türkiye’nin AB üyeliğine
nispeten farklı yaklaşımını incelemektedir. İsveç’teki taraflar,
Türkiye’nin gerekli kriterleri yerine getirmesi kaydıyla Türkiye’nin
AB’ye üye olmasından yana bir konsensüse varmış görünmektedirler.
Dolayısıyla Türkiye’nin üyeliği konusundaki siyasi tartışmalar daha
ziyade Türkiye’nin eksiklikleri ve gerekli reformları yapmada sergilediği
performans konusuna odaklanmaktadır. Öte yandan İsveç’in hukuka ve
Türkiye ile AB arasındaki tarihten gelen ilişkiler ve anlaşmalara saygı
bağlamındaki dik duruşu diğer ülkeler için de önemli bir örnek teşkil
edebilir ve İsveç Türkiye’nin bütünleşme sürecinin sekteye uğramadan
devam edebilmesinde önemli bir rol oynayabilir.
Öte yandan Belçika Türkiye konusundaki tartışmalarda başı
çekmekten uzak bir ülkedir. Yvonne Nasshoven, hükümetin Türkiye’nin
üyeliğine olumlu yaklaşımına karşın Belçika’daki siyasi tablonun 20062009 döneminde iç sorunların tekelinde kaldığını ve Türkiye konusu bir
yana, başka hiçbir konuda ciddi bir tartışma meydana gelmediğini açıkça
göstermiştir. Ülkedeki kayda değer Türk toplumu nedeniyle Türkiye’nin
üyeliği Belçika toplumunun çeşitliliğini daha da oturmuş bir hale
getirmek için bir fırsat olarak görülmektedir. Her ne kadar hem Flaman
hem de Valon toplumları içinde bazı aşırı unsurlar Türkiye’nin
Avrupalılığı konusunu kararlı bir biçimde sorgulasalar da bu kesimlerin
rollerinin sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Belçika’nın 2010’un ikinci
yarısında AB dönem başkanlığını devralacağı göz önünde
bulundurulduğunda bu ülkenin tavrının devam eden müzakerelerin
gelecekteki şeklini belirlemede önemli olacağı söylenebilir.
190
Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler
Türkiye’nin üyeliği konusunda karmaşık sinyaller gönderen bir diğer
ülke ise İtalya’dır. Sebastiano Sali ile birlikte Emiliano Alessandri
Türkiye konusunda mevcut güçlü desteğin uzun vadede yanıltıcı
olabileceğini iddia etmektedir. Özellikle son yıllarda gittikçe Türkiye’nin
üyeliğine karşı bir tavır takınmaya başlayan İtalyan kamuoyu bu konuda
kuşkucu ve bölünmüş bir tavır sergilemektedir. Alessandri, dini bir unsur
içeren kimlik politikalarına karşı bir uyarıyı dile getirmekte ve
İslamofobi’nin ‘Hıristiyan kamuoyu’ adını verdiği kesimi etkileme
ihtimalinden dem vurmaktadır. Ayrıca İtalyan partilerinin de bu konuda
bölünmüş olduğu ve partilerin ideolojik tutumlarından bağımsız bir
biçimde Türkiye’den yana ya da Türkiye’ye karşı partiler arası
koalisyonların ortaya çıkabileceği düşünülmektedir.
Genel Değerlendirme
Yukarıda değinilen ülkelerden alınan her bir analiz temelinde Türkiye
ve Türkiye’nin AB üyeliğinin nasıl algılandığı konusunda belirli
hususların ortaya çıktığını göstermektedir:
1. Medya görüşlerin şekillendirilmesinde, özellikle de kamuoyunun
tavrının belirlenmesinde büyük ölçüde etkilidir. Tüm ülkelerden gelen
katkılarda kamuoyunda Türkiye konusunda inatçı bir bilgisizliğe
değinildiğinden medya ilgisiz bir kamuoyunun yanıtları arayacağı temel
bilgi kaynağı olarak öne çıkmaktadır. Elinizdeki eserde yer alan
makaleler Türkiye’nin üyeliğinin Almanya gibi bazı ülkelerdeki belirli
medya kanallarında son derece popüler bir tartışma konusu olarak yer
almasına rağmen İspanya ya da Polonya gibi başka ülkelerde tartışmalar
ya çok daha kısıtlı boyutta yer bulmakta, ya da hiç gerçekleşmemektedir.
Bununla birlikte her bir çalışma göz önünde bulundurulduğunda
Türkiye’nin Avrupa genelinde yaygın medya kanallarının çoğunluğunda
adil bir muamele gördüğünü ve nesnel bir biçimde anlatıldığını söylemek
pek de mümkün değildir. Haber ve yorumlarda Türkiye’nin teşkil ettiği
191
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
sorunlara ağırlık verilirken nesnel değerlendirmelere, hatta en basit
şekliyle gerçeklere dayalı argümanlara nadiren rastlanmaktadır.
Bu durum yine de Türkiye’nin eksiklikleri için bir bahane olarak
kullanılmamalıdır. İhtiyaç duyulan adil ve nesnel bir yaklaşımdır. Türk
siyaseti, toplumu, hatta ekonomisi hakkında Avrupa kamuoyundaki bilgi
düzeyinin yetersizliği göz önünde bulundurulduğunda medyadaki
yayınlar konunun sadece olumsuz yanlarına ısrarla değinmekten imtina
etmelidir. Tocci’nin (2008) de vurguladığı gibi Türkiye’nin ihtiyacı olan
şey bir marka imajı ya da pazarlama stratejisi değil, Avrupa kamuoyunu
bilgilendirmektir.
2. Türkiye’nin AB üyeliği siyasi partileri aşan bir konu olarak ortaya
çıkmaktadır. Tüm çalışmalarda gösterildiği üzere Türkiye’nin üyeliği
konusunda açık ve net parti pozisyonlarına rastlamak oldukça zordur.
İspanya ve Fransa gibi ülkelerde hükümet ile muhalefet partileri arasında
bazı farklılıklar görülse de Türkiye ve AB’ye üyeliği konusunda
partilerin kendi içinde de bölünmeler yaşandığı ortadadır. Ancak Fransa
örneğinde olduğu gibi Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan merkez ve
merkez sağ partiler ile Türkiye’nin üyeliğini destekleyen merkez ve sol
partiler arasında da tartışmalar yaşanmaktadır.
3. Gerekli kriterlerin yerine getirilmesi konusu, özellikle de insan
hakları ve demokrasi konularında tekrar tekrar dile getirilmektedir.
Fransa ve Almanya gibi üyeliğe en çok karşı çıkan ülkelerde bile
kamuoyu ve elitler Türkiye’nin gerekli reformları yapması ve insan
hakları ile demokrasi alanında kriterlere uyması durumunda Türkiye’nin
üyeliğini onaylar yönde bir kayma olabileceğinin işaretlerini
vermektedirler. Bu da Türkiye’nin AB ile tam bütünleşmesini
destekleyenler için önemli bir sonucu ortaya koymaktadır: Bu kesimler
somut sonuçlar elde edebilmek için Türkiye’nin bu kriterleri yerine
getirme kapasite ve iradesini göstermeye odaklanmalı ve Türkiye’nin
192
Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler
Avrupalılığı gibi sonu gözükmeyen tartışmalarda enerji ve kaynak sarf
etmemelidirler.
4. Elinizdeki eserdeki çalışmalar aynı zamanda Türkiye’nin üyeliğinin
Avrupa’daki daha büyük bir tartışma bağlamında buzdağının görünen
kısmını oluşturduğunu da ortaya koymaktadır. Her ne kadar Türkiye
konusundaki tartışma büyük ölçüde göç-kimlik-din ekseninde yürüse de,
Türkiye’nin üyeliği tartışması Avrupa’nın geleceğiyle ilişkili bir dizi
çözüme kavuşmamış tartışma ile de yakından ilişkilidir: AB’nin
kurumsal yapısı; yakın zamanda gerçekleşen Doğu Avrupa’ya yönelik
genişlemenin etkileri; Avrupa’nın sınırları; İslam sorunu; göç ve
göçmenlerin entegrasyonu. Avusturya, Fransa ve Almanya gibi
ülkelerdeki kamuoyunun yalnızca Türkiye’nin üyeliğine karşı olmakla
kalmayıp AB’nin daha fazla genişlemesine de karşı olması şaşırtıcı
değildir.
Dolayısıyla Türkiye’nin üyeliğine verilen desteğin ya da bu üyeliğe
karşı duruşun doğru bir analizini gerçekleştirebilmek için daha geniş
tartışmaları da yakından incelemek gerekmektedir. Türkiye’nin AB ile
bütünleşmesi konusuna destek ya da karşı duruş bağlamında birleşik
bloklardan söz edilemeyeceği ortadadır. Her iki tarafta da farklı nedenler
ve nedenselliklere rastlamak mümkündür. Türkiye’nin üyeliğinden yana
olan kesimler için bu nedenleri tek tek belirlemek ve hukuki, mantıki ve
teknik açılardan tartışmaya katılmak anlamlı olacaktır. Bunun dışında
kalan duygusal, basmakalıp önyargılardan beslenen hezeyanların bu
sürece zarar vermesini de mümkün olduğunca engellemek
gerekmektedir. Ancak bu, Türkiye’nin tek başına yapabileceğinden
fazlasına, özellikle karşılıklı iyi niyet ve çabaya ihtiyaç duymaktadır.
Gerekli reformların yapılması tam da bu nedenle çok büyük önem arz
etmektedir.
193
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Yazarlar Hakkında Bilgi
Sait Akşit
Dr. Sait Akşit doktorasını Uluslararası İlişkiler alanında Orta Doğu
Teknik Üniversitesi, Ankara, Türkiye’de tamamlamıştır. Halen Avrupa
Çalışmaları Merkezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde araştırmacı
olarak görev yapmaktadır. Temel araştırma alanları arasında siyasal
iktisat, Doğu Avrupa ve Balkanlar’da siyasi ve ekonomik dönüşüm
süreçleri ve AB genişlemeleri yer almaktadır. Ayrıca Türk dış politikası
ve Kıbrıs üzerine de çalışmaktadır. Son yayınlarından bazıları şunlardır:
Sait Akşit, “Doğu Avrupa’da Radikal Neo-liberal Dönüşüm”, İstanbul
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Sayı 41, Ekim 2009, ss.
61-86; Sait Akşit ve Costas Melakopides (yazarlar), Graham Avery
(Editör), “The Influence of Turkish Military Forces on Political AgendaSetting in Turkey, Analysed on the Basis of the Cyprus Question”,
Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi için hazırlanan Bilgilendirme
Yazısı,
18
Şubat
2008,
http://www.europarl.europa.eu/
activities/committees/studies. do?language=EN adresinden erişilebilir;
Mustafa Türkeş ve Sait Akşit, “International Engagement,
Transformation of the Kosova Question and Its Implications”, The
Turkish Yearbook of International Relations, Cilt. 38, 2007, ss. 79-114.
Emiliano Alessandri
Emiliano Alessandri Roma Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde (IAI)
çalışmalarını yürütmektedir. Transatlantik güvenlik ilişkileri ve AB’nin dış
ilişkileri konularında uzmanlaşmıştır. Ağırlıklı olarak NATO, Avrupa
güvenliği ve AB genişlemesi üzerine yazılar yazmıştır. Son olarak
Riccardo Alcaro ile birlikte yakında ‘European Foreign Affairs Review’
dergisinde yayınlanacak olan "Engaging Russia. Prospects for a longterm European security compact" başlıklı makaleyi yazmıştır. SAISJohns Hopkins Üniversitesi’nde Amerikan Dış Politikası programında
yüksek lisans çalışmasını tamamlamış ve kısa süre önce Cambridge
194
Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler
Üniversitesi’nde Amerika
çalışmasını savunmuştur.
dış
ilişkiler
tarihi
konusundaki
doktora
Katrin Böttger
Katrin Böttger, “Avrupa Birliği’nin Doğu Komşularıyla İlişkileriKomşuluk ve Genişleme Politikası Arasında” başlıklı araştırma projesinin
Proje Takım üyelerinden biri olarak Berlin Avrupa Politikaları
Enstitüsü’nde (IEP) çalışmalarını yürütmektedir. 2004 yılında Leipzig
Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi, Basın ve İngiliz dili alanında Master
(Magister) derecesi almıştır. 2005-2006 yılları arasında Tuebingen’de
Avrupa Federalizm Araştırmaları Merkezi’nde araştırma görevlisi olarak
çalışmıştır. 2007’den beri Leipzig Üniversitesi’nde misafir öğretim
görevlisi olarak çalışmaktadır. Çok sayıda yayını olan Katrin Böttger
yakın zamanda Bonn Friedrich-Ebert Vakfı bursu ile Tuebingen
Üniversitesi’nde, Avrupa Komşuluk Politikası Gelişimi üzerine yazdığı
tezini tamamlamıştır. Avrupa Politikaları Enstitüsü’ndeki temel araştırma
alanları Avrupa Komşuluk Politikası, AB Genişlemesi ve AB Anayasal
süreçleridir.
Irene García
Irene Garcia Barselona Uluslararası İlişkiler Merkezi’nde (CIDOB)
araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır. İspanya Granada Üniversitesi
Mütercim Tercümanlık Bölümü mezunu olan Garcia Hukuki Tercüme
alanında AB Hukuku üzerine Master derecesine ve Barselona
Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nden (IBEI) Uluslararası İlişkiler
alanında yüksek lisans derecesine sahiptir. Temel araştırma alanları
arasında Magrip bölgesinde insan hakları, Akdeniz bölgesi göç
hareketleri, güvenlik ve savunma alanında özellikle Orta Doğu’ya
yönelik AB dış politikası yer almaktadır.
Cengiz Günay
Cengiz Günay Viyana’daki Avusturya Uluslararası İlişkiler
Enstitüsü’nde (OIIP) araştırmacı olarak çalışmalar ve Viyana
Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmaktadır. Temel araştırma alanları
arasında Türkiye ve Orta Doğu toplumlarındaki demokratikleşme
süreçleri, sosyo-ekonomik gelişmeler ve İslami hareketlerin dönüşümü
yer almaktadır. Yayınlarından bazıları şunlardır: ‘Flags against Fears
and Uncertainties. The rise of Nationalism in Turkey’, Turkish Policy
Quarterly, 2007; Austrian stakeholders in the EU-Turkey debate’,
Nathalie Tocci (editör), Talking Turkey in Europe: Towards a
Differentiated Communication Strategy, Rome, IAI, Aralık 2008, ss. 5985.
195
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
Gunilla Herolf
Gunilla Herolf doktorasını Stockholm Üniversitesi’nde tamamlamıştır.
Araştırma alanlarından bir tanesi özellikle Fransa, Almanya, Birleşik
Krallık ve İskandinav ülkeleri bağlamında AB ve NATO’daki güvenlik
işbirliğidir. İlgilendiği diğer konular arasında ABD-AB işbirliği ve
komşuluk politikaları yer almaktadır. 2007’de SIPRI’ye katılmadan önce
İsveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde çalışmıştır. Gunilla Herolf AB
tarafından desteklenen birçok projeye katılmıştır ve halen AB 7. Çerçeve
Programı kapsamında yürütülen MERCURY projesinde görev
almaktadır. Transatlantik Siyaset Çalışmaları Derneği (TEPSA) yönetim
kurulu üyesidir.
Athanassios C. Kotsiaros
Dr. Athanassios Kotsiaros Atina Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı
Bölümü’nde eğitim görerek dilbilimi konusunda uzmanlaşmıştır. Yüksek
lisans çalışmasını yüksek başarı derecesi ile “Avrupa ve Uluslararası
İlişkiler” programında Atina Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Bölümü’nde tamamlamıştır. Dr. Kotsiaros doktorasını (en yüksek onur
derecesi ile) Siyaset Bilimi alanında Atina Üniversitesi’nde
tamamlamıştır. Halen Yunanistan Ulusal Parlamentosu’nda danışman
olarak çalışmasının yanı sıra Atina Üniversitesi Avrupa Bütünleşmesi ve
Politikası Enstitüsü’nde araştırmacı olarak görev yapmakta ve de
Yunanistan Avrupa Çalışmaları ve Araştırma Merkezi (EKEME) ile ortak
çalışmalar yürütmektedir. Almanca, İngilizce, İspanyolca, Fransızca,
İtalyanca ve Türkçe konuşabilmektedir. Temel araştırma alanları
arasında Türkiye siyaseti, Türkiye’deki siyasi İslam, AB-Türkiye ilişkileri,
AB genişlemesi, İslam ve yeni teknolojiler, nitel ve nicel analizler yer
almaktadır.
Petr Kratochvíl
Dr. Petr Kratochvíl Prag Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde Başkan
Yardımcısı ve Prag Ekonomi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev
yapmaktadır. Doktorasını 2004 yılında Rus dış politikası üzerine Prag
Ekonomi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Fakültesi’nde tamamlamıştır.
Temel araştırma alanları arasında Avrupa entegrasyonu, kurumsal
reform ve AB genişlemesi, Rus dış politikası, Sovyet sonrası dönemde
siyasi ilişkiler, Uluslararası İlişkiler teorileri ve uluslararası ilişkilerde dinin
rolü yer almaktadır. Bazı yayınları şunlardır: Teorie evropské integrace
[Avrupa Entegrasyon Teorileri]. Portál, Praha 2008; Slovník teorie
mezinárodních vztahů [Uluslararası İlişkiler Teorileri Sözlüğü]. Prague:
University of Economics, 2007; "Constructing the EU´s External Roles:
196
Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler
Friend in the South, Teacher in the East?", in: Delcour Laure, Tulmets
Elsa (der.), Pioneer Europe? Testing EU Foreign Policy in the
Neighbourhood, Baden-Baden: Nomos, 2008, ss. 217-227; "Discursive
Constructions of the EU’s Identity in the Neighbourhood: An Equal
Among Equals or the Power Centre?" In: European Political Economy
Review, Cilt 9 (Sonbahar 2009), ss. 5 - 23.
Marin Lessenski
Marin Lessenski Avrupa Politikaları İnisiyatifi’nde politika analisti
olarak çalışmakta ve Sofya’daki Açık Toplum Enstitüsü’nün Avrupa
Politikaları ve Sivil Katılım Programı’nda uzman olarak görev
yapmaktadır. 1998’den beri Bölgesel ve Uluslararası Çalışmalar
Enstitüsü (IRIS) Program Direktörlüğü’nü sürdürmektedir. Budapeşte
Central Eruopean Üniversitesi’nde Güneydoğu Avrupa Çalışmaları
programında ve Sofya Üniversitesi’nde tarih alanında yüksek lisans
çalışmalarını tamamlamıştır. Hudson Avrupa ve Avrasya Çalışmaları
Merkezi ve Ulusal Güvenlik Çalışmaları Merkezi’nde Freedom House
misafir araştırmacısı olarak bulunmuştur. Ayrıca Berlin’deki Apen
Enstitüsü’nün Transatlantik Genç Liderler Programı’na katılmıştır. Temel
araştırma alanları arasında AB dış politikası, güvenlik, komşuluk ve
genişleme politikası, demokratikleşme, Güneydoğu Avrupa ve Karadeniz
bölgesindeki dış politika, güvenlik ve kurumsal gelişmeler, kimlik siyaseti
ve etnik kimlikler arası ilişkiler yer almaktadır.
Eva-Maria Maggi
Eva-Maria Maggi Helmut Schmit Üniversitesi (Hamburg, Almanya)
Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nde Siyaset Bilimi alanında doktora
adayıdır. Tezinde Avrupa Akdeniz Politikaları’nın Kuzey Afrika’daki
etkilerini incelemektedir. Şu anda Washington Üniversitesi (Seattle,
ABD) Henry M. Jackson Uluslararası İlişkiler Okulu’nda misafir
araştırmacı olarak bulunmaktadır. 2008’de Almanya, Tuebingen
Üniversitesi’nden Siyaset Bilimi, Sosyoloji ve Hukuk alanında yüksek
lisans (Magister) derecesi almıştır. Temel araştırma alanları arasında,
özellikle Avrupa bütünleşmesi ve onun komşu ülke ve toplumlar üzerine
etkisine odaklanarak, karşılaştırmalı politika ve dönüşüm süreçleri yer
almaktadır.
Costas Melakopides
Costas Melakopides 1996 yılından beri dersler verdiği Lefkoşa’daki
Kıbrıs Üniversitesi Sosyal ve Siyasi Bilimler Fakültesi’nde Uluslararası
İlişkiler alanında doçent olarak çalışmaktadır. Atina Üniversitesi
(Yunanistan), Kent Üniversitesi (İngiltere) ve Queen’s Üniversitesi’nde
197
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
(Kanada) hukuk, felsefe ve siyaset okumuştur. Queen’s Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Merkezi ile ortak araştırmalar yürüttükten sonra,
Manitoba Üniversitesi, Queen’s Üniversitesi ve Kanada Kraliyet Askeri
Koleji’nde Uluslararası İlişkiler dersleri vermiştir. Son yayınlarından
bazıları şunlardır: Is There an Ethics in World Politics? (2003)
(Yunanca); Unfair Play: Cyprus, Turkey, Greece, the UK and the EU
(2006); The Cyprus Yearbook of International Relations 2008-2009
(2009).
Nicolas Monceau
Nicolas Monceau Fransa’daki PACTE Araştırma Merkezi (CNRS,
Grenoble Siyasi Çalışmalar Enstitüsü, Pierre Mendès-Fransa
Üniversitesi) ile ortak çalışmalar yürütmekte ve aynı zamanda İsviçre
Fribourg Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde öğretim üyesi olarak
görev yapmaktadır. Daha önce İstanbul’daki Fransız Anadolu
Çalışmaları Merkezi’nde araştırmacı olmuş ve Marmara ve Galatasaray
Üniversiteleri’nde öğretim görevlisi olarak çalışmıştır. Temel araştırma
alanları arasında Avrupa ve Türkiye Karşılaştırmaları Politikaları (Elit ve
Kamuoyu Görüşü), AB-Türkiye ilişkileri ve güncel Türk siyasi hayatı yer
almaktadır. “French Perceptions” adlı bölümü Avrupa Çalışmaları
Merkezi (Sciences Po, Paris) desteği ile tamamlamıştır. Güncel bazı
yayınları şunlardır: “Turkish Elites and Public Opinion's Attitudes and
Opinions towards the European Union within the Framework of Turkey's
full Membership Process to the European Union”, Senem Aydın Düzgit
ve Ayhan Kaya (editör), Civil Society Dialogue between France and
Turkey : Transcending Stereotypes, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları, 2009, ss. 99-120; L’Europe au miroir de la Turquie (eds),
Politique européenne, L’Harmattan, n°29, automne 2009 ; Générations
démocrates. Les élites turques et le pouvoir, Paris, Dalloz, 2007.
Yvonne Nasshoven
Yvonne Nasshoven Transatlantik Siyaset Çalışmaları Derneği
(TEPSA) idari direktörü olarak görev yapmaktadır. Siyaset Bilimi
alanında Köln Üniversitesi’nden Master (Magister Artium) derecesine
sahiptir ve Bruges Avrupa Koleji’nde Avrupa Siyasi ve İdari Çalışmaları
programında yüksek lisans çalışmasını tamamlamıştır. Yvonne
Nasshoven Komisyon Başkanı’nın atanması üzerine Köln Üniversitesi ve
Sciences Po Paris’te devam ettiği doktora çalışmasını bitirmek üzeredir.
Temel araştırma alanları arasında AB’nin kurumsal mimarisi, Avrupa
Birliği’nin genişlemesi ve Avrupa Bütünleşmesi teorileri yer almaktadır.
198
Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler
Mihai Sebe
Mihai Sebe Romanya Avrupa Enstitüsü Avrupa Çalışmaları ve Analizi
Bölümü’nde proje koordinatörü olarak çalışmakta ve aynı zamanda
Romanya Avrupa İlişkileri Dergisi’nin yardımcı editörlüğünü yapmaktadır.
Halen Bükreş Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi alanında, Romanya’da iki
savaş arası dönemdeki entelektüel düşüncelerin tarihi konulu doktora
çalışmalarını yürütmektedir. Diğer ilgi alanları arasında Avrupa fikri tarihi,
19-20. Yüzyıl Romanya siyasi düşünce tarihi, modern ve çağdaş tarih,
eğitim, sosyal politikalar, iş hukuku, uluslararası ve anayasal hukuk yer
almaktadır.
Iulia Serafimescu
Iulia Serafimescu Romanya Avrupa Enstitüsü Avrupa Çalışmaları ve
Analizi Bölümü’nde proje koordinatörü olarak çalışmakta ve aynı
zamanda Romanya Avrupa İlişkileri Dergisi’nin yardımcı editörlüğünü
yapmaktadır. Bükreş Üniversitesi, Siyaset Bilimi Fakültesi’nden Siyaset
Bilimi alanında lisans ve Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisans
derecesine sahiptir. Başlıca araştırma alanları arasında Avrupa Birliği
meseleleri ve eski Yugoslavya devletleri ile ilişkili çeşitli konular yer
almaktadır.
Eduard Soler i Lecha
Eduard Soler i Lecha Barselona Özerk Üniversitesi Siyaset Bilimi
bölümü mezunudur ve Uluslararası İlişkiler alanında doktora derecesine
sahiptir. Halen Barselona Uluslararası İlişkiler Merkezi’nde (CIDOB)
araştırmacı olarak çalışmakta ve Barcelona Uluslararası Çalışmalar
Enstitüsü’nde dersler vermektedir. Aynı zamanda, Aralık 2009’dan beri
Avrupa Birliği dönem başkanlığı süresince Dış İşleri Bakanlığı’nda
Akdeniz İlişkileri üzerine danışmanlık yapmaktadır. Observatory of
European Foreign Policy üyesidir ve EuroMeSCo ve Inex gibi çeşitli
araştırma proje ağlarına dahildir. Çalışmaları monografik ciltler olarak ve
Mediterranean Politics, Insight Turkey ve Europe’s World gibi dergilerde
yayınlanmıştır. Temel uzmanlık alanları arasında Avrupa-Akdeniz
İlişkileri; Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Katılımı; İspanya’nın Akdeniz
politikası ve Akdeniz güvenliği yer almaktadır.
Adam Szymański
Dr. Adam Szymański Polonya Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde
analist ve Varşova Üniversitesi Siyaset Bilimi Enstitüsü’nde öğretim
üyesi olarak çalışmaktadır. Avrupa Birliği’nin genişlemesi, Türkiye’deki
siyasi sistem ve Türk dış politikası-özellikle AB ile olan ilişkileri
199
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
konusunda uzmandır. Avrupa bütünleşmesi, bazı ülkelerin siyasi
sistemleri ve de uluslararası ilişkiler konularında birçok kitap (örneğin
Constitutional System of Turkey, 2006; Between Islam and Kemalism.
Problem of Democracy in Turkey, 2008), makale, analiz ve rapor
yazmıştır.
Özgehan Şenyuva
Dr. Özgehan Şenyuva doktorasını Avrupa Kamuoyu ve AB’ye desteği
belirleyen faktörler üzerine yaptığı çalışması ile Siena Üniversitesi,
Italya’da tamamlamıştır. Şu anda Orta Doğu Teknik Üniversitesi,
Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.
Temel araştırma alanları arasında AB hakkındaki kamusal algı, kamuoyu
ve elitler arasındaki etkileşim, araştırma yöntemleri yer almaktadır. 2008
yılından beri Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün Erasmus koordinatörlüğü
görevini sürdürmektedir. Erasmus Mundus dış işbirliği penceresi, lot 6
kapsamında Nisan- Mayıs 2009 tarihlerinde Moldova Devlet
Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak bulunmuştur. Son
yayınlarından bazıları şunlardır: Senyuva, Ö. (2009), "Türkiye Kamuoyu
ve Avrupa Birliği 2001-2008: Beklentiler, İstekler ve Korkular",
Uluslararası İlişkiler, Cilt. 6, Sayı. 22, ss. 97-123; Şenyuva, Ö. (2009), "
Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri ve Kamuoyu", Oğuz Esen & Filiz Başkan
(editörler) Avrupa Birliği ve Türkiye İlişkileri, Ankara: Eflatun, ss. 33-60;
Şenyuva, Ö. (2010), "Parliamentary elections in Moldova, April and July
2009", Electoral Studies, 29:1, ss. 190-195.
Çiğdem Üstün
Dr. Çiğdem Üstün doktora sonrası araştırmacı olarak Avrupa
Çalışmaları Merkezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde görev
yapmaktadır. Doktorasını Avrupa Çalışmaları alanında Güvenlik
Tehditlerinin Küreselleşmesi ve AB ve Türkiye’nin Güvenlik Kültürlerinin
Karşılaştırması
konusunda
Limerick
Üniversitesi’nde
(İrlanda)
tamamlamıştır.
Avrupa
Çalışmaları
Merkezi’nde
çalışmaya
Avrupalılaşma sürecinde Kıbrıs’ta gerçekleşen değişimlere odaklanan
bir araştırma projesi kapsamında 2007 yılında başlamıştır. Şu anda dahil
olduğu projeler AB’nin dış ilişkilerine ve Türkiye-AB ilişkilerine
odaklanmaktadır. Temel araştırma alanları arasında Güvenlik
Çalışmaları, AB Ortak Dışişleri ve Güvenlik Politikası, özellikle Karadeniz
ve Akdeniz bölgeleri bağlamında Komşuluk Politikası yer almaktadır.
Yayınları Avrupalılaşmanın, özellikle Karadeniz bölgesi bağlamında Türk
Dış Politikasının etkileri ile karşılaştırmalı güvenlik kültürü konularına
yoğunlaşmaktadır.
200
Avrupa’dan Türkiye’ye Bakış: Genel Değerlendirmeler
Avrupa Çalışmaları Merkezi - Orta Doğu Teknik Üniversitesi
(AÇM-ODTÜ)
Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) bilimsel, teknik ve
profesyonel alanlarda nitelikli mezunlar vermesi ile tanınan Türkiye’nin
önde gelen devlet üniversitelerindendir. ODTÜ bünyesindeki Avrupa
Çalışmaları Merkezi (AÇM) 1997 yılında İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi’ne (İİBF) bağlı olarak Avrupa bütünleşmesi sürecini
karşılaştırmalı bir biçimde çalışma ve araştırmaya olanak sağlayan
disiplinlerarası bir ortam geliştirmek amacıyla kurulmuştur. Merkez,
kurulduğundan bu yana genel olarak Avrupa politikaları, özel olarak ise
AB üyeliği yolundaki Türkiye’nin sosyal ve politik dönüşüm süreci
konusunda eğitim ve araştırma faaliyetlerinde aktif olarak yer almaktadır.
Bu çerçevede temel araştırma alanları arasında Avrupalılaşma, toplumsal
cinsiyet eşitliğini içeren AB Sosyal Politikaları, iş gücü piyasası,
demokratikleşme, uluslarüstü, ulusal ve yerel aktörlerin rollerindeki
değişim, siyasi süreçler, Avrupa Komşuluk Politikası ve sınır ötesi
konuları bulunmaktadır. AÇM 2008 yılında Jean Monnet Mükemmeliyet
Merkezi olmuştur.
Merkez, İİBF’nin Uluslararası İlişkiler, Siyaset Bilimi ve Kamu
Yönetimi, İktisat ve İşletme bölümleri ile yürüttüğü yakın işbirliği
sayesinde birçok eğitim faaliyetinde bulunmaktadır. Merkez, 2001’den
beri “Avrupa Çalışmaları” ve Eylül 2006’dan beri de “Avrupa
Bütünleşmesi” olmak üzere iki farklı yüksek lisans programı
yürütmektedir. Bu programlarda verilen birçok ders Avrupa Komisyonu
tarafından Jean Monnet dersleri (Jean Monnet Permanent Courses) ve
Avrupa modulleri (European modules) ünvanları ile ödüllendirilmiştir ve
Merkez Başkanı da Avrupa Bütünleşmesi politikaları konusunda Jean
Monnet Kürsüsü Profesörüdür.
Ayrıca Merkez, Avrupa Birliği’nin resmi yayınlarını toplayan ve
sistematik olarak düzenleyen Avrupa Dokümantasyon Merkezi’ne
(ADM) ev sahipliği yapmaktadır. ADM, öğrencilerin, uzmanların ve
konu ile ilgili kişilerin AB konusundaki materyal ihtiyacını karşılamak
201
AB Ülkelerinden Türkiye’nin Üyeliğine Bakış
amacıyla kitap, rapor, koleksiyon, süreli yayınlar, broşür, istatistikler ile
Avrupa
Birliği
Resmi
Gazetesi’nin
tüm
koleksiyonunu
bulundurmaktadır.
AÇM, tüm bu özellikleri yapısında bir araya getirerek, Avrupa
bütünleşmesi ve genişleme süreci konusundaki çeşitli araştırmalar ve
disiplinlerarası yaklaşımlar için önemli bir buluşma noktası olmaya
devam etmektedir. Bu anlamda, Merkez,
ulusal ve uluslararası
düzeylerdeki politika yapıcılar, akademisyenler ve uygulamada yer alan
uzmanlar arasında Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği bağlamında odak
noktası olarak rol almaktadır.
202