Tabiat ve İnsan - Türkiye Tabiatını Koruma Derneği

Transkript

Tabiat ve İnsan - Türkiye Tabiatını Koruma Derneği
Tabiat
ve İnsan
n a t u r e
Aralık 2010 • Yıl: 44 • ISSN: 1302-1001
a n d
m a n
Başyazı
Tabiat ve İnsan
ULUSLARARASI BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK
YILINI GERİDE BIRAKIRKEN…
B
irleşmiş Milletler tarafından “Biyoçeşitlilik hayattır, Biyoçeşitlilik bizim hayatımızdır” sloganı
ile ilan edilen “2010 Uluslararası Biyoçeşitlilik
Yılı” dünyamızın biyolojik çeşitliliğin öneminin anlaşılması ve alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla
yürütülen pek çok etkinlik, kampanya ve bilimsel çalışmalar ışığında hazırlanan raporlar ve sunulan göstergeler ile yerini yeni bir temaya “2011 Uluslararası
Orman Yılı”na bırakıyor.
takip edilmesi ve dersler çıkarılması gereken diğer
bir çalışma olmuştur. Bu küresel çalışma, dünyanın
her yerinden bilim, ekonomi ve politika konusunda uzmanlık, tecrübe ve bilgiyi bir araya getirerek
ekosistemlerin ve biyoçeşitliliğin barındırdığı mal
ve hizmetlerin ekonomik değerini ve biyoçeşitliliğin
kaybının neden olacağı küresel, bölgesel ve yerel
ekonomik kayıpları oldukça güçlü kanıtlarıyla, dünya
örnekleri ile ortaya koymuştur.
Bir yıl biterken dünya biyolojik çeşitlilik adına neleri
tartıştı, hangi hatalarımızı öne çıkardı, nasıl politikalar belirledi ve bilim insanları insanlığı gelecekte karşı
karşıya kalınacak felaket için şimdiden nasıl uyardı?
Dünyada ve Avrupa’da bilimin ışığında biyolojik çeşitliliğin önemi her yönüyle ortaya çıkarılmaya, aynı
zamanda kayıplar endişeyle takip edilerek gerek
bölgesel gerekse küresel ölçekte yeni tedbirler belirlenmeye çalışılırken ülkemizde ise biyolojik çeşitliliğimizi koruma adına gelişmeler yeterli seviyede olamamıştır. 2010 yılını geride bırakırken hidroelektrik
santrallerinin gelişi güzel, hiçbir bilimsel alt yapısı olmadan her dereye her çaya kurulması, içeriği tabiatı
korumaktan uzak tartışmalı bir tabiatı koruma yasası,
korunan alanlar üzerindeki baskıların artarak devam
etmesi, 2B alanları gibi konular üzerinde dünyadaki
gelişmelerden uzak, bilimsel çalışmalardan ders çıkaramayan bir yaklaşımla biyolojik çeşitliliğimizin
yok oluşunu endişeyle izlemekteyiz.
2002 yılında yapılan Dünya Sürdürülebilir Kalkınma
Zirvesinde Binyıl Kalkınma Hedefleri belirlendi. Bu
hedeflerden “Çevresel Sürdürülebilirliğin Sağlanması” başlığı altında “2010 yılına kadar biyoçeşitlilik kaybının önemli ölçüde azaltılması” hedefi
yer almıştı. Bu hedefe ulaşmak için ise BM Biyolojik
Çeşitlilik Sözleşmesi’ne taraf Devletler 2004 yılında
yapılan VII. Taraflar Konferansında 2010 Biyoçeşitlilik Hedeflerini onayladı. Böylece neredeyse bütün
dünya 2010 yılına kadar biyoçeşitlilik kaybını önemli
ölçüde azaltmayı taahhüt etti. Avrupa Birliği ise 2006
yılında bu hedefe ulaşma yolunda kendisine bir yol
haritası çizdi: AB Biyoçeşitlilik Eylem Planı.
Avrupa Komisyonu AB Biyoçeşitlilik Eylem Planı kapsamında 2010 yılında hedeflere ne ölçüde ulaşılabildiğini değerlendiren bir rapor yayınladı. Bu raporda
yer alan göstergeler ise maalesef biyoçeşitlilik kaybının önlenmesinde belirlenen hedefe ulaşılamadığını
göstermektedir.
Biyoçeşitliliğin küresel anlamda ekonomik değerini ortaya çıkarmak amacıyla yine Birleşmiş Milletler
mihmandarlığında yürütülen “Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Ekonomisi” çalışması ise, çıktıları dikkatle
Her yeni yıl yeni umutlar ve hedeflere ulaşmak için
yeni çalışmalar demektir. 2011 Uluslararası Orman
Yılının geleceğe dair yeni umutlar ve ülkemizin doğasının ve doğal kaynaklarının korunmasında başarılar getirmesini dilerim.
Dr.Ülkü MERTER
Genel Sekreter
1
TÜRKİYE TABİATINI
KORUMA DERNEĞİ
TURKISH ASSOCIATION FOR THE
CONSERVATION OF NATURE
TABİAT
VE İNSAN
IUCN
NATURE AND MAN
Sahibi / Owner
TTKD adına Genel Başkan
Yunus ENSARİ
The World
Conservation
Union
TTKD
DünyaKoruma
Birliği (IUCN)’nin
Üyesidir
İÇİNDEKİLER / CONTENTS
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Serap KANTARLI
Yayın Kurulu / Editorial Board
Dr. Vehbi ESER
Dr. Ülkü MERTER
Ali Rıza KOÇ
Suhan ORAY
Zeki TARHAN
Av. Tuncay AKI
Yayın: Yerel
Bilim Kurulu / Scientific Board
Prof. Dr. İrfan ALBAYRAK
Prof. Dr. Mustafa AYDOĞDU
Prof. Dr. Yusuf AYVAZ
Prof. Dr. Murat BARLAS
Prof. Dr. İhsan BULUT
Prof. Dr. Şükran ÇAKIR ARICA
Prof. Dr. Hayri DUMAN
Prof. Dr. Musa DOĞAN
Prof. Dr. Ali ERDOĞAN
Prof. Dr. Sümer GÜLEZ
Prof. Dr. Emrullah GÜNEY
Prof. Dr. Saime ÜNVER İKİNCİKARAKAYA
Prof. Dr. Mustafa KURU
Prof. Dr. İlhami KİZİROĞLU
Prof. Dr. Latif KURT
Prof. Dr. Meral AYDENİZÖZ ÖZKAYHAN
Prof. Dr. Ali ÖZPINAR
Prof. Dr. Mehmet SEREZ
Prof. Dr. Güner SÜMER
Prof. Dr. Duran TARAKLI
Prof. Dr. Levent TURAN
Prof. Dr. Hakan YARDIMCI
Prof. Dr. Sedat YERLİ
Prof. Dr. Nurettin YILDIRAK
Doç. Dr. Seyit AYDIN
Doç. Dr. Kenan PEKER
Doç. Dr. Şükran ŞAHİN
Doç. Dr. Atilla YILDIZ
Yrd. Doç. Dr. Tamer ALBAYRAK
Yrd. Doç. Dr. Adnan ALDEMİR
Yrd. Doç. Dr. Ceyhun GÖL
Yrd. Doç. Dr. Ayşe MENTEŞ GÜRLER
Yrd. Doç. Dr. Ertuğrul GÜREŞÇİ
Yrd. Doç. Dr. Özgül KELEŞ
Yrd. Doç. Dr. Erol KESİCİ
Yrd. Doç. Dr. Nazan KUTER
Yrd. Doç. Dr. Kayhan MENEMENCİOĞLU
Yrd. Doç. Dr. Fatih MÜDDERRİSOĞLU
Yrd. Doç. Dr.Nahit PAMUKOĞLU
Yrd. Doç. Dr. M. Ali TABUR
Yrd. Doç. Dr. Nedim ÖZDEMİR
Yrd. Doç. Dr.A. Selçuk ÖZEN
Öğ. Gör. Hakan SERT
Öğ. Elem. Uzman Aysu BESLER
Ön Kapak Fotoğrafı : Dr. Bülent GÖZCELİOĞLU
Echinaster sepositus, Retzius, 1783
AYVALIK
BAŞYAZI
ULUSLARARASI BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK YILINI GERİDE BIRAKIRKEN......................... 1
Dr. Ülkü MERTER
BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK ................................................................................................... 3
Dr. Mehmet KARAKAŞ
ÜRÜK KÖYÜ ÇIPLAK/CILBAH GÖL VE
GÖNDÜREN GÖLÜ YÜZEN ADALARI (DİVRİĞİ-SİVAS) ................................................ 9
Prof. Dr. İhsan BULUT
Yrd. Doç. Dr. Gülpınar AKBULUT
BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİ YOK EDİLEN AZAP GÖLÜ........................................................ 25
Yrd. Doç. Dr. Erol KESİCİ
AVRUPA’DA BİYOÇEŞİTLİLİK KAYBI DURDURULAMADI ............................................. 31
Hüsniye KILINÇARSLAN
ÇEVREMİZDEKİ GÜVERCİNLER..................................................................................... 35
Esra TOPAKTAŞ
TÜRKİYE’NİN İLK SU ENSTİTÜSÜ SÜLEYMAN DEMİREL
ÜNİVERSİTESİNDE KURULDU
. .................................................................................. 43
Yrd. Doç Dr. Erol KESİCİ
Prof. Dr. Semiha BAHÇELİ
Fiyatı: 10 TL
Adres: 2. Menekşe Sk. 29/4
Kızılay 06440 ANKARA
Tel: (0.312) 425 19 44 - 419 09 91
Fax: (0.312) 417 95 52
E-posta: [email protected]
www.ttkder.org.tr
Yazıların tüm teknik ve hukuki sorumluluğu yazarlarına
aittir. İleri sürülen fikir ve iddialar derneğin görüşünü
yansıtmayabilir. Dergiye gönderilen yazılar yayınlansın
veya yayınlanmasın iade edilemez. Yazar ve kaynak belirtilerek bu dergiden alıntı yapılabilir.
Basım Tarihi: 08.12.2010
KISA HABERLER .......................................................................................................... 47
Yapım: ARK GRUP
Hoşdere Caddesi 200/8 Çankaya / ANKARA Tel: 0 312 439 55 95 • Fax: 0 312 440 04 84
www.arkgrup.com
Grafik Tasarım: Sibel CEBE
Tabiat ve İnsan
Biyolojik Çeşitlilik
Biological Diversity
Dr. Mehmet KARAKAŞ
Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü 06100
Tandoğan-Ankara
[email protected]
ÖZET
Biyolojik çeşitlilik ya da biyoçeşitlilik, dünyadaki
organizmaların çeşitliliğidir. Biyolojik çeşitlilik bu
organizmaların genetik farklılıklarıyla bir araya
toplanmasıyla şekil almıştır. Yeryüzündeki bütün yaşam, birbiri ile bağlantılı bir canlı sistemler
topluluğudur. Bu topluluk, dünyanın canlı olmayan komponentleri ile de ilişki içindedir. Atmosfer, okyanuslar, tatlısular, kayalar ve topraklar hepsi bir bütünü teşkil eden yaşam ortamlarıdır. İnsanlık tamamen bu yaşam topluluğuna
bağımlıdır. Biyolojik çeşitliliğin tasavvur edilen
en geniş tanımı genler, türler ve ekosistemlerin
ilişkisi olarak bize yansır.
Anahtar Kelimeler: Biyolojik çeşitlilik, genetik
çeşitlilik
ABSTRACT
Biological diversity or biodiversity is the variety
of the world’s organisms, including their genetic diversity and the assemblages they form.
All life on earth is part of one great, interdependent system. It interacts with and depends on,
the non-living components of the planet; atmosphere, oceans, freshwaters, rocks and soils.
Humanity depends totally on this community
of life. The breadth of the concept reflects the
interrelatedness of genes, species and ecosystems.
Key Words: Biological diversity, genetic diversity
3
Tabiat ve İnsan
Giriş
B
iyolojik çeşitlilik ya da kısaca biyoçeşitlilik, bir
bölgede bulunan canlıların tür ve sayı bakımından zenginliğini veya sıklığını belirten bir
ifadedir. Ancak aynı tür canlı topluluklarının bireyleri
arasında bile, yaratılış ve davranış bakımından genetik farklar bulunabilmektedir. Hatta aynı tür bireyleri
farklı coğrafi bölgelere de yayılmış olabilir.
Biyolojik çeşitlilik buna göre geniş anlamda “genetik
farklılıklara sahip canlı türlerinden oluşan, değişik işlevlere sahip, farklı ekosistemlere yayılmış olan, tür
ve sayı bakımından zengin canlılar topluluğudur”
diye de tanımlanabilir. (Fotoğraf 1 ve 2)
Biyolojik çeşitlilik 4 temel öğeye bağlı olarak ortaya
çıkmaktadır. Bunlar;
1.
2.
3.
4.
Ekosistem çeşitliliği
Tür çeşitliliği
Genetik çeşitlilik
Ekolojik olaylar çeşitliliği
olarak sıralanmaktadır.
1. Ekosistem çeşitliliği
Her ekosistem sahip olduğu iklim, toprak, edafik, topoğrafik ve biyotik özellikleri bakımından başka ekosistemlere göre az çok farklılıklar gösterir. Böylece
ekosistem çeşitliliği ortaya çıkar. Buna aynı zamanda
yaşam alanlarının çeşitliliği de diyebiliriz.
Ekosistemler orman, mera, sazlık-bataklık, göl, deniz,
akarsu ve step gibi farklı özellikler taşıyabilirler. Bazıları tamamen doğal haldeyken, bazıları da insan etkisi ile ileri düzeyde değiştirilmiş ve kent ekosistemi
halini almıştır.
Ekosistem çeşitliliği arttıkça, ekosistem içindeki habitat ve tür çeşitliliği de artar. Ekosistemlerde tüm canlı toplulukları birbirinin yanı sıra yangın ya da iklim
gibi fiziksel ve çevresel etmenlerle de ilişki içindedir.
Bu nedenle ekosistem çeşitliliğinin korunması yalnız
türler ya da toplulukları değil, bunların ilişki içinde
bulunduğu biyolojik olmayan etmenlerin de korunmasını gerektirir. Bunlar su çevrimi, toprak oluşumu,
enerji akışı gibi ana ekolojik süreçlerin de mekanizmasını oluştururlar. Sağlıklı ekosistemler, yaşam için
olmazsa olmaz şartlardan biridir. Ekosistemler canlılar için gerekli olan temiz hava, su ve oksijen sağlayan pek çok kimyasal ve iklimsel sistemi düzenlerler.
4
2. Tür çeşitliliği
Tür çeşitliliği, küresel, bölgesel ya da belli bir yerdeki
çeşitliliği tanımlar. Bir grup canlı genetik olarak benzerlikler gösterir ve karşılıklı olarak ürer, bundan türler olarak adlandırılan üretken canlılar ortaya çıkar.
Tür çeşitliliği genellikle, belli coğrafi sınırlar içindeki
türlerin toplam sayısı ve sıklığı ile ölçülür. Yeryüzünde mevcut olan tür çeşidi sayısının 10 milyon ila 80
milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Bugüne kadar bu sayının ortalama 1.6 milyonu tanımlanabilmiştir. Çok sayıda tür ise yeni keşifleri beklemektedir.
Bir bölgedeki tür çeşitliliği için 2 temel kural vardır.
- Çevre koşulları ne kadar çok değişken ise o bölgede
bulunan türlerin sayısı da o kadar çoktur. Ancak tür
populasyonları içinde birey sayısı azdır.
- Çevre koşulları ne kadar az değişken ise o bölgedeki toplam tür sayısı azdır. Ancak tür populasyonları
içinde birey zenginliği vardır.
3. Genetik çeşitlilik
Genetik çeşitlilik, bir tür içindeki çeşitliliği tanımlar
ve belli bir tür, populasyon, çeşit, alt tür veya ırk içindeki gen farklılığı ile ölçülür. Daha açık bir ifadeyle
bir bireyin sahip olduğu genler tarafından belirlenen
genetik bilgilerin toplamıdır. Bu tip farklılıklar örneğin, evcil hayvanların ve tarımsal ürünlerin üretilmesini ve yaban hayatında değişen koşullara uyumu
sağlar.
Bir tür içinde çok sayıda birey vardır. Tek yumurta
ikizleri hariç, bir canlı türü içindeki bireylerin her biri,
genetik bakımdan birbirinden az veya çok farklıdır.
Bireylerin akrabalık dereceleri uzaklaştıkça aralarındaki genetik farklılıklar da artmaktadır. Bireyler arasındaki farklılıklar, söz konusu bireylerin, belirli bir
karakter için aynı genin farklı çeşidine ya da değişik
gen kombinasyonlarına sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Bireyler arası genetik çeşitlilik bu nedenle ortaya çıkmaktadır. Bir genin, belirli bir canlı
türünün farklı populasyonları arasında farklı sıklıkta
bulunması ya da değişik kombinasyonlarda olması,
bireyin ait olduğu populasyonların birbirinden farklı
olmasına ve populasyonlar arası genetik çeşitliliğe
yol açmaktadır. Bu açıklamaya göre genetik çeşitliliği “türler ve populasyonlar arasında ve içindeki kalıtsal varyasyonlardır” şeklinde de ifade edebiliriz. Bir
türün gen havuzundaki kalıtsal bilginin çeşitliliği ya
da zenginliği o türün genetik çeşitliliğini belirler. Her
tür başarılı bir şekilde üreyebilmek, hastalıklara kar-
Tabiat ve İnsan
şı dayanıklı olabilmek ve değişen yaşam koşullarına
uyum sağlayabilmek için zengin bir genetik çeşitliliğe gereksinim duyar.
Her türde bulunan genetik bilgiler doğal seleksiyonun çok uzun ve karmaşık sürecinin bir sonucudur.
Bu genetik bilgiler, mutasyonlarla bazen değişime
uğrayabilir. Türlerin belirli şartlara uyum sağlaması
için genetik çeşitliliklerinin çok olması gerekir.
Doğal canlıların populasyonları olumsuz bir dış etki
ile parçalanırsa, gittikçe küçülür. Kaybolan populasyonlardaki fertlerin genetik bilgileri bir daha geri
gelmemek üzere ortadan kalkar. Bu demektir ki, genetik çeşitlilik yenilenemeyen bir kaynaktır.
4. Ekolojik olaylar çeşitliliği
Bir ekosistemde, canlı ve cansız varlıklar arasında
durmadan devam eden etkileşimler vardır. Bu ekosistemler biyolojik çeşitliliğin temel bir öğesi olup,
ekosistemin canlı ve cansız öğeleri arasında bağlantı
kurulmasını, ekosistemin işlemesini ve biyolojik çeşitliliğin yapısal parçaları arasında karşılıklı denge
oluşmasını sağlamaktadır. Ekosistemler farklı olunca, orada bulunan canlı ve cansız varlıklarda farklı olmakta böylece her bir ekosistem içinde devam eden
işlevlerde birbirinden farklı olabilmektedir. İşlevsel
çeşitlilik zamana, yere ve biyolojik çeşitliliğin diğer
yapısal öğelerine bağlı olarak sürekli bir değişim
içinde olduğundan, biyolojik çeşitlilik öğeleri arasında en karmaşık olanıdır. Bir ekosistemde, habitat
çeşitliliğinin ortadan kaldırılması ya da belirli canlı
türlerinin yok edilmesi, orada bazı ekolojik olayların
ve işlevlerin durmasına neden olur.
Biyolojik Çeşitliliğin Kaybolması
Çevremizde ekosistemler bozuluyor, parçalara ayrılıyorsa, habitatlar kayboluyorsa ve bazı canlı türlerinin
sayısı hızla azalıyor hatta yaşadığı bölgede yok oluyorsa, orada biyolojik çeşitlilik kayboluyor anlamına
gelir.
Habitat kaybolması: Türlerin yaşadığı alanların değiştirilmesi, başka amaçlar için kullanılması, doğal
yapısının kaybedilmesi habitat kaybolmasına yol
açar. Bu durumda o alanda yaşayan canlıların göç
etmesi zorunluluğu ortaya çıkar. Bu göç sonucu canlı toplulukları ya nesillerini devam ettirir ya da göç
yolları sonunda uygun olmayan ortamlar yine kendilerini karşılarsa nesilleri tamamen yok olur.
Tür kaybolması: Canlı türleri kendileri için uygun
olan yaşam ortamları tahrip edilip yok edilirse, nesillerini devam ettiremezler ve ortadan kaybolurlar. Bir
canlı türü kendisi için uygun olan bir yaşam ortamının bozulmaya başlamasına önce canlılık gereği bir
Fotoğraf 1. Karasal Biyolojik Çeşitlilik
5
Tabiat ve İnsan
Fotoğraf 2. Sucul Biyolojik Çeşitlilik
direnç gösterir. Bu süreçte sayıları azalmaya başlar,
vücut dirençleri iyice zayıflar ve hastalıklar ortaya çıkıp yayılır, sonunda tür belli bir dayanma süresinden
sonra aniden yok olur.
Bu nedenle yaşam ortamlarının bazı özelliklerinin
bozulmaya başlaması, türün üreme gücünde ve birey sayısındaki azalmalar erken uyarı olarak algılanmalıdır.
Tür içi genetik çeşitliliğin azalması: Bir türün sadece belirli bir coğrafi bölgedeki populasyonunun yaşaması, biyolojik çeşitlilik açısından yeterli değildir.
Aynı türün farklı ekolojik bölgelerde yaşayan farklı
populasyonları farklı genlere ve gen kombinasyonlarına sahiptir. Bu genlerin ve gen kombinasyonlarının
bazısı, oldukça önemli ekonomik ve evrimsel değere
sahiptir. O nedenle, bir türün farklı ırklarının kaybolması demek, türün genetik yıkıma uğraması ve biyolojik çeşitliliğin kaybolması demektir.
Biyolojik Çeşitliliğin Önemi
Biyolojik çeşitliliğin önemi başlıca 5 madde altında
toplanabilir.
6
1. Biyolojik çeşitlilik, zaman içerisinde insanların değişen ihtiyaçlarını karşılayabilmek için farklı alternatifler sunar. Örneğin yaban hayatı, zirai bitkiler vb.
2. Oksijen üretimi, karbondioksit, su ve mineral döngüsü, su ve toprak korunması, biyolojik ayrışma gibi
değişik ekolojik görevleri yerine getirerek, sağlıklı ve
verimli bir çevre sağlar.
3. Hayatın devamlılığı için evrimsel potansiyel kaynağıdır.
4. Bir ekosistemde yaşayan canlı türlerine direnç
sağlar.
5. Değişen çevre koşullarına yeni uyum seçenekleri
sunar.
Bu nedenle genetik çeşitlilik ve tür çeşitliliği kaybının en aza indirilmesi ve ekosistemlerde biyolojik çeşitliliğin hem şimdiki hem de gelecekteki insanların
yararlanacağı şekilde işletilerek korunması, biyolojik
çeşitliliği korumanın temel amaçları olmalıdır.
Biyolojik çeşitliliğe zarar veren değişik olaylar vardır.
Bunlar:
a. Aşırı tüketim
b. Yabancı türlerin getirilmesi
c. Endüstriyel tarım ve endüstriyel ormancılık
Tabiat ve İnsan
d.
e.
f.
g.
Küresel iklim değişiklikleri
Habitatların bölünmesi veya bozulması
Toprak, su ve hava kirliliği
Orman yangınları
olarak sıralanabilir.
Biyolojik Çeşitliliğin Korunması
Biyolojik çeşitliliğin korunması 2 yöntemle sağlanabilir. Bunlar doğal yaşam ortamında koruma (İn-Situ
Koruma) ve doğal yaşam ortamı dışında koruma (ExSitu Koruma) dır.
Doğal yaşam ortamında koruma (İn-Situ Koruma):
Bu koruma yöntemi, biyolojik çeşitliliğin ve onun bir
parçası olan gen kaynaklarının korunması için etkin
bir biyolojik yöntemdir. Bir türün ve onun taşıdığı genlerin korunması işlemi, en iyi şekilde o türün
doğal yaşam ortamlarında gerçekleşebilir. Bu doğal
ortam, aynı zamanda başka türlerin de yaşadığı bir
ekosistemdir ve bu ekosistemde bir hedef tür korunurken, bu arada bir çok başka türde korunmuş
olur.
Doğal yaşam ortamı dışında koruma (Ex-Situ Koruma): Soyları farklı sebeplere bağlı olarak tükenmek üzere olan canlı türleri, doğal yaşam ortamları
dışına çıkarılarak koruma altına alınabilmektedir.
Böyle canlı türlerinin, doğal yaşam ortamları dışında
korunması, canlının özelliğine ve çeşidine bağlı olarak arboretumlarda, botanik bahçelerinde, hayvanat
bahçelerinde, tohum bahçelerinde, klon arşivlerin-
de, tohum-polen doku kültürü ve DNA saklama bankalarında mümkün olabilmektedir.
Türkiye’nin Biyolojik Çeşitliliği
Avrupa ve Orta Doğunun en zengin biyolojik çeşitliliğine sahip olan Türkiye, bu özelliği ile Avrupa kıtasında önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü Türkiye’nin 7
coğrafi bölgesinin her biri farklı iklim, fauna ve flora
özelliklerine sahiptir (Şekil.3). Türkiye’de Kuzey-Doğu Anadolu ormanları, Orta Anadolu’nun step tipi
otlakları, çok geniş yayılma gösteren Selvi (Cupressus
sempervirens) ve Sedir (Cedrus libani) ormanları ile
Akdeniz Bölgesi maki vejetasyonu gibi çok önemli
ekolojik bölgeler bulunmaktadır. Aynı zamanda 120
memeli, 400 den fazla kuş türü, 130 sürüngen ve
400’e varan balık türü ile biyolojik çeşitlilikte fauna
tür zenginliği açısından büyük öneme sahiptir.
Türkiye’nin coğrafi yapısındaki farklılık, endemik türler ve genetik çeşitlilik bakımından da zenginlik sağlar. Türkiye bu bakımdan Akdeniz ve Yakın Doğu gen
merkezinin kesiştiği noktada yer alır. Bu bölgeler tahılların ve bahçe bitkilerinin ortaya çıkışında büyük
öneme sahiptir. Son 30 yılda yerel ve ithal soyların
kullanımıyla geliştirilmiş olan ve kaydedilen tahıl çeşidi 256’dır’ Bunun 95 i buğday, 91 i mısır, 22 si arpa,
19 u pirinç, 16 sı süpürge darısı, 11 i yulaf ve 2 si de
çavdar çeşididir.
Türkiye florası buğday, nohut, mercimek, kestane,
antepfıstığı, armut, kayısı ve elma gibi kültürü yapılmış önemli tarımsal bitki türlerinin yabani soylarını
Şekil 3. Türkiye Cumhuriyeti Posta Pullarında 2010 Biyolojik Çeşitlilik Anma Bloğu
7
Tabiat ve İnsan
ve bu türlerle ilgili genetik çeşitliliği kapsar. Bahçe
bitkileri ise yerli çeşitler ve diğer kaynaklardan gelenlerle beraber yaklaşık 200 ü bulmaktadır. Bu çeşitlilik meyve türlerinde de görülmekte olup, 138
civarında olduğu tahmin edilen meyve türlerinin
80 i Türkiye’de de yetiştirilmektedir. Bu sayı tropikal
ve sub-tropikal meyvelerinde girmesiyle daha da
artmaktadır. Yabani asma (Vitis silvestris) türünü de
barındıran Türkiye, üzüm asmasının da (Vitis vinifera)
gen merkezi durumundadır.
Yerli çiftlik hayvan türleri açısından 7 sığır, 18 koyun,
4 keçi, 7 at ve 8 kümes hayvanı ve Ankara tavşanı ön
plana çıkmaktadır. Kuzey geçiş kuşağında yaşayan
“karakul” ile Kars bölgesinde yaşayan “Tuj” gibi bazı
koyun çeşitleri ve Ankara keçisi de koruma altına alınan canlılardır.
Türkiye, Avrupa kıtasında bulunan bitki türlerinin %
75 ini barındırmakta olup, bunun üçte birini endemik bitkiler oluşturmaktadır. Anadolu faunası 80.000
in üzerindeki tür zenginliğiyle de dikkati çekmektedir. Alageyik ve sülünün anavatanı Anadolu olup,
bozayı, yaban domuzu, kurt, vaşak başta olmak üzere memelileri de barındıran Anadolu da, yok olduğu
düşünülen Anadolu leoparının izlerine de rastlanıldığı bilinmektedir.
Kuş göç yolları üzerinde bulunan Türkiye’de, yaklaşık
454 kuş türünün de olduğu kayıtlara geçmiştir. Bunların bir kısmı yine yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Nesli tehlike altında olan Caretta caretta ve Chelonia mydas türü deniz kaplumbağaları ile Akdeniz
foku Monachus monachus, Akdeniz ve Ege kıyılarında yaşayan önemli türlerdir. Türkiye denizlerinde
1970’lerde 150-300 arasında Akdeniz foku bireyi
tahmin edilirken, bugün bu sayı 100 den aşağı düşmüştür.
Endemik bitki türü bakımından da zengin olan
Türkiye’de, bu oran %33 civarındadır. Yaklaşık 3.000
endemik toplam 9.000 den fazla bitki türü içeren
zengin florasında, 500 den fazla soğanlı bitki; kardelen, siklamen, lale ve çiğdem türleri ile tanınır. Bu
bitkilere ilaveten tıbbi ve aromatik bitkiler açısından
da oldukça zengindir. Bu zengin floraya rağmen, 19.
ve 20. yüzyılda Türkiye’de 8 endemik bitki türünün
soyunun tükendiği de kayıtlara geçmiştir. Bunlardan
ikisi Keban Barajı su toplama havzasının doldurulması sırasında sular altında kalarak, diğerleri ise aşırı
otlatma ve yerleşimin yol açtığı tahribat sonucunda
yok olmuştur.
Türkiye’de nesli tükenmiş fauna türleri hakkında da
8
kayıtlar var olmasına rağmen bunlar oldukça sınırlı
sayıdadır. Kunduz un (Castor fiber) geçtiğimiz yüzyılın başlarında Türkiye’de nesli tükenmiştir. Amik Gölü
nün tarım amacıyla kurutulması sonucu, Türkiye için
endemik bir tür olan yılanboyunlu kuşun (Anhinga
melanogaster rufa) soyu da tükenmiştir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; daha yaşanabilir bir çevre
ve dünya için biyolojik çeşitlilik üzerinde dikkatle durulmalı bunun için ulusal ve uluslar arası işbirliğine
her zaman gerek duyulmalıdır. Canlıların yaşam yerleri dolayısıyla yaşam hakları ellerinden alınmamalıdır. Bu sayede ekolojik dengeyi korumalı ve gelecek
nesillerimize yaşanabilir bir dünya bırakmayı başarmalıyız.
Kaynaklar
•
Anonim (2005). Türkiye’nin Biyolojik Zenginlikleri. Türkiye Çevre Vakfı Yayınları, Ankara. 328 s.
•
Clarke, H. (2007). Conserving Biodiversity in the
Face of Climate Change, Agenda, Volume 14,
No: 2, 157-170.
•
Çepel, N. (1997). Biyoçeşitlilik, Önemi ve Korunması. TEMA yayın no: 15, İstanbul.
•
Çevre Bakanlığı. (2001). Ulusal Biyolojik Çeşitlilik
Stratejisi ve Eylem Planı. Ankara.
•
Ekim, T., Bayçu, G. (2006). Ekoloji. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Ders
Notu.
•
Işık, K. (1996). Biyolojik Çeşitlilik ve Orman Gen
Kaynaklarımız. Orman Bakanlığı Yayın No: 13.
•
Pimm, L.S. (2007). Biodiversity: Climate Change
or Habitat Loss-Which Will More Species? Current Biology, Volume:18, 117-119.
•
Tekeli, İ., Güler, Ç., Yerli, V.S., Algan, N., Vaizoğlu,
A.S., Kaya, D.A., Öztürk, B., Mutlu, B. (2006). Dünya da ve Türkiye de Biyolojik Çeşitliliği Koruma.
Türkiye Bilimler Akademisi Raporlar, (13), 21143.
•
Toksoy, D., Gümüş, C., Ayyıldız, H. (2003). Türkiye
de Orman Kaynaklarının Durumu ve Tıbbi Bitkilerin Ticareti Üzerine Bir Değerlendirme. Orman
ve Ekonomi Dergisi 2(8), 7-14.
Tabiat ve İnsan
Ürük Köyü Çıplak/Cılbah Göl ve
Göndüren Gölü Yüzen Adaları (Divriği-Sivas)
Floating Islands of Urük Vilage Çıplak/Cılbah Lake and
Göndüren Lakes (Divrigi-Sivas)
Prof. Dr. İhsan BULUT
Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Bölümü,
Beşeri ve Ekonomik Coğrafya Anabilim Dalı 25240, Erzurum,
[email protected]
Yrd. Doç. Dr. Gülpınar AKBULUT
İnönü Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, İlköğretim Bölümü,
Sosyal Bilgiler Eğitimi Anabilim Dalı Malatya,
[email protected]
9
Tabiat ve İnsan
ÖZET
Ülkemiz bilinen pek çok doğal ve beşeri zenginliğe sahiptir. Özellikle gelişememiş yörelerimizde
bulunan doğal güzellikler ülkemiz turizmi, yaban hayatı açısından önem taşımaktadır. Yüzen
adalar ülkemiz coğrafyasının yeni bir kavramı ve
araştırma konusudur. Ülkemiz yüzen adalar açısından da oldukça zengin ve adeta bir yüzen ada
cennetidir. Hemen her coğrafi bölgemizde ve
yöremizde yüzen adalara ve oluşumlarına rastlamak mümkündür. Çıplak ve Göndüren Gölleri ve
içindeki yüzen adalar çok önemlidir. Buna rağmen bugüne kadar araştırmacıların ve kamuoyunun dikkatini çekememiştir. Bu çalışma ve devam edecek çalışmalarımızla Türkiye ve dünya
yüzen ada literatürüne yeni bir katkı sağlanacaktır. Bu yüzen adalarımız da öncekiler gibi dünya
yüzen adalar bibliyografyasındaki yerini alacaktır. Bu çalışmanın yakın amaçlarından birisi de
doğa eğitimi ve korumasının önem kazandığı şu
dönemde yeni bir alanın dikkatlere sunulmasıdır. Aynı şekilde bu tanıtımla ülkemizde giderek
çeşitlenen turizm aktivitelerine ve yönelimlerine
çeşitlilik ve derinlik kazandırmaktır. Doğal ve
kültürel mirasımıza yeni unsurlar kazandırmak
ve bu alanların sürdürülebilirliğini sağlamaktır.
Yeni çalışmalara da esin kaynağı oluşturacak bu
çalışmamızla, ülkemiz doğal zenginliği ve sulak
alanlarının önemi ve tanıtımı sağlanmış olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Ürük Köyü, Göndüren Köyü,
Divriği, Sivas, Çıplak(Cılbah) Gölü, Göndüren Gölü,
Yüzen adalar
Giriş
B
u çalışmanın yakın amaçlarından birisi öncekilerde de olduğu gibi doğa eğitimi ve korumasının önem kazandığı şu dönemde yeni bir
alanların dikkatlere sunulmasıdır. Aynı şekilde bu
tanıtımla da ülkemizde giderek çeşitlenen turizm
aktivitelerine ve yönelimlerine çeşitlilik ve derinlik
kazandırmaktır.
10
ABSTRACT
Turkey has much natural and cultural richness.
Especially the natural assets located in developing regions have an important role to play
in economical life of those regions. The floating islands are one of these assets and have
become an important research subjects lately.
With many floating islands, Turkey is considered as a heaven of floating islands. Almost all
geographical regions in Turkey has many floating islands located throughout landscape of
the country. One of the regions of Turkey with
floating islands is located on the Göndüren and
Çıplak Lakes. This lakes have not come to the attention of the researchers so far. This study aims
at introducing these floating islands and add
them to the World floating islands bibliography. By examining the islands we hope to bring
the subject to the attention of nature conservation parishioners. We hope to contribute to the
tourism literature by examining the potential of
the area in terms of eco-tourism. Because these
floating islands were discovered recently and
because their use by human population has not
been regulated, we are concerned with the sustainability issued as related to these places. In
order to provide a sustainable use of the floating islands a committee should be established
to document these areas throughout Turkey
and develop management plans for sustainable use of them. Because of a high tourism
potential tourism development plans should
be prepared for each of the floating islands and
a criteria should be set up to determine the nationally and internationally important areas.
Key Words: Urük Village, Göndüren Village, Divrigi, Sivas, Ciplak(Cılbah) Lake, Göndüren Lake,
Floating Islands
Yüzen ada kavramıyla ilgili gerek terminolojik, gerekse bilimsel anlamda yeterli kaynağın olmadığı ülkemizde, araştırmalarımızın (Girgin ve Bulut;
2001,43-48: Girgin ve Bulut; 2002, 184-194: Duzer;
,2001, 2004, ve 2006: 13-35) akabinde çok sayıda
yüzen adanın olduğunun anlaşılması ve ilginin bu
konuya yoğunlaşması da ülkemiz coğrafyası açısından son dönemdeki memnuniyet verici bilimsel
gelişmelerdir(Bulut, Zaman, Kopar ve Artvinli, 2008,
Tabiat ve İnsan
133-153 ve Bulut, Kopar, Zaman; 2009). Bu çalışmalara Çorum, Denizli ve Rize ilindeki çalışmalar da
eklenmiştir(Bulut ve Girgin; 2010: 3-10, Bulut ve
Kantürk; 2010: 88-92, ve Bulut ve Hadimli; 2010: 92101). Kuşkusuz akademisyen coğrafyacılardan sayıca
çok ve ülke geneline daha eşit bir şekilde dağılmış
coğrafya öğretmeni meslektaşlarımızın yüzen adalar
konusunda daha geniş gözlem ve araştırma imkânlarına sahip olduğu gerçeği ve görev yaptıkları yörelerin gerçek coğrafi özellikleri ile yeni coğrafi bilgilere
ulaşmada esas kaynaklarımız oldukları gerçeği yadsınamaz. Bu konuda yerel nüfusun da bilgilendirmeleri yüzen ada ve ilgi çekici yeni çalışma konularının
ortaya çıkmasını sağlayacaktır.
Gerçi çalışmalarımızın ve gazete haberlerimizin yayınlanmasından sonra da bazı coğrafyacılar (!), tarafından aynı yüzen adalar ve yenileri hakkında bu konuda çalışma yokmuş gibi bilimsel etik ve sorumluluk
kaygısından uzak fason yayın alışkanlıkları sürdürüle
gelmektedir. Başından beri üzerinde durduğumuz
yüzen ada kavramı, önemi ve ülkemiz zenginlikleri
konusundaki ilgi haklılığımızı kanıtlamaktadır. Sonuç olarak bu konuda yeni çalışmalar ve yeni yüzen
adaların ortaya çıkması sağlanmış olacaktır.
Türk Coğrafya Kurumu yönetiminin çalışmalarımıza
yeni bilgiler ve yaklaşımlar şeklinde öğretmen çalıştaylarına bildiri konusu olarak yer vermesi ve taşıması yüzen ada çalışmalarına en büyük bilimsel ve
kurumsal bir destek olmuştur.
Yaklaşık 2000 yılından beri sürdüğümüz çalışmalar
Bingöl örneği ile başlamış olup, bugün yüzen ada
bulunan il sayımız 15’i bulmuştur. Kuşkusuz bu konu
kamuoyunun dikkatlerine yoğun bir şekilde sunulduğunda; hem yüzen ada bulunan il sayısının hem
de yüzen adların sayısı ile bu konuda çalışan ve çalışmalar da sayıca artacaktır.
Şekil 1. Araştırma sahasının lokasyonu ve Türkiye’de yüzen ada bulunan iller haritası.
11
Tabiat ve İnsan
Divriği ilçesi güneyinden Malatya’nın Arguvan Hekimhan Arguvan ve Arapgir, doğudan Erzincan ilinin
İliç ve Kemaliye, kuzeyden İmranlı ve Zara ilçeleri ve
batıdan Kangal ve Ulaş ile sınırlıdır.
Bu çalışma 8 Ocak 2010 tarihinde ulusal gazetelerde
çıkan yüzen ada röportajlarımız ve haberlerimiz üzerine bizleri telefonla arayarak ulaşan Ürük Köyü nüfusuna kayıtlı İstanbul Üniversitesi Öğrenci İşleri Daire Başkanlığı personeli Sayın Kaya Aydoğan’ın ihbarı
neticesinde gerçekleştirilmiştir. 23 Ekim 2010 tarihinde Mustafa Akbulut ve Yrd. Doç. Dr.Gülpınar Akbulut
ile sabah Sivas’tan çıkılarak Divriği ilçe merkezine
ulaşıldı, kısa şehir gözlemlerinden sonra Divriği Otomobilciler Cemiyeti Başkanı Naci Küpeli’nin tecrübeli
rehberliğinde önce Göndüren Köyü, ardından Ürük
Köyü’ne gidilmek ve yerinde tespitler yapmak suretiyle tamamlanmıştır. Ürük köyü sakinlerinden Kaya
Aydoğan’ın babası Sayın Hasan Aydoğan defalarca
yaptığımız telefon görüşmelerimiz sonucunda ısrarlı
davetleri ve özverili rehberlikleriyle çalışmanın ortaya çıkmasında çok önemli katkı sağlayanlardandır.
Konukseverliklerinden dolayı Göndüren Köyü eski
muhtarı İsmet Kavak ve oğlu yeni muhtar Süleyman
Kavak ile yukarda adı geçenlere teşekkür ediyoruz.
Araştırma Sahasının Lokasyonu
Araştırmaya konu oluşturan çıplak göldeki yüzen
ada, doğuda Erzincan ili, batıda Sivas ilinin Kangal
ilçesi, güneyde Malatya ili, kuzeyde Sivas ilinin Zara
ve İmranlı ilçelerine komşu bulunan Divriği İlçesi sınırları içerisinde yer almaktadır (Şekil 1). Araştırma
sahası ilçe merkezinin yaklaşık 30 km. güneybatısında bulunmaktadır.
Araştırma sahasındaki göl ve gölde bulunan saz veya
çimen denen yüzen adalar bölge sakinlerince uzun
yıllardan beri bilinmektedir. Tarım alanları ve yerleşmelerin uzağında yer aldıkları için de yaylacılar ve
çobanların dışında fazlaca bilinmediklerinden bu
güne kadar önemleri anlaşılamamış olup, kamuoyunun dikkatinden uzak kalmışlardır. Yöre sakinleri göldeki yüzen adaların doğal güzelliklerinin ve ekolojik
önemlerinin farkındadırlar. Göl önemli bir kuş üreme
ve barınma alanıdır.
Doğal Çevre Özellikleri
Sahanın jeomorfolojik evrimi ve strüktüral yapısı
zaman, süreç ve yapı faktörleriyle doğrudan ilişkili
olarak gerçekleşmiştir. Bugünkü morfolojik görünümünü kazanmasında litolojik yapı, volkanizma, neotektonik dönemin başından beri bölgeyi etkileyen
12
tektonik hareketler ve dış süreçler etkili olmuştur
(Akbulut, 2004).
Araştırma sahasının litolojik yapısı değerlendirildiğinde Yama Dağı’ndan çıkan ve geniş alana yayılan
volkanik birimler ile Kuvaterner’de oluşmuş alüvyonlar dikkati çeker. Alp orojenezinde, yörede masifler
arasındaki daralma ve kubbeleşme şeklindeki dislokasyonlar, yer yer şiddetli volkanizma ve sismik faaliyetler gerçekleşmiş, özellikle dikey dislokasyonlar
boyunca yurdumuzun diğer yerlerinde görüldüğü
gibi, burada da volkanik faaliyetler meydana gelmiştir (Ardos, 1979: 169). Nitekim yörede magmatik
kayaçların yoğunluk kazanması hareketli bir tektonizmanın varlığına işaret eder (Şekil 2). Jeoloji haritasına bakıldığında, sahada siyenit, andezit ve bazalt
volkanik kayaçlarının geniş yer kapladığı görülür. Bu
birimler arasında en önemlisi Yama volkanitleri olup,
Pliyosen sonundan Kuvaternere kadar çatlaklar boyunca çeşitli zaman aralıklarıyla gerçekleşen lâv yayılışlarıyla meydana gelmiştir. Araştırma sahasında
kahverengi ve yeşilimsi renkte yayılan andezitler
Neojen Karasal birimler arasına sokulmuş ve Üst Kretase yaşlı serpantinlerden oluşan reliefin önemli bir
kısmını örtmüş, Mursal çevresinde serpantinler mostralar halinde yüzeye çıkmıştır (Akbulut, 2004).
Sahanın ikinci önemli birimini oluşturan alüvyonlar
ise Kuvaterner dönemi temsil etmektedir. Akarsu
kenarlarına ve yamaçlara doğru dar alanda gelişen
alüvyonun kalınlığı 2 m.yi geçmez (Söylem ve Tekmen, 1991: 4). Bunun sebebi Üst Pliyosende yükselmeye başlayan sahaya yerleşen Çaltı Çayı ve kollarının araziyi parçalaması, derin ve dar vadilerde
akmakta olan bu çay ve dereler alüvyon malzemeyi
genişleyen saha dışındaki vadi tabanları çevresinde
bırakmasıdır. Yine sahada tektonizmanın etkisiyle
faylar oluşmuş, Göndüren-Uzunkaya arasında bulunan fayın etkisiyle Bahtiyar, Susuzören ve Ürük köylerinde eğim kuzeye doğru gelişmiştir (DSİ, 1960: 17;
Aktaş, 1973: 6).
Çıplak Göl ve çevresini güneyden bir set gibi çevreleyen Yama Dağları, sahanın morfolojisini belirleyen
en önemli birimdir. Yüksek bir kütle durumunda olan
Yama dağları, kabaca kuzeybatı – güneydoğu doğrultusunda bir uzanışa sahiptir. Bu dağlar, Tohma Çayı
Havzası ile araştırma sahasının da içinde bulunduğu
Çaltı Çayı Havzası’nı birbirinden ayıran ünitelerdir. Siyah renkli andezit- bazalt lâvlarıyla birlikte oluşan bu
volkanik kütle üzerinde, genç tektonik hareketlerin
etkileri oldukça fazladır (Baykal, 1966: 3). Lâv akışına
bağlı olarak, genel eğimi kuzeye doğru azalmaktadır.
Bununla birlikte volkanizma hareketleri sonucunda
Tabiat ve İnsan
da değişirken, kuzeybatıda ve güneyde % 40’ı aşmaktadır. Zirveye yakın noktalarda dağın genel eğimi %
20–40 arasında değişirken, yüksek kesimler ile havza
arasında geçişi sağlayan sırtlarda % 10-15 arasında
kalmaktadır. Eğim değerlerinin farklılık göstermesinde; tektonizma, litolojik yapı ve dış süreçlerin etkisi
büyüktür. Ana materyal, yükseltiye bağlı fiziksel çözülme, faylanmanın etkisiyle, özellikle yağışlı devrelerde bitki örtüsünden yoksun sahada çok sayıda
heyelan meydana gelmektedir. (Akbulut, 2004: 26).
Araştırma sahasında hem paleoheyelan hem de aktif
heyelan sahaları görülmektedir (Foto 1).
Şekil 2. Araştırma Sahasının Jeoloji Haritası
yükselen bu dağlarının araştırma sahası içinde yer
alan kesimleri Çaltı Çayı ve kolları tarafından parçalanmış ve derin vadi sistemleri meydana gelmiştir
(Akbulut, 2004: 23). Yama dağlarında birden fazla zirve noktası bulunmakta, bunlardan Yama Dağı ( 2693
m.), Delidağ (2350 m.), Atkayası Tepe (2271 m.), İkiz
Tepe (2228 m.), Toplak Tepe (2213 m.), Demirli Dağı
(2324 m.) ve Geyikli Dağı (2202 m.) sahayı çevreleyen
başlıca yükseltileri oluşturmaktadır (Şekil 2).
Araştırma sahasının iklimi İç Anadolu Bölgesi’ne özgü
yarı kurak karasal iklim ile Doğu Anadolu Bölgesi’nin
karasallığı arasında geçiş özelliği gösterir. Sahanın
doğrudan iklim özelliklerinin tespitine yönelik meteoroloji istasyonu bulunmadığından, iklim özelliklerinin tespitinde Divriği Meteoroloji İstasyonu (1225
m.) verilerinden yararlanılmıştır. Buna göre Divriği
ilçesinin iklim tipi, yarı kurak- az nemli bir karakter
göstermektedir. Kışlar uzun ve soğuk, yaz mevsimi
ise kısa ve sıcak geçmektedir. Yükselti, eğimin kısa
mesafelerde değişmesi ve bulunduğu enlem değişken bir iklim yapısının oluşmasına neden olmuştur.
Divriği meteoroloji istasyonunun 39 yıllık (19622001) ölçümlerine göre yörede yıllık sıcaklık ortalaması 11.2 °C dir. Sahada aynı yıllar arasında tespit
edilen yıllık ortalama yağış miktarı ise 370.1 mm.dir.
Bölgenin en önemli yükseltisini oluşturan Yama Dağları ile Neojen ve Üst Kretase yaştaki birimler kuzey
- güney yönünde uzanan birçok akarsu tarafından
parçalanmış, böylece çok sayıda sırt ve vadi oluşmuştur. Daha dayanıklı bir litolojiye sahip olan volkanik birimler dış güçlerin aşındırıcı etkisinden daha
az etkilendiğinden, sahada dik, sarp ve kayalık bir
morfoloji, az dirençli kütleler ise silik bir topografya
sunmuştur (Uçurum ve Larson, 1999: 79). Yama Dağlarının en yüksek noktası 2735 m. ile Leke Dağı’dır.
Üst Kretase yaşlı birimlerin üzerinde gelişen Leke
Dağı’nın ana kayasını andezit kökenli mağmatik kayaçlar meydana getirir. Dağın batı ve güney yamaçlarında eğim değerlerinin yüksek olması nedeniyle
andezitler yüzeyde mostralar halinde yayılır (Akbulut, 2004: 27).
Araştırma sahasına yakın en önemli yükseltiyi ise
Yama Dağı (2693 m.) oluşturur. Bu volkanik kütlenin, güneydoğu ve kuzeybatıya bakan yamaçlarında
eğim değerleri farklılık göstermekle birlikte, kuzeybatı ve güney yamaçlarda diklik daha belirgindir.
Eğim değerleri güneydoğu yamaçta % 15-25 oranın-
Şekil 3. Araştırma Sahasının Topografya Haritası
13
Tabiat ve İnsan
Fotoğraf 1. Ürük Köyü kuzeyinde heyelan alanından genel bir görünüm.
Tablo 1. Divriği Meteoroloji İstasyonu Aylık Ortalama Sıcaklık ve Yağış Değerleri (1939-2001).
Meteoroloji
İstasyonları
O
Ş
M
N
M
H
T
A
E
E
K
A
Yıllık Ort.
Sıc. (°C )/Yağış
(mm)
Sıcaklık (°C)
-2.5
-0.8
4.5
10.8
15.3
19.8
24.0
23.8
19.6
13.2
6 . 0
0.7
11.2
Yağış (mm)
36.5
30.9
46.4
54.2
61.3
29.7
4.8
3.9
10.8
33.4
41.6
43.5
397
AYLAR
Kaynak: DMİGM
Araştırma sahasının en önemli akarsuyu Çaltı
Çayı’nın en önemli beslenme kollarından birini oluşturan Nih Çayı’dır. Mursal köyünün güneyindeki
Yama Dağı’ndan (2150 m.) kaynağını alan Nih Çayı,
çevre dağlardan gelen birçok kaynak ve mevsimlik
akarsuların katılmasıyla Hekme Deresi adını alır. Geçtiği yerlere göre isim alan Hekme Deresi, Çokmaşat
mezraası ile Mursal arasında Mursal Çayı, Mursal’ın
kuzeyinden Güresin köyüne kadar da Nıh Çayı olarak isimlendirilir. Burada Yama Dağı’ndan kaynağını
alan güneybatı-kuzeydoğu uzanışlı Aktoprak Deresi
ile birleşir. Nıh Çayı, kaynaktan Bahtiyar köyüne kadar üzerindeki volkanik birimi aşındırarak dar ve derin bir boğazda akar. Araştırma sahasının kuzeyinde
Neojen birimler üzerinde geniş tabanlı bir vadide
kuzeydoğuya yönelen akarsu, tekrar 4 km. uzunlu-
14
ğunda bir boğaz vadiye girer. Bu kesimden sonra
Fazıloğlu Deresi ile birleşerek kuzeyde Çaltı Çayı’na
dökülür (Akbulut, 2004: 98-99). Nıh Çayı’nın içinde
aktığı vadi yaklaşık 30 km. uzunluğundadır.
Nıh Çayı dışında araştırma sahasında doğal ve yapay
göller bulunmaktadır. Nıh Çayı ve kollarının araziyi
tektonizmaya bağlı parçalaması, fiziksel çözülmeye bağlı ayrışan volkanik birimler, tabaka eğimi ve
yağışlara bağlı olarak yüksek kesimlerdeki kütlelerin yerçekiminin de etkisiyle aşağıya taşınması neticesinde sahada çok sayıda heyelan ve buna bağlı
heyelan gölü meydana gelmiştir. Göndüren köyünün doğu ve batı yakasında yaklaşık 1750-1850 m.
yükseltide bulunan iki göl, andezit birimlerin yukarı
kesimlerden ayrışarak kayması ve aşağıdaki dere ve
kaynakların önüne set oluşturmasıyla meydana gel-
Tabiat ve İnsan
oluşturması nedenleriyle mevcut yüzen ada hareket
özelliğini kaybetmiş ve etrafında yeni bitki oluşumları gözlenmiştir. Gerçekte sazlık alanlar göl sularının
geçmişteki genişleme sınırını vermektedir. Bu dikkate alındığında gelecekte göl seviyesindeki yükselimler yeni yüzen adaların oluşumuna zemin hazırlayacağı yönündedir.
Şekil 4. Divriği Meteoroloji İstasyonu Aylık Ortalama
Sıcaklık ve Yağış Değerleri (1939-2001).
miştir. Bu göllerden biri Göndüren(Gelişin) Gölü’dür
(Foto 2). Büyük bir kesiminin bataklık özelliği kazandığı gölde geniş alanda sazlıklar mevcuttur (Akbulut,
2004: 111). Ayrıca gölde yüzer özelliğini kaybetmiş
bir yüzen ada da bulunmaktadır. Bir paleoheyelan
kütlesinin üzerinde gelişen gölün sığ olması, rüzgar
yönünün değişiminde dağlık arazinin engel teşkil etmesi ve kaynak önüne insanların yapay gölet
Araştırma sahası içinde Uluçayır, Ürük ile Gökçebel
arasında kalan 1600- 1750 m.ler arasındaki üçgen
içerisinde az sayıda heyelan gölleri bulunmaktadır.
Bunlardan 1700-1750 m. arasında yer alan Çıplak
Göl, kaynağın önünün heyelan kütlesi ile tıkanması sonucu meydana gelmiştir. Ürük Köyünün birkaç
km. doğusunda yer alan gölün en önemli özelliği
hareketlilik gösteren bir yüzen adanın mevcut oluşudur. Yüzen adanın küçük olması, göl derinliğinin
fazlalığı ve gölün bulunduğu şekliyle rüzgarlara açık
konumda yer alması nedenleriyle yüzen ada hareket
özelliğini korumaktadır. Nitekim Çıplak gölün derinliği 7-8 m. arasında değişmekte, kar erimelerine bağlı
olarak mevsimsel seviye değişimleri az da olsa görülmektedir (Foto 3).
Bu iki saha dışında da heyelan gölleri yer almaktadır.
Ürük köyünün güneydoğusunda yer alan Büyük Göl
ise sığ bir göl olup, büyük bir kesimi sazlıklarla kaplı
Fotoğraf 2. Çangal Mevkiinde Mursal deresi büyük bir çağlayan yapmakta ve önünde 100 m.karelik ilginç bir dev kazanı
yapmaktadır. Yörenin yer şekillerinin oluşumunda bu Dere ve kollarının etkisi vardır.
15
Tabiat ve İnsan
Fotoğraf 3. Çıplak Göl Ürük Köyü’nün 1.5 km kuzeybatısında yer alır(google earth’ten).
bataklık görünümüne sahiptir ve yaz aylarında dere
yatağı kurumaktadır. Demirdağ çevresinde bulunan
yamaçlardaki kütlenin dere önünü tıkaması sonucu
Demirgöl meydana gelmiştir. Demirgöl’ün doğusunda 1800 m. yükseltide bulunan Mıhlı Gölü’de
diğer bir heyelân set oluşumlu bir göldür (Akbulut,
2004:111). Yöredeki heyelan göllerini kaynaklar ve
kar suları beslemektedir.
Doğal göllerin dışında yapay göl mevcuttur. Yarı kurak iklim kuşağında yer alan ve bölgeleri arasında
büyük farklılıklara sahip olan sahanın sulama suyu
ihtiyacı genellikle yağışın az olduğu yaz aylarında
görülür. Sıcaklığa bağlı buharlaşmanın fazla olmasıyla ortaya çıkan kuraklık, akarsu ve kaynakların akım
değerlerinin düşmesine veya tamamen kurumasına
neden olur. Bu nedenle tarımda sulama probleminin çözümü için, DSİ tarafından çalışmalar yapılmış
ve yapılmaya devam etmektedir. Bu çalışmalardan
en önemlisi, Mursal Barajı’dır. Divriği ilçesinin 30 km.
güneybatısında enerji ve sulama amaçlı yapılan baraj, yaklaşık 1665 ha. tarımsal arazisini sulamaktadır.
Barajın yapımından sonra Divriği güneyindeki yöre
halkının sulama suyu ihtiyacından doğan problemi
büyük ölçüde ortadan kalkmıştır (Akbulut, 2004:
110).
16
İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgeleri arasında geçiş
özelliğine sahip bir sahada yer alan bu yörenin hâkim
bitki örtüsü steptir. Yörede otsu step bitkilerinde Stipa, odunlu bitkilerde ise Astragalus türleri yaygınlık
göstermektedir (Akman, 1993:187). Divriği’de ziraî faaliyetler ve aşırı hayvan otlatılması sonucunda primer
step vejetasyonu olan Stipa (yumak) gibi otsu türler
azalmıştır. Yörede hayvanların sevmediği Artemisia
spicigeara (yavşan) ve Astragalus (Geven) gibi birkaç
tür yaygın hale gelmiştir. Bu nedenle step alanlarını
sekonder olarak kabul etmek daha doğrudur. Bu bitkiler dışında araştırma sahasında tespit edilen başlıca step türleri; Euphorbia virgata (Sütleğen), Triple
urospermum transcocacium (Papatya), Thymus fallax
(Kekik), Verbascum aredoxum (Sığır kuyruğu), Stipa
(Yumak), Acantholimon acerosum (Çoban Yastığı)
ve Malva neglecta (Ebegümeci)’dir. Yine Doğu ve İç
Anadolu arasında kalan araştırma sahasında farklı
flora alanlarına ait bitki türleri ve özellikle endemik
türler tespit edilmiştir. DAVİS’e göre Astragalus oratus (Geven), Hypericum pumilio (Kantaron), Jurinea
Pontica, (Davis, 1975: 446) Rubiaceae glabrous baytopianum, (Davis, 1982: 808) gibi endemik türlerle
birlikte, Achillea goniocephal (Civan perçemi), Anthemis coelopoda (Papatya), Carduus nutans (Deve
dikeni), Centaurea virgata (Sıtma otu), Cichorium
pumilum (Akkanak otu), Artemisia austriaca (Yavşan
Tabiat ve İnsan
Fotoğraf 4. Çıplak Gölü içerisinde ikisi sabitlenmiş üç yüzen ada vardır. Yüzen ada yüksek boylu sazlıklarla örtülü
ve göl içerisinde hareket etmektedir.
otu), Euphorbia (Sütleğen), Sonchus (Eşek marulu),
Veronica reuterona, Veronica biloba, Reseda armena
(Kuzu otu), Trollius (Çünk), Thymus (Kekik), Teucrium
(Acı yavşan), Plantago (Bağa), Onosma albo roseum
(Emzik otu), Onosma aucheranum (Emcek otu), Torilis, Sedum (Çamuş kulağı), Physoptychis haviskreecht, Muscari comosum (Dağ sümbülü), Iris caucasica
(Navruz), Phlamis oppovitiflora, Convolvulus betonicifolius (Koyun gözü), Allium cardiostemon (Sirmo),
Allium kharputense (Harput soğanı), (Baytop, 1997:
299-325), Allium macrochaetum (Kaya sarımsağı),
Lythrum salicaria (Aklar otu), Ferulago platycarca
(Kurt kulağı), Aristolochia (Yılan otu), Arthemis austriaca (Tarhun), Scorzonera latifolia (Yakı otu), Scorzonera papposa (Yemlik), Onopordum candidum,
Stachys lavandulifolia (Eşek otu), Carduus virgata,
Carduus drabigaka, Carduus urvillei, Arthemis cretica (Tarhun), Aristolochia mauraun (Yılan otu), Salvia
amasiaca, Matricaria (Papatya) step türleri sahada
yer almaktadır (Davis, 1965-1988).
Doğu Anadolu Bölgesi’ne doğru yükseltinin arttığı
kesimlerde farklı iklim özelliklerinin görülmesine
bağlı olarak, dağlık kesimlerde ardıç, meşe, çam türlerinden oluşan ağaç toplulukları ortaya çıkmaktadır.
Özellikle meşe topluluklarının tahrip edildiği yâda
ortadan kalktığı yerlerde çalı toplulukları gelişir.
Araştırma sahasında tespit edilen başlıca çalı türleri
ve yabani ağaçlar şunlardır: Karamuk (Berberis), Kuşburnu (Rosa canine), Phlomis (Ayı kulağı), Crataegus
monogyna (Sürsülük-alıç), Alıç (Certeagus orientalis), Euphorbia orientalis, Yabani armut (Pirus elagrifolia), Yabani elma ( Malus) ve çitlembik’tir. Belirtilen
çalı türleri ve yabani meyve ağaçlarından elde edilen
meyveler pazarlarda satışa sunulmaktadır (Akbulut,
2004: 127). Bu bitkierin ortadan kalktığı yerlerde
ise anakaya çoğunlukla yüzeye çıkmakta ve şiddetli
erozyon görülmektedir. Bununla birlikte, araştırma
sahasında vadi tabanlarında korunmuş bitki toplulukları da bulunmaktadır. Irmak boylarında, ovanın
çeşitli kesimlerinde görülen çayırlık ve bataklık sahalarda ise söğüt, kavak ve higrofil bitki türlerine rastlanılmaktadır.
17
Tabiat ve İnsan
Tablo 2. Araştırma sahasındaki bazı yakın köylerin nüfusları.
Yerleşmenin Adı
1935 Nüfus
2000 Nüfus
997
325
223
774
Yerliçay
463
32
27
436
Ürük
Göndüren
Kızılcaören
356
325
257
90
76
71
77
59
81
279
266
176
Bahtiyar
232
30
21
211
Mursal
2009 Nüfus
Fark(1935-2009)
Gökçebel
215
70
41
174
Uluçayır
185
99
23
162
Kaynak: TÜİK verilerinden yararlanılmıştır.
Araştırma sahasının toprak özelliklerinin belirlenmesinde anakaya etkili olmuş, örneğin andezit, bazalt
ve bazı metamorfitlerin yer aldığı dalgalı veya hafif
dalgalı araştırma sahasının kuzeyi ve kuzeybatısındaki sahalarda kalkersiz kahverengi topraklar yaygınlık
göstermiştir. Dağlık ve tepelik arazilerden taban araziye geçişteki etek sahalarında yer çekimi, heyelan
ve akıntılarla taşınmış olan, zerre büyüklüğüne göre
yatay sıralanma göstermeyen pekişmemiş materyal
üzerinde ve zayıf A horizonundan başka oluşuma
sahip olmayan kollüviyal topraklar yayılım göstermektedir. Akarsular ve kolları tarafından taşınan materyallerden oluşan alüvyal topraklar su boylarınca
topografyaya uygun bir gelişim izlemektedir.
Beşeri Çevre Özellikleri
değiştiği görülür. Belirlenen morfolojik görünümde
tarım alanları sınırlanmaktadır. Bununla birlikte mevcut tarım alanlarına uygulanan ekstansif metotlar,
ekonomik bakımdan arzu edilen gelişmeyi yakalayamadığından yöre halkını göçe zorlamaktadır. Araştırma sahasında işsizlik önemli bir sorundur (Akbulut,
2004: 315-337).
Ova ve kenar dağların eğim kesintisi meydana getirdiği kısımlarda yer alan etek köylerinin hemen hemen
tamamına yakının temel geçim kaynağı hayvancılığa
dayanmaktadır. Özellikle Höbek, Ürük, Göndüren ve
Gökçebel köylerinde çok geniş çayır alanları vardır.
Dolayısıyla, bu köylerde hayvancılıkla birlikte, kışlık
kuru ot üretimi büyük önem kazanmıştır. Ekonomik
açıdan değerlendirildiğinde yem açısından kuru ot
köylüye kar sağlamaktadır.
Araştırma sahasına en yakın en büyük yerleşme 2009
nüfusu 16 713 olan Divriği İlçesi ve 223 nüfuslu Mursal Beldesi’dir. Yörede ekonomik yetersizlikler, sosyalkültürel ihtiyaçlar, toprak yetersizliği gibi nedenlerle
nüfusu giderek azalan Göndüren, Ürük, Uluçayır ve
Gökçebel gibi köyler mevcuttur (Tablo 1).
Araştırma sahasında ekip-biçme ve hayvancılık şeklindeki tarımsal faaliyetler en önemli geçim kaynaklarını oluşturmaktadır. Tarımsal faaliyetlerin dağılışında sahanın topoğrafik yapısı en önemli etkendir.
Dağlık alanların düz sayılabilecek yamaçlarıyla, dar
ve derin vadi sistemlerinin zaman zaman genişlediği tabanlarında sınırlı da olsa bahçecilik ve bağcılık
faaliyetleri yapılmaktadır. Her iklim koşulunda yetişebilme özelliğine sahip olan elma, araştırma sahası
içindeki bütün yerleşim birimlerinde, özellikle Mursal, Uluçayır, Kızılcaören ve Göndüren köylerinde yetiştirilmektedir. Bununla birlikte sahanın jeomorfolojisine bakıldığında, dağlık alanların geniş yer kapladığı, yükseltinin arttığı ve eğimin kısa mesafelerde
18
Şekil 5. Araştırma sahasındaki yakın köylerin nüfusu
Tabiat ve İnsan
Şekil 6. Yüzen ada oluşumunun şematik gelişimi
Yüzen adalar
Divriği İlçesi Beşeri ve Ekonomik coğrafya özellikleri
yönünden Sayın Akbulut tarafından doktora çalışması olarak etüt edilmiştir. Ancak yüzen ada konusunun ülkemiz coğrafya gündemine o günlerde yeni
yeni taşınmış olması, ilgili göl ve yüzen adanın bugün bile yerel nüfusun çok azı tarafından bilinmesi,
en büyük ölçekli topografya haritalarında bile gölün
yer almaması gibi nedenlerle ilgili tezde göl ve adalara ait herhangi bir bilgiye yer verilememiştir. Zaten
bu güne kadar etütleri tarafımızdan yapılan bütün
yüzen adaların lokalitesi daha önceden yapılmış
doktora tezi alanlarında bulunmaktadır. Kanaatimizce bundan sonraki çalışmalarda anket ve mülakatlar
sırasında yüzen ada da sorular arasında yer alacak
veya araştırıcılar göller ve yüzen adalar konusunda
daha dikkatli davranacaklardır. Çünkü ülkemizin,
enlem, iklim, yükselti, eğim koşulları, bitki örtüsü, su
kaynakları gibi özellikleri yüzen ada oluşumu açısından uygun koşullar oluşturmakta olup, hemen her
bölgemizde ve yöremizde bu oluşumlara rastlamak
mümkündür.
Yüzen ada oluşumu şematik şeklin incelenmesinden
de anlaşılacağı gibi kıyıdaki sazlıkların su üzerine ilerlemesi ve yayılmasıyla zamanla koparak oluşabildiği
gibi, su üzerindeki bitki yaprak, kök ve gövdelerinin
de zamanla suda asılı halde bulunan kil unsurlarına
yapışmaları ve ilerleyen süreçte sürekli tekrarlanan
sucul bitkilerin kuruma-yeşerme-çürüme ile organik
maddece zengin, bitki kökleriyle tutulmuş keçemsi
bir yapı arzeden toprak parçalarının oluşumu yoluyla
da meydana gelmektedir(Şekil 6). Ancak her gölün
sıcaklığı, derinliği, yüksekliği ve bulunduğu enleme
göre bu süreçler birlikte veya ayrı ayrı işlemektedir(C.
M. John & V. P. Sylas & Joby Paul & K. S. Unni, p. ). Nitekim bu güne kadar araştırdığımız Bingöl Solhan,
Arsiyan Dağı yüzen adaları ve Zök Gölü yüzen adaları kopma sonucu olşmuşlardır. Ancak Erzurum-Olur
ilçesi Ormanağzı Sülüklü göl, Çorum-Osmancık ilçesi
Karalar Güneyi Köyü Gölbel Gölü adaları, Ladik Gölü
yüzen adaları gölün orta kesiminde biriken bitki artıklarının kil partikülleriyle birleşmesi ve giderek bitki yaşama ortamı haline gelmesi ve gelişerek büyük
boyutlara ulaşamasının sonucu oluşmuşlardır. Adıyaman-Çelikhan Çat Barajı yüzen adaları ise barajın
rezervuar alanındaki turbaların 1994’ten sonra su tutulmaya başlamasıyla post gibi su yüzeyine çıkması
ve gelişmeleri sonuncu oluşmuş devasa yüzen adalardır. Ladik Gölü’nde yapılan ıslah çalışmalarının da
benzer etkilerinin olduğu düşünülmektedir.
Yüzen ada Sivas iline 183 km uzaklıkta bulunan Divriği ilçesinin Ürük Köyündedir. Ürük Köyü ilçe merkezine 27 km.dir. Ancak Sivas’tan gelindiğinde 165.
km den sonra Mursal Beldesi yönüne dönülerek 12
km sonra da ulaşmak mümkündür. Divriği ilçesinin
iki köyünde yüzen ada bulunmaktadır. Yüzen adanın bulunduğu arazi Ürük Köyünün batısında Çaltı
Çayı’nın sol sahilinde heyelanlı bir bölgedir. Saha
Çaltı çayının önemli kollarından Mursal dere ve buna
kuzey ve güneyden karışan daha küçük dereler tarafından şiddetle yarılarak boşaltılmaktadır. Bu dere
19
Tabiat ve İnsan
Fotoğraf 5. Yüzen ada göl içerisinde rüzgar ve yüzey akıntılarının hareketine uyarak hareket etmektedir. Hasan Aydoğan Yüzen
ada ve göl hakkında oldukça detaylı bilgiler vermektedir.
Mursal Köyünden itibaren batıdan doğuya akmakta
Divriği şehir merkezinde güneye yönelerek DivriğiKemaliye-İliç sınırları yakınlarında Pingan Tren İstasyonu kenarında Karasu ile karışmakta ve bu kesimden itibaren güneye yönelen Fırat Nehri Keban
Barajına kuzeyden karışmaktadır.
Ürük Köyü ve çevresi arazileri geniş bir şekilde içerisinde killi kumlu, kalkerli tabakalar ve linyit damarlarına da yer veren neojen fasiyeslere yer vermekte. Yer
yer andezit, tüfit şeklinde volkanik fasiyes de yüzeylenmektedir. Bölge arazisi litoloji, tektonik ve akarsulara bağlı olarak şekillenmiştir. Killi formasyonlara
yer veren fasiyesler akarsuların derine aşındırması
neticesinde yamaçlar boyunca geniş alanlarda aktüel ve fosil heyelanlara yer vermektedir. Mursal deresi
güneyinde 2450 m.yi aşan, kuzeyinde de 2250 m.lik
zirvelere yer vermektedir. Vadilerle zirveler arasında
yaklaşık 600-800 m.lik rölyef enerjisi ve bakı, litoloji
20
ile iklim özellikleri kütle hareketlerine yol açmaktadır. Zaten bu yöredeki linyit işletmeleri de bölge litolojisi hakkında yaş ve fasiyesleşme koşulları açısından önemli ipuçları vermektedir.
Göl içerisinde ikisi sabitlenmiş biri hareket eden üç
adet yüzen ada bulunmaktadır. Bu adalardan yüzen
ada en küçüğüdür. Kabaca elips şeklindeki ada uzun
kenarı 13 m. kısa kenarı da 6 metre kadardır. 65-70
m.kare yüzölçümüne sahip olan ada üzerinde 2,5 m.
kadar boylanmış sık bir kamış bitkisiyle örtülüdür.
Adayı üzerindeyken 4-5 m uzunluğunda bir sırıkla
kenarlardan ittirmek veya sopayla üzerindekileri kıyıya çekmek suretiyle yüzdürmek ve gölün her tarafına gezdirmek mümkündür. Nitekim gözlemlerimiz
sırasında bize rehberlik eden Hasan Aydoğan ve Gülpınar AKBULUT ile bu türden zevkli bir kısa gezinti
mümkün olmuştur(Fotoğraf 5, 6).
Diğer adalar kıyıya yaklaşarak kısmen sabitlenmiş
Tabiat ve İnsan
Fotoğraf 6. Yüzen ada yüksek boylu sazlıklarla örtülü ve göl içerisinde hareket etmektedir.
olup, büyük ada 200 m.kare, diğeri ise 120 m.kare
kadardır.
Köyü’den 90 m., Çaltı Deresinden ise 142 m. daha
yüksektedir.
Bu adaların yüzdüklerinin önemli kanıtı da sabit olan
kısımlardan farklı olarak bunların üzerindeki kamışlar, insanlar ve bu kesimlerde otlayan koyun ve sığırlarca çiğnenmemiş olup serbestçe büyümüştür.
Cılbah göl ve çevresinde ağaçlı step formasyonu yer
almaktadır. Kuşburnu, sürsülük ve alıç türünden dikenli çalılar ile yabani armut türleri ile geven ile dikenli bitkilerin yoğunluğu dikkat çekmektedir. Göl
kenarları ve alanı ise çayır, junkus ve kamışlara yer
vermektedir.
Göndüren Gölü’ne Güresin, Kızılcaören ve Göndüren
köylerinden geçilerek ulaşılır.
Göndüren Gölü’nün koordinatları 39o,12’, 24”,77 kuzey enlemi ve 38o, 02’, 03”, 18 doğu boylamları şeklindedir. Deniz seviyesinden yüksekliği 1776 m. olan
göl ile Göndüren köyü arasında +51 m. bir yükselti
farkı vardır.
Göl Ürük köyü arazisinde olmasına rağmen Gökçebel Köyü içersinden geçilerek ulaşılmaktadır. Göl ve
yüzen adalara Gökçebel Köyü’nden 2 km kadar kuzeybatıya gidilerek göle yaklaşılmakta, yaklaşık 250
m.lik bir eğimli yamaçtan yürüyerek ulaşılmaktadır.
Cılbah Göl’ünün koordinatları 39o, 11’, 40”, 87 kuzey
enlemi, 37o, 56’, 46”, 57 doğu boylamları şeklindedir.
Deniz seviyesinde 1765 m. yüksekliğindeki göl Ürük
Göl köy yerleşmesinin 1.5 km. güneydoğusunda yer
almaktadır. Yüksek debili kaynaklarla beslenen göl
kaynakları önüne beton bir set oluşturulmuş olup,
gideğeni de derinleştirilerek su seviyesine müdahale
edilmiştir. Kuşkusuz bu durum göldeki su seviyesini
düşürmekte rezervuarı azaltmakta ve ısınmaya yol
açarak yoğun bitki gelişimi(ötrofikasyon) çayırların
genişlemesine göl yüzeyinin daralmasına ve yüzen
adaların artan akım nedeniyle gideğen ağzına sürüklenerek yanaşmasına ve orada sabitleşmesine
neden olmaktadır. Gözlemlerimiz sırasında yaklaşık
300-400 m.karelik bir yüzen ada bu şekilde sabitlen-
21
Tabiat ve İnsan
Fotoğraf 7. Göndüren Gölü geniş sazlıklarla daralmıştır. Yüzen adalar sazlıkların ilerlemesi sonucu kapanmıştır.
miş, ada ile kıyı arasındaki sığlaşan su sarmaşıklarınca doldurularak zayıf bir bağlantı gerçekleşmiştir.
Gideğen yükseltilerek eski haline getirildiği takdirde
adanın yüzmesi mümkün olacağı gibi göl alanı ve
sulak alan da genişleyecektir(Fotoğraf 7,8,9 ).
Sonuç, Sorunlar ve Öneriler
Bu çalışmadan da anlaşılacağı gibi ülkemizin biyolojik çeşitliliği, jeomorfolojik zenginliği, kültürel turizm, eko turizm potansiyeli oldukça yüksektir. Geleneksel yaşam, doğayla iç içe oluş, kırsal yaşantı da
doğal zenginliklerimizi günümüze kadar önemli ölçüde korumayı başarmıştır. Artan doğa bilinci, doğa
koruma düşüncesiyle birlikte yeni zenginliklerin ve
doğal ortamların tanınması ve kamuoyunun dikkatlerine sunulması süreci birlikte işlemektedir. Bu durum bizleri, doğal yapısını, ekolojik dengelerini çoktan kaybetmiş yeniden kazanmaya çalışan gelişmiş
batılı ülkelerin aksine yeni tanıdığımız ve korunmuş,
adeta el değmemiş bir şekilde sahip olduğumuz doğal yapımızı korumak ve değerlendirmek anlamında
22
çok şanslı olduğumuz gerçeğine götürmektedir. Her
sulak alanımız için önerilerimiz arasında değişmez
kural olan koruma endişesi ve sürdürülebilirlik çabalarının Çıplak Göl ve Göndüren Gölleri için de şiddetle benimsenmesi gerekmektedir.
Bölge zengin ekolojik hususiyetleri, şekil zenginliği, hidrografik çeşitlilik, bitki türleri, yaban yaşamı,
nomadizm, değirmenler, kır ve kıratlı yerleşmeleri,
vernaküler yaşam(halk yaşamı, folklor özellikleri)
gibi yüzlerce önemli konunun işlenebileceği bir etüt
laboratuarı niteliğine de sahiptir. Bu nedenle doğal
güzelliklerimizi önce tanımalı, sonra korumalıyız.
Daha kontrollü yararlanma ve koruma önlemlerinin
alınması ve belli bir mesafeden seyir ve piknik izni
verilmesi göl ve yüzen ada ekosistemini koruyacak
en etkili öncelikli önlemler olarak düşünülebilir. Göllerin su düzeninin bozulmasına yol açacak her türlü
beşeri müdahaleden şiddetle vazgeçilmelidir.
Bu özellikteki sulak alanlar Ramsar kapsamında düşünülmeli, çeşitli koruma tedbirleri alınarak, tanıtımlarının sağlanması için çaba sabredilmelidir.
Tabiat ve İnsan
Fotoğraf 8. Göndüren Gölü geniş sazlıklarla daralmıştır. Yüzen adalar sazlıkların ilerlemesi sonucu kapanmıştır.
Fotoğraf 9. Göndüren Gölü geniş sazlıklarla daralmıştır. Yüzen adalar sazlıkların ilerlemesi sonucu kapanmıştır.
23
Tabiat ve İnsan
KAYNAKÇA
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
24
Akbulut, G., (2004), Divriği İlçesinin Coğrafi Etüdü, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum.
Akman, Y., (1993), Biyocoğrafya, Palme Yayınları, ANKARA, s.187.
Aktaş, B., (1973), Divriği Ovası Yeraltısuyu Rezerv Raporu, D.S.İ. Genel Müdürlüğü Yayınları,
Ankara.
Ardos, M., (1979), Türkiye Jeomorfolojisinde
Neotektonik, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
Baykal, F., (1966) Sivas Jeolojisi, M.T.A. Genel
Müdürlüğü Yayınları, Ankara.
Baytop, T., (1997), Türkçe Bitki Adları Sözlüğü,
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk
Dil Kurumu Yayınları: 578, ANKARA, ss.299-325.
Bulut, İ., H.Hadimli, (2010). Altıparmak Dağı
Kuzeydoğusundaki Koçdüzü Yaylasında Göller ve
Yüzen Adalar (The floating islands and lakes in
Koçdüzü Platou in northeast of Altıparmak Mountains), Standard Ekonomik ve Teknik Dergi, Yıl: 49,
Sayı 576, 92-101, Ankara, Turkey.
Bulut, İ., İ.Kopar, M.Zaman, (2009). Karadeniz
Bölgesindeki Yüzen Adalara Yeni Bir Örnek: Zökün
Gölü Yüzen Adaları (Tortum-Erzurum) (New floating islands in Black Sea Region: Lake Zökün floating islands Tortum-Erzurum) Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyal Bilimler Dergisi,
Cilt 8., Sayı 41, 215-230, Erzurum, Turkey.
Bulut, İ., M.Girgin, (2010). Gölbel Gölü ve Yüzen
Adalar (Gölbel Lake and floating islands), Tabiat
ve İnsan, TTKD yay., Yıl.44, Sayı:1, s.3-10, Ankara,
Turkey.
Bulut, İ., M.Zaman, İ.Kopar, E.Artvinli, (2008).
Göze Dağı (Yalnızçam Dağları) kuzeybatısındaki
Arsiyan Yaylasında göller ve yüzen adalar (The floating islands and lakes in Arsiyan Platou in northwest of Göze Mountains (Yalnızcam Mountains),
Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi,
Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 8., Sayı 40, 133-153, Erzurum, Turkey.
Bulut,İ., G.Kantürk, (2010). Denizli-Honaz-Yukarıdağdere Köyü Saklıgöl Yüzen Adası (The floating
island: Saklıgöl in Denizli-Honaz-Yukarıdağdere
Köyü), Standard Ekonomik ve Teknik Dergi, Yıl: 49,
Sayı 573, 88-92, Ankara, Turkey.
C. M. John, V. P. Sylas, Joby Paul, K. S. Unni,
(2009). Floating islands in a tropical wetland of
peninsular India, Springer Science+Business Media B.V, Wetlands Ecol Manage, 17:641–653.
D.S.İ., (1960) Divriği Ovası Hidrojeolojik Etüdü
Hakkında Rapor, Ankara.
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Davis, P.H., (1965-1988), Flora Of Turkey and
East Aegean Islands, University of Edinburg, Volume I-XI, ENGLAND.
Duzer C. V., (2009). Floating Islands Seen at Sea
: Myth and Reality, Ilhas Flutuantes Vistas no Mar:
Mito e Realidade, 110 Anuário do Centro de Estudos de História do Atlântico, Regıão Autónoma
Da Madeira, ISSN: 1647-3949.
Duzer, C. V. (2001). Preliminary Note on the
Floating Islands of Zacaton Sinkhole, Mexico,
Aquaphyte Online, A Newsletter About Aquatic,
Wetland and Invasive Plants, Florida.
Duzer, C. V., (2006). Addenda to Floating Islands
A Global Bibliography, 13–35, Cantor Pres, Los
Altos Hills, California.
Duzer, C.V., (2004). Floating Islands: A Global
Bibliography [with an Edition and Translation
of G. C. Munz’s Exercitatio academica de insulis
natantibus (1711)] Cantor Press, Los Altos Hills,
California.
Girgin, M., İ. Bulut, (2001). Doğu Anadolu’da
yüzen adalar (Floating islands in East Anatolia),
Standard-Çevre ve Çevre Yönetim Standardları,
Yıl. 40, Sayı. 474, 42-48, Ankara, Turkey.
Girgin, M., İ., Bulut, (2003). Coğrafya’da yeni
bir kavram yüzen adalar (Floating islands; a new
concept in Geography), Türk Coğrafya Kurumu
09-12 Temmuz 2002 Coğrafya Kurultayı Bildiriler, 184–194, Gazi Kitabevi, Ankara, Turkey.
Söylem, B., Tekmen, F., (1991), Divriği, Başören,
Kaygusuz, Gürpınar, Gözecik, Çakırağa, Şahin,
Dikmençay Köyleri Hidrojeoloji Raporu, D.S.İ.,
Genel Müdürlüğü, Sivas.
Uçurum, A., ve Larson, L.T., (1999), Geology,
Base-Precious Metal Concentration and Genesisi
of the Silica- Carbonate Alteration (Listwaenites) From Late Cretaceous Ophiolitic Melages at
Central East Turkey, Chemie der Erde, NEVADA,
Page:79.
Tabiat ve İnsan
Biyolojik Çeşitliliği Yok Edilen Azap Gölü
Yrd. Doç. Dr. Erol KESİCİ
Süleyman Demirel Üniversitesi Eğirdir
Su Ürünleri Fakültesi 32500 Eğirdir/ISPARTA
ekesici@sdü.edu.tr
ÖZET
Sulak alanlar; çok ve farklı yaşam ortamları içermesi, bünyelerinde çok sayıda ve çeşitte canlıların yaşamasına izin vermesi nedeniyle yer kürenin en önemli ekosistemleridir. Azap Gölü; Büyük Menderes Deltasında, Söke İlçesine(Aydın) 25km mesafede, Bafa Gölünün kuzeyinde, Beşparmak Dağları arasında Yeşil
Köyün kuzey-batısında çevresi zeytin ağaçları ve orman alanı ile kaplı, yüzölçümü 30 kilometrekare olan
doğal güzellik ve zenginliklere sahip bir göldür. Göl; Milli park özelliğine sahip önemli koruma alanlarımızdan olan Dilek Yarımadası ile ekolojik bir bütünlük arz etmektedir.
Su kuşlarıyla oldukça zengin biyolojik çeşitliliğiyle dikkati çeken Azap Gölü biyolojik ve ekolojik özellikleri
yönünden çok önemli bir gölcük olup, sulak alan ekosistemi ile ekonomik, bilimsel ve su yönetimi açısından oldukça ilgi çekicidir.
Anahtar Kelimeler: Tabiat, insan, biyolojik çeşitlilik, alg, Azap Gölü
25
Tabiat ve İnsan
Giriş
G
öllerin korunmadan kullanılması sonucu;
ekosistem üzerinde oluşturulan kirlilikle
biyolojik çeşitliliğin azalması, bu alanları
yok etme baskılarının giderek artması, insanlığın
kendi geleceğini kendi eliyle riske attığı gerçeğini
göstermektedir.
Dünya üzerindeki ekosistemlerde ortaya çıkabilecek
bir dengesizliğin diğer birçok ekosistemleri de etkileyeceği unutulmamalıdır. Bazı insanlar bu dünyanın
bir parçası olduğunu unutmuş, dünyanın kendilerine ait olduğu yanılgısına düşmüşlerdir.
Sulak alanlar; bilinçsiz müdahaleler olmadıkça doğal
ekolojik yapılarıyla, kendilerini temiz tutabilen-koruyabilen su kaynaklarımızdır. Yaşadığımız günlerde
karşı karşıya olduğumuz küresel ısınma, tatlı su kaynaklarının kuruması ve su seviyelerinin giderek azalması; sulak alanlar üzerinde günü birlik politikalarla
verilen bilimsel olmayan kararların sonucudur. Ekosistem üzerinde oluşturulan kirlilik, bu alanları yok
etme baskılarının giderek artması, insanlığın kendi
geleceğini kendi eliyle riske attığı gerçeğini göstermektedir.
Azap Gölü; Antik Dönem’de Ege’nin
küçük bir koyu olan ve yurdumuzun en önemli koruma alanlarından olan Dilek Yarımadasıyla ekolojik
bir bütünlük arz eden tatlı su göllerimizdendir. Azap
Gölü, ılıman iklimin koşullarının olduğu bir sulak
alan ekosistemi olup, havzada büyük bir leylek kolonisinin olduğu Avşar Köyü’ne 2 km. uzaklıktadır. Bilhassa sonbahar ve kış aylarında Azap Gölü’ne yerli ve
yabancı çok sayıda kuş gözlemcileri gelmektedir.
Azap Gölü’nde Yapılan Araştırmalar ve
Bulgular
Azap Gölü çok farklı etkenlerin baskısı altındadır.
Büyük Menderes nehrinden su verilmez ise, gölün
beslenmesi yağmurlara kalmakta, yörede çiftçiler
yıllardır üretimlerini Azap Gölündeki suya göre düzenlemekte ve gölden bilinçsizce su alımı artmakta,
kuraklık da gölün su seviyesinin azalmasını daha da
hızlandırmaktadır. Burada sorun su kaynaklarımızın
Fotoğraf 1. Azap Gölü’nde kuş gözlemcileri
26
Tabiat ve İnsan
Fotoğraf 2. Çok sayıdaki tatlı su alanlarımızda kirlilik sonucu oluşan alg patlaması
kullanımının, tarım vb. için gerekli olan su gereksinimi belirlenmeden çok sayıda kullanım alanları yaratılmasıdır. Bafa ve Azap Gölleri’nde SDÜ ve EKODOSD ile araştırmaları 2007 yılından buyana devam
etmekte olup, her yıl belirli dönemlerde yöre halkına
ve yetkililere gölün ve çevresinin korunması konusunda mutlaka önlemler alınmazının gerektiğini,
mevsimsel yağmurlarla gölün temizlenemeyeceğini
ve bu şekilde duyarsız kalındığında, gerekli önlemlerin alınmadığında ileride gölde çok ciddi sorunlar
olabileceğini raporlar halinde yetkililere ve yörede
yaşayanlarla yaptığımız toplantılarda bildirilmiştir.
2009 yılında da gölün ekolojik yapısındaki olumsuzluklarla ilgili raporu ilgili yerlere iletilirken, aradan geçen bir yıllık süre de Azap Gölü ile ilgili hiç
bir önlemin alınmadığını gördük. Geçtiğimiz yılın
bol yağışlı geçmesi gölde su seviyesinin artmasına
neden olmuştur. Fakat yılın belirli aylarında göldeki
değişimleri sürekli takip ederek, Azap Gölü’nde yapılan ekolojik araştırmalarda gölde biyolojik kirliliğin
arttığını, Mayıs 2010’da gölde, gaz çıkışları belirlenmiştir. Gaz çıkışının; Gölün zemin toprağındaki top-
rağındaki kirlilik, çevresindeki tarım arazilerinden
gelen pestisidler, B. Menderes Nehri’nin suyunun kirliliği ve ölen canlıların oluşturdukları birikim ve çürümeler sonucunda oluşan karbondioksit ve metan
gazının olduğunu ve bu durumun, gölün ekolojisini
tamamen bozacağı konusunda ilgililer bir kez daha
bilgilendirilmiştir. Göl için yapılması gereken önlemlerin alınmaması sonucunda; Temmuz 2010’da gölü
yeşil bir örtü gibi kaplayan alg patlaması meydana
gelmiştir.
Gölde Alg Patlamasının Nedenleri
Gölde aşırı oranda alg artışının gölün kirliliğinin göstergesi olduğunu, tatlı su kaynaklarının her tarafını
bitkilerin istila ettiği gölün geri kazanımının çok zor
olduğunu çünkü, bitki gelişimi kontrol altına alınamayan göllerin, belirli bir zaman sonra tamamen
kuruyacağını, mavi-yeşil alg istilasının da, onun başlangıcının göstergesi olduğunu belirtmek gerekir.
Doğal göllerin su seviyelerinin korunamaması, güneş
ışınlarının etkisini artırmasıyla öncelikle buharlaşma
27
Tabiat ve İnsan
Fotoğraf 3. Bugün artık Azap Gölü’nün suyu boya atılmış gibi yemyeşil bir durumdadır
olmak üzere, göldeki bitki artışına neden olarak ortamın biyolojik çeşitliliğini değiştirmekte ve bunun
sonucunda ortama bırakılan atıklarla birlikte organik
kirlilik de artmaktadır. Atık alanı olarak gördüğümüz
göllerimiz, artık azalan su seviyeleriyle, atık kaynaklı kirliliği artık eskisi gibi gizleyememektedir. Bunun
sonucunda göldeki kirlilik-hastalık-sorun; alg patlamasıyla dışa vurulmaktadır.
Araştırmalarımızdan elde edilen veriler ışığında, Azap
Gölü’nün suyunu parlak yeşil renkli boyayı andıran
görünüme sokan, microcystis türlerinin (mavi-yeşil
alg-siyanobakteri) çok aşırı oranda artışı söz konusu
olduğu ve microcystis’tin türlerinin bir kısmının zehirli olduğu belirlenmiştir. Özellikle Siyanobakteri ve
Dinoflagellata gibi bazı alg gruplarının sularda kısa
süre içerisinde çok yoğun bir biçimde gelişerek, suyun yüzeyinde bir tabaka şeklinde birikmesi ve gözle
görünür biçimde algılanması olayıdır. Gölde yoğunluk arz eden türler Microcystis aeruginosa, Anabaena
flos-aquae, Aphanizomenon flos-aquae, Nodularia
spumigena’ dır. Azap Gölü’nde microcystis’lerin aşırı
çoğalması göl suyundaki çözünmüş oksijenin azalmasına ve bazı kesimlerinde de tamamen yok olmasına neden olduğundan yavru balıklar da ölmeye
başladığı ve gölün dip kesimlerinin balık, su kuşları
28
ve diğer su canlılarının ölüleriyle dolu olduğu belirlenmiştir.
Yöre halkına ve yetkililere; Azap Gölü’nden hiçbir
amaçla su alınmaması, ölü balıkların hiçbir canlıya
yedirilmemesi ve göle girilmemesi doğrultusunda
uyarılarda bulunuldu. Göllerde mavi-yeşil alglerin
suda aşırı oranda bulunması, bize bu su kaynağının
ve canlılarının tehdit altında olduğunu ve havzanın
sürekli izlenmesi gerekliliğini gösterdiğini ve Azap
Gölü’nden alınan su örneklerinin laboratuarlarda,
aşırı artış gösteren alglerin tür tayinleri Moleküler
Temelli Yöntemler kullanılarak belirlenecektir.
Azap Gölü’nde “Ben bu gölün suyundan çay demler
içerdim” diyen ve gölün balıklarının avlama ihalesini
elinde bulunduran Mehmet Dalkılıç da, “Gölün yıllardır balıkçılığını yapmaktayım. Bu göl aslında en güzel göllerimizden biriydi. Şu an da ölü göl formuna
geldi. Gölün balığını avlamak için yıllık 4 bin 500 lira
veriyorum. Bu parayı çıkarabilmem mümkün değil.
Balıklar ölüyor. Gölün dibi kocaman sarıbalık ölüleriyle dolu. Ben bu gölü ekmek yemek için kiraladım.
Ancak ekmek yemekten de vazgeçtim yeter ki, bu
gölü kurtarsınlar” demektedir…
Tabiat ve İnsan
Fotoğraf 4. ve 5. Azap Gölü’nde balık ölüleri, balıklar nefes almak ister gibi kendilerini sudan dışarı atmaktadırlar.
Fotoğraf 6. Göldeki doğal dengenin en üst basamağını oluşturan kuşları da öldü
29
Tabiat ve İnsan
Sonuç
Azap gölünde mikroskobik alglerin oluşturdukları
bu örtü sonuçta; göl ekosisteminde olumsuzluklar;
oksijen seviyesinin düşmesi, su kalitesinde bozulma,
biyotoksin artışı, besin zincirinde farklılaşma, gölün
biyolojik çeşitliğinde azalmayla belirginleşmektedir.
Azap Gölü’nde başta balıklar olmak üzere, su kuşları
gibi ekolojik değeri yüksek, zengin bitki ve hayvan
çeşitliliğiyle birçok türün yaşamasına olanak tanıyan
ekosistemin çökmek üzeredir. Azap Gölü çalışmalarının sonuçlarının yakın zaman içinde sonuçlanacağını ve gölde oluşan manzara karşısında gölle ilgili
günübirlik çözüm üretmek yerine radikal önlemler
alınması gerekmektedir.
Doğal alanların korunması, canlıların ve yaşamın sürdürülebilirliği için; doğada yaşayan bitki- hayvan türlerinin zenginliğine ve bu canlıların barınma - beslenme - üreme ortamlarının sürekliliğine bağlıdır. Doğa
koruma çalışmaları; Avrupa Birliği Çerçeve Eylem
Programlarının kapsamında sürdürülen doğa korumanın tarım, turizm, ulaşım, enerji gibi diğer birlik
politikalarına entegrasyonuna büyük önem vermektedir. Doğa korundukça, tarım, ormancılık, turizm, su
ürünleri vb. sektörlerin gelişimi de artacaktır. Doğal
alanların koruma/kullanma ilkeleri temel esas olarak benimsenmez ise bu sektörlerin desteklenmesi
ve gelişmesi olanaksızdır. Azap Gölünün Özel Çevre
Koruma Bölgesi ilan edilmesi gölün sorunlarına çözüm getirmeyecektir. Sulak alanlarla ilgili konunun
uzmanlarının çevre koruma /kullanma dengesi temel esas alınarak özenle ve sabırla tasarımlanacak
tek merkezli planlamalar sorunların en aza inmesini
sağlayacak ve Azap Gölü’nden elde edilecek yarar en
üst seviyeye çıkacaktır.
Teşekkür
Serçinler Balıkçıları, Yeşilköy Muhtarlığı yetkilileri ve
sakinlerine, Kuşadası Ekosistemi Koruma ve Doğa
Sevenler Derneği (EKODOSD) başkanı sayın Bahattin
Sürücü’ye teşekkür ederim.
30
Kaynaklar
•
Anonim. 2002. Sulak Alanların Korunması
Yönetmeliği, (30.01.2002 tarih ve 24656 sayılı
Resmi Gazete), http//www.cevre.gov.tr.
•
Anonim.2007.Köyü, Serçinler Balıkçıları, Yeşilköy
Muhtarlığı yetkilileriyle görüşmeler. Aydın
•
Anonim. 2007-2008. Kuş Kuşadası Ekosistemi
Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD)
başkanı Bahattin Sürücü ile kişisel görüşme.
Aydın
•
Kesici, E., 1997. “Eğirdir Gölü Makrofitik
Vejetasyonu Üzerine Fitososyolojik ve Ekolojik
Bir Araştırma” SDÜ Fen Bil. Enst. Doktora
Tezi.130 s. Isparta
•
Kesici, E., 2001. Phragmites australis L’in Akşehir
Kıyılarına Olan Etkileri. Türkiye’nin Kıyı ve Deniz
Alanları III. Ulusal Konferansı. 26-29 Haziran,
Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul.
•
Kocataş,A.,1996” Ekoloji-Çevre
Biyolojisi”EgeÜniv. Su Ür.Fak.Yay.No:52
Bornova-İzmir
•
Tomar,A., Karacan,A.R.,1990 “ İzmir Yöresinde
tarımsal alanların amaç dışı kullanımının
çevresel ve ekonomik etkileri” Doğal
Güzelliklerin Korunması ve Çevre Kirliliği
Sempozyumu, Gaziantep.
•
Wetzel,R,G., 1975.Limnology. W.B.Saunders
Company Philadelphia Londan.Tronto
Tabiat ve İnsan
Avrupa’da Biyoçeşitlilik Kaybı
Durdurulamadı !
Hüsniye KILINÇARSLAN
Biyolog
Çevre ve Orman Bakanlığı
B
irleşmiş Milletlere üye Devletler 2002 yılında yapılan Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesinde Binyıl
Kalkınma Hedeflerini belirlemişti. Bu hedeflerden 7. Başlık “Çevresel Sürdürülebilirliğin Sağlanması” idi
ve bu başlığın altında “2010 yılına kadar biyoçeşitlilik kaybının önemli ölçüde azaltılması” hedefi
yer almıştı. Bu hedefe cevap olarak BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne taraf Devletler 2004 yılında yapılan VII.
Taraflar Konferansında VII/30 nolu karar ile 2010 Biyoçeşitlilik Hedeflerini onayladı. Böylece neredeyse bütün
dünya 2010 yılına kadar biyoçeşitlilik kaybını önemli ölçüde azaltma taaddüdünde bulunmuş oldu. Avrupa
Birliği 2006 yılında bu hedefe ulaşma yolunda kendisine bir yol haritası çizdi: AB Biyoçeşitlilik Eylem Planı. AB
Biyoçeşitlilik Eylem Planı 4 politika alanı altında 10 hedef ve destekleyici tedbirlerden oluşmaktadır (Bkz. Tablo
1).
Tablo 1. AB BİYOÇEŞİTLİLİK EYLEM PLANI (COM(2006)216
Politika Alanı
1. Biyoçeşitlilik ve AB
AB ve Küresel Biyoçeşitlilik
3. Biyoçeşitlilik ve İklim
Değişikliği
4. Bilgi temeli
Destekleyici Tedbirler
Hedefler
Kapsam
1. AB’nin en önemli habitatlarının ve türlerinin korunması
2. Biyoçeşitliliğin ve ekosistem hizmetlerinin
tüm AB alanında korunması ve restorasyonu
3. Daha geniş AB deniz çevresinde biyoçeşitliliğin ve ekosistem hizmetlerinin korunması
ve restorasyonu
Doğa direktifleri, Natura 2000 ağı, tehdit altındaki
türler
Tarım, kırsal kalkınma ve orman politikalarında biyoçeşitlilik hedefleri ile uyum
Deniz koruma alanları, balıkçılık, kirlilik
Sürdürülebilir kalkınma, mekansal planlamada Stratejik Çevresel Değerlendirme (SÇD), ekolojik olarak
sürdürülebilir turizm
İstilacı yabancı türlerin etkilerinin azaltılmasına yönelik Topluluk stratejisi, Gemi Balast Sularının ve Se5. İstilacı yabancı türlerin ve genotiplerin
dimentlerinin Kontrol ve Yönetimi Sözleşmesi, Erken
biyoçeşitlilik üzerindeki etkilerinin azaltılması
Uyarı Sistemleri, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü,
GDO’ların çevreye salımına ilişkin direktif
Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, Kalkınma, ticaret, iklim
6. Biyoçeşitlilik ve ekosistem hizmetlerinin
değişikliği gibi süreçlere biyoçeşitliliğin entegrasyonu,
uluslar arası yönetiminin güçlendirilmesi
Okyanusların yönetimi
7. AB dış yardımında biyoçeşitlilik ve ekosistem hizmetleri için desteğin güçlendirilmesi
8. Uluslar arası ticaretin biyoçeşitlilik ve
Küreselleşmenin etkilerinin azaltılması, genetik
ekosistem hizmetleri üzerindeki etkilerinin
kaynaklara erişim ve yarar paylaşımı, Sürdürülebilir
azaltılması
ormancılık, Sürdürülebilir balıkçılık, CITES, Geleneksel
bilgiler
2010’a kadar sera gazları emisyonunun %8 azaltılması,
9. Biyoçeşitliliğin iklim değişikliğine uyumu- Küresel ısınmanın 2oC’yi geçmemesi, Biyoçeşitliliğin
iklim değişikliğine dayanıklılığının güçlendirilmesi,
nun desteklenmesi
Etkilenebilirliği yüksek tür ve habitatların tespiti
10. Biyoçeşitliliğin korunması ve sürdürüleAraştırma finansmanı, Bağımsız bilimsel danışmanlıbilir kullanımı için gerekli bilimsel temelin
ğın güçlendirilmesi, Tür ve habitat araştırmaları, Ortak
güçlendirilmesi
veri standartları ve kalitesi
Finansman
Karar alma
İşbirliği
Halkın eğitimi ve katılımı
4. Bölgesel ve mekansal gelişmenin biyoçeşitlilik ile uyumunun güçlendirilmesi
31
Tabiat ve İnsan
Avrupa Komisyonu AB Biyoçeşitlilik Eylem Planı kapsamında 2010 yılında hedeflere ne ölçüde ulaşılabildiğini değerlendiren bir rapor yayınladı. Bu rapora
göre:
• AB’nin en önemli habitatlarının ve türlerinin korunması amacına yönelik olarak 2007-2009 yıllarında 119.5 milyon EURO destek sağlandı; Natura 2000
karasal alanlarda tamamlanmak üzere, denizel alanlarda kayda değer ilerleme mevcut; çok sayıda korunan alanın yönetiminde olumlu tedbirler alınmış
durumda; AB için önemli pek çok tür için Tür Koruma
Eylem Planları onaylandı; Topluluk için önemli habitatların ve türlerin koruma durumu kapsamlı olarak
2009 yılında değerlendirildi; çeşitli sanayi sektörleri
için doğa direktiflerinin uygulanmasına yönelik rehberler hazırlandı; Çevresel Sorumluluk Direktifi tüm
üye ülkelerde iç mevzuata aktarıldı; AB dışında kalan
ülkelerde Natura 2000 ağı için rehber hazırlandı;
• Biyoçeşitliliğin ve ekosistem hizmetlerinin tüm
AB alanında korunması ve restorasyonu amacına
yönelik olarak orman ve tarım alanlarında biyoçeşitliliğin desteklenmesi için 22 milyar EURO’nun üzerinde önemli bir bütçe ayrıldı; Natura 2000 alanlarında
tarım ve orman için 590 milyon EURO ödendi; Ortak
Tarım Politikası 2008 değerlendirmesinde biyoçeşitliliğe daha fazla öncelik verildi; Komisyon 2010’da
Orman Yeşil Kâğıdını onayladı; Avrupa Toprak Biyoçeşitliliği Atlası yayınlandı; üye Devletler Su Çerçeve
Direktifi kapsamında Nehir Havzası Yönetim Planlarını hazırlamaya başladı; Avrupa’nın tatlı su ekosistemlerinde su kalitesi iyileşmeye başladı; 2009 ‘da
pestisitlerin sürdürülebilir kullanımına yönelik yeni
bir direktif onaylandı; ekolojik olarak uyumlu yeşil
altyapı kavramının geliştirilmesine yönelik çalışmalar başlatıldı;
• Daha geniş AB deniz çevresinde biyoçeşitliliğin
ve ekosistem hizmetlerinin korunması ve restorasyonu amacına yönelik olarak 2008 ‘de Deniz Stratejisi
Çerçeve Direktifi onaylandı; 22 kıyı üye Devletten 9’u
bütünleşik kıyı yönetim planlarını onaylama sürecinde; ticari balık türleri için kurtarma planları onaylandı; hassas derin deniz yataklarının korunmasına
yönelik yeni mevzuat yürürlüğe kondu; köpekbalıkları için Topluluk Eylem Planı onaylandı; pek çok üye
Devlet Avrupa Balıkçılık Fonu altında sürdürülebilir
balıkçılık ve deniz biyoçeşitliliğinin korunmasına yönelik projeler uygulamaya başladı;
• Bölgesel ve mekansal gelişmenin biyoçeşitlilik ile uyumunun güçlendirilmesi amacına yönelik
olarak yeni AB Yapısal Fonu altındaki tüm plan ve
programlar artık Stratejik Çevresel Değerlendirmeye
32
tabi tutulacak, ayrıca bu fon kapsamında artık biyoçeşitliliği korumaya yönelik destekler sağlanması da
mümkün;
• İstilacı yabancı türlerin ve genotiplerin biyoçeşitlilik üzerindeki etkilerinin azaltılması amacına yönelik olarak yayılımcı yabancı türlerin kontrolü için 38
milyon EURO harcandı; kültür balıkçılığında yabancı
türler konusunda mevzuat yürürlüğe girdi ve erken
uyarı sisteminin AB’ye yaygınlaştırılması için fizibilite
çalışması yapıldı;
• Küresel biyoçeşitlilik kaybı ile mücadelede AB’nin
rolünün güçlendirilmesine yönelik olarak gelişmekte olan ülkelere 133 milyon EURO yardım ayrıldı;
Komisyon bölgesel ve iki taraflı serbest ticaret anlaşmalarında SÇD uygulaması başlattı; Komisyon ve
üye Devletler biyoçeşitlilik ile ilgili uluslar arası sözleşmelerin uygulanmasında aktif rol aldı;
• Biyoçeşitliliğin iklim değişikliğine uyumunun
desteklenmesi amacına yönelik olarak 2009’da beyaz kağıt yayınlandı; iklim değişikliğinin biyoçeşitlilik üzerindeki etkilerin araştırılmasına yönelik
projeler başlatıldı; yenilenebilir enerji ile ilgili yeni
direktif 2009’da onaylandı; pek çok üye Devlet sera
gazı emisyonlarının önemli ölçüde azalttı;
• Biyoçeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı için gerekli bilimsel temelin güçlendirilmesine
yönelik olarak 6. Araştırma Çerçeve Programı altında
78.6 milyon EURO, 7. Araştırma Çerçeve Programı altında 199.5 milyon EURO biyoçeşitlilik ile ilgili projelere harcandı; yeni Avrupa Biyoçeşitlilik Bilgi Sistemi
kuruldu; Ekosistemlerin ve Biyoçeşitliliğin Ekonomisi
çalışmasını büyük ölçüde AB finanse etti.
Tüm bu çabalara rağmen Avrupa Birliği’nin 2010 değerlendirme raporuna göre Avrupa’da biyoçeşitlilik
kaybı durdurulabilmiş değil. Rapora göre AB’de;
• Hayvan türlerinin %25’i yok olma tehdidi ile karşı
karşıya,
• Koruma altındaki alanların %65’i, korunan türlerin ise %52’si istenen düzeyde korunamamakta,
• Son 15 yılda doğal alanların oranı %8 azalmış durumda,
• Avrupa habitatlarının %30’u parçalanmış durumda,
• Ekosistemlerin büyük bir bölümü ekosistem hizmetlerini sağlayamayacak ölçüde bozulmuş durumda ve en önemlisi Avrupalılar doğanın sağlayabildi-
Tabiat ve İnsan
ği kaynakların iki katını tüketmektedir ki bu sadece
Avrupa’nın değil dünyanın diğer yerlerindeki biyoçeşitliliğinin de üzerinde baskı oluşturmaktadır.
Avrupa Çevre Ajansı tarafından yapılan değerlendirmeye göre ise tüm çabalara ve olumlu gelişmelere
rağmen;
• Tatlı su ekosistemleri Avrupa’da en fazla baskıya maruz olan ekosistemlerdir, 1990-2006 arasında
Avrupa’nın doğal sulak alanları %5 azalmıştır, kirlilik,
habitat bozulması ve parçalanması, yayılımcı türler
bu ekosistemleri tehdit etmektedir;
• Dağ ekosistemleri biyoçeşitlilik açısından
Avrupa’nın en önemli alanlarını barındırmaktadır
ancak tarımsal uygulamaların, turizmin, iklim değişikliğinin ve altyapı yatırımlarının olumsuz etkilerine
maruzdur;
KAYNAKLAR
AB Biyoçeşitlilik Eylem Planı: 2010 Değerlendirmesi,
AB, 2010, Lüksemburg
Avrupa’da Biyoçeşitliliği Değerlendirmek-2010 Raporu, Avrupa Çevre Ajansı, 2010, Kopenhag
25 AB Ülkesinde değerlendirmeye alınan türlerin
korunma durumu
(Kaynak: ETC/BD, 2008; SEBI 2010 Gösterge 03)
• Orman biyoçeşitliliğinde kayıplar devam etmektedir;
• Avrupa balık stoklarının %45’i tehdit altındadır;
• 1980 yılından bu yana tarımsal ekosistemlerde
yaşayan kuş türleri %50 azalmıştır;
• Çayır ve bozkır ekosistemleri 1990’dan bu yana
ciddi oranda azalmıştır.
Çocuklarımızı iyi okullarda okutmak için, onlara evler, arsalar bırakmak için var gücümüzle çalışıyoruz.
Ancak, çocuklarımıza ve torunlarımıza soluyacakları temiz bir hava, içebilecekleri temiz su kaynakları,
sofralarına koyabilecekleri çeşit çeşit gıda üretebilecek sağlıklı ekosistemler bırakamadıktan sonra neye
yarar…
Dünyanın biyoçeşitliliğinin yok olmasına seyirci kalmayalım, her birimizin yapabileceği bir şeyler mutlaka vardır.
1990-2006 arasında Arazi Değişimi (Finlandiya, Yunanistan, İsveç ve İngiltere hariç)
(Kaynak: CLC, 2006; SEBİ 2010 Gösterge 04)
33
Tabiat ve İnsan
25 AB Devletinde biyocoğrafik bölgelere göre
tatlı su hayvan türlerinin korunma durumu (Parantez içinde değerlendirilen tür sayısı verilmiştir)
(Kaynak: ETC/BD, 2008)
34
Tabiat ve İnsan
Çevremizdeki Güvercinler
Domestic pigeons
Esra TOPAKTAŞ
ÖZET
Kuşlar çok eskiden beri insanın ilgisini çekmiş ve birçok araştırmaya konu olmuştur. Güvercinlerin yaban
hayatından alınarak evcil hayata uyumları nispeten
kolay olmuş ve insanlar dünyanın çeşitli bölgelerinde güvercinleri değişik amaçlar için yetiştirmişlerdir.
Türkiye’de yaşayan 6 yabani güvercin türü vardır. Bunlardan melezleme yapılarak birçok ırk ortaya çıkmıştır.
Güvercinler mavi, beyaz, siyah ve kırmızı başta olmak
üzere çok değişik renk ve desenlere sahiptir. Bu çalışmada bir güvercin tüyü ışık ve elektron mikroskobunda incelenmiş, güvercin yumurtası ve bazı yaşam
ortamlarının fotoğrafı çekilmiştir. Ayrıca yetiştiricilerde bulunan bazı ırkların fotoğrafları kaydedilmiştir.
Bugün kuşçular arasında güvercin yetiştirenler birçok
polimorfik formun oluşmasına sebebiyet vermiş ve
bunlara arap, sabuni, miski, baska gibi adlar takmışlardır. Güvercin gübresi ekonomik olarak değerlendirilmektedir. Bu hayvanlarda da öldürücü bazı hastalıklar
görülmektedir.
Anahtar kelimeler: Güvercin, güvercin yetiştiriciliği,
güvercin ırkları, Türkiye
ABSTRACT
3.Sınıf Öğrencisi
Kırıkkale Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü,
71451, Yahşihan, KIRIKKALE
The birds have attracted the interest of man since ancient times and has been the subject of many research. Domestication of pigeons taken from wildlife had
been relatively easy. In this sense, people in various
parts of the world reared pigeons for different purposes. There are 6 species of wild pigeons living in Turkey.
Various races have emerged due to hybridization. Pigeons show coloration and various patterns by using
some main colours such as blue, white, black and red.
This study examined a pigeon feather by using light
and electron microscopy and, pigeons eggs and some
of their habitats were photographed. In addition the
photographs of some races that were owned by private breeders were taken. Today amongst people
growing birds, pigeon breeders caused the appearence of polymorphic forms, and they gave different
kinds of names such as arap, sabuni, miski and baska.
Pigeons manure is considered to have some economic value. Some acut diseases have also been identified in pigeons.
Key words: Dove, pigeon breeding, pigeon races, Turkey
35
Tabiat ve İnsan
DERNEĞİMİZ GENÇLİK
KOMİSYONUNUN ÇALIŞMALARI
Giriş
H
ayvanlar aleminin Chordata (Kordalılar) şubesine ait, Aves (Kuşlar) sınıfı, vücutlarının kuş
tüyü ile örtülü olmasıyla karakterize edilirler.
Kuşlar sıcakkanlı hayvanlar olup yeryüzünde en çok
tanınan canlılardır. Yaşam tarzları, ekolojik istekleri
ve davranış özellikleri bakımından oldukça ilginçtirler. Yayılış alanları çok geniş olduğundan birçok takım ihtiva ederler.
Kuşların birçoğu uçma kabiliyetine sahiptir. Bu müstesna özellikleri ve sesleri insanların her zaman dikkatini çekmiştir. Bugün dünyada yaşayan yaklaşık
10.000 kuş türünden 453’ü ülkemizde yaşamaktadır.
Bunlar arasında güvercinlerin, insanla olan ilişkisi
bakımından ayrı bir yeri vardır. Zira güvercinler insa-
noğlunun ilk evcilleştirdiği kuş türüdür. Esasen evcil
güvercinin atasal formunun bugün yaşayan Kaya
Güvercini, Columba livia olduğu sanılmaktadır (Horan, 1979).
En eski bilgiler M.Ö. 4500 yıllarına kadar dayanmaktadır. Evcil güvercinin ilk defa Orta Asya’da eğitildiği ve bazı bulgulara göre de güvercinin Anadolu’da
gelişim gösterdiği tahmin edilmektedir. Güvercinlerin 1200 yıl önce Anadolu’da evcilleştirilip dünyaya
yayıldığı görüşü ihtimal dahilinde olup başka varsayımlar da konu edilmektedir. Mukaddes kitaplardan Tevrat, Nuh Efsanesinde gemiden salınan kuşun güvercin olduğuna işaret etmekte ve böylece
güvercinin evcilleştiği de anlaşılmaktadır. Bu bilgi
eski Sümer ve Babil Efsanelerinden alınmıştır. Ayrıca
Gılgamış Destanı’nda da güvercinden bahsedilmesi
o tarihlerde Mezopotomya’da güvercinin evcilleştiğine kanıt sayılmıştır. M.Ö. 3000 yılına ait Mısır kayıtlarında güvercinlerin eti ve gübresi için yetiştirildiği
bilgisi yer almaktadır.
Bugün Anadolu’da gübre elde etmek için boranha-
Şekil 1. Haberleşmeye sembol olmuş bir posta güvercini (www.resimden.com)
36
Tabiat ve İnsan
Şekil 2. Yazın cadde kenarlarında gezinen güvercinler (Fotoğraf: E. Topaktaş)
neler inşa edilmekte ve bu yolla ekonomiye önemli katkı sağlanmaktadır. Güvercinlerin bağırsakları
uzundur ve sindirim zorluğunu bertaraf etmek için
kuvvetli enzimler salgılanmaktadır. Amonyak asidi
oldukça kuvvetli olan gübrenin usulüne uygun olarak kullanıldığında zararlı etkisi görülmemektedir.
Güvercinler uzun zaman haberleşme aracı olarak
kullanılmış ve posta güvercinlerinin özellikle savaşlardaki rolü çok iyi bilinmektedir (Şekil 1). M.Ö. 1200
yılında Mısır Uygarlığı’nda ve M.Ö. 300 yıllarında Çin
Uygarlığı’nda güvercinlerin haberleşmede kullanıldığı kaydedilmiştir. Moğollarda, Selçuklu dönemlerinde, Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Türkiye Cumhuriyeti döneminde güvercinlerin hem haberleşme
hemde zevk için yetiştirildikleri kaydedilmiştir.
Bugün Türkiye’de 50 kadar güvercin ırkı mevcuttur.
Bu ırklardan Bağdatlı, Demkeş, Hünkari, Bango (Mısıri), İstanbullu, Bursa ve Diyarbakır ırkları tarihi ırklar
olarak bilinmektedir.
Evliya Çelebi Osmanlı İmparatorluğu döneminde
1600’lü yıllarda kuşbazların 500 dükkan ve 600 kişiden oluştuğunu kaydetmiştir. Kuşbazların yetiştirdiği ırklar; Pal, Taklabaz, Şeber, Cevizi, Şami, Munakkit,
Alare, Martoloz, Sabe, Talazlı, Pelek, Jebar, Kızıl ala,
Kara ala, Tekir ala, Varkil ala, Sade kut, Taçlı kut, Çakşırlı kut’tur. Bunlar içinde de marifetlerine göre taklacı, makaracı olarak adlandırılanlar vardır.
Güvercin gübresi boran adı verilen yabani bir güvercinin gübresinin değerlendirilmeye başlanmasıyla
yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Diyarbakır’ın
ünlü karpuzu bu gübre sayesinde sembol olmuştur.
Bugün de Anadolu’da birçok yerde bulunan boranhanelerin gübreleri kullanılmaktadır. Boran güvercininin etinin oldukça lezzetli olduğu bilinmektedir.
Koğa da denilen güvercin gübresi yurt dışından da
talep edilmektedir.
Güvercinlerin yön bulmadaki becerileri oldukça şaşırtıcıdır. Güvercinlerin bazı coğrafik yer yüzü şekillerini, güneş ve yıldızların konumlarını kullanarak
yönlerini buldukları kabul görmüşse de 1947 yılında
güvercinlerin yerin manyetik alanından yararlandığı
keşfedilmiştir. Güvercinlerdeki bu sistem sinirlerle ilgili manyetik mineral taneciklerinin bir iç pusula gibi
görev yapması esasına dayanır. Kafatasında bulunan
bu manyetik demir tanecikleri yer kürenin manyetik
alanına karşı duyarlı olduğundan güvercinler yön
tayinini kolaylıkla gerçekleştirebilmektedirler. Başka
bir varsayıma göre güvercinlerin koku duyusuna da-
37
Tabiat ve İnsan
Şekil 3. Bir haftalık arap ırkı yavru bir güvercin
yalı olarak yönlerini tayin ettikleri belirtilmiştir. Her
coğrafik bölgeye has kokuların rüzgarla taşındığı
ve güvercinlerin, bulundukları yerde adeta bir koku
haritasına ulaştıkları sanılmaktadır. Demek oluyor
ki güvercinler bazen bir, bazen de birden fazla yön
bulma metotlarını kullanarak yön tayinlerini yapabilmektedir.
Sonuçlar
Dünyadaki kuş türlerinin temsil edildiği takımlardan
biri de Columbiformes’dir. Bu takım asıl güvercinlerin de (Columbidae) bulunduğu bir gruptur. Güvercinlere ait sistematik aşağıda verilmiştir.
Materyal ve Metot
Bu araştırma, Haziran-Ekim 2010 tarihleri arasında
güvercinlerin yoğun olarak bulunduğu Ankara’nın
Kızılay, Ulus semtlerindeki Kocatepe ve Hacı Bayram
Camii’lerinde, bazı binalarda ve sokaklarda yapılan
gözlemlere dayanmaktadır. Güvercinden alınan bir
teleğin ışık ve elektron mikroskobunda fotoğrafı
çekilmiştir (Day, 1966). Güvercinler belli sürelerde
doğal ortamlarında gözlenmiş ve bazı davranış özellikleri kaydedilerek fotoğrafları çekilmiştir (Şekil 2).
Çalışmalarda kullanılan dokümanlar için Milli Kütüphane ve Kırıkkale Üniversitesi Rauf Denktaş Merkez
Kütüphanesinden faydalanılmıştır.
38
REGNUM: Animalia (Hayvanlar)
PHYLUM: Chordata (Kordalılar)
CLASSIS: Aves (Kuşlar)
ORDO: Columbiformes (Güvercinler)
FAMILIA: Columbidae (Güvercingiller, Asıl
güvercinler)
FAMILIA: Pteroclidae (Step Tavuğugiller)
FAMILIA: Raphidae (Dodo kuşları)
Güvercinler takımının üç familyasından ilk ikisine ait
bazı türler ülkemizde bulunmaktadır. Columbidae
familyası Türkiye’de 6 türle temsil edilmektedir.
Kaya Güvercini (Columba livia)
Tahtalı (Columba palumbus)
Mavi Güvercin (Columba oenas)
Üveyik (Streptopelia turtur)
Dere Kumrusu(Streptopelia decaocto)
Küçük Kumru (Streptopelia senegalensis)
Tabiat ve İnsan
Şekil 4. Balkonda yuvalanan bir güvercine ait yumurtalar (Fotoğraf: E.Topaktaş)
Güvercin vücudu orta büyüklükte olup, küçük başlı,
kısa bir boyun ve bacaklara sahiptir. Güvercinler gibi
kuşların uzun ve sivri kanatlı olanları hızlı uçuş özelliği gösterirler (Boran ve Yılmaz,1984). Kuşlara özgü
karbohidrat miktarı düşük, protein ve yağ miktarı
yüksek koyu krem rengi süt kıvamında bir madde
güvercinlerin kursağında oluşmakta ve yavrular başlangıçta bununla daha sonra da sütün yerini alan
yarı sindirilmiş besinle beslenmektedir (Şekil 3).
Güvercinler dünyanın hemen her yerinde yayılış
gösterirler. Yabani özelliklerini kaybedip, mevsimsel
ritimlerini yitirdiklerinden sıcaklığa bağlı olarak hemen her mevsim yumurta bırakabilirler. Genellikle 2
yumurta bırakıp, erkek gündüz, dişi de gece olmak
üzere nöbetleşerek kuluçkaya yatar (Şekil 4).
Bazen eti için avlanan yabani güvercinler yuvalarını
genellikle kayalık yerlere yapar. Evcil güvercin ise
tünek (barınak) yeri olarak, yuvasını bina çatılarına,
kuytu yerlere, dam saçaklarına ve ağaçlara yapar.
Güvercinler geleneksel olarak “güvercinlik” olarak da
tabir edilen ve avcı hayvanların saldırısından koruyan tünek yerlerinde de yetiştirilir.
Bugün çevremizde her an heryerde karşımıza çıkan
güvercinler evcil güvercinlerdir (Şekil 5) ve bunlar
yuvalarını çeşitli binaların çatı ve saçaklarında, köprü
altlarında, minare ve kubbelerde yapabildikleri gibi
yapay habitatlarda da (güvercinlik) beslenmektedir.
Güverciler farklı renk ve desenlere sahip olmalarıyla
da dikkat çekerler. Bugün bilinen 28 farklı güvercin
rengi mevcuttur. Mavi, beyaz (ak), siyah (arap), kırmızı, kırmızı bar, alaca bu renklerden bazılarıdır.
Yetiştiricilikte ortaya çıkan ırklar güvercinlerin polimorfik canlılar olmasına yol açmıştır. Columbidae
(Güvercinler) familyasının 43 cins ve 289 türü vardır.
Ülkemizde yaygın olarak güvercin yetiştiriciliği yapılmaktadır. Bu kapsamda değişik bölgelerdeki değişik
amaçlarla yetiştirilen güvercinler birçok ırkı temsil
etmektedir (Şekil 6 a, b, c, d).
Kuş türlerinin ordo düzeyinde tüy yapı farklılıkları
vardır (Çoban ve ark., 1992). Kuş tüyü keratinleşmiş
epitel hücrelerinden meydana gelmekte olup orijin
olarak sürüngenlerin pulları ile homologtur. Bir güvercinden alınan teleğin genel şekli ile tüy bayrağın-
39
Tabiat ve İnsan
Şekil 5. Çevremizde iç içe yaşadığımız güvercinler (Fotoğraf: E. Topaktaş)
dan alınan bir parça incelenmiş (Şekil 7) ve değerlendirmeleri yapılmıştır.
Güvercinler insana yakınlığı ile bilinen ve bu anlamda yetiştiriciliği de başarı ile gerçekleştirilen kuşlardır. Güvercinler bir çok melezleme deneylerine tabi
olmuş ve insanların amaçladığı fayda esaslarına dayalı olarak birçok ırklar meydana gelmiştir.
Güvercinler farklı amaçlara hizmet verecek şekilde
yetiştirilmektedir. Bazen boranhanelerde gübre elde
edilmekte ve bu da ekonomiye katkı sağlamaktadır. Bazen de insanlara hoş vakit geçirtebilmek veya
stresten uzaklaştırmak amacı ile güvercinler belli mekanlarda bina saçaklarından belli komutlarla
düzenli şekilde uçurulmakta ve tekrar komutla geri
getirilmektedir. Bunun için harekete başlatan bir sırık
veya bir ıslık hayvanların hareketlerini düzenleyebilmektedir. Folklorik olarak kültüre yerleşmiş, geleneksel olarak süreklilik kazanan bu davranış biçimi
dünya üzerinde oldukça yaygındır. Bunun yanında
yetiştirilen güvercinlerin salıverilmesi sonucu güver-
40
cin populasyonları bazı çevre problemlerine sebebiyet verebilmektedir. Örneğin, kendileri için güvenli
olmayan mekanlara güvercinler yumurta bırakıp
kuluçkaya yatabilmektedir. Ayrıca giderek artan güvercin populasyonları için yerleşim birimlerinde barınabilecekleri boş bina ya da çatı araları da yetersiz
kalmaktadır.
Güvercinlerde de ölüme neden olan bazı hastalıklar
görülmektedir. Güvercinlerde Avian Influenza virüsünden kaynaklanan ölümler görülmektedir (Ün,
2007). Ülkemizde de 2006 yılında yaşanan büyük salgında üç adet güvercinde bu virüs tespit edilmiştir
(Ün, 2007).
TEŞEKKÜR
Bu konu üzerinde çalışmamı sağlayan Sayın hocam
Prof. Dr. İrfan Albayrak’a teşekkür ederim. Ayrıca bu
çalışma için bazı güvercin ırklarının fotoğraflarını
edinmemize yardımcı olan güvercin yetiştiricisi Ferhat Çatak’a da teşekkür ederim.
Tabiat ve İnsan
Şekil 6 a. Güvercinlerin baska ırkı
Şekil 6 c. Güvercinlerin miski ırkı Şekil 6 b. Güvercinlerin arap ırkı
Şekil 6 d. Güvercinlerin çakmaklı ırkı
Şekil 7. Bir güvercin teleğinin genel görüntüsü (Solda) ve SEM’deki ince yapısı (Sağda) (Fotoğraf: E. Topaktaş)
41
Tabiat ve İnsan
KAYNAKLAR
•
Baran, İ., Yılmaz, İ., 1984. Ornitoloji Dersleri. Ege Üniversitesi Basımevi, Bornova, İzmir, 1-323.
•
Çoban, N., Erol, B., Altın, E., Kurtoğlu, M., Nazlımoğlu, L., Albayrak, İ., 1991/1992.
Kuştüyü Yapısının Önemi., Araştırma Dergisi, 4 (36-37): 5-6.
•
Day, M.G., 1966. Identification of hair and feather remains in the gut and feaces of stoats and weasels. J.
Zool. Lond., 15: 459-497.
•
Horan, P.G., 1979. The Origin of Species. Complete and Fully Illustrated, Charles Darwin. New York, 1-460.
•
Ün, H., 2007. Türkiye’de İzole Edilen AI Viruslarının Moleküler Özellikleri. Proc. International Avian Influenza
Congress, 61-66, 03-04 September 2007, Antalya, Turkey.
•
Ün, H., 2008. Genetic Analysis of Highly Pathogenic Avian Influenza A (HPAI) H5N1 Viruses Isolated from
Turkey Between 2005 and 2008. Etlik Veteriner Mikrobiyoloji Dergisi, 19: 27-38.
•
http://www.trakyaguvercin.com (28.07.2010)
•
http://www.guvercinbirligi.com (09.07.2010)
•
http://www.guvercinbirligi.com (28.07.2010)
•
http://guvercin.at/guvercin/Irklarr.html (12.07.2010)
•
http://www.hayvanansiklopedisi.com (28.07.2010)
•
http://www.resimden.com/resimler (22.09.2010)
•
http://tr.wikipedia.org (14.07.2010)
Ekolojik Çalışmalarda
DÜZELTME
Tabiat ve İnsan Dergisi Eylül 2010 sayısı, sayfa 19-24’te yayınlanan “ Yaban Kuşlarında Avian
İnfluenza” (Avian İnfluenza in Wild Birds) isimli makalede yazar isim sırası aşağıdaki gibidir.
Düzeltiriz.
Prof. Dr. Banur BOYNUKARA
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Veteriner Fakültesi,
Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Van
42
Yrd. Doç. Dr. Timur GÜLHAN
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Veteriner Fakültesi,
Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Van
Yrd. Doç. Dr. Erdal ÖĞÜN
Yrd. Doç. Dr. Atilla DURMUŞ
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Fen-Edebiyat
Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Van
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Fen-Edebiyat
Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Van
Tabiat ve İnsan
TÜRKİYE’NİN İLK SU ENSTİTÜSÜ
SÜLEYMAN DEMİREL
ÜNİVERSİTESİNDE KURULDU
Yrd. Doç Dr. Erol KESİCİ
Süleyman Demirel Üniversitesi
Eğirdir Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi
[email protected]
Ü
lkemizde sulu tarıma verilen teşvikler, hızlı nüfus artışı ve sanayideki gelişmeler suya
olan talebin artmasına neden olmuştur. Sularımızın; ekonomi - ekoloji ilişkileri göz ardı edilerek
politik bakışla yönetilmesi sonucunda da, suya olan
arz talep dengesinin bozulmasına neden olunmuş
ve suya daha çok meta gözüyle bakılmıştır.
2006- 2007 yıllarında ülkemizde görülen kuraklık;
canlıların ekosistemsel ve insanların geçimleriyle ilgili ciddi ekonomik sorunlarla karşı karşıya gelmesine
neden olmuştur. Kuraklık, iklimin doğal bir parçasıdır.
Fakat su bilimsel bakışla yönetilmez ve su kaynakları
su talebini karşılayacak kadar yeterli olmazsa, kuraklık ortaya çıkmaktadır. Su, toprak ve hava doğanın
temel ve kutsal değerleri olup, bunları kirletmeden
Prof. Dr. Semiha BAHÇELİ
SDÜ Fen-Edebiyat Fak. Fizik Bölüm Bşk.
bilimsel bakışla korumak, teknik, ekonomik ve aynı
zamanda çevreye uyumlu projeler geliştirmek ve uygulamak önceliğimiz olmalıdır.
İçinde bulunduğumuz yıllarda dünyanın gündemindeki öncelik sudur. Su yaşamdır, su besindir. Ülkemiz,
dünyada su konusunda söz sahibi olan seçkin kuruluşların arasında yer almak ve karar mekanizmalarında söz sahibi olmak maksadıyla 2000 yılında Dünya
Su Konseyi’ne üye olmuştur. 2009 yılında 5. Dünya
Su Formu İstanbul’da gerçekleştirilmiştir. Bu forumdan amaç, ülkemiz su sektörünün daha da gelişmesi,
katkı sağlaması ve ülkemizin uluslararası su kuruluşlarıyla olan ilişkilerinin daha da geliştirilmesidir. Dünya Su Forumu, forum olarak bırakılmamalıdır.
43
Tabiat ve İnsan
Su konusundan bahsederken 7’den70’ e öncelikli
söylemimiz Türkiye’nin üç tarafının denizlerle çevrili olduğudur. Bu söz bizim atasözümüz gibi olmakla birlikte, bir övünç sözümüzdür. Fakat sularımızın
yönetimiyle ilgili karar vericilik bugün de yıllardır da
çok sayıdaki bakanlığın yetkisine bırakılmıştır. Ülkemizde su konusundaki bu çok seslilik, suların yönetiminde daima sorunlar oluşturmuştur. Yıllardır çeşitli
kuruluş ve bilim insanlarının uğraşlarına, önerilerine
rağmen ne “Denizcilik Bakanlığı” ne de “Su Bakanlığı”
ülkemizde kurulamamıştır ve hiç bir üniversitemizde
suyun herşeyiyle ilgilenecek, su konusunda detaylı
araştırmalar yapacak, bu konuda bilim insanları yetiştirecek “Su Enstitü”müzde yoktur.
Üç tarafımız denizle çevrili, Dicle-Fırat, Kızılırmak,
Yeşilırmak…Beyyşehir Gölü, Eğirdir Gölü…, Keban
Barajı, Atatürk Barajı…vb. içimizde sularla çevrili…suyumuz bol, nasıl olsa suyun yönetimi, hidrolojisi, ekolojisi, kalitesiyle ilgili bir sorunumuz da
yok denildiği için midir ki, SU’ yu değil, suyun ÜRÜNÜNÜ öne çıkarıp, Üniversitelerimizde bile “SU Fakülteleri” yerine, ”Su Ürünleri Fakülteleri açıldı…
Bu gün Türkiye’nin ve dünyanın gündeminde suyun
bilimsel yöntemlerle yönetilememesi sonucunda,
tüketilen doğal su kaynaklarımız ve onlarda oluşturulan yok ediş ve kirlilikle tarımda bile kullanılamaz
hale getirilen, suyun sorunları söz konusudur. Suyu
yok edersek, hayatımızı yok ederiz. Suyun korunması, kaybedilmemesi insanların elindedir.
44
NEDEN SU ENSTİTÜSÜ?
Su; hayattır, canlılıktır, su vazgeçilmezdir. Su, doğada
yaşamın kaynağı ve canlıların var oluş nedenidir. Su,
uygarlıkların çıkış nedenidir. Su, zenginliktir, su vazgeçilmezdir. Fakat hayatın kaynağı olan su giderek
tükenmekte ve bozulmaktadır. Daha çok kazanmak
hırsıyla , suyun bu günü düşünerek korumadan-korumadan kullanmanın sonucu dünyanın en önde
gelen sorunu olan su yetmezliği suyun fizyolojik
önemine ekonomik bir içerik kazandırmaktadır. Son
yirmi yıldır su uluslar arası ticaret metaı haline dönüştürülmüştür. Çok uluslu su şirketleri küresel bir su
pazarı yaratarak kazanç peşindedirler. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı PNUD’un hazırladığı Darlığın Ötesi, İktidar Yoksulluk ve Su Krizi adlı İnsani Gelişme 2006 raporuna göre; “hali hazırda kalkınmakta
olan ülkelerde 1,1 milyar insan içilebilir suya kolayca
ulaşamıyor, 2,6 milyar insan sıhhi tuvalette ve kullanma suyuna sahip değildir. 2015’de 800 milyon insan
içilebilir sudan, 1,8 milyar insanda sıhhi tuvaletten
yoksun olarak yaşıyor olacak”. Rapora göre, “dünyadaki su probleminin sebebi esas itibariyle kötü yönetim, yolsuzluk, özgün/uygun kuruluşların olmaması,
bürokratik yavaşlık, fiziki altyapı ve beşeri kaynaklar
alanında yatırım yetersizliğidir. Kalkınmakta olan ülkelerde 3 milyar insanın konutunda veya yakınında
su musluğu yok…” Suya her durumda ulaşmak her
canlının hakkıdır. Suyun “sesini” duymamız gerek-
Tabiat ve İnsan
Fotoğraf . Süleyman Demirel Üniversitesi Kampus’den genel görünüm
mektedir. Suyu bilimsel ve akılcı yöntemlerle tasarruflu kullanmak, korumak tüm bireylerin ortak görevi
olmalıdır. Suyun bu hale gelişindeki başlıca sorumlu
insandır. Bunun için su ve suyun değerlerine sevgi ve
saygıyı eğitimle öğretmek gerekmektedir.
Denizler ve iç sulardan (göller, dereler, nehirler) doğal hayatın devamı, tarımsal sulama suyu, içme-kullanma suyu, enerji ve sanayi suyu, su ürünleri, ticaret, turizm vb. su ihtiyaçları gibi çok farklı amaçlarla
faydalanılırken, sürdürülebilir su ve su ürünleri kaynaklarımızın korunması, geliştirilmesi, doğal kaynaklarımızın ekonomik ve verimli şekilde kullanımı
açısından, bilimsel yöntemler geliştirilmesi gerekmektedir.
Ülkemiz su zengini bir ülke değildir. Ülkemizin su
tüketim modeli gelişmekte olan ülkelerin su modeline benzemektedir. Suyumuzun %63-79’nu tarımda kullanılmaktayız. Veriler ülkemizin susuzluk
sorunuyla karşı karşıya olduğunu, gelecek yıllardaki
artan nüfus, çeşitli çevre sorunları ve meteorolojik
dengesizlikler nedeniyle bu gerilimin daha da artacağını, belirtmektedir. Bu nedenle ileriki yıllar için
su hesaplarının bilimsel yöntemlerle bilinçli olarak
yapılması zorunluluk haline gelmiştir. Japon bilim
insanları, yurdumuzun en yağışlı bölgesi olan Doğu
Karadeniz’deki suyun elli yıl sonrasını araştırmaktadırlar. Ya bizler… Su üzerinde bilimsel yöntemlerle
durulması gereken en yaşamsal doğal kaynaktır.
İnsanların doğal kaynaklarımızı bilinçsizce tahrip etmesi, sanayileşme ve sanayi ürünlerinin bıraktıkları
atıklar, su kaynaklarımızın önemli oranda değişmelerine neden olmaktadır. Yeryüzü, insan ve diğer canlıların yaşama ortamı olmaktan giderek uzaklaşmakta
bozulma sinyalleri vermektedir. Bu gerçek karşısında
bir araya gelinerek “hayatın ve insanlığın geleceği
için” ciddi önlemlerin alınması gerekmektedir. Bu
önlemler; su kaynakları ve canlıların korunmasını ve
bilinçli su kullanımını gerektirmektedir.
Nüfus, tarım ve sanayi faaliyetlerinin sürekli artışı her
dönemde geçmiş dönemlerden daha fazla su kullanılması gerekliliğini doğurmakta ve su kaynaklarının
yönetiminin devamlı olması koşulunu gerektirmektedir. Son yıllardaki çeşitli nedenlerle aşırı su kullanımı ve çeşitli kirlilik parametreleri nedeniyle ortaya
çıkan sorunlar, u kaynakları yönetiminin önemini bir
kat daha artırmıştır. Günümüzde teknoloji ne kadar
ilerlemiş olsa da su kaynakları konusundaki anlaşmazlıklar gerek toplum gerekse ülkeler arasında çözümü karmaşık problemler olarak uluslar arası politikalarda dahi önemli bir rol oynamaktadır.
İnsanların her geçen gün artan gereksinimleri karşısında, doğal sistemlerin etkin yönetimine rağmen
sistem içerisindeki bazı değişiklikler olması kaçınılmazdır. Bu süreçte önemli olan, doğal sistemin kendini yenilemesi için gerekli fırsatların verilebileceği
bilimsel yönetim, araştırma ve su politikansın hedeflerinin belirlenmesidir.
45
Tabiat ve İnsan
Ülkemizin su ürünleri potansiyeli çok yüksektir. Su
ürünleri sektörü ile ilgili, sektörün genişlemesiyle
birlikte artan teknolojik sorunların çözümlenmesinde ve yeni uygulama alanlarına yönelik projelerin
yürütülmesi için Üniversitemize yoğun talepler olmaktadır. Ülkemizde teknoloji üretme ve teknolojik
yeniliklere uyum sağlama için çalışmalar ve uygulamalar yeterli değildir. Ülkemizdeki su ve su ürünleri
endüstrisine yönelik detaylı bilimsel çalışma, veri ve
kaynak niteliğindeki eserlerin ve konu ile ilgili uzman
niteliğindeki yetişmiş teknik elemanların yetersizliği,
su ile ilgili sorunların çözümü ve yeni projelerin yürütülmesi yönünden olumsuzluklar yaratmaktadır.
Su kaynaklarının kullanımında genel olarak tüm ülkelerin kabul ettiği öncelik; hayatın sürdürülebilmesi
için gerekli olan temel gereksinimlerin karşılanması
prensibidir. Su ve su ürünleri kaynaklarına sahip olan
ülkeler, suyun, korunması, üretimin geliştirilmesi için
araştırmalara büyük kaynaklar ayırmakta ve araştırmalardan elde edilen sonuçlar ışında su ürünleri
kaynaklarının sürdürülebilir olarak işletilmesi için
çalışmaktadır.
merkezimiz tarafından yürütülecek eğitim seminerleri, kurslar ile bilgi beceri geliştirilmesi, üniversite
sanayi iş birliği çerçevesinde ulusal ve uluslar arası
kuruluşlarla yapılacak proje çalışmaları ile su ve su
ürünleri teknolojisinin farklı alanlarda geliştirilmesi
hızlandırılabilecektir. TÜBİTAK, TSE, DPT ve Dünya
Bankası işbirliğinde yapılacak çalışmaları ile ülkemiz
açısından endüstriyel alanlarda değerlendirilebilirliğine yönelik standartlar ve normların geliştirilmesi
sağlanacaktır.
Ülkemizde ve bölgemizde kuraklığın su kaynaklarını,
tarımı ve tüm canlıları çevresel ve ekonomik yönden
etkilediği, en kapsamlı sosyo-ekonomik zararlara
neden olmaya başladığının belirgin bir şekilde görüldüğü 2006 -2007 yıllarında Süleyman Demirel
Üniversitesinde Sayın rektörümüz Prof.Dr.Metin Lütfi
BAYDAR, üniversitemizde Su Enstitüsünün kurulmasıyla ilgili çalışmaları başlatır. Üniversitemizdeki
fakülteler ve ilgili birimler arasındaki çalışmaları, o
dönemde rektör yardımcımız olan sayın Prof. Dr. Semiha BAHÇELİ’ nin Su Enstitüsü konusunda ısrarlı ve
yoğun çalışmaları söz konusudur.
İşte bu nedenlerle ülkemizde de ivedilikle su kaynaklarının korunması ve yönetiminden, üretim, yetiştiricilik, su ürünleri sağlığı, ürün kalitesi, araştırmageliştirme, ekonomik ve uluslararası ilişkilere kadar
su ile ilgili tüm faaliyetler, üniversitelerde lisans ve
lisansüstü eğitimlerin verilebileceği bir ENSTİTÜ adı
altında toplanmalıdır.
24.10.2007 tarihinde kurulması düşünülen SDÜ Su
Enstitüsünün kuruluş gerekçesi, taslak yönetmeliği
ve enstitünün mekan, donanım ve bilim insanlarının bilimsel özeliklerini belirten ekli dosya ve enstitü kurulması önerisini içeren dilekçe SDÜ Eğirdir
Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr.Erol
KESİCİ tarafından SDÜ’ye verilmiştir. SDÜ Su Enstitüsünün kurulması YÖK tarafından uygun görülerek,
26.02.2010 tarihli Resmi Gazetede de kuruluşu yayınlanarak resmiyet kazanmıştır. Türkiye’de bir ilk olması ve bununda SDÜ bünyesinde yer alması bizler
için bir övünç ve gurur kaynağıdır. Su Enstitüsünün
kurulmasındaki girişimlerinden, kuruluş çalışmalarında bana güven ve destekte bulunmaları ve bu tarihi olanağı tanımalarından dolayı rektörümüz Sayın
Prof.Dr.Metin Lütfi BAYDAR’ a, Sayın Prof.Dr.Semiha
BAHÇELİ’ ye saygı ve teşekkürlerimle, çalışmalarımızda katkıları olan üniversitemiz bilim insanlarına, üniversitemiz öğrenci işleri daire başkanlığına teşekkür
eder, SDÜ Su Enstitümüzün yönetiminde görev alan
meslektaşlarıma başarılar dilerim.
Üniversitemizin bünyesinde su ve su ürünleri danışma kurulları ise özel olarak bilimsel danışma kurul
veya konseylerine dönüştürülmelidir. Bunun yanı
sıra su ve su ürünleri araştırma grupları üniversitemizde, günümüz gereksinimlerine yanıt verebilecek
doğrultuda oluşturulmalı veya mevcut araştırma
grupları içerisinde SU ve su ürünleri araştırmalarına;
“ENSTİTÜ” yapısında daha da fazla destek sağlanmalıdır. Üniversitemiz Eğirdir Su Ürünleri Fakültemizde
fiziki kapasite, öğretim elemanı, laboratuar, araç-gereç ve uygulama olanaklarının bu alt yapıyı oluşturmak için yeterli düzeydedir.
Kurulması önerilen Su Enstitüsü, Üniversitemiz Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Ziraat Fakültesi, Orman
Fakültesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Teknik Eğitim Fakültesi ve Tıp Fakültesinde yer alan ilgili bilim dallarının
katkısıyla da desteklenecektir. Bu enstitünün kurulması, üniversitemizin farklı bilim dallarında lisans ve
lisans üstü düzeyde eğitim- öğretim görmekte olan
öğrencilerin, yukarıda değinilen hususlarda bilgi,
beceri ve tecrübe kazanabilecekleri ortamın sağlanması açısından da yararlı olacaktır. Üniversite sanayi
işbirliği çerçevesinde yapılacak proje çalışmalarında,
46
Su bilimsel ve akılcı
bakışla iyi yönetilir ise
bolluk ve berekettir, su
iyi yönetilmez ise kıtlık
ve felakettir…
Tabiat ve İnsan
KISA HABERLER
IUCN TÜRKİYE
MİLLİ KOMİTESİ TOPLANDI
I
UCN Milli Komitesi 2010 yılı Olağan 2. Toplantısı
08 Kasım 2010 tarihinde Çevre ve Orman Bakanlığında gerçekleştirdi. IUCN Türkiye Milli Komitesi
Başkanlığına Çevre ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürü Sayın Yaşar DOSTBİL seçilmişlerdir. Milli Komite’nin Başkan Yardımcılığı Türkiye Tabiatını Koruma Derneği nezdinde Milli
Komitenin ilk toplantısında yapılan seçimle göreve
başlayan Sayın Ali Rıza KOÇ tarafından yürütülmektedir. Komite kuruluşundan bu yana doğa koruma
kapsamında çalışmalarına devam etmektedir. 8 Kasım 2010 tarihinde gerçekleştirilen toplantıda; IUCN
Milli Komite Başkanı Sayın Yaşar DOSTBİL tarafından
Komitenin ve IUCN çalışmalarının daha başarılı, etkin ve yoğun biçimde devam etmesi için resmi kurumların IUCN’e üyeliğinin önemini vurgulamış ve
üyeliklerin artırılması için çalışmalara başlanması karara bağlanmıştır. Söz konusu toplantıda Türkiye’nin
IUCN Ulusal Komite Logosu ve Türkiye Tabiatını Koruma Derneği tarafından hazırlanan taslak web sitesi
tanıtılmış ve web sayfasının komite üyelerinin katkıları doğrultusunda Kasım 2010 sonuna kadar yayına
hazır hale getirilmesine karar verilmiştir. Toplantının
en önemli gündem maddesini “Türkiye’nin Kırmızı
47
Tabiat ve İnsan
Listelerinin Oluşturulması” konusu oluşturmuş ve bir
an önce bu çalışmaların hızlandırılmasına karar verilmiştir. Türkiye’nin IUCN 2016 Dünya Kongresine ev
sahipliğinin Doğa Koruma açısından Ülkemize prestij kazandıracağı ve bu çalışmaların çok kapsamlı olması gerekliliği vurgulanmıştır.
HATAY’DA DAĞ CEYLANLARININ
KORUNMASINDA ÇABALAR
SONUÇ VERMEYE BAŞLADI…
Ayrıca toplantının öneriler kısmında “ Araştırma İzinleri” ile ilgili konuşan Sn. Yaşar DOSTBİL Doğa Koruma
ve Milli Parkalar Genel Müdürlüğünün bilim insanlarının çalışmalarına çok önem verdiğini hatırlatarak
gerekli hassasiyetin gösterildiğini ifade etmişlerdir.
Komite toplantılarının en az üç ayda bir gerçekleştirilmesi oy birliği ile kabul edilmiştir.
IUCN Ulusal Milli Komite Toplantısında;
1-
Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürü
Sayın Yaşar DOSTBİL’in Ulusal Komite Başkanlığı görevini üstlenmesine,
2-
Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ve ekte bir örneği verilen
logonun “IUCN Ulusal Komite Logosu” olarak kullanılmasına,
3-
Ulusal Komitenin daha aktif, başarılı ve etkin
çalışabilmesi adına komite üye sayısının artırılması
için resmi kurumlara üyelik çağrısı yapılmasına,
4-
Türkiye Tabiatını Koruma Derneği tarafından hazırlanan taslak web sayfasının komite üyelerinin katkıları doğrultusunda Kasım 2010 sonuna
kadar nihayetlendirilmesine,
5-
Türkiye Tabiatını Koruma Derneğinin. “IUCN
2016 Dünya Kongresine” ev sahipliği talebinin Doğa
Koruma açısından Ülkemize prestij kazandıracağından bahisle çalışmaların bir an önce başlatılmasına
ve bu talebimizin Dışişleri Bakanlığına iletilmesine,
6-
“Türkiye Kırmızı Listelerin Oluşturulması”
kapsamında çalışmalara hız verilmesi, bir an önce
uzman gruplarının bir araya getirilmesi ve çalışmalara iller bazında da katkı verilmesine,
7-
Komite toplantılarının en az üç ayda bir gerçekleştirilmesine,
Oy birliğiyle karar verilmiştir.
48
T
ürkiye’de sadece Hatay’ın Kırıkhan ilçesinde bulunan ve sayıları 150 kadar olduğu belirlenen
Gezella gezella türü ‘’Hatay Dağ Ceylanı’’ üreme
alanında yapılmak istenen çimento fabrikası TTKD Hatay Şubesinin koordinasyonunda gönüllülerin yoğun
baskısı sonucunda Çevre Etki Değerlendirme (ÇED)
süreci durduruldu. Aralarında Mustafa Kemal Üniversitesinden (MKÜ) bilim insanlarının da bulunduğu
bir komisyon oluşturuldu bu komisyon ve İl Çevre ve
Orman Müdürlüğünün vereceği rapor doğrultusunda
bölgede çimento fabrikası kuracak şirkete gerekli yanıt verilecek.
Çimento fabrikası düşünülen bölge Türkiye Hatay
Dağ Ceylanı’nın ürediği doğal alandır. Ayrıca söz konusu bölge, yeraltı su kaynaklarını ve kurutulan amik
gölünün son kalıntısını oluşturan Gölbaşı Gölü’nü de
içermesi açısından da önem arz etmektedir. TTKD Hatay Şubesi söz konusu fabrikanın çevreye, doğaya ve
bölgedeki yaban hayatına vereceği zararları anlatan
dilekçeleri hazırlayarak yöredeki gönüllü kuruluşlarla
ortak hareketle ilgili kişi ve kurumları uyarmıştır. Sahanın Yaban Hayatı Geliştirme Sahası olarak koruma
altına alınması gerektiğini vurgulamıştır. Yürütülen çalışmaların sonucunda ÇED sürecinin durdurulduğu ve
şikayetlerin bilimsel olarak incelenmesi amacıyla bilir
kişi tayin edildiği TTKD Hatay Şubemize resmi yazı ile
bildirilmiştir. Şubemiz ayrıca 20 Kasım 2010 günü ceylanların yaşadığı bölgeye, bazı bürokratlar, akademisyenler, 10 civarında STK, görsel ve yazılı basınla birlikte
bir inceleme gezisi düzenlemiştir. Bu konudaki duyarlı
yaklaşımlarından dolayı Çevre ve Orman Bakanlığı Av
ve Yaban Hayatı Dairesi Başkanlığına, Hatay İl Çevre ve
Orman Müdürlüğüne teşekkür ederiz. Ayrıntılı bilgi için;
Abdullah ÖĞÜNÇ / TTKD Hatay Şubesi Başkanı
0326 344 22 44 • 0533 369 7721

Benzer belgeler