AGUSTOS 2012 - SAYI:6 s:6 - TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası

Transkript

AGUSTOS 2012 - SAYI:6 s:6 - TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
AGUSTOS 2012 - SAYI:6
s:6
GENÇ-İMO’NUN GÜNDEMİ DİLAN TAŞGİT HAMIYET ÖZEN İLE RÖPORTAJ CAN DURNA - VAHİDE NAZAR YENGÜNER ANKARA’NIN TRAFIK SORUNU DOSYASI ÖZGÜR TOSMAK
İŞÇİ ÖLÜMLERİ KADER DEĞİLDİR EMRE BİRAND KARABAYRAKTAR İŞÇILER MEZARA PARALAR KASAYA AHMET AYGÜN MIMAR VE MÜHENDIS KOCA SINAN ALPER ULUŞAN HES
RÖPORTAJ SABRİ EREN PADIŞAHIM ÇOK YAŞA! BARIŞ ALİ AYDIN YAŞAM ALANLARIMIZA DOKUNDURTMAYACAĞIZ! NİLDEN KAYLAR ALELACELE ÇIKAN BIR YASA DAHA 4+4+4
SİBEL SEVAT 8 MART VE KADIN MÜCADELESI KONSEY’DEN 8 MART DÜNYA EMEKÇI KADINLAR GÜNÜ CUMALİ DEDE BIRLIK, MÜCADELE, ZAFER! METİN ŞENYURT KANBER
SAYGILI ILE RÖPORTAJ ALPER ULUŞAN ÜNIVERSITELERDE NELER OLUYOR? AHMET VELİ BİÇER BU MAÇ DA BITER BIR GÜN TEVFİK CANER ERTAY AÜ HAZIRLIK ÖĞRENCILERININ
DIRENIŞ DENEYIMI YTÜ GENÇ-İMO TUTUKLULUK HALLERI ROJDA VARHAN ANADILDE EĞITIM HAKTIR; ENGELLENEMEZ! EMRAH ALP TARIHTEN ÖĞRENMEK / DONATI
HAZIRLAMA SEVGİLİ STAJ DEFTERİ FEYYAZ ÇELİK ACEMI BIR ÂŞIK GIBI ERHAN KARAESMEN OĞUZ ATAY CAN ALGÜL MERHABA USTAM...
10 th International Congress
on Advances in
Civil Engineering
17-19 O
CTOBER
2012 / M IDDLE E AST T ECHNICAL
U NIVERSITY
C ULTURAL AND C ONVENTION
C ENTER / A NKARA
Student Competitions
Blind Prediction
Contest
Pervious Concrete
Competition
Geowall
Competition
The contest is on predicting the
performance of a one bay one story
reinforced concrete frame under
quasi-cyclic loading. Some performance parameters are going to be
predicted by the contestants. The
frame will be tested during the ACE
2012 Conference and participants
will have a chance to observe the
actual behavior of the frame.
Pervious concrete mixtures are
expected to minimize retention of
rainwater while carrying live
loads due to people and vehicles.
Specimens possessing the highest possible water permeability
as well as the highest possible
splitting tensile strength are to be
made.
The objective is to design and
construct a miniature reinforced
soil retaining wall, which should
carry a predetermined surcharge
load, using the least area of reinforcement. A clean sand will be
used as backfill soil and paper
strips will be used as reinforcement elements.
For more information and rules:
www.ace2012.metu.edu.tr
[email protected]
Department of Civil Engineering, Middle East Technical University, 06800 Ankara, TURKEY
Phone: + 90 312 210 24 01 - Fax: + 90 312 210 54 01
İÇİNDEKİLER
GENÇ-İMO’NUN GÜNDEMİ
ÜLKE GÜNDEMİ
2
KONSEYDEN
21
SABRİ EREN
Padişahım çok yaşa!
4
GENÇ-İMO ÖĞRENCİ KONSEYİ
Yine deprem(!)
MÜHENDİSİN GÜNDEMİ
23
BARIŞ ALİ AYDIN
Yaşam alanlarımıza
dokundurtmayacağız!
6
DİLAN TAŞGİT
Hamiyet Özen İLE
RÖPORTAJ
25
NİLDEN KAYLAR
Alelacele çıkan bir yasa
daha 4+4+4
10
CAN DURNA VAHİDE NAZAR YENGÜNER
Ankara’nın Trafik Sorunu
Dosyası
27
SİBEL SEVAT
8 Mart ve Kadın
Mücadelesi
13
ÖZGÜR TOSMAK
İŞÇİ ÖLÜMLERİ KADER
DEĞİLDİR
41
YTÜ GENÇ-İMO
Tutukluluk halleri
42
ROJDA VARHAN
Anadilde Eğitim Haktır;
Engellenemez!
45
EMRAH ALP
Tarihten Öğrenmek
MÜHENDİSİN DEFTERİ
48
DONATI HAZIRLAMA
50
SEVGİLİ STAJ DEFTERİ
KÜLTÜR-SANAT GÜNDEMİ
59
FEYYAZ ÇELİK
Acemi bir âşık gibi
60
ERHAN KARAESMEN
Oğuz Atay
ÜNİVERSİTE GÜNDEMİ
34
ALPER ULUŞAN
Üniversitelerde neler
oluyor?
18
ALPER ULUŞAN
hes röportaj
Yazı İşleri Müdürü
Zeki ERGİNBAY (1976-1977)
Levent DARI
AÜ Hazırlık Öğrencilerinin
Direniş Deneyimi
32
METİN ŞENYURT
Kanber Saygılı ile
röportaj
16
AHMET AYGÜN
Mimar ve Mühendis
Koca Sinan
genç-İMO Özel Sayısı-6
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Adına Sahibi
Taner YÜZGEÇ
38
T E V F İ K C A N E R E R TAY
28
KONSEY’DEN
8 Mart Dünya Emekçi
Kadınlar Günü
30
CUMALİ DEDE
Birlik, Mücadele, Zafer!
14
EMRE BİRAND
KARABAYRAKTAR
İşçiler mezara paralar
kasaya
37
AHMET VELİ BİÇER
Bu maç da biter bir gün
62
CAN ALGÜL
Merhaba Ustam...
71
genç-İMO ŞUBE HABERLERİ
Yönetim Yeri: TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası
Necatibey Cad. No: 57 06440 Kızılay / Ankara
Tel: 0.312.294 30 00 Faks: 0.312.294 30 88 E-Posta: [email protected]
Web: www.imo.org.tr/gencimo
Şubat 2012 genç-İMO özel sayısı, yerel süreli yayın. ISSN: 1307-2412
Baskı: Mattek Matbaacılık Basın, Yayın Tanıtım Tic.San.Ltd.Şti.
GMK Bulvarı No: 83/23 Maltepe-Ankara / 312.229 15 02
Baskı Tarihi: 28 Ağustos 2012 / 10.000 adet basılmıştır. Üyelerine parasız dağıtılır.
Kapak Görseli: Baki Remzi Suiçmez
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
genç-İMO Öğrenci Konseyi
Rojda Varhan
Nilden Kaylar
Emrah Alp
Mahir Esmer
Hüseyin Engin Sakın Jiyan Tunçtan
Deniz Güzel
Emek Yılmaz
Halil Küpçü
Alper Uluşan
1
KONSEYDEN
İMO’yu bir mühendis
derneğinden ayıran yetkileri
bir bir elinden alınıyor
Merhaba Arkadaşlar.
Sırasıyla başlamak gerekirse bu
yıl 25-26 Şubat tarihinde Antalya’da
toplanan genç-İMO örgütlülüğümüz
5.Öğrenci Meclisi’ni yaptı. “Öğrenci
meclisi nedir?” diyen arkadaşlara
bir özet geçelim önce. Türkiye’de
inşaat mühendisliği bölümü bulunan
üniversitelerde okuyan öğrenciler
İnşaat Mühendisleri Odası’na öğrenci
üye olabiliyorlar. Bu öğrenci üyelerin
oluşturduğu örgütlülüğün adı da
genç-İMO. Her sene başı gençİMO üyesi öğrenciler her sınıf için
bir temsilci ve tüm okulu temsil
edecek bir üniversite temsilcisi
seçiyor okullarında. Seçilen bu sınıf
ve üniversite temsilcilerinin görevi
genç-İMO amaçları doğrultusunda
çalışmalar yapmaktır. Merak eden
arkadaşlar genç-İMO’nun sitesinden
daha detaylı öğrenebilir. Burayı
uzatmayalım. Meclis dediğimiz
toplantıda tüm bu temsilci seçilen
öğrenciler Şubat ayı civarında bir
araya geliyor.
Mecliste her yıl olduğu gibi bu
yıl da şubelerin “ne yaptık ne ettik”i
anlatmasıyla geçti ilk gün. Tam
emin değiliz ama güzel işler yapmış
şubeleri gören diğer şubelerin
“Neler yapmışlar baksana biz niye
2
yapmıyoruz bunları biz de yapalım”
larıyla da devam etmiş olması lazım.
Eğer böyle olduysa başarıya ulaştık
demektir. Gelişkin örgütlülüğü olan
şubelerin yeni çalışmaya başlayan
arkadaşlara örnek olması güzel bir
şey. Bu bölüm böyle bitti. Ne olduysa
ondan sonra oldu. Meclisimizin
programında “şube öğrenci kurulu
faaliyet raporlarının değerlendirilmesi”
olarak geçen ama kısaca “serbest
kürsü” olarak adlandırılan bölümde
her yıl olduğu gibi kan gövdeyi
götürdü. Ortam gerildi, kılıçlar
çekildi ve meydan savaşı başladı.
Sandalyeler havada uçuşurken
silah sesleri masaların altında
siper alan öğrencilerin çığlıklarını
bastırıyordu. Mesela yani. (Nasıl
yedirdim ama meselayı! – Kemal
Sunal) Öyle olmadı tabi. Olsaydı ne
farkımız kalırdı ülkemizde sorunları
şiddetle bastırmayı alışkanlık
edinmiş yönetenlerden? Gerilim
oldu epey ama. Maalesef Kürt
sorunu ülkemizde ateşin düştüğü
yeri yaktığı gibi, ateşin düşmediği
yerlerden pek hissedilmiyor. Burada
duyarlılığı yayma görevi de en çok
biz gençlere düşüyor. Bize yakışan
bundan sonraki etkinliklerimizde
gerilimden, karşılıklı bilenme
duygularından biraz daha
uzaklaşarak bu konuyu tartışmaktır.
Böylece tartışmamız gereken diğer
konulara daha fazla vakit kalır.
Aynı günün akşamı genç-İMO
faaliyetleri üzerine komisyonlar
kuruldu. Basın-yayın faaliyetimiz
(okuduğunuz bu bülten), kamp (her
yıl yapılan kamp için), örgütlenme
(nasıl daha iyi olur), öğrenci
sorunları (sorun bitmez öğrencide)
gibi konular üzerine kurulan
komisyonlardan herkes istediği
birine katılıp tartışma ortamları
oluşturuldu, kararlar alındı.
İkinci gün de bu komisyonların
aldığı kararlar oylamaya sunuldu
ve sonrasında yeni konseyin
seçilmesiyle meclis sona erdi.
Mecliste konuşulan ve konseyde
alınan önemli kararlardan biri de
bölgesel çalışmaya ağırlık verilmesi
üzerine oldu. 10 kişilik öğrenci
konseyinde mutlaka Türkiye’nin
her yerini kapsayan çeşitlilikte
üniversitelerden arkadaşlarımız
oluyor her yıl. Bahsi geçen konseyde
bulunan her kişinin bir bölgeden
sorumlu olduğu tüm üniversiteleri
kapsayan 10 bölge oluşturduk.
Bu sorumlu arkadaşların kendi
bölgesiyle özel olarak ilgilenmesi
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
gerektiğini düşünüyoruz ve çevre
illerin birbirleriyle daha sıkı ilişkilerde
olacağı etkinlikler düzenlemesini
hedefliyoruz. Bunun da pratiklerini
gördükçe bu düşünce gelişecek,
sonuçlarını göreceğiz.
Bundan sonraki dönemde
mühendislik öğrencisinin
gündemindeki konuların daha fazla
tartışılabileceği, kafalardaki soru
işaretlerine yanıt bulunabilecek
çalışmaları çoğaltacağız.
Bunu yapmak için en önemli
araçlarımızdan biri genç-İMO
4. Yaz Eğitim Kampı olacak.
Orada her türlü etkinlik için bir
arada geçirecek vaktimiz olacak.
Mesleğimizle ilgili çeşitli konularda
seminerler, ülkemizin gündemindeki
konularla ilgili söyleşiler, kendi
örgütlülüğümüzü konuşacağımız
forumlar olacak. Tiyatrosundan
heykeline, fotoğrafçılığından
sinemasına kadar denemek
isteyenler için atölyeler olacak. Tüm
genç-İMO üyesi arkadaşlarımızı
yaz kampına bekliyoruz. Başvuru
formunu ciddi alıp ne düşünüyorsak
üşenmeden yazarak, önerilerimizi
paylaşarak doldurmaktan yanayız.
Okuduğumuz bölüm inşaat
mühendisliği. İnşaatlar iş kazalarının
yoğun olarak yaşandığı bir alan.
Hiçbir önlem alınmayan, yasal
zorunluluklara bile uyulmayan
yerlerdeki işçi ölümleri iş kazası
değil iş cinayeti olarak da anılıyor.
İstanbul’da AVM’lerde, Adana’da,
Rize’de HES’lerde toplu katliam
gibi gerçekleşen işçi ölümlerini
seyrediyoruz. Bu yazının yazıldığı
gün TBMM’nin İş Sağlığı ve Güvenliği
Kanun Tasarı’sını görüştüğü
sırada, Meclisin atık su gideri
çalışmasında bir işçinin göçük
altında kaldığı haberi geldi. O da
aynı kaderi paylaşan binlerce işçi gibi
taşerondan çalıştırılıyordu. Göçük
altında kaldığı ana dek 12 saattir
çalışıyordu.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
Fazla söze gerek var mı? İşte
böyledir bizim memleketimiz.
Bu haksızlıklara sesini çıkaran da
zorbalıkla karşılaşıyor. Kimsenin
hakkını aramasına müsaade
edilmiyor. Üniversiteden ses
çıkarmak isteyenlerin sesini baskıyla,
cezayla, bazen de şiddetle kesmek
istiyorlar.
Hatay Mustafa Kemal
Üniversitesi’nde 65 öğrenciye
yemekhane zamlarına karşı çıktıkları
için, akıllı kart soygununa karşı
çıktıkları için, kimisine de Uludere
katliamını protesto ettikleri için
soruşturma açtılar. Soruşturma
açılan öğrenciler çeşitli sürelerde
uzaklaştırma cezaları alırken
bazı öğrencilere bu soruşturma
sonucunda 3 kere okuldan
uzaklaştırma cezası verildi. 3 kere!
“Ağır ceza hakimi misin öğretim üyesi
misin anlamadık hocam!” diyesi
geliyor insanın. 3 kere ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası gibi bir şey mi
bu nasıl bir şey?
Bu tip disiplin cezaları için idare
mahkemesine gidip yürütmeyi
durdurma kararı almanın yolu
normalde açık oluyor ve böylece
birçok öğrenci haksız cezalara karşı
mahkemede hakkını arayabiliyordu.
Genellikle ciddiyetsiz ve keyfi
şekilde verilen bu cezalar kimi
zaman usulen bile hukuksuz oluyor,
hukuki bir incelemeye alınınca
kolayca bozulabiliyordu. MKÜ’deki
bu disiplin soruşturmasını açanlar
bunu akıl etmişler ki itiraz yolunu da
kapatmak için 3 kere ceza vermişler.
Bu cezayı verenlerin bilim insanı
kimliğine sahip olması ne kadar acı.
Kendilerini genç-İMO
konsey olarak tebrik ediyoruz.
Yükseköğretim disiplin
yönetmeliğine yeni bir soluk getirip
tüm baskıcı üniversite yönetimlerine
örnek oldukları için onların önü
çok açık bundan sonra her yerde
işleri rast gidecektir bundan eminiz.
Başarılarının devamını diliyoruz.
Bu soruşturmada ceza alan
öğrencilerden birisi de gençİMO konsey üyesi Mahir Esmer
arkadaşımızdır. Haksız cezaya karşı
bütün MKÜ öğrencisi arkadaşların
yanında olduğumuzu buradan
kamuoyuna duyuruyoruz.
Son dönemde odamızın yetki
alanları mevcut hükümet tarafından
bilindiği gibi Kanun Hükmünde
Kararnamelerle değiştirildi. Yapılan
değişiklikle 636 sayılı “Çevre, Orman
ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname”de “Yerleşmeye, çevreye
ve yapılaşmaya dair imar, çevre, yapı
ve yapım mevzuatını hazırlamak,
uygulamaları izlemek ve denetlemek,
Bakanlığın görev alanı ile ilgili
mesleki hizmetlerin ve bu meslek
mensuplarının kayıtlı oldukları meslek
odalarının mevzuatını, norm ve
standartlarını hazırlamak, geliştirmek,
uygulanmasını sağlamak, ilgililerin
kayıtlarının tutulmasını sağlamak”,
bakanlığın görevleri arasında
sayılmaktadır. Oysa yukarıda sayılı
olan birçok yetki alanı İMO’yu bir
mühendis derneğinden ayıran
önemli notlardı. Bugün görüyoruz
ki, AKP hükümetinin en önemli
amacı kentlerimizin, ormanlarımızın
ve doğal kaynaklarımızın kar hırsı
için dönüştürülmesinin önündeki
engelleri kaldırmaktır. Yetkisi
kısıtlanan bir İMO’nun doğa
katliamlarına neden olan HES’ler,
yoksulları evinden eden kentsel
dönüşüm ya da mesleğimizi
doğrudan ilgilendiren daha birçok
konu hakkında da direncinin
kırılacağı düşünülmektedir. Bu
inancı boşa çıkarmaksa biz inşaat
mühendisliği adayları olan genç-İMO
üyelerine düşmektedir. Önümüzdeki
dönem genç-İMO olarak da
bulunduğumuz her yerde KHK’ları
açıklayacak odalara yapılan bu
saldırıların hedefinin ve amacının ne
olduğunu her yerde anlatacağız.
3
GENÇ-İMO ÖĞRENCİ KONSEYİ
Yine deprem(!)
Yine deprem… Bir kez daha acı
yüzünü gösteren deprem bu kez
de 7,2 büyüklükteki şiddetiyle Van’ı
vurdu.
Bizler ne kadar unutmak istesek
de deprem kendini unutturmuyor.
Alınmayan önlemleri hatırlatırcasına
yine vuruyor, yine vuruyor. Birçok
bina ağır hasar gördü, bazıları da
tamamen yıkıldı. Ama olan yine
insanlara oldu. Yine deprem değil
yapı öldürdü.
genç-İMO olarak biz de elimizden
geldiğince depremzedelere
yardımlar için katkı sunduk.
Deprem Türkiye’nin her ne kadar
doğusundan, Van’dan gelmiş olsa da
bizi üzdü. Ne yazık ki, Van’daki valilik
yardım organizasyonu baştan aşağı
fiyaskoydu. Diğer illerden gelen
yardımlar başta depremzedelerin
ihtiyaçları gözetilmeksizin
4
AKP’nin Kürt politikasına bakış
açısı doğrultusunda düzenlendi.
Van belediyesi özellikle yardım
organizasyonları dışında
tutulmak istenirken, valiliğin
organizasyonlarında birçok insan
kısa zaman içerisinde çadır elde
edemedi, satın almak zorunda kaldı.
Ya da daha acısı villaların önündeki
çadırlara uzaktan bakmak zorunda
kaldı. Üstelik sadece çadır için de
değil diğer tüm temel ihtiyaçların
organizasyonunda da aylarca büyük
sıkıntılar yaşandı. İnsanların açtıkları
yardım kutularından taş, sopa ve
bayraklar bile çıktı.
Hükümetinse deprem konusunda
yaptığı açıklamalar tamamen
bilimsellikten uzak “Bu çayı bende
içiyorum.” diyen açıklamalara benzer
şekilde oldu. Çevre ve Şehircilik
Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın “Şu
anda Türkiye’de deprem bakımından
en güvenli il Van’dır.” açıklamasının
ardından ikinci depremin olması
bunun güzel bir örneğidir. Anladık
ki, hükümetin depreme yaklaşımı
aynı yere ikinci kez yıldırım düşmez
sözünün daha ötesi değildir. Oysa
çözüm devletin tüm kurumlarını
alarma geçirip, yardım için kriz
merkezi kurmak değil, deprem
gerçekleşmeden önce önlem
almaktır. Depreme, deprem sonrası
için hazırlıklı olmak değil, öncesinde
hazırlıklı olmaktır. Şehirlerimizi
depremle yaşanabilir hale getirmektir.
Çözüm bu konuda en yetkin kurum
olan İnşaat Mühendisleri Odası’nın
söylediklerini duymaktır.
Tüm bu üzüntülerin yanı sıra
“Deprem her ne kadar doğu Van’dan
gelse de bizi üzdü.” diyen spikerler.
Van’da yaşayanların her şeyden
genç-İMO Bülten 2012 / Sayı: 6
önce insan olduklarını unutup “İyi
olmuş, hak ettiler”, “Darısı Diyarbakır,
Hakkari; Mardin gibi diğer doğu
illerinin başına.” diyen vicdansızlar.
Bunlar böyle zor bir zamanda
bizim üzüntülerimize üzüntü katan
çirkin cümleler. Şimdi beraberce
destek olmamız gerekirken, oradaki
kardeşlerimize yardım etmemiz
gerekirken neler duyuyoruz, nelerle
uğraşıyoruz. Yazık…
Halkımızın aylardır yaşamadığı
zorluk kalmadı. Depremin
üzerinden onca zaman geçmesine
rağmen uzun süre çadırlarda
ve Mevlana evlerinde yaşadılar.
Evlerinden uzaklaşmak istemeyen
vatandaşlarımız evlerinin bahçesine
kurdukları çadırlarda sobayla
ısındılar. Gece bunlardan çıkan
kıvılcımlar yangın çıkmasına sebep
oldu. Depremin verdiği hasar henüz
çok tazeyken birde yangın öldürdü.
Çadır kentlerde ki vatandaşlarımızda
elektrikli sobayla ısınmaya çalıştılar.
Fakat -18 -20 dereceyi bulan hava
şartlarında elektrikli ısıtıcılar onları
ne kadar ısıttı! Depremzedeler
için konteynırlarsa bütün bir
kış geçtikten sonra ancak yazın
başlarında verildi.
Hala dışarıdan gelen taşıma
suyla yemek, banyo ve temizlik
ihtiyaçlarını karşılıyorlar. On binlerce
insan yaşam için en önemli ihtiyaç
olan suyu sırayla kullanmak zorunda.
Bizler her gün musluklarımızdan
tonlarca suyu akıtırken, onlar sadece
sıraları geldiğinde kullanabiliyorlar.
Bunların yanı sıra eğitimde
yaşanan aksaklıklar da vardı. Her
ne kadar giderilmeye çalışılsa
da binlerce öğrencinin yaşadığı
şehirde bu aksaklıklar tam
anlamıyla giderilemedi. Öğrenciler
öğrenimlerine sağlam binalarda
ve çadır kentlerdeki çadır sınıflarda
devam etmek durumunda kaldı...
Kış koşullarının ağır olmasından
dolayı taşımalı sistemde okuyan
öğrencilerin belki de birçoğu okula
genç-İMO Bülten 2012 / Sayı: 6
devam edemedi. Fakat kamuoyuna
herhangi bir haber yansımadığı
için bugüne kadar tam olarak ne
yaşandığını bilememekteyiz.
Depremin ardından ortaya
çıkan kentsel dönüşüm tartışmaları
afet yasasıyla tüm Türkiye çapında
bir rantsal dönüşümün habercisi
oldu. Deprem sonrası denetimsiz
yapılaşmanın tek sorumlusu olarak
mühendislerin hedef gösterilmesine
alışıktık. Bu defaysa Van depremi
sonrası kaçak yapılaşmanın çözümü
olarak mecburi bir kentsel dönüşüm
projesi hazırlandı. Oysa depreme
dayanıklı yapılaşmayı sağlayacak
gerçek bir kentsel dönüşümün
insanların barınma hakkını
gözetmesi, yoksul mahallelerde
yaşayanların şehrin daha da dışına
atılmasını önlemesi gerekmektedir.
Kentsel dönüşümdense depremden
önce şehirlerin depremle yaşanabilir
hale getirilmesi gerekmektedir.
Deprem yaşadıktan hemen
sonra ülkemiz çok büyük bir
duyarlılık göstererek sürekli bir
yardım akışında bulundu. Fakat
bir süre sonra Van’a gösterilen
alaka azalmaya başladı. Şu an
Kızılay ve devletin götürdüğü
yardımlarda yeterli seviyede
olmadığı düşünülmekte. İnsanlarsa
bu koşullarda yaşamlarına devam
etmek durumundalar.
Orada yaşayan halkımıza tekrar
büyük sabır diliyor ve bir an önce
yaşam koşullarının en iyi seviyeye
getirilmesini temenni ediyoruz.
genç-İMO 5. ÖĞRENCİ KONSEYİ
5
R Ö P O R TA J : D İ L A N TA Ş G İ T
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
Yrd. Doç. Dr. Hamiyet Özen:
Trabzon kenti çarpık kentleşmenin
çarpıcı bir örneği
Hocam siz ilk dönemlerde
şehrin(Trabzon) topografik eğimine
rağmen yerleşimin çok başarılı
olduğundan bahsettiniz. Son
yıllarda ise nüfusun artmasıyla
beraber çarpık yapılaşma gibi sorun
ortaya çıktı. Sizce bu durumun sosyal
sonuçları neler?
Tabi çarpık yapılaşma Türkiye’deki
bütün kentlerin sorunu. Trabzon’da
da bu 1950’lerden sonra ve
60’larda hızlanarak devam eden bir
durum. Trabzon’da ilk başlardaki
yapıların bozulması bence çok
göç aldığından dolayı ortaya
çıkmamış ama belediyenin imar
işleri, yolu genişletme vs. gibi
şeylerden ortaya çıkan tahribatlar
olmuş. Meydanda bir opera binası
varmış örneğin, meydan parkın
köşesinde eski belediye binasının
6
karşısında ve opera binası yıkılmış
yol genişletilmek için. Gazipaşa’nın
çıkışında tarihi Şems Otel varmış.
Yine o da yol genişletilmek amacıyla
yıkılmış. Dolayısıyla bazı şeyler nüfus
artışı ve yeni yapılaşma alanları
açalım mantığıyla olmamış. Bunlar
daha farklı nedenlerden dolayı
yıkılmışlar. Günümüze geldiğimizde
tabi günümüzde mekânsal sıkıntı
yaşandığı için belki çarpık yapılaşma
daha da hızlanmış. “Arazi yetmiyor
napalım” deyip düşeyde yükselmeye
yönelim oluşmuş. Bu sefer de
yapıların katsayıları artmış. 13-14
katlı yapılar yapılmış. Çok eskiden
planı yapılmış olmasına rağmen
belediyelerin müdahaleleriyle
planlar değiştirilmiş. Yapılan 5 yıllık
planlar ve tadilat imar planlarıyla kat
sayıları arttırılmış. Dolayısıyla bazı
bölgeler birazcık yaşanmaz yerler
haline gelmiş durumda. Yine belki
de Trabzon’un en yaşanılan yeri eski
çekirdeği. Çünkü o sokak dokusu vs.
duruyor. Ama Boztepe’ye çıktığınızda
Beşirli tarafına gittiğinizde, Erdoğdu
yukarılarına yöneldiğiniz zaman
tarlaya imar alınmış ve binalar
bir anda yapılıp bitiriliyor. Ama
binanın yolu yok. Bu olayın birebir
örneği kendi ailemde yaşandı.
Babamların yaşadıkları evin bir anda
yolları kesildi anlayamadığımız
bir şekilde. Birisinin tarlasıymış.
İzin alınmadığı için belediye karşı
tarafla hiçbir anlaşma yapmamış,
masa üstünde bir plan yapmış
ama halbuki burası birinin arsası.
Dolayısıyla insanları bu mekansal
sıkışıklıklar zora sokuyor. Mesela
otopark büyük bir sorun Trabzon’da.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
Ev alıyorsunuz otoparkınız yok,
araç koyacağınız yer yok. Bunlar
da sıkıntı yaratıyor. Zeminler
sağlam mı? Bu çok düşünülmüyor.
Zemin etütleri yapılıyor. Ama
belli bölgelerin zemininin sağlam
olmadığı söyleniyor. Ama buralarda
son derece yüksek katlı yapılar
yapılıyor. Çok sayıda irili ufaklı
depremler oluyor Türkiye’de.
Tamam, biz 4. kuşaktayız. Siz de
okuyorsunuz, biliyorsunuzdur.
Depremden uzaktayız. Ama
Erzurum’da, Erzincan’da şiddetli bir
deprem olsa bizi de etkiliyor. Bu
kadar eğimli topografyaya böyle
bir müdahale yapıp yüksek katlı
yapıları yaptığımızda herhangi bir
zemin sarsıntısında bir tahribat
mutlaka olacaktır. Eskiden insanlar
belki bu kaygıları taşımıyorlardı.
Ama bu yıkıcı depremlerden sonra
şimdi herkesin aklında bir soru
işareti oluyor. Mesela benim evimin
yakınlarında oturan arkadaşlarımla
konuştuğum zaman ciddi kaygıları
oluyor. Burada bir sarsıntı olsa biz
ne yaparız diye korkuyoruz. Çünkü
blok blok evler, üst üste üst üste ve
inanılmaz istinat duvarları yapılarak
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
bunlar inşa ediliyor. Bu da insanların
sosyolojik olarak etkilenmelerine
neden oluyor. Tabi görüntü kirliliği
bir yandan da balkonunuzdan
çıkıyorsunuz denizi göremiyorsunuz,
YRD. DOÇ. DR. HAMİYET ÖZEN
Mimarlık Fakültesi - Mimarlık Bölümü
Restorasyon Anabilim Dalı Başkanı
Lisans eğitimini 1985 yılında
Karadeniz Teknik Üniversitesinde
tamamladı, yüksek lisans(1990) ve
doktora eğitimini(1994) Texas Tech
Universitesinde gerçekleştirdi.
Bulunduğu görevler: Mimarlık Bölüm
Başkan Yardımcılığı Karadeniz Teknik
Üniversitesi 1996-1998
Mimarlık Bölüm Başkan Yardımcılığı
Karadeniz Teknik Üniversitesi 2003
(devam ediyor )
Rölöve ve Restorasyon Anabilim Dalı
Başk. Karadeniz Teknik Üniversitesi
1999-2003
karşınızdakinin camına bakıyorsunuz
veya bilmem başka yere. Kirlilik,
hava kirliliği Türkiye’nin en yeşil
bölgesinde kömür dumanı
solumanıza sebep oluyor. Yani metre
kareye düşen nüfusu arttırdığınız
zaman sorunlar da giderek artıyor.
Yeşil alanınız hiç yok. Çocuk oyun
alanınız yok. Çocukları da düşünmek
gerekiyor. Kadınları düşünmek
gerekiyor. Bir çoğu ev hanımı
Trabzon’daki kadınların; bunların
sosyalleşeceği mekanları, parkları
düşünmek lazım. Trabzon’u kent
olarak dolaştığınızda belki şimdi
şimdi yeni bir şeyler yapılmaya
çalışılıyor. Ama çok yetersiz.
Engellileri düşündüğünüz zaman son
derece başarısız bir kent. Hepimiz bir
gün engelli olacağımızı düşünürsek;
ya da sokaklarda dolaşmak, yürümek
isteyen bir annenin çocuk arabasıyla
Trabzon sokaklarında dolaşırken
neler çektiğini anlamak sorunun
boyutlarını da daha iyi göz önüne
serecektir. Tanjant yoluna gelelim
örneğin, kentin orta yerinden
geçirildi. Tamam yapıldı diyelim
ama sonuç olarak bir kot farkı çıktı
ortaya. Yukardan gelen bir yaya
7
engelliyse veya çocuk arabasıyla
gelen biriyse merdivenlerden
aşağıya inmek zorunda. Yani alt
bağlantılarında bir rampa yok, hiç
bir şey yok. Dolayısıyla bunlar da
sıkıntı yaratıyor. İnsanların kullandığı
kent mekanlarının bu kadar çarpık
yapılaşmaya sahip sokak dokusunun
oluşturulması burayı insan odaklı
kent olmaktan çıkarıyor. Kentin
birazcık insan ölçekli ve insan odaklı
olması lazım. Çünkü her yere araçla
gitmiyorsunuz. Trabzon küçük bir
kent. Yürüyerek gitmek daha kolay
oluyor ama ulaşmak erişmek çok zor,
kaldırımların standartları yetersiz.
Dediğim gibi her yere araçlar park
ediliyor, yayaların hiçbir hakkı
yok gibi. Yaya geçitleri düzensiz,
ışıklı olan yerler düzensiz. Sadece
yapıların çirkinliğini düşünmek
yetmiyor. Yapıların çevreleri de
önemli yani o çevre, o alt yapıyı
sağlamak gerekiyor ki o zaman
sağlıklı bir kent olsun, insanlar orda
rahat hareket edebilsin.
Günümüzde çarpık yapılaşmaya
çözüm olarak kentsel dönüşüm
görülüyor. Siz bu konuda neler
8
söyleyeceksiniz?
Kentsel dönüşüm bütün
dünyanın konuştuğu bir konu, tabi
olması gereken de bir şey. Çünkü
kentleri düşünün bir metabolizma
gibi kuruluyorlar, büyüyorlar,
gelişiyorlar ve ondan sonra yaşlanma
sürecine giriyor. Mutlaka bir
rehabilite etmek gerekiyor, bakım
yapmak gerekiyor. Ama acaba
bizde uygulandığı gibi mi yapmak
gerekiyor? Bir yeri yıkıyorsunuz ve
oraya yeni bir yapı yapıyorsanız
bu bence dönüşüm olmuyor. Bu
yeniden yapma oluyor. Dönüşüm
demek bir şeyi bir şeye dönüştürmek
yani onu bozmadan dönüştürmek
anlamına geliyor. Bir yerleşke varsa
o yerleşkenin karakterini koruyarak
orayı rehabilite etmek, daha
yaşanılabilir bir hale getirmek tam
anlamıyla. içinde yaşanılan binalar
işlevsel olarak ömrünü tüketmişse
başka bir işleve dönüştürmek ve o
işlevle hayatlarını devam ettirmeyi
sağlamak veya yapıları güçlendirmek
gibi ve sokak sağlıklaştırması, cephe
sağlıklaştırması gibi uygulamalarla,
belirli çözümler üreterek
dönüştürmek bazı alanlarda gerekli.
Mesela Trabzon’da vadilerimiz var,
vadilerde zaten yerleşke yokmuş
tarihinde. Dolayısıyla buraların
boşaltılması doğru bir karar. Çünkü
nefes alma yerleri kentin, buralar
boşaltılmalıydı doğru bir karar.
Tartışılan şu olabilir boşaltıldıktan
sonra yapılan projeler daha iyi
olabilir miydi, daha farklı olabilir
miydi ya da kötü yönleri tartışılabilir
ama oraların boşaltılması gerekli
bir şeydi. Yoğun yerleşime,
köklü bir yerleşkeye sahip olan
yerlerde mesela Trabzon’da şu an
gündemde olan çömlekçi projesi
var. Çömlekçi Trabzon’un liman
arkası eski yerleşmelerinden biri.
İçinde iki tane kilise var, şapel var.
Eski papaz evi ordaymış. Dolayısıyla
hem gayrimüslim zamanında hem
müslümanların geldiği dönemde
bir yerleşme alanı, orda bir doku söz
konusu bozulmuş olsa bile. Şimdi
burayı yok sayıp da sıfırdan yapmak
bence dönüşüm olmuyor yeniden
yapmak oluyor. Dolayısıyla bu
konularda biraz hassas davranmak
gerekiyor. Dönüştürürken kentin
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
belleğini silmemek gerekiyor.
Çünkü kentin bir belleği var,
ruhu var. Orda yaşamış insanlar
var ve yaşanmışlıklar var. Bizim
yaşama şeklimiz yapılarımızla bir
belge olarak kalıyor. Bu yapıları
yıkıp yok ettiğiniz zaman o fiziki
mekana yansıyan anılarımız,
yaşanmışlıklarımız ortadan kalkıyor.
Düşünün tanjant yolu yapıldığında
benim küçük kardeşimin ilkokulu
yıkıldı. Şimdi bir ilkokulu yok. İlerde
çocuklarına diyemeyecek ki ben
şu okulda okumuştum. Sadece
ismi kaldı, fotoğrafı kaldı. Bunlar
toplum belleği için önemli şeyler.
Hem de köklü bir okul ise, köklü bir
mahalle ise bunun izlerini gelecek
kuşaklara aktarmakta her zaman
yarar var. Sıfırladığınız zaman hiçbir
şey kalmıyor. Bu da hoş bir şey değil.
Kentin her dönemi kötü yapılaşma
bile olsa o kentin tarihidir. 70 ile 80
yılları arası çok çarpık bir kentleşme,
90’dan sonra çığırından çıkmış
yapılaşma varsa o da bu kentin
tarihi. Onu yok saymakta birazcık
tarihe karşı sorumsuzluk gibi bir şey.
Orayı da yaşamış bu kent. Üstelik
bu dönüşüm alanlarının pek çoğu
mesela bizim kentimizde planlı
alanlar. Şimdi vadiler gecekondu
alanı, plan dışı veya bazı şehirlerde
plan dışı gecekondu alanları
oluşmuş. Ama Trabzon’daki planlı
alanlar yani siz imar planı olan alanı
sıfırlayıp yeniden yapıyorsunuz.
Buna birazcık dikkat etmek lazım.
Çünkü o nüfusu alıyorsunuz başka
yere taşıyorsunuz, oraya başka bir
nüfusu getiriyorsunuz. Düşünün ki
80 yaşındaki bir insanı oradan alıp da
bir başka yere götürdüğünüz zaman
sıkıntılı, yani bir saksıdan bir bitkiyi
söküyorsunuz ki ben bunu bu sene
yaşadım. Üç tane bitkim öldü. Daha
iyi bir toprağa koydum gelişsinler
diye bir hafta sonra hepsi öldü.
Dolayısıyla belli bir yaşın üstündeki
insanları oradan koparıp da başka bir
yere götürdüğünüz zaman onun kök
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
salması artık imkanı yok. Yeni yaşam
kurması çok zor.
Siz de kentsel dönüşümün
yapılması gerektiğinden
bahsettiniz. Aynı şekilde bende öyle
düşünüyorum. Ama sizce kentsel
dönüşüm yapılırken rantsal bir çıkar
söz konusu mu ve Trabzon’daki bu
projeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Birkaç tanesinden bahsettim.
Vadilerin boşaltılması olumlu bir
şey. Ama yapılacak projeler daha iyi
olabilirdi veya olacaktır. Tabakhane’yi
henüz görmediğimiz için yorum
yapamayacağım, Çömlekçiye
gelirsek evet rehabilite edilmesi
gerekiyor. Özellikle yol şeridindeki
sosyal konaklama mekanları, onlar
sonradan yapılmış. Ama acaba arka
doku biraz daha ıslah edilme yoluna
gidilebilir mi? Sıfırdan ele alınması
yerine. Narlıbahçe dedikleri yer
şu andaki Varlıbaşın arka tarafına
doğru, orda bir düzenleme yapılmak
isteniyor,tamamen yıkıp yapma
yerine. Rant var mıdır diye sorarsak?
Şimdi yapı yapılan her şeyde rant
mutlaka var. Siz de meslek icabı
bunu biliyorsunuz, öğreneceksiniz
de mutlaka. Ama o rantı nasıl
kullanıyorsunuz, kimden yana
kullanıyorsunuz. Yani oradaki halkı
mağdur ediyor musunuz veya bu
kentliyi mağdur ediyor musunuz.
Çünkü sonuçta bunların hepsi kentin
kullandığı mekanlar. Dolayısıyla
kamu yararını göz önüne alarak
projelendirme yapılırsa ve herkesin
bu mekanları kullanmasına olanak
tanınırsa, orda yaşayan halk mağdur
edilmezse konut alanında vs. o
zaman yapılabilir. Dediğim gibi rant
mutlaka olacaktır. Dünyanın her
yerinde de bu var. İnşaat işinde rant
var, yok denirse hiç gerçekçi olmaz.
Bunun nasıl kullanıldığı önemli.
Halktan aldığını halka daha fazla
verirsen burada bir sıkıntı zaten
olmaz veya oradaki insanları mağdur
etmezsen. Yani istimlak bedeli
ödüyorsun minimumdan ödüyorsun
o zaman insanlar mağdur oluyor.
Orda bir evi varsa başka bir yerde
ev sahibi olabilmeli. Kiracıysa ne
yapacak. Buna bir çözüm üretilmeli.
Dediğim gibi getirim mutlaka
olacaktır bunu nasıl kullandığınız
önemli.
Son olarak söylemek istediğiniz
bir şey var mı?
Kentler hepimizin. Meslek
ayırmamak gerekiyor. Özellikle kentli
olarak düşündüğümüzde çevremize
duyarlı olmamız gerekiyor. Bunu
hem yapısal olarak hem mekan
kullanımı açısından düşünerek daha
duyarlı daha insan odaklı, yaşanabilir
mekanlar yaratma derdinde olmamız
gerekiyor. Gördüğümüz bir sorun
kentteki bir aksaklık bizim de
sorunumuz olması gerekiyor. Bugün
benim değil diye geçmemeliyiz.
İnşaat mühendisi de kafa yormalı
eğer bir yanlış varsa mimarı da
sosyal konularda çalışanı da, şehir
plancısı da kentte yaşayanı da. Bunu
biz bazen konuşuyoruz bütün suçu
mimarlara atıyorlar. Mimarların
yüzünden bu kent bu hale geldi,
sizin öğrencileriniz yüzünden.
Halbuki öyle değil bizim öğrencimiz
birine proje yapıyor ve talep geliyor.
Yani mal sahibi diyor ki ben böyle bir
şey istiyorum. Para benim değil mi
ben böyle yaptıracağım. Mimarlarda
para kazanmak zorunda aç gezecek
hali yok ya. Dolayısıyla hepimizin
duyarlı olması gerekiyor. En önemli
şey bu. Duyarlı olalım yanlış
gördüğümüz bir şey varsa şikayet
edelim. Öğrenci olarak okulda
öğrendiğimiz bilgilerin yanında
topumun bir parçası olduğumuzu
yaşadığımız kentin bir parçası
olduğumuzu ve ona her bakımdan
katkı verebileceğimizi düşünerek
toplumsal olaylara daha duyarlı
sivil toplum örgütlerinin içinde bu
sorunları ele alan kuruluşların içinde
katkı verme yolunda ilerleyelim
derim.
9
C A N D U R N A - VA H İ D E N A Z A R YE N G Ü N E R
AT I L I M Ü N İ V E R S İ T E S İ
Ankara’nın
Trafik Sorunu Dosyası
genç-İMO Ankara Şube’de
toplantılar için genelde Salı
günleri 18.00–18.30 için
sözleşilir, ancak eğer okulda son
saatte dersiniz varsa, toplantıya
zamanında yetişmek neredeyse
imkânsızdır. Ankara’nın trafik
sorununa eğilme fikri de,
başlaması geciken bir toplantı
gününe denk gelmişti. Sonuçta
hepimiz inşaat mühendisi
olacaktık ve okullarımızda trafik
mühendisliğine giriş derslerini
birçoğumuz almıştık. Sorunun
genişçe ele alınıp, anlaşılabilmesi
için; akademisyenlerin görüşleri,
sorumlu ve yetkili kişilerin
söyleyecekleri ve halkın
düşünceleri olarak 3’e bölünmesi
iyi olacaktır.
Bu bölümün ilk kısmında Atılım
Üniversitesi’ndeki arkadaşlarımız
Can Durna ve Vahide Nazar
Yengüner arkadaşlarımızın
Yrd. Doç. Dr. Cumhur Aydın
Hocamızla yaptıkları görüşmeyi
aktaracağız.
Ankara’nın çözüm bekleyen bir
trafik sorunu var mı, varsa sebepleri
nelerdir?
Kuşkusuz var. Bunu mutlaka
bir akademisyenin tespit edip
açıklaması kıymetli ama zaten fiilen
Ankara’da yaşayanlarda böyle ağır
ve kapsamlı bir trafik sorununun var
olduğunu biliyorlar. Bunun birçok
nedeni var. Ancak önce sorunun ne
olduğunu kısaca bir tanımlayalım
daha sonra neden ortaya çıktığını
da belirtelim. Ankara’daki trafik
sorununun en temel nedeni hemen
hemen bütün şehir içi seyahatlerinin
binek aracı ağırlıklı yapılıyor
olmasıdır. 1990’ların başından
bu yana mevcut metro hatlarının
üstüne ne yazık ki hiçbir ilave hat
açılamadı. Bir kısım çalışmalar yapıldı
ve yapılıyor ancak hepimiz biliyoruz
ki bu yeni hatların oluşturulmasında
çok önemli finansman sıkıntıları
çekildi ve şimdi ulaştırma
bakanlığına devri söz konusu oldu.
Dolayısıyla geçtiğimiz 20 sene
içerisinde yeni hiçbir metro hattı
açılamadı. Son derece sınırlı Ankaray
ve Ankara metrosunun Kızılay Batıkent hattı elimizde mevcut. Bu
da bütün seyahatlerin kent içerisinde
otomobillerle ve önemli sorunları
olan otobüslerle yani yer üstünden
yapılması sonucunu doğuruyor.
Bu dahi artan trafik yoğunluğunda
çözüm bulunabilen sorunlar arasında
kalabilirdi. Ancak ne yazık ki mevcut
belediye yönetimi sorunu daha da
ağırlaştıracak adımlar attı. Motorlu
taşıt trafiğinin kent içerisinde trafik
mühendisliği prensipleri içerisinde
yönetilmesini imkânsız hale
getirecek bazı kavsak düzenlemeleri
yaptı. Biz bunu kamuoyunda da
bilinen şekliyle katlı kavşaklar veya
battı-çıktılar olarak ifade edebiliriz.
Yine uzman kimliğimizle biliyoruz
ve yurt dışındaki tecrübelerden de
görüyoruz ki katlı kavşaklar özellikle
kent içlerinde motorlu taşıt trafiğinin
istenmediği halde kentin değişik
10
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
arterlerini daha fazla kullanılmasına
ortam yaratıyor. Belki de en olumsuz
tarafı trafiğin yönetilme imkânını
ortadan kaldırıyor yanı bir noktaya
katlı kavsak yapıldığında bir sonraki
noktada yanı bir sonraki kavşakta
da benzer gereksinimler ortaya
çıkıyor. Buna yetişme cabası hem
kaynakların doğru kullanılmama
sonucunu doğuruyor hem de yoğun
araç trafiğinin bir kaç noktadan
kontrolsüz geçtikten sonra diğer
noktada birikmesi sonucunu
doğuruyor. Dolayısıyla toparlayacak
olursak son 20 yılda toplu taşımaya
ve raylı sisteme ilişkin neredeyse
hiç bir iyileştirme yapılmazken
motorlu taşıt trafiğini yönetecek
unsurlarda ortadan kaldırıldı. Yani
Ankara’da çifte olumsuzluk yaşadık
ve yaşıyoruz. Diğer sorunlarımıza
geçmeden bu neden başımıza geldi
hemen konuşmanın başında bunu
da saptamak doğru olacaktır. Ne
yazık ki, 5 milyonu aşkın insanın
yaşadığı Ankara kentinin Büyükşehir
Belediyesi ve sayın belediye başkanı
trafik mühendisliği gibi bütün
dünyanın son derece önemsediği
ve büyük bir dikkatle prensiplerini
uygulamaya çalıştığı bir alanda
tamamen kişisel, uzmanlık birikimine
ve bilimsel yaklaşıma ters düşen,
trafik mühendisliği prensiplerinin
en ufacık bir ayrıntısını dahi dikkate
almayan bir yaklaşım içerisinde.
Bu biraz önce ifade ettiğim gibi
hem doğru olmayan bir kısım
uygulamaları Ankara’ya dayatıyor,
hem de son derece sınırlı kaynakların
har vurup harman savurulması
sonucunu doğuruyor. Keşke yapılan
yanlışlar ve ortaya çıkardıkları
olumsuzluklar son 20 yılla veya
2012 ile sınırlı olsaydı. Bu Ankara’nın
bundan sonraki 20–30 senesini
büyük bir sıkıntı ve keşmekeş
içerisinden geçirmesi sonucunu
doğuracaktır endişemiz ve tespitimiz
bu yöndedir.
Siz sorunun kaynağının yerel
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
yönetimlerin yanlış politikaları
olduğunu belirtmiştiniz. Bu
bağlamda direkt olarak Ankara’nın
trafik sorununu Ankara Büyükşehir
belediyesine mi bağlamalıyız. Bunun
akabinde en acil çözüm bekleyen
sorunumuz sizce nedir ve çözüm
önerileriniz ne yöndedir?
Neredeyse var olan trafik
sorununun tamamını Büyükşehir
Belediyesi’nin yanlış politikalarına
bağlıyorum çünkü arada bir
yönetim değişikliği olmadı hepimiz
biliyoruz ki 90lı yılların başından
bugüne kadar Sayın Melih Gökçek
yönetimindeki belediye Ankara’nın
trafik ve ulaştırma yatırımlarını
yönetiyor ve yönlendiriyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki merkezi
bakış acısı hayatta kalabilseydi;
Özellikle kent planlamasına yönelik
merkezi idarenin bilgi birikimi ve
uzmanlığının yerel yönetimlere
aktarılması şansı elimizde olsaydı
o zaman belediyeyi yönlendirmek,
belediyenin yanlışlarını yasal
unsurlar takıp ve onu doğruya
doğru yönlendirmek mümkün
olacaktı. Ne yazık ki yasada daha
önce var olan bir kısım kontrol
mekanizmaları da önemli ölçüde
elden çıkarıldı ve yine kabul edelim
ki meslek örgütlerinin çabalarının
dışında, hükümetler özellikle
Ankara Büyükşehir Belediyesine
son 10–15 yıldır somut yanlışları,
hataları ve bilim dışı uygulamaları
ortadayken ve neredeyse herkes
tarafından çok net izleniyorken
hatta bununla ilgili sayısız
dosya ve rapor ortaya çıkmışken
herhangi bir yasal müdahalede
de bulunmadılar. Dolayısıyla
belediye yönetiminin yanlışlarını
ve hatalarını merkezi idarede
paylaşıyor. Sonuç olarak tek başına
şu kişi veya kurum sorumludur
demek çok doğru olmayabilir. Bir
ülkenin başkentinden giderek
ağırlaşan bir ulaşım sorunları varsa
ebetteki bundan merkezi idarede
sorumlu tutulabilir. Sorunuzun ikinci
kısmına dönecek olursak, çözüm
olarak önce bir tespit yapalım.
Küçük anlık müdahalelerle önemli
iyileştirmeler yapmak sahiden çok
kolay değil. Örneğin yeni bir metro
ağı hizmete alınamadı diyoruz.
İnşaatı devam eden yatırımlara
baktığımızda bunlarında kendi
içerisinde devam eden olağanüstü
problemleri olduğunu görüyoruz.
Kızılay’ı, Bahçelievler’i büyük
bir yerleşim yeri olan Ümitköy’e
taşıyacak olan hat neredeyse mevcut
Eskişehir yolu güzergâhında takip
etmektedir. Bunun çok önemli yolcu
besleme sorunları yaratacağını
görüyoruz dahası eğer bu hat bu
şekilde seçildiyse ve karayolunu
takıp edecekse o zaman neden
birçok dünya örneğinde olduğu
gibi yer üstünde çok daha küçük
bir maliyetle ve çok daha kısa bir
surede bunu hizmete açma yoluna
gidilmedi. Yani yüksek maliyetle
hat esas talebin bulunduğu yerlere
gidilebilecekken böyle bir çalışma
yapılmadı. Benzer şekilde Batıkent’i
sonraki istasyonlara bağlıyacak
uzatma metro hatlarında da önemli
taşıma problemleri çıkacağını
öngörüyoruz. Devam etmekte olan
bir kısım ulaştırma yatırımlarının
çözüm olacağını umabilmekte çok
mümkün değildir. Çünkü onlar
planlanırken de yine bilimsel
unsurlara özen gösterilmedi.
Dolayısıyla çözüm kelimesini
11
andığımız anda en önemli parametre
bilimin referans alınmasıdır. Ne
yazık ki ben bir akademisyen
şapkasıyla mevcut yerel yönetimin
görevde kaldığı sürece bilimsel
unsurları dikkate alacağını hiç bir
şekilde düşünemiyorum. Ve keşke
bu mümkün olsaydı. Merkezi
yönetimin de bu konuda yerel
yönetimi zorlayacak veya bilimsel
inisiyatif alacak bir çaba içerisinde
gireceğini düşünemiyorum.
Maalesef bilimin referans alınması
yolunda karanlık bir tablo çiziyorum
ama bu sürekli bir şeyleri eleştirip
herhangi bir iyileştirme önerisinde
bulunmamakta biz bilim insanlarına
yakışmaz. Söyleyebileceğimiz en iyi
şey araca bağlı taşımaların mutlak
suretle ve ivedi bir biçimde toplu
taşıma hizmetlerinin standardı
yükseltilerek azaltılması önerisidir.
Eğer belediye otobüslerinin
durak-hat seçimi ve mevcut
karayolu ağımızın kullanımı
konusunda bilimsel bir çalışma
yapılırsa çok düşük maliyetlerle
mevcut toplu taşıma sisteminde
önemli rahatlamalar olacağı
düşünülebilir. Kavşaklarda büyük
yatırımlara girilmeden sadece
trafik mühendisliği prensiplerinin
uygulanması, yeşil-kırmızı ışık
sürelerinin trafik taleplerine
bağlı olarak tespit edilmesi ve
düzenlenmesi, kavşakların geometrik
düzenlemesinin yapılması, şerit
çizgilerinin düzenlenerek trafiğe
katılma ve ayrılmaların disiplin
altına alınması gibi basit çözümler
çok kısa bir sürede büyük önem
taşıyacak rahatlamaların kapısını
aralayacaktır. Fakat bunları her dile
getirdiğimizde belediye yönetimi
bunlar siyasi bir yıpratma ve
belli bir eleştiri odağının fikirleri
yorumunda bulunmaktadır. Mevcut
belediye yönetimi bilimin sesini
siyasi bir yorumla değerlendirdiği
için oturup tartışabileceğimiz,
çözüm sunabileceğimiz bir ortam
12
bulunmamaktadır.
Dünya başkentlerinin
trafik mühendisliğine bakışı ne
durumdadır ve bu konuda örnekler
verilebilir mi?
Eleştirilerimizin doğruluğunun en
önemli tespiti dünya başkentlerine
baktığımızda ortaya çıkıyor.
Görüyoruz ki, taşıt sahipliği ve araç
kullanımı bizden daha fazla olan
ülkeler bizim bugün yaşadığımız
sıkıntıların bir bölümünü 15–20
yıl önce yaşamışlar. Tespit etmişler
ki, karayoluna bağlı ulaşım sistemi
ve karayolu tabanlı iyileştirmeleri
hiçbir şekilde trafik sorununa
çözüm sunmuyor. Bu tespiti 10 yıllar
öncesinde yaptıkları için metro
hatları hizmete almayı 1900’lerın
başından başlayarak günümüze
kadar sürdüregelmişler. Toplu
taşımı kentlerde hayata geçirerek
yaygınlığını ve kullanılabilirliğini
arttırarak devam etmişler. Bilindiği
gibi Londra’da, Stockholm’de kent
merkezlerinin motorlu taşıtlarca
kullanılması azaltmaya yönelik
başka tedbirler devreye sokuluyor
örnek vermek gerekirse “ayak bastı”
ücreti niteliğinde merkeze giriş
ücretleri alınmakta, park ücretleri
artırılmakta. Bu kentlere seyahat
ettiğimizde göreceğiz ki, motorlu
taşıtların trafiğini katlı kavşaklarla ve
bir kısım palyetif adımlarla yönetmek
ve rahatlatmak mümkün değildir.
Trafik mühendisliği prensiplerinin
her kösede her metrede
uygulanmasını sağlamak ve bunun
için daha fazla uzman yetiştirerek
yerel yönetimlerde bu uzmanlara
çalışma ortamı sağlamak günümüz
dünyasının trafik mühendisliğinin
değişmeyecek bakış açısı ve
inancıdır.
Diğer büyük kentlerimiz İstanbul
ve İzmir ile karşılaştırdığınızda
Ankara’nın aynı sorun içerisindeki
yeri sizce nedir?
İstanbul ve İzmir’de başta çevre
yolları olmak üzere bütün ana
arterler karayolları genel müdürlüğü
tarafından bir kısım uluslararası
standartlar takip edilerek inşa
edildi. İşaretlemeleri ve diğer
trafik unsurları trafik unsurları yine
bu standartlara bağlı kalınarak
yapıldı. İstanbul ve İzmir’de trafik
yoğunluğunun çok daha fazla
ve sıkıntılı olmasına rağmen
disipline olmuş bir trafik ortamı var.
Ankara’nın trafik sıkıntısı İstanbul’la
kıyaslanamayacak kadar derin ve
köklü. Çünkü Ankara’daki bütün
karayollarımız ve caddelerimiz
hiçbir uluslararası standart takip
edilmeden inşa edildi ve trafik
mühendisliği standartları takip
edilmeden işletiliyor.
8.30–10.00 ve 16.30–18.30
saatleri arasında yoğunlaşan taşıt
trafiğine belirli kamu kuruluşlarının
mesai başlangıç ve bitiş saatlerinin
ileri-geri kaydırılması çözüm olabilir
mi?
Elbette ki çalışma saatlerinin
kaydırılmasının, servislerin
kullanımına başka bir disiplin
getirilmesinin önemli rahatlamalara
sebep olacağını düşünüyorum.
Çünkü kentlerin esas anlamda
sıkıntıları pik saatlerde ortaya
çıkmaktadır. Eğer şehrin pik
saatlerdeki yükü biraz olsun diğer
saatlere kaydırılabilirse trafikte
rahatlama olması doğal bir sonuç
olacaktır.
Böyle bir tartışma ortamı
sağladığınız ve kamuoyuyla
bu sorunu paylaşma imkânı
yarattığınız için sizlere teşekkür
ederim. Ağırlaşan trafik sorununa
çözüm bulabilmek için bıkmadan
usanmadan bu konuyu güncel
tutabilmemiz, tartışmamız ve
kamuoyu yaratmamız lazım.
Kamuoyunu bilinçlendirmek
konusundan bu küçük röportajınızın
büyük hizmetler vereceğini
düşünüyorum.
Hassasiyetinize ve ilginize
teşekkür ederim.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
ÖZGÜR TOSMAK
BALIKESİR ÜNİVERSİTESİ
Resmi rakamlara göre
yılda 7 bin iş kazasının olduğu
ülkemizde AKP’nin iş başına
geldiği 2002 yılından bu yana
10 bin 297 işçi iş kazalarında
hayatını kaybetti. Yaklaşık 16
bin işçi de sürekli iş göremez
hale geldi. 2002 yılından 2011
yılının ekim ayına kadar geçen
sürede, 706 bin 608 iş kazası
meydana geldi. Bu kazalarda 15
bin 961 işçi sürekli iş göremez
hale gelirken, 10 bin 297 işçi de
yaşamını yitirdi. 2008 yılından bu
yana 4 bin işçi çalışırken can verdi.
Sadece 2010 yılında ölen işçi sayısı
1500’e yaklaştı. Aynı yıl 2 bine yakın
işçi de iş göremez hale geldi.
Bu yazıyı yazdığımız dönem
içerisinde İstanbul İşçi Sağlığı ve
İş Güvenliği Meclisi nisan ayında
87 işçinin iş kazaları sonucunda
yaşamını yitirdiğini açıkladı.
“İş cinayetleri kadın, erkek
demeden, ülkemizin dört bir yanında
Nisan ayında da devam etti. Yazılı,
görsel ve dijital basından tespit
edebildiğimiz kadarıyla bu ay en az
87 işçi hayatını kaybetti” denilen
açıklamada, ölümlerin en çok
inşaat, maden ve enerji sektöründe
yaşandığına dikkat çekildi.
AKP hükümeti çıkardığı yasalarla
işçilerin sağlık ve güvenliğini işin
güvenliğini esas gerekçe alması
gerekirken patronların işverenlerin
çıkarlarını savunan gerekçeleri
esas alarak işçi ölümlerine davetiye
çıkartıyor adeta. Bu tutum karşısında
iş kazalarından dolayı yaşanan
ölümlere işçi ölümleri diyemeyiz.
Yaşanan bu ölümler işçi sağlığı ve
güvenliği olarak gerekli tedbirleri
almayan patron, işveren ve
işyerlerinin işçi sağlığı ve güvenliği
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
bakımından yeterli düzeyde
denetlenmesini sağlamayan
hükümetin işlediği cinayetlerdir.
1 milyona yakın güvenlik
personelinin olduğu ülkemizde
resmi rakamlara göre yılda 7 bin
iş kazası olurken, iş sağlığı ve
güvenliği yönünden sadece 465
denetim elemanı bulunmaktadır.
Birkaç yıl öncesine kadar işçi sağlığı
ve iş güvenliği olarak tarif edilen
düzenlemelerde bugün “işçi” kavramı
ortadan kaldırılarak günümüzde
artık iş sağlığı ve güvenliği olarak
tarif edilmektedir. Bu da hükümetin,
işçilerin canına ve patronların
çıkarlarına ne kadar değer verdiğinin
bir göstergesidir.
İşçi cinayetlerinin kaynağında,
işin daha ucuza mal edilmesi,
daha fazla kâr, daha fazla büyüme
için işçinin canına kasteden, kötü,
sağlıksız, güvencesiz, esnek ve
kuralsız çalışmalar vardır. İşçi,
işverenin tasarladığı bir düzenek
içinde çalışıyor ve bu düzeneğin
oluşumunda kesinlikle kendisinin
bir söz hakkı bulunmamaktadır.
İşveren, işçiye belirli bir zaman
diliminde işi bitirmesini zorunlu
kılmakta veya işçiye belirli bir
üretim adedi koyarak onu daha hızlı
çalışmaya zorlamaktadır. İşçinin zarar
görmemesi için makinelere monte
edilen koruyucu aparatların kötü
kalitede olması işi yavaşlatıyor
ve işçi zaman baskısı ile bu
aparatı çıkartabiliyor. Sürekli
yoğun bir tempoda çalışan
işçinin yemek zamanları
ve süresi, tuvalet ihtiyacını
gidereceği zamanlar
bile işveren tarafından
belirlenmektedir.
Bu tempoda çalışan
işçinin bir anlık dalgınlığı
onun canına neden olabiliyor
maalesef. Bu şartlar altında çalışan
işçiler için ilk kademe öncelik, işçi
sağlığı ve güvenliğini gözeten
bir üretim altyapısı kurulamamış
demektir ki, öncelikle bu üretim
altyapısının kurulması için iş
yerlerinin düzenli olarak denetiminin
yapılması gerekmektedir. İş
yerindeki altyapısal sorunlar ortadan
kaldırıldığında iş kazası olma riski de
büyük oranda çözülmüş olacaktır.
İkinci olarak işçiye çalışacağı işle ilgili
eğitim verilmesi ve üçüncü olarak
da işçinin donanımı (baret, maske,
eldiven vs.) sağlanmalıdır.
Burada sorun işçinin hayatının
beş para etmediği sermaye
düzenidir. Daha fazla kâr hırsıyla
işçinin çalışma koşullarını
düzenlemeyen, işçiye gerekli eğitimi
vermeyen, işçinin donanımını
sağlamayan, buna harcadığı parayı
boşuna gören sermayedarlar,
patronlardır. Yasaları, tüzükleri
uygulamayanlar için getirilen
cezaların caydırıcı olmamasında,
denetlemesinin yapılmamasındadır.
Koruyucu tedbirlerin alınması
yerine devlete para cezası ödemek
ya da işçiye “kan parası” ödemek
sermayedar için daha tercih edilir
olmaktadır. Bunlar yetmezmiş gibi
patronlar ‘‘ceza değil teşvik verin’’
diyebilmektedirler.
13
E M R E B İ R A N D K A R A B AY R A K TA R
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
İşçiler mezara paralar kasaya
Bildiğimiz üzere ülkemizde
geçtiğimiz aylarda çok sayıda
işçi, güvencesiz, esnek çalış(tırıl)
madan dolayı yaşamını yitirdi.
Aslına bakılırsa ülkede yaşanan
onca gözaltı, tutuklama, temel hak
ve özgürlükleri için alanlara çıkan
emekçilere karşı yapılan saldırıların
yanında işçilerin de bu durumdan
nasibini alması gerekiyordu, nitekim
aldılar. Geçtiğimiz 3 ay içinde
yaklaşık 50 işçi yaşamını yitirdi, 300’e
yakını da yaralandı ve bunların çoğu
bir ay içinde gerçekleşti. Meslek
odaları, sendikalar ve sivil toplum
14
kuruluşları her ne kadar bu ölümlere
dur deseler de iktidar yine kendi
bildiğini okudu, okumaya da devam
ediyor. Katliamlarıyla ülkeyi toplu
mezarlığa dönüştürüyor.
Böyle bir dönemde “Toplumcu
Mühendislik” kavramının önemi daha
da artıyor. Bu kavramın da temeli
elbet ki üniversitelerimizden geçiyor.
Aldığımız eğitimin kalitesi de
toplumcu mühendisliğin öğretilerini
içermiyor. Öğretilen teorik dersler
gerçek hayata dair bir ışık tutmuyor,
bilimsel eğitimden uzak olan dersler
yalnızca sermayenin işine yarayan
ve zorunlu seçmeli olarak önümüze
geliyor. Bir de okullarda yapılan
kariyer günleri ile bir şirkette CEO
olmuş, sınıf atlayıp takım elbise
kravat takınca kendini padişah
zanneden bir zat, gelip yarıştan
nasıl galip geldiğini anlatıyor.
Şantiyelerinde ölen işçilerden hiç
bahsetmiyorlar ama. Acaba neden?
Toplumcu mühendislik işte tam
bu noktada bu kendini bilmezlere
karşı “üniversiteler bizimdir”
diyebilmektir. Mühendislik günleriyle
sermayedarların yıkımını anlatıp
fakültemizde yaşanan bu kabul
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
edilemez durum karşısında nitelikli
eğitim talebimizi daha güçlü bir
şekilde haykırabilmektir.
Türkiye’de son 10 yılda
özelleştirmelerle çoğu kamusal
üretim alanları sermayedarların,
patronların eline geçiyor, hal
böyleyken işçi, hayatını iş yaşamı
dışında sağlıklı bir şekilde
sürdürebilme mücadelesi verirken
kuru ekmeğinin parasını çıkarırken
de hayatını ikinci defa riske atıyor.
Geçtiğimiz Mart ayında, İstanbul
Esenyurt’ta işçilerin kaldığı çadırda
çıkan yangında hayatını kaybeden
11 işçi bu özelleştirmelerin döktüğü
ilk kan değil ve son da olmayacağı
kesin. İşçinin alın terini taşeronla,
esnek çalışmayla sömüren patronlar
ceplerini daha da doldurabilmek
için artık işçilerin barınmalarına
da el atmış durumda. Yaşanan bu
ahlaksızlığa dur diyebilecek bir
yasa var (şimdilik). Ancak o yasaları
denetleyen denetim kurumları işini
hakkıyla yapabiliyor mu?
Meselenin toplumsal ve
ekonomik yanları yanında teknik
durumuna da bir göz atarsak
eğer aşağıdaki maddelere bir göz
gezdirmemizde fayda var:
- Baraka/konteynır yerine çadır
kullanılması yanlışı
4 Aralık 1973 yılında Bakanlar
Kurulu kararı ile çıkan ve hala
yürürlükte olan İşçi sağlığı ve iş
güvenliği tüzüğünün ‘İşçilere ait
yatıp kalkma yerlerinde ve diğer
müştemilatında bulunması gereken
sağlık şartları ve güvenlik tedbirleri’
ikinci bölümü işçilerin barınma
koşullarının nasıl olması gerektiğini
açıklıyor. Buna göre:
Madde 54 - İşyerlerinde işçilerin,
içinde çalıştıkları yerler ile depo ve
ambar gibi yerlerin, aynı zamanda
işçi konutu olarak kullanılması ve
buralarda işçi yatırılması yasaktır.
— Çadırların yerleşimi uygun
değil. Birbirine çok yakın.
— Elektrik tesisatında sorun var.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
— Acil durum çıkış ve yolları
sorunlu.
Esenyurt’ta, Davutpaşa’da,
Karadon’da, OSTİM’de, Afşin’de,
Tuzlada kısacası Türkiye’de nerede
bir işçi ölümü gerçekleştiyse ortaya
çıkan manzara bundan farksız.
Bu sene ilk defa Türkiye’de
28 Nisan 2012 Cumartesi günü İş
Kazalarında Ölenleri Anma ve Yas
Günü’nde bir forum düzenlendi.
Türkiye’nin dört bir yanından gelen
yaralanan, ölen işçilerin aileleri bu
forumda söz aldı ve sorunlarını dile
getirdi. Peki, hangi işveren onların
yanındaydı? Hiçbiri… Üstüne üstlük
işverenlerden birinin Tuzla’da ölen
işçinin ailesine kan parası teklif
etmesi, haysiyetsizliğinin ne boyutta
olduğunu gösteriyor bizlere. Tersane
avukatı da patronunun dilini çok iyi
kapmışa benziyor ki yapılan eylemler
için “Bir tek sizin eşiniz mi ölüyor,
bir sürü insan ölüyor tersanelerde
herkes sizin gibi yapsa ne olur?”
diyor. Aklını peynir ekmekle yediği
çok açık…
Akla takılansa duyarlı
mühendisler olarak bizler ne
yapmalıyız? Düşündük mü
hiç mezun olduktan sonra ne
yapacağımızı? Birçoğumuz işsiz
kalacak ya da ücretli mühendis
olarak bir patronun boyunduruğu
altında başlayacağız mesleki
yaşamımıza. Bize öğretilenin
dışına çıkıp iş güvenliği ya da işçi
sorunlarını dinleyip onların sesi
olabilecek miyiz peki?
11 işçinin yanarak hayatını
kaybettiği inşaatta, yukarıda
belirtilen önlemlere uyulmuş,
sağlıklı ve güvenli barınma koşulları
sağlanmış mıdır? Tüm mühendis
adaylarına sorulur.
NOT: Biz bu derginin yazılarını
hazırlarken Giresun’da bir HES inşaatı
sırasında meydana gelen kaza sonucu
4 işçi hayatını kaybetti. Doğayı
katletmeleriyle bilinen Hidroelektrik
Santraller artık onu meydana
getiren işçileri de katlediyor. Ölen
işçilerden birinin 16 yaşında olması ve
sigortasız çalışması inşaat sektörünün
patronlarının nasıl bir kar hırsına
sahip olduklarını anlamamızda bize
daha çok yardımcı oluyor.
15
A H M E T AY G Ü N
S A K A R YA Ü N İ V E R S İ T E S İ
Mimar ve Mühendis
Koca Sinan
Dünya durdukça eserlerimi gören
aklıselim sahiplerinin çabamın
ciddiyetini göz önünde bulundurarak
onlara insaf ile bakacaklarını ve beni
hayırlı dualarla anacaklarını umarım,
inşallah.
Büyük Yapı Sanatçımız Koca
Sinan’ı Saygıyla Anıyoruz!
Her yıl olduğu gibi bu
yılda da tüm yurt genelinde
Nisan ayı “Sinan Ayı”
olarak kutlanıyor ve büyük
usta çeşitli etkinliklerle
anılıyor. Maalesef bu anma
törenlerinin çoğu klişe
söylemlerden ileri gitmeyen
toplantılardan oluşsa da
bizler İnşaat Mühendisleri
Odası olarak Koca Sinan’ın
gösterdiği çabayı çok
büyük takdirle karşılıyor ve
“Mimar – Mühendis”
kimliğini kullanarak
estetik ile modern yapım
tekniklerini harikulade
bir biçimde bir araya
getiren büyük sanat dehası
ustamıza göstermiş olduğu
çabalar için
sonsuz teşekkürlerimizi
sunuyoruz!
16
Osmanlı Sarayı’nın nesiller boyu
mimarbaşılığını elinde bulunduran
Mimar - Mühendis Balyan Ailesi’nin
bir ferdi olan Sarkis Amira Balyan
gibi Kayserili olan Sinan, Ortodoks
Hıristiyan mütevazi bir ailenin
çocuğu olarak dünyaya gözlerini
açmıştır. Kesin olmamakla birlikte bu
tarih 15 Nisan 1489 olarak bilinir. Tam
3 padişahla çalışan Sinan, eserleriyle
Türk-Müslüman Yapı Tarihi’ne şekil
vermiş, yapıtlarının güzelliği ve
sağlamlığı ile ünlenmiştir.
Sinan’ın imzasını taşıyan yapıların
asırlar boyunca otoriteler tarafından
ilgi ve beğeni görmesi, halkın
dilinden düşmemesi Sinan’ı yine
de mütevazi bir kişilik olmaktan
alıkoyamamıştır. Kendisinin; “Elfakirul-Hakir Ser Mimaranı Hassa”
yani “Değersiz ve muhtaç kul, Saray
özel mimarlarının başkanı” mührünü
kullanması, öldükten sonra yatacağı
türbeyi önceden çok sade bir şekilde
inşa etmesi gibi durumlar onun
mütevazi kişiliğini ortaya koymakta,
bir nevi ispatlamaktadır.
Oysa bu mütevazi kişilik, 3
kıtada birden hüküm süren dev bir
imparatorluğun neredeyse bütün
İmar işleriyle uğraşmış, birçok köklü
sorunu çözmekle kalmayıp TürkMüslüman Yapı Tarihinde çağ açıp
çağ kapatmayı başarmıştır. “İmar”
işiyle uğraştığı için de “Mimar”
ismiyle anılan Sinaneddin Yusuf –
Abdülmennan oğlu Sinan, yaklaşık
99 yıl süren ömründe birçok başarılı
yapıtlara imza atmıştır.
Sinan’ın yapılarını
incelediğimizde onun Estetik ile
Modern Yapım Tekniklerini fevkalade
bir şekilde bir araya getirdiğini
görmekteyiz. Günümüzde bu iki
alanla ilgilenen meslek grupları
ayrıldığı için Sinan’a sadece “Mimar”
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
demek çok büyük haksızlık olacaktır.
Çünkü o, yapıtlarının neredeyse
tamamında o güne kadarki tüm
zamanlarda kullanılan Yapım
Teknikleri’nin doruğuna çıkmış bir
şahsiyettir.
Sinan; 99 yıl süren hayatında
107 camii, 52 mescit, 74 medrese,
8 darül-kurra, 45 türbe, 22 imaret,
3 darüşşifa, 7 suyolu, 9 köprü, 31
kervansaray, 38 saray, 8 mahzen ve
56 hamam olmak üzere toplamda
477 eser vermiştir. Bu eserlerin
neredeyse tamamı kendi alanlarında
kendi zamanlarının en iyisi olmaya
layık eserler olmuştur. Aradan
asırlar geçmesine rağmen Sinan’ın
eserlerini teker teker incelediğimizde
hala çok önemli bulgulara
ulaşabildiğimizi görmekteyiz.
Sinan’ın, zamanın kısıtlı teknolojisine
rağmen bu tür yapıları bu kadar
kısa sürelerde nasıl ortaya koymuş
olduğunu hala tam anlamıyla
çözebilmiş değiliz. Mesela onun
İstanbul’un Avrupa Yakası’nda inşa
etmiş olduğu köprüler, son yıllarda
yaşanan su baskınlarında, suyun
denize tahliyesine imkân verdiği için
hiçbir şekilde sıkıntı çıkartmamıştır.
Ama Cumhuriyet döneminden sonra
inşa edilen ve aynı bölgede bulunan
su kemerleri oluşan su baskınında
suyun denize ulaşmasına imkân
vermediği için baskın, insan sağlığını
tehlikeye atmış, ulaşımı kilitlemiştir.
Bu ve bunun gibi birçok durum,
Sinan’ın aynı zamanda çok iyi bir
İnşaat Mühendisi olduğunun bariz
bir kanıtıdır.
Başka bir perspektiften Sinan’ı
incelersek onun yapıtlarının
yaklaşık 600 yıl geçmesine rağmen
hala dimdik ayakta durabildiğini
görürüz. Onlarca deprem, yangın
ve sel felaketi yaşayan bu yapıtların
çoğunun hala günümüze dek ayakta
durabilmesi Sinan’ın büyük bir
statikçi olduğunu gösterir; Sinan,
Modern Yapım Teknikleri’ni en ince
ayrıntısına kadar kullanmış deha bir
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
İnşaat Mühendisi’dir!
Kubbelerde geçmeyi başarmış
olduğu açıklık mesafeleri, yapının
zemine oturma durumlarının
kritiğini yapma gayretleri, su ve
kanalizasyon sorunlarını çözmedeki
başarıları, inşaat yönetiminde
sergilemiş olduğu ileri görüşlü
davranışları Sinan’ın zamanın en
kaliteli İnşaat Mühendisi olduğunun
gerçek birer kanıtıdırlar!
Her şeyden öte o; bir şairdir,
mimardır, mühendistir, sanatçıdır,
topluma mal olmuş örnek bir
kişiliktir. Bizler de Sinan’ın her bir
zerresini öğrenmekle yükümlü
bireyleriz, onun gibi bir dehaya layık
olabilmek için Sinan’ı daha fazla
anlamalı, çaba göstermeliyiz. Çünkü
o bugün çıkıp gelse ve bugüne ait
olan gerçeklerimizi yani saçma sapan
beton yığınlarını, çarpık yerleşmeleri,
hala temiz suyu olmayan köyleri,
kanalizasyon sistemi oturmayan
şehirleri görse, gerçekten ne
yapacağını şaşırır, bu topraklarda
yetiştiğine utanır belki de…
17
R Ö P O R TA J : A L P E R U L U S A N
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
Dünyada sudan elde edilen gelir
petrolden elde edilen gelirin yarısından fazla
Daha önceki sayılarımızda
HES’lerden ve HES mücadelelerinden
bahsettik. Ancak birebir bu
mücadelenin içinde bulunan birine
ilk defa sayfalarımızda yer veriyoruz.
HES mücadelelerinin bölgede nasıl
başladığını bir de sizden dinleyelim.
HES’lere karşı ilk mücadele 90’lı
yıllarda Rize’nin Fırtına Vadisi’ne HES
yapılmak istenmesiyle ilk muhalefet
eylemleri başlıyor. Fırtına Vadisi bu
bölgenin hemen hemen en büyük
vadi akarlarından birisi ve bu vadinin
sonunda Ayder gibi sırasıyla yaylalar
var. Doğa harikası olan endemik
bitki türlerinin yaşadığı bu bölgede
HES yapılmak istenmesi büyük bir
tepki yaratıyor. Dava süreçleriyle
beraber büyük bir halk muhalefeti
örgütleniyor. Sonucunda inşaatlar
durduruluyor. Esas olarak bugün
tartıştığımız HES ise Türkiye çapında
çok yoğun bir yağma politikası
olarak işletilen aynı anda onlarca
yerde HES inşaatı olarak başlatılan
18
TAYLAN KAYA, HOPA DOğUMLU
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ EğİTİM
FAKüLTESİ MEZUNU, ATAMASI YAPILMAYAN
BİR ÖĞRETMEN, DERELERİN KARDEŞLİĞİ
PLATFORMU YÜRÜTME KURULU ÜYESİDİR.
bir süreçten bahsediyoruz. 90’larda
Fırtına Vadisi’yle öncü bir deneyim
yaşanmıştı. Ancak 2005’ten sonra
suyun ticarileştirilmesinin artık
sermayedarlar tarafından plan ve
projelendirme aşamasıyla beraber
uygulamaya geçirilmesiyle HES
süreci büyük bir saldırı olarak
başladı. Bir anda onlarca derede
yüzlerce HES projesi olduğunu ve
artık her dere yatağının bir sahibi
olduğunu öğrenmiş olduk. Ve asıl
mücadele de bu konuda pratik
adımlar atılmaya başlanınca yani
iş makineleri vadilere gelince HES
mühendisleri ölçümler yapmaya
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
başlayınca bölgede yaşayan köylüler,
yerel halk ve duyarlı yaşam alanına
sahip çıkan insanlar HES sürecine
karşı mücadelenin fiili hattını
başlatmış oldular. İlk mücadele
Rize’nin Fındıklı ilçesinin Arılı ve
Çağlayan Vadileri’ne HES yapılmak
istenmesiyle gerçekleşiyor. Bu
vadilerin güzelliğini anlatmamın
buradan mümkün olmadığını
düşünüyorum. Fındıklı halkı da bu
saldırı karşısında sessiz kalmadı
ve direkt olarak fiili mücadeleyle
binlerce insanın katıldığı ve
akabinde de davalarla devam eden
süreçle bu saldırıyı durdurdu. Esas
olarak HES mücadelesi bu şekilde
başladı ve Fındıklı’dan sonra bütün
ülke gündemine oturarak her yerde
irili ufaklı verilmeye başlandı.
Suyun ticarileşmesi dediniz
ve bunu yapanlar sadece bir
bölgeyi değil kuzeyinden güneyine
doğusundan batısına neredeyse
ülkenin her yerinde halkı karşına
alıyor. Çok karlı bir iş mi yani?
Suyun ticarileşmesi dediğimiz
mesele sadece Türkiye ile ilgili bir
süreç değil bu mesele dünyada
kapitalist sistemin karlı bir alan
olarak gördüğü ve bunu piyasaya
dahil etmek üzere tartıştığı bir
süreç. Bu tartışmalar belki bundan
onlarca yıl önce yapıldı ama esas
adımları 1970’lerden sonra atıldı.
Bu adımlardan sonra dünyanın
birçok yerinde suyun ticarileşmesi
süreci ve buna karşı “su hakkı
mücadelesi” başlamıştı. Bolivya gibi
çeşitli örnekleri var. Ülkemizde de
Dünya Su Forumu en son İstanbul’da
yapıldı. Dünya Su Forumu’nda
da ülkemizdeki suyun nasıl
ticarileşeceği üzerine tartışılarak bu
sürecin uygulama planı çıkarılmıştı.
Suyun ticarileşmesi sermaye
tarafından oldukça karlı. Yapılan
araştırmalar sudan elde edilen
gelirin dünyadaki petrolden elde
edilen gelirin yarısından fazlasına
yakın olduğunu gösteriyor. Bu
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
yüksek kar suyun ticarileşmesini
sermaye acısından oldukça önemli
kılıyor.Bu sebeple HES’leri bir enerji
tartışması üzerinden gündeme
getirerek suyun ticarileşmesinin
önünü açıyorlar.
Dünya Su Forumu çok insani
amaçlar güdüyormuş gibi görünüyor
ama bir yandan da HES karşıtı
platformların büyük eleştirisine
maruz kalıyor ve dünya su
forumunda ne gibi kararlar çıkarsa
dünyanın bir çok yerinde bu kararlar
uygulanmaya başlıyor. Kontörlü
sayaç uygulaması gibi. Dünya Su
Forumu’nun amacı nedir?
Dünya Su Forumu uluslararası
tekellerin dünyadaki suyun kullanımı
ve planlaması gibi tartışmalarıyla
ilerliyor suyun tüketimi suyun
kirletilmemesi verimli kullanılması
gibi söylemlerle kendini kamuoyuna
sunuyor. Ama dünya su forumu
suyun ticarileşmesi sürecinin
baş aktörlerinden biri aslında.
Ülkelerdeki yerel kurumlara baskı
yapan rehberlik eden onlara
kapitalist sistemin programı
dahilindeki adımları sunan bir
kurum. Neo liberal piyasacı mantığı
her ülkeye dayatıyor ve bunu kendi
yönetmeliklerinde açıkça görüyoruz.
Suyun kamunun elinden alınıp özel
şirketlere geçmesine yönelik yasa
ve yönetmeliklerin çıkarılması bu
yoldaki hukuki engellerin ortadan
kaldırılması devletin kurumlarının
özel şirketlere yol gösterici olması
üzerine çalışmalar yürütüyor. Mesela
DSİ gibi ülkedeki su kaynaklarını
planlayan onları yönetmesi gereken
kurumlar amacının dışına çıkarak su
kaynaklarını sermayeye pazarlama
noktasında çalışan aracılar haline
getirilmektedir. Dünya Su Forumu
budur başka amacı yoktur.
Türkiye’nin enerjiye ihtiyacı
olduğu söyleniyor ve baktığımızda
da Türkiye birçok enerji üretim
seklinde de dışa bağımlı bir ülke
ve bu eksende HES karşıtlığı
modernleşme karşıtlığı gibi
görülüyor ya da öyle gösteriliyor siz
modernleşme karşıtı mısınız?
İnsanların hepsi muhakkak
böyle bir söyleme, enerji ihtiyacı
söylemine belli bir kabul üzerinden
yaklaşıyor. Evet ülkenin enerji
ihtiyacı olabilir diye mesele ülkenin
enerji ihtiyacı olup olmadığı
değil. Bu sistem üzerinde devam
ettiğimiz sürece ülkenin her zaman
enerjiye ihtiyacı olacak. Sanayi
arttıkça tüketim arttıkça nüfus
artıkça buna oranla enerji ihtiyacı
da kendini güncelleyerek kendini
karşımıza koyacaktır. Enerjinin
nasıl üretildiği ve nasıl tüketildiği
üzerine odaklanırsak aslında
sorunun çözümüne yaklaşırız Biz
modernleşme ya da teknoloji
karşıtı değiliz biz doğanın ve yaşam
alanlarımızın talan edilmesine,
suyumuza el konulmasına
sermayenin hayatımızdaki
tahakkümüne karşıyız. Vadilerde
19
yaşayan binlerce canlının, birileri
kâr edecek diye yaşamlarının
sonlandırılmasına karşıyız. Biz
doğanın geri döndürülemeyecek
şekilde tahrip edilmesine karşıyız.
Bu modernleşme karşıtı olmak
değildir. Ama dünyayı gezegeni
yok etmeye yönelik büyük bir
saldırı var. Eğer bir modernleşme
karşıtlığı varsa o da kendi kendine
kuyusunu kazan bu yağma
düzenidir, biz değiliz. Biz daha
insancıl bir yaşamı savunuyoruz.
Mutlaka enerji ihtiyacımız olacaktır.
Ama bu ülkede kayıp kaçak oranları
hepimizin malumu, burada bir
kamusal politika üretilse, toplumun
eğitim ve kültürü enerjinin nasıl
kullanılacağı üzerine dönüştürülerek
aşağıdan yukarıya bir değişim
sağlansa, bu ülkenin çok da enerjiye
ihtiyacı olacağını düşünmüyoruz
ki bu enerji bağımlılığını yaratan
biz değiliz yine ülkeyi uluslararası
sermayeye bağlayan yönetici sınıflar
egemenlerdir; doğru yöntemlerle
çözüm üretmek de onların
sorumluluğudur.
Bakan HES’lere karsı çıkan
akademisyenleri potansiyel eylemci
olarak gördüğünü ve onlar hakkında
gerekeni yapacağını söyledi.
Türkiye’de HES’lere karsı çıkan
herkes birçok yaptırımla karşılaşıyor.
Bununla ilgili ne söylemek istersiniz?
Zaten gerek bakan gerek
başbakan gerek ülkeyi yönetenler
ne zaman bir hak savunusu
olsa ne zaman insanlar sokağa
çıksa ’gerekeni yapıyorlar’ ya
coplatıyorlar ya biber gazı sıkıyorlar
ya öldürüyorlar ya cezaevine
koyuyorlar. Mesele HES meselesi
olunca üniversitelerde çok azda olsa
duyarlı gerçekten bilimi savunan
gerçekten üniversite kimliğine
yakışan tavır sergileyen bilim
insanlarının bu şekilde bir tavırla
karşı karsıya kalması normaldir.
Bakan kendinden bekleneni yapmış.
Hayır bu bilim insanları mantıklı
20
şeyler söylüyor deseydi biz bunu
bir şaka olarak alırdık. Bu konuda
bilim insanları nasıl ki mücadele
eden insanların yanındaysa bizde
bilim insanlarımızın yanındayız,
kimse bu ülkenin başı dik, alnı ak
bilim insanlarının harcanmasına izin
vermez.
Aradan bir yıl geçti ve 31
mayısa yaklaşıyoruz. HES direnişine
yeni bir boyut kazandıran Hopa
olaylarında bulunmuş birisisiniz. O
gün neler yasandı ve bugüne etkileri
nelerdir? Biraz hafızaları tazeleyelim
isterseniz?
Bugün Hopa direnişinin ve
Metin Lokumcunun azgın bir saldırı
sonucu hayatını kaybedişinin birinci
yıl dönümüne yaklaşıyoruz. Bir
halk direnişi acısından onurlu başı
dik öğretmenimizi kaybetmemiz
acısından öfkeyi ve acıyı tarif
eden bir gün. Hopa’da yaşanan
bir halkın haklarına sahip çıkma
mücadelesiydi. Halkın zorbalara
meydan okuma ve hayatımızı
yağma ettirmeyeceğiz diye tavır
sergileme, sesini çıkarma refleksiydi.
Hopalılar yıllardır geçim aracı olan
çayının talan edilmesine öteden beri
tepkiliydi. Bunun üzerine başımıza
bela olan suyun ticarileşmesi süreci
ve HES’ler de ayrı bir öfke ve itiraz
konusuydu. Bunun yanında siyasal
iktidarın kendisinin yaşamın bütün
alanlarındaki neo-liberal yağmacı
politikaları Hopa halkı için bir öfke
unsuruydu. Hak arama bilinci yüksek
olan Hopa halkının bu duruma isyanı
da fazlaydı. Tüm bunlar birleşince
bir de o dönemde sadece tek bir
ilçede bir AKP mitingi yapılması
tercihi Hopa halkı tarafından alenen
bir meydan okuma olarak algılandı
ve bu meydan okumaya karşı Hopa
halkı haklarını savunmak üzere
Hopa direnişiyle AKP’ye meydan
okudu. Bu direniş önemli bir
adımdı gerek HES mücadelesi ve
gerekse haklarını savunan halkın
mücadelesi açısından muktedirlerin
en tepesindekilere bile eğer halksan
ve yan yana gelebiliyorsan en
tepedeki de olsa en zorbası da olsa
başkaldırabilir sesini yükseltebilir
itirazını edebilirsin, Hopa halkı bunu
göstermiş oldu. Hopa direnişi bu
açıdan önemli. Zaten hayatın her
alanın saldırgan, baskıcı, otoriter bir
tutum sergileyen bir siyasal iktidarın,
bir ilçe halkı tarafından muhalif
tavırla karşılaması ve iktidarın
politikalarının reddedilmesi, ülke
halkı için hem bugünlere hem de
yarınlara bir umut oldu. Bu anlamda
Hopa direnişi tarihsel bir direniştir.
Bu vesileyle onurlu bir insan olarak
yaşayan ve ömrünü bu ülkenin
çocuklarına onurlu ve güzel bir
gelecek bırakmak için hayatını veren
Metin hocamızı saygıyla anıyorum.
Bu mücadelenizde biz geleceğin
mühendislerinden beklentileriniz
nelerdir?
Bu tartışma sıkıntılı bir
tartışma, mühendislerin sonuçta
mesleki anlamda yaşam alanlarını
kurdukları ve “meslek”lerini ve
kendi varoluşlarını sağladıkları
alanlar şantiyelerdi. Esas olan
mühendislerin bir sermaye sistemi
içinde kendi istihdamını sağlayacak
şekilde kaygılarını öne çıkarmayıp
toplumsal yaşamın kendisini ve
halkın çıkarlarını düşünerek bu tarz
projelere bakış açılarını buna göre
kurmaları, toplumun beklentisidir.
Çünkü mühendisler de bu toplumun
öz kaynaklarıyla var oluyorlar. Bu
toplumun değerleriyle bu ülke
halkının emekleriyle herkes var
oluyor. Hangi meslek sahibi olursa
olsun insanın görevi önce toplumsal
çıkarları sonra mesleki gereklilikleri
ön plana koymaktır.
Teşekkür ederim sayın Taylan
Kaya
Ben teşekkür ederim, bölgenin
sesine derginizde yer verdiğiniz
sermayenin değil toplumun bir
öznesi olduğunuzu gösterdiğiniz
için.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
SABRİ EREN
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
Padişahım çok yaşa!
Geride bıraktığımız bir yıl,
toplumsal muhalefet açısından
çalışmaların çok yoğun, baskıcı
uygulamaların ise her zamankinden
daha fazla olduğu bir dönemdi. Bu
bir yılda Hopa Olayları ve ardından
Hopa Davası, KCK tutuklamaları
KESK ve TMMOB’ye yapılan saldırılar,
muhalif basının susturulması,
gazetecilerin tutuklanması, Uludere
katliamı gibi pek çok saldırı yaşandı.
Gördük ve tecrübelerimizle
anladık ki en küçük muhalif
sese dahi tahammülü olmayan
padişah özentisi vardı karşımızda.
Öyle ki komik iddianamelerle,
kendi içinde çelişen suçlamalarla,
uydurma örgüt isimleri oluşturarak
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
bastırmak istemişlerdi sokağın
sesini. Bu bir yılda Hopa’da yakılan
isyan ateşi hiç sönmeden dalga
dalga yayıldı aslında. Çünkü Hopa
padişahın maskesinin düştüğü,
ileri demokrasinin buralara hiç
uğramadığının açıkça görüldüğü
ve tüm insanlara kanıtlandığı yerdi.
Hopa halkın deresine sahip çıkışıydı.
AKP, enerji sermayedarlarının
halka saldırılarını meşrulaştıracak
açıklamalarında, Hopa halkını,
yumurta atan öğrenciyi, marjinal
çevreci gruplar hatta çevreci
bile olmayan gruplar, eşkıyalar
olarak nitelendirmişti. Dolayısıyla
padişah özentisinin bu saldırganlık
hali toplumun tüm ilerici, aydın
kesimlerine yapılacak operasyonları
doğuracaktı, öylede oldu. “Parasız
eğitim mi olur?” diyerek yumurta atan
öğrencileri, “su akar Türk bakar bunlar
ülkenin gelişmesini istemiyor diyerek
HES karşıtı köylüleri, emekçileri, örgüt
propagandası yapıyorlar” diyerek
gazetecileri, hak mücadelesi veren
sendikacıları hapishanelere attılar.
İlerici çizgisinden ödün vermeyen
TMMOB örgütlülüğü ise bu süreç
içerisinde her kesimde olduğu gibi
dönüştürme çabalarına ve baskılara
maruz kaldı. Rantsal dönüşüm
projelerine, 3. köprüye, HES’lere,
nükleer santrallere karşı duruşumuz
ve de örgütlerimiz içerisindeki bilim
insanlarının açıklamaları da yine
21
padişah için tehlike arz ediyordu ki,
bu alanda da bir çalışma başlatıp
TMMOB un işleyişine el attı.
Anlaşılan meclis içerisinde zaten
var olmayan muhalefete alternatif
gördüğü sokağı susturmak, ‘hazır
hedef’ haline gelmişti. Her şeyden
önce yandaş medya ile birlikte
TMMOB içerisinde hukuka ve
bilime aykırı bir tutum varmışçasına
saldırılar ve haberler düzenlendi.
Hemen ardından kanun hükmünde
kararname ile TMMOB’de de uyum
sürecini başlatmış oldu.
Tüm bu olaylar yaşanırken ileri
demokrasi öyle boyutlara vardı
ki, Sivas davası zamanaşımına
uğratıldı. AKP bu konuda da
aleviler üzerindeki 100 yıllık devlet
geleneğinden ödün vermedi. Nasıl ki
dönemin başbakanı Tansu Çiller “çok
şükür otel dışındaki vatandaşlarımız
bir zarar görmedi” dediyse de
Başbakanın tepkisi de sadece “hayırlı
uğurlu olsun” oldu. Zaten yıllardır
zorunlu din dersini kaldırmayan,
alevi çalıştayına Maraş katliamı
katillerini çağıran bir hükümetten
başka ne beklenirdi ki!
Genel Sağlık Sigortası (GSS)
adı altında hepimiz prim ödemeye
mecbur bırakıldığımızda yine aynı
pişkin tavır ile sanki Anayasanın
60. maddesindeki ‘herkes sosyal
güvenlik hakkına sahiptir, devlet
bu güvenliği sağlayacak tedbirleri
almakla yükümlüdür’ ifadesini
yerine getirmişçesine açıklamalarda
bulunmuştu. Artık herkesin sağlık
sigortası var derken aslında artık
herkes prim ödemek zorunda
deniliyordu. Yeni sistem ile herkese
parasız sağlık hakkı değil parası
kadar sağlık hakkı sunuluyor. Yapılan
tüketime dayalı gelir testi ile primler
belirlenirken, sanki asgari ücret, dört
kişilik ailenin açlık sınırının 276 lira
altında değilmiş gibi birde “kelle
başı” para ödemek zorunlu hale
getirildi.
Padişah tüm bu gidişe dur
22
diyecek bir nesil
yetişmesinden
korkarak “dindar
nesil yetiştirmek
için” eğitim
alanında da bir
reforma ihtiyaç
duydu ve 4+4+4
yasası karga
tulumba meclisten
geçirildi. Buna
tepki olarak sokağa
çıkan öğretmenler,
aydınlar,
öğrenciler biber
gazları, tazyikli
sularla, coplarla
susturulmaya
çalışıldı. Bunlarda
yetmezmiş gibi
28-29 Mart’ta
Antalya’da greve
katılan 1200 öğretmen hakkında
inceleme başlatıldı. Soruşturmalar
cezalar ile kesintili eğitimin
getireceği çocuk gelinlere, okulların
imam hatipleşmesi sorununa, çocuk
işçilere olan tepkiyi bastırmaya
çalıştılar.
Şu anda hala 500 tutuklu
üniversiteli varken düşünce
özgürlüğünden, demokratik, özgür
üniversite fikrinden söz etmek pek
mümkün olmasa gerek. Parasız
eğitim isteyen, gericiliğe karşı
mücadele eden üniversiteliler
birçok üniversitede faşist saldırılara,
soruşturmalara ve tutuklamalara
maruz kalıyor. İleri demokrasimiz
susurluk olaylarının baş aktörünü
5 yıl, istediği cezaevinde tatil
ile ödüllendirirken, Galatasaray
Üniversitesi öğrencisi, Cihan
Kırmızıgül ise puşi taktığı gerekçesi
ile 11 yıl ile cezalandırıldı. MİT
müsteşarı Hakan Fidan’a özel KHK
çıkarılıp, Cumhurbaşkanı görev
süresini benzeri hiç yaşanmamış bir
hızla kabul ederken arkadaşlarımız
aynı ileri demokrasi sayesinde
aylarca tutuklu yargılandı.
Tüm bu yaşananlar tek bir
yol gösteriyor hak mücadelesi
verenlere o da sokaklar. Bu 1 Mayıs’ta
dikenli tellerin arkasında kalan
tarlalarını, yaylalarını HES’çilerden
kurtarmak isteyen amcalar teyzeler
de, küçücük elleri ile ayakkabı
boyayan yoksul ailelerin çocukları
da, sahnelerde görmeye alışık
olduğumuz tiyatrocular da, hiç
bir sosyal güvencesi olmayan
ev kadınları da meydanlarda
idi. Alanlarda gördüklerimiz, bu
yaşananlar, yolumuzun ne kadar
doğru, mücadelemizin ne kadar
haklı olduğunun kanıtıdır. Bu
nedenledir ki örgütlülüğümüze
ve üniversitemize yapılan her
saldırıda, her tutuklamada, rektörler
tarafından açılan soruşturmalara,
kesilen cezalara rağmen karşı
duracağız. Tortum’da, Solaklı’da
mücadele eden yaşlı nineler, tüm
baskılara rağmen hala sokaklarda
olan sendikacılar, meslek odaları
yolumuza ışık tutacak. Kavgamızı
sokaklarda büyütüp, yaşanabilir
bir ülke için bizler yine sokaklarda
olacağız.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
B A R I Ş A L İ AY D I N
O R TA D O Ğ U T E K N İ K Ü N İ V E R S İ T E S İ
Yaşam alanlarımıza
dokundurtmayacağız!
Van depreminden sonra yeniden
gündeme gelen ve sonuç olarak 16
Mayıs 2012 tarihi itibariyle “Afet Riski
Altındaki Alanların Dönüştürülmesi
Hakkında Kanun”, TBMM Genel
Kurulu’nda kabul edilerek
yasalaşmıştır. Kent yoksullarının
kent yaşamından kopartıldığı ve
bensizleştirildiği “rantsal dönüşüm”
örneklerinin sonuçlarını görüyoruz.
Yeni çıkan bu yasayla birlikte
iktidar, sermaye gruplarına yaşam
alanlarımızı kolay yoldan talan
etmenin yasal yollarını tamamen
açmış bulunmaktadır. Çıkan bu
yasada hiçbir sosyal ve halkçı
politika gözetilmezken, vurgulanan
tek nokta ekonomik temelli
olmaktadır. Yapılmış ve bundan
sonra da yapılacak olan yapıların
rantsal değeri yüksek olan yerlerde
lüks konutlar ve büyük alışveriş
merkezleri, bunun dışında kent
yoksullarına ise şehirlerin dışında
tek tip kalitesiz konutları dayatması
bizlere kesin bir fikir veriyor. Bir diğer
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
açıdan ise, yeni yasayla beraber
bugüne kadar yapılan bütün bilimsel
ve kültürel değerlendirmeler
bir kenara koyularak, yapılacak
olan yapıların bütün ayrıntılarına
hükümet tarafından karar verilip,
tarihsel ve kültürel değerlerimizin
deprem bahanesiyle yıkılıp, tek tip
ve kimliksiz binalara dönüştürülmesi
önünde hiçbir engel kalmayacaktır.
1960’larla birlikte sanayileştirme
sürecinde kırsaldan kentlere doğru
göç ettirilen insanların şehirlerin
merkezi bölgelerine yerleşmelerine
göz yumulmuştur. Günümüz
sürecinde ise büyük fabrikalar ve
sanayi işletmeleri büyük havzalar
halinde şehirlerin dışına itilmiş
ve sanayi bölgeleri yaratılmıştır.
Rantsal değeri yüksek olan şehir
merkezlerinde yaşayan yoksul ve
emekçi halkın yaşam alanları büyük
şirketlere devlet tarafından peşkeş
çekilmektedir. Bu bölgelerde yaşayan
insanlara iki seçenek sunulmaktadır.
Birincisi yüksek borçlar altında
insanları yapılan lüks konutlara
yerleştirmek, ikincisi ise şehrin
dışında yapılmış olan tek tip dokusu
olan konutlarda şehir yaşamından
kopartılmış bir yaşam sürdürmektir.
Sonuçlar göstermektedir ki son
on yılda rantsal değeri yüksek
olan şehirlerin gözde yerleri,
yöneticilerin ve para babalarının
ağzını sulandırmakta ve oralarda
yaşayan insanlardan daha değerli
hale getirmektedir. Modernleşme ve
modern Kent söylemleri ile dar gelirli
ve yoksul aileler kent merkezinden
kentin dışına sürülürken, onlardan
boşalan yerlere çok katlı ofis binaları,
lüks konut siteleri, rezidanslar ve
alışveriş merkezleri yapılarak yerli
yabancı parası bol müşteriler için
kent kurgulanmaktadır. ‘Katılım’ ve
‘Demokrasi’ kelimelerini dillerinden
düşürmeyenler ne projeler
konusunda halka danışıyor, ne de
halkın yararına hizmetler ortaya
koyuyor.
Geçmişten beri Türkiye ekonomisi
23
İnşaat sektörünü bir can simidi
olarak görmektedir. Özellikle son
on yılda yapılan duble yollar, TOKİ
konutları ve büyük kentsel dönüşüm
ya da “kent projeleriyle” birlikte inşaat
sektörü ülke ekonomisinin %7-8 ini
oluşturmaktadır. Gelişmiş ülkelerde
ise bu oran %3 civarlarındadır. Bu
durum çok yakıcı bir sorun olan
işsizlik probleminin de üzerini örtme
görevini görmektedir. Ancak inşaat
sektöründe yaygın olarak görülen
geçici, sigortasız ve güvencesiz
çalışma koşulları her geçen gün
daha fazla iş kazaları ve ölümlerini
de beraberinde getirmektedir. Bir
başka açıdan ise daha fazla konut
ve kentsel dönüşüm projesiyle daha
fazla enerji ve hammadde ihtiyacı
doğmaktadır. Bu ihtiyacı karşılamak
için daha fazla HES yapımı ve doğal
kaynakların kullanımının artması
gerekmektedir.
Varoluş amacının toplum
için bilim üretmek ve akademik
çalışmalar yapmak olan
üniversitelerin kentsel dönüşüm
konusundaki tutumları, kuşkusuz
bu sürece ne ölçüde ve ne şekilde
müdahale ettikleriyle orantılıdır.
Mimarlık, mühendislik ve planlama
meslek alanları sermaye tarafından
bir araç gibi rahatlıkla kullanılırken,
bütün tartışmalarda birinci ağızdan
24
söz sahibi olan üniversiteler,
ne yazık ki bu konuda gerekli
sorumluluğu almamaktadırlar.
Örnek olarak Van depremi sonrası
binalarda yapılacak olan hasar tespit
çalışmaları için ülkemizin önde gelen
üniversitelerinden birinin güvenli
bir deprem testi için metrekare
başına 5-6 TL fiyat belirlemesi
ve bu uygulamayı bir şirket gibi
pazarlaması durumu oldukça iyi
göstermektedir. Yukarıdaki örnek
gibi durumları ortaya çıkaran en
temel sebep hocalarımızın piyasaya
danışmanlık gibi özel işler yapıyor
olmalarıdır. Elbette ki hocalarımızın
bu türlü çalışmalar içerisinde olup,
projelere danışmanlık etmeleri
her zaman olumsuz bir anlam
taşımamaktadır. Ancak birçok
akademisyenin bu tarz işler yerine
geleceğin mühendislerini yani
bizleri eğitmek için daha fazla
emek harcamaları gerekmektedir.
Üniversite mensuplarının yani
hocalarımızın evlerinden kovulan,
yaşam şekilleri ve yaşam alanları
talan edilen kentlerde yaşayan
insanların mücadelelerine kulak
vermesi ve toplum için teknik ve
akademik bilgilerini kullanmaları
her zamankinden daha fazla ihtiyaç
haline gelmiştir.
Peki nedir bizim kentsel
dönüşümden anlamamız gereken?
Kentsel dönüşüm mevcut kentin
yapısına ve buralarda yaşayan
insanların ekonomik, fiziksel ve
sosyolojik yapılarına uygun olarak
yapılmalıdır. Bizler için bilimsel olan
da budur. Kentsel dönüşümün temel
hedefleri olarak;
1) Toplumsal yaşamla kentin fiziki
yapısı arasında bir bağ kurmalıdır.
Yani günlük yaşamı kolaylaştıracak
faaliyet alanları yaratmalıdır.
2) Kentin tarihi dokusunun bir
kültürel miras olarak görüldüğü
ve yapılacak olan çalışmaların
kent dokusuna zarar verilmeden
gerçekleşmesi gerekmektedir.
3) Kentin yaşam kalitesini
arttırmalıdır. Ekonomik ve sosyal
kalkınma planları yapılmalıdır.
4) Kentsel alanların en etkin bir
biçimde kullanılması ve kentlerin
düzensiz bir şekilde büyümelerini
önlemek için planlar yapılmalıdır.
Dünyada yukarıdaki hedefler
doğrultusunda yapılmış olan kentsel
dönüşüm örnekleri mevcuttur.
Uygulanan kentsel dönüşüm
projelerinde, proje alanlarında
yaşayan halkın, sivil toplum
kuruluşlarının ve meslek odalarının
projenin planlama ve uygulama
aşamasında projeye katılımlarının
sağlanması için çalışmalar
yapılmıştır. Latin Amerika’daki halkçı
yerel yönetimlerde uygulanan
kentsel dönüşüm projeleri bunun
güzel örneklerindendir. genç-İMO
üyeleri olarak bizler ülkemizdeki
uygulamaların kentlerimizin
ve doğanın talanı olduğunun
farkındayız. Kentlerimizin
sermayeye ve para babalarına
peşkeş çekildiğinin bilincinde olarak
toplumcu mühendislik anlayışımızın
bir gereği olarak yeni çıkartılan
Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi yasasını var
olduğumuz bütün alanlarda teşhir
etmeli ve bu yasanın getirilerine
karşı mücadele etmeliyiz.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
N İ L D E N K AY L A R
S A K A R YA Ü N İ V E R S İ T E S İ
Alelacele çıkan bir yasa daha
4+4+4
Geçtiğimiz aylarda
öğretmenlerin Ankara’ya gelişini,
yeni eğitim sistemini protesto
edişlerini ve polisin müdahalesini
tüm TV’lerde izledik gördük. Peki
neydi 4+4+4? Neler değişecekti
neler getirip neler götürecekti?
Aslında hepimizin sürekli şikayet
ettiği eğitim sistemimiz üzerinde
köklü değişimler getiren bu yasal
düzenleme, ne yazık ki yıllardır
yaşayıp gördüğümüz zorlukları
çözemiyor daha da sorunlu hale
getiriyor. Şimdi bu konuları biraz
daha açalım.
Eğitimin kademelendirilmesinin
en büyük etkisi, öğrencilerin mesleki
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
eğitime yönlendirme yaşının
düşmesidir. Kaldı ki üniversite
çağına gelmiş bir genç bile hayatına
nasıl bir yön vereceği konusunda
kararsızken daha küçük yaşlardaki
bir çocuk hayatına nasıl bir yön
versin? Bu durumda devreye aileler
gireceği için; o çocuk özgül iradesi
dışında, ailesi tarafından yön verilmiş
bir hayatı yaşama zorunluluğu içine
girecek. O çocuk belki de ileride
tercih etmeyeceği bir hayatı yaşamak
zorunda bırakılacak. Bu da bu
ülkede demokratikliğin olmadığını
gösteren bir diğer durumdur.
Kişinin özgürlüğü, o kişinin ailesinin
kararlarının demokratikliği kadardır.
Eğitimin kademelendirilmesinin
en büyük sebeplerinden biri
de öğrencileri meslek liselerine
yöneltmektir. Konuyu açacak
olursak: Liselerin Anadolu Liselerine
dönüştürülmesi sonucunda SBS
sınavında başarılı olamayan ya da
bu sınava hiç girmeyen öğrenciler
direkt olarak meslek liselerini tercih
etmeye mecbur bırakılacaktır.
Anadolu liseleri SBS sonucuna göre
öğrenci aldıklarından dolayı, genel
liselerin tamamının Anadolu Lisesine
dönüştürülmesinden sonra SBS’
de başarılı olamayan öğrencinin
yapabileceği tek tercih meslek lisesi
olacaktır.
25
“2011-2012 eğitim ve öğretim
yılında 8. sınıfta okuyan öğrencilerden
Seviye Belirleme Sınavı (SBS)
sonuçlarına göre öğrenci alan
ortaöğretim kurumlarından herhangi
birine yerleşemeyen öğrenciler ile
bu sınava katılmayan öğrencilerin
tamamının tercihleri doğrultusunda
ortaöğretim kurumlarına kayıt
yapmaları sağlanacaktır.”
Bu da çıkarılan bu yasanın
kapitalizme hizmet ettiğinin bir
numaralı göstergesidir. Öğrencileri
meslek liselerine yönlendirerek
işçileştirmek amaçlanmıştır. Bu
da ucuz iş gücü demektir. Ki bu
öğrencilere sağladıkları tek imkân da
iş kazası sigortasıdır. Bunların yanı
sıra işletmelere sınırsız stajyer ve
meslek lisesi öğrenci çalıştırma hakkı
tanınmıştır. Fakat Meslek Eğitim
Kanunu’nda yer alan maddeye
göre ancak o işletmede çalışanların
onda biri kadar stajyer çalıştırma
hakkı tanınmaktadır. Ne yazık ki
26
bu madde kaldırılarak tamamen
ucuz ve güvencesiz iş gücü olarak
öğrencilerin sömürülmesinin önü
açılmaktadır.
AKP’nin 4+4+4 eğitim sistemine
geçmeyi istemesindeki bir diğer
sebep de İmam Hatip Liselerinin
ortaokul bölümlerinin de açılması
konusundaki çalışmalarıdır. Bu da
doğrudan dindar nesil yetiştirmek
istemiyle bağlantılıdır, hatta ve
hatta bunun temellerini atmaktır.
Eğitim sistemi üzerinden pirim
yapmaktır. Yeni gelecek nesillerin
düşüncelerine, yaşamlarına direkt
olarak etki etmektir.
Bir çocuğun imam-hatip
ortaokuluna devam etmesini
sağlayacak kişiler o çocuğun ailesidir.
Çünkü ortaokul çağına gelmiş bir
çocuk bunun kararını verebilecek
bir yaşa ve bilince erişmemiştir.
Ülkemizdeyse önümüzdeki dönem
ailelerin çocuklarını imam-hatip
ortaokuluna göndermesinin sanki
dindarlığın bir gerekliliği olarak
teşvik edilmesi olasıdır. Eğer aile
“kızım/oğlum sen imam-hatip
olacaksın” derse o çocuk onu olmak
zorundadır. Ülkemizin yapısından
dolayı da AKP çıkardığı bu yasayla
dindar nesil yetiştirmeye bir adım
daha yaklaşacaktır.
Olması gereken
sermayeleştirmeye ve sömürüye
yönelik, ideolojik kaygılarla
hazırlanan bir eğitim içeriği ve süreci
değil, bilimsel verilerle ve ihtiyaçlar
doğrultusunda hazırlanmış bir
eğitim içeriği ve sürecidir.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
S İ B E L S E VAT
YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
8 Mart ve kadın mücadelesi
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar
Günü; 8 Mart 1857 yılında New
York’lu kadın işçilerin kitlesel olarak
greve gittiği gündür. İş şartlarının
iyileştirilmesi, seçme hakkı tanınması
gibi istekler kanla bastırılmış ve 129
kadın dokuma işçisi katledilmiştir. 40
bine yakın kadın işçinin sömürüye,
zulme, eşitsizliğe, haksızlığa karşı
geliştirdiği bu girişim ilk kadın işçi
grevi olarak tarihe geçmiştir. 1910
yılında 2. Kadın Enternasyonel
hareketi Kopenghang’da toplanırken
Clare Zetkin tarafından önerilen
Dünya Emekçi Kadınlar Günü teklifi
kabul edilmiştir.
101. yılına girdiğimiz bu günün
kapitalist sistem tarafından yaratılan
sanal günler gibi içeriği boşaltılarak
gerçek gündeminden koparılma
çabası vardır. Kadın sorununun
çözümü sadece kadının kurtuluşu
değildir, toplumun nihai kurtuluşunu
erkek kadın eşitliği teşkil eder.
İlkçağlarda var olan anaerkil yapının
yerini zamanla erkeğin fiziksel
gücünün etkisiyle ataerkil yapının
alması kadının yenilgisine neden
oldu, kadın aşağılandı, köleleşti,
erkeğin keyif ve çocuk doğurma
aleti haline geldi. Tabi şuna
değinmek gerekir ki erkek cinsini
tamamen kadın cinsinin karşısına
koyma yanlışına düşmemeliyiz, bu
şekilde sorunların çözümü sekteğe
uğrar. Şimdiki sürece gelirsek
vahşi kapitalizmin halklara dönük
siyasi, kültürel, ekonomik, kimliksel
saldırıları halkın tüm kesiminedir
ancak kimlikten ve fiziksel yapıdan
dolayı en çok kadınları ve çocukları
etkiler. Kadınların doğrudan
etkilenmesi ailesel yapıdan,
toplumsal gelenek ve göreneklerden
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
kaynaklanır ve bu aşağılanma,
kadının iki kere sömürülmesine
neden olur.
Gelelim kadının
ötekileştirilmesine… Toplumda
kadının ötekileştirilmesi örnekleri
tüm dünyada olduğu gibi
ülkemizde de mevcuttur. Siyasi
açıdan; meclisteki kadın milletvekili
sayısı parmakla sayılacak kadar
az olup üst düzey başkanlıklarda
görev alamıyorlar. Kültürel açıdan
ise özellikle etnik kimlikten
kaynaklı ötekileştirme vardır;
“sen Kürt kadınısın, Alevi kadınısın”
gibi dışlanmalar ya da kadının
namus, töre cinayetlerine kurban
gitmesi, aşiret yasalarının kadına
uygulanması… Ekonomik açıdan ise
kadının sadece ev işinde ya da çocuk
bakımında çalışmasının istenmesi,
eve sıkıştırılıp sosyalleşmedeki yerini
alamaması, kadının iş hayatına
entegre edilmesi ya da kocası
tarafından çalıştırılmama durumu
kadını hizmetçi kul haline getirmiştir.
Dinsel açıdan bakıldığındaysa kadın
sistemin siyasi rant aracıdır; istendiği
gibi kapatılıp açılabilir, giyim kuşamı
zamanın siyasetine göre ayarlanır.
Ve biz kadınlar… Nazım’ın
dizelerinde sofradaki yeri öküzden
sonra gelen, Duygu Asena’ya
göre adı olmayan kadınlarımız…
Biz kadınlar; erkeğin kaburga
kemiğinden yaratıldığı ileri sürülen,
Âdem’i Cennet’ten kovduran
Havva’nın kızları… Biz kadınlar; eksik
etek, kaşık düşmanı… Biz kadınlar;
ne alabildiğine özgür, ne de hak
sahibi…
Kadınlar gününü erkekler
bilmiyorsa onlara bunu göstermek
gerek. Kadını bir ana, bir bacı, bir
doktor, bir öğretmen kısacası bir
insan olduğunu kabullenmeyen
beyinlere, kadının karnından sıpayı
sırtından sopayı eksik etmeyeceksin
diyen varlıklara, kadınlara el
kaldırmayı marifet bilen acizlere dur
diyelim. Kadın, toplumda belli bir
yeri olan ve insanca yaşamayı hak
eden bir varlıktır.
Dünya genelinde kadın
haklarında son yıllarda meydana
gelen artış dahi birçok gerçeği
değiştirebilecek nitelikte değildir.
Dünyadaki en fakir insanların büyük
bir çoğunluğu kadın, dünyadaki
eğitim almamış insanların büyük
çoğunluğu yine kadınlar.
Kadın konusunda, kadın gününü
yaratanlara şükranlarımızı iletmek,
özellikle kadın örgütleyicisi lider
konumunda olan Almanya Sosyal
Demokrat Partisi önderlerinden yüce
Clara Zetkin’i saygıyla anmak gerekir.
Bu vesileyle,
YAŞASIN DÜNYA EMEKÇİLER
KADIN GÜNÜ
YAŞASIN 8 MART EMEKÇİ
KADINLAR GÜNÜ
27
KONSEY’DEN
8 Mart Dünya Emekçi
Kadınlar Günü
8 Mart, kadınların erkeklerle eşit
haklara sahip olmak için verdiği
mücadelenin temsili başlangıcı
olarak kabul edilir. Günümüzde
8 Mart dünya emekçi kadınlar
günü, kadınlar için çok daha farklı
bir yerdedir. Geçmişten bugüne
gelebilmemizde, 8 Mart, kadınların
hakları uğruna verdiği mücadelenin
hatırlanması ve bu mücadele
hattının daha iyi kullanılması
bakımından özel bir gün olduğu
kadar bize sorumluluklar yükleyen
de bir gündür. 8 Mart 1857`de
ABD’de 40.000 dokuma işçisi
kadının “Daha iyi çalışma koşulları
istiyoruz ve düşük ücret son bulsun”
talebiyle başlattığı mücadelede
28
polisin saldırısı sonucu yangın
çıkmış ve yaklaşık 130 kadın işçi
hayatını kaybetmiştir. İşçi kadınların
özgürlük talepleriyle kıvılcımı
ateşe dönüştürdükleri bugün 1910
yılından itibaren Dünya Emekçi
Kadınlar Günü olarak direnen ve
kazanan kadınlara atfedilir.
8 Mart’ı 102. yılında karşılarken
hala kadının hayatın her alanında
‘ikinci cins` olarak görülmesinin
dezavantajlarını yaşıyoruz. Gerici
zihniyetin çıkarlarına hizmet eden
cinsiyet ayrımcılığı çözülmeden
özgür ve eşit bir toplum oluşması
mümkün değildir. Bugün ülkemizde
toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, aile
içi ilişkilerden başlayarak arkadaş
ortamı, sınıf, okul, yaşadığımız şehir
ve sektör içerisinde her düzeyde
yaşanmaya devam etmektedir.
Okul yaşamında, sosyal yaşamda,
aile içi yaşamda kadının kadın
olmasından kaynaklı yaşadığı
sorunlar, tarihsel, kültürel, dinsel
faktörler nedeniyle görmezden
gelinmekte ve kadın indirgemeci bir
mantıkla ele alınarak “sığ” politikaya
malzeme edilmektedir. Ülkemizde
hala en az eğitim alan nüfus kadın
nüfusudur. Bununla amaçlanan
kadınların ekonomik özgürlüklerini
elde etmesiyle birlikte kazanacağı
bilince engel olmaktır. Çünkü
yoksulluktan en fazla etkilenenler
kadınlardır, annelerimizdir. Çünkü
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
maddi özgürlüğü olmayan kadın
özgürleşemez.
Kadınların, kadın oldukları
için karşı karşıya kaldıkları şiddet,
taciz, tecavüz, güvencesizlik gibi
sorunların çözümünde örgütlü bir
mücadele vermesi gerektiğiyse
açıktır. Dolayısıyla kadınlar olarak
daha çok okumalı, bu egemen
yanlış anlayışa engel olabilmek
amacıyla daha çok örgütlenip daha
fazla çalışmalıyız. Günümüzde hala
namus cinayetleri işleniyor ve birçok
kadınımızı töreye kurban veriyoruz.
Ne yazık ki bu meselede de kadının
yaşadığı diğer tüm sorunlarda
olduğu gibi engellenmesinin değil
adeta yapılmasının önü açılmaktadır.
Töre adı altında kadına dayatılan
namus kavramıysa aslında özelde
erkeğin genelde ise devletin
namus kavramının içini ne kadar
boşalttığını, bu kavramın aslında
kadının boynuna takılmak istenen
prangadan başka bir şey olmadığını
çok açık göstermektedir. Dünyada
da durum ne yazık ki Türkiye’den
pek farklı değil. Küresel olarak 15
ile 45 yaş arasındaki kadınlar erkek
şiddetinin sonucu olarak ya hayatını
kaybetmekte ya da sakatlanmakta.
Kadına yönelik şiddet dünyada
oldukça yaygın olmasına rağmen en
az cezalandırılan suç. Kadına yönelik
şiddet gereken cezayı almadığı
gibi ülkemizde kadın cinayetleri
işleyenlere kadının tahrik unsuru
olduğu söylenmekte ya da özellikle
son dönemlerde tecavüz davalarında
olduğu gibi kadının ‘rıza` göstermesi
gerekçe gösterilerek ceza indirimi
yapılmaktadır. Yargı adeta suçun
zeminini oluşturmaktadır. Erkek
eliyle uygulanan kadına dönük
şiddet devletin ‘rıza`sının kadına
mal edilmesi ile gerçekleşmekte.
Bu anlayış üniversitelerde de tabiî
ki farklı olmuyor. “Dekolte giyene
tecavüz edilir!”, “Üniversiteli kadının
saat dokuzdan sonra dışarıda ne işi
var?” sözlerini söyleyenler de birer
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
devlet görevlisi. Alın size kadına
dönük devlet şiddetinin bir tezahürü
daha.
Mühendis kadınlardan
bahsedecek olursak. Meslek
seçimleri ve iş yaşamında da
cinsiyetçi iş bölümü ciddi bir
sorundur. Oysa çağdaş yaşamda
kadın ve erkek, toplumsal iş
bölümüne katıldıkları oranda hayata
ortak olabilmektedir. Toplumda
kadınlar için en çok yadsınan meslek;
mühendislik. “Kadın kısmının ne
işi var şantiyelerde!”, “Daha kadınsı
bir meslek seçemedin mi?” diye
başlayan cümlelerle seçmiş oldukları
meslek için kadınları eleştiren
eşler, aileler, akrabalar, eş, dost.
Cinsiyetçi önyargılardan dolayı
kadınlar mühendislik alanında hep
ikinci plana atılmıştır. Bunların en
bariz örnekleri ise; aynı işi yapan
kadın ve erkeğin farklı maaş alması,
kadınların ucuz iş gücü olarak
görülmesi, iş başvurularında evli
olma durumlarının göz önüne
alınması, erkeklerin kadınların emri
altında çalışmak istememeleri,
kadınların maaşlarının ek gelir
olarak görülmemesidir. Kadın olmak,
yaşamın her alanında gerçekten
zor… Kimliğinden yoksun olan kadın
bir kat daha eziliyor.
Kadına dönük her türden
ayrımcılık ve şiddet ortamını
temellendiren nedenler savaş
durumlarında güçlenir. Eril
kavramlar olan militarizm, ırkçılık
ve milliyetçiliğin kendini var ettiği
ekonomik ve siyasal temel, kadın
düşmanlığını üretir ve besler. Türk,
Kürt, Laz, Çerkez kadınları savaşın
yarattığı yıkımlardan ve baskılardan
benzer biçimlerde etkilenmektedir.
Yine savaşın sonuçlarını da en ağır
kadınlar yaşıyor. Evladını büyüten
de savaşa gönderen de sonrasında
cenazesine ulaşmak için en fazla
acıyı çeken yine kadın oluyor.
Kimliğine, bedenine, emeğine el
konulan bir kadının maruz kaldığı
sömürü katmerli olmaktadır. Bizler
kadın haklarını aramaya ve kadınlara
insanca davranılan bir dünya
yaratmak için mücadele etmeye
yılmadan devam etmeliyiz. Tunus`ta,
Mısır`da barikat başında savaşan
kadınlardan Wan`daki direngen
kadınlara; Roboski` de onurlu duruş
gösteren kadınlardan mücadelesini
sokakta haykıran tüm kadınlara
Selam Olsun!
Bizler örgütlü inşaat mühendisleri
adayları daha da önemlisi sistemin
kadınlar üzerindeki etkisini
yaşayan kadınlar olarak bütün
toplumun cinsiyet ayrımcılığına
karşı bilinçlendirilmesi, toplumsal
cinsiyet eşitliği için herkes den
daha çok çalışmalıyız. genç–İMO
olarak bizler, gerici zihniyete hizmet
eden aile içerisinde, sınıflarımızda,
fakültelerde karşı karşıya
kaldığımız cinsiyet ayrımcılığı,
taciz gibi sorunlar çözülmeden;
bilinçli, gelişmiş, demokratik bir
toplum yaratılmasının mümkün
olmayacağının farkındayız. Bu
nedenle kadın ve erkeğin eşit bir
şekilde, yan yana, yaşamın her
alanını paylaşmasını ve omuz omuza
mücadele etmesini savunmaya her
zaman devam edeceğiz. Biz genç–
İMO olarak örgütümüze, yaşamımıza
ve geleceğimize sahip çıkarak;
“Örgütlü kadınlar daha güçlüdür”
diyoruz. Tüm kadınların, Dünya
Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun.
29
CUMALİ DEDE
S A K A R YA Ü N İ V E R S İ T E S İ
Birlik, Mücadele, Zafer!
Tarihte ilk kez 1856 yılında
Avustralya’nın Melbourne kentinde
taş ve inşaat işçilerinin, günde sekiz
saatlik iş günü talebiyle Melbourne
Üniversitesi’nden Parlamento
Evine kadar yürümesiyle başlayan
mücadele coğrafyamızda da yerini
alır.
Osmanlı Devleti döneminde
işçi örgütlenmesinin en gelişmiş
olduğu yer olan Selanik’te 1911
yılında tütün, liman ve pamuk işçileri
1 Mayıs gösterisi düzenleyerek bu
günü kutladılar. Bundan bir yıl sonra
(1912) İstanbul’da ilk kez 1 Mayıs
kutlaması gerçekleştirildi.
Cumhuriyet dönemine
geldiğimizde 1923 yılında 1 Mayıs
yasal olarak işçi bayramı ilan edildi.
Bir yıl sonra (1924) 1 Mayıs’ı kitlesel
kutlamak yasaklandı.1925’te
tamamen yasaklanan 1 Mayıs, 1935
30
yılında ise “Bahar Çiçek Bayramı”
olarak adı değiştirildi. Bu durum
trajikomik bir hal alsa da yasaklar
kendi özgürlüklerini doğuruyor işçi
sınıfını örgütlüyordu.
Yüzyılın son yarısına girildiğinde
Avrupa’da gelişen gençlik hareketleri
ülkemizde de yaşam buldu. 68
kuşağıyla başlayan bu yeni sayfa, 71
muhtırası ile sönümlenmek istense
da tohum toprağa düşmüştü bir
kere ve hızla kök salmaya devam
ediyordu. 1970’lerin ortalarında çığ
gibi büyüyen işçi hareketleri 77
1 Mayıs’ında Taksim’de muhteşem bir
final yapmak üzereyken, kendilerini
CIA ve Kontrgerilla tezgâhlı bir
katliamın içinde buldular. Çeşitli
illerden gelen yaklaşık 500 bin
emekçi kutlamaların sonlarına
doğru çevredeki Sular İdaresi ve şu
an ki ismiyle ‘The Marmara Oteli’
binasından üzerlerine ateş açılması
sonucu büyük bir panikle kaçmaya
çalışıyor, panzerler de kitleyi
Kazancı Yokuşuna sürüklüyordu. Ne
tesadüftür ki, Kazancı Yokuşu’nun
diğer ucu daha önceden park etmiş
bir kamyonla kapatılmıştı. Bu planlı
saldırı sonucu resmi rakamlara
göre Kazancı Yokuşu’nda sıkışarak
ezilmeden kaynaklı 28, panzer
altında kalarak 1, açılan ateş sonu 5
toplamda 34 işçi yaşamını yitirmiş,
yaklaşık 130 kişide bedenlerine
kurşun isabet etmesi sonucu
yaralanmıştır.
Bu katliamı takip eden
80 darbesinin ilk işi 1 Mayısı
yasaklamak, sendika/dernek gibi
işçilerin örgütlenebileceği her alanı
kapatmak oldu. Darbenin yarattığı
baskılardan kaynaklı gerilemeye
başlayan sınıf hareketi zamanla
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
ölü toprağını üzerinden atmaya
başladı.1996 Kadıköy 1 Mayıs’ı işçi
sınıfı açısından yeniden kendini var
etmenin, yenilenmenin bayramı
oldu. Yüz binler olup Kadıköy’e
sığmayan işçiler, emek gücünden
gelen verdiği gözdağı çok büyük
olacak ki işçileri bu alanda da
saldırıya maruz bıraktı. Hasan
Albayrak’ın da arasında bulunduğu
üç işçi güvenlik kuvvetlerinin açtığı
ateş sonucunda yaşamını yitirdi.
2000’li yıllara geldiğimizde
etkisini iyice arttıran ekonomik
krizler toplumsal patlamanın da
habercisiydi. İşsizlik, açlık, yoksulluk,
zamlar, işten atmalar, özelleştirmeler,
taşeronlaşma sistemi ve
coğrafyamızda patlak veren savaşlar
emekçi hakları birbirlerine daha da
çok yaklaştırıyor ve birleştiriyordu.
Buna en büyük örnek farklı
bölgelerden Alevisi Sünnisi, Türkü
Kürdü, Lazı Çerkezi ve birçok mezhep
ve ulustan işçilerin Ankara’da 78
gün süren Tekel direnişiyle, birlikte
hareket etmenin gücünü tüm
dünyaya gösterdiler. Birlikten gelen
bu güç bir ihtiyacı açığa çıkardı.
Artık kazanma zamanıydı. 77’de
kaybedilen ve yarım kalan 1 Mayısı
tamamlamak için 2007 1 Mayısından
itibaren 2008 ve 2009’da işçi sınıfı
ve onun politik öncüleri yılmadan
görkemli direnişler göstererek 2010
yılında Taksim Meydanını kazandı
ve yarım kalan 1 Mayıs tamamlandı.
2010’dan itibaren 1 Mayıs ücretli izin
günü oldu.
1 MAYIS 2012
Dünya işçi sınıfının birlik,
dayanışma ve mücadele günü
1 Mayıs yalnızca belirli bir mücadele
anı ya da takvimsel bir eylem günü
değildir. O aynı zamanda işçi sınıfı
ve ezilenlerin bir yıllık mücadele
sürecinin deney ve sonuçlarının
yansıdığı, bir sonraki dönemin
mücadele perspektifinin belirlendiği
andır. Bu açıdan 1 Mayıs Anadolu ve
Mezopotamya’da kapitalist sömürü
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
düzenine ve sömürgeci rejime karşı
işçi sınıfı ve ezilenlerin toplumsal
hareketinin boy ölçüsü, eşiği ve
yeni mücadele döneminin çıkış
noktasıdır.
Yurdumuzda başta İstanbul 1
Mayıs alanı olmak üzere 110 ayrı
merkezdeki kutlamalarda yüz
binlerce işçinin, işsizin, kadının,
gencin, yoksulun ortak taleplerini
dile getirmesi, toplumsal kaynaşma
ve birleşik mücadele arzusunu
kitlesellikle buluşturan an olmuştur.
Bu istek ve politik kararlılık o
anda yüz binlerin iradesinde
cisimleşmiştir.
Sömürüye, yoksulluğa, işsizliğe,
güvencesiz çalıştırılmaya, iş
cinayetlerine;
Adaletsizliğe, TMY (Terörle
Mücadele Yasası) adı altında
gazeteciler, avukatlar, üniversite
hocaları ve cezaevlerinde sayısı 600
geçen öğrenci tutuklama terörüne;
Irkçılığa, şovenizme, ulusal
inkâra, kadın cinayetleri ve kadın
bedenin sömürüsüne karşı yüz binler
1 Mayısta tek bir ağızdan bu gerçeği
haykırdı.
“DİZ ÇÖKMEYECEĞİZ”
“BU BÖYLE GİTMEZ, SÖMÜRÜ
DEVAM ETMEZ”
Umut, coşku ve kararlılıkla
belirlenen bu tablo, mücadelenin
yaygınlaşmakta olduğunun ve
yükseleceğinin müjdesidir.
YAŞASIN 1 MAYIS
BIJî YEK GULAN
31
R Ö P O R TA J : M E T İ N Ş E N Y U R T
YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
Limter-İş Sendikası Genel Başkanı
Kanber Saygılı ile röportaj
Son zamanlarda iyice artan ve
her yıl binleri geçen sayıda işçinin
ölümüne sebep olan iş kazaları
konusunda, en fazla işçi ölümünün
gerçekleştiği yerlerden birisi olan
tersanelerde sendikal faaliyet
yürüten Limter-İş Sendikası Genel
Başkanı Kanber Saygılı ile röportaj
yaptık:
İş kazalarının önlenebilmesi için
fiziksel koşullar ne derece sağlanıyor,
bu koşulların sağlanma oranı
şirketler bazında ne kadardır, böyle
bir istatistiğe sahip miyiz?
Konuyla ilgili olarak bugün
düne göre bazı tersanelerde
olumlu adımlar atılıyor diyebiliriz.
Ancak bu iyileşmeler asla tersane
patronlarının, hükümet ve
bürokrasinin çabalarıyla olmamıştır.
20 yıla yakındır tersanelerde
çalışma koşullarının iyileştirilmesi
için vermiş olduğumuz mücadelenin
en temel sorunu İSİ (İşçi sağlığı
iş Güvenliği) olmuş, yaşam hakkı
talebi hep ön sıralara yerleşmiştir.
Bu temel talebimiz için onlarca,
yüzlerce, binlerce işçiyle yürüyüşler
yapılmış, yollar, gemiler işgal
edilmiştir. En son 208 yılında 2728 Şubat ve 16 Haziran’da yaşam
hakkı için kamuoyuyla birleşik
gerçekleştirdiğimiz emekçi
grevlerimiz tersane patronlarını bu
sorunla ilgili adım atmak zorunda
bırakmıştır. Fakat bu atılan adımlar
kısmi teknik boyut niteliğindedir.
Pansuman tedbirler demek durumu
tam ifade eder. 1985 yılından
günümüze işçi arkadaşlarımızın hiç
değişmeyen nedenlerden (yüksekten
32
düşme, elektrik çarpması, gaz
sıkışması sonucu patlama ve cisim
çarpması) dolayı iş cinayetlerine
kurban gitmesi işin teknik
boyutunun vahametini göstermekte.
Tersanelerde İSİ Güvenliği hizmeti
birkaç tersane hariç tamamı
dışarıdan yani danışmanlık firmaları
tarafından yapılmakta. Önümüzdeki
günlerde çıkarılmayı bekleyen,
4857 sayılı iş yasadaki İşçi Sağlığı
İş Güvenliği Mevzuatını mumla
aratacak niteliğe sahip olan ve
sadece işin sağlığına ve güvenliğine
odaklanan “İş sağlığı İş Güvenliği
yasası tasarısı” tersanelerde fiilen
uygulanır durumda. Yasanın
çıkmasıyla birlikte, uygulama yasa
katına çıkacak. Yani malumun ilanı
olacaktır.
Fiziksel koşulların yanında,
işçilere verilen eğitimin ya da sürekli
işçi ölümlerinin yaşanması gibi
onları psikolojik olarak etkileyen
etkenlerin ne kadar etkili olduğunu
düşünüyorsunuz?
İSİ Güvenliği sorunu patronların
ya da hükümetin iddia ettikleri
gibi teknik bir sorun olmadığı gibi
eğitim ya da eğitimsizlikle asla
tarif edilemez. Eğitimi şüphesiz
küçümsemiyoruz, dahası çok
ciddi olarak önemsiyoruz da.
Ancak tersanelerde öyle eğitim
diyebileceğimiz bir durum söz
konusu değil. İşçi işe girdiği
zaman ilk gün bir saat eğitim verilir.
Verilen eğitime eğitim demek
için bin şahit bile yetmez. Tam bir
tembih niteliğindedir. Dışarıdan
özel firmalardan işçiler kendi
paralarıyla 15 günlük mesleki
eğitimle sertifika (kaynak, montaj,
resim okuma, raspa, boya vb.) alırlar.
Burada firmalar çok ciddi paralar
kazanırlar. İşçiler ise işe girmenin
dışında hiçbir şeye yaramayan
kağıt parçası niteliğini taşıyan
sertifika alırlar. Kaldı ki, bir işçi
dünyanın en iyi İSİ Güvenliği dersi
alsa ne olacak? Bildiklerini hayatta
uygulayacak örgütlü iradeden
yoksunsa. Ya da birey olarak itiraz
hakkını kullandığında işten atılma
gerekçesi oluyorsa eğitimin kıymeti
harbiyesi ne olabilir. İSİ Güvenliği,
Tıp bilimini, mühendislik bilimini ve
sosyal bilimlerin toplamını içeren
yapısal bir sorundur. Dolaysıyla
gerçek anlamda İSİG’den söz
etmek gerekirse, üretim sürecinde
sağlanacak sağlıklı ve güvenilir
çalışma koşullarının, üretim sürecinin
dışındaki maddi yaşam koşullarının
iyileştirilmesiyle mümkündür.
Üretim süreci dışındaki maddi yaşam
koşulları iyileştirilmeden, çalışanların
kendilerinin ve ailelerinin beslenme,
barınma, eğitim, sosyal-kültürel
vb. temel ihtiyaçları giderilmeden
sağlıklı bir yaşamdan söz etmek
mümkün değildir.
Sağlıklı olma hali kişinin
bedensel, ruhsal ve sosyal yönden
tam bir iyilik halinde olmasını
ifade eder. Onlarca işçinin öldüğü
bir çalışma alanında işçilerin iş
cinayetlerinden etkilenmemeleri,
psikolojik rahatsızlık içinde
olmamaları düşünebilinir mi? Yanı
başındaki arkadaşı ölürken bile
çalışmaya zorlanan ve de zorla
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
çalıştırılan işçinin ruhen rahat olması
mümkün mü. Gerek tersanelerde
gerekse iş cinayetlerinin yaşandığı
diğer iş kollarındaki arkadaşlarımız
her gün ölüm korkusuyla yaşıyorsa,
her sabah evden çıkarken eşiyle,
çocuklarıyla ya da ana-babasıyla
vedalaşarak çıkıyorsa o işçinin
çalışma alanında kendisini güvende
hissederek çalışabilmesi mümkün
mü? İşçi saatlerce kurtulmayı
beklerken donarak ölürse aynı iş
kolundaki ya da aynı iş yerindeki
işçinin bu durumdan etkilenmemesi
düşünülemez. Bırakalım sıradan
etkilenmeyi bir çok işçi şoka girip
travma geçiriyor, sigortası yatmayan,
ücreti zamanında verilmeyen,
çalışma saati belli olmayan, iş
güvencesi pamuk ipliğine bağlı olan,
sosyal hakları iç edilen, patron ya
da taşeronun iki dudağı arasından
çıkan sözün kanun olduğu çalışma
alanında işçiler kendisini güvende
hissederek çalışabilir mi? Bir işçinin
iradesi bu kadar saldırıya kaç gün
ya da kaç saat direnebilir. Bütün
olumsuzlukların mevcut olduğu
tersanelerde ya da benzer iş
koşullarında tesadüf olan ölmeden
çalışmaktır dememiz bundandır.
İşçilerin iş günü ve süresinin,
iş güvenliğine ile ilişkisini nasıl
kurabiliriz?
İş günü süresi ile iş güvenliğinin
ilişkisi çok doğru orantılı olmak
zorunda. Tıpkı insanla doğa
arasındaki ilişki gibi. Birbirini
besleyen, birbirine uyumlu olması
tercih değil bir zorunluluktur.
Dinlenmemiş zinde olmayan
bir vücut yeterli enerjiyi sahip
olamayacağı gibi hata yapma
oranı yorgunluk derecesine göre
de artar. Uzun ve yoğun çalışmak
(ki taşeronluk sistemi tastamam
budur) dikkat dağınıklılığını da
beraberinde getirir. Bu ise kaza
yapma ya da işçinin kazaya uğrama
oranını arttırır. Mesela tersanelerde
yaşanan iş cinayetlerinde uzun ve
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
yoğun çalıştırmanın büyük bir etkisi
olmuştur. Aynı zamanda havanın çok
sıcak ya da soğuk olduğu koşullarda
uygulanan uzun ve yoğun çalışma
iş kazalarını katlayarak arttırmıştır.
Tersanelerde bunun pek çok örneği
yaşanmıştır.
19. yüzyılın son çeyreğinde
işçi sınıfımızın mücadelesi sonu
kazanılmış olan 8 saat uygulaması
bile günümüzde esnekliğin
kurbanı durumundadır. 19. yüzyılla
kıyaslandığında teknik son derece
gelişmiş olmasına rağmen işçiler
hala uzun ve yoğun çalışmayla karşı
karşıya. İşçinin hem vücutsal hem
de zihinsel anlamda dinlenmesi
için çalışma saatleri teknolojinin
bugünkü durumuna uygun olarak
6 saat olarak (ya da daha az)
belirlenmesi ve Cumartesi-Pazar
günlerinin ücretli tatil edilmesi
bir zorunluluk haline gelmiştir.
Tersaneler gibi ağır ve tehlikeli iş
kollarında çalışma saatleri 6 saati
geçmediği koşullarda iş kazalarının
oranında nispeten azalma olacak
işçilerin vücut bütünlüğü ve yaşam
hakkı daha az zarar görecektir.
Esnek ve güvencesiz çalışma
koşulları ve taşeronlaştırma her
geçen gün artıyor. Bu durumun iş
kazalarına etkileri nelerdir?
Esnek ve kuralsızlık anlamına
gelen taşeronluk sistemine bir de
örgütsüzlüğü eklersek karşınıza tam
bir güvencesizlik çıkar. Kapitalist
patronlar için rekabet (azami kar
için olmazsa olmazdır) etme gücü
anlamına gelen Güvencesizlik ise bir
çok şeyin yanında iş güvencesinin
ve yaşam hakkının pamuk ipliğine
bağlanmasından başka bir şey
değildir. Tersanelerde, madenlerde,
inşaatlarda, hidroelektrik
santrallerinde, tekstilde yaşanan tam
da budur. Buralarda iş cinayetleri
yaşanıyorsa en önemli nedeni,
örgütsüzlüğün ve güvencesiz
çalışmanın hâkim olmasıdır.
Dolayısıyla hükümetin patronların
ve uluslararası sermayenin çıkar
ve menfaatleri icabı uluslararası
saldırı anlamına gelen Ulusal
İstihdam Stratejisinin bir bütün
olarak yasallaşıp çalışma yaşamında
uygulanmaya başlamasıyla
güvencesizliğin tavan yapacağını
iddia etmek için müneccim olmak
gerekmiyor. Yani bugün yüz parçaya
bölünüp parçalanarak örgütsüzlüğe
mahkûm edilen emek, bu stratejik
saldırıyla bin parçaya bölünecek
ve örgütsüzlük tavan yapacaktır.
Bu ise tastamam iş kazalarının ve
iş cinayetlerinin de tavan yapması
anlamına gelir.
Bu konuyla ilgili fazlasıyla
mevzuat mevcut. Bunların
uygulanabilirliği önündeki engeller
nelerdir?
Eğip bükmeden söyleyecek
olursak mevzuatların hiçbir suçu
yok. En büyük engel ve suçlu
yasa yapıcılar ve patronlardır. Bir
başbakan madende yaşanan iş
cinayetleri için “ölüm işin doğasında
var” diyorsa ya da kadere bağlıyorsa
mevzuatın ne hükmü olabilir ki.
Bu sözler karşısında patronlar
İSİ Güvenliğini gereksiz, maliyeti
arttıran bir sorun olarak görmezde
ne yapar. Yani bu sorunun şu ya
da bu şekilde çözümü asla ve asla
patronların, taşeronların ve de
bürokrasinin vicdanına bırakılamaz.
Sorun işçi sınıfımızın bilinç,
örgütlülük ve eylem gücündedir.
Emeğin bütün bileşenlerinin
birleşik mücadelesindedir. Gerisi
teferruattan ibarettir.
Kapitalizm koşullarında da
olsa bu konuyla ilgili çok ciddi
kazanımlar elde edebiliriz. Limterİş sendikamızın 20 yıla yaklaşan
mücadele tarihinde ya da işçi
sınıfımızın mücadele tarihinde
bunun ipuçlarını bulabiliriz. Sorunun
çözümüne dair iş dönüp dolaşıp
emekten yana örgütlerin önüne
geliyor.
33
ALPER ULUŞAN
KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
Üniversitelerde neler oluyor?
1980 darbesi ile birlikte
üniversiteler, yaşanacak Neo
Liberal bir dönüşüm için yeniden
yapılandırılmaya başlandı. Çünkü
üniversiteli muhalifti. Üniversitenin
muhalif kimliği üniversitelerde
yapılacak neo liberal dönüşüme
uygun olmadığından muhalif
üniversiteli kimliğinin değiştirilmesi
için bu yapılandırma zorunluluk arz
ediyordu. Zira harçlara yapılacak
peşi sıra zamlar, üniversite içi
hizmetlerin paralılaştırılması gibi
uygulamalara çomak sokacak
bir gençlik istenmiyordu. Biran
önce üniversiteye yeni bir kimlik
verilmeliydi
34
Yeni üniversite kimliği,
eleştirmeyen, sorgulamayan
kısaca üç maymunu oynayacak
bir üniversiteli kimliği olmalıydı.
Ders içeriklerinin gerici ezberci
hale getirilmesi, disiplin kurulları
ile tek tip birey yetiştirmeye odaklı
bir sistem oluşturma çabası hep
bu üniversitenin muhalif kimliğini
bertaraf etme düşüncesiydi. Bu çaba
YÖK gibi bir kurul doğurdu.
YÖK, kuruluş amacına uygun
olarak üniversitelerden yükselecek
her muhalif sesi kısmaya çalıştı.
Muhalif her unsuru üniversite
dışına atmaya çalışıp ders içerikleri,
sınav sistemi ve yüksek ders geçme
notu ile birlikte üniversiteliyi baskı
altına alıp, boş zamanın oluşmasını
engelledi. Oluşması muhtemel
boş zamanında da üniversitelinin
ders dışı konularla ilgilenmesinin
önü kesilmeye çalışıldı. Zamanla
yaratılacak öğrenci modelinin
yine boş zamanlarında uğraşacağı
konuların toplumsal konular
değil magazin ve futbol benzeri
konular olması gerektiğinden,
atadıkları akademisyenler
aracılığı ile teslimiyetçi bireyci
bir gençlik yetiştirmeye çalışıldı.
Oluşturdukları disiplin kurullarında
muhalif öğrenciler cezalandırıldı.
Üniversitelerde kurdukları mütevelli
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
heyetleri ile üniversitelinin söz hakkı
olmadığı bir yönetim oluşturuldu.
Bu mütevelli heyetlerine alınan
üniversite dışı unsurlarla nasıl bir
üniversite kurulmak istendiğinin
sinyalleri verildi. Atadıkları öğretim
görevlileri ile gerici ezberci kadroları
kurdular. Kısacası üniversite yavaş
yavaş teslim alınıp, gerçekleştirilecek
dönüşüm programının zemini
hazırlandı. Hedef büyüktü.
Amaç üniversiteleri şirketleştirip,
öğrencileri müşterileştirmekti
Dönüşüm Programının Adı:
Bologna Süreci
Bologna süreci 2010 yılına kadar
Avrupa Yüksek Öğretim Alanının
oluşturulması için ortaya konan
hedef ve reformları ifade eder.
Her ülkede ulusal durum ve
kültürle uyumlu olmak kaydıyla
eğitim kalitesini iş dünyası ve sivil
toplum beklentilerine uygun bir
şekilde arttırmayı, deneyimleri
paylaşmayı, işbirliğini, kazanılan
yetkinliklerin geçerliliğini sağlamayı
amaçlamaktadır.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
Bologna Süreci 1999’da 29
Avrupa ülkesinin Eğitim Bakanlarının
bir araya gelmesi ile başladı. 2001’de
Türkiye bu sürece dahil oldu. Halen
47 ülke bu süreç kapsamında olup
2010 yılında sürecin tamamlanması
beklenmektedir.
1999 yılında Yükseköğretim
kurumlarında öğrenci/öğretim
üyesi hareketliliğini, teşvik, kolay
anlaşılır ve karşılaştırılabilir derece
sistemi, ortak kredi sistemi,
lisans/yüksek lisans şeklinde iki
kademeli eğitim, kalite güvencesi
ve Avrupa doktora ve araştırma
alanlarının oluşturulması şeklindeki
programla yola çıkıldı. Her 2 yılda
bir yapılan takip ve geliştirme
toplantıları sonucunda 2007’de
Londra’da 3 kademeli eğitim sistemi
(lisans, yüksek lisans, doktora),
ulusal yeterlilikler çerçevesi,
kalite güvencesi (Avrupa ilke ve
standartları ile uyumlu), öğrenci
katılımı, uluslararası katılım, diploma
ve öğrenim sürelerinin tanınması,
yaşam boyu öğrenme ve ortak
derecelerin oluşturulması önerileri
kabul edildi.
Her iki yılda bir ülkelerin Bologna
sürecindeki aktivitesi izlenmekte,
rapor yayınlanmakta olup süreç 2010
da tamamlanmıştır.
Teoride ifade edildiği kadarıyla
kulağa hoş gelse de uygulamada
sancılı sonuçlar doğurmaktadır.
Bologna süreci ve etkileri
Gerek YÖK’ün resmi WEB sitesi
gerekse bazı WEB site ve bloglarda
bu sürecin eğitimde kaliteyi
arttıracağı vurgulanmaktadır. Ancak
Bologna süreci üniversitelerde
sanayinin “kalifiye işgücü” ihtiyacını
gidermeye yönelik bütünlüklü bir
programdır. Bu program Avrupa’da
başta öğretim görevlileri olmak
üzere öğrencilerin tepkisini
çekmektedir. Ancak ülkemizde bu
uygulama en çok öğretim görevlileri
tarafından sahiplenilmektedir.
Ülkemizde Bologna sürecine
doğuracağı şu sonuçlar çerçevesinde
karşı çıkılmaktadır:
1-)”Reform” adı altında eğitim
35
niteliksizleştirildi. Hatırı sayılır, itibarı
olan meslekler itibarsızlaştırıldı. Son
yıllarda artan üniversite sayısı her ile
bir üniversite mantığı binlerce insanı,
dört bir yanı duvar ve çatısı olan
binalara tabelalar asılarak niteliksiz
öğrenim koşullarına terk edip ucuz
iş gücü yaratıyorlar. Böylelikle
toplumsallıktan, halk için bilgi
anlayışından uzak öğrenim, kişiyi
öğrenim gördüğü alana, mesleğine
yabancı kılıyor. Garabetin kendisi
itibarsızlaştırılan doktor, öğretmen
vb. mesleği ve sonucunda doktor
ve öğretmen cinayetlerine kadar
varıyor.
2-)Üniversiteler bilgiyi
üretirken kamu faydası kriterini
gözden çıkarıyor, sermayenin,
patronların ihtiyacı için yeniden
üretiyor. Üniversitelerde bireyler
donanımlarına göre şekillenmeleri
gerekirken, artık Avrupa’nın rekabet
gücünü artırmak için, ihtiyaca uygun
bireyler olarak şekillendiriliyor.
Toplumsal konulardan kendini
soyutlamış, kariyerizme saplanmış,
güvencesiz, sanayide makinenin
basit bir uzantısı olarak işlev
gören tek tipleştirilmiş bireyler
olarak karşılık bulacak bu program
üniversitenin kuruluş mantığını
altüst edecektir. Örneğin; inşaat
mühendisi bir bireyin sanatla,
felsefeyle alakası olamayacağı algısı
tüm üniversitelilere yansıtılacak.
Bu algı ‘’sosyoloji, tarih, edebiyat
fakültelerini” üniversiteli nezdinde
“gereksizleştirecek ve bu fakültelerin
kapatılmasına giden bir süreç
başlamış olacak.
3-)Ömür boyu öğrenim
güzellemesi ile bütünleme hakkı
kaldırılıyor ve ders geçme notu
yükseltiliyor. YÖK’ün müjdeli bir
habermiş gibi duyurduğu “artık
üniversitelerde atılmaları kaldırıyoruz”
diye duyurduğu derslerinden
kalanların atılmadan mezun olana
kadar okuyabileceği bu uygulama
36
tüccar mantığının bir göstergesi
olmaktadır. Bu uygulama ile ders
geçme koşullarını ağırlaştırıp,
insanları ömür boyu harç ödemeye
mecbur bırakıyorlar.
Ancak bütünleme hakkının
kaldırılması tepki ile karşılanmakta.
Bologna sürecine üniversitelerden
bugün muhalif sesler
yükselmektedir. Bu muhalif seslerin
yükseldiği üniversitelerde çıkartılan
ses sonuç vermekte, Bologna
süreci bu üniversitelerde sekteye
uğramaktadır.
4-) Kamu elini eğitimden
çekmeli denilerek eğitim maliyetleri
arttırılmak isteniyor. Üniversitelerin
giderlerini kendilerinin yaratması
gerektiği söyleniyor. Böylece
öğrenim giderleri öğrencilerin
sırtına yükletiliyor. Artan harç
paraları, kaldırılan ya da zamlanan
yemekhane hizmetleri ve
özelleştirilen yurt hizmetleri ile
cebimizden daha fazla para alınmak
isteniyor. Sonuç; borçlandırılan
öğrenci kitlesi ve mezun olduktan
sonra kredilerle ipotek altına alınan
gelecek. En az 10 yıl belki de daha
fazla yıl da ödenmesi zor borçlar.
5-)Tüm bu Bologna süreci ile
Üniversite mütevelli heyetlerine
kentlerin belediye başkanlarını,
valilerini, emniyet müdürlerini alarak
üniversiteleri şirket gibi yönetip kar
kapısı haline getirecekler. Devletin
elini eğitimden çektirip, halkın
eğitim kurumlarını özelleştirerek
halkı özel sektöre mahkum
edecekler. Pahalı hale gelen
üniversiteler yoksul çocukların
eğitimi için büyük bir külfet
olmakta. Öğrenim giderlerini
karşılayamayanların sayısı artacak.
Bugün bile fazla olan çalışırken
okumak durumu yaygınlaşacak ya
da üniversiteye başlayamayanların
ve üniversiteyi terk edenlerin sayısı
artacaktır.
6-)Bologna sürecinin amacı
eğitimin kalitesini artırmak değil
amaç AB’nin rekabet gücünü
arttırmak. AB ülkeleri, finansal
krizle birlikte politik krizi giderek
derinleşmektedir. Sermaye için
çekim merkezi olma özelliğini
önemli ölçüde kaybeden Avrupa,
“bilginin serbest dolaşımı” ile ABD ve
Japonya’yla arasındaki teknolojik
kapasite farkını, rekabet gücünü
kapatmayı amaçlıyor. Yukarıda
madde madde sıraladığımız konular
Bologna sürecinin görünen yüzü,
buz dağının görünmeyen yüzü
bizlere içi boşaltılmış üniversiteler,
anlamsız ders müfredatları ve
güvencesiz gelecek sunmaktadır.
Her şeyden öte üniversite
öğrenimi daha da niteliksiz hale
getirileceğinden, eğitimi gerçek
yaşamdan uzaklaştırıp patronlara
hizmet eden bir sektör haline
getirecekler. Mühendislik artık
sıradan bir misyon haline gelecek.
Mühendislik kimliği itibarsızlaştırılıp
mühendise tıpkı doktorlara
olan şiddetin bir benzerinin
uygulanmaması içten bile değil.
Böyle bir öğrenim anlayışında
yetiştirilen mühendislerin deprem
olunca yıkılan binaların yenisi
yapılacağı için bana iş imkanı
doğacak düşüncesinde olan
müteahhitten bir farkı kalmayacak.
Mesleğimize, halkımızın sorunlarına
uzak, kamu yararı değil şirket
yararına çalışan bireyler haline
getirileceğiz.
Bu nedenle Bologna süreci ile
birlikte bizlere bir tercih sunuluyor.
İnsanlık onuru mu, yoksa para dolu
kasalar mı? Cevabımız, felsefeden,
sanattan, güvenceli gelecekten, halk
için bilimden yana mı olmalı yoksa
sermayedarlar, uluslararası şirketlerin
kar hırsından yana mı olmalı?
Tercih geleceğin mühendisi
bizlerin hayata bakış açısını
belirleyecektir.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
AHMET VELİ BİÇER
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
Bu maç da biter bir gün
Geçmişte önü açılan ve özellikle
mevcut iktidar partisinin de son on
yılda ivme kazandırdığı özelleştirme
ve piyasalaştırma politikalarının
olumsuz etkilerini hemen her alanda
görmek mümkün. Bir rekabet
ortamıdır, amansız ve gittikçe daha
da çirkinleşen bir mücadeledir almış
başını gidiyor güzel ülkemde. Birileri
bu durumun farkında ve düzelmesi
için mücadele veriyor, birilerinin de
keyifleri gayet yerinde.
Keyfi yerinde olan kesimin ve
iktidarın en büyük arzusu mevcut
durumun böyle devam etmesiydi
aslında. Bunun için de üniversiteler
piyasalaştırılacak, gençlere rekabetçi
zihniyet aşılanmaya çalışılacaktı.
Böylece toplumsal sorunları göz
ardı eden ve ilerici siyasetten
uzaklaştırılmış bir nesil, bu gidişata
dur diyemeyecekti.
Önce okullarımızda kariyer
günleri düzenlediler. Özel
sektörden inşaat firmaları, hem
kendi şirketlerinin reklamlarını
yaptılar, hem de katılımcılara katılım
sertifikası sattılar. Yetmedi, bazı
şirketler, katılımcılardan bazılarına
burs vereceklerini söylediler ama
burs formu da parayla satılıyordu.
Hem reklamını yap, hem de para
kazan ne ala!
Liderlik seminerlerini de
unutmayalım. İş dünyasının ünlü
simalarını ve mesleğinde zirveye
ulaşmış mühendisleri mesleki
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
deneyim ve bilgilerini paylaşmak adı
altında okullarımıza getirdiler. Lider
olmayı, fark yaratmayı anlattılar.
Ülkemde yoksulluk sorunu, barınma
sorunu, eğitim sorunu, sağlık sorunu
varken, fark yaratmak benim neyime
diye sorar insan?
Yine de fark yaratmayı hayal
edenler çıktı ortaya, yeni yeni
liderler ve sermaye yanlısı temsilciler
türedi bir anda etrafımızda. Bizler
okullarımızda kimi zaman yemek
paramızı denkleştiremezken,
Çankaya Köşkü’ne Jaguar marka
otomobiliyle giden Bilkent
Üniversitesi öğrencisi temsil etti bir
dönem bizleri mesela.
Yıllardır sermayenin ve iktidarın
işbirliği içinde olduğu , bir nevi
birlikte paslaştığı futbol sahasında,
birileri ama zorla ama bir şekilde
seyirci bırakıldı. Elbet bu maçın
da her maç gibi bir bitiş düdüğü
olacaktır. Kim bilir belki de uzatmalar
oynanmaktadır.
37
T E V F İ K C A N E R E R TAY
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
Anadolu Üniversitesi Hazırlık Öğrencilerinin
Direniş Deneyimi
Anadolu Üniversitesi’nde hazırlık öğrencileri
bir süredir büyük ve güçlü etkinlikler düzenliyorlar.
Düzenlenen etkinlikler giderek okulun genelinde
yankı yaratırken oluşturduğu kitlesellik bakımından
da son dönemde önemli deneyimler elde ediliyor. Bu
etkinliklerin hareket noktasını da yerel sorunlar başta
olmak üzere birçok problem oluşturuyor. Bunlardan
kısaca bahsetmek gerekirse… Sınav geçme sistemindeki
zorluklar (bir çok kişinin okulunu uzattığı oldukça
karmaşık ve güç bir sınav sistemi), Öğrencilerin ders
notlarına %10 etkide bulunduğu için zorla almak
zorunda oldukları ve her kurun başında yani iki ayda
bir değişen kitaplara verdikleri yüksek miktardaki
ücretler, kampüsün uzak oluşu ve çok ciddi bir ulaşım
sorununun mevcut olması aynı zamanda devam
zorunluluğunun %90’da tutulması, Rektör Davut
Aydın’ın bolca övündüğü, hazırlık sisteminin Bilkent
Üniversitesi’nden direk olarak alınması da farklı bir
tepki noktası oluşturuyor. Zira ticari bir amaç güden bir
üniversitenin ingilizce eğitim sisteminin birebir olarak
üniversiteye uygulanması ve Anadolu Üniversitesi’nin
özgünlüklerinin hiçbir şekilde bu süreç içerisinde dikkate
alınmaması temel sıkıntılardan birini oluşturuyor.
Bu süreci yaratan kriz yerel bir kriz olmakla birlikte
çok genel üniversite alanının da krizidir. Türkiye yüksek
öğretim alanının Bologna Sürecine eklemlenmesi
sırasında ortaya çıkan bu kriz, gençlik mücadelesi
açısından da önemli bir dönüşümün işareti oluyor. Şu
ana kadar yaşanan durum, bu sürecin ilerleyeceğini
gösteriyor.Rektör Davut Aydın ile Anadolu Üniversitesi
hazırlık öğrencilerinin yaptığı görüşmede öğrencilere; iki
yıl içerisinde tüm bölümlere, Türkçe olsalar dahi, hazırlık
sınıfının zorunlu tutulacağı söylendi. Mikro ölçekte
Anadolu Üniversitesini bir örnek olarak inceleyecek
olursak eğer, İngilizce eğitiminde (bir eğitmenin
deyimiyle) “çıldırmış” durumdadır. Birçok üniversitenin
zorunlu yabancı dil eğitiminde izleyeceği yolu çizen
bir örnek konumunda. Hazırlıklardaki dayatmaya karşı
örgütlenecek bir karşıtlık gençlik mücadelesinde önemli
bir alanı tutuyor. Ancak bu alanın da kendine özgü
38
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
avantajları ve dezavantajları var
elbette.
Hazırlık öğrencileri bu
dönüşümün sıkıntıları içerisinde
ciddi bir mağduriyet yaşıyordu.
Kitapları alamayan, alçı ve sedyelerle
okula gelen, karışık sınav sistemi
içerisinde boğulan öğrencileri
önemli müdahalelerle bir araya
getirmek uzun bir zamanı aldı. İki
yıl boyunca sorunları tartışa tartışa
en tabandan yaratılan örgütlenme
biçimi geliştirildi. Hazırlığa özgü
sorunlar üzerinden çalışmalar yapıldı.
Düzenli olarak her güne stant, bildiri
ve benzeri faaliyetler konularak,
binanın her alanına müdahil bir
süreç yaratılmaya çalışıldı. Kırılma
anlarından biri ise 9 Kasım 2010
yılında yaşandı. 4 Kasım’da hazırlıkta
yaşanan polis saldırısı sonucu kantin
camları kırılmış, 34 öğrenci gözaltına
alınmıştı. 5 gün sonra ise son derece
yaratıcı bir müdahaleyle 300 kişilik
tiyatro-müzik etkinliği yapılarak
sorumluların okul yönetimi olduğu
anlatıldı. Daha sonraki süreçte okul
yönetiminin ve özellikle Yüksek okul
müdürü Handan Yavuz’un öğrenci
aleyhine kararları ve uygulamaları
bu gündemle de birleştirilerek teşhir
edildi. Böylelikle hazırlık öğrencileri
okul yönetimine karşı taraflaşmaya
başladı. Bu süreçte okul yönetiminin
öğrenci tepkilerine agresif tutumu
da maskelerinin açık biçimde
düşmesine neden oldu.
Öğrenciler bu senenin ikinci
dönemine kadar bu karşıtlığı
büyütüp örgütlediler. İkinci dönem
başlarında ise bir avuç öğrenci ile
başlayan 13 Mart “Büyük Hazırlık
Toplantısı” bu karşıtlığın göstergesi
oldu.
Yaklaşık 700 kişinin katıldığı
toplantının okul içerisinde ses
sitemiyle yapılması gerçekten büyük
bir etki yarattı. Ancak bu sürecin
devamında yapılan eylemlerde
kitlesellikte zaman zaman artış
ve düşüşler yaşandı. Bu süreçte
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
eylemleri örgütleyen öğrenciler
daha bir geniş kitleye ulaşmak
için olağanında gelişen bir meclis
deneyimi başlattılar. Meclise
katılmak isteyen herkes katılabiliyor
ve sözünü söyleyebiliyordu. Bir
moderatör ve yazman eşliğinde
gelişen bu meclis deneyimleriyle
birçok karar alınarak uygulandı.
Sistemin değişilmeyeceğine
inanıldığı ve umutsuzluğun tüm
öğrencileri kapladığı anlarda
kitlesellik düşüyordu. Bu süreçleri
iyi kavrayan öğrenciler bu süreçleri
yaratıcı etkinliklerle doldurarak
karşıtlığı yeniden örgütlediler.
Sürecin 13 Mart sonrasındaki ilk
kitleselleşme eğilimi 7 Haziran
günü yapılan ve yaklaşık 400
kişiye ulaşan ilk yürüyüş oldu.
Bu süreci biraz açmak gerekiyor.
Öğrenciler kendi kampüsleri olan
2 Eylül Kampüsü’nde etkili yerel
eylemler yaparken seslerini çok
fazla duyuramıyorlardı. Bu genel
bir karamsar havayı beraberinde
getirmekte ve kendi kampüsüne
sıkışıp gündem olamamayı
getiriyordu. Bunun tespitiyle
merkez kampüs olan Yunus Emre
Kampüsü’ne eylemler taşındı ve
mücadele burada olgunlaştı. 7
Haziran bu eylemlerin bir işaret
fişeğiydi. Öğrenciler güçlerini somut
olarak gördüler. Önce rektörlüğe
yürünerek sırayla tüm fakülteler
önünden geçildi. Teker teker tüm
fakülte önlerinde durularak dekanlar
aşağıya indirildi ve tüm öğrencilerin
gözü önünde temsilciler ile
görüştüler. Öğrencilerdeki karamsar
hava dağılmış ancak somut bir
karşılık alınamamıştı.
Süreci bir ileri boyuta taşımak
için yapılan tartışmalarda rektörlük
önüne üç günlük çadır kurma
eylemi öngörüldü. 13 Haziran günü
kurulan çadır eylemi için her akşam
yapılan olağan toplantılar sırasında
süresiz uzatma kararı alındı. Eylemin
uzaması yeni hedeflerin konulmasını
beraberinde getirdi. Öğrenciler
önemli bir riski de alarak 22 Haziran
gününe büyük bir yürüyüş planı
koydular. Ancak bu sürece kadar
küçük basın açıklamaları ve yaratıcı
işler ile seslerini duyurmaya devam
ettiler. Üniversitede hiç olmayan
eylemleri gerçekleştirerek (rektörlük
binasına pankart asma, babalar
günü eylemi) Rektör Davut Aydın’ı
rahatsız etmeye çalıştılar. Birkaç
kere görüşen temsilciler genelde
(bizim değerlendirmemizle) oyalama
taktikleriyle karşılaştılar.
22 Haziran gününe gelindiğinde
ise beklenenden büyük bir kalabalık
ile dev bir yürüyüş gerçekleştirildi.
Bu yürüyüş aynı zamanda
eylemin üçüncü aşamasına da
39
işaret ediyordu: Okulun dışına
çıkma. Yürüyüşün başlangıcı şehir
merkezindeydi ve rektörlük binasına
kadar yürünecekti. Toplumsal
muhalefet bileşenleri, esnaf ve
velilerinde katıldığı eylem oldukça
kitleseldi. Yaklaşık 1500 kişiyle
yaptığımız yürüyüş Eskişehir’de
geniş yankı uyandırdı. Ancak
asıl eylem, yürüyüşün sonunda
rektörlüğe vardığımızda ortaya
çıktı. Rektörlükle görüşmek isteyen
temsilcilerimiz Genel Sekreter Çetin
Kaya ile görüştü. Ancak ortada
hiçbir olumlu sonuç yoktu. Tam
tersine dağılın uyarısı vardı. Bunun
üzerine temsilcilerimizin çağrısıyla
yaklaşık 1000 öğrenci rektörlüğü
işgal etti. Öğrencilerin işgali tüm
binayı kaplamayarak öncelikle bir
uyarı verdi. Temsilcilerimiz tekrar
çağrıldığında söz verildi. Ancak
en baştan beri koyduğumuz
şartımızdan geri adım atmadık:
Yetkili birileri dışarı çıkıp bu sözü
tüm öğrenciler ve basın karşısında
açıklayacaktı. İlk açıklamayı yapan
rektör yardımcıları içeride verdikleri
sözleri dışarıda söylemediler ve içeri
döndüler. Öğrenci temsilcileri rektör
yardımcılarını tekrar dışarı çağırarak
söz vermelerini istediler. İkinci defa
dışarı çıkmak zorunda kalan rektör
yardımcıları söz verdiler. Öğrenciler
sözün takipçisi olacaklarını belirterek
işgale son verdiler.
Biz bu durum karşısında temkinli
olmayı seçerek çadırlarımızı bir süre
daha kaldırmayarak birkaç günlük
bir tartışma dönemi başlattık.
Bu tartışma dönemi sonucunda
çadırların kaldırılmasını ancak verilen
sözün tutulmaması durumunda
daha büyük kitleler ile tüm okulun
işgal edilmesi kararını aldık.
Biriken deneyimler
Hazırlık öğrencilerinin
bu mücadelesi içinde büyük
deneyimleri biriktirmiştir. Tüm
kararlar ortak yapılan toplantılarda
herkesin ikna olması usulüne
40
göre alınıştır. Demokratik tartışma
ortamları yaratılarak militan bir
eylemin önü açılmıştır. Herkesin
katılıp konuşabileceği ve her akşam
belli bir saatte yapılan toplantı
sonucu yapılacak işerl belirlenmiş ve
bununla ilgili komiteler kurulmuştur.
Öğrenciler bu süreçte kendi
dillerini de yaratmıştır. Örneğin
rektörlük önünde kurdukları
çadırların olduğu bölgeye “Öğrenci
Meydanı” ismini vermişler ve bundan
sonra bu isimle anılmasının kararını
çıkarmışlardır.
Sürecin belki de en önemli
göstergesi üniversitelerde varolan
hak mücadelesi potansiyelini
göstermiştir. Üniversitelerde hak
mücadelesi etrafında örgütlenen
öğrenciler yeni bir politikleşme
zemininin nasıl kurulabileceğini
göstermişlerdir. Ayrıca bu zemini
Bologna Süreci karşıtlığı ile yeni bir
boyuta taşımışlardır.
Tüm bu yapılanlardan hazırlık
öğrencileri hareketi kendiliğinden
bir harekettir algısı çıkarılmamalıdır.
Süreci yürüten irade asla
yadsınamaz. Öğrencilerin aylardır
koydukları irade çok önemli
bir göstergedir. Zaman zaman
umutsuzluğa kapılan öğrenci kitlesi
karşısında sergilenen tavır ve eylem
biçimleri öğrenci hareketi açısından
önemli bir birikim yaratmıştır.
Hazırlık Öğrencilerinin mücadelesi
öğrenci hareketine çok şey
katmıştır. Bu mücadele yükseldiği
zeminde büyüyecek ve tüm ülke
üniversitelerini saracaktır. O zemini
yaratacak irade öğrenci kitleleri
içerisinde bulunmaktadır.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
YTÜ GENÇ-İMO
Tutukluluk halleri
Bir çeşit cezalandırma yöntemi
haline getirilmiş olan “tutuklu
yargılama”, telafisi yapılamayacak
hak mahrumiyetlerinin en büyük
sebeplerinden bir tanesi. Çoğu
zaman keyfi olarak uygulanan
tutuklu yargılama kararı,
mahkemeler tarafından sıkça
başvurulan bir yöntem haline geldi,
hatta tutuklu yargılananların sayısı
hükümlülerin sayısını geçti. “Terörle
Mücadele Yasası” (TMY) kapsamında
tutuklu yargılananların büyük bir
çoğunluğunu; düşünce, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü hakkını
kullanan insanlar oluşturuyor.
Düşünce, ifade ve örgütlenme
özgürlüğü olarak tariflediğimiz
hakları suç unsuru olarak
değerlendiren devlet; CMK’nın ilgili
maddesindeki “Kanunda öngörülen
tutuklama süresi, devletin güvenliğine,
anayasal düzene ve bu düzenin
işleyişine ve milli savunmaya karşı
suçlar ile devlet sırlarına karşı suçlarda
iki kat olarak uygulanır” ifadesiyle bu
hakları talep edenlere normalden iki
kat daha fazla ceza uygulayacağını
söylüyor.
Tutuklu yargılamalar bu denli
pervasızlaşmışken aylarca haksız
yere tutuklu olarak yargılanan
ve tahliye edildikten bir sonraki
duruşmada 11 yıl 3 ay hapis
cezasına çarptırılan Cihan
Kırmızıgül davasında gördüğümüz
gibi birçok haksız uygulamalar
sadece tutukluluk hallerinde değil
mahkumiyetlerde de çok büyük
mahrumiyetlere sebep olabiliyor.
Cihan Kırmızıgül davasında delil
olarak kullanılan tek şey puşi!
Tek delil olarak kullanılan puşi de
iddianamede “bez parçası” olarak
tariflenmiş ve mahkeme heyetince
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
el konuldu. Sonuç itibari ile Dink
davasında, “örgüt yok” kararı ve Erhan
Tuncel’in de içinde olduğu birçok
şüpheli hakkında beraat kararı veren
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi
hakimi Rüstem Eryılmaz, Cihan
hakkında 11 yıl 3 ay ceza kararına
imza attı.
Cihan’ın aylarca maruz kaldığı gibi
tutuklu bulunan öğrenci sayısı 600’ü
geçmiş durumda ve bunların çok
büyük bir çoğunluğu; YÖK’ü protesto
etmek gibi yasal eylemlere katılmak
ve buna benzer başka demokratik
hakları kullanmak, tüm kitapçılarda
rahatlıkla bulabileceğimiz kitapları
bulundurmak gibi uydurma delil ve
gerekçelerle içeride tutuluyorlar.
Tutukluluk halleri elbette
herkes için önemli hak kayıplarını
da beraberinde getiriyor. Ancak
öğrenciler için mesele biraz
daha can yakıcı. Öğrencilere
yönelik tutuklamalar özellikle
sınav dönemlerinde ve kayıt
yenileme dönemlerinde yapılıyor.
Böylelikle öğrencilerin eğitim
hayatlarının sekteye uğraması,
sona ermesi amaçlanıyor. Kaydı
silinmeyen öğrencilerin tutukluluk
dönemlerinde sınavlara girmek
istemesi halinde ise; cezaevi ile okul
arasındaki ring aracının ulaşım gideri
ve memur harcırahı gibi masrafları
öğrencinin karşılaması bekleniyor,
bu rakam her bir sınav için ortalama
1000 TL’yi buluyor.
Son dönemlerde tutukluluk
hallerinin büyük oranda
artmasıyla beraber karşı tepkiler
de oluşmaya başladı, bunlardan
en öne çıkanlarından biri de
“Tutuklu Öğrencilerle Dayanışma
İnisiyatifi”. Bir grup gönüllü insan
tarafından oluşturulan inisiyatif,
kendi misyonlarını “tutuklu
öğrencilerin; eğitim haklarının gasp
edilmesinin engellenmesi, yargılama
süreçlerinde onlara destek olunması,
mahkemelerde yalnız olmadıklarının
gösterilmesi ve öğrencilerin tutukluluk
hallerine kamuoyunun dikkatini
çekmek” şeklinde tanımlıyor. Ve
şimdiye kadar birçok tutuklu
öğrencinin duruşmasına katıldı,
onlar için basın açıklamaları ve
dayanışma etkinlikleri düzenledi.
Elbette tutukluluk sadece öğrencileri
mağdur etmiyor; ancak bu tür
inisiyatifler toplumsal muhalefet
dinamiklerine önemli katkılar
sağlıyor.
Haksız ve hukuksuz tutukluluk
ve hükümlülük hallerinin son
bulmasının tek yolu kararlı bir
örgütlü mücadeledir. Tüm bu
baskılara ve yaratılan korku
imparatorluğuna karşı gençİMO tüm şubelerinde örgütlü
mücadelesine devam edecektir.
41
R O J DA VA R H A N
DİCLE ÜNİVERSİTESİ
Anadilde Eğitim Haktır; Engellenemez!
Bir iletişim aracı olarak dil;
insanlığın doğuştan itibaren
toplumsallaşması sürecinde
kullandığı en temel araçlardan
biridir. Tabi bu iletişimi sağlama yolu
düşünce ile dil arasındaki diyalektik
bağdan geliyor. Düşünce, dil ile ifade
edilir. Yani dil düşünceyi aktarma
yoludur. Dil; aynı zamanda bir
halkın kültürünü tarihini ve mirasını
nesillere aktarmanın da aracıdır.
Dolayısıyla bir halkın var olmasının,
varlığını sürdürmesinin temel
koşullarından biri ve en önemlisi
“dil”dir.
Anadil bir insan, bir birey için de
daha önemli bir yerde durmaktadır.
Çünkü insanların dünyayla ilk
iletişimi kurma sürecinde edinip
öğrenmeye başladığı ve dolayısıyla
42
kişiliğinin, kimliğinin ve duygusal
ile zihinsel gelişiminin ayrılmaz bir
parçasını oluşturan öğedir; anadil.
Anadilini kullanamayan birey de
tıpkı mensup olduğu ulus gibi yapı
bozumuna uğrar. Kimliğini realize
edemez.
Anadilin yitimi iki biçimde
ortaya çıkar. Birincisi ‘doğal’
biçimde, sözgelimi dil dışında
diğer ulusal öğelerin (iktisadi,
tarihsel, kültürel vb. birlik) çok zayıf
olduğu koşullarda, yani başkaca
ulusların ulusal öğelerine ‘doğal’
biçimde yenilerek; ikincisi ise söz
konusu ulusun inkârı ve ulusal
öğelerin kırımı yoluyla. Bu ikincisi
asimilasyondur. Dil bakımından
da dil kırım olarak adlandırılabilir.
Türkiye’de yaşadığımız sorun
tam olarak ikinci duruma, yani
asimilasyona tekabül eder.
Özellikle ulus-devlet inşa
süreçlerinde homojen bir topluluk
yaratma politikalarının, kültürel
ve dilsel çeşitlilik ve zenginlikler
açısından ciddi tehdit ve tehlikelere
yol açtığı bilinmektedir. Bilim
çevreleri bu tehlikenin ortadan
kaldırılmasının ve dilsel zenginliğin
korunmasının ancak anadillerin
öğretimiyle ve anadilde eğitimle
mümkün olabileceğini dile
getirmektedir. Anadilde eğitim,
öğrencinin tüm derslerinin anadilde
işlendiği bir eğitim sistemini anlatır.
Çocuk tüm müfredatı, dersleri kendi
anadildeki eğitim materyalleri
(ders kitapları, dergi, harita vb.) ile
öğrenir. Anadilin öğretiminde ise,
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
dersler egemen dilde işlenirken
anadilin de ikinci bir dil dersi gibi
verildiği bir sistemi ifade eder. Bu
bilimsel doğruyu dikkate alan pek
çok ülkede çok dilli eğitim modelleri
geliştirilerek hayata geçirilmiştir.
Çok dilli bir gerçekliğe sahip
olan ülkemizde ise bu süreç henüz
tartışma aşamasındadır. Ancak ne
yazık ki, ülkemizdeki tartışmalar
dilsel zenginliğin insanlığın ortak
mirası olarak korunması gerekliliği,
pedagojik ilkeler ya da eğitim
hakkı yerine sadece Kürt sorunu
bağlamında yürütülmektedir. Sorun,
pedagojik, sosyolojik ve psikolojik
alandan siyaset alanına kaymıştır.
Ulusal inkârın ve asimilasyonun
sürdüğü koşullarda bu kaçınılmazdır.
Bu ise tartışmanın dar kalmasına ve
kutuplaştırıcı bir hal almasına neden
olmaktadır. Dolayısıyla bırakalım
çözüm ekseninde yürütülen
tartışmaları; devlet tarafından
uygulanan siyaset tam anlamıyla
yasakçı ve inkârcıdır.
Meselenin pedagojik boyutunu
bir tarafa bırakalım, siyasi
çerçevede, tarihte anadilin kırımı
kadar anadilin önünün açıldığı,
devletlerde (anadilin ifade ettiğimiz
önemi nedeniyle) bırakalım önünü
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
açmayı, bizzat geliştirdiği örnekler
de mevcuttur. Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği’nde yaşayan
16 ulus ve sayısız ulusal topluluğun,
sahip oldukları federal sistem
içerisinde başta anadilleri olmak
üzere ulusal tüm değerleri devlet
tarafından yasal güvenceye alınmıştı.
Öyle ki, ülke sınırları içerisinde
ölmeye yüz tutan küçük ulusal
topluluklarınki de dâhil yaklaşık 200
farklı dil konuşuluyordu!
Rusya Sosyal Demokrat
İşçi Partisi’nin bu konuya dair
yasasında güvence altına aldığı
madde tam olarak şöyle: «Halkın
kendi anadilinde eğitim görme
hakkı; bunun için gerekli okullar,
Devlet ve özyönetim organlarının
parasıyla kurulan okullarla sağlanır.
Her yurttaşın toplantılarda kendi
anadilini kullanma hakkı; anadilin
bütün yerel toplumsal ve resmi
kuruluşlarında Devlet diliyle eşit
tutulması» şeklinde yer almaktadır.
Bugüne ve dünyaya bakacak
olursak; dünyada 6000 kadar dil
olmasına karşın bu dillerin tümü
200 ülkede konuşulmaktadır. Bu
da, dünyanın tek dilli değil, çok dilli
olduğunu gösterir. Bazı ülkelerde
yüzlerce dil konuşulmaktadır.
Örneğin Papua Yeni Gine’de
850, Nijerya’da 427, Kamerun’da
270, Zaire’de 210, Solomun
Adalarında 66, Avustralya’da 250,
Hindistan’da 380, Endonezya’da
670 farklı dil konuşulmaktadır.
Bütün dillerin % 70’den fazlası 20
ulus-devlette konuşulmaktadır. Bu
farklı, zengin ve doğal gerçekliğe
karşın tek dilli dünyayı savunanlar,
daha çok tek dilin konuşulduğu
uluslara mensupturlar ve zamanı
geldiğinde herkesin kullanacağı
dilin, kendilerinin dili olacağına
inanmaktadırlar. İki dillilik
mümkündür. İnsan, iki dilden birini
kimlik dili, diğerini de ortak anlaşma
dili olarak kullanabilir.
Buraya kadar; yani dilin
ve anadilin önemi, bunun
yasaklanmasının ne anlama geldiği,
bu hakkın pratikte geçmişten
bugüne dünyadaki örneklerinin
nasıl yaşandığını somut bilgilerle
anlatmaya çalıştım. Esasında şu
çok açık; anadil ulusların var oluş
koşullarından biridir ve Kürt halkının
varlığı ise inkâr edilemeyecek bir
gerçektir. Anadilde eğitim ve yaşam
hakkı ise temel yaşam haklarından
biridir.
43
EMRAH ALP
O R TA D O Ğ U T E K N İ K Ü N İ V E R S İ T E S İ
Tarihten Öğrenmek
İnsanın geçmişini, yaşadıklarını
hatırlaması bazen güçleşebiliyor.
Yaşanan her bir anın öyle ya da böyle
bize bir şeyler kattığını düşünürsek
unutmak da bir bakıma eksik kalmak
demek; bir yanımızın yitip gitmesi.
Hele ki toplumların hafızası için
düşünecek olursak unutmak yarını
anlamamızın önünde belki de en
büyük engel. Bizim kendi üzerimize
düşense gerçekleri herkese bir kez
daha hatırlatmak olacak kuşkusuz.
Tarihin dev sayfalarını biraz
geriye çevirmekle başlayalım işe.
Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı
padişahı olduğu 1500’lü yıllara
kadar gidelim mesela. Bu dönemin
en akılda kalan yanı kuşkusuz
Yavuz’un doğu seferleridir.
Osmanlı devletinin Anadolu’nun
doğusundaki hâkimiyeti de bu
savaşla güçlenmiş ve genişlemiştir.
Yine bu dönemdeki savaşlardan
birisi olan Çaldıran Savaşı sonrasında
ise Safevi hükümdarı Şah İsmail’e
karşı Yavuz’u destekleyen bölgedeki
İdris-i Bitlisi’nin önderliğindeki 23
Kürt beyliği ile Osmanlı devleti
arasında bir anlaşma yapılmıştır. Bu
anlaşmanın maddeleri arasından
ikisi özellikle dikkat çeker. Bunlar,
“Osmanlı yönetimine bağlı olarak Kürt
Emirlikleri özerkliklerini koruyacaktır.”
ve “Kürt Emirlikleri’nde de yönetim
babadan oğula geçerek sürecektir,
eskiden beri yürümekte olan yönetim
yürürlükte kalacak ve bu konuda
ferman padişahtan çıkacaktır,”
ifadeleridir. (M. Emin Zeki, Kürdistan
Tarihi, Sf.83). Kürtlerin sağlamış
olduğu kısmi özerklik ve imtiyazlar
bu şekilde 1. Dünya Savaşı’nın
sonrasına kadar devam etmiştir.
44
Kurtuluş Savaşı dönemine
gelecek olursak iki halkın yan yana
emperyalist işgale karşı koydukları
hemen herkes tarafından bilinir.
Fakat bu noktada çok bilinmeyen
Lozan öncesi ve sonrası değişen
Kürt politikasıdır. İşgal döneminde
Kürt halkının tavrını ve Türk halkının
bakış açısını görmek için yazının
sonundaki belgelere bakmak
oldukça önemli olacaktır.
Belgelerde de görüldüğü gibi
Lozan öncesinde 1921 anayasasında
ve Amasya Protokol’ünde açıkça
geçen Kürtlerle ilgili maddeler
1924’e gelindiğinde bir anda
ortadan kaybolabilmiştir. 1921
anayasasında geçen yerel yönetimin
güçlendirilmesi ve özerk yönetim ile
ilgili maddelere 1924 anayasasında
ise yer verilmemiştir. Aksine
88.Maddede Anadolu’daki tüm
halklar için “Türkiye’de din ve ırk ayırt
edilmeksizin vatandaşlık bakımından
herkese ‘Türk’ denir.” ibaresi konmuş,
birçok maddede tüm vatandaşlar
için sadece “Türk” tanımlaması
yapılmıştır. Her ne kadar hala
günümüzde de bunu birleştirici bir
unsur olarak görenler varsa da bu
yaklaşımın “Türklüğü” egemen kıldığı
ve kültürünü baskın bir hale getirdiği
inkâr edilemez. 1924 Anayasası’nın
içeriği günümüze kadar köklü bir
değişim geçirmemiştir. O yıllardan
günümüze kadar süren resmi devlet
politikası ise Kürtler için iki kelimeyle
özetlenebilir: asimilasyon ve inkâr.
Cumhuriyetin ilk yıllarında
önemli isimlerin söylediği önemli
sözler Lozan öncesi ve sonrası durum
için oldukça aydınlatıcı olacaktır.
İnönü, Kürtlerin ve Türklerin
temsilcisi sıfatıyla katıldığı Lozan
görüşmelerinde yeni kurulacak
devletin Türklerin ve Kürtlerin devleti
olduğunu, kendilerine çağdaş
hukuk normlarında tüm ulusal
haklarının verileceğini ve Kürtlerin
kesinlikle kendilerinden ayrılmayı
kabul etmediklerini söylemişti. Oysa
1930 yılına gelindiğinde “Bu ülkede
sadece Türk ulusu etnik ve ırksal
haklar talep etme hakkına sahiptir.
Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı
yoktur.” (Milliyet, 31 Ağustos 1930)
diyebiliyordu. Dönemin adalet
bakanı Mahmut Esat (Bozkurt)
ise şöyle demişti: “Biz Türkiye
denen dünyanın en hür ülkesinde
yaşıyoruz. Mebusunuz inançlarından
samimiyetle bahsetmek için buradan
daha müsait bir ortam bulamazdı.
Onun için hislerimi saklamayacağım.
Türk bu ülkenin yegâne efendisi,
yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan
olmayanların bu memlekette tek
hakları vardır; hizmetçi olma hakkı,
köle olma hakkı. Dost ve düşman,
hatta dağlar bu hakikati böyle
bilsinler!” (Milliyet, 19 Eylül 1930).
Kesin yargılara varmak için
kesin bilgiler gereklidir. Burada
anlatılanlar da bu kesinliğe
ulaşılabilmesi, herkesin bir kez daha
kendi araştırmasını yapabilmesi için
yazılmış bir metindir. Kürt sorununun
tarihsel yönünü bütünüyle
kapsamadığı da açıktır. Sadece yol
gösterici olabilir. Bu bilgiler ışığında
bulunacağımız yargılarda duygusal
değil akılcı olmak sağduyulu bir
tavra sahip olmak hepimiz için çok
daha yararlı olacaktır şüphesiz.
Televizyonlardan değil tarihten
öğrenmek sanırım bu yüzden bugün
hiç olmadığı kadar daha büyük bir
ihtiyaç.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
Belge 1
M Ü D A FA A İ H U K U K C E M İ Y E T İ
ERZURUM ŞUBE KONGRESİNE GİZLİ RAPOR
T ürk ve K ürdün kimliği
Doğu Vilâyetleri tarihi Kürt ile Türkün ortak faaliyetinin ürünüdür. Bugün de Doğu Vilâyetleri’nin kimliği,
bu iki kardeş kavmin kimliğinden ibarettir. (...) Doğu Vilâyetleri’ndeki Türk ile Kürdü ayırmak tabiî değildir
ve imkânsızdır. İktisadî, dinî, kültürel bir surette birbiriyle iç içe geçmiş olan Kürt ile Türkün aynı zamanda
akrabalık ve diğer toplumsal sebeplerle de kanlan o kadar karışmıştır ki, bir Kürt aynı zamanda bir Türkün
dayısı, halazadesi, damadı, eniştesidir. (...) Doğu Vilâyetleri’nde Türk Kürtsüz, Kürt Türksüz yaşayamaz. Musul’un
güneyinden başlayarak Urfa’ya, Halep’e ve Hazar denizinden Küçük Asya’ya kadar uzanan arazide Türkler
çoğunluğu oluşturmakta ve Kürt toplulukları bu iki çizgi arasında Türklerle karışmış bir halde bulunuyorlar.
Şu tabiat ve arazi durumu dikkate alınırsa, geçmişte olduğu gibi gelecekte de, Türk ile Kürdün aynı tarih, aynı
menfaat, aynı hayat sahibi olacaklarını kabul etmemek mümkün değildir. Bu kadar derin ve esaslı bağlarla
birbirine bağlı bulunan Doğu Vilâyetleri Türkü ile Kurdunu ayırmak her ikisini de Ölüme mahkûm etmek
demektir. (...) Doğu Vilâyetleri’ndeki İslâm varlığının devamı, ancak Türk ile Kürdün ittifakına bağlıdır. Bu ittifak
-her ne surette olursa olsun- bozulduğu gün bizim için kesin ölüm dakikalarına girilmiş olur.
8 Haziran 1919*
Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi’nin 17 Haziran 1919 Kongresine verdiği
rapor. (Bekir Sıtkı Baykal, s.45)
*17 Haziran’da toplanan Kongre’ye sunulan Rapor’un üzerine Cevad Dursunoğlu’nun el-yazısıyla 8 Haziran 1919 tarihi düşülmüş.
Belge 2
S İ VA S K O N G R E S İ B E YA N N A M E S İ
1. Devleti Aliye-i Osmaniye ile İtilaf Devletleri arasında akdedilen ateşkes antlaşmasının imza olunduğu
30 Ekim 1918 tarihindeki hududumuz dahilinde kalan ve her noktasında İslâm ezici çoğunluğunun oturduğu
Osmanlı memleketleri kısımları yekdiğerinden ve Osmanlı topluluğundan ayrılması kabil olmayan ve hiçbir
sebeple bölünmez bir bütün oluşturur. Belirtilen ülkede yaşayan bütün İslâmî unsurlar, yekdiğerine karşılıklı
saygı ve fedakârlık duygularıyla dolu ve yekdiğerinin ırkî ve toplumsal hukukları ile çevre şartlarına tamamıyla
saygılı öz kardeştirler.
11 Eylül 1919
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin Sivas Kongresi’nce kabul edilen Beyannamesi (Tarih
Vesikaları, c.l, sayı l, s.7)
Amasya Görüşmesi 2. Protokolü 1. Maddenin Sadeleştirilmiş Metni
Türk ve Kürtlerin ortak vatanı ve Kürtlerin gelişme serbestîsi
l- Beyanname’nin [Sivas Kongresi Beyannamesi] birinci maddesinde Osmanlı devletinin düşünülen ve kabul
edilen hududunun Türk ve Kürtlerin oturduğu araziyi kapsadığı ve Kürtlerin Osmanlı topluluğundan ayrılması
imkânsızlığı izah edildikten sonra bu hududun en asgarî bir talep olmak üzere sağlanması lüzumu birlikte kabul
edildi.
Bununla birlikte Kürtlerin gelişme serbestîlerini sağlayacak tarz ve surette örfi ve toplumsal hukuka
kavuşmaları dahi yerinde görülüp, yabancılar tarafından görünüşte Kürtlerin bağımsızlığı maksadı altında
yapılmakta olan yalan dolanın önüne geçmek için de bu hususun şimdiden Kürtlerce bilinmesi hususu uygun
görüldü.
22 Ekim 1919
Amasya Mülakatı 2. Protokolü
(Tarih Vesikaları, yeni seri, c.I, sayı 3(18), Mart 1961, s. 361)
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
45
Belge 3
TBMM VEKİLLER HEYETİ KARARI
Kürtlerin kendi geleceğini tayin hakkı ve yerel idare Kürdistan hakkında Büyük Millet Meclisi Vekiller
Heyetinin Elcezire Cephesi Kumandanlığına talimatıdır.
1. Adım adım bütün memlekette ve geniş ölçüde doğrudan doğruya halk tabakalarının ilgili ve etkili olduğu
surette yerel idareler kurulması iç siyasetimizin gereklerindendir. Kürtlerin oturduğu bölgelerde ise hem iç
siyasetimiz ve hem de dış siyasetimiz açısından adım adım yere) bir idare kurulmasını gerekli bulmaktayız.
Milletlerin kendi geleceklerini bizzat idare etmeleri hakkı bütün dünyada kabul olunmuş bir prensiptir. Biz de
bu prensibi kabul etmişizdir. Tahmin olunduğuna göre, Kürtlerin bu zamana kadar yerel idareye ait teşkilatlarını
tamamlamış ve reisleri ve etkili kimseleri bu gaye namına bizim tarafımızdan kazanılmış olması ve reylerini
açıkladıkları zaman kendi geleceklerine zaten sahip olduklarını, Türkiye Büyük Millet Meclisi idaresinde
yaşamaya talip olduklarını ilan etmelidirler.
Kürdistan’daki bütün çalışmanın bu gayeye dayanan siyasete yöneltilmesi Elcezire Cephesi Kumandanlığı’na
aittir.
2.Kürdistan’da Kürtlerin Fransızlar ve özellikle Irak hududunda İngilizlere karşı düşmanlığını, silahlı
çarpışmayla, değiştirilemeyecek bir dereceye vardırmak ve yabancılarla Kürtlerin anlaşmasına engel olmak,
adım adım yerel idareler kurulması sebeplerini açıklamak ve böylece bize yürekten bağlanmalarını sağlamak,
Kürt reislerinin mülkî ve askeri makamlarla görevlendirilerek, bize bağlanmalarını sağlamlaştırmak gibi, genel
çizgiler kabul olunmuştur.
3.Kürdistan iç siyaseti Elcezire Cephesi Kumandanlığı tarafından birleştirilecek ve idare edilecektir. Cephe
Kumandanlığı bu konuda Büyük Millet Meclisi Riyaseti ile haberleşir. Vilâyetler tarafından izlenecek hareket
çizgisini düzenleyecek ve birleştireceğinden mülkî memurların yöneticilerinin bu hususta mercii de Cephe
Kumandanlığıdır.
4.Elcezire Cephe Kumandanlığı, idarî ve adlî veya malî değişiklik ve reformlara lüzum gördükçe bunun
uygulanmasını hükümete teklif eder. Elcezire Cephe Kumandanı Mirliva Nihad Paşa Hazretlerine.
Kişiye özeldir. Büyük Millet Meclisi Vekiller Heyeti tarafından zatı devletlerine özel olmak üzere Kürdistan
hakkında düzenlenen talimat yukarda olduğu gibi tebliğ olunur.
Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa Kemal
27 Haziran 1921*
(TBMM Gizli Celse Zabıtları, III, s.550 vd)
* TBMM’nin 22 Temmuz 1922 günü yapılan gizli oturumunda okunan hükümet kararının 27 Haziran 1921 günü Elcezire Cephesi
Kumandanlığı’na gönderildiği tutanaklarda belirtiliyor. Bkz. TBMM Gizli Celse Zabıtları, III, c.550 ve 557.
46
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
Donatı hazırlama
Betonarme yapı elemanların
içine kendi özelliğine göre demir
yerleştirilir. Bu demirlerin şekli,
kalınlığı ve sayıları mühendislik
hesaplarıyla bulunur. Betonarme
yapı elemanlarında nasıl bir demir
kullanılacağı statik uygulama
projesinde çizilerek gösterilir.
Burada demirin şekli ve
ölçüsü yazılı olur. Betonarme yapı
elemanlarında etriye, pilye, düz,
mesnet, şapo ve çiroz demirleri
vardır. Bu demirlerin yapı elemanı
içine yerleştirilmesine donatı
denir. Her yapı elemanının donatısı
farklıdır.
Çeşitleri
Temel Donatısı
Temel donatıları kalıp içinde
bağlanır. Düz, pilye, kolon filizi ve
etriyeler hazırlanır.
Düz donatılar ölçüsünde
kesilir ve ucuna 90 derece kanca
yapılır. Pilyeleri proje ölçüsünde
ve kolon filizleri temel donatısı
tamamlandıktan sonra bağlanır. Yere
serili donatıların pas payları zemin
durumuna bağlı olarak 2–5 cm
olarak bırakılır.
Temel düz donatıları hazırlanır
(Resim 2).
Bu donatılar her iki yönde yere
serilir. Kancaları üste doğru kesişme
yerlerinden tel ile bağlanır (Resim 3).
Pilye donatıları ve kolon filizleri
hazırlanır.
Pilyeler proje ölçüsünde alttaki
donatı üzerine bağlanır.
Akslara uygun kolon filizleri,
kancalarından tabandaki donatı
üstüne bağlanır (Resim 4).
Deprem hatılları demirci
sehpasında hazırlanır.
Deprem hatılları kolon filizlerine
geçirilir ve tel ile bağlanır (Resim 5).
Resim 6: Radye temellerde çift etriye ve
pilye donatıları da yapılır.
Resim 2: Temel donatıları ölçüsünde
kesilerek uçları demir bükme ile bükülür.
Resim 3: Temel donatılarının uçları yukarıda
olacak şekilde kerpeten ve tel ile bağlanır.
Resim 1: Temel donatıları döşenmeden
önce tabana beton dökülür.
Temelde önce akslar belirlenir. Sonra
kalıp yapılarak temel donatısına
başlanır (Resim 1).
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
Resim 5: Temel donatıları kolon filiz
demirlerine deprem hatılları bağlanır.
Resim 4: Temel donatılarını kolon filizleri
proje akslarına göre yerleştirilerek
tamamlanır.
Radye temellerde farklı olarak
etriye ve pilye donatıları sırasıyla
bağlanır (Resim 6).
Kolon Donatısı
Kolon donatıları boyuna donatı
ve etrafında sarılı etriyelerden oluşur.
Boyuna donatılar hep üst kat için
filiz olacak şekilde üretilir. Donatı
çapının 40 ya da 50 katı uzunluk
kadar filiz payı bırakılır. Kolonlar en
az 4 adet 16’ mm lik ya da 6 adet 14’
mm lik (4Ø16 veya 6Ø14) donatıdan
olur. Dairesel kolonlarda en az
donatı 6Ø14 tür. Kolonların alt ve
üst kısımlarında etriye sıklaştırması
yapılır. Etriyeler iç kolonlarda 1,5
cm, dış kolonlarda 2 cm pas payına
göre hazırlanır. Etriye araları en çok
20 cm ya da 12 donatı çapı kadar
olur. Daire şeklindeki kolonlar fretli
olur. Bunların etriyeleri helozonik tek
parça olur. Yuvarlak kütüğe makine
ile sarılarak üretilir.
47
Önce boyuna donatıları
ölçüsünde kesilir.
İki adet demir sehpa üstüne
uygun yerinden bırakılır.
Etriyeler hazırlanır.
Bir ucu 45 derece, diğer ucu 90
derece deprem çirozları hazırlanır.
Demirci sehpasında boyuna
donatıların etriye yerleri tebeşir ile
çizilir.
Buralardan etriyeler iki donatıya
tel ile bağlanır.
Daha sonra diğer boyuna
donatılar bağlanır.
Sıklaştırma yerlerinde metrekarede
10, diğer yerlerde 4 adet olmak üzere
çirozlar bağlanır (Resim 7).
Kolon donatıları alttan gelen
kolon filizlerine bağlanır (Resim 8).
Şekil 2: Çokgen ve daire kesitli kolonlar fretli olarak bağlanır
Resim 7: Kolon donatıları demirci sehpası
üzerinde projesine uygun bağlanır.
Fretli etriyeler önceden kütüğe
sararak hazır edilir. Şekil 2’ deki gibi
tel ile bağlanır.
Kolon donatısı yerine
bağlandıktan sonra bütün
kenarlarına pas taşı takılır (Resim 9).
Resim 9: Kolon donatısı etriyelerinin üstüne
paspayı için pastaşı takılır.
Resim 8: Kolon donatıları kolon kalıbı içine
alttan filiz demirlerine bağlanır.
Daralmada boyuna donatı 1/6
oranında büzülebilir. Alt kattan üst
kata geçen kolonda meydana gelen
kesit azalması (A/B) 1/6’ dan büyük
olamaz. E filizdir ve 40 donatı çapından
az olmaz. D 90 derece kanca ve 12
donatı çapından aşağı olmaz (Şekil 1).
Şekil 3: Kolon donatısı etriyelerinin sıklaştırması ve üst katta daralması
48
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
Kolon daralmasında ve kiriş
kesişme yerlerindeki donatı şekil
3’teki gibi yapılır.
Kiriş Donatısı
Genellikle dikdörtgen kesitli ve
eğilmeye çalışır. Üzerindeki yükleri
kolon ve altındaki duvarlara iletirler.
Kiriş donatıları montaj, esas (düz
demir), pilye ve etriye donatılarıyla
yapılır. Kirişlerde çapı 12 mm (Ø12)
den aşağı donatı kullanılmaz. Kiriş
başlangıcına üstten L/4 kadar
mesnet donatısı bağlanır. Kirişler
devam ediyorsa alt donatılar L/4
kadar diğer kirişe devam eder.
Kirişlerin başlangıcı bitişlerinde üstte
mesnet donatısı kullanılır.
Esas donatılar ve montaj
donatıları kesilerek bir uçlarına demir
bükme ile 12Ø boyunda kanca yapılır.
Etriyeler sayısı kadar kesilir ve
bükülerek hazırlanır.
Pilyeler boyunda kesilir, proje
ölçüsünde iki demir bükme anahtarı
ile hazırlanır.
Kiriş kalıp üzerinde yerine yakın
kurulan sehpa üstünde hazırlanır.
Kolon ile birleşim yeri dışındaki
etriye yerleri işaretlenerek tel ile
bağlanır.
Kiriş başlangıcına mesnet
donatıları hazırlanır ve bağlanır.
Bütün boyuna donatı
bağlandıktan sonra pilye kiriş içine
geçirilir. Etriye değme yerlerinden
bağlanır.
Kolon filiz yerlerine gereken
etriyeler kiriş üstüne serbest olarak
takılır ve kiriş yerine oturtulur.
Etriyelerin kalıba değen taraflarına
pastaşı takılmalıdır.
Mesnet içinde etriyeler yerinde
bağlanır.
Esas donatılar devam eden
döşemeye L/4 kadar devam ettirilir
(Şekil 4).
Mesnet yerlerinde altta şapo
donatıları her iki yanda L/4 kadar
geçer vaziyette bağlanır. (Resim 10
ve Şekil 4).
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
Resim 10: Kiriş donatıları kalıp içinde bağlanır. Pilyeler ölçüsünde ve 45 dereceden bükülür.
Şekil 4: Kolonlara mesnetlenen kirişlerin bu bölgelerinde şapo demiri kullanılır.
Kiriş, yığma yapılarda her iki ucu
mesnetlere 20 cm serbest oturuyorsa
basit kiriştir.
Donatıların uçları 45 derece
bükülür. Kirişin bir ucu kolona
saplanıyor diğeri boşlukta ise bu
konsol kiriştir. Burada esas ve pilye
donatıları üstte montaj donatıları
altta olur. Konsol çıkmanın çok
olması durumunda ilave pilye
bağlanır (Şekil 5). Bazen kirişlerde
ters olarak yapılır (Şekil 6).
Şekil 6: Ters kiriş yapılacağında üstten
mesnet ilaveleri bağlanır.
Şekil 5: Konsol kirişlerin ucuna doğru
kalınlığı düşürülür ya da uç kısma kiriş
yapılır.
49
S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ
KISIM
YAPILAN İŞ
4. GÜN
HAKEDİŞ VE BÜST HAZIRLANMASI
YAPRAK NO:5
TARİH:06/07/2011
Bugün şefim bana Hak-ediş hazırlanması konusunda bilgi verdi. Hak-ediş; Sözleşmeye göre
gerçekleştirilen iş karşılığında işi yüklenen için tahakkuk eden alacaktır. Bir hak edişin temel unsuru
metrajdır. Metraja geçmeden evvel ise hak- ediş hazırlanmasında sıkça kullanılan bazı ifadelerin
anlamlarını öğrendim
İŞ: Bir anlaşma ile yapılacak bütün yapım veya hizmetler.
POZ (İŞ KALEMİ): Teknik, özel ve yapım şartları ile birim fiyat tarifleri bulunan ve anlaşmalarında bedeli
gösterilen veya sonradan yeni fiyatı yapılan İş Birimleri.
RAYİÇ: Bayındırlık Bakanlığınca her yıl ait olduğu yıl içinde geçerli olan ve yayınlanan, idarelerin
işlerinde ve ihalelerinde uymak zorunda oldukları malzeme, işçilik, makine fiyatları, katsayı ve baz
fiyatlarıdır.
İHZARAT: İşte kullanılacak bir malzemenin idarenin onayıyla önceden alınıp, stoklanması işlemidir.
KEŞİF: İhale Aşamasından Önce İdare tarafından yaptırılması düşünülen işin baştan sona bitirilmesi için,
tespiti yapılan iş miktarlarının ve tutarlarının keşfin hazırlandığı yılın fiyatlarıyla toplamıdır.
II.KEŞİF: İşin ihaleye çıkılan keşif miktarlarıyla bitirilemeyeceği tespit edilirse, idarenin onayıyla işin
bitmesi için gerekli miktarlar KEŞİF’e eklenir. Yeni Keşfin toplamı II.Keşif Olarak anılır.
KEŞİF BEDELİ: İşin tamamı veya bir bölümü için hesaplanan tutarının, keşfin yapıldığı yılın fiyatlarıyla
anılmasıdır.
ANLAŞMA BEDELİ: İhale alınırken idareye taahhüt edilen tenzilat düştükten sonraki işin net tutarıdır.
Metraj Nedir?
Metraj, Bir hakedişin temel unsurudur. Meydana getirilmiş işlerin miktar ve nitelik olarak sınıflandırıldığı
hesaplardır.
Metraj Nasıl Yapılır?
Temel prensip, yapılan işi Birim fiyat kitabından bedelini alacak birim miktar ve pozlarla ifade etmektir.
İşe uygulanan birim fiyatlara ait birim fiyat tarifleri hangi pozun nasıl metraj haline getirileceğini tanımlar..
DONATI METRAJI : Metrajın mantığı hazırlanmış projede bulunan donatının kaç ton olduğunu bulmak
ve ona göre sipariş verip donatı stoğu yapmak.Elimizde her çapta donatının 1 metresinin ağırlıkları
mevcuttur bunlar şöyledir;
8mm: 0,395 Kg/MT ,10mm:0,617 Kg/MT, 12mm:0,888 Kg/MT, 14mm:1,208 Kg/MT, 16mm:1,58 Kg/MT
18mm:1,998 Kg/MT, 20mm:2,466 Kg/MT, 22mm:2,98 Kg/MT, 24mm:3,55 Kg/MT, 26mm:4,17 Kg/MT
28mm:4.83 Kg/MT, 30mm:5,55 Kg/MT, 32mm : 6,310 Kg/MT, 34mm:7.13 Kg/MT
Bunları bildikten sonra gerisi kolay..Projede donatının çapı ve uzunluğu yazar örneğin 3 metre kiriş
donatısı var ve donatı çapı 12 mm genellikle simetrik olduğundan 3m ve 12 mm donatıdan bir kaç tane
vardır 10 tane var diyelim.Şimdi toplam kaç kg ettiğini bulalım..
10(adet)x3(metre)x0,888(1m 12mm donatının ağırlığı)=26,64 Kg
SIVA METRAJI
Bir ic duvarin siva metraji, sıva yapılacak duvar yüzey alanından kapı pencere gibi kısımların alanlarının
çıkarılması ile geriye kalan kısımdır. (bu çıkarma işlemine minha denir.)
KONTROL SONUCU
50
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ
KISIM
YAPILAN İŞ
4. GÜN
YAPRAK NO:6
HAKEDİŞ VE ATATÜRK BÜSTÜ KEŞİF HAZIRLANMASI TARİH:06/07/2011
KALIP- BETON METRAJI
Betonun kalıp gören tüm yüzeylerinin boşluklar çıkarılarak m^2 cinsinden hesaplanması ile elde edilen
sonuç kalıp metrajını ortaya çıkarır. Kalıbı hesaplanan betonun yüksekliği ile çarpılması ile elde edilen
sonuçta beton metrajını verir.
Tüm bu bilgilendirmelerin ardından keşif i hazırlama üzere (şekil-2.a),(şekil-2.b),(şekil-2.c),(şekil-3.d) de
gördüğünüz Sahil Güvenlik Karadeniz Bölge Komutanlığı Atatürk Büstü Yapım İşi projesini verdi. Öncelikli
olarak aşağıdaki pozlarını çıkardım
KEŞİF ÖZETİ
15.001/1A : Makine ile yumuşak ve sert toprak kazılması (gevşek ve bitkiseltoprak,gevşek
silt,kum,kil,siltli kil,kumlu ve gevşek kil,killi kum ve çakıl,kürekle atılabilen taşlı toprak ve benzeri zeminler )
15.140/5 : Makine ile tuvenan kum çakıl temin edilerek , el ile serme sulama sıkıştırma yapılması
16.057/1A : Satın alınan ve beton pompasıyla basılan basınç dayanım sınıfı C 16/20 (BS 16) olan hazır
beton dokulmesı (beton nakli dahil )
21.001 : Ahşaptan yapılan seri kalıp (plaklar,palplans,kazık,tahkimat blokları,babalar,bordürler,saha
betonları,her türlü lentolar,merdiven basamakları ve benzer işler için)
21.011 : Düz yüzeyli beton ve betonarme kalıbı (sıva,taş ve benzeri kaplama malzemesi ile kapkanacak
beton ve betonarme yüzeylerde )
23.010 : Nervürlü çelik hasırın yerine konulması 1,500-3,000 kg/m2 (3,000 kg/m2 dahil)
23.014 : Fi8-fi12 mm nervürlü beton çelik çubuğun bükülmesi,yerine konulması
23.015 : fi14-fi28 mm nervürlü beton çelik çubuğun bükülmesi,yerine konulması
23.051: 34 kg/m ye kadar ağırlığındaki münferit olarak kullanılan her türlü profil demirlerinin
hazırlanması ve yerine tespiti(basit olarak kullanılan münferit çatı aşıkları ve mertekleri,lentolar,hurdi,döşe
meler,köşe takviye demirleri,kolonlar,dikmeli kolon)
25.136: Demir ve madeni imalatın korozyona karşı bir kat boyanması
26.206/C1A : 3cm kalınlığında renkli granit agregalı kompoze taş ile döşeme kaplaması yapılması
(3x30xSerbestboy)
26.252/C1A: 2 cm kalınlığında granit agregalı kompoze taş ile duvar kaplaması yapılması
(2x30xSerbestboy)
ÖZEL-01 : Alüminyum giydirme cephe kaplaması yapılması
Gerekli hesaplamaları ile bulduğumuz değerleri ve yukarıda tespit ettiğimiz pozları bilgisayarımızda
yüklü bulunan OSKA e-Hakediş programını açıp aşağıdaki sıralama ile yazarak hak ediş işlemini
gerçekleştirdik.
ÖRN: Genel iş – İş dosya – Yeni Dosya aç – İşin bilgileri – İş grubu – Metrajlar – Demir Metrajı – Profil –
Açıklama
KONTROL SONUCU
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
51
S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ
KISIM
YAPILAN İŞ
6. GÜN
OMÜ 1000 KİŞİLİK YURT İNŞAATI KONTROLÜ
YAPRAK NO:10
TARİH:08/07/2011
Bugün kontrolü yapım şube mühendislerimizle Samsun OMÜ 1000 Kişilik Öğrenci Yurdu’na
kontrole gideceğiz. Gitmeden önce şefim bana ve diğer stajyer arkadaşlara sürdürülen proje hakkında
bilgilendirmede bulundu.
OMÜ Kurupelit Kampüsü’nde Mühendislik Fakültesi’nin yukarısında 30.000 m^2 alana öğrencilerin
kalacağı 3 blok(şekil-3.e), 2 sosyal tesis(şekil-4.a), 1 nizamiye binası ve 1 su deposundan oluşan İnşaat
sürmektedir. Ocak 2012’ye bitirilmesi planlanmaktadır.
Kaba inşaatı tamamlanmış olan A ve B blokları ile sosyal tesislerin kontrolü ile iç duvarlarda kullanılacak
boya rengi seçimi yapıldı. Bu sırada bizlerde şefimizle ile birlikte şantiyedeki işleyiş ve imalatlar hakkında
bilgi edinme fırsatı bulduk.
(şekil-3.e)
(şekil-4.a)
Bu imalatlarda öğrendiklerimiz ;
Gazbeton gözenekli bir dokuya sahiptir, yüksek düzeyde ısı yalıtımı sağlar. Yapıların ısıtma/soğutma,
ilk yatırım ve kullanım giderlerinden önemli oranda tasarruf edebilmek, daha geniş kullanım alanları
oluşturabilmek için Gazbeton idealdir. Ayrıca sağlam ve hafifdir.
Betopan : ağaç (ısı yalıtımı,çarpma ve darbeye dayanıklılık,makine ile işlenebilirlik,hafiflik,elastikiyet) ve
çimentonun (neme direnç,suda şişmeme,küflenmeme,böcek ve haşereye karşı dayanıklılık,yangına direnç)
olumlu özelliklerini bünyesinde birleştiren , yapıların değişik bölümlerinin değişik isteklerine , gereken
çözümleri sunabilen inşaat levhasıdır.
KONTROL SONUCU
52
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ
KISIM
YAPILAN İŞ
6.GÜN
OMÜ 1000 KİŞİLİK YURT İNŞAATI KONTROLÜ
YAPRAK NO:11
TARİH:08/07/2011
Cam yünü : Isı yalıtımı, ses yalıtımı ve akustik düzenleme sağlamaktadır. Zamanla bozulmaz,
çürümez, küf tutmaz,böcekler ve mikroorganizmalar tarafından tahrip edilmez.
(şekil-4.b)
XPS: Homojen hücre yapısına sahip,ısı yalıtımı yapmak amacıyla üretilen ve kullanılan köpük
malzemelerdir.
Membran : ayırıcı ya da seçici geçirgen diyebileceğimiz malzemedir. saflaştırma ve yalıtma işlemlerinde
sıkça kullanılır. kaliteli dış yüzey betonu ile temel tabaka arasına çekilerek seçici geçirgen kişiliğinden
yararlanılır.
Asma Tavan Profili : Duvar veya asma tavan yapımında kullanılmak üzere üretilen galvanizli sac
(şekil-4.c)
KONTROL SONUCU
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
53
S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ
KISIM
YAPILAN İŞ
6. GÜN
OMÜ 1000 KİŞİLİK YURT İNŞAATI KONTROLÜ
YAPRAK NO:12
TARİH:08/07/2011
(şekil-4.d)
Yurt bloklarının çatısındaki mimari yapı çok büyük uygulama zorluğu yaratmıştır(şekil-4.d). Bu uygulamaların
yapımı için her 3 bloktada 38 metrelık tahta ıskeleler kurulmuştur(şekil-4.e).İskeleler sayesinde ancak kalıplar üstüne
yerleştirilebilmiştir.
(şekil-4.e)
KONTROL SONUCU
54
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ
KISIM
YAPILAN İŞ
7.GÜN
OMÜ 1000 KİŞİLİK YURT İNŞAATI DEMİR TESLİMİ
YAPRAK NO:13
TARİH:11/07/2011
Bugün şefimiz ve diğer 2 stajyer arkadaşımla birlikte OMÜ 1000 Kişilik Yurt şantiyesine gittik. Bugün burada
yarınki beton dökümü öncesinde C blok 3 kat kolon kiriş ve döşeme demirlerinin kontrolünü yapacağız.
(şekil-5.a)
(şekil-5.b)
Diğer stajyer arkadaşlarla birlikte C blok 3. kata çıktık. Ustabaşımızdan kat planını aldıktan sonra kolon ve kiriş
donatılarının doğru bir şekilde yerleştirilip yerleştirilmediğini kontrol ettik. Kolon ve kirişlerdeki donatı sayılarını ve
donatı çaplarını kontrol ettik.
Bu arada deprem yönetmeliğine göre kolonlarda kullanılacak demirler minimum Fi14 kirişlerde ise Fi12 olduğunu
öğrendik. Kirişlerdeki pilye sayılarını, etriyeleri, şapoları, ilave donatıları , etriyelerin kolon kiriş birleşim yerlerindeki
sıklaştırılmalarını kontrol ettik. Aşağıda yazılı eksikleri tespit ederek hem ustabaşımıza hem de İlker Bey’e ilettik.
(şekil-5.c)
(şekil-5.d)
K3037 Sol taraf 4 eksik etriye
K 3038 Sağ taraf 1 eksik etriye
K 3040 Sağ taraf 3 eksik etriye
K 3043 Sol taraf 2 eksik etriye
K 3044 Sağ taraf 1 eksik etriye
K 3036 ilaveler eksik
K 3010 Sol taraf 2 eksik etriye
K 3001 Sol taraf 2 eksik etriye
K 3067 Gövde donatısı eksik 2fi14
K3063 ek ilave Fi22 eksik sol taraf
KONTROL SONUCU
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
55
S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ
KISIM
YAPILAN İŞ
7. GÜN
OMÜ 1000 KİŞİLİK YURT İNŞAATI DEMİR TESLİMİ
YAPRAK NO:12
TARİH:11/07/2011
Demir teslimi bittikten sonra devam eden çevre duvarı yapım işlerini takip ettik(Şekil-5.e).(Şekil-6.b) de görüldüğü
gibi çevre duvarlarında konvansyonel kalıp uygulanmıstır..
(Şekil-5.e)
(şekil-6.a)
(Şekil-6.b)
KONTROL SONUCU
56
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ
KISIM
YAPILAN İŞ
8. GÜN
OMÜ 1000 KİŞİLİK YURT İNŞAATI BETON DÖKÜMÜ VE NUMUNE ALINMASI
YAPRAK NO:16
TARİH:12/07/2011
Önceki gün demir teslimini aldığımız C BLOK 3. Kat ın bugün beton dökülmesi işlemi yapılacak bizde kontrol
olarak, işlemi denetleyip numune alacağız. Öncelikle pompa en uygun yere yerleştirildi.Bu işe başlamadan önce
önemli bi ayrıntı işi kolaylaştırıp zorada sokabilir. (şekil-6.c) (şekil-6.d)
(şekil-6.c)
(şekil-6.d)
Pompa yerleşrildikten sonra gelen mixerlerden numune için el arabasıyla bir miktar beton aldık.Aldığmız
betonları küp numune kaplarına yerleştirdik.Üstlerini mala ile düzeltip etiketlerini yerleştirdik. (şekil-6.e)
(şekil-6.e)
KONTROL SONUCU
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
57
S E V G İ L İ S TA J D E F T E R İ
KISIM
YAPILAN İŞ
8. GÜN
YAPRAK NO:17
OMÜ 1000 KİŞİLİK YURT İNŞAATI BETON DÖKÜMÜ VE NUMUNE ALINMASI TARİH:12/07/2011
Bu işleri tamamladıktan sonra beton dökülmeye başlandı.Usta önce krişlerin içine doğru bekletmedende
döşemelere betonu boşaltt(şekil-7.a). Beton hızlı bir şekilde ara verilmeden döküldü sistemin birlikte çalışması için.
Eğer beton kalıba dökülürken her hangi bir aksaklık sonucu işlem yarıda kesilirse devamında öncelikle yapıştırıcı
kullanılmalıdır.
(şekil-7.a)
(şekil-7.c)
(şekil-7.b)
(şekil-7.d)
İşlem tamamlandıktan sonra numuleri müdürlüğümüz bünyesindeki laboratuarımızda bulunan kür havuzuna
yerleştirdik.
KONTROL SONUCU
58
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
F E Y YA Z Ç E L İ K
YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
Acemi bir âşık gibi
İlk defa aşık olanın yaşadığı
heyecan gibidir, yazılan ilk yazı.
Kalbinizde hakim olamadığınız bir
kuş çırpınır sanki…
Uzun süredir peşinde
koştuğunuz sevgiliye söylenecek
ilk sözler gibi özenle seçersiniz
ilk cümlelerinizi… Bir melek
gibi saf olursunuz o an. Dünyayı
değiştirme umudunu taşırsınız
iliklerinize kadar. Tarifi imkansız bir
aşk kaplar yüreğinizi ve her aşkın
yolunda pusu kurmuş bir çakal
olduğunu bilmeden… Tanıdığınız,
tanımadığınız herkesi kalbinizin
cennetinde misafir etmek istersiniz.
Kalbinizin bir pamuk kadar
yumuşak, bir tanrı kadar şefkatli
olduğunu hissedersiniz... Bağrınızda
büyüttüğünüz cümleleri bir bir
dökmeye başlarsınız… Yazmak,
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
yazmak istersiniz saatlerce…
Beyin kıvrımlarınızın altın
sandıklarında sakladığınız bütün
mahremiyetinizi… Masanın başına
geçtiğinizde kalkmak istemezsiniz.
Kalktığınızda boynunuzda urgan
bir ip, yanı başınız da bir cellat
hissedersiniz. İşte o zaman anlarsınız
yazının tahammülsüzlüğünü…
Yazı sizi başkalarıyla paylaşmak
istemez. O an sizin her şeyinize
sahip olmak ister; duygularınıza,
hayallerinize hatta daha da ileri
giderek rüyalarınıza bile … Yazının
ya dostu olursunuz ya da düşmanı.
Yazı, öyle orta yerde duranları
sevmez…
Kendinizi çaresiz bir komutan
gibi teslim ediyorsunuz yazının
kollarına ve yazmaya başlıyorsunuz
saatin nasıl geçtiğini anlamadan…
Yazınızı bitirdikten sonra elinize
aldığınızda; yeni doğum yapmış
bir annenin çocuğunu ilk defa
kucağına alırken ki heyecanı kaplar
içinizi… Gerçek mutluluğu o zaman
anlarsınız. Yazmak da bir çeşit
doğurganlık değil mi zaten. Yazınızı
bitirdikten sonra artık iyi kötü bir
yazar olduğunuzu düşünürsünüz ve
tek bir amacınız olur; okyanusların
ardında dilini, adını bilmediğiniz
insanlara ulaşmak ve onlar
tarafından okunmak…
Çok iyi hatırlıyorum: ilkyazımı
yazarken acemi bir âşık gibi
heyecanlı ve uzun süre peşinde
koştuğum sevgiliye söyleyeceğim
ilk sözler gibi özenle seçmiştim
cümlelerimi…
59
ERHAN KARAESMEN
Oğuz Atay
Mühendisliğin çıkardığı özgün ve büyük sanatçı
Yaşam denen cenderenin sürekli
bir huzursuzluk ve tedirginlik
kaynağı olduğu biline gelir. Bazı
insanlar buradan kaynaklanan aykırı
duyguların ruhsal çarpıtıcılığına
kendilerini kaptırırlar, gündelik
koşuşmanın ve tüketim arzusunun
yönlendirdiği zaman ve akıl
kullanımının bu tedirginlikleri
perdelediği bir yaşam biçimi
sürdürürler. Duygusal ve akılsal
duyarlılığı daha yüksek olan bazı
diğer insanlar yaşamla uzlaşmada
ya da uzlaşamamada yaratılan
kaçınılmaz tatminsizliklerin sıkıntısını
daha kuvvetli hissederler. Bu gruba
giren insanlar içinde sanatsal
yaratıcılığı yüksek düzeylerde
dolaşanlar varsa onların ürünlerine
de bir biçimde bu tedirginlik
yansır. Dünya sanat tarihinde
görsel sanatlarda, müzikte ya
da edebiyatta yaşamla rahat ve
düzgün buluşamama duygusunun
60
çerçevelediği betimlemeler ve
mesajlar yer alır.
Yakın Türk edebiyatında hatta
Türk edebiyatının genel çizgisinde
bu özel duyarlılığın yönlendirdiği
yukarıda sözü edilen buluşamama
tedirginliğini yakınma diline
çevirmeden sade bir insani
durgunluk içinde dile getiren en
önemli romancının Oğuz Atay
olduğu kabul edilir. Ancak bu çok
değerli sanatçının kendi kabuğunda
ve sadece bu iç kemirici tedirginlik
duygusunun yumağında yaşayan bir
insan olmadığını da biliyoruz. Bu çok
değerli meslektaş ağabey ile hayatın
akışı içinde bir miktar yollarımızın
kesiştiği oldu dolayısıyla kendisini
sanat meraklılarının kafalarında
çizdiği klasik bir tablonun dışında
diğer özellikleri ile tanıma şansına
kavuştum. Bu kısa metinde özetle
bunlardan biraz söz etmek isterim.
Oğuz ağabey ile İTÜ camiasından
ve teknik eğitim dünyamızdan
kaynaklanan bir yakınlaşmamız
olmadı. Bizden biraz büyüktü
dolayısıyla üniversite yıllarından
birbirimizi hatırlamıyoruz. Eğitimcilik
deneyimimiz de farklı üniversitelerde
yürüyordu. Ancak kısa bir dönem
sık sık bir araya gelmeyi gerektiren
bir farklı çerçeve içinde birlikte
yer aldık. Teknik meslek odalarının
demokratikleşmesi arayışı ve çabaları
içinde ben İnşaat Mühendisleri
Odası’ndaki oluşumlarda ilk günden
itibaren aktif yer almıştım. Bu
etkinliğin başlangıç dönemleri
epeyce itişli kakışlı ve siyasal
düşünce farklılığından kaynaklanan
önyargıların beslediği hukuksal
zorlaştırıcılık içinde geçmişti. Ülkeye
de 12 Mart faşizmi olarak tarihe
geçen o ağı sistem gelip oturmuştu.
Ancak inşaat mühendisleri
camiasındaki filizlenme henüz
devam ediyordu ve dönemin umut
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
verici biçimde genel seçimlerden
birinci parti olarak çıkmış CHP’sinin
meslek odalarından gelen teknik
planlayıcı rasyonellikle hazırlanmış
görüşlere ve telkinlere belli bir
açıklığı vardı. İnşaat Mühendisleri
Odası İstanbul Şubesi ulusal yatırım
programlanmasının yeni ilkelere
bağlanması konusunda bir çalışma
başlatmıştı. Oğuz Atay ağabey
İstanbul Şube adına bu çalışmaya
katılıyordu. Kendi pozisyonumun
ne olduğunu tam anımsamıyorum
ancak Ankara Merkez’i temsil ediyor
olabilirdim. Yani bir şekilde ben
de o çalışmayı yapan grubun bir
parçası idim. Bu etik yapılanma
değişikliğinin mağdurlarından
mimar ve edebiyatçı Demirtaş
Ceyhun da İMO İstanbul Şube’nin
o dönemde başka yerde
çalışması engellendiği için teknik
çalışanlarından biriydi. Mühendis
değildi ama mimardı yani teknik
adamdı. Çalışmaya o da katılıyor ve
hatta sekreteryasını yönetiyordu.
Oğuz Atay’ın politik şekillenmeler
yoluyla toplumsal ışığa kavuşma
arayışlarının dürtüsüyle katıldığı
rahatlıkla gözleniyordu. Coşkuluydu.
Onun edebiyattaki tedirginlik
duygusunu deşen kişi olmaktan
gelen ünüyle hiç ilgisi olmayacak
biçimde Oğuz ağabey orada bir
toplumsal dönüşüm arzusunun
yoğun heyecanını taşıyan bir ilerici
aydın yurttaş olarak yer alıyordu. Ve
buna uygun bir kişilik sergiliyordu.
Resmi toplantı saatleri bittikten
sonra Oğuz Atay-Demirtaş Ceyhun
ikilisini yakalamışken sanat kültür
olaylarıyla belli ölçülerde ilişkisi
bulunan bu satırların yazarının da
katılmasıyla entellektüel felsefi
sohbetler yaptığımız oluyordu. Oğuz
ağabeyin sadece duyarlı santçı yapısı
değil akılcı bir düşünür oluşunun
izleri de bu söyleşilere yön veriyordu.
Bir bütün yıl boyunca toplam
belki yedi sekiz defa bu toplantılar
yapıldı. Toplumsal sosyopolitik
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
oluşumlarla ilgili insani ve ilerici
arzuların yer aldığı düşünceler ve
bulgular raporlara serpiştirildi. Ayrıca
mühendislik mantığının ve neden
- sonuç ilişkisiyle yoğrulmuşluğun
aydınlattığı bir topluma hizmet
amaçlı yatırım programlamasının
ilkelerinin belirlenmesine gayret
edildi.
Bu bir araya gelişlerin sonuna
doğru 94’ baharı itibariyle
Oğuz ağabeyde belli fiziksel
yorgunlukların kendini gösterdiği
anlaşılıyor, başkalarını kendi
dertleriyle meşgul ve rahatsız
etmemeye son derece duyarlı ve
uygar bir aydın olarak Oğuz ağabey
bu fiziksel sıkıntılarından hiç söz
etmiyordu. Onu izleyen aylar ve
bir iki yıl içinde kendisiyle yeniden
yüzyüze gelemedik. Ancak bazı
telefon konuşmalarımız oldu. Kendi
sağlık durumuyla ilgili en küçük bir
yakınmada ve dostları için endişe
verici bilgilendirmede bulunmadı.
Ancak bizim mühendislik
dünyamızda Oğuz Atay’ın sağlık
durumunun çok iyi olmadığından
söz edildiği oluyordu.Sadece bir
iki sene sonra da, zaten, inanılmaz
bir genç yaşta inanılmaz bir şaka
yaparak ayrıldı, gitti.
Çok değişik bir büyük adamdı.
Kendisini yaşam çizgilerimizin
sadece çok kısa bir döneminde
tanımış olsam da Oğuz ATAY’dan
kafamda çok kuvvetli anılar yer
etmiştir. Anısı önünde saygıyla
eğiliyorum.
Yazı İMO Ankara Şube 2011 Eylül-Ekim Bülteni’nden
alınmıştır.
61
CAN ALGÜL
İ S TA N B U L T E K N İ K Ü N İ V E R S İ T E S İ
Merhaba Ustam...
Bizlere Güneşe Karşı İşeyen o
güzel adamların hikayesini anlattığın
günden bu yana, ne bir güneş var
karşısında işenecek artık, ne de
kapalı bir çarşı içinde çengilerin cenk
ettiği...
O Yokuş Yol’ dan çıkarken üç
ev bile göremiyoruz ki artık , bir
şehir sanalım. Üç güvercin geçse
de üstümüzden Meksika gelmiyor
aklımıza.
Şehirlerimiz viran, talan ,
dikenlerin koparıldığı yerleri “Bir
bahar filan” sanmıyor artık kimseler,
Oradan geçerken Geyikli Gece’ye ,
güneşin asfalt sonlarında batmasıyla
her şeyden korkar olduk en çok da
yalnızlığımızdan...
Ustam artık hiç bir durak göğü
göstermiyor gize . İneceğiz desekde
hiç bir otobus durmuyor, kaçaklık lal
etmiş dillerimizi ses edemiyoruz...
Dünyanın En Güzel
Arabistanı’ndan söz etmiştin bize bir
zamanlar hatırlarmısın bilmem. Öyle
ya biz de umut etmiştik hani Büyük
Saat’lerden sonra çölde yalnızlığımızı
içmeyi kana kana, tanıdığımız bütün
kadınlar adına .
Şimdilerde birileri kanımızı içiyor
belki de zemzem sanarak. Ustam
şimdi buralar içinde bedevileri
olmayan , tanrının kendisinin değil
ama adının sıkça geçtiği bir aymaz
arap diyarı olma yolunda ...
Ama inan ki hiç güzel değil...
Bıraktığın hüzünlere sahip çıkarak
iyi sıkıntılar ustam.
62
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
genç-İMO HABERLERİ
İş Güvenliği Paneli
“işçiler ölürken,
mühendisler ses çıkarmıyor”
Dicle Üniversitesi Mühendislik
Fakültesi İnşaat Mühendisliği
Bölümü ve genç-İMO Öğrenci Meclisi
tarafından “İş güvenliği” konulu
panel düzenlendi.
Moderatörlüğünü İnşaat
Mühendisliği Bölümü öğrencisi
Rojda Varhan’ın yaptığı panele,
DİSK Limter-İş Genel Başkanı Kamber
Saygılı, sendikacı Murat Işık ve
Dicle Üniversitesi İnşaat
Mühendisliği Bölümü Öğretim
Görevlisi Prof. Dr. Z. Fuat Toprak
katıldı.
Panelde ilk konuşmayı yapan
sendikacı Murat Işık, sosyal güvenlik
konusuna değindi. Işık, taşeron
işçileri örgütleyemediklerini
belirtirken buna yasak denilerek
engellendiğini söyledi. Sosyal
politikaların işverenin istediği gibi
şekillendiğinden bahseden Işık,
torba yasa, 4688 sayılı sendikalar
yasası gibi yasaların piyasanın
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
istediği yasalar olduğu için
çıkarıldığını söyledi.
İşsizliği tanımlayan Işık, işsizliğin
ciddi bir sorun haline geldiğini
belirtirken, işsizliğin; emeğini
sermayeye satamama olarak
tanımladı. İşsizliği, egemen bir
sınıfın, ezilen sınıfa bir baskısı olarak
tanımlayan Işık, işsizliği bir insan
hakları ihlali olduğu söyledi.
Ardından konuşan Dicle
Üniversitesi İnşaat Mühendisliği
Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Dr.
Z. Fuat Toprak, iş kazalarında kaza ve
kader kavramları üzerine bir sunum
yaptı. Toprak, kazaların mevzuatların
uygulanmamasından dolayı
meydana geldiğini kaydetti.
Toprak’ın ardından konuşan
DİSK/Limter-İş sendikası Genel
Başkanı Kamber Saygılı, tersanelerde
yaşanan işçi ölümlerine değindi.
Saygılı, “Tersanelerde işçiler ölürken,
mühendisler seslerini çıkarmıyor”
dedi. 9 günde 35 işçinin yaşamını
yitirdiğini hatırlatan Saygılı, bu
ölümlerin sadece kendi bildikleri
olduğunu vurguladı. Türkiye’de
gözaltıların ve iş cinayetlerinin
gündeme geldiğini söylerken, iş
kazalarının önlenebilir olduğunu
kaydetti.
Saygılı, işçi sağlığı konusuna
da değinerek, işçi sağlığının
üretim alanlarında başladığını,
beslenme, barınma, sosyal yaşam
ile devam ettiğini, bunun bir bütün
olduğunu söyledi. İşçi sağlığını
devletin ve patronların inisiyatifine
bırakmayacaklarını söyleyen
Saygılı, çalışanların yüzde 99’unun
meslek hastalığı ile karşı karşıya
olduğu belirtti. Limter-İş Başkanı,
güvencisizliğin panzehirinin bilinç ve
örgütlülük olduğunu belirtti.
Panel sunumların ardından sorucevaplar şeklinde devam etti.
63
genç-İMO HABERLERİ
genç-İMO Ankara Şube
2. Toplumcu Mühendislik Günü
Genç-İMO Ankara Şube olarak
13 mayıs 2012’de düzenlediğimiz
2. Toplumcu Mühendislik Gününde
başta İnşaat mühendisliğinin
konuları olmak üzere bugün
tartışılan birçok konuyu gündemimiz
haline getirdik. Peki toplumcu
mühendislik tam olarak nedir, neyi
hedefler? Bu sorunun cevabı aslında
nasıl bir mühendislik bakış açısına
sahip olduğumuzla daha yakından
ilgilidir diyebiliriz.
Bugün Türkiye’de mühendislik
eğitiminin yetersizlikleri, eksiklikleri
ve öğrenciler arasında giderek
popülerleşen kariyer odaklı
mühendislik anlayışı en çok
tartışmamız gereken konuların
başında geliyor. Daha iyi bir eğitim
ve daha gelişkin bir mühendislik
yerine sadece iş ve ticari odaklı bir
meslek anlayışı hem günümüzün
mühendislerinin hayatlarındaki
gerçekleri yansıtmamakta hem
de doğa katliamlarından kötü
çalışma koşullarına kadar birçok
meselenin temel nedenlerinden
biri olmaktadır. Bu anlayışa karşı ise
Toplumcu Mühendisliği savunmak
hayalcilik değil her mühendisin ya
da mühendislik öğrencisinin çıkarına
olacak bizlerin daha iyi bir çalışma
hayatı daha etik bir mühendislik tarzı
geliştirmemize katkı sağlayacaktır.
İçinde bulunduğumuz yıl
üniversitedeki boykot ve işgallerle
geçen bir yıl oldu.Ticarileşen
üniversitelerde artık neredeyse
nefes almak bile paralı bir hale geldi.
Sözde devlet üniversitelerinde
fahiş fiyatlı yurtlara, kantine hatta
64
fotokopiye verdiğimiz paraları harç
ücretleriyle birleştirince hiç de devlet
üniversitesinde okuduğumuzu
hissetmiyoruz. Üniversitelerimizdeki
her metre kare öğrencilerin hali
hazır müşteri olduğu düşünülerek
satılmaya pazarlanmaya çalışılıyor.
Bu seneki Boğaziçi Starbucks
işgali ODTÜ Kantin boykotu bizce
bu duruma en güzel tepkileri
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
genç-İMO HABERLERİ
oluşturdu ve öğrencilerin okuluna
nasıl sahip çıktığını tüm üniversite
yönetimlerine gösterdi.
genç-İMO üyesi mühendislik
öğrencileri olarak her zaman
çevre sorunlarında ve enerji
tartışmalarında tarafımızı halktan
doğadan ve gerçek mühendislikten
yana koymaya çalıştık.Ülkemizde en
çok konuşulan HES ve Nükleer Enerji
meselelerinde haklılığımızı ortaya
koyacak onlarca durum var. HES’lerin
Karadeniz’de, Munzur’da, Akdeniz’de
sebep olduğu problemler gözler
önündeyken Japonya gibi bir ülkenin
bile Nükleer Enerji’den vazgeçtiği
bir dönemde bizler elbetteki temiz
enerjiye yapılan ARGE çalışmalarının
artırılmasını insanların yaşama
hakkına saygı duyan daha yüksek
verimlilikli mühendislik çözümlerinin
sunulmasını savunuyoruz.
Ekim ayında meydana gelen
üzerine uzunca da tartışılması
gereken Van Depremi’nin ardından
Kentsel Dönüşüm tartışmaları
yeniden başladı. Hükümet deprem
sonrasındaki başarısızlığının üstünü
örtmek için Van’daki denetimsiz
yapılaşmayı da bahane göstererek
tüm ülkede bir kentsel dönüşüme
gideceğini açıkladı. Oysa İstanbul’da
yaptığı binaların yıkılabileceğini
itiraf edenlerden biri AKP bakanı
Faruk Çelik’tir. Kentsel Dönüşüm
yeni rant olanakları yaratmak için
bir fırsat olarak görülmektedir.
Yoksul mahaller yıkılmakta yerlerine
ya kalitesiz TOKİ binaları yada
lüks siteler yapılmaktadır. Yoksul
ailelerse şehrin dışlarına atılmaktadır.
genç-İMO’nun bizce buradaki
sorumluluğu rantsal değil gerçek
anlamda insanların daha iyi barınma
koşullarına sahip olacağı sosyal
projeleri desteklemek olmalıdır.
Mühendislik mesleği belki
de cinsiyet ayrımcılığının en çok
yaşandığı mesleklerden biriyken
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
İnşaat Mühendisliği bu meselenin
tavan yaptığı bir alan olmaktadır.
Türkiye’de kadın cinayetlerinin iyice
arttığı kadına şiddetin ve hatta
tecavüzün meşrulaştırıldığı bir
dönemden geçerken mühendislik
öğrencisi kadınlar da günlük
hayatlarında sürekli bir ayrımcılığa
uğramaktadır.İnşaat Mühendisliği bir
kadın mesleği olarak görülmemekte
ve sanki erkeklerin doğuştan
mühendislik yeteneğine sahip
olduğu varsayılmaktadır. Bir kadın
mühendis olamaz, yurda geç
giremez ama düzenli not tutar, iyi
yemek yapar, temizlikten anlar tabii
yine de dayağa ve hatta ölüme
maruz kalabilir. Bugün genç-İMO
olarak işte tüm bu ön yargılara ve
yaşanan ayrımcılığa karşı çok daha
güçlü bir çalışmaya ihtiyacımız
bulunmaktadır.
Kürt sorunu ülkemizde ve
elbette her yıl meclisimizde de en
çok tartışılan konulardan birisidir.
Van Depremi ve Uludere katliamının
medyadaki yansımalarına
baktığımızda nefret dolu söylemleri
bir kez daha gördük. “Oh iyi oldu”
diyenler , “Ama onlar da kaçakçıydı”
diye insanların devlet tarafından
katledilmesini haklı görenler bizce
ne barışı savunmakta ne de insandan
yana bir tavrı ortaya koymaktadır.
“Ama onlar..” diye başlayan
cümleler bir çok gerçeğin üstünden
atlamaktadır.Bugün Kürt gençlerin
lise ve sonrasında eğitim görme
oranı Türkiye genelinden düşük,
sadece yüzde 36’sı lise, meslek okulu
ve ya üniversite eğitimi görmekte
köylerdeki Kürt çocuklarının üçte
biri ilköğretim eğitimine bile
ulaşamamaktadır. Bunun sorumlusu
Kürt halkı değil devletin geliştirdiği
politikalardır. genç-İMO olarak
daha demokratik bir ülke için güçlü
bir şekilde barışı ve eşit yurttaşlık
hakkını savunmamız gerekmektedir.
TOPLUMCU
MÜHENDİSLİK
GÜNÜ
PROGRAMI
10 :30 AÇILIŞ (KAHVALTI)
11:00-12:15 1. OTURUM
İŞ GÜVENLİĞİ VE İŞÇİ SAĞLIĞI
-GÜLŞEN IŞIK
(İnşaat Mühendisi, Kamu Yönetimi Bilim
Uzmanı)
-RUHİ ÖKTEM
(İSİG Bilim Uzmanı - Kimya Yüksek Müh.)
-Prof.Dr. MURAT GÜNDÜZ
(ODTÜ İnşaat Müh. Öğretim üyesi)
12:15-13:00 YEMEK ARASI
13:00-14:15 2. OTURUM
MÜHENDİSLİKTE KADIN
-GÜLRÜ YILDIZ
(İnşaat Mühendisi)
-ESERGÜL ÖZDEMİR
(İMO Ankara Şube Yönetim Kurulu Üyesi)
14:30 -16:45 3. OTURUM
“SUDAKİ SURETLER” BELGESEL
GÖSTERİMİ VE TÜRKİYEDE’Kİ HES
TARTIŞMALARI
-GÖKAN MARIM
(İnşaat Mühendisi)
-ERKAL TÜLEK
(İMO Ankara Şube çalışanı, Belgesel
yönetmeni)
17:00-18:15 4. OTURUM
ÖRNEKLERLE KENTSEL DÖNÜŞÜM
-TARIK ÇALIŞKAN
(Dikmen Vadisi Barınma Hakkı Meclisi
Üyesi)
-TEZCAN KARAKUŞ CANDAN
(Mimarlar Odası Ankara Şube Y. Kurulu
üyesi )
-ERDOĞAN BALCIOĞLU
(İnşaat Mühendisi)
65
genç-İMO HABERLERİ
Hatay’dan mektup var
Sevgili anne ve babacığım.
Eskiden ailecek uzak diyarlarda olan yakınlarımızın halini, hatırını sormak
için mektuplar yazar ve cevaplar alırdık.
Şimdi ise okuma sevdasıyla sizlerden ayrı, Anadolu'nun farklı vilayetlerinde
yaşamımıza devam ederken, halimi ve arzuhalimi sizlere Mustafa Kemal
Üniversitesi (MKÜ) Tebliği'nden önce bu mektupla bildireceğim.
Bilirim, eski yıllarda takdir-teşekkür-onur belgelerim elinize geçmekteydi,
bizler çocukken. Lakin MKÜ onur belgesinin adını değiştirmiş olmalı.
Bu yıl öğrendim ki üniversitede, toplumsal alanda başarı ve duyarlılık
gösteren öğrencilere 'YÖK'ten çıkarılma, uzaklaştırılma tebliği adı altında onur
belgeleri veriliyormuş.
Yıl içinde ilk onur belgesini alan arkadaşlarım, sırf Kürt oldukları için
Uludere'de insanların savaş uçaklarıyla çoluk çocuk demeden katledilmelerine,
ardından İçişleri Bakanı vb. 'bakamayan' bakanların konuya dair onlar zaten
kaçakçıydı, Kürt'tü tarzı açıklamalarına tepkisiz kalmayıp okul dışında 'Uludere
katliamı' mitingine katıldıkları için haklarında soruşturma açılmış, Uyarı tebligatı
onur belgelerini almışlardır.
Buradan da anlamış bulunmaktayım ki, MKÜ öğrencileri katliama karşı,
yönetim ise katliam taraftarıdır.
İkinci onur belgesi okul kimliklerinin özel bir banka kartına dönüştürülüp,
öğrencilere satılmasını ve almayanların sınavlara girememesini, yemekhanede
yemek yiyememesini, kişisel bilgilerinin bankalara verilmesi karşılığında okula
özel arabalar hediye edilmesini protesto etmeleri sebebiyle verilmiştir. Bu
onur belgesinin adı da, daha önce Roboski katliamını protestodan dolayı uyarı
alanlara 'YÖK'ten men etme tebliği yansımıştır.
Üçüncü onur belgesi ise Halepçe'de masum köylülerin kimyasal gazlarla
zehirlenmesini, o insanların katliama, tecavüze uğramasını içine sindiremeyen
arkadaşlarımın Halepçe katliamı günü rektörlüğün önünde basın açıklaması
yapmalarından dolayı verilmiştir. MKÜ bu olay neticesinde açmış olduğu
soruşturma sonucunda da arkadaşlarımızı İkinci kez YÖK'ten çıkarma
cezasına çarptırmıştır. Bu durumda da öğrenciler Halepçe katliamı karşıtı,
yönetim ise yine katliam yanlısı görünmektedir.
Dördüncü onur belgesi ise yemekhanede özel banka kartı haline getirilen
öğrenci kimlik kartını almayan öğrencilerin yemek yiyememesi, kartı olanların
ikinci yemeğe üç katı fazla para ödemek zorunda kalmalarını protesto etmek
amacıyla kendi sofralarını açarak getirdikleri yemekleri yemeleri sebebiyle
alınmıştır. Önce okulun özel güvenlik birimlerince yaklaşık 10 arkadaş çok kötü
muamelelere maruz kalarak hırpalanmış, darp edilmiş ve sonrasında açılan
soruşturmayla 'YÖK'ten 3. kez men etme cezasına çarptırılmışlardır.
66
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
genç-İMO HABERLERİ
Beşinci onur belgesini ben de aldım sevgili anne ve babacığım.
Bundan ötürü bu mektubu okurken, toplum sorunlarına duyarlı olduğum için
beni tebrik ettiğinizi görür gibiyim.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde arkadaşlarımızdan birisi poşu
taktığı için faşist 'robocop' bir öğrenci tarafından önce yemekhanede tehdit
edilmiş, akşamında ise silah ve kesici aletlerle sivil polisler eşliğinde Özel
Güvenlik Birimlerinin (ÖGB) gözü önünde saldırıya maruz kalmıştır. Faşist
öğrenciler'Hepimiz Türk'üz, Müslümanız sloganını atarak durumu provoke
etmeye çalışmıştır. Yaklaşık 200 öğrenci karakola gidip faşist saldırıyla ilgili
suç duyurusunda bulunmuştur
Ertesi günde okulda basın açıklaması yapıp 'MKÜ'de can güvenliğimiz
yoktur' dediğimiz için hakkımızda soruşturma başlatılmış, akabinde saldırıya
uğrayan 7 arkadaşımız YÖK'ten men edilmiş,60 arkadaşımız ise 1 ay,1 dönem
veya 2 dönem gibi sürelerle cezalara çarptırılırken saldıranlardan kimse basit
bir uyarı dahi almamıştır.
Beni soracak olursanız daha önce hiç uyarım olmadığı halde 2 dönem
uzaklaştırılma almış bulunmaktayım.
Yani benim güzel annem ala şafağında ülkemin, yıldız uçurmak varken
ve hatta 'Urfa'da OXFORD vardı da biz mi gitmedik'cümleleri ile mektubumu
sonlandırmaktayım;
Çünkü bu aydın tepkilerimiz bizlere öğrettiğiniz insani duruşlarımızdan
kaynaklanmaktadır. Bizlere bu onursuzluk belgesini verenlerin
tepkisi ise demokratikleşmeyi kendilerine yediremeyen duruşlarından
kaynaklanmaktadır.
Bizler 21. yy insanları olarak bu yaşımızda, öğrenciliğimizde 10
arkadaşımızla Hatay-Serinyol Kampüsü önünde açlık grevine girip peşinden
Ankara'da TBMM'de bu soruşturmaları, cezaları, baskıları protesto etmek
amacıyla basın açıklaması yapmış bulunmakta ve Türkiye ulusal medyasında
CNN TÜRK vb. kanallar aracılığıyla, Radikal vb. gazetelerle baskıları
duyurmuş bulunmaktayız.
Okulumuzun bu gerici faşist tutumu sebebiyle mahkemelere başvurup
davalar açarken yanımızda duran TMMOB'nin desteğiyle bilinç
örgütlülüğümüze ve mücadelemize devam ederken bizler bir yılda 200'den
fazla soruşturma ve cezalarıyla eğitim hakları engellenen arkadaşlarımla
bu kirli oyunlardan ve anti-demokratik ortamlarından kaçıp sizlerin temiz
ellerinize saygı ile eğilmekteyiz değerli ailelerimiz.
Sizlere duyarlı nesiller yetiştirmenin hesabını sormaya kalkanlar bir gün
elbet hesap vereceklerdir,
Sevgilerimi sunarım.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
67
genç-İMO ŞUBE HABERLERİ
ADANA ŞUBE
18 N İ S A N 2012
B erke B arajı ’ na
T E K N İ K gezi
genç-İMO Osmaniye Şubesi
olarak “hem teknik hem piknik”
sloganını attığımız bir gezi
düzenledik. Türkiye’nin en yüksek
barajı Berke Barajı’na bir gezi
düzenledik . Gezinin amacı bir baraj
inşaatı hangi aşamalardan geçer
bunu baştan sona öğrenmekti.
Gezi 18 Nisan 2012 Çarşamba günü
sabah saat 7.00’de kalkan Korkut Ata
Üniversitesi aracı ile başladı. Saat
13.00 civarı teknik gezi bitmiş piknik
başlamıştı.
Böylelikle tamamı birinci sınıf
öğrencilerinden oluşan bir topluluk
olmamıza rağmen bir baraj inşaatını
kademe kademe öğreniyor ve bilgi
sahibi oluyorduk. Tabi, teknik olarak
detaya pek inemiyorduk bu da bir
dezavantajdı. Ancak ufkumuzun çok
geliştiğini rahatlıkla söyleyebilirim
çünkü burada baraj inşaatını üç
rehber eşliğinde ve fotoğraf fotoğraf
inceleyerek öğreniyorduk . Bunun
dışında bir barajın içeriği ve işleyişi
hakkında bilgi edindik.
G enç İ M O ’ cular
karayolu
şantiyesinde
İnşaat Mühendisleri Odası Adana
Şubesi, Çukurova Üniversitesi İnşaat
Mühendisliği Bölümü’nde okuyan
öğrencileri karayolu şantiyesine
teknik geziye götürdü.
Çukurova Üniversitesi genç-İMO
üyelerinin organize ettiği ve 100’ü
aşkın mühendislik öğrencisinin
katıldığı teknik gezi, CeyhanYumurtalık yolu 15-23 kilometre
Kuşkusuz bu dönemin böyle
şekillenmesinde dönemin TMMOB
başkanlığını yapmış olan Teoman
Öztürk önemli bir yer eder. Isparta
genç-İMO olarak bu etkinlikle hem
Teoman Öztürk’ü andık hem de
TMMOB tarihinine dair bir sunum
gerçekleştirdik.
A N TA LYA Ş U B E
15 M A R T 2012
I S PA R TA G E N Ç - İ M O
TEOMAN ÖZTÜRK
BELGESELİ GÖSTERİMİ
Isparta genç-İMO olarak
15.03.2012 tarihinde
temsilciliğimizde “Teoman Öztürk
Belgesel Gösterimi”ni gerçekleştirdik.
Üniversite ve sektörün birliğiyle
gelinen süreçte kariyerizm üniversite
öğrencilerinin tek seçeneği
haline gelmiştir. Bizler de bu tür
etkinliklerle kariyerizme karşı
geliştirmeye çalıştığımız toplumcu
mühendislik bilincini öğrenci
arkadaşlarımızla paylaşmaya
çalışıyoruz. Meslek örgütümüz
68
arasında bulunan devlet yolu
şantiyesine düzenlendi.
Türkiye Cumhuriyeti Karayolları
Genel Müdürlüğü’ne bağlı
mühendisler genç-İMO üyelerini
karayolu üretimi ile ilgili bilgilendirdi.
1 M AY I S
olan TMMOB, toplumsal bilincin en
yüksek olduğu bir dönemde , yani 80
darbesi öncesinde Türkiye’de verilen
emek mücadelesinin önemli bir
noktasında yer almıştır. Türkiye’de
mühendislerin işçilerle beraber
alanlarda yürüdüğü bir süreç
başlatmıştır TMMOB örgütlülüğü.
Dünya emekçilerinin mücadele
günü olan 1 Mayıs‘ta, biz İnşaat
Mühendisliği öğrencileri de ülke
emekçilerinin maruz bırakıldığı hak
kayıplarına, ağır çalışma koşullarına
güvencesizliğe ve iş cinayetlerine
karşı güvenceli geleceği
savunmak için alanlardaydık.
Antalya’da gerçekleştirilen 1 Mayıs
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
genç-İMO ŞUBE HABERLERİ
21 NİSAN 2012
A N TA LYA D E V
A K VA R Y U M İ N Ş A AT I
TEKNİK GEZİ
kutlamalarına, Isparta genç-İMO
olarak Akdeniz Üniversitesinden
katılan arkadaşlarla beraber,
baretlerimiz ve turuncu
yeleklerimizle renk kattık.
Sloganlarımızla, niteliksiz ve paralı
eğitimin esiri haline getirilen
öğrenci sınıfının, eşit, parasız,
bilimsel anadilde eğitim hakkını
savunduğumuzu gösterdik.
31 M A R T 2012
I S PA R TA G E N Ç - İ M O
G Ö LTA Ş Ç İ M E N T O
TEKNİK GEZİ
Isparta genç-İMO 31.03.2012
tarihinde “Göltaş Çimento” fabrikasına
teknik gezi düzenledi. Gezimize
100 kadar genç-İMO üyesi katıldı.
Çimento ve hazır betonun üretim
aşamalarını tek tek inceledik. En
son fabrikanın tüm işlerinin kontrol
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
edildiği otomasyon bölümünü
gezdik ve buranın çalışma prensipleri
hakkında geniş bilgi aldık.
31 M A R T 2 0 1 2
I S PA R TA G E N C - İ M O
GÖKBEL BARAJ GEZİSİ
Isparta genç-İMO 31.03.2012
tarihinde Isparta-Antalya yolu
üzerinde bulunan nehir üzerinde
yapılmakta olan Gökbel nehir
tipi hidroelektrik satraline teknik
gezi düzenledik. Su alma yapıları
oluşturulmak üzere gerçekleştirilen
istinat duvarları yapılarını ve
tünellerin oluşturulacağı bölgedeki
kazı çalışmalarını yerinde görme
şansı bulduk. Gezi öncesinde
heslerin ekolojik denge tahribatıyla
ilgili meslek örgütümüz İMO’nun
HES’ler hakkındaki görüşlerini de
içeren bir bilgilendirme toplantısı
gerçekleştirdik.
Antalya Büyükşehir Belediyesi
tarafından 29 Kasım 2011 tarihinde
temeli atılan Antalya Akvaryum
Şantiyesine; Akdeniz üniversitesi
genç-İMO üyeleri olarak teknik gezi
gerçekleştirdik. Gezi esnasında
yetkililerden akvaryumla ilgili teknik
bilgiler alındı.
12 bin metrekare kapalı
alanda tasarlanan dev akvaryum
kompleksinde, 5 milyon litre su
kapasiteli Avrupa’nın en büyük
ikinci akvaryum tankının içinde, 131
metrelik uzunluğuyla Avrupa’nın en
uzun akvaryum tüneli yer alacak.
Köpek balıkları için özel
tasarlanmış akvaryum tankıyla
ziyaretçileri adeta su altında keşfe
çıkaracak Antalya Akvaryum ’da
dünya denizleri, Türkiye denizleri,
nehirler, göller, zehirli türler ve
denizanaları gibi 36 temada
akvaryumlar bulunacak.
69
genç-İMO ŞUBE HABERLERİ
BALIKESİR ŞUBE
8 M A R T 2012
8 M art E mekçi
K adınlar G ünü
İlk önce 8 Mart etkinliğini
yapmaktaki amaç hem genç-İMO
Balıkesir’in her sene yaptığı bir
etkinliğin son bulmaması hem de
genç-İMO Balıkesir’in seçimlerden
sonra oda siyasetine tam ters
bir noktadan siyaset yapmasına
karşı çıkış olmasıydı. Bu etkinliği
planlarken İMO Balıkesir şubenin izin
vermeyeceği konusunda bir öngörü
oluşmuştu. Bu konuda Makine
Öğrenci komisyonuyla yapmanın,
hem zaman kazanmak bakımından
yararı olacağını hem de izin
konusunda İMO Balıkesir şubeden
daha sorunsuz izin alabileceğimiz
seklindeydi.
8 Mart için iki etkinlik
planlanmıştı birincisi “8 Mart
Emekçi Kadınlar Günü Yürüyüşü”
ikincisi ise Makine Öğrenci
Komisyonuyla beraber yapılacak
olan “8 Mart Emekçi Kadınlar Günü
Konferansı”ydı. Etkinlikler için ön
çalışmalar tamamlandı ve duyurulara
başlandığında Oda Başkanımız
Hikmet Cesur tarafından ilk önce
“fakülte temsilcisi istemiyorsa olmaz”
gibi bir ifadeyle daha sonra da
etkinliğin çok geç haber verildiği
gerekçesiyle etkinliklerimiz iptal
edilmişti (daha sonradan yapılacak
olan Zekai Celep konferansı 2 gün
öncesinden haber verilmesine
rağmen iptal edilmeyecekti).
Etkinliklerin iptalini duyurmak için
gencimobalıkesir.com’dan program
yoğunluğu nedeni gibi trajikomik
bir açıklamayla iptali duyurulmuştu.
Daha sonrasında etkinlikleri oda
iptal etmişti ancak biz iptal etmeme
konusunda arkadaşlarımızla anlaştık
ve odanın sadece mali konuda
yapacağı desteği kendi cebimizden
vererek devam etme kararı aldık.
70
Ancak genç-İMO ismini kullanmadık.
8 Mart yürüyüşünde arkadaşlarımızın
da katılımıyla oda sloganları olan
dövizlerle katılım gösterdik.
8 Mart için 10 Mart’ta yapılacak
olan konferansın mâli tarafını
Makine Mühendisleri Odası Balıkesir
Temsilciliği yüklenirken biz de
daha önce yaptığımız programa
uyarak bize verilen görevleri
yerine getirdik. Fotoğraf sergisiyle,
tiyatro gösterisiyle, müzik dinletisi
ve serbest kürsüsüyle verimli bir
konferans geçirdik.
Kısacası genç-İMO Balıkesir olarak
8 Mart’ta bir etkinlik yapmadık ancak
yapmadığımız bu iki etkinlik bize
daha sonrası için hem fikir verdi hem
de mücadele azmimizi pekiştirdi.
1 M AY I S 2 0 1 2
E M E K Ç İ B AY R A M I
1 Mayıs yürüyüşüne katılmaktaki
amaç 1 Mayıs 2012’nin barışın
özgürlüklerin egemen olduğu
bir Türkiye’nin başlangıcı olması
dileğiydi. Bu 1 Mayıs’ta gençİMO’nun sesinin halkın sesi
olmasıydı, tüm temel hak ver
özgürlük isteklerimizi tek bir ağızdan
haykırmaktı.
Balıkesir’deki arkadaşlarımızın
bu seneki 1 Mayısı televizyonda
izleyeceği bir toplumsal olay değil
de toplumun isteklerini haykıracağı
bir gün olmasını istememizdi.1 Mayıs
yürüyüşüne katılma isteğimizi 10
gün öncesinden dilekçeyle odaya
bildirdik. Dilekçeyle bildirmemize,
katılıp katılmayacağımız hakkında
bizi bilgilendirmemelerine rağmen
katılma kararını bir siyasi partinin
gençlik kollarından öğrendiğimiz
halde çalışmalara başladık. genç-İMO
inşaat mühendisliği öğrencilerine
hitap etmesine rağmen hem çalışma
aşamasında hem de kortejde birçok
bölümden arkadaşımız bizimleydi.
Bu da genç-İMO Balıkesir’in sadece
inşaat mühendisliğinde değil
de yerelde nasıl örgütlendiğinin
nasıl bir güç olduğunun en büyük
göstergesiydi. Çalışma sürecince
9 temsilcinin 7sinin hiçbir şekilde
olaya müdahil olmaması yürüyüşe
hiçbir neden göstermeksizin katılım
göstermemeleri bu 1 Mayıs’ın en
can sıkıcı noktası olmuştur. Ancak
genç-İMO Balıkesir hala 1 Mayıs
alanına girerken siyasi partilerin
ve STK’ların dönüp alkışladığı bir
örgütlülüktür. Bu inanmış kadronun
hiçbir baskı ve zorlamayla yolundan
dönmeyeceğine mücadeleden
vazgeçmeyeceğine olan inancımız
tam. Bu 1 Mayıs 2012’de bunun
somut bir örneğiydi. Bu 1 Mayıs’ta
daha öncekilere nazaran daha fazla
bir katılım gösteren Balıkesir şubede
1 Mayıs’tan sonra hâkim olan tek
düşünce meslek odasına sahip
çıkmak ve bizden önce buraya emek
veren arkadaşlarımızın emeklerini
boşa çıkartmamaktır. Selam olsun
nice coşkuyla inançla kutlanacak
olan 1 Mayıslara…
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
genç-İMO ŞUBE HABERLERİ
BURSA ŞUBE
T imsah A rena ’ ya
teknik gezi
İnşaat Mühendisleri Odası
Bursa Şubesi, Kütahya Dumlupınar
Üniversitesi İnşaat Mühendisliği
Bölümü öğrencileri ile birlikte Timsah
Arena’ya teknik gezi düzenledi.
Aynı zamanda genç-İMO üyesi olan
mühendis adayları, inşaatı yerinde
inceleyerek çalışmalar hakkında bilgi
aldı.
Öğrencilerin sorularını yanıtlayan
Timsah Arena Şantiye Şefi ve İnşaat
Mühendisi Ali Başgül, özellikle
proje ve uygulama teknikleri
konusunda bilgilerini paylaştı. İş
güvenliği konusuna da değinen
Başgül, iş güvenliğinin her şeyden
önemli olduğuna dikkat çekerek
çalışanların hayati tehlikelerden
kaçınmaları adına, gerekli bütün
güvenlik önlemlerini almaya dikkat
ettiklerini vurguladı. Çalışmaları
inceleyen geleceğin mühendisleri ise
iş yaşamlarına katkı sağlayacak olan
bu tür teknik gezilerin son derece
önemli olduğuna işaret etti.
İMO Bursa Şubesi’ni de ziyaret
eden genç mühendis adayları, İMO
Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi
Basri Akyıldız’dan oda faaliyetleri
hakkında bilgi aldı.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
71
genç-İMO ŞUBE HABERLERİ
konuşulurken nasıl bilinçlenmeliyiz
üzerine tartışmalar yapıldı.
1 0 M AY I S 2 0 1 2
GELECEĞİMİZLE İLGİLİ
SEMİNER
DENİZLİ ŞUBE
31 M A R T 2012
DOĞA YÜRÜYÜŞÜ
31 Mart 2012 Cumartesi günü
doğa yürüyüşü gerçekleştirdik.
genç-İMO üyelerinin tanışması ve
mühendislerle birlikte; Doğa ile İç
İçe adıyla yürüdüğümüz etkinlikte
oldukça keyifli zaman geçirdik.
Arkadaşlarımızın minik konser
etkinliği ile birlikte yapılan kahvaltı
ardından etkinliğimiz sona erdi.
4 N İ S A N 2012
ÖĞRENCİ
SORUNLARIYLA İLGİLİ
ANKET
4 Nisan 2012 gününde okul
genelinde öğrenci sorunları
kapsamında 150 inşaat mühendisliği
öğrencisine anket yapıldı. Anketi
yaparken amaçladığımız şey; genel
72
ve öncelikli olan sorunları belirleyip
bu sorunlara dair okul yönetimini
bilgilendirmekti. Anketin sonuçları
sorunlara çözüm bulmak amacıyla;
bölüm başkanlarına ve rektör
yardımcısına iletildi.
27 N İ S A N 2 0 1 2
T Ü R K İ Y E ’ D E İ N Ş A AT
MÜHENDİSİ OLMAK
SEMİNERİ
27 Nisan 2012 gününde
Pamukkale Üniversitesi Mühendislik
Fakültesi konferans salonunda
Türkiye’de İnşaat Mühendisi Olmak
adlı seminer gerçekleştirdik.
50 genç-İMO üyesinin katıldığı
seminere konuşmacı olarak da
Yrd.Doç. Dr. Hayri Baytan Özmen
katıldı. Seminerde Türkiye’deki inşaat
mühendislerinin yaşadığı sorunlar
ile bu sorunlarla başa çıkma yolları
10 Mayıs 2012 İMO Denizli şubesi
ve Denizli genç-İMO olarak birlikte
“Belirsizlik Ortamında Geleceğimizi
Nasıl Şekillendiririz” isimli seminer
gerçekleştirdik.
Seminere konuşmacı olarak
Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler
Fakültesinde yarı zamanlı öğretim
görevlisi Behice Ertenu Saracer ile
Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler
Fakültesinde Pazarlama alanında
doktora çalışmalarına devam eden
Oğuzhan Aygören katıldı.
Seminerde, katılımcıların iş
ortamındaki zorluklarından hareket
edilerek sorunlara karşı daha yapıcı
bir yaklaşım sergileyebilmelerine
yardımcı olacak bazı kuramlar ve
güncel yaklaşımlar paylaşıldı.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
genç-İMO ŞUBE HABERLERİ
2 8 N isan 2 0 1 2
E ğitimde O rtak
Ç özüm D erneği
P rojesine K atılım
D İ YA R B A K I R Ş U B E
M ardin Ç imento
T eknik G ezisi
İkinci sınıfların Yapı Malzemesi
dersine dönük yapılan etkinliğe 70
öğrenci katıldı. Etkinlik ders hocamız
Yrd. Doç. İdris Bedirhanoğlu’nun
da katılımıyla verimli bir şekilde
gerçekleştirildi. Gün içerisinde
iki ayrı gruba ayrılarak sırasıyla
fabrika ve seminer salonunda çeşitli
çalışmalarla bilgi verildi. Bu süre
zarfında beton reçetesi hazırlanması,
beton tasarımının gerçekleştirilmesi
ve daha önce alınan numunelerinin
kırılması gibi konularda çeşitli
deneyleri gözlemlenmiştir.
T ünel K alıp G ezisi
Sun Rise isimli yapıdaki taşıyıcı
eleman imalatlarını görmek üzere
teknik geziye gittik.
Geziye Yrd. Doç. Dr Halim
Karaşin’le birlikte 30 öğrenci katıldı.
Yapının inşaatı sırasında tünel kalıp
sistem kullanılmaktaydı. Biz de
gezimiz sırasında tünel kalıp sistemle
ilgili imalat ve statik anlamda birçok
bilgiye ulaşma imkânı yakaladık.
28 Nisan tarihinde Eğitimde
Ortak Çözüm Derneğinin
organizesiyle Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi ve Heinrich Böll Stiftung
Derneği’nin destek verdiği “Yeni
Anayasada; Yerinden Yönetim,
Kadın, Gençlik-Üniversite, Kimlik,
Anadilde Eğitim ve Dünya Modelleri”
konulu panele katılım sağlandı.
Organizasyon Türkiye’nin 50 değişik
ilinden yaklaşık 40 ayrı üniversiteden
katılım sağlayan öğrencilerle
gerçekleştirildi.
I D E - C A T K ursu
Gerçekleştirdiğimiz kursumuza
24 öğrenci katıldı. Kursların
tamamı İMO Diyarbakır Şube
Seminer Salonunda gerçekleştirildi.
Kurs sonunda tüm katılımcılara
sertifikaları verildi.
1 4 M ayıs 2 0 1 2
T anışma P ikniği
14 Mayıs tarihine 1. sınıflara
dönük gerçekleştirilen tanışma
pikniğe yaklaşık 30 öğrenci katıldı.
Katılan öğrencilere genç-İMO ya
dair bir sunum yapıldı. Sunumun
ardından piknik oyunlarla son buldu.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
73
genç-İMO ŞUBE HABERLERİ
ESKİŞEHİR ŞUBE
T imsah A rena S tadı
TEKNİK GEZİ
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Üniversitesi, Bursa Timsah Arena
Stadı’na teknik gezi düzenledi,
şantiye çalışmaları yerinde
görüldü. Şantiye sahası içerisinde
yer alan prefabrik fabrikasında
projedeki yapı elemanları görüldü.
Sonrasında verilen Bursa kent içi
serbest zamanda kent içindeki
tarihi yapıların görülmesi sağlandı.
Ardından Mudanya ilçesinde akşam
yemeği eşliğinde verilen canlı müzik
ile eğlenildi ve bu şekilde gezi
sonlandırıldı.
ANADOLU
ÜNİVERSİTESİ
TA N I T I M TO P L A N T I S I
Anadolu genç-İMO olarak
ikinci dönem iki hafta hazırlık ve
mühendislik mimarlık kantinlerinde
stant açtık yeni üyelikleri aldık.
Stant kurulmadan alınan toplantı da
geleceğin mühendisleriyle mühendis
olma yolunda örgütlülüğün önemi,
genç-İMO’nun bu örgütlülüğe
katkıları tartışıldı. genç-İMO’nun bu
dönem yapacağı etkinlikler, teknik
geziler konuşuldu. Stant da yeni
alınan üyelerin birbiriyle tanışması
için yapılacak kahvaltının duyuruları
yapıldı. Kahvaltı 45 yeni üyenin
katılımıyla yapıldı.
1 M AY I S
1Mayıs’a hazır baskı pankart
yerine kendimizin oda da yaptığımız
pankart ile Anadolu ve ESOGÜ olarak
katılım sağlandı
74
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
genç-İMO ŞUBE HABERLERİ
İ S TA N B U L Ş U B E
24 M art 2012
TİMSAH ARENA
TEKNİK GEZİSİ
24 Mart 2012 günü YTÜ,
İTÜ, Boğaziçi Üniversitesi, Aydın
üniversitesi, Kültür Üniversitesi
ve İstanbul Üniversitesi’nden
öğrencilerin katılımıyla gerçekleşen
teknik gezide yapımı süren Bursa
Timsah Arena stadına teknik gezi
düzenlendi.Gezide stadın statik
projesi, yapım aşamaları, iş sağılığı
ve işçi güvenliği kapsamında sahada
yürütülen çalışmalar hakkında bilgi
alındı.
28 M art 2 0 1 2
YILDIZ KENTSEL
DÖNÜŞÜMÜ
TA R T I Ş I YO R PA N E L İ
28 Mart 2012 günü YTÜ gençİMO yürütücülüğünde Harita
Mühendisleri Odası, Mimarlar Odası,
Şehir-Bölge Plancıları Odası ve
diğer odaların öğrenci komisyonları
ile ortaklaşa gerçekleştirilen, Prof.
Dr. Betül ŞENGEZER, Prof. Dr. Erol
KÖKTÜRK, Yük. Müh. Mimar Mücella
Yapıcı ve Tozkoparan Mahallesi
Derneği Yöneticisi Ömer KİRİŞ’in
konuşmacı olarak katıldığı “Yıldız
Kentsel Dönüşümü Tartışıyor” paneli
YTÜ İnşaat Fakültesi Konferans
Salonunda gerçekleştirildi.
Öğrencilerin ve öğretim
görevlilerinden yoğun ilgi gören
panelde kentsel dönüşümünün
perde arkası ve nasıl yapılması
gerektiğine dair konular tartışıldı.
26 M art 2012
K nauf E ğitim
M erkezi - M antolama
E ğitimi
genç-İMO İstanbul Şube’nin
Knauf Eğitim Merkezinde
26.03.2012 tarihinde düzenlediği
“Isı Yalıtımı - Mantolama Eğitimi”
Okan Üniversitesi ve Yıldız
Teknik Üniversitesi’nin katılımıyla
gerçekleşmiştir.
Eğitim, bu alanda uzmanlaşmış
kişiler tarafından önce teorik daha
sonra da pratik olmak üzere iki
bölümden oluşmaktadır.
Katılımcıların beğenilerini
toplayan eğitim, gelecek haftalarda
da daha farklı alanlarda yapılacaktır.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
75
genç-İMO ŞUBE HABERLERİ
İZMİR ŞUBE
25 Ş ubat 2012
T ünel K alıp
Ş antiyesi
T eknik G ezisi
Çiğli Evka 2’de tünel kalıp
yöntemiyle yapılan konut inşaatı
şantiyesine yaklaşık 120 kişiyle
yapılan teknik gezimizde ilk olarak
örnek daire olarak hazırlanmış
satış ofisi gruplar halinde gezildi,
ardından mülk sahibi olan
inşaat mühendisi tarafından
bulunduğumuz şantiye ve inşaat
mühendisliği ile ilgili teknik ve
finansal konulardan bahsedildi.
76
Açıklamanın ardından şantiye sahası
3 grup olarak gezilmeye başlandı,
Şantiyedeki tünel kalıp uygulaması
tekniği ile ilgili detaylı bilgiler alındı.
Son olarak şantiye özelinde yapılan
ince işlerle ilgili bilgi alındı ve bitmiş
olan bloklarla bitmemiş olanlar
kıyaslandı.
17 M art 2 0 1 2
E vka 5
K öprülü K avşak
İ nşaatı
S asalı D oğal Y aşam
P arkı T eknik G ezisi
yapılan teknik gezimiz yaklaşık
100 öğrenci üyemizin katılımı ile
gerçekleşti.
İzmir Büyükşehir Belediyesi Fen
İşleri Daire Başkanlığı bünyesinde
şantiyesi devam eden “Evka-5
Köprülü Kavşak” şantiyesine yapılan
gezimizde ilk olarak uygulamanın
etapları hakkında bilgi sahibi
olundu, şantiye sahası tanıtıldı ve
gezildi. İstinat duvarları, zemin
iyileştirme yöntemleri ve karayolu
projelendirmesi ile ilgili detaylı
bilgilendirme yapıldı.
Teknik gezi boyunca bütün
bilgilendirme ve açıklamaları yapan
Büyükşehir Belediyesi Fen İşleri
Müdürlüğü Altyapı Şube Şefi İnş.
Yük. Müh. Murat VARLIORPAK’ın
da hem gezilen şantiye özelinde
hem de genel inşaat mühendisliği
ve öğrenciliği ile ilgili yaptığı
açıklamalarla oldukça detaylı,
bilgilendirici ve teknik boyutu
yüksek bir etkinlik oldu.
Teknik gezinin ardından Sasalı
Doğal Yaşam Parkı’na gidilerek
eğlenceli ve bol güneşli sosyal bir
gezi yapıldı.
17 Mart 2012 Cumartesi günü
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
genç-İMO ŞUBE HABERLERİ
12 M ayıs 2012
F olkart Y üksek
Y apı Ş antiyesi
T eknik G ezisi
İMO İzmir Şubesi tarafından
genç-İMO İzmir üyeleri için Folkart
yüksek yapı şantiyesine 12 Mayıs
2012 tarihinde bir teknik gezi
düzenlendi. Dokuz Eylül Üniversitesi,
Ege Üniversitesi, Celal Bayar
Üniversitesi ve İzmir İleri teknoloji
Enstitüsü’nden 120 genç-İMO
üyesinin katıldığı teknik gezide
üyemiz Proje Müdürü İnş. Müh.
Ayetullah Mutlu tarafından projenin
geneli ve şantiyede yapılmakta olan
işler hakkında bilgi verildi.
18 - 19 M ayıs 2012
K ısır - M ısır Ş enliği
İMO İzmir Şubesi’nin genç-İMO
üyelerine yönelik olarak geleneksel
olarak her yıl düzenlenen Kısır-Mısır
Şenlikleri’nin dokuzuncusu 18-19
Mayıs 2012 tarihlerinde yapıldı.
Şenlikler kapsamında “Spagettiden
Köprü Yarışması” ile birlikte çeşitli
oyun ve yarışmalar yapıldı. Şenlik
Ege Üniversitesi Konservatuvarı
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
öğrencilerinden oluşan müzik
topluluğunun konseri ile sona erdi.
26 M ayıs 2 0 1 2
B illur T uz ve
S avranoğlu
İ şçilerine D estek
Sendikal örgütlenme nedeniyle
işlerinden uzaklaştırıldıkları için
aylardır işe dönme mücadelesi
veren Billur Tuz ve Savranoğlu Tekstil
fabrikası işçilerine destek vermek
amacıyla TMMOB’ye bağlı odaların
İzmir Şubelerinin öğrenci üyeleriyle
genç-İMO İzmir olarak 26 Mayıs
2012 tarihinde destek ziyaretinde
bulunduk. Direnişle ilgili son
durumun değerlendirildiği ziyarette
TMMOB İzmir İKK adına konuşan
İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şube
Başkanı Ayhan Emekli TMMOB`nin
geleneklerinde dayanışma olduğunu
ve bu nedenle direnen işçilerin
yanında olduklarını söyledi. İşçiler
ile sohbet eden öğrenci üyeler ise,
‘Kurtuluş yok, tek başına, ya hep
beraber ya hiçbirimiz”, “Billur Tuz
tüketme, tükettirme”, “Birleşen işçiler
asla yenilmez” sloganları atarak
işçilere destek verdi.
77
genç-İMO ŞUBE HABERLERİ
K O N YA Ş U B E
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
MEZUNİYET TÖRENİ
Selçuk Üniversitesi İnşaat
Mühendisliği Bölümü son sınıf
öğrencileri, mesleğe adım atmak
üzere mezuniyet töreni düzenledi.
Selçuk Üniversitesi Süleyman
Demirel Kültür Merkezinde
gerçekleştirilen mezuniyet törenine,
İnşaat Mühendisleri Odası(İMO)
Konya Şube Başkanı Ali Çınar İMO
Konya Şubesi Yöneticileri, İnşaat
Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof.
Dr. M. Yaşar Kaltakcı, SÜ Genel
Sekreter Yardımcısı Yrd. Doç. Dr.
Mehmet Kamanlı ve çok sayıda
öğretim üyesinin yanı sıra İnşaat
Mühendisliği son sınıf öğrencileri
aileleri ile birlikte katıldı.
2 – 6 M ayıs 2 0 1 2
T Ü YA P
U luslararası
İ stanbul
Y apı F uarı
Türk yapı sektörünün en
büyük fuarı niteliğinde olan 2012
Uluslararası İstanbul Yapı Fuarı, 2 –
6 Mayıs tarihleri arasında İstanbul
TÜYAP’ da gerçekleştirildi. Yerli
ve yabancı çok sayıda firmanın
ve ziyaretçinin katıldığı 2012
Uluslararası İstanbul Yapı Fuarı’na
İnşaat Mühendisleri Odası Konya
Şubesi de yaklaşık 100 üyesiyle
katıldı.
Fuarın ardından Selçuk
Üniversitesi Mimarlık Mühendislik
Fakültesi İnşaat Mühendisliği
öğrencilerinden oluşan genç-İMO
üyeleri İstanbul’da bir gün daha gezi
ve incelemelerde bulundular.
SAMSUN ŞUBE
8 H A Z İ R A N 2012
OMÜ
MEZUNİYET TÖRENİ
İnşaat Mühendisleri Odası
Samsun Şubesi, OMÜ Mühendislik
Fakültesinin 08 Haziran 2012
tarihinde düzenlediği Mezuniyet
Törenine katıldı.
Bir çoğu genç-İMO üyesi olan 110
genç “Mühendislik” ünvanı alarak
aramıza katıldılar. İMO Samsun Şube
olarak yeni meslektaşlarımızın mutlu
günlerinde yanlarında oldular.
Şube Sekreteri, Tahsin Asan’ın
katıldığı törende, dereceye giren
ilk üç meslektaşımıza sembolik
hediyeler verildi.
78
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
genç-İMO ŞUBE HABERLERİ
TRABZON ŞUBE
2 M art 2012
K aradeniz S ahil
Y olu ve Ü lkemizin
U laşım P olitikaları
PA N E L İ
KTÜ İnşaat Mühendisliği
Bölümü’nde yaptımız etkinliğimizde
“Karadeniz Sahil Yolu ve Ülkemizin
Ulaşım Politikaları” üzerine bir panel
düzenledik. Panele konuşmacı olarak
Ulaştırma Anabilim dalı Başkanı Prof.
Dr. Fazıl Çelik hocamızın katıldığı
etkinlikte her yönüyle karadeniz sahil
yolu ve ulaşım politikları konuşuldu.
Panelin sonunda “Son Kumsal”
belgesel filmi gösterildi.
16 M art 2012
AKUT SEMİNERİ
16 Mart Cuma saat 13.00
İnşaat Mühendisliği Bölümü
büyük anfide AKUT tarafından bir
seminer düzenlendi. Seminerin
ilk kısmında AKUT her yönüyle
tanıtıldı. İkinci bölümünde ise Van’da
arama kurtarma çalışmalarında
bulunan ekipler orada yaşadıklarını
fotoğraflarla anlattılar. Son Bölümde
ise neden inşaat mühendislerinin
de AKUT’ta bulunmaları gerektiği
anlatıldı. Neredeyse bütün
katılımcıların AKUT’a gönüllü olarak
başvurması ile seminer sona erdi.
20 M art 2 0 1 2
M E G A YA P I L A R
BELGESEL FİLM
GÖSTERİMİ
20 Mart 2012 tarihinde KTÜ
İnşaat Mühendisliği Bölümü Büyük
Anfide National Geographic Mega
Yapılar Belgesel Film serisinden
Millau Bridge Belgesel Film gösterimi
yapılmıştır. 80 kişilik katılımla
gerçekleşen gösterim her hafta
seride var olan mega yapılarla
devam edecektir.
23 M art 2 0 1 2
TÜRKİYE’NİN
DEMİRYOLU
POLİTİKASI VE
TRABZON-ERZİNCAN
YÜKSEK HIZLI
TREN GÜZERGAH
A LT E R N AT İ F L E R İ
SEMİNERİ
Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof.
Dr. Basri ERTAŞ olmak üzere birçok
öğretim görevlisi ve 110 inşaat
mühendisliği bölümü öğrencisi
katılmıştır.
23 Mart 2012 tarihinde K.T.Ü
İnşaat Mühendisliği Bölümü Büyük
Anfide K.T.Ü İnşaat Mühendisliği
Bölümü Ulaştırma Anabilim
Dalı Başkanı Prof. Dr. Fazıl ÇELİK
‘in konuşmacı olarak katıldığı
“Türkiye’nin Ulaştırma Politikaları’’
başlığı altında 2.si düzenlenen
“Türkiye’nin Demiryolu Politikası
ve Trabzon-Erzincan Yüksek Hızlı
Tren Güzergah Alternatifleri’’
konulu seminere başta K.T.Ü İnşaat
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6
79
24 M art 2012
KİSKA
P R E FA B R İ K FA B R İ K A S I
TEKNİK GEZİSİ
24 Mart 2012 tarihinde
KİSKA Prefabrik Teknik Gezisi
gerçekleştirilmiş olup, K.T.Ü İnşaat
Mühendisliği Bölümü Yapı Anabilim
Dalı Araş. Gör. Mehmet Emin
Arslan eşliğinde genç imo üyesi 75
öğrenciye prefabrik betonarme
yapılar hakkında bilgi aktarılmıştır.
19 – 21 N isan 2012
K T Ü İ N Ş A AT
MÜHENDİSLİĞİ
BÖLÜMÜ
ÖĞRENCİLERİ, ÇELİK
K Ö P R Ü YA R I Ş M A S I N D A
T Ü R K İ Y E 9 .’ S U O L D U
Boğaziçi Üniversitesi Yapı Kulübü
(BÜYAP) tarafından bu yıl altıncısı
gerçekleştirilen Design&Construct
– Öğrenci Çelik Köprü Yarışması’na,
İMO Trabzon Şubemizin de desteği
ile KTÜ İnşaat Mühendisliği
Bölümden Steel Army ekibi
katılmıştır. 19 – 20 – 21 Nisan 2012
tarihlerinde yedisi yurtdışı takımı
olmak üzere toplam onyedi takımın
katıldığı yarışmada 1. Hırvatistan,
2. İran ve 3. Sırbistan takımları
olmuştur.
1 6 N isan - 9 M ayıs 2012
F U T B O L T U R N U VA S I
16 Nisan’da başlayıp 9
Mayıs’ta son bulan 1. genç-İMO
80
Futbol Turnuvası İMO Trabzon
Şube yöneticileri ve K.T.Ü İnşaat
Mühendisliği Bölümü Öğretim
Görevlilerinin de katılımıyla
gerçekleşmiştir. Toplam 16 takımın
yarıştığı turnuvada Playboys Takımı
1. olmuştur. Yoğun ilgi gösterilen
final maçına izleyici olarak yaklaşık
150 öğrenci katılmıştır.
7 M AY I S 2 0 1 2
T U Ğ L A FA B R İ K A S I
GEZİSİ
7 Mayıs’ta BAYKES tuğla
fabrikasına düzenlenen gezinin
amacı arkadaşlarımızın en çok
kullanılan yapı malzemelerinden
biri olan tuğlanın üretim aşamalarını
hammaddeden son ürüne kadarki
tüm evrelerini pratikte görmelerini
sağlamaktı. Fabrika Bayburt merkeze
bağlı Erzurum Trabzon karayolunda
2.km de yer almaktadır…
1 9 M AY I S 2 0 1 2
YA P I F U A R I
19 Mayıs’ta Trabzon yapı fuarına
katılım gerçekleştirdik. Burada
sektördeki yapı malzemelerini
ve yardımcı alet ve ekipmanları
görebilme fırsatını elde ettik.
Gezinin devamında da Trabzon
forum AVM de arkadaşlarımız sosyal
aktivitelerde bulundular.
g e n ç - İ M O B Ü LT E N 2 0 1 2 / S A Y I : 6

Benzer belgeler