Rumeli - from Koşukavak Turizm

Transkript

Rumeli - from Koşukavak Turizm
Başkandan
Haber, Yorum, Araştırma,
Kültür ve Turizm Dergisi
Sayı: 33 - MAYIS 2014
Gebze-Darıca Balkan Türkleri
Yardımlaşma ve Kültür Derneği’nin
Yayın Organıdır
HOŞGÖRÜ
Dernek Adına Sahibi:
Rıfat YAKUPOĞLU
Genel Yayın Yönetmeni:
Süleyman ADALI
Genel Yayın Koordinatörü:
Mehmet TÜRKER
Edebiyat Sorumlusu:
İsa CEBECİ
Haber Müdürü:
Mehmet MUTLU
Halkla İlişkiler Sorumlusu:
İsmail ÇAVUŞOĞLU
Abone, Dağıtım ve
Reklam Sorumlusu:
Sevginar DOĞAN
Grafik-Tasarım:
Ilgaz BABACAN
Temsilcilerimiz:
Halil TÜRKER - İzmir
Av. Mustafa BAYRAMALİ - Kırcaeli
Ali GÜLER - Bursa
Ramiz Serbest - İstanbul
Nurten REMZİ - Şumnu
İdris HOCAOĞLU - İnegöl
Kamber Kamber - Mestanlı
Yazılardaki görüş ve düşüncelere ilişkin sorumluluk yazı sahiplerine aittir.
Gönderilen yazılara herhangi bir
ücret ödenmez.
Gönderilen yazılar, yayınlansın veya
yayınlanmasın iade edilmez.
Bu yayın organı Basın ahlak
yasasına uymaya söz verir.
Basım Yeri:
Akademi Basın Yayın Organizasyon
Matbaacılık Turizm ve Sanayi
Ticaret Ltd. Şti.
Adres: Davutpaşa Cad. Güven
Sanayi Sitesi C Blok No: 230
Topkapı/İSTANBUL
Yazışma Adresi:
Arapçeşme Mah. Namık Kemal
Cad.
No:2 Daire 8 Gebze/ KOCAELİ
Tel. 0.262.646 56 00
O
kuyucularımızdan çok değerli mektuplar alıyoruz. Çoğu dergiyi ve
içeriğini çok beğendiklerini paylaşıyorlar. Ancak sitem edenler de
yok değil. Örneğin, “ İnsanlarımıza yapılanları unuttunuz galiba. Son
zamanlarda dergi sayfalarında eleştiri yazıları göremiyoruz. Oysa “ soya
dönüş” denen o politikalardan çektiklerimiz yenilir yutulur gibi değildi…”
Yazarlarımıza bu gibi ifadeler yöneltiliyor. Değerli okuyucularımız, onların
hiç birini unutmuş değiliz. Fakat, geçmişe takılıp kalmak ve eski yaraları
kaşımanın da kimseye bir yararı olacağını sanmıyoruz. O olaylar geçeli
neredeyse otuz yıl oluyor. 1985 yılında dünyaya gelenler bugün otuz yaşlarında. Sonra, biz, Bulgaristan Türklerine uygulanan o hukuk dışı eylemlerin failleri, oradaki totaliter rejim ve o rejimin yöneticileriydi. O rejim ve
yönetmenleri artık tarihin çöplüğünde yerini almış bulunuyor. Yeni gelen
demokrasiyle, tüm Bulgar halkı gibi Bulgaristan’da yaşayan diğer azınlıklar
da rahat bir nefes aldı. O yıllarda bizlere uygulanan politikalarla Bulgar
halkını suçlayamayız.
Şunu da belirtmeliyiz ki, Belene kampı Türkler için hazırlanmış bir yer
değildir. Farklı dönemlerde o kampta Bulgar halkının nice namuslu ve
kahraman evlatları ömür yıpratmıştır. Sonra, bundan 10-15 yıl önce Bulgaristan cumhuriyetinin cumhurbaşkanı (Prezidenti) Bursa’da, Bulgaristan
halkı adına tüm göçmen camiasından özür diledi. Bulgaristan Parlamentosunda “soya dönüş” politikasının yanlış olduğu kabul edildi. Dahası var,
Bulgaristan hükümeti, o yıllarda hapis yatan ve Belene kampına sürülen
Türklere tazminat ödedi. Ve o ülkede emekli olma hakkını kazanmış soydaşlarımıza Bulgaristan’da ve Türkiye’de, hatta nerde bulunurlarsa bulunsunlar, emekli maaşlarını ödemekte ya da diğer ülkelere transfer etmektedir.
Dergimiz yayına başladığı günlerde amaçlarımızı ve çizgimizi de belirtmiştik. Dergi Türkiye’de ve Balkan ülkelerinde okunacağına göre, yayınlayacağımız yazılar ayrıştırmacı değil birleştirici olacaktır. Bu ilkemiz
doğrultusunda çalışmalarımıza devam ediyoruz. Hepimiz çok iyi biliyoruz
ki, Bulgaristan’da iken, okulda, fabrikada, kooperatifte, iş yerlerinde Bulgar
arkadaşlarla iç içeydik, birlikte çalışıyorduk. Aynı apartmanlarda birlikte
oturup komşuluk yapıyorduk. Her yerde iyi komşuluk ve dostluk hüküm
sürüyordu. Tatillerde ve muhabbet sofralarında da hep birlikteydik. Hem
şunu da belirtelim, demokrasi geldikten sonra, geçmişte olduğu gibi bugün de Türklerin yoğun olarak desteklediği parti hükümet ortağıdır. Bulgaristan’daki soydaşlarımız, yaşamlarını orada sürdüreceklerdir. İyi komşuluk, dostluk ve kardeşlikten daha değerli ne olabilir? Bu yüzden bizler ve
dergimiz, Balkan halkları arasındaki dostluğun, kardeşliğin ve hoşgörünün gelişmesinde payımıza düşen emeği vermek niyetindeyiz.
e-mail:
[email protected]
Rıfat YAKUPOĞLU
Rumeli Balkan Federasyonu
Genel Başkan Vekili
2
Rumeli
TRT Avaz “Değişim” ekibiyle;
Adım adım
Güney Bulgaristan
Rumeli
Kırk beş yıllık totaliter
rejimin çöküşünden
sonra demokrasi sistemi
tercih eden Bulgaristan
2004 yılında NATO’ya,
2007 yılında da Avrupa
Birliği üyesi ülkeleri
topluluğunda yerini aldı.
3
Son yıllarda Türkiye ve Bulgaristan
arasında siyasi, ekonomik,
turizm ve kültürel ikili ilişkilerde
bahar dönemi yaşanırken,
ülkede yaşayan Türk azınlığın
başta işsizlik olmak üzere,
eğitim ve vakıf mallarının iadesi
gibi bazı konularda sorunların
halen çözüme kavuşmadığı
görülüyor.
Hazırlayan:
Mehmet TÜRKER
Rumeli
4
T.C. Filibe
Başkonsolosu
Şener Cebesi
B
Doğu Bloku'nun çözülmesiyle
1990 yılında sosyalist rejimin
yıkıldığı Bulgaristan, komşusu
Türkiye ile olan ilişkilerini oldukça
olumlu bir temele oturttu. Ülke
1 Ocak 2007 yılında Avrupa
Birliği'ne katıldı.
ugünkü nüfusumuzun üçte birini
Balkanlı kökenlilerin teşkil etmesinden dolayı Bulgaristan yıllardır Türkiye’de en sık gündeme gelen komşu
ülkelerden biri. Merkezi Gebze’de
bulunan “Koşukavak Turizm” Şirketler
Grubu Başkanı Rıfat Yakupoğlu’nun
rehberliğinde Türkiye’nin doğu sınırı
Kapıkule’den komşu Bulgaristan’a
ayak bastık. İlk durağımız Mustafapaş
(Svilengrad) kasabasındaki “Moustafapaşa Köprüsü”. Kameraman Mehmet
Turan tripotu kuruyor, güzel sunucu
Ceyda da mikrofona sarılarak ilk
anonsu çekiyor. Sonra sözü rehber
Yakupoğlu alıyor ve başlıyor bilgilendirmeye:
Bulgaristan’ın dünü
“Bulgaristan'ın ilk sakinleri Hint-Avrupa kökenli bir kavim olan Traklardır.
Milatla birlikte ülke önce Roma İmparatorluğu, sonraysa Bizans İmparatorluğu egemenliğine girer. Bizans İmpa-
B
ratorluğu yıkılıncaya değin Bizans ile
savaşıp hâkimiyet alanlarını genişleten
Bulgarlar, 1018-1186 yılları arasında
yeniden Bizans İmparatorluğu'nun
egemenliğine girdi. 14. yüzyılda Türklerin Rumeli'ye çıkmasından sonra
bağımsızlıklarını yitirerek Osmanlı
Devleti'nin egemenliğine girdiler.
Osmanlı Devleti'nin gerilemeye
başlaması ve Çarlık Rusya'nın da desteğiyle, Balkanların tümünde olduğu
gibi Bulgaristan'da da ulusal kurtuluş
hareketi alevlenmiş, 93 Harbi'nden
yenilgiyle çıkan Osmanlı Devleti, Bulgaristan'ı 1878 yılında içişlerinde bağımsız prenslik olarak, 1908 senesinde
ise tam bağımsız çarlık olarak tanıdı.
I. Dünya Savaşı'nda Osmanlılarla
aynı cephede savaşa katılan Bulgaristan, II. Dünya Savaşı'na da Almanya
saflarında katılarak her iki savaştan da
yenilgiyle çıktı.
II. Dünya Savaşı'nın ardından Balkanlar'da ilerleyen Sovyet ordusunun
Rumeli
5
Gayrimüslim halkın sosyal ve eğitim ihtiyaçlarına oldukça önem gösteren Osmanlı yönetimi
dönemin ibadethane ve dini yapılarının yanında, mektep adı verilen okullar inşa ettirdi. 19.
asırda Rumeli Beylerbeyi tarafından yaptırılan Sarı Mektep üzerindeki sarı boyadan dolayı Sarı
Okul adıyla anılıyor. Günümüzde konservatuar olarak kullanılan Sarı Mektep, müzik, dans ve
resim derslerinin yapıldığı bir sanat okulu.
Filibe’de Osmanlı dönemi
eserlerinden Çifte Hamam
T.C. Sofya
Büyükelçisi
Süleyman
Gökçe
da yardımıyla Georgi Dimitrov önderliğinde sosyalist rejime geçen ülke, soğuk savaş yıllarında Varşova Paktı'nın
üyesi olarak kaldı.
Doğu Bloku'nun çözülmesiyle
1990 yılında sosyalist rejimin yıkıldığı
Bulgaristan, komşusu Türkiye ile olan
ilişkilerini oldukça olumlu bir temele
oturttu. Ülke 1 Ocak 2007 yılında Avrupa Birliği'ne katıldı.
Çöken eski sistemin yerine, yeni
sistemin yerleşmesinin sancılarını yaşayan Bulgaristan, Polonya ve Rusya
gibi şok ekonomik paketler uygulamadı. Daha muhafazakâr bir ekonomik
reform paketleri uyguladı.
2004 itibari ile NATO üyesi olan
Bulgaristan 1 Ocak 2007'de AB'nin tam
üyesi oldu” diye bir solukta ömrünün
30 yılını geçirdiği memleketi ile ilgili
genel bilgiyi özetleyerek aktarıyor.
Bulgaristan Türkleri
“Değişim” programının formatı her
yönüyle Türkiye’de ve dış Türklerdir.
Onlara Yakupoğlu tarafından konu ile
ilgili şu bilgiler aktarılıyor:
“Bulgaristan'da, yakın zamana değin Türkiye ve Bulgaristan arasındaki
ilişkileri Bulgar devletinin inkar ve zorla asimilasyon politikaları dolayısıyla
geren, çok sayıda Türk asıllı Bulgaristan vatandaşı yaşıyor. Bulgaristan'daki
Türk azınlığın kökleri Anadolu'ya
dayanır. Rumeli'nin 14. y.y.'da Osmanlılarca ele geçirilmesiyle Osmanlılar,
Anadolu'daki diğer beyliklerin ve yarı
göçebe aşiretlerin gücünün kırılması
amacıyla, çok sayıda Türkü bilinçli
olarak Balkanlara yerleştirmiştir. Tarih
boyunca yaşanan çeşitli savaş ve çatışmalar dolayısıyla Bulgaristan'dan
Türkiye'ye dört büyük göç dalgası
yönelmiştir:
Bunlardan ilki Osmanlıların 93
Harbinde Ruslar karşısında bozguna
uğramasının ardından yaşanan 1878
göçüdür.
İkinci göç dalgası Balkan Harbinde
yenilgiye uğrayan Osmanlı Devletinin
Rumeli'ndeki tüm topraklarını Trakya
dışında terk etmek durumunda kalması sonucu 1912 yılında gerçekleşmiştir.
Üçüncü büyük göç 2. Dünya Savaşı
sonrası sosyalist rejime geçen Bulgaristan'ın tarım arazilerini devletleştirmesi ve Türkiye'nin Kore Savaşı'na
katılması sebebiyle Moskova'dan
Bulgar devletine yöneltilen, Türkiye'ye
misilleme amaçlı Türk göçünün teşvik
edilmesi talebi sonucu 1950-1951
yılları arasında yaşanan göçtür.
Dördüncü ve en son göç dalgası
1989 senesinde Bulgar devletinin
asimilasyon politikalarına tepki olarak
gerçekleşmiştir.
Yaşanan tüm bu göçlere karşın
Bulgaristan'da kesin sayısı tam olarak
bilinmese de halen bir milyona yakın
Türk kökenlinin yaşadığı tahmin edilmektedir”.
Rumeli
6
Türk-Bulgar ilişkileri
Filibe (Plovdiv)’e doğru yola çıkıyoruz.
Akşam karanlığı basmak üzere Yukarı
Trakya Ovası’nda ilerliyoruz. Otomobilde program yapımcıları daha fazla bilgi
istiyorlar. Onlara Türkiye’nin NATO, Bulgaristan’ın ise Varşova Paktı’nda bulunduğu
yıllarda ikili ilişkiler zaman zaman gerilime yol açtığını, bugün her iki ülkenin
NATO’da bulunması ve Bulgaristan’ın
demokrasi rejimle yönetilmesi sonucu
her iki ülke arasında siyasi, ekonomik,
kültürel ve turistik alanlarda fevkalade
gelişmeler görüldüğünü açıklıyoruz. Ertesi gün bu konularda en yetkili ağızdan
bilgi alma fırsatımız da oluyor. Türkiye’nin
Sofya Büyükelçisi Süleyman Gökçe Bulgaristan’ın Türkiye’nin komşuları arasında
en önemli ülkeler arasında yer aldığını,
Bulgaristan Türkiye için sadece bir komşu
değil uzun bir ortak tarihi paylaştığımız
bir ülke olduğuna dikkat çekerek şöyle
konuştu:
“Bulgaristan NATO’da müttefikimiz.
Özellikle 1990’lı yılların başından bu
yana yükselen bir grafik izliyor. Bu açıdan
Bulgaristan Türkiye’nin Avrupa’ya açılan
kapısı niteliğinde. Türkiye’de Bulgaristan
için Asya’ya açılan kapı niteliğinde. 10
yıl içinde Türkiye Bulgaristan arasındaki
ticaret 12 kat artış gösterdi. Ticaret hacmimiz yıllık 5 milyar dolar civarında. Bu
tabii yetersiz, bunun 10 milyar dolara
çıkarabiliriz diye düşünüyoruz. Türkiye’nin dışarıdaki yatırımlarının 31 milyar
dolara çıktığını düşünürsek bu rakamlar
çok yüksek sayılmaz. Bulgaristan’da
mevcut Türk yatırımları var ve bunların
sayılarını arttırmaya gayret gösteriyoruz.
1990’lı yıllarda ve 2000’li yılların başlarında Türk müteşebbisleri buraya geldiler.
Kazandıkları alt yapı ihaleleri oldu. Bunlar arasında mesela Sofya metrosunun
ikinci bölümünden bahsedebiliriz. Şimdi
üçüncü kısmı geliyor ve yine Türk yatırımcılarının ilgisi var. Bunların dışında
diğer birçok projede Türk yatırımcılar
oldukça önemli roller üstlendiler. Bu ilgi
bizi memnun ediyor tabi ki. Krizleri takip
eden süreçte Bulgaristan da olumsuz
etkilendi tabi ki, fakat bunu bu şekilde
yatırımlarla daha da hızlı atlatacak ve
daha da hızla büyüyecektir. Türkiye ile
Bulgaristan arasında burada yaşayan
vatandaşlarımızın bir köprü rolü oynadığını biliyoruz. Geçtiğimiz yıl Bulgaristan
vatandaşların Bulgaristan dışında en çok
ziyaret ettikleri ülke Türkiye. Rakam da 1
buçuk milyon civarında. Benzer şekilde
Türk vatandaşlarının da Türkiye dışında
en çok seyahat ettikleri ülke Bulgaristan oldu. Rakam da 700 bin. 7 milyon
Türk vatandaşının yüzde 10’una karşılık
geliyor bu. Bunlar halkların birbirini tanımaları açısından son derece önemli. Bu
rakamların bir bölümü çifte vatandaşlar.
Son yıllarda sadece Bulgaristan’da değil
fakat çok sayıda Bulgaristan’da olmak
üzere öğrenci eğitim meselesi ortaya
çıktı. Şu anda Bulgaristan’da 10 bine yakın Türk öğrencisi yüksek öğrenimlerine
devam ediyorlar”.
Türkler 3. kez hükümet ortağı
Osmanlı’nın Balkanlar’dan çekilmesinden sonra dayanılmaz baskılara
maruz kalan Bulgaristan Türkleri 1944’te
komünistlerin iktidara gelmesiyle bir
nebze hürriyetlerine kavuşmuş olsalar da
daha sonraki yıllarda devletin ‘tek devlet,
tek millet’ sloganı ile aldığı kararlarından
sonra asimilasyona tabi kalmışlardır.
Özellikle 1970’li yılların başında Türkçe
eğitimin, basının ve tiyatroların yasaklanmasıyla burada yaşamakta olan Türklerin
yine huzuru kaçmıştı. Baskılar özellikle
1984 yılı sonunda Türklerin isimlerinin
Bulgar ismiyle değiştirilmeye başlayın-
Rumeli
ca halk isyan etmiş ve ayaklanmıştı. Bu
ayaklanmalarda çok sayıda Türk şehit
düşmüş, yüzlercesi tutuklanıp ceza evlerine ve yargısız dünyaca ünlü Belene
Temerküz Kampı’na atılmışlardı. Türkler
tarafından o yıllardan kurulan gizli örgütler halkı isyana hazırlamış, 1989 yılı
Mayıs ayında Deliorman ve Dobruca’da
başkaldıran Türk halkının isyanı Kırcaali
bölgesine de sıçramıştı. Bu ayaklanmaların önünü almak için Bulgaristan hükümeti Türk milliyetçilerini sınır dışı etti,
isteyen vatandaşına da serbest seyahat
hakkı verdi, bunun sonucu 1989 yılın
Haziran ve Temmuz aylarında yaklaşık
350 bin Türk anavatanı bildiği Türkiye’ye
sığındı. Aynı yılın sonunda da totaliter
komünist rejimi çöktü. Temelleri 1985
yıllarında ulusal bir parti olarak atılan
Hak ve Özgürlük Hareketi, Türklerin çoğunluk olduğu ve bugün 240 sandalyeli
Bulgar Parlamentosu’nda ilk demokratik
seçimlerde 24 milletvekili ve geçen yıl
yapılan son seçimlerde milletvekili sayısı
36’ya yükselmiştir. 1990’dan buyana üç
defa hükümet ortağı olarak devletin
yönetiminde bulunduğunu ifade eden
HÖH Başkan Yardımcısı Ruşen Rıza yaptığı açıklamada şöyle konuştu:
“Partimiz 1984-1985 yıllarında Türklere karşı yapılan isim değiştirme kampanyası sonrasında gizli örgüt olarak kuruldu. Milli kurtuluş harekatı adı altında
kurulduk. O zaman liderlerimizin hepsi
hapse atıldı. 1989 yılında demokrasinin
gelişiyle 4 Ocak 1990 yılında partimiz
resmi olarak kuruldu. O zamandan bu
zamana kadar da Bulgaristan parlamentosundayız. 2001 yılında hükümet
ortağı olduk. O dönemde daha önce
hiç olmayan bir şeyi gerçekleştirdik ve 8
bin Türkü işe aldık. 2009 yılında farklı bir
iktidar geldi ve sonrasında da kriz başladı. Son seçimlerde de partimiz yine 36
milletvekiliyle yine hükümet ortağı oldu.
Yine Türk gençlerini işe almaya başladık.
Yatırım için bütçe ayırmaya da başladık.
Umarım Bulgaristan yeniden yükselişe
geçer. Bulgaristan Türkleri için yapılması
gereken daha çok şey var. Türkçe eğitim
konusunda çalışmalar yapılmalı. Türklerin burada polislik ve askerlik hakkının da
olması lazım. Maalesef Türk-Bulgar ayrımı
yapılıyor. Bu konuda da bir takım yapıcı
çalışmalarımız var ve devam da ediyoruz. Türkler genellikle kırsal kesimlerde
yaşıyor. Bu sebeple yatırım çok fazla
yapılmamış. Biz bu bölgelere yatırım
götüreceğiz.
7
Bugünkü yönetim olarak devletin
bütçeden kırsal kesimde yaşamakta olanlar için 500 milyon leva tahsis etmesini
sağlamamız büyük bir başarıdır. Hükümet ortağı olarak HÖH’nin idaresinde
bulunan belediyelerin birçok projesini
faaliyete geçirmesi de Türklerin yaşadığı bölgelerde istihdamı artırmaktadır.
Bunun bir örneği ise Haskovo Banyoları
Belediyesi’dir.”
Türkiyeli yatırımcılar Filibe’de
E
ski bir Osmanlı şehri olan Filibe’de yabancı işadamları ciddi yatırımlar yapıyor. Filibe’de 2000 yılında kurulan ve toplam 52 üyesinden 27’nini Türk asıllı
olduğu Türk-Bulgar İşadamları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, ATEK Grubu Genel
Müdürü Ertan Keser, burada Türk yatırımcıların önemli ağırlığı olduğunu ifade
ederek şöyle konuştu:
“Nüfusun yüzde 6.5’inin Türk olduğu ilde üç organize sanayi bölgesinde yaklaşık 5 bin sanayi tesisi faaliyet gösteriyor. Demokrasinin Bulgaristan’a geldiği ilk
yıllarda Türkiye’den gelen gayriciddi işadamlarının yerini daha sonraki yıllarda
gerçek kurumsal kimliğe sahip iş adamlarının aldığı yapılan yatırımlardan da
belli. Örneğin bugün Bulgaristan’da son 20 yılda yapılan
yatırımlar arasında 500 milyon
dolarlık yatırımla Yeni Cuma
(Tırgovişte)’da Şişe Cam, Filibe
(Plovdiv)’de Aktaş Holding ve
Kırcaali’de TEKLAS gibi dev Türk
firmalar bunun bir kanıtıdır.”
Keser, Bulgaristan’da yatırım
yapmanın bazı ülkelere kıyasla
daha avantajlı olduğuna dikkat
çekerek, özellikle işsizliğin çok
yüksek olduğu, bu bölgede işçi
bulmanın kolaylığını, limanlara
kara ve demiryolu ile ulaşımın
çok rahat olduğunu belirtiyor.
Bulgaristan’ın AB üyesi olması
ATEK Grubu
hasebiyle gümrük sorunları da
Genel
Müdürü
olmadığını ifaden Keser, “Bu
Ertan
Keser
ülkede vergi oranları yüzde
15’tir. Artı kırsal kesimde yatırım
yapanlar 5 yıl vergiden muaftır
ve AB’den yatırım teşvikleri de sağlanıyor” diyor.
Dernek faaliyetlerine de değinen Ertan Keser, “Derneğimizdeki üyeleri birbirleriyle kaynaştırmak amacıyla değişik kültür etkinlikleri düzenliyoruz. Geçtiğimiz
yaz burada semazenlerin katıldığı muhteşem bir etkinlik düzenledik ve ziyaretçiler salona sığmadılar. Ayrıca değişik müzik dallarında konserler de düzenleniyor”
diye açıklamalarda bulundu.
ATEK Grubu’nun
Filibe’deki yeni oteli
Rumeli
8
TURİZİMDE
HEDEF
BÜYÜK
B
ulgaristan’da turizmin gelişmesi için strateji geliştiren devlet 2012’deki yıllık toplam
6 milyon 500 bin turist sayısını 2030’da ikiye katlayıp 12 milyona çıkarmayı hedefliyor. Halen Bulgaristan’ı ziyaret eden turistlerin ortalama günlük harcamalarının 80 avro
olduğunu gösteren verilere bakılırsa, gelen yabancı turistler arasında ortalama günlük
137 avro harcamalarıyla en cömert Ruslar gösteriliyor. Bulgaristan’ı oldukça ucuz bulan
Türkiyeli turistlerin ortalama konaklaması 9 gece olarak belirtilirken, Romenler 6 gece,
Yunanlılar 5gece kalarak ortalama harcamaları da en düşük ve kişi başı ortalama 53,
Bulgarların harcamaları ise 19-24 avro arasında değişiyor.
Bulgar Ekonomi Bakanlığı’nın dünya turizm teşkilatlarının tahminleri doğrultusunda yaptığı çalışmalar önümüzdeki yıllarda ülkenin turizm sektöründen gelirlerin
artırılması konusunda iyi bir potansiyel olduğu öngörülüyor. Yabancı ülkelerin Bulgaristan’ı düşük bütçeli (low cost) fakat muhteşem doğası, zengin tarihi, kültürü ve güzel
yemeklerinin yanı sıra, konaklama şartlarının da müsait olduğunu kabul ediyorlar.
Uluslararası uzmanların araştırmaları sonucu Bulgaristan’ın kayak merkezlerine
daha 65 teleferik inşa ederek kapasiteyi yıllık 1 milyon 200 bin kayakçıya çıkarılabileceği ifade ediliyor. Turizm sezonunu tüm yılın dört mevsimine de yaymayı planlanan
Bulgaristan’da istatistiklere göre sağlık turizmi sektörün içinde en düşük seviyelerde.
Muhteşem kaplıca sularını rantabıl kullanamayan Bulgaristan önümüzdeki yıllarda
sağlık turizmini geliştirip Avrupa’daki eklem hastalarını kendi ülkesine celp etmeyi
planlıyor. 2014 yılında ülkenin turizmi geliştirmek adına ayırdığı 26 milyon levanın
2030 yılında 59 milyona çıkarılması hedefleniyor.
Yıllara göre turizm sektörünün gelirlerinin dağılımı (Milyar lv):
2012...................................................................................... 10.586
2013...................................................................................... 10.787
2023...................................................................................... 13.075 (tahmini)
Kıyaslamalı tablo
Bulgaristan.......................................................................... Avusturya
Kayak turizm bölgeler.................................................... 36..............................................254
Lift sayısı.............................................................................. 110...........................................3028
Kayakçı sayısı..................................................................... 1 (milyon)..............................52 (milyon)
Nüfusu.................................................................................. 7 (milyon)..............................8 (milyon)
Dünya klasmanında........................................................ 36..............................................12
Yabancı kayakçıların oranı............................................ % 25.........................................% 66
Bulgaristan’ı ziyaret etmesi beklenen yabancı turist sayısı:
YIL.......................................................................................... TURİST SAYISI
2012...................................................................................... 6 540 839
2020...................................................................................... 9 900 000
2023...................................................................................... 12 000 000 (tahmini)
Haskovo Banyoları Belediyesi proje şampiyonu
S
on belediye seçimlerinde HÖH’den Haskovo Belediye Başkanı seçilen
Mümün Ali İskender, yönettiği belediyenin ülke genelinde en çok
projeyi faaliyete geçirdiklerini açıklarken, “Burası asırlardır bilinen önemli
kaplıcalar merkezidir. Demokrasi yılları döneminde sanatoryumların atıl
duruma geçmesiyle burada tedavi görenlerin sayısı azalmıştı. Şimdi Avrupa Birliği fonlarından yararlanarak belediye sınırları içinde bulunan köylerin iç ve atık su kanalizasyonlarının yenilenmesine ve yeniden inşasına hız
verdik. Cami ve kilise tamir ve inşası projeleri de onay aldı. Parklar için 1
milyon 200 bin leva ödenek sağlandı. Ayrıca kaplıca sularının bulunduğu
mıntıkalarda iki atraksiyon ve terarium merkezinin inşaatı başladı. Eğitim,
spor ve köyler arası yollarla birlikte bu yıl içinde belediyemiz toplam 25
milyon levalık projeyi gerçekleştirecektir. Bu da demokrasi yılları döneminde sağlanan en yüksek rakamdır”.
Rumeli
9
10 bin Türk öğrencinin bin 500’ü Filibe’de
Filibe’deki Türkiye konsolosluğu Balkanlar’daki en eski başkonsolosluktur. 1924
yılında faaliyete geçti. Görev bölgesinde Orta Bulgaristan’da yer alan 10 vilayet bulunuyor. Filibe Bulgaristan’ın kültür başkenti olarak da adlandırılır. Osmanlı tarihinden
çok derin izler taşıyan bir şehirdir. Filibe Başkonsolosu Şener Cebeci bu şehirden bahsederken, “Özellikle eski Filibe olarak adlandırılan bölge Türkiye’de de benzerlerini görebileceğiniz mimari özellikler taşıyor. Bu itibarla Filibe çok sayıda turist ağırlıyor. Filibe
merkezde de Osmanlı’dan kalmış bir takım tarihi değerler var. Muradiye Camii var mesela. İmaret Camii, eski hamam gibi tarihi eserler de yine Osmanlı’dan bugüne geldi. İş
adamlarımız çok çeşitli sektörlerde yatırım yapmaktadırlar. Ayrıca Filibe’de 1500 kayıtlı
Türk öğrencisi eğitim görmektedir. Buradaki üniversitelerin de yine Türkiye’deki birçok
üniversiteyle işbirliği protokolleri var. Akademik değişim programları var. Başkonsolosluğumuzun resmi görev bölgesinde resmi rakamlara göre 300 bin civarında soydaş
kitle yaşıyor. Soydaş derneklerimizle ve soydaşlarımızla çok yakın ilişkiler içerisindeyiz.”
TEKLAS ile Kırcaali’de son 45 yılda
gerçekleştirilen en büyük yatırıma imza atıldı
S
on 45 yılda Kırcaali iline yapılan en büyük yatırım TEKLAS’ın temeli 2006
yılında atıldı. Bu tesisin maliyeti 40 milyon Dolardır ve Güney Bulgaristan’daki en büyük yatırımlardan biri. Şu anda 3. bölümünün inşasına
devam edildiğine dikkat çeken Teklas Genel Müdürü Metin Deniz, fabrika
hakkında bilgi verirken şunları söyledi:
Fabrikamızın merkezi Gebze’de bulunuyor ve dünya otomobil devlerine soğutma-ısıtma hortumları üretiyor. Mayıs ayında üçüncü kısım da
devreye girdiğinde toplam 30 bin metrekare alanda üretim yapılması bekleniyor. Şu anda burada istihdam edilen 690 çalışan sayısı o zaman bin 500
kişiyi bulacak.”
“
Filibe Gıda Teknolojileri Üniversitesi
hocalarından Prof. Dr. Yordanka
Aleksieva, Türk öğrencilerden Hafize Fidan
ve Aykut Gümüşel ile birlikte.
TEPELER ŞEHRİ FİLİBE
10
Rumeli
B
ulgaristan'ın zengin tarihinin önemli bir tanığı olan Filibe, ülkenin kültür başkenti, Osmanlı döneminde Doğu Rumeli'nin
merkeziydi.
Bugün 700 bine yakın nüfusuyla Bulgaristan'ın 2. büyük şehri
olan Filibe, Roma, Bizans ve Osmanlı kültürünün bir arada görülebildiği, modern yapılarla tarihî dokuyu iç içe muhafaza eden bir
şehir. Bugün hâlâ şehirdeki Türkler için ismi Filibe olan şehrin resmî
adı ise Plovdiv olarak geçiyor.
Bu tarihi şehri yine rehber Rıfat Yakupoğlu’ndan dinliyoruz:
“Edirne’nin fethinden sonra Osmanlı topraklarına katılan ve bu
dönemde tam bir Türk şehri karakterine bürünen Filibe'de sayısız
Osmanlı eseri bulunuyor. 15. yüzyılın ilk yarısında, Anadolu'dan
getirilen Türk ailelerin kente yerleşmesi ile Filibe, Rumeli Beylerbeyi'nin merkezi olmuştu.
Bugün şehrin ana meydanını süsleyen ve ayakta kalan önemli
mimari eserlerin başında gelen Cuma Camii 500 yıldır Müslümanlara
secde mahalli olmaya devam ediyor. Şehir merkezinde bulunan Murat Hüdâvendigâr Camii, halk arasında Cuma Camii olarak biliniyor
ve çevresindeki meydan da aynı adı taşıyor. Şehrin simgelerinden
olan cami, kültür bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığının desteğiyle restore edildi ve 2008'de yeniden ibadete açıldı.
Aynı zamanda tepeler şehri olarak da biliniyor. Şehir gezisinden sonra kenti bir de kuşbakışı seyretmek isteyenlerin uğrağı
olan tepeler hâlâ Türkçe isimler taşıyor. 17. yüzyılda Filibe'ye gelen
Evliya Çelebi; "Şehir 9 adet kayalık tepe üzerine ve dereler arasına
kurulmuş. Filibe'de 17. yüzyılda 53 cami, 70 okul, 9 medrese, 7
darül-kurra, 11 tekke, 8 hamam, 9 han ve sayısız kervansaray var
idi. Şehrin içinde bir tepe var, bu tepenin adı ‘Saat tepe’. Minare gibi
yüksek kulesinde bir saat buluyor. Bu saat öğlede iki kere çalıyor.
Kule görmeye değer" sözleri ile anlatıyor.
Roma döneminde gözetleme noktası olarak kullanılan “Nöbet
tepesi”, su dağıtımının yapıldığı “Taksim tepesi”, şenliklerde sert kayalar üzerinde hayvan cambazların faaliyette bulunduğu “Canbaz
tepesi”, şehri simgeleyen tepelerdir”.
Davutoğlu’nun Filibe ziyareti
Mart ayı başında Bulgaristan’ı ziyaret eden Türkiye
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 500’ün üzerinde Müslümanla Cuma namazını kıldıktan sonra Filibe halkını
saldırıya uğrayan Cuma Camii’nden selamladı ve halkla
kucaklaştı. Davutoğlu’nu Filibe’de Sofya Büyükelçisi Süleyman Gökçe, Filibe Başkonsolosu Şener Cebeci, Başmüftü
Mustafa Aliş Hacı, Filibe Bölge Müftüsü Ersin Ahmet ve
sivil toplum kuruluşları karşıladı. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Filibe Valisi Ventsislav Kaymakov’u da ziyaret etti.
Bakan Davutoğlu, Cuma Camii’nde bir hafta önceki saldırı
izleriyle karşılaştı.
Davutoğlu, Başmüftülük’ün vakıf malları davası ile ilgili yorum yapmaktan kaçındı ve Türkiye’nin bu tartışmanın
muhatabı olmadığını, fakat en yakın zamanda çözüleceğinden ümitli olduğunu ifade etti.
Filibeliler, Davutoğlu’nu coşkulu alkışlarlar eşliğinde
uğurladı.
Rumeli
11
İbadet serbest, sorun vakıf malları
K
omünizm döneminde Bulgaristan
Müslümanları’nın manevi hayatı yok
gibiydi. Yeni cami inşaatı yasak, genç ve
komünist üyelerinin ibadet etmesi de
yasaktı. Oğlan çocukları sünnet ettirmek
yasak ve imam hatip okulu da yoktu.
Demokrasi yıllarında bütün bu yasaklar
kalktı. Bugün ülkede üç imam hatip
okulu ve bir Sofya’da eğitim veren Yüksek İslâm Enstitüsü mevcut. Bulgaristan
Müslümanları Başmüftüsü Mustafa Aliş
Hacı, Osmanlı’nın kendilerine bıraktığı
mirası devam ettirdiklerine dikkat çekerek, “Bulgaristan Müslümanları yıllarca
komünist idaresi altında kalmalarına rağmen komünistliğin çökmesinden sonra
kimseden intikam almaya çalışmadılar.
Bugün de herkes herkese iyi davranıyor,
herkes herkesi seviyor. Çünkü inanıyoruz ki insanlığın geleceği budur, yarın
da var olmak istiyorsak bugün herkesi
sevmemiz lazım. Müslüman ya da değil
herkese aynı şeyi söylüyoruz, birbirinizi
sevin, ancak böyle mutlu olursunuz.
Bugün Bulgaristan topraklarında 2 milyona yakın Müslüman yaşıyor. 1582 cami
ve mescidimiz var. 150 civarında harabe
durumunda camimiz var. Bazı yerlerde
Başmüftü M.Aliş Hacı
Beyhan Mehmet
imam kurslarımız var ve iç hizmet kurslarımız var. Türkiye’ye öğrenci göndermeye de çalışıyoruz. Türkiye’de din anlayışı
neyse, Bulgaristan’da yaşayan Müslümanlar için de din anlayışı aynıdır. Dolayısıyla hiçbir yabancılığımız yok” diyor.
Öte yandan Türklerin en yoğun
olduğu Kırcaali Bölge Müftüsü Beyhan
Mehmet de şu andaki durumu şöyle
değerlendirdi:
“Kırcaali merkez camisi olarak bilinen
camii 1812 yılında inşa edilmiş. 2000
yılına kadar cami ahşap ağırlıklıyken
o dönemde Kırcaali’de müftü olarak
çalışan kardeşimiz camiyi restore etme
maksatlı günümüzdeki haline taşımış.
Bugün camimiz Bulgaristan’daki camiler arasındaki yerini almıştır. Türkiye
Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın hediye ettiği kuran-ı kerim
burada korunmaktadır. Yine peygamber
efendimizin sakal-ı şerif’i bu camide
korunur. Kadir gecesi sonrasında başta
Kırcaali olmak üzere ziyarete açılır. Kırcaali merkezde bir camimiz var ama 3 km
mesafede 10 tane camimiz var. Müftülük
olarak hizmet sahamızda yönetimimizde 282 cami ve mescit var. Bu yönüyle
müftülüğümüz en fazla cami ve mescide
sahip olan müftülüktür.”
Bulgaristan’daki
Turancılar’ın yaptırdığı
Kırcaali Medresesi
Kırcaali’de kız Kur’an
Kursu
Rumeli
12
Soldan sağa: Aziz Eyüpoğlu, Bedri Nizamoğlu, Kadir İlyas (Türker) ve Aşık Emrullah
Balkanlı bir ozan:Kadir İlyas
1960’lı yıllarda Sofya
Radyosu’nun Türkçe yayınlarında
çok sayıda yerli sanatçıların şarkı
ve türküleri seslendirilir. Onların
arasında hele de bir Kadriye vardır
dinlemeye doyum olmaz.
P
irece köyü Doğu Kocabalkan’ın
kuzey eteklerinde ormanı gür, ovası
mümbit bir yerde yerleşik, bir köyüdür.
Köyün bugünkü adı Partizanidir.
Neden Partizani?
Komünist partisinin öncülüğünde
ülkede faşizme ve daha sonra da
alman faşistlerine karşı başlatılan
partizan (gerilla) harekâtı bu civarda
köy ve kasabaları sarmış. Komünistlerin
iyi günlerin komünizmde olduğunu
telkin etmeleri buralarda bazı Türk
gençlerini de etkilemiş, nitekim dağa
savaşa çıkanlar da olmuş. Onlardan
biri de Ali Emrullahtır. Bir ihbarı
değerlendiren jandarma ve polis
partizanları “Papaz Kuzu” meşelik
ormanında tuzağa düşürürler ve
tam 18’ini kurşuna dizerler, bölge ile
birlikte ateş Tulumoğulları sülâlesine
de düşmüştür, çünkü öldürülenler
arasında onlardan Ali Emrullah da
vardır. Kısa süre sonra yeni
kurulan idare Pirece’ye
Partizani adını verir. O
yıllarda Tulumoğulları
sülâlesinden Kadir beş
yaşlarında olmasına
rağmen yaşanan feci
günü halâ dünkü gibi
hatırlıyor. Kadir 1944
yılının 9 Eylülünde gelen
hürriyetin ilk günlerinde
ilkokula başlar, boş
vakitlerinde ailenin
hayvanlarının peşinde
koşuyor. Kadir orta okula
geldiğinde artık kendi istikbalini de
düşünmeye başlar. Bölgede düğün
güreşlerine giden Kadir güreşe merak
sarar. Sesi güzeldir, ses sanatına da
meyillidir. Bir de köylerinden geçen
tren var hayatında. Bu katar katar
vagonları taşıyan o uçsuz bucaksız
treni sürmeyi de büyük marifet olarak
görür ve bir gün makinist olma
heyecanı da göğsünün sol tarafında
kıpır kıpır atmaktadır.
1960’lı yıllarda Sofya Radyosu’nun
Türkçe yayınlarında çok sayıda
yerli sanatçıların şarkı ve türküleri
seslendirilir. Onların arasında hele
de bir Kadriye vardır dinlemeye
doyum olmaz. Delikanlı çağında
Kadir İlyas makinistlik, pehlivanlık
ve ses sanatçılığı üçgenine düşmüş
ne yapacağını bilemiyordu. Bir
taraftan güreş tutuyor, efkârlandıkça
türkü söylüyor. Bir dönem Çiftlik
Mahalle’deki Medrese-i İrşadiye’de
eğitim alıyor. O yıllarda medreseler
kapatılıyor ve Kadir 1953-54 ders
yılında soluğu Şumnu’daki “Nazım
Hikmet” Lisesi’nde alıyor. Çalışma
hayatı toplum işleriyle başlıyor. Bir
ara öğretmenliğe hevesleniyor ve
32 yaşında bu sefer Şumnu Yüksek
Pedagoji enstitüsünde kimya
öğretmenliği eğitimi alıyor. Hayatında
öğretmenlik mesleğini de tatbik ediyor.
Ömür boyu türkü söyleyen Kadir
İlyas ömrünü yarılamasına rağmen
halâ çocukluğunda içine çöreklenen
makinistlik tutkusu onu bırakmıyor ve
1978 yılında 38 yaşında o hevesi de
gerçekleşiyor.
1989 göçü Kadir İlyas’ı da
memleketinden koparıp ailece
İstanbul’a savuruyor. Anavatan’da ozan
Kadir İlyas, “Türker” soyadını alıyor.
Erişkin olan oğlu Yücel
ile kızı Semra üniversite
mezunu oluyorlar, eşi
öğretmenlik yapıyor ve
baba İlyas da SirkeciHalkalı banliyö tren
hattında makinist olarak
13 yıl hizmet veriyor ve
emekli oluyor.
Kadir İlyas şimdi eşi
Saadet ile saadet içinde
yaşlılığın tadını çıkarıyor.
Yaz aylarında Varna’nın
Ezerovo köyüne gidiyor.
Kayda aldığı türkülerini
Cd’den dinliyor ve dost ortamlarında
dinletiyor. Bir de kitapçık yazmış
kadir İlyas elinden geldiğince ve genç
nesiller unutmasın halk türkülerini
diye 212 türkünün metnini de koymuş
içine. Eline sağlık Kadir ağabey, sana ve
ailene nice sağlıklı yıllar… (MeTe)
Rumeli
13
Bir Türk milliyetçisi
olan Mehmet ağabey,
1987-88 yıllarında
sürgüne bulunduğum
Dragoviştitsa köyüne
çocukları ile ziyaretime
gelip ailece destek
ve dayanışmada
bulunmuştur.
“Adaş,
sen sıradan biri değildin...”
M
emet Usta, naaşın 16 Mayıs günü
Darıca “Kavala Camisi”ndeki musallat taşında iken, seni 60 yıldan beri
tanıyan bir akraba, dost ve adaş olarak
senin hakkında birkaç söz söylemek boynumun borcuydu, yapamadım. Ağlayacağımdan emindim, başaramayacaktım,
vazgeçtim.
O gün cenaze namazında saf tutanlar
kalabalıktı, günlerden cumaydı, bu sefer
de şans senden yanaydı… O an hakkında
konuşma yapılmadığından kalabalık arasında seni tanımayanlar ‘sıradan biri’ diye
de düşünmüş olabilirler. Konuşabilseydim senin hiç de sıradan biri olmadığını
anlatacaktım, üzgünüm, anlatamadım
adaşım. Orada bulunanlara senin musahipliğinden ve saygın bir komşu olduğundan bahsetmek geçiyordu içimden.
Senin ilkokul 4’ten terk eğitiminin senin
‘bilgeliğine’ asla engel değildi. Sen ki çok
okuyan, dinleyen ve kendi kendini geliştiren bir insandın. Türk klasiklerinden
ulaşabildiğin kitapları bundan daha 50
yıl önce okumuştun. Yine o yıllarda Ömer
Osman’ın “Bırak Kocamı” kitabını Çayüstü’nde, söğüt ağacının gölgesinde Ağalar’ın Hayri Ağabey’ine ayak üzere birkaç
saat içinde okuyuverdiğinden bahsetmeden yapamayacaktım. Senin okuma
tutkunu hele de 5 yıldan beri Gebze’de
yayınladığımız “Rumeli” dergisinin 32
sayısını da sabırsızlıkla beklediğin ve hiç
aksatmadan okumandan da gördük.
Dergimizin 33. sayısını görmek nasip ol-
madı maalesef. O sayıda senin ebediyete
intikalin yazılacağını sen de bilemezdin
tabi. Söz okumaktan açılmışken şunu da
belirtmeden geçemeyeceğim; Süleyman
Adalı dostumuzun “Rumeli Acısı” destanını okudun ve o kadar beğendin ki, bu
kitabı köy camisine götürüp başkalarına
da okudun ve okuttun, ilgi duymayanları azarladın bile. Gazete sayfalarında
bulmaca çözmekte kaç kişi seninle boy
ölçüşebilirdi? Tabi o an orada cenaze
namazında bulunan cemaatten bunları
bilen ancak birkaç kişi vardı.
Adaşım, sen ki, delikanlılığında içi içine sığmayan, köyünüzün altından geçen
Koca Dere gibi coşkundun. Bunu düğün
ve derneklerden bilenler haylidir. Çalışkanlığın göz dolduruyordu, hatta Atalan’daki evinde “Udarnik” (Hamleci) beratın bile vardır. Sıva yapmaya başladığında
mala ile doyamayıp, kürekle sıvadığını
da anlatmıştın.
Ömrünün son demine kadar işten
elini çekmedin.
Bu yıl da serayı
vakitle hazırlamıştın, içindeki
ekili fideler öksüz
kaldı.
Köyünde
kaldığın son yıllarda komşularından 50’lik, 60’lık
adamlara İslâm’ın
yolu göstererek, namazı abdesti öğrettin,
köydeki cami cemaatine 6-7 kişi katarak
“Cihat” yaptın. Bu yüceliğe çevremizde
kaç kişi ulaşabilmiştir ki, ama sana bunu
başarmak nasip oldu ve bu kişileri hidayete getirmekle hayırların en yücesini
kazandığına inancımız tamdır.
Adaş, bir de yetiştirdiğin iki kız ve iki
oğlunun, onların çocuklarının sana olan
sevgisi, sadakatiyle yüceldin. Senin hastalığın süresince Darıca’da geçen günlerde
her birinin başından ayrılmaması, senin
yeniden sağlığına kavuşman için gösterdikleri gayreti görünce, hayatta insan için
en önemli meziyetlerden birinin-sâlih
evlât yetiştirmek-olduğunu gördüm.
Senin eksikliğini amcaoğlum Mustafa’nın da bana yazdığı gibi çok mu çook
hissedeceğiz. Ama ölüm kaçınılmazlardandır ve bunu kabullenmek gerektir.
Tek tesellimiz mezarının çok sevdiğin
Anavatan Türkiye’de, Darıca “Nene Hatun
Mezarlığı”nda, eşin Sultan yengemin
yanında olması. Bundan böyle hiç olmazsa, bayramdan bayrama olsun çocukların,
torunların ve oraya uğrayan dostların
birer Fatiha okur.
Sen aramızdan ayrıldın, umarız orada
seni bekleyen çok sevdiğin anana, babana, eşine, kuzenlerinden Hafız agana,
Mümün agana, dayına ve akranın olan
oğlu Ali’ye ve adını sayamadığım sevdiklerine kavuşursun.
Memet Usta, emin ol ki bugüne kadar
ebediyete intikal edip de unutulacak
olanlardan değilsin.
Evet adaşım, sen sıradan biri olsaydın,
beni ağlatamazdın ve ben, sen musalla
taşındayken bir iki kelâm edebilirdim.
Edemedim işte, ama söylemek istediklerimi yazmaya çalıştım.
Ruhun şad olsun!
(M. TÜRKER)
Rumeli
14
Asimilasyona
ilk direniş
Karamanlar’daydı
M
ineralni Bani (Meriçler) İlçesine
bağlı Karamantsi (Karamanlar)
köyünde hafta sonu gerçekleştirilen
köy şenliği kapsamında Bulgarlaştırma
sürecinin 30.yılında asimilasyon politikası mağdurları da anıldı. Anma töreni,
“Bulgarlaştırma Sürcine Hayır” sloganı
altında gerçekleşti.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da anma
töreni meydana gelen olaylarla hafızalardan silinmeyecek 10 Mayıs tarihinde
Karamantsi köyüne yakın Kabaağaç adlı
yerde yapıldı.
Anma töreni Mineralni Bani Belediyesi ve Karamantsi köyü Muhtarlığı
tarafından düzenlendi. 10 Mayıs
1984 tarihinde bu yerde Bulgaristan
Sürecine ilişkin asimilasyon politikasına
başlanıyor. Bu tarihte bundan 30 yıl önce
toplum merkezinde düzenlenen köy
toplantısı sonrasında 60 kişi gözaltına
alınmıştır. Daha sonra onlardan 6’sı 4-5
yıl hapis cezasına mahküm ettirilmiştir.
Toplantıdan sonra yaklaşık 130 kişi o
zamanki DS adındaki istihbarat servisine
ifade için çağrılmıştır.
Köy rastgele seçilmemiştir. Stambolovo’dan sonra tüm Haskovo İlinde
Karamantsi Türklerin en yoğun mesken
ettiği yerleşim yeridir. Üstelik Kırcaali
yolu da bu köyden geçiyor. 1889 yılında
Büyük Göç esnasında 120 aileye yakın
zorla Türkiye’ye göç ettirilmiştir. Todor
Jivkov’un totaliter rejiminin devrilme-
sinden sonra bu ailelerin küçük bir kısmı
tekrar yurduna dönmüşlerdir.
Anma törende yer alan resmi konuklar arasında Hak ve Özgürlükler Hareketi
(HÖH) Milletvekili ve HÖH Haskovo İl
Başkanı Mehmet Ataman, Haskovo Valisi
Kadir İsov, Mineralni Bani Belediye Başkanı Mümün İskender, Kırcaali Belediye
Başkanı Hasan Azis, HÖH Milletvekili ve
Avrupa Parlamentosu Milletvekili Adayı
Necmi Ali, HÖH Mineralni Bani İlçe Başkanı Musa Çolak, Mineralni Bani Meclis
Başkanı Mehmet Latif hazır bulundular.
Törende 10 Mayıs 1984 yılından sonra
siyasi tutuklular Alentin Mümün, Ramadan Halibram, Feim Ömer, Nuri Fahri,
Mümün Süleyman, Halibram İbram,
Ferdi İbram da hazır bulundular. Ayrıca
mağdurlardan rahmetli Aptula Ömer de
anıldı.
Mümün İskender, Necmi Ali’ye hitap
ederek, “Bulgaristan’da demokrasiye burada başlandı ve Karamantsi halkı totaliter rejim tarafından değiştirilen isimleri
kabul etmediklerini gösteren kişilerin
birincileridir” diye dikkat çekerek, bu
köydeki insanların sesine kulak vermesi
çağrısında bulundu.
Hasan Azis, “Sofya veya Avrupa’ya
yolculuk yaptığım zaman yıllarca Karamantsi köyünden geçiyorum ve şunu
söyleyebilirim ki, her halde Avrupa yolu
Karamantsi köyünden geçiyor” dedi.
Ardından konuşan AP Milletvekili
Adayı Necmi Ali, gelecek seçimlerin anlamını ve önemini izah etti.
Karamantsi’de şenlik daha 9 Mayıs’ta
başladı. O zaman ilçe düzeyinde gerçekleştirilen futbol turnuvasında birinci yeri
alan Mineralni Bani takımına 1000 levalık
para ödülü verildi. Toplam 7 takımın
katıldığı turnuvada Asenovgrad (Stanimaka) takımı ikinci, Sırnitsa köyü takımı
ise üçüncü oldu. Bununla birlikte satranç
turnuvası da gerçekleştirildi.
Satranç turnuvasının birincisi Boyan
Botevo köyünden Bayramali Halil’e 200
leva, ikinci ve üçüncü olanlara da 150 ve
100 leva ödül verildi. Organizatörler turnuvada 4’den 9 sıraya kadar dizilenlere
50’er leva ödül verileceğini bildirdiler.
Kutlama programı Karamantsili
çocukların yer aldığı folklor gösterileri
ile başladı. Ardından resmi konukların
selamlama konuşmaları yaptıkları açılış
yapıldı. Daha sonra geleneksel serbest
güreş turnuvası gerçekleştirildi. Turnuvaya Bulgaristan’da önde gelen güreş
kulüplerinin güreşçileri yer aldı. Turnuvanın birincisine bir dana, ikincisine koç,
üçüncüsüne ise kuzu verildi. Akşamın
geç saatlerine kadar süren köy bayramı
müzik gösterileriyle devam etti.
(Kırcaali Haber)
Rumeli
15
BASKILARA İSYANIN
25. YILDÖNÜMÜ ANILDI
Bulgaristan’da 19 Mayıs
1989 yılında dönemin totaliter
komünist rejimine karşı
Kırcaali’nin Cebel ilçesinde
Türklerin başlattığı protesto
yürüyüşlerinin 25’ci yıl dönümünde
binlerce kişinin katılımıyla anma
toplantısı düzenlendi.
Cebel’deki anma etkinliği, Soma’da
meydana gelen maden faciasında ölen işçiler için
Bulgaristan Yüksek İslam Şurası Başkanı Şabanali Ahmet’in
okuduğu dualarla başladı.
Toplantıda konuşan Cebel Belediye Başkanı Bahri Ömer,
bugünün Cebel için bayram olduğunu belirterek, “Cebel halkı,
25 yıl önce hapishanelerdeki siyasi mahkumların çağrısına uydu.
Asimilasyona, baskıya ve devlet terörüne karşı ‘hayır’ demek için
bu meydana toplanarak yürüyüş yaptı” dedi.
25 yıl önce Cebel meydanını doldurduklarını ve bu direnişin
tüm Bulgaristan’ı sararak Doğu Avrupa’ya yayıldığını kaydeden
Ömer, başlattıkları direnişin Berlin Duvarı’nın yıkılmasına katkısı
olduğunu vurguladı. Totaliter sistemin çöküş sürecinin Cebel’den
başlaması nedeniyle gururlu ve onurlu olduklarını dile getiren
Ömer, Türkiye’de 19 Mayıs
Atatürk’ü Anma Gençlik ve
Spor Bayramı’nın kutlandığını,
bu nedenle de Bulgaristan’daki
Türklerin çifte bayram kutladığını
ifade etti.
HÖH Başkanı Mestan
başsağlığı diledi
Cebel’deki anma toplantısına katılan Hak ve
Özgürlükler Hareketi (HÖH) Genel Başkanı Lütvi Mestan da
AA’ya yaptığı açıklamada, Soma’daki maden faciasında hayatını
kaybedenlerin ailelerine başsağlığı dileklerini iletti. Mestan,
“Partimiz adına tüm Türkiye’ye başsağlığı diliyorum. Türk halkının
acısını bizler de paylaşıyoruz. Seçim dönemi propaganda
kampanyamız sırasında geleneksel olarak düzenlediğimiz
konserleri iptal ettik. İnşallah bu tür acıları milletimiz bir daha
yaşamaz” dedi.
Bulgaristan’daki Türkler, 19 Mayıs 1989 tarihinde Cebel’den
başlayan ve diğer şehirlere de yayılan kitlesel gösterilerde 1984
yılında zorla değiştirilen Türk isimlerinin geri verilmesini talep
etmişti.
Rumeli
16
Y
Ege Orman Vakfı Genel Müdürü Metin GENÇOL: “Fidan dikmek bir insanın yaşamı boyunca
yapabileceği en güzel eylemlerden biridir. Bir dikili ağacının bulunması insan için önemlidir, hayata kattığı değere atıf eder, canlılığa duyduğu saygıyı gösterir. Ayrıca ağaç diken insan o ağacı
sahiplenmesini de öğrenir. Bu amaca vesile olmak için yola çıkan sizleri tebrik ediyorum” dedi.
“Yeni döneme
doludizgin girdik”
ir
Bal-Göç İzm
Başkanı
oy:
Fahriye Ers
ılbaşında yeni dönemi başlatan
İzmir Bal-Göç yönetimin çalışmalarını yeni Başkan Fahriye Ersoy şöyle
özetliyor:
“ Misyonumuzun temelinde,
Balkanlar’dan anavatan Türkiye’ye
göç etmiş ve halen Balkanlar’da yaşamakta olan soydaşlarımızın birlik,
beraberliği ve başarısı için çalışmak,
onların ekonomik, sosyal ve kültürel
sorunlarına çözüm bulmak, oralarda
yüzyıllarca egemen olmuş atalarımızın
kültür mirasını, örf ve adetlerini yaşatmak olacaktır. Gerçekleştireceğimiz
faaliyetlerle üyelerin dışında, yerel ve
ulusal düzeyde toplumun ihtiyaç ve
sorunlarına yönelik çözümler üretmeye ve toplumsal gelişmeye katkı sağlamaya çalışacağız.
Balkan Türklerinin birlik ve beraberlik amacını ileriye taşımak için,
bilgili, birikimli, tecrübeli, genç ve dinamik bir ekiple yola çıktık. 19 Ocak’ta
yapılan 14. Olağan Genel Kurul ile yenilenen başta yönetim kurulu olmakla
tüm kurullar ve komisyonlar yenilendi.
Dernek çalışmalarının çoğulcu bir
düşünceyle, geniş bir kitlenin katılımıyla gerçekleşmesi, zaten İzmir’de
ve ülkemizde güçlü ve etkin olan
Bal-Göç’e ivme kazandıracaktır. Önce
Danışma Kurulunun oluşturulması,
ikinci çalışma aşaması da şubelerimizle işbirliği içinde mahalle temsilciliklerinin oluşturulması derneğimize yarar
sağlayacaktır. İzmir BALGÖÇ’ün Gençlik ve Ka-
Rumeli
dın kollarını güçlendirmek istiyoruz.
Bu doğrultuda “Gençlerle Buluşma”
etkinliği düzenledik. İzmir’in seçkin
liselerinde ve ülkemizin en iyi üniversitelerinde okuyan gençleri bir
araya getirdik. İş adamları ve ticaret
erbapları komisyonundan ve eğitim
komisyonundan temsilcilerin de katıldığı bu buluşmayla gençlerin nabzını
tuttuk, onlara vizyonumuzu anlattık.
Gençlerimizin daha iyi eğitim almaları
için çabalayıp, bilgi donanımlı, geniş
kültüre sahip ve en önemlisi iyi bir
vatandaş olmaları konusunda onlara
katkı sağlayacağımızı belirttik.
Gerek 8 Mart Kadınlar Günü’nde,
gerekse Anneler Günü dolayısıyla
kadınlarımızla hem gezi, hem yemek,
hem de kahvaltıda bir araya geldik.
Kadın üyelerimizin, derneğimiz için
arz ettikleri öneme vurgu yaptık, onların istihdama katılımı konusundaki
çalışmalarımızdan bahsettik. Yine
kadın kollarımızla İzmir Kadın Fuarı’na
katıldık. Derneğimizi ve yöresel yemeklerimizi tanıttık.
Yaşlılarımıza bir vefa borcu olarak
“Keşkek Günü” düzenledik. Çok geniş
katılım oldu. Burada da mikrofonu
yaşlılarımıza uzattık, önerilerini ve
dertlerini dinledik.
Dayanışma yemeğimiz ile derneğimizin 29. yaşını kutladık. Yemeğimize gösterilen ilgi, bizlere yeni bir
güç ve heyecan verdi. Federasyon
ve belediye başkanlarımızın, kardeş
dernek başkanları ve yöneticilerinin
de katıldığı yemekte folklor ekibimizin
gösterileri, TRT sanatçısı Sebahattin
Gülümser ve Bulgaristan’dan katılan
klarnet sanatçısı Neşko Neşev ve
Cemo renk kattılar.
Bulgaristan’ın Zvezdel (Güren) köyünden 25 öğrenciyi 23 Nisan etkinliklerine katılmaları için İzmir’e getirdik.
Göçmen ailelerin yanında konaklamasını sağladık. Burada ortak etkinlikler
yaptık, İzmir’i gezdirdik.
Üyelerimizin ve toplumun bizden
beklediği görevin ve varlık nedenimizin bilinciyle, vizyonumuz doğrultusunda gerçekleştirmeyi öngördüğümüz 10 bin fidanlık İZMİR BAL-GÖÇ
ORMANI için ilk adımı attık. Doğadaki
dengeleri koruyup geliştirme çabasında olmak, çevreye gösterilen özeni ve
sevgiyi geliştirmek amacı da güden
İzmir BAL-GÖÇ olarak Ege Orman Vakfı
17
ile 10 000 fidanlık orman için protokol
imzaladık. Fidan satışlarımız başlamış
olup, orman içinde 1000 fidanlık koru
için başvurular yapılmıştır. İlk fidan
dikimleri aralık ayının 2. haftasında
yapılması planlanmıştır.
Üyelerimizin ve soydaşlarımızın
ortak problemlerine ve ihtiyaçlarına
çözüm bulma amacı taşıyan bir dizi
proje hazırlığındayız. Yeni dönemin
ilk proje ön teklifini Başbakanlık Dış
Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’na sunduk. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı UNDP Sürdürülebilir
Turizm Destek Fonu’na da bir proje
ile talip olduk. Her iki projemiz de ön
değerlendirme kriterlerini geçti. Ege
Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları
Enstitüsü ile sıkı ilişkiler kurmaya ve
akademisyen desteği almaya çalışıyoruz. Projelerimizin akademik bir
altyapısı olmasını çok önemsiyoruz.
İzmir’de Balkan Türkleri ile ilgili çalışma yapan tüm kurumlarla eşgüdüm
içinde hareket ediyoruz. Bunun yanı
sıra geleneksel olarak yürütülen projelerimiz var, yeni dönemde bu projeler
için hibe desteği sağlama gayretindeyiz. “İzmir ve Türkçe’nin Güzellikleri”
projesinin bu yıl 5.sinin yapılacağının,
Bulgaristan’da asimilasyonun acı bir
basamağı olan isim değiştirme olaylarının 30. yılında geniş katılımlı bir
sempozyumun gerçekleştirileceğinin
haberini vermek isterim”.
Rumeli
18
Avcılar’daki Bulgaristan göçmenleri
merhum pehlivanlarını unutmuyor
İ
STANBUL-1989 göçünde çok sayıda
ünlü Bulgaristanlı pehlivanlardan
Karagözköylü Hüseyin Mehmedov,
Osman Duralı, Zekeriya Güçlü, Efraim Kamberoğlu, Nermedin Selimov,
Hayri Sezgin gibileri İstanbul Avcılar’a yerleşmişti. O yıllardan buyana
aradan yarım asır geçti ve onlardan
bazıları öbür dünyaya intikal etti.
Hayatta olanlar merhum pehlivanları
unutmuyorlar ve her yıl onların ölün
yıldönümlerinde mezarlarının başına
gidip onlara dua okuyup vefa duygularını dile getiriyorlar. Bu ilkbaharda
da Avcılarlı Bulgaristanlı göçmenler
Zekerya Güçlü, Osman Duralı ve Hayri
Sezgin’i mezarları başında andılar.
“Güçlü” şampiyonu unutulmadı
Razgrat ilinin Torlak köyünde dünyaya gelen ünlü pehlivanımız Zekeriya Güçlü Yakuplu’da bulunan mezarı
başında anıldı.
Siyahlara bürünmüş eşi Sevdiye
Güçlü, gözleri yaşlı on iki yaşındaki
Beyza ve on beş yaşındaki Betül kızları, ağabeyi Servet, yakınları ve çok
sayıda köydeşi, pehlivan arkadaşları
ve sevenleri mezarı başında biraraya
geldiler, merhumun ruhuna fatiha
okudular. Anma merasimine katılanlar arasında Bulgaristanlı ünlü pehlivanlardan başta Efraim Kamberoğlu
olmakla, Nermedin Selimov, Erdal
Kobak, Aydın Mutlu, Hüseyin Bozacı,
Cemil Doğruoğlu, Cevat Doğruoğlu,
Nazif Nur ve İbrahim Akgün de hazır
bulundular.
Son seçimler arifesine rastgelen
anma etkinliğinde Avcılar Balkan
Türkleri üyelerinin yanı sıra Tekirdağ
MHP Milletvekili Bülent Belen, MHP
Avcılar Belediye Başkan adayı İnci
Demirel, Çorlu MHP Ergene Belediye
Başkan adayı Mehmet Cebeci, Av. Özcan Pehlivanoğlu da mezar başında
biraraya gelip çelenk koyuldu.
Dünya şampiyonu Güçlü’nün
Rumeli
özgeçmişini Kılıçköylü Bilâl Kılıç öğretmen sundu, Mehmet Hocaoğlu
tarafından da dualar okundu.
Gümüş Osman kalplerde yaşıyor
Deliorman’ın Hebip (Vladimirovtsi)
köyünde doğan ve sadece ünlü Rus
güreşçi Aleksandır Medved’i yenemeyen Osman Duralı Avrupa, dünya
ve olimpiyat yarışmalarında daima
ikinciliği el ettiğinden dolayı adı da
“Gümüş Osman” olarak bilinirdi. 25
Nisan 2011 yılında hayata veda eden
Gümüş Osman ölümünün üçüncü
yılında eşi Remziye hanım, oğulları
cemil ve Cevat, gelinleri Hilmiye, ve
Bedriye, torunları talip, Nurin, Selen,
akrabaları, köylüleri, yakın dostları,
minder arkadaşları ünlü pehlivanın
defnedildiği Silivri’nin Sayalar köyünde kabristanlıkta biraraya geldiler,
çelenk bırakıp, Pçelina (Kovancılar)
köylü Nuri Yılmaz tarafından dualar
okundu.
Güreş hayatında dört kez Avrupa,
ikişer kez Dünya ve olimpiyat ikinciliği elde eden Osman Doğruoğlu
(Duralı)’nun ruhuna saygı duyanlar
arasında onun meslektaşlarından
İsmail Abilov (Nizamoğlu), Efraim
Kamberoğlu, Aydın Mutlu, Hüseyin
Bozacı, Mustafa Hacıoğlu, Nazif Nur
da katılanlar arasındaydılar.
Hayri Sezgin’in ölümünden 1 yıl
geçti
19
54 yıllık hayat yolculuğu 1959 yılında Kubadın (Loznitsa)’dan başlayan
ve 5 Mayıs 2013 yılında İstanbul’da
sona eren başarılı güreşçilerimizden
Hayri Sezgin de hemşerilerince unutulmadı. Güreş hayatında Balkan ve
Akdeniz oyunları şampiyonlukları,
olimpiyat dördüncülüğü, dünya
gençler ikinciliği, Avrupa 2. ve3.lüğü
elde etmiş olan güreşçimiz ölümünün
birinci yılında İstanbul Kocasinan mezarlığında anıldı. Anma törenine yine
çok sayıda güreşçi dostu ve yakın
akrabaları katıldılar, merhumun ruhuna Fatihalar okudular.
(Ramis Cesur-Avcılar)
Karagözköylü Hüseyin Pehlivan yaşlılığa yenildi
G
üreşin efsanelerinden Hüseyin
Mehmedov 90 yaşında hayata
gözlerini yumdu. İstanbul’da vefat eden
‘koca çınar’ ‘ın cenaze törenine yakınları
ve çok sayıda sevenleri katıldı. 15 Ocak
1924 yılı Razgrad ilinin Loznitsa belediyesi
Veselina köyünde doğan pehlivan
uluslararası turnuvalardan Bulgaristan’a
toplam 17 madalya kazandırdı. Bunlardan
8’i altın, 6’sı gümüş ve 3’ü de tunç. Ancak
kariyerinin zirvesine 1956 Melbourne Yaz
Olimpiyatlarında dördüncü müsabakası
olan birincilik güreşinde rakibi Kaplan’a
yenilerek ağır sıklette gümüş madalya
kazanmıştı. Merhuma Allah’tan rahmet,
sevenlerine sabırlar diliyoruz.
20
Rumeli
Aynur AÇIKGÖZ
1964 Bulgaristan Mastanlı doğumlu olan Aynur Açıkgöz temel eğitimini
doğduğu şehirde aldı. 1989 zorunlu göçünde diğer soydaşları gibi savrulan
Aynur, İzmir’e yerleşti. Burada ER-AT Özel Eğitim Kurumunda resim eğitimi aldı.
Resim alanında çalışmalarına yoğunluk verdi ve büyük başarılar kazandı. Eserleri özel koleksiyonlara girmiş, 50’nin üzerinde ulusal ve uluslararası sergilere
katılmıştır. Aynur Açıkgöz, T. C. Kültür Bakanlığı Sanatçısı unvanını taşımaktadır.
Kendilerine ait olan şirkette eşi mimar Hikmet Açıkgöz ile birlikte çalışmalarını sürdürmektedir. Sivil Toplum Örgütlerinin çalışmalarına da faal olarak
katılan A. Açıkgöz, Türkiye’de ilk olarak BAL-KAD- Balkan Kadınlar derneğini
kurdu. Bir çocuk annesi olan sanatçı, STK, resim, toplumsal çalışmalar derken,
hayranlarına bir de şiir kitabı sundu. “RUMELİM-DUYGU TELİNDE İNCE NAZIM”
adını taşıyan kitabında asimilasyon, göç, ayrılık ve sevda konuları ele alınmış
ve çok desenli bir kilim gibi maharetle dokunmuştur. Aynur’un şiirleri, önünde
saatlerce durulacak tablolara benzemektedir. Her okuyucunun onlarda kendinden bir parça, çözümlenmemiş bir duygu yumağı bulacaktır. Aynur’un ilk
göz ağrısı olan bu şiir kitabının devamı gelmesi dilekleriyle.
DUAN OLAYIM
RUMELİ ŞARKILARI OKUYAN KIZ
Kederli anlarında
Rumeli şarkıları okuyan kız
Sesin neden ürkek
Neden yüzün ıslak
Senin de mi memleket kokusu
Burnunda tütüyor.
Uçsuz bucaksız yemyeşil dağlar
Şırıl şırıl akan mis dereler
Gözünün önüne mi geliyor
Yaylalarda geçen çocukluğun
Baharında güzü mü yaşıyor ?
Biliyorum
Eşikte bekleyen anan gözler hep yolunu
Baban sayar günleri, ayları, yılları
“Uçan da kuşlara malum olsun…” özlemin
Ey, Rumeli kızı sesin
Sesin çok titriyor.
NDA
HIDRELLEZ SARHOŞLUĞU
şarabının
Sarhoşluğunda hıdrellez
kları
nlu
gu
yor
tir
eri
Her yudumu
t yürekler
sre
ha
şe
ne
gü
lır
açı
e
Rumeli’d
Kırarak kabuklarını
Bir tutam aşk
Bir tutam özlem
Bir tutam da umut koyup
rinde
Karıştırmalı gönül çembe
lığını
lak
çıp
alı
am
Bengisu ile yık
a
Damla daml
Yeniden hayat bulmalı
Hıdrellez sarhoşluğunda
Arda misali dingin sularından
Yudum yudum aşk içsin
Susamış kor gibi yanan yüreğin
Sonsuzluğunda arındığın nehir
Kabul et, bir damlan olayım.
Anka sihri ile dokunayım alevli dudaklarına
Kanasam da dikenlerinde
Sevgini koklayıp, kokunla sevişeyim
Rumeli çiçeğinin mavi gizeminde
Sır içinde sır olayım.
İliklerine kadar işesin hayalim
Hasret koklayan düşlerinin dinginliğinde
Ararken yüzünü yüzümde umut olayım
Özleminle boğuştuğum gecenin sabahında
Yar, senin koynunda olayım.
Selimiye’de görkemli minare
Deli dolu gönül etrafında pervane
Başımdaki kırmızı örtü duvağım olsun
İçten mırıldanan dudaklarında
Duan olayım.
Kavuşmak için sana ey yar,
Nehir olayım, Anka olayım
Mavi Rumeli çiçeği gibi hür olayım
Çağlayan sevda çeşmesinde
Çatlamış dudağında bir damla su olayım.
ORFEY
Orfeus diyorlar sana
Bilmiyorlar ki adın Orfey
Sorsalardı sana aşık dağlara
Onlar anlatırdı onlara
Nasıl türkülerini dinlemek için
Rüzgar bile kim olduğunu unuturdu
Rumeli
MUHACİR YÜREĞİM
21
Açılır
Zaman zaman pençeler
Dökülür gönül sevdaya
Aranır kimlikler siyah beyaz
Can olup göç yollarında
O yıllardaydı
Uçup giden gençlik
Göçmen kuşların kanatlarında
Nasıldı
O günlerde memleket
Hele bir sorun
Kim benden daha iyi bilir
Anavatanın nasıl koktuğunu
Sessizce gözlerin umudunu yaktığını
Şimdi
Daha iyi anladım
Muhacir yüreğin neden
Mastika içip deryalara aktığını.
İZMİR DESENLERİ
ÖZLEMLERİN KÖZÜ
Kadifekale’den denize
Güvercinler işler gelinlini
Süsler güzelliğini sırmalar
Telli duvaklarda takılı
Özlemlerin gizlidir
Rumeli’m.
Dökülür gökler, yakarcasına yüreğini
Yeşilin nağmelerinde saklıdır en içli sesler
O göçmen kuşların suskusu
Özlemlerin nazıdır
Rumeli’m.
Rüzgarlar fısıldar efsanelerini
Gizemli semaları taşır kırlangıçlar
O kar suyu akan pınarlar
Özlemlerin sözüdür
Rumeli’m.
Testilere doldurur kızlar gizli sevdalarını
Ceviz sandıklarda düşlenir umutlar
Balkan rengi gözlerin buğusu
Özlemlerin közüdür
Rumeli’m.
Sarpa sararak inen dik bir sokak
Sokağın başında takma saç kızılkuyruğu
Kirpikler yapıştırmalı
Bir kadın mı desem
Belki demesem daha iyi.
Sürüklüyor Saat Kulesini
Bir karışlık topukları üzerinde
Kaldırım taşları ile taşlıyor kara kedileri.
Dario Moreno görünce bu eziyeti
Bronz büstünden uzatarak ellerini
“Kurtar beni bundan ne olursun Ya-Rab” diye
Hala yalvarıyor taş plaklarında.
Parkta uyuklayan kurnaz bir dilenci
Satın almış bozuk paraları ile tarihi Asansörü
Çıkıp oturmuş tepesine
Sapan yapıp vurmuş
Telgraf tellerine konan tüm kuşları.
Esmeyi durdururdu
Senin ise çaldığın lirin sesinde
Hep Evridika vardı
Ona olan şanlı aşkın
Olmuştu baş tacın
Evridika’nın ise yakıyordu yüreğini
Orfey’in türküleri, şiirleri
OT KOKUSU
İçimlik dağ suları
Kalaylı bakır kokuyor susuzluk
Karlar eriyor güneyinde Rodoplar’ın
Kuzular meleyor eteklerinde
Kekik kokulu türküler çalıyor kaval
Bir çoban kızı
Ayaklar çamur yapış yapış
Kuru tütün rengi saçlar
Tırnak izi geçmiş topraklar
Basma eteğinden savrulur mor menekşeler
Beşi bir yerde dizili gerdanında
Bir nişan gizli sanki
Daracık dağ yollarında
Umutların değişmeyen dokusu
Teninde taze biçilmiş ot kokusu…
Rumeli
22
Balkanların bülbülü, köyümüzün gururu...
KADRİYE ABLAMIZ
Haskovo’nun Golemantsi ( Beyköy)
köyünde doğup büyümüş ve yakın
komşusu olarak ben de Kadriye Latifova
için bildiklerimi yazmak istedim. Kadriye
ablamız 1928 yılında köyümüzde
dünyaya gelmiştir. Annesinin adı
Gülsüm, babasının adı Seyit’dir. Halen
Bursa’nın Görükle göçmen konutlarında
ikamet eden ve çocuklukları birlikte
geçen Adile ablanın anlattıklarına göre,
o daha küçük yaşlarda türkü söyleyip
gezen, çocuk oyunlarında da türküleri
eksik etmeyen şen şakrak bir kızdır.
Evlerinin önündeki dut ağacına çıkarak
ağaç üzerinden arkadaşlarına türküler
söyleyen biridir. Kuzeni Sabri Mustafa
Bakalov’un anlattıklarına göre o zaman
köy muhtarı olan dedesi Mehmet Bey’in
bir taş plak gramofonu varmış. Kadriye
ilk türkülerini onlardan öğrenmiştir.
Babası Seyit ağanın da çok zeki ve sesi
güzel biri olduğu söylenmektedir. Annesi
Gülsüm abla, Seyit agayla ayrılmasından
sonra ikinci evliliğini Kırcaali’nin İshaklar
köyünden Halim agayla yapmıştır.
İkinci eşi olan Halim aga köyümüze
iç güveysi olarak oğlu Latif’le birlikte
gelir. Genç kızlık çağlarında Kadriye’nin
aynı köyden Ali adında bir gençle
dostlukları mevcuttur. Birbirlerini çok
severler. Ancak Ali’nin ailesi onların
evlenmelerine razılık göstermez. Ali’yi
başka bir kızla evlendirirler. Fakat Ali
genç yaşta vefat eder. Bu olaydan
sonra Kadriye’nin “Aliş’imin kaşları kare”
türküsünü çok büyük bir içtenlikte icra
edermiş ve dinleyenleri ağlatırmış.
İlk aşkını kaybettikten sonra birlikte
büyüdükleri Latif’le aralarında duygusal
yakınlaşmalar olur ve sonra birbirlerini
severek evlenirler. Latif bey İkinci Cihan
Savaşına gönüllü olarak katılır. Savaştan
döndükten sonra Ardino ilçesinin Bal
-İzvor köyünde polis olarak göreve
başlar. Daha sonra, Dimitrovgrat’a
tayini çıkar. Kadriye abla eşinin çalıştığı
yerlerde küçük gruplar önünde türkü
söylemeye başlar. Daha sonra bir türkü
yarışmasında birinciliği kazanır. Kısa bir
süre Momçilgrat tiyatrosunda çalışır,
sonra Haskovo tiyatrosunda işe başlar.
Kırcaali tiyatrosu açıldığında da o, bu
yeni tiyatronun baş solisti seçilir.
O dönemde tiyatroda ve radyoda
söylediği türkülerle ve güzel sesiyle
dinleyici ve seyircilerinin gönüllerinde
taht kurmuştur. Herkes, Kadriye geliyor
diye gösterilere akın eder. Köyümüzde
bir kamyonun kasasını sahneye
uyarlayıp köy okulunun bahçesinde
verdiği konseri canlı izleyen
şanslılardan biri de benim. Köyümüze
sıkça gelirdi. Onun çok sevecen ve
mütevazı olduğunu görüyorduk.
Mahallemizin ortasında bulunan
çimenlik denilen yerde yaşlı mahalle
komşularını kırmaz onlar türküler
söylediğine şahit olan biriyim. Köye
tatile geldiğinde orak biçen annesinin
ve komşularının yanına gider,
dinlenme saatlerinde onlara türküler
söyler ve hepsinin gönlünü almayı
başarırmış. Köyümüzde onun sevecen
ve mütevazi kişiliğini hatırlayanların
sayısı bir haylidir. Böyle yetenekli bir
köydeşimizin kazayla gelen erken
ölümüne kimse inanmak, kabullenmek
istemese de aramaızdan ayrılmıştır.
Değerli sanatçımız Kadriye ablamızı
1962 yılında kaybetmiş olsak da onu
kalplerimizde yaşatarak ebediyete
kadar unutmayacağız. Bir köylüsü
ve yakın komşusu olarak, köyümüze
her gittiğimde Kadriye Latifova’nın
doğup büyüdüğü evin perişan
halini gördükçe içim sızlıyor. Ona
hak ettiği değeri veremediğimizden
dolayı üzgünüm. Sadece kişi ve köy
olarak değil, bütün Balkan Türklerinin
onun hatırasına karşı bir borçları
olduğu kanaatindeyim. Biz, Balkan
Türklerinin Türkçeyi, türkülerimizi
sevmemizde onun çok büyük katkıları
olmuştur. Onun doğup büyüdüğü
eve gereken önemi vermemiz,
Türkiye’de yaşayan köydeşlerimiz ve
halen Golemantsi’deki soydaşlarımızın
minnet borcudur.
( KARABEKİROĞLU Beytulla ÖZGÜR-Bursa)
Rumeli
23
KÖPRÜLÜ KÖYÜ
Köyümüzün adı nereden gelmektedir?
Köyümüz Köprülü, Kırcaali
iline bağlı, tamamı Türk olan
bir köydür. Nüfusu 1985 yılı
sayımına göre 2390 kişi olup,
1934 senesinde adı Bulgarcaya
çevrilerek Most şeklini almıştır.
Yazı: Ali Güler-Bursa
Fotoğraflar: İsmail Çavuşoğlu
B
u ilginç bir öyküdür ve birkaç şıkkı
vardır. Köyümüzü ilk ziyaret edenler bir çıkmaz içinde kalırlar. Çünkü onların ilk bakışta burada aradıkları köprüdür. Sağına, soluna bakarlar ne dere
var ne de köprü. Oysa geçmiş yıllarda
yaşlılardan duyulan iddialara göre,
köyümüzün temellerini Osmanlı veziri
Mehmet Köprülü paşa atmıştır. Rivayete göre Paşa 1648/1656 yılları arasında
Bulgaristan’nın Köstendil kasabası valisidir. O dönemlerde maiyetiyle birlikte
bu yörelerde denetimlerini sürdürürken (şimdiki köy mezarlığının olduğu
yerde) birkaç gece konaklamışlar.
Havanın temizliğinden çok etkilenmiş olacak ki, ”Burada köy olur” diyor
ve o dönemde göçebe halinde olan
ailelerin buraya yerleşmelerini sağlıyor. O gün bu gün, köyün adı da “KÖPRÜLÜ” oluyor. Daha sonra o açıklık
bölgeye harmancık sırtı adı veriliyor.
Köyümüzün adını bazıları, “Köpürmek”
sözcüğünden oluştuğunu ileri sürer-
ler. Mezarlık sırtı yani(Harmancık sırtı)
aslında bir gediktir. Kuzeyden ta Tuna
ve Kocabalkan’dan, Şipka’dan gelen
rüzgarlar, hele kış günleri buralarda savurur da savurur. O yüksekçe yerde kar
bile tutmaz. Kimi zaman bu esinti şiddetli olur, tozu dumana katar. Tek sözle
ortalık, köpürür de köpürür, onun için
bazıları “köpüren”yer adı altında değişime tezini savunurlar.
Köyümüz Köprülü, Kırcaali iline
bağlı, tamamı Türk olan bir köydür. Nüfusu 1985 yılı sayımına göre 2390 kişi
olup, 1934 senesinde adı Bulgarcaya
çevrilerek Most şeklini almıştır. Köyümüz ta Osmanlı döneminden kalma
pazarı ile de meşhurdur. Günümüzde
de “Köprülü pazarı” olarak devam etmektedir.
Köyümüz, 1885/86 yıllarında Bulgar işgaline uğrar. 1912/13 yıllarında
Balkan savaşında köy boşalır. Halk, o
zamanki dönemde öküz arabalarıyla
Yunanistan, Gümülcine ‘ye kaçar. Kısa
bir sürede savaş biter ve köy halkının
çoğu döner. Bir kısmı ise dönmeyip
Rumeli
24
Koşukavak üzerinden Türkiye’nin Edirne bölgesine göç eder.
Köyümüzün ileri gelenlerinden
tahsil görmüş olan Hüsnü Efendi, 1920
yıllarında Bulgaristan Türk ahalisine
daha sıcak yaklaşım sergileyen Aleksandır Stamboliyski iktidarında mebus
seçilir. Demir yolu hattının HaskovaPodkova istikametine Çernooçene
üzerinden geçmesi öngörülmesine
rağmen Hüsnü Efendi’nin ve köyün
ileri gelenlerinden, sözü tutulan, Ali
Molla, Mehmetali ağa, Hüseyin ağa, o
dönemlerin köy muhtarı Ömer Çavuş,
Recep ağa gibi şahıslar etkili olurlar.
1921/22 yıllarında demir yolunun
köyümüzden geçmesi sağlanır. Demir
yolunun köyden geçmesini hazmedemeyen 15-20 Bulgar milletvekili meclis
çıkışı Hüsnü efendiye hakaretler, küfürler savurarak tehdit ederler. Bu gelişen
olaylardan sonra Hüsnü Efendi, yeni
evlenen kızı Necibe haricinde, çoluğunu çocuğunu toplayarak, 1927 yılında
Türkiye’ye kaçar ve Lüleburgaz’ın ,
Ahmetbey köyüne yerleşir.
Demir yolunun köyden geçmesi
köy halkına büyük yararlar sağlamıştır.
Köyün doğusunda yüksekçe bir tepede ”Kayalıburun” taş ocağı açılır. Bu
taş ocağında bazı kişiler, ev inşaatı için
taş çıkarırlar ve belirli ücret karşılığı
ihtiyaç sahiplerine satıp ailelerine katkı
sağlarlar. Çıkarılan taşların çok kolay
işlenmesinden dolayı belirli ölçülerde
çap taşları çıkartılır.Başka bölgelerden
büyük inşaatlar için verilen siparişler,
sağlam öküzleri ve arabası olanlar için
de geçim kaynağıdır. Öküz arabalarıyla
taş ocağından tren garına taşımacılık
yaparlar ve yük vagonları ile sipariş
verilen bölgeye gönderilir. Hatta o dönemlerde inşa edilen Kırcaali Medresesi binasının taşları da bu taş ocağından
olduğu bilinir.
Rumeli
Biraz da köyün eski esnaf, ileri gelenleri ve ustalarından bahsedelim.
Karşı mahallemizden Topal İsa lakaplı
İsa aga ve arkadaşları 1.Dünya savaşında Romanya cephesinde siperlerinin
bombalanması esnasında toprağın
altında kalmışlar. Birkaç gün sonra
onların yardımına gelen askerler, aç
susuz perişan ve elleri, ayakları donmuş vaziyette onları kurtarıp hastaneye naklediyorlar. Hastanede İsa aga’nın
donmuş olan el ve ayak parmaklarını
kesiyorlar. Sağlığına kavuşan İsa aga
devlet tarafından Gazi ilan ediliyor. Geçimini sağlayabilmesi için ona serbest
ticaret yapma izni veriliyor. Yine ayni
mahalleden, değirmenci İsa agadan
bahsedelim. Kendisi öküz arabası, tarla
sabanı, boyunduruk yapımında usta
olarak bilinir. 1921/22 yıllarında kendi
becerisi ile mahallenin en yüksek yerine kuzeyden, güneyden esen rüzgarları kullanarak yel değirmeni inşa eder.
Esen rüzgarların etkisiyle dönen değirmeninde ihtiyaç sahiplerine buğday,
mısır, arpa öğütür. Köyümüzün tahsil
görmüş kişilerinden, Şumnu -Nuvap
okulu mezunu Yunus Efendi yıllarca
Kırcaali müftüsü olarak hizmette bulunmuştur. Yine köyümüzün büyük
ustalarından Çilingir Galip agadan
söz etmeden geçemeyiz. Galip usta,
küçücük işliğinde, kilit ,av tüfeği, tabanca, şemsiye gibi çeşit tamir işleri ile
uğraşmaktaydı.Ustalığı duyulmuş olan
Galip aga,1960 yılında Sofya, Narodna
Spestovna Bankası merkez para kasası
bozuluyor ve bir türlü açamıyorlar.
Bir yerlerden duyum alıyorlar ki, bu işi
yapsa yapsa Kırcaali’de bir usta yapabilir. Böylece ta Sofya’dan kalkıp Köprülü’de Galip ustanın kapısını çalıyorlar.
Usta Sofya’ya vardığında, kasayı hiçbir
zorluk hissetmeden açıyor ve tamir
ediyor. Bu gün onun torunu Yusuf da
onun izinde mesleğine ve yaşamına
devam ediyor. Yine aynı mahalleden
Ziyaettin Nuri şu anda dünyaca ünlüler
arsında olan bir heykeltıraştır. İstanbul Marmara Üniversitesinde görev
yapmaktadır. On beş milyonluk dünya
incisi sayılan İstanbul’un geleceğinin
50-100 yıllık planlanmasında Ziyaettin
Nuri on kişiden biridir. Ziyaettin’in amcası Veli’nin torunu Mehmet Karakaş,
ABD’ de altı yıl öğrenim gördükten
sonra yurda döner ve bugün Artvin
Çoruh Üniversitesi rektör yardımcılığı
görevindedir.
25
Gelelim köyümüzün medarı iftiharı
Hasan Aziz’e. Hasan, üç dönemdir Kırcaali Belediye Başkanlığını kazanan bir
köydeşimizdir. Onunla sadece biz Most
köydeşleri değil, tüm Kırcaali sancağı ahalisi gurur duymaktadır. Hem
köyüne, hem yöre halkına, hem de
ülkeye büyük hizmetleri geçmiş ünlü
Köprülü’lerin listesi bu saydıklarımızla
bitmez. Savaşlarda canlarını kaybetmiş
şehitlerimiz ve gazilerimiz de vardır.
Bu satırların sahibi ben Ali GÜLER,
köyümden 1976 yılında ayrıldım. Bursa’da oturmaktayım. Birçok göçmen
derneklerinin oluşmasında ve sorunlarının çözülmesinde aktif olarak yer
aldım. Zorunlu göç sırasında da birçok
soydaşımın sorunlarını çözmesinde
yanlarında bulundum onlara yardımcı
oldum. Bursa’da otursam da kalbimin
yarısı köyüm Köprülü’de atmaktadır.
Bu yüzden köyüme ve köyümün insanlarına karşı da bir minnet borcum
vardır. Ben o köyde doğmuşum ve o
insanların arasında adam olmuşum.
Bu nedenle köyüme ve köydeşlerime,
onların gelişme yönünde her etkinliğine gönülden katılmak ister ve bunu
bir borç bilirim.
Rumeli
26
1972 yılı doğumlu iki Mehmet.
Onların biri Aşıklarlı Hasan Muallim’in,
diğeri de İnkayalı Şerif’in oğlu. İkisi de
sarışın, köy okulunun birinci sınıfında
aynı yıl okumaya başladılar. İki Mehmetler bu okulda sekiz yıl aynı rahleyi
paylaştılar, fotoğraf çekilirken de çoğu
kez yan yana durdular. Zekâ farkları
yok gibiydi, ama hayalleri farklıydı.
Aşıklarlı Mehmet göklerde, astronot,
pilot gibi hayalleri içinde yüzerken,
İnkayalı Mehmet’in tek arzusu yeşil
sahalarda top koşturmaktı. Onların
orta son sınıftaki yılları Bulgar totaliter
rejimin en gaddar dönemine rastladı.
O yıllarda eğitim gören çocuklardan
çok azının hayali gerçek oldu. Aşıklarlı
Mehmet Koşukavak’te liseye kaydoldu,
İnkayalı da yine aynı kasabada şoförlük
mesleğiyle yetinmek zorunda kaldı.
1989 göçü patlak verdiğinde her ikisi
de delikanlı olmuş, askerlik çağına gel-
Mehmet Şerifoğlu
Mehmet Özgür
Sindelli’nin
Tekstilci
Memetleri
mişlerdi. Önce askerlik görevi, sonra da
ver elini Anavatan-TÜRKİYE’de soluklarını aldılar. Ne tesadüftür ki, her ikisi de
Bursa’da buluştular. Aşıklarlı Mehmet
Öztürk, adaşı İnkayalı da Güngör soyadlarını almışlardı. Mehmet Öztürk
Bulgaristan’a gidip tekstil üzere yüksek
öğrenim görürken, Mehmet Güngör
de ekmek parası peşinde direksiyon
çevirmeye başladıysa da sonuçta yıllar
sonra her ikisinin de yolları tekstil sektöründe kesişti.
Bir Bulgaristan ziyaretimde Mehmet Öztürk’ü Mestanlı kasabasında
tekstil firması olduğunu öğrendim.
Vakit bulup yanına uğradım. Bu çocuk-
lardan ayrılalı aradan çeyrek asır geçmişti. Mehmet’in o çocuksu yüzünden
sadece boncuk mavisi gözleri parlıyor,
sarışın saçlar biraz seyrelip kumrala
dönüşmüş, iri yarı adam olarak karşımdaydı. Hayat hikâyesinden bahsediyordu:
“Yüksek öğrenimden sonra Bursa’da
“Özdilek”te iyi bir konumda işe başladım. Orada babam bize ev de yapmıştı,
kazancım fena değildi, ama içimde ne
hikmetse kendi işimi kurma arzusu
vardı. Ve birkaç yıl önce buraya gelip
“MESSİ” firmasını faaliyete geçirip bu
işi bu kasabada yapmak varmış. Çok
şükür, işte şu gördüğünüz mütevazı
İki Mehmet, Sindelli’de okulda aynı sıraları paylaştı...
Rumeli
işletme sayesinde şimdilik 100 kadar
çalışana iş verip evine aş götürmelerini
sağlıyoruz ve inanın bundan mutluluk
duyuyorum”, diyor genç müteşebbis
Mehmet Öztürk.
Yemekhanede ikramımızı aldıktan
sonra da tesisi gezerken gördüklerimizden gurur duymamak elde değildi.
Çok mükemmel orta ölçekli bir konfeksiyon fabrikası. Çağdaş bir yemekhane
ve usta bir aşçısını da gördük. Burada
belirtmeye değer başka bir olay daha
dikkatimizi çekiyor-çalışanlar için
modern aletlerle donatılmış bir spor
salonu. Firma her çeşit bayan üst giyim
üretiminde uzmanlaşmış, hatta başka
fabrikalara fason iş de gönderiyorlarmış.
Her şeyin küçükten büyüdüğü bilinen bir gerçektir, birkaç yıl sonra bu
firmanın daha da büyümesini görmek
arzusuyla oradan ayrılıyoruz.
Bir süre önce İnkayalı Mehmet ile
de buluştuk Bursa’da ağabeyi Fehmi
(Bizdeki Fami’lerin adları Türkiye’de
değişikliğe uğradı) ile Millet Mahallesi’nde “FMN” tekstil atölyesini işletiyorlar. Fehmi Türkiye’ye geldiğinde İstanbul’a yerleşmiş. Bir çorap fabrikasında
27
işbaşı yapmış, sonra şirket iflas etmiş.
Anne ve babası ile birlikte beş kardeş
de Bursa’ya yerleşmişler. Mehmet
şoförlük yapıyor, diğer kardeşleri ise
konfeksiyon işlerindeler. Fehmi’nin iş
becerebileceğine inanan kardeşlerden
Pedriye ile Mehmet Fehmi’ye kendi
işlerini kurmayı teklif ediyorlar ve bir
gün üç kardeşin konfeksiyon atölyesini
açıyorlar. Birkaç yıldan beri çocuk konfeksiyon işi üzere çalışmakta olan kardeşlerden ablaları emekli olunca şirket
ortaklığından da çekiliyor.
Bugün İnkayalı Şerif’in oğulların-
Fehmi Mehmet Şerifoğulları
Mestanlı’da
“Messi” firması çalışanları.
dan Mehmet ile Fehmi kardeşler de
Aşıklarlı Mehmet Öztürk gibi çok sayıda çalışanın evine aş götürmelerini
sağlamaktalar ve bundan da mutluluk
duymaktalar.
Biz de onların öğretmeni ve köydeşi olarak onlarla gurur duyuyoruz ve
her iki firmanın da daha güçlenerek,
gelecek yıllarda şirketler grubuna ve
nihayetinde holdinge dönüşmeleri temennilerimizi sunuyoruz. Neden olmasın? Biraz yukarıda her şeyin küçükten
büyüdüğünü belirtmiştik ya. (MeTe)
Rumeli
28
DEĞERLİ BİR ESER
Burhanettin ARDAGİL kimdir?
B
urhanettin Faikoğlu, 1943
yılında Kırcaali şehrinde dünyaya
gelmiştir. Doğma büyüme Kırcaalili
olan Burhanettin dört dörtlük bir
insan ve çok değerli bir sanatçıdır.
Daha erken öğrencilik yıllarında çizgiyle haşır-neşir oldu ve bir daha hiç
ayrılmadı. Çizgi neydi? Çizgi karikatür
demekti, çizgi söyleyeceklerini çizgiyle anlatmak demekti. Çizgi, kişi ya
da olayları resmetmek yoluyla betimlemekti. O, resmin geniş nüansaları
arasından kendisine en uygun bulduğu karikatürü seçmişti. İlköğretim ve
lise öğrenimini Kırcaali’de tamamladı.
Öğrencilik yıllarında kalemini hiç elinden düşürmedi ve sanatını geliştirdi.
Bunun yanı sıra, karikatür alanında
ün yapmış ülke ve dünya ustalarının
eserleriyle tanışmayı da ihmal etme-
di. Hele lise yıllarında kendisini hem
pratik, hem teorik olarak geliştiren
genç Burhanettin ‘in merakı ve emeli
daha yükseklerdeydi. Sofya şehrinde
bulunan Güzel Sanatlar Akademisinde öğrenimine devam etmek onun
en büyük arzusuydu. Ancak, kendisini bir türlü o Akademi öğrencileri
arasında göremiyordu. Sınavlarda
yetersiz mi oluyordu? Puanları mı
düşüktü? Hayır, hiç biri değildi…
Bir gün kahvehanede kahve sohbetinde aynı masada sivil emniyet
çalışanlarından biri Burhanettin’e
dönerek: “Faikoğlu, her yıl canla başla
çalışarak Güzel Sanatlar Akademisine
girmek istiyorsun. Ancak, maşallahın
var, ağzından da hiç de Türkiye sözcüğü düşmüyor. Böyle devam edersen,
yani bu gidişle sen oraya girmeyi
bırak, Akademinin kapısını bile göremezsin…” Demişti. Memur doğru
söylemişti. Sorun, bilgi ve yetenek sorunu değildi. Bilgi ve yetenek aransa
onlar Burhanettin’de fazlasıyla vardı.
Ancak, konuşmalarında, muhabbetlerinde Türkiye sözcüğünün var oluşu,
bir nevi onun düşüncelerinin dışa
vuruşu olarak kabul ediliyordu. Yani
Burhanettin, Türkiye’yi seviyordu. Bu
da Türk milliyetçisi demekti. Böylelerinin üniversite ve akademilerde
yeri olamazdı. Öyle de oldu. Burhanettin’e, onca merakına rağmen
Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmek
nasip olmadı. Oysa, Burhanettin
ırkçı, milliyetçi değildi. O, bir Türktü,
Türkleri ve Türkiye’yi seviyordu. Fakat
Bulgaristan’ı ve Bulgar halkını da seviyordu. Kırcaali şehrinde Bulgar-Türk
Kırcaali Ressamlar
Birliği kurucu
üyeleri arasında
Burhanettin de
vardı
Rumeli
komşular iç içe yaşıyorlardı. Okul
öncesi ve öğrencilik yıllarında da Bulgar arkadaşlarıyla hep birlikteydiler.
Bunun aksinin olmasına da imkan
yok. Çünkü, Kırcaali şehrinde, Türkler
ve Bulgarlar arasında hiçbir zaman
hiçbir musibet baş göstermemiştir. Ta
ezelden her iki etnik gurubun temsilcileri kardeş kardeş yaşamışlar ve
yaşamaya da devam ediyorlardı. Öyle
ki, Burhanettin’de Bulgarlara karşı
nefret aramak abesle iştigaldir. Kırcaali’de onun yakın dostlarından çoğu
Bulgardır. Yetmedi, Kırcali’de oluşan
“Bulgar Ressamlar Birliği” gurubunun
aktif üyelerinden olan Burhanettin’in
sanatçı dostlarının, çoğu da Bulgardı.
Onu Türk, Bulgar seçmeden oluşturduğu dostluklar, Bulgaristan’dan kovuluşundan sonra da devam etmektedir. O bugün bile İstanbul’da bir çok
Bulgar sanatçı dostundan mektuplar
ve tebrikler kabul etmektedir. Burhanettin’e milliyetçi yaftası yakıştırmak
ona eziyet edebilmek için uydurulmuş bir büyük yalandan ibarettir.
Burhanettin, Güzel Sanatlar Akademisine giremez. Ancak, kendisi
üzerinde çok çalışmış ve sanatını
geliştirmiştir. Yerel ve merkez gazetelerde karikatürleri basılır. Beğenilir,
takdirler ve ödüller kazanır. Karikatür
ve sanatçı her zaman iyiden, güzelden ve doğrudan yana olduğu için
çoğu zaman da muhaliftir. Karikatürlerinde tutunacak dal bulamayınca,
onu uyduruk milliyetçilik üzerinden
hırpalamaya başlarlar. Bu yetmez,
daha sonra yine uyduruk casusluk
suçlamalarına da maruz kalmıştır.
Öne sürülen iddialara hiçbir delil
bulunamaz. Buna rağmen defalarca
tutuklanarak emniyetteki hücrelerde
eziyet görmüş ve sağlığı bozulmuştur. Bununla da kalmazlar, sıhhatine
kavuşması için onu normal hastaneye
değil, de Sinir Hastalıkları hastanesine gönderirler. Komadan çıkan Burhanettin, o hastanede bulunuşuna
şaşar. Bunu, hem onun hem yakınlarının psikolojik çöküşü gerçekleşsin
diye yapmışlardır. Burhanettin’in
tutukevlerinde bozulan sıhhati için
“NAD -55” adlı bir gazeteye verilen bir
röportajda polis: “Onun boyu zaten
kısaydı ve erken gençlik yıllarında
“BECHTEREV” hastalığından hastay-
29
dı…” demiştir. İnsanlar arasına böyle
yalan bir söylenti yaymışlardı. Bu külliyen yalandı. Burhanettin Faikoğlu
1960-1965 yıllarında Kırcaali futbol
takımının defans oyuncusuydu. Hasta
bir genç futbol oynayabilir miydi?
Bütün bu yapılanlar onu doğru bildiği yoldan saptırmaya yetmedi. 1980-li
yıllarda Bulgaristan çapında Avrupa
örneği insan haklarını savunma hareketleri başlamıştı. Yurdun büyük
şehirlerinde Demokratik İnsan Haklarını Koruma cemiyetleri kurulmuş ve
faaliyetlerini bir hayli genişletmişti.
Merkez yönetim, Kırcaali bölgesinde
insan haklarının en büyük ihlali olduğu gerekçesiyle, burada da bir cemiyet kurdu. Ve Kırcaali’deki Demokratik
İnsan Haklarını Koruma Derneğinin
başına da Burhanettin Faikoğlu seçildi. Böyle bir cemiyette çalışmanın
çok tehlikeli olduğunu bildiği halde
Burhanettin yılmadı bu sahada da
başarılı oldu.
Burhanettin, daha öğrencilik yıllarında kendini her yönde geliştirmeye
niyetliydi. Ve geniş bir kültüre sahip
herkes tarafından sevilen bir kişi ve
değerli bir sanatçı olmayı başardı. O,
yalnız iyi bir sporcu değil, edebiyatı
ve dramı seven gençlerin de önde
gideniydi. Kırcaali şehrinde daha
tiyatro yokken, “Ömer Lütfi” okuma
yurdunda dram grubuna aktif olarak katılıyordu. 60-lı yıllarda büyük
şairimiz Nazım Hikmet’in “Enayi” ve
“Bir Aşk Masalı” oyunlarda rol alarak
seyircilerin beğenisini kazanmıştır.
O yılların gazetelerinin birinde şair
Sabahattin Bayram, Burnanettin ve
arkadaşları için, amatör olmalarına
rağmen usta oyuncuları imrendirecek
bir oyun sergilediklerinden bahsetmiştir.
Gelelim sanatçının eserine. Burhanettin, Bulgaristan’da totaliter
rejim yıllarında Türkleri eritme politikalarını konu alarak birçok karikatür
çizmişti. Onun yaratıcılığı 1989 zorunlu göçünde İstanbul’a yerleştikten
sonra da devam etti. Eserlerinden en
önemlilerini seçerek Burhanettin Ardagil, “UNUTMA, BUNLAR YAŞANDI”
derlemesini çıkardı. Karikatür ve yazılardan oluşan bu eseri her göçmenin görmesi gerekir. Burhanettin’in
“UNUTMA, BUNLAR YAŞANDI” adlı
eserinin Türkiye’de Sivil Toplum Örgütleri ve Göçmen dernekleri kitaplıklarında ve lokallerinde 5-er 10-ar
adet bulunması ve göçmen okuyucuların kitapla buluşmasını sağlamak
yararlı bir görev olacaktır. Aynı amaçla, bu kitabın, Bulgaristan’da belediyeler ve okuma evleri tarafından belli
miktarlarda satın alınıp okuyucuların
dikkatine sunmalarının çok önemli
insani bir görev olacağı kanısındayım.
Burhanettin, bir çok yerli ve uluslararası sergilere katılmış ve sayısız
denecek kadar ödül ve takdirler almıştır. Onun bu yeni eseri için bir çok
kurum, kuruluş ve sanatçılardan çok
olumlu değerlendirmeler gelmektedir. Bu büyük başarısından dolayı,
kendisini tebrik eder ve bu uğurda
başarılarının devamını dileriz.
(Süleyman ADALI)
Not: “UNUTMA BUNLAR YAŞANDI”
eserini satın almak için Burhanettin
ARDAGİL
Tel: 0533 375 37 07, Ya da Türkiye İş
Bankası, Şehremini Şubesi Hesap No:
1049 1337764
Rumeli
30
Bir ömrü
özetleyen
Madanlı’daki
mabed
“
Ben hayatımda çok az mutlu oldum,
bugün de o mutlu anlarımdan biridir”
cümlesi dudaklarından dökülürken, titreyen sesini, yaşaran gözlerini kalabalıktan
kaçırma imkânı yoktu artık. Boğazına
düğümlenen sözcüklerle yaşadığı sevinci,
geçmişteki acı günleri riyasız bir şekilde;
olduğu gibi özetledi…
Mayıs’ın ikinci günü, Kuşukavak’a
bağlı Madanlı köyünde apayrı bir heyecan, yürekleri bahar yeli önünde sürükleyen doyumsuz bir coşku vardı. Bir zümrüt
denizinde yılların izini taşıyan taştan
köy evleri, o evlerde kim bilir ne acılara,
sevinçlere tanık olmuş nur yüzlü ihtiyar-
lar, daha gencecik yaşta çilenin her türü
alınlarına nakış gibi işlenmiş taze gelinler,
karayağız delikanlılar farklı bir günü solumanın hazzı içindeydi.
Madanlı sakinleri Hafız İsmail Türker
Camisi’nin açılış töreni için toplanmıştı.
Koltuğunun altına bir tepsi su böreği,
bir çömlek pazı sarması, ev baklavası
sıkıştıran köy
kadınları, komşu köylerin
aksakallıları,
Kırcaali’den,
Koşukavak’tan,
Mestanlı’dan
idareciler, siyasiler, din adamları tören
alınındaydı.
Açılış öncesi, babası Hafız İsmail Türker’in hayrına yaptırdığı cami için üç-beş
kelam etmek üzere mikrofonu eline alan
Gazeteci Yazar Mehmet Türker, aslında
hiçbir şey söylemese de lisan-ı hal ile çok
şey anlatmıştı. Göz pınarlarında biriken
Rumeli
yaşlar, mahzun ama vakur duruşu son
kırk yılın özeti gibiydi. Hem onun, hem de
bu topraklarda yani Balkanlar’daki Türk
nüfusun ‘ateş çemberi’ndeki günleri onun
şahsında dile geliyordu adeta… Dileyen
korku tünelini andıran bu zaman dilimini
93 harbi olarak bilinen daha eski zamanlara kadar götürebilir, oradan itibaren
Balkan bozgunu, faşizm, komünizm yıllarını da işin içine katabilirdi.
Osmanlı’nın çöküşüyle omuzlarına
ağır bir yük binen Balkan Türkleri arasında Bulgaristan Türkleri’nin ayrı bir yeri
olduğu muhakkak. Özellikle 1980’lerin
ortasında ağırlaşan baskı ve zulüm, bu
topraklardaki her soydaşımızda unutulmaz bir iz, onulmaz bir yara bırakmıştır.
İşte o yaralı ama milli benliğinden asla
ödün vermemiş soydaşlarımızdan biri
Mehmet Türker…
Zulüm adası Belene’deki çile dolu
günler, hapisler ve sürgünler… Sonra
sınırdışı kararı. Bir valiz, bir eş, iki yavru ile
yeni ve zorlu bir hayata ilk merhaba. Bir
yandan hayata tutunabilmenin, öte yandan ömrünü feda ettiği değerleri savunmanın ağır yükü… Bütün bunlara rağmen eğilip bükülmeden, doğru bellediği
yolda, hayırla anılan izler bırakabilmek…
Bir kâbustan, sonsuz maviliklere
uzanan bir düş devşirmek; üstelik o düşe
konu komşu, hısım akraba, eş dost herkesi paydaş etmek… Duygu dolu cümlelerle ömür çizgisinde ipuçları veren Mehmet Türker’in sevincine hak vermemek
31
(Soldan sağa) Mehmet Türker, HÖH Kırcaali İl Başkanı ve Cebel Belediye Başkanı
Bahri Mehmet, Halil Türker, müteahhit Kadir Kırcı, milletvekili Erdinç Hayrullah ve
İsmail Çavuşoğlu. Hafız İsmail Türk Camisi’nin açılış töreninde...
mümkün müydü? Onun bütün sıkıntı,
eziyet ve işkencelere rağmen varoluşun
gerçek amacını kavramadaki samimiyeti
önünde saygıyla eğilmemek mümkün
müydü?
Baharın coşturduğu yeşillikler içinde
yükselen Hafız İsmail Türker Camisi bir
köy mabedi olmanın ötesinde onurlu bir
ömrün, mensubu olunan milletin değerlerine bağlılığın, dahası bir dâvâya gönül
vermenin, alperenlik ruhunun somut
ifadesi değil de nedir?
Mehmet Türker’in dilini, dinini, örfünü, geleneğini yaşatma adına verdiği en
çetin sınavları başarıyla tamamlaması ve
bunu babasının adına inşa ettirdiği cami
ile taçlandırması, gönülden alkışlanacak
bir davranıştır. Hayırlarının kabul olması
duasıyla, kendisini kutluyoruz…
Yazı: Abdulkadir Karataş
Fotoğraflar: İsmail Çavuşoğlu
Rumeli
32
Atatürk, Kırcaali’de ilk kez törenle anıldı
Müzekki Ahmet’in başkanlığındaki
Türk Kültür ve Sanat Derneği (TÜRKSAD)
ilk kez Kırcaali’de 19 Mayıs Atatürk’ü
Anma, Gençlik ve Spor Bayramını kutlama etkinliği düzenledi. Ömer Lütfi Kültür
Derneğinin kütüphanesinde gerçekleştirilen kutlamada Bursa’da BAL-GÖÇ’ün
kurucularından Balkan Rumeli Göçmenleri
Konfederasyonu Genel Sekreteri Zülkef
Yeşilbahçe, 1984 yılında Bulgarlaştırma
sürecine karşı Gorno Prahovo (Tosçalı),
Mleçino (Sütkesiği) bölgesinde meydana
gelen kalkınmalarda yer alan Salih Özertürk, Ömer Lütfi Derneği Başkanı Seyhan
Mehmet hazır bulundular. Kırcaali gençlerinin doldurduğu salonda çok sayıda aydın
vardı.
Programın başında Müzekki Ahmet,
Manisa’nın Soma İlçesinde yaşanan maden faciasında hayatını kaybeden maden
şehitleri anısına bir dakika saygı duruşunda bulunulmasını rica etti. Kırcaali Türk
Kültür ve Sanat Derneği ve Ömer Lütfi
Kültür Derneği yönetimi olarak Seyhan
Mehmet ile birlikte bizzat T.C. Filibe Başkonsolosluğuna gidip Soma faciasına ilişkin taziye defterini imzaladıklarını bildirdi.
Daha sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün
hayatını anlatan bir yazı okudu. Aynı zamanda salondakiler slayt gösterisi izlediler. Atatürk ile ilgili verilen bilgiler üzerine
kısa bir soru-cevap yarışması düzenlendi.
Soruları doğru cevaplayan gençlere Atatürk kitapçığı hediye edildi. Beş yaşındaki
Atakan Ömer ifadeli söylediği Atatürk ile
ilgili bir şiirle büyük beğeni kazandı.
Konukları ve gençleri selamlayan
Ömer Lütfi Derneği Başkanı Seyhan Mehmet, dernek başkanı olduğundan bu yana
gençlerin Atatürk hakkında daha fazla
bilgilendirilmesini hedeflediğini paylaştı.
Kendi neslinin Atatürk konusunda biraz
geri kaldıklarını, fakat son yıllarda sınırların
açılması ve gelişen teknoloji sayesinde
bu eksikliğin hep beraber telafi edilmesi
gerektiğinin altını çizdi. Müzekki Ahmet
ile birlikte dernek başkanları olarak Filibe
Başkonsolosluğunun desteğiyle gençleri
ilk önce Atatürk’ün doğduğu eve götüreceklerine dair söz verdi. Ayrıca derneklerin
Atatürkçülüğü yaşatmak, Cumhuriyetin
kuruluşu, Türk tarihi, Çanakkale Savaşları
konusunda gençlere bilgi vermek için
çaba sarf edeceklerini belirtti. Seyhan
Mehmet gençlere, “Hep beraber bu yolda
ilerleyelim. Gelecek nesillere Atatürk’ü
çok iyi tanıtalım” diye seslendi. (Kırcali
Haber’den alıntı)
Başkan Halil İbrahim Şenol
Başkan Yardımcısı Abdurrahim Nursoy
İzmir, Gaziemir Belediyesi son
seçimleri soydaşların yüzünü güldüren
bir sonuçla neticelendirdi. Önceki
dönem belediye başkanlığında
bulunan CHP’li Başkan Halil İbrahim
Şenol’un ataları aslen tarihe mal olmuş
Tımraş Pomaklarına dayanır. Şenol’un
Balkan göçmenleriyle samimi ilişkileri
yürütmesi sonucu özellikle Sarnıç’ta
ikamet eden on binlerce Bulgaristan
göçmeninin oylarının büyük çoğunluğu
CHP işaretiyle seçim sandığına düştü.
Şenol, soydaşlara bir vefa borcu olarak
Sarnıçlı işadamı, önceki dönem Gaziemir
Belediye Meclis üyesi Abdurrahim
Nursoy’u bu yeni dönemde de birinci
sıradan meclis
üyesi gösterdi
ve kazanılan
seçimlerden
sonra
Gaziemir
Belediye
Başkan
Yardımcılığına getirmekle samimiyetini
bir kez daha ifade etti.
Abdurrrahim Nursoy yeni dönemde,
İnsan Kaynakları, Yazı İşleri Müdürlüğü,
Hukuk İşleri ve Sarnıç’tan sorumlu
başkan yardımcısı olarak görev
yapacak. Kırcaali, Çernooçene doğumlu
hemşehrimiz Nursoy’a sağlık ve üstün
başarı dileklerimizle.
(Halil TÜRKER-“Rumeli” dergisi,
İzmir temsilcisi)
Abdurrahim Nursoy
İzmir Gaziemir Belediyesi
yönetimde
Rumeli
33
Koşukavak Turizm,
Türk Dünyası’nı
Balkanlar’la
buluşturmaya
devam ediyor
Türk Dünyası Kültür Başkenti
Eskişehir etkinlikleri kapsamında
Eskişehir Türk Dünyası Kültür
Ajansı ile Koşukavak Turizm
rehberliğinde binlerce öğrenciyi
Balkanlar’la buluşturdu.
K
oşukavak Turizm
önderliğinde Eskişehir’den
yola çıkan öğrenciler Bulgaristan
ve Yunanistan’ın keşfetme imkanı
buldular.
Bulgaristan Grubu sabah
erken saatlerde yola çıkıp sınır
işlemlerinin ardından Bizans, Yunan
ve Osmanlı Devleti’nin derin izler
bıraktığı Filibe’ye vardılar. Filibe
antik tiyatroyu keşfeden öğrenciler
Cuma Cami önünde bol bol fotoğraf
çektirdiler. Konaklamak için Otel’e
giden öğrencilerin bir hayli yorgun
fakat bir o kadar da mutlu oldukları
gözlerinden belliydi.
İlk günün yorgunluğunu atan
öğrenciler Bulgaristan’ı keşfe devam
etmek için Kırcaali’ye doğru yola
koyuldular. Öğrencilerin Kırcaali’de
ki ilk durağı Kırca –Ali’nin kendi
adını taşıyan cami ve külliyesiydi.
Çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu
Kırcaali’de öğrenciler sanki Türkiye’de
ki bir şehirde gezer gibi gönlünce
gezip , eğlendiler.
Gezinin üçüncü gününde
öğrenciler Bulgaristan Turunu
tamamlayıp Çanakkale’yi gezmek
için Türkiye’ye doğru yola koyuldular.
Çanakkale’de şehitlikleri gezen
öğrencilerin duygu dolu anlar
yaşadığı gözlerden kaçmadı.
Konaklamak için Çanakkale’de
mola veren öğrenciler Dördüncü
günün sabahında ise birbirlerinden
ayrılacağı için içleri biraz buruktu.
Fakat yaşadıkları onca güzel anı
ve keşfettikleri onca diyar için
ise oldukça mutluydular ve bu
Turu onlarla birlikte yaşayan
Koşukavak Turizm Yön.Krl.Bşk. Rıfat
Yakupoğlu’yla bol bol teşekkür edip
hatıra fotoğrafı çektirdiler.
Kültür Dünyası Başkenti
etkinlikleri kapsamında diğer
durağımız Yunanistan. Gümrük
işlemlerinden sonra öğrencilerin
ilk durağı 1928’de kurulan
Gümülcine Türk Gençler Birliği’ydi.
Gümülcine’de mola veren öğrenciler
İskeçe’ye doğru yola koyuldular.
İskeçe’de Türk Mahallesini ve Tarihi
Çarşı’yı gezdikten yola devam ettiler.
Sabah’ın erken saatlerinde
Kavala’ya varan öğrenciler önce
Osmanlı Mısır Hidivi Kavalalı Mehmet
Ali Paşa’nın Cami ve İmareti’ni ziyaret
ettiler. Kanuni Sultan Süleyman’ın
yaptırdığı su kemerleri arasından
geçerek Selanik’e doğru yola devam
ediyorlar.
Selanik’te Kordon , Beyaz Kule ve
Selanik Kalesi’ni keşfeden öğrenciler
son olarak Atatürk’ün evini ziyaret
edip bol bol fotoğraf çekmeyi ihmal
etmediler.
Selanik’te konaklayan öğrenciler
Atalarının Türk Ulusu için destan
yazdığı Çanakkale’ye doğru yola
çıktılar. Koşukavak Turizm’in
deneyimli rehberleri eşliğinde
Çanakkale’nin tarihi dokusunu
yaşayan öğrenciler Atatürk’ün
doğduğu evden sonra Atatürk’ün
Türk Ulusu’nun gözünde bir
kahraman olarak doğduğu
Çanakkale’yi de keşfetme imkanı
buldular.
(Mehmet Mutlu)
Rumeli
34
Cemal’in tabloları yetim kaldı
Y
az gecelerinde gökyüzüne
baktığımızda binlerce yıldız görürüz.
Bir an olur iz bırakan bir yıldız kayıp
kaybolur. Hakikaten böyle bir yıldız da
koca geçenlerde Kırcaali’den kaydı resim
sanatında derin, çok derin iz bırakarak.
Renk âleminin en parlak zamanında
Kırcaali yöresi Türk köylüsünün iri, nasırlı
emekçi ellerinin resmeden hemşerimiz
“Cimi”-Cemal Emrullov hayata gözlerini
kapayıp gitti.
Onun sanatında kullandığı renkler
köylünün tütünüydü, kirazıydı, gözünün
rengiydi, kendisi gibi saf, sıcak ve insanın
ruhunu okşayıcıydı. Cimi hiçbir zaman
renkleri “çorba” yapmadı.
İslâm dininde vefat edenin ardından
kötü sözler söylenmez. Onun ardından
zaten söylenecek kötülüğü de yoktu ya…
Yaratıcılığın tam zirvesinde genç
yaşta kaybettiği oğlunun acısıyla göçüp
gitti Cemal, tablolarını öksüz bıraktı
duvarlarda asılı.
Defalarca atölyesinde onu
seyrettim. Bir rengi tuvale koymadan
iki kolunu önüne bağlar ve beyninde
kompozisyonu kuruyordu. Bir müddet
sonra beyaz tuvalde tütün dizen
veya toplayan güzel Türk kızları
beliriveriyordu. Bir başka kez de onun
aksesuarı olan avluda kovalaşan horozlar,
tavuklar, kuzular canlanıveriyordu
fırçasının ucundan.
Çocukluğunu Çiftlik köyünde
geçirdiğinden gabalaklı amcanın nasırlı
ellerinin parmaklarını ve ayaklarını o
kadar iyi resmediyordu ki, bir başka
meslektaşları bile onların kopyasını
çekmeden edemediler.
Cemal deyince aklıma önce onun
hayatta en büyük tutkusu olan futbol
gelir. Oynamasını sevdiği kadar
izlemesini severdi. Hele de “Arda”
takımının ünlü yıldızı Mümün Kaşmer’in
hastasıydı adeta, onun çalıştırıcısı
olmuştu. Ona top kaldırmaktan büyük
zevk alırdı, maçlarını izlemek için diyar
diyar dolaşırdı.
Onu sevenler, hele hele yarım kalan
tabloları çizilmeyi bekleyecek…
Cimi, gittin ama yakışmadı adın
mezar taşına. O fırçalarında kalan renkler
yüreğin gibi tertemiz kaldı. Bu dünyada
kimseyi kırmadan, incitmeden, zaten
senin tabiatın buydu…
Son görüşmemizde yaşama azminin
azaldığı, hatta sıfırlandığı anlaşılıyordu.
O zaman çok üzüldüm. Oğlunun acısı
seni bitirdi. Bu da baba sevgisinden
olacaktır her halde? Ruhun şad olsun can
kardeşim!
(Burhaneddin Ardagil - Faikov)
Rumeli
35
Bulgaristanlı
müftülerin
Trakya
ziyaretleri...
B
u yıl mayıs ayı başında Bulgaristan
Müslümanları Yüksek İslam Şurası
Başkanı ve Bölge Müftüleri Kırklareli
ve Trakya Üniversitesi Rektörlerini
ziyaret ettiler.
Bulgaristan Müslümanları Yüksek
İslam Şurası Başkanı Şabanali Ahmed
ve beraberindeki Haskovo Müftüsü
Basri Eminefendi ve Kırcaali Müftüsü
Beyhan Mehmed, Kırklareli Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Mustafa Aykaç’ı
makamında ziyaret ettiler. Görüşmede İlahiyat fakültesi dekanı Prof. Dr.
Mehmet Dalkılıç ve İl Müftüsü İsmail
Bayrak hazır bulundular.
Şura Başkanı’nın himayesinde
heyet daha sonra Trakya Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Yener Yörük’e iadeyi
ziyarette bulundu. Her iki görüşmede Üniversitelerin Bulgaristan’dan
öğrenci aldıklarını ve almaya devam
edeceklerini, bilhassa yeni açılan
Kırklareli ve Edirne İlahiyat’a da öğrenci almak istediklerini Rektör beyler tarafından vurgulandı. Türkiye’de
eğitim almaları hasebiyle duydukları
memnuniyeti dile getirerek, mezkur
(adı geçen) ilahiyatların tanıtılmasına
katkı sağlayacaklarına ve öğrenci
yönlendireceklerine dair söz verdiler.
Heyet daha sonra Edirne İl Müftüsü Emrullah Üzüm’ü ziyaret ederek,
Kutlu Doğum haftası münasebetiyle
Bulgaristan’da birçok programa katılarak konuşma yapmaları hasebiyle
kendilerine teşekkür etti.
Verimli programları YTB tarafından Edirne’de düzenlenen “Proje geliştirme” sempozyuma katılmalarıyla
sona erdi. (Kırcaalı Haber)
Sırnitsa’da etnik etkileşimler tartışıldı
“Rodoplarda Dostluk ve Kültür
Paylaşımı Derneği” Başkanı Mediha
Zaimova’nın öncülüğünde, Kırklareli
Üniversitesi, Üsküp (Kırklareli) Belediyesi
ve Sırnitsa Belediyesi’nin işbirliğinde, 17
Mayıs 2014 Cumartesi günü Sırnitsa’da
“Balkanlar’da Etnik Etkileşimler” konulu bir
seminer düzenlendi.
Seminere, Üsküp Belediye Başkanı
Hüseyin Kasap, Sırnitsa Belediye Başkanı
Mustafa Alikanov, Kırklareli Üniversitesi
öğretim görevlileri Yrd. Doç. Dr. Raşit
Gündoğdu, Yrd. Doç. Dr. Sevim Hacıoğlu
ve anılan üniversite bünyesindeki “Balkan
Araştırmaları Uygulama ve Araştırma
Merkezi” Müdürü Ahmet Altay’ın iştirak
ettiler.
Muavin Konsolos Murat Muhacıroğlu
da seminere iştirak ederek, kısa bir
selamlama konuşması yaptı.
(Mehmet Kösev-Smolyan)
Rumeli
36
Bir süre önce satın alınan otel,
gerekli tadilat ve düzenlemenin
ardından “Yoniko-Termal” adıyla
hizmet vermeye başlayacak
“Yaman Hotel”e
kardeş geldi...
B
Gebzeli işadamı Salim Yaman,
Haskovo Banyoları’nda en
güzel otel olan “Yoniko”yu da
satın alarak buradaki otellerini
çiftledi.
ulgaristan’da ciddi yatırım yapan Gebzeli işadamı Salim Yaman, Haskovo Banyoları’nda en güzel otel olan “Yoniko”yu da satın alarak buradaki otellerini
çiftledi. Aslen Bulgaristanlı (Kırcaali, Üçtepe) olan Salim Yaman üç yıl önce hizmete açtığı “Yaman Hotel”in çok yoğun olması dolayısıyla ikinci bir otele ihtiyaç
duyulduğunu ifade ederek, “Neye niyet, neye kısmet. 1970’li yılların başında Türkiye’ye göç edip T.C. vatandaşlığına geçtiğimizde Bulgaristan’daki totaliter rejim
bizleri ‘vatan hain’i ilan ederek vatandaşlıktan ihraç etmişti. Şimdi öyle bir zaman
geldi ki, bizler burada işadamı olarak faaliyet yürütüyoruz. Otelimiz özellikle
Makaz Sınır Kapısı’nın açılmasıyla Yunanistan’dan çok sayıda müşteri almaya
başladı. Mayıs-eylül ayları arasında tam kapasite dolu çalışıyor. Bilhassa helal
kesim et ürünlerinden yemek hazırlanan restoranımıza da çok ilgi var. Geçen
yıl çok sayıda müşterimize kapılarımızı açamadığımızdan yeni bir otele ihtiyaç
duyduk ve kısa bir süre önce buradaki “Yoniko” oteli satın aldık, adı da “YonikoTermal” olarak değişti. 1990 yıllarda hizmete giren otelde bazı tamir işleri gerek,
yeni tesise her halde gelecek yıl müşteri alabileceğiz” dedi.
Otuz dört odası ve altı da apartmanı bulunan otel modernize edildikten
sonra buranın en kaliteli oteli olarak hizmet vereceğine de dikkat çeken Yaman,
müşterilerin çoğunluğunun Türkiye’den geldiklerini ve konfor aradıklarını söyledi.
“Bu ihtiyaçlara da ancak yeni otelde cevap verebileceğiz. Günümüzün insanı
her şeyin en iyisine lâyık olduğunun bilinciyle çalışmamız gerek” diye konuşan
Salim Yaman’a daha nice otellere sahip olma dileklerimizle. (Rumeli Dergisi)
Rumeli
37
Şakanın böylesi...
R
ahmetli dedem 75 yaşındayken, ben orta
ikiye gidiyordum. Şaka yapmayı seven biriydi. Sıkça sıkça biz afacanları etrafına toplayarak
başından geçen olayları anlatırdı.
Bir defasına ilk motorlu arabaya nasıl bindiğinden söz etti:
“Bizim buralarda eşek, öküz arabası bile gördüğümüz yoktu. Dağ başında araba ne gezer?
Eşek boldu bak, bazılarının katırı, beygiri vardı.
Akranlarım Gümülcine, İsketçe, Kavala / Batı
Trakya kasabaları / taraflarına çobanlık, ırgatlık
yapmaya, tütün işlemeye gidiyorlardı. Meraklandım. Ben de gittim onlarla. Yaşım neredeyle
onbeş, onaltı. Bir ağa ile pazarlık yaptık, çoban
oldum. Elli kadar koyun ardından koşacağım.
Bir hafta kadar geçtikten sonra, ağa bir öğle
vakti yanıma geldi. ‘Koyunlar yatsın. Kalk ! Gel
benimle! Seni çiftliğimde gezdireyim, gör’, dedi.
Gittik. Oda gibi bir yere oturttu beni. Altında
dört tekerlek , o zamanki bizim köydeki misafir odasına benzeyen bir şey. Bir ara bir uğultu
koptu. Korktum. Sonra önündeki, kasabalarda
görüp de tadına bakamadığımız gevreklerin
birki misli büyük bir gevreyi sağa sola çevirmeye
başladı. Oda gürültü kopararak yolda ilerliyordu. Öyle gidiyordu ki, vızıl vızıl. Yol boyundaki
ağaçlar birer birer arkada kalıyordu. Havada
uçuşan kuşları bile önlüyorduk. Gezdik, dolaştık. İkindi üstü, hava serinlemeye başladığı
zaman dönüp, geldik koyunların yanına. Ben
adamın zenginliğini görünce, yevmiyemi biraz
artırmasını istedim. Razı gelmedi. Benim de
kelim şişti. Öyleyse ben bırakıyorum. Babamın
çıftliğinde çalışırım! Sana kavuk yok! Hemde
bu senin cip babamınkisi yanında birşey değil.
O, böyleleriyle tarlalara gübre taşıyor. Kendi
koştuğunu gene, sen hayal bile edemezsin”, deyip
bırakıp döndüm, oralardan buraya. Eleğimi aşa
mı asacağım yoksa?! Ağa olmuşta ne sanki! Bu
benim ilk köyden çıkmamdı. “
Rahmetli uzun boylu, zayıf yapılı, kısa sakallı, mülaim, bakımlı, nur yüzlü bir erkek güzeliydi. Sırtında aba potur, yeleğinde köstekli saatı
vardı. Başında kabalak. Yazları sarıksız, kışları
kulaklarıyla beraber sarıklı taşıyodu. Belinde
üç veya dört metrelik yapağıdan kuşak. Onu
yalnız akşamları yatarken, bir de büyük aptesini
bozarken indiriyordu. Olgunluk çağına girince
yeniden İskeçe, Gümülcine ovalarına dönmüş,
tütüncülük yapmış, bu işin çalımını almış, bu
taraflarda uygulamış. Daha sonraki gelen ekonomi kriz yıllarında hayvan derisi toplamış, çarık
yapıp satmış. Başkalarının eşeği yokken onun iki
katırı varmış. Birisiyle kendi, diğeriyle de babam
gidip, geliyomuş pazarlara. Bundan dolayı da
lakabımız “Çarıkçı“ olarak kalmış.
Yaşlanınca iş eşeğe düşmüş. Güzel, bakımlı
koca kulaklı bir eşek sahibiydi. Onu doyuruyor,
suluyor, bakımını yapıyordu. Başka işe bakmazdı. Pazartesi Eğridere ( Ardino ) pazarına, salı
Maşkılı (Kobilyane) ve cuma günü de Kırcaali
/Bulgaristan’ nın Rodop havalisinde bulunan
yerleşim birimleri/ pazarına gidiyordu. Semere
önce keçi kılından dokunmuş heybeyi, üstüne
dövülmüş kırmızı kilim, sonra kaba yastık, yerleştiriyor daha üstüne de kendisi oturuyordu.
Yalnız o, koca kulaklı merkep biraz azgın, biraz
da çapkındı. Dedem iki de bir “A be oğlum, bu
meret beni pazarlarda rezil ediyor. Nerede eşek
görürse görsün anırmaktan ağzı kapanmıyor.
Hele de dişi görmesin, hepten esiriyor“, diye ağlanıyordu. Bir iki derken, başkalarından duyup
da bayırda hayvan güderken, başka eşeklerde
denediğimiz bir şeytanlık aklıma geldi. Bir defasına :
“Dede, ben onun kolayını bulur, seni rahatlatırım“, dedim.
“Kaç başımdamdan! Azmış o! Azmış! Nasıl
kolayını bulacaksın? Bulamassın! Bulamassın
vesselam“ , diye beni tersledi.
“Bulacağım dede, hemde bak nasıl bulacağım. Yarın Kırcaali pazarına rahat rahat gidip,
geleceksin”, diyerek onu sakinleştirdim.
Pek inanmasa da :
“Bul bakalım! Bul da göreyim!“, dedi, başımı
sıvazlayarak.
O görmeden ahıra girdim çıktım.
Benden sonra gitti, eşeği aldı, donattı, kasabanın yolunu tuttu.
O günün sonunu zor bekledim. Dedem, her
zaman olduğu gibi, akşam namazından önce
döndü.
Eşekten avlu kapısı yanında indi. Ben evin
önünde duruyor, tutumunu izliyordum. Yüzü
belli belirsiz gülümsüyordu. Yanına çağırdı beni.
Elini küşağına soktu. Çıkarıp bana bir kısım
bonbon şekeri verirken.
“A be oğlum, buna ne oldu? Bu bilmem neresini ne yaptığımın koca kulaklısına? Onun ağzı
tıkandı, kıçı açıldı“, diyerek şaşkınlığını belirtti.
Nereden bilecekti adam, zavallı hayvanın
poposunun yağlı olduğundan, orasını sıkamayıp
da anıracağı yerde durmadan yellendiğini !?
Ben, küçük şeytan, gülmekten kendimi
alamadım. O görmeden eşeğin poposuna biraz
koyu makina yağı ( gres ) sürdüğümü, ona korkumdan söyleyemedim.
Bulgarista /Kırcaali
Mustafa
BAYRAMLI
Rumeli
38
Bulgaristan Türkleri
Özgürlük Yürüyüşleri...
B
ilindiği gibi Aralık 1984 ve Ocak 1985
Bulgaristan Tüklerinin isimleri Bulgar
isimleriyle değiştirildi. Hiç ara vermeden
bütün örf ve âdetler yasaklandı. Baskılar
daha şiddetlendi. Türklerin önemli bir
kısmı Belene’ye sürgün edildi, diğer bir
kısmı hapislere atıldılar.
Gerçekte Bulgaristan Türklerine yapılan baskılar daha 93 harbi olarak bilinen
1877-1878 Rus-Osmanlı Savaşı zamanında başladı. Osman Paşa’nın bütün kahramanlıklarına rağmen Osmanlı savaşı
kaybetti. Bulgaristan Türklerine baskılar
daha savaş zamanında başladı ve sivil
halkın kıyımlarına kadar vardı. Savaştan
sonra birçok ulusararası antlaşmalara rağmen baskılar devam ettiler.
Baskıların en şiddetli zamanları Balkan Savaşı yıllarında oldu. Stamboliyski
zamanında Bulgaristan Türkleri birazcık
nefes aldıktan sonra Sgovoristler döneminde yine baskıların belirtileri başladı.
Bu baskılar tefrikçi (ayrımcılıkçı) faşist
hükümetleri zamanında şiddetlendi. 1944
Komünistlerin iktidara gelmesinin ilk
yıllarında Türklere tanınan bazı haklar sayesinde hızlı bir gelişme oldu. Fakat 19561967 yılları arasında Türklere karşı ırkçı
tutumlarıyla bilinenler ve Türklere karşı
daha ılımlı davrananlar arasında mücadele başladı. Todor Jivkov’un da desteğiyle
mücadeleden ırkçılar başarıyla çıktılar.
Bu zor şartlar altında her türlü zorlukları yenerek 1989 başlarında Türkler
teşkilâtlanmaya başladılar. Bunu sezen
hükümet bazı Türkleri sınır dışı etti.
Fakat artık ok yaydan çıkmıştı. Mayıs
1989 yılında yürüyüşler başladı. Halkın
sabrı taşmıştı. Her şeye pek aldırmayan,
biraz ağırbaşlı görünen, fakat her lâfı
titizlikle izleyen ve gerektiğinde kükreyen
Deliormanlılar şahlandı. Deliorman havası gibi insanı da biriktire biriktire, sindire sindire bir hızı vardır ki, bozkır fırtınasında gibi, bakırdan dökercesine yağar,
dal kırar, ağaç söker. VE 19, 20 Mayıs
1989 tarihinden sonra Barış Ve Özgürlük
Yürüyüşleri başladılar.
Bu yıl yürüyüşlerin 25. yıldönümü-
dür. Fakat derneklerimizden, federasyonlardan şu ana kadar çıt yok.
Ben bu kısa girişten sonra şimdiye
kadar tespit ettiğim 34 yürüyüşten bazılarıyla sizleri tanıştırmağa çalışacağım.
YUSUFHANLAR- KAOLİNOVO YÜRÜYÜŞÜ-İLK ÖZGÜRLÜK VE BARIŞ
YÜRÜYÜŞÜ
1985 yılı Ocak ayında zorla isim değiştirme cinayetinden sonra yoğunlaşan
baskılar 1989 Mayıs ayına kadar devam
etti. 20 Mayıs 1989’da Deliormanlılar, yetti artık dedi ve yürüyüşler başladı. Şumnu
ili, Yusufhanlar (Pristoe)* köyüne toplanmış olan halk, güneye doğru hareket
etti. Bu Özgürlük ve Barış Yürüyüşü’ne
Yusufhanlar, Şarvı (Braniçevo), Davulcular (Gusla), Saltıklar (Sredkovets), Çoban
Nasuf (Zagoriçe), Nasufçular (Duhovets)
vb. köylerden de yürüyüşçüler katıldılar.
Emberler’e (Kliment)* geldiklerinde yakın
köylerden gelenlerle köy meydanı dolup
taştı. Şumnu köylerinden başka Razgrad
sancağının Nasuhçular, Akçalar, Podayva
ve diğer köylüleri de katıldılar. Saltıklarlı
Kıymet Basrieva’nın kısa ve özlü konuşmasından sonra iki öğrenci şiir okudu.
Tek bir kelime Türkçe konuştuğu için
para cezası ödemiş, Bulgarca bilmedikleri
için hastanelerden kovulmuş, horlanmış
insanlarımız Türkçe okunan bu şiirleri
büyük bir heyecanla ve gözyaşlarıyla dinlediler. Emberler’den Hasıllar’a (Naum)*,
oradan da Çufalar›a (Täkaç)* varıldığında
köyün merkezinde bulunan su tankerinin
üzerine çıkan Lütfi İbrahimov (Öncü)
“Arkadaşlar köyümüze hoş geldiniz” sözleriyle başladıktan sonra kısa bir konuşma yaptı. Konuşmasını şu sözlerle bitirdi:
“…bu yürüyüşler isimlerimizin geri
verilinceye (iade edilinceye) kadar devam
edecektir”. Çufalar’dan sonra Bohçalar
(Kaolinovo)*5 kasabasına doğru devam
edildi. Yürüyüş esnasında gizli milis (polis) mensupları da uyumuyordu. Daha
Emberler’de Özgürlük Yürüyüşünü takip
etmeğe başlamışlardı. Çufalar›da itfaiye
arabası göründü. Ancak müdahale yoktu.
Havada helikopter de devamlı olarak tur
atmağa başladı.
Çufalar›da Yürüyüşe Aydoğdu (İzgrev), Taşkınköy (Buynovitsa), Işıkköy
(Osenovets), Senebirlik (Sini-vir), Karabaşlı (Çernoglavtsi), vb. köylüler de katıldılar. Çufalar-Kaolinovo arasındaki 5 km.
yol, Özgürlük ve Barış yürüyüşçülerine
dar geliyordu. Bu arada Razgrat köylerinden telefonlarla soruyorlar: «Yürüyüş
var mı, Şu an nereye vardılar?». Bir süre
sonra Aydoğdu içinde Razgrat plakalı
arabalar göründüler. Kaolinovo’ya doğru
olanca hızla gidiyorlardı.
İhtiyar, kadın, çocuk, erkek ve gençlerden oluşan yürüyüşçüler Osman Paşa
“Tuna nehri akmam dedi”
marşını söylüyorlar, kol kola kenetlenmiş ilerliyorlardı.
“Ünü büyük Osman Paşa” mısraları
bozkırın ortasındaki yer yer meşe ormanlara ulaşıyor, yavaş yavaş ormanların
içine sokuluyor ve bitimsizlikle kayboluyordu. Hayır kaybolmuyor, sanki meşe
ağaçlarından güç alırmış gibi ormanların
ötelerine yayılıyor ve Deliorman, Güney
Dobruca köylerine doğru çın çın ötüyor,
insanlarımızı yeni yürüyüşlere çağırıyordu. Hak ve Özgürlük Savaşımına (mücadeleye) davet ediyordu.
Bohçalar (Kaolinovo)* kenarında
görünüm değişti. Polis ve asker yolu kesti.
Kasabanın içine girmeğe izin vermiyorlardı. Yürüyüşçüler tarlalar içinden yürümeğe başladılar. Sesler yükseldi. “Birbirinizden ayrılmayın”, “Kadınları, çocukları
ortaya alın” ve ilerlediler. Özgürlük
yürüyüşçülerini bölmek için bir tank,
halkın arasına girdi. Ellerinde hiçbir şey
bulunmayan yürüyüşçüler yol kenarında
yakmak için hazırlanmış (kesilmiş) odunlara, yerdeki taşlara sarıldılar. Çelik tanka
isabet eden binlerce taş ve odunların
yankısı uzaktan makineli tüfek taramasını
yansıtan sesler çıkarıyordu. Ortalık birden karıştı. Polis, polis köpekleri ve askerler yürüyüşçülerin üzerine yürüdüler. İki
taraf birbirine girdi. Bu sırada Yürüyüşçüler bir kurban verdiler. Kusköylü şoför
Rumeli
(Fotoğraflar: Ramis Serbest)
39
Necip Osman yere serildi ve kalkamadı.
Yürüyüşler bittikten sonra, polis halk
arasında “kalp krizi” söylentisini yaymağa
çalıştı. Fakat bu olaydan tam 10 yıl sonra
“24 Çasa” adındaki Bulgar gazetesinin 19
mayıs 1999 tarihli yazısında “Necip, 25
kişinin ellerinde yere serildi. Kalp krizi,
tank veya tüfek dipçiği mi bu genç insanı
aramızdan ayırdı?” diye soruyor. Fakat,
Hâlâ cevap yok.
Bir grup polis çemberini yararak,
kasabanın merkezine ulaşmayı başardılar.
Bu sırada Kaolinovo’nun doğusundaki
Mahmuzlu (Todor İkonomovo), Kuzköy
(Kus), Sofular (Vılnari) vb. köylerden gelen ikinci bir grup kasabanın merkezine
yetişti ve esas grupla birleşti. Bohçalar’ın
merkezinde yapılan mitingde Emine
Osmanova konuştu ve tüm Bulgaristan
Türklerinin isteklerini açık ve net bir
surette ortaya koydu. Özetle istekler şunlardı:
“Türk isimlerimizin iadesini istiyoruz.” “Türkçe konuşma yasağı kaldırılsın.”
“Örf ve âdetlerimize karışılmasın.” “Baskılara son verilsin.” Bunlar her insanın en
doğal hakları değil mi?
Bu arada Bohçalar kenarındaki
ormanda bir başka insanlık dramı yaşanıyordu. Özel polis ekipleri yürüyüşçülerden bir kısmını tutuklayıp yol kenarına
hendek içine yatırmışlar diğer bir kısmını
da ormana götürmüşlerdi. Bunu, Aydoğdulu Ömer Yılmaz’ın (Süleyman oğlu)
ağzından dinleyelim. “İki asker kollarıma
girdiler, kimlik yoklaması yapacağız diyerekten ormanın içine götürdüler. Kimliğimi aldılar. Ormanın içinde oldukça
geniş ve derin hendekte tahminime göre
25 kişi yatıyordu. Onların yanına beni de
Bulgaristan Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, Pristoe köyünde bu yılki asimilasyon şehitlerini
anma törenine katılarak bir konuşma yaptı...
yatırdılar. Bir ara yürüyüşçülerin seslerinin geldiği yöne doğru kafamı kaldırmak
istedim. Kafama sert bir demirle vurdular.
Ardından her yerime darbeler başladı.
Daha sonrasını pek hatırlamıyorum. Akşam üzereydi. Arkamızda bir komutanın
sesi çınlıyordu: “Bunların kafalarına birer
kurşun sıkmalı. Zaten hendek de hazır”
diye bağırıyor ve bir uçtan bir uca geziniyordu. Hava kararmak üzereydi. Yürüyüş
bitmişti. Bizi ormandan çıkardılar, kuzeyi
göstererek hiçbir yere bakmadan gitmemizi söylediler...» Bu günden sonra Ömer,
altı ay yatakta kaldı. Ancak bir yıl sonra
Anavatana gelebildi ve tedavi oldu.
Deliorman ve Bulgaristan’da İlk Özgürlük ve Barış Yürüyüşü olan Kaolinovo
Yürüyüşünü diğer köy ve kasabalar izlediler. Bu Yürüyüşten sonra yaklaşık 170
köyün ve yüzbinlerce insanın katıldığı
Özgürlük Yürüyüşleri yapıldı. Ben onlardan bugüne kadar 34’ünü tespit edebildim*1. Yürüyüşlerin her birini kağıda
dökmeye devam ediyorum.
Bu yürüyüşe Kaolinovo belediyesi
(16), Venets belediyesi (14), Nikola Kozlevo belediyesi (13) köyleri katıldılar.
Bunlardan başka Razgrad ve Silistre sancakları köylerinden de katılanlar oldular.
MAHMUZLU ÖZGÜRLÜK DİRENİŞİ
Kaolinovo yürüyüşünden sonra Bulgar milisi (polisi) yürüyüşlerin önüne
geçemeyeceğini anlayınca bazı kişileri
tutuklayıp halkı yıldıracağını planlamıştı.
Gizli polis Türk avına çıkmıştı. İlk olarak
Mahmuzlu (Todor İkonomovo) köyünü*
seçti. 21 Mayıs, Pazar sabahının erken
saatlerinde polis ve asker Mahmuzlu’nun
önemli yerlerinde mevzîlendi. Her an
harekete geçmek için emir bekliyordu.
Sabahın erken saatinde Tahir Çavuşoğlu’nun evi kuşatma altına alındı. Tahir
tutuklandı. Belediyeye götürüldü. Tahir’in
tutuklandığını duyan halk belediyeye
doğru akın etti. Kısa bir sürede yüzlerce
kişi belediye binasını sardılar. «Tahir›i
milisin ellerinde bırakmayız» sesleri yükseldi. «Baskılara son verilsin» sesleri ortalığı çınlattı. Tahir ve onu tutuklayan po-
Rumeli
40
Demir Baba Tekkesi’nde bu yıl düzenlenen anmam törenlerine binlerce kişi katıldı.
lisler içeride, Mahmuzlu halkı ise belediye
binasının çevresindeki çemberi daralttı.
Beklenmedik bir anda polislere destek
olarak gelen askerler, halkın etrafında
ikinci çemberi oluşturdular. Polisin «dağılın» sözlerine halk «hayır, dağılmayacağız,
Tahir›i serbest bırakmanızı istiyoruz .»
sedalarıyla cevap verdiler.
Polis, direnişçiler arasından bazı kişileri çemberden koparıp, tutuklama girişimlerinde bulundu. Bir sonuç alamadı.
Beklenmedik bir anda ateş açıldı. Birkaç
yönden silâh sesleri yükseldi. Ellerinde
hiçbir silah, hattâ bir sopa bile olmayan
insanlar yerlere serilmeye başladılar.
Ortalık anam babam gününe döndü.
Yerler, taşlar kana boyandı. Bu olaya
şahsen tanık olan Ayşe Kuşku anlatıyor:
“Evden çıktığımda karşımdan gelen biri,
“Türklere ateş açıyorlar” diye bağırıyor
ve ağlıyordu. Var gücümle belediyeye
doğru koşmağa başladım. Koşarken silah
seslerini duyuyordum, fakat silah sesi
olduğuna inanamıyor, o sesleri elektrik
kablolarının birbirlerine çarptıklarında
çıkan sese benzetiyordum. Zaten o güne
kadar makineli tüfek - kalaşnikov sesi
işitmemiştim. Belediyeye vardığımda
köylülerimi yerde sürünürken gördüm.
Hasan amca (Hasan Salih Arnavut) yerde
yatıyordu. Onun gelini- Egdane bacaklarından vurulmuş, delik deşik içinde yerde
kıvranıyordu. Kocası Ali babasının cansız
bedenini yerde, karısının da kanlar içinde
kıvrandığını görünce bayılmış, yan tarafta
yatıyordu. Çok kişiye kurşunlar isabet
etmiş yerde yatıyorlardı. Yaralıların sayısı
çoktu. Meydanda (oğlum gidiyor, gelinime yardım edin, kızım belinden vuruldu)
çığlıkları yükseliyordu. Şok oldum. Bir an
sonra kendimi toparladım ve belimden
kolanı çıkardım. Yanımdaki bir kişinin
yardımıyla kolanı birkaç parçaya böldük
ve yaralıların bacaklarını, kollarını sıktım.
Yaralıları sağlık ocağına götürmeye başladık. Sağlık ocağının kapıları kilitliydi. Açmaya çalıştık. Açamadık. Erkekler kapıyı
kırdılar ve içeriye girdik. Sağlık ocağının
merdivenlerinden aşağıya doğru kan
aktığını gördüm. Aklımdan hiç çıkmıyor.
Hâlâ gözümün önünde. Bulabildiğimiz
tıbbî malzemelerle yaralılara ilk yardımı
verebildik. Ağır yaralıları Yenipazar’a,
hastahaneye gönderdik «. Bu acı anılardan sonra genç kadın sustu. Gözünü bir
an uzaklara dikti.
O pazar günü Mahmuzlulular belki
de düğüne, belki de mayıs güneşi altında
sohbet edeceklerdi. Fakat Mahmuzlu
ağlıyordu. Üzerine sanki kara bulutlar
çökmüştü. O gün belediye önünde yaralanan ve Yenipazar’da tedavi olan Nazım
Hasan Fıçıcı “Biz Tahir Çavuşoğlu’nun
serbest bırakılmasını istiyorduk ve haklı
olarak direniyorduk” – diye söze başladı.
“Birden silah sesleri duydum. Başımı o
tarafa çevirdim. Ateş eden askerler sol
taraftaydılar. Doğrudan halkın üzerine
ateş ediyorlardı. O tarafta bulunanlardan
Mehmet Saraç, Mehmet Lom ve Hasan
Arnavut birden yere serildiler. Bir daha
kalkmadılar. Arkama döndüğümde gördüm ki karşımdaki askerler de bize doğru
ateş açtılar. Bana öyle geldi ki yere ateş
ediyorlardı. Taşlardan seken kurşunlar
(mermiler) bizlere isabet ettiler. Bizim
taraftakiler genelde bacaklarından ve
belinden yaralandılar. Ben, yere yuvarlandığımı hatırlıyorum. Bizleri kaldırıp Yenipazar’a götürdüler. Hastahaneye vardığımızda yardımımıza ilk koşan köylümüz
doktor İbrahim Öztürk’ün çabalarıyla
derhal ameliyata alındık ve yaralarımız
sarıldı. Henüz ifade verecek durumda
Rumeli
değildik, fakat polis sorguya geldi. Başhekimin, “İzin veremem, iyileştiklerinden
sonra ifadelerini alabilirsiniz” dediğini
işittim. Hastahaneye iki general geldi. Bizi
tedavi eden doktorlara bu bir trafik olayıdır diye rapora yazılmasını istediklerini,
hekimlerin ise “Biz gördüklerimizi yazarız” dedikleri duyumları kulağımıza geldi.
Nazım, sözlerine şunu da ekledi: “Bizlere
ateş eden askerler sanki her zaman gördüğümüz askerlere hiç benzemiyorlardı.
Çirkin, vahşi batı filmlerinde gördüğümüz çapulculara benziyorlardı…”.
Burada eski öğretmen Hasan Ali sözü
aldı ve dikkate değer bir olayı anlattı.
Mahmuzlulara karşı ateş açıldıktan sonra,
insanlar kanlar içinde yatarken, bir subay makineli tüfekle havaya ateş açtığını
ve demokrasi geldiğinde, aynı subaylar
mahkemelerde kendilerini savunurken,
havaya uyarı ateşi açtıklarını söylemişler.
Belediyenin önü kana boyandıktan sonra
“uyarı ateşi “ açmanın ne kadar kurnazca
bir oyun ise, o kadar da aptalca bir hareket olduğu besbelli.
Yenipazar’da tedavisi yapılamayacak
olan ağır yaralı Celil Ali Korkmaz, Zahide
Gıdak, Yusuf Tozcu ve Cevat Çavuş Şumnu’ya nakledildiler. Şumnu doktorlarının
yaralıları iyi karşılamadıklarını, onlara
kötü davrandıklarını Celil Korkmaz şöyle
anlattı: “Şumnu hastahanesine saat 13.00
da vardık. Fakat ameliyata gece yarısı sat
01 de aldılar. Benim için doktor hafif sinir
yaralanması dedi. Doktorların ve hemşirelerin bizlere karşı alaylı tavırları vardı.
Kendi aralarında şarkı söylüyorlardı.
Kendi acılarıma rağmen onlara acıdım.
Onlar insanlıklarını ve sağlık işçisi olarak
verdileri yemini yitirmişlerdi. Türkiye’ye
geldiğimde yeniden ameliyat oldum.
Doktorların dediklerine göre, Şumnu’da
sadece damarları sıkıp bırakmışlar. İstanbul’da tedavi oldum ve daha iyileştim.
Fakat bacağımın biri tamamen iyileşmedi.
Artık geç kalmıştı. Altı saat içinde bağlanması gereken damarlar, gerekeni yapmadan bırakılmışlar. Şu an sakatım.” Celil
sustu, Bir an karşıya bakakaldı. Şumnu’da
“tedavi” olan Zahide Gıdak, çocuk yaşta
olan Cevat Çavuşoğlu ve Yusuf Tozcu da
sakat kaldılar. “Seninki hafif sinir yaralanması” demiş olan doktorun adını buraya
yazmadım. Boş bıraktım. Bir kutsal mücadelede kendilerini feda eden insanların
adlarıyla o doktorun adının bir arada
bulunması doğru olmaz. Onun gibilerine
yuh, denir.
Mahmuzlu köyü Totaliter rejimin
41
Türklere karşı uyguladığı çağ dışı yasaklara karşı mücadelede üç kurban verdi.
Mehmet Salih Saraç, Mehmet Salih Lom
ve Hasan Salih Arnavut. Ağır yaralı ve
sakat kalanlar: Celil Korkmaz, Zahide
Gıdak, Yusuf Tozcu ve çocuk yaşta olan
Cevat Çavuşoğlu. Cevat’ın çocukluk yıllarını karartan kahpelere sesleniyoruz.
Bu çocuğun çocukluk yıllarını kim geri
verecek. Belki sizinde çocuklarınız vardır.
Onlar oynarken, gülerken, bu çocuğun
elinden aldığınız oyunları, çocukluk yıllarını geri verebilecek misiniz?
Diğer yaralılar: Nazım Fıçıcıoğlu,
Kâzım Mutallip, Naci Süleyman, Mehmet
Mümün, Egdane Ali Arnavut, Süleyman
İlyasoğlu, Rafet Nasıf, Yusuf Bilâl, Ayşe
Gıdak, Fevziye Yusuf ve Ridvan Nasıf.
Zorunlu göçte Fevziye Yusuf hariç bütün yaralılar Anavatanımız - Türkiye’ye
göç ettiler. Çoğu İstanbul Yenibosna’da,
Yegdane Avcılar’da, Tahir ve Cevat Çavuşoğulları Ulaş’da oturmaktadırlar. Her
biri, her şeye rağmen hayata sımsıkı bağlandılar. Ekmeğini taştan çıkarırcasına
çalışıyorlar*2.
Bulgaristan’da demokrasinin gelmesiyle, minnettar Türk halkı Totaliter
rejime karşı mücadelede canlarını, kanlarını verenlerin anısına Mahmuzlu’da bir
ANIT yaptılar.
AKKADINLAR ( DULOVO ) YÜRÜYÜŞÜ
Akkadınlar (Dulovo) yürüyüşü Kaolinovo yürüyüşünün hemen ardından
yapılan yürüyüşlerden biridir (21 Mayıs
1989). Yürüyüş Karakoç (Oven) köyünden başlayarak, Dulovo’nun merkezine
varamadan Karalar’da (Çernik) sona erdi.
Daha doğrusu, sona erdirildi.
Daha mayıs ayının ortalarında yörede,
özellikle de İsperih-Dulovo yolu üzerinde
kimliklerini gizleyen kişiler tarafından art
arda iki kez adlarının ve insan haklarının
iadesi için mücadeleye çağıran yazılar
yayımlanmıştı. Diğer taraftan bir grup
örgütçü köy köy dolaşarak muhtemel bir
ayaklanmaya zemin hazırlıyorlardı. Hakaretlerin ve baskıların zaten canlarına tak
demiş olan Karakoç (Oven)* köyü Türkleri böyle bir mücadeleye artık manen
hazırdılar. Bir sinyal bekliyorlardı.
Bölge milis dairesi de malûmatlıydı.
Sinsi sinsi gelişmeleri izliyordu. Karakoç
köyü içinde sabahın erken saatlerinde
polisler yerlerini aldılar. Üç kişiyi bir
yere toplanmasına izin vermiyorlardı.
Süt götüren kadınların önlerini keserek
geri dönmelerine zorluyorlardı.Lâkin
millet de artık eskisi gibi korkmuyordu.
İstediğini açık açık söylemeye başlamıştı. Nitekim köyün kadın hocalarından
Mukadder nine de öyle yaptı. Oralarda
gezinmesinden şüphelendiği birinin aracı
önüne çıkarak doğrudan doğruya
-Siz bizim adlarımızı niçin değiştirdiniz, niçin onları geri vermiyorsunuz,
sünnetlik yaşında iki torunum var, niçin
bizim ibadetlerimizi, dinimizi, dilimizi,
yasaklıyorsunuz? diye sordu. Görevliyle
Mukadder ninenin tartışmasını duyum
alan halk yarım saat içinde köyün merkezine 150 kişi kadar insan toplandı.
Kalabalık daha da büyüdü. O zaman
muhtarlık sekreteri olan Galip Galip şunları anlatıyor: “Aradan sesler yükselmeye
başladı. Yürüyelim!, yürüyün! Dulovo’ya.
Daha 100, 150 adım yürür yürümez sağdan soldan katılanlarla yürüyüşçü kitlesi
büyüdü”, diyor.
Önce Dulovo’dan bir grup milis geliyor. Kaptan Nikolov aracından inerek dağılmalarını emrediyor. Fakat dinleyen olmuyor. Bilakis yürüyüşçüler O’na hücüm
ediyorlar. Durumu idare edemeyeceğini
anlayan kaptan Dulovo’ya haber ediyor
ve bir itfaiye arabası geliyor. Basınçlı su ve
göz yaşartıcı vasıtalarla kalabalığı dağıtmaya çalışıyor. Ama isyancılar tarafından
tepki ve direniş sert. Dumanlar arasından
atılanları geri çeviriyorlar. İtfaiyeciler
durumu görünce geri kaçıyorlar. Yürüyüşün başlama noktası olan Karakoç’a
Sungular (Vokil)* ve diğer köy halklarını
getirmek için görevlendirilen Şengül Cemal motosikletiyle köyler arasında mekik
dokuyordu. Zaten yürüyüşe her an hazır
olan halk heyecanla bekliyordu. Sabırsızlıkla kıvılcımı bekliyordu. Çok geçmeden
Karakoç yürüyüşüne destek ve katılmak
için Vokil (Sungurlar) kafilesi eriyor. 14
yaşındaki Sevim İsmet’in de dahil olduğu
Karakoçlu ve Vokilden gelen bayan ve erkek bir grup genç hemen Hamdi Zahid’in
evine dalarak ellerine geçen boyalarla
buldukları beyaz yatak çarşaflarına yazarak “Adlarımızı, Haklarımızı İstiyoruz”
pankartlarıyla kalabalığın önüne geçiyorlar. Yürüyüşçülerin amacı Dulovo’da parti
binasına gitmek ve diğer köylerden gelecek olan yürüyüşçülerle birlikte isteklerini parti ve devlet büyüklerine bildirmektir. 800-1000 kişiyi aşmış olan halk Birden
sokaklara döküldü ve Karalar üzerinden
Dulovo kasabasının yolunu tuttu. Çernik
köyü kenarına geldiğinde yürüyüşçüler
iki kat daha artmıştı. Diğer taraftan polis
Rumeli
42
de yürüyüş yapılacağının haberini almıştı.
6 itfaiye arabası, 3 panzer, 1 helikopter
ve 50 polis pusuda bekliyordu. Yürüyüş
Karalar köyüne* geldiğinde tren yolu
yakınlarında helikopter halkın üzerine
kum, çakıl döktü. Yürüyüşçüler kayısı
bahçesinin içine daldılar ve Karalar köyüne girebildiler. Köy insanla doldu taştı.
Akkadınlar polisi kendi güçleriyle yürüyüşü engelleyemeyeceğini anladı. Çevre
sancak merkezlerinden (Silistre, Dobriç,
Ruse ve Razgrad’dan) yardım istemek
zorunda kaldı. Bu sırada Karakoç’ta
kalmış olan yaşlılar ve çocuklar Razgrad
ve Rusçuk’tan gelen yardımcı polis güçlerini taş ve topaçla engellediler. Polis,
yürüyüşün Akkadınlar’a varırsa daha
da kalabalık olacağını biliyordu. Önlem
olarak Dulovo ile Karalar arasındaki Koca
gölcük köprüsünü Razgrad, Rusçuk ve
Dulovo milis ve asker araçlarıyla böldüler.
3 panzer, 6 itfaiye ve 50 polis set çektiler.
Çernik kenarında takviye olarak gelen
polislerle yürüyüşçüler arasında göğüs
göğüse savaş başladı. Plastik mermilerle
ateş açılmasını emreden binbaşı yürüyüşçüler tarafından yere serildi. Bunu
gören polisler arabalara kaçıştılar. Ortalık
karıştı. Ancak takviye kuvvetlerinin yardımıyla direniş bastırıldı. Burada milis
ve asker barışçıl yütüyüşçüleri kıskaca
aldılar. Tehditler şiddete dönüştü. Silâhlar
patlıyor, coplar devreye giriyor. İnsanlar
gaddarca dövülüyor. Bazılarını köprü
altındaki dereye atıyorlar. Aynı zamanda
aynı amaçla diğer istikametlerden gelen
Kolobär, Razdel (Ormanköy) vb. köylüleri belediye merkezinin değişik girişlerine
hastahane, orman müdürlüğü önlerinde
benzeri şiddet olaylarına maruz kaldılar.
İsyancılar dağılmak zorunda kaldılar.
İşkenceler
Gizli kameralarla filme alınmış olan
yürüyüşçülerin çoğu daha o akşam Dulovo polis müdürlüğüne toplayıp dayaktan
geçirdiler. Aliriza Nebi, Muzaffer Baki,
Vokilli Remzi Ahmet, Âdil Ahmet bunlardan birkaçı. Ali Özgür’ün komşusu
Aliriza Nebi 24 saat dövüldükten sonra
koyun derisine sarılarak hayata döndürülürken, Ahmet Ramis işkenceler sonucu
hayatını kaybediyor. Daha sonra da tutuklamalar ve dayaklar devam etti.
Polisin raporuna göre Akkadınlar’da
yapılan her iki yürüyüşte de yaralanan
yok yazılı. Gerçek ise bambaşkadır. Gocukların İsmail’in evine atılan gaz bombası yangın çıkardı. Kendi evinde dövülen
Cevat Habil’in gözünü çıkardılar. Galip
Fahrettin’i, Hüseyin Dail’i, Ahmet Kasabalı’yı, Âdil Halit’i, kadınlardan Hüsniye
Mıstın’ı, Kadriye Zahit’i suçları olmadığı
halde döve döve dayaktan geçirdiler.
Gerçek mermilerle yaralanan Karakoçlu
Sabit Adil’i Akkadınlar hastahanesi kabul
etmeyince kaçak yollardan İsmail Kutuz
tarafından Silistre’ye götürüldü.
İşkencelere katılmış bir memurun
itirafları.
Dulovo’da yapılan işkencelere, şiddetlere bizzat katılmış olan Rusçuklu Ventsislav At. Angelov yıllar sonra (Bulgar
itfaiye memuru) internette: “Ben de “soya
dönüş” sürecinde Boyko Borisov’un daha
sonra general unvanı verdiği kişilerin
emriyle dövdüm ve kan akıttım” sözleriyle işkence yapıldığını itiraf etti. Onun
yazdıklarından bir iki cümle daha. “Biz
insanları gizlendikleri yatak altılarından,
garderoplardan çıkarıp, yerlere serilinceye
kadar dövdük. Türkiye’ye göç etmelerini
söyledik. 40 kişi kadar insan kollarında
kelepçelerle yatıyordu. Bacak, diş bakmadan dövüyorduk ve kırıyorduk.”
Bir yürüyüşçünün “Suç Dosyasından”
Akkadınlar yürüyüşüne katılan Blagovets Antonov Angelov’un “Suç İddianamesini ve Dava Dosyasını” araştırmış
olan yazar Ahmet Şerif Şerefli’nin yazısından bazı kısımları da buraya koydum.
Bu tarihi eyleme katılanın ve önderlik edenlerin birkaçının adları: Blgavest
Antonov Angelov, Stanimir Aldomirov
Martinov, Rumen Hristov Radkov ve
Radostin Kralev Mihov. (Savcılığın iddianamesinde bu sanıkların Türk adları
yasak olduğundan sadece Bulgarca olarak
geçmektedir. Bu kahraman evlâtlarımızın
Türk adlarını keşfedemedim).
19 mayıs 1989 günü Blagovest Antonov Angelov arkadaşlarıyla birlikte
Akkadınlar ilçe merkezine geliyor. Foto
atölyesi önünde sadece Türklerden oluşan
bir kuyruk görüyor. Pasaport için vesikalık resme çıkacaklarını söylüyorlar gelen
arkadaşlarına. Aynı zamanda 21 mayıs
günü büyük bir protesto yürüyüşü yapılacağı söyleniyor kendilerine. Gerçekten de
21 Mayıs 1989 günü yürüyüş yapılıyor.
İsyan edenlerin vermek istediği mesaj
şuydu: Türk adlarının geri verilmesi isteği
başta, Türk okullarının açılması, dinimize, dilimize konulan yasağın kaldırılması
vb. ve bu isteklerinin Sofya’daki devlet ve
Parti yöneticilerine iletilmesi.
Sanık Blagovst de bu mitinge katı-
lanlardandır.21 mayıs günü Sungurlar,
Karakoç ve Karalardan kopup gelen
kalabalığa Akkadınlar yakınlarında, demiryolu geçidinde girmiştir. 21 yaşındaki
genç ön saflarda yerini almıştır. Slogan
atanlarla bir bütün oluşturmuştur: İleri!,
“İleriii!”, “Adlarımızı geri verin!”, “Anadilimiz Türkçemizi geri verin!”, “okullarımızı
istiyoruz!”…
Heyecan doruktayken havada bir
“Mİ-17” helikopteri belirmiş. Protestocuların üzerinde birkaç harman yaptıktan
sonra aşağılara inmiş. 20 m yukarıdan
yürüyüşe katılanları izlemiş. Helikopter
yürüyüşe çıkan halkı çok rahatsız etmiş.
Bu bir polis helikopteriymiş. Kod pantolonlu, yelekli genç yerden helikoptere taş
atmıştır. Atılan taş helikopterin camını
kırmış. Atılan taşlardan bir tanesi kitleyi havadan izleyen ve videoya alan bir
görevlinin alnında isabet etmiş, kaşını
açmış. Meğer taşı atan Blagovets adındaki
gençmiş.
2000 kişilik bir kalabalık topluca Akkadınlar’a girince karşılarında güvenlik
kuvvetlerini ve bir jandarma bölüğünü
bulmuşlar. Kükreyen halk bu defa yollarına engel olmak isteyen jandarmayı taş
yağmuruna tutmuş. Sonunda güvenlik
güçleri protestocuları dayakla dağıtmaya
muvaffak olmuşlar. Blagovest tutuklanarak sorgulanmaya başlanmış. Tutuklanan
yetmiş kişinin arasında o yaralanan polis,
helikopterin camını kıran ve kaşını açan
genci tanımış. Blagovest ve daha birkaç
kişi tutuklanmış. Bulgaristan Ceza Yasasının 340., 131 ve 135. maddelerince tutuklanarak yargılanmışlar.
Duruşmada Blagovest adındaki ve
21 yaşındaki Türk genç 7 yıl ağır hapis
cezasına çarptırılmıştır. Diğer sanıklara
altı aydan bir yıla kadar hapis cezası verilmiştir.
Notumuz: Bu yazıda adı geçen Bulgarca adların altında Türkler vardır. Bu
kahraman evlâtlarımızın Türk adlarını
keşfedemedim.
Bu yazı Silistre sancak mahkemesinin
103/1989 tarihli Blagovets Angelov’un
Dava Dosyasından (Suç İddianamesinden
titizlikle özetlenmiştir. Özetleyen ben Ahmet Şerefli’ye bu belgeyi getiren Silistreli
hukukçu ve şimdi Silivri’de ikamet eden,
Bulgaristan’da Demokratik Liga örgütünü
kuranlardan Nazım Başaran Beyefendidir.
(Enbiya Ulusoy - Avcılar)
Rumeli
43
Kırklareli Üniversitesi
Avrupa Yüksek Öğretim
standardına ulaştı
K
ırklareli Üniversitesi (KLÜ) Rektörü
Mustafa Aykaç, “Diploma eki belgesi
ile Avrupa yükseköğretim standartlarına kavuşması anlamda zorlu süreci
tamamlamış olduk” dedi. Kırklareli
Üniversitesi (KLÜ) Rektörü Mustafa
Aykaç, yaptığı açıklamada, 2007 yılında
kurulan üniversitelerinin büyük başarılara imza attıklarını söyledi. Kırklareli
Üniversitesini nicelik olarak geliştirmeye büyütmeye çalışırken, nitelik olarak
da eğitim kalitesini arttırmaya çalıştıklarını ifade eden Aykaç, Diploma eki
belgesi alarak yeni bir başarı daha elde
ettiklerini belirtti. Diploma eki belgesi
için zorlu süreçlerden geçtiklerini aktaran (KLU) Rektörü Mustafa Aykaç, şöyle
konuştu: «Diploma Eki Belgesi için
gerekli çalışmaları zamanda başlatarak
belli bir noktaya getirdik. Diploma eki
belgesini almak üzere YÖK›e müracaat
ettik. YÖK tarafından bu belgeyi almaya hak kazandığımıza dair yazı geldi.
Bu üniversitemiz açısından sevindirici
bir gelişme. Biz üniversitemizi nicelik
itibariyle geliştirmeye büyütmeye çalışırken, aynı zamanda nitelik itibariyle
eğilimin kalitesini arttırmaya çalışıyoruz. Buna önem veriyoruz. Diploma
Eki Belgesi de bu çerçevede üniversitemizin sağlamış olduğu bir başarıyı
gösteriyor. Bizim gelişme noktasında
altığımız adımlar Diploma eki belgesini
alarak belli bir aşamaya erişmiş durumda”. Diploma Eki Belgesi ile Avrupa
Birliği Yüksek Öğretim Alanı›ndaki üniversitelerin ortak standartlara kavuşturulmasının hedeflendiğini vurgulayan
Aykaç, şunları kaydetti: «YÖK bu alandaki çalışmalarım bir takvime bağladı.
Diploma ekinden sonra diploma etiketi
almak üzere daha kolay bir sürece başlayacağız. Zorlu dönemi bu anlamda
üniversitemizin Avrupa yükseköğretim
standartlarına kavuşması anlamda
tamamlamış olduk. Avrupa Birliği üniversiteleriyle bu noktada paralellik arz
ediyoruz. Paralel bir eğitim öğretim
ve araştırmayı devam ettiriyoruz. Bu
öğretim üyelerimiz ve öğrencilerimiz
bakımından geçerli. Avrupa birliğindeki bir üniversitenin öğrencisi bizim
üniversitemize gelip, almış olduğu
kredileri saydırıp geri kalan kredilerini
burada tamamlayabilir, üniversiteyi
burada bitirebilir. Ya da bizim öğrencimiz herhangi bir Avrupa birliği üyesi
ülkede bir üniversite eğitiminin belirli
bir kısmını devam ettirebilir. Eksik kredilerini alabilir ve mezun olabilir. Bu
Avrupa birliği bünyesinde geçerli bir
sistem demektir. Dolayısıyla tek bir
üniversitenin tek bir diploması gibi Avrupa Birliği ülkelerinin diploması haline
gelmiş oluyor bizim diplomalarımız.»
Uluslararası bir belgeyi almış ve özgüveni yüksek bir üniversite olarak yeni
eğitim öğretim yılına hazırlanacaklarını
aktaran Aykaç, konuşmasını şu şekilde
sürdürdü: «Bundan sonra 2014-2015
yılı için hazırlıkları sürdürüyoruz. Dolayısıyla yeni eğitim öğretim yılında
üniversitemizi tercih edecek öğrenciler
için bu diploma eki belgesinin alınmış
olması çok büyük bir değer ve önem
taşıyor. Üniversitemize gelecek hem
yurt içinden hem de yurt dışından gelecek öğrenciler açısından çok büyük
bir önemi var. Hiç endişe duymadan
artık diploma eki belgesi almış bir
üniversiteyi daha kolay tercih edebilecekler. Çekinmeden daha güvenerek
daha büyük bir özgüven ve sevinçle
üniversitemizi tercih edebilirler.
DİPLOMA EKİ BELGESİ
ÜNİVERSİTEMİZ İÇİN PRESTİJ OLDU
Elde ettiğimiz bu başarı bundan
sonra bu alanda daha çok çalışmaya, gayret etmeye sevk edecek. Bu
alandaki çalışmalarımızı geliştirerek
devam ettireceğiz. Diploma Eki Belgesi alınması üniversitemiz acısından
Kırklareli Üniversitesi (KLÜ) Rektörü Mustafa Aykaç
çok büyük bir prestij oldu. Bütün
öğrencilerimiz, öğretim üyelerimizi
ve üniversitemizin tüm mensuplarını
çok yakından ilgilendiren ve üniversitenin her türlü faaliyetinin özeti kabul
edilebilecek başarı hikâyesidir bu.
Üniversite olarak bundan sonra daha
istekli, daha gayretli, daha şevkli, motivasyonu güçlü bir şekilde çalışacağız.
Bu Diploma Eki Belgesi için ön lisans,
lisans, yüksek lisans eğilim öğretim
faaliyetlerimiz hepsini gözden geçirdik.
Ders planlan, ders isimleri, ders
içerikleri Türkçe ve İngilizce olarak yeniden belirledik. Avrupa Kredi Transfer
Sistemine göre ders kredilerini, öğrenim ve program çıktılarını belirledik.
Derslerin ve programların amaçlarını
belirdik. Bunların hepsini bütün dersler
ve bölümler için program bakımından
belirlendi. Eğitim öğretim bakımından
el atılmadan bir nokta kalmadı. Bunun
için köklü bir çalışma gerektirdi. Bu
devam eden bir süreç. Bundan sonra
aynı doğrultuda çalışmalarımızı devam
ettirmemiz lazım.» Kırklareli Üniversitesi (KLÜ) Rektörü Mustafa Aykaç, Diploma Etiketi Belgesi için YÖK›e müracaat
edeceklerini kaydetti. (AA)
Rumeli
44
Gagauz Yeri dedikleri
B
İsa
CEBECİ
u yazı Gagavuzların Dünya Koordinasyon Konseyi üyesi Bulgaristanlı Kiryak Tsonev’in yazısına
cevaben yazılmıştır. Söz konusu yazı “ Gagauziya-Diğer Bulgaristan” başlığını taşımakta olup
Bulgaristan’da çıkan STANDART NEWS gazetesinin 17 Aralık 2006 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Konu, bugün de güncelliğini koruduğu için bu yazımızda Gagavuzyeri’nin diğer Bulgaristan olup
olmadığı sorusuna cevap vermeye çalışacağız.
Sayın Kiryak Tsonev, yazısının başında Gagavuzyeri’nin 1989 yılında Moldova Cumhuriyeti sınırları içinde yerel otonomi formasyonu olarak ortaya çıktığını belirttikten sonra, yakınlarda (2006 yılında) orada Gagavuzların dünya kongresi yapıldığını ve bu kongreye Gagavuzların yaşamakta olduğu
8 ülkeden temsilciler geldiğini de ekliyor. Yazar, Gagavuzların yaşadıkları ülkeleri ve yerleri kısaca
andıktan sonra şu cümleleri kullanıyor: “Bulgaristan Gagavuzlarına göre onların kökeni tartışılamaz,
çünkü onlar özel bir Türk diyeleği konuşan Bulgarlardır. Onlar Ortodoks Hristiyanlardır.”
Evet, Hristiyan olduklarını cümle âlem biliyor da Bulgar olduklarını sadece Bulgarlar iddia ediyor.
Bulgarların resmi görüşü şudur: “ Gagavuzlar dilini verip dinini korumuş bir topluluktur, Pomaklar
ise dilini koruyup dinini satmış bir topluluktur.” Bu iddiaya kaynak olarak bir şey göstermiyorum,
zira bu görüş sıradan Bulgarların bile iyice beyinlerine yerleşmiştir. Gagavuzların Türklüğünü reddeden Bulgar “bilginleri” Deliorman Türklerini de Bulgarların bakiyeleri olarak görmektedirler. Sadece
Vasil Marinov’un eserlerini okumak yeter. Oysa ortaçağ uzmanı ve en büyük Bulgar Tarihçisi Vasil
Zlatarski, Birinci Bulgar Devletinin Tarihi kitabında Peçenek, Oğuz ve Kumanların Kuzey-Doğu
Bulgaristan arazisini 11.-13. asırlarda nasıl Türkleştirdiklerini kanıtlarıyla anlatır. Resmi Bulgar siyasetinin söylediklerini bilimsel bilgi olarak kabul edip bir politikacı edasıyla konuşmak işin kolayına
kaçmak anlamına gelir. Yazar Kiryak Tsonev de resmî Bulgar devlet siyasetinin buyruklarını yerine
getirmektedir.
Adından da belli olduğu gibi Kiryak Tsonev biraz da Bulgarlaşmış bir Gagavuz olduğu için Bulgar ağzıyla konuşuyor ve devamla bazı gerçekleri de tahrif ediyor. Çadır-Lunga’ daki “Kahramanlar
Meydanı”ndan söz ederken orada heykeli bulunan Gagavuz aydını ve papazı Mihail Çakır’ın yazılarında atalarının Bulgar olduklarını ve Bulgarca konuştuklarını yazdığını iddia ediyor. Oysa adı
geçen Profesor protoyerey Mihail Çakır’ın yazdığı “Gagauzların İstoriyası” kitabı TSonev’in iddiasını
yalanlıyor: “Gagauzlar diyl ne Urum-Grek, ne Bulgar, ne Romun, ne da Rus, ne da Türk-Selçuk, ne da
Kuman, ama Türk Soyu, çekilerlar evelki Türk Uzlardan, Oğuzlardan, nice gösterdiler yazıcılar Prof.
İreçek, Moşkov, Akademik Radlov, hem de Prof. Manov ki Gagouzlar Türk soyundan. Moskovdan
mitropolit Makariy söleer ki, Gagouzlar haliz Türk soyundan.” ( Saba Yıldızı jurnalı sayı-2, 1996, s.18)
Bilginler böyle derken bizim Bulgaristan Gagavuzu Kiryak Tsonev de kendi havasını ve Bulgarca
nakaratını sürdürüyor: “Dobruca’daki Bulgar halkının bir kısmı olan Gagavuz kavramının Türkler
tarafından nefretle kullanıldığını gösteren çok bilgiler var. Bu halk yabancı halk baskısından dolayı
dilinden vazgeçmek zorunda kalmış ama dinini korumuştur.” Aslında Gagavuzlar dillerini koruyup
dinlerini (Gok Tanrı dinini) verip Hristiyan olmuşlardır. İşbu makalenin yazarı ve bir dil uzmanı
olarak şunu söyleyebilirim: Diller milletlerin yahut da etnosların en önemli millî belirtisidir. Bir insan
anasından hangi dili öğrenmişse, o dili konuşan millete ait olur. Dil, insanların milli mensubiyetini
belirleyen en önemli unsurdur. İnsanlar, dillerini annelerinden öğrenirler. Onun için ilk konuştuğu
dile anadili denir. Anadili kolay kolay unutulmaz. Etrafınıza ve daha uzaklara bir bakınız. Baskı gören
hangi millet anadilini kolayca ve kısa zamanda unutmuştur? Kaldı ki, Osmanlı hâkimiyeti yıllarında
bugünkü medya araçları, yazılı ve sesli yayınlar yoktu. Osmanlı’nın her Bulgar hanesine bir zabıta
dikmesi de mümkün değildi.
1984-1985 yıllarında Komünist Bulgar iktidarı bütün güvenlik, Parti ve medya güçlerini seferber
etti de Türklere anadillerini unutturabildi mi Kiryak Bey?! Türkçe’nin yasaklı yıllarında Kavarna kasabasındaki okullarda Gagavuz çocuklarına Gagavuzca konuşmayı da yasak etmişlerdi, ama onlar teneffüslerde kendi aralarında anadilleri Gagavuzca ile konuşuyorlar, Bulgar çocukları da onları “Türkçe” konuşuyorlar diye öğretmenlerine müzevirliyorlardı. Böyle olaylar başka Gagavuz yerleşimlerinde
de hep görüldü. Bulgar öğretmenler teneffüslerde Gagavuz çocuklarının kendi aralarında Türkçe
konuştuklarını gördükçe ifrit oluyorlardı.
Kiryak’ın bir iddiası da şu: “Türk diliyle Ortodoks Hristiyanlık arasındaki garip bileşim araştır-
Rumeli
macıları şaşırtmakta ve onlar benim
için çok ayan olan Gagavuzların kökeni
problemine cevap bulamamakta veya
bulmak istememektedirler.” Bunun cevabını ben değil Gagavuz halkı kendisi
vermiştir. Gagavuz yerindeki bütün
aydınlar, Türkçe olan anadillerine sahip
çıkarak, onu araştırarak ve geliştirerek
sevenlerini çoğaltmaktadırlar. Daha
yukarıda belirttiğimiz gibi anadili milletleri ayakta tutar. Gagavuzlar, anadilleri sayesinde ve yeni dinlerine de bağlı
kalarak kendi orijinal varlıklarını koruyacaklardır. Dinler dayanıklı kurumlar
olmalarına rağmen etnik belirti değildir.
Türk kavimlerinin çoğunluğu İslâmiyeti
kabul etmiş olmasına rağmen bir kısmı
da Hristiyanlığı, Museviliği veya Budizmi kabul etmiştir, fakat bu durum onların Türk kalmalarına engel değildir. Din
değiştirmek, dil değiştirmekten daha
kolaydır. Bir şahadet getirir Müslüman
olursun, bir ıstavroz çeker Hristiyan
olursun. Ancak dinler, medeniyetlerin
oluşmasında baskın rol oynarlar. Toplumların milli gelenekleri ve ahlâk alışkanlıkları genelde dinlerden kaynaklanır. Sonuçta bütün Türklerin daha önce
başka dinleri vardı. Anadili herhangi bir
Türk lehçesi, şivesi veya ağzı olan insanlar, köken bakımından Türk’tür.
Gagavuzların 18. ve 19. asırlarda
Dobruca’dan Bucak’a göçtüklerine de
değinen K. Tsonev, onların oralara “Bulgar özbilinciyle gittiklerini, dillerinin
başkalığına bakmayarak kendileri gibi
Türk baskılarından kaçan Slav dilli Bulgarlarların kaderini gönüllü olarak paylaştıklarını” yazmaktadır. “Onların hepsi
aynı derecede soykırım tehdidi altında
öz ocaklarını terk edip Rus ordularının
ardından yürüyerek kuzeyde yeni vatan
aramışlardır. İyiden kim kaçar? Eğer
Gagavuzlar iddia edildiği gibi eğer Türk
idilerse niçin kaçsınlar? Onlarsa kaçmışlar. Rus arşivleri de bütün kaçkınları
Bulgar olarak kaydetmiş. Gagavuz kavramı tarih literatüründe ancak 19. asır
ortalarında kullanıma girmiştir.” Yazara
göre Türk dilli göçmenlere Gagavuz
adını verenler de amatör Rus araştırmacılarıdır ve bu adı, onları Slav dilli
Bulgarlardan ayırmak için vermişlerdir.
Oysa kaçkınlar bu adı (yani Gagavuz
adını- İ.C.) sevmezmiş. Bu alıntılarda
itiraz edilecek birkaç nokta var.
Birinci nokta Gagavuzların oraya
Bulgar bilinciyle gittikleridir. Bu iddia
doğru değildir, zira Osmanlı devletinde
45
kavim (etnos) farkı ve millî şuur yoktur.
Osmanlı tebası Müslüman ve Kefere
(Gebran) diye sınıflandırılır. Savaşlar
Hilâl ve Haç savaşlarıdır. Gagavuzları
geçin, o yıllarda Bulgarlarda dahi “Bulgar bilinci” yoktur. Bulgarların da Gagavuzların da oraya gidişinin temelinde
Hristiyanlık şuuru yatar, çünkü o zaman
dinsel duygu ön plândadır. Diğer sebep
de Rus komutanlarının ve misyonerlerinin propagandası ve özellikle de verimli
toprak verme vaatleridir. Aslında o
asırlarda kaçkınların köylerinde ve bölgesinde yaşayan Müslümanların maddi
durumları da daha iyi değildir. Onlar da
reayadandır, onlar da vergi mükellefleridir. Lâkin onlar Müslüman oldukları
için davetli değildirler. Davetli olsalar da
Müslüman oldukları için İslâm ülkesini
terk edip “kâfir” ülkesine gidemezlerdi,
daha doğrusu gitmezlerdi. Gagavuz
ve Bulgarların oralara götürülmesinde
askerî güç kullanıldığını da unutmamak gerekir. Her şey o kadar sütliman
değildir.
İtiraz edilecek bir diğer nokta da
Bulgar ve Gagavuzların soykırım tehdidi altında bulundukları için birlikte
kaçtıkları iddiasıdır. Bilindiği gibi Türkçe konuşan ahali Bulgaristan’ın doğu
kesimlerinde ve Karadeniz sahillerinde
yoğunlaşmıştır. Bu ahalinin çoğunluğu
Müslüman Türkler oluşturur. 18. ve 19.
yüzyıllarda Rus-Türk savaşları hep bu
bölgelerde cereyan etmiştir. Savaşların
getirdiği eziyetler bu bölgenin Müslüman ve Hristiyan ahalisini aynı derecede
etkilemiştir. Rusya’nın Müslümanlardan
boşalttığı Basaraba bölgesine Hristiyan
ahalisi yerleştirmesi, stratejik bir hedefe
yönelik olmakla birlikte Doğu Bulgaristan’daki Hristiyanlara bu sayıda Gagavuzlara da bir fırsat olmuştur.
Başpapaz Mihail Çakır’ın torunu,
Bükreş üniversitesi tarih profesörü Nikolay Çakır’ın Gagauzların göçüş sebeplerini açıklayan cümlelerine bakalım:
“Bazılarının dedikleri gibi Gagauzlar,
Osmanlıların baskıları yüzünden kaçmamışlardır.” Bunu Tanasoğlu da söylüyor: “Osmanlılar, Balkanlarda Gagauzlara düşmanlık etmediler. Hatta 15.-18.
asırlarda onlar Gagauzları Balkanlarda
Rum ve Bulgar asimilâsyonundan kurtardılar. Ruslar Besarabya’yı yabancı
milletlerle doldurmak istiyorlardı. Bu
bölgede Romanya ve Türkiye’ye karşı bir
tampon bölge oluşturmak amacındaydı. Bu yüzden de Bucak bölgesindeki
Müslüman Tatarları boşaltarak yerlerine
Gagauz ve Bulgar nüfus yerleştirdi.”
(H. Güngör. M. Argunşah, “Gagauuz
Türkleri” Ankara- 2002, s.28). En yetkili
ağızlar bunları yazarken Türk düşmanlığıyla yazılmış saçmalıklara kimsenin
inanmayacağı açıktır.
Üçüncü noktaya da kısaca temas
edelim. K. Tsonev soruyor: ” İyiden kim
kaçar? Eğer Gagauzlar iddia edildiği
gibi Türk idilerse niçin kaçsınlar?” Evet
iyiden kaçılmaz. Niçin kaçtıklarının bir
cevabını önceki paragrafta verdik. Şimdi
cevabın ikinci kısmını da açıklayalım:
Gagavuzlar o zamanlar Türk olduklarının farkında değillerdi. Onlar ancak
çiftçilik ve hayvancılık yaparlardı. Aynen
Müslüman Türkler gibi. Fakat o devirlerde Osmanlılar da Türk olduklarını
bilmiyorlardı. Onlar sadece Müslümandılar. “Sen nesin?” diye sorulunca “Elhamdülillâh Müslümanım” diye cevap
veriyorlardı. Gagavuzlarla Bulgarlar da
aynı soruya “ Hristiyanım” diye cevap
veriyorlardı. Dil önemli unsur sayılmazdı. Hâkim millet kökenini bilmezken,
çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan sıradan
bir Gagavuz kökenini nasıl bilsindi?
Bugün okuma fırsatı olan bazı kişiler
dahi okumuş oldukları halde kökenleriyle ilgilenmiyorlar. Gagavuz Yeri’ndeki
Gagavuzların bir şansları vardı, sorunlara Rus hoşgörüsüyle daha geniş açıdan
bakabilmek. Onlar bilim için Bulgaristandakilere göre daha olumlu şartlar
altında çalışma fırsatı buldular, kendi
bilim adamlarını yetiştirdiler, kendi
köken problemlerini çözdüler. Bulgaristan Gagavuzları ise “saf millet yaratma “
peşinde olan ırkçı Bulgar yöneticilerinin
suyunca yürümek zorunda kaldılar ve
büyük çapta Bulgarlaştılar.
Yazarımıza göre Gagavuz adı 19. asır
ortalarında ortaya çıkmıştır ve bunu
uyduranlar amatör Rus araştırmacılardır. Bu durum Gagavuzların daha önce
yaşamadıklarını göstermez. Bizans tarihçileri de 11-13 yüzyıllarda kuzeyden
gelip Tuna’yı geçen kavimlere Türk demiyorlardı, “barbar halklar” diyorlardı.
Oysa Bulgar tarihçileri onların Peçenek,
Uz ve Kumanlar olduklarını kendi eserlerinde hep yazdılar. Ruslarsa Oğuzlara
Uzi veya “Torki”, Kumanlara “Polovtsi”
adını vermişlerdi. Gagavuz araştırmacılar ise kendilerinin Uz (Oğuz) ve Kumanların ahfatları olduklarını çok yönlü
araştırmalarıyla gösterdiler. Bulgarlarsa
Balkanlara daha önce gelen ve Asparuh
Rumeli
46
Kan önderliğinde ilk Tuna Bulgar devletini 680 yılında kuranlardır. Gagavuzlar,
Hristiyanlığı kabul etmelerine rağmen
dillerini korumasını başarmışlardır.
Türk dilli Bulgarlar, uzunca bir zaman
yabancı bir dil ortamında (Slav) bulundukları için anadillerini unutmuşlar ve
Slavlaşmışlardır. Gagauzlar Dobruca’ya
yerleşerek önce Selçuk, sonra Tatar ve
Osmanlı Türkleriyle temas ettikleri için
Hristiyan olmalarına rağmen anadillerini koruyabilmişlerdir. 14. Asır sonlarında Osmanlılar gelmemiş olsalardı belki
onlar da anadillerini çoktan unutmuş
olurlardı.
Gagavuz adının kökenini açıklayan
onlarca varsayım vardır. Bunlara göre bu
etnik ad ya gaga+uz sözlerinin (Radlov),
ya gök+Oğuz sözlerinin (St. Mladenov)
ya Hak (Gak)+ Oğuz” sözlerinden (D.
Tanasoğlu) ya da Kaykavus adından
(P. (Wittek ve R. Turan) sözlerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Bu varsayımlar
arasında sonuncunun gerçeğe daha yakın olduğu kanısındayım zira Kaykavus
sözünden “y” sesini alınca Gagavuz sözüne çok yaklaşmaktadır. Prof. Dr. Refik
Turan “Tarih içinde Gagauz Selçuklu
İrtibatı” adlı makalesinde bu varsayımın
ayrıntılı ve inandırıcı bir açıklamasını
yapmıştır. (Sabaa Yıldızı dergisi, sayı 25,
yıl: 2003, s. 43-45)
K. Tsonev Bucak’ta karma BulgarGagavuz köylerinin oluştuğunu aynı
kiliselerde ibadet ettiklerini anlatırken,
Osmanlı dil ortamından uzak ve Hristiyan halklarla çevrili oldukları halde 2
yüzyıl boyunca niçin Bulgarlaşmadıklarını veya Rumenleşmediklerini kendine
acep neden sormuyor? Hem de oraya
Osmanlıdan göçenlerin sadece % 30’a
yakınını teşkil eden Gagauzlar neden
Bulgarlaşmadılar veya Slavlaşmadılar?
Üstelik dinleri de aynı. Bu ve buna
benzer sorulara yazarımız mantıklı cevaplar bulmaya çalışmalıdır. Bize göre
Gagavuzların kuşaktan kuşağa aktardığı
söylencelerde atalarının eski inanış ve
alışkanlıkları yaşıyor da ondan. Milli
karakterlerinde farklar var da ondan. Bu
karakter farklarını yine Prof. Proterey
Mihail Çakır’ın “ Gagauzların İstoriyası”
eserinde buluyoruz. Öğrenmek isteyenler SABAA YILDIZI dergisinin 1996
yılına ait 2. sayısının 17. ve 18. sayfalarına baksınlar, Bulgarlara da Tukan
dediklerini öğrensinler.
Yazısının sonuna doğru Tsonev, Bul-
garların Güneş altında Türk kavramının
ortaya çıkmasından çok önce var olduklarını iddia ediyor. Türk adı olmasa
da Türkçe konuşan çok sayıda kavimler
vardı. Bunların arasında ilk Bulgarları
da zikredebiliriz. Yukarıda belirttiğimiz
gibi Gagauz kavramı Bulgar kavramından çok sonra ortaya çıkmıştır. Gagavuz
kongresinde “Sizler köken itibarıyla
Bulgarsınız! Kendi milletinizi yaratıyorsunuz. Bu harika ve sizin hakkınız. Kendi diliniz var, güzel. Onu geliştirin. Bu
da sizin değişmez hakkınız!” diye haykırdığını yazıyor. Tsonev’in bu haykırışı
Gagavuzları da kendi gibi Bulgar saymasından kaynaklanmaktadır. Bugünkü
Bulgarlar kesinlikle Bulgar değildir, onlar olsa olsa Bâlgarslavlardır, zira Slavlar
onların Bulgarlığını bitirmiş ancak adını
bitirememişlerdir. Karadeniz ardındaki
bozkırlarda eski Bulgarlarla Türk ve
Slavlar çok karışmışlardır. Onları meydana getiren unsurlardan çoğunlukta
olanlar ulusal dili belirlemişlerdir. Bulgar sahasında ve Ukrayna’da Slav unsuru
belirleyici olmuş, Kazan Tataristan’ında
Türk-Bulgar unsuru belirleyici olmuş ve
yeni uluslar ortaya çıkmıştır. Örneğin
Kazan Tatarları Bulgar adına Bulgaristan
Slavlarından daha lâyık oldukları halde
kendilerine Stalin tarafından Tatar adı
dayatılmıştır, oysa onlar kendilerini bugün bile eski Türk dilli Bulgarın ahfatları
olarak görmektedirler.
Çağdaş Slav-Bulgar araştırmacıları,
eski Bulgarların Türklerden farklı ari bir
ırk olduğunu
söyleyip yazmaya başladılar. Onlara
865-882 yılları arasında Kara Bulgarların başkenti olan Baştu (Kiev) şehrinde
Mikâil Baştu tarafından yazılan en eski
Bulgar ve Türk destanı olan “ Şan Kızı
Dastanı”ndan iki dörtlük sunacağım.
Bakalım Bulgar araştırmacılar ona ne
biçim kulp takacaklardır:
Bal teteb ötrü
Yak sanga bêrdi
Kal bilep telüvge
Kâ dibên barçın.
İtil suyu aka turur
Kıya tobi kaka turur
Balık telim baka turur
Kulinen taki kumarır.
Bu dörtlüklerin anlamlarını çağdaş
Türkçe ile sunalım: 1. Bal tutarak/ şeytan sana geliyordu/ İpeğe bürüyerek/
Kafese koyuyordı. 2. İtil suları akar
durur/Sert kıyılara kaka durur/ Balık
kurbağa baka durur/ Onlarla göl çanağı
doludur.
Gagavuzların bazıları duruma göre
kendilerine Bulgar veya Rum derlermiş.
Bunun nedenlerini yine Gagavuzların
başpapazı Proterey ve Prof. Mihail Çakır’ın sözleriyle açıklayalım: “Gagauzlar
sormakta söleerlâr ki, onnar diyl Bulgar,
diyl Urum, diyl Rus, diyl Romun, diyl
Osmanlı Türk, ama açan geleer vakıt
yazmaa kiyada (kitaba) onun soyunu
senselesini (silsilesini) Gagauz deer
Bulgarların hem Rusların arasında ki o
Türklenmiş (Türkleşmiş) Bulgar, Urumnarın hem Romunnarın arasında deerlêr
ki, onnar Türklenmiş Urum (Grek)
Türkofon (Türkçe konuşan). Gagauzlar
evvelki vakıtta üürênmiş politika yapmaa: Bulgarların arasında hem Rusların
arasında göstermêê ki, onnar Bulgar ki
bu sebepten Bulgarlar hem Ruslar onnarı taa iyi kabletsinnêr.” (Sabaa Yıldızı,
sene 1996, sayı 2, sayfa-19)
Bütün bu açıklamalardan sonra Gagavuz Yeri’nin bugünkü Bulgaristan’ın
bir ikiz eşi olmadığı, diğer Bulgaristan
da olmadığı anlaşılır. Bulgar milleti Bulgarlığını yitirmiş tamamen Slavlaşmış
bir millettir ve artık Slav bilincine sahip
Bâlgarlar olarak tanınır. Gagavuz halkı
ise kuzey Oğuz ve Kıpçak Türk unsurlarının ve dilinin ağır bastığı Ortodoks
Hristiyan dinine bağlı birtopluluktur.
Bugünkü Slav Bulgarlarla aralarında
bulunan kültür benzerlikleri de din ortaklığından kaynaklanır. Eğer Tsonev’in
iddia ettiği gibi Türkçe konuşan Gagavuzlar Bulgarsa, Slavca konuşan Bulgarlar da Bulgar değil, Bâlgardır. Gagavuzları Türkçe konuşan Volga Bulgarları
ile akraba saymamız mümkündür lâkin
bugünkü Slav-Bulgarlarla sadece dinsel
ortaklıkları vardır.
Önemli olan ise Gagavuzların kendilerini nasıl tanımladıklarıdır. Onlar,
kendilerini Türk kavimlerinin ahfatları
olarak görmekte, bir Türk lehçesi konuşmakta ve onunla edebiyat, sanat ve
bilim yapmaktadırlar. Tsonev gibilerin
çırpınışları çölde ses olarak kalmaya
mahkûmdur.
Rumeli
47
Görmedin mi Civan
Aliş’imi Tuna boyunda
(Türkü Öyküsü)
Y
aklaşık bir yüzyıldan beri inişli, çıkışlı ve çok
kıvrak bir Türkü çınlar durur kulaklarımızda. Hem sözlerinin şiiriyeti, hem de ezgisinin
dokunuşlarıyla dinleyenleri mest eyler: Tuna
boylarında kayıplara karışan Civan Aliş için gencecik eşi tarafından yakılmış bir türküdür bu. İşte
ilk kıtası ve bağlantısı:
Aliş’imin kaşları kare (aman)
Sen açtın sineme yare
Bulamadım derdime çare (aman)
Görmedin mi ah civan Aliş’imi Tuna boyunda
Görmedin mi ah Arslan Aliş’imi eller koynunda.
Bu hüzünlü türkü Deliorman’da ve Balkanlarda
yankılana dursun, biz Aliş’in izine düşelim. Civan
Aliş dedikleri çok yakışıklı, boylu poslu ve de güzel
sesli bir genç olup Razgrat iline bağlı Yonuzabdal
(Yonkovo) köyünde doğup yaşamıştır. Aynı köyden
İbiboğlu Mehmet’in üç çocuğundan en büyüğüdür.
Amiş adında bir erkek kardeşi ve Vesile adında da
bir kız kardeşi vardır. Genç olup da sevgilisi olmaz
mı? O da gönlünü Yonuzabdal köyünden Hacı
Halil’in çiçek gibi kızına kaptırmıştır. Ancak Hacı
Halil ile Aliş’in babası arasında 20 yıldan beri süren
husumet bu iki gencin evlenmesine engel olmuştur.
Aliş, sevgisinin imkânsız olduğunu anlayınca yine
Yonuzabdallı bir kız olan Aliş Hocaoğlu’nun kızı
Hafız Fatma ile evlenmiştir. Bu kızın ailesi Eskicuma
ilinin Popköy kazasına bağlı Türbeler köyünden
1877/1878 Rus-Türk Savaşı sonrasında Yonuzabdal
köyüne yerleşmiştir. Bu evlilikten Aliş’in iki çocuğu
dünyaya gelmiştir: Osman ve Vesile.
Ne var ki, günün birinde Aliş, beklenmedik bir
iftiraya hedef olur. İlk sevgilisinin babası Hacı Halil’in samanlığı ateşe verilmiştir. Faili bulunamayınca
suç, eski hasmının oğlu Aliş’e yüklenilmek istenmiştir. Jandarma kendisini yakalayıp Razgrat cezaevine
tıkmıştır. Genç ve enerji dolu olan genç mahpus
bir yolunu bulup kaçar. Polis, Aliş’i araya dursun, o
çoktan sınırı aşıp Türkiye’ye ulaşmıştır. Trakya’da bir
köye yerleşir. Yerleşir ama ailesinin ve çocuklarının
kokusu burnunda tütmeye başlar. El altından Deliorman’daki kardeşi Amiş’e haber gönderir ve yenge
ile çocuklarını göndermesini rica eder. Bu arada
samanlık yangınının gerçek kundakçısı da yakalanmıştır ve Aliş’in suçsuz olduğu anlaşılmıştır. Samanlığı kundaklayan kişi yine Yonuzabdal köyünden
Çaprazoğulları sülalesinden Deli Mehmet’tir. Amiş,
ağabeyinin ailesini ve çocuklarını Türkiye’ye göndermeyi başarmıştır. Büyük oğlundan sonra gelin ve
torunların da göç etmesi, babaları İnoğlu Mehmet’i
çok üzdüğünden kısa zamanda hayattan ayrılmasına
sebep olmuştur.
Aliş çocuklarına ve eşine kavuşmuştur
ama onu ve ailesinin bu şekilde perişan olmasına
neden olan müfteri Hacı Halil’e olan öfkesi bir türlü
geçmez. Nihayet ondan öcünü almak için harekete
geçer. Kimseye haber vermeden Bulgaristan’ döner
ve doğduğu köye gelir. Eski arkadaşlarından bazılarını bulup bir baskın planı hazırlarlar. Baskında
Aliş, Hacı Halil’in odasına girer, Kıroğlu İsmail pencerede, Kırkgözle Falcı Recep avluda beklerler. Aliş,
Hacı Halil’i sorgularken içeri elinde balta ile Hacı’nın hanımı girer ve baltayı sırtına indirir. Aliş, can
havliyle sıçrayıp onu etkisiz hale getirir. Bu arada
insanî duyguları onu durdurur ve kadını öldürmekten vazgeçer. Ama ibret-i âlem için bir kulağının
yarısını keser. Hacı korkudan bayılmıştır. Kafadarlar
alelacele köyü terk edip yakındaki Aykırı Orman’a
dalarlar ve Kümeler denilen yerde gizlenirler. Yaptıkları anlaşmaya göre samimi arkadaşlarından Şerif
Ağa denilen kişi buraya yakın olan tarlasına gelecek
ve Alişle anasının durumunu görüşecektir. Haberi
alan Şerif ağa, yeni yetme oğluyla tarlaya gelir, oradan ormana dalarak Alişle görüşür. Aliş’ten anası ve
kardeşi Amişle ilgili talimatı aldıktan sonra gözyaşlarıyla köye yönelir.
Hacı Halil’in evine yapılan baskın etrafta
duyulur. Jandarma, Aliş ve arkadaşlarının peşindedir. Onlarsa doğu yönünde ilerleyerek jandarmaya
izlerini kaybettirmişler, Mahmuzlu, Kilikadı, Turpçular ve Şahinler köyleri arasında yayılan büyük
Köste Ormanına ulaşmışlar ve gizlenmişlerdir.
Orman kıyılarını gezerken çeşme inşa etmeye çalışan bir gruba rastlamışlar. Sohbet esnasında ustalar
çeşmeyi yaptıran kişiden şikâyetçi olmuşlar. Onlara
iş karşılığı 12 altın ödemeyi vaat eden Sarımahmut
köyünden bir hacı, sözünde durmamış. Aliş ve arkadaşları köyü basıp, Hacı’dan altınları almışlar ancak
boğuşurken Hacı öldürülmüş. Çeşmecilerin parasını
verdikten sonra Köste ormanında jandarma tarafından sarılmışlar. Bu defa çemberi yararak Tuna’ya
doğru yol almışlar. Bir yerde bir su değirmenine
sığınmışlar. Geçtikleri yerlerde ince bir kar tabakası
olduğundan kar üzerinde izleri kalmış. Jandarma
bu izlerin değirmene gittiğini saptayıp onu ateşe
vermiş. Ancak değirmenin küllerinde kaçanların
M. Arslan
CUMALI
48
cesetlerine rastlanmamış. Bir başka söylentiye göre jandarmadan
erken davranıp değirmen deresince Tuna’ya ulaşmışlar ve Romanya’ya geçmişlerdir. Ancak bu söylentiyi doğrulayan bir ipucuna da
ulaşılamamıştır. Türkiye’den de bir haber gelmemiştir. Ve gidiş o
gidiştir. Aliş ve arkadaşlarına dair hiçbir yerden haber alınamaz.
Birkaç yıl süren belirsizlikten sonra Aliş’in kardeşi Amiş, annesinin isteği üzerine Aliş’in Türkiye’de bulunan eşini ve çocuklarını
alıp memlekete getirir ve eski evlerine yerleştirir. Aliş’in eşi Hafız
Fatma zeki bir kadındır. Kendini Aliş için yaktığı ağıt türküyle
teselli etmeye çalışır ve umudunu korur. Evinde olsun, kadın toplantılarında veya ev ziyaretlerinde olsun “Aliş’imin Kaşleri Kare”
türküsünü dilinden düşürmez. Bütün umutlu beklentilere rağmen
Aliş bir türlü evine dönmez ve 1908 yılından sonra da kendinden
umut kesilir. Böylece Aliş olayı unutulmaya başlar ancak türküsü
Deliorman Türkleri arasında yankılanmaya devam eder. Edinilen
bilgilere gör Aliş 1860, eşi hafız Fatma ise 1863 doğumludur.
Bu öyküyü Aliş’in en yakın arkadaşı Şerif Aga’ya, daha doğrusu onun kuşaktan kuşağa geçen defterindeki bilgilere borçluyuz.
Söz konusu defter, Şerif Aga öldükten sonra oğlu Şerif Ahmet’e
ondan da torunu İbrahim Hoca’ya intikal eder. İbrahim Hoca 1989
göçüyle Türkiye’ye göç etmiş ve İstanbul’un Avcılar semtine yerleşmiştir. Orada Şerefli Soyadıyla bir süre öğretmenlik yapmış ve
emekli olmuştur. Dedesi Şerif Aga’nın Aliş’e dair notları İbrahim
Hocanın sakladığı defterden aldık.
Aliş’im ağıtının sözlerini ve melodisini bizlere ulaştıran ise
Rumeli
Hafız Fatma’nın öz dayısı Mehmet Ali Hocaoğlu’nun 1903 doğumlu kızı Hanife Ninedir. Zamanına göre oldukça bilgili ve okumuş
olan Hafız Fatma, dayı kızı Hanife’yi bağrına basmış, ona Kur’an
okumayı, ilahi ve yakmalar (ağıtlar) söylemeyi öğretmiştir. Hanife,
ayrıca annesi Molla Fatma’dan ders almış, komşu Ağmaç köyüne
gelin gittikten sonra, Deliorman yöresi ve Tuna ovasında kadınlar
arasında bilgisi ve sesiyle iyi bir mevkiye gelmiştir. Ağmaçköy’de
ekmeğini yemeyen, suyunu içmeyen, iyiliğini görmeyen yok
gibidir. O da 1989 yılında Türkiye’ye göç etmiş ve oğlu Mehmet
Arslan’ın yanında 86 yaşında vefat etmiştir. Ömrünün son günlerine kadar halası olan Hafız Fatma’dan öğrendiği “Aliş’imin Kaşleri
Kare” türküsünü dilinden düşürmemiştir. Bu türkünün ilk kıtasını
giriş bölümünde verdik. Diğer kıtaları da şöyledir:
Ah evlerim var hane de hane (aman)
Benleri var tane tane
Ben kül oldum yane yane (aman)
Görmedin mi ah civan Aliş’imi Tuna boyunda
Görmedin mi ah aslan Aliş’imi eller koynunda.
Ah evlerim var yol başında (aman)
Benleri var sol kaşında
Saramadım genç yaşımda (aman)
Görmedin mi ah civan Aliş’imi Tuna boyunda
Görmedin mi ah aslan Aliş’imi eller koynunda.
Haskovo’nun Mineralni
Bani Belediyesi,
onaylanan yeni bir
projenin temelini attı.
Bu proje sayesinde yıllardır içme suyu yetersizliğinden
sıkıntı çeken Karamanlar (Karamantsi), Durakköy (Boyan
Botevo), Kumburlar (Angel Voyvoda), Şeremetler (Vinevo )
köylerinin içme suyu problemleri temelli çözülecek.
İki milyon leva tutarındaki proje ile yedi kilometre uzaklıktan Ulu dere boyunca gelecek olan içme suyu Komuniga
(Kuşallar) , Yonçevo (Kirez tarla) dere kaynaklarından toplanacak.
Bu projeyi „Bunar” Su ve Kanalizasyon Şirketi sahibi,
Paniçkovo (Çanakçı) köyünde doğmuş Haskovolu iş adamı
Fikret Veli üstlendi.
Projenin temel atma törenine çok sayıda bölge sakini
iştirak etti. Misafirler arasında milletvekili Mehmet Ataman,
Haskovo Valisi Kadir İsov, Mineralni Bani Belediyesi Başkanı
Mümin İskender, İlçe HÖH Başkanı Musa Çolak ve Haskovo
Bölge Müftüsü Basri Eminefendi yer aldılar.
Tören öncesi Haskovo imamı Mümün Hoca ve arkadaşları
Mevlidi - Şerif okudular. Projenin hayırlı ve uğurlu olması temennilerini dilediler. Mevlidi–Şerif ‘ten sona projenin temeli
atıldı. Önceden kesilen 350 kiloluk kurban dana, törene katılanlara ikram edildi. Boyan Botevo Muhtarı Mehmetali Bekir’in bu organizasyonun gerçekleşmesinde büyük payı var.
Ertesi gün bir başka projede yıllardır bakıma ihtiyaç duyan Karamanlar camisinin temelli tamir projesi gün yüzüne
çıktı.
Burada da kurban kesildi, Mevlidi – Şerif okundu.
Mineralni Bani Belediye Başkanı Mümün İskender konuşmasında yeni bir cami de Sarnıç (Sırnıtsa) köyünde kurulacağını bildirdi.
Haskovo müftüsü Eminefendi “böyle projelerinin gündeme gelmesinden dolayı tüm bölge Müslümanları adına
alkışlıyorum ve yeni projelerin Belediyesi Başkanı Mümün
İskender’in gündeminden düşmemesini dilerim.
Rumeli
49
Firmanın
Filibe ofisi de
hizmete girdi
Koşukavak
Turizm
sınırları aştı
Merkezi Gebze’de bulunan “Koşukavak Turizm” Şirketler Grubu,
turizm alanında giderek gelişip
büyüyor. Balkanlar’daki çalışmaların koordinasyonunu daha
rantabıl hale getirmek için şirket
Bulgaristan’ın Filibe kentinde
yeni bir turizm acente ofisini hizmete soktu. “Koşukavak Turizm”
Şirketler Grubu Yönetim Kurulu
Başkanı Rıfat Yakupoğlu iş çalışması vesilesiyle bulunduğu
Filibe’deki yeni ofisi ziyaretinde
şu açıklamalarda bulundu:
“Turizm sektörü hassas bir hizmet
sektörü olarak, kaliteli çalışmak
zorundadır. Bununla ilgili son
dönem çalışmalarımızı daha
seviyeli bir şekilde yürütmek
amacıyla Balkanlar’da da ofis
açıp oralardan Türkiye’ye turist
getirmeyi amaçlıyoruz, buradan
oralara giden turistlerle yakın
temas kurmak da önemli. Bunları nazar-ı itibara alarak böyle
yeni bir çalışma içine girdik”.

Benzer belgeler

Büyükelçi Aramaz, Bulgaristan Dışişleri`nde

Büyükelçi Aramaz, Bulgaristan Dışişleri`nde Büyükelçi Aramaz, Bulgaristan Dışişleri'nde Görüşmelerde Bulundu Türkiye'nin Sofya Büyükelçisi İsmail Aramaz, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ'ın 6-8 Ağustos tarihlerindeki Bulgaristan ziyaretinde ...

Detaylı

Kırcaali Haber

Kırcaali Haber dergimiz, Balkan halkları arasındaki dostluğun, kardeşliğin ve hoşgörünün gelişmesinde payımıza düşen emeği vermek niyetindeyiz.

Detaylı