BEYOĞLU BAKİ SARISAKAL

Transkript

BEYOĞLU BAKİ SARISAKAL
BEYOĞLU
BAKİ SARISAKAL
BEYOĞLU
Son yapılan 1945 sayımında köyleriyle beraber 252.759 kişi tutan nüfusuyla koskoca
bir şehir olan Beyoğlu, Türkiye’nin en kalabalık kazasıdır.
İstanbul’un gezilecek ve görülecek yerlerim bucak bucak incelediğimize göre Beyoğlu
kazasına dahil olan Galata bucağından sonra sıra bu kazanın merkez bucağına gelmektedir.
Beyoğlu’nun merkez ve Taksim bucakları birbirine geçmiş vazıyettedir. Daha doğrusu
asıl Beyoğlu bu iki bucaktan ibarettir. Merkez bucağı Şişhane Meydanından İstiklâl
Caddesindeki Ağa Camiine kadar, Taksim bucağı buradan, Cumhuriyet Caddesinde
Surpagop’tan sonra Radyoevi karşısındaki Cebeltopu Sokağına kadar devam etmektedir.
Beyoğlu’nun en kesif nüfusu bu iki bucakta toplanmıştır.
Bugünkü Beyoğlu bundan yüzyıl evveline nazaran pek ziyade genişlemiştir. Beyoğlu
Türkiye’nin yalnız kalabalık itibarı ile değil eğlence bolluğu itibariyle de en başta gelen
kazasıdır.
Beyoğlu’nun başlıca eğlence yerleri tiyatro, sinema ve barlardır. Maalesef diğer
medenî şehirlerde olduğu gibi başka gezilecek ve eğlenecek yeri yoktur. Halkın bugünkü
başlıca eğlencesini sinemalar teşkil etmektedir. Beyoğlu’nun yalnız bu iki bucağında bugün
14 sinema vardır. Yapılan bir hesaba göre vasati olarak senede yalnız bu 14 sinemaya 16
milyon kişi gitmektedir.
Bu sinemaların en eskisi İstiklâl Caddesindeki Şark Sinemasıdır. Evvelce eğlence yeri
olan bu bina, Beyoğlu’nun pek parlak günlerini görmüştür. Sinema binasının altındaki
mahzen gibi yerlerde gizli localar bulunmakta ve yapılan maskeli baloların çok rağbet gören
yerleri olmaktaymış. Bu sinemanın bu kısımları girintili, çıkıntılı esrarengiz yerlerdir. O
zaman Odeon denilen bu eğlence yerinin bu kısımları şimdi metruk bir haldedir.
Bugün için bu kadar kalabalık ve pek rağbette olan Beyoğlu’nun tarihi pek eski
değildir. 1453 yılında Fatih İstanbul’u aldığı zaman Beyoğlu diye bir yer yoktu. Bizanslılar,
daha doğrusu Galata’da oturan Cenevizler Beyoğlu’na kadar uzanmamışlardır. O zaman
buraları bağlık bahçelik ve ormanlık bir yermiş.
İstanbul yakasında oturan Rumlar Galata’ya, karşı sahil olduğu için, bu manaya gelen
Pera kelimesini kullanmışlardır. Sonradan bu kelime yukarıya doğru büyüyen mahalle için
kullanılmaya başlamış ve Beyoğlu teşekkül edince bütün Frenkler, Pera ismini
kullanmışlardır. Hâlâ bu ismi kullananlar vardır. Bu hususta sayın Celâl Esat şu mütalâada
bulunmaktadır: “Zannolunuyor ki o zaman şehir büyüyerek arkadaki Pera Bağları denilen
sırtlara yani şimdiki Beyoğlu’na doğru evler inşa edilip “Pera,, ismi bilhassa yukarı cihetlere
münhasır kalmakla kale dahilinde bulunan kısma yine eski ismi olan Galata namı verilmiş ve
Pera da sırf şimdiki "Beyoğlu’na münhasır kalmıştır. Türkler Pera ismini kullanmamışlardır.
Galata sırtlarına doğru büyüdüğü zaman oralarına da Beyoğlu olarak adlandırmışlardır. Bu
ismin verilmesine sebep o civarda konağ; bulunan ve Beyoğlu adı verilen Gritti’den dolayıdır.
Şimdiki Taksim Meydanı civarında jandarma karakolunun yanında bu Lonigi Gritti
ismindeki zatın köşkü ve bahçesi varmış. Kanunî Süleyman devrinde ecnebi hükûmetler ile
Padişahın temasını teinin eden Gritti Venedikli bir asilzadedir. Babası Andîe Gritti,
İstanbul’da Venedik Elçiliği yapmıştır. Bu elçi İstanbul’da bir Rum kadını ile evlenmiş ve
izdivaçtan Lonigi dünyaya gelmiştir. Şark meselelerinde ihtisas kazanan bu Beyoğhı Sultan
Süleyman’a yanaşmış ve hatta bir zamanlar Macaristan’da onun elçiliğini yapmıştır. Sultan
Süleyman birçok meselelerde onun düşüncelerini sorar, Taksim’deki konağına giderek misafir
kalır ve eğlencelerine iştirak edermiş. Zamanın veziri İbrahim Paşa da bu konaktan
çıkmazmış. İşte Venedik beyinin oğlu olan Gritti’den dolayı bu semt “Beyoğlu,, olarak
isimlendirilmiştir. Bu isim Kanunî Süleyman zamanından (1520 - 1556) kalmıştır. Taksim
Meydanı tanzim edlirken bu konağın bazı taşlarına rastlanmıştır. Lonigi Grittifo evinin
bulunduğu bu tepe Taksim bahçesine kadar kendisinin işgali altındaymış.
500 atı, 100 esiri varmış. Haris bir adammış. Öldükten sonra konağı satılmış ve harap
olmuştur. Bu evin yalnız taşlarına bir Türk o zamanın parası ile 6.000 Duka vermiş, yine
alamamıştır. 1577’de Üçüncü Murat Mısır’dan bir müneccim getirtmiş ve Gritti’nin konağının
bulunduğu yerde bir rasathane yaptırmıştır.
Tarihçe pek uzun bir devre sahip olmayan Beyoğlu’nun eski eserleri pek azdır.
Galata’yı Beyoğlu’na bağlayan başlıca yolları: Şişhane Tramvay Caddesi, Beyoğlu
Belediyesinin önünden, Tünel Meydanına çıkan ilk belediye sokağı, Tünel, Yüksek Kaldırım,
Kumbaracı Yokuşu ve Tophane-Boğazkesen Caddesidir.
Beyoğlu Tünel
Beyoğlu’nda Atlı Tramvay
Bu yollardan yalnız Meşrutiyet Caddesinde tramvay vardır. Birde Galata’yı asıl
Beyoğlu’na bağlayan tünel vardır. Beyoğlu’nun can damarı olan bu yer altı demiryolunun
inşası çok eski değildir. Tünelin bir şirket tarafından inşası ve işletilmesi için Abdülaziz
(1867-1876) zamanında 25 Kasım 1869 tarihinde Fransız tebaasından Gavan isminde birisine
ruhsat verilmiştir. İnşaat 1874 yılında yani beş senede tamamlanmıştır. Mukaveleyi Gava ile
Osmanlı İmparatorluğu Nafıa Nazırı Davut imzalamıştır. İmtiyaz sahibi zarar ve ziyanı üstüne
almıştır. Mukavele mucibince tünelin genişliği 7.7 metre, kemeri tam daire olup 3.85 metre
nısıf kutrunda inşa olunmuştur.
Buradan çıkan topraklar o zamanki şehremanetinin emri üzerine Tepebaşı Bahçesine
dökülmüş ve orası doldurulmuştur. Tünel İdaresi birçok değişiklikler geçirdikten sonra bir
şirket olmuş, Tramvay Şirketine bağlanmış ve nihayet Belediyenin eline geçmiştir.
Tünel civarı Beyoğlu’nun oldukça eski yerleridir. Galata’daki Hıristiyan unsurlar 16.
Yüzyılda yavaş yavaş Beyoğlu’nda oturmaya başlamışlardır. Bunu ecnebi elçiliklerin buraya
nakilleri takip etmiştir. Bugünkü Yüksek Kaldırım yavaş yavaş uzayarak bugünkü Tünel
Meydanına çıkmıştır.
Bu civarın en meşhur binası Yüksek kaldırımın üst kısmındaki Mevlevihane
Tekkesidir. Bu bina II. Beyazıt döneminde ve 1492 yılında inşa olunmuştur. Mevlevihanelerin
en eskisidir. Birçok defalar yanmış ve yerine yenisi yapılmıştır. Tekkeler kapanmadan önce
Mevleviler burada büyük ayinler yaparlardı. Tekkenin altında birde Çilehane vardı. Çile
çekmek isteyenler buraya kapanırlardı.
Tekkenin bahçesinde tarihi türbelerde vardır. Meşhur şair Şeyh Galip ile Ankaralı
Şeyh İsmail Resuhi’nin türbeleri burada olduğu gibi Esrar Dede, Fasih Dede ve meşhur kadın
şairlerimizden Leyla Hanım ile Kumbaracı Ahmet Paşa’da burada medfundurlar.
Hemen hemen Beyoğlu’nun Türklere ait yerlerindedir. Türklerin Beyoğlu’na pek geç
yerleştiklerini iddia eden bazı yabancı yazarlara cevap teşkil eden bu mıntıka maalesef
bakımsızdır.
Tünelin üstündeki tramvay idaresinin bulunduğu bina Tünel İdaresi tarafından
mukavele mucibince inşa olunmuştur. Bunun gibi bir binanın Galata tarafında da inşası lazım
gelmekteyse de her nedense şirket bu tarafı ihmal etmiştir.
Tünelin başındaki bugünkü Beyoğlu Kaymakamlığı’nın bulunduğu Büyük Altıncı
Daire binası da oldukça eskidir. İlk modern belediye burada tesis olunmuştur. O zaman
Paris’in en modern dairesi Altıncı Daire imiş. Beyoğlu ve Galata’yı ihtiva eden ve yeni
kurulan belediyeye de Paris’in bu dairesi örnek alındığından burası 6. Daire olarak anılmış ve
sonradan 3. Daire olmuşsa da yine halkın dilinde 6. Daire olarak kalmıştır. Binanın 1287
Rumi yılında inşa edildiği anlaşılmaktadır. Bu bina inşa edilmeden önce Beyoğlu Belediyesi
yine o civarda bulunan yemenici sokakta bir evde imiş.
Tünelden, Galatasaray tarafına doğru giderken sağda Rus Konsoloshanesi geçildikten
sonra çukurda eski bir Kilise vardır. İtalyan Kilisesi adıyla da anılan bu Kilisenin ismi Santa
Mariya Draperis’tir. Bu Kilise daha eski ise de son şekli 1769 tarihinde yapılmıştır. Evvelce
Sirkeci civarında oturan Frensisken papasları burada Draperis isminde bir kadın tarafından
kendilerine verilen küçük Kiliseye nakletmişlerdir.
Altıncı Daire
Kilisede bulunan Meryem tasviri 1660’da yanan Kilise binasından kurtarılmış ve
bugünkü Kilisenin baş mihrabının üzerine konulmuştur.
Beyoğlu Sent Antuvan Kilisesi
Galatasaray’a doğru biraz daha ilerledikten sonra karşımıza yine aynı sırada bulunan
Sent Antuvan Kilisesi’de Beyoğlu’nun sayılı mabetlerindendir. İstanbul’un en büyük Katolik
Kilisesidir. Hıristiyanlarca çok tanınmış olduğundan Katolik olmayanlarda buraya devam
ederler. Buda Fransisken papaslarına aittir.
İlk defa ahşap olarak 1725’de inşa edilmiştir. Birkaç defa yanmış ve yeniden
yapılmıştır. Bu Kilisenin karşısındaki sokağın içinde de Rumlara ait eski bir Kilise vardır.
İki Latin Kilisesinin arasında kalan Nuriziya ve eski ismiyle Polonya Sokağı da tarihi
bir kıymete haizdir.
Ondokuzuncu asrın ortalarında İstanbul’u ziyaret eden ve bir müddet kalan meşhur
Raspodies Hongroises’in bestekârı Franz Liszt (1811-1886) bu sokakta galiba 13 numaralı
evde oturmuştur. Bu ev hala durmaktadır. Buradaki Polonya çıkmazında kemerli, demir kapı
ve pencereli eski bir bina vardır ki bir iddiaya göre eski Polonya Sefareti, bir iddiaya göre de
İngiliz Konsoloshanesi memurlarından Lucas Chrico’ya aittir. Kapısındaki kitabede ikinci
iddiayı ispat eder mahiyettedir. Bu ev 1720’de inşa olunmuştur. Buradaki Fransız Sefareti
bahçesinde Fransız Sen Lui Kilisesi vardır ki, bu da pek eskidir. En son inşa tarihi 1788’dir.
Bu cadde üzerinde eski tarihi haiz başka bir şey yoktur. Yalnız Şişhane’den gelirken
şimdi İstanbul Belediyesi Konservatuarı olan bina İstanbullular için fena hatıraları
taşımaktadır. Bu bina Birinci Umumi Harpten sonra Mütareke Devrinde Kroker Oteli iken,
Müttefik kuvvetleri tarafından işgal edilmiş ve merkez ittihaz olunmuştu. Buraya çağrılan
kimselerin ziyansız çıktıkları pek vaki olmadığından Türkler arasında acı hatıralar bırakmıştır.
Şimdi burada İstanbul’un ve belediye’nin biricik konservatuarı bulunmaktadır. Daha
ileriye doğru İstanbul’un en büyük otellerinden biri olan Pera Palas bulunmaktadır.
Pera Palas
Bundan sonrada eski Tepebaşı Bahçesi gelir. Bu bahçenin Beyoğlu tarihindeki önemi
çok fazladır. Frenklerce Pötişan diye anılan bu bahçe, aynı ismi çevresine de vermiştir.
Evvelce Kasımpaşa’ya inen uçurum buradan başlardı.
Membalar Vadisi Çeşme ve Mezarlığı
Beyoğlu Caddesinin Kasımpaşa’ya inen “Membalar Vadisi“ denilen batı yamacı
Ceneviz Hıristiyan Mezarlığıydı. Bu yer sonra Hıristiyan Mezarlığı olmuştur. Selviler
dikilerek Müslüman Mezarlığı haline getirilmiştir.
Bu mezarlığın hikâyesini Evliya Çelebi’den dinleyelim:
“Meyyit zade kabri. Bu zatın pederleri Eğri Gazasına müteveccih oldukta valideleri
hamile İmiş. Pederleri: “İlâhi Gazaya gidiyorum. Bu ehlim batnında bulunan evlâdımı sana
emanet ettim” deyip sefere revane olur. Bir müddet sonra, biemrillâh hatunu hamlini
vazetmezden evvel merhum olur. Defnederler. Biemrillâhilkadir kabirde vazı hamleder.
Masum validei merhumesinin memesine bitişip emer. Pederi seferden selâmetle avdet
ettiğinde ehlini sual eder. Merhume olduğunu söylerler. Hemen mutekid gazi: “Ben anın
karnındakini kârhane sahibine emanet verdim. Tiz ehlimin kabrini bana gösteriniz” deyup
derhal kabre varırlar. Kulak tutarlar ki, kabrin içinden bir masum sadası gelür. Ol ande kabri
açar ve görürler ki canparesi olan masum validesinin sağ memesini emiyor. Asla çürümemiş.
Pederi hamdüsena ederek çiğer kûşesini bağrına basup hanesine götürür. Terbiye eder. İşte bu
çocuk ulemayi fazılînden bir kimesne olup Devleti Ahmed handa merhum oldu, gene validesi
cenibinde defnettiler. Üzerinde bir kubbei âlisi vardır. Meyyit zade deyu ziyaretgâhı hâs ve
âmdir.
Bu hikâye garip gelmesin. Kudreti İlâhiye düşünülürse pek âdi bir şey demek olur. Bu
sultanın kurbündc bir sofai kârgir üzere pederimiz Derviş Mehmed Zıllî ve validesi ve
dedemiz Timurci Kara Ahmed ve dedesi Yavuz Özbek ve validemiz velhasıl
bihesap akrabamız medfundur. Karini kiramdan bunların ve vefatımızdan sonra bu hakirin
ruhu için bir fatiha temenni ederim. Deriğ buyurmayacaklarından eminim. “.
Boğaz sahilinde Tophane yakınından başlayan bir keçi yolundan dik bir meyille
doğruca doğu yamaçtan dört yöne hâkim olan en yüksek tepeye çıkılırdı ve buradan da
Haliç’in Membalar Vadisine inilirdi.
Yine bu yol dağın tepesinde birbirini düz kateden diğer bir yol ile istavroz şeklinde
birlenerek bir dörtyol ağzı teşkil ediyordu. Bu sebeple buraya Rum İstavrozu anlamında
İstavroz Rumiyon adı verilmişti.
Boğazdan tepeye çıkan bu patika - keçi yolu Kırım savaşında ölmüş İngiliz deniz erleri
hâtırasına inşa edilmiş Kilisenin yanındaki dereyi takip ederek dörtyol ağzının dağ
zirvesindeki geniş düzlüğü aşıyor, aşağı inerken düz ve dik olarak vadide dereye iniyordu.
Bu derede bugün de Beyoğlu Caddesinden Halice inen bir yol vardır. Membalar
Vadisi ise Haliç’in kavislerinden birini teşkil ediyordu. Şimdi doldurulmuş olan sahada
Bahriye Kışlası bulunmaktadır.
Membalar Vadisi 1870’lerde Tünel’den çıkan topraklarla doldurularak bahçe haline
konulmuştur.
Tepebaşı
Bu tarihten birkaç sene sonra buraya bir anfi tiyatrosu ve kışlık tiyatro binası inşa
olunmuştur. Doldurulan sahada bahçe haline konulmuş ise de esaslı bir şey yapılmadığından
binalar çok çabuk eskimiştir. Bunun üzerine Operatör Cemil Bey’in Şehreminliği zamanında
1330 Rumi yılında bir zamanlar İstanbul’un eğlence kralı diye anılan Lehmann ile bir
mukavele akdedilmiştir. Bu mukavele gereğince Şehremaneti anfi tiyatrosunu yeniden inşa
edecek ve kışlık tiyatroyu yenileştirecek ve kalorifer koyacaktı.
Aynı zamanda Pera Palas Oteli’nden … Tiyatrosuna kadar bahçenin uzunluğunca bir
taraça yapacaktı. Kiracı Lehmann bu yerler için belediyeye senede 8.600 lira verecekti. Kiracı
buraları senelerce işletmiş ve öldükten sonra da bir müddet işledikten sonra buralarını
belediye tekrar kiraya vermemiş ve kendi tiyatrolarını yerleştirmiştir. Bahçe de açık park
haline konulmuştur.
Lehmann, Pera Palas’ın köşesinde birde Garden ismiyle bir bar açmış ve buraya
Balkanların en iyi barı süsünü vermişti. Bu bar yıkılmış ve yeri bahçeye ilave olunmuştur.
Beyoğlu’nun belli başlı binalarından biride Galatasaray Lisesidir. Buraya evvela İkinci
Bayazıt (1481-1512) zamanında mektep, Cami ve hamam yapılmış, sonra saraya çevrilmişti.
İkinci Mahmut’ta (1808-1839) yeniden bir saray yaptırmıştır. Şimdiki bina ise
Abdülaziz (1861-1876) tarafından yaptırılmıştır.
Eskiden Beyoğlu’na kadar Galata dendiği için bu saraya da “Galatasarayı” denmiştir.
Mektebin önünde eski karakol binası son senelerde yıktırılmış ve cadde açılmıştır.
Biraz ileride Pera Palas gibi en büyük otellerimizden olan Tokatlıyan (Konak) Oteli de
Beyoğlu’nun büyük binalarındandır.
İstiklal
Caddesinin
ortasında
bulunan Ağa Camisi de incelenmeye değer.
Bu cami ilk defa 1597 tarihinde
Galatasaray Ağalarından Hüseyin Ağa
tarafından yaptırıldığı için Ağa Camisi
denilmiştir. Bazı yangınlar geçirdikten
sonra birkaç sene evvel Evkaf tarafından
esaslı surette tamir ettirilmiştir. Caminin
tek şerefeli bir minaresi vardır. Tek kapılı
ve üstü kurşun örtülüdür. Bu Cami birkaç
sene evvel tamir edilirken bir yenilik
yapılmıştır.
Namaz kılanların başlarını yere
koymamaları için biraz yüksekçe yerler
yapılmıştı ki, buralara ayak basılmamakta
ve temiz kalmamaktadır. Caminin çinileri
yeni yapılmış olmakla beraber sanat
bakımından değeri yüksektir. Caminin
bahçesinde iki-üç mezar vardır. 1
1921’de
mütareke
günlerinde
Nazım Hikmet, Beyoğlu’nun Rumlar
tarafından
Yunan
bayraklarıyla
donatıldığını görür ve hüzünlenir. Ağa
Camii avlusuna girer ve şu cümleleri dile
getirir:
Havsalam almıyordu bu hazin hali önce
Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce
Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;
Allahımın ismini daha çok candan andım.
Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!
Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,
Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var…
Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar,
En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini,
Üstünde aşüfteler yükseltiyor sesini.
Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,
Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor.
Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu,
Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu
Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen
Bir arkadaş bulurdun ruhumu görebilsen!
Ey bu Caminin ruhu: Bize mucize göster
Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer
Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla,
Baştanbaşa tutuşsun göklerin yangınıyla!
1
Orhan ÇİNİLİ “ İstanbul’un Gezilecek ve Görülecek Yerleri”, Vakit 25 Şubat 1947 /31 Temmuz 1947
Neriman HİKMET “Beyoğlu “, Yirminci Asır 4 Eylül 1958

Benzer belgeler

Buraya - İstanbul Gezginleri

Buraya - İstanbul Gezginleri kazasına dahil olan Galata bucağından sonra sıra bu kazanın merkez bucağına gelmektedir. Beyoğlu’nun merkez ve Taksim bucakları birbirine geçmiş vazıyettedir. Daha doğrusu asıl Beyoğlu bu iki bucak...

Detaylı