Sevda türkülerinin ozanı - TDED - Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği

Transkript

Sevda türkülerinin ozanı - TDED - Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği
Yerelden evrensele uzanan yolda Karacaoğlan
Sevda türkülerinin ozanı
İbrahim Ethem Arıoğlu*
Karacaoğlan şiir geleneğinin
en önemli özelliği, bu
şiirlerde aşk ve doğa
temalarının işlenmiş
olmasıdır. Aşk, maddi aşktır.
Sevgili, her an görülebilen,
yaşayan Türkmen güzelidir
ve adıyla çağrılır. Bu
söyleyiş, âşık şiirimizde,
Karacaoğlan’a ait bir
özelliktir.
16
DİL ve EDEBİYAT
1
6. yüzyılda İmparatorluğun yayılabildiği alanların birçoğunda,
şairlerimizin barış günlerinde olduğu kadar savaş günlerinde
de saz çalıp söylediklerini görmekteyiz. Bu yüzyılın en dikkat
çekici tarafı Anadolu’nun çok uzağında Kuzey Afrika’da vücut
bulan Garp Ocakları’nda yetişen şairlerdir. Kul Çulha, Geda Muslu, Armutlu gibi başlıca temsilcileri bu ocaklarda yetişmiş, savaşın en can alıcı noktalarını şiirleştirmekte son derece başarılı olmuşlardır. Fiilen deniz
savaşlarına katılan bu şairlerin hiçbiri hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz; şiirlerinde yer alan kumandan adlarından yola çıkarak ancak yaşadıkları yüzyılı tespit edebilmekteyiz.
Anadolu sahasında yetişenler arasında Öksüz Dede, Ozan, Bahşi,
Karacaoğlan, Kul Piri gibi bazılarının pek az sayıda şiiri elimize geçmiş olsa
da, önde gelen başarılı simalar olarak kabul edilirler. Bunlardan sade bir
dille bölge ağzının özelliklerine yer vererek şiirler ortaya koyan Karacaoğlan, geniş bir coğrafyada tanınmış ve sevilmiştir. Bazı şiirleri çeşitli makamlarda bestelenmiş ve musiki meclislerinde icra edilmiştir: Şiirlerinden
bazıları ise türkü tarzında hâlâ çalınıp söylenmektedir. Hayatı etrafındaki
şüphe bulutlarının bütünüyle dağılmadığı Karacaoğlan’ın 16. ve 17. yüzyıllarda yaşamış iki şair olduğu hususunda da farklı görüşler vardır. Gü-
AY I N D O S Y A S I
ney bölgelerimiz özellikle de Çukurova ve Balkanlar
bu şairlerimizin yaşadığı bölgeler olarak değerlendirilmektedir. Üçüncü bir Karacaoğlan’ın varlığı ile ilgili değerlendirmelere de rastlamaktayız.
Karacaoğlan, halk şiirimizin en şöhretli isimlerinin
başında gelmektedir. Yazılı kültürün olmadığı, sözlü kültürün yaygın olduğu bir ortamın ürünleri olan
Karacaoğlan’ın şiirleri, elden ele, dilden dile sözlü aktarım yoluyla, ayrıca cönkler sayesinde yazılı olarak günümüze ulaşmıştır.
Karacaoğlan’ların, Dadaloğlu’ların yetiştiği Çukurova topraklarında bugün onların temsilcisi olarak Feymani’yi, Gül Ahmet’i, Kul Mustafa’yı, Hacı
Karakılçık’ı, Abdulvahap Kocaman’ı sayabiliriz.
Karacaoğlan’a ilişkin çalışmalara baktığımızda, bu
çalışmaların çoğunun Karacaoğlan şiirlerinden çok
Karacaoğlan’ın hangi yüzyılda, nerede yaşamış olduğu
ve kaç Karacaoğlan bulunduğu gibi tartışmalara odaklandığını görürüz. M. Fuad Köprülü, Sadeddin Nüzhet
Ergun, İshak Refet, Cahit Öztelli, Mustafa Necat Karaer, İlhan Başgöz ve Saim Sakaoğlu gibi araştırmacılar Karacaoğlan’ın yaşadığı yüzyıla dair çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Biyografisi konusundaki tartışmalar bir yana bırakıldığında, araştırmacıların çoğu
Karacaoğlan’ın aşkı ve doğayı anlatan göçebe bir halk
şairi olduğu konusunda hemfikirdir.
Şiirlerinden, onun Anadolu’nun birçok yerini dolaştığı anlaşılmaktadır. Gezdiği yerlerin güzelliğine ve
güzellerine şiirler söylemiştir. Bunlarda, devrinin konuşma dilinin bütün incelik ve kıvraklığı görülmekte-
AY I N D O S Y A S I
Karacaoğlan’a ilişkin çalışmalara
baktığımızda, bu çalışmaların
çoğunun Karacaoğlan şiirlerinden çok
Karacaoğlan’ın hangi yüzyılda, nerede
yaşamış olduğu ve kaç Karacaoğlan
bulunduğu gibi tartışmalara
odaklandığını görürüz. M. Fuad Köprülü,
Sadeddin Nüzhet Ergun, İshak Refet,
Cahit Öztelli, Mustafa Necat Karaer,
İlhan Başgöz ve Saim Sakaoğlu
gibi araştırmacılar Karacaoğlan’ın
yaşadığı yüzyıla dair çeşitli görüşler ileri
sürmüşlerdir.
dir. Şiirlerinin dili, süsten uzak ve akıcıdır. Onun çok
sevilmesinin sebeplerinden biri de Türkçeyi iyi kullanmasıdır.
Yaşadığı aşklar dillere destan olmuştur. Karacaoğlan ile İsmihan, Karacaoğlan ile Elif Gelin, Karacaoğlan
ile Karaca Kız, Karacaoğlan ile Yayla Güzeli zamanımızda bile anlatılan aşk hikâyeleridir.
Karacaoğlan’ın, saz şiirinin vezin, şekil ve söyleyiş
yönünden en güzel örneklerini verdiğini söylemek
mümkündür. Günümüzde beş yüzden fazla şiiri bilinmektedir. Şiirlerinde hece veznini kullanmıştır. Bunların büyük bir kısmı koşma türündedir. Varsağı, semai,
destan ve türküleri de vardır.
Karacaoğlan’ın şöhreti, Anadolu ve Rumeli hudutlarını da aşarak Türk dünyasının diğer bölgelerine
yayılmıştır. Karacaoğlan’ın şiirleri, kendinden sonra yetişen saz şairleri üzerinde derin tesir uyandırmış; âdeta
zamanla bir “Karacaoğlan mektebi” oluşmuştur. Bundan dolayı, Âşık Ömer, Gevheri, Dadaloğlu gibi pek
çok halk şairi onun tarzında şiirler yazmış; hatta Türk
dünyasının değişik bölgelerinde bazı saz şairleri “Karacaoğlan” mahlasını kullanmıştır.
Bugünkü tespitlerimize göre, XVI-XVII. yüzyıllarda yaşamış üç Karacaoğlan vardır. Bildiğimiz kadarıyla
bunlardan birisi Güneyli Karacaoğlan’dır ki bu, “Elif”e
vurgundur. İkinci Karacaoğlan ise, “Balkan dilberlerine
vurgun” ki o da eserlerinde Bulgar dağlarından fazlası ile bahseder. Üçüncü Karacaoğlan ise, Saray’da
yaşayan “Saraylı Karacaoğlan”dır. Zamanla bunların
eserleri birbirine karışmıştır. Ancak biz bu şahsiyetleri;
eserlerinde geçen yer ve kişi adları ile gurbet ve aşk
DİL ve EDEBİYAT
17
tutkularına göre tespit etmemiz mümkündür. Bu üçünün hayatları hakkında detaylı bilgi fazla değildir. Hatta
bunların hangisinin hangi asırda yaşadığı bile kesinlik
kazanmamıştır.
Anadolu’nun her tarafında tanınan ve türküler
söyleyen Karacaoğlan’ın Anadolu’da birkaç yerde mezarı da vardır.
Osmanlı topraklarını karış karış gezen Karacaoğlan,
gördüğü her güzelliği şiirleştirmiştir. Âdeta güzeli ve
güzelliği övmek için yaşamıştır. Hayata bu derece bağlı
olan şair ölümü düşündüğünde âdeta ürpermiştir. Bu
nedenle Karacaoğlan’ın ölümle ilgili söyleyişlerinde lirizmin bütün özelliklerini görmek mümkündür.
“Eşimle dostumla buluşamadım
Var git ölüm tez zamanda yine gel”
“Şu an dünyada üç nesneden korkarım,
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm.”
İslam inanışına göre insanların dünyadaki olumlu ve olumsuz davranışlarının değerlendirilmesi kıyamet gününde yapılacaktır. Bu değerlendirmenin neticesine göre cennet veya cehenneme gideceklerdir.
Hesap gününden hiç kimse hiçbir şekilde kaçamayacaktır. Sultan Süleyman bile bu dünyadan ayrılmıştır.
Hiç kimsenin ayrıcalığı yoktur. Karacaoğlan bu durumu şöyle dile getirmektedir:
Sultan Süleyman’a kalmayan bu dünya
Bu dağlar yerinden yarılır bir gün
Nice bin senedir çürüyen canlar
Hakk’ın emri ile dirilir bir gün
Ne güzel yapıldı cennet yapısı
18
DİL ve EDEBİYAT
Çok aradım görünmedi kapısı
Benim korktucağım Sırat köprüsü
Cehennem üstüne kurulur bir gün
Karşıki dağlar da karlı dağ olsa
Çevre yanı mor sünbüllü olsa
Ağa olsa paşa olsa beğ olsa
Yakasız gömleğe sarılır bir gün
Bu dünyada adam oğluyum dersin
Helali haramı durmayıp yersin
Yeme el malını er geç verirsin
İğneden ipliğe sorulur bir gün
Gökte yıldızların önü terazi
Ülker ile aşar gider birazı
Yarın mahşerde de sorarlar bizi
Hak mizan terazi kurulur bir gün
Karacaoğlan der ki konup göçersin
Ecel şerbetini bir gün içersin
Sırat köprüsünü elbet geçersin
Amelin eline verilir bir gün.
Mizacı gereği gençliğinde uçarı bir hayat sürmüş,
yaşlılığı kolay kabullenememiştir. Bu nedenle son zamanlarda yazdığı sanılan şiirlerde burukluk vardır. Şiirlerinde, aşk ve güzellik başta olmak üzere, ayrılık, yoksulluk, yiğitlik, gurbet ve ölüm temalarını işlemiştir.
Güzel ve güzellik kavramlarından başka Karacaoğlan’da gurbet teması da büyük yer tutar. Âşıklık geleneğinde gurbete çıkmak, diyar diyar dolaşmak, gittikleri yerlerde değişik âşıklarla tanışıp, değişik insanları tanıyıp bilgi ve görgüyü artırmak çok önem verilen
AY I N D O S Y A S I
bir husustur. Bu sebeple âşıklar Anadolu’da “gezginci
âşıklar” adıyla da anılmışlardır.
Karacaoğlan’ın güzele ve sevgililere karşı duygularını
dile getirdiği şiirleri türkü olarak da günümüze ulaşmıştır:
Ala gözlüm ben bu elden gidersem
Zülfü perişanım kal melil melil
Kerem et aklından çıkarma beni
Ağla göz yaşını sil melil melil
Yeğin ey sevdiğim sen seni gözet
Karayı bağla da beyazı çöz at
Doldur ver bâdeyi bir daha uzat
Ayrılık şerbetin ver melil melil
Elvan çiçekleri sokma başına
Kudret kalemini çekme kaşına
Beni unutursan doyma yaşına
Gez benim aşkımla yâr melil melil
Karacaoğlan der ki ölüp ölünce
Ben de güzel sevdim kendi hâlimce
Varıp gurbet ele vâsıl olunca
Dostlardan haberim al melil melil.
Âşık Edebiyatı’nın temsilcileri zaman zaman saz şairi, çöğür şairi, meydan şairi, son yıllarda bazı çevrelerce
halk ozanı terimleri ile anılmaktadırlar. Âşıklar, umumiyetle gerçek hayat hikâyelerinden farklı bir tek şair tipini
benimsemekte ve bu o şekilde tanınmaktadır.
İslamiyet’ten önceki Ozan-Baksı geleneğinin
İslami-yet’ten sonra tasavvufi düşünce ve yeni yaşa-
AY I N D O S Y A S I
ma biçimiyle birleşmesinden doğan belirli bir şair tipini, halk şairleri, âşık-şair tipi olarak benimsemişlerdir.
Karacaoğlan’da Konu
Karacaoğlan şiir geleneğinin en önemli özelliği, bu
şiirlerde aşk ve doğa temalarının işlenmiş olmasıdır.
Aşk, maddi aşktır. Sevgili, her an görülebilen, yaşayan
Türkmen güzelidir ve adıyla çağrılır. Bu söyleyiş, âşık şiirimizde, Karacaoğlan’a ait bir özelliktir. Duyguların, düşüncelerin dile getirilişi, son derece somut ve gerçekçidir. Din ve tasavvuf düşüncesine, pek yer verilmez; ancak kimi zaman, çoklukla da zorda kalındığında, Tanrı’ya
seslenilir. Mahşer, sırat köprüsü, cennet, cehennem, vb.
sözlere rastlansa da bunların dinî bir yönü yoktur. Çünkü çoğu dinî kavramın, Karacaoğlan şiirlerinde yaşanılan
çevre ve dünya ile ilişkilendirildiği görülür.
İlk kez onun şiirinde sevgililerin adları
söylenir: Elif, Anşa, Zeynep, Hürü,
Döndü, Döne, Esma, Emine, Hatice...
Karacaoğlan bunların kimine bir pınar
başında su doldururken, kimine helkeleri
omzunda suya giderken, kimine
de yayık yayıp halı dokurken görüp
vurulmuştur.
DİL ve EDEBİYAT
19
Karacaoğlan yaşadığı çağda yetişmiş
başka saz şairlerinin tersine, dil ve
ölçü bakımından Divan Edebiyatı’nın
etkisinden uzak kalmıştır. Güneydoğu
Anadolu insanının o çağdaki günlük
konuşma diliyle yazmıştır. Kullandığı
Arapça ve Farsça sözcüklerin sayısı
azdır. Yöresel sözcükleri ise yoğun
bir biçimde kullanır. Deyimler ve
benzetmelerle halk şiirinde kendine
özgü bir şiir evreni kurmuştur.
Şiirlerinde, yaşadığı bölgenin gelenek, inanış ve hayat tarzını büyük bir ustalıkla işlemiştir. İnsan ve tabiat
güzelliği ise, onun vazgeçemediği temalardır. O, şiir
yazdığı Türkmen güzellerini bütün vasıflarıyla anlatmakta ve övmektedir:
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye, başlayan semaisi sevdiğini anlatan ve yaygın olarak bilinen bir şiiridir.
Âşık tarzı şiir geleneği içinde saz şairlerinin tecrübelerini, toplumun değer ve doğrularını dile getiren
öğüt veren şiirler söylemeleri yaygın bir uygulamadır.
Karacaoğlan da bu tarz öğütlemeler söylemiştir:
Dinle sana bir nasihat edeyim,
Hatırdan, gönülden geçici olma.
Yiğidin başına bir iş gelince
Anı yad ellere açıcı olma
Mecliste ârif ol kelamı dinle
El iki söylerse sen birin söyle
Elinden geldikçe sen eylik eyle
Hatıra dokunup yıkıcı olma
Karacaoğlan söyler sözün başarır
Aşkın deryasını boydan aşırır
Seni bir mecliste hacil düşürür
Kötülerle konup göçücü olma.
Karacaoğlan’da Doğa
Göçebe yaşamının vazgeçilmez bir parçası olan
doğa, onun şirinin başlıca temalarından biridir. Şiirleri-
20
DİL ve EDEBİYAT
nin neredeyse hemen hemen hepsinde doğadan bir
parça bulmak mümkündür. Karacaoğlan’da doğa, yaşar, nefes alıp verir, coşar, hüzünlenir. Yaşadığı, gezip
gördüğü yörelerin doğasını görkemli bir biçimde dile
getirir. Dost, kardeş bildiği, sevgilisiyle eş gördüğü, iç
içe yaşadığı doğa, onun için sadece bir mekân olmaktan ötedir. Şiirinin başka önemli bir teması olan aşkın
varoluşu, doğadaki benzetmelerle güzelleşir. Onunla yaşanan sevinç, onun getirdiği acı doğa ile paylaşılır. Sevgili, şiirinde doğanın ayrılmaz bir parçasıdır.
Karacaoğlan’ı sadece aşk peşinde koşan, nerede bir
güzel görürse orada kalan, gönül esiri bir ozan olarak
değerlendirmek çok yanlış bir yorumdur. Bize göre
o, şiir ve türküleriyle topluma eğitici mesajlar veren,
ileri görüşlü bir bilgedir. Onun doğa ve insan ilişkisi yönündeki dengeye dayalı, yararlı düşünceleri yeni
kavranmaya başlanmıştır.
Dinleyin ağalar, size söyleyim;
Arş u Kürsü gider yolun var dağlar.
Kar-ardıçlı, kamalaklı yüceler.
Selvili, söğütlü yerin var, dağlar.
Ahır Dağı’ndan gör Maraş bağını,
Engirek’te derler ilin çoğunu.
Bayra’dan. Bertiz’den Konur Dağı’nı;
Göksun güzel derler, ilin var, dağlar.
Gün doğanda Gündüzlü’nün başına.
Ak Dağ derler duman çöker başına,
Göğdeli’de sümbüllünün peşine
Kabak tepe derler, şarın var dağlar.
Karacaoğlan der de: Bitirdim çağı,
O yüce Bin Boğa, Bolkar’ın dengi.
Soğanlı yücesi koca Bey Dağı
Erciyes ulumuz, pirin var dağlar.
Karacaoğlan’da Sevgili
Doğa temasının yanı sıra şirinin asıl odak noktasını
oluşturan aşk/sevgili kavramını, âşık şiirinin geleneksel
kalıpları dışında bir söyleyişle ele alır. Onun için sevgili, düşlenen, bin bir hayal ile var edilen, ulaşılmazlığın
umutsuzluğuyla adına türküler yakılan bir varlık değildir; doğa ve insan ilişkileri içindedir. Onu, yaşamdan
ve bu ilişkilerden soyutlamadan verir.
Gönül âşığı öyle bir hâle getirir ki bazen çekilmez
bir hâle gelir. İstekleri, her zaman gerçekleştirilemez.
Bu durum aynı zamanda seven insana, âşığa acı ve
ızdırap da verir:
Çıkıp yücelere bakmak istersin
AY I N D O S Y A S I
Çoşkun sular gibi akmak istersin
Her güzelle yatıp kalkmak istersin
Ben senin derdini çekemem gönül.
İlk kez onun şiirinde sevgililerin adları söylenir: Elif,
Anşa, Zeynep, Hürü, Döndü, Döne, Esma, Emine,
Hatice... Karacaoğlan bunların kimine bir pınar başında su doldururken, kimine helkeleri omzunda suya giderken, kimine de yayık yayıp halı dokurken görüp
vurulmuştur. Gönlü bir güzel ile eylenmez, bir kişiye bağlanmaz. Uçarılık, onun duygu dünyasının şiirsel
söyleyişine yansıyan en belirgin yanıdır. Erotizm, şiirine
sevmek ve sevişmek olgusuyla yansır. Kanlı-canlı sevgili, cinsellik motifleriyle daha da belirginleşir, şiirinde etkileyici bir biçimde yer eder. Onun sevgiye ve kadına
bakış açısı, âşık şiirine yenilik getirir ve bu gelenek içinde etkileyici bir özellik taşır. Tanrı kavramı ve din teması şiirinde önemlice bir yer tutmasa bile, bu konudaki yaklaşımıyla da kendi şiir geleneğine yine değişik
bir bakış açısı getirmiş ve sonraki kuşaklar üzerinde etkileyici yönlendirici olmuştur.
Ala gözlerini sevdiğim dilber
Göster cemalini görmeye geldim
Şeftalini derde derman dediler
Gerçek mi sevdiğim sormaya geldim
Gündüz hayallerim gece düşlerim
Uyandıkça ağlamaya başlarım
Sevdiğim üstünde uçan kuşların
Tutup kanatların kırmaya geldim
Senin aşkların gülmez dediler
Ağlayıp yaşını silmez dediler
Seni bir kez saran ölmez dediler
Gerçek mi efendim sormaya geldim
Senin işin yiyip içmek dediler
Yaren ile konup göçmek dediler
Göğsün cennet koynun uçmak dediler
Hak nasip ederse görmeye geldim
Mail oldum senin ince beline
Canım kurban olsun tatlı diline
Âşık olup senin hüsnün bağına
Kırmızı güllerin dermeye geldim
Karacaoğlan der ki işin doğrusu
Gökte melek yerde huma yavrusu
Şöyleyim ben sana sözün doğrusu
Soyunup koynuna girmeye geldim
Karacaoğlan şiirlerini sazının güzel nağmeleri ile
AY I N D O S Y A S I
buluşturan bir sanatçıdır. Saz aynı zamanda âşığın hislerine tercüman olmaktadır. Aşkından dolayı acı çeken Karacaoğlan’a sırdaşlık ve arkadaşlık eder:
Sazım da acı bir feryada daldı
Çırpındı gönlümde aşkım bunaldı
Yanıklı âhını göklere saldı
Felek de bu hâlde kal dedi, bana
Karacaoğlan kan döküyor gözünden
Yârin rengi uçtu gitti yüzünden
Anlamıyor şimdi benim sözümden
Sayıklarken âşık çal dedi, bana.
Karacaoğlan’da Dil
Karacaoğlan yaşadığı çağda yetişmiş başka saz şairlerinin tersine, dil ve ölçü bakımından Divan Edebiyatı’nın
etkisinden uzak kalmıştır. Güneydoğu Anadolu insanının o çağdaki günlük konuşma diliyle yazmıştır. Kullandığı Arapça ve Farsça sözcüklerin sayısı azdır. Yöresel sözcükleri ise yoğun bir biçimde kullanır. Deyimler ve benzetmelerle halk şiirinde kendine özgü bir şiir evreni kurmuştur. Bu da onun şiirine ayrı bir renk katar. Bu sözcüklerin birçoğunu halk dilinde yaşayan biçimiyle, söylenişlerini bozarak ya da anlamlarını değiştirerek kullanır.
Karacaoğlan, halk şiirinin geleneksel yarım uyak düzenini ve yer yer de redifi kullanmıştır. Hece ölçüsünün
11’li (6+5) ve 8’li (4+4) kalıplarıyla yazmıştır. Bazı şiirlerinde ölçü uygunluğunu sağlamak için hece düşmelerine başvurduğu da görülür. Mecaz ve mazmunlara çokça başvurması, söyleyişini etkili kılan önemli ögelerdir.
Şiirsel söyleyişinin önemli bir özelliği de, halk şiiri
türü olan mâni söylemeye yakın oluşudur. Koşmalar,
semailer, varsağılar ve türküler şiirleri arasında önemlice yer tutar. Bunların her birinde açık, anlaşılır bir biçimde, içli ve özlü bir söyleyiş birliği kurmuştur.
Yeşilbaşlı gövel ördek
Uçar gider göle karşı
Eğricesin tel tel etmiş
Döker gider yâre karşı
Telli turnam sökün gelir
İnci mercan yükün gelir
Elvan elvan kokun gelir
Yâr oturmuş yele karşı
Şahinim var bazlarım var
Tel alışkın sazlarım var
Yâre gizli sözlerim var
Diyemiyom ele karşı
DİL ve EDEBİYAT
21
Hani Karacaoğlan hani
Veren alır tatlı canı
Yakışmazsa öldür beni
Yeşil bağla ala karşı.
Karacaoğlan’ın şiirleri topluca gözden geçirildiğinde, aralarında bazı benzerlikler veya ortak noktalar
bulunduğu dikkat çekmektedir. Bunu, özellikle giriş
mısralarında, pek açık olarak görürüz. O, her şiirinde ayrı bir giriş mısraı yerine ortak veya benzer giriş
mısraları kullanmayı tercih etmiştir. Sık sık tekrarladığı
mısralar şunlardır:
-Ala gözlerini sevdiğim dilber
-Benden selam eylen gül yüzlü yâre
-Çıktım yücesine seyran eyledim
-Dinleyin ağalar size söyleyim
-Evvel bahar yaz ayları gelende
-Her sabah her sabah salınan dilber
-Ilgıt ılgıt esen seher yelleri
-Kadir Mevlâm bir dileğim var sana
-Kalk dilber gidelim bağ arasına
-Kısmet olur ben bu ilden gidersem
-Sabahtan uğradım ben bir geline
-Şu yalan dünyaya geldim geleli
-Şurda bir dilbere meyil eyledim
-Yaz gelip de beş ayları doğunca
Bu giriş mısralarını bazen aynen, bazen bir veya
birkaç kelime değişikliğiyle bazen de kelimelerin yeri
22
DİL ve EDEBİYAT
değiştirilmiş olarak birçok şiirde görmekteyiz.
Pir Sultan Abdal, Âşık Garip, Köroğlu, Öksüz Dede,
Kul Mehmet’ten etkilenmiş, şiirleriyle Âşık Ömer, Âşık
Hasan, Âşık İsmail, Katibî, Kuloğlu, Gevheri gibi çağdaşı şairleri olduğu kadar 18. yüzyıl şairlerinden Dadaloğlu, Gündeşlioğlu, Beyoğlu, Deliboran’ı, 19. yüzyıl şairlerinden de Bayburtlu Zihni, Dertli, Seyranî,
Zileli Talibî, Ruhsatî, Şem’î ve Yeşilabdal’ı etkilemiştir. Daha sonra da gerek Meşrutiyet, gerek Cumhuriyet dönemlerinde, halk edebiyatı geleneğinden yararlanan şairlerden Rıza Tevfik Bölükbaşı, Mehmet Emin
Yurdakul, Faruk Nafiz. Çamlıbel, Ahmet Kutsi Tecer
ve Cahit Külebi, Ülkü Tamer, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Ahmet Arif, Abdürrahim Karakoç, Dinçer Sümer,
Karacaoğlan’dan esinlenmişlerdir.
Şiirleri 1920’den beri araştırılan, derlenip yayımlanan Karacaoğlan’ın bugüne değin, beş yüzün üzerinde
şiiri yazılı kaynaklara geçmiştir.
Çok uzun bir geçmişi olan Türk halk şiiri, konusu,
kullandığı dili, mazmunları, kafiyesi, sadeliği, etkileyici
şiir yapısı ve en güzel örnekleriyle günümüzde de kendini göstermektedir. Kendine has kültürel bir geleneğe dayanan ve tarihsel süreç içerisinde ozan, halk şairi, tekke şairi, saz şairi, meydan şairi, kalem şairi, çöğür
şairi, halk ozanı, âşık, halk âşığı gibi isimlerle anılan bu
edebî geleneğin temsilcileri bugün de başta Karacaoğlan olmak üzere Gevheri, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan
Abdal, Köroğlu, Dadaloğlu, Âşık Ömer, Dertli gibi büyük üstatlarından ilham alarak şiirlerini büyük bir aşkla
ve ustalıkla söyleyip, sanatlarını icra etmektedir.
KAYNAKÇA
* Gazi Üniversitesi, Türk Halk Edebiyatı Doktora Programı.
1 - Sakaoğlu, Saim; “Saz Şiiri Tarihimize Genel Bir Bakış”, Milli Kültür
Araştırmaları (Mehmet Önder Armağanı), Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara, 1996.
2 - Sakaoğlu, Saim; Karaca Oğlan, Ankara, Akçağ Yayınları, 2004.
3 - Karaer, Mustafa Necati; Karacaoğlan, Ankara, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları, 1988.
4 - Ergun, Sadedin Nüzhet; Karacaoğlan (Hayatı ve Yeni Şiirleri Yeni
İlavelerle), 11. Baskı, İstanbul, İstanbul Maarif Kitaphanesi, Tarihsiz.
5 - Başgöz, İlhan; Karac’oğlan, İstanbul, Cem Yayınevi, 1977.
6 - Cunbur, Müjgan; Karacaoğlan, Ankara, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı
Yayını, 1973.
7 - Türk Dünyası Edebiyatı, Ankara, TİKA Yayınları, 2002
8 - Güzel, Abdurrahman; Torun Ali; Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Ankara,
Akçağ Yayınları, 2003.
9 - Günay, Umay; Türkiye’de Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi,
Ankara, Akçağ Yayınları, 1993.
10 - Korkmaz Ramazan, Özcan Tarık; “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri”,
Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2006,
s. 63-121.
11 - Sever, Mustafa; Türk Halk Şiiri, Ankara, Kurmay Yayınları, 2004.
12 - http://www.kultur.gov.tr/.
AY I N D O S Y A S I
Karacaoğlan kimdir?
MAKALE
DİL ve EDEBİYAT
23
Derleyen: Giray Tarhanoğlu
N
e yazık ki, Karacaoğlan’ın hayatı hakkında
bilinenler pek azdır. Tarihimizin büyük kişilerini, mesela Yûnus Emre’yi olduğu gibi,
Karacaoğlan’ı da her kasaba, hatta her
köy kendine mal etmeye çalışmıştır. Sözlü rivayetler
de birbirini tutmamaktadır. Bir söylentiye göre, Karacaoğlan, Bahçe ilçesinin Farsak köyünde doğmuştur.
Yaşlı kimselerin ileri sürdüğüne göre, o köyde yaşayan
Sâiloğulları soyundandır.
Başka bir söylentiye göre, Karacaoğlan, Kozan’a
bağlı Feke ilçesinin Gökçe köyündendir. Öte yandan,
Barak Türkmenleri de onu kendi soylarından sayarlar.
Kilis’in Musabeyli Türkmenleri de kendilerinden olduğunu ileri sürerler.
Bazı yaşlıların söylediklerine göre, Karacaoğlan’ın
Gökçeli’de doğmuş ve 1679’da ölmüş olduğuna dair türküleri de varmış. Çukurova’da yaşayan
Kozanoğulları’nın derebeylik zamanında nedense
Karacaoğlan’a kızmışlar, onu öldürmek istemişler. Karacaoğlan, bunu haber alınca, Van’a kaçmış, bu türküleri de orada söylemiş.
Söylentilerden biri de, Tarsus’taki Ashâb-ı Kehf
mağarasına girip bir daha çıkmadığı, yani intihar et-
24
DİL ve EDEBİYAT
tiğidir. Bu söylenti onun, ölümünden sonra Türkmen
aşiretleri arasında ermiş bir kişilik kazandığını göstermektedir.
Doğubilimci Radloff’un yazdığına göre, Karacaoğlan, Belgratlıdır. Asıl adı Simayil’dir. Atıldığı bir aşk macerasına başlarken bu adı bırakıp Karacaoğlan takma
adını almıştır. Sevgilisi de İstemîkan Sultan’dır.
Araştırmacı Cahit Öztelli’ye göre, Karacaoğlan’ın
mezarı İçel’in Mut ilçesinin Çukur köyünde bir tepe
üzerindedir. Bu tepeye Karacaoğlan tepesi adı verilmiştir. Üzerinde birkaç eski ev temeli, bir su sarnıcı ile
harap bir mezar vardır. Bu tepenin karşısında başka
bir tepeye de Karacakız tepesi denilmektedir. Karacakız ile şairimiz arasında bir aşk macerası yaşanmıştır.
Karacaoğlan’ın mezarının bulunduğu tepede, şairin
içinde oturduğu ve ölümünde orada bir cöngü kaldığı
söylenen bir de mağara vardır. Bu tepeler ve çevresi,
ardıçlı, çamlı bir yer olup Karacaoğlan için ideal bir
yerdir. Karacaoğlan kışları burada oturur yaz gelince,
yaylalara çıkar, diyar diyar gezermiş. Bu ve tepeler
ve Karacakız ile olan macerası dolayısıyla Silifke, Mut,
Gülnar daha çok buraların köyleri halkı şairimizi hemşireleri sayarlar, vaktiyle mezarını sık sık ziyaret ederek
adak adarlarmış. Onu ermişlerden bir ulu kişi olarak
tanırlarmış. Karacaoğlan bu çevre aşiretlerinden birindenmiş.
İşte yukarıdaki söylentiler yüzünden kişiliği değişik biçimlerde efsaneleşen Karacaoğlan’ın gerçek ha-
MAKALE
yatı, içinden çıkılmaz duruma gelmiştir. Yalnız şurası
iyi bilinen bir gerçektir ki, şairimiz Güney illerimizde
doğmuş, oralarda yetişmiştir. Halk arasındaki rivayetlere göre Karacaoğlan, 1606’da doğmuş, 1679 ya da
1689’da ölmüştür.
Kesin olarak bilinmektedir ki 16. yüzyıldan bu yana
en az dört âşık, Karacaoğlan ismiyle şiirler söylemiştir.
Bu nedenle Karacaoğlan’ın hayatı üzerine çalışanlar
büyük güçlükle karşılaşmaktadırlar. Bu âşıklardan biri
eşi bulunmaz bir usta. Ötekilerin kimi kalfa kimi çırak.
Ama hepsi kendilerine Karacaoğlan adını yakıştırdıkları
için kimin usta kimin çırak olduğu bugüne kadar ayrılabilmiş değildir. Güçlük bu kadarla sınırlı da değildir.
Âşık şiiri sözlü yayıldığı için Karacaoğlan’ın türkülerini
söyleyenler, bilerek veya bilmeyerek onun eserlerine
kendi dillerini ve duygularını da katmışlardır. Böylece
Karacaoğlan şiirleri binlerce yıldır dilden dile, telden
tele değişe değişe bize ulaşmıştır. 1930’lardan itibaren
Karacaoğlan şiirleri kitaplaşarak sabitlenmiş gibi görünse de halk arasında hâlâ değişmeye devam etmektedir. Bu yüzden Karacaoğlan şiirleri, dört asırdır halkın
elbirliğiyle kurduğu ortak bir yapı, imece ile dokunmuş
bir halk kilimi sayılmalıdır. O nedenle bu yapı “Karacaoğlan şiir geleneği” olarak adlandırılabilir.
Gelibolulu Ali’nin bir kitabında belirttiğine göre,
daha 16. yüzyılda kötü şairler darda kalınca bazı eserlerini Karacaoğlan’a izafe ederlermiş. Bunun tam tersi
de yaşanmıştır. Toklumenli Âşık Sait ve Ali İzzet’in şiirleri arasında Karacaoğlan’ın bazı şiirleri tespit edilmiştir. Karacaoğlan’ın hayatı üzerine çok fazla bilgi yoktur.
Bilinenlerin bir bölümü onun şiirlerinden gelir. Karacaoğlan de şiirlerinde kendi hayatı hakkında bilgiler
vermiştir. Karacaoğlan hakkında ikinci kaynak ise halk
arasında söylenegelen hikâye ve menkıbelerdir. Ancak asıl kaynak bugüne ulaşabilen az sayıdaki kitaptır.
Bu kaynaklardaki bilgiler bir araya getirildiğinde dört
Karacaoğlan’ın varlığından söz edilebilir.
Birinci Karacaoğlan
1. Gelibolulu Mustafa Âli Efendi, 1599-1600 yıllarında yazdığı bir eserde, kötü şairlerden söz ederken
diyor ki “Böyle hayvanlar, olgun insanlara vergi şiirden
dem vurmak isterler, gazel okumaya yeltenirler. Aptalları inandırabilirlerse, bu sözleri biz dedik diye yalan
söylerler; darda kalırlarsa (bu şiirler) Karacaoğlan’a isnat olunur.” (Gelibolulu Mustafa Ali, Mevâidü’n Nefâis
fi Kavâ’idil Mecâlis, s. 67’den aktaran Cahit Öztelli,
Karacaoğlan, 1973, XXII, Cemil Yener, bu eserde
Karacaoğlan’ın varsağılarından söz edildiğini ileri sürü-
MAKALE
yorsa da sayfa numarası vermiyor. C. Yener, 1973, . 17)
2. İstanbul’da, 1582’de yazılan bir Surname’de
“Kimi kaval çalıp ol dağı yankılandırır, kimi Karacaoğlan türküsü ile gönlün eğlendirir” diyen bir kayıt var.
(K. Tecer, 1954, s. 6-9)
3. 16. yüzyıldan kalan başka bir yazmada Karacaoğlan’ın
bir şiiri bulunmuştur. (K. Tecer, 1954, s. 7-9)
Yukarıdaki kaynaklar sağlam, verilen bilgi kesindir.
16. yüzyılda bir Karacaoğlan yaşamıştır. K. Tecer’in ileri sürdüğü gibi, bu kaynaklara dayanarak, Karacaoğlan’ı
15. yüzyıla kadar, kolayca götüremeyiz. Ama İstanbul’da
16. yüzyılın ikinci yarısında bilindiğine göre, bu yüzyılın
ilk yarısında yaşamış olmalıdır. Kimdir bu Karacaoğlan?
Karacaoğlan şiirlerinin çoğunu söylemiş olan büyük sanatçı bu mudur? Eldeki şiirlerden ne kadarı 19. yüzyılda
yaşayan bu Karacaoğlan’dan kalmadır. Bilinmiyor.
İkinci Karacaoğlan
Eldeki bilgilerden, 17. yüzyılda da bir Karacaoğlan’ın
yaşamış olduğu anlaşılıyor. Çoğu, sözlü kaynaklara ve
Karacaoğlan’ın şiirlerine dayanan bu bilgiler, tek tek
ele alındığında, kesin görünmemektedir. Bir kısmı yanlış yorumlanmış ama hepsini bir araya getirince, 17.
yüzyılda bir Karacaoğlan’ın yaşamış olduğu yargısına
karşı çıkmak zorlaşıyor.
1. 1707’de ölen Âşık Ömer, bir şiirinde şöyle diyor:
Karacaoğlan ise eski meseldir
……
Biz şair saymayız öyle ozanı.
Karacaoğlan adının, 17. yüzyılda yaşayan şairler
arasında anılması, onun da 17. yüzyılda yaşadığını
göstermeye yeter sayılmıştır. Oysa Âşık Ömer, Karacaoğlan için “eski meseldir” diyor. Ne kadar “eski”
Araştırmacı Cahit Öztelli’ye göre,
Karacaoğlan’ın mezarı İçel’in Mut
ilçesinin Çukur köyünde bir tepe
üzerindedir. Bu tepeye Karacaoğlan
tepesi adı verilmiştir. Üzerinde birkaç
eski ev temeli, bir su sarnıcı ile harap
bir mezar vardır. Bu tepenin karşısında
başka bir tepeye de Karacakız tepesi
denilmektedir. Karacakız ile şairimiz
arasında bir aşk macerası yaşanmıştır.
DİL ve EDEBİYAT
25
olduğunu kestirmek zor. Ama bununla, Karacaoğlan’ın
Ömer’in devrinden eskilere götürülmek istendiği açık.
Bu yüzden kaynağın verdiği bilgi kesin kabul edilemez.
2. Ali Ufkî adında Leh asıllı bir sanatçı, İstanbul’da
1648 yılında, Mecmua-i Sâz u Söz isminde bir kitap yazıyor. Bu müzik kitabında, Karacaoğlan’ın iki türküsü var.
Ali Ufkî Efendi’nin kitabı, Karacaoğlan’ın 17. yüzyılın
ortalarında İstanbul’da saray çevrelerinde bile tanınıp bilindiğini, türkülerinin oralarda çağrıldığını gösteriyor. Ama
bundan onun bu yüzyılda yaşamış olduğu anlamını çıkarmak zor. Karacaoğlan’ın 1648’de İstanbul’da yazılan
bir kitaba girebilmesi için, bu tarihten epey evvel yaşamış olması gerekir. Bu Karacaoğlan acaba 16. yüzyılda
yaşayan Karacaoğlan mıdır? Bu olasılık akla yakın geliyor.
Bununla beraber, Ali Ufkî Efendinin kitabına dayanarak,
Karacaoğlan’ın İstanbul’a gitmiş olacağı, saraya kabul edildiği, orada kısa bir zaman kaldığı ileri sürülemez.
3. 17. yüzyıldan kalan bir belgede; “Aldı Gevheri,
aldı Karacaoğlan” diye başlayan türküler art arda bulunmuştur. Bunlardan Gevheri ile Karacaoğlan’ın karşılaştıkları, böylece Karacaoğlan’ın da Gevheri gibi 17.
yüzyılda yaşamış olduğu çıkarılmaktadır.
Cahit Öztelli’nin yayımladığı şiirler, iki âşığın karşı-
26
DİL ve EDEBİYAT
laşmış olduğunu göstermekten uzaktır. Cönklerde aldı
Âşık Ömer, aldı Gevheri, aldı Karacaoğlan gibi başlıklara sık rastlanır. İki âşığın şiirinin bu yüzden art arda
düşmesi, onların karşılaştığını göstermez. Karacaoğlan- Gevheri karşılaşma şiirleri arasında böyle ilişkilerden eser yok. Ne bağlamanın, ne soru sormamın, ne
karşılıklı öğünmelerin ya da kötülemelerin izi var bu
şiirlerde. İkisi de, birbiriyle ilgisi olmayan şeylerden söz
ediyorlar. Bunlara bakarak Karacaoğlan’ın da Gevheri
ile aynı yüzyılda yaşadığı ileri sürülemez.
4. Karacaoğlan şiirlerinde bazı tarihler vermiştir.
Bunların hepsi 17. yüzyıla denk düşmektedir:
Karacaoğlan dendi ünüm duyuldu
Bin on beşte(1606) göbek adım koyuldu.
Bin on beşte beratçım yazıldı
Seksen beşte bel kemiğim bozuldu
Bin doksanda mezarımın başında (1679)
Döner baykuş öter bülbül.
Âşıklarımız şiirlerinde, kendi hayatları ile ilgili tarihler verirler. Bu bir gelenektir. Yukarıdaki tarihlerden, 1606 Karacaoğlan’ın doğum yılı olarak veriliyor.
Bu açık. Ama 1679’u ölüm yılı olarak alamayız. Hiçbir
âşık kendi ölümüne tarih düşüremez. Bu, olsa olsa, o
yıllarda Karacaoğlan’ın iyice yaşlanmış olduğunu gösterir. Gemerekli Fikri Göden’den derlenen bir dizede
Karacaoğlan diyor ki:
Bin kırk beşte (1636) göbek adın koyuldu
Çingiroğlu özbe benim soyumdu.
Çelişki açıktır. Karacaoğlan 1636’da doğduysa,
1648’de Ali Ufkî Efendi’nin kitabına şiiri alınınca on iki
yaşında olacaktı. 1606 yılı da başka bir kaynaktan gelen
bilgiyle çatışıyor. Aşağıda belirtilecek olan Ahmet Hamdi Efendi’nin söylediklerine göre Karacaoğlan’ın babası
1013’te (1604) askere alınıp kaybolmuştur. Bu doğruysa
Karacaoğlan babası kaybolduktan iki yıl sonra doğmuş
oluyor. Şiirlerde verilen tarihlere, sınırlı bir ağırlık tanınabilir ancak, değişebilir olduklarını akılda tutmak ve başka kaynaklarla desteklenmek şartıyla. Karacaoğlan’ın 17.
yüzyılda yaşamış olduğunu, daha doğrusu 17. yüzyılda da
bir Karacaoğlan’ın yaşamış olduğunu gösteren kaynakların en ağır basanları yine de yukarıdaki tarihlerdir.
5. Karacaoğlan şiirlerinde bazı olaylara değinmiş,
bazı kişilerden söz etmiştir. Bu olayların 17. yüzyıla
rastladığı, kişilerin de 17. yüzyılda yaşadığı ileri sürülmüştür. Şöyle ki; Karacaoğlan, aşağıdaki dörtlüğü,
Halep’in, 1658’de Abaza Hasan Paşa’dan geri alınması
üzerine yazmış olmalıdır:
MAKALE
Âşıklar der ki n’olacak
Bu dünya mamur olacak
Haleb’i Osmanlı alacak
Dağı taşa katar bir gün.
Fuat Köprülü’nün ileri sürdüğü bu görüş, dörtlüğü
“Haleb’i Osmanlı aldı, dağı taşa katar bir gün” diye
değiştirerek okumaya dayanıyor. Hem Köprülü, hem
öteki araştırmacılar bu şiiri kitaplarına, yukarıdaki biçimi ile gelecek zaman içinde, doğru alıyorlar. Ama
hepsi de Köprülü’yü izleyerek, şiiri incelerken “gelecek zaman”ı geçmiş zaman”la değiştirerek inceliyorlar;
böylece anlama bir kesinlik yüklüyorlar. Oysa şiir, sadece gelecekle ilgili bir umut, bir dilek anlatıyor. Şiirin
tümünde de böyle kesin bir yargıyı destekleyecek hiçbir tarih olayına değinilmiyor. Bu dörtlükten Halep’in
yeniden ele geçirildiği yıl çıkarılamaz.
Karacaoğlan’ın başka iki şiirinde de, Sultan Murat’ın
(1622-1639) İran Seferi’ne, ve Köprülü Fazıl Ahmet
Paşa’nın (1663-64) Avusturya Seferi’ne değinmeler
olduğu ileri sürülmüştür. Ayrıca, onun, Genç Osman
olayı için bir destan yazmamış olmasına bakarak 17’
nci yüzyılda yaşamış olacağı görüşüne yeni bir destek
getirilmiştir. Karacaoğlan’ın, 1639’da Bağdat’ın fethi sırasında ölen Genç Osman için yazdığı destanı Cahit
Öztelli bulup yayınlamıştır. Şiir şöyle başlıyor:
İbtida yürüyüş oldu Bagdad’a
Sıçradı hendeği geçti Genç Osman
Vuruldu bayraktar kaptı bayrağı
İrişti bedene dikti Genç Osman.
Görüldüğü gibi şiir, Kayıkçı Kul Mustafa’nın şiirinden
geliştiği sanılan Genç Osman türkülerinin bir çeşitlemesi.
Ancak, Karacaoğlan adına bir tek cönge geçmiş. Genç Osman türkülerinin Karacaoğlan’ın şiirinden çıkmış olduğunu
ileri sürebilmek için hiçbir dayanak yok. Tersine, bir hayli
çeşitlemesi bulunan Genç Osman türkülerinin, bir tek kaynakta Karacaoğlan’a izafe edilen bu şiire kaynaklık etmesi
gerekir. Ayrıca, bu şiiri Karacaoğlan’ın yazmış olduğu kabul
edilse bile, bundan Karacaoğlan’ın 17. yüzyılda yaşamış olduğu sonucuna varmak mümkün değildir. Çünkü Genç
Osman’dan daha sonra yaşamış olan âşıklar da, pek yaygın
olan Genç Osman menkıbesi için şiirler yazmışlardır. Bu
şiir Karacaoğlan’ın Genç Osman olayını gördüğünü ileri
sürmek için, sağlam bir dayanak değildir.
6. 17. yüzyılda yaşadığı kabul edilen Karacaoğlan’ın
doğum yeri olarak şu isimler ileri sürülmüştür: Bahçe
kazasının Varsak (Farsak) köyü, Kozan kazasının Gökçe köyü, Adana, Maraş, Niğde, Ermenek, Binboğa, Ma-
MAKALE
Eldeki bilgilerden, 17. yüzyılda da
bir Karacaoğlan’ın yaşamış olduğu
anlaşılıyor. Çoğu, sözlü kaynaklara ve
Karacaoğlan’ın şiirlerine dayanan bu
bilgiler, tek tek ele alındığında, kesin
görünmemektedir. Bir kısmı yanlış
yorumlanmış ama hepsini bir araya
getirince, 17. yüzyılda bir Karacaoğlan’ın
yaşamış olduğu yargısına karşı çıkmak
zorlaşıyor.
malı, Erzurum, Feke ( Fikri Gönen’den), Saimbeyli’nin
Karacalı köyü (Ali İzzet Özkan’dan), Musabeyli’nin
Zobular köyü Belgrat.
Hepsi de sözlü kaynaklardan ya da Karacaoğlan’ın
şiirlerinden çıkarılan bu yerlerin hiç birine, kesin doğum yeri olarak bakılamaz. Ancak, bazı yerlerde doğmamış olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz.
Onun Belgratlı olduğu, Rus bilim adamı Radloff’un
Tuna boylarından derlediği Karacaoğlan ile İsmikân
Sultan adlı hikâyeden çıkarılmaktadır. Bu hikâye, öteki
halk hikâyelerimiz gibi kahramanın doğum yerini yerelleştirmiş, Belgrat’a götürmüştür. Karacaoğlan Belgratlı olamaz.
Karacaoğlan der ki kolu bağlıyım
Ciğerciği aşk oduyla dağlıyım
Mamalı’da ben bir Rıdvanoğlu’yum
Kaplan postu giydiklerim kal demiş.
Bu şiir, gelenekte sık görüldüğü gibi, İsmail Bey adlı
birinin ağzından söyleniyor; şiirde konuşan Karacaoğlan
değil, kim olduğu bilinmeyen İsmail Bey’dir. Şirin tümünden anlaşılıyor ki, İsmail Bey, Diyarbakır ve Avşar gibi tımarların sahibidir; Ömer ve Bücür adlı iki emmisi oğlu
vardır. Mamalı’dan ve Rıdvanoğulları’ndandır. Şiir başka
türlü anlaşılamaz. Mamalılı olan Karacaoğlan değildir.
Karacaoğlan’ın Erzurumlu olduğu “Erzurum’dur
ilim benim” “Erzurum Dağı’ndan esen rüzgâr” dizelerinden çıkarılmaktadır. Karacaoğlan’ın Erzurum’a
kadar gittiğini gösteren oldukça sağlam bilgiler vardır.
7. Karacaoğlan’ın hayatı ve ailesi: Karacaoğlan’ın
hayatı hakkında bilinenler, yukarıdakilerden daha fazla
değil. Öztelli, bu konuda, haklı olarak, Ahmet Hamdi
Efendi adındaki bir Konyalının anılarına ağırlık vermek-
DİL ve EDEBİYAT
27
te. Hamdi Efendi 1876’da Karacaoğlan’ın köyü olduğu
söylenen Varsak’ı ziyaret etmiş. Orada Karacaoğlan’ın
soyundan gelen bir aileden bazı şiirler ve Karacaoğlan’la
ilgili rivayetler toplayıp bir deftere yazmış.
Bu kaynakta verilen bilgiye göre, Karacaoğlan’ın
babası Kara İlyas, 1604’te Sayıl askeri olarak alınmış, bir
daha köyüne dönmemiştir. Onun için Karacaoğlan’ın
ailesine Sayıloğulları derlermiş. Varsak’ta (1876’da) Sayıloğlu Memet Efendi adında biri hâlâ yaşamaktaymış.
Karacaoğlan’ın Varsak’ta doğduğunu, Sayıloğlu
diye bir aileden olduğunu vaktiyle Ali Rıza Bey de ileri sürmüştü. Hamdi Efendi’ye göre Karacaoğlan ağalardan biri tarafından evlendirilmiş, karısı çirkin olduğundan, babası gibi Sayıl askeri yazılır diye köyünden
kaçmış; Maraş’ta yeni bir evlilik umuduyla dokuz yıl
bekledikten sonra köyüne dönmüş, duramayıp gurbete çıkmış, Tarsus, Karaman, Niğde, Kayseri, Sivas
illerinin Türkmen aşiretleri arasında dolaşmış, yeniden
Maraş’a dönmüş; orada, Cezel Yaylası’nda 96 yaşında
ölmüştür. Bu rivayetin arasına Karacaoğlan’ın şiirleri
de serpiştirilmiş. Bu şiirlerin birinde, Karacaoğlan, adının Hasan olduğunu söylüyor. Başka birinde:
Kozan Dağı’ndan neslimiz
Arı Türkmen’dir aslımız
Varsak’tır durak yerimiz
Gurbet ilde yağ eğler beni.
diyerek, bize soyunun Kozan’dan kalkıp Varsak’a gelmiş
olması ihtimalini düşündürecek bilgiler veriyor. Bu şiir,
yukarıda Karacaoğlan’ın vatanı olarak verilen Kozan, Feke
ve Gökçe ile Varsak’ı birbirine bağlamaktadır. Acaba
28
DİL ve EDEBİYAT
Karacaoğlan’ın ailesi bilinmeyen bir nedenle Kozan’dan
kalkıp, Bahçe kazasının Varsak köyüne mi göçtü?
Bu eski rivayet, Karacaoğlan hakkında eldeki kaynakların en derli toplusu, en etraflısı olarak görülüyor. Ancak
bunun da bir rivayetten başka bir şey olmadığını akıldan
çıkarmamak gerekir. Fikri Gönen’in Türkmenler arasından topladığı bu şiir, Karacaoğlan’ı Çingiroğlu’lardan sayarak, ortaya yeni bir iddia getirmektedir.
8. Karacaoğlan’ın dolaştığı yerler.
Gezginci sanat erleri olan âşıklar, dolaşıp gördükleri yerlerin adlarını şiirlerinde dinleyiciye sunmuşlardır. Ama buna bakıp şiirde geçen her yeri, âşığın ille
de görmüş olduğu sanılmamalıdır. Karacaoğlan, Çin,
Hint gibi masal ülkelerinden, Cezayir, Tunus, Buhara
gibi uzak illerden de söz eder. Bunların bir bölümü,
şu veya bu sebeple, halk şiiri geleneğinde kullanılagelen isimlerdir. Söz gelimi “Bahanı ödemez Hind ile
Mısır” derken, Karacaoğlan, bu iki ülkeyi zenginlikleri
dillere destan olduğu için anmıştır. Bunun gibi “Gittim
İstanbul’dan ferman getirdim, Herkes sevdiğine sarılsın diye” dizesi, pek yaygın bir türkü nakışını tekrar
etmektedir. Bundan, onun İstanbul’a gittiği anlamı çıkarılmaz. Öte yandan, Karacaoğlan’ın şiirlerinde öyle
yer adları vardır ki, buraları görmüş olduğundan şüphe edilemez. Dağları, ovaları, köyleri, kentleri, yaylaları,
belleri, pınarları ve yollarıyla bir bölgenin coğrafyasını
çizer. Yer adları buralarda, şiirin yapısı ile kaynaşmış,
coğrafya şiir güzelliğinin bölünmez bir parçası olmuştur. Bu yer adlarının hemen hepsi Toroslar, Çukurova,
Gâvur Dağları, Antep ve Maraş ovaları çevresine dü-
MAKALE
şer. Buralar Karacaoğlan şiir geleneğinin vatanıdır. Bu
güney çevresinin dışında kalan yerleri Karacaoğlan’ın
görmüş olması imkânsız değildir. Ama şiirlerdeki bu
yer adlarını sıkı bir elemeden geçirmek, ona göre değerlendirmek gerekir.
9. Karacaoğlan nerede ölmüştür?
Güneyin köy ve kentlerinin çoğu Karacaoğlan’ın
kendi topraklarında öldüğünü ileri sürer ve ona mezar yeri olarak çeşitli tepeleri ve yaylaları gösterirler.
Bunlara kesinlik vermek mümkün değildir. Bunlardan
bir kısmına, belki başka başka Karacaoğlanlar gömülmüştür. Bunlardan Maraş’ın Çizek yaylası, Tarsus, Mut
adından en çok söz edilen yerler arasındadır.
10. Kar’oğlan, Koc’oğlan ve Karacaoğlan.
İlkin Sadettin Nüzhet Ergun 16. yüzyılda yazılmış bir
tezkerede (Latifi), Naimî-i Hamidi’nin bir şiirinde, “Karoğlan türküsü” sözüne rastlar. Bunun Karacaoğlan türküsü olması gerektiğini ileri sürer. Bu Kar’oğlan adı, bir
türkü adı olarak, Sünbülzade Vehbi’de de görülmektedir: “Kimi mâni, kimi vâdi-i Türkmâni’de, Karoğlan kayabaşı yelellayı sühan”. Köprülü, tarih kaynaklarından örnekler vererek bunun Karacaoğlan değil, ayıcı türküsü
demek olduğunu ileri sürer; çünkü ona göre, halk ayıya
Karaoğlan der. İstak Refet (Işıtman), haklı olarak, ayıya
Karoğlan değil kocoğlan dendiğini, bunun ayıcı türküsü
olamayacağını belirtir. Kutsi Tecer de, bu Karoğlan’ın
Karacaoğlan olması gerektiğine inanmaktadır.
Cahit Öztelli’nin de haklı olarak belirttiği gibi Karacaoğlan adının şiire Kar’oğlan olarak girmesi için hiçbir sebep
yoktur. Bu tarihî kayıtlar, eskiliğini iyi bilmediğimiz bir Karoğlan türküsüne işaret olabilir. Şiirde geçen her Karoğlan
adının Karacaoğlan olması düşünülemez. Pekâlâ bu isimde
bir âşık da yaşamış olabilir. Gerçekten de yalnız Karoğlan değil, Kara Hanım adlı âşıkların da yaşadığı bilinmektedir. Bunların Kara ile başlayan tapşırmalar seçmesinde
Karacaoğlan’ın etkisi düşünülse de, Karacaoğlan olmadıkları, ya da Karacaoğlan’dan bozma olmayacakları açıktır.
Üçüncü Karacaoğlan
19. yüzyılda Silifke’de bir Karacaoğlan yaşamış.
Halk ona Küçük Karacaoğlan demiştir. Ama o şiirlerinde Küçük Karacaoğlan’ı değil, Karacaoğlan’ı kullanmıştır. Tıpkı, öteki Karacaoğlanlar gibi; aşağıdaki dizeler
Küçük Karacaoğlan’a aittir:
Karacaoğlan kendi kendin şaşırır
Akar gözü yaşı derya coşurur.
Dördüncü Karacaoğlan
MAKALE
Karacaoğlan, Çin, Hint gibi masal
ülkelerinden, Cezayir, Tunus, Buhara
gibi uzak illerden de söz eder. Bunların
bir bölümü, şu veya bu sebeple,
halk şiiri geleneğinde kullanılagelen
isimlerdir. Söz gelimi “Bahanı ödemez
Hind ile Mısır” derken, Karacaoğlan,
bu iki ülkeyi zenginlikleri dillere destan
olduğu için anmıştır. Bunun gibi “Gittim
İstanbul’dan ferman getirdim, Herkes
sevdiğine sarılsın diye” dizesi, pek yaygın
bir türkü nakışını tekrar etmektedir.
Yine 19. yüzyılda, Yozgat’ta, başka bir Karacaoğlan
yaşamıştır. Ondan kalma, Karacaoğlan tapşırmalı şiirler
günümüze kadar ulaşmıştır.
Bu Karacaoğlanların şiirleri, tek tek toplanıp yayınlanmış değil; hepsi bir Karacaoğlan ırmağının içine katılıp
gitmişler. Bunlar sadece bilinen Karacaoğlanlardır. Kim
bilir ara yerde bilinmeyen daha nice Karacaoğlanlar geldi geçti ve bu küçük kollardan akıp gelen sular büyük
Karacaoğlan ırmağına karıştı? Nitekim Müjgan Cumbur
kitabında günümüzde bazı kimselerin Karacaoğlan adı ile
şiirler yazdığını söylüyor. Bunlara bir de örnek veriyor:
Karacaoğlan gezer ilden bir ile
Garip bülbüller de konar gülden bir güle.
Şiirden anlaşıldığına göre, pek usta olmayan bu yeni
Karacaoğlan’ın şiirleri, daha sözlü geleneğe karışmış değil; belki hiç de karışmayıp kitap köşelerinde kalacak.
Ama nazari olarak, karışabilirdi de. Sonuç olarak, Karacaoğlan şiirlerini bir tek sanatçının eserleri olarak inceleyip, değerlendirmek yerine Karacaoğlan geleneği olarak
ele almak daha doğru bir yöntemdir.
KAYNAKÇA
1 - Cahit Öztelli, Karacaoğlan Hayatı, Sanatı, Şiirleri, İstanbul 1967
2- İlhan Başgöz, Karac’Oğlan, İstanbul 1977
3- Sadettin Nüzhet, Karacaoğlan, Konya, 1927.
4- Adana Mıntaka Maarif Mecmuası, s. 8, 1928
5- İshak Refet, Karacaoğlan, Ankara, 1933.
6- Ali Rıza, Cenupta Türkmen Oymakları, Ankara, 1933.
7- Üsküdarlı Zihni Ardıç, Karacaoğlan, 1936.
8- Yusuf Ziya Demirci, Anadolu Köylerinin Türküleri, İstanbul, 1938.
9- Sait Uğur, İçel Folkloru, 3. cilt, Ankara, 1948.
10- Sadettin Nüzhet Ergun, Karacaoğlan (on birinci baskı), İstanbul Maarif
Kitaphanesi, 1950.
DİL ve EDEBİYAT
29

Benzer belgeler