Makale - Eğitim Bilim Toplum

Transkript

Makale - Eğitim Bilim Toplum
Makale
TÜRKİYE’DEN KUZEY KIBRIS’A SON GÖÇLERDE
KADIN İŞGÜCÜNÜN GÖÇMENLİK HALLERİ
Aspects Female Migrant Labour in the Latest Migration
Flows From Turkey to Northern Cyprus
Semra Purkis*
8
Öz
Dünyada sermayenin serbestçe dolaşımının hız kazandığı 1990’lı yılların ortalarından beri
hızlanan işgücü göçlerinin içinde kadınların oranının artışı ve bu göçlerin enformel niteliği en
göze çarpan özellikler olarak ortaya çıkmaktadır ve her ikisinin de kapitalist sermaye birikiminin krize girdiği bir dönemde ortaya çıkması rastlantı değildir; sermayenin emeği değersizleştirici ve işgücünü metalaştırma süreçlerini hızlandırıcı politikalarının bir uzantısıdır.
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a göç eden kadınlar Kuzey Kıbrıs’a daha çok narenciye
bahçelerinde mevsimlik tarım işçisi olarak çalışmak, valizcilik yapmak ve Kuzey Kıbrıs’ta
bulundukları süre içinde hasta ve çocuk bakımı, temizlik gibi işlerde çalışmak üzere göç
etmektedirler. Kadın göçmenler bütün dünyada olduğu gibi KKTC’de de hem göçmenlik
statüsü, hem cinsiyetçi işbölümü, hem de sınıfsal konumları nedeniyle ve kadın olmaktan
dolayı hem gündelik yaşamlarında hem de yasal düzenlemelerle bir kaç katlı ayrımcılığa uğramaktadırlar. Yine dünyadaki eğilimlere paralel olarak Kuzey Kıbrıs’ta göçmenler uyruk
üzerinden yapılan etnikleştirilmiş görünen bir dışlanmaya maruz kalmaktadırlar. Ancak dışlanmanın temel nedeni yoksulluktur ve bu en açık ifadesini mekansal dışlanmada bulur. Üretim ve
hizmet sektörlerinin vasıfsız ve yarı vasıflı işgücü gerektiren emek yoğun bölümlerinde göçmen işgücünün kullanılması, temelde sınıfsal olan dışlamanın uyruk üzerinden bir dışlama gibi
görünmesine yol açmaktadır.
Anahtar Sözcükler: İşgücü Göçleri, Göçün Feminizasyonu, Cinsiyetçi İşbölümü,
Segregasyon, Sosyal Dışlanma.
Abstract
The most striking features of the contemporary labour migrations throughout the world since
the mid 1990’s, during which the free movement of capital is also accelerated, have been
increasing rate of women migrants in the migratory movements and informal character of these
migrations. It is not a coincidence that both of these features have been taking place in the period of crises of capitalist accumulation. They are the outcomes of capitalist policies of increasing devaluation and commodification of labour. Women migrants, migrating from Turkey to
Northern Cyprus generally work as seasonal agricultural workers in the citrus fields, as luggage
* Muğla Üniversitesi, İİBF, Yrd. Doç. Dr. [email protected]
Eğitim Bilim Toplum Dergisi / Cilt:6 Say›: 23 Yaz: 2008 Sayfa: 8-37
Education Science Society Journal / Volume:6 Issue: 23 Summer: 2008 Page: 8-37
Semra Purkis
traders or as carers of children and elderly or they are employed as domestic workers. Women
migrants are exposed to multiple layers of segregation through legal regulations and in their
daily life by being women, by having migrant status, by facing with gendered division of labour
in the labour markets, and by their working class status in Northern Cyprus as they do throughout the world. Migrants in Northern Cyprus again in parallel with the world are exposed to
exclusion which seems ethnic exclusion practiced through nationality. But true reason of exclusion is their poverty and this is crystallized most clearly in urban space. Employment of
migrant semi-skilled and unskilled labour in the labour intensive parts of production and service sectors make the social class based exclusion to look as if nationality based exclusion.
Keywords: Labour Migration, Feminization of Migration, Gendered Division of Labour,
Segregation, Social Exclusion.
Giriş1
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a 1974 yılından beri süren göçleri üç dalga olarak
inceleyen TÜBİTAK projesinin kısmi verilerine dayanarak hazırlanan bu
çalışmada, 1990’lı yılların ikinci yarısından beri başlayan ve 2000’li yıllarda
hızlanarak artan, büyük ölçüde enformel nitelik taşıyan üçüncü dalga göçmenler içinde, kadın işgücünün göçmenlik hallerinin dünyadaki diğer benzerleriyle ortak özellikler taşıdığı öne sürülecektir. Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a
narenciye bahçelerinde mevsimlik tarım işçiliği yada valizcilik yapmak; oturma izni olan eşlerinin yanında giderek buldukları çeşitli işlerde çalışmak
üzere giden; bunun yanında hali hazırda Kıbrıs’ta yaşayarak toplumsal cinsiyetlerine uygun görülen geçici işlerde çalışan toplam 20 Türkiyeli göçmen
kadınla yapılan niteliksel görüşmeler ve derinlemesine mülakatlardan elde
edilen sonuçlarla bu iddia desteklenmeye çalışılacaktır.
Özellikle 1990’lı yıllarda uluslararası ölçekte sermayenin hareketliliğinin artmasına paralel olarak hızlanan işgücü göçlerinde kadın işgücü oranının
giderek artması bir rastlantı değildir. Üretimin ve işgücü piyasalarının gezegen ölçeğinde yeniden örgütlendiği günümüzde, sermaye birikiminin önündeki engellerin elimine edilmesi ve kar oranlarının sermaye birikiminin sorunsuz sürdürülmesine olanak verecek biçimde yükseltilmesi her zamankinden
daha fazla emeğin değersizleştirilmesine dayanmaktadır ve kadın işgücü her
zaman erkek işgücünden daha ucuz bir emek rezervidir. Bütün dünyada
olduğu gibi Kuzey Kıbrıs’a Türkiye’den akan, küreselleşme döneminin göçlerinde kadın işgücü, özellikle kendi toplumsal cinsiyet rollerine uygun
görülen temizlik, çocuk-hasta-yaşlı bakımı gibi ev içi işlerde ve turizm, tarım,
eğlence gibi sektörlerde, 2004 yılında yürürlüğe giren çalışma izni yasasına
karşın, çoğu kez gerekli belgelere sahip olmadan ve sigortasız olarak
çalış(tırıl)maktadırlar. İstihdam edildikleri sektörlerin niteliği gereği göçmen
kadınlar arasında enformel çalışma biçimlerinin erkeklere göre daha yaygın
olduğu varsayılır ve bu çalışma kapsamında görüşme yapılan göçmen kadın-
9
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Son Göçlerde Kadın İşgücünün Göçmenlik Halleri
ların çok büyük bir kısmı daha önce de Türkiye içinde ve dışında, özellikle
tarım kesiminde mevsimlik işçi olarak çalışmışlardır. Bu çalışmada,
enformelliğin bir anlamda yasallaşmış şekli olan ve narenciye bahçelerinde
portakal toplamak üzere mevsimlik işçi statüsünde Türkiye’den kontraktörlerce 6 aylık çalışma izni ile getirilen mevsimlik tarım işçilerinden; turist
vizesi ile Kuzey Kıbrıs’a giriş yapıp vizeleri doluncaya kadar temizlik,
bakıcılık gibi enformel biçimlerde çalışmanın göreli olarak kolay ve yaygın
olduğu işlerde çalışan kendilerine “valizci” diyen, bavul ticareti yapan kadınlara ve Kuzey Kıbrıs’a orada çalışan kocalarının ardından gidip ev içi işlerde
yada restoranların mutfakları gibi niteliği gereği “görünmez” olan işlerde
çalışan Türkiyeli göçmen kadınlara kadar, büyük bir bölümü vasıfsız işgücü
niteliğindeki göçmen kadın işgücünün göçmenlik halleri, dünyadaki diğer
işgücü göçleri gibi bulundukları yerlerde yaşama olanakları kalmayanların
seçmek zorunda kaldıkları bir yaşam stratejisi olması bağlamında incelenecektir.
10
Arka Plan: Kadın İşgücü Göçünün Uluslararası Göçler İçindeki Yeri
1974’de Türkiye’nin askeri müdahalesi sonrasından günümüze kadar olan
dönemde Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a olan işgücü göçleri farklı tarihsel,
olumsal, politik ve coğrafi faktörlere bağlı olarak üç göç dalgası biçiminde
dönemleştirilebilir (Kurtuluş ve Purkis, 2008). 1990’lı yıllardan başlayarak
üretimin, üretimden kopuk finans sermayesinin ve metaların küresel ölçekte
hareketliliğinin farklı derecelerde olmakla birlikte hızlanması ile birlikte, yine
bunlarla farklı derecelerde olmak üzere uluslararası düzlemde işgücü göçleri
de hız kazanmıştır. Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a olan her bir göç dalgası farklı niteliklerine bağlı olarak kapsamlı ve ayrıntılı değişik çalışmaların konusu
olmayı hak eder. Bu nedenle konumuz açısından bizim burada yoğunlaşacağımız göç tipi, kendi içinde özgünlükler taşımakla birlikte 1990’lı yıllarda
hız kazanan uluslararası işgücü göçleriyle önemli paralellikler taşıyan
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a üçüncü dalga göçler içinde kadın işgücü göçüdür.
Sermayenin küreselleşmesinin hızlandığı son 30 yılın uluslararası işgücü göçlerinde kadın işgücü göçü önemli yer tutmakta, hatta bu konuda ucuz işgücü
rezervi olarak kadınların işgücüne katılım oranlarının artışını ifade eden
işgücünün feminizasyonu kavramlaştırmasına paralel olarak göçün feminizasyonu, yoksulluğun artışına bağlı olarak yoksulluğun feminizasyonu gibi
kavramlar ilgili literatürde geniş yer tutmaktadır (Hardill, 2002; Reyes, 2002;
Sharpe, 2002; Morokvasic, 2003; Boyle ve Halfacree, 2005; Kofman vd.,
2005; Momsen, 2005; Gaugh, 2006; Morokvasic, 2007; Castles ve Miller,
2008). Bu olgu sermayenin 1970’li yıllarda girdiği aşırı birikim / eksik tüketim krizini aşmak üzere hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde uygu-
Semra Purkis
lamaya koyduğu sermayenin aşırı değerlenmesini önleyici, emeği değersizleştirici ve insan yaşamının bütün alanları ile birlikte emeğin metalaşmasını
hızlandırıcı politikaların bir ürünüdür. Sermaye ve emeği değersizleştirici
politikalardan, sermayenin dolaşımına yeni kanallar ve alanlar açması ve bir
önceki dönemde düşen kar oranlarını, sistemin sorunsuz işlemesini sağlayacak biçimde yeniden yükseltmesi beklenir. Dolayısı ile kapitalizmin serbest
piyasa ideolojisini temel alan neo-liberal olarak adlandırılan döneminde, artı
değer oranının arttırılarak kar oranlarının yeniden yükseltilmesi için
işgücünün maliyetlerini düşürücü politikalar hayati önem kazanmıştır.
İşgücünün maliyetlerinin düşürülmesi sendikaların güçlerinin kırılması, işçi
ve vatandaşlık haklarının budanması, üretimin mekansal-teknik ve organizasyonel olarak yeniden örgütlenmesi yoluyla üretimin emek yoğun bölümlerinin daha düşük ücretli bölgelere kaydırılması ile üretim ve emek süreçlerinin coğrafi olarak parçalanması ve esnekleştirilmesi ve işgücü piyasasının
sınıf, etnisite ve cinsiyet temelinde ayrıştırılarak işçilerin örgütlenmelerinin
önüne geçilmesi biçiminde olur. Bütün bu süreçler sermayeye, tek bir işgücü
piyasasının sınırlamalarından kurtulup, işgücü faktörünü, karları en yüksek
düzeye çıkaracak biçimde küresel ölçekte kullanıma sokma olanağı verir.
Sermayenin birinci döngüsünde ortaya çıkan aşırı sermaye birikimi bir yandan atıl kapasiteler yaratırken, diğer yandan işgücünü ikame eden ve verimliliğini arttıran teknolojik yeniliklerle göreli artık değeri arttırma çabaları yüksek düzeylerde işsizlik yaratır (Harvey, 1981: 95; Harvey, 1990: 133). Yedek
işgücü rezervine katılan her yeni işgücü sermayeye daha geniş bir manevra
alanı sağlayarak, ona ücretlerin dünya ölçeğinde düşürülmesi ve emeğin
kazanılmış bütün haklarının erozyona uğratılması yolunda yeni olanaklar
sunar. Sermayeye, herhangi bir bölgede aleyhine bir durum ortaya çıktığında
daha avantajlı başka bir bölgeye kayma esnekliğini kazandırır. Üretimin
düşük işgücü maliyetleri peşinde mekansal yeniden örgütlenmesi ve dünya
düzeyinde uygulanan neo-liberal ekonomik politikalar sonucu sermayenin
coğrafi dolaşımının önündeki ekonomik, politik ve mekansal engellemelerin
ortadan kalkması, bir yandan emeğin metalaşma süreçlerini hızlandırarak
özellikle üretimin emek yoğun bölümlerinde daha ucuz, örgütsüz, kötü çalışma koşullarında uzun süreler çalışabilecek ve uysal emek rezervi olan kadın
ve çocuk işgücüne talebi arttırmış, diğer yandan ülkeler ve bölgelerarası
varolan eşitsizlikleri derinleştirerek uluslararası işgücü göçlerini hızlandırmıştır.
Küresel dönemin işgücü göçlerinde en belirgin olarak ortaya çıkan özellikler
uluslararası işgücü göçlerinde kadın göçmenlerin oranının artması ve
enformel biçimlerde çalışmanın yaygınlaşmasıdır (Bkz. Mitter, 1986; Castells
11
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Son Göçlerde Kadın İşgücünün Göçmenlik Halleri
12
ve Portes, 1989; Bonacich, 1993; Sassen, 1999; Munck, 2002; Lazaridis,
2005; Lutz, 2005; Schireup vd., 2006). Göçmenlik, kadınların ucuz ve uysal
emek rezervi olma konumunu daha da güçlendirici bir durumdur ve kadınların toplumsal cinsiyet rollerine uygun görülen sektörlerde istihdam edildikleri işler genellikle enformel biçimlerde çalışmanın kolay ve yaygın olduğu
işlerdir. Göçmen kadınlar çoğu kez vasıflarına bakılmaksızın genellikle
imalat, turizm, eğlence ve fuhuş sektörü, tarım sektöründe mevsimlik işler,
yaşlı-hasta-çocuk bakımı ve temizlik gibi eviçi hizmetler, evde parça başı
çalışma biçiminde ev eksenli işlerde çalıştırılırlar. Kadınların gittikleri ülkelerde oturma ve çalışma izinleri olsa dahi, enformel biçimlerde yani iş
yasalarının düzenlemelerine uyulmaksızın, sosyal güvenlik kapsamının dışında ve uzun saatler çalıştırılmaları onların vasıfsızlaştırılmaları, marjinalleştirilmeleri ve dışlanmaları süreçlerini hızlandırır. Göç edenler içinde ve
işgücüne katılım oranlarında kadınların artması, esnek birikim sürecinde
ekonomide artan enformelleşme ve enformel çalıştırma biçimlerinin bir emek
kontrol biçimi olarak diğer emek kontrol biçimleri ile aynı tarihsel anda ve
mekanda karları arttırma rasyoneli çerçevesinde kullanılması; bunun sonucu
olarak kapitalizmin ilk dönemlerine özgü eski çalışma biçimlerinin gelişmekte olan ülkelerde olduğu kadar merkez ülkelerde de belli sektörlerde yeniden
canlanması; işgücü piyasalarının üretim ve emek süreçlerinin parçalanmasına
paralel olarak daha güvenceli, yüksek ücretli, formel işlerde çalışan profesyonel işçilerin oluşturduğu birincil işgücü piyasası ile güvencesiz, sözleşmeye
bağlı, düşük ücretli kötü çalışma koşullarına sahip çoğu kez enformel biçimlerde çalışmanın yaygın olduğu işlerde çalışan işçilerin oluşturduğu ikincil
işgücü piyasaları biçiminde kutuplaşması; bazı sektörlerde özellikle üretimin
emek yoğun bölümlerinin sınıf, ırk ve cinsiyet temelinde yeniden örgütlenmesi süreçlerinden ayrı incelenemez. Hizmet sektörünün ön plana geçtiği
neo-liberal dönem, özellikle kadın işgücünün istihdamına uygun işler
yaratarak cinsiyet temelinde bir işbölümü ortaya çıkarmış, bu durum erkeklerin işsizliğini arttırarak kadınların işgücüne katılma oranlarını ve uluslararası göçler içinde oranlarını arttırmıştır. Özellikle merkez ülkelerde göçmen kadınların toplumsal cinsiyet rollerine uygun görülen işlerde artış
olması, Batılı kadınların işgücüne katılım oranlarında artış olması, sosyal
güvenlik sistemlerinde ortaya çıkan dönüşümlerin yarattığı boşluklar ve
demografik yapıda yaşlı nüfusun artışı yönünde ortaya çıkan gelişmelerle birlikte, erkeklerin gündelik yaşamın yeniden üretimi ile ilgili işleri kadınlarla
paylaşma konusundaki isteksizliklerinin, eviçi temizlik ve bakıcılık gibi
işlerde işgücüne ihtiyaç yaratması ile de yakından ilgilidir (Bkz. Purkis,
2006). Gelinen ve gidilen ülkelerdeki cinsiyetçi işbölümü ve cins ayrımı ve
sınıf farklılığı temelinde örgütlenen işgücü piyasaları göçlerin büyüklüğü ve
Semra Purkis
kompozisyonunu etkilemiştir (Reyes, 2002: 285). Kadınların bu işlere yatkın
oldukları cinsiyetçi anlayışı ile çoğunlukla yeniden üretimle ilgili işlerde
çalıştırılmaları sınıf ve cinsiyetle ilgili hiyerarşileri güçlendirici etki yapar
(Morokvasiç, 2007: 72). İşgücü piyasalarına kadınların entegrasyonu cinsiyet
ayrımı, sınıf farklılığı, göçmenlik statüsü bağlamında tanımlanır ve kadınlar
en düşük statülü işlerde çalışırlar (Reyes, 2002: 282). Kadınların göçmenlik
halleri cinsiyet, sınıf, ırk ve göçmenlik statüsünden bağımsız olarak incelenemez.
Küresel dönemin işgücü göçleri göçün yönü açısından da önceki dönemin
göçlerine göre farklılıklar taşır. Artık göçün yönü sadece kırsal alanlardan
kentlere doğru değil, kent-kent, kır-kır, kentte oturup kırda çalışma biçimlerinde olabilir, göçmenler de hem kır hem de kent kökenli olabilirler. Göçün
yönündeki çeşitlenme çeşitli sektörler ve bölgelerarası sermaye birikimi
hızları arasındaki farklılıklardan kaynaklanır. Bu farklılığın temelinde de
mekanlar ve sektörlerarası karlılıktaki farklılıklar yatar. 1980’li yılların ortalarında başlayan ve 1990’lı yıllarda emeğin artan mekansal mobilitesi ile birlikte sermaye birikiminin daha hızlı olduğu kentsel alanlara ya da yine ülke
içi ve dışında tarım kesimine işgücü göçü hızlanmıştır. Bu durum Türkiye’ye
özgü değildir, yukarıda da belirtildiği gibi 1990’lı yıllardan beri bölgesel,
ulusal ve uluslararası alanda (sermayenin mobilitesine göre farklı derecelerde
olsa da) emeğin mobilitesi artmıştır. Gelişmekte olan ülkelerde tarımdan
kopan işgücünün büyük bölümü ya başka bölgelerde tarım kesiminde
mevsimlik ya da süreksiz işlerde ya da sermaye birikim hızının yüksek olduğu
kentsel alanlarda hizmet ve imalat sektöründe ücretli işgücü haline gelerek
işçileşmiştir. Ancak neo-liberal politikaların yol açtığı işçileşme/emeğin
metalaşma süreçleri ve vasıfsız/vasıfsızlaştırılmış işgücü göçü her ülkede ve
bölgede yerel olumsal faktörlere bağlı olarak farklı biçimlerde, hızda ve nitelikte olmaktadır. Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a işgücü göçlerinin ilgili literatürdeki genel eğilimin tersine daha gelişmiş bir ülkeden daha az gelişmiş bir
ülkeye doğru akması, göçün yönü ülkelerarası değil de bölgeler ve sektörlerarası sermaye birikimi hızı farklılıkları izlenerek belirlendiğinde anlaşılabilir.
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a akan göçler diğer küresel işgücü göçleri ile
köken ve temel özellikler açısından önemli paralellikler taşır. Kökenlerini,
kapitalizmin sermaye ve emeği, sürekli karları ençoklaştıracak biçimde birleştirme dinamiğinden alır. Bu anlamda kapitalizmin tarihi aynı zamanda bir
göçler tarihidir. Bu birleştirmenin yapıldığı mekan, karların ençoklaştırılmasının en asli unsurlarından biridir. Çünkü sermaye farklı tarihsel dönemlerdeki gereksinmelerine bağlı olarak kendisine avantajlı koşulların sağlandığı mekan ve sektörlere akar. Bu durum kapitalizmin sınıf mücadelesi
13
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Son Göçlerde Kadın İşgücünün Göçmenlik Halleri
14
gibi diğer dinamiklerine bağlı olarak sosyal artı ürünün farklı coğrafyalarda
yoğunlaşarak farklı mekansal ve sosyal oluşumlara yol açmasına neden olur
(Harvey, 1981: 103). Bu dinamiklere bağlı olarak sermaye birikiminin hızı da
farklı mekanlarda farklı olur. İşgücü göçlerinin farklı dönemlerde hızlanışı
temellerini kapitalizmin iki ana dinamiğinden alır: Sürekli sermaye birikimi
ve sınıf mücadelesi. Bu dinamikler kapitalizmin başlangıcından beri mekanlararası farklılıkların ortaya çıkması ve giderek bu farklılıkların derinleşmesini getirmiştir. Ancak bu dinamik süreç içinde küresel entegrasyon ve teritoryal yeniden farklılaştırma gerilimi, bütün coğrafi ölçeklerin sürekli yeniden
düzenlenmesini ve sınırlarının yeniden belirlenmesini getirir (Lefebvre, 2007
(1991) : 351, 391). Küreselleşme döneminin işgücü göçleri de kökenlerini,
sürekli sınırları yeniden belirlenen mekanlararası sermaye birikimi hızı farklılıklarından ve sistemin emeği, sermaye ile karları ençoklaştıracak biçimde
ve kendisine en avantajlı koşulları sağlayacak mekanlarda ve sektörlerde birleştirme gereğinden alır. Birikimin bugün geldiği aşamada emek bir maliyet
unsuru olarak görüldüğünden ve emeği değersizleştirici politikalar üretimin
dünya ölçeğinde yeniden mekansal örgütlenmesinde ana kriter olarak
alındığından, küresel ölçekte sermayenin hareketinin hızlanmasının ardından
işgücünün de mekansal hareketliliği göreli olarak hızlanmış ve emeğin metalaşma süreçleri ivme kazanmıştır.
Küresel dönemin göçlerinin diğer önemli özelliği, bu göçlerin bazı teorisyenlerin (Massey, 1999) öne sürdüğü gibi eğitim düzeyi ve maddi olanakları
göreli olarak yüksek kesimlerin daha yüksek ücretler peşinde göç etmesinden
çok, bulunduğu yerlerde yaşama olanağı kalmayanların göçü, yani bir tür
yerinden edilme biçiminde olmalarıdır. Kadınların yeni çalışma biçimleri ve
göçü, çoğu kez bir yaşam sürdürme stratejisidir ve yoksullukla ilgilidir. Yani
onlar için göç bu ayakta kalma stratejilerinden biridir (Reyes, 2002: 282).
IMF, Dünya Bankası, DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü) gibi uluslararası kuruluşların çerçevesini çizdiği ekonomik politikalar sonucu dünyada mekanlararası varolan eşitsizlikler derinleşmiş, işsizlik ve yoksulluk artmış ve bu
süreçlerden en fazla yoksul kadınlar etkilenmişlerdir.
Göç Teorilerinde Kadın İşgücü Göçünün Görünmezliği Üzerine
Göç teorileri açık ve örtülü olarak göç edenleri erkek olarak varsaydıklarından ya da göçü cinsiyet açısından nötr olarak gördüklerinden ve kadın göçünü
ailenin bireyi olarak erkek göçüne bağlı ele aldıklarından, bu teoriler
çerçevesinde kadın göçü ve göçmenlik halleri üzerinde ayrı bir analiz yapılmamıştır. Kadınların göçü daha çok, aile birleşmeleri çerçevesinde ve
geleneksel olandan modern olana geçiş anlamında ve onları ataerkil toplumsal ilişkilerden kurtarıcı/özgürleştirici olma anlamında pozitif bir olgu olarak
Semra Purkis
incelenmiştir. Ancak, farklı mekansal, sosyal, kültürel bağlamlarda farklılıklar gösterse de göçün cinsiyet faktörü giderek daha çok açıklık kazanmaktadır. Artık kadınların göçü sadece erkeklerin peşinden göç eden bağımlı aile
bireylerinin göçü olarak değil, küresel göçler içinde özgün bir kategori olarak
yaygın bir biçimde incelenmeye başlanmıştır. Bunun nedeni yukarıda
bahsedilen uluslararası göçlerde kadın göçmen oranının giderek artması
olgusudur. Bu olgunun ortaya çıkışının zamanlama olarak kapitalist dünya
ekonomisinin kriz dönemine denk gelmesi kadın emeğinin ucuz ve uysal bir
işgücü kaynağı olması, aynı zamanda zayıf ve en az hak talep eden işgücü
(Morokvasiç, 1984: 886) olması nedeniyle bir rastlantı değildir. Kadın
göçünün hızlanmasında diğer bir etken olarak, ekonomide herhangi bir kriz
belirtisi ortaya çıktığında işlerini ilk kaybedenlerin genellikle kadınlar olması
ve bu nedenle kadınların yoksulluğu erkeklerden daha fazla deneyimlemesi
de yatar. Göçmenlik onlar açısından bir ayakta kalma stratejisidir.
Uluslararası göçlerle ilgili bütünsel bir teori olmamakla birlikte, bu göçü açıklamaya yönelik ve farklı teorik öncüllerden yola çıkan birbirinden bağımsız
yaklaşımlar vardır. Ancak küreselleşme döneminin kadınlara uygun gördüğü
işlerin görünmez niteliği onları teoride de görünmez kılmaktadır.
Neo-klasik teoriye göre göçün nedeni temelde ülkelerarası ücret farklılıklarıdır ve göç kararları birey ya da hane halkları tarafından rasyonel olarak
alınır. Göç kararı itici ve çekici faktörler göz önünde bulundurularak göçün
fayda ve maliyetleri hesaplanıp, net ekonomik getirisi en yüksek olan yerlere
göre verilir. Söz konusu teoride kadın göçüne ayrıca yer verilmez ve erkeklerin göçünden farklı görülmez. Bu görüş hanehalkı üyelerinin çıkarlarını
erkek hanehalkı çıkarları ile özdeşleştirmesi ve hanenin işgücü sömürüsünün
ve değer transferinin başladığı yer olması durumunu göz ardı etmesi açılarından eleştirilir (Goss ve Lindguist, 1995, s.358’den aktaran Kofman vd., 2005:
26).
1970’lerden sonra güncellik kazanan bağımlılık ve dünya sistemi teorileri
göçün nedenini cinsiyet ayrımı yapmaksızın ekonomik ve politik gücün
dünya ölçeğinde eşitsiz dağılımında görürler ve neo-klasiklerin göçü bireysel
ya da hane halklarınca verilen rasyonel kararlar olarak görmelerine karşı
çıkarak, göçü sermaye birikiminin yeni mantığı çerçevesinde ucuz emek
mobilizasyonu çerçevesinde ele alırlar.
Uluslararası göçü mikro ve makro düzeylerde ele alan ve göçü modern sanayileşmiş toplumların yapısallaşmış işgücü talepleriyle açıklayan ikili işgücü
piyasası teorisi; göçün bir kez başladıktan sonra bir süreç olarak devamının
mekanizmalarını açıklayan uluslararası göçmen ağları teorisi, kurumsal teori,
kümülatif nedensellik teorisi ve göç sistemleri teorisi göçün cinsiyet fak-
15
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Son Göçlerde Kadın İşgücünün Göçmenlik Halleri
törünü göz önüne almazlar. Ancak özellikle 1990’lar sonrası küreselleşme
döneminin göçlerinde cinsiyet faktörünün belirginlik kazanması bu konuda
yeni bir literatürün ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Göçmen kadınlar, kendi ülkelerindeki gibi gittikleri ülkelerde de cinsiyete
göre oldukça ayrışmış bir işgücü piyasası ile karşılaşırlar, yaptıkları işler ev
içlerine saklandığından ve özel alanın bir parçası olarak görüldüğünden resmi
verilere yansımaz ve değersiz görülür (Kofman vd., 2005: 25). Kadınlar en
düşük statülü, güvencesiz ve süreksiz işlerde çalıştıklarından gittikleri ülkelerde de işsiz kaldıkları dönemler olur ve yoksullukları devam eder. Yaygın
istihdam alanlarının toplumsal cinsiyet rollerine uygun görülen yeniden üretimle ilgili işler olması cinsiyetle ilgili var olan hiyerarşileri ve kadınların
boyun eğenler olma konumunu güçlendirir.
16
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Göçlere Genel Bir Bakış ve Kadın
Göçmenler
Sermayenin döngüsünü küresel ölçekte gerçekleştirmesi, bu süreçte tüm
yeryüzü mekanının neo-liberal ekonomik politikalar çerçevesinde kapitalist
üretim ilişkilerine içerilmesi ve her şeyin (toprak, deniz, hava….) değişim
değerine tabi tutularak metalaşması (Smith , 1982: 143) ile olanaklı hale
gelmiştir. Kapitalizm hammadde, emek ve pazar arayışı içinde girdiği ülkelerde var olan sosyal ve ekonomik yapıları bozarak onları kendi “yeni” mantığı çerçevesinde yeniden biçimlendirir. Piyasa temelli neo-liberal rekabetçi
ekonomik politikaların uygulanması, özellikle gelişmekte olan ülkelerin tarım
kesiminde mülkiyetin bu rekabetçi ortama ayak uydurabilen büyük ölçekli
işletmelerin ellerinde toplanmasını getirirken, küçük ve orta ölçekli işletmelerin çökmesine, topraklarını kaybeden köylülerin de mülksüzleşmelerine
yol açmaktadır. Ekonomik liberalizmin dünya ölçeğinde yaygınlaştırılmasının kurumsal temelini oluşturan IMF, Dünya Bankası ve DTÖ’nün yönlendirdiği politikalar sonucu diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi
Türkiye’de de tarım kesiminde mülksüzleşme ve yoksullaşma ile açığa çıkan
işgücü fazlalığı, ülke içine ve dışına sermaye birikiminin daha hızlı olduğu
kentsel alanlara ya da yine ülke içi ve dışında tarım kesimine işgücü göçünü
hızlandırmıştır. Bu durum Türkiye’ye özgü değildir, yukarıda da belirtildiği
gibi 1990’lı yıllardan beri bölgesel, ulusal ve uluslararası alanda (sermayenin
mobilitesine göre farklı derecelerde olsa da) emeğin mobilitesi artmıştır.
Gelişmekte olan ülkelerde tarımdan kopan işgücünün büyük bölümü ya başka
bölgelerde tarım kesiminde mevsimlik ya da süreksiz işlerde ya da sermaye
birikim hızının yüksek olduğu kentsel alanlarda hizmet ve imalat sektöründe
ücretli işgücü haline gelerek işçileşmiştir. Neo-liberal ekonomik politikaların
yol açtığı işçileşme/emeğin metalaşma süreçleri ve vasıfsız/vasıfsızlaştırılmış
Semra Purkis
işgücü göçü her ülkede ve bölgede yerel olumsal faktörlere bağlı olarak farklı biçimlerde ve hızda olmakla birlikte, özellikle üçüncü dalga dediğimiz
Türkiye’nin belli bölgelerinden Kuzey Kıbrıs’a akan işgücü göçü ve bu göçler
içinde kadınların aile bireyi ya da bağımsız olarak göçü, küresel ölçekte hız
kazanan ve çoğu kez enformel nitelikli ekonomik faaliyetlerin işgücü talebini
karşılayan diğer göçlerden niteliksel olarak farklı değildir.
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a üçüncü dalga dediğimiz 1990’lı yılların ortalarından itibaren hızlanan çoğunlukla enformel nitelikli işgücü göçleri kaynağını, 1980’li yıllardan beri uygulanan ve 1990’lı yıllarda toplumsalekonomik sonuçları ortaya çıkmaya başlayan neo-liberal ekonomik politikaların yarattığı bölgeler arası artan eşitsizliklerden, işsizlikten, yoksulluktan ve söz konusu politikaların hızlandırdığı özellikle çiftçilerin mülksüzleşme ve işçileşme süreçlerinden almaktadır.
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a olan ve diğer küresel işgücü göçleri gibi
enformel niteliği ağır basan üçüncü dalga göçler genellikle Doğu ve
Güneydoğu Anadolu kökenli olmakla birlikte Kadın göçmenlerin yoğun
olarak geldikleri bölge Akdeniz Bölgesi’dir; ancak bir kısmı Hatay,
Kahramanmaraş gibi Akdeniz illerinden gelmekle birlikte, bu göçmen kadınlar buralara da önceden Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden göç
etmişlerdir. Bu durum 1990’lı yıllarda Türkiye’de özellikle sözü geçen bölgelerden, zorunlu göçlerin de etkisiyle, metropoliten alanlara doğru hızlanan iç
göçlerle ilişkilidir. Onların da göç etme nedenleri çoğu kez erkeklerin
göçünde olduğu gibi Türkiye’de tarım kesimini tamamen piyasa koşullarına
bırakmayı hedefleyen ekonomik politikalar sonucu bulundukları yerlerde
yaşamlarını sürdürme olanaklarının kalmayışı sonucu göçü bir ayakta kalma
stratejisi sonucu seçmeleridir. Bir kısmı da Kuzey Kıbrıs’a göç etmeden önce
ülke içi ve dışına çeşitli kereler mevsimlik işçi olarak çalışmak ya da valizcilik yapmak üzere göç etmişlerdir. Göç ediş nedenleri daha yüksek ücretler
değil, yaşamlarını sürdürmek için başka çarelerinin kalmayışıdır. Uygulanan
neo-klasik ekonomik politikalar onlara başka alternatif bırakmamıştır. Yani
göçleri doğrudan zorla değil, ekonomik politikaların zorunda bırakması sonucu bir tür yerinden edilme biçiminde olmuştur.
Dünyada 1980’li yıllarda uygulamaya konan ve çerçevesi sürecin temel
kurumsal aktörleri olan DTÖ, IMF ve Dünya Bankası’nca çizilen piyasa
temelli ekonomik politikaların bir uzantısı olarak, Türkiye’de de özellikle
1999 ve 2001 yıllarında yapılan IMF ve Dünya Bankası destekli istikrar programları sonrası tarım sektöründe bazı ürünlere ve girdilere verilen fiyat
destekleri süreç içinde kaldırılmaya başlanmış, tarım satış kooperatifleri
özelleştirilme sürecine sokulmuş, tarım kesimine verilen krediler yarı yarıya
17
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Son Göçlerde Kadın İşgücünün Göçmenlik Halleri
azaltılmış, belli ürünlerin ekim alanları daraltılmıştır. Az gelişmiş ülkelerin
tarım kesimine verdikleri destekler IMF ve DTÖ aracılığı ile giderek kaldırılmaya zorlanırken, ABD ve AB’nin kendi tarım kesimlerine hala yüksek oranlarda destekler vermeleri gelişmekte olan ülkelerde üreticileri zor durumda
bırakmış Türkiye’de ve diğer gelişmekte olan ülkelerde bankalardan ve tefecilerden yüksek faizlerle borçlanan çiftçiler borçlarını geri ödeyemeyince
borçlarını ödeyebilmek ve kendilerinin ve ailelerinin yaşamlarını temin edebilmek amacıyla ülke içine ve dışına göç etmek zorunda kalmışlardır. Sonuç,
tarım kesiminde küçük üreticinin ortadan kalkma ve mülksüzleşme sürecinin
hızlanması olmuştur. Tarım sektöründe uygulamaya konulan ekonomik politikaların toplumsal boyutu resmi istatistiklerden de izlenebilir.
18
1990 yılında tarım sektörünün Gayri Safi Yurtiçi Hasıla içindeki payı %17
iken hızlı bir düşüşle bu oran 2000 yılında %9,9’a ve 2007 yılında %7,3’e
inmiş; tarım sektöründe istihdam 2001 yılında %37,6’dan 2007 yılında
%26,4’e düşmüş; tarım sektöründe işsizlik oranı 2000 yılında %13,1’den,
2007’de %19,6’ya çıkmıştır (Hazine, 2009; TÜİK, 2007). Bölgeler olarak
bakıldığında işsizliğin en yüksek olduğu bölgelerin aynı zamanda yurtiçi ve
dışına en çok göç veren bölgeler olduğu görülmektedir. İşsizliğin en yüksek
olduğu bölge %14 ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi’dir ve işsizliğin en yoğun
olduğu iller, %16,2 ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden yoğun
göç alan ve dışarıya yoğun göç veren Adana ve Mersin gibi Akdeniz
illerinden sonra; %15,7 ile Mardin, Batman, Şırnak; %15,1 ile Gaziantep,
Adıyaman, Kilis gibi Güneydoğu Anadolu illeri; %12,1 ile yine ülke içine ve
dışına çok yoğun göç veren Hatay, Kahramanmaraş ve Osmaniye gibi
Akdeniz illeri gelmektedir (TÜİK, 2007). TÜİK’in yoksulluk tanımı göz
önüne alındığında Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ikamet eden nüfusun %
60’ı yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır ve kişi başına gayrisafi yurtiçi
hasılası Türkiye ortalamasının yaklaşık 1/3’üne denk gelmektedir (Keyder ve
Üstündağ, 2006: 90). Kuzey Kıbrıs’a olan işgücü göçleri de, göç edenler
içinde Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve bu bölgeden yoğun iç göç alan
Akdeniz Bölgesi’nin belli illerinden Kuzey Kıbrıs’a yoğun işgücü göçleri
olduğunu doğrulamaktadır. Kuzey Kıbrıs’a gelmeden önce, kendi memleketinden başka bir yere daha göç edenlerin büyük bir bölümü Hatay’dan göç
etmişlerdir. Hatay’ı, Kahramanmaraş, ve Gaziantep izlemektedir. Bölge
olarak bakıldığında ise Kuzey Kıbrıs’tan önce başka bir yere daha göç edenlerin %33,6’sı Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan göç etmişlerdir. Daha önce
başka bir yere göç edenler arasında ilk göçünü Gaziantep, Kahramanmaraş,
Mardin, Şanlıurfa gibi illerden Antalya, Mersin Adana gibi illere yapıp orada
Semra Purkis
bir süre çalıştıktan sonra Kuzey Kıbrıs’a gidenlerin oranı %40’ın üzerinde
çıkmaktadır (TÜBİTAK 106K330 No.lu Proje, 2009).
Türkiye’de 1980 sonrası uygulanan dışa açık ekonomik politikalar ve özellikle de tarım sektöründe 2000’li yıllarla birlikte ortaya çıkan radikal dönüşümler sonucu bölgelerarasında artan gelir eşitsizlikleri, işsizlik ve yoksulluk,
topraklarını kaybeden ya da yüksek faiz oranlarından borçlanan kadın ve
erkek küçük üreticilere sermaye birikiminin daha hızlı olduğu hizmet ve
inşaat sektörlerinde ya da tarım kesiminde mevsimlik işçi olarak çalışmak
üzere göç etmekten başka hiçbir seçenek bırakmamıştır. Bu göçün bir kısmı
ülke içi metropoliten bölgelere, bir kısmı da Mersin, Adana, Antalya gibi en
yakın büyük kentlere doğru olmuş ve buralar aşırı kalabalıklaşıp iş bulma
olanakları azalınca buradan taşan işgücü Kuzey Kıbrıs’a yönelmiştir. Bunlar
göçün arz yanı ile ilgili faktörlerdir. Bir de göçün talep yanını etkileyen faktörler vardır. Bunlar da Kuzey Kıbrıs ekonomisi ve toplumsal yapısı ile ilgilidir.
Kuzey Kıbrıs’ın, ekonomisinin başını çeken hizmet, inşaat ve tarımda narenciye gibi alanların emek yoğun bölümlerinde çalışmak üzere yoğun bir şekilde aldığı işgücü göçünün Türkiyelilerden oluşması öncelikle iki ülke
arasındaki tarihi, politik, coğrafi durumdan kaynaklanmaktadır. Ancak Kuzey
Kıbrıs ile Türkiye arasında bu “özel” durum olmasaydı da Kuzey Kıbrıs
aynen Güney Kıbrıs’ta olduğu gibi belli alanlardaki işgücü açığını karşılamak
üzere dünyanın farklı bölgelerinden işgücü göçü alacaktı. KKTC dünyada
Türkiye dışında hiçbir ülke tarafından tanınmadığından ve uluslararası ilişkileri ve ulaşım Türkiye üzerinden sağlandığından uluslararası işgücü göçleri
daha çok Ada’nın Güneyine yönelmektedir. 1991 yılından beri Türkiye’den
Kuzey Kıbrıs’a turist olarak girişlerde nüfus cüzdanı kullanmanın olanaklı
olması, Türkiyelilerin Ada’ya girişini kolaylaştırmaktadır. Ancak Türkiye ile
KKTC arasında yapılan bir protokolle (43/2004) yabancılar ve muhaceret
(değişiklik) yasasının 2004’de yürürlüğe konmasından beri sadece çalışmak
üzere Kuzey Kıbrıs’a giden Türkiyeliler pasaportlarını kullanmak ve çalışma
izni almak zorundadırlar. Bu yasa ile Türkiyelilerin adaya turist olarak girip
izinsiz çalışmaları önlenmek istense de, halen dünyadaki diğer işgücü göçleri
gibi Kuzey Kıbrıs’a Türkiye’den işgücü göçleri devam etmekte, Türkiye’den
hemen hemen tamamı tarım kesiminden koparak göç eden kadınların çoğu da
Kuzey Kıbrıs’ta hizmet ve tarım sektörlerinin emek yoğun bölümlerinin ucuz
işgücü talebine cevap vererek dünyadaki diğer benzerleri gibi enformel
biçimlerde çalıştırılmaktadırlar. Yasa görünürdeki amacının tersine işçilere
verilen en fazla bir aylık kalış izinleri ile emeği daha ucuzlatıcı ve enformel
biçimlerde çalışmayı daha teşvik edici bir işlev görerek emeği daha kırılgan
19
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Son Göçlerde Kadın İşgücünün Göçmenlik Halleri
bir konuma getirmektedir. Çünkü bir aylık turist vizesi ile giriş yapan işçiler
eskisi gibi vize sürelerini, uygulanmaya başlanan para cezalarının etkisi ile
geçirememektedirler ve bulabildikleri her türlü işte, her koşula razı olarak
çalışmaktadırlar.
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a olan yoğun göç hareketinin önemli diğer faktörlerinden bir diğeri de coğrafi yakınlıktır. Kuzey Kıbrıs’a olan göçlerde
Akdeniz bölgesi’ndeki Hatay, Kahramanmaraş ve Mersin gibi illerden olan
göçlerin önde gelmesinde coğrafi yakınlık önemli faktörlerden biridir. İki
ülkenin tarihsel, politik bağları, göçün bir kez başladıktan sonra sürme
mekanizmalarını açıklayan göçmen ağları, göç sistemleri ve kurumsal teorilere uygun olarak zamanla belli göç ağlarının kurulmasına yol açmış ve
göçü sürekli kılmıştır.
20
Bu faktörler Kuzey Kıbrıs’taki göçmenlerin neden ezici bir biçimde
Türkiye’den geldiğini açıklar. Ancak bu durum sözkonusu göç hareketinin
diğer küresel göçlerle paralel olmadığı anlamına gelmez. Yani yerel gibi görünen aslında küresel bir olgunun yerele yansımasıdır. Yoksa Kuzey Kıbrıs
ekonomisinin başı çeken sektörlerinin talep ettiği ucuz emeğin kaynağı
olarak sürmekte olan bu işgücü göçünü Türkiye’nin ada üzerindeki politik,
coğrafi, stratejik çıkarları doğrultusunda sürdürdüğü iddia edilen nüfus politikasına indirgemek, göçün küresel, göçmenlerin sınıfsal karakterini
görmemek demektir.
Kuzey Kıbrıs’ta eğitim oranlarının yüksek olması emek yoğun yarı-vasıflı ve
vasıfsız işlerde çalışacak işgücü açığı ortaya çıkmasına neden olmaktadır.2
Çünkü eğitimli Kıbrıslılar bu tür fiziksel işlerde çalışmak istememektedirler.
Kuzey Kıbrıslılar yoğun bir şekilde kamu sektöründe çalışmaktadırlar ve bu
durum ekonomide sürekli bir yapısal işgücü açığı ortaya çıkarmaktadır.
Kuzey Kıbrıs’ta kıbrıslı kadınların işgücüne katılma oranlarının göreli olarak
yüksek olması (TÜİK, 2007; DPÖ, 2007 verilerine göre, kadınların işgücüne
katılma oranları 2006’da KKTC’de %39,3’ken, Türkiye’de aynı oran %
24,9’dur.) temizlik, hasta-çocuk-yaşlı bakımı gibi eviçi işlerin göçmen kadınlarca yapılmasını giderek olağan hale getirmiştir.
Tarımda özellikle de narenciye tarlalarında portakal kesimí gibi mevsimlik
işlerde çalışacak işgücü de 1974 yılından beri Türkiye’den getirtilmektedir.
Kendilerine kontraktör denen Türkiyeli aracılar tarafından organize edilerek
Türkiye’nin genellikle güney illerinden getirilen işgücü, 6 aylık pasaportlarla
narenciye tarlalarında portakal kesim işlerinde çalıştırılmaktadır. Her ne
kadar yasal yollardan getiriliyor gibi görünse de kötü yaşam koşullarında,
ellerinden pasaportları alınarak, çalıştıkları süre içinde Türkiye’ye dönmeler-
Semra Purkis
ine izin verilmeden, borçlandırılarak, uzun saatler çalıştırılan bu işgücü de
aslında enformel biçimlerde çalıştırılmaktadır.
Valizcilik ise çalışma izni alma olanağı olmayan çoğu kadın göçmenlerin
Kuzey Kıbrıs’a defalarca giriş çıkış yaparak gerçekleştirdikleri doğası gereği
enformel nitelikli bir iş türüdür. Önceden oluşturulan etnik ağlar kullanılarak,
belli etnik gıdaların ticaretinin yapılması şeklinde olmaktadır. Kuzey Kıbrıs
ile Türkiye arasındaki bavul ticaretinin geçmişi 1980’li yıllardan önceki ithal
ikameci döneme dayanır. O dönemde de şimdiki durumla çarpıcı bir şekilde
benzerlik göstererek bu işi yapanlar Gaziantep, Adana ve Mersin gibi
Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz Bölgelerinin belli illerinden geliyorlardı ve
çoğu bugün bir kentsel yoksulluk alanı haline gelmiş bulunan
Lefkoşa/Surlariçi bölgesinde yine bugünü aratmayacak kadar kötü pansiyonlarda ve küçük otellerde kalıyorlardı (Tulga, 05.07.2007). Ancak bugün göçün
o döneme göre niteliği değiştiği gibi, bavul ticaretine konu olan mallar da
değişmiştir. Bu değişime paralel olarak iki ülke arasında bavul ticareti yapanlar, kendilerini valizci olarak adlandırmaya başlamışlardır. Önceki dönemde
daha çok Türkiye’de bulunmayan ve çokuluslu İngiliz ve Japon şirketlerinin
Uzakdoğu ülkelerinde fason olarak yaptırdığı mallar bavul ticaretine konu
olurken; şimdi bavul ticareti aynı bölgeden gelen yoksullaşmış ve göçü kendilerinin ve ailelerinin bir ayakta kalma stratejisi olarak seçmiş kadınların
Kuzey Kıbrıs’a gidiş-geliş masraflarını karşılamak için geliştirdikleri bir iş
biçimini almıştır. Çünkü bu kadın göçmenlerin çoğu Aslında Kuzey Kıbrıs’a
genellikle daha kolay olarak bulabildikleri temizlik, bakıcılık gibi ev içi
işlerde ya da restoranların mutfakları gibi görünmez niteliği ağır basan ve
toplumsal cinsiyet rollerine uygun görülen emek yoğun hizmet sektörü
işlerinde çalışmaktadırlar. Özellikle çalışma izni yasası sonrası en fazla 1
aylık turist vizesi ile Kuzey Kıbrıs’a giriş yapabildikleri için defalarca ülkeye
giriş çıkış yapmak zorunda kalmaktadırlar ve yol masraflarını belli etnik
ürünleri önceden kurulu bulunan etnik ağlar sayesinde oradaki etnik gruplara
satarak ve Kuzey Kıbrıs’ta daha ucuz olan çay ve şekeri Türkiye’ye getirerek
çıkarmaktadırlar. Bütün bu işler enformel biçimlerde yapılan, süreksiz
işlerdir. Kadınların sürekli göç hali, çalışma izni alma ile ilgili yasaların
giderek sıkılaşması ve çalışmanın ön izne bağlanması ile birlikte sadece
süreksiz işler bulabilmelerinden kaynaklanmaktadır. Dolayısı ile ülkeye giriş
statüsünün göçmenlik konumunu belirleyen önemli bir etken olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Kuzey Kıbrıs’a Göçen Türkiyeli Kadın Göçmenlerin Göçmenlik Halleri
Bu çalışmada, üçüncü dalga göçler kapsamında Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a
olan göçlerde kadın göçmenlerin, toplumsal cinsiyete bağlı olarak oluşan
21
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Son Göçlerde Kadın İşgücünün Göçmenlik Halleri
göçmen işgücü konumları, Mersin Taşucu Limanında ve Lefkoşa Surlariçi
Mahallesinde yapılan bir dizi mülakat üzerinden betimlenmeye çalışılmaktadır. Taşucu limanında, 2008 yılı Ocak ayında, Kıbrıs’a giden gemiye orada
çalışmak amacıyla binmek üzere bekleyen kadınlarla yapılan 8 ve Lefkoşa
Surlariçi Mahallesi’nde ikamet eden kadın göçmenlerle yapılan 12 olmak
üzere, toplam 20 görüşme bu çalışmanın ölçeğini belirlemektedir. Taşucu
limanında yapılan yüz yüze görüşmeler yarı yapılandırılmış soru kağıtları ile
kontrol edilen mülakatlar biçimindedir, Surlariçi’nde yapılan görüşmeler
derinlemesine mülakat biçiminde yürütülmüştür. Bu aşamada proje asistanının katılımcı gözlem notları da dikkate alınmıştır. Ayrıca söz konusu proje
çerçevesinde resmi kurum ve sivil toplum örgütleri temsilcileri ile yapılan
derinlemesine mülakatlardan yararlanılmıştır.
22
Alan araştırmasının yürütüldüğü Mersin/Taşucu Limanı, araştırmayı yürüten
proje asistanının katılımcı gözlem notlarından anlaşıldığı üzere eskiden
olduğu gibi Kuzey Kıbrıs’a turistik gezi amacıyla gidenler tarafından kullanılan bir liman değildir; yoğunlukla Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a ucuz
işgücü göçünün aktığı bir liman haline dönüşmüştür. Araştırma ekibinin
araştırma evrenine ulaştığı Ocak ayının soğuk ve fırtınalı bir gününde belki de
göçmenlerin akademik çalışmalara en az yansıyan göçmenlik hallerinden biri
yaşanmaktaydı. Göçmenler denizdeki fırtına dolayısı ile gemilerin denize çıkmaması yüzünden, ceplerindeki son paralarını da geminin kalkmasını beklerken harcamaktaydılar. Bir kısmı gemi kalkana kadar tanıdıkları yanında
kalıp masraflarını en aza indirmeye çalışırken, bir kısmı pansiyonlarda
kalmakta, paraları pansiyonda kalmaya yetmeyenler de limanda bekleyen yük
gemilerinde geceyi geçirmektedirler. Bazıları fırtınanın daha uzun sürmesi
durumunda ceplerinde memleketlerine bile geri dönecek paraları kalmamasından endişe etmektedir. İşsizlik ve çaresizlik onları her türlü koşula katlanmaya zorunlu kılmaktadır. Bu limandan, genellikle Doğu ve Güneydoğu
Anadolu bölgelerinden yoğun göç alan Mersin, Kahramanmaraş gibi illerden
ve uzun yıllardır Kuzey Kıbrıs’la arasında göçmen ağı oluşmuş bulunan
Hatay’dan senenin belirli dönemlerine göre değişen nitelikte işgücü inşaatta,
turizm ve eğlence sektöründe, tarımda çalışmak üzere Kuzey Kıbrıs’a göç
etmektedir. Bu göçmenlerin bir kısmı Kuzey Kıbrıs’ta çalışma ve oturma izni
olan yarı-vasıflı işgücü olmakla birlikte, önemli bir bölümü Türkiye’de tarımda ortaya çıkan yapısal dönüşümün işsiz bıraktığı Kıbrıs’a ilk kez giden vasıfsız işgücünden ya da çalışma ve oturma izinleri olmadığı için çalışma izni
yasasının yürürlüğe konduğu 2004 yılından beri süreksiz ve güvencesiz
işlerde çalışmak üzere en fazla birer aylık turist vizesi ile Kıbrıs’a sürekli
giriş-çıkış yapan işçilerden oluşmaktadır. Bu işçiler arasında kadın işçilerin
Semra Purkis
oranı giderek artmaktadır. Kadınların bir kısmı halihazırda çalışma ve oturma
izni olan kocaları ile göç ederken, giderek artan bir oranı da kendi başına
giden valizcilerden ve tarım kesiminde çalışmak için giden mevsimlik işçilerden oluşmakta ve çoğunluğu enformel biçimlerde çalış(tırıl)maktadırlar.
Narenciye Toplayan Kadın Göçmenler
Narenciye bahçelerinde çalışmak üzere Kuzey Kıbrıs’a giden kadınlar çoğunlukla aileleri ile birlikte gitmektedirler ve çoğu Türkiye’de de mevsimlik işçi
olarak çalışmaktadırlar. Kuzey Kıbrıs’a kışın narenciye toplamak üzere giden
işgücü ağa toprağında çalışan köylüler, tarım işçileri ve toprağı geçimine yetmeyen yoksul köylülerden oluşmaktadır. 6 aylık geçici çalışma izinleri ile
kendilerine kontraktör ya da çavuş denilen ve işveren için işgücü teminini
sağlayan aracılarca Kuzey Kıbrıs’a getirilen işçilerin ülkeye giriş statüleri
yasal görünse de, çalışma biçimleri aslında enformel nitelik taşımaktadır.
Çünkü kontraktörler işçilerin pasaportlarını ellerinden almakta ve iş bitene
kadar geri vermemektedir. Böylece işçinin iş bitmeden Türkiye’ye (ya da
başka bir ülkeye) herhangi bir nedenle gitmesi önlenmekte, işçi bir çeşit zora
dayalı olarak çalıştırılmaktadır. İşçilerle yapılan görüşmelerde yasal çalışma
izinleri ile götürülmelerine karşın, sağlık güvencelerinin olmadığı ortaya çıkmıştır. Acil tıbbi müdahale gerektiren durumlarda işveren masrafları karşılamakta ve sonra giderler işçinin ücretinden kesilmektedir. Kontraktörler işçilerin ücretlerinden, çalışma saatlerine ve izin günlerine kadar her şeylerinden
sorumludurlar. Tarımda kontraktör sistemi, imalat sanayiindeki taşeronluk
benzeri bir örgütlenmedir. Kontraktörler işgücünü organize ederek sistemin
işleyişini sağlayan ara mekanizmalardır. Kontraktör işverenin narenciye kesiminde kullandığı, kesim işi için görevlendirdiği bir aracıdır. Kontraktör bu
görevinden dolayı pastadan aldığı payla işçiden ayrılır (Tulga, 1985a). Onlar,
çoğunlukla etnik ve hemşerilik ilişkilerini kullanarak işveren adına ucuz
işgücü sağlarlar.
Kontraktör sistemi bir yandan üretimin maliyetini düşüren ucuz işgücü temini işlevini görürken, diğer yandan işçi işveren ilişkisini de görünmez kılar.
Kontraktör sistemi sayesinde işçiler ya da çalışma koşulları ile ilgili bir sorun
ortaya çıktığında işverenler sorumluluktan kaçınarak sorumluluğu kontraktörlere yükleyebilirler. Sistem işverenleri yasalar ve işçiler karşısında gizler. O
dönemin gazetecisi şimdinin KKTC Esnaf ve Zanaatkarlar Odası Başkanı
Hürrem Tulga’nın 1985 yılında Ortam Gazetesi’nde narenciye işçilerinin
çalışma ve yaşam koşullarını anlatan yazı dizisinde bu durumu şöyle anlatır:
Cyprufez yetkilileri ile yaptığımız görüşmede:
_Ücret ayarlamasını yapan görevlendirdiğimiz kontraktörlerdir. Ücret yeterli
mi değil mi bizi ilgilendirmez. Hukuken de sorumlu değiliz. İhtiyat sandığı,
23
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Son Göçlerde Kadın İşgücünün Göçmenlik Halleri
sigorta yatırılır mı, İşçilerin ek mesailerinden çalışma şartlarından tümüyle
sorumlu olan kontraktörlerdir (Tulga, 1985a).
24
Geçici çalışma izinleri ile ekonominin farklı sektörlerinde göçmen işgücü
çalıştırmak dünyada giderek yaygınlaşan bir uygulamadır ve enformelliğin
bir tür yasallaştırılmış halidir. Yani kayıtlı enformellik biçimlerinden biridir
(kavramla ilgili daha geniş bilgi için bkz. Purkis, 2008). Avrupa ve ABD’de
geniş uygulama alanı bulan uygulama ile geçici ve işe bağlı çalışma izinleri
ile getirilen işçiler süre dolduğunda minimum bir süre geçmeden bu tür çalışma izinlerinden bir daha yararlanmamak üzere ülkelerine geri yollanırlar. Bu
yöntemle çalıştırılan işçiler aynı işi yapan yerli ve sosyal güvenceli işçilerle
aynı iş yasalarına tabi tutulmayarak, çalışma izni olmaksızın ülkeye girip
enformel biçimlerde çalışan işçilerden bile daha az haklara sahiplerdir.
Yıllarca aynı ülkeye yasal izinlerle girip çıktıkları halde giriş statülerinin
niteliğinden dolayı oturma izni alma şansları yoktur. Bu tür emek kullanımı
işçinin emeğini insani boyutundan soyutlayarak tamamen bir üretim faktörü
olarak kullanıp, getirdiği her türlü ekonomik, sosyal, kültürel ve politik
sorumluluktan kaçınma olanağı vermesiyle emeğin metalaşma süreçlerini
hızlandırır. Narenciye işçilerinin çalışma koşullarına bakıldığında da uzun
saatler ve yasal tatil hakları olmadan çalıştırıldıkları görülmektedir. Narenciye
sektöründe çalıştırılmak üzere Kuzey Kıbrıs’a götürülen tarım işçilerinin
yaşama koşulları, çoğu enformel biçimlerde çalışan ve işçi yatı evlerinde kötü
koşullarda kalan inşaat işçilerinin yaşama koşullarından farklı değildir.
Mevsimlik işçilere 4-5 kişilik aileleriyle birlikte kalmaları için bir oda verilmekte, odaların bir bölümü mutfak olarak düzenlenmekte ve 6 ay boyunca
ailece bir oda içinde barınmak zorunda bırakılmaktadırlar. Maliyetlerini en
aza indirmek için Türkiye’den giderken yataklarını, yemek pişirmek için
tandır ve unlarını, zeytinyağı, salça, bulgur tarhana gibi erzakı yanlarında
götürmektedirler. Ücret düzeyleri bir günde kaç kasa portakal kestiklerine
bağlıdır. Yani ödemeler kasa sayısına göre yapılır. Bu da öncesinde deneyimli olanları elde edilen gelir açısından avantajlı kılar.
Valizci Kadın Göçmenler
Valizcilik 1980’li yılların ortalarına kadar Türkiye ve Kuzey Kıbrıs arasında
süren, kaynağını Türkiye’de uygulanan ithal ikameci politikalardan alan fırsatçı bir göçmenlik türüdür. O dönemde bu işi sürdürenlerin bir bölümü,
Türkiye’de korumacı uygulamaların ortadan kalkmasıyla işlerini kaybedince
bu işten elde ettikleri birikimlerini Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a göç edenlerin
yoğun bir şekilde yaşadığı ve bugün kentsel yoksulluk alanına dönüşmüş
bulunan Lefkoşa/Surlariçi’nde küçük işyerleri açmışlardır. Bugünkü valizcilerin ise yaptıkları işten birikim yapmak gibi bir amaçları ve olanakları bulun-
Semra Purkis
mamaktadır. Valizlerinde orada bulunan bazı etnik gruplara satmak için
götürebildikleri zeytinyağı, salça, zeytin ve gelirken Kıbrıs’ta Türkiye’den
ucuz olan çay ve şeker gibi gıda maddelerinin satışından elde ettikleri gelirlerle yolculuklarını finanse etmeye çalışmaktadırlar. Kuzey Kıbrıs’a sınırda
alabildikleri sadece 1 aylık turist vizeleri ile giderek bulabildikleri temizlik,
bakıcılık gibi işlerde çalışmaları onların yoksulluk ve çaresizliklerinden kaynaklanmaktadır. Bu şekilde çalışma izni ile ilgili yasanın çıkmasından beri
defalarca Ada’ya giriş çıkış yaparak yaşamaya çalışan “sürekli göçmenler”
vardır. Valizcilik hem erkek hem de kadınlar tarafından yapılan bir iştir.
Kadınlar bu yolla daha çok gıda maddelerinin ticaretini yaparken, Erkek valizciler tansiyon aleti, zayıflama aletleri gibi elektronik aletlerin pazarlamasını
yapmakta ve Kuzey Kıbrıs’ta kaldıkları kısa süre içinde inşaat sektöründe
yine enformel biçimlerde çalışmak için iş bulmaya çalışmaktadırlar. Verilen
vize süresini aştıklarında kaldıkları her fazla gün için ceza ödemek zorunda
kalacakları için vize süresini aşmadan Türkiye’ye geri dönmektedirler.
Umutları bu giriş çıkışlar sırasında çalışma izni alabilecekleri bir iş bulabilmektir. Çünkü, 63/2006 yabancılar çalışma izinleri yasası (23. madde altında yapılan tüzük) ve KKTC ile Türkiye arasında KKTC’de bulunan Türk
vatandaşlarının ikamet, çalışma ve sosyal güvenlik haklarını düzenleyen yeni
yabancılar ve muhaceret (değişiklik) yasasına göre Kuzey Kıbrıs’ta yasal
olarak çalışabilmek için önceden onlara bu olanağı sağlayacak bir işverenle
anlaşma yapmış olmaları gerekmektedir. Ancak bu tür çalışma izinleri de işin
süresine bağlıdır ve süre bittiğinde hemen yeni bir iş bulamazlarsa 30 gün
içinde ülkeyi terk etmek zorunda kalmaktadırlar. Sözü edilen yasanın,
enformel çalışma biçimlerine son vermek, devletin emeklilik fonları ve ödenmemiş sigorta primleri çok büyük boyutlarda açık verdiği (Güryay, 2004: 43)
için bu açıkların kapanmasını sağlamak, sosyal sigortalar kurumuna yatması
gereken paralar ve ihtiyat sandığı kayıplarını önlemek, yerli işgücünü korumak, yabancı işgücünün yerli işgücü ile eşit haklarla çalışmasını sağlamak
için çıkarıldığı öne sürülmektedir.3 Yasanın yürürlüğe girdiği 2004’den beri 35
bin kişi kayıt altına alınmıştır ve halen kayıtsız çalışan 15 bin göçmen işgücü
olduğu tahmin edilmektedir.4 Yasa ile enformel çalışma biçimleri önlenmek
istense de, göçmenlerin çalıştığı türden işler genellikle süreksiz işler olduğundan, çalışma izni bittiğinde yenilenmeyerek yeniden enformel konuma
düşülebilmektedir. Dünyadaki yaygın uygulamaya paralel olarak Kuzey
Kıbrıs’ta da yabancılar ve muhaceret yasasında yapılan son değişikliklerle
birlikte çalışma ve oturma izinleri işyerine ve işe bağlı hale getirilmiş ve belli
süreler için verilir hale gelmiştir5 (43/2004 sayılı yabancılar ve Muhaceret
Yasası; 63/2006 sayılı Yabancıların Çalışma İzni Yasası). Bu durum göçmen
işçilerin süreksiz işlerde ve enformel biçimlerde çalıştırılmalarının adeta
25
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Son Göçlerde Kadın İşgücünün Göçmenlik Halleri
yasallaştırılmış halidir. Belli sürelere bağlı ve belli bir işveren ve iş türü için
çalışma şartıyla verilen süreli çalışma izinleri, işgücünü tamamen metalaştırıcı pratiklerin bugün dünyada uygulanan en yaygın biçimidir. Bu
koşullarla ülkeye giren işçiler süre bitiminden kısa bir süre sonra ülkeyi terk
etmek zorundadırlar. Kuzey Kıbrıs’a ilk girişte en az altı ay en fazla bir yıl
için verilen bu izinler dolduktan sonra belli bir süre içinde işveren tarafından
başvurularak uzatılabilir. Ancak pratikte emek maliyetlerini, işgücünün devir
hızını yüksek tutarak ve bu yolla işgücünü vasıfsızlaştırarak azaltma politikalarının sonucu çoğunlukla işverenler tarafından çalışma izninin uzatılması
yerine, yeni işçi alımı yapılmaktadır. Bu durum göçmen işgücünün yaptıkları
işleri süreksiz kılmaktadır. Yasa göçmen işçilerin konumlarını zayıflatıcı, işverenlerin konumlarını güçlendirici yönde işlemektedir. Bu durumu valizci
kadınlardan biri şöyle ifade etmektedir:
26
”yasa çıkmadan önce 3-4 yılda bir Türkiye’ye gidiyordum, iş imkanı çoktu,
ceza yoktu. Haftalıkları beğenmeyince iş değiştirebiliyorduk. Ama şimdi biz
mahkum olduk. Çalışma izni cezası yüzünden. İşler çokken patronların hükmü
yoktu. Şimdi Kıbrıslı patronlar ister çalış, ister çalışma diye hava atıyorlar.
Günde 8-9 saat çalıştırıyorlar. Patron 10 saat dese de mecburen devam ediyoruz. Çalıştığın sürece sigortayı yatırıyorlar. Bir hafta dolmadan iş bulabilirsen sigortan devam ediyor”.
Valizci kadınların ortak yanları Hatay/Reyhanlılı olmalarıdır. Ortak olmayan
yanları ise yaşlarıdır. Erkek olsun kadın olsun valiz ticaretinin Hataylılar
tarafından kontrol edilmesi önceden kurulmuş bulunan göçmen ağları
sayesindedir. Reyhanlılılar, Hataylılar içinde Kuzey Kıbrıs’ta en fazla ayrımcılığa uğrayan ve emek piyasasına en alt düzeyden dahil olanlardır. Bütün
dünyada belli işleri belli etnik kökene sahip göçmen gruplar yürütmektedirler.
Etnik gruplar arasında da çeşitli mesleklerin paylaşımı konusunda hiyerarşiler oluşmuştur. Valizciler Kıbrıs’ta yaşadıkları süre içinde orada bulunan akrabalarının yanlarında kalmaktadırlar. Valizci kadınlardan daha genç olanları
Kıbrıs’a gittiklerinde daha rahat iş bulabilmektedirler. Ancak yaşları 45-50
olanlar kendilerinin kolay iş bulamadıklarını ve “külüstür” muamelesi
gördüklerini ifade etmektedirler.
Valizcilik yapan kadınlar, Kuzey Kıbrıs’ta ayrımcılığa uğradıklarını
düşündükleri halde, işyerlerinde temizlikçi ya da lokantalarda bulaşıkçı
olarak çalışmayı, kendilerini “özgürleştirici” bir durum olarak görmektedirler.
Çünkü Türkiye’den geldikleri bölgelerdeki ataerkil ilişkiler yüzünden sadece
tarım kesiminde çalışmalarına iyi gözle bakılmaktadır. Bu özgürleşme duygusu, önemli etkenler olmalarına karşın, hizmet ve tarım sektörleri arasındaki ücret düzeyleri ve çalışma koşulları farklılıklarından yada ücretlerin doğru-
Semra Purkis
dan kadınların kendilerine ödenmesinden çok, tarım dışı alanlarda çalışmak
üzere göç edenlerin büyük bölümünün kendi başına yada aile bireylerinden
biriyle göç edenlerden oluşmasından kaynaklanmaktadır. Özellikle kendisinden önce Kuzey Kıbrıs’ta çalışmaya başlamış olan eşiyle göç eden kadın göçmenler, uzun yıllardır evli olsalar bile, yaşamlarında ilk kez çekirdek aile biçiminde yaşamaya göçün olanak verdiğini ifade etmişlerdir. Valizci kadınların
çoğu ise kendi başlarına göç etmektedirler. Ancak çoğunun göç etmelerinin
temel nedeni ataerkil toplumsal ilişkilerden kaçmak değil, onların yoksulluklarıdır. Ayakta kalabilmeleri ve çocuklarına iyi bir gelecek sağlayabilmeleri
umuduyla büyük bir bölümü yıllarca parçalanmış aileler halinde yaşamaktadırlar.
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a göç eden kadınlar arasında az da olsa Kıbrıs’ta
çalışma ve oturma izni olan kocasının yanına giden kadınlar vardır. Son yıllarda hızlanan ve Türkiye’den önemli ölçüde erkek göçünün kaynağı olan
inşaat sektöründe çalışmak üzere Kuzey Kıbrıs’a gidenler genellikle ailelerini yanlarında götürmemektedirler. Çünkü çoğunun sürekli bir işi yoktur ve
enformel biçimlerde çalıştırılmaktadırlar. Bu işçilerin büyük bir bölümü
Surlariçi’nde işçi yatı evlerinde ya da ucuz pansiyonlarda kalmaktadırlar.
Ancak çalışma ve oturma izni alabilen ve istikrarlı bir işi olabilenler ailelerini yanlarında götürebilmektedirler. Bu durumsa hem Kıbrıslılarca kültürel ve
sınıfsal nedenlerle hoş karşılanmamakta hem de işgücünü tamamen bir üretim
faktörü olarak gören ve insani diğer bütün yanlarından soyutlayan anlayışın
bir uzantısı olarak resmi kurumlarca da bir sorun olarak görülmektedir.
Göçmen işçilerin ailelerini yanlarında götürmeleri en yetkili kişilerce bir
sorun olarak proje kapsamında yapılan mülakatlarda dile getirilmiştir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı Aziz Gürpınar, işçilerin
aileleri için bir düzenleme gerektiğini, çalışma izninin otomatik olarak
ailelere oturma izni hakkı vermemesi gerektiğini ifade etmiştir. Çalışma izinli işçinin ailesine oturma izni vermeden önce işçi ve ailesinin yaşayacağı yerlerin sağlık koşullarına uygunluğuna bakmak gerektiği ve aile gelmeden önce
işin sürekliliğine bakılıp işçinin bir süredir istikrarlı bir işi olması durumunda
aileye izin verilmesi gerektiğini dile getirmiştir.6 Gazi Magosa Belediye
Başkanı Oktay Kayalp de çalışma izni ile gelenlerin ailelerini yanlarında
getirmelerinin sosyal sıkıntı yarattığını öne sürmüştür. Bunun hem göçün
kontrolünü zorlaştırdığını hem de göçmenlerin sağlık ve eğitim sistemlerine
yük oluşturduğunu ifade ederek “işgücünün” ailesini yanında getirmemesi
gerektiğini, geçici çalışma izni ile getirilip süresi dolunca geri dönmesi gerektiğini; herkese vatandaşlık vermeyerek demografik yapının bozulmaması
gerektiğini söylemiştir.7 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca yapılan
27
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Son Göçlerde Kadın İşgücünün Göçmenlik Halleri
çalışma yaşamını disiplin altına alma ve KKTC yurttaşlarının istihdamını
teşvik amacıyla çalışma yaşamının yeniden düzenlenmesi adlı 6 bileşenli bir
projeyi 1 Ocak 2009’dan itibaren yürürlüğe koymuştur. Projeye göre her
meslek grubu için o meslekte çalışmak isteyen yabancı işgücüne kotalar
konacak, yabancı uyruklu işçilerin aileleri için ikamet koşulu getirilerek bu
iznin verilebilmesi için eşinin en az bir yıl Kuzey Kıbrıs’ta çalışmış olması ve
çalışma izninin en az bir yıl süreyle uzatılmış olması ile sağlık koşullarına
uygun ikametgâh şartı aranacaktır. Bu koşulları göçmen işgücü içinde yerine
getirebilenlerin sayısı çok azdır. Ayrıca yabancı uyruklu kişilere eğitim ve
sağlık hizmetleri verilirken çalışma ve ikamet izni şartı aranacaktır.
28
Kuzey Kıbrıs’ta çalışmak isteyen yabancılara süreli ve işe ve işverene bağlı
çalışma izni uygulanması, aile birleşmelerinin zorlaştırılması, göçmenlerin
sosyal güvenlik sistemlerine yük olarak görülmesi, dünyada işsizliğe paralel
olarak artan işgücü göçlerinin kontrol altına alınması, işçinin sadece işgücü
olarak görülerek getireceği sosyal, yasal sorumluluklardan tamamen kaçınılması ve işgücünün devir hızının artırılarak emeğin vasıfsızlaştırılması ve daha
da ucuzlatılması, örgütlenme gücünün kırılması, enformel çalıştırma biçimlerinin teşvik edilmesi süreç ve pratiklerinin yerelde ortaya çıkmasından
başka bir şey değildir.
Araştırmanın Kuzey Kıbrıs’ta yapılan bölümüne katılan kadınların durumu
bazı açılardan sürekli giriş çıkış yapan valizcilerden daha vahimdir.
Aralarında 18 yıldır Ada’da yaşadığı ve hatta orada doğduğu halde vatandaşlık alamamış, çalışma ve oturma izni olmayanlar vardır. Türkiyeli göçmenlerin tutunma alanı işlevi gören Lefkoşa/Surlariçi’nde yıkıntı halindeki
evlerde birkaç aile bir arada yaşamaya çalışan göçmenler arasında çok sayıda, uzun yıllardır Kuzey Kıbrıs’ta yaşayıp da çalışma ve oturma izni alamamış olanlara rastlanmıştır. Anne ve baba vatandaş olmayınca Kıbrıs’ta
doğan çocuklar da vatandaşlık için başvuramamaktadırlar. Hatta anne ve baba
vatandaş olduğunda bile Kıbrıs doğumlu olmak otomatik olarak vatandaş
olma anlamına gelmemekte, bir takım kurallara bağlanmaktadır. Yabancılar
ve Muhaceret yasasının yürürlüğe konması ile bu durumdaki çocuklar ödenmesi gereken para cezası nedeniyle Ada’dan ayrılamamaktadırlar.
Ayrıldıklarında bir daha geri dönemeyeceklerinden endişe etmektedirler. Bu
durumu şöyle ifade etmektedirler:
“ellerimiz bağlı, kollarımız bağlı. Özlediğin zaman memlekete gidemiyorsun.
Pasaportum olmadığı için Kıbrıslı kadar hakkım olmuyor”.
Surlariçi’nde büyükanne, anne-baba, çocuklar ve gelinler, torunlar dört kuşak
bir arada yaşayan evdeki anne, kızlar ve gelinler bulabildiklerinde temizlik ve
Semra Purkis
bakıcılık işlerinde çalışmaktadırlar. Evin reisi sıfatıyla babayla yapılan
görüşmede kadınların çalıştıkları araştırmacılardan ısrarla gizlenmeye
çalışılmış, evin geçiminin üç erkek tarafından sağlandığı öne sürülmüştür.
Oysa kadınlarla yapılan görüşmelerde onların da bulabildikleri işlerde
çalıştıkları ortaya çıkmıştır. Dört hanede 12 kadınla yapılan görüşmede kadınlardan sadece ikisi temizlik ve bakıcılık dışındaki işlerde çalışmaktadırlar.
Bunlardan biri kasiyerlik yapmakta diğeri lokantada mutfakta çalışmaktadır.
İkisi ise herhangi bir işte çalışmamaktadır.
Yoksulluğun yükü de kadınlar tarafından yüklenilmiştir. Eşinin ve evdeki
diğer kadınların çalıştıklarını gizleyen erkek hane reisi 15 kişinin günlük masrafları için karısına günde 50 lira verdiğini söylemiştir. Evin annesi bu para ile
15 kişiyi her gün doyurmak zorundadır “öyle dört dörtlük giyineyim, dört
dörtlük yiyeyim de yetmez” sözleriyle yaşam kalitelerini ifade etmektedir. Bir
başka hanede yapılan görüşmede evlendiklerinden beri hiç bir arada yaşamadığı Kuzey Kıbrıs’ta çalışma ve oturma izni olan kocasının yanına iki
çocuğu ile birlikte bir yıl önce gelmiş bulunan yeni göçmen bir kadınla
görüşme yapılmıştır. Kendisi bir yandan çalışma izni almaya çalışırken diğer
yandan temizlik yaparak, pastanede, fırında, lokantada çalışarak çocuklarının
okul masraflarını çıkarmaya çalışmaktadır. Memlekette eşinin ailesi ile
yaşadığından bugünkü durumunu daha olumlu bulmakla birlikte, yaşama
koşulları açısından bir kötüleşme ortaya çıktığını da ifade etmektedir. Özellikle Surlariçi’nde yaşadıkları evi “ahırda yaşıyoruz burası ev mi” biçiminde
değerlendirmektedir. “Ne bileyim öyle bir şey zannediyordum ki Kıbrıs’ı
sanki Paris gibi…” sözlerinden bir yıl içinde Kıbrıs’a gelirken kurduğu hayallerle burada yaşadıkları hayat arasında çok derin farklar olduğunun ayırdına vardığı anlaşılmaktadır.
Ayrımcılık
Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan ya da sürekli giriş çıkış yaparak geçimlerini
sağlayan kadınların ortak sorunlarından biri Kıbrıslılarca ayrımcılığa uğramalarıdır. Kadın göçmenler hem göçmenlik konumu hem de cinsiyetçi
işbölümü nedeniyle kadın olarak ayrımcılığa uğramaktadırlar. Bulundukları
ve çıktıkları toplumda kadın işi sayılan düşük statülü ve düşük ücretli işlerde
çalıştırılmaları ve üretimin yeni uluslararası örgütlenmesine paralel olarak bu
türden işlerin artış göstermesi ve kadınların en gelişmiş ülkelerde bile erkeklerden daha ucuz bir emek kaynağı olmaları erkeklere göre iki katlı bir ayrımcılığa uğramalarına yol açmaktadır. Bu durum yasalarla da açıkça teyit
edilmiştir. KKTC’de çalışma hayatını düzenleme ile ilgili 1 Ocak 2009’dan
itibaren yürürlüğe konulan proje çerçevesinde asgari ücretler yeniden düzenlenerek, mesleki niteliğe ve sektöre göre değişen iki tür asgari ücret uygula-
29
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Son Göçlerde Kadın İşgücünün Göçmenlik Halleri
30
ması gündeme getirilmiştir (KKTC Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı,
Çalışma Yaşamının Yeniden Düzenlenmesi Projesi). İkinci kategoride değerlendirilen meslek dallarına ödenecek olan asgari ücret, evlerde yaşlı ve hasta
bakım işleri, ev hizmetleri (temizlik, bahçıvanlık hizmetleri vb.), turizm sektöründe (otel, motel, lokanta) temizlik hizmetleri, garson, komi, bahçıvanlık
gibi hizmetler ve tarım işçiliği ve hayvancılık hizmetleri olarak belirlenen birinci kategoriyi oluşturan meslek dallarına göre birinci grup için belirlenen
asgari ücretin %10’u oranında daha fazla ücret alacaktır. İkinci kategori kapsamına, birinci kategori kapsamına alınmayan diğer bütün işler girmektedir.
Birinci kategoride belirlenen işler emek yoğun, vasıfsız ve yarı vasıflı işlerdir
ve Kuzey Kıbrıs’ta bu nitelikteki işler genellikle Türkiyeli göçmenlerce yapılmaktadır. Yine birinci kategoriyi oluşturan işler ağırlıklı olarak kadınların
yaptıkları türden işlerdir. Bu tür işlerde çalışan kadınlar zaten çoğunlukla
enformel biçimlerde çalışmaktadırlar. Dünyada da kötü işler erkeklere göre
daha çok kadınlara, belli azınlık etnik gruplara, sakat, genç ve yaşlılara düşer
(Gaugh, 2006: 64). Ancak çalışma izni ile çalışanlar da yine yasal düzenlemelerle açıkça ayrımcılığa uğramaktadırlar. Devlet eliyle ayrımcılığın en
sık görülen biçimi yeterli ve kaliteli kamu hizmeti götürmeme, sosyal güvenlik hizmetlerinden yararlandırmama, vatandaşlığı zorlaştırma yoluyla sosyal,
ekonomik ve politik katılımı önleme biçimlerinde olmaktadır. Kuzey
Kıbrıs’ta özellikle en ucuz emek kaynağı olarak görülen üçüncü dalga göçmenlerin yaşadıkları mekanlar çöküntü alanlarıdır. Onlar, harap ve döküntü,
sağlık koşullarına uymayan evlerde ve pansiyonlarda yaşamakta, bulundukları bölgelere yeterli kamu hizmeti götürülmemektedir. Surlariçi’nde yapılan
görüşmelerde Kıbrıslıların evine temizliğe giden bir göçmen kadın,
Türkiyeliler yaşadığı için Surlariçi’ne haftada bir gün su verilirken diğer
semtlere haftada en az üç kez su verildiğini ifade etmiştir. Dünyanın her
yerinde ucuz işgücü, yeni pazarlar, üretim bağlantıları, avantajlı politik ortam
peşinde sürekli hareket eden sermaye, sürekli mekansal eşitsizlikler yaratır ve
bu eşitsizlikleri derinleştirir. Ekonomik ve politik açılardan ayrıcalıklı
sınıflarla, dezavantajlı sınıflar giderek artan bir hızla farklı mekanlarda
yoğunlaşmakta ve buralara götürülen kamu hizmetlerinin kalite ve çeşidinde
de farklılıklar olmaktadır. Kendileriyle görüşme yapılan kadınlar ve proje
kapsamında görüşülen ve uzun yıllardır Kuzey Kıbrıs’ta yaşayıp vatandaşlık
statüsü alabilmiş Türkiyeli göçmenler, sağlık ve eğitim hizmetleri alırken de
kendilerine ve çocuklarına ayrımcılık uygulandığını çok sık dile getirmişlerdir. 1 Ocak 2009‘dan itibaren yürürlüğe giren çalışma yaşamını
düzenleyen projeyle sağlık ve eğitim hizmeti ikamet iznine bağlanarak sınırlandırılmaktadır.
Semra Purkis
Devlet eliyle ayrımcılığın en açık biçimi göçmenlerin yasal statüsü üzerinden
yapılan ayrımcılıktır. Bunu da vatandaşlık vermeyi zorlaştırma, sürekli geçici
çalışma ve ikamet izinleri vererek güvensiz statüde tutma biçimlerinde yapar.
Vatandaş olamama göçmenlerin politik katılımını engellediği gibi sosyal
güvenliğe ulaşma ve iş bulmayı da zorlaştırır. Kuzey Kıbrıs’ta uzun yıllar
yaşamış olan göçmen kadınlardan biri vatandaş olamamanın etkisini şöyle
ifade etmiştir “vatandaş olamadığımız için hiçbir şey olamıyoruz, ellerimiz
kollarımız bağlı dışarı (Kıbrıs dışına) bile çıkamıyoruz”. Kuzey Kıbrıs’ta ve
dünyanın diğer birçok ülkesinde vatandaş olmayanlar kamu kesimi işlerine
alınmamaktadır. Kuzey Kıbrıs’ta uzun süredir bulunan birinci ve ikinci göç
dalgaları ile oraya giden ve çoğu vatandaş statüsünde olan Türkiyelilerin
çocukları da kamu işlerine alınmada ayrımcılığa uğradıklarını ifade etmektedirler.
Kuzey Kıbrıs’ta çalışan ve yaşayan göçmenler öncelikle uyruk ve yoksulluk
üzerinden dışlanmaktadırlar. Aslında bu eksenler üzerinden görünen dışlanma
temelde sınıfsal ve kültüreldir. Çünkü uyruk ve yoksulluk belli bir sınıfa
karşılık gelmektedir. Ancak hem Türkiyeli göçmenlerin Kıbrıslılara hem de
Kıbrıslıların Türkiyeli göçmenlere milliyetçi mercekler arkasından bakmaları
göçmenlerin sınıfsal karakterini gizlemektedir. Kıbrıslılar Türkiye tarafından
desteklenen politikalarla yüksek maaşlarla geniş tutulan kamu kesiminde
çalışmaktadırlar. Yoksulluk bu orta sınıf için suçla özdeşleştirilen, utanılası ve
kirli bir şey olarak görünmektedir. Bu da sık sık “bunlar gelmeden önce biz
kapımızı açık bırakırdık” sözleriyle ifade edilen açık kapı miti ile ortaya çıkar.
Dünyanın her yerinde kentleşmenin hızlanması, nüfusun mobilitesinin artması ile ilgili olan bir olgudan, sadece Kıbrıs’ta oluyormuş gibi bahsedilmekte ve her yeni negatif olgudan göçmenler sorumlu tutulmaktadır. Kentsel yoksulluk alanı haline dönüşen Surlariçi’nde yaşayan üçüncü dalga göçmenlere,
daha önce gelmiş ve sosyal bütünleşmelerini bir ölçüde başarmış bulunan
önceki göçmenler de utanılası insanlar olarak bakmakta, Kıbrıslıların kendilerine karşı ayrımcılık uygulamasından onların davranışlarını sorumlu tutmaktadırlar.
Kültürel ve sınıfsal dışlanmanın kurucu unsurlarından biri mekandır. Sadece
geçici işler bulabilen ve turist vizesi ile sürekli giriş çıkış yaparak enformel
biçimlerde çalışan göçmenlerin; süreli çalışma izni ile gelip ikameti çalışma
izni ile sınırlı olan göçmenlerin; uzun yıllardır Kıbrıs’ta yaşayıp da oturma ve
çalışma izni alamamış bu yüzden de adadan çıkamayan ve yine enformel
biçimlerde çalışan göçmenlerin en yoğun yaşadıkları yer
Lefkoşa/Surlariçi’dir. Göçmenler kiralar düşük olduğu için bu bölgedeki
bakımsız ev ve pansiyonlarda kalmaktadırlar. Kıbrıslılarsa buranın bir suç
31
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Son Göçlerde Kadın İşgücünün Göçmenlik Halleri
mekanı ve akşam hava kararınca girilmemesi gereken bir yer olduğu inancıyla sınıfsal konumlarına göre Sur dışında farklı semtlerde yaşamaktadırlar.
Türkiyeli göçmenler arasında belli etnik gruplar, özellikle de Hataylılar daha
fazla ayrımcılığa uğramaktadırlar. Hataylı göçmen kadınlar, Kıbrıslı evlere
işe gittiklerinde özellikle genç kuşak Kıbrıslılarca Hataylı oldukları öğrenildiğinde bir daha gelmemelerinin istendiğini söyleşilerde ifade etmişlerdir.
Yaşlı bir kadına bakıcılık yapan bir diğer kadın göçmense bu kuşakla genç
kuşağın Türkiyelileri değerlendirmeleri arasındaki farkı ifade etmek için
şöyle örnek vermektedir: “o diyor ben tercih ederim Türkleri, çünkü savaş
zamanı yaşamış o yaşlı”. Evlere temizliğe giden diğer bir göçmen kadınsa, iş
bulabilmek için artık Hataylı olduğunu söylemediğini belirtmiştir.
Göçmen kadınlar hem uyruk üzerinden ırkçı bir ayrıma maruz kalırken hem
de sınıfsal, mekansal ve cinsiyetçi anlamlarda çok katlı bir ayrımcılığa uğramaktadırlar. Bu durum onların pazarlık güçlerini zayıflatmakta, emeklerini
daha da ucuz satmalarına ve istikrarsız işlerde çalışmalarına neden olmaktadır.
32
Değerlendirme
Dünyada sermayenin serbestçe dolaşımının hız kazandığı 1990’lı yılların
ortalarından beri hızlanan işgücü göçlerinin içinde kadınların oranının artışı
ve bu göçlerin enformel niteliği en göze çarpan özellikler olarak ortaya çıkmaktadır ve her ikisinin de kapitalist sermaye birikiminin krize girdiği bir
dönemde ortaya çıkması rastlantı değildir; sermayenin emeği değersizleştirici ve işgücünü metalaştırma süreçlerini hızlandırıcı politikalarının bir uzantısıdır. Bütün dünyada getirilen yeni düzenlemelerle göç kontrol altına alınmaya çalışılmakta ve ülkelere giriş çıkışlar daha sıkı kontrol ediliyor
görülmektedir. Bu durum bir yandan insan kaçakçıları gibi yasa dışı organizasyonlara yeni kar alanları açarken; diğer yandan düzensiz göçleri teşvik
ederek enformel çalış(tır)ma pratiklerini teşvik etmekte ve emeği marjinalleştirerek ucuzlatmaktadır. Son yıllarda dünyada en yaygın uygulama,
geçici ve işe ve işverene bağlı çalışma izinleri ile göçmen işgücü çalıştırmaktır. Bu durum, işçileri enformel biçimlerde çalıştırmanın yasallaştırılması
anlamına gelmektedir. Çünkü bu biçimde çalıştırılan işçiler yerli işçilerle aynı
haklara sahip olmamakta, geldikleri ülkelerde sürekli ikamet izni alamamakta, ailelerini yanlarında getirememektedirler. Bu da onların çalıştıkları ülkelerde sosyal, politik ve ekonomik süreçlerden dışlanarak, insan olarak diğer
bütün insani yanlarından soyutlanıp salt üretim faktörü olarak işgücüne
indirgenmelerine yol açmaktadır.
Semra Purkis
Turizm, tarım, inşaat ve hizmet sektörlerinin özellikle emek yoğun bölümlerinin işgücü açığını Türkiyeli göçmen işgücü ile karşılayan Kuzey Kıbrıs’ta
da ülkeye çalışmak amacıyla girişler ön izne bağlanmıştır. Geçici çalışma
izinleri işverene ve işe bağlıdır ve sahiplerine sadece çalışma izni süresince
ülkede ikamet izni verir. Çalışma izinli göçmen işçilerin ailelerini yanlarında
getirmeleri ve onların eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlandırılmaları zorlaştırılmış ve işçinin göreli olarak sürekli bir işi olma koşuluna bağlanmıştır.
Kuzey Kıbrıs’a Türkiye’den narenciye bahçelerinde çalıştırılmak üzere
götürülen işçiler de dünyadaki üretimin yeniden örgütlenme uygulamalarına
paralel olarak kontraktörlerce geçici çalışma izinleri ile ülkeye getirilmektedirler. Kadınlar Kuzey Kıbrıs’a daha çok narenciye bahçelerinde mevsimlik
tarım işçisi olarak çalışmak, valizcilik yapmak ve Kuzey Kıbrıs’ta bulundukları süre içinde hasta ve çocuk bakımı, temizlik gibi işlerde çalışmak üzere
göç etmektedirler. Valizciler yaptıkları işin niteliği açısından bakıldığında
enformel çalışanların en enformellerini oluşturmakta, çalışmanın ön izine
bağlandığı bir sistemde turist vizesi ile sürekli giriş çıkış yaparak ülkede
kaldıkları kısa sürelerde bulabildikleri her işte ve koşulda çalışmaya razı
olmaktadırlar. Aile birleşmeleri yoluyla girişlerin oldukça zorlaştırılması
kadınların bu yolla Kuzey Kıbrıs’a girip yasal yollardan çalışmalarını engellemeye yöneliktir. Kadın göçmenler bütün dünyada olduğu gibi KKTC’de de
hem göçmenlik statüsü, hem cinsiyetçi işbölümü, hem de sınıfsal konumları
nedeniyle ve kadın olmaktan dolayı hem gündelik yaşamlarında hem de yasal
düzenlemelerle bir kaç katlı ayrımcılığa uğramaktadırlar.
Gündelik yaşamda dışlanma, yani süreksiz ve düşük gelir düzeyi, düşük tüketim düzeyi, işgücü piyasasında ve sosyal yaşamda yukarı doğru mobilite
olanaklarının tıkalı olması, eğitim, sağlık, altyapı hizmetlerine erişimde
engellerle karşılaşma biçimlerinde ortaya çıkar. Ancak dışlanmanın yarattığı
asıl tahribat, yol açtığı görünmez yaralardadır. Sürekli yaşam güvencesizliği,
geleceğe ilişkin beklentilerde endişe ve karamsarlık, aşağı görülme nedeniyle
öz saygıyı kaybetme, seçim olanaklarının azalması bu yaraları derinleştirir.
Yine dünyadaki eğilimlere paralel olarak Kuzey Kıbrıs’ta göçmenler uyruk
üzerinden yapılan etnikleştirilmiş görünen bir dışlanmaya maruz kalmaktadırlar. Ancak dışlanmanın temel nedeni yoksulluktur ve bu en açık ifadesini
mekansal dışlanmada bulur. Kuzey Kıbrıs’ta Kıbrıslıların Türkiye’nin de
desteklediği politikalarla kamu kesiminde yüksek ücretlerle çalışıyor olması,
üretim ve hizmet sektörlerinin vasıfsız ve yarı vasıflı işgücü gerektiren emek
yoğun bölümlerinde göçmen işgücünün kullanılması, temelde sınıfsal olan
dışlamanın uyruk üzerinden bir dışlama gibi görünmesine yol açmaktadır.
33
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Son Göçlerde Kadın İşgücünün Göçmenlik Halleri
--------------------------------------D‹PNOT
34
1
Bu makale, TÜBİTAK 106K330 No.lu projenin verilerine dayanarak hazırlanan, 20-22 Nisan
2009’da Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde gerçekleşen 3. Uluslararası Kadın Çalışmaları
Konferansı’na sunulan aynı adlı bildirinin, eleştiriler ışığında genişletilmiş halidir. Makalede,
proje asistanlarından Fatma Coşkun ve Murat Caymaz’ın Mersin/Taşucu Limanında göçmen
kadınlarla yaptıkları mülakatlardan yoğun bir şekilde yararlanılmıştır. Kendilerine emeklerinden
dolayı teşekkür ederim.
2
İktisatçı Ünal Akif ile yapılan derinlemesine mülakat, 30.04.2007; Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı Müsteşarı Aziz Gürpınar ile yapılan derinlemesine mülakat, 23.01.2008.
3
Esnaf ve Zanaatkarlar Odası Başkanı Hürrem Tulga ile yapılan derinlemesine mülakat,
05.07.2007.
4
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı Aziz Gürpınar ile yapılan derinlemesine
mülakat, 23.01.2008; Dev-iş Sendikası Başkanı Mehmet Seyis ile yapılan derinlemesine
mülakat, 11.07.2007; İnşaat Taşeronları Birliği Başkanı Bülent Yükseliş ile yapılan derinlemesine mülakat, 10.07.2007..
5
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı Aziz Gürpınar ile 23.01.2008’de yapılan derinlemesine mülakat.
6
23.01.2008’de yapılan derinlemesine mülakat.
7
28.01.2008’de yapılan derinlemesine mülakat.
KAYNAKÇA
Bonacich, E. (1993). “The Other Side of Ethnic Entrepreneurship: A Dialogue With Waldinger,
Aldrich, Word and Associates, International Migration Review, C.27(3).
Boyle, P. ve Halfacree, K. (eds) (2005) Migration and Gender in the Developed World, Routledge,
Londra ve New York.
Castells, M., Portes A. (1989) “World Underneath: The Origins, Dynamics and Effects of the
Informal Economy”, The Informal Economy: Studies in Advanced and Less Developed
Countries içinde (der. A. Portes ve M. Castells ve L.A. Benton), The John Hopkins University
Press, Baltimore ve Londra, 11-40.
Castles, S. ve Miller, Mark. J. (2008) Göçler Çağı: Modern Dünyada Uluslar arası Göç Hareketleri,
Çev. Bülent Uğur Bal ve İbrahim Akbulut, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 195, Göç
Çalışmaları 8, İstanbul.
DPÖ 2007, KKTC Devlet Planlama Örgütü, Hane halkı İşgücü Anketi Sonuçları 2004-2006,
http://www.devplan.org/Frame-tr.html, Erişim: 5.01.2009.
Güryay, E. ve Şafaklı, Okan Ş. (2004) “KKTC’de Kaçak İşgücünün Ekonomiye Etkileri Üzerine Bir
Çalışma”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 5(1), 35-45.
Gaugh, J.; Eisenschitz, A. ve Mcculloch A. (2006) Spaces of Social Exclusion, Routledge, Londra
New York.
Semra Purkis
Hardill, I. (2002) Gender, Migration and the Dual Career Household, Routledge, Londra ve New
York.
Harvey, D. (1981) “The Urban Process Under Capitalism: A Framework for Analysis”, Urbanisation
and Urban Planning In Capitalist Society içinde, (der. Michael D. ve Scott A.S.), Methuen
Co.&Ltd., Londra ve New York, 91-121.
Harvey, D. (1990) “The Geopolitics of Capitalism”, Social Relations and Spatial Structures içinde,
(der. Derek Gregory ve John Urry), Macmillan, Londra, 128-163.
Harvey, D. (1999). Postmodernliğin Durumu, Çev. Sungur Savran., Metis Yayınları, İstanbul.
Hazine 2009, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı Ekonomik Göstergeler, Tablo I 2.2, Tablo III.6,
Tablo III.2.2, http://www.hazine.gov.tr, erişim: 3.01.2009.
Keyder, Ç. ve Üstündağ, N. (2006) “Doğu ve Güney Doğu Anadolu’nun Kalkınmasında Sosyal
Politikalar”, Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da Sosyal ve Ekonomik Öncelikler içinde (ed.
Ethem Yenigün), UNDP-Açık Toplum Enstitüsü, TESEV Araştırması, 90-152.
KKTC Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Çalışma Hayatının Yeniden Düzenlenmesi Projesi,
http://csgb.eu/index.php?men=385&newsid=204, erişim: 13.01.2009.
Kurtuluş, H. ve Purkis, S. (2008) “Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Göç Dalgaları: Lefkoşa’nın
Dışlanmış Göçmen-Enformel Emekçileri”, Toplum ve Bilim, Sayı.112, 60-101.
Kofman, E., Phizacklea, A.; Raghuram, Parvati; Sales R. (2005) , Gender and International
Migration in Europe: Employment, Welfare and Politics, Routledge, Londra, New York.
Lazaridis, G. (2005). “Les Infirmiéres Exclusives and Migrant Quasi-Nurses in Greece”, IMILCO
(Irregular Migration, Informal Labour and Community in Europe) sempozyumu’nda sunulan
bildiri, İstanbul.
Lefebvre, H. (2007) The Production of Space, Çev. Donald Nicholson-Smith, Blackwell, USA, UK,
(İngilizcede 1. basım 1991).
Lutz, H. (2005). “The ‘Intimate Others’- Migrant Domestic Workers in Europe”, IMILCO (Irregular
Migration, Informal Labour and Community in Europe) sempozyumu’nda sunulan bildiri,
İstanbul.
Massey, S. Douglas (1999) “International Migration at the Dawn of the twenty-first Century: The
role of the State”, Population and Development Review, C. 25(2).
Mitter, S. (1986) “Industrial Restructuring and Manufacturing Homework: Immigrant Women in the
UK Clothing Industry”, Capital & Class,, No.27, Winter, 37-80.
Momsen, J. Henshall (2005) “Maids on the Move”, Gender, Migration and Domestic Service içinde
(der.. Janet Henshall Momsen), Rotledge, Londra ve New York, 1-20.
Morokvasic, M. (1984) “Birds of Passage are Also Women”, International Migration Review,
C.18(4), 886-907.
Morokvasic, M. (2003) “Transnational Mobility and Gender: A View from Post-Wall Europe”,
Crossing Borders and Shifting Boundaries. Gender on the Move içinde (der. Morokvasic M.;
Erel, U.; Shinozaki, K.), Opladen, 101-133.
Morokvasic, M. (2004) “Settled in Mobility: Engendering Post-wall Migration in Europe”, Feminist
Review, C. 77(1), 7-25.
Morokvasic, M. (2007): “Migration, Gender, Empowerment“. Gender Orders Unbound.
Globalisation, Restructuring and Reciprocity içinde (der. Lenz, Ilse; Ullrich, Charlotte; Fersch,
Barbara), Barbara Budrich Publishers. Opladen, Farmington Hills: s. 69-97.
35
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a Son Göçlerde Kadın İşgücünün Göçmenlik Halleri
Munck, R. (2003) Emeğin Yeni Dünyası, Çev. Mahmut Tekçe, Kitap Yayınevi-12, İstanbul.
N.G. Roxana; Yuk-Lin Wong, Renita; Choi, A. (1999) “Homeworking: Home Office or
Homesweatshop”, New Approaches to Life Long Learning (NALL) Working Paper, Report on
Current Conditions of Homeworkers in Toronto’s Garment Industry, Toronto.
Internet: http://www.depts/sese/csew/nall/res/06homeworkers.htm , erişim: 28.12.2008.
Purkis, S. (2006) Modern Köleler: Göçmenler, Eğitim Bilim Toplum, C.4(13), 44-60.
Purkis, S. (2008) “Turizmle kalkınmada Enformel Emek Kullanımı: Marmaris Örneği”, Ekonomik
Yaklaşım Dergisi, Gazi Üniversitesi İktisat Bölümü, C.19 (69), 107-126.
Reyes, Pulina de Los (2002) “Women and Migrants: Continuity and Change in Patterns of Female
Migration in Latin America”, Women, Gender and Labour Migration: Historical and Global
Perspectives içinde (ed. Pamela Shrpe), Routledge, Londra ve New York, 139-155.
Sassen, S. (2003): “The Feminization of Survival: Alternative Global Circuits”, Crossing Borders
and Shifting Boundaries, Gender on the Move içinde (der. Morokvasic, M.; Erel, U.; Shinozaki,
K.), Vol. I, Opladen, 59-77
Sassen, S. (1999) The Mobility of Labor and Capital: A Study in International Investment and Labor
Flow, Cambridge University Press, UK.
Schireup, Carl-U., Hansen, P., Castles, S. (2006) Migration, Citizenship and the European Welfare
State: A European Dilemma, Oxford University Press, Oxford.
Sharpe, P. (ed.) (2002) Women, Gender and Labour Migration: Historical and Global Perspectives,
Routledge, Londra ve New York.
36
Smith, N. (1982) “Gentrification and Uneven Development", Economic Geography, C.58(2), 139155.
Tulga, H. (1985) “Narenciye İşçileriyle 24 saat”, Ortam Gazetesi, Yıl.4, Sayı 317.
_______ (1985a) “Bedfort, Tahta Kasa, Otobüsler İşçileri Taşır”, Ortam Gazetesi,
Yıl.4, Sayı 318.
_______ (1985b) “Karanlık Baskın Çıkmıştı Işığa Işık Yenik Düşmüştü Karanlığa”,
Ortam Gazetesi, yıl. 4, sayı, 319.
_______ (1985c) “İşçiyi Ezmeli, Yoksa Fırsat Buldu mu, Oranın Hükümeti Olur”,
Ortam Gazetesi, yıl. 4, sayı, 320.
_______ (1985d) “Bavul Turizmi Nedir, Ne Değildir?”, Ortam Gazetesi, yıl. 4,
sayı, 194.
_______ (1985e) “İşsizler Ülkesinde Yabancı İşçiler Neden? Stadyum İnşaatında
Yabancı İşçiler”, Ortam Gazetesi, yıl. 4, sayı, 495.
TÜBİTAK (2009) 106K330 No.lu Proje.
TÜBİTAK 106K330 No.lu Proje Çerçevesinde Yapılan Derinlemesine Mülakatlar İçinden
Kullanılanlar:
-
Aziz Gürpınar : KKTC Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı (23.01.2008)
-
Bülent Yükseliş : KKTC İnşaat Taşeronları Birliği Başkanı (10.07.2007)
-
Hürrem Tulga : Kıbrıs Türk Esnaf ve Zanaatkarlar Odası Genel Başkanı (05.07.2007)
-
Mehmet Seyis: Dev-İş Sendikası Genel Başkanı (11.07.2007)
Semra Purkis
-
Oktay Kayalp: Gazi Magosa İli Belediye Başkanı (28.01.2008
Ünal Akif : İktisatçı, 1976-1986 Döneminde Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Müsteşarı,
(30.04.2007)
TÜİK 2007, Türkiye İstatistik Yıllığı, Türkiye İstatistik Kurumu, Ankara. http://www.tuik.gov.tr/yillik/yillik.pdf, Erişim: 5.01.2009.
Yasalar
43/2004 KKTC ile Türkiye Cumhuriyeti Arasında KKTC’de Bulunan Türk
Vatandaşlarının İkamet, çalışma ve Sosyal Güvenlik Haklarını Düzenlemeye İlişkin Protkol
(onay) Yasası.
-
73/2007 Sosyal Güvenlik Yasası.
-
63/2006 Yabancılar ve Çalışma İzinleri Yasası (23. Madde Altında Yapılan Tüzük)
KKTC Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Çalışma Yaşamının Yeniden Düzenlenmesi
Projesi, 1.01.2009.
37