SE`ÂDET-‹ EBED‹YYE

Transkript

SE`ÂDET-‹ EBED‹YYE
Hakîkat Kitâbevi Yay›n›
TAM ‹LM‹HÂL
SE’ÂDET-‹ EBED‹YYE
DOKSANSEK‹Z‹NC‹ BASKI
Hâz›rlayan
HÜSEYN H‹LM‹ IfiIK
“Rahmetullahi aleyh”
[1911-2001 Eyyûb-‹stanbul]
HAKÎKAT K‹TÂBEV‹
Darüflflefeka Cad. 57 P.K.: 35 34083
Tel: 0212 523 45 56 - 532 58 43 Fax: 0212 523 36 93
http://www.hakikatkitabevi.com.tr
e-mail: [email protected]
Fâtih-‹STANBUL
N‹SAN-2007
–1–
Derin âlim, fazîletli merhûm seyyid Ahmed Mekkî efendi hazretlerinin,
(Se'âdet-i Ebediyye) kitâb›n›n beflinci bask›s› bafl›na yazd›¤› arabî takrîz
tercemesi.
Bismillâhirrahmânirrahîm ve bihi sikatî
Beyândan bilmediklerimizle bizleri ni’metlendiren Allahü teâlâya hamd
olsun! Do¤ru söyleyenlerin en iyisi ve kendilerine Fasl-› hitâb ve hikmet
verilenlerin en üstünü olan sâhibimiz ve efendimiz Muhammed
aleyhisselâma ve Onun temiz Âline ve insanlar aras›ndan Onun için seçilmifl
olan Eshâb›na, salât ve selâm olsun!
Asr›m›z›n fâd›llar›ndan, zemân›m›z›n bir dânesinin yazm›fl oldu¤u (Se’âdet-i
Ebediyye) kitâb›na göz gezdirdim. Bu kitâbda, kelâm, f›kh ve tesavvuf
bilgilerini buldum. Bunlar›n hepsinin, bilgilerini nübüvvet kayna¤›ndan alm›fl
olanlar›n kitâblar›ndan toplanm›fl oldu¤unu gördüm. Bu kitâbda, Ehl-i sünnet
velcemâ’at i’tikâd›na uygun olm›yan hiçbir bilgi, hiçbir söz yokdur. Allahü
teâlâ, Ehl-i sünnet âlimlerinin çal›flmalar›na ve bu kitâb›n yazar›n›n
çal›flmas›na iyi karfl›l›klar ihsân buyursun! Âmîn.
Ey Temiz gençler! Dînî ve millî bilgilerinizi, bu latîf, benzeri bulunm›yan,
belki de, ileride bir benzeri yaz›lam›yacak olan, bu kitâbdan al›n›z!
Yâ Rabbî! Bu k›ymetli kitâb›n yazar› olan Lofcal› merhûm Muhammed
Sa’îd bin ‹brâhîm efendinin o¤lu Hüseyn Hilmi Ifl›k› mes’ûd ve mubârek et,
yümünlü eyle! Âmîn. Allah›m! Onun anas›ndan, babas›ndan ve kerîm olan
merhûm hocalar›ndan râz› ol! Peygamberlerin en üstünü hurmetine
“sallallahü aleyhi ve sellem” bu düây› kabûl buyur! Âmîn.
Cum'a
29 Rebî’ul-evvel 1387
7 Temmuz 1967
Kullar›n en afla¤›s›, islâm âlimlerinin hizmetcisi,
‹stanbulda Kad›köy müftîsi,
Arvâsî zâde
Esseyyid Ahmed Mekkî Üç›fl›k
Bask›: ‹hlâs Gazetecilik A.fi.
29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna-‹STANBUL
Tel: 0.212.454 30 00
–2–
TA M ‹ L M ‹ H Â L
SE’ÂDET-‹ EBED‹YYE
ÖNSÖZÜ
‹flte budur, miftâh-› genc-i kadîm;
Bismillâhirrahmânirrahîm.
(Se’âdet-i Ebediyye) kitâb›n› yazma¤a E’ûzü ve Besmele okuyarak bafll›yorum. E’ûzü okumak, (E’ûzü billâhi mineflfleytânirracîm) demekdir. Besmele okumak, (Bismillâhirrahmânirrahîm) demekdir. Abdüllah ibni Abbâs diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Kur’ân-› kerîme sayg› göstermek, E’ûzü okuyarak bafllamakla olur ve Kur’ân-› kerîmin anahtar›, Besmeledir).
Bunun için, bu kitâba bu ikisini okuyarak bafllanmas›n›, okuyucular›mdan istirhâm
ederim. Böylece kitâb›, bu iki zînet ile süslemifl ve bu iki hazînede, dostlar için toplanm›fl olan fâidelere kavuflmufl olursunuz! Allahü teâlâya yaklaflmak isteyenler,
E’ûzüye yap›flmakda, Ondan korkanlar da, E’ûzüye sar›lmakdad›r. Günâh› çok olanlar E’ûzüye s›¤›nm›fld›r. Allahü teâlâ, Nahl sûresinin doksanyedinci âyetinde meâlen, Peygamberine “sallallahü aleyhi ve sellem” (Kur’ân-› kerîm okuyaca¤›n zemân E’ûzü... söyle) buyurmufldur. Bu emr, (Allah›n rahmetinden uzak olan ve
gazab›na u¤rayarak dünyâda ve âh›retde helâk olan fleytândan, Allahü teâlâya s›¤›n›r›m, korunurum, yard›m beklerim. Ona hayk›r›r, feryâd ederim de!) demekdir.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Hoca çocu¤a, Besmele okur, çocuk da söyleyince, Allahü teâlâ, çocu¤un ve anas›n›n ve babas›n›n ve hocas›n›n Cehenneme girmemesi için sened yazd›r›r). Abdüllah ibni Mes’ûd “rad›yallahü anh” diyor ki, (Cehennemde azâb yapan ondokuz melekden kurtulmak istiyen, Besmele okusun! Besmele, ondokuz harfdir). Levh-i mahfûzda, ilk yaz›lan,
Besmeledir. Âdeme “aleyhisselâm” ilk gelen, Besmeledir. Mü’minler, Besmele yard›m› ile, S›râtdan geçer. Cennet da’vetiyyesinin imzâs› Besmeledir.
Besmelenin ma’nâs›: (Her var olana, onu yaratmakla iyilik etmifl ve varl›kda durdurmakla, yok olmakdan korumakla iyilik etmifl olan Allahü teâlân›n yard›m› ile,
bu kitâb› yazabiliyorum. Ârifler, Onu ilah olarak tan›d›. Âlemler, Onun merhameti ile r›zk buldu. Günâh iflliyenler, Onun rahmeti ile Cehennemden kurtuldu) demekdir. Allahü teâlâ, Kur’ân-› kerîme bu üç ismi ile bafllad›. Çünki, insan›n üç hâli vard›r. Dünyâ, kabr ve âh›ret hâlleri. ‹nsan, Allahü teâlâya ibâdet ederse, dünyâda ifllerini kolaylafld›r›r. Kabrde ona ac›r, âh›retde günâhlar›n› afv eder.
Elhamdülillah! Herhangi bir kimse, herhangi bir zemânda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi bir fleyden dolay›, herhangi bir sûretle hamd ederse, bu
hamd ve senâlar›n, medhlerin hepsi, Allahü teâlân›n hakk›d›r. Hamd, bütün ni’metleri Allahü teâlân›n yaratd›¤›na ve gönderdi¤ine inanmak ve söylemek demekdir.
–3–
fiükr, bütün ni’metleri islâmiyyete uygun olarak kullanmak demekdir. Ni’met, fâideli fley demekdir. Ni’metler, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblar›nda yaz›l›d›r. Ehl-i
sünnet âlimleri, meflhûr olan dört mezhebin âlimleridir. Herfleyi yaratan, terbiye eden,
yetifldiren, her iyili¤i yapd›ran, gönderen hep Odur. Kuvvet ve kudret sâhibi yaln›z
Odur. O hât›rlatmazsa, kimse, iyilik ve kötülük yapma¤› irâde, arzû edemez. Kulun
irâdesinden sonra, O da istemedikce, kuvvet ve f›rsat vermedikce, hiçbir kimse, hiçbir kimseye, zerre kadar, iyilik ve kötülük yapamaz. Kulun istedi¤i herfleyi, O da irâde ederse, dilerse yarat›r. Yaln›z Onun diledi¤i olur. ‹yilik ve kötülük yapma¤›, çeflidli sebeblerle hât›rlatmakdad›r. Merhamet etdi¤i kullar› kötülük yapmak irâde edince, O irâde etmez ve yaratmaz. ‹yilik yapmak irâde etdikleri zemân, O da irâde eder ve yarat›r. Böyle kullardan hep iyilik meydâna gelir. Gazab etdi¤i düflmanlar›n›n kötü irâdelerinin yarat›lmas›n›, O da irâde eder ve yarat›r. Bu kötü kullar, iyilik yapmak irâde etmedikleri için, bunlardan hep fenâl›k hâs›l olur. Demek oluyor
ki, insanlar, bir âlet, bir vâs›tad›r. Kâtibin elindeki kalem gibidir. fiu kadar var ki, kendilerine ihsân edilmifl olan (‹râde-i cüz’iyye)lerini kullanarak, iyilik yarat›lmas›n› istiyen, sevâb, kötülük yarat›lmas›n› istiyen, günâh kazan›r. Allahü teâlâ, insanlar›n
istekli ifllerini onlar›n irâdeleri ile yaratmas›n› ezelde dilemifldir. ‹fllerin insan irâdesi ile yarat›lmas›, ezeldeki ilâhî irâde ile yarat›lmas› demekdir.
Bütün düâlar, iyilikler, Onun Peygamberi ve en sevdi¤i kulu, insanlar›n her bak›mdan en güzeli, en üstünü olan Muhammed Mustafâya “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Ehl-i beytine ve Eshâb›na “r›dvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve bunlar› sevenlere ve izlerinde gidenlere olsun!
‹lk tahsîlimi, baba yerim olan ‹stanbulda, Eyyûb sultânda, Reflâdiyye nümûne
mektebinde yapd›m. Evimden ve ilk mektebden din terbiyesi, din bilgisi ald›m. Hal›c›o¤lu Askerî lisesi Orta ve Lise k›sm›nda okurken, mekteblerden Kur’ân-› kerîm
ve din dersleri kald›r›ld›. Allahü teâlân›n, sevgili Peygamberimizin ve islâm âlimlerinin ismleri söylenmez oldu. Hiçbir hocam›z din bilgisi vermiyordu. Onlar› yüksek, olgun tan›yor, çok sayg›l› olmak istiyordum. Fekat, mukaddesât›ma sald›ranlar› görünce, hayâl k›r›kl›¤›na u¤rad›m. Îmân ile küfr aras›nda bocalad›m. Küçük
akl›mla düflünerek, müslimânl›k olarak ö¤rendi¤im bütün bilgilerimi inceliyordum. Hepsinin fâideli, iyi, k›ymetli oldu¤unu görüyor, bunlar› fedâ edemiyordum.
Alt› sene, bu iki te’sîr alt›nda sars›ld›m. Birkaç sene önce, berâber oruc tutdu¤umuz, nemâz k›ld›¤›m›z arkadafllar›m, ö¤retmenlerin ve gazetelerin iftirâlar›na aldanarak, ibâdetden vazgeçdiler. Yaln›z kalmak, beni dahâ da üzdü. Acabâ haks›zm›y›m, yanl›fl yoldam›y›m diyordum. (m. 1929) senesinde, lise son s›n›fda, onsekiz
yafl›nda idim. Kadr gecesi, mektebde yatm›fld›k. Uyuyamad›m. fiaflk›n olarak, yata¤›mdan f›rlad›m. Düflüncelerimde, îmânda yaln›z kalm›fld›m. S›k›l›yordum, bunal›yordum. Ba¤çeye ç›kd›m. Gökyüzü y›ld›zlarla dolu idi. Eyyûb sultân›n, ya’nî Hâlid bin Zeydin türbesine karfl›, Halîcin ›fl›kl› dalgalar›, sanki bana, üzülme, sen hakl›s›n diyorlard›. H›çk›rarak a¤lad›m. (Yâ Rabbî! Sana inan›yorum. Seni ve Peygamberlerini seviyorum. ‹slâm bilgilerini ö¤renmek istiyorum. Beni, din düflmanlar›na
aldanmakdan koru!) diye yalvard›m. Allahü teâlâ, bu ma’sûm ve hâlis düâm› kabûl buyurdu. Kerâmetler, hârikalar hazînesi, ilm deryâs› Abdülhakîm efendi, önce rü’yâda, sonra câmi’de karfl›ma ç›kd›. Beni, cezb etdi. Eczâc› mektebinde talebe iken, Bâyezîd câmi’i flerîfinde va’zlar›na, sonra evine gitdim. Bana ac›d›. Sarf,
nahv, mant›k, f›kh ö¤retdi. Çok kitâb okutdu. Frans›zca Maten gazetesine de abone etdirdi. Arabî ve fârisî ö¤retdi. (Emâlî kasîdesi)ni, (Hâlid-i Ba¤dâdî dîvân›)n›n
bir k›sm›n› ezberletdi. Sohbetleri o kadar tatl›, o kadar fâideli idi ki, çok def’a, sabâhdan gece yar›s›na kadar yan›ndan ayr›lmazd›m. fiimdi, o sohbetleri hât›rlad›¤›m
ânlar, hayât›m›n en zevkli dakîkalar› olmakdad›r. (m. 1936)ya kadar askerî t›bbiyye mektebinde müzâkereci iken, hem kimyâ yüksek mühendisli¤ine devâm etdim, hem de o islâm âliminin va’zlar›ndan, sohbetinden ilm ve zevk toplad›m.
Kalbimdeki küfr pislikleri temizlendi. ‹slâmiyyetin dünyâ ve âh›ret se’âdeti için, biricik kaynak oldu¤unu anlad›m. Önceleri, büyük sand›¤›m kimseleri, islâm âlimle–4–
rinin büyüklükleri yan›nda, çocuk gibi gördüm. Onlar›n ilm diye söyledikleri ba’z›
fleylerin, ilmden, fenden çok uzak, alçakça düzülmüfl plânlar, iftirâlar oldu¤unu anlad›m. (m. 1936) dan sonra, Ankarada, Mamak kimyâhânesinde vazîfeli iken, almanca ö¤renmemi ve ‹mâm-› Rabbânînin “kuddise sirruh” (Mektûbât)›n› devâml›
okumam› söyledi. Her f›rsatda ‹stanbula gelip, ma’rifetler deryâs›ndan inci, mercân toplad›m. O ilm güneflinin üfûlünden sonra, mahdûm-i mükerremi, Üsküdar,
sonra Kad›köyü müftîsi, fazîletli seyyid Ahmed Mekkî efendinin halka-i tedrîsine
kabûl buyuruldum. Büyük bir flefkat ve mehâret ile, (f›kh), (tefsîr), (hadîs), ma’kûl
ve menkûl, üsûl ve fürû’ ilmlerini ta’lîm buyurup beni, 27 Ramezân-› mubârek 1373
[m. 1953] pazar günü icâzet-i mutlaka ile, tedrîse me’zûn eyledi.
(m. 1947) den sonra, ö¤retmenlik hayât›mda, engin denizden bir damla gibi olan
bilgilerimi, gençlerin temiz rûhlar›na, onlar›n gonca gibi aç›lmakda olan körpe dimâglar›na ak›tmak için ç›rp›nd›m. ‹çimde yanan îmân ›fl›¤›ndan, onlar›n saf kalblerine birer k›v›lc›m salmak istedim. Elhamdülillah! Rabbim kolayl›k gösterdi. Senelerce u¤raflarak hâz›rlad›¤›m ve fâideli ve nefîs kokulu çiçeklerden toplanarak
doldurulan tatl› ve flifâl› bal gibi, birkaç sahîfeye yerlefldirdi¤im (Se’âdet-i Ebediyye) kitâb› birinci k›sm›n›n bas›lmas› (m. 1956) senesinde nasîb oldu.
Hanefî mezhebine göre hâz›rlanm›fl olan bu küçük kitâb›n, gazete ve mecmû’alarda reklâm› yap›lmam›fl, d›vârlara i’lânlar› as›lmam›fl, köfledeki bir dükkân›n raflar›na emânet edilivermifldi. Müslimân ecdâd›n›n nûrlu ve u¤urlu yolundan
ayr›lmayan, mukaddes dînini ö¤renmek aflk› ile dâimâ kalbi yanan, asîl ve îmânl› gençler, bu küçük kitâb› arad›, buldu. Az zemânda kap›fld›.
Vatan›na sald›ran düflmana karfl›, kükremifl arslanlar gibi dö¤üflerek, istiklâl savafl›n› kazanan flehîdlerin ve gâzîlerin temiz çocuklar›, bugün de, ayn› aflk ve îmânla, babalar›n›n yolunda yürüyerek, istiklâlleri gibi, îmânlar›n› da, her çeflid tecâvüzden koruma¤a çal›fl›yor. Hakka, hakîkate, do¤ruya kofluyor. Kur’ân-› kerîme sar›l›yor.
Târîh gösteriyor ki, yaln›z kendi râhatlar›n›, keyflerini düflünen krallar, diktatörler, islâm dîninin, kendi zulmlerini, kötülüklerini meydâna ç›kard›¤›n› görerek,
cinâyetlerini, h›yânetlerini gizliyebilmek ve yalanlar›na herkesi inand›rabilmek için,
islâmiyyete sald›rm›fllard›r. Zâlim düflman kumandanlar›, müte’ass›b haçl› ordular›, her zemân, karfl›lar›nda müslimân türk kahramanlar›n› bulmufllar, ecdâd›m›z›n
îmân dolu gö¤üslerini aflamam›fl, silâhlar›n›, ölülerini b›rakarak hep kaçm›fllard›r.
Târîh yine gösteriyor ki, islâmiyyet, her zemân dahâ üstün, dahâ yeni ve dahâ
fennî harb vâs›talar›n›n ve medenî cihâzlar›n yap›lmas›na ve dahâ akll›, dahâ
kahraman milletlerin yetiflmesine sebeb olmufl; dinsizler, ilmde, fende, silâhda ve
flecâ’atde dâimâ geri kalm›fllard›r. Hattâ, bir islâm ordusu, her cihetden adâlete ba¤l›l›¤› nisbetinde gâlib geldi¤i hâlde, ayn› orduda adâletden uzaklafl›ld›kca, baflar›n›n azald›¤› görülmüfldür. ‹slâm devletlerinin, kurulmas›, yükselmesi, durmas› ve
çökmeleri de hep, adâlete ba¤l›l›klar› nisbetinde olmufldur.
Dinsiz diktatörler, ellerini kana boyay›p, memleketlere hâkim olmufl, zulm, fesâd ile insanlar› inleterek ve hayvan gibi çal›fld›rarak, a¤›r harb sanây›’i, büyük fabrikalar, üstün silâhlar yapm›fl, dünyây› korkutmufl iseler de, çabuk y›k›lm›fllar ve târîh boyunca, la’netle an›lm›fllard›r. Örümcek yuvas› gibi çabuk kurulan tuzaklar›,
sabâh rüzgâr› gibi ferâhlat›c›, hafîf bir kuvvetle uçmufl, insanl›¤a yarar birfley b›rakmam›fllard›r. fiimdi de, dinsiz bir temele dayanan devletler, ne kadar büyük ve kuvvetli görünseler de, elbette y›k›lacak, zulm pâyidâr olamayacakd›r. Böyle kâfirler,
bir ânda parl›yan kibrite benzer ki, etrâf›ndaki saman, talafl gibi hafîf fleyleri tutufldurur, eli yakar, evleri harâb edebilir. Kendi ise, hemen söner, biter. Adâlete dayanan milletler ise, kaloriferlerin radyatörü gibidir. Radyatör, birfleyi yakmaz,
odalar› ›s›tarak, insanlara râhatl›k verir. S›cakl›¤› afl›r›, zararl› de¤ildir. Fekat harâret, enerji kayna¤›na mâlikdir. ‹slâmiyyet de, böyle fâideli bir enerji kayna¤› olup,
kendisine ba¤lanan ferdleri, âileleri ve cem’iyyetleri besler, kuvvetlendirir.
Allahü teâlân›n merhameti, ihsân›, ni’metleri, o kadar çokdur ki, sonsuzdur.
–5–
Kullar›na çok ac›d›¤› için, onlar›n dünyâda râhat, huzûr içinde, kardeflce yaflamalar›, âh›retde de, sonsuz se’âdete, bitmez, tükenmez ni’metlere kavuflmalar› için, yap›lmas› lâz›m olan iyilikleri ve sak›n›lmas› lâz›m olan kötülükleri, Peygamberlerine,
melek vâs›tas› ile bildirmifl, bunlar› bildiren bir çok kitâb da göndermifldir. Bu kitâblardan, yaln›z Kur’ân-› kerîm bozulmam›fl, di¤erlerinin hepsi, kötü kimseler taraf›ndan de¤ifldirilmifldir. Dinli olsun, dinsiz olsun, inans›n inanmas›n, herhangi bir kimse, bilerek veyâ bilmeyerek, Kur’ân-› kerîmdeki ahkâma, ya’nî emr ve yasaklara uydu¤u kadar, dünyâda râhat ve huzûr içinde yaflar. Bu, fâideli bir ilâc› kullanan herkesin, derdden, s›k›nt›dan kurtulmas› gibidir. fiimdi, dinsiz, îmâns›z çok kimsenin ve
müslimân olm›yan, hattâ islâm düflman› olan ba’z› milletlerin birçok ifllerinde, muvaffak olmalar›, râhat, huzûr içinde yaflamalar›, inanmad›klar›, bilmedikleri hâlde,
Kur’ân-› kerîmin ahkâm›na uygun olarak çal›fld›klar› içindir. Müslimân olduklar›n›
söyliyen, âdet olarak ibâdetleri yapan, çok kimselerin ise, sefâlet, s›k›nt›lar içinde yaflamalar›n›n sebebi de, Kur’ân-› kerîmin gösterdi¤i ahkâma ve güzel ahlâka uymad›klar› içindir. Kur’ân-› kerîme uyarak âh›retde sonsuz se’âdete kavuflabilmek için
ise, önce buna îmân etmek, inanmak ve bilerek, niyyet ederek uymak lâz›md›r.
‹slâm dînini bilmedikleri için, ona karfl› olanlar, asrlar boyunca yapd›klar› kanl› ve ac› tecribelerle anlad›lar ki, îmân›n› y›kmad›kça, müslimân milleti y›kma¤a,
imkân yokdur. Hakîkatde her ilerlemenin ve yükselmenin hâmîsi ve teflvîkcisi olan
islâmiyyeti, ilmin, fennin ve ye¤itli¤in düflman› gibi gösterme¤e yeltendiler. Genç
nesllerin, bilgisiz, dinsiz kalmas›n›, onlar› ma’nevî cebheden vurma¤› hedef edindiler. Bu yolda milyonlar dökdüler. ‹lm ve îmân silâhlar› çürümüfl, h›rs ve flehvetlerine kap›lm›fl olan ba’z› câhiller, kâfirlerin bu hücûmlar› ile hemen bozuldu. Bunlardan bir k›sm›, ismlerini siper edinip, müslimân görünerek, fen adam›, kalem sâhibi ve din âlimi, hattâ müslimânlar›n hâmîsi flekline girip, temiz gençlerin îmânlar›n› çalma¤a koyuldular. Kötülükleri hüner fleklinde, îmâns›zl›¤› moda fleklinde
gösterdiler. Dîni, îmân› olanlara softa, gerici denildi. Din bilgilerine, islâm›n k›ymetli kitâblar›na, irticâ’, gericilik ve te’assub diyenler oldu. Kendilerinde bulunan
ahlâks›zl›k ve flerefsizlikleri, müslimânlara, islâm büyüklerine atf ve isnâd ederek,
o temiz insanlar› kötüleme¤e, evlâdlar› babalar›ndan so¤utma¤a u¤rafld›lar. Târîhimize de dil uzat›p, parlak ve flerefli sahîfelerini karartma¤a, temiz yaz›lar›n› lekeleme¤e, vak’a ve vesîkalar› de¤ifldirme¤e kalk›fld›lar. Böylece, gençleri dinden, îmândan ay›rma¤a, islâmiyyeti ve müslimânlar› yok etme¤e çal›fld›lar. ‹lmi,
fenni, güzel ahlâk›, fazîleti ve ye¤itli¤i ile dünyâya flân ve fleref saçan, ecdâd›m›z›n sevgisini genç kalblere yerlefldiren mukaddes ba¤lar› çözmek, gençli¤i dedelerinin kemâlât›ndan, ululu¤undan mahrûm ve habersiz b›rakmak için, kalblere,
rûhlara ve vicdânlara hücûm etdiler. Hâlbuki, anl›yam›yorlard› ki, islâmiyyetden
uzaklafld›kca, Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve sellem” yolundan ayr›ld›kca, ahlâk bozuldu¤u gibi, her vâs›tay› yapmakda ve her asr›n îcâb etdirdi¤i yeni bilgilerde, üstünlü¤ü gayb ediyor, ecdâd›m›z›n askerlikdeki, fen ve san’atdaki baflar›lar›n› gösteremiyor, hattâ geri kalma¤a bafll›yorduk. Bu maskeli dinsizler, böylece, bir
tarafdan ilmde, fende geri kalmam›za çal›fl›yor, di¤er tarafdan da, islâmiyyet gerili¤e sebeb oluyor. Garb sanây›’ine yetiflebilmemiz için, bu kara perdeyi kald›rmam›z, flark dîninden, çöl kanûnlar›ndan kurtulmam›z lâz›md›r, diyorlard›. Bu sûretle maddî ve ma’nevî k›ymetlerimizi y›karak, vatan›m›za, milletimize, d›flardaki düflmanlar›n, asrlarca yapmak istedikleri, fekat yapamad›klar› kötülü¤ü yapd›lar. Müslimân ismini tafl›yan islâm düflmanlar›na (Z›nd›k) denir. Z›nd›klar›n islâmiyyete zararlar›, kâfirlerin, misyonerlerin zararlar›ndan dahâ çok oldu.
Cenâb-› Hak, bütün insanlara, say›lam›yacak kadar çok ni’met, iyilik vermifldir.
Bunlar›n en büyü¤ü ve en k›ymetlisi olarak da, Resûller ve Nebîler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” göndererek, islâmiyyeti, se’âdet-i ebediyye yolunu göstermifldir ve ‹brâhîm sûresinin yedinci âyetinde meâlen, (Ni’metlerimin k›ymetini bilir,
flükr ederseniz, ya’nî emr etdi¤im gibi kullan›rsan›z, onlar› artd›r›r›m. K›ymetlerini bilmez, bunlar› be¤enmezseniz, elinizden al›r, fliddetli azâb ederim) buyurmufl–6–
dur. Bir asrdan beri islâmiyyetin garîb olmas› ve son zemânlarda büsbütün uzaklaflarak, dünyân›n küfr ve irtidâd karanl›¤› ile kaplanmas›, hep islâm ni’metlerinin
k›ymetlerini bilmeyip, onlara flükr etmemenin, arka çevirmenin netîcesidir.
Allahü teâlâ, sevdiklerini hayrl› ifllere vâs›ta k›ld›¤› gibi, kendisine inanm›yanlar›, düflmanl›k edenleri de, fenâ yerlerde çal›fld›rmakdad›r.
‹slâm ni’metlerinin elden ç›kmas›na sebeb olanlar iki k›smd›r:
Birincileri, küfrlerini, düflmanl›klar›n› aç›klayan kâfirler olup, bunlar bütün silâhl› kuvvetleri ile, bütün propaganda vâs›talar› ve siyâsî oyunlar› ile, islâmiyyeti y›kma¤a u¤rafl›yorlar. Müslimânlar, bunlar› biliyor ve onlardan üstün olma¤a çal›fl›yor.
‹kinci k›sm kâfirler, kendilerine müslimân ismini ve süsünü verip, din adam› tan›td›r›p, müslimânl›¤›, kendi akllar› ile, keyflerine ve flehvetlerine uygun bir flekle çevirme¤e u¤rafl›yor, müslimânl›k ismi alt›nda, yeni, uydurma bir din kurmak istiyorlar. Hîle ve yalanlar› ile, sözlerini isbât etme¤e, yald›zl›, yaltakc› yaz›lar ile, müslimânlar› aldatma¤a çal›fl›yorlar. Müslimânlar›n ço¤u bu düflmanlar›, ba’z› sözlerinden ve islâmiyyeti y›k›c› davran›fllar›ndan seziyor ise de, çok kurnaz idâre edildikleri için, birçok sözleri revâc bulup, müslimânlar aras›nda yerlefliyor. Müslimânl›k
dîni, yavafl yavafl bozularak, bu z›nd›klar›n istedikleri, plânlad›klar› flekle dönüyor.
Ba’z›lar› da: (Bu asrda yafl›yabilmemiz için, milletce, topluca garbl›laflmal›y›z)
diyor. Bu sözün iki ma’nâs› vard›r: Birincisi, garbl›lar›n fende, tecribede, san’atda, i’mâr ve terfîh vâs›talar›nda bulduklar›n› ö¤renmek, yapmak, bunlardan istifâdeye çal›flmakd›r ki, bunu islâmiyyet de, zâten emr etmekdedir. Fen bilgilerini
ö¤renmenin farz-› kifâye oldu¤u, kitâb›m›n çeflidli yerlerinde, vesîkalar› ile bildirilmifldir. Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir hadîs-i flerîfde, (Hikmet
[ya’nî fen ve san’at], mü’minin gayb etdi¤i mal›d›r. Nerede bulursa als›n!) buyurdu. Fekat bu, garba uymak de¤il, ilmi, fenni onlarda bile aray›p almak ve onlar›n
üstünde olma¤a çal›flmakd›r. ‹kinci ma’nâda garbl›laflmak ise, ecdâd›m›z›n do¤ru
ve mukaddes yolunu b›rak›p, garb›n bütün an’anesini, âdetlerini, ahlâks›zl›klar›n›, pisliklerini ve hepsinden dahâ ac›, dahâ flaflk›n olarak, dinsizliklerini ve putlar›n› al›p, câmi’leri kilise ve eski san’at eseri flekline sokmak, müslimânl›¤a flark dîni, gerilik dîni, Kur’ân-› kerîme çöl kanûnu, puta tapma¤a, ibâdete müzik kar›fld›rma¤a garb dîni, modern ve medenî din demek ve islâmiyyeti b›rak›p, h›ristiyanl›¤a, mûsikî âletleri ile ibâdete dönme¤e, (Dinde reform) ismini vermekdir.
Herkes flunu iyi bilsin ki, bu milletin damarlar›nda dolaflan asîl kan, ne bugün,
ne de, onlar›n ümmîd ile bekledikleri günlerde, bu ma’nâda aslâ garbl›laflmayacak
ve dinsiz olmayacak, z›nd›klar›n yalanlar›na aldanm›yacakd›r. Ecdâd›n›n mukaddesât›n› ayaklar alt›nda çi¤netmiyecekdir!
‹slâmiyyeti y›kma¤a çal›flan di¤er bir kuvvet de, din bilgisi vermek için, din düflmanlar›n› (gûyâ) susdurmak için yaz›lan mecmû’alar ve kitâblard›r. Îmândan ve
islâmdan haberi olm›yan, tesavvufun hakîkatine, rûhuna, inceliklerine ermemifl olan
z›nd›klar, dünyâ ifllerinde söz sâhibi olunca, kendilerini din âlimi görüyor, bozuk
düflüncelerini yaymak için veyâ yaln›z para kazanmak için, din kitâblar› yaz›yorlar. Bu kitâblar›nda, din büyüklerinin sözlerini anlamad›klar›, birçok bilgileri
yanl›fl ve ters yazd›klar›, ac› ac› görülüyor. Z›nd›klar› islâm âlimi olarak tan›t›yorlar. Bunlar›n câhil kafalar› ile, sap›k düflünceleri ile yazd›klar› y›k›c› ve bölücü kitâblar›n› terceme ederek, din bilgisi diye gençli¤in önüne sürüyorlar. Bunlar›n zararlar›n›, bozuk olduklar›n› ortaya koyan, yüzkaralar›n› meydâna ç›karan, böylece kazançlar›na, milleti sömürmelerine mâni’ olan kitâblar›m›n bas›lmas›na, yay›lmas›na mâni’ olmak için bu fakîre câhilce, ahmakca iftirâ ediyorlar. Dünyâ ç›karlar› için dinlerini satan münâf›klardan bir k›sm›n›n, dahâ da afl›r› giderek, tarîkatç›l›k yap›yor gibi yalanlar› yayd›klar›n›, böylece beni kanûna karfl› suçlu duruma düflürerek, kitâblar›m›n yasaklat›lmas›na u¤rafld›klar›n› iflitdim. Hâlbuki, hiçbir kitâb›mda böyle birfley yaz›l› de¤ildir. Kitâb›mda tarîkatler üzerinde bilgiler varsa da, bunlar, eski asrlarda yaflam›fl olan, tesavvuf âlimlerinin yazm›fl olduklar› ki–7–
tâblardan terceme edilmifldir. Ben de, bunlar› okuyup anlama¤a çal›flmakday›m.
Bir tarîkat ile ve bir fleyh ile hiçbir ilgim olmam›fld›r ve yokdur.
Evet, islâm âlimi gördüm. Müslimânl›¤›n ne oldu¤unu ve islâmiyyetin yüksek
bilgilerini ondan ö¤renmekle flereflendim. Onun islâm ilmlerinde ve fen ve târîh
bilgilerinde engin bir denize benzedi¤ini ve islâm dîninden kaynaklanan güzel ahlâk›n› görerek hayrân oldum. Bu büyük zâtdan, fleyhlikle, mürîdlikle ilgisi oldu¤unu gösteren bir söz iflitmedim. Tekkelerin kapat›lmas›ndan önce ve sonra ismleri duyulan ba’z› tarîkatc›lar›n, islâmiyyete ve tesavvuf bilgilerine uymad›klar›n›, zararl› olduklar›n› söylerdi. Dünyân›n her yerinde, her dilde tesavvuf kitâblar› yaz›lmakdad›r. Kanûnlar, tesavvuf kitâb› yazma¤› ve tesavvuf ilmini övme¤i de¤il, tesavvuf perdesi alt›nda, flahsî menfe’at sa¤lama¤› ve tesavvufda bulunm›yan
kötülükleri yapma¤› suç saymakdad›r. Tesavvuf âlimleri de, böyle tarîkatc›lar› red
etmifller, bunlar›n din h›rs›zlar› olduklar›n›, islâmiyyeti içerden y›kd›klar›n› bildirmifllerdir. Kitâblar›mda ve konuflmalar›mda hep, (Müslimân›n kanûnlara uymas› lâz›md›r. Fitne ç›karmak harâmd›r) diyorum. Böyle söyliyen kimse, kanûna uym›yan ifl yapar m›? Hasedcilerimin, beni kendileri gibi münâf›k zan etdikleri anlafl›l›yor. Çok yan›l›yorlar! Münâf›k kelimesini, burada kâfir ma’nâs›na kullanm›yorum. D›fl› içine uym›yan, iki yüzlü demek istiyorum. Söz ile olan bu nifâk›n küfr
olmad›¤›, harâm oldu¤u, (Hadîka)da, dil âfetlerinde yaz›l›d›r. Bu zevall›lar, bilerek veyâ bilmiyerek, islâm düflmanlar›n›n ekmeklerine ya¤ sürüyor ve islâmiyyete, onlardan dahâ çok zararl› oluyorlar. Çünki, bunlar›n kitâblar›n› ve dergilerini okuyan sâf müslimânlar ve hele asîl ve kahramân ecdâd›n›n mukaddes dînini
ö¤renme¤e susam›fl olan temiz gençler, bunlar›n yald›zl› kelimelerle övdükleri z›nd›klar›, din âlimi san›p, bozuk ve yanl›fl yaz›lar›na din ve îmân diye sar›l›yor.
Böyle, para kazanmak, mevk›’, etiket ele geçirmek için, k›sacas› dünyâl›¤a kavuflmak için, mukaddes dînimizi âlet eden câhillere (Ulemâ-i sû’), ya’nî (Z›nd›k) denir. Bu din yobazlar› ve fen adam› olarak ortaya ç›k›p, fen bilgilerini de¤ifldirerek
ve kendi hâin düflüncelerini fen bilgisi imifl gibi söyliyerek, islâmiyyeti y›kma¤a çal›flan (Fen yobazlar›) ya’nî (Z›nd›k)lar, bu millete çok zarar verdiler. Kardefli
kardefle düflman yapd›lar. ‹ç harblere sebeb oldular. Hâlbuki, islâm dîni, birleflme¤i, seviflme¤i, yard›mlaflma¤›, hükûmete, kanûnlara karfl› gelmeme¤i, fitne, ya’nî
anarfli ç›karmama¤›, kâfirlerin haklar›n› da gözetme¤i, kimseyi incitmeme¤i emr
etmekdedir. ‹slâm âlimleri, bütün istirâhatlerini, menfe’atlerini fedâ ederek, dînimizin bu güzel emrlerini bildirmek ve torunlar›n›n dinlerini, îmânlar›n› korumak
için, çok say›da ve çok k›ymetli kitâb yazm›fl ve bizlere yâdigâr b›rakm›fld›r. Sonra gelen âlimler, bu kitâblara aç›klamalar yapm›fl, bunlara (hocam›z›n tarîkati) denilerek çeflidli tarîkatlar meydâna gelmifldir. Ehl-i sünnet düflmanlar›, bid’at sâhiblerinin kitâblar›na da bu mubârek ismleri koymufllard›r. Bid’at sâhibleri,
Kur’ândan ve hadîs-i flerîflerden yanl›fl ma’nâ ç›kar›yorlar. Z›nd›klar, kendi anlad›klar›na, düflüncelerine âyet ve hadîs diyor. Güzel ahlâk›, adâleti, çal›flkanl›¤›, fende, san’atda birincili¤i ve ye¤itli¤i dünyâ târîhlerinde, parlak kelimelerle yaz›l› olan,
flanl› ve flerefli ecdâd›m›z›n, düflman elinin dokunmamas› için, mubârek kan›n› dökdü¤ü ve bütün temizli¤i, do¤rulu¤u ile bizlere mîrâs b›rakd›¤› mukaddes dînimizi, yine onlar›n mubârek elleri ile yazd›klar›, hâlis ve afîf kitâblar›ndan okuyup ö¤renmeliyiz. ‹ngiliz câsûslar›n›n tuzaklar›na düflmüfl olan, sat›lm›fl z›nd›klar›n kalemlerinden ç›kan, süslü kelimelerle örtülmüfl, ayn› ismi tafl›yan kitâblar› okuyarak, azîz ve sevgili îmân›m›z› kapd›rmama¤a, aldanmama¤a çok dikkat etmeliyiz!
fiunu da bildireyim ki, hadîs-i flerîfler ve islâm âlimlerinin aç›klamalar›, din adamlar›n›n siyâsete kar›flmalar›n› fliddetle men’ etmekdedir. Ehl-i sünnet âlimleri
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, bu yasa¤a titizlikle uymufllard›r. Müslimânlar, dîni siyâsete âlet etmez. Bunun için ben, hiçbir zemân siyâsete kar›flmad›m. Hiçbir yaz›mda, flu veyâ bu devlet fleklinin savunuculu¤unu yapmad›m. Ba’z›
kimselerin, böyle davran›fl›m› be¤enmediklerini, bu yüzden de kitâblar›ma bozukdur diyerek, vatandafllar›n okuyup ö¤renmelerine mâni’ olduklar›n›, (neresi bo–8–
zukdur?) diyenlere karfl›, bir cevâb veremiyerek, flafl›r›p kald›klar›n› iflitiyorum. Hased edenler, sat›lm›fl olanlar, her zemân Ehl-i sünnet kitâblar›na sald›rd›. Sonunda rezîl oldular. Bana iftirâ edenlerin gafletden uyanmalar›, hidâyete kavuflmalar› için (Yüz karas›) kitâb›n› hâz›rlad›m. m. 1970 de bas›ld›.
Otuz madde ve altm›fl sahîfe olan (Se’âdet-i Ebediyye) kitâb›m› okuyanlar›n teflvîki ile, ikinci k›sm›n› da, üç yüz sahîfe olarak hâz›rlad›m. Bu da, (m. 1957) de basd›r›ld›. Bu iki kitâb, temiz gençlikde, islâmiyyete karfl›, öyle bir alâka ve câzibe uyand›rd› ki, süâl ya¤muru alt›nda kald›m. Bu çeflidli sorular› cevâbland›rmak için,
mu’teber kitâblardan terceme ederek yapd›¤›m aç›klamalar ve ilâvelerle, birinci
k›sm›n otuz maddesine yetmifl madde dahâ ekliyerek ikinci bask›s› meydâna geldi ve dörtyüz sahîfe oldu. Nihâyet Allahü teâlâ, ihsân ederek, y›prat›c› çal›flmakla, üçüncü k›sm›n hâz›rlanmas› da müyesser oldu ve 1379 [m. 1960] da bas›ld›.
Salâhiyyetim olmad›¤›n› bildi¤im hâlde, yaln›z ‹slâm âlimlerinin, akllar› durduran üstünlüklerine hayrânl›¤›m›n ve onlara karfl› tafl›d›¤›m sevgi ve sayg›n›n mükâfât› olarak ve bu temiz milletin, asîl gençlerin, din simsarlar›n›n tuzaklar›ndan
kurtulmalar›, dünyâ ve âh›ret se’âdetine kavuflmalar› için, kalbim s›zlayarak etdi¤im düâlar›n karfl›l›¤› olarak, Allahü teâlân›n tevfîk› ile meydâna gelen bu üç
kitâb›, (m. 1963) de bir araya getirip, (Tam ‹lmihâl) ad›n› verdim. Devâml› süâller sebebi ile, kitâb›m›n her bask›s›na yeni ilâveler yap›ld›. Hepsi ingilizceye de
terceme edilerek (Endless Bliss) ismi verildi ve Hakîkat Kitâbevi taraf›ndan befl
cild olarak basd›r›lm›fld›r. Bu kitâbda, bu fakîre âid hiçbir bilgi ve fikr yokdur. Terceme ve toplamakdan baflka nasîbim olmam›fld›r. Büyük, mubârek zâtlar›n yaz›lar› oldu¤u için, okuyanlar›n fâidelendiklerini, zevk ald›klar›n› ve bölücülere, kitâblar›ma sald›ran, iftirâ eden z›nd›klara aldanmad›klar›n› görmekle, cenâb-›
Hakka flükr ediyorum. Böylece, temiz rûhlu, sâf kanl›, mubârek gençlerin, müstecâb düâlar›na kavuflaca¤›m› düflünerek seviniyor, bu kitâb› ve düâlar› k›yâmet
günü için, biricik sermâyem biliyorum.
(Se’âdet-i Ebediyye) ya’nî (Tam ‹lmihâl) kitâb›mdaki f›kh bilgileri, hanefî mezhebine göre yaz›lm›fld›r. Bu bilgilerin ço¤u, Muhammed Emîn ibni Âbidînin (Reddül-muhtâr) kitâb›n›n 1272 [m. 1856] senesinde M›srda Bulak matba’as›nda befl cild
olarak yap›lan bask›s›ndan terceme edilmifl, sahîfe numaralar› bu bask›ya göre
bildirilmifldir. Hanefî mezhebindeki f›kh kitâblar›n›n en k›ymetlisi olan (Redd-ülmuhtâr)›n ço¤unu muhterem Ahmed Davudo¤lu türkçeye terceme etmifl, fiâmil kitâbevi taraf›ndan [m. 1982-1986] aras›nda onyedi cild olarak basd›r›lm›fld›r. Kitâblar›m›zda âyet-i kerîmelerin tercemeleri de¤il, tefsîrleri ve meâlleri yaz›lm›fld›r. Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdi¤i ma’nâlara (Tefsîr) denir. Bir kelimenin, Allahü teâlâ ve Resûlullah taraf›ndan, aç›k bildirilmemifl ma’nâlar›ndan,
ahkâm-› islâmiyyeye uygun olan› seçme¤e (Te’vîl) ve bu ma’nâya meâl denir.
Âyet-i kerîmeyi baflka lisâna nakl edince, tercemesi denir. Âyet-i kerîmeler k›sa
ve tam terceme edilemez. ‹slâm âlimleri, âyet-i kerîmelerin tercemelerini de¤il,
uzun tefsîr ve te’vîllerini bildirmifllerdir. Kitâb›ma, ençok (Tefsîr-i Mazherî ) ve
(Tefsîr-i Hüseynî)deki aç›klamalardan ald›m. Âyet-i kerîmelerin s›ra numaralar›n› hâf›z Osmân›n “rahmetullahi aleyh” yazd›¤› Kur’ân-› kerîme göre koydum.
Bu (Tam ‹lmihâl)i okuyanlar, dedelerinin dînini flu’ûrlu olarak ö¤renip, bölücülerin iftirâlar›na aldanm›yacak, câhillerin, münâf›klar›n ve tarîkatc› ismi alt›nda gençli¤i zehrliyen z›nd›klar›n, maddî ve ma’nevî soygunculu¤undan kurtulacaklard›r. Hak yolda birleflecekler, sevgili kardefller olacaklard›r.
Müslimân, iyi insan, akl› bafl›nda kimse demekdir. Hakîkî müslimân, Allahü teâlân›n emrlerine itâat eder. Allahü teâlân›n emrlerine uymamak günâh olur. Kul
haklar›n›, devlete olan borçlar›n› öder. Devletin kanûnlar›na karfl› gelmez. Kanûna karfl› gelmek suç olur. Müslimân günâh yapmaz ve suç ifllemez. Vatan›n›, milletini ve bayra¤›n› sever. Herkese iyilik eder. Kötülük yapanlara nasîhat verir. Böyle olan müslimân› Allah da sever, kullar da sever. Râhat ve huzûr içinde yaflar.
–9–
(Se’âdet-i Ebediyye) kitâb›n›n her üç k›sm›n›n flimdi doksansekizinci bask›s› yap›ld›. Birinci k›smda doksansekiz madde, ikinci k›smda yetmiflüç madde, üçüncü
k›smda yetmifl madde vard›r. Bu ikiyüzk›rkbir [241] maddeden yüzsekiz [108]
maddesi, büyük islâm âlimi, tesavvuf bilgilerinin, zevklerinin kayna¤›, Muhammed
aleyhisselâm›n hakîkî vârisi, imâm-› Rabbânî, müceddid-i elf-i sânî, Ahmed-i Fârûkînin (Mektûbât) kitâb›n›n ikinci ve üçüncü cildlerinden, yüzotuzüç [133] maddesi de, salâhiyyetli islâm âlimlerinin kitâblar›ndan toplanm›fld›r. Mektûbât›n birinci cildinin hepsini türkçeye terceme ederek, (Mektûbât Tercemesi) ismi ile
basd›rd›m. ‹slâm bilgilerinin deryâs› ve tesavvuf ma’rifetlerinin mütehass›s› seyyid Abdülhakîm efendi, (Kur’ân-› kerîmden ve hadîs kitâblar›ndan sonra, islâm
kitâblar›n›n en üstünü imâm-› Rabbânînin Mektûbât›d›r) ve (‹slâm âleminde,
imâm-› Rabbânînin Mektûbât› kadar k›ymetli bir kitâb dahâ yaz›lmam›fld›r) buyururdu. Bir mektûbunda diyor ki, (Hilmi! Mektûbunuza müteflekkir oldum. S›hhatinize flükr etdim. Din ve dünyân›za en ziyâde yarayan ve dîn-i islâmda misli te’lîf
olm›yan (Mektûbât) kitâb›n› okuyup, ba’z›s›n› anlamak, pek ziyâde bir fadl ve ihsân-› ilâhîdir. Hilminin bu ihsâna kavufldu¤unu ö¤renince, Rabbime çok flükr eyledim.) Kitâb›mda yaz›l› ismlerden binyirmi [1020] adedinin hâl tercemeleri de sonuna eklenmifldir.
Bu kitâb bir ilm kitâb›d›r. Her ilmde oldu¤u gibi, din bilgisinin de kendine mahsûs kelimeleri vard›r. Bu kelimelerin ma’nâlar›, s›ras› geldikçe bildirildi. Bunlar, kitâb› temâmen okuyunca, ö¤renilir. Bunlar› ö¤renmiyen, kafas›n› yorm›yan bir câhil, kitâbdaki ilmleri anl›yamaz. (Bu kitâb anlafl›lm›yor) diyerek, kendi kusûrunu
kitâba yükler. (Câhil kimse, anl›yamad›¤› fleyi be¤enmez) sözü meflhûrdur. Gülün
k›ymetini bülbül bilir. Alt›n›n hâlisini sarrâf seçer. Bir kayada ne cevher bulundu¤unu kimyâger anlar. Bunun için, bu kitâb›, gazete okur gibi, bir göz gezdirip elinden b›rakmamal›. Her kelimesini iyi düflünmelidir. Her cümlesinin ma’nâs›n› iyi anlama¤a çal›flmal›, her maddeyi bitirince tekrârlamal›, bir hülâsa hâlinde hâf›zaya yerlefldirmelidir. Evlâda, ahbâba da ö¤retmelidir. Çal›flmal›, bu yolda ilerlemelidir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (‹ki gün ayn› hâlde bulunan, [ya’nî hergün ilerlemiyen, yeni bir fley ö¤renmiyen], aldand›, ziyân etdi) buyurdu. Görülüyor
ki, islâm dîni, gerileme¤i de¤il, duraklama¤› bile red ediyor. Dâimâ ilerleme¤i ve yükselme¤i emr ediyor. Bu kitâb› hâz›rlamakdan ve neflr etmekden hâs›l olan sevâblar› ve okuyup istifâde eden müslimânlar›n düâlar›n›n hepsini, kitâbdaki ilmlerin kayna¤› olan seyyid Abdülhakîm Arvâsînin mubârek rûhuna hediyye ediyorum. Allahü teâlâ vâs›l eylesin. Âmîn! Bu kitâbda yazar›n bofl kafas›ndan ç›kan hiçbir yaz› yokdur. Seyyid Abdülhakîm efendinin sohbetlerinden hâs›l olan bilgilerdir. K›yâmet günü, Onun kölesi olarak yan›nda bulunma¤›, kendime se’âdet biliyorum. Hakîkat Kitâbevinin neflr etdi¤i kitâblar, (‹nternet) ve bilgisayar vâs›tas› ile her memlekete gönderilmekdedir. (K›ymetsiz Yaz›lar) kitâb›m›z›n sonuna bak›n›z!
TENBÎH: Bugün müslimân ismi alt›nda üç büyük islâm f›rkas› vard›r. fiî’îli¤i yehûdîler kurdu. Vehhâbîli¤i ingilizler kurdu. ‹slâmiyyeti türkler korudu. Misyonerler, h›ristiyanl›¤› yayma¤a, yehûdîler, Talmûtu yayma¤a, ‹stanbuldaki Hakîkat Kitâbevi, islâmiyyeti yayma¤a, masonlar ise, dinleri yok etme¤e çal›fl›yorlar. Akl›,
ilmi ve insâf› olan, bunlardan do¤rusunu iz’ân, idrâk eder, anlar. Bunun yay›lmas›na yard›m ederek, bütün insanlar›n dünyâda ve âh›retde se’âdete kavuflmalar›na sebeb olur. ‹nsanlara bundan dahâ k›ymetli ve dahâ fâideli bir hizmet olamaz.
Bugün h›ristiyanlar›n ve yehûdîlerin ellerindeki Tevrât ve ‹ncîl denilen din kitâblar›n›n, insanlar taraf›ndan yaz›lm›fl olduklar›n› kendi adamlar› da söyliyor.
Kur’ân-› kerîm ise, Allahü teâlâ taraf›ndan gönderildi¤i gibi tertemizdir. Bütün
papaslar›n ve hahamlar›n, Hakîkat Kitâbevinin neflr etdi¤i kitâblar› dikkat ile ve
insâf ile okuyup anlama¤a çal›flmalar› lâz›md›r.
Mîlâdî
Hicrî flemsî
Hicrî kamerî
2001
1380
1422
– 10 –
SE’ÂDET-‹ EBED‹YYE
K‹TÂBINDA BULUNAN B‹LG‹LER
(Se’âdet-i Ebediyye) kitâb›nda ikiyüzk›rkbir [241] madde vard›r. Kitâb üç k›sma ayr›lm›fld›r. Birinci k›smda bulunan doksansekiz maddenin k›rkbir adedi, ikinci k›smdaki yetmiflüç maddeden otuzdört adedi ve üçüncü k›smda bulunan yetmifl
maddeden otuzüç adedi, imâm-› Rabbânînin ve birkaç› da, Muhammed Ma’sûm-i
Serhendînin “rahmetullahi aleyh” fârisî olan (Mektûbât) kitâblar›ndan terceme edilmifldir. Di¤er maddeler, baflka k›ymetli kitâblardan al›nm›fld›r. ‹mâm-› Rabbânînin
“rahmetullahi aleyh” (Mektûbât) kitâb› üç cilddir. Birinci cildi, (1025) senesinde,
ikinci cildi, (1028) de, üçüncü cildi ise, (1040) senesinde toplanm›fld›r. Hepsi beflyüzotuzalt› [536] mektûbdan meydâna gelmifldir. Son olarak, 1392 [m. 1972] senesinde Pâkistânda, hepsi iki cild hâlinde basd›r›lm›fl ve 1397 [m. 1977] de, ‹stanbulda ofset bask›s› yap›lm›fld›r. Muhammed Ma’sûm-i Serhendî “rahmetullahi aleyh”
(Mektûbât)› da üç cilddir. Hepsi 652 mektûbdur. Son olarak, 1396 [m. 1976] senesinde Pâkistânda basd›r›lm›fld›r. Terceme edilen mektûblar›n, bu alt› cildden hangisinde bulunduklar› ve mektûb numaralar›, afla¤›dad›r. Mütercim taraf›ndan ilâve edilen bilgiler, bir köfleli mu’teriza [ ] içine yaz›lm›fld›r.
B‹R‹NC‹ KISM ‹Ç‹NDEK‹LER
Madde Mektûb
No.
No.
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
1—114
1—152
1—193
2—55
1—234
1—193
1—213
1—163
1—191
1—164
1—165
1—41
1—165
1—184
1—214
2—55
1—231
2—54
Maddenin Özü
Sahîfe
No:
Muhammed aleyhisselâma uymak, se’âdete kavufldurur .................17
Allahü teâlâya itâ’at için, Resûlüne itâ’at lâz›md›r ..........................21
Müslimân olmak için, ne yapmal›? Kelime-i flehâdet.......................21
Ehl-i sünnet âlimleri...........................................................................22
Ehl-i sünnetin reîsi, imâm-› a’zam Ebû Hanîfedir............................22
‹mâm-› a’zam›n büyüklü¤ü. (Dürr-ül-muhtâr)›n önsözünden
ve (Hayrât-ül-hisân)dan al›nm›fld›r ...................................................22
‹slâm âlimlerinin kitâblar› .................................................................22
Uydurma tefsîr yazan kâfir olur. .......................................................23
Kur’ân tercemelerinden hangisine güvenilece¤i ..............................23
Din h›rs›zlar› .......................................................................................23
Îmân›n gitmesine sebeb olan fleyler ..................................................23
Kalbde îmân bulunmas›na alâmet, ahkâm-› islâmiyyeye uymakd›r ...30
Allahü teâlân›n ni’metleri, dünyâda herkesedir...............................30
Âh›retde kâfire merhamet yokdur ....................................................32
Muhabbetin alâmetleri.......................................................................32
Muhammed “aleyhisselâm”, Allahü teâlân›n sevgilisidir ................33
Peygamberimizin mu’cizeleri. Kur’ân-› kerîmin üstünlü¤ü .............33
Resûle tâbi’ olmak nas›l olur? Evlâd terbiyesi .................................34
Hubb-i fillah, bu¤d-i fillah. Kazâya r›zâ nas›l olur? .........................38
Kâfirler iki k›smd›r .............................................................................39
Cennete girmek için Muhammed aleyhisselâma uymak lâz›md›r ...40
Kâfirlerin iyili¤i dünyâda kal›r ..........................................................40
Dünyâ, âh›retin tarlas›d›r...................................................................40
Âh›ret bilgileri, akl›n d›fl›ndad›r. Bunlara akl ermez........................41
Kur’ân-› kerîm nedir? Kur’ân tercemeleri .......................................43
‹ctihâd hatâlar›. ‹mâm-› a’zam›n büyüklü¤ü.....................................48
‹ctihâd ne demekdir? Müctehid kime denir?....................................50
Sünnet-i müekkede, sünnet-i zevâid .................................................51
Kâfirlerin kulland›¤› fleyler iki dürlüdür ...........................................52
Resûlullaha uymak yedi derecedir ....................................................53
– 11 –
31
2—67
32
33
34
35
36
3—38
3—101
2—19
3—22
37
2—31
38
39
2—89
2—58
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
3—31
4—29
2—81
2—66
2—82
3—1
3—17
3—34
3—35
3—57
4—14
1—303
1—312
2—20
2—87
2—69
Ehl-i sünnet i’tikâd›, harâmlar. Tevbe. Mehdî “aleyhirrahme”
Fükahâ-i seb’a.....................................................................................54
Bu ümmet yetmiflüç f›rkaya ayr›lacakd›r ..........................................68
Kur’ân-› kerîmi felsefecilere göre tefsîr câiz de¤ildir ......................68
Sünnete yap›flmak, bid’atlerden sak›nmak lâz›md›r.........................69
Müflriklerin bedenleri pis de¤ildir. ‹’tikâdlar› pisdir ........................70
Bir üniversiteliye cevâb. Fen bilgileri, bir yarat›c›n›n var
oldu¤unu bildirmekdedir ...................................................................73
Dünyâya, burada kalacak kadar, âh›rete de orada kalacak
kadar çal›flmal›d›r ...............................................................................77
Dünyâda âh›rete yarar ifl görmek lâz›md›r .......................................79
Tenâsuh ve iki rûhluluk yokdur. Âlem-i misâl, Fen
adamlar›n›n sözleri .............................................................................79
Âlem-i ervâh ve âlem-i misâl ve âlem-i ecsâd. Kabr azâb›...............87
Emr-i bil-ma’rûf, nehy-i anil-münker ve cihâd sevâb› çokdur .........89
Vera’ ve takvâ. Hâlis ibâdetin alâmeti nedir?...................................96
Tevbe, vera’ ve takvâ..........................................................................98
Farz, sünnet ve nâfilelerin ehemmiyyetleri ve farklar› ..................100
Allahü teâlân›n yak›n olmas› ne demekdir? ...................................101
Îmân, ibâdetler ve lüzûmlu nasîhatler.............................................102
Îmân, ibâdetler, harâmlar.................................................................115
Gençlikde yap›lan ibâdetlerin k›ymeti ............................................116
Âlemler, herfley yokdan var edildi. Yunan felesoflar› ....................116
Tesavvuf yolunda çal›flmak istiyenin yapmas› lâz›m olan fleyler....118
Befl vakt nemâz, otuzüç farz.............................................................121
Abdest almak. Abdesti bozan fleyler ...............................................122
Mest üzerine mesh, özr sâhibi olmak ..............................................128
Gusl abdesti nas›l al›n›r? Ne zemân al›n›r?.....................................132
Teyemmüm. Su bulamamak nas›l olur? ..........................................149
Necâsetden tahâret. ‹stincâ. ‹stibrâ.................................................153
Sular, temiz su, pis su, art›klar .........................................................160
Setr-i avret. Kad›nlar›n örtünmesi...................................................163
‹stikbâl-i k›ble. K›ble ta’yîni ............................................................170
Nemâz vaktleri. Takvîmler. Ezân ....................................................175
Ezân ve ikâmet. Hoparlörle nemâz .................................................204
Ezân kelimelerinin ma’nâlar›...........................................................209
Nemâz›n ehemmiyyeti. Nemâz k›lm›yanlar ....................................210
Nemâz nas›l k›l›n›r? Nemâz›n befl rüknü, niyyet ............................214
Yolculukda, otobüsde, gemide, tayyârede nemâz ..........................221
Nemâz›n vâcibleri, secde-i sehv, secde-i tilâvet ve vitr nemâz›......227
Nemâz› bozan fleyler. Kâfirlere teflebbüh .......................................231
Nemâz›n mekrûhlar›, nemâz› bozmak için özr ...............................236
Câmi’de yap›lmas› câiz olm›yan fleyler. Terâvih nemâz› ................243
Cemâ’at ile nemâz k›lmak. Hoparlörle, radyo ile nemâz ...............248
Cum’a nemâz›. ‹bâdet ne demekdir? ..............................................257
Bayram nemâz›. Kurban bayram› tekbîrleri ...................................266
Nemâzda otururken parmak kald›rmak..........................................267
Kazâ nemâzlar›. Nemâz k›lm›yan›n cezâs› ......................................272
Nemâz ibâdetlerin en üstünüdür .....................................................287
Nemâz›n ta’dîl-i erkân›. Kul hakk› ..................................................288
Nemâz› do¤ru k›lmal›. Halâl lokma. fiehîd kime denir? ................289
Zekât vermek. Para, mal, hayvan ve toprak mahsûllerinin zekât› 292
Ramezân-› flerîfin k›ymeti. Oruc nas›l tutulur? ..............................313
Sadaka-i f›tr› kimler verir? Kimlere vermelidir?............................322
Kurban kesmek lâz›md›r. Kimler keser? Nas›l kesilir? ..................324
Adak ne demekdir? Günâh olan adaklar........................................330
– 12 –
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
2—9
95
96
97
98
Yemîn nas›l edilir? Yemînin çeflidleri. Yemîn keffâreti..................334
Hacca gitmek. Hac nas›l yap›l›r? .....................................................339
Mübârek geceler. Kandiller. Peygamberimizin mi’râc› nas›l oldu? .352
fiemsî seneleri kamerî seneye çevirmek ..........................................358
Kamerî seneyi mîlâdî seneye çevirmek ...........................................358
Hicrî sene bafl›n›n, hangi gün oldu¤unu bulmak.............................359
Arabî aylar›n birinci gününü bulmak ..............................................359
Selâmlaflmak nas›l olur? Müsâfeha nas›l yap›l›r? ...........................363
Kur’ân-› kerîm, Allah kelâm›d›r......................................................367
Îsâ “aleyhisselâm” insan idi, Ona tap›lmaz.....................................369
Îsâ “aleyhisselâm” Peygamber idi, Ona tap›lmaz ...........................370
Allahü teâlâ akl ile, hayâl ile anlafl›lamaz. Gayba îmân etmek
lâz›md›r .............................................................................................372
Hilye-i se’âdet. Siyer kitâblar›. Resûlullah›n zevceleri ..................374
Muhammed aleyhisselâm›n güzel ahlâk›.........................................383
Resûlullah›n ana, baba ve bütün dedeleri hep mü’min, sâlih idi ...386
Sübhâne rabbike âyet-i kerîmesi nas›l okunur? .............................392
‹K‹NC‹ KISM ‹Ç‹NDEK‹LER
Madde Mektûb
No.
No.
1
3—105
2
3
3—47
3—13
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
3—54
3—59
3—7
2—29
2—32
2—75
3—27
2—53
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
2—60
3—36
2—96
5—36
2—99
Maddenin Özü
Sahîfe
No:
Unutulmufl sünnetleri meydâna ç›karma¤› ve bid’atden sak›nma¤› teflvîk etmekdedir ....................................................................397
Düâ etmekdeki gizli bilgileri aç›klamakdad›r.................................400
Resûlullaha uyma¤a ve dînini ö¤rendi¤i kimseyi sevme¤e
teflvik etmekdedir .............................................................................401
Îmân, akl, zekâ, halâl, harâm, adâlet, zulm, kazâ, kader................402
Tefsîr, hadîs ne demekdir? Din âlimi kime denir?..........................413
Hadîs-i flerîflerin çeflidleri ve hadîs âlimleri....................................422
Dünyâ ifllerini yaparken islâmiyyete dikkat etmelidir ...................425
Derd ve belân›n Allahü teâlâdan geldi¤ini düflünmelidir ..............425
‹nsanlardan gelen s›k›nt›lara sabretmek lâz›md›r ..........................426
Üzüntü ve s›k›nt›lar› ni’met bilmelidir ............................................426
Zâhir ifllerin bozuk olmas›, kalbin da¤›lmas›na yol açar ................427
Derd ve belâlar, günâhlara keffâretdir............................................427
Kendi dileklerimizi b›rak›p sâhibimizin arzûsuna uymal›y›z .........428
Kibr ve ucb, kalbin tehlükeli hastal›¤›d›r ........................................429
Allahü teâlân›n ismleri. Yaratmak ne demekdir?...........................431
F›kh ilmi. Mezheb nedir? ‹mâm-› a’zam Ebû Hanîfe .....................437
Vehhâbîler ve çeflidleri. K›ymetli din kitâblar›n› okumal›. Bozuk
kitâblara aldanmamal›......................................................................447
Kabr ziyâreti lâz›md›r. Olgun rûhlardan istifâde edilir ..................475
Lüzûmsuz, fâidesiz ifllerden vazgeçmelidir .....................................480
Kabr azâb›na inanm›yanlara cevâb vermekdedir ...........................481
fiâmânîler, Behâîler, Ahmediyye, Dürzîler, Yezîdîler, Selefîler ....483
Hurûfîlik ...........................................................................................499
Resûlullah›n vefât ederken k⤛d istemesi, Eshâb-› kirâm›n
üstünlü¤ü...........................................................................................505
Eshâb-› kirâm birbirini çok severdi. fiî’îlerin iftirâlar› ...................512
Eshâb-› kirâm›n büyüklü¤ü. Dostlara çok derd gelmesi ................515
Sosyal adâlet. Sosyalizm. Kapitalizm. Komünizm..........................523
‹slâmiyyet, din ve dünyâ se’âdetlerinin kayna¤›d›r ........................528
Nefs ve akl.........................................................................................529
Müslimânlar niçin geri kald›lar?......................................................532
‹slâmiyyet fenni emr etmekdedir. Fen yobazlar› ............................537
Madde, atom üzerinde yeni bilgiler. Radyo-aktivite. Radar..........546
– 13 –
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
2—33
2—38
2—28
2—62
58
59
60
61
62
2—25
63
2—13
64
65
66
67
68
69
70
3—62
3—98
2—34
3—44
3—39
3—50
2—59
71
72
73
3—86
2—92
2—8
Atom kuvveti ve sulh zemân›nda kullan›lmas› ...............................554
Atom bombas› yap›lmas›, te’sîri, korunma çâreleri........................560
‹slâmiyyetde nikâh. Evlenmesi câiz olm›yan kad›nlar ...................564
Kâfirlerin evlenmesi. Çocu¤a îmân›, islâm› ö¤retmelidir...............577
‹slâmiyyetdeki talâk. Hul’. Zihâr. Li’ân. ‹ddet. H›dâne.................580
Süt kardefllik. Süt ile akrabâ olanlar ...............................................586
Nafaka nedir? Kimler verir? Kimlere verilir? Lakît, Komflu hakk› 588
‹slâmiyyetde kad›n›n k›ymeti ve haklar› çok büyükdür .................598
Halâl, harâm ve flübheli fleyler. Vera’ ve takvâ ...............................607
Yimesi ve kullanmas› harâm olan fleyler .........................................618
‹çmesi harâm olan içkiler .................................................................624
Tütün, sigara içmek günâh m›d›r? ...................................................629
‹srâf nedir? Tütün isrâf m›d›r? Fâiz harâmd›r ................................640
Yimek, içmek âdâb› ..........................................................................648
Hasta yemekleri. Ba’z› hastal›klar›n tedâvîsi .................................652
Tevekkül. Evlilerin tevekkülü. Bekârlar›n tevekkülü....................677
Levh-il-mahfûz ve Ümm-ül-kitâb. ‹nsan ömrünün de¤iflmesi .......698
‹râde-i cüz’iyye. Bir ihtiyâr müslimân›n k›z›na nasîhat› ve
münâcât›............................................................................................701
Ebüssü’ûd efendinin (Kazâ-kader) risâlesi.....................................714
Sevgilinin her ifli sevilir. Hamd, flükrden üstündür .........................716
Tegannî, müzik. Radyoda, teybde Kur’ân-› kerîm okumak ve
dinlemek. Hoparlörle nemâz k›lmak...............................................718
Cin hakk›nda genifl bilgi. Evliyân›n rûhlar› ....................................735
Rûhlar›n hâz›r olmas›. Allahü teâlân›n s›fatlar› .............................743
Allah adamlar›n›n gönlünde zerre kadar dünyâ düflüncesi yokdur .745
Rûhlar insan fleklinde görünür. Tenâsüh yokdur............................745
‹nsan medenî olmak için yarat›lm›fld›r. Medenî olmak için ve yaflamak için, baflka insanlara muhtâcd›r. ‹nsan›n üstünlü¤ü bu
ihtiyâc›ndand›r..................................................................................746
Resûlullaha uygun her ifl zikrdir ......................................................747
Mu’cize. Kerâmet. Firâset. ‹stidrâc. Sihr ........................................747
Hârikalar›n, kerâmetlerin çok veyâ az olmas›n›n sebebi ...............748
Velî olmak için hârikalar ve kerâmetler lâz›m de¤ildir ..................749
Seçilmifllerin ve câhillerin ve bu ikisi aras›nda olan tesavvufcular›n gaybdan îmânlar›..................................................................753
Zâhir âlimlerinin ve tesavvufcular›n ve râsih ilmli seçilmifllerin
hâlleri ................................................................................................754
‹nsan›n asl› ademdir. Ademde hiç iyilik yokdur .............................754
Güzel sûretlerin tatl› olmalar›n›n sebebi nedir? .............................755
Allahü teâlâ hiçbirfleye benzemez ve akl ile anlafl›lamaz...............755
Cennetde Allahü teâlân›n görülece¤ine inanm›yanlara cevâbd›r .756
Tesavvufcular›n ve felsefecilerin (‹lm-ül yakîn) bilgileri ...............763
Ulemâ-i râsihîn ve di¤er din âlimlerinin istidlâlleri .......................763
Akla, hayâle gelen ve keflf ile, flühûd ile anlafl›lan herfley mahlûkdur ................................................................................................764
Abdüllah-› Dehlevî hazretlerinin (Mekâtib-i flerîfe) kitâb›ndan
61. ci mektûbun tercemesidir ...........................................................765
Abdüllah-i Dehlevî hazretlerinin (Mekâtib-i flerîfe) kitâb›ndan
85. ci mektûbun tercemesidir ..........................................................766
Abdüllah-i Dehlevî hazretlerinin (Mekâtib-i flerîfe) kitâb›ndan
88. ci mektubun son k›sm›n›n tercemesidir .....................................771
– 14 –
ÜÇÜNCÜ KISM ‹Ç‹NDEK‹LER
Madde Mektûb
No.
No.
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
2—23
3—41
3—116
2—46
3—3
2—37
2—94
2—39
3—45
2—76
3—11
3—123
3—52
3—63
3—68
3—90
3—92
2—98
2—42
2—35
3—77
2—44
2—24
3—67
Maddenin Özü
Sahîfe
No:
‹flin bafl›, sünnet-i seniyyeye yap›flmak ve bid’atden sak›nmakd›r.775
Resûlullah›n kad›nlarla yapd›¤› sözleflme: fiirk, insan için hayvan
kesmek, h›rs›zl›k, zinâ, çocuk öldürmek, iftirâ, m›ska kullanmak.778
‹slâmiyyetde kesb ve ticâret. Halâl kazanmak ...............................786
Bey’ ve flirâ. Halâl ve harâm sat›fllar› ..............................................792
Al›fl-veriflde muhayyerlik .................................................................806
Bât›l, fâsid, mekrûh sat›fllar. Sarrafl›k .............................................808
Ölüm hastas›n›n sat›fl ve hediyye yapmas› ......................................816
Komflu, flüf’a ve di¤er haklar üzerinde çeflidli bilgiler ...................817
fiart ile söylenen fleyler.....................................................................819
Selem ile sat›fl....................................................................................821
‹stisnâ’, ›smarlama yapd›rmak .........................................................822
Karz-› hasen, ödünç vermek. Kim ödünç isteyebilir?.....................824
Kefâlet, havâle, bono, sened k›rd›rmak. Poliçe ..............................830
Vekâlet. Al›fl-veriflde, zekât vermekde vekîl tutmak......................834
Ticâretde adâlet. ‹htikâr nedir?.......................................................840
Ticâretde ihsân etmek. Borc ödemek. Din kitâblar› ......................845
Ticâretde dînini kay›rmak. Harâmdan sak›nmak ...........................847
Allahü teâlân›n kullar›na hizmet etmemiz lâz›md›r .......................850
‹slâmiyyetde fâiz, bankalar, bono k›rd›rmak ve vakf .....................851
‹slâmiyyetde flirket kurmak. fiirketler.............................................865
Kirâ, ücret, iflçilik. Sigortac›l›k. Emânetciye verilen para..............869
Ukûbât: Zinâ, içki, kazf, sirkat ve yol kesmek cezâlar›..................879
Ta’zîr cezâlar›, tefsîr kitâblar›n› de¤il, f›kh kitâblar›n› okumak
lâz›md›r .............................................................................................884
Cinâyetler, katlin çeflidleri ve cezâlar›. K›sâs..................................892
Diyet cezâlar›. Katl keffâreti ...........................................................896
‹krâh, zorla yapd›rmak. Hicr, birfleyi yasaklamak..........................897
Ahkâm-› islâmiyyesiz evliyâl›k olmaz. Kelime-i tevhîd .................902
Kelime-i tevhîdin ma’nâs›n› bildirmekdedir ...................................906
Kelime-i tevhîdin üstünlüklerini bildirmekdedir ...........................910
Fenâ ve bekây› bildirmekdedir. Mahlûklar›n asl›, hakîkatleri .......911
Eshâb-› yemîn, eshâb-› flimâl ve sâbikûn.........................................913
Mü’minin kalbi k›ymetlidir. Hiç kimsenin kalbini k›rmamal›d›r ...914
Arfl ve Kürsî. Kalbin üstünlükleri....................................................915
Âlem-i emrdeki befl cevheri aç›klamakdad›r ..................................917
Fenâ-fillâh .........................................................................................918
Allahü teâlâya kavuflduran tesavvuf yolu ikidir .............................919
Bir tesavvuf mütehass›s›n›n mektûbu .............................................921
Tesavvuf yolu. Sülûk dereceleri. Fenâ, bekâ ..................................924
Allahü teâlân›n ihâta, kurb ve ma’iyyet s›fatlar› ............................925
Âlem vehm mertebesinde yarat›lm›fld›r ..........................................926
Âlimlerin kalbleri ile Allahü teâlây› görmesi. Âlem-i misâl..........927
Büyüklerin Allahü teâlâ ile konuflmalar› ........................................929
Allahü teâlân›n mahlûklara yak›n olmas›. Adem. ‹blîs..................930
Nihâyet, âfâk ve enfüsün d›fl›ndad›r. Evliyâ kimlere denir? ..........933
Fenâ fillâh, vasl-› uryânî. Ayn-ül-yakîn ...........................................940
Kâ’be-i mu’azzaman›n ve nemâz›n kemâlât› ..................................941
Vahdet-i vücûd bilgisi. Vücûd-i vehmî ............................................943
Madde, Allahü teâlâya ayna olamaz ...............................................947
Dünyâ görünüfldür. Âh›ret, dünyân›n asl›d›r ..................................947
– 15 –
50
2—50
51
3—121
52
4—230
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
2—45
1—104
2—16
2—17
2—88
3—15
Tesavvuf yolunun bafl›nda da, sonunda da islâmiyyete
uymak lâz›md›r ....................................................................................948
Üçüncü cildin seksenyedinci mektûbundaki bilgileri aç›klamakdad›r ..................................................................................................953
Zât-› ilâhînin bu âlem ile ilifli¤i yokdur. Nemâzda olan›n, Allahü
teâlâya yak›nl›¤›. Nemâz›n hakîkati ................................................959
Âlemin, maddenin, zât-i ilâhîden nasîbi yokdur.............................966
Madde üzerinde yeni bilgiler. Hüceyre, hayât, mikrop, zehr.........971
Ölüm, ölüme hâz›rlanmak. fiifâ âyetleri .........................................988
Meyyite yap›lacak dînî vazîfe, kefen ...............................................994
Cenâze nemâz›. Nemâzlar›n› k›lmak câiz olm›yanlar.....................999
Cenâze tafl›mak ve defn..................................................................1003
Kabr ziyâreti, ibâdet sevâb› hediyye edilir....................................1008
Kabr ziyâretinin fâideleri ...............................................................1013
Resûlullah›n yazd›¤› bafl sa¤l›¤› mektûbu .....................................1017
Bafl sa¤l›¤› mektûbu. Meyyite yap›lacak hediyyeler.....................1018
Meyyit için iskat ve devr yapmak. Defn izni nas›l al›n›r? ............1019
Ferâiz bilgisi. Mîrâs alacak kimlerdir? Vasî ta’yîni.......................1025
Ferâiz hesâblar›. Mîrâs› bölmek ....................................................1030
Kabr hayât› ve tâ’ûndan ölmenin k›ymeti .....................................1034
Dünyâ s›k›nt›lar›n›n fâidesi. Tâ’ûnun sevâb› ................................1035
Kazâya râz› olmal›d›r, hattâ lezzet duymal›d›r .............................1035
Sevgiliden gelen s›k›nt›lar, iyiliklerinden dahâ tatl›d›r ................1036
(Se’âdet-i Ebediyye)nin son sözü ..................................................1040
(Se’âdet-i Ebediyye)de ad› geçenlerin hâl tercemeleri ................1059
(Se’âdet-i Ebediyye) içindeki kitâblar ..........................................1208
(Se’âdet-i Ebediyye)nin umûmî fihristi.........................................1221
TENBÎH:
Önsözde bildirildi¤i gibi, bu kitâbda yaln›z, ibâdetlerin sahîh olmalar› için lâz›m olan
ve günlük ifllerin do¤ru olarak yap›lmas›n› sa¤l›yan bilgiler k›saca yaz›l›d›r. Bu kadar bilginin her ihtiyâca cevâb vermesi imkâns›zd›r. Fazla bilgi edinmek için, bu kitâbda tavsiye edilen, mu’teber kitâblara mürâce’at ediniz!
Herkese üç fley çok lâz›md›r önce,
biri, îmân edinmekdir iyice,
Biri, islâma uymakd›r her yerde,
f›kh› iyi ö¤renmeli elbette.
Bir de ihlâsd›r, her iflde dâimâ,
flöyle ki, hiç olm›ya ucb-ü riyâ.
Bu üçü birden tehakkuk etmeli,
böyledir, islâmiyyetin temeli.
Hem bu ihlâs olmasa, makbûl de¤il,
tesavvufdur ihlâs›n kayna¤› bil!
Yukar›daki fli’r, imâm-› Rabbânînin (Mektûbât Tercemesi) kitâb›n›n birinci cild, otuzalt›nc›, k›rk›nc›, ellidokuzuncu ve yüzyetmiflyedinci mektûblar›ndan ve (Hadîka-tün-nediyye) cild 1. sahîfe 366 dan özetlenmifldir.
‹slâmiyyetin temeli üçdür: ‹lm, amel ve ihlâs. 1– ‹lm, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblar›ndan ö¤renilir. 2– ‹lme uygun olan ameldir. 3– ‹lmde ve amelde ihlâs sâhibi olmakd›r. ‹hlâs, ilmin ve amelin Allah r›zâs›, Allah sevgisi ile olmas›d›r. Mal, mevk›’ ve flöhret için olmamas›d›r. Bu üçüne sâhib olan müslimâna (Hakîkî müslimân) ve (‹slâm âlimi) denir. Bunlar›n yükseklerine (Müctehid) denir. Biri noksan olup da, kendini din adam› tan›tana (Kötü din adam›), (Bid’at sâhibi) veyâ (Z›nd›k) denir. Kur’ândan ve hadîsden yanl›fl ma’nâ ç›karana (Bid’at sâhibi) denir. Kendi düflüncelerine Kur’ân, hadîs diyene (Z›nd›k) denir.
– 16 –
TAM ‹LM‹HÂL
SE’ÂDET-‹ EBED‹YYE
Besmeleyle bafll›yal›m kitâba!
Allah ad›, en iyi bir s›¤nakd›r.
Ni’metleri s›¤maz ölçü hisâba
Çok ac›yan, afv› seven bir Rabd›r!
(Se’âdet-i Ebediyye) kitâb›n› yazma¤a, Besmele ile bafll›yorum. Dünyâda bütün insanlara ac›yarak, fâideli fleyleri yarat›p göndermekdedir. Âh›retde, Cehenneme gitmesi gereken mü’minlerden dilediklerini, ihsân ederek, afv edecek, Cennete kavuflduracakd›r. Her canl›y› yaratan, her vâr›, her ân varl›kda durduran, hepsini korku ve dehfletden koruyan yaln›z Odur. Böyle bir Allah›n flerefli ismine s›¤›narak, bu kitâb› yazma¤a bafll›yorum.
B‹R‹NC‹ KISM
1 — Cenâb-› Hak, hepimizi dünyâ ve âh›retin efendisi ve bütün insanlar›n her
bak›mdan en yükse¤i ve en iyisi olan, Muhammed Mustafâya “sallallahü aleyhi ve
sellem” tâbi’ olmak se’âdetiyle flereflendirsin. Çünki cenâb-› Hak, Ona tâbi’ olma¤›, Ona uyma¤› çok sever. Ona uyman›n ufak bir zerresi, bütün dünyâ lezzetlerinden
ve bütün âh›ret ni’metlerinden dahâ üstündür. Hakîkî üstünlük, Onun sünnet-i seniyyesine tâbi’ olmakd›r ve insanl›k flerefi ve meziyyeti, Onun dînine uymakd›r. [Sünnet kelimesi, üç ayr› ma’nâya gelir. Burada, (Ahkâm-› islâmiyye) demekdir.]
[Ona tâbi’ olmak, ya’nî Ona uymak, Onun gitdi¤i yolda yürümekdir. Onun
yolu, Kur’ân-› kerîmin gösterdi¤i yoldur. Bu yola (Dîn-i islâm) denir. Ona uymak
için, önce îmân etmek, sonra müslimânl›¤› iyice ö¤renmek, sonra farzlar› edâ
edip harâmlardan kaç›nmak, dahâ sonra, sünnetleri yap›p mekrûhlardan kaç›nmak
lâz›md›r. Bunlardan sonra, mubâhlarda da Ona uyma¤a çal›flmal›d›r.
Îmân etmek, bütün insanlara lâz›md›r. Herkes için îmân zarûrîdir. Îmân edenlerin, farzlar› yap›p harâmlardan kaç›nmas› lâz›md›r. Her mü’min, farzlar› yapma¤a ve harâmlardan kaç›nma¤a, ya’nî müslimân olma¤a me’mûrdur. Her mü’min,
Peygamberimizi “sallallahü aleyhi ve sellem”, mal›ndan ve cân›ndan dahâ çok sever. Bu sevgisinin bir alâmeti, sünnetleri yap›p mekrûhlardan kaç›nmakd›r. Bir
mü’min, bütün bunlara tâbi’ oldukdan sonra, mubâhlarda da, ne kadar Ona uyarsa, o derece kâmil ve olgun bir müslimân olur. Allahü teâlâya, o derece yak›n, ya’nî
sevgili olur.
Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve sellem” söylediklerinin hepsini be¤enip kalbin kabûl etmesine, ya’nî inanmas›na (Îmân) denir. Böylece inanan insanlara,
(Mü’min) denir. Onun sözlerinden birine bile inanmama¤a veyâ iyi ve do¤ru oldu¤unda flübhe etme¤e (Küfr) denir. Böyle inanm›yan kimselere (Kâfir) [Allah düflman›] denir. Allahü teâlân›n, Kur’ân-› kerîmde, yap›lmas›n› aç›kca emr etdi¤i
fleylere, ya’nî bu emrlere (Farz) denir. Yapmay›n›z diye aç›kça men’ ve yasak et– 17 –
Se’âdet-i Ebediyye 1-F:2
di¤i fleylere (Harâm) denir. Allahü teâlân›n, aç›kca bildirmeyip, yaln›z Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” yap›lmas›n› övdü¤ü, yâhud devâm üzere
yapd›¤›, yâhud yap›l›rken görüp de mâni’ olmad›¤› fleylere (Sünnet) denir. Sünneti be¤enmemek küfrdür. Be¤enip de yapmamak suç de¤ildir. Onun be¤enmedi¤i
fleylere ve ibâdetin sevâb›n› gideren fleylere (Mekrûh) denir. Yap›lmas› emr olunmayan ve yasak da edilmeyen fleylere (Mubâh) denir. Bu emr ve yasaklar›n hepsine (Ahkâm-› ilâhiyye) veyâ (Ef’âl-i mükellefîn) ve (Ahkâm-› islâmiyye) denir.
(Ef’âl-i mükellefîn) sekizdir. Farz, vâcib, sünnet, müstehab, mubâh, harâm,
mekrûh, müfsid. Yasak edilmifl olm›yan, yâhud yasak edilmifl ise de, islâmiyyetin
özr, mâni’ ve mecbûriyyet tan›d›¤› sebeblerden birisi ile yasakl›¤› kald›r›lm›fl olan
fleylere (Halâl) denir. Bütün mubâhlar halâldir. Meselâ, iki müslimân› bar›fld›rmak
için yalan söylemek halâl olur. Her halâl mubâh olm›yabilir. Meselâ ezân okunurken, al›fl verifl, mubâh de¤il, mekrûhdur. Hâlbuki halâldir.
Îmân› ve farzlar› ve harâmlar› ö¤renmek, bilmek de farzd›r. Otuzüç farz meflhûrdur. Bunlardan dördü esâs olup, nemâz k›lmak, oruc tutmak, zekât vermek ve
hac etmekdir. Îmân ile berâber bu dört farz, islâm›n flart›d›r. Îmân edip de ibâdet
edene, ya’nî bu dört farz› yapana (Müslim) veyâ (Müslimân) denir. Dördünü birden yap›p da, harâmlardan kaç›nan, tam müslimând›r. Bunlardan biri bozuk olur
veyâ hiç olmazsa, müslimânl›k bozuk olur. Dördünü de yapm›yan, mü’min olsa da
müslimânl›¤› tam de¤ildir. Böyle îmân, insan› yaln›z dünyâda korursa da, âh›rete
îmânla gitmek güç olur. Îmân, muma benzer, (Ahkâm-› islâmiyye) mum etrâf›ndaki fener gibidir. Mum ile birlikde fener de, (‹slâmiyyet)dir ve (Dîn-i islâm)d›r.
Fenersiz mum çabuk söner. Îmâns›z, islâm olamaz. ‹slâm olmay›nca, îmân da
yokdur.
(Din), insanlar› se’âdet-i ebediyyeye götürmek için Allahü teâlâ taraf›ndan
gösterilen yol demekdir. Din ismi alt›nda insanlar›n uydurdu¤u i¤ri yollara din denmez, dinsizlik ve kâfirlik denir. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmdan beri, her bin
senede, bir Peygamber vâs›tas› ile, insanlara bir din göndermifldir. Bu Peygamberlere “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” (Resûl) denir. Her asrda, en temiz bir
insan› Peygamber yaparak, bunlar ile dinleri kuvvetlendirmifldir. Resûllere tâbi’
olan bu Peygamberlere de, (Nebî) denir. Bütün Peygamberler, hep ayn› îmân› söylemifl, hepsi ümmetlerinden ayn› fleylere îmân etme¤i istemifllerdir. Fekat, dinleri, ya’nî kalb ile, beden ile yap›lmas› ve sak›n›lmas› lâz›m olan fleyleri baflka baflka oldu¤undan, islâml›klar›, müslimânl›klar› da ayr›d›r.
Îmân edip de kendini ahkâm-› islâmiyyeye uyduran müslimând›r. Ahkâm-› islâmiyyeyi kendi arzûlar›na, keyflerine uydurmak istiyen kâfirdir. Bunlar bilmezler ki, Allahü teâlâ, dinleri, nefsin arzûlar›n›, keyflerini k›rmak ve taflk›nl›klar›n›
önlemek için göndermifldir.
Her din, kendisinden önce gelen dîni nesh etmifl, de¤ifldirmifldir. En son gelen
ve her dîni de¤ifldirmifl, dahâ do¤rusu dinlerin hepsini kendinde toplam›fl olup, k›yâmete kadar hiç de¤iflmiyecek olan din, Muhammed aleyhisselâm›n dînidir. Bugün, Allahü teâlân›n sevdi¤i, be¤endi¤i din de, bu ahkâm ile kurulmufl olan ‹slâm
dînidir. Bu dînin bildirdi¤i farzlar› yapanlara ve harâmlardan kaç›nanlara Allahü
teâlâ, âh›retde ni’metler, iyilikler verecekdir. Ya’nî bunlar, sevâb kazan›r. Farzlar› yapm›yanlara ve harâmlardan kaç›nm›yanlara, âh›retde cezâlar, ac›lar vard›r.
Ya’nî böyle kimseler, günâha girer. Îmân› olm›yanlar›n farzlar› kabûl olmaz. Ya’nî
bunlara sevâb verilmez. Farzlar› yapm›yan mü’minlerin, sünnetleri kabûl olmaz.
Ya’nî bunlara sevâb verilmez. Bunlar Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem”
tâbi’ olmufl olmaz. Bir kimse, bütün farzlar› yap›p da, bir farz› özrsüz terk ederse,
bu borcunu ödemedikçe, bu cinsden olan hiç bir nâfile ibâdetine ve sünnetine sevâb verilmez. (Miftâh-un-necât)daki (Yâ Alî, insanlar fedâil ile meflgûl olduklar› zemân, sen farzlar› temâmlama¤a çal›fl!) ve imâm-› Gazâlînin (Dürret-ül fâh›– 18 –
re) kitâb›n›n üçüncü fasl› sonundaki (Allahü teâlâ, kazâya kalm›fl nemâz borcu bulunan ve harâm elbise giyen kimsenin [Nâfile] nemâz›n› kabûl etmez) hadîs-i flerîfleri, bunu aç›k olarak bildirmekdedir. (Miftâh-un-necât), Hakîkat kitâbevi taraf›ndan basd›r›lm›fld›r. Mubâhlar iyi niyyet ile güzel düflünceler ile yap›l›nca, insan sevâb kazan›r. Kötü niyyetlerle yap›l›rsa veyâ bunlar› yapmak, bir farz› vaktinde edâ etme¤e mâni’ olursa, günâh olurlar. Farzlar yap›l›rken, kötü niyyetler kar›fl›rsa, borc ödenmifl, cezâdan kurtulmufl olunur ise de, sevâb kazan›lmaz. Belki
günâh da olur. Harâm iflliyenlerin farzlar› ve sünnetleri sahîh olur. Ya’nî borclar›n› ödemifl olurlar ise de, sevâb kazanmazlar. (Hadîka)da, (Bid’at sâhiblerinin ibâdetleri kabûl olmaz) hadîs-i flerîfini anlat›rken buyuruyor ki, (Günâhlardan sak›nmayan müslimânlar›n ibâdetleri sahîh olsa da kabûl olmaz). Harâmlar iyi niyyet
ile yap›lsa da, mubâh olamaz. Ya’nî harâmlara hiçbir zemân sevâb verilemiyece¤i gibi, özrsüz harâm iflleyen herhâlde günâha girer. Harâmdan iyi niyyet ile,
ya’nî Allahü teâlâdan korkarak sak›nan, vazgeçen sevâb kazan›r. Baflka bir sebeb
ile harâm ifllemezse, sevâb kazanmaz. Yaln›z, günâh›ndan kurtulur. Harâm iflleyenlerin, (Sen kalbime bak, kalbim temizdir. Allahü teâlâ kalbe bakar) demeleri
bofldur. Fâidesizdir. Müslimânlar› aldatmakd›r. Kalbin do¤ru ve temiz olmas›na alâmet, ahkâm-› islâmiyyeye yap›flmak, ya’nî emrlere ve yasaklara uymak oldu¤u
(Mektûbât)›n birinci cildinin otuzdokuzuncu mektûbunda uzun yaz›l›d›r. (fiir’atül-islâm)›n 246. c› sahîfesinde ve (Hadîka)da, takvây› anlat›rken diyor ki, (Harâmlar›n iyi niyyet ile yap›lmas›, bunlar› harâml›kdan ç›karmaz. ‹yi niyyet, harâmlara ve mekrûhlara te’sîr etmez. Bunlar› tâ’at hâline çevirmez).
(Mir’ât-ül-mekâs›d) kitâb›, yetmiflüçüncü sahîfede ve ‹bni Âbidîn “rahmetullahi aleyh” abdestin niyyetinde ve (Milel-Nihal) tercemesi, ellidördüncü sahîfesinde
diyor ki, amel, ya’nî ifl üçe ayr›l›r: (Ma’s›yyet) ya’nî günâh olan ifller. Bunlar, Allahü teâlân›n be¤enmedi¤i fleylerdir. Allahü teâlân›n emr etdi¤i fleyi yapmamak veyâ yasak etdi¤ini yapmak ma’s›yyetdir. (Tâ’at) ya’nî Allahü teâlân›n be¤endi¤i
fleylerdir. Bunlara (Hasene) de denir. Tâ’at yapan müslimâna (Ecr) ya’nî (Sevâb),
ni’met, iyilik verece¤ini va’d buyurdu. Üçüncüsü (Mubâh) ya’nî günâh veyâ tâ’at oldu¤u bildirilmemifl olan ifllerdir. Yapan›n niyyetine göre, tâ’at veyâ günâh olurlar.
Günâhlar, niyyetsiz veyâ iyi niyyet ederek ifllenirse, günâh olmakdan ç›kmaz.
(Ameller, niyyete göre iyi veyâ kötü olur) hadîs-i flerîfi, tâ’atlara ve mubâhlara niyyete göre sevâb verilece¤ini bildirmekdedir. Bir kimse, birinin gönlünü almak için
baflkas›n› incitse veyâ baflkas›n›n mal› ile sadaka verse, yâhud harâm para ile
mekteb, câmi’ yapd›rsa, bunlara sevâb verilmez. Bunlara sevâb beklemek, câhillik olur. Zulm, günâh, iyi niyyet ile ifllenirse, yine günâh olur. Böyle iflleri yapmamak sevâbd›r. Bilerek yaparsa, büyük günâh olur. Günâh oldu¤unu bilmiyerek yaparsa, müslimânlar›n ço¤unun bildi¤i fleyleri onun bilmemesi, ö¤renmemesi de günâh olur. Dâr-ül-harbde dahî olsa, islâm bilgilerinin flây›’, ya’nî yayg›n oldu¤u yerde, cehl özr olmaz, günâh olur.
Tâ’atlar, niyyetsiz veyâ Allah için niyyet ederek yap›l›nca, sevâb hâs›l olur.
Tâ’at yaparken, Allahü teâlâ için yapd›¤›n› bilse de, bilmese de kabûl olur. Ya’nî
sevâb hâs›l olur. Bir kimse Allahü teâlâ için yapd›¤›n› bilerek tâ’at yaparsa, buna
(Kurbet) denir. Kurbet olan ifli de yaparken sevâb hâs›l olmas› için niyyet etmek
flart de¤ildir. Sevâb hâs›l olmas› için, Allah r›zâs› için niyyet etmek lâz›m olan tâ’ate
(‹bâdet etmek) denir. Niyyetsiz al›nan abdest ibâdet olmaz, kurbet olur. Bununla, hadesden tahâret hâs›l olup nemâz k›l›n›r. Görülüyor ki, her ibâdet kurbetdir
ve tâ’atd›r. Kur’ân-› kerîm okumak, vakf, köle âzâd etmek ve sadaka ve hanefî mezhebinde abdest almak ve benzerleri yap›l›rken sevâb hâs›l olmak için, niyyet lâz›m olmad›¤›ndan, kurbetdirler ve tâ’atd›rlar. Fekat, ibâdet de¤ildirler. Tâ’at veyâ kurbet olan bir ifl yap›l›rken, Allah için niyyet edilirse, ibâdet yap›lm›fl olur. Fekat bunlar, ibâdet olarak emr olunmad›. Allahü teâlây› tan›ma¤a yarayan fizik, kim– 19 –
yâ, bioloji, astronomi gibi bilgileri ö¤renmek tâ’atd›r, kurbet de¤ildir. Çünki kâfir, Allahü teâlân›n varl›¤›n›, bunlar› ö¤renirken de¤il, ö¤rendikden sonra anlar.
Tâ’at, kötü niyyet ile yap›l›rsa, günâh olur. Güzel niyyetlerle tâ’at›n sevâb› artd›r›l›r. Meselâ, câmi’de oturmak, tâ’atd›r. Mescidin, Allahü teâlân›n evi oldu¤unu düflünerek, Allahü teâlân›n evini ziyâreti de niyyet ederse, sevâb› dahâ çok olur. Nemâz k›lma¤› beklemek için de niyyet ederse ve d›flarda gözü, kula¤› günâh ifllemesin diye de ve mescidde i’tikâf ederek âh›reti düflünme¤i de, mescidde, Allahü teâlân›n ad›n› zikr etme¤i de, orada emr-i ma’rûf ve nehy-i münker etme¤i, ya’nî va’z
etme¤i de, va’z dinleme¤i de, yâhud Allahü teâlâdan hayâ ederek edebli olma¤›
da niyyet ederse, her niyyeti için ayr› sevâblara kavuflur. Her tâ’atda böyle çeflidli niyyetler ve sevâblar da vard›r. ‹bni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, hacca vekîl gönderme¤i anlat›rken de, bunlar› ta’rîf etmekdedir.
Her mubâh, iyi niyyet ile yap›l›nca tâ’at olur. Kötü niyyet ile yap›l›nca, günâh
olur. Koku sürünen, iyi giyinen kimse, dünyâ lezzeti için veyâ gösterifl yapmak,
ö¤ünmek için veyâ kendini k›ymetlendirmek için, yâhud yabanc› kad›nlar›, k›zlar› avlamak için fl›k giyinirse, günâh ifllemifl olur. Dünyâ lezzetini tatmak için olan
niyyetine azâb verilmez ise de, âh›ret ni’metlerinin azalmas›na sebeb olur. Baflka
niyyetleri için azâb görür. Bu kimse, sünnet oldu¤u için koku sürünür, fl›k giyinirse, câmi’e sayg› için, câmi’de yan›na oturan müslimânlar› incitmemek için, temiz
olmak için, s›hhatli olmak için, islâm›n vakâr›n›, flerefini korumak için niyyet
edince, her niyyeti için ayr› sevâblar kazan›r. Ba’z› âlimler buyuruyor ki, her mubâh iflde, hattâ yimede, içmede, uyumada ve halâya girmekde bile iyi niyyet etme¤i unutmamal›d›r. ‹nsan, mubâh bir ifle bafllarken, niyyetine dikkat etmelidir.
Niyyeti iyi ise, o ifli yapmal›d›r. Niyyeti, yaln›z Allahü teâlâ için olmazsa, yapmamal›d›r. Hadîs-i flerîfde, (Allahü teâlâ, sizin sûretlerinize, mallar›n›za, bakmaz. Kalblerinize ve amellerinize bakar) buyuruldu. Ya’nî, Allahü teâlâ, insan›n yeni, temiz
elbisesine, hayrât ve hasenât›na, mal›na, rütbesine bakarak sevâb ve ikrâm vermez.
Bunlar› ne düflünce ile, ne niyyet ile yapd›¤›na bakarak, sevâb veyâ azâb verir.
O hâlde, her mü’mine önce lâz›m, birinci farz olan fley, îmân›, farzlar›, harâmlar› ö¤renmekdir. Bunlar ö¤renilmedikce, müslimânl›k olamaz. Îmân elde tutulamaz.
Hak borclar› ve kul borclar› ödenilemez. Niyyet, ahlâk düzeltilemez ve temizlenemez. Düzgün niyyet edinilmedikce, hiçbir farz kabûl olmaz. (Dürr-ül-muhtâr)daki
hadîs-i flerîfde, (Bir sâat ilm ö¤renmek veyâ ö¤retmek, sabâha kadar ibâdet etmekden dahâ sevâbd›r) buyuruldu. (Hadarât-ül-kuds) müellifi, doksandokuzuncu sahîfede diyor ki, (‹mâm-› Rabbânîden (Buhârî), (Miflkât), (Hidâye), (fierh-i Mevâk›f)
kitâblar›n› okudum. Gençleri ilm ö¤renme¤e teflvîk ederdi. Önce ilm, sonra tarîkat
buyururdu. Benim, ilmden kaç›nd›¤›m›, tarîkatden zevk ald›¤›m› görünce, hâlime merhamet ederek, kitâb oku! ‹lm ö¤ren! Câhil sofu, fleytân›n maskaras› olur, [Rütbetülilmi a’ler rüteb] ya’nî, rütbelerin en üstünü, ilm rütbesidir buyurdu).
‹hlâs ile, ya’nî Allahü teâlân›n r›zâs›na, sevgisine kavuflmak ve sevâb kazanmak
niyyeti ile, farzlar›, sünnetleri yapma¤a ve harâmlardan ve mekrûhlardan kaç›nma¤a, ya’nî ahkâm-› islâmiyyeyi yerine getirme¤e (‹bâdet etmek) denir. Niyyetsiz, ibâdet olamaz. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi’ olmak için,
önce îmân etmek, sonra ahkâm-› islâmiyyeyi ö¤renmek ve yapmak lâz›md›r.
Îmân etmek, Ona tâbi’ olma¤a bafllamak ve se’âdet kap›s›ndan içeri girmek demekdir. Allahü teâlâ Onu, dünyâdaki bütün insanlar› se’âdete da’vet için gönderdi ve Sebe’ sûresi, yirmisekizinci âyetinde meâlen, (Ey sevgili Peygamberim “sallallahü aleyhi ve sellem”! Seni, dünyâdaki bütün insanlara ebedî se’âdeti müjdelemek ve bu se’âdet yolunu göstermek için, befleriyyete gönderiyorum) buyurdu.]
Meselâ, Ona uyan bir kimsenin, gün ortas›nda bir parça uyumas›, Ona uymaks›z›n, birçok geceleri ibâdetle geçirmekden, katkat dahâ k›ymetlidir. Çünki, (Kaylûle) etmek, ya’nî ö¤leden önce biraz yatmak âdet-i flerîfesi idi. Meselâ, Onun dî– 20 –
ni emr etdi¤i için, bayram günü oruc tutmamak ve yiyip içmek, Onun dîninde bulunmay›p senelerce tutulan oruclardan dahâ k›ymetlidir. Onun dîninin emri ile fakîre
verilen az bir fley ki, buna zekât denir, kendi arzûsu ile, da¤ kadar alt›n sadaka vermekden dahâ efdaldir. Emîr-ül-mü’minîn Ömer “rad›yallahü anh”, bir sabâh nemâz›n› cemâ’at ile k›ld›kdan sonra, cemâ’ate bak›p, bir kimseyi göremeyince sordu: Eshâb› dediler ki, geceleri sabâha kadar ibâdet ediyor. Belki flimdi uyku basd›rm›fld›r.
Emîr-ül-mü’minîn buyurdu ki, (Keflki bütün gece uyuyup da, sabâh nemâz›n› cemâ’at
ile k›lsayd›, dahâ iyi olurdu). ‹slâmiyyetden sap›tm›fl olanlar, s›k›nt› çekip ve mücâhede edip, nefslerini körletiyor ise de, bu dîne uygun yapmad›klar›ndan k›ymetsizdir ve hakîrdir. E¤er bu çal›flmalar›na ücret hâs›l olursa, dünyâda birkaç menfe’atden ibâret kal›r. Hâlbuki, dünyân›n hepsinin k›ymeti ve ehemmiyyeti nedir ki, bunun bir kaç›n›n i’tibâr› olsun. Bunlar, meselâ çöpçüye benzer ki, çöpçüler herkesden
dahâ çok çal›fl›r ve yorulur. Ücretleri de herkesden afla¤›d›r. Ahkâm-› islâmiyyeye
tâbi’ olanlar ise, latîf cevâhir ve k›ymetli elmaslar ile meflgûl olan mücevherciler gibidir. Bunlar›n ifli az, kazanclar› pek çokdur. Ba’zan bir sâatlik çal›flmalar›, yüzbinlerce senenin kazanc›n› hâs›l eder. Bunun sebebi fludur ki, ahkâm-› islâmiyyeye uygun olan amel, Hak teâlân›n makbûlüdür, mardîsidir, çok be¤enir.
[Böyle oldu¤unu kitâb›n›n çok yerinde bildirmifldir. Âl-i ‹mrân sûresi, otuzbirinci âyetinde meâlen, (Ey sevgili Peygamberim “sallallahü aleyhi ve sellem”! Onlara de ki, e¤er Allahü teâlây› seviyorsan›z ve Allahü teâlân›n da, sizi sevmesini
istiyorsan›z, bana tâbi’ olunuz! Allahü teâlâ bana tâbi’ olanlar› sever) buyuruldu.]
‹slâmiyyete uym›yan fleylerin hiç birisini Hak teâlâ sevmez, be¤enmez. Sevilmeyen, be¤enilmeyen fleye sevâb verilir mi? Belki cezâya sebeb olur.
2 — Cenâb-› Hak, Kur’ân-› kerîmde, Nisâ sûresi, sekseninci âyetinde, Muhammed aleyhisselâma itâ’at etmenin, kendisine itâ’at etmek oldu¤unu bildiriyor. O
hâlde, Onun Resûlüne “sallallahü aleyhi ve sellem” itâ’at edilmedikce, Ona itâ’at
edilmifl olmaz. Bunun pek kat’î ve kuvvetli oldu¤unu bildirmek için, âyet-i kerîmede (Elbette muhakkak böyledir) buyurdu ve ba’z› do¤ru düflünmiyenlerin, bu
iki itâ’ati birbirinden ayr› görmelerine meydân b›rakmad›. Allahü teâlâ, yine Nisâ sûresinin yüzellinci ve yüzellibirinci âyet-i kerîmelerinde meâlen, (Kâfirler, Allahü teâlân›n emrleri ile Peygamberlerinin emrlerini birbirinden ay›rmak istiyorlar. Yehûdîler diyor ki, biz Mûsâ aleyhisselâma inan›r›z. Îsâ ile Muhammed aleyhimesselâma inanmay›z. H›ristiyanlar ise, yaln›z Îsâ aleyhisselâma inan›p, Ona, hâflâ, Allahü teâlân›n o¤lu diyor. Bu inan›fllar› ve dinleri k›ymetsizdir. Onlar›n hepsi kâfirdir. Kâfirlerin hepsine Cehennem azâb›n›, çok ac› azâblar› hâz›rlad›k) buyurarak, bunlardan flikâyet etmekdedir.
3 — Se’âdet-i ebediyyeye kavuflmak için, müslimân olmak lâz›md›r. Müslimân
olmak için, hiçbir formaliteye, müftîye, imâma gitme¤e lüzûm yokdur. (Makâmât-i mazheriyye) onikinci fasl›nda diyor ki, (Allahü teâlâya ve Resûlüne ve Onun
Allahü teâlâdan getirdiklerinin hepsine inand›m. Allahü teâlân›n ve Resûlünün
dostlar›n› severim ve düflmanlar›n› sevmem demek kâfîdir. Her bilgiyi delîl ile isbât
etmek, ya’nî Kur’ân-› kerîmdeki veyâ hadîs-i flerîflerdeki yerlerini göstermek, âlimlerin vazîfesidir. Her müslimâna lâz›m de¤ildir). ‹bni Âbidîn de, (Kâfirin nikâh›) bahsi sonunda, böyle buyurmakdad›r. [Îmâna gelen yafll› adam›n sünnet olmas› flart de¤ildir. Hiç olmasa da olur denildi. Çünki sünnet, avret yerinin görünmesi için özr olmaz diyenler de vard›r. (Hadîka)da ve (Berîka)da diyor ki, (Müslimân olan yafll› adam
ve hastalar, sünnetin ac›s›na dayanamazlarsa, sünnet edilmezler.) Doktor Necmüddîn Ârif be¤, 1343 [m. 1925] de ‹stanbulda bas›lan (Amelî Cerrâhî) kitâb›nda diyor
ki, (Yehûdîler çocuk yedi günlük iken, müslimânlar, herhangi bir zemânda sünnet
yapar. S›hhî fâidesinden dolay› Avrupa ve Amerikada birçok h›ristiyanlar da, kendilerini ve çocuklar›n› sünnet etdirmekdedir.) Sünnetin nas›l yap›laca¤›, bu kitâbda
ve Sinop meb’ûsu doktor R›zâ Nûr be¤in (Fenn-i hitân) kitâb›nda uzun yaz›l›d›r.]
– 21 –
4 — Bütün insanlara önce lâz›m olan fley, (Ehl-i sünnet) âlimlerinin kitâblar›nda bildirdikleri gibi, bir îmân ve i’tikâd edinmekdir. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm›n yolunu bildiren, Kur’ân-› kerîmden murâd-› ilâhîyi anlayan,
hadîs-i flerîflerden murâd-› peygamberîyi ç›karan bu büyük âlimlerdir. K›yâmetde kurtulufl yolu, bunlar›n gösterdi¤i yoldur. Allahü teâlân›n Peygamberinin ve
Onun Eshâb›n›n “rad›yallahü teâlâ anhüm ecma’în” yolunu kitâblara geçiren,
de¤ifldirilmekden ve bozulmakdan koruyan, (Ehl-i sünnet) âlimleridir.
5 — Dört mezhebde ictihâd derecesine yükselmifl olan müctehidlere ve bunlar›n yetifldirmifl olduklar› büyük âlimlere (Ehl-i sünnet) âlimleri denir. Ehl-i sünnetin reîsi ve kurucusu, (‹mâm-› a’zam Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbit) ve iki
imâm, Ebû Mensûr Mâ-türîdî ve Ebül-Hasen-i Efl’arîdir.
6 — Hakîkate varm›fl Evliyân›n büyüklerinden olan Sehl bin Abdüllah Tüsterî “rahmetullahi aleyh” diyor ki, (E¤er Mûsâ ve Îsâ aleyhimesselâm›n ümmetlerinde, imâm-› a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi teâlâ aleyh” gibi bir zât bulunsayd›, bunlar yehûdîli¤e ve h›ristiyanl›¤a dönmezdi).
7 — Bu büyük imâm›n ve yüzlerce talebesinin ve bunlar›n da yetifldirdi¤i binlerce büyük insan›n yazd›¤› milyonlarca kitâb, Peygamberimizin yolunu, bütün dünyâya do¤ru olarak yaym›fl, tan›td›rm›fld›r. fiimdi, internet denilen âletler vâs›tas› ile,
dünyân›n her yerinde islâmiyyet çok kolay ö¤renilmekdedir. Bugün islâm dînini,
duyam›yacak, hür dünyâda bir flehr, bir köy ve bir kimse kalmam›fld›r. ‹slâmiyyeti iflitince, do¤ru olarak ö¤renmek istiyene, Allahü teâlâ, bunu nasîb edece¤ini va’d
buyurmufldur. Bugün, dünyâ kütübhânelerini doldurmufl olan bu kitâblar›n ismlerini bildiren fihristler mevcûddur. Meselâ, Kâtib Çelebînin (Keflf-üz-zunûn) kitâb›nda, onbeflbine yak›n kitâb ve onbin kadar müellif ismi vard›r. Bu kitâb, iki cild
olup, arabîdir. Ba¤dâdl› ‹smâ’îl pâfla, bu kitâba, iki cild zeyl, ya’nî ilâve yazm›fld›r.
Bu zeyllerde, onbine yak›n kitâb ve müellif ismi vard›r. Keflf-üz-zunûn, 1250 [m.
1835] de, üstde arabî, altda latince tercemesi olarak, Leipzigde bas›lm›fld›r. Dahâ
önce 1112 [m. 1700] de frans›zcaya terceme edilmifldi. Hemen yine o târîhde M›srda da bas›lm›fld›. Son olarak, iki zeyli ile berâber 1360-1366 [m. 1941-1947] aras›nda ‹stanbulda arabî bas›lm›fld›r. Kitâblar, elifbâ s›ras› iledir. Dördü de me’ârif kütübhânelerinde sat›lmakda idi. ‹smâ’îl pâflan›n (Esmâ’-ül-müellifîn) ismindeki
arabî, iki cild kitâb›, 1370 ve 1374 [m. 1951 ve 1955] de ‹stanbulda bas›lm›fld›r. Bu
iki kitâbda, Keflf-üz-zunûn ve zeyllerindeki kitâblar›n müellifleri, elifbâ s›ras› ile
yaz›lm›fl ve her ismin yan›nda, yazd›¤› eserleri bildirilmifldir. Bugün, bütün dünyâda mevcûd, yaln›z arabî islâm kitâblar›n› ve yazarlar›n› ve her memleketde hangi
kütübhânelerde ve numaras›n› gösteren, çok istifâdeli ve k›ymetli bir kitâb da, 1362
[m. 1943] de Leiden flehrinde bas›lm›fl olan, Carl Brockelmann›n (Geschichte der
Arabischen Litteratur) ismindeki almanca kitâb›d›r. Osmânl› devletinde yetiflmifl
âlimlerin hâl tercemesini bildiren (fiakâ’ik-› Nu’mâniyye) kitâb›n›n sâhibi, Taflköprü zâde Ahmed efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Miftâh-us-se’âde) kitâb›, beflyüze yak›n çeflidli ilmi ta’rîf ve îzâh edip, her ilmde yaz›lm›fl kitâb ve bunlar› yazanlar hakk›nda bilgi vermekdedir. ‹slâm âlimlerini ve eserlerini tan›tan bu k›ymetli
kitâb›, o¤lu, Kemâleddîn Muhammed, arabcadan türkçeye çevirmifl ve (Mevdû’ât-ül-ulûm) ismini vermifldir. (Mevdû’ât-ül-ulûm), [1313] senesinde, ‹kdâm
gazetesi matba’as›nda bas›lm›fld›r. Piyasada mevcûddur. Bu kitâb› okuyan, anlay›fll› ve insâfl› bir kimse, islâmiyyetin yirmi ana ilmini ve bunlar›n kollar› olan, seksen ilmi ve bu ilmlerin âlimlerini ve herbirinin yazd›¤› kitâblar› görerek, durmadan,
y›lmadan yazan, islâm âlimlerinin çoklu¤u ve herbirinin, ilm deryâs›na dalmakdaki mehâretleri karfl›s›nda, hayrân kalmakdan kendini men’ edemez.
[Bu kitâblar›nda tabî’iyyecilerin ve maddîcilerin sözlerini ve müslimân olm›yanlar›n islâmiyyete sokmak istedikleri uydurmalar› delîller ve tart›flmalar ile red
ederek hepsini susdurmufllar, din düflman› olan z›nd›klar›n hâz›rlad›klar› fitne ve
– 22 –
fesâd atefllerini söndürmüfllerdir. Ayr›ca, kötü maksadlarla Kur’ân-› kerîme yanl›fl ma’nâlar verme¤e, bozuk tercemeler yapma¤a kalk›flanlar›n yüz karalar›n›
meydâna ç›kar›p, bir tarafdan îmân edilmesi lâz›m gelen fleyleri birer birer ve aç›kça yazm›fllar, bir tarafdan da, bütün dünyâda olmufl ve k›yâmete kadar olacak her
vak’a ve hareketin ahkâm-› islâmiyyesini, pek do¤ru olarak, insanl›¤›n önüne
koymufllard›r.
‹mâm-› a’zam Ebû Hanîfenin “rahmetullahi teâlâ aleyh” dersinde hâz›r bulunan talebesinden sekizyüzden fazlas›n›n ismleri ve hâl tercemeleri kitâblarda yaz›l›d›r. Bunlardan beflyüzaltm›fl› f›kh ilminde derin âlim olarak flöhret bulmufl, içlerinden otuzalt›s› ictihâd makâm›na yükselmifldir.]
8 — Her bid’at sâhibi, Kur’ân-› kerîmde ve hadîs-i flerîflerde ma’nâlar› aç›k olmayan i’tikâd bilgilerinde, yanl›fl te’vîl yaparak, yanl›fl ma’nâ ç›kard›¤› için, hak yoldan ayr›lm›fld›r. Hâlbuki, Peygamberimiz “aleyhisselâm” buyurdu ki, (Kur’ân-› kerîmden kendi akl› ile, kendi düflüncesi ve bilgisi ile ma’nâ ç›karan kâfirdir). (Berîka) ve (Hadîka)da, dil âfetlerinin ellincisini okuyunuz! Nemâzdan, îmândan
haberi olm›yanlar›n, para kazanmak için, piyasaya sürdükleri, uydurma tefsîrlerinin, yald›zl› reklâmlar›na aldanmamal›, bunlar› almamal›, okumamal›d›r.
9 — Kur’ân-› kerîmden ve hadîs-i flerîflerden ç›kar›lan ilmler içinde, k›ymetli ve do¤ru olan, yaln›z (Ehl-i sünnet) âlimlerinin anlad›klar› ve bildirdikleridir.
Ehl-i sünnet âlimleri, bu ilmleri, Eshâb-› kirâmdan ö¤rendi. Bunlar da, Resûlullahdan ö¤rendiler. Her mülhid, her bid’at sâhibi ve her câhil, tutdu¤u yolun,
Kur’ân-› kerîme ve hadîs-i flerîflere uygun oldu¤unu san›r ve iddi’â eder. Bu hâlde, Kur’ân-› kerîmden ve hadîs-i flerîflerden ç›kar›lan her ma’nâ, makbûl ve
mu’teber de¤ildir.
10 — Ehl-i sünnet âlimlerinin, o büyük ve dindâr insanlar›n bildirdikleri i’tikâddan, îmândan k›l kadar ayr›lanlar›n, k›yâmetde azâbdan kurtulmalar› imkâns›zd›r.
Böyle oldu¤u akl ile, Kur’ân-› kerîm ile ve hadîs-i flerîfler ile ve din büyüklerinin
(Basîretleri) ile ya’nî kalb gözleri ile görmeleri ile anlafl›lmakdad›r. Yanl›fll›k ihtimâli yokdur. Bu büyüklerin kitâblar›nda bildirdikleri do¤ru yoldan k›l kadar ayr›lanlar›n sözleri ve kitâblar›, zehrdir. Hele dünyâl›k toplamak için, dîni âlet edenlerin ve kendilerine din adam› ismini verip, her akllar›na geleni yazan z›nd›klar›n
hepsi, din h›rs›z›d›r. Bu kitâblar› ve mecmû’alar› okuyanlar›n îmânlar›n› çalarlar.
Bunlara aldananlar, kendilerini müslimân san›p nemâz k›lar. Hâlbuki, îmânlar› çal›nm›fl, gitmifl oldu¤undan nemâzlar› ve hiçbir ibâdetleri ve iyilikleri kabûl olmaz
ve âh›retde ifle yaramaz.
Dinlerini dünyâya satanlar hakk›nda, Bekara sûresinde meâli, (Câhiller, ahmaklar, dünyâdaki zevk ve lezzetlere kavuflmak için, dinlerini, îmânlar›n› verdi. Âh›retlerini sat›p, dünyây›, flehvetlerinin istediklerini ald›lar. Kurtulufl yolunu b›rak›p,
helâke kofldular. Bu al›fl verifllerinde birfley kazanmad›lar. Bunlar, ticâret ve kazanç
yolunu bilmedi. Çok ziyân etdi) olan onalt›nc› âyet-i kerîmesi gönderildi.
11 — ‹ki cihân se’âdetine kavuflmak, ancak ve yaln›z, dünyâ ve âh›retin efendisi olan, Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olma¤a ba¤l›d›r. Ona tâbi’ olmak için,
îmân etmek ve ahkâm-› islâmiyyeyi ö¤renmek ve yapmak lâz›md›r. Kalbde do¤ru
îmân›n bulunmas›na alâmet, kâfirleri düflman bilip, onlara mahsûs olan ve kâfirlik
alâmeti olan fleyleri yapmamakd›r. Çünki islâm ile küfr, birbirinin aksidir, z›dd›d›r.
Birinin bulundu¤u yerde, di¤eri bulunamaz, gider. Bu iki z›d fley, bir arada bulunamaz. Bunlardan birisine k›ymet vermek, di¤erini hakâret ve kötülemek olur. Allahü teâlâ, sevgilisi olan Muhammed aleyhisselâma, huluk-› azîm sâhibi olan, çok merhametli olan Peygamberine “sallallahü aleyhi ve sellem”, islâm düflmanlar› ile cihâd ve muhârebe etme¤i ve onlara sertlik gösterme¤i emr ediyor. Demek ki, islâm
düflmanlar›na sert davranmak huluk-› azîmdendir. ‹slâmiyyetin izzeti ve flerefi,
küfrün ve kâfirlerin hakîr ve zelîl olmas›ndad›r. Kâfirlere izzet veren, hurmet eden,
– 23 –
müslimânlar› tahkîr etmifl, alçaltm›fl olur. [Hak teâlâ, Âl-i ‹mrân sûresinde kâfirlere k›ymet verenlerin ve küfre tâbi’ olanlar›n aldand›klar›n› ve piflmân olacaklar›n› beyân buyurarak meâli, (Ey benim sevgili Peygamberime “sallallahü aleyhi ve sellem”
inananlar! E¤er, kâfirlerin sözlerine aldan›p da, Resûlümün “sallallahü aleyhi ve sellem” yolundan ayr›l›rsan›z, kendilerine müslimân süsü veren din düflmanlar›n›n,
ya’ni z›nd›klar›n uydurma ve yald›zl› sözlerine kap›larak, îmân›n›z› çald›r›rsan›z, dünyâda ve âh›retde ziyân edersiniz) olan yüzk›rkdokuzuncu âyet-i kerîmeyi gönderdi.]
Allahü teâlâ, kâfirlerin, kendi düflman› ve Peygamberinin “sallallahü aleyhi ve
sellem” düflman› olduklar›n› bildiriyor. Allahü teâlân›n düflmanlar›n› sevmek ve onlarla kaynaflmak, insan› Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine “sallallahü aleyhi
ve sellem” düflman olma¤a sürükler. Bir kimse, kendini müslimân zan eder. Kelime-i tevhîdi söyleyip, inan›yorum der. Nemâz k›lar ve her ibâdeti yapar. Hâlbuki,
bilmez ki, böyle çirkin hareketleri, onun îmân›n› ve islâm›n› temelinden götürür.
[Kâfirler, ya’nî Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdi¤i islâm dînini be¤enmiyenler, zemâna, asra ve fenne uymuyor diyenler ve mürtedler, müslimânlarla ve müslimânl›kla, aç›kça ve alçakça alay ediyor, müslimânlar› afla¤› görüyorlar. Müslimânl›¤›n d›fl›nda kalmak, keyflerine, flehvetlerine ve içlerindeki kötü isteklerine uygun geldi¤inden, müslimânl›¤a gericilik, îmâns›zl›¤a, dinsizli¤e asrîlik, münevverlik ve ›fl›kl› yol diyorlar. (Mürted) demek, müslimân evlâd› olduklar› hâlde, müslimânl›kdan haberleri olmad›¤›ndan ve hiç bir din âliminin kitâb›n› okumad›klar›ndan ve anlamad›klar›ndan, yaln›z bir lutfe, bir teveccühe ve
dünyâl›¤a kavuflmak için ve ak›nt›ya kap›lm›fl olmak için, müslimânl›¤› be¤enmiyenler, terakkîye mâni’dir diyenlerdir.
Bunlardan ba’z›s›, temiz yavrular› aldatmak için (‹slâmiyyetde herfley “mifl” ile
bitiyor. fiöyle imifl, böyle imifl diye, hep m›fla dayan›yor. Bir sened ve vesîkaya dayanm›yor. Di¤er ilmler ise, isbât edilip, bir vesîkaya dayanmakdad›r) diyorlar. Bu
sözleri ile, ne kadar câhil olduklar›n› gösteriyorlar. Hiç de, bir islâm kitâb› okumam›fllar. ‹slâmiyyet ismi alt›nda, hayâllerinde, birfleyler tasarlay›p, din bu düflüncelerden ibâretdir san›yorlar. Bilmiyorlar ki, hayâllere tap›nan, h›ristiyanlard›r. Birkaç
yehûdînin ortaya ç›kard›¤›, heykellere, tafllara tap›n›yorlar. Hâlbuki müslimânlar,
peygamberlerin en üstünü Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmakda, haber verdi¤i,
mi’râc gecesinde görüp konufldu¤u ve hergün Cebrâîl ismindeki melek vâs›tas› ile
haberlefldi¤i bir Allaha ibâdet etmekdedir. Bunlar›n, islâmiyyetden ayr› ve uzak gördükleri ilmler, fenler, vesîkalar, senedler, hep islâm dîninin birer flu’besi, dallar›d›r.
Meselâ liselerde okunan bütün fen bilgileri, kimyâ, bioloji kitâblar›, ilk sahîfelerinde, (Dersimizin esâs›, müflâhede [gözetleme], tedkîk [inceleme] ve tecribedir) diyor. Ya’nî fen derslerinin esâs›, bu üç fleydir. Hâlbuki, bu üçü de, islâmiyyetin emr
etdi¤i fleylerdir. Ya’nî, dînimiz, fen bilgilerini emr etmekdedir. Kur’ân-› kerîmin çok
yerinde, tabî’at›, ya’nî mahlûkât›, canl› ve cans›z varl›klar› görmek, incelemek
emr edilmekdedir. Eshâb-› kirâm “aleyhimürr›dvân”, birgün Peygamberimize
“sallallahü aleyhi ve sellem” sordu ve: (Yemene gidenlerimiz, orada hurma a¤açlar›n›, baflka dürlü afl›lad›klar›n› ve dahâ iyi hurma ald›klar›n› gördük. Biz Medînedeki a¤açlar›m›z› babalar›m›zdan gördü¤ümüz gibi mi afl›layal›m, yoksa, Yemende gördü¤ümüz gibi afl›lay›p da, dahâ iyi ve dahâ bol mu elde edelim?) dediler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bunlara flöyle diyebilirdi: Biraz bekleyin! Cebrâîl “aleyhisselâm” gelince, ona sorar, anlar, size bildiririm. Veyâ, biraz düflüneyim.
Allahü teâlâ, kalbime do¤rusunu bildirir. Ben de, size söylerim, demedi ve (Tecribe edin! Bir k›sm a¤açlar›, babalar›n›z›n üsûlü ile, baflka a¤açlar› da, Yemende ö¤rendi¤iniz üsûl ile afl›lay›n! Hangisi dahâ iyi hurma verirse, her zemân o üsûl ile yap›n!) buyurdu. Ya’nî tecribeyi, fennin esâs› olan tecribeye güvenme¤i emr buyurdu.
Kendisi melekden anlar veyâ mubârek kalbine elbette do¤ar idi. Fekat, dünyân›n her
taraf›nda, k›yâmete kadar gelecek müslimânlar›n, tecribeye, fenne güvenmelerini
iflâret buyurdu. Hurma a¤açlar›n› afl›lama k›ssas› (Kimyâ-i se’âdet)de ve (Ma’rifet– 24 –
nâme)nin yüzonsekizinci sahîfesinde yaz›l›d›r. ‹slâmiyyet, bütün fen kollar›nda,
ilm ve ahlâk üzerinde, her çeflid çal›flma¤› ehemmiyyetle emr etmekdedir. Bunlara
çal›flmak, farz-› kifâye oldu¤u, kitâblarda yaz›l›d›r. Hattâ, bir islâm flehrinde, fennin
yeni buldu¤u bir âlet, bir vâs›ta yap›lmay›p, bu yüzden bir müslimân zarar görürse,
o flehrin idârecilerini, âmirlerini, islâmiyyet mes’ûl tutmakdad›r. Hadîs-i flerîfde,
(O¤ullar›n›za yüzmek ve ok atmak ö¤retiniz! Kad›nlar›n, evinde iplik i¤irmesi ne güzel e¤lencedir) buyuruldu. Bu hadîs-i flerîf, harb için lâz›m olan her çeflid bilgi ve âleti edinme¤i, hiç bofl durmama¤› ve fâideli e¤lenceleri emr etmekdedir. Bunun içindir ki, bugün, bir islâm milletinin, atom bombas›, sun’î peyk yaparak müslimânl›¤›
dünyâya tan›tmas› farzd›r. Yapma¤a çal›fl›lmazsa, büyük günâh olur.
Müslimânlar›n bilmesi, ö¤renmesi lâz›m olan bilgilere (Ulûm-i islâmiyye) müslimânl›k bilgileri denir. Bu bilgilerin kimisini ö¤renmek farzd›r. Kimisini ö¤renmek
sünnet, bir k›sm›n› ö¤renmek de mubâhd›r. ‹slâm bilgileri, bafll›ca iki büyük k›sma
ayr›l›r: Birincisi (Ulûm-i nakliyye)dir. Bunlara (Din bilgileri) de denir. Ehl-i sünnet
âlimleri, bu bilgileri, Eshâb-› kirâmdan, Onlar da Resûlullahdan ö¤rendiler. Din bilgileri de ikiye ayr›l›r: Zâhirî ilmler ve bât›nî ilmler. Birincilere, (Îmân bilgileri) ve
(F›kh bilgileri) veyâ (Ahkâm-› islâmiyye), ikincilere (Tesavvuf bilgileri) veyâ (Ma’rifet) denir. Îmân bilgileri ve ahkâm-› islâmiyye bilgileri, mürflidlerden, akâid ve f›kh
kitâblar›ndan ö¤renilir. Ma’rifet, kalblere, mürflidlerin kalblerinden akar, gelir.
‹slâm bilgilerinin ikinci k›sm› (Ulûm-i akliyye)dir. Canl›lar› ö¤retene (Ulûm-i
t›bbiyye), cans›zlar› ö¤retene (Ulûm-i hikemiyye) denir. Semâlar›, y›ld›zlar› ö¤retene (Ulûm-i felekiyye), Erd bilgilerine (Ulûm-i tabî’›yye) demifllerdir. Ulûm-i akliyye, matematik, mant›k ve tecribî bilgilerdir. Bunlar, his organlar› ile duyularak,
akl ile incelenerek, tecribe ve hesâb edilerek elde edilir. Bu bilgiler, din bilgilerinin anlafl›lmas›na ve onlar›n tatbîk edilmesine yard›mc›d›rlar. Bu bak›mdan lüzûmludurlar. Bunlar, zemânla artar, de¤iflir, ilerler. Bunun içindir ki, (Tekmîl-i s›nâ’ât, telâhuk-› efkâr iledir) buyurulmufldur. Bunun ma’nâs› (San’at›n, fennin, tekni¤in ilerlemesi, fikrlerin, deneylerin birbirlerine eklenmesi ile olur) demekdir.
Nakl yolu ile edinilen bilgiler, ya’nî din bilgileri çok yüksekdir. Akl›n, insan dimâg› gücünün d›fl›nda ve üstündedir. Bunlar, hiçbir zemânda, kimse taraf›ndan de¤ifldirilemez. Dinde reform olmaz sözünün ma’nâs› da budur. Akl ile elde edilen
bilgileri, islâmiyyet yasaklamam›fl, s›n›rlamam›fl, ancak, bunlar›n nakl bilgileri
ile birlikde ö¤renilmesini ve sonuçlar›n›n ahkâm-› islâmiyyeye uygun, insanlara fâideli olarak kullan›lmas›n›, zulm, iflkence, felâket vâs›tas› yap›lmamas›n› emr etmifldir. Müslimânlar, birçok fen vâs›tas› yapm›fllar ve kullanm›fllard›r. Pusula 687
[m. 1288] de keflf edildi. ‹¤neli tüfek 1282 [m. 1866] da ve top 762 [m. 1361] de keflf
edildi ve Fâtih taraf›ndan kullan›ld›. ‹slâmiyyet, islâma karfl› olanlar›n, islâm ahlâk›n› bilmiyenlerin, ilm flekline sokduklar›, ders, vazîfe ad›n› verdikleri ahlâks›zl›klar›n, uydurma târîhlerin, islâmiyyete yap›lan iftirâlar›n okutulmas›n›, ö¤renilmesini yasaklamakda, zararl›, kötü propagandalardan kaç›n›lmas›n›, fâideli, iyi bilgilerin ö¤renilmesini istemekdedir.
‹slâmiyyet, fâideli olan her ilmi, her fenni ve her tecribeyi emr eden bir dindir.
Müslimânlar, fenni sever, fen adam›n›n tecribelerine inan›r. Fekat, fen adam›y›m
diyen fen taklîdcilerinin iftirâlar›na, yalanlar›na aldanmaz.]
Kâfirler ellerinden gelirse, müslimânlar› ezer, imhâ eder. Veyâhud, müslimânlar›, kendi uydurduklar› yola sokarlar.
[Nitekim masonlar›n [m. 1900] senesi ictimâ’›na âid zabtlar›n yüzikinci sahîfesinde, (Dindârlara ve ma’bedlere galebe çalmak kâfî de¤ildir. Asl maksad›m›z, dinleri yok etmekdir) yaz›l›d›r.
Bunlar, kitâblar›nda ve konuflmalar›nda, din düflmanl›klar›n› aç›kca ve hayâs›zca bildiriyorlar. ‹lmden, fenden haberleri olmad›¤› için, çocukca fleyler söylüyorlar. Meselâ, eski insanlar câhil imifl, tabî’at kuvvetleri karfl›s›nda âciz, zevall› kalarak, hayâlî fleylere inanm›fllar. Uydurduklar› fleylere tap›narak, yalvararak, kü– 25 –
çüklüklerini göstermifller. Hâlbuki, bugün atom asr›nday›z. Tabî’ate hâkim olup
istedi¤imizi yap›yoruz. Tabî’at kuvvetleri hâricinde birfley yokdur. Cennet, Cehennem, cin, melek, eski insanlar›n uydurdu¤u fleylerdir. Gidip gören var m›? Görülmiyen, tecribe edilmiyen fleylere inan›l›r m›, diyorlar. Dinsizlerin bu sözleri, târîhden de haberleri olmad›¤›n› gösteriyor. Târîh boyunca, her asrda gelen câhiller, kendilerini akll›, bilgili, eski insanlar› câhil sanm›fl. Âdem aleyhisselâmdan beri, her
asrda gönderilen dinleri, eski câhillerin sözleri diyerek bozmufllar, inkâr etmifllerdir. Kur’ân-› kerîmin birçok yerinde, kâfirlerin böyle sözleri bildirilmekde ve cevâb verilmekdedir. Meselâ Mü’minûn sûresinin otuzuncu âyet-i kerîmesinden
sonra, (Nûh aleyhisselâma inanmad›lar. Onlar› suda bo¤duk. Ondan sonra yaratd›¤›m›z insanlara, içlerinden Peygamber gönderdik ve Allahü teâlâya ibâdet ediniz. ‹bâdet edilecek, Ondan baflkas› yokdur. Onun azâb›ndan korkunuz! dedik. Dinlemiyenlerden, öldükden sonra tekrâr dirilme¤e inanm›yanlardan, dünyâ ni’metlerini bol bol vermifl oldu¤umuz birço¤u, bu Peygamber, sizin gibi yiyip içiyor. Kendiniz gibi bir çok fleye muhtâc olan birine inan›rsan›z, aldanm›fl, ziyân etmifl olursunuz. Peygamber, size ölüp, kemikleriniz çürüyüp, toz toprak oldukdan sonra, tekrâr dirilerek kabrden kalkacaks›n›z diyor. Hiç böyle fley olur mu? Ne varsa, ancak
bu dünyâdad›r. Cennet, Cehennem, hep buradad›r. Bu dünyâ böyle gelmifl böyle
gider. Öldükden sonra, bir dahâ dirilmek yokdur, dediler) meâlindeki âyet-i kerîmeleri gönderdi. Komünist memleketlerde, milletin dînini, ahlâk›n› y›kmak için,
mekteblerde ö¤retmenler ve askerlikde de subaylar, çocuklara, k›zlara, askerlere, Allah var olsayd› görürdük. ‹stedi¤imizi iflitir, verirdi. Benden fleker isteyiniz,
hemen iflitir, veririm. Ondan isteyin, bak›n vermiyor. O hâlde yokdur. Anan›z, baban›z câhildir. Eski, örümcek kafal›d›r. Onlar gericidir. Siz ise, ayd›n kafal›, ilerici gençlersiniz. Sak›n öyle hurâfelere inanmay›n! Cennet, Cehennem, melek, cin
uydurma fleylerdir diyorlar. Böyle yalanlarla, gençlerin dînini, îmân›n›, baba oca¤›ndan alm›fl olduklar› edeb ve hayâlar›n› yok etme¤e çal›fl›yorlar. Zevall› yavrular› aldat›p, kendi alçak istekleri, zevkleri, kötü kazanclar› u¤runa, gençleri fedâ
ediyorlar. Cenneti, Cehennemi kim görmüfl, görülmiyen fleye inan›lmaz, diyerek
his uzvlar›na tâbi’ olduklar›n› bildiriyorlar. Hâlbuki, hayvanlar, his uzvlar›na tâbi’ olur. ‹mâm-› Gazâlî buyuruyor ki, (‹nsanlar, akla tâbi’ olur. ‹nsanlar›n his
uzvlar›, hayvanlardan geridedir. ‹nsan, kedi, köpek kadar koku alamaz. Karanl›kda, onlar›n gördü¤ü gibi göremez. Sonra, herfleyde, göze nas›l inan›l›r ki, çok
yerde akl, gözün yanl›fl›n› ç›karmakdad›r. Meselâ göz, günefli pencere içinden görüp, pencereden küçük san›yor. Akl ise, dünyâdan da büyük oldu¤unu söylüyor).
Bu kâfirler acabâ, biz gördü¤ümüze inan›r›z, günefl dünyâdan dahâ büyük olur mu
diyerek, akla inanm›yorlar m›? Hay›r, burada onlar da, müslimânlar gibi akla
inan›yor. Görülüyor ki, insanlar, dünyâ ifllerinde, hislerine de¤il, akllar›na uyarak,
hayvanlardan ayr›lmakdad›r. Bunlar, âh›retdeki fleylere inanmay›z diyerek, his organlar›na ba¤l› kal›yorlar da, niçin akla uymuyor, burada da, insanl›k derecesine
yükselmek istemiyorlar? ‹slâmiyyet, insanlar›n tekrâr yarat›l›p, sonsuz yafl›yacaklar›n›, hayvanlar›n ise, k›yâmetde hesâblafld›kdan sonra, yok olacaklar›n› bildiriyor. ‹nsanlara ebedî hayât va’d ederek, hayvanlardan ay›r›yor. Bu kâfirler
ise, hayvanlar gibi, ebedî hayâtdan mahrûm kalma¤› be¤eniyorlar. Bugün, fabrikalarda binlerce ilâc, ev eflyâs›, sanây›’ ve ticâret maddeleri, elektronik âletler, harb
vâs›talar› yap›l›yor. Bunlar›n ço¤u, ince hesâblardan, yüzlerce tecribeden sonra elde ediliyor. Bunlardan birine dahî, kendi kendine var oldu diyorlar m›? Bunlar›n
bilerek ve istiyerek yap›ld›klar›n› söylüyorlar ve hepsinin bir yap›c›s›n›n bulunmas› lâz›md›r diyorlar da, canl›larda, cans›zlarda görülen ve her asrda, dahâ yenileri, dahâ inceleri keflf edilen ve ço¤unun yap›s› henüz anlafl›lamayan milyonlarca
maddenin ve hâdisenin kendi kendilerine tesâdüfen var olduklar›n› söylüyorlar.
Bu iki yüzlülük, koyu bir inâddan veyâ aç›k bir ahmakl›kdan baflka ne olabilir?
Rusyada bir komünist mu’allim, ders aras›nda, (Ben sizi görüyorum. Siz de be– 26 –
ni görüyorsunuz. O hâlde, biz var›z. Karfl›daki da¤lar da var. Çünki, bu da¤lar› da
görüyoruz. Yok olan fley görünmez. Görülmiyen fleye var denilmez. Bu sözüm, bir
fen bilgisidir. ‹lerici, ayd›n olan kimse, fen bilgisine inan›r. Gericiler, bu varl›klar›n bir yarat›c›s› oldu¤unu söylüyorlar. Bu yarat›c›n›n var oldu¤una inanmak yanl›fld›r. Fenne uygun de¤ildir. Görülmiyen fleye var demek, gericilikdir) der. Bir türkmen çocu¤u söz istiyerek: (Bunlar› akl ile mi söylüyorsun? Sende akl oldu¤una inanmak, bunlar› akl ile söyledi¤ini kabûl etmek fenne uygun de¤ildir. Çünki, akl›n olsayd›, görürdük) der. Mu’allim, bu hakl› söze cevâb veremeyip, ma¤lûbiyyetinden
hâs›l olan öfke ile, çocukca¤›z›, tekme tokat dershâneden d›flar› atar. Çocuk bir dahâ hiçbir yerde görülememifldir.
Bugün, dünyâdaki kâfirler, iki dürlüdür: Birincisi (Kitâbl› kâfirler), ya’nî yehûdîler ve h›ristiyânlar›n az bir k›sm› olup, bir peygambere ve bunun Allahü teâlâdan getirdi¤i kitâba ve öldükden sonra dirilme¤e, âh›retdeki sonsuz hayâta inan›yorlar. Ellerindeki bozuk kitâba Allah kelâm› diyorlar.
‹kincisi, (Kitâbs›z kâfirler) ya’nî (Müflrik)ler olup, herfleyi yapan bir Allah bulundu¤una inanm›yorlar. Tafl, a¤aç, günefl, y›ld›z ve insan, inek gibi ba’z› mahlûklarda (ülûhiyyet s›fat›) bulundu¤una inan›yorlar. Bu inkârc›lardan bir k›sm›, kanûn ile, devlet
bask›s› ile, zulm, iflkence ederek, ibâdet etme¤i, dîni ö¤retme¤i yasak ediyor. Bir k›sm› da, insanl›k, iyilik duygular›n› okflay›c› sözlerle, herkesi, zevk, safâya dald›r›yor.
Ma’neviyyâtdan, din bilgilerinden mahrûm b›rak›yorlar. Düzme hikâyeler, yalan örnekler göstererek, milyonlarca insan› aldat›yor, din câhili yetifldiriyorlar. Bir tarafdan, medeniyyetden, fenden, insan haklar›ndan bahs edip, bir tarafdan da, insanlar› hayvanlafld›r›yorlar. ‹ngiliz câsûslar›, böyle yap›yor. (‹ngiliz Câsûsunun ‹’tirâflar›)
kitâb›n› ve (Hak Sözün Vesîkalar›) kitâb›n›n 28.ci sahîfesini ve devâm›n› okuyunuz!
Avrupa ve Amerika milletlerinin ço¤u h›ristiyand›r. Yehûdîlerin ve h›ristiyanlar›n bir k›sm›, kitâbl›d›r. Yeni astronominin kurucusu Kopernik, Fraynburg flehrinde papas idi. ‹ngilterenin büyük fizik adam› Bacon, Fransisken tarîkatinde, papas idi. Meflhûr Frans›z fizikçisi Paskal, papas olup, fizik ve geometri kanûnlar› keflf
ederken, din kitâblar› yazm›fld›. Fransan›n en büyük baflvekîli olup, memleketine
Avrupa birincili¤ini kazand›ran, meflhûr Riflliyö, papas olup, ruhbân s›n›f›nda
ileri derece sâhibi idi. Meflhûr Alman doktor ve flâ’iri fiiller de, papas idi. Bugün,
bütün dünyâca büyük felesof tan›nan, Frans›z fikr adam› Bergson, kitâblar›nda,
maddîcilerin hücûmlar›na karfl›, rûhânîleri müdâfe’a etmifldir. (Madde ve hâf›za)
ve (Din ve ahlâk›n iki kayna¤›) ve (fiu’ûrun vergileri) kitâblar›n› okuyanlar dîne,
k›yâmete seve seve inan›r.
Amerikan›n büyük felesofu William Ceyms, Pragmatisme mezhebini kurmufl, (Dînî tecribeler) ve di¤er kitâblar›nda, îmânl› olma¤› övmüfldür. Bulafl›c› hastal›klar,
mikroblar ve afl›lar üzerinde bulufllar› olan, Frans›z doktoru Pasteur, cenâzesinin
dînî merâsim ile kald›r›lmas›n› vas›yyet etmifldi. Nihâyet, ikinci cihân harbinde dünyây› idâre eden, Amerika Cumhûrreîsi F.D.Ruzvilt ile ‹ngiliz baflvekîli Çörçil,
dindâr idi. ‹smini hât›rlayamad›¤›m›z dahâ nice fen ve siyâset adamlar› hep, yaratana, k›yâmete, meleklere inanan kimselerdi. ‹nanm›yanlar›n, bütün bunlardan dahâ akll› oldu¤unu kim iddi’â edebilir? Bunlar, islâm kitâblar›n› görüp okumufl olsalard›, iyi müslimân olurlard›. Fekat papaslar islâm kitâblar›n› okuma¤›, hattâ el
sürme¤i yasak etmifller, büyük suç saym›fllard›. ‹nsanlar›n dünyâ ve âh›ret se’âdetine kavuflmalar›na mâni’ olmufllard›. ‹kinci k›smda yirmialt›nc› maddeye bak›n›z!
‹mâm-› Alî “rad›yallahü anh” buyurdu ki, (Müslimânlar, âh›rete inan›yor. Kitâbs›z kâfirler, inkâr ediyor. Tekrâr dirilmek olmasayd›, inanm›yanlar birfley kazanmaz, müslimânlar da, zarar etmezdi. Fekat, kâfirlerin dedi¤i olmay›nca, sonsuz azâb çekeceklerdir). ‹slâm âlimleri, sözlerini isbât etmekde, inanm›yanlar›n hücûmlar›na akl, ilm ve fen ile cevâb vermekdedir. Müslimânlar, sözlerini isbât etmeseydi dahî, k›yâmet inkâr olunabilir mi idi? Sonsuz azâbda kalmak, bir ihtimâl
bile olsa, bunu hangi akl kabûl eder? Hâlbuki, âh›ret azâblar›, bir ihtimâl de¤il, mey– 27 –
dânda olan hakîkatdir. O hâlde, inanmamak, akls›zl›k oluyor.
‹slâm dînini bilmiyenlerin ba’z›s› ise, milletin sa¤lam îmân›n›, ilme ve akla dayanarak bozam›yacaklar›n›, islâma hücûm etdikçe, kendi yüz karalar›n›n meydâna ç›kd›¤›n› görerek, hîle, yalan yoluna sap›yor. Müslimân görünüp ve müslimânl›¤› be¤enici ve medh edici yald›zl› yaz›lar yaz›p, fekat, bu yaz›lar› ve sözleri aras›nda müslimânl›¤›n esâs ve temel mes’elelerini, sanki müslimânl›k de¤ilmifl gibi
ele al›p kötülüyorlar. Okuyucular› ve dinleyicileri bunlardan so¤utma¤a ve ay›rma¤a çal›fl›yorlar. Allahü teâlân›n emr etdi¤i ibâdetlerin vaktlerini, mikdârlar›n›
ve flekllerini uygunsuz görerek, böyle olaca¤›na, flöyle olsayd›, dahâ iyi olurdu diyorlar. ‹bâdetlerin rûhlar›ndan, içlerinde sakl› bulunan inceliklerden, fâidelerden
ve k›ymetlerden haberleri olmad›¤› için, bunlar› basît ve ibtidâî fâidelere âlet sanarak, sanki düzeltme¤e yelteniyorlar. Birfleyi bilmemek, insanlar için kusûr ise
de, anlamad›¤›na kar›flmak, ayr›ca pek gülünç ve ac›nacak bir hâl oluyor. Böyle câhilleri, akll› sanarak, sözlerini dinleyen ve inanan müslimânlar ise, bunlardan dahâ zevall› ve dahâ ahmakd›r. Müslimân ismini tafl›yan böyle sinsi kâfirlere (Yobaz)
denir. Zemân›m›zdaki yobazlardan bir k›sm› da, (Evet, islâmiyyet iyi ahlâk› emr etmekde, insanlar› olgunlafld›rmakdad›r. Fekat, islâmiyyetde sosyal hükmler, âile ve
cem’›yyet haklar› da vard›r. Bunlar ise, o zemân›n flartlar›na göre konmufldur. Bugün milletler büyümüfl, flartlar de¤iflmifl, ihtiyâclar artm›fld›r. Bugünkü, teknik ve
sosyal ilerlemeleri karfl›layabilecek yeni hükmler, kanûnlar lâz›md›r. Kur’ân›n
hükmleri bu ihtiyâclar› karfl›layamaz) diyorlar. Böyle sözler, islâm hukûkunu bilmiyen, islâm bilgilerinden haberi olmayan câhillerin bofl ve yersiz düflünüflleridir.
‹slâmiyyet, adâleti, zulmü, insanlar›n birbirlerine karfl›, âile ve komflular›n birbirlerine, milletin hükûmete ve birbirlerine karfl› haklar›n›, vazîfelerini, suçlar› aç›kca bildirmifl, bu de¤iflmez kavramlar üzerinde, temel hükmler kurmufldur. Bu de¤iflmez hükmlerin, hâdiselere, vak’alara tatbîk›n› s›n›rlamam›fl, örf ve âdetlere göre kullan›lmas›n› emr etmifldir. (Mecelle)nin 36. c› ve sonraki maddelerinin (Dürer-ül-hükkâm) flerhinde diyor ki, (Zemân›n de¤iflmesi ile, örf ve âdete dayanan
ahkâm de¤iflebilir. Nassa, delîle dayanan ahkâm, zemânla de¤iflmez. Hükm-i küllî de¤iflmeyip, bu hükmün hâdiselere tatbîk›, zemânla de¤iflebilir. ‹bâdetlerde, Nass
ile bildirilmifl olm›yan bir hükmü anlamak ve bildirmek için, umûmî âdetler delîl
olur. Âdetin umûmî olmas› için Eshâb-› kirâm zemân›ndan kalma ve müctehidlerin kullanm›fl olmalar› ve devâml› olmalar› lâz›md›r. Mu’âmelâtdaki hükmler için,
bir beldenin, Nassa muhâlif olm›yan âdetleri de delîl olur. Bunlar›, f›kh âlimleri anl›yabilir). Allahü teâlâ islâm dînini, her memleketde, her yenili¤i ve buluflu karfl›layacak fleklde kurmufldur. ‹slâm dîni, yaln›z sosyal hayâtda de¤il, ibâdetlerde bile tolerans, müsâmaha göstermifl, insanlara serbestlik vermifl, baflka flartlar ve
zarûretler karfl›s›nda, ictihâd hakk› tan›m›fld›r. Hazret-i Ömer ve Emevîler zemân›nda ve koca Osmânl› imperatorlu¤unda, k›t’alara yay›lan çeflidli milletler topluluklar›, bu ilâhî hükmlerle idâre edilerek, baflar›lar›, flânlar›, târîhlere ün salm›fld›r. Gelecek zemânlarda, büyük, küçük her millet de, islâmiyyetin bildirdi¤i, de¤iflmez olan güzel ahlâka sar›laca¤›, bunlar› uygulayaca¤› kadar, râhata, huzûra,
se’âdete kavuflacakd›r. ‹slâmiyyetin bildirdi¤i sosyal ve ekonomik ahlâkdan, ahkâmdan ayr›lan insanlar, milletler, s›k›nt›dan, ›zd›râbdan, felâketden kurtulamam›fllard›r. Geçmifl milletlerde böyle oldu¤unu târîhler yazmakdad›r. Gelecekde de,
elbette böyle olacakd›r. Târîh, tekerrürden ibâretdir. Müslimânlar, millî birlik
ve berâberli¤e çok ehemmiyyet vermeli, memleketlerinin kalk›nmas› için maddî,
mânevî çal›flmal›, din bilgilerini iyi ö¤renmeli, harâmlardan sak›nmal›, Allaha ve
devlete ve kullara karfl› olan vazîfelerini, borçlar›n› yerine getirmelidir. ‹slâm›n güzel ahlâk› ile bezenmeli, kimseye zarar vermemelidir. Fitne, ya’nî anarfli ç›karmamal›, vergilerini ödemelidir. Dînimiz, böyle olmam›z› emr ediyor. Müslimân›n
birinci vazîfesi, nefsine, fleytâna uymay›p ve kötü arkadafllara, azg›n, âsî kimselere, anarflistlere aldanmay›p, kanûna karfl› suçlu olmakdan, Allahü teâlâya karfl› da
– 28 –
günâh ifllemekden sak›nmakd›r. Allahü teâlâ kullar›na üç vazîfe verdi: Birincisi,
flahsî vazîfesidir. Her müslimân, kendini iyi yetifldirecek, s›hhatli, edebli, iyi huylu olacak, ibâdetlerini yapacak, ilm ve güzel ahlâk ö¤renecek, halâl lokma kazanmak için çal›flacakd›r. ‹kinci vazîfesi, âile içindeki vazîfesidir. Zevcesine, ana-babas›na, çocuklar›na, kardefllerine olan haklar›n› yapacakd›r. Üçüncü vazîfesi,
cem’›yyet içindeki vazîfeleridir. Komflular›na, hocalar›na, talebesine, âilesine,
emrinde olanlara, hükûmete ve devlete, bütün vatandafllara, dîni ve milleti baflka
olanlara karfl› vazîfeleridir. Herkese iyilik etmesi, eli ile, dili ile kimseyi incitmemesi, kimseye zarar vermemesi, hiyânet etmemesi, herkese fâideli olmas›, devlete, hükûmete, kanûnlara karfl›, hiç ›syân etmemesi, herkesin hakk›n›, vergilerini
hemen ödemesi lâz›md›r. Allahü teâlâ, hükûmet, devlet ifllerine kar›flmay› emr etmedi. Hükûmete yard›m etme¤i, fitne ç›karmama¤› emr etdi.]
O hâlde müslimânlar›n Allahü teâlâdan hayâ etmeleri, s›k›lmalar› lâz›md›r.
Hayâ îmândand›r. Müslimânl›k hayâs› zarûrî lâz›md›r. Kâfirleri ve kâfirli¤i ve islâmiyyete uym›yan hangi inan›fl, hangi nazariyye, hangi teori olursa olsun, hepsini yanl›fl bilmek ve zararl› oldu¤una inanmak lâz›md›r. Cenâb-› Hak, kâfirlerden
cizye alma¤›, ya’nî vergi vermelerini emr buyurmufldur. Bundan maksad, onlar› tahkîrdir. Bu hakâret, o derece te’sîrlidir ki, cizye vermek korkusundan, k›ymetli elbise giyemezler, süslenemezler. Hakîr ve sefîl yaflarlar. Cizyenin gâyesi, kâfirlerin
hakâret ve rüsvâl›¤›d›r. Müslimânl›¤›n izzet ve flerefini göstermekdir. Zimmî,
müslimân olursa, cizye vermesi sâk›t olur. Bir kalbde îmân bulundu¤una alâmet,
kâfirleri sevmemekdir. [Sevmemek kalble olur. Onlarla ve herkesle iyi geçinmeli, kimseyi incitmemelidir.
Ancak, zarûret ve ihtiyâc îcâb›, geçici iflbirlikleri yap›labilir ise de, bu, kalb ile
seviflmek olmamal› ve zarûret bitince, sona ermelidir.
Süâl: Kimseye sû’i zan etmemeli, kötü gözle bakmamal›, kâfir oldu¤unu gösteren ifline, sözüne de¤il, îmân› oldu¤unu gösteren ifline ve sözüne bakmal›d›r. Îmân
kalbde bulunur. Kalbde îmân oldu¤unu Allah bilir. Baflka kimse bilemez. Kalbinde îmân bulunan kimseye kâfir diyenin kendisi kâfir olur. Müslimânl›¤› aç›kca kötülemiyen herkese müslimân gözü ile bakmak, onu sevmek lâz›md›r, deniliyor. Bu
söz do¤ru mudur?
Cevâb: Kimseye sû’i zan etmemeli sözü yanl›fld›r. Bunun do¤rusu (Müslimâna sû’i
zan etmemeli)dir. Ya’nî, müslimân oldu¤unu söyliyen ve küfre sebeb olan bir sözde ve iflde bulunm›yan kimsenin bir sözünden veyâ iflinden hem îmân› oldu¤u, hem
de îmâns›z oldu¤u anlafl›l›rsa, îmân› oldu¤unu anlamal›, dinden ç›kd› dememelidir.
Fekat bir kimse, dîni y›kma¤a, gençleri kâfir yapma¤a u¤rafl›r veyâ harâmlardan birinin iyi oldu¤unu söyleyerek bunun yay›lmas›, herkesin yapmas› için u¤rafl›rsa, yâhud Allahü teâlân›n emrlerinden birinin gericilik, zararl› oldu¤unu söylerse, buna
kâfir denir. Müslimân oldu¤unu söyler, nemâz k›lar, hacca giderse, (Z›nd›k) denir.
Müslimânlar› aldatan böyle iki yüzlüleri müslimân sanmak, ahmakl›k olur.]
Hak teâlâ, Kur’ân-› kerîmde Tevbe sûresinin yirmisekizinci âyetinde kâfirlere
Neces ve doksanbeflinci âyetinde Rics ya’nî pis buyurdu. O hâlde, müslimânlar›n
yan›nda, kâfirlik pis ve afla¤› olmal›d›r. Ra’d sûresinin ondördüncü ve Mü’min sûresinin ellinci âyetlerinde meâlen, (Bu düflmanlar›n düâlar› netîcesizdir. Kabûl olmak ihtimâli yokdur) buyuruldu. Müslimânlardan, Allahü teâlâ râz›d›r ve Peygamberi “sallallahü aleyhi ve sellem” râz›d›r. Allahü teâlân›n r›zâs›na, sevgisine kavuflmakdan dahâ büyük ni’met olmaz.
Îmân ile küfr birbirlerine z›d oldu¤u gibi, âh›ret de, dünyân›n z›dd›d›r. Dünyâ ve
âh›ret bir araya getirilemez. Âh›reti kazanmak için, dünyây› [ya’nî harâmlar›] terk
etmek lâz›md›r. Dünyây› terk etmek, iki dürlüdür: Birisi, bütün harâm olan fleyler
ile berâber, mubâhlar› da, ya’nî günâh olmayan lezzetlerin ço¤unu da b›rak›p, yaflamak için zarûrî olan mikdâr›n› kullanmakd›r. [Ya’nî tenbel ve iflsiz olarak oturup
– 29 –
da, dünyân›n zevk, keyf ve e¤lencelerine dalmak yolunu b›rakarak, her dürlü zevk
ve lezzetinden vazgeçip, bütün zemân›n›, ibâdet ile ve müslimânlar›n râhatlar› ve
islâm dînini bilmiyenlerin, do¤ru yola kavuflmalar› için lâz›m olan ilmî ve teknik üsûlleri ve vâs›talar›, en ileri ve en üstün fleklde yapmak ve kullanmakla geçirmek ve
durmadan çal›flmakd›r ve dünyâ zevk›n› böyle çal›flmakda aramak ve bulmakd›r. Eshâb-› kirâm›n hepsi ve büyüklerimizin ço¤u, böyle idi. Dünyây›, bu söyledi¤imiz fleklde terk etmek, pekâlâ ve pek fâidelidir. Tekrâr edelim ki, bundan maksad, islâmiyyetin emr etdi¤i fleyleri yapmak için, bütün râhat› ve zevkleri fedâ etmekdir.]
‹kincisi, dünyâda harâm ve flübheli fleylerden kaç›p mubâhlar› kullanmakd›r. Bu
k›sm da, hele bu zemânda, çok k›ymetlidir.
O hâlde, islâmiyyetin harâm etdi¤i fleylerden kaç›nmak, her müslimân için lâz›md›r. Yediyüzseksendokuzuncu [789] sahîfeye bak›n›z!
[Bunlar›n harâm olmas›na ehemmiyyet vermiyen ve kaç›nma¤a lüzûm görmeyen, ya’nî Allahü teâlân›n yasak etmesine ald›r›fl etmeyen veyâ bunlar› be¤enen,
ne güzel diyen (Kâfir) [Allaha düflman] olur. Bunlar Cehennemde, sonsuz kalacakd›r. Allahü teâlân›n harâm etmesine ehemmiyyet verip, kabûl edip de, nefsine ma¤lûb olarak, aldanarak, bunlar› yapan ve sonra akllar›n› toparlay›p piflmân olanlar
kâfir olmaz ve îmânlar›n› gayb etmezler. Böyle kimselere (Âsî) ve (Fâs›k) [kötü
kimse] denir ve (Günâhkâr) denir. Bunlar, günâhlar› sebebiyle, belki Cehenneme
girip cezâlar›n› çekerse de, Cehennemde sonsuz kalm›yacaklar, ç›k›p Cennete
kavuflacaklard›r.]
Allahü teâlân›n mubâh etdi¤i, ya’nî müsâ’ade etdi¤i fleyler pek çokdur. Bunlarda bulunan lezzet, harâmda bulunanlardan, fazlad›r. Mubâh kullananlar› Allahü
teâlâ sever. Harâm kullananlar› sevmez. Akl› olan, do¤ru düflünebilen bir kimse,
geçici bir zevk için, sâhibinin, yaratan›n›n sevgisini teper mi? Zâten, harâm olan
fleylerin say›s› pek azd›r. Bunlarda bulunan lezzet, mubâhlarda da vard›r.
[Dünyâ, ednâ kelimesinin müennesidir. Ya’nî, ism-i tafdîldir. Masdar›, dünüv veyâ denâetdir. Birinci masdardan gelince, çok yak›n demekdir. (Biz en yak›n olan gökü, ç›ra¤larla süsledik) âyet-i kerîmesindeki dünyâ kelimesi böyledir. Ba’z› yerde
de, ikinci ma’nâ ile kullan›lm›fld›r. Meselâ (Denî, alçak fleyler mel’ûndur) hadîs-i
flerîfinde böyledir. Ya’nî (Dünyâ mel’ûndur) demekdir. Alçak fleyler, cenâb-› Hakk›n nehy-i iktizâî ve nehy-i gayr-i iktizâîsidir. Ya’nî, harâm ile mekrûhlard›r. fiu hâlde, Kur’ân-› kerîmde, zem edilen, kötü denilen dünyâ, harâmlar ve mekrûhlard›r. Mal
kötülenmemifldir. Çünki, cenâb-› Hak mala hayr ad›n› vermekdedir. Bu sözümüzü isbât eden vesîka, bütün mahlûklar›n ve insanl›¤›n üstünlükde ikincisi olan ‹brâhîm halîl-ür-rahmân›n mal›d›r. Yaln›z yar›m milyonu s›¤›r olmak üzere, davarlar›, ova ve vâdîleri dolduruyordu. Görülüyor ki, islâmiyyet dünyâ mal›n› kötülememekdedir. ‹brâhîm peygamberin bu kadar zengin olmas›, sözümüzü isbât etmekdedir.]
12 — Harâm ifllememek ve bütün ahkâm-› islâmiyyeyi yerine getirmek, çok kolayd›r. Kalbi bozuk olana güç gelir. Evet, birçok ifller vard›r ki, sa¤lam insanlara
kolayd›r. Hastalara ise güçdür. Kalbin bozuk olmas›, islâmiyyete temâm inanmamas› demekdir. Bu gibi insanlar, inand›m dese de, hakîkî tasdîk de¤ildir. Lâf ile tasdîkdir. Kalbde hakîkî tasdîk›n, do¤ru îmân›n bulunmas›na bir alâmet, dîn-i islâm
yolunda yürümekde kolayl›k duymakd›r.
13 — Allahü teâlân›n feyzleri, ni’metleri, ihsânlar›, ya’nî iyilikleri, her ân, insanlar›n iyisine, kötüsüne, herkese gelmekdedir. Herkese mal, evlâd, r›zk, hidâyet,
irflâd ve selâmet ve dahâ her iyili¤i fark gözetmeksizin göndermekdedir.
Fark, bunlar› kabûlde, alabilmekde ve ba’z›lar›n› da almamak sûretiyle, insanlardad›r. Nahl sûresinin otuzüçüncü âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, kullar›na
zulm etmez, haks›zl›k etmez. Onlar, kendilerini azâba, ac›lara sürükleyen bozuk düflünceleri, çirkin iflleri ile kendilerine zulm ve iflkence ediyorlar) buyurulmufldur.
– 30 –
Nitekim günefl, hem çamafl›r y›kayan adama, hem de çamafl›rlara, ayn› fleklde,
parlamakda iken, adam›n yüzünü yak›p karart›r, çamafl›rlar›n› ise beyâzlat›r.
[Bunun gibi, elmaya ve bibere ayn› fleklde parlad›¤› hâlde, elmay› k›zart›nca tatl›lafld›r›r. Biberi k›zart›nca ac›lafld›r›r. Tatl›l›k ve ac›l›k hep güneflin ›fl›klar› ile ise
de, aralar›ndaki fark, güneflden de¤il, kendilerindendir. Allahü teâlâ, bütün insanlara çok ac›d›¤› için ve bir anan›n yavrusuna olan merhametinden dahâ çok ac›d›¤› için, dünyân›n her taraf›ndaki, her insan›n, her âilenin, her cem’›yyetin ve milletin her zemânda ve her ifllerinde nas›l hareket etmeleri lâz›m gelece¤ini, dünyâda ve âh›retde râhat etmeleri ve se’âdet-i ebediyyeye kavuflmalar› için, ifllerini ne
yolda yürütmeleri ve nelerden kaç›nmalar› lâz›m geldi¤ini, Kur’ân-› kerîmde bildirdi. Ehl-i sünnet âlimleri, bunlar›n hepsini, keskin görüflleri ile bulup, milyonlarca kitâb yazarak, bütün dünyâya bildirdi. Demek ki, Allahü teâlâ, insanlar› ifllerinde bafl› bofl b›rakmam›fl, islâmiyyetin girmedi¤i bir yer kalmam›fld›r. Demek
ki, islâmiyyeti dünyâ ifllerinden ay›rmak mümkin de¤ildir. ‹slâmiyyeti dünyâ ifllerinden ay›rma¤a kalk›flmak, islâmiyyeti ve müslimânlar› yeryüzünden kald›rma¤a çal›flmak demek olmaz m›?]
‹nsanlar›n, âh›retdeki ni’metlere nâil olmamalar›, Ondan yüz çevirdikleri
içindir. Yüz çeviren, elbette birfley alamaz. A¤z› kapal› bir kap, Nisan ya¤muruna elbette kavuflamaz. Evet, yüz çeviren birçok kimsenin, dünyâ ni’metleri içinde yaflad›¤› görülüp, mahrûm kalmad›klar› zan olunuyor ise de, bunlara dünyâ
için çal›flmalar›n›n karfl›l›¤›n› vermekdedir. Yaln›z dünyâ için çal›flanlara verdi¤i dünyâl›klar hakîkatde azâb ve felâket tohumlar›d›r. Mekr-i ilâhî ile, istidrâc
olarak, ya’nî Allahü teâlân›n aldatarak, ni’met fleklinde gösterdi¤i musîbetlerdir. Nitekim, Mü’minûn sûresi, ellialt›nc› âyetinde meâlen, (Kâfirler, mal ve
çok evlâd gibi dünyâl›klar› verdi¤imiz için, kendilerine iyilik mi ediyoruz, yard›m
m› ediyoruz san›yor. Peygamberime “sallallahü aleyhi ve sellem” inanmad›klar› ve dîn-i islâm› be¤enmedikleri için, onlara mükâfât m› ediyoruz, diyorlar? Hay›r öyle de¤ildir. Aldan›yorlar. Bunlar›n ni’met olmay›p, musîbet oldu¤unu anlam›yorlar) buyurdu. Kalbleri [gönülleri] Hak teâlâdan yüz çevirenlere verilen
dünyâl›klar, hep harâbl›kd›r, felâketdir. fieker hastas›na verilen tatl›lar, helvalar
gibidir.
[Kalb, yürek denilen et parças›nda bulunan bir kuvvetdir. Elektri¤in aküde, pilde bulunmas› gibidir. Rûh [can] ise, bedenin her yerinde bulunur. Kalb, nefse uyup,
küfr veyâ günâh yapmak isteyince, Allahü teâlâ, bu kula ac›rsa, küfr ve günâh ifllemesini istemez. O da, yapamaz. Ac›mazsa, ifllemesini ister ve yarat›r. Karfl›l›¤›n› da verir. O hâlde insan›n azâblara, felâketlere sürüklenmesine sebeb, kendisidir. Kalbinin islâmiyyete uymay›p, nefsine uymas›d›r.
Süâl: Allahü teâlâ, nefsi yaratmasayd›, insanlar onun aldatmas›ndan kurtulurdu. Kimse kötülük yapmaz, herkes Cennete giderdi. ‹yi olmaz m› idi?
Cevâb: Bu dünyâda, her mahlûkda, herfleyde, Allahü teâlân›n hem rahmet s›fat›, hem de kahr, gadab s›fat› tecellî, zuhûr etmekdedir. Su, insanlar›n, hayvanlar›n ve nebâtât›n yaflamalar› için, temizlik için, yemek, ilâc yapmak için lâz›m oldu¤u gibi, denizde binlerce insan bo¤ulmakda, sel sular› evleri y›kmakdad›r. So¤uk su içen, hasta olmakdad›r. Atefl, ekmek, yemek piflirmek için, k›fl›n ›s›nmak için
lâz›m oldu¤u gibi, içine düfleni yakmakdad›r. Elektrik, çok yerde iflimize yarad›¤› hâlde, yang›na sebeb olmakda, insana çarp›nca, hemen öldürmekdedir. Her ilâc,
bir derde devâ oldu¤u hâlde, fazlas› zararl› olmakdad›r. Herfley de böyledir. Nefs
de bunlar gibidir. Hem fâideli, hem zararl› taraflar› vard›r. Nefsin yarat›lmas›, insanlar›n yaflamas›, üremesi ve dünyâ için çal›flmalar› ve âh›ret için cihâd sevâb› kazanmalar› içindir. Allahü teâlâ, nefsi böyle nice fâideler için yaratd›. Fekat, nefs,
tegaddî ve tenâsül lezzetlerine doymaz. Allahü teâlâ bütün insanlara merhamet ederek, ac›yarak, nefse hâkim olup, zararl› arzûlar›n› önlemeleri için, akl da yaratd›.
– 31 –
Akl, insan dimâg› vâs›tas› ile, his uzvlar›ndan, fleytândan ve nefsden kalbe gelen
arzûlar› inceliyerek, iyilerini kötülerinden ay›ran bir kuvvetdir. Ay›r›rken yan›lmazsa (Akl-› selîm) denir. Allahü teâlâ, ayr›ca Peygamberler göndererek, hangi
fleylerin fâideli, iyi ve hangi fleylerin zararl›, fenâ olduklar›n› ve nefsin bütün arzûlar›n›n kötü oldu¤unu bildirdi. Akl, nefsin isteklerini, Peygamberlerin iyi dedikleri fleylerden ay›r›p, kalbe bildirir, kalb de, akl›n bildirdi¤ini ihtiyâr ederse, ya’nî
tercîh ederse, nefsin arzûlar›n› yapma¤› irâde etmez. Ya’nî dimâg [beyin] vâs›tas› ile, hareket uzvlar›na bunu yapd›rmaz. Kalb, islâmiyyetin iyi dediklerini, ihtiyâr ve irâde eder ve yapd›r›rsa, insan se’âdete kavuflur. Kalbin, iyiden, kötüden birini ihtiyâr ve irâde etmesine (Kesb) denir. ‹nsan›n hareket organlar›, dimâg›na,
dimâg da kalbine tâbi’dir. Kalbin emrine uygun hareket ederler. Kalb, dimâg vâs›tas› ile his organlar›ndan ve rûh vâs›tas› ile taraf-› ilâhîden ve akldan, melekden,
hâf›zadan, nefsden ve fleytândan gelen te’sîrlerin topland›¤› bir merkezdir. Kalb,
akla uyunca, nefsin yarat›lm›fl olmas›, insanlar›n sonsuz ni’metlere kavuflmalar›na mâni’ olmaz. (Herkese Lâz›m Olan Îmân) 64.cü sahîfeye bak›n›z! Kalbin nefse aldanmamas›, ona uymamas›, nefs ile (Cihâd-› ekber) olur. Allahü teâlâ, cihâd
edenlere, Cennetde yüksek dereceler verece¤ini bildiriyor. Nefs, insanlar›n cihâd
sevâb›na kavuflmalar›na, meleklerden üstün olmalar›na sebeb olmakdad›r.]
14 — Allahü teâlân›n rahmeti, flefkati dünyâda mü’minlere ve kâfirlere, herkese birlikde yetifldi¤i ve herkesin çal›flmas›na ve iyiliklerine dünyâda karfl›l›¤›n› verdi¤i hâlde, âh›retde kâfirlere merhametin zerresi bile yokdur. Nitekim Hûd sûresi, onbeflinci âyetinde meâlen, (Görüflleri k›sa, akllar› eksik olanlar, âh›reti düflünmeyip her iyili¤i, flöhret, mevk›’ ve hurmet gibi dünyâ râhatl›klar›n› ve lezzetlerini kazanmak için yap›yor. Bu yapd›klar›n›n karfl›l›klar›n› dünyâda kendilerine
temâmen verir, umduklar›ndan birini esirgemeyiz. Bunlar›n âh›retdeki kazançlar›, yaln›z Cehennem ateflidir. Çünki, iyiliklerinin karfl›l›klar›n› alm›fllard›r. Alacaklar› yaln›z, bozuk niyyetlerinin karfl›l›¤› olan, Cehennem atefli kalm›fld›r. H›rs ve
flehvetleri için, gösterifl için yapd›klar› iyilikleri âh›retde kendilerine yaram›yacak,
bunlar› Cehennemden kurtaram›yacakd›r) buyuruldu.
‹srâ sûresinde, onsekizinci âyetinde meâlen, (Görüflleri ve akllar›, bu dünyâ çerçevesine s›k›flm›fl olanlar, âh›reti b›rakarak dünyân›n çabuk geçici zevklerinin arkas›nda kofluyor. Gece gündüz düflündükleri ve s›k›nt›lara katlanarak özledikleri bu ni’metlerden, diledi¤imizi, istediklerimize kolayl›kla ve bol bol veririz. Fekat, bunlara böylece iyilik etmiyoruz. Cehennem azâb›n› hâz›rl›yoruz. Bunlar
âh›retde rahmetden uzaklafld›r›l›p, kötü bir hâlde, Cehenneme sürükleneceklerdir. Herbiri çabuk biten ve arkas›ndan s›k›nt›lar ve felâketler b›rakan bu dünyâ lezzetlerine ba¤lanmay›p da, va’d etdi¤im sonsuz ve hakîkî ve hiç de¤iflmeyen âh›ret
ni’metlerini istiyerek, gösterdi¤im ve be¤endi¤im iyilikleri yapanlara gelince,
bunlar, Kur’ân-› kerîmde bildirdi¤im yolda yürüdükleri için, bütün iyiliklerini
be¤eniriz. Dünyâda, hem dünyân›n âfl›klar›na, hem de sözlerime inan›p emrlerimi yapanlara istediklerini veririz. Kimseyi umdu¤undan mahrûm b›rakmay›z.
Ni’metlerimizi hepsine serperiz. Senin Rabbinin ni’metlerinin yetiflmedi¤i kimse
yokdur) buyuruldu.
15 — Muhammed aleyhissalâtü vesselâma tâm ve kusûrsuz tâbi’ olabilmek
için, Onu tâm ve kusûrsuz sevmek lâz›md›r. Bunun alâmeti de, Onun düflmanlar›n› düflman bilmek, Onu be¤enmeyenleri sevmemekdir. Muhabbete müdâhene,
ya’nî gevfleklik s›¤maz. Âfl›klar, sevgililerinin dîvânesi olup, onlara ayk›r› birfley
yapamaz. Ayk›r› gidenlerle uyuflamaz. ‹ki z›d fleyin muhabbeti bir kalbde, bir
arada yerleflemez. ‹ki z›ddan birini sevmek, di¤erine düflmanl›¤› îcâb eder.
Bu dünyâ ni’metleri geçicidir ve aldat›c›d›r. Bugün senin ise, yar›n baflkas›n›nd›r. Âh›retde ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyâda iken kazan›l›r. Bu birkaç günlük hayât, e¤er dünyâ ve âh›retin en k›ymetli insan› olan, Muhammed aleyhisse– 32 –
lâma tâbi’ olarak geçirilirse, se’âdet-i ebediyye, sonsuz necât, kurtulufl umulur. Yoksa Ona tâbi’ olmad›kça, herfley, hiçdir. Ona uymad›kça, her yap›lan hayr, iyilik, burada kal›r, âh›retde ele birfley geçmez.
16 — Muhammed Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, mahbûb-i Rabbil’âlemîndir. Ya’nî Allahü teâlân›n sevgilisidir. Her fleyin en iyisi, sevgiliye verilir.
[Seyyid Abdülhakîm efendi buyurdu ki: (Her Peygamber, kendi zemân›nda, kendi mekân›nda, kendi kavminin hepsinden, her bak›mdan üstündür. Muhammed
“aleyhisselâm” ise, her zemânda, her memleketde, ya’nî dünyâ yarat›ld›¤› günden,
k›yâmet kopuncaya kadar, gelmifl ve gelecek, bütün varl›klar›n, her bak›mdan en
üstünüdür. Hiç kimse, hiçbir bak›mdan Onun üstünde de¤ildir. Bu güç birfley de¤ildir. Diledi¤ini yapan, her istedi¤ini yaratan, Onu böyle yaratm›fld›r. Hiçbir insan›n Onu medh edecek gücü yokdur. Hiçbir insan›n, Onu tenkîd edecek iktidâr› yokdur). Allahü teâlân›n, (Sen olmasayd›n, gökleri yaratmazd›m!) buyurdu¤u, (Ma’rifetnâme) önsözünde ve (Mevâhib-i ledünniyye)nin 6. c› ve 13. cü ve (Envâr-› Muhammediyye)nin 13. cü ve 15. ci sahîfelerinde yaz›l›d›r. ‹mâm-› Rabbânînin (Mektûbât)›n›n üçüncü cildindeki, 122. ci ve 124. cü mektûblar›nda da yaz›l›d›r.]
17 — Allahü teâlâ, bir insanda bulunabilecek, görünür görünmez bütün iyilikleri, bütün üstünlükleri, bütün güzellikleri, sevgilisinde toplam›fld›r. Meselâ, insanlar›n en güzel yüzlüsü ve gâyet nûrânî benizlisi idi. Mubârek yüzü, k›rm›z› ile kar›fl›k beyâz olup, ay gibi nûrlan›rd›. Sözleri gâyet tatl› olup, gönülleri al›r, rûhlar›
cezb ederdi. Akl› o kadar çokdu ki, Arabistân yar›m adas›nda, sert, inâdc› insanlar aras›nda gelip, çok güzel idâre ederek ve cefâlar›na sabr ederek, onlar› yumuflakl›¤a ve itâ’ate getirdi. Ço¤u dinlerini b›rak›p müslimân oldu ve dîn-i islâm yolunda babalar›na ve o¤ullar›na karfl› harb etdi. Onun u¤runda mallar›n›, yurtlar›n› fedâ edip, kanlar›n› ak›td›. Hâlbuki, böyle fleylere al›fl›k de¤ildiler. Güzel huyu,
yumuflakl›¤›, afv›, sabr›, ihsân›, ikrâm›, o kadar çokdu ki, herkesi hayrân b›rak›rd›. Görenler ve iflitenler seve seve müslimân olurdu. Hiçbir hareketinde, hiçbir iflinde, hiçbir sözünde, hiçbir zemân, hiçbir çirkinlik, hiçbir kusûr görülmemifldir.
Kendisi için kimseye gücenmedi¤i hâlde, din düflmanlar›na, dîne dil ve el uzatanlara karfl› sert ve fliddetli idi. Herkese karfl› yumuflak olmasayd›, Peygamberlik heybetinden, büyüklük hâllerinden, kimse yan›nda oturma¤a ve sözünü dinleme¤e tâkat getiremezdi.
Kimseden birfley okumam›fl, ö¤renmemifl, hiç yaz› yazmam›fl iken ve seyâhat etmeyen ve geçmifllerden ve etrafdakilerden haberi olmayan insanlar aras›nda hâs›l olmufl iken, Tevrâtda ve ‹ncîlde ve bütün baflka kitâblarda yaz›l› fleyleri bildirdi. Geçmifllerin hâllerinden haber verdi. Her dinden, her meslekden ileri gelenlerin hepsini huccet ve burhânlar söyliyerek susdurdu. En büyük mu’cize olarak
Kur’ân-› kerîmi ortaya koydu ki, alt›binikiyüzotuzalt› âyetinden biri gibi söyliyemezsiniz diye meydân okudu¤u hâlde, kimse, bindörtyüz bu kadar seneden beri,
dünyân›n her taraf›nda bütün islâm düflmanlar› elele vererek, mallar, servetler dökerek u¤rafld›klar› hâlde, söyliyemedi. fiimdi de, milyonlar dökerek ve yehûdî, papas, mason güçlerini kullanarak, çal›fld›klar› hâlde söyliyemiyorlar. Hele o zemân,
arablarda, fli’r, edebiyyât, fesâhat ve belâgat, herfleyden ileri gidip en güvendikleri baflar›lar› oldu¤u hâlde, Kur’ân-› kerîm karfl›s›nda, birfley söyliyemediler.
Kur’ân-› kerîme böyle galebe çalamay›nca, çoklar› insâfa gelip müslimân oldu. Îmân
etmeyenleri de, islâmiyyetin yay›lmas›n› önlemek için, dö¤üflme¤e mecbûr oldu.
Kur’ân-› kerîmde kimsenin yapam›yaca¤›, söyliyemiyece¤i fleyler say›lam›yacak
kadar çokdur. Burada alt›s›n› bildirelim:
Birincisi: Îcâz ve belâgatd›r. Ya’nî az söz ile ve pürüzsüz ve kusûrsuz olarak, çok
fley anlatmakd›r.
‹kincisi: Harfleri ve kelimeleri, arab harflerine ve kelimelerine benzedi¤i hâl– 33 –
Se’âdet-i Ebediyye 1-F:3
de, âyetler, ya’nî sözler ve cümleler, onlar›n sözlerine ve fli’rlerine ve hutbelerine
hiç benzemiyor. Kur’ân-› kerîm, insan sözü de¤ildir. Allah kelâm›d›r. Kur’ân-› kerîmin yan›nda onlar›n sözleri, cam parçalar›n›n elmasa benzemesi gibidir. Dil
mütehass›slar› bunu pek iyi görüyor ve teslîm ediyor.
Üçüncüsü: Bir insan, Kur’ân-› kerîmi ne kadar çok okursa okusun b›km›yor,
usanm›yor. Arzûsu, hevesi, sevgisi ve zevk› art›yor. Hâlbuki, Kur’ân-› kerîmin tercemelerinin ve baflka flekllerde yazmalar›n›n ve di¤er bütün kitâblar›n okunmas›nda, böyle arzû ve lezzet artmas› olmuyor. Usanç hâs›l oluyor. Yorulmak baflkad›r,
usanmak baflkad›r.
Dördüncüsü: Geçmifl insanlar›n hâllerinden bilinen ve bilinmeyen birçok fley
Kur’ân-› kerîmde bildirilmekdedir.
Beflincisi: ‹lerde olacak fleyleri bildirmekdedir ki, bunlardan ço¤u zemânla
meydâna ç›km›fl ve ç›kmakdad›r.
Alt›nc›s›: Kimsenin hiçbir zemânda, hiçbir sûretle bilemiyece¤i ilmlerdir ki, Allahü teâlâ, ulûm-i evvelîni ve âh›rîni Kur’ân-› kerîmde bildirmifldir.
Kur’ân-› kerîmin mu’cize oldu¤u (Hakîkat Kitâbevi)nin türkçe ve ingilizce
neflr etdi¤i (Herkese Lâz›m Olan Îmân) kitâb›nda çok güzel îzâh edilmekdedir.
Demek oluyor ki, büyük bir flehrde, herkesin aras›nda do¤up, yetiflmifl, k›rk sene birlikde yaflay›p, bir kitâb okumam›fl, seyâhat etmemifl, fli’r söylememifl ve
nutk vermemifl iken, birdenbire, kimsenin söyliyemiyece¤i ve alt›s›n› bildirdi¤imiz
incelikleri ile, her sözün ve her kitâb›n üstünde bir kitâb getiren ve güzel huylar›
ve üstün hâlleri ile, bütün insanlar›n ve Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, her bak›mdan en iyisi olan bir kimsenin, Allahü teâlân›n sevgili Peygamberi oldu¤u, akl ve vicdân sâhibleri için, pek aç›k bir hakîkatdir.
18 — Ona tâbi’ olmak (Ahkâm-› islâmiyye)yi be¤enip, seve seve yapmak ve
Onun emrlerini ve islâmiyyetin k›ymet verdi¤i, üstün tutdu¤u fleyleri ve âlimlerini, sâlihlerini büyük bilip, hurmet etmekdir ve Onun dînini yayma¤a u¤raflmak demekdir ve Allahü teâlân›n emrlerine uymak istemeyenleri sevmemekdir.
[Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki, (Hepiniz bir sürünün çoban› gibisiniz. Çoban sürüsünü korudu¤u gibi, siz de evlerinizde ve emrleriniz alt›nda olanlar› Cehennemden korumal›s›n›z! Onlara müslimânl›¤› ö¤retmelisiniz! Ö¤retmez iseniz mes’ûl olacaks›n›z). Bir kerre de buyurdu ki, (Çok müslimân evlâd›, babalar› yüzünden Veyl ismindeki Cehenneme gideceklerdir. Çünki, bunlar›n babalar›, yaln›z para kazanmak ve keyf sürmek h›rs›na düflüp ve yaln›z dünyâ iflleri arkas›nda koflup, evlâdlar›na müslimânl›¤› ve Kur’ân-› kerîmi
ö¤retmediler. Ben böyle babalardan uza¤›m. Onlar da, benden uzakd›r. Çocuklar›na dinlerini ö¤retmiyenler, Cehenneme gideceklerdir). Yine buyurdu ki, (Çocuklar›na Kur’ân-› kerîm ö¤retenlere veyâ Kur’ân-› kerîm hocas›na gönderenlere, ö¤retilen Kur’ân›n her harfi için, on kerre Kâ’be-i mu’azzama ziyâreti sevâb› verilir
ve k›yâmet günü, bafl›na devlet tâc› konur. Bütün insanlar görüp imrenir). Yine buyurdu ki, (Çocuklar›n›za nemâz k›lmas›n› ö¤retiniz. Yedi yafl›na gelince, nemâz›
emr ediniz. On yafl›na gelince k›lmazlar ise, döverek k›ld›r›n›z). Yine buyurdu ki,
(Bir müslimân›n evlâd› ibâdet edince, kazand›¤› sevâb kadar, babas›na da verilir.
Bir kimse, çocu¤una f›sk, günâh ö¤retirse, bu çocuk ne kadar günâh ifllerse, babas›na da o kadar günâh yaz›l›r). ‹bni Âbidîn nemâz›n mekrûhlar› sonunda buyuruyor ki, (Kendinin yapmas› harâm olan fleyi çocu¤a yapd›ran kimse, harâm ifllemifl
olur. O¤luna ipek elbise giydiren, alt›n takan ve içki içiren, k›bleye karfl› abdest bozduran, k›bleye ayak uzatmas›na sebeb olan kimse, günâh ifllemifl olur). (Mürflidün-nisâ)daki hadîs-i flerîfde, (Zevcesinin ve çocuklar›n›n haklar›n› îfâ etmiyenin
nemâzlar›, oruclar› kabûl olmaz) buyuruldu.
‹mâm-› Gazâlî “rahmetullahi aleyh”, (Kimyâ-i se’âdet) kitâb›nda buyuruyor ki,
– 34 –
(Meselâ k›zlar›n, kad›nlar›n aç›k gezmeleri harâmd›r. ‹nce, dar, süslü, renkli fleylerle örtünerek gezmeleri de harâmd›r. Böyle gezenler, Allahü teâlâya âsî olduklar›, günâha girdikleri gibi, bunlar›n bafl›nda bulunan, baba, zevc, birâder ve amcadan hangisi, böyle gezme¤e r›zâ verir ise, bu da, ›syân ve günâhda ortak olur).
Dîn-i islâm›n temeli, îmân›, farzlar› ve harâmlar› ö¤renmek ve ö¤retmekdir. Allahü teâlâ, Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” bunun için göndermifldir. Gençlere bunlar ö¤retilmedi¤i zemân, islâmiyyet y›k›l›r, yok olur. Allahü teâlâ, müslimânlara (Emr-i ma’rûf) yapma¤› emr ediyor. Ya’nî, benim emrlerimi, bildiriniz, ö¤retiniz diyor ve (Nehy-i anilmünker) emr ediyor. Ya’nî, yasak etdi¤im
harâmlar› bildiriniz ve yap›lmas›na râz› olmay›n›z, diyor.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki, (Birbirinize müslimânl›¤› ö¤retiniz. Emr-i ma’rûfu b›rak›r iseniz, Allahü teâlâ, en kötünüzü bafl›n›za musallat eder ve düâlar›n›z› kabûl etmez). Ve buyurdu ki, (Bütün ibâdetlere verilen sevâb, Allah yolunda gazâya verilen sevâba göre, deniz yan›nda bir damla su
gibidir. Gazân›n sevâb› da, emr-i ma’rûf ve nehy-i anilmünker sevâb› yan›nda, denize nazaran bir damla su gibidir). ‹bni Âbidîn, beflinci cild sonunda (F›kh âliminin müslimânlara sa¤lad›¤› fâidenin sevâb›, cihâd sevâb›ndan çokdur) diyor.
Hülâsa evlâd, ana baba elinde bir emânetdir. Çocuklar›n temiz kalbleri k›ymetli bir cevher gibidir. Mum gibi, her flekli alabilir. Küçük iken, hiçbir flekle girmemifldir. Temiz bir toprak gibidir. Temiz topra¤a hangi tohum ekilirse, onun meyvesi hâs›l olur. Çocuklara îmân, Kur’ân ve Allahü teâlân›n emrleri ö¤retilir ve yapma¤a al›fld›r›l›rsa, din ve dünyâ se’âdetine ererler. Bu se’âdetde analar›, babalar›
ve hocalar› da ortak olur. E¤er bunlar ö¤retilmez ve al›fld›r›lmaz ise, bedbaht
olurlar. Yapacaklar› her fenâl›¤›n günâh›, ana, baba ve hocalar›na da verilir. Tahrîm sûresinde alt›nc› âyet-i kerîmenin meâl-i flerîfi, (Kendinizi ve evlerinizde ve emrlerinizde olanlar› ateflden koruyunuz!)dur. Bir baban›n, evlâd›n› Cehennem ateflinden korumas›, dünyâ ateflinden korumas›ndan dahâ mühimdir. Cehennem ateflinden korumak da, îmân› ve farzlar› ve harâmlar› ö¤retmekle ve ibâdete al›fld›rmakla ve dinsiz, ahlâks›z arkadafllardan korumakla olur. Bütün fenâl›klar›n bafl›,
fenâ arkadafld›r.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Bütün çocuklar müslimânl›¤a uygun ve elveriflli olarak dünyâya gelir. Bunlar›, sonra analar›, babalar› h›ristiyan, yehûdî ve dinsiz yapar) sözü ile müslimânl›¤›n yerlefldirilmesinde ve yok edilmesinde en mühim iflin, gençlikde oldu¤unu bildiriyor. O hâlde, her müslimân›n birinci vazîfesi, evlâd›na islâmiyyeti ve Kur’ân-› kerîmi ö¤retmekdir. Evlâd, büyük
ni’metdir. Ni’metin k›ymeti bilinmezse, elden gider. Bunun için (Pedagogie),
ya’nî çocuk terbiyesi, islâm dîninde çok k›ymetli bir ilmdir.
‹slâm dînine karfl› olanlar da, bu mühim noktay› anlad›klar› içindir ki, asr›m›z›n en tehlükeli dinsizlik oca¤› olan mason ve komünistler, (Gençli¤in ele al›nmas› birinci hedefimizdir. Çocuklar› dinsiz olarak yetifldirmeliyiz) diyorlar. Masonlar, ‹slâmiyyeti yok etmek ve Allahü teâlân›n emrlerinin ö¤retilmesini ve yapd›r›lmas›n› engellemek için (Gençlerin kafalar›n› yormamal›d›r. Din bilgilerini büyüyünce kendileri ö¤renirler) ve (Hepimiz bütün kudretimiz ile, îmân hürriyyeti
fikrini dünyâya yayma¤a sar›lmal›y›z ve localar›m›zda verdi¤imiz kararlar› her memlekete yerlefldirmeliyiz. Din kardeflli¤ini yok edip, bunun yerine mason kardeflli¤i getirmeliyiz. Dinleri yok etmekden ibâret olan mukaddes gâyemize, bu sûretle kavuflaca¤›z) diyorlar.
O hâlde, müslimânlar din câhillerinin hîlelerine, yalanlar›na aldanmamal›, onlar›n okflay›c›, aldat›c›, yard›msever sözlerine inanmamal›d›r. Müslimânlar, birbirlerine (Emr-i ma’rûf) eder ve (Nehy-i münker) eder.
Bugün, her memleketde gençlere, kemiklerinin, adalelerinin, ellerinin, ayaklar›n›n, hâs›l› her uzvunun kuvvetlenmesi, güzelleflmesi ve âhenkli olmas› için, be– 35 –
den hareketleri, kültür-fizik ö¤retiliyor ve yapd›r›l›yor. Beyin çal›flmalar›n›n ve rûhî fe’âliyyetlerinin inkiflâf etmesi ve tâzelenmesi için hesâb, hendese, psikoloji kâideleri ve tatbîkât› ve kanlar›n› harekete getirerek hücrelerini temizletecek ekzersiz fizikler ezberletiliyor ve yapd›r›l›yor. Bütün bunlar ve dünyâ ifllerinde lâz›m olacak bilgiler, bir ders ve vazîfe hâline konup çal›fld›r›l›rken, dünyâ ve âh›retin hakîkî se’âdetini ve insanlar›n râhat, huzûr ve her dürlü inkiflâf ve terakkîlerini ve Allahü teâlân›n r›zâs›n› ve sevgisini kazand›racak olan îmân›n, islâm›n, farzlar›n, vâciblerin ve sünnetlerin ve halâlin ö¤retilmesi ve yapd›r›lmas› ve harâmlar›n ve kâfirli¤e sebeb olan fleylerin ö¤retilip, bunlardan sak›n›lmas› bir kabâhat ve vicdânlara tecâvüz fleklinde gösterilir ise, do¤ru mu olur? Bugün, bütün h›ristiyan memleketlerinde, bir çocuk dünyâya gelir gelmez, buna kendi dinlerinin îcâblar›n›
yap›yorlar. Her yafldaki insanlara, yehûdîli¤i ve h›ristiyanl›¤› titizlikle afl›l›yorlar.
Müslimânlar›n îmânlar›n›, dinlerini çalmak ve yok etmek ve onlar› da, h›ristiyan
yapmak için, sand›k dolular› kitâb, broflür ve sinema filmlerini islâm memleketlerine gönderiyorlar. Meselâ, h›ristiyanlar, Îsâ aleyhisselâm›, Allahü teâlân›n [hâflâ]
o¤lu san›yor ve Allahü teâlâya (Baba), (Allah baba) diyorlar. Yazd›klar› romanlarda ve filmlerde, (Allah baba bizi kurtar›r) gibi fleyler söylüyorlar. Hâlbuki,
Allahü teâlâya (Baba), (Allah baba) diyen kimsenin îmân› gider, kâfir olur. Müslimânlar, böyle hîleli filmlere gitmemeli, romanlar› okumamal›d›r. ‹flte bunun gibi, dahâ nice yollarla, gençli¤in îmân›n›, sinsice çal›yorlar. Bu u¤raflmalar›na, insanl›¤a hizmet, demokrasi rejiminin bahfl etdi¤i bir hak ve hürriyyet diyorlar da,
bir müslimân›n, bir din kardefline, Allahü teâlân›n emrlerini hât›rlatmas›na, din propagandas›, gericilik ve vicdân hürriyyetine tecâvüz denirse, haks›zl›k olmaz m›?
Müslimân olm›yanlar›n, müslimânl›¤a karfl› nazariyyeler, fikrler yürütmesi,
gâyet tabî’î karfl›lan›p da, müslimânlar›n, (Ehl-i sünnet) âlimlerinin bildirdikleri
hakîkî, do¤ru müslimânl›kdan bahs etmesine ve Muhammed aleyhisselâm›n ›fl›kl› yolunu göstermesine irticâ’, te’assub, gericilik ve yobazl›k gibi ismler takarak,
cürm, bölücülük fleklini verme¤e, bu ma’sûmlar›, lekeleme¤e kalk›flmak, bir gericilik, bir yobazl›k, bir te’assub de¤il midir? Bu temiz rûhlu, ileriyi görüfllü, ilme,
ahlâka, fenne, fazîlete koflan fâideli insanlara ibtidâî, gayr-› tabî’î adam demek ve
müslimânl›¤› be¤enmiyenlere asrî, ayd›n ve uyan›k insan demek, bir kin ve bozgunculuk olmaz m›? Bir tarafdan, din serbestdir, Allah ile kul aras›na girilmez, herkes vicdân›n›n ilhâm›na göre Allah›n› tan›r ve tapar sözünü ileri sürerek, Emr-i
ma’rûfu ve Nehy-i münkeri durdurup, ecdâd›m›zdan mîrâs kalan îmân›m›z› söndürme¤e çal›fl›p, di¤er tarafdan, müslimânl›¤› bozmak, yok etmek için, (Yahova flâhidleri) denilen misyonerlerin, hîleler ve plânlar ile hâz›rlad›klar› zehrli kitâb ve
mecmû’alar, yald›zl› i’lânlarla, reklâmlarla gençli¤in önüne sürülürse, müslimânlar incinmez mi?
Kâfirler, müslimânl›¤› dünyâdan kald›rma¤a u¤rafl›yor, bu çal›flmalar›nda öncülü¤ü ingilizler yap›yor. Bütün gayretlerine ra¤men, gençlerin, müslimânl›¤› merâk edip arafld›rma¤a bafllamas›na bile, tehammül edemiyerek, Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” sözleri kulaklar›na gelince, tepeden
t›rna¤a kadar gayz, kin ve intikâm atefli ile k›z›yorlar. Mecmû’alar›nda, gazetelerinde, televizyonlar›nda sar›k, tesbîh, sakal resmleri yaparak, hortlat›lan kara
kuvvet: ‹rticâ’, diyorlar. Îmâns›zl›klar›n›n cezâs› olarak, vücûdlar› ve rûhlar›, Cehennem ateflinde, sonsuz yanaca¤› gibi, habîs rûhlar›, dünyâda da, böyle k›z›p yanmakdad›r. Böyle gazete ve televizyon çok zararl›d›r.
Müslimânlar, birbirine hurmet eder, yard›ma koflar. Din yolunda ve dünyâ ifllerinde s›k›nt›da görünce kurtar›rlar. Ramezân-› flerîfe, oruc tutanlara, câmi’lere, ezâna, nemâz k›lanlara, Allah yolunda yürüyenlere sevgi ve sayg› gösterir. Kur’ân-› kerîm okunurken, sessizce ve sayg› ile dinlerler. Kur’ân-› kerîmi her kitâb›n üstünde bulundurup, üstüne birfley koymazlar. Çalg› ve içki âlemlerinde, oyun aras›n– 36 –
da, e¤lence yerlerinde okumazlar. Uygunsuz okunurken, susduramazlar ise, dinlemeyip uzaklafl›rlar. Kur’ân-› kerîmi veyâ yapraklar›n› veyâ sat›rlar›n› veyâ kelimelerini ve bütün muhterem ve mubârek ismleri ve yaz›lar›, hakîr ve afla¤› yerlerde görünce, kalbleri s›zlay›p hemen kald›r›rlar. Kul ve hayvan haklar›n› gözetirler. Kâfirlerin, turistlerin de mallar›na, canlar›na ve ›rzlar›na sald›rmazlar. Vergilerini zemân›nda öderler. Kanûnlara karfl› gelmezler. ‹slâm›n güzel ahlâk› ile yafl›yarak herkesin sevgi ve sayg›s›n› toplarlar. Kâfirler ise, Kur’ân-› kerîmi ve mevlidi ve bütün mubârek ismleri ve yaz›lar›, hurmetden, k›ymetden düflürme¤e çal›fl›r. Bunlar›, Allahü teâlân›n yasak etdi¤i yerlerde ve flekllerde okurlar ve okuturlar. Müslimânl›¤›n afla¤› gördü¤ü, pis dedi¤i fleyler aras›na yazarlar. Paketlerde, e¤lence masalar›nda, örtü olarak kullan›lmalar› ve horlan›lmalar› ve yerlerde
sürüklenmeleri için, mecmû’alara, k⤛d parçalar›na ve gazetelere basarlar. Temsillerde, mizâhlarda, komedilerde, karikatürlerde, filmlerde, plâklarda, televizyonlarda ve radyolarda, müslimânlarla ve din büyükleri ile ve Allahü teâlân›n emrleri ile alay ederler. Bütün buralarda müslimân olarak pis, gülünç bir serseriyi gösterirler. Ya’nî, müslimânlar› ve müslimânl›¤› tahkîr ederek, onu sevimsiz ve nefrete flâyân olarak tan›t›rlar. Müslimân büyüklerine ve müslimânl›¤›n büyük tan›d›¤› fleylere çirkin ismler takarlar. Müslimânlar, bu gibi gösterileri ve sözleri ve yaz›lar› ve gazeteleri görme¤e, dinleme¤e gitmemeli ve almamal› ve okumamal›d›r.
Îmânlar›n› çald›rmamak için, çok uyan›k olmal›d›r. Bir din âlimini be¤enmiyen veyâ bir din kitâb›n› kusûrlu, hatâl› bulan bir kimse, e¤er nemâz k›l›yor, oruc tutuyor, harâmlardan sak›n›yor ise, bu kimsenin sözü veyâ yaz›s› incelenme¤e, o âlim
veyâ kitâb üzerinde durulma¤a de¤er. Din kitâb›na, din adam›na, dil uzatan kimse, ibâdet yapm›yor ve harâmdan sak›nm›yor ise, onun sözünün bir iftirâ, bir din
düflmanl›¤› oldu¤unu anlamal› ve inanmamal›d›r. Din adamlar›n› “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, din kitâblar›n› lekelemek, bugün din düflmanlar›n›n âdeti ve
silâh› olmufldur. Âlimin k›ymetini ancak âlim anlar. Gülün k›ymetini bülbül, alt›n›n ayâr›n› kuyumcu, incinin hâlisini de ancak kimyâger anlar.
Müslimânlar, Allahü teâlân›n yasak etdi¤i, zararl› fleyleri almaz, kullanmaz, dinlemez, okumaz ve bakmaz. Kimseye kötülük yapmaz. Kendine zarar verene karfl›l›k yapmaz. Sabr eder. Ona tatl› dil ile, güler yüz ile nasîhat verir. Müslimânlar,
Allahü teâlân›n emr etdi¤i iyi fleyleri ö¤renmek, ö¤retmek ve yapmak için u¤rafl›r. Fen bilgilerini kâfirlerde de arafld›r›r. Târîh boyunca, insanl›¤›n üstün bir varl›k oldu¤unu düflünemiyenler, islâm dînine düflmanl›k etmifl, gençleri aldatma¤a
u¤raflm›fl ve hiç ummad›klar› bir zemânda y›k›l›p, o, s›ms›k› sar›ld›klar› dünyâ zevklerini b›rakm›fl, Cehenneme gitmifllerdir. Ço¤unun ismi unutulmufl, nâm ve niflanlar› kalmam›fl, fekat islâm günefli nûrunu dünyâya yayma¤a devâm etmifldir.
Kâfirler, dünyân›n d›fl› tatl›, içi ac› olan ve d›fl› yald›zl›, içi zehrli olan ve bafllang›c› hofl, sonu bofl olan râhatl›¤›na ve güzelli¤ine sar›l›yor. Müslimânlar, Kur’ân-›
kerîmin emrlerine, ya’nî Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” yoluna sar›lmal› ve bu ›fl›kl› yolda ilerleme¤e durmadan çal›flmal›d›r. Dinde sonradan meydâna ç›kan, din düflmanlar›, (Dinde reformcular) taraf›ndan ve câhil, ahmak kimseler taraf›ndan uydurulan, bid’atlerden sak›nmal›d›r.]
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Bid’at sâhibi olanlara, [ya’nî
Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” zemân›nda ve onun dört halîfesi zemânlar›nda bulunmay›p da, dinde sonradan meydâna ç›kar›lan, uydurulan sözleri, yaz›lar›, usûlleri ve iflleri, ibâdet olarak, inananlara, yapanlara ve yapd›ranlara] hurmet eden, dirilerini ve ölülerini medh eden, bunlar› büyük bilen, dîn-i islâm› y›kma¤a, dünyâdan kald›rma¤a yard›m etmifl olur) buyuruyor.
Her müslimân, hem îmân›n› koruma¤a, kapd›rmama¤a çal›flmal›, hem de, Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine inanm›yan kâfirleri sevmemelidir. [Fekat, sevmediklerine de, kötülük, zulm yapmamal›, kâfirlere ve bid’at sâhiblerine tatl› dil
– 37 –
ve güler yüz ile nasîhat etmelidir. Onlar›n felâketden kurtulmalar›na, se’âdete kavuflmalar›na çal›flmal›d›r.] Mazher-i Cân-› Cânân buyuruyor ki, (Kâfirleri ve bid’at
sâhiblerini ve aç›kca günâh iflleme¤e devâm eden fâs›klar› sevmememiz emr olundu. Bunlarla konuflmamal›, evlerine, toplant›lar›na gitmemeli, selâm vermemeli,
arkadafll›k yapmamal›d›r. Zarûret ve ihtiyâc oldu¤u zemân, zarûret mikdâr› kadar,
bu yasaklara izn verilmifldir. Bu zemân, onlarla ihtilât câiz olur ise de, kalbin yine onlar› sevmemesi lâz›md›r).
Cihâd, câhil ana, babalar›n ve dünyâ ç›karlar› için u¤raflan papaslar›n ve keyfleri, zevkleri için zulm, iflkence yapan fleflerin aldatd›¤›, inletdi¤i insanlar› küfrden,
felâket yolundan kurtarmak, onlar› güç kullanarak, islâm ile flereflendirmekdir. Cihâd, küfr, iflkence ve kötülük içinde yetifldirilmifl, karanl›¤a at›lm›fl zevall›lar›, islâm ›fl›¤› ile ayd›nlanmalar›na mâni’ olan diktatörlerin, sömürücülerin zararlar›n› yok etmek için, cân›n›, mal›n› fedâ etmekdir. ‹nsanlar›, sonsuz Cehennem azâb›ndan kurtarmak, sonsuz Cennet ni’metlerine kavufldurmak için, zor kullanmakd›r. Cihâd› ferdler de¤il, devlet yapar. Ferdlerin baflkalar›na sald›rmalar›na cihâd de¤il, çapulculuk, barbarl›k denir. Cihâda kat›lam›yan›n, mücâhidlere düâ etmesi farzd›r. Kâfirler, cihâd sâyesinde zâlimlerin iflkencelerinden kurtularak îmân
ile flereflenir. ‹slâmiyyeti duyup, anlad›kdan sonra, îmân etmiyenlerden, islâm devletinin adâleti alt›nda yaflama¤› kabûl edenlerin dînine, cân›na, mâl›na dokunulmaz. Bunlar, islâm›n adâleti, flefkati alt›nda hür ve râhat yaflar. Cihâd sâyesinde,
hiçbir kâfir, iflitmedim, bilseydim inan›rd›m diyemiyecekdir. Müslimânlar›n cihâd
etmek için çal›flmas›, kuvvetlenmesi farzd›r. Çal›flmaz, cihâd etmezse, bütün insanl›¤a büyük kötülük etmifl olur.
19 — (Kimyâ-i se’âdet) kitâb›, beflinci asl›nda diyor ki: Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Îmân›n temeli ve en kuvvetli alâmeti, müslimânlar› sevmek ve müslimânlara düflmanl›k edenleri sevmemekdir). Cenâb-› Hakk›n Îsâ
aleyhisselâma emr-i ilâhîsinin meâl-i flerîfi, (E¤er yerlerde ve göklerde bulunan bütün mahlûklar›n ibâdetlerini yapsan, dostlar›m› sevmedikce ve düflmanlar›ma
düflmanl›k etmedikce, hiç fâidesi olmaz)d›r. Her mü’min, Allahü teâlâya düflman
olanlar› sevmemeli, islâmiyyete yap›flanlar› sevmelidir. Bunu sözlerinde ve mümkin ise, hareketlerinde belli etmelidir. Âsî ve fâs›klarla arkadafll›k etmemeli, f›sk› çok olanlardan, çok kaç›nmal›d›r. Zâlimlerden, müslimânlara eziyyet edenlerden dahâ ziyâde kaç›nmal›d›r. Fekat, yaln›z kendisine zulm edenleri afv ve zulmlerine sabr etmek lâz›md›r ve çok iyidir. Büyüklerimizden ba’z›lar›, fâs›klara ve zâlimlere çok sert davran›rd›. Ba’z›lar› da, hepsine flefkat ve merhamet gösterip, nasîhat ederdi. Ya’nî her fleyin kazâ ve kader ile oldu¤unu düflünerek, fâs›klara ve zâlimlere ac›rlard›. Bu hâl, büyük ve k›ymetli ise de, câhiller, ahmaklar, burada aldan›r. Îmânlar› za’îf ve islâmiyyete uymakda gevflek olanlar, kendilerini Allahü teâlân›n kazâ ve kaderine râz› san›r. Hâlbuki, bu r›zâ ve ba¤l›l›¤›n alâmeti vard›r: Bir
kimseyi döverler, mal›n› al›rlar, hakâret ederler de, hiç k›zmaz, bunlar› afv eder,
ac›rsa, kazâya r›zâs› oldu¤u anlafl›l›r. Fekat, kendine yap›lanlara k›z›p da, Allahü
teâlâya karfl› gelenlere ac›yarak, kaderleri böyle imifl derse, dinde gevfleklik, münâf›kl›k ve ahmakl›k etmifl olur. ‹flte, kazâ ve kaderi bilmiyenlerin, fâs›klara ve kâfirlere ac›malar› ve bunlara muhabbet etmeleri, îmânlar›n›n sa¤lam olmad›¤›na alâmetdir. ‹slâmiyyete karfl› duranlar› ve müslimânlara düflman olanlar› sevmemek,
bunlar› düflman bilmek farzd›r. Cizye verme¤i kabûl edenleri de, sevmemek farzd›r. Mücâdele sûresinin son âyetinde meâlen, (Allahü teâlâya ve k›yâmet gününe
îmân edenler, Allahü teâlân›n ve resûlünün düflmanlar›n› sevmezler. O kâfirler ve
münâf›klar, mü’minlerin analar›, babalar›, o¤ullar›, kardeflleri ve baflka yak›nlar›
olsa da, bunlar› sevmezler. Böyle olan mü’minleri Cennete koyaca¤›m) buyuruldu.
Kâfirlere i’timâd ederek, bunlar› müslimânlar›n bafl›na ta’yîn etmek, müslimân– 38 –
l›¤› afla¤›lamak olup büyük günâhd›r. Bid’at sâhiblerini, ya’nî müslimân görünüp, müslimânlar›n îmânlar›n› bozmak istiyenleri sevmemek, selâmlar›n› bile almamak, bunlar›n zararlar›n› müslimânlara duyurmak lâz›md›r. Îmân› olup ve ibâdet edip ve günâhlardan kaç›p da, yalanc› flâhidlik, haks›z hâkimlik, yalan, dedikodu, iftirâ, alay gibi hareket ve söz ve yaz›lar› ile müslimânlar› incitenlerle konuflmamak, seviflmemek lâz›md›r. Îmân› olup da ibâdet etmiyenlere, fâiz almak ve vermek, alkollü içkileri içmek, kumar oynamak gibi harâm iflliyen, fekat müslimânlar› incitmiyen fâs›klara karfl› yumuflak davran›p, nasîhat etmeli, yola gelmezlerse, selâm vermemeli, görüflmemeli, fekat hasta olunca ziyâret etmeli ve selâm›na
cevâb vermelidir. [Söz ile, yaz› ile ve kaba kuvvet ile müslimânlara sald›rmayan kâfirlere tatl› söz, güler yüz göstermeli, kimseye kötülük yapmamal›d›r.]
20 — ‹slâmiyyet karfl›s›nda, kâfirler dürlü yollar tutmufl, kollara ayr›lm›fl ise de,
iki k›smda toplan›rlar: Birinci k›smdakiler, dünyâ ifllerini ve ibâdetlerini yap›p müslimânlara sald›rmaz. Bunlar, islâm›n kuvveti ve büyüklü¤ü karfl›s›nda, küçüklüklerini anlam›fl, cizye verme¤i kabûl ederek islâm›n hâkimiyyetine ve adâletine s›¤›nm›fld›r. Bu kâfirlere (Ehl-i zimmet) veyâ (Zimmî) denir. Böyle kâfirleri sevmemek, düflman bilmek lâz›m ise de, bunlara eziyyet etmek, kalblerini incitmek harâmd›r. (Fetâvâ-i Hayriyye)de, (Siyer) k›sm›nda diyor ki, (Müslimân›n yapmas› yasak olan fleyi, zimmînin de yapmas› yasakd›r. Zinâ, aç›kda oruc yimek, oyun, çalg›, fâiz, aç›k gezmek onlara da yasakd›r. Yaln›z içki ve domuz onlara yasak de¤ildir. Hastalar›na, ziyâfetlerine gitmek, onlarla yolculuk etmek câizdir). (Mültekâ)
ve (Dürr-ül-muhtâr)da ve di¤er f›kh kitâblar›nda, ta’zîr bahsinde diyor ki, (Kâfirlere, sen zinâ yap›c›s›n veyâ bu ma’nâda fenâ söyliyen, onlar› da gîbet eden, bunlara kâfir diyerek inciten müslimân ta’zîr olunur. Ya’nî sopa ile dö¤ülür. Çünki, bunlar› incitmek de günâhd›r. Bunlar›n mal›na dokunmak da günâhd›r). (Dürr-ül-muhtâr), beflinci cildde diyor ki, (Zimmîye, ya’nî gayr-i müslim vatandafla zulm etmek,
müslimâna zulm etmekden dahâ fenâd›r. Hayvana zulm, iflkence etmek, zimmîye
etmekden dahâ fenâd›r. Zimmîyi eziyyetlendirmemek için selâm vermek ve müsâfeha etmek câiz olur. Aç›kça günâh iflliyen fâs›ka selâm vermek de böyledir).
(Berîka) kitâb›, el âfetlerini anlat›rken diyor ki, (‹nsana ve yemeklere zarar veren kar›ncalar›, eziyyet etmeden ve suya atmadan öldürmek câizdir. ‹çinde kar›nca bulunan odunu, yere vurup silkeledikden sonra yakmak câizdir. Fâre, bit, pire,
akreb ve çekirgeyi her zemân öldürmek câizdir. Biti diri olarak yere atmak ve her
canl›y› yakmak mekrûhdur. Zarar veren kediyi, kuduz köpe¤i ve y›rt›c› hayvanlar› keskin b›çakla kesmek ve vurmak, zehrlemek câizdir. Dö¤mek câiz de¤ildir. Dö¤mek, terbiye için olur. Hayvan›n akl› olmad›¤› için terbiye edilmez. Öldürülmesi
vâcib olan›, baflka çâre bulunmad›¤› zemân yakarak öldürmek câiz olur).
Gangren gibi hastal›¤› tedâvî için insan›n bu uzvunu kesmek câiz olur. Tafl almak için mesâneyi [böbre¤i, safra kesesini] yarmak câizdir. Hiçbir sebeble, hiçbir
canl›n›n yüzüne vurmak câiz de¤ildir.
‹kinci k›sm kâfirlere gelince, bunlar, islâm güneflinin parlamas›na dayanamaz.
Bütün devlet kuvvetleri ile, propaganda vâs›talar› ile, yalan ve çirkin iftirâlar yaparak, islâm dînini y›kma¤a çal›fl›rlar. Bu zevall›lar, anl›yam›yor ki, islâmiyyeti dünyâdan kald›rmak, insanlar› se’âdetden, râhatl›kdan ve kurtulufldan mahrûm b›rakmak demekdir ve kendilerini ve bütün befleriyyeti, felâketlere, s›k›nt›lara sürüklemek, k›saca bindi¤i dal› kesmek demekdir. Enfâl sûresi, altm›fl›nc› âyetinde
meâlen, (Kâfirlerin hücûm ve iflkencelerine u¤ramamak, onlar› da, se’âdet-i ebediyyeye kavufldurmak için, insan gücünün yetdi¤i kadar durmadan çal›fl›n›z. En mükemmel harb vâs›talar›n› yap›n›z!) buyurulmufldur. Burada kâfirleri müslimân
olmakla flereflendirme¤i veyâ cizye kabûl ederek islâmiyyetin himâyesi alt›na girenlerin çal›flmalar›na, ibâdetlerine kar›flmay›p, canlar›n›, mallar›n›, nâmûslar›n›
koruma¤› emr ediyor. Bu sûretle, bütün dünyân›n islâm bayra¤› alt›nda birleflme– 39 –
sini, îmân etmesini, seviflmesini istiyor. ‹slâmiyyeti anlad›¤› hâlde inâd edip, inanm›yanlar› da içine alan, umûmî bir adâlet ve se’âdet kurma¤›, bütün insanlara, hayvanlara, dirilere, ölülere, ya’nî herfleye, bir râhatl›k kazand›rma¤› emr ediyor.
21 — Âh›retde Cehennemden kurtulmak, yaln›z Muhammed aleyhisselâma
tâbi’ olanlara mahsûsdur. Dünyâda yap›lan hayrât ve hasenât, ya’nî bütün iyilikler, bütün keflfler, bütün hâller ve bütün ilmler Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve
sellem” yolunda bulunmak flart› ile, âh›retde ifle yarar. Yoksa, Allahü teâlân›n Peygamberine tâbi’ olm›yanlar›n yapd›¤› her iyilik, dünyâda kal›r ve âh›retin harâb olmas›na sebeb olur. Ya’nî, iyilik fleklinde görünen, birer istidrâcdan baflka birfley olamaz.
22 — Nitekim, dünyâdaki fâideli ve hayrl› ifllerden cenâb-› Hakk›n, en çok be¤endi¤i, câmi’ yapmakd›r. Câmi’ yapman›n, çok sevâb oldu¤unu bildiren hadîs-i
flerîfler vard›r. Böyle olmakla beraber, Tevbe sûresi, onsekizinci âyetinde meâlen, (Kâfirlerin câmi’ yapmalar› câiz de¤ildir. Yerinde ve yarar bir ifl de¤ildir. Onlar›n câmi’ yapmalar› ve di¤er bütün be¤endikleri iflleri, k›yâmetde kendilerine yaram›yacak ve Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmad›klar› için, Cehenneme girip,
çok ac› azâblarda sonsuz olarak cezâland›r›lacaklard›r) buyuruldu.
Âl-i ‹mrân sûresi, seksenbeflinci âyetinde meâlen, (Muhammed aleyhisselâm›n
getirdi¤i ‹slâm dîninden baflka din istiyenlerin, dinlerini Allahü teâlâ sevmez ve kabûl etmez. Dîn-i islâma arka çeviren, âh›retde ziyân edecek, Cehenneme girecekdir) buyuruldu.
Bir kimse, binlerce sene ibâdet etse ve ömrünü, nefsini temizlemekle geçirse ve
güzel huylar› ile yan›ndakilere ve keflf etdi¤i âletler ile, bütün insanlara fâideli olsa, Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmad›kça ebedî se’âdete kavuflamaz.
Nisâ sûresi, onüçüncü âyet-i kerîmesinde meâlen, (Allahü teâlân›n ve Peygamberi Muhammed aleyhisselâm›n emrlerine ald›r›fl etmiyenler, be¤enmiyenler,
asra, fenne uygun de¤ildir, modern ihtiyâclara kâfi de¤ildir diyenler, k›yâmetde Cehennem ateflinden kurtulam›yacaklard›r. Bunlara, Cehennemde, çok ac› azâb vard›r) buyuruldu.
23 — Bu dünyâ, âh›retin tarlas›d›r. Burada tohumlar›n› ekmeyip yiyenler, böylece bir tohumdan katkat meyve kazanmakdan mahrûm kalanlar, ne kadar tâli’siz
ve ahmakd›r. Kardeflin kardeflden kaçaca¤›, anan›n evlâd›n› tan›m›yaca¤› o gün için,
hâz›rlanm›yorlar. Böyle kimseler, dünyâda da, âh›retde de zarardad›rlar ve sonunda piflmân olacaklard›r. Akl› bafl›nda olan, bu dünyây› f›rsat bilir. Bu k›sa zemânda, yaln›z dünyâ lezzetleri ile zevklenmek için de¤il, belki bu f›rsatda, tohum ekmek ve bir hayrl› ifl, ya’nî Allahü teâlân›n be¤endi¤i ifli yaparak, âyet-i kerîmede
bildirilen katkat fazla meyveleri toplamak istemelidir. Cenâb-› Hak, bu k›sa zemânda yap›lacak, hayrl› ifllere ve ibâdetlere sonsuz ni’metler ihsân edecekdir. Peygamberine tâbi’ olm›yan, islâmiyyeti be¤enmiyenlere de, sonsuz azâb yapacakd›r.
[Nitekim, Nisâ sûresi yüzyetmiflikinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Muhammed aleyhisselâma inan›p, âh›rete yarayan iflleri yapanlara [ya’nî ahkâm-› islâmiyyeye uyanlara], Allahü teâlâ, va’d etdiklerini verecek ve ayr›ca çok ihsân yapacakd›r. Allahü teâlâya ibâdet etme¤i, ya’nî Muhammed aleyhisselâma itâ’at etme¤i,
afla¤›l›k, gericilik san›p, kendilerine asrî ve münevver diyerek, büyüklük tasl›yanlara, çok azâb edecekdir. Kendilerini herkesin üstünde sanan bu kâfirleri, Cehennemden kurtaracak bir yard›mc›, Allahü teâlâdan baflka bir kuvvet sâhibi bulunm›yacakd›r) buyuruldu.]
Niçin böyle sonsuz azâb yapaca¤›n› kendisi bilir. ‹nsanlar›n k›sa akllar›, bunun
sebebini kavr›yamaz. Meselâ, dünyâda yap›lan cinâyetlere de, çeflidli cezâlar emr
etmifldir. Bunlar›n sebebini ve hikmetini hiçbir insan anl›yamaz. ‹flte, böyle geçici k›sa bir zemândaki küfre, sonsuz azâb edecekdir.
– 40 –
Kur’ân-› kerîmdeki emrlerini ve islâmiyyetin hükmlerinin hepsini akla uydurma¤a, akla be¤endirme¤e kalk›flan, Peygamberlik makâm›n›n derecesini anlamam›fl ve inanmam›fl olur. Böyle, islâmiyyeti akl ile, felsefe ile îzâha ve inand›rma¤a çal›flan kitâblar› okumamal›d›r.
24 — (Elmünk›zü-aniddalâl) kitâb›nda diyor ki: Akl ile anlafl›lan fleyler, his uzvlar› ile anlafl›lanlar›n üstünde oldu¤u ve bunlar›n yanl›fl›n› ç›kard›¤› gibi, ya’nî his
uzvlar›m›z, akl ile anlafl›lan fleyleri anl›yam›yaca¤› gibi, akl da, Peygamberlik makâm›nda anlafl›lan fleyleri kavramakdan âcizdir. ‹nanmakdan baflka çâresi yokdur.
Akl, anl›yamad›¤› fleyleri nas›l ölçebilir. Bunlar›n do¤ru ve yanl›fl oldu¤una nas›l
karâr verebilir? (Gadâ-ül-mülâhazât) kitâb›nda akla uygun bir yaz› bulunmad›¤›
(Cevâb Veremedi) kitâb›m›zda uzun yaz›l›d›r.
Nakl yolu ile anlafl›lan, ya’nî Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” söyledikleri fleyleri, akl ile arafld›rma¤a u¤raflmak, düz yolda güç giden, yüklü bir arabay›, yokufla ç›karmak için zorlama¤a benzer. Yokufla do¤ru at, kamç›lan›rsa, çabalaya çabalaya, yâ y›k›l›p can› ç›kar. Yâhud, al›flm›fl oldu¤u düz yola kavuflmak için sa¤a, sola ve geriye k›vr›larak arabay› y›kar ve eflyâlar harâb olur. Akl da, yürüyemedi¤i,
anl›yamad›¤› âh›ret bilgilerini çözme¤e zorlan›rsa, yâ y›k›l›p, insan akl›n› kaç›r›r
veyâ bunlar› al›flm›fl oldu¤u, dünyâ ifllerine benzetme¤e kalk›flarak, yan›l›r, aldan›r ve herkesi aldat›r. Akl, his kuvveti ile anlafl›labilen veyâ hissedilenlere benzeyen ve onlara ba¤l›l›klar› bulunan fleyleri birbirleri ile ölçerek, iyilerini kötülerinden ay›rma¤a yarayan, bir mi’yârd›r, bir âletdir. Böyle fleylere ba¤l›l›klar› olmayan varl›klara eremiyece¤inden, flafl›r›p kal›r. O hâlde, Peygamberlerin bildirdikleri fleylere, akla dan›flmaks›z›n inanmakdan baflka çâre yokdur. Görülüyor ki, Peygamberlere “aleyhimüssalâtü vesselâm” tâbi’ olmak, akl›n gösterdi¤i bir lüzûmdur ve akl›n istedi¤i ve be¤endi¤i bir yoldur. Peygamberlerin, akl›n d›fl›nda ve üstünde bulunan sözlerini, akla dan›flma¤a kalk›flmak, akla ayk›r› bir ifl olur. Gecenin koyu karanl›¤›nda bilinmiyen yerlerde, pervâs›zca yürüme¤e ve engin denizde, acemi kaptan›n, pusulas›z yol almas›na benzer ki, her ân uçuruma, girdâba düflebilirler. Nitekim, felsefeciler ve tecribeleri hayâlleri ile îzâha kalk›flan maddeciler, akllar› d›fl›nda bulunan sözlerinin ço¤unda yan›lm›fl, bir yandan birçok hakîkatleri meydâna ç›kar›rken, bir tarafdan da, insanlar›n se’âdet-i ebediyyeye
kavuflmalar›na mâni’ olmufllard›r. Tecribelerin d›fl›na taflm›yan akl sâhibleri, bu ac›kl› hâli, her zemân görmüfl ve bildirmifldir. Misâlleri çokdur. Felsefecilerin üstâdlar›ndan olan Aristo için meflhûr Alman kimyâgeri profesör (F.Arnd)›n da, ‹stanbulda ç›kan, türkçe (Tecribî kimyâ) kitâb›ndaki (Fen ve ilm terakkîsinin, hemen
hemen binbeflyüz sene içinde durmufl olmas›, k›smen Aristo felsefesinin kabâhatidir) yaz›s›, bu do¤ru sözlerden biridir.
Dîn-i islâmda akl›n ermedi¤i fleyler çokdur. Fekat, akla uymayan birfley yokdur.
Âh›ret bilgileri ve Allahü teâlân›n be¤enip be¤enmedi¤i fleyler ve Ona ibâdet fleklleri, e¤er akl›n çerçevesi içinde olsalard› ve akl ile do¤ru olarak, bilinebilselerdi,
binlerce Peygamberin gönderilmesine lüzûm kalmazd›. ‹nsanlar, dünyâ ve âh›ret
se’âdetini kendileri görebilir, bulabilirdi ve Allahü teâlâ, hâflâ Peygamberleri bofl
yere ve lüzûmsuz göndermifl olurdu. Hiçbir akl, âh›ret bilgilerini bulam›yaca¤›, çözemiyece¤i içindir ki, Allahü teâlâ, her asrda, dünyân›n her taraf›na, Peygamber
göndermifl ve en son ve k›yâmete kadar de¤ifldirmemek üzere ve bütün dünyâya,
Peygamber olarak, Muhammed aleyhisselâm› göndermifldir. Bütün Peygamberler, akl ile bulunacak dünyâ ifllerine dokunmay›p, yaln›z bunlar› arafld›rmak, bulup fâidelenmek için çal›flma¤› emr ve teflvîk buyurmufl, kendileri dünyâ ifllerinden
her birinin, insanlar› ebedî se’âdete ve felâkete nas›l sürükliyebileceklerini anlatm›fl ve Allahü teâlân›n be¤endi¤i ve be¤enmedi¤i fleyleri aç›k olarak bildirmifllerdir. O hâlde, insâf etmeli ki, Allahü teâlân›n sonsuz kudretinin inceliklerini meydâna ç›karan, bugünkü teknik bilgilerden ve tecribelerden haberi olmayan ve is– 41 –
lâm büyüklerinin kitâblar›n› okuyup anlamak flöyle dursun, bunlar›n ismlerini bile iflitmemifl oldu¤u, sözlerinden anlafl›lan, bir câhilin, felesof maskesi, profesör etiketi, gazete yazar› perdesi alt›nda çal›flan bir kâfirin, tâm olmayan akl› ile, ortaya
atd›¤› bir düflünce, nas›l olur da, Allah›n Peygamberinin “sallallahü aleyhi ve sellem” sözlerinden üstün tutulur? Peygamberimizin kitâblar›m›zda yaz›l› ilm, s›hhat, fen, ahlâk, hak, adâlet ve bütün se’âdet kollar›n› kavrayan ve bindörtyüz seneden beri dünyân›n her taraf›nda gelmifl, ilm, tecribe ve akl sâhiblerini hurmet
ve hayrânl›kda b›rakan ve hiç birisinde kimse taraf›ndan bir kusûr ve hatâ bulunmam›fl olan, emrleri ve sözleri, bir câhil sözü ile nas›l lekelenebilir? Bundan dahâ büyük bedbahtl›k ve zevall›l›k olabilir mi? Tâm akl, flaflm›yan, yan›lmayan
akld›r. Etrâfa düflünceler savuran bu câhil, de¤il akl›n eriflemiyece¤i fleylerde,
belki kendi günlük ifllerinde, hiç yan›lmad›¤›n› iddi’â edebilir mi? Böyle bir iddi’âya,
kimse inan›r m›? De¤il bir insan, bugün en akll› tan›nan h›ristiyanlar›n, kendi aralar›nda, en akll›lar› olarak, seçdikleri meb’ûslar›, bütün akllar› ile, bütün ilmleri
ile, baflbafla vererek, yapd›klar› kanûnlar›, az zemân sonra, yine kendileri be¤enmeyip de¤ifldiriyor. Yeryüzünde hiç bozulm›yan ve de¤ifldirilemiyecek birfley vard›r ki, o da Allahü teâlân›n Kur’ân-› kerîmi ve Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve
sellem” hadîs-i flerîfleri, ya’nî mubârek sözleridir.
Ahkâm-› islâmiyyeyi iyice kavram›fl ve bugünkü medeniyyetin temelini teflkîl
eden, fen kollar›n›n târîhçesini incelemifl bir fen adam›, pek aç›k olarak görür ki,
târîh boyunca hiçbir zemânda, hiçbir teknik baflar›, hiçbir fennî hakîkat, islâmiyyete karfl› durmam›fl, dâimâ ona uygun bulunmufldur. Nas›l uygun olmas›n ki, tabî’ati incelemek ve madde ile kuvvet üzerinde çal›flmak ve fen bilgilerinde akla güvenmek, islâmiyyetin emr etdi¤i fleydir. Allahü teâlâ, Kur’ân-› kerîmin birçok
yerlerinde, (Sizden evvel gelip geçenlerin hayâtlar›n›, gitdikleri yollar› ve bafllar›na gelenleri, gözden geçirip, onlardan ders al›n›z. Yerleri, gökleri, canl›lar›, cans›zlar› ve kendinizi inceleyiniz! Gördüklerinizin içini, özünü arafld›r›n›z. Bütün bunlarda yerlefldirmifl oldu¤um kuvvetimi, kudretimi, büyüklü¤ümü ve hâkimiyyetimi bulunuz, görünüz, anlay›n›z!) meâlinde emrler buyurmakdad›r.
Îmân›n alt› flart›ndan birincisi, Allahü teâlân›n var oldu¤una inanmakd›r. Fen
bilgisi olan akll› bir kimse, bunu düflünerek kolayca anlayabilir. Îmân›n di¤er
flartlar› ve bütün ibâdetler, bundan sonra ö¤renilir. Allahü teâlâ, Kur’ân-› kerîmin
birçok yerinde, kâfirleri, neden akllar›n› kullanmad›klar› için ve neden yerleri, gökleri ve kendilerini inceliyerek düflünmedikleri ve böylece îmâna kavuflmad›klar›
için, azarlamakda ve afla¤›lamakdad›r. (Ma’rifetnâme)de diyor ki, (Büyük islâm
âlimi Seyyid fierîf Cürcânî, akl› olan, iyi düflünen bir kimse için, astronomi ilmi, Allahü teâlân›n varl›¤›n› anlama¤a, çok yard›m eder diyor. ‹mâm-› Gazâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, astronomi ve anatomi bilmiyen, Allahü teâlân›n
varl›¤›n› ve kudretini anl›yamaz).
Evet, Îsâ aleyhisselâm›n hak olan dîni, az zemân sonra düflmanlar› taraf›ndan
sinsice de¤ifldirilmifldi. Bolüs ad›ndaki bir yehûdî, Îsâya inand›¤›n› söyliyerek ve
Îsevîli¤i yaymaya çal›fl›yor görünerek, gökden inen ‹ncîli yok etdi. Dört kifli ortaya ç›k›p, oniki Havârîden iflitdiklerini yazarak, ‹ncîl ad›nda dört kitâb meydâna geldi ise de, Bolüsün yalanlar›, bunlara da kar›fld›. Barnabas [Barnabée] ad›ndaki bir
Havârî, Îsâ aleyhisselâmdan iflitdiklerini ve gördüklerini do¤ru olarak yazd› ise de,
bu Barnabas ‹ncîli de yok edildi. Uydurma ‹ncîller zemânla ço¤alarak, her yerde
baflka bir ‹ncîl okunur oldu. [Kitâb›n sonundaki ism cedvelinde (Barnabas) ismine bak›n›z!] Büyük Kostantin putperest iken, nasrâniyyeti kabûl etmifl ve ‹stanbul flehrini büyültüp i’mâr etmifl ve Kostantiniyye ismini vermifldi. Bütün ‹ncîllerin birlefldirilmesini emr etmifl, mîlâd›n 325. ci senesinde, ‹znikde 319 papas› toplay›p, yazd›rd›¤› yeni ‹ncîle eski dîni olan putperestlikden de birçok fley sokdurmufldu. Noel gecesinin y›lbafl› olmas›n› da kabûl etmifl, yeni bir h›ristiyanl›k dîni
– 42 –
kurulmufldu. Îsâ aleyhisselâm›n ‹ncîlinde ve Barnabas›n yazd›¤› ‹ncîlde Allah›n bir
oldu¤u bildirilmifldi. Eflâtunun ortaya atd›¤› teslîs [Trinite] fikri, ilk yaz›lan dört
bozuk ‹ncîlde yer alm›fld›. Kostantin, bu teslîs fikrini de yeni ‹ncîle koydurdu. Aryüs ismindeki bir papas, bu yeni ‹ncîlin yanl›fl oldu¤unu, Allah›n bir olup, Îsâ aleyhisselâm›n, Onun o¤lu de¤il, kulu oldu¤unu söyledi ise de, bunu dinlemediler, hattâ aforoz etdiler. Aryüs M›sra kaçd› ve orada tevhîdi neflr etdi ise de, öldürüldü.
Kostantinden sonra gelen krallar, Aryüsün mezhebi ile, yeni h›ristiyanl›k aras›nda flaflk›n oldu. ‹stanbulda ikinci ve sonra üçüncü, dahâ sonra, ‹zmir ile Ayd›n
aras›nda bulunan Efes [Ephesus]de dördüncü ve Kad›köyde beflinci ve ‹stanbulda alt›nc› meclisler kurulup, yeni yeni ‹ncîller meydâna ç›kd›. Nihâyet, Alman papas›, Luther Martin ve Calvin [Kalven] 931 [m. 1524] senesinde son de¤ifliklikleri yapd›. Bu yeni ‹ncîle inanan h›ristiyanlara (Protestan) denildi. Böylece, h›ristiyanl›k dîni, akl ve hakîkat d›fl›nda, acâib bir flekl ald›. Avrupada h›ristiyanl›¤a karfl›, yerinde olarak yap›lm›fl olan hücûmlar, ‹slâmiyyete karfl› nas›l tevcîh olunabilir?
Âh›retde azâblardan kurtulmak, ancak Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olma¤a ba¤l›d›r. Onun gösterdi¤i yolda giden, Allahü teâlân›n sevgisine kavuflur. Ona
tâbi’ olan, Allahü teâlâya sâd›k kul olmak se’âdetine erer. Dünyâya gelmifl olan
yüzyirmidörtbinden ziyâde Peygamberin en büyükleri, Ona tâbi’ olma¤› istemifldir. Mûsâ “aleyhisselâm” Onun zemân›nda bulunsayd›, O büyüklü¤ü ile berâber,
Ona tâbi’ olma¤› severdi. Îsâ aleyhisselâm›n gökden inip, Onun dîni yolunda yürüyece¤ini herkes bilir. Onun ümmeti olan müslimânlar, Ona tâbi’ olduklar› için,
bütün insanlar›n hayrl›s› ve en iyileri oldu. Cennete gireceklerin ço¤u bunlar oldu ve Cennete herkesden önce gireceklerdir.
25 — Kur’ân-› kerîm, nazm-› ilâhîdir. Nazm, lügatda, incileri ipli¤e dizme¤e denir. Kelimeleri de, inci gibi, yanyana dizme¤e nazm denilmifldir. fii’rler birer
nazmd›r. Kur’ân-› kerîmin kelimeleri arabîdir. Fekat, bu kelimeleri yanyana dizen,
Allahü teâlâd›r. Bu kelimeler, insan dizisi de¤ildir. Muhammed “aleyhisselâm”, Allahü teâlâ taraf›ndan, mubârek kalbine bildirilen fleyleri, arabca olarak anlat›rsa,
Kur’ân-› kerîm olmaz. Bunlara (Hadîs-i kudsî) denir. Kur’ân-› kerîmdeki arabî kelimeler, Allahü teâlâ taraf›ndan dizilmifl olarak âyetler hâlinde gelmifldir. Cebrâîl ismindeki bir melek, bu âyetleri, bu kelimelerle ve bu harflerle okumufl, Muhammed “aleyhisselâm” da, mubârek kulaklar› ile ifliterek, ezberlemifl ve hemen Eshâb›na okumufldur. Allahü teâlâ, Kur’ân-› kerîmi Kureyfl kabîlesinin lügat› ile, dili ile gönderdi. (Redd-ül-muhtâr) kitâb›, üçüncü cild, yemîn bahsinde buyuruyor
ki, ((Feth-ul-kadîr) kitâb›nda da denildi¤i gibi, Allahü teâlâ, Kur’ân-› kerîmi,
harf ve kelime olarak gönderdi. Bu harfler mahlûkdur. Bu harf ve kelimelerin
ma’nâs›, kelâm-› ilâhîyi tafl›makdad›r. Bu harflere, kelimelere Kur’ân denir. Kelâm-› ilâhîyi gösteren ma’nâlar da Kur’ând›r. Bu kelâm-› ilâhî olan Kur’ân mahlûk de¤ildir. Allahü teâlân›n, baflka s›fatlar› gibi, ezelî ve ebedîdir). Kur’ân-› kerîm, Kadr gecesinde inme¤e bafllam›fl ve hepsinin inmesi yirmiüç sene sürmüfldür.
Tevrât, ‹ncîl ve bütün kitâblar ve sahîfeler ise, hepsi birden, bir def’ada inmifldi.
Hepsi, insan sözüne benziyordu ve lafzlar› mu’cize de¤ildiler. Onun için çabuk bozuldu, de¤ifldirildiler. Kur’ân-› kerîm ise, Muhammed aleyhisselâm›n mu’cizelerinin en büyü¤üdür ve insan sözüne benzememekdedir. Bunlar, imâm-› Rabbânî
(Mektûbât)›n›n, üçüncü cildi, yüzüncü mektûbunda ve (Huccet-ullahi alel’âlemîn)de ve Zerkânînin (Mevâhib) flerh›, beflinci cildinde uzun yaz›l›d›r.
Cebrâîl “aleyhisselâm” her sene bir kerre gelip, o âna kadar inmifl olan Kur’ân-›
kerîmi, Levh-il-mahfûzdaki s›ras›na göre okur, Peygamber “sallallahü aleyhi ve
sellem” efendimiz dinler ve tekrâr ederdi. Âh›rete teflrîf edece¤i sene, iki kerre gelip, temâm›n› okudular. Muhammed “aleyhisselâm” ve Eshâb-› kirâmdan ço¤u,
Kur’ân-› kerîmi temâmen ezberlemifldi. Ba’z›lar› da, ba’z› k›smlar› ezberlemifl, bir– 43 –
çok k›smlar›n› yazm›fllard›. Muhammed “aleyhisselâm”, âh›rete teflrîf etdi¤i sene,
halîfe Ebû Bekr “rad›yallahü anh”, ezber bilenleri toplay›p ve yaz›l› olanlar› getirtip bir hey’ete, bütün Kur’ân-› kerîmi, k⤛d üzerine yazd›rd›. Böylece, (Mushaf) veyâ (M›shaf) denilen bir kitâb meydâna geldi. Otuzüçbin Sahâbî “rad›yallahü teâlâ anhüm ecma’în” bu Mushaf›n her harfinin, tâm yerinde oldu¤una söz
birli¤i ile karâr verdi. Sûreler belli de¤ildi. Üçüncü halîfe Osmân “rad›yallahü anh”,
hicretin yirmibeflinci [25] senesinde, sûreleri birbirinden ay›rd›. Yerlerini s›ralad›.
Alt› dâne dahâ Mushaf yazd›r›p, Bahreyn, fiâm, M›sr, Ba¤dâd [Kûfe], Yemen, Mekke ve Medîneye verdi. Bugün, bütün dünyâda bulunan mushaflar, hep bu yedisinden yaz›l›p, ço¤alm›fld›r. Aralar›nda bir nokta fark› bile yokdur.
Kur’ân-› kerîmde yüzondört sûre ve alt›binikiyüzotuzalt› âyet vard›r. Âyetlerin say›s›n›n 6236 dan az veyâ dahâ çok oldu¤u da bildirildi ise de, bu ayr›l›klar, büyük bir âyetin, birkaç küçük âyet say›lmas›ndan veyâ birkaç k›sa âyetin, bir büyük
âyet, yâhud sûrelerin evvelindeki Besmelelerin bir veyâ ayr› ayr› âyet say›lmas›ndan ileri gelmifldir. Bu husûsda (Bostân-ül-ârifîn)de genifl bilgi vard›r.
Her flâ’irin, nazm yapmak kâbiliyyeti baflkad›r. Meselâ, Mehmed Âkifin ve Nâbînin fli’rlerini iyi bilen usta bir edebiyyâtç›ya, Mehmed Âkifin, son yazd›¤› bir
fli’rini götürüp, bu, Nâbînin fli’ridir desek, bu fli’ri, hiç iflitmemifl oldu¤u hâlde,
okuyunca: (Yan›l›yorsunuz! Ben Nâbî efendinin ve Mehmed Âkifin, tabî’at-›
fli’riyyelerini iyi bilirim. Bu fli’r Nâbînin de¤il, Mehmed Âkifindir) demez mi? Elbette der. ‹ki Türk flâ’irinin türkçe kelimeleri nazm etmesi, dizmesi çok farkl› oldu¤u gibi, Kur’ân-› kerîm hiçbir insan sözüne benzemiyor. Kur’ân-› kerîmin insan sözü olmad›¤› tecribe ile de isbât edilmifldir ve her zemân edilebilir. fiöyle
ki, bir arab flâ’iri, bir sahîfede, edebî san’at inceliklerini göstererek, birfley yazm›fl, bunun aras›na birkaç sat›r hadîs-i flerîf ve baflka yerinde de, ayn› fleyi anlatan bir âyet-i kerîme koyup, hepsi bir arada, islâmdan ve Kur’ândan haberi olm›yan, arabîsi kuvvetli birisine, bir adam›n yaz›s› diye okutdurulmufldur. Okurken, hadîs-i flerîfe gelince, durmufl ve (Buras›, yukar›s›na benzemiyor. Buradaki san’at dahâ yüksek) demifldir. S›ra, âyet-i kerîmeye gelince, flaflk›n bir hâlde
(Buras› hiçbir söze benzemiyor. Ma’nâ içinde, ma’nâ ç›k›yor. Hepsini anlama¤a imkân yok) demifldir.
Kur’ân-› kerîm, hiçbir dile, hattâ arabcaya da terceme edilemez. Herhangi bir
fli’rin, kendi diline bile, tâm tercemesine imkân yokdur. Ancak meâli ve îzâh›
olur. Kur’ân-› kerîmin ma’nâs›n› anlamak için tercemesini okumamal›d›r. Bir
âyetin ma’nâs›n› anlamak demek, Allahü teâlân›n, bu âyetde, ne demek istedi¤ini anlamak demekdir. Bu âyetin herhangi bir tercemesini okuyan kimse, murâd-›
ilâhîyi ö¤renemez. Terceme edenin, bilgi derecesine göre yapd›¤› meâlini ö¤renir.
Bir câhilin, bir dinsizin yapd›¤› tercemeyi okuyan da, Allahü teâlân›n dedi¤ini de¤il, terceme edenin, anlad›m sanarak, kendi kafas›ndan anlatmak istedi¤ini ö¤renir.
Köylüye âid bir kanûnu, hükûmet, do¤ruca köylüye göndermez. Çünki, köylü okuyabilse bile, anl›yamaz. Bu kanûn önce, vâlîlere gönderilir. Vâlîler, iyi anlay›p, îzâh›n› ekliyerek, kaymakamlara, bunlar da dahâ aç›klayarak, muhtârlara anlat›r. Muhtâr, yaln›z okumakla anl›yamaz. Muhtâr da, ancak, köylü dili
ile, köylüye söyler. ‹flte, Kur’ân-› kerîm de, ahkâm-› ilâhiyyedir. Kanûn-› rabbânîdir. Allahü teâlâ, Kur’ân-› kerîmde kullar›na se’âdet yolunu göstermifl ve kendi kelâm›n› insanlar›n en yükse¤ine göndermifldir. Kur’ân-› kerîmin ma’nâs›n›,
yaln›z Muhammed “aleyhisselâm” anlar. Baflka kimse, tâm anl›yamaz. Eshâb-›
kirâm “aleyhimürr›dvân”, ana dili olarak arabî bildikleri, edîb ve belî¤ olduklar› hâlde, ba’z› âyetleri anl›yamaz, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” sorarlard›.
Meselâ Ömer “rad›yallahü anh”, bir yerden geçerken, Resûlullah›n “sallallahü
– 44 –
aleyhi ve sellem”, Ebû Bekr-i S›ddîka “rad›yallahü anh” birfley anlatd›¤›n› gördü.
Yanlar›na gidip dinledi. Sonra, baflkalar› da, gördü ise de, gelip dinleme¤e çekindiler. Ertesi gün, Ömeri “rad›yallahü anh” görünce, (Yâ Ömer, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, dün size bir fley anlat›yordu. Bize de söyle, ö¤renelim)
dediler. Çünki, dâimâ, (Benden duyduklar›n›z›, din kardefllerinize de anlat›n›z! Birbirinize duyurunuz!) buyururdu. Ömer “rad›yallahü anh”, (Dün Ebû Bekr “rad›yallahü anh”, Kur’ân-› kerîmden anl›yamad›¤› bir âyetin ma’nâs›n› sormufl, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, ona anlat›yordu. Bir sâat dinledim, birfley anl›yamad›m) dedi. Çünki, Ebû Bekrin yüksek derecesine göre anlat›yordu. Ömer
“rad›yallahü anhümâ”, o kadar yüksek idi ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Ben, Peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra Peygamber gelmiyecekdir. E¤er, benden sonra Peygamber gelseydi, Ömer Peygamber olurdu) buyurdu. Böyle yüksek oldu¤u hâlde ve arabîyi çok iyi bildi¤i hâlde, Kur’ân-› kerîmin
tefsîrini bile anl›yamad›. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, herkese, derecesine göre anlat›yordu. Ebû Bekrin derecesi, ondan çok dahâ yüksekdi.
Fekat, bu da, hattâ Cebrâîl “aleyhisselâm” dahî, Kur’ân-› kerîmin ma’nâs›n›, esrâr›n›, Resûlullaha sorard›. [(Hadîka)da, dil âfetlerini anlat›rken buyuruyor ki, (...
Resûlullah›n, Kur’ân-› kerîmin hepsinin tefsîrini Eshâb›na bildirdi¤ini imâm-›
Süyûtî haber vermekdedir).]
Hülâsa, Kur’ân-› kerîmin ma’nâs›n› yaln›z Muhammed “aleyhisselâm” anlam›fl
ve hadîs-i flerîfleri ile bildirmifldir. Kur’ân-› kerîmi tefsîr eden Odur. Do¤ru tefsîr
kitâb› da, Onun hadîs-i flerîfleridir. Din âlimlerimiz, uyum›yarak, dinlenmiyerek,
istirâhatlar›n› fedâ ederek, bu hadîs-i flerîfleri toplay›p, tefsîr kitâblar›n› yazm›fllard›r. (Beydâvî) tefsîri bunlar›n en k›ymetlilerindendir. Bu tefsîr kitâblar›n› da anl›yabilmek için, otuz sene durmadan çal›fl›p, yirmi ana ilmi, iyi ö¤renmek lâz›md›r.
Bu yirmi ana ilmin kollar›, seksen ilmdir. Ana ilmlerden biri, (Tefsîr) ilmidir. Bu
ilmlerin ayr› ayr› âlimleri ve çok kitâblar› vard›r. Bugün kullan›lan ba’z› arabî kelimeler, f›kh ilminde baflka ma’nâya, tefsîr ilminde ise dahâ baflka ma’nâya gelmekdedir. Hattâ ayn› bir kelime, Kur’ân-› kerîmdeki yerine, ald›¤› edâtlara göre, baflka ma’nâlar bildirmekdedir. Bu genifl ilmleri bilmiyenlerin, bugünkü arabcaya göre, yapd›klar› Kur’ân tercemeleri, Kur’ân-› kerîmin ma’nâs›ndan bambaflka birfley oluyor. Kur’ân-› kerîmin ma’nâs›ndan, mezâyâs›ndan, rumûzundan, iflâretlerinden, herkes îmân›n›n kuvveti kadar, birfley anl›yabilir. Tefsîr, anlatmakla, yazmakla olmaz. Tefsîr, din büyüklerinin kalblerine do¤an bir nûrdur. Tefsîr kitâblar›, bu nûrun anahtar›d›r. Çekmeceyi anahtarla aç›nca, mücevherler meydâna ç›kd›¤› gibi, o tefsîrleri okumakla, kalbe bu nûr do¤ar. Seksen ilmi iyi bilenler, tefsîrleri anlay›p, bizim gibi din câhillerine bildirmek için, çeflidli derecedeki insanlara göre, binlerle kitâb yazm›fllard›r. (Mevâkib), (Tibyân) ve (Ebülleys) gibi, türkçe k›ymetli tefsîrler, bu kitâblardand›r. (Tibyân tefsîri), hicretin [1110] senesinde
yap›lm›fl bir tercemedir. Konyal› Vehbî efendinin tefsîri, bir va’z kitâb›d›r. Yeni yaz›lan türkçe tefsîrlerin ve ilmihâllerin, en k›ymetlisi san›lanlar›nda bile, flahsî düflünceler bulunmakda, okuyanlara zarar›, fâidesinden çok olmakdad›r. Hele islâm
düflmanlar›n›n, bid’at sâhiblerinin, Kur’ân-› kerîmin ma’nâs›n› bozmak için yapd›klar› tefsîr ve terceme kitâblar›, birer zehrdir. Bunlar› okuyan genç zihnlerde, bir
tak›m flübheler, i’tirâzlar hâs›l oluyor. Zâten, bizim gibi, din bilgisi az olanlar›n, islâmiyyeti ö¤renmek için, tefsîr ve hadîs-i flerîf okumas› uygun de¤ildir. Çünki,
Kur’ân-› kerîmi ve hadîs-i flerîfi yanl›fl anlamak veyâ flübhe etmek insan›n îmân›n› giderir. Yaln›z arabca bilmekle, tefsîr ve hadîs anlafl›lmaz. Arabca bilenleri, din
âlimi sanan, aldan›r. Beyrut ve baflka yerlerde ana dili arabca olan, arab edebiyyât›n› iyi bilen, çok papas var. Fekat, hiçbirinin islâmiyyetden haberi yok. Ç›kard›klar›, m. 1956 bask›l› (El-müncid) ismindeki lügat kitâb›nda, islâm ismlerini, hattâ Medînenin Bakî’ mezârl›¤›n›n ismini ve hattâ, Resûlullah efendimizin vefât târîhini bile yanl›fl yazm›fllard›r.
– 45 –
Kur’ân-› kerîmin hakîkî ma’nâs›n› anlamak, ö¤renmek istiyen bir kimse, din
âlimlerinin kelâm ve f›kh ve ahlâk kitâblar›n› okumal›d›r. Bu kitâblar›n hepsi,
Kur’ân-› kerîmden ve hadîs-i flerîflerden al›nm›fl ve yaz›lm›fld›r. Kur’ân tercemesi
diye yaz›lan kitâblar, do¤ru ma’nâ veremez. Okuyanlar›, bunlar› yazanlar›n fikrlerine, düflüncelerine ve maksadlar›na esîr eder ve dinden ayr›lmalar›na sebeb olur.
Kur’ân-› kerîmin, latin harfleri ile yaz›lmas›na da imkân olmuyor. Çünki bu harflerde, Kur’ân-› kerîm harflerinin hepsinin karfl›l›¤› yokdur. Bunun için, ma’nâ bozuluyor. Okunan, Kur’ân olmay›p, ma’nâs›z bir ses y›¤›n› olaca¤› m. 1986 bask›l›
(El-muallim) mecmû’as›nda da uzun yaz›l›d›r. Meselâ, ehad yerine ehat derse, nemâz fâsid oluyor.
Bugün, çok kimsenin, böyle bozuk tercemeleri ve latin harfi ile yaz›lm›fl, ne oldu¤u belirsiz kitâblar› (türkçe Kur’ân) diye gençli¤in önüne sürdükleri, köylere da¤›td›klar› görülüyor. (Arabca Kur’ân, yabanc› dildir. Onu okumay›n! Öz dilimizle bunu okuyun) diyorlar. Böyle söyliyenlere dikkat edilirse, ço¤unun nemâz k›lmad›¤›, oruc tutmad›¤›, harâmlara, hattâ dinsizli¤e dalm›fl bulundu¤u, müslimânl›¤a, yaln›z lâf ile ba¤l› oldu¤u anlafl›l›yor. Bu kimseler, radyoda, barlarda Beethovenin 9 senphonisini, Mozart›n Figarosunu ve Molyerin fli’rlerini niçin almanca,
italyanca, frans›zca söylüyorlar ve dinliyorlar? Bunlar yabanc› dildir. Öztürkçe söylemek lâz›md›r demiyorlar? Bu senfonileri, komedileri türkçeye terceme etmiyorlar. Çünki, türkçeye tâm çevrilemiyece¤ini biliyorlar. Türkçesinden, nefsleri zevk
alam›yor. Türkçelerine Beethovenin, fiopenin eseri denilemiyor. ‹flte müslimânlar da, bu tercemelerden Kur’ân-› kerîmin zevk›ni alamaz, rûhlar›n› besliyemez.
Diyânet ‹flleri Baflkanl›¤› taraf›ndan hâz›rlan›p 1381 [m. 1961] de neflr edilen,
(Kur’ân-› kerîmin türkçe meâli) ad›ndaki tercemenin önsözünde de, yukar›da
bildirdiklerimiz çok güzel dile getirilmifldir. Diyânet iflleri reîsi muhterem H.Hüsnü Erdem imzâs›n› tafl›yan bu önsözde diyor ki, (Kur’ân-› kerîm gibi ilâhî belâgat
ve îcâz› hâiz bir kitâb, yaln›z türkçeye de¤il, hiçbir dile hakk›yle çevrilemez. Eski tefsîrlerin ›fl›¤› alt›nda verilen ma’nâlara da terceme de¤il, meâl demek uygundur. Kur’ân›n yaln›z ma’nâs›n› ifâde eden sözleri, Kur’ân hükmünde tutmak, nemâzda okumak ve asl›na hakk›yle vâk›f olunmadan ahkâm ç›karmak câiz olmaz.
Hiçbir terceme, asl›n›n yerini tutamaz. Kur’ân-› kerîmde, muhtelif ma’nâlara gelen lafzlar vard›r. Böyle bir lafz› terceme etmek, çeflidli ma’nâlar›n› bire indirmek
olur ki, verilen tek ma’nân›n, murâd-› ilâhî oldu¤u bilinemez. Bunun için, Kur’ân
tercemesi deme¤e cesâret edilemez. Kur’ân-› kerîmi terceme etmek baflka, tercemeyi Kur’ân yerine koyma¤a kalk›flmak baflkad›r). Önsözden sonra yap›lan aç›klamalarda diyor ki, (Bu ilâhî, befler üstü ve mûciz kitâb›n tam hakk›n› vererek aynen türkçeye çevrilmesi mümkin de¤ildir. Bu i’tibârla, en isâbetli yol, âyetleri kelime kelime aynen terceme etmek yerine, arabca asl›ndan anlafl›lan ma’nâ ve meâli türkçe ile ifâde yolu olsa gerekdir. Kur’ân-› kerîmin nazm-› celîlini, asl›ndaki
îcâz ve belâgatini muhâfaza ederek terceme etmek mümkin de¤ildir. Fekat, meâl olarak tercemesi mümkindir. Bir dilden baflka bir dile yap›lan tercemelerde, her
iki dilin husûsiyyetlerini hakk›yle belirtme¤e imkân yokdur. Avrupada ilk Kur’ân
tercemesi 537 [m. 1141] de lâtinceye yap›lm›fld›r. 919 [m. 1513] da italyancaya, 1025
[m. 1616] de almancaya, 1056 [m. 1647] da frans›zcaya ve 1057 [m. 1648] de ingilizceye terceme edilmifldir. Bugün, bu dillerin herbirinde otuz kadar tercemeleri
vard›r. Ancak çeflidli e¤ilimli kimselerin yapd›klar› tercemelerde, pek yanl›fl, hattâ garazkârâne olanlar vard›r. Kur’ân-› kerîmi baflka dillere terceme etmek câizdir. Fekat, tercemeden islâm dîninin ahkâm›n›n hepsi ö¤renilemez. Hadîs-i flerîflerle, icmâ’ ve k›yâs yolu ile sâbit olan hükmler de vard›r. Bunlar, tafsîlât› ile, f›kh
kitâblar›ndan ö¤renilir).
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, ‹stanbulda, Bâyezîd umûmî kütübhânesi, fleyhul-islâm Veliyyüddîn efendi k›sm›nda, binyedi– 46 –
yüzalt› numaral› kitâb›n 224.cü sahîfesinde diyor ki, (Kur’ân tercemesi, Kur’ân
de¤ildir. Çünki Kur’ân, ma’lûm mûciz olan nazmd›r. Terceme edilince, îcâz› zâil olmakdad›r. Bir fli’r terceme edilince, fli’r olmakdan ç›kar). Kitâb, imâm-› Nevevînin (Ezkâr) kitâb›n›n flerhidir. Müellifi, Ebû Abdüllah Muhammed fiemsüddîn Ukaylî Behnesî flâfi’î nakflî 1001 [m. 1592] de vefât etmifldir. Behnes, M›sr-›
vüstâda bir kasabad›r.
Allahü teâlâ, Kur’ân-› kerîmde, (Benim kitâb›m arabîdir) diyor. (Muhammed
aleyhisselâma, bu Kur’ân› arabî dil ile indirdim) buyuruyor. O hâlde, Allahü teâlân›n melek ile indirdi¤i kelimelerin, harflerin ve ma’nâlar›n toplam› Kur’ând›r.
Böyle olm›yan kitâblara, Kur’ân-› kerîm denemez. Bu kitâblara Kur’ân diyen
müslimânl›kdan ç›kar. Kâfir olur. Baflka dile, hattâ arabîye çevrilirse, Kur’ân
aç›klamas› denir. Ma’nâs› bozulmadan da, bir harfi bile de¤iflince, Kur’ân olmaz.
Hattâ hiçbir harfi de¤iflmeden, okunmas›nda ufak de¤ifliklik yap›l›rsa, Kur’ân
denmez.
(R›yâd-ün-nâs›hîn)de diyor ki: Arabî gramer flartlar›na uyan ve ma’nây› de¤ifldirmiyen, fekat ba’z› kelimeleri Osmân rad›yallahü anh›n toplad›¤›na benzemiyen
Kur’ân-› kerîme (K›râet-i flâzze) denir. Bunu nemâzda da, baflka yerde de okumak
câiz de¤ildir, günâhd›r. K›râet-i flâzzeyi, Eshâb-› kirâmdan “rad›yallahü teâlâ anhüm ecma’în” birkaç› okumufl, fekat sözbirli¤i olmam›fld›r. Eshâb-› kirâmdan birinin okudu¤u bildirilmiyen bir okuma¤a (K›râet-i flâzze) denmez. Böyle okuyan› habs etmek, dö¤mek lâz›md›r. Din âlimlerinden hiçbirinin okumad›¤› fleklde okumak, ma’nây› ve kelimeleri bozmasa bile, küfrdür.
Kur’ân-› kerîmin baflka dillere yap›lan çevirmelerine Kur’ân denmez. Bunlara,
Kur’ân-› kerîmin meâli, ya’nî aç›klamas› denir. Bunlar, mütehass›s olan ve iyi
niyyetli, hâlis müslimânlar taraf›ndan hâz›rlanm›fl ise, Kur’ân-› kerîmin ma’nâs›n› anlamak için okunabilir. Buna birfley denmez. Bunlar, Kur’ân diye okunamaz.
Bunlar›, Kur’ân diye okumak, sevâb olmaz. Günâh olur. Müslimânlar, Kur’ân-› kerîmi, Allahü teâlân›n indirdi¤i gibi okumal›d›r. Ma’nâs›n› bilmeden okumak da sevâbd›r. Ma’nâs›n› anl›yarak okumak, elbette dahâ çok sevâb ve dahâ iyidir.
M›sr, Irâk, Hicâz, Fas arabcalar› birbirine benzemiyor. Kur’ân-› kerîm, bunlardan hangisinin dili ile aç›klanacak? Kur’ân-› kerîmi anlamak için, flimdiki arabcay› de¤il, Kureyfl dilini bilmek lâz›md›r. Kur’ân-› kerîmi anlamak için, y›llarca dirsek çürütmek, çal›flmak lâz›md›r. Biz, böyle çal›fl›p anl›yan, islâm âlimlerinin yazm›fl olduklar› tefsîrlerden, aç›klamalardan okuyup anlamal›y›z. Derme çatma tercemeleri okuyan gençler, Kur’ân-› kerîmi, mitolojik hikâyeler, lüzûmsuz, fâidesiz
düflünceler, baya¤› sözler san›r. Kur’ândan, islâmdan so¤uyup, kâfir olur. Demek
ki, gençlerin önüne Kur’ân tercemelerini sürerek, öztürkçe Kur’ân okuyunuz, yabanc› dil olan arabca Kur’ân› okumay›n›z demek, müslimân yavrular›n›n, flehîd evlâdlar›n›n dinsiz yetiflmesini istiyen islâm düflmanlar›n›n, z›nd›klar›n yeni bir takti¤i, hîlesi olsa gerekdir.
‹bni Hacer-i Mekkî hazretleri, (Fetâvâ-i f›khiyye) kitâb›n›n otuzyedinci sahîfesinde buyuruyor ki, (Kur’ân-› kerîmi arabîden baflka harf ile yazmak ve baflka dile terceme edip, Kur’ân-› kerîm yerine bunu okumak, sözbirli¤i ile harâmd›r. Selmân-› Fârisî “rad›yallahü anh” Fâtihay› Îrânl›lara fârisî harflerle yazmad›. Tercemesini de yazmad›. Fâtiha sûresinin fârisî tefsîrini yazd›. Arabîden baflka harf ile
yazmak ve böyle yaz›lm›fl Kur’ân› okumak harâmd›r. Kur’ân-› kerîmi arabî harflerle, okundu¤u gibi yazmak sûreti ile de¤ifldirmek bile, sözbirli¤i ile harâmd›r. Böyle yapmak (Selef-i sâlihîn)in, ya’nî ilk y›llardaki müslimânlar›n yapd›klar›n› be¤enmemek, onlar› câhil bilmek olur. Meselâ, Kur’ân-› kerîmde, (Ribû) yaz›l› ise de,
(Ribâ) okunur. Bunu, okundu¤u gibi (Ribâ) yazmak câiz de¤ildir. Kur’ân-› kerîmi böyle yazarken ve baflka dile terceme ederken, Allah kelâm›n›n îcâz› bozulmakda, nazm-› ilâhî de¤iflmekdedir. Herhangi bir sûrede bulunan âyetlerin yerlerini de– 47 –
¤ifldirmek harâmd›r. Çünki, âyetlerin s›ras› kat’î olarak do¤rudur. Sûrelerin s›ralar›n›n do¤rulu¤u ise zannîdir. Bunun için, sûrelerin yerini de¤ifldirerek okumak,
yazmak mekrûh olmufldur. Kur’ân-› kerîmi baflka harflerle veyâ tercemesini yazmak, okumak, ö¤renmesini kolaylafld›r›r demek do¤ru de¤ildir. Kolay olsa bile, câiz olmas›na sebeb olamaz).
(Mevdû’ât-ül-ulûm)da diyor ki, (Kur’ân-› kerîmdeki bilgiler üç k›smd›r: Birincisini hiçbir kuluna bildirmemifldir. Kendisini, ismlerini ve s›fatlar›n› kendinden baflka kimse bilemez. ‹kinci k›sm bilgileri, yaln›z Muhammed aleyhisselâma bildirmifldir. Bu yüce Peygamberden ve Onun vârisi olan râsih âlimlerden baflka kimse bunlar› anl›yamaz. Müteflâbih âyetler böyledir. Üçüncü k›sm bilgileri, Peygamberine
bildirmifl ve ümmetine ö¤retmesini emr buyurmufldur. Bu ilmler de ikiye ayr›l›r:
Birinciler, geçmifl insanlar›n hâllerini bildiren (K›sas) ve dünyâda, âh›retde yaratm›fl oldu¤u ve yarataca¤› fleyleri bildiren haberler (Ahbâr)d›r. Bunlar, ancak Resûlullah›n bildirmesi ile anlafl›l›r. Akl ile, tecribe ile anlafl›lamaz. Üçüncü k›sm bilgilerin ikincileri, akl, tecribe ve arabî ilmler ile anlafl›labilir. Kur’ân-› kerîmden ahkâm ç›karmak ve fen bilgilerini anlamak böyledir. ‹mâm-› Nesefî “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Akâid)de buyuruyor ki, arabî ilmlere göre ma’nâ verilir. ‹smâilî sap›klar› gibi, baflka ma’nâlar vermek, ilhâd ve küfr olur.
Kendi akl› ve görüflleri ile bozuk tefsîrler yapanlar befl dürlüdür:
1 — Tefsîr için lâz›m olan bilgileri bilmiyen câhillerdir.
2 — Müteflâbih âyetleri tefsîr edenlerdir.
3 — Sap›k f›rkalardakilerin, z›nd›klar›n ve dinde reformcular›n, bozuk düflünce ve isteklerine uygun tefsîr yapanlard›r.
4 — Delîl ve sened ile iyi anlamadan tefsîr yapanlard›r.
5 — Nefse ve fleytâna uyarak yanl›fl tefsîr yapanlard›r).
26 — Ahkâm-› islâmiyyenin hepsi Kur’ân-› kerîmden ç›kmakdad›r. Kur’ân-› kerîm, bütün Peygamberlere “salevâtullahi aleyhim” gönderilmifl olan, bütün kitâblardaki ahkâm› ve dahâ fazlas›n› kendisinde toplamakdad›r. Gözleri kör, ilmleri
az, akllar› k›sa olanlar, bunu göremez. Kur’ân-› kerîmdeki bu ahkâm üç k›smd›r:
Birinci k›sm ahkâm›, ilm ve akl sâhibi, (‹bâret-i nass) ile ve (‹flâret-i nass) ile ve
(Delâlet-i nass) ile ve (Mazmûn-i nass) ile ve (‹ltizâm-i nass) ile ve (‹ktizâ-i nass)
ile kolayca anl›yabilir. Ya’nî, her âyet-i kerîmede, ibâret, delâlet, iflâret, iltizâm, iktizâ ve tazammün bak›m›ndan çeflidli ma’nâlar ve hükmler vard›r. (Nass), ma’nâlar› aç›k ve meydânda olan âyet-i kerîmelere ve hadîs-i flerîflere denir.
Kur’ân-› kerîmdeki ahkâmdan ikinci k›sm› aç›kca anlafl›lmaz. ‹ctihâd ve istinbât yolu ile meydâna ç›kar›labilir.
Ahkâm-› ictihâdiyyede, Eshâb-› kirâmdan biri, Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” uymayabilirdi. Fekat bu ahkâm, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve
sellem” zemân›nda hatâl› ve flübheli olamazd›. Çünki, Cebrâîl “aleyhisselâm” gelerek, yanl›fl olan ictihâdlar, Allahü teâlâ taraf›ndan hemen düzeltilir, hak ile bât›l birbirinden hemen ayr›l›rd›. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” âh›rete teflrîfinden sonra meydâna ç›kar›lan ahkâm ise, böyle olmay›p, do¤ru ile yanl›fl ictihâdlar kar›fl›k kald›. Bundan dolay›d›r ki, vahy zemân›nda ictihâd olunan ahkâm›, hem
yapmak, hem de inanmak lâz›md›r. Peygamberimizden sonra ictihâd olunan ahkâm› da yapmak lâz›m ise de, icmâ’ hâs›l olm›yan ictihâdlarda flübhe etmek, îmân› gidermez. [Bu husûs (Mektûbât)›n ikinci cild, 36. c› mektûb sonunda da yaz›l›d›r.]
Kur’ân-› kerîmde bulunan ahkâmdan üçüncü k›sm›, o kadar derin ve gizlidir ki,
bunlar› anlay›p ç›karma¤a insan gücü yetiflemiyor. Bunlar, Allahü teâlâ taraf›ndan
bildirilmedikçe, anlafl›lamaz. Bu da ancak Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve
sellem” gösterilmifl, bildirilmifldir. Baflkas›na bildirilmez. Bu ahkâm da, Kur’ân-›
kerîmden ç›kar›l›yor ise de, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” taraf›ndan
– 48 –
aç›klanm›fl olduklar›ndan, bunlara (Sünnet) denir. Birinci ve üçüncü k›sm ahkâmda kimse, Peygamberden “sallallahü aleyhi ve sellem” ayr›lamaz. Bütün müslimânlar›n, bunlara inanmas› ve tâbi’ olmas› lâz›md›r. Ahkâm-› ictihâdiyyede ise,
her müctehidin kendi ç›kard›¤› hükme tâbi’ olmas› lâz›md›r. Baflka müctehidlerin
ahkâm›na tâbi’ olamaz. Bir müctehid, baflka müctehide, ictihâd›ndan dolay› yan›ld›, do¤ru yoldan ayr›ld› diyemez. Zîrâ, her müctehide, kendi ictihâd› hakd›r ve do¤rudur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” uzak memleketlere gönderdi¤i Eshâb-› kirâma, karfl›laflacaklar› mes’elelerde, Kur’ân-› kerîmin hükmü ile hareket etmelerini, Kur’ân-› kerîmde bulamazlar ise, hadîs-i flerîflerde aramalar›n›,
burada da bulamazlar ise, kendi re’y ve ictihâdlar› ile amel etmelerini emr buyururdu. Kendilerinden dahâ âlim, dahâ yüksek olsalar bile, baflkalar›n›n fikr ve ictihâdlar›na tâbi’ olmakdan men’ ederdi. Hiçbir müctehid ve Eshâb-› kirâmdan hiçbirisi “rad›yallahü teâlâ anhüm ecma’în” baflkalar›n›n ictihâdlar›na bozuk demedi. Kendilerine uym›yanlara, fâs›k ve sap›k gibi kötü fleyler söylemedi.
Eshâb-› kirâmdan “rad›yallahü teâlâ anhüm ecma’în” sonra gelen müctehidlerin en büyü¤ü, imâm-› a’zam Ebû Hanîfedir “rad›yallahü anh”. Bu büyük imâm,
her hareketinde, vera’ ve takvâ üzere idi. Her iflinde Peygamberimize “sallallahü
aleyhi ve sellem” tâm ma’nâs› ile tâbi’ idi. ‹ctihâd ve istinbâtda, öyle yüksek bir dereceye ulaflm›fld› ki, buraya kimse varamad›.
[Kendisinden dahâ önceleri, dahâ âlim ve dahâ yüksek kimseler geldi ise de, onlar›n zemân›nda sap›tmalar yay›lmam›fl oldu¤undan, do¤ruyu ay›racak mi’yârlar
hâz›rlamam›fllar, di¤er dahâ k›ymetli ifllerle u¤raflm›fllard›r.]
‹mâm-› fiâfi’î hazretleri, ‹mâm-› a’zam›n ictihâd›n›n inceli¤inden, az birfley anl›yabildi¤i içindir ki, (Bütün müctehidler, imâm-› a’zam Ebû Hanîfenin çocuklar›d›r) demifldir. Îsâ “aleyhisselâm”, k›yâmete yak›n bir zemânda, gökden inerek,
Muhammed aleyhisselâm›n dînine göre hareket edecek ve Kur’ân-› kerîmden
ahkâm ç›karacakd›r. ‹slâm büyüklerinden imâm-› Muhammed Pârisâ hazretleri buyuruyor ki, (Îsâ “aleyhisselâm” gibi büyük bir Peygamberin, ictihâd ile ç›karaca¤› bütün ahkâm, Hanefî mezhebindeki ahkâma benziyecek, ya’nî, ‹mâm-› a’zam›n
ictihâd›na uygun olacakd›r). Bu da, ‹mâm-› a’zam›n “rad›yallahü anh” ictihâd›n›n,
ne kadar çok isâbetli ve do¤ru oldu¤unu bildiriyor. Evliyâ, kalb gözleriyle, Hanefî mezhebini, büyük deniz gibi, di¤er mezhebleri, ufak dereler, ›rmaklar gibi görmüfl olduklar›n› söylemifllerdir. ‹mâm-› a’zam Ebû Hanîfe hazretleri, ictihâd›nda
da sünnete tâbi’ olmakda, herkesden ileri gitmifl, Mürsel hadîsleri bile, Müsned hadîsler gibi, sened olarak alm›fld›r ve Eshâb-› kirâm›n sözlerini, kendi görüfllerinin,
bulufllar›n›n üstünde tutmufldur. Onlar›n, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve
sellem” yan›nda, sohbetinde bulunmak flerefi ile kazand›klar› derecelerin büyüklü¤ünü, herkesden dahâ iyi anlam›fld›r. Di¤er hiç bir müctehid böyle yapamam›fld›r. ‹mâm-› a’zam için, kendi görüflü ile ahkâm ç›kar›p, Kur’ân-› kerîme ve hadîs-i
flerîflere ba¤l› kalmam›fld›r diyenler, yeryüzünde asrlardan beri ibâdet etmekde
olan milyonlarca müslimân›, yanl›fl ve uydurma yolda bulundurmakla ve hattâ müslimânl›kdan ayr› kalmakla lekelemifl oluyor. Bunu ise, yâ kendi cehllerini de bilmeyen kara kafal› câhiller, yâhud dîn-i islâm› y›kmak, bozguna u¤ratmak isteyen islâm
düflmanlar›, z›nd›klar söyler. Birkaç câhil, birkaç z›nd›k, birkaç hadîs ezberleyip, ahkâm-› islâmiyyeyi bu kadarc›k sanarak, iflitmedikleri ve bilmedikleri hükmleri inkâr
ediyor. Evet, bir kaya kovu¤unda iliflmifl kalm›fl bir böcek, yerleri ve gökleri, bu delikden ibâret san›r.
Ehl-i sünnetin reîsi, f›kh›n kurucusu, imâm-› a’zam Ebû Hanîfedir “rahmetullahi teâlâ aleyh”. Bütün dünyâda tatbîk olunan ahkâm-› islâmiyyenin dörtde üçü,
onundur. Kalan dörtde birinde de, ortakd›r. ‹slâmiyyetde ev sâhibi, âile reîsi
odur. Bütün di¤er müctehidler, onun çocuklar›d›r.
[Bir müctehidin ç›kard›¤› ahkâm›n hepsine (Mezheb) denir. Ehl-i sünnetin
– 49 –
Se’âdet-i Ebediyye 1-F:4
yüzlerce mezhebinden, bugün dört imâm›n mezhebi kitâblara geçmifl olup, di¤erleri k›smen unutulmufldur. Bu dört imâm›n ismleri ve vefât târîhleri: Ebû Hanîfe
150, Mâlik bin Enes Esbahî 179, Muhammed fiâfi’î 204 ve Ahmed bin Hanbel 241
dir. Müctehid olm›yanlar›n bütün hareketlerinde ve ibâdetlerinde, bu dört mezhebden birinde bulunmas› lâz›md›r. Demek ki, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” yolu, Kur’ân-› kerîm ile ve hadîs-i flerîfler ile, ya’nî sünnet ile ve müctehidlerin ictihâdlar› ile gösterilen yoldur. Bu üç vesîkadan baflka, bir de, (‹cmâ’-›
ümmet) vard›r ki, Eshâb-› kirâm›n ve Tâbi’înin sözbirli¤i oldu¤u, ‹bni Âbidînde
(Habs) bahsinde yaz›l›d›r. Ya’nî gördükleri ve iflitdikleri zemân, hiçbirisinin red ve
inkâr etmedi¤i fleylerdir. fiî’îlerin (Minhâc-üs-sâlihîn) kitâb›nda, ölmüfl olana tâbi’ olmak câiz de¤ildir demeleri do¤ru de¤ildir.]
Dîn-i islâm, bu dört vesîka ile bizlere gelmifldir. Bu dört vesîkaya (Edille-i
fler’›yye) denir. Bunlar›n d›fl›nda kalan herfley bid’atdir, z›nd›kl›kd›r ve dinsizlikdir. Tesavvuf büyüklerinin kalblerine gelen ilhâmlar, keflfler, ahkâm-› islâmiyye için
sened ve vesîka olamaz. Keflflerin, ilhâmlar›n do¤ru olup olmad›¤›, islâmiyyete uygun olup olmamalar› ile anlafl›l›r. Tesavvufun, vilâyetin yüksek tabakalar›nda bulunan Evliyâ da, ilmi olm›yan, afla¤› derecelerdeki müslimânlar gibi, bir müctehide tâbi’ olmak mecbûriyyetindedir. Bistâmî, Cüneyd, Celâleddîn-i Rûmî ve Muhyiddîn-i Arabî gibi Evliyâ, herkes gibi, bir mezhebe tâbi’ olarak yükselmifllerdir.
Ahkâm-› islâmiyyeye yap›flmak, bir a¤aç dikmek gibidir. Evliyâya hâs›l olan ilmler, ma’rifetler, keflfler, tecellîler, aflk-› ilâhî ve muhabbet-i zâtiyye, bu a¤ac›n
meyveleri gibidir. Evet, a¤aç dikmekden maksad, meyve elde etmekdir. Fekat, meyve kazanmak için, a¤aç dikmek flartd›r. Ya’nî, îmân olmazsa ve ahkâm-› islâmiyye yap›lmazsa, tesavvuf ve evliyâl›k hâs›l olamaz. Böyle iddi’âda bulunanlar, z›nd›kd›r, dinsizdir. Böyle kimselerden, arslandan kaçmakdan dahâ çok kaçmal›d›r.
Arslan, insan›n yaln›z can›n› al›r. Bunlar ise, dînini ve îmân›n› al›r. [(Merec-ül-bahreyn)de, Ahmed Zerrûkdan alarak diyor ki, imâm-› Mâlik “rahmetullahi teâlâ
aleyh”, (F›kh ö¤renmeyip, tesavvuf ile u¤raflan, dinden ç›kar. (Z›nd›k) olur. F›kh
ö¤renip tesavvufdan haberi olm›yan [(Bid’at sâhibi), ya’nî] sap›k olur. Her ikisini edinen, hakîkate var›r) buyurdu. F›kh› do¤ru ö¤renen ve tesavvufun zevk›ni alan,
kâmil insan olur. Tesavvuf büyüklerinin hepsi kemâle gelmeden önce bir f›kh
âliminin mezhebinde idi. Tesavvufcunun mezhebi yokdur demek, mezheblerin hepsini bilir, hepsini gözetir, evlâ olan›, ihtiyâtl› olan› yapar demekdir. Cüneyd-i Ba¤dâdî, Süfyân-› Sevrînin mezhebinde idi. Abdülkâdir-i Geylânî, hanbelî idi. Ebû
Bekr-i fiiblî, mâlikî idi. ‹mâm-› Rabbânî ve Cerîrî, hanefî idi. Hâris-i Muhâsibî, flâfi’î idi “Kaddesallahü teâlâ esrârehüm”.]
27 — Seyyid Abdülhakîm efendi “rahmetullahi aleyh” (Eshâb-› Kirâm) kitâb›nda buyuruyor ki, (‹ctihâd, insan gücünün yetdi¤i kadar, ya’nî cehd ile zahmet çekerek çal›flmak demekdir. Ya’nî, Kur’ân-› kerîmde ve hadîs-i flerîflerde sarîh ve aç›k
bildirilmemifl bulunan ahkâm› ve mes’eleleri, aç›k ve genifl anlat›lm›fl mes’elelere benzeterek, meydâna ç›karma¤a u¤raflmakd›r. Bunu ancak Peygamberimiz “sallallahü
aleyhi ve sellem” ve Onun Eshâb›n›n hepsi ve di¤er müslimânlardan ictihâd makâm›na yükselenler yapabilir ki, bu çok yüksek insanlara, (Müctehid) denir. Cenâb-›
Hak, Kur’ân-› kerîmin birçok yerinde, ictihâd etme¤i emr ediyor. O hâlde, ma’nâlar› aç›kça anlafl›lmayan âyet-i kerîme ve hadîs-i flerîflerin derinliklerinde bulunan
ahkâm-› islâmiyyeyi ve mesâil-i dîniyyeyi, mefhûm ile ve delâlet ile anl›yabilen büyüklere, ya’nî mutlak müctehidlere, ictihâd etmek farzd›r. Müctehid olmak için, arabî yüksek ilmleri temâmen bilip, Kur’ân-› kerîmi ezber bilmek, her âyet-i kerîmenin
ma’nây-› murâdîsini, ma’nây-› iflârîsini ve ma’nây-› z›mnî ve iltizâmîsini bilmek ve
âyet-i kerîmelerin geldikleri zemânlar› ve gelme sebeblerini ve ne hakk›nda geldiklerini, küllî ve cüz’î olduklar›n›, nâsih veyâ mensûh olduklar›n›, mukayyed veyâ mutlak olduklar›n› ve k›râet-i seb’a ve aflereden ve k›râet-i flâzzeden nas›l ç›kar›ld›kla– 50 –
r›n› bilmek, Kütüb-i sittedeki ve di¤er hadîs kitâblar›ndaki, yüzbinlerce hadîsi ezberden bilmek ve her hadîsin ne zemân ve ne için îrâd buyuruldu¤unu ve ma’nâs›n›n ne kadar geniflledi¤ini ve hangi hadîsin di¤erinden önce veyâ sonra oldu¤unu ve
ba¤l› bulundu¤u hâdiseleri ve hangi vak’a ve hâdiseler üzerine buyuruldu¤unu ve
kimler taraf›ndan nakl ve rivâyet olundu¤unu ve nakleden kimselerin ne hâlde ve
ne ahlâkda olduklar›n› bilmek, f›kh ilminin üsûl ve kâ’idelerini tan›mak, oniki ilmi
ve Kur’ân-› kerîmin ve hadîs-i flerîflerin iflâretlerini, rumûzlar›n› ve aç›k ve kapal›
ma’nâlar›n› kavramak ve bu ma’nâlar kalbinde yer etmifl olmak, kuvvetli îmân sâhibi olmak ve itmînân ile dolu, nûrlu ve sâf bir kalbe ve vicdâna mâlik olmak lâz›md›r. ‹ctihâd ve tefsîr hakk›nda, fârisî (Redd-i Vehhâbî) kitâb›nda uzun bilgi vard›r.
(Redd-i Vehhâbî) kitâb›, 1264 h. de Delhîde ve 1415 de ‹stanbulda tab’ edilmifldir.
Bütün bu üstünlükler, ancak Eshâb-› kirâmda ve sonra, ikiyüz sene içinde yetiflen, ba’z› büyüklerde bulunabildi. Dahâ sonralar›, fikrler, re’yler da¤›l›p, bid’atler ç›k›p yay›ld›. Böyle üstün kimseler azala azala, dörtyüz sene sonra, bu flartlar› hâiz kimse, ya’nî mutlak müctehid olarak meflhûr olan görülmedi). Hicretden
dörtyüz sene sonra, müctehide ihtiyâc da kalmad›. Çünki, Allahü teâlâ ve Onun
Resûlü Muhammed aleyhisselâm, k›yâmete kadar hayât flekllerinde ve fen vâs›talar›nda yap›lacak de¤iflikliklerin, yeniliklerin hepsine flâmil olan ahkâm›n hepsini bildirdiler. Müctehidler de, bunlar›n hepsini anlay›p, aç›klad›lar. Sonra gelen
âlimler, bu ahkâm›n, yeni hâdiselere nas›l tatbîk edileceklerini, tefsîr ve f›kh kitâblar›nda bildirirler. (Müceddid) denen bu âlimler k›yâmete kadar mevcûddur.
(Fen vâs›talar› de¤ifldi. Yeni hâdiselerle karfl›lafl›yoruz. Din adamlar› toplanarak
yeni tefsîrler yaz›lmal›, yeni ictihâdlar yap›lmal›d›r) diyerek, nasslara ilâveler,
de¤ifliklikler yapmak lâz›m oldu¤unu savunanlar›n (Z›nd›k) ve islâm düflman› olduklar› anlafl›l›r. ‹slâm düflmanlar›n›n en zararl›s› ingilizlerdir.
‹slâm düflmanl›¤›, zulm, istibdât, hîle ve h›yânet üzerine kurulmufl olan ‹ngiliz
‹mperatorlu¤u, Kanada ve Avustralya ile Asyada ve Afrikada k›rk memleketi kültür emperyalizmi ve kuvvet yolu ile iflgâl ederek, ingiliz sömürgesi yapd›. ‹¤renç
ingiliz politikas› gere¤i olarak önce bu ülkelerin dilleri, dinleri, örf ve âdetleri tahrib edildi. Sonra da yeralt› ve yerüstü zenginlikleri sömürüldü. Her dürlü direnme
kanl› bir fleklde basd›r›ld›. ‹slâm dînini ö¤reten bütün medrese ve mektebleri de
kapatd›lar. Halka do¤ru yolu gösterebilecek bütün âlimleri ve din adamlar›n›, hattâ talebeleri bile öldürdüler. Yaln›z Çanakkale harbinde ingilizlerin 274 bin müslimân› flehîd etdi¤i, 18.3.2000 târîhli Türkiye gazetesinde yaz›l›d›r. Yeni nesillerin
dinsiz yetiflmesi için de ‹slâm dînini ö¤reten kitâblar› imhâ etdiler.
1877 de Osmânl›-Rus harbi esnâs›nda, ‹ngiltere, Hindistân›n ilhâk›n› îlân ederken, Midhat Pâflan›n deste¤ini dahâ önceden garantilemifldi. Çünki, Midhat Pâfla,
meflhûr ‹skoç locas›na kay›dl› olmas› sebebi ile ingiliz hükûmeti taraf›ndan ingiliz ajan› gibi kullan›larak, Osmânl› Devletini harbe sokmufl ve Sultân Abdül’azîz
Hân› da flehîd etdirmifldi.
Bat›ya flartland›r›lan devlet adamlar› ile Bat›l› uzman olarak görevlendirilen ajanlar›n iflbirli¤i sâyesinde; “Fen bilgisi din adam›na lâz›m olmaz!” iftirâs›nda bulunarak, medreselerden fen dersleri kald›r›ld›. Ondan sonra da, fen bilgilerinden mahrûm edilen din adamlar›n›, “Fen bilgilerinden anlamad›klar›” gerekçesi ile, câhillik ile suçlay›p, horlamak sûretiyle gençleri dinden so¤utdular.
28 — Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve sellem” yapd›¤› ve kaç›nd›¤› fleyler iki
k›smd›r:
Birisi, ibâdet olarak yapd›¤› ve kaç›nd›¤› fleylerdir. Her müslimân›n bunlara tâbi’ olmas› lâz›md›r. Bunlara uymayan fleyler bid’atdir. ‹kincisi, âdet olarak ya’nî,
bulunduklar› flehrin ve o memleketlerdeki insanlar›n yapmakda olduklar› fleylerdir. Bunlar› da be¤enmiyen, çirkin diyen, kâfir olur. Fekat, bunlar› yapmak, mecbûrî de¤ildir. Bunlara uymayan fley, bid’at de¤ildir. Bunlar› yap›p yapmamak,
memleketlerin ve insanlar›n âdetlerine ba¤l›d›r. Mubâh k›sm›ndand›rlar. Din ile
– 51 –
ba¤l›l›klar› yokdur. Her memleketin âdeti, baflka baflkad›r. Hattâ, bir memleketin
âdeti, zemânla de¤iflir.
[‹bni Âbidîn “rahmetullahi aleyh” abdestin sünnetlerini anlat›rken, buyuruyor
ki, (Meflrû’ât, ya’nî ibâdetler, ya’nî müslimânlara yap›lmas› emr olunan fleyler, dört
k›smd›r: Farz, vâcib, sünnet, nâfile. Allahü teâlân›n aç›k olarak bildirdi¤i emrlerine (Farz) denir. Aç›k olmay›p, zan ederek anlafl›lan emrlerine (Vâcib) denir. Farz
veyâ vâcib olmay›p, Resûlullah›n “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kendili¤inden
emr etdi¤i veyâ yapd›¤› ibâdetlere (Sünnet) denir. Bunlar› devâml› yaparak, nâdiren terk etmifl ve terk edenlere birfley dememifl ise, (Sünnet-i hüdâ) veyâ (Müekked sünnet) denir. Bunlar, islâm dîninin fli’âr›d›r. [Ya’nî, bu dîne mahsûsdurlar.
Baflka dinlerde yokdurlar.] Vâcibleri terk edeni görünce, terk etmesine mâni’
olurdu. Kendisi ara s›ra terk etmifl ise, (Sünnet-i gayr-› müekkede) denir. Müekked sünneti, özrsüz olarak devâml› terk etmek mekrûh olur. Küçük günâh olur. Allahü teâlâ, bütün ibâdetlere sevâb verece¤ini va’d etdi. Söz verdi. Fekat, ibâdete
sevâb verilmesi için, niyyet etmek lâz›md›r. Niyyet, emre itâat ve Allahü teâlân›n
r›zâs›na kavuflmak için yapd›¤›n› kalbinden geçirmek demekdir. [Bu üç k›sm ibâdeti belli zemânlarda yapma¤a (Edâ etmek) denir. Zemân›nda yapmay›p, zemân
geçdikden sonra yapma¤a (Kazâ etmek) denir. Edâ veyâ kazâ etdikden sonra, kendili¤inden tekrâr yapma¤a (Nâfile ibâdet) denir.] Farzlar› ve vâcibleri nâfile olarak yapmak, müekked sünnetleri yapmakdan dahâ çok sevâb olur. Resûlullah›n
“sallallahü aleyhi ve sellem” ibâdet olarak de¤il de, âdet olarak, devâml› yapd›¤›
fleylere (Sünnet-i zevâid) denir. Elbiseleri, oturmas›, kalkmas›, iyi fleyleri yapma¤a sa¤dan bafllamas› böyledir. Bunlar› yapanlara da sevâb verilir. Bunlara sevâb
verilmesi için, niyyet etmek lâz›m de¤ildir. Niyyet edilirse, sevâblar› ço¤al›r. Zevâid sünnetleri ve nâfile ibâdetleri terk etmek mekrûh olmaz.)]
Bunlarla berâber, âdete ba¤l› fleylerde de Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve
sellem” tâbi’ olmak, dünyâda ve âh›retde, insana çok fley kazand›r›r ve çeflidli
se’âdetlere yol açar.
29 — ‹bni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, nemâz›n mekrûhlar›n› anlat›rken
buyuruyor ki; (Kâfirlerin yapd›klar› ve kulland›klar› fleyler de iki k›smd›r:
Birisi, âdet olarak, ya’nî her kavmin, her memleketin âdeti olarak yapd›klar› fleylerdir. Bunlardan, harâm olmay›p, insanlara fâideli olanlar› yapmak ve kâfirlere
benzeme¤i düflünmiyerek kullanmak hiç günâh de¤ildir. [Pantalon, fes ve çeflidli
ayakkab›, çatal, kafl›k kullanmak, yeme¤i masada yimek ve herkesin önüne tabaklar içinde koymak ve ekme¤i b›çak ile dilimlere ay›rmak ve çeflidli eflyâ ve âletleri kullanmak, hep âdete ba¤l› fleyler olup mubâhd›rlar. Bunlar› kullanmak, bid’at
olmaz, günâh olmaz.] Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” papaslar›n kulland›¤› ayakkab›y› kullanm›fld›r). Bunlardan, fâideli olm›yanlar› ve çirkin ve mezmûm
olanlar› kullanmak ve yapmak harâm olur. Fekat, iki müslimân bunlar› kullan›nca (Âdet-i islâm) olur ve üçüncü kullanan müslimâna harâm olmaz. Birinci ve ikinci müslimân günâhkâr olursa da, baflkalar› olmaz. (Kâmûs-ül-a’lâm)da, Timürtafl
pâflada diyor ki, (Osmânl› sanca¤›n›n rengini ve [bugünkü ay-y›ld›zl› Türk bayra¤›n›n] fleklini ta’yîn eden ve o zemâna kadar beyâz olan fesi k›rm›z›ya boyayan, Timürtafl pâflad›r). Abbâsî devletinin bayra¤› siyâh idi. Halîfe Memûn zemân›nda yeflile çevrildi. Görülüyor ki, fes macarlardan al›nmam›fld›r. Türk yap›s›d›r.
(Birgivî vas›yyetnâmesi)nde diyor ki, (Kâfirlerin kulland›klar› fleylerin ikinci k›sm›, ibâdet olarak yapd›klar› ve kâfirlik alâmeti olan ve islâmiyyeti inkâr etmek ve
inanmamak alâmeti olan ve tahkîr etmemiz vâcib olan fleylerdir ki, bunlar› yapan
ve kullanan kâfir olur. Bunlar, ölümle veyâ bir uzvun kesilmesi ile veyâ bunlara sebeb olan, fliddetli dayak, habs, bütün mal›n› almak ile tehdîd edilmedikce kullan›lamaz. Bunlardan meflhûr olanlar›n› bilmiyerek veyâ flaka olarak veyâ herkesi güldürmek için yapan da, kâfir olur. Meselâ, papaslar›n ibâdetlerine mahsûs fleyi kul– 52 –
lanmak küfr olur. Buna (Küfr-i hükmî) denir.) Onlara mahsûs olan fleyleri kullanman›n küfr oldu¤u, islâm âlimlerinin temel kitâblar›nda yaz›l›d›r. (‹bni Âbidîn) “rahmetullahi teâlâ aleyh” beflinci cild, dörtyüzseksenbirinci sahîfeyi okuyunuz! Din düflmanlar›, müslimânlar› aldatmak için, kâfirlerin âdetlerini, bayramlar›n›, müslimân
âdeti, müslimânlar›n mubârek günü diyerek, bunlar›n gâvurluk ve kâfirlik oldu¤unu örtme¤e u¤rafl›yorlar. Büyük Kostantinin h›ristiyanl›k dînine kar›fld›rd›¤› Noel
gecesini ve Cemflîdin ortaya ç›kard›¤› Nevruz günü mecûsî bayram›n›, millî bayram
olarak tan›t›yorlar. Müslimânlar›n bu günlerde bayram yapmalar›n› istiyorlar.
Genç ve sâf müslimânlar bunlara aldanmamal›d›r. Güvendikleri hâlis müslimânlara, nemâz k›lan akrabâlar›na, dînini bilen baba dostlar›na sorup ö¤renmelidir. Bugün bütün dünyâda, gerek îmân› ve küfrü tan›makda, gerekse ibâdetleri do¤ru
yapmakda, câhillik özr de¤ildir. Meflhûr olan din bilgilerini bilmedi¤i için aldanan,
Cehennemden kurtulam›yacakd›r. Allahü teâlâ, bugün, dînini dünyân›n her taraf›na duyurmufl, îmân›, halâli, harâm›, farzlar›, güzel ahlâk› ö¤renmek pek kolaylaflm›fld›r. Bunlar›, lüzûmu kadar ö¤renmek farzd›r. Ö¤renmeyip câhil kalan farz›
terk etmifl olur. Ö¤renme¤e lüzûm görmiyen, ehemmiyyet vermiyen kâfir olur.
30 — Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi’ olmak yedi derecedir: Birincisi, ahkâm-› islâmiyyeye inanarak, bunlar› ö¤renmek ve yapmakd›r. Bütün müslimânlar›n ve âlimlerin ve zâhidlerin ve âbidlerin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” tâbi’ olmas›, bu derecededir. Bunlar›n nefsleri îmân etmemifldir. Allahü teâlâ, merhamet ederek, yaln›z kalbin îmân›n› kabûl etmekdedir.
‹kincisi, emrleri yapmakla berâber, Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve sellem”
bütün sözlerini ve âdetlerini yapmak ve kalbi kötü huylardan temizlemekdir. Tesavvuf yolunda yürüyenler bu derecededir.
Üçüncüsü, Resûlullahda “sallallahü aleyhi ve sellem” bulunan hâllere, zevklere ve kalbe do¤an fleylere de tâbi’ olmakd›r. Bu derece, tesavvufun (Vilâyet-i
hâssa) dedi¤i makâmda ele geçer. Burada, nefs de îmân ve itâ’at eder ve bütün ibâdetler, hakîkî ve kusûrsuz olur.
Dördüncüsü, ibâdetler gibi bütün hayrl› ifller hakîkî ve kusûrsuz olmakd›r. Bu
derece, (Ulemâ-i râsihîn) denilen büyüklere mahsûsdur. Bu râsih ilmli âlimler,
Kur’ân-› kerîmin ve hadîs-i flerîflerin derin ma’nâlar›n› ve iflâretlerini anlar. Bütün Peygamberlerin Eshâb› “rad›yallahü teâlâ anhüm ecma’în”, böyle idi. Hepsinin nefsleri îmân etmifl, mutmainne olmufldur. Böyle tâbi’ olmak, yâ tesavvuf ve
vilâyet yolundan ilerleyenlere veyâ bütün sünnetlere yap›flarak bütün bid’atlerden
kaçanlara nasîb olur. Bugün, dünyây› bid’at kaplam›fl, sünnetler gayb olmufldur.
Bugün, sünnetleri bulup yap›flmak ve bid’at deryâs›ndan kurtulmak, imkân hâricinde kalm›fld›r. Bid’atler, âdet hâlini alm›fld›r. Hâlbuki, âdetler ne kadar yerleflmifl ve yay›lm›fl olsalar ve ne kadar güzel görünseler de, din ve ahkâm-› islâmiyye olamaz. Küfre sebeb olan ve harâm olan fleyler, âdet hâlini alsalar, halâl ve câiz olmazlar. [Demek ki, bu dereceye kavuflmak için, tesavvuf yolundan ilerlenir.
Bu yola, tarîkat denir. ‹lk asrlarda, sünnetlerin hepsine uymak kolay idi. Tesavvufa lüzûm yokdu.]
Beflincisi, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” mahsûs kemâlâta, yüksekliklere tâbi’ olmakd›r. Bu kemâlât, ilm ve ibâdet ile ele geçemez. Ancak, Allahü
teâlâdan, lutf ve ihsân ile gelir. Bu derecede olanlar, büyük Peygamberler “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve bu ümmetin pek az büyükleridir.
Alt›nc›s›, Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve sellem” mahbûbiyyet ve ma’flûk›yyet kemâlât›na tâbi’ olmakd›r ki, Allahü teâlân›n çok sevdiklerine mahsûsdur ve
lutf ile ele geçmez, muhabbet lâz›md›r.
Yedinci derece, insan vücûdünün her zerresinin tâbi’ olmas›d›r. Tâbi’ metbû’a
o kadar benzer ki, tâbi’ olmakl›k aradan kalkar. Bunlar da, sanki Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” gibi, ayn› kaynakdan, herfleyi al›r.
– 53 –
31 — ‹K‹NC‹ C‹LD, 67. ci MEKTÛB
Bu mektûb, Hân-› Hânân-› cihâna yaz›lm›fl olup, Ehl-i sünnet i’tikâd›n› ve islâm›n befl flart›n› ve günâhlardan tevbe etme¤i bildirmekdedir:
Mektûbuma Besmele ile bafll›yorum. [Ya’nî, dünyâda, bütün insanlara fâideli
fleyleri yarat›p göndermekle merhamet eden ve âh›retde, Cehennemi hak etmifl olan
mü’minleri, afv ve inâyet buyuran, mahlûkât› yaratan ve her ân varl›kda durduran
ve korku ve dehfletden muhâfaza buyuran Allahü teâlân›n ism-i flerîfi ile, bu mektûbu yazma¤a bafll›yorum.] Onun seçdi¤i, be¤endi¤i iyi insanlara selâmetler olsun!
[‹bni Âbidîn, birinci cild, alt›nc› sahîfede buyuruyor ki, (Hayvan keserken, av
hayvan›na ok atarken, ava ta’lîm edilmifl köpe¤i gönderirken, (Bismillâh) veyâ (Allahü ekber) demek vâcibdir. Besmeleyi temâm söylemek de olur. Her rek’atde, Fâtihadan önce, Besmele çekmek vâcib diyenler vard›r. Fekat, sünnet oldu¤u dahâ
do¤rudur. Abdest alma¤a, yime¤e, içme¤e ve her fâideli ifle bafllarken, Besmele çekmek sünnetdir. Fâtiha ile sûre aras›nda Besmele çekmek, câiz veyâ müstehabd›r.
Yürüme¤e, oturma¤a, kalkma¤a bafllarken okumak mubâhd›r. (Bismillâhillezî
lâ-yedurru ma’ asmihî fley’ün fil-erd› velâ fissemâi ve hüves-semî’ul’alîm), ya’nî besmele okuyarak bafllanan her fley, zarar vermez.
Avret yerini açarken, necâset bulunan yere girerken ve Berâe sûresini, evvelki sûreye bitiflik okurken ve sigara içme¤e ve bunun gibi, fenâ kokulu fleyleri, meselâ so¤an, sarm›sak gibi fleyleri yime¤e [ve sakal trafl› olma¤a bafllarken], Besmele çekmek mekrûhdur. [Sigaran›n, so¤an ve sarm›sak gibi fenâ kokulu fleylere benzetilmesi, tütünün, bu fleyler gibi, tab’an mekrûh oldu¤unu, fler’an mekrûh olmad›¤›n› göstermekdedir.] Harâm iflleme¤e bafllarken besmele çekmek, harâmd›r. Hattâ, kat’î harâm olan fleye, bile bile, Besmele çeken kâfir olur dediler. Kur’ân-› kerîm niyyeti ile, cünübün Kur’ân-› kerîm okumas› harâmd›r.
Hamd etmek, nemâzda vâcib, hutbede ve her düâdan önce ve yimekden, içmekden sonra sünnetdir. Her hât›rlad›kca söylemek mubâhd›r. Pis yerlerde söylemek mekrûh, harâm yidikden, içdikden sonra söylemek, harâmd›r ve belki, küfre sebeb olur.)].
Lutf ederek göndermifl oldu¤unuz k›ymetli mektûbunuz geldi. Allahü teâlâya
hamd ve flükrler olsun ki, flübhelerin artd›¤› flu zemânda, hiçbirfleye ihtiyâc› olm›yan sizin gibi bahtiyârlar, temiz mayalar›n›n îcâb› olarak, hiçbir münâsebet olmad›¤› hâlde, bir köflede kalm›fl, unutulmufl olan bu fakîrleri düflünmekle, iltifât buyuruyor ve bu tâifeye îmân ediyorsunuz. Ne büyük ni’metdir ki, çeflidli meflgûliyyet ve ba¤l›l›klar›n›z, sizleri bu devletden al›koymam›fl ve da¤›n›k iflleriniz, onlara muhabbetinize mâni’ olmam›fl. Bu büyük ni’metin flükrünü yerine getirmelisiniz ve (El mer’ü me’a men ehabbe), ya’nî, (Herkes, âh›retde, dünyâda iken sevmifl oldu¤u kimselerle berâber bulunacakd›r) hadîs-i flerîfinden ümmîdli olmal›s›n›z!
Ey k›ymetli ve bahtiyâr insan! Yetmiflüç f›rka içinde, Cehennemden kurtulan,
yaln›z (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) f›rkas›d›r. Her müslimân, Ehl-i sünnet i’tikâd›n› ö¤renmeli, îmân›n› buna göre düzeltmelidir. Asrlardan beri dünyâya yay›lm›fl
olan müslimânlar›n ço¤u, Ehl-i sünnet idi. [Gelmifl olan yüzbinlerle Ehl-i sünnet
âlimlerinin, milyonlar› aflan kitâblar›, dünyân›n her taraf›na, islâmiyyeti yaym›fl,
tan›td›rm›fld›r. Cehennemden kurtulmak istiyen, bu do¤ru kitâblar› bulup, okuyup
i’tikâd›n› düzeltmelidir.] Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblar›nda yaz›l› olan i’tikâda
uym›yan fenâ, bozuk i’tikâdlar, îmânlar, ya’nî bunlara gönül ba¤lamak, gönlü öldüren bir zehrdir. ‹nsan› sonsuz ölüme, ebedî azâba götürür. Amelde, ibâdetlerde tenbellik, gevfleklik olursa, afv olunabilir. Ammâ, i’tikâdda gevflek davranmak
afv olunmaz. (fiirki, ya’nî küfrü, aslâ afv etmiyece¤im. Di¤er bütün günâhlar›, istedi¤im kimselerden afv ederim!) meâlindeki âyet-i kerîme meflhûrdur.
– 54 –
Ehl-i sünnet i’tikâd›n› k›sa ve öz olarak bildiriyorum. Buna göre i’tikâd› düzeltmelidir. Hak teâlâdan, yalvararak, bu i’tikâd üzere dâim olmay› istemelidir.
[Herfleyin yokdan var oldu¤unu, bütün varl›klar›n yok oldu¤unu görüyoruz. Bu
hâl sonsuzdan böyle gelmifl olamaz. Herfleyi yokdan var eden ve hiç yok olm›yan
bir yarat›c› yaratm›fld›r. Bu yarat›c›, varl›¤›n› bildirmek için, Peygamberler ve kitâblar göndermifldir. Peygamberler ve kitâblar, meflhûrdur. ‹smleri, dünyân›n her
yerindeki kütübhânelerde yaz›l›d›r. Meydânda olan fley, inkâr olunamaz. Allahü
teâlân›n, varl›¤›na inanmamak, meydânda olan fleyi inkâr etmek olur. Allahü teâlân›n varl›¤›na ve birli¤ine inanmamak, günlük hâdiseleri, kitâbda okuyup, inanmamak gibidir. Bu da, akll› bir kimsenin yapaca¤› birfley de¤ildir.] Biliniz ki, Allahü teâlâ, kadîm olan Zât› ile vard›r. Ondan baflka herfley, Onun var etmesi ile var
olmufldur. Onun yaratmas› ile yoklukdan varl›¤a gelmifldir. O, sonsuz olarak var
idi. Kadîmdir, ezelîdir. Ya’nî hep var idi. Varl›¤›ndan evvel yokluk olamaz. Ondan
baflka herfley yok idi. Bunlar›n hepsini, O, sonradan yaratd›. Kadîm ve ezelî olan,
bâkî ve ebedî olur. Hâdis ve mahlûk olan, fânî ve muvakkat olur, ya’nî yok olur.
Allahü teâlâ birdir. Ya’nî, varl›¤› lâz›m olan, yaln›z Odur. ‹bâdete hakk› olan da,
yaln›z Odur. Ondan baflka herfleyin var olmas›na lüzûm yokdur. Olsalar da olur,
olmasalar da. Ondan baflka hiçbirfley, ibâdet olunma¤a lây›k de¤ildir.
Allahü teâlân›n kâmil s›fatlar› vard›r. Bu s›fatlar›: Hayât, ‹lm, Sem’, Basar,
Kudret, ‹râde, Kelâm ve Tekvîndir. Bu s›fatlar› da, kadîmdir, ezelîdir. Varl›klar›
Zât-i ilâhî iledir. Mahlûklar›n sonradan yarat›lmas› ve onlarda her ân meydâna gelen de¤ifliklikler, bu s›fatlar›n kadîm olmas›n› bozmaz. S›fatlar›n ba¤land›¤› fleylerin sonradan var olmas›, s›fatlar›n ezelî olmas›na mâni’ olmaz. Felsefeciler, yaln›z akla güvendiklerinden, akllar› da noksân oldu¤undan, müslimânlardan mu’tezile f›rkas› da, iyi göremedi¤inden, eflyâ hâdis oldu¤u için, bunlar› var eden ve idâre eden s›fatlar da hâdisdir deyip geçdiler. Bu sûretle kadîm olan (S›fât-› kâmile)yi,
inkâr etdiler. ‹lm s›fat›, zerrelere kadar ifllemez. Ya’nî, Allahü teâlâ, ufak tefek fleyleri bilmez. Çünki, eflyâdaki de¤ifliklikler, ilm s›fat›nda de¤ifliklik yapar. Kadîm olanda ise, de¤ifliklik olamaz, dediler. Hâlbuki bilmediler ki, s›fatlar ezelîdir. Bunlar›n
eflyâya te’alluklar›, ba¤lant›lar› hâdisdir.
Noksân s›fatlar, Onda yokdur. Allahü teâlâ, maddelerin, cismlerin, arazlar›n,
ya’nî hâllerin s›fatlar›ndan ve bunlara lâz›m olan fleylerden münezzehdir, uzakd›r.
Allahü teâlâ, zemânl› de¤ildir, mekânl› de¤ildir, cihetli de¤ildir. Bir yerde, bir tarafda de¤ildir. Zemânlar›, yerleri, cihetleri O yaratm›fld›r. Birfley bilmiyen bir
kimse, Onu, Arfl›n üstünde san›r, yukar›da bilir. Arfl da, yukar›s› da, afla¤›s› da, Onun
mahlûkudur. Bunlar›n hepsini, sonradan yaratm›fld›r. Sonradan yarat›lan birfley,
kadîm olana, her zemân var olana, yer olabilir mi? Yaln›z flu kadar var ki, Arfl, mahlûklar›n en flereflisidir. Herfleyden dahâ sâf ve dahâ nûrludur. Bunun için, ayna gibidir. Allahü teâlân›n büyüklü¤ü orada görünür. Bunun içindir ki, ona (Arflullah)
denir. Yoksa, Allahü teâlâya göre, Arfl da, di¤er eflyâ gibidir. Hepsi, Onun mahlûkudur. Yaln›z Arfl, ayna gibidir. Di¤er eflyâda bu kâbiliyyet yokdur. Aynada görünen bir insana, aynan›n içindedir denilir mi? O insan›n aynaya olan nisbeti, karfl›s›nda bulunan di¤er eflyâya olan nisbeti gibidir. ‹nsan›n, hepsine olan münâsebeti ayn›d›r. Yaln›z, ayna ile di¤er eflyâ aras›nda fark vard›r. Ayna, insan›n sûretini gösterebiliyor, di¤er eflyâ ise, göstermiyor.
Allahü teâlâ, madde de¤ildir, cism de¤ildir, araz, hâl de¤ildir. Hudûdlu, boyutlu de¤ildir. Uzun, k›sa, genifl, dar de¤ildir. Ona, (Vâsi’) ya’nî genifl deriz. Fekat; bu
genifllik, bizim bildi¤imiz, anlad›¤›m›z gibi de¤ildir. O, (Muhît)dir. Ya’nî herfleyi
çevirmifldir. Fekat, bu ihâta, çevirmek, bizim anlad›¤›m›z gibi de¤ildir. O, (Karîb)dir.
Yak›nd›r ve bizimledir. Fekat, bizim anlad›¤›m›z gibi de¤il! Onun vâsi’, muhît, karîb ve bizim ile berâber oldu¤una inan›r›z. Fekat, bu s›fatlar›n ne demek oldu¤unu bilemeyiz. Akla gelen herfley yanl›fld›r, deriz. Allahü teâlâ, hiçbirfleyle ittihâd
– 55 –
etmez, birleflmez. Hiçbirfley de Onunla birleflmez. Ona hiçbirfley hulûl etmez. O
da, birfleye hulûl etmez. Allahü teâlâ, ayr›lmaz, parçalanmaz, tahlîl [analiz], terkîb [sentez] edilmez. Onun benzeri, efli yokdur. Kad›n›, çocuklar› yokdur. O, bildi¤imiz, düflünebilece¤imiz fleyler gibi de¤ildir. Nas›l oldu¤u anlafl›lamaz, düflünülemez. Benzeri, nümûnesi, olamaz. fiu kadar biliriz ki, Allahü teâlâ vard›r. Bildirdi¤i s›fatlar› da vard›r. Fekat kendisinde, varl›¤›nda ve s›fatlar›nda akla gelen, hayâlimize gelen herfleyden münezzehdir, uzakd›r. ‹nsanlar Onu anl›yamaz. Fârisî beyt
tercemesi:
Rabbiniz de¤il miyim? Soruldu¤unda, Onu
anl›yanlar, O vard›r diyip kesdiler sözü.
[‹mâm-› Rabbânî 266.c› mektûbda diyor ki, (Allahü teâlâ vard›r, birdir. Hayyd›r, diridir. Her fleyi görür. Hareketleri, düflünceleri, dünyâ ve âh›retdeki fleyleri, ezelde, bir anda bilir. O ve s›fatlar› ve iflleri, akl ile anlafl›lamaz ve anlat›lamaz.
‹nsan birfley yapmak irâde edince, O da isterse, hemen yarat›r. ‹nsan›n istemesine (Kesb) denir. Onun istemesine (Halk) denir. Onun söylemesi de, hep bir kelimedir.)]
‹slâm âlimlerinin, (Allahü teâlân›n gönderdi¤i ni’metleri düflününüz. Allahü
teâlân›n nas›l oldu¤unu düflünmeyiniz), sözleri meflhûrdur. Allahü teâlân›n
ismleri, (Tevkîfî)dir. Ya’nî dînin sâhibinin bildirmesine mevkûfdur, ba¤l›d›r.
‹slâmiyyetin söyledi¤i ismi söylemelidir. ‹slâmiyyetin bildirmedi¤i ism söylenemez. Ne kadar kâmil, güzel ism olsa da, söylenmemelidir. Cevâd denir. Çünki
islâmiyyet, Cevâd demekdedir. Fekat, yine cömerd ma’nâs›nda olan (Sahî) ismi söylenemez. Çünki islâmiyyet, Ona sahî dememifldir. [fiu hâlde, tanr› da
denemez. Hele ibâdet ederken, ezân okurken, Allah ismi yerine, tanr› demek,
çok günâh olur.]
Kur’ân-› kerîm Allah kelâm›d›r. Onun sözüdür. Sözünü, islâm harflerinin ve seslerinin içine sokarak, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma göndermifldir. Bununla kullar›na emrlerini, nehy [ya’nî yasak]lerini bildirmifldir.
Biz mahlûklar, [bu¤az›m›zdaki ses iplikcikleri], dil ve dama¤›m›z ile konufluyor, arzûlar›m›z› harf ve ses fleklinde meydâna ç›kar›yoruz. Allahü teâlâ da ses zarlar›, a¤›z dil olmaks›z›n, kendi kelâm›n›, büyük kudreti ile, harf ve ses içinde kullar›na göndermifldir. Emrlerini, nehylerini harf ve ses içinde meydâna ç›karm›fld›r. Her iki kelâm da Onundur. Ya’nî harf ve ses içine sokulmadan evvelki (Kelâm-› nefsî)si ve harf ve ses içinde bulunan (Kelâm-› lafzî)si hep Onun kelâm›d›r.
Her ikisine de kelâm demek do¤rudur. Nitekim bizim de, nefsî ve lafzî kelâm›m›z›n ikisi de, sözümüzdür. Nefsîye hakîkî deyip, lafzîye mecâz demek, ya’nî kelâm
gibi demek, yanl›fld›r. Çünki, mecâz olan fleyler red edilebilir. Allahü teâlân›n kelâm-› lafzîsini red edip, buna, Allah kelâm› de¤ildir demek, küfrdür. Evvelce
gelen Peygamberlere “alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” gönderilen kitâblar ve sahîfeler de, hep Allah kelâm›d›r. O kitâblarda ve sahîfelerde ve
Kur’ân-› kerîmde bulunanlar›n hepsi, (Ahkâm-› ilâhî)dir. Her vakte uygun olan
hükmleri, o zemân›n insanlar›na göndermifl ve onlar› bunlardan mes’ûl tutmufldur.
Allahü teâlây› mü’minler Cennetde, cihetsiz olarak ve karfl›s›nda bulunm›yarak
ve nas›l oldu¤u anlafl›lm›yarak ve ihâtas›z, ya’nî bir fleklde olm›yarak görecekdir.
Allahü teâlây› âh›retde görme¤e inan›r›z. Nas›l görülece¤ini düflünmeyiz. Çünki,
Onu görme¤i akl anl›yamaz. ‹nanmakdan baflka çâre yokdur. Felsefecilere ve
mu’tezile ismindeki müslimânlara ve Ehl-i sünnetden baflka bütün f›rkalara yaz›klar olsun ki, kör olduklar›ndan, buna inanmakdan mahrûm kald›lar. Görmedikleri, bilmedikleri fleyi gördükleri fleylere benzetme¤e kalkarak îmân flerefine kavuflamad›lar.
– 56 –
Allahü teâlâ, insanlar› yaratd›¤› gibi, insanlar›n ifllerini de, O yarat›yor. ‹yi ve
fenâ fleylerin hepsi Onun takdîri, dilemesi iledir. Fekat, iyi ifllerden râz›d›r, be¤enir. Fenâlardan râz› de¤ildir, be¤enmez. ‹yi ve kötü her ifl, Onun istemesi ve yaratmas› ile ise de, Onu yaln›z, bir kötü fleyin yarat›c›s› olarak adland›rmak edebsizlik olur. Kötülüklerin yarat›c›s› dememelidir. ‹yi ve kötünün yarat›c›s›d›r demelidir. Meselâ, herfleyin hâl›k›d›r demeli. Fekat, pisliklerin veyâ domuzlar›n hâl›k› dememelidir. Ona karfl› edeb, böyle olur. Mu’tezile f›rkas› [ve ba’z› sap›k kimseler] ne kadar baya¤› düflünüyor! ‹yi, kötü her iflini, insan, kendi yarat›r diyor. Akl
da, din de bunun yanl›fl oldu¤unu gösteriyor. Do¤ru söyliyen âlimler, ya’nî Ehl-i
sünnetin büyükleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” insan›n, yapd›¤› iflde, kendi kuvveti de te’sîr ediyor dedi ve bu te’sîre (Kesb) ismini verdiler. Çünki, elin titremesi ile, istekle kald›r›lmas› aras›nda elbette fark vard›r. Titremelere insan
kudreti ve kesbi kar›flm›yor. ‹htiyârî hareketlere ise kar›fl›yor. ‹flte, bu kadar kar›flmalar›, süâle ve cezâya sebeb olmakda, insan, sevâb veyâ günâh kazanmakdad›r. ‹nsanlar›n kudret ve ihtiyâr›na inanm›yan, insanlar› âciz ve mecbûr zan eden
kimse, din âlimlerinin sözlerini anlamam›fld›r. Bu büyüklerin insanda kudret ve
irâde var demeleri, insan her istedi¤ini yapar ve istemediklerini yapmaz demek de¤ildir. Böyle olmak kullukdan uzakd›r. Büyüklerin sözü, insanlar, emr olunan fleyleri yapabilir demekdir. Meselâ, befl vakt nemâz k›labilir. Mal›n k›rkda birini zekât verebilir. Oniki ayda, bir ay oruc tutabilir. Yol ve yiyecek paras› olan, ömründe bir kerre hac yapabilir. Bunlar gibi, ahkâm-› islâmiyyenin hepsini yapabilir. Allahü teâlâ, çok merhametli oldu¤u için, insanlar›n za’îfli¤ine ve kuvvetlerinin
azl›¤›na göre, bütün ibâdetlerde en hafîf, en kolay olanlar› emr etmifldir. (Allahü
teâlâ, sizlere kolayl›k istiyor, güçlük istemiyor) ve (Allahü teâlâ sizlere hafîf, kolay emr etmek istiyor. ‹nsanlar, za’îf, kuvveti az yarat›lm›fld›r) meâlindeki âyet-i
kerîmeler meflhûrdur.
[Dinde harac, zorluk yokdur, demenin ma’nâs› da budur. Ya’nî, Allahü teâlâ kolayl›k emr etmifldir, demekdir. Yoksa, herkes, hofluna giden fleyleri yaps›n, nefsine zor gelen fleyleri yapmas›n, ibâdetleri râhat ve kolay ve keyfine göre de¤ifldirsin demek de¤ildir. Dinde ufak bir de¤ifliklik yapmak, küfrdür, dinsizlikdir.]
Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” Allahü teâlâ taraf›ndan kullar›na gönderilmifl insanlard›r. Ümmetlerini Allahü teâlâya ça¤›rmak, azg›n, yanl›fl
yoldan, do¤ru, se’âdet yoluna çekmek için gönderilmifllerdir. Da’vetlerini kabûl edenlere, Cenneti müjdelemifller, inanm›yanlar› ve inan›p da yapm›yanlar› Cehennem
azâb› ile korkutmufllard›r. Onlar›n Allahü teâlâdan getirdikleri her haber do¤rudur,
yanl›fll›k yokdur. Peygamberlerin sonuncusu, Muhammed aleyhisselâmd›r “sallallahü aleyhi ve selleme aleyhi ve aleyhim ecma’în”. Onun dîni bütün dinleri nesh etmifl, yürürlükden kald›rm›fld›r. Onun kitâb›, geçmifl kitâblar›n en iyisidir. Onun dîni k›yâmete kadar bâkîdir. Kimse taraf›ndan de¤ifldirilmiyecekdir. Îsâ “aleyhisselâm” gökden inecek, Onun dîni ile amel edecek, ya’nî Onun ümmeti olacakd›r.
[Ba’z› kimseler, din, zemâna göre de¤iflir, islâm ahkâm› tefessüh etmifl, eskimifldir. Asr›m›z›n îcâblar›n› karfl›layacak bir din lâz›md›r diyor. Evet, din, zemânla de¤iflir. Fekat bunu, sâhibi, ya’nî Allahü teâlâ de¤ifldirir. Nitekim Âdem aleyhisselâmdan beri, çok kerre de¤ifldirmifl ve en son olarak ve k›yâmete kadar bütün îcâblar›,
ihtiyâclar› karfl›layacak, en mükemmel, en üstün bir din olarak, Muhammed aleyhisselâm›n dînini göndermifldir. Zevall› insanlar, Allahü teâlân›n mükemmel dedi¤i dinden dahâ iyisini mi yapabilecek? Evet milletlerin kanûnlar› da, zemânla de¤iflir. Fekat, bunu ancak millet meclisleri de¤ifldirebilir. Her bekçi ve çoban de¤il! (Mecelle)nin otuzdokuzuncu maddesinde ve flerhinde diyor ki, (Ahkâm zemânla de¤iflir. Örf
ve âdete tâbi’ olan ahkâm de¤iflir. Nass ile anlafl›lan ahkâm zemânla de¤iflmez.)]
Muhammed aleyhisselâm›n k›yâmetden haber verdi¤i fleylerin hepsi do¤rudur.
Kabr azâb›, kabrin ölüyü s›kmas›, kabrde Münker ve Nekîr denilen iki mele¤in sü– 57 –
âl sormas›, k›yâmetde herfleyin yok olaca¤›, göklerin yar›laca¤›, y›ld›zlar›n yollar›ndan ç›k›p da¤›lacaklar›, küre-i Erd›n, da¤lar›n parçalanmas› ve herkesin mezârdan
ç›kmas›, mahfler yerine toplanmas›, ya’nî rûhlar›n cesedlere gelmesi, k›yâmet gününün zelzelesi, o günün dehfleti, korkusu ve k›yâmetde süâl ve hesâb ve dünyâda
yap›lm›fl olan fleylere orada, ellerin, ayaklar›n ve her a’zân›n flehâdet etmesi ve iyilik ve kötülük defterlerinin uçarak sa¤ veyâ sol tarafdan verilmesi ve iyiliklerin ve
günâhlar›n, oraya mahsûs bir terâzîde dart›lmas› hakd›r, do¤rudur. Orada sevâb›
a¤›r gelen, Cehennemden kurtulacak, az gelen, ziyân edecekdir. Oradaki terâzî, bilinmiyen bir terâzî olup, a¤›r ve hafîf gelmesi dünyâ terâzîsinin aksinedir. Yukar›
ç›kan kefe a¤›rd›r, afla¤› inen hafîfdir. [Orada yer çekimi kuvveti yokdur.]
Orada önce Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, sonra sâlih kullar
ya’nî Evliyâ-i kirâm “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz”, Allahü teâlân›n izni
ile, günâh› çok olan mü’minlere flefâ’at edecekdir. Peygamberimiz “sallallahü
aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Ümmetimden büyük günâhlar› olanlara flefâ’at edece¤im). Cehennemin üzerinde s›rât köprüsü vard›r. Mü’minler, bu köprüden geçip, Cennete gidecekdir. Kâfirlerin ayaklar› kayarak, Cehenneme düfleceklerdir.
[S›rât köprüsü deyince, bildi¤imiz köprüler gibi sanmamal›d›r. Nitekim, s›n›f geçmek için, imtihân köprüsünden geçilir diyoruz. Her talebe imtihân köprüsünden
geçer. Hepsi buradan geçdi¤i için köprü diyoruz. Hâlbuki, imtihân›n, köprüye benziyen hiçbir taraf› yokdur. ‹mtihân köprüsünden geçenler oldu¤u gibi, geçemeyip,
yuvarlananlar da olur. Fekat bu, köprüden denize yuvarlanma¤a benzemez. ‹mtihân köprüsünün nas›l oldu¤unu, buradan geçenler bilir. S›rât köprüsünden de herkes geçecek, ba’z›lar› da geçemeyip Cehenneme yuvarlanacakd›r. Fekat, bu köprü ve buradan geçmek ve Cehenneme düflmek, dünyâ köprüleri gibi ve imtihân köprüsü gibi de¤ildir. Bunlara hiç benzemez.]
Mü’minlere mükâfât ve ni’met için hâz›rlanm›fl olan Cennet ve kâfirlere azâb
için hâz›rlanm›fl olan Cehennem [flimdi] vard›r. Her ikisini de, Allahü teâlâ, yokdan var etmifldir. [K›yâmetde herfley yok edilip, tekrâr yarat›ld›kdan sonra] ebedî olarak varl›kda kalacaklar, hiç yok olm›yacaklard›r. Süâl ve hesâbdan sonra,
mü’minler Cennete girince, burada sonsuz kalacaklar, Cennetden hiç ç›km›yacaklard›r. Bunun gibi, kâfirler de, Cehenneme girince, Cehennemde sonsuz kalacaklar, ebedî olarak azâb çekeceklerdir. Bunlar›n azâblar›n›n azalt›lmas› câiz de¤ildir. [‹bni Teymiyye, kâfirlerin Cehennemde sonsuz kalacaklar›n› inkâr etmekdedir.] (Onlar›n azâblar› hafîfletilmiyecek, onlara hiç yard›m olunm›yacakd›r)
meâlindeki âyet-i kerîme meflhûrdur. Kalbinde zerre kadar îmân› bulunan›, günâhlar›n›n çoklu¤u sebebi ile Cehenneme soksalar da, günâhlar› kadar azâb edip, sonunda, Cehennemden ç›kar›l›r ve onun yüzünü siyâh yapmazlar. Kâfirlerin yüzleri ise, siyâh yap›l›r. Mü’minleri Cehennemde zincirlere ba¤lamazlar. Boyunlar›na tasma takmazlar. Böylece kalblerindeki zerre îmân›n hurmeti, k›ymeti belli olur.
Kâfirleri ise, kelepçe ve zincirlere ba¤larlar.
Melekler, Allahü teâlân›n k›ymetli kullar›d›r. Allahü teâlân›n emrlerine ›syân
etmeleri câiz de¤ildir. Emr olunduklar›n› yaparlar. Evlenmeleri yokdur. Do¤urmazlar, ço¤almazlar. Allahü teâlâ, bunlardan ba’z›lar›n› peygamber olarak seçmifldir.
[Di¤er meleklere] Vahy [haber] götürmek vazîfesi ile flereflendirmifldir. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmat” kitâblar›n› ve sahîfelerini getiren bunlard›r. [Meselâ En’âm sûresini Cebrâîl “aleyhisselâm” ile birlikde yetmiflbin melek getirmifldir.] Bunlar hatâ etmez, unutmaz. Hîle yapmaz, aldatmazlar. Bunlar›n Allahü teâlâdan getirdikleri hep do¤rudur. fiübheli, ihtimâlli de¤ildir. Melekler, Allahü teâlân›n azameti, celâli, büyüklü¤ünden korkudad›r. Kendilerine verilen emrleri yapmakdan baflka iflleri yokdur.
ÎMÂN: Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblar›nda yaz›l› olan, Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” gelen haberlere inanmak ve inand›¤›n› söylemek demek– 58 –
dir. [Her lisan ile söylemenin câiz oldu¤u, (Dürr-i yektâ)da yaz›l›d›r.] ‹bâdetler,
îmândan de¤ildir. Fekat, îmân›n kemâlini artd›r›r ve güzellefldirirler. ‹mâm-›
a’zam Ebû Hanîfe “aleyhirrahme”, îmân artmaz ve azalmaz, buyuruyor. Çünki
îmân, kalbin tasdîk etmesi, kabûl etmesi, inanmas› demekdir. ‹nanman›n az›, ço¤u olmaz. Azalan ve ço¤alan bir inan›fla, inanmak de¤il, zan ve vehm denir. Îmân›n kâmil veyâ noksan olmas›, ibâdetlerin çok ve az olmas› demekdir. ‹bâdet çok
olunca, îmân›n kemâli çok denir. O hâlde, mü’minlerin îmânlar›, Peygamberlerin
“aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” îmânlar› gibi olmaz. Çünki, bunlar›n îmânlar› ibâdetler sebebi ile kemâlin tepesine varm›fld›r. Di¤er mü’minlerin îmânlar› oraya yaklaflamaz. Her ne kadar, her iki îmân, îmân olmakda ortak iseler de, birincisi, ibâdetler vâs›tas› ile, baflka dürlü olmufldur. Sanki aralar›nda benzerlik yokdur.
Mü’minlerin hepsi, insan olmakda, Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ile ortakd›r. Fekat, baflka k›ymetler, üstünlükler bunlar› yüksek derecelere
ç›karm›fld›r. ‹nsanl›klar›, sanki baflka dürlü olmufldur. Sanki, müflterek olan insanl›kdan dahâ yüksek insand›rlar. Belki, insan bunlard›r. Baflkalar› sanki insan de¤ildir.
‹mâm-› a’zam Ebû Hanîfe “aleyhirrahme” (Ben elbette mü’minim) demelidir,
diyor. ‹mâm-› fiâfi’î “aleyhirrahme” ise (Ben inflâallah mü’minim) demelidir, buyuruyor. Bunun ikisi de do¤rudur. ‹nsan flimdiki îmân›n› söylerken (Ben elbette
mü’minim) demelidir. Son nefesdeki îmân›n› söylerken (Ben inflâallah mü’minim)
der. Fekat, burada da, flübheli söylemekdense, elbette demek dahâ iyidir.
Mü’minin, büyük dahî olsa, günâh ifllemekle îmân› gitmez. Kâfir olmaz. ‹flitdi¤ime göre, ‹mâm-› a’zam, Ba¤dâd›n büyük âlimleri ile, bir yerde oturmufllard›. Biri gelip dedi ki: (Bir mü’min, babas›n› haks›z olarak öldürse, (ve sonra flerâb içerek) serhofl olsa ve zinâ etse, îmân› gider mi?). ‹fliten âlimlerin hepsi, o mü’mine
k›zd›. Bunu sorma¤a lüzûm yok! Îmân› elbet gider. Kâfir olur dediler. ‹mâm-› a’zam
“aleyhirrahme” buyurdu ki, (O kimse yine mü’mindir. Günâh ifllemekle, îmân› gitmez). Âlimler, bu cevâb› be¤enmeyip, ‹mâm-› a’zama dil uzatd›lar. Sonra, ‹mâm
sözünü isbât edince, hepsi kabûl etdi. Günâh› çok olan bir mü’min, son nefesi bu¤az›na gelmeden evvel, tevbe ederse, kurtulmas› çok umulur. Çünki, Allahü teâlâ,
tevbeyi kabûl edece¤ini va’d buyurmufldur. E¤er tevbe etmek flerefine kavuflamad› ise, onun ifli, Allahü teâlân›n irâdesine kalm›fld›r. ‹sterse günâhlar›n›n hepsini
afv ederek Cennete sokar. ‹sterse Cehennem atefli ile veyâ s›k›nt›lar ile günâhlar› kadar, azâb yapar. Fekat sonunda kurtularak, yine Cennete girer. Çünki, âh›retde merhamete kavuflam›yan, yaln›z kâfirlerdir. Zerre kadar îmân› olan, rahmete
kavuflacakd›r. E¤er günâhlar›ndan dolay› önceleri rahmete kavuflamazsa, sonunda Allahü teâlân›n lutfü, inâyeti ile kavuflacakd›r. [Onbirinci maddeye bak›n›z!]
Yâ Rabbî! Sen bizlere hidâyet verdikden sonra, do¤ru yolu gösterdikden sonra,
kalbimizin, mürtedler taraf›na kaymas›ndan, bizleri koru! Bizlere merhamet et!
fiu hâlimize ac›! Bizleri bu küfr ve irtidât karanl›¤›ndan ancak sen koruyabilirsin!
Ehl-i sünnet âlimlerine “Allahü teâlâ onlar›n çal›flmas›na bol bol mükâfât versin!”
göre halîfelikden konuflmak, dînin esâs bilgilerinden de¤ildir. Ya’nî îmâna ba¤l› birfley de¤ildir. Fekat, ba’z›lar› bunda taflk›nl›k yapd›¤›ndan, [hoca flekline giren, çenesi kuvvetli birkaç z›nd›k, kendilerine âlim deyip, sözleri ile, kitâb ve mecmû’alar› ile,
iftirâ ederek, müslimânlar› zehrlediklerinden], do¤ru müslimânlar›n âlimleri, halîfeli¤e âid bilgileri, kelâm ilmine, ya’nî îmân bilgisine sokmufl, iflin do¤rusunu bildirmifllerdir. Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed Mustafâdan sonra “aleyhi ve
aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” müslimânlar›n halîfesi, ya’nî Peygamber efendimizin “aleyhisselâm” vekîli ve müslimânlar›n reîsi, Ebû Bekr-i S›ddîkd›r “rad›yallahü anh”. Ondan sonra, halîfe Ömer-ül-Fârûkdur “rad›yallahü anh”. Ondan sonra, Osmân-› Zinnûreyn “rad›yallahü anh”, ondan sonra, Alî ibni Ebî Tâlibdir “rad›yallahü anh”. Bu dördünün üstünlük s›ralar›, halîfelikleri s›ras› gibidir. Bunlardan
– 59 –
fieyhayn›n [ya’nî ilk ikisinin], di¤er ikisinden dahâ üstün oldu¤unu, Eshâb-› kirâm›n
ve Tâbi’în-i ›zâm›n hepsi söylemifldir. Bu sözbirli¤ini, din imâmlar›m›z bildirmekdedir. Meselâ imâm-› fiâfi’înin “aleyhirrahme” sözü meflhûrdur. Ehl-i sünnetin reîslerinden olan Ebül-Hasen-i Efl’arî buyuruyor ki, (fieyhayn›n, di¤er bütün ümmetden üstün oldu¤u muhakkakd›r. Buna inanm›yan, yâ câhildir veyâ z›nd›kd›r).
‹mâm-› Alî “rad›yallahü anh” buyuruyor ki, (Beni, Ebû Bekr ile Ömerden “rad›yallahü anhümâ” üstün tutan, iftirâ etmifl olur. ‹ftirâ edenleri dövdükleri gibi, onu döverim). Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, (Gunye-tüt-tâlibîn) kitâb›nda buyuruyor
ki: Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Allahü teâlâdan istedim ki, benden sonra Alî “rad›yallahü anh” halîfe olsun. Melekler dedi ki: Yâ Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”! Allahü teâlân›n diledi¤i olur. Senden sonra
halîfe, Ebû Bekr-i S›ddîkd›r.) Abdülkâdir-i Geylânî “kuddise sirruh” yine buyurdu
ki, Alî “rad›yallahü anh” dedi ki, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” bana buyurdu ki: (Benden sonra halîfe Ebû Bekr olacakd›r. Ondan sonra Ömer, ondan sonra Osmân, ondan sonra da sen “rad›yallahü anhüm” olacaks›n!).
‹mâm-› Hasen, ‹mâm-› Hüseynden dahâ üstündür “rad›yallahü anhümâ”. Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi aleyhim ecma’în” buyurdu ki: ‹lmde ve ictihâdda Âifle “rad›yallahü anhâ”, Fât›madan “rad›yallahü anhâ” üstündür. Abdülkâdir-i Geylânî
“rad›yallahü anh”, (Gunye) kitâb›nda diyor ki, (Âifle “rad›yallahü anhâ” dahâ üstündür). Bu fakîre göre ise, ilmde ve ictihâdda Âifle, zühd ve dünyâdan kesilmekde ise,
Fât›ma dahâ ileridir. Bunun içindir ki, hazret-i Fât›maya (Betûl) [ya’nî çok temiz] demifllerdir “rad›yallahü anhümâ”. Âifle “rad›yallahü anhâ” ise, Eshâb-› kirâma islâmiyyeti ö¤retirdi. Eshâb-› kirâm, bütün müflkillerini, ondan sorup ö¤renirdi.
Eshâb-› kirâm “aleyhimürr›dvân” aras›ndaki muhârebeler, meselâ Deve vak’as›
ve S›ffîn vak’as›, iyi niyyetlerle, güzel sebeblerle yap›lm›fl olup, nefsin arzûlar› ile,
inâd ve düflmanl›k ile de¤ildi. Çünki, onlar›n hepsi büyük idi. Kalbleri Peygamber
efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” sohbetinde ve mubârek nazarlar› karfl›s›nda temizlenmifl, h›rs, kin ve düflmanl›k gibi fleyler kalmam›fld›. Bunlar›n sulhlar› da, ayr›l›k ve muhârebeleri de, Hak için idi. Herbiri, kendi ictihâd›na göre hareket etmifldir. ‹ctihâdlar›na uym›yanlara inâd ve düflmanl›k etmiyerek, onlardan
ayr›lm›fld›r. ‹ctihâd› do¤ru olanlara iki veyâ on sevâb, isâbet etmiyenlere de, bir sevâb vard›r. O hâlde, do¤ruyu bulma¤a çal›fl›p da bulamay›p yan›lanlar›na da, do¤ru olanlar gibi, dil uzatmamak lâz›md›r. Çünki, bunlar da, sevâb kazanm›fld›r.
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki, bu muhârebelerde Emîr [ya’nî Alî] “rad›yallahü anh” hakl› idi. Ona uym›yan ictihâdlar do¤ru de¤ildi. Fekat, hiçbirine dil uzat›lamaz. Nerde kald› ki, kâfir ve fâs›k denilebilsin! Bu muhârebelerde Alî “rad›yallahü anh” buyurdu ki, (Kardefllerimiz bizden ayr›ld›. Onlar kâfir, fâs›k de¤ildir. Çünki, ictihâdlar›na göre hareket ediyorlar). Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Eshâb›ma dil uzatmakdan sak›n›n›z!). Görülüyor ki, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâb-› kirâm›n›n hepsini büyük bilmemiz ve hepsini hurmetle, iyilikle söylememiz lâz›md›r. Bu büyüklerden hiçbirini fenâ bilmemeli, kötü sanmamal›y›z! Onlar›n birbirleri ile olan muhârebelerini, baflkalar›n›n sulhlar›ndan dahâ iyi bilmelidir. Kurtulufl yolu budur. Çünki, Eshâb-› kirâm› sevmek, Peygamber efendimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” sevmekden ileri gelir. Onlara düflmanl›k, Ona düflmanl›k olur. [Büyük âlim, Ebû Bekr-i
fiiblî “kuddise sirruh” buyurdu ki: (Eshâb-› kirâma hurmet etmiyen bir kimse, Muhammed aleyhisselâma îmân etmifl olmaz “rad›yallahü teâlâ anhüm ecma’în”.)].
[Âlûsî, (Gâliyye) kitâb›nda diyor ki, (Allahü teâlâ, Kur’ân-› kerîmde Eshâb-› kirâm› övmekdedir. ‹lk hicret edenlerden ve Ensârdan ve iyilikde bunlar›n izinde olanlardan râz› oldu¤unu bildirmekdedir. Allahü teâlâ, ancak mü’min olarak ölece¤ini
bildi¤i kulundan râz› olur. Kâfir olarak ölece¤ini bildi¤i kulundan râz› oldu¤unu bildirmesine imkân yokdur. Bunun için, Eshâb-› kirâm› öven âyet-i kerîmeler, onlar›n
– 60 –
âdil olmad›klar›n› ve Resûlullah›n vefât›ndan sonra mürted olduklar›n› söyliyenleri red etmekde, böyle söyliyenlerin kötü niyyetli, z›nd›k olduklar›n› bildirmekdedir.
Eshâb-› kirâm›n hepsini öven hadîs-i flerîfler pek çokdur. Bunlar›n meflhûrlar›ndan
biri, Dârimînin ve ‹bni Adînin bildirdikleri, (Eshâb›m y›ld›zlar gibidir. Hangisine
uyarsan›z hidâyete kavuflursunuz!) hadîs-i flerîfidir). Ahmed Nâm›kî Câmînin “rahmetullahi aleyh” (Üns-üt-tâibîn) kitâb› fârisîdir. R›zâ flâh zemân›nda Tahranda bas›lm›fl olan›n k›rkdördüncü sahîfesinde, dört halîfe ismleri ile yaz›larak herbiri ve Eshâb-› kirâm›n hepsi çok övülmekde ve hepsini sevmemiz lâz›md›r demekdedir. Eshâb-› kirâm›n “aleyhimürr›dvân” k›ymetini, büyüklü¤ünü bilemiyen, bu büyükleri kendileri gibi san›p, kötüleyen sap›klara çok flafl›l›r. Cehenneme gidecekleri bildirilen, yetmifliki bid’at f›rkas›n›n en kötüsü bunlard›r. Bunlar, hazret-i Alînin “rad›yallahü anh” izinde gidiyoruz diyerek, müslimânlar›n çok sevdi¤i, mubârek (Alevî) ismini kendilerine tak›yorlar. ‹slâm düflmanl›¤›n› bu mubârek ismin maskesi alt›nda yap›yorlar. fiunu iyi bilmelidir ki, (Alevî) ismini tafl›yan kimseler iki k›smd›r.
Biri, müslimân ismini tafl›yan sinsi islâm düflmanlar›, ya’nî z›nd›klard›r. Bunlar›n ismine aldanmamal›d›r. ‹kinci k›sm (Alevîler), hazret-i Alîyi seven hakîkî müslimânlard›r. Yalanc› alevîler, temiz gençleri aldat›yorlar. [m. 1958] de, ‹stanbulda türkçe basd›rd›klar› (Hüsniyye) ismli bir kitâbdaki, uydurma hikâyeleri, câhiller ve en
çok köylü kad›nlar aras›na yayarak, islâm büyüklerini kötüliyorlar. Bu kitâb›n,
Mürtezâ ad›ndaki bir yehûdî taraf›ndan arabî olarak yaz›ld›¤›, (Tuhfe) kitâb›nda bildirilmekdedir. Sonra, ‹brâhîm Esterâbâdî isminde bir hurûfînin fârisîye terceme etdi¤i ve 958 [m. 1551] de öldü¤ü (Esmâ-ül müellifîn)de yaz›l›d›r. (Eshâb-› Kirâm)da
ve (Hak Sözün Vesîkalar›) kitâb›ndaki (Tezkiye-i Ehl-i beyt) risâlesinde o bozuk yaz›lar, çirkin iftirâlar, vesîkalarla çürütülmüfl, Mürtedâ, 436 [m. 1044] de, kardefli Radî bin Tâhir de, [406] da Ba¤dâdda ölmüfldür. Türkçe (Menâk›b-› Çihâr Yâr-i Güzîn) kitâb›nda, Eshâb-› kirâm›n üstünlükleri uzun yaz›l›d›r. Bu kitâb, m. 1998 de ‹stanbulda (Hakîkat Kitâbevi) taraf›ndan basd›r›lm›fld›r.
Hurûfî denilen z›nd›klar›n i’tikâdda ve amelde birçok noktalar›, Ehl-i sünnetden ayr›l›yor ise de, bunlar›n taflk›nl›k yapanlar›, kâfir olmakdad›r. Bunlar, yok olmak üzere iken, içlerinden, flâh ‹smâ’îlin devlet kurmas› ile, ço¤ald›lar. Memleketimize de sokularak, hemen hemen bütün tekkelere bulaflm›fl ve birçok ma’sûmlar bu sârî hastal›¤a yakalanarak, ebedî ölüme sürüklenmifldir. Cenâb-› Hak, bizleri, Ehl-i sünnetin do¤ru, temiz i’tikâd›ndan ay›rmas›n. Müslimânlar aras›nda bölücülük yapan vehhâbîlik ve k›z›lbafll›k tehlükesinden muhâfaza buyursun! Âmîn.
(Tuhfe-i isnâ afleriyye) bafl›nda diyor ki: Bu sap›k inan›fl› kuran, Abdüllah bin Sebe’ ad›nda Yemenli bir yehûdîdir. Sen tanr›s›n dedi¤i için hazret-i Alî bunu Medâyine sürdü. [Bunun yehûdî oldu¤u, 34 [m. 654] senesinde M›srdan Medîneye gelip, müslimân oldu¤unu söyledi¤i, (Müncid)de yaz›l›d›r.] Bu dalâlet f›rkas›, her asrda baflka bir hâl alm›fl, flâh ‹smâ’îl zemân›nda, belli bir flekle sokularak, kitâblar
yaz›lm›fld›r. fiî’îlik, hazret-i Alî zemân›nda kuruldu. ‹nsanlar aras›nda yay›lmas› dahâ sonra bafllad›. Hicretin altm›fl senesinde (Kîsâniyye), altm›flalt› senesinde
(Muhtâriyye) ve yüzdokuz senesinde (Hiflâmiyye) f›rkalar› ortaya ç›kd› ise de, tutunamad›lar, yok oldular. Asrlar boyunca müslimânlar› do¤ru yoldan ay›ran (Zeydiyye) f›rkas›, yüzoniki senesinde ve öteki f›rkalar›n hepsi dahâ sonra meydâna ç›kd›. Müslimânlar aras›nda bölücülük yapan bid’at f›rkalar›n›n birkaç› Eshâb-› kirâm zemân›nda ortaya ç›km›fl, di¤erlerinin ortaya ç›kmas› ve hepsinin kuvvetlenerek müslimânlar aras›na yay›lmas›, Eshâb-› kirâm›n hepsinin ölümünden sonra olmufldur. Eshâb-› kirâma iftirâ edenler, üç grubda toplanmakdad›r:
1) (Tafdîliyye), hazret-i Alî, Eshâb›n en üstünüdür, diyorlar.
2) (Sebbiyye), Eshâb-› kirâmdan birkaç›ndan baflkas›, zâlim, kâfir oldular, diyorlar. Bunlar› sebb ediyorlar. Ya’nî kötülüyorlar.
3) (Gulât), hazret-i Alî “kerremallahü teâlâ vecheh” tanr›d›r diyorlar. (Sebeiy– 61 –
ye) ve (Nusayriyye) f›rkalar› böyledir. ‹bâdet etmezler. Bu f›rkay›, Abdüllah bin
Sebe’ ismindeki bir yehûdî kurmufldur.
Bunlar, her zemân, hazret-i Alînin ve hazret-i Abbâs›n “rad›yallahü anhümâ”
torunlar›ndan birinin etrâf›na toplan›p çeflidli f›rkalara ayr›ld›lar. ‹mâm-› Zeynel’âbidîn vefât edince, ço¤u bunun o¤lu Zeydin yan›nda topland›. Emevî hükümdâr› Hiflâm bin Abdülmelik taraf›ndan Irâk vâlîsi olan Yûsüf-i Sekafî ile harb etme¤e giderlerken, bir k›sm› Zeydden ayr›ld›. Zeyd bunlara (Râfizî) dedi. Kendileri ise (‹mâmiyye) ad›n› ald›lar. Zeydin yan›nda kalanlara (Zeydî) denildi. Her
ikisi de, (Resûlullahdan sonra hilâfet oniki imâmdad›r) dediler.
(Oniki imâm): Alî bin Ebî Tâlib, Hasen, Hüseyn, Zeynel’âbidîn, Muhammed Bâk›r, Ca’fer-i Sâd›k, Mûsâ Kâz›m, Alî R›zâ, Muhammed Cevâd Tak›y, Alî Nak›y, Hasen Askerî Zekiy ve Muhammed Mehdîdir. Bu oniki imâm›n çeflidli o¤ullar›na ba¤lanarak baflka baflka f›rka oldular. Bugün, ço¤u imâmiyye olup üç ana inançdan birincisinde iseler de, inançlar›nda, zemânla çeflidli de¤ifliklikler olmufldur. Bunlar,
flimdi kendilerine (Ca’ferî) diyorlar. Ca’ferîler hakk›nda, kitâb›n sonundaki ism cedvelinde, (Ca’fer-i Sâd›k) kelimesinde uzun bilgi vard›r].
Muhbir-i sâd›k [ya’nî hep do¤ru haber verici] “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
k›yâmet alâmetlerinden her ne haber verdi ise, hepsi do¤rudur. Yanl›fll›k olamaz.
O zemân günefl, âdet d›fl› olarak garbdan do¤acakd›r. Hazret-i Mehdî “aleyhirr›dvân” ç›kacak, Îsâ “aleyhisselâm” gökden inecek, Deccâl ç›kacak, (Ye’cûc ve
Me’cûc) denilen insanlar yeryüzüne yay›lacakd›r.
[(Huccet-ullahi alel’âlemîn)de diyor ki, (Ye’cûc ve Me’cûc denilen kimseler, Nûh
aleyhisselâm›n o¤lu Yâfesin soyundand›rlar. Yüzleri yass›, gözleri küçük, kulaklar› çok büyük, boylar› k›sad›r. Herbirinin bin çocu¤u olur. Cin ve insanlar›n
adedlerinin onda dokuzu Ye’cûc ve Me’cûcdur. Arkas›nda kald›klar› seddi hergün
oyarlar. Gece eskisi gibi olur. Kâfirdirler. Sed arkas›ndan ç›k›nca insanlara sald›r›rlar. ‹nsanlar flehrlere, binâlara saklan›rlar. Hayvanlar› bitirirler. Nehrleri içip kuruturlar. Îsâ aleyhisselâm ve Eshâb› bunlara karfl› düâ ederler. Boyunlar›nda yara hâs›l olup, bir gecede hepsi ölür. Hayvanlar bunlar› yiyerek ço¤al›rlar. Pis kokular›ndan yer yüzü yaflanam›yacak bir hâl al›r). (Ye’cûc) ve (Me’cûc) çok eski zemânda, bir d›vâr arkas›na b›rak›lm›fl, k›yâmete yak›n, yeryüzüne yay›lacak, iki kötü millet oldu¤u, Kur’ân-› kerîmde haber verilmifldir. Arkeolojik arafld›rmalar, yer
alt›nda kalm›fl flehrleri, da¤ tepelerindeki deniz fosillerini buldu¤una göre, o d›vâr›n bugün meydânda bulunmas› ve bu insanlar›n çok say›da olmalar› lâz›m gelmez.
Nitekim, bugünkü milyarlarca insan nas›l iki kifliden meydâna geldi ise, o iki milletin de, bugün nerde olduklar› bilinemiyen birkaç kifliden üreyerek yeryüzünü kapl›yacaklar› düflünülebilir].
(Dabbetülerd) denilen hayvân ç›kacak, gökleri bir duman kaplay›p, bütün insanlara gelip, cânlar›n› yakacak, herkes bunun ac›s›ndan düâ edip, (Yâ Rabbî! Bu
azâb› üzerimizden kald›r. Sana îmân ediyoruz!) diyecekdir. Alâmetlerin sonuncusu, bir atefldir ki, Adenden ç›kacakd›r. [Aden, Yemendedir.] Hindistânda birisi,
Mehdî oldu¤unu iddi’â etmifldi. Mezâr› da Fere flehrinde imifl. Meflhûr, hattâ
ma’nâs› tevâtür derecesine varm›fl birçok hadîs-i flerîfler böylelerinin bu i’tikâd ve
sözlerini yalanlamakdad›r. [Memleketimizde de, ba’z› câhiller, tesavvuf kitâblar›ndan terceme ederek söyliyen ve yazan kimselere Mehdî diyor. Bunlar›, kendisi yaz›yor san›yorlar.] Hâlbuki birçok hadîs-i flerîflerde buyuruldu ki: (Mehdînin
bafl› hizâs›nda bir bulut olacakd›r. Bulutdan bir melek: Bu Mehdîdir, sözünü dinleyiniz! diyecekdir.) Bir hadîs-i flerîfde buyuruldu ki: (‹smini duydu¤unuz kimselerden, yeryüzüne [ya’nî, o zemân bilinen memleketlerin ço¤una] dört kifli mâlik
oldu. ‹kisi mü’min, ikisi de kâfir idi. Mü’min olan iki kifli, Zülkarneyn ile Süleymân “aleyhimesselâm” idi. Kâfir olan ikisi de, Nemrûd ile Buhtunnasar idi. Beflinci olarak, yeryüzüne, benim evlâd›mdan biri, ya’nî Mehdî de, mâlik olacakd›r).
– 62 –
Bir hadîs-i flerîfde buyuruldu ki: (K›yâmet kopmadan önce, Allahü teâlâ, benim
evlâd›mdan birini yarat›r ki, ismi benim ismim gibi, babas›n›n ismi, benim babam›n
ismi gibi olur ve dünyây› adâletle doldurur. Ondan önce dünyâ zulmle dolu iken,
onun zemân›nda adl ile dolar). Bir hadîs-i flerîfde buyuruldu ki: (Eshâb-› Kehf, hazret-i Mehdînin yard›mc›lar› olacakd›r ve Îsâ “aleyhisselâm” bunun zemân›nda gökden inecekdir. Îsâ “aleyhisselâm”, Deccâl ile harb ederken, hazret-i Mehdî, onunla berâber olacakd›r. Bunun hükümdârl›¤› zemân›nda, her zemânkinin aksine
olarak ve hesâblar›n tersine olarak, Ramezân-› flerîfin ondördüncü günü günefl tutulacakd›r ve birinci gecesinde ay tutulacakd›r). O hâlde, insâf etsinler ki, bu alâmetler, [câhillerin, Mehdî zan etdikleri kimselerde ve] o ölen adamda var m›d›r,
yok mudur. Hazret-i Mehdînin dahâ birçok alâmetlerini, Muhbir-i sâd›k “aleyhissalâtü vesselâm” haber vermifldir. Ahmed ibni Hacer-i Mekkî hazretleri (Elkavlülmuhtasar fî alâmâtil-Mehdî) ismindeki kitâb›nda, hazret-i Mehdînin ikiyüze yak›n alâmetlerini yazm›fld›r. Gelece¤i bildirilen Mehdînin alâmetleri meydânda
iken, baflkalar›n› Mehdî sananlar, ne kadar câhildir. Allahü teâlâ, onlara, do¤ruyu görmek nasîb eylesin! [Celâleddîn-i Süyûtînin (Cüz’ün minel-ehâdis vel-âsâril-vâride-ti fî hakk-›l-Mehdî) kitâb›nda da hazret-i Mehdînin alâmetleri bildirilmekdedir].
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Benî ‹srâîl, yetmiflbir f›rkaya ayr›lm›fld›. Bunlardan yetmifli Cehenneme gidip, ancak bir f›rkas› kurtulmufldur. Nasârâ da, yetmifliki f›rkaya ayr›lm›fld›. Yetmiflbiri Cehenneme gitmifldir. Bir zemân sonra, benim ümmetim de yetmiflüç k›sma ayr›l›r. Bunlardan yetmiflikisi, Cehenneme gidip, yaln›z bir f›rkas› kurtulur). Eshâb-› kirâm, bu bir f›rkan›n kimler oldu¤unu sordukda, (Cehennemden kurtulan f›rka, benim ve Eshâb›m›n gitdi¤i yolda gidenlerdir) buyurdu. [Bu hadîs-i flerîfin dört (Sünen) kitâb›nda bulundu¤u (Milel-Nihâl) tercemesinde yaz›l›d›r.] O kurtulan f›rka, Ehl-i sünnet velcemâ’atdir ki, insanlar›n en iyisinin “sallallahü aleyhi ve sellem” yoluna sar›lm›fllard›r. Yâ Rabbî! Bizleri, Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi aleyhim ecma’în” bildirdi¤i îmândan, i’tikâddan ay›rma! Onlarla birlik oldu¤umuz hâlde, bu
dünyâdan ç›kar! Bizi onlarla haflr eyle, yâ Rabbî! Bize hidâyet verdikden sonra,
kalblerimizi do¤rudan kayd›rma ve bize yüce kat›ndan rahmet ver. Sen ihsân
edenlerin en büyü¤üsün!
‹slâm›n birinci flart›, Allahü teâlâya ve Peygamberine “sallallahü aleyhi ve sellem” îmând›r. Ya’nî onlar› sevmek ve sözlerini be¤enip, kabûl etmekdir.
‹’tikâd› düzeltdikden sonra, islâmiyyetin emrlerini yapmak ve yasak etdi¤i fleylerden kaç›nmak, ya’nî ahkâm-› islâmiyyeyi yapmak, elbette lâz›md›r. Befl vakt nemâz›, gevflek ve tenbel olmaks›z›n, k›lmal›d›r. Ta’dîl-i erkân ile k›lmal›d›r ve cemâ’at
ile k›lmal›d›r. (Müslimân ile kâfiri birbirinden ay›ran nemâzd›r). [Nemâz› do¤ru
ve iyi k›lan bir kimse müslimând›r. Nemâz› do¤ru k›lm›yan veyâ hiç k›lm›yan
kimsenin müslimânl›¤› flübhelidir.] Bir kimse, nemâz› do¤ru ve iyi k›l›nca, islâm ipine yap›flm›fl olur. Çünki, nemâz, islâm›n befl flart›ndan ikincisidir.
‹slâm›n üçüncü flart›, zekât vermekdir.
‹slâm›n dördüncü flart›, Ramezân-› flerîf ay›nda hergün oruc tutmakd›r.
Beflinci flart, Kâ’be-i mu’azzamay› hac etmekdir.
‹slâm›n birinci flart›, îmân olup, kalb ile inanmak ve dil ile de söylemekdir. Di¤er dört flart ise, vücûd ile yap›lacak ve kalb ile niyyet edilecek ibâdetlerdir. Nemâz, bütün ibâdetleri kendisinde toplam›fld›r ve hepsinden dahâ üstündür. K›yâmetde evvelâ nemâz sorulacakd›r. Nemâz do¤ru ise, di¤erlerinin hesâb›, Allahü teâlân›n yard›m› ile, kolay geçecekdir.
Dinde yap›lmas› yasak edilenlerden, mümkin oldu¤u kadar sak›nmal›d›r. Allahü teâlân›n râz› olmad›¤› fleyleri, öldürücü zehr bilmelidir. Kusûrlar›n› düflünüp,
– 63 –
bunlar› yapd›¤›na mahcûb olmal›, utanmal›d›r. Piflmân olup üzülmelidir. Hiç günâh yapmama¤a karâr vermelidir. [Bu üzülme¤e ve karâra (Tevbe etmek) denir.
Günâhlar›n› afv etmesi için Allahü teâlâya yalvarma¤a (‹stigfâr etmek) denir.] Allahü teâlân›n be¤enmedi¤i fleyleri utanmadan, s›k›lmadan söyliyen ve yapan, Allahü teâlâya karfl› durmufl, inâd etmifl olur. Bu inâdlar›, hemen hemen onlar› islâmiyyetden ç›kar›r.
[(R›yâd-un-nâs›hîn) kitâb›n›n dördüncü k›sm›, ikinci bâb›n›n, üçüncü fasl›nda
buyuruyor ki: (Harâmlar›, büyük günâh ve küçük günâh diye ikiye ay›rm›fllar ise
de, küçük günâhlardan da, büyük günâh gibi kaç›nmak, hiçbir günâh› küçümsememek gerekdir. Çünki, Allahü teâlâ, intikâm al›c›d›r ve ganîdir. ‹stedi¤ini yapmakda hiç kimseden çekinmez. Gazab›n›, düflmanl›¤›n› günâhlar içinde gizlemifldir. Küçük san›lan bir günâh, intikâm›na, gadab›na sebeb olabilir).
(R›yâd-un-nâs›hîn) üçüncü bâb›, birinci fasl›nda buyuruyor ki: (Küfrden ve
bid’atden baflka günâhlar ikiye ayr›l›r: Birinci k›sm, Allahü teâlâ ile kul aras›nda
olan günâhlard›r. ‹çki içmek, nemâz k›lmamak ve bunlar gibi. Bu günâhlar›n, büyü¤ünden ve küçü¤ünden, çok sak›nmal›d›r. Resûlullah “aleyhisselâm” buyurdu
ki: (Bir zerrecik [ya’nî çok az] bir günâhdan kaç›nmak, bütün cin ve insanlar›n ibâdetleri toplam›ndan dahâ iyidir). Günâhlar›n hepsi, Allahü teâlân›n emrini yapmamak oldu¤undan, büyükdür. Fekat, ba’z›s›, ba’z›s›na göre küçük görünür. Meselâ, yabanc› kad›na flehvetle bakmak, zinâ yapmakdan dahâ küçükdür. [El ile, ihtiyâc›n› gidermek, her ikisinden dahâ küçükdür.] Bir küçük günâh› yapmamak bütün cihân›n nâfile ibâdetlerinden dahâ sevâbd›r. Çünki, nâfile ibâdet yapmak farz
de¤ildir. Günâhlardan kaç›nmak ise, herkese farzd›r. Büyük günâhlardan kaç›nabilmek için, baflka çâre yoksa, küçük günâh› ifllemek câiz olur.
Her günâh› yapd›kdan sonra tevbe ve (istigfâr etmek) de farzd›r. Her günâh›n
tevbesi kabûl olur. (Kimyâ-i se’âdet)de buyuruyor ki: (fiartlar›na uygun yap›lan tevbe, muhakkak kabûl olur. Tevbenin kabûl edilece¤inde flübhe etmemelidir. Tevbenin flartlar›na uygun olmas›nda flübhe etmelidir). Tevbe edilmiyen herhangi
bir günâhdan Allahü teâlâ intikâm alabilir. Çünki, Allahü teâlân›n gadab›, günâhlar içinde sakl›d›r. Allahü teâlâ pek kuvvetli, herkese gâlib ve intikâm al›c›d›r. Yüzbin sene ibâdet eden makbûl bir kulunu, bir günâh için, sonsuz olarak red edebilir ve hiçbirfleyden çekinmez. Bunu Kur’ân-› kerîm bildiriyor ve ikiyüzbin sene itâ’at
eden iblîsin [fleytân›n], kibr edip, secde etmedi¤i için, ebedî mel’ûn oldu¤unu, haber veriyor. Yeryüzünde halîfesi olan, Âdem aleyhisselâm›n o¤lunu, bir adam öldürdü¤ü için, ebedî tard eyledi. Mûsâ “aleyhisselâm” zemân›nda, Bel’am bin Bâûrâ (‹sm-i a’zam)› biliyordu. Her düâs› kabûl olurdu. ‹lmi ve ibâdeti, o derecede
idi ki, sözlerini yaz›p istifâde etmek için, ikibin kifli hokka, kalem ile yan›nda bulunurdu. Bu Bel’am, Allahü teâlân›n bir harâm›na, az bir meyl etdi¤i için, îmâns›z gitdi. (Onun gibiler köpek gibidir) diye dillerde kald›. Kârûn, Mûsâ aleyhisselâm›n akrabâs› idi. Mûsâ “aleyhisselâm” buna hayr düâ edip ve kimyâ ilmi ö¤retip, o kadar zengin olmufldu ki, yaln›z hazînelerinin anahtarlar›n› k›rk kat›r tafl›rd›. Birkaç kurufl zekât vermedi¤i için, bütün mal› ile birlikde, yer alt›na sokuldu.
Sa’lebe, sahâbe aras›nda çok zâhid idi. Çok ibâdet ederdi. Câmi’den ç›kmazd›. Bir
kerre sözünde durmad›¤› için, sahâbîlik flerefine kavuflamad›, îmâns›z gitdi. Peygamber efendimize “sallallahü aleyhi ve sellem” onun için düâ etmemesi emr
olundu. Allahü teâlâ, nice kimselerden, bir günâh sebebi ile, böyle intikâm alm›fld›r. O hâlde, her mü’minin günâh ifllemekden çok korkmas› lâz›md›r. Ufak bir günâh iflledikde tevbe, istigfâr etmesi, yalvarmas› lâz›md›r.
[(R›yâd-un-nâs›hîn) ikinci k›sm, ikinci bâb›, birinci faslda diyor ki, (Tevbe ve istigfâr kalb ile, dil ile ve günâh iflliyen a’zâ ile birlikde olmal›d›r. Kalb piflmân olmal›. Dil, düâ etmeli, yalvarmal›. A’zâ da günâhdan çekilmelidir.) Birçok âyet-i kerîmede (Beni çok zikr edin) ve (‹zâ câe) sûresinde (Bana istigfâr edin. Düâlar›n›– 64 –
z› kabûl ederim, günâhlar›n›z› afv ederim) buyuruldu. Görülüyor ki, Allahü teâlâ,
çok istigfâr edilmesini emr ediyor. Bunun için, Muhammed Ma’sûm hazretleri, ikinci cild, 80.ci mektûbunda (Bu emre uyarak, her nemâzdan sonra yetmifl kerre istigfâr ediyorum. Ya’nî, (Estagfirullah) diyorum. Siz de bunu çok okuyunuz! Herbirini söylerken ma’nâs›n› (Beni afv et Allah›m) olarak düflünmelidir. Okuyan› ve
yan›ndakileri, derdlerden, s›k›nt›lardan, hastal›klardan kurtar›r. Çok kimse, okudu. Fâidesi hep görüldü) buyurdu. Yatarken, sa¤ tarafa yat›p, bir E’ûzü ve Besmele, bir Âyet-el-kürsî, üç ‹hlâs, bir Fâtiha, bir Kul-e’ûzüler, bir (tevekkeltü alellah
lâ havle velâ kuvvete illâ billah) oku. Büyüklerimiz, cinleri def’ için, bu kelime-i
temcîdi okurdu. Sonra, bir istigfâr düâs› ya’nî, (Estagfirullâhel’azîm, ellezî lâ ilâhe illâ hüv el hayyel kayyûme ve etûbü ileyh), bir (Allahümmagfirlî ve li-vâlideyye ve lil mü’minîne vel mü’minât) ve bir salevât-› flerîfe ve bir (Allahümme rabbenâ âtinâ fiddünyâ haseneten ve fil-âh›reti haseneten ve k›nâ azâbennâr bi-rahmetike yâ Erhamerrâhimîn) ve üç veyâ on veyâ k›rk yâhud yetmifl kerre istigfâr
ve bir kelime-i tevhîd okuyup uyumal›d›r. Bütün gece okuyup uykusuz kalmamal›d›r. Hastaya flifâ için, yetmifl istigfâr okumal›, temâm olunca, bafl› üzerine üfürmeli ve k›sa bir düâ etmelidir. Düâlar›n ve istigfâr›n kabûl olmas› için, nemâzlar›
k›lmak ve harâmlardan sak›nmak ve abdestli okumak lâz›md›r. ‹stigfâr› ve düâlar› abdestli okumak müstehabd›r. Ey büyüklerin büyü¤ü Allah›m! Muhammed
aleyhisselâm›n haber verdi¤i gibi, Sana inan›yorum. Beni kabûl et! Beni afv et! Muhammed aleyhisselâm, Seni bize haber vermeseydi, bu noksan akl›m›zla, kendimiz
bulmak, Seni tan›mak flerefine kavuflamazd›k. Hayvanlardan afla¤› olur, Cehennemin ateflinde yanmak, cezâm›z olurdu. Ey büyük Peygamber! Senin bizim üzerimizdeki hakk›n sonsuzdur. Bizi, Allah›m›z› tan›makla flereflendirdin. Müslimân olmak se’âdetine kavufldurdun. Sonsuz yanmak azâb›ndan kurtard›n. Bunun için, benden sana sonsuz selâmlar, sonsuz düâlar olsun! Allah›m! Bu büyük Peygamberi bize tan›tan, analar›m›za, babalar›m›za ve hocalar›m›za ve Ehl-i sünnet kitâblar›n›
yazanlara ve yayanlara rahmet eyle yâ Rabbî! Âmîn.]
‹kinci k›sm günâhlar, kullar aras›ndad›r ki, bunlara tevbe etmek için, o kulu hoflnûd etmek, râz› etmek de lâz›md›r). (Kimyâ-i se’âdet) kitâb›nda buyuruyor ki, hadîs-i flerîfde buyuruldu ki: (Gizli yap›lan günâh›n tevbesini gizli yap›n›z! Âflikâre
yap›lan günâh›n tevbesini âflikâre yap›n›z! Günâh›n›z› bilenlere, tevbenizi duyurunuz!).
O hâlde islâm dînine inanm›yanlar, müslimânlara s›k›nt› verenler öldükden
sonra, bunlar için, (Belki tevbe etmifldir, irtidâddan vaz geçmifldir) demek bofldur.
Bunlar›n zulm yapan a’zâlar›n›n iyilik yapmas›, dili ile düâ etmesi ve mazlûmlar›
hoflnûd edecek vas›yyetde bulunmalar› lâz›md›r. Böyle tevbe etmiyen mürtedlerin ölülerine hüsn-i zan edilmez].
Oradaki insanlar›n bilmedi¤i, belki sizin dahî anlamad›¤›n›z, Cenâb-› Hakk›n
size mahsûs k›ld›¤› bir devlete, bir ni’mete sâhibsiniz. fiöyle ki, vaktin sultân› yedinci ceddinden i’tibâren müslimân olup, Ehl-i sünnetdendir ve hanefî mezhebindendir. Her ne kadar, k›yâmetin yak›n oldu¤u, Resûlullah›n zemân›ndan uzak bulunan zemân›m›zda, bir kaç seneden beri ba’z› ilm talebeleri, içlerindeki pislikden
do¤an ihtirâs ve çirkin isteklerini tatmin için devlet adamlar›na ve sultânlara yaklaflm›fl ve onlar›n gözlerine girme¤e çal›flm›fl ve böylece sa¤lam dinde flek ve flübheler ortaya ç›karm›fllar, ahmaklar› do¤ru yoldan ay›rm›fllar ise de, böyle flân› büyük bir pâdiflâh›n, sizin sözünüzü dinleyip, kabûl buyurmas› büyük bir se’âdetdir.
Ehl-i sünnet ve cemâ’at i’tikâd›na uygun olan hak ve islâm kelimesini aç›k veyâ iflâret ile ona anlat›n›z! Onun huzûrunda imkân nisbetinde hak ehlinin, do¤ru yolun
âlimlerinin sözlerini arz ediniz! Hattâ dâimâ, bir yolunu bulup, mezheb ve dinle
ilgili bilgileri anlatmak için f›rsat kollay›n›z! Böylece, ‹slâm›n hakîkati ortaya ç›kar. Sap›kl›k, bât›ll›k ve küfrün ve kâfirli¤in çirkinli¤i ve kötülü¤ü anlafl›lm›fl
– 65 –
Se’âdet-i Ebediyye 1-F:5
olur. Küfrün bât›l oldu¤u zâten âflikârd›r. Akl› olan bir kimse onu be¤enmez.
Küfrün bât›l oldu¤unu çekinmeden söylemeli, onlar›n tap›nd›klar› bât›l ilâhlar›,
tanr›lar›, en a¤›r dille nefy ve red etmelidir. Çünki hak üzere ilâh, ancak ve ancak
tereddütsüz ve flübhesiz, göklerin yarat›c›s›d›r. Kâfirlerin tap›nd›klar›, yarat›c›
diye övdükleri fleyler, bir sivrisine¤i yaratm›fl m›d›r? Hepsi bir araya gelse, birfley
yaratamaz. ‹bâdet etdikleri fleylerden birini, bir sivrisinek ›s›rsa, kendini bundan
koruyamaz. Nas›l olur da, baflkalar›n› zarardan koruyabilir? Kâfirler, bu yapd›klar›n›n kötü oldu¤unu iflitince, kabâhatlerini anl›yarak, putlar›m›z, heykellerimiz, Allahü teâlân›n yan›nda bize flefâ’at edecek. Bizi Ona yaklafld›racaklar.
Onun için, bunlara ibâdet ediyoruz diyorlar. Bunlar, ne kadar abdald›r. Bu câns›z
fleylerin, kendilerine flefâ’at edeceklerini nereden bilmifller? Hak teâlân›n, kendisine ortak yap›lan ve büyük düflman› olan bu putlar›n, flefâ’atlerini kabûl edece¤ini, nereden anlam›fllard›r? Bunlar›n hâli, flu ahmaklara benzer ki, hükûmete karfl› ›syân edenlere, yard›m eder. S›k›fld›¤›m›z zemân, hükûmetin yard›m›na kavuflmam›z için, bu âsîler, bize flefâ’at ve iltimâs edecekdir derler. Ne kadar ahmakl›kd›r ki, âsîlere hurmet ediyor ve bunlar›n flefâ’ati ile hükûmet bizi afv edecekdir diyorlar. Hâlbuki, bunlar›n hükûmete yard›m etmesi ve âsîleri basd›rmas› lâz›m
idi. Ancak böylece hükûmete yaklafl›r ve do¤ru yolda yürümüfl olur ve emniyyete ve râhata kavuflmufl olurlard›. Ahmaklar, birkaç tafl› elleri ile yontarak, senelerle ona tap›yor. K›yâmet günü, ondan yard›m bekliyorlar. O hâlde, kâfirlerin dinlerinin bozuklu¤u meydândad›r. [Putperestli¤in ne zemân bafllad›¤› (Mesmû’ât)›n
41.ci sahîfesinde yaz›l›d›r.]
Müslimânlardan, do¤ru yoldan ayr›lanlara, (Bid’at sâhibi) denir. Do¤ru yol, Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”in ve Onun dört halîfesinin “aleyhimürr›dvân” yoludur. Abdülkâdir Geylânî “kuddise sirruh” (Gunye) kitâb›nda buyuruyor
ki: (Yetmifliki bid’at yolunun esâs›, dokuz f›rkad›r ki, hâricî, flî’î, mu’tezile, mürci’e, müflebbihe, cehmiyye, d›râriyye, neccâriyye ve kilâbiyyedir. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Çihâr yâr-i güzînin “aleyhimürr›dvân” zemân›nda bunlar›n hiçbiri yokdu. Bunlar›n meydâna ç›kmas›, ayr› ayr› yollara ayr›lmas›, Eshâb-› kirâm›n ve Tâbi’în-i ›zâm›n ve Fükahâ-i seb’an›n “r›dvânullahi
aleyhim ecma’în” ölümlerinden senelerce sonra idi).
[(Fükahâ-i seb’a), yedi büyük âlim demekdir. Buhârî muhtasar› olan (Tecrîd-i
sarîh) tercemesi, birinci cild, otuzdördüncü sahîfesinde diyor ki, (Medîne-i münevverenin bu yedi âlimi, Sa’îd ibni Müseyyib, Kâs›m bin Muhammed bin Ebî
Bekr-i S›ddîk, Urve-tebniz-Zübeyr, Hârice-tebni-Zeyd, Ebû Seleme-tebni-Abdürrahmân bin Afv, Ubeydüllah ibni Utbe ve Ebû Eyyûb Süleymân “rad›yallahü anhüm” idi)].
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Benden sonra müslimânlar aras›nda çok ayr›l›k olacakd›r. O zemânlarda yafl›yanlar benim yoluma ve
Hulefâ-i râflidînin “aleyhimürr›dvân” yoluna yap›fls›n! Sonradan meydâna ç›kan,
moda olan fleylerden kaç›ns›n! Çünki, dinde yenilik, reform yapmak do¤ru yoldan
ç›kmakd›r. Benden sonra, dinde yap›lacak de¤iflikliklerin hepsi dinsizlikdir).
Bu hadîs-i flerîf gösteriyor ki, Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem”
ve Hulefâ-i râflidînden sonra, dinde meydâna ç›kar›lan bu bozuk mezhebler, k›ymetsizdir. Bunlara güvenilmez. Allahü teâlâya çok flükr edelim ki, bizi, Cehennemden kurtulan (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) f›rkas›ndan eyledi. Cehenneme gidecek
olan yetmifliki bid’at f›rkas›ndan etmedi. Onlar›n bozuk i’tikâdlar›na kap›lmakdan muhâfaza buyurdu ve ba’z› kimseleri Allahl›k derecesine ç›karan, [Sen yaratd›n, senden din isteriz] diyenlerden eylemedi. ‹nsan kendi iflini, hareketini kendi yarat›yor diyenlerden de eylemedi. Cennetde Allahü teâlây› görme¤e inanm›yanlardan da etmedi. Hâlbuki bu görmek, dünyâ ve âh›ret ni’metlerinin en büyü¤üdür. fiu iki f›rkadan da etmedi ki, insanlar›n en iyisinin “sallallahü aleyhi ve sel– 66 –
lem” Eshâb›na dil uzatarak, onlar› incitiyor. Bu din büyüklerini fenâ san›yor.
Onlar›, birbirine düflman idi, düflmanl›klar›n› ve kinlerini gizliyerek iki yüzlülükle geçiniyorlard› biliyorlar. Hâlbuki, Allahü teâlâ, Kur’ân-› kerîmde, Eshâb-› kirâm›n “aleyhimürr›dvân” birbirlerini her zemân sevdiklerini bildiriyor. Bu iki f›rka, Kur’ân-› kerîme inanmam›fl oluyor. Aralar›nda kin ve düflmanl›k vard›r diyorlar. Allahü teâlâ akl ve insâf versin ve do¤ru yolu göstersin! Yine flükrler olsun ki,
bizleri, Allahü teâlâya madde ve cism diyen, Onu zemânl›, mekânl› bilenlerden,
yaratan›, mahlûklar›na benzetenlerden etmedi ve [paraya, mevk›’a, rütbeye, râhata kavuflmak, keyf sürmek için, dinlerini satan, ecdâd›n›n mukaddesât›n› ayaklar alt›na alan (Mürted)lerden, ahmaklardan eylemedi].
fiunu da iyi bilmek lâz›md›r ki, idâreciler, cem’›yyetleri idâre edenler, rûh gibidir, cân gibidir. Millet, ya’nî bütün insanlar da, cesed, beden gibidir. Rûh iyi ise,
beden de sâlih, iyi olur. Rûh bozuk ise, beden de bozuk olur. O hâlde, âmirlerin
iyi olmalar›na, [milleti idâre için, islâm düflman› olm›yanlar›n seçilmesine] çal›flmak, herkesin iyili¤ine çal›flmak olur. Herhangi bir kimseyi ›slâh etme¤e çal›flmak,
ona islâmiyyeti bildirmekle olur. Her ne yolla olursa olsun, milleti idâre edeceklerin müslimân olmalar›na çal›flmak lâz›md›r. Müslimân oldukdan sonra, onlara,
(Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) i’tikâd›n› bildirmelidir. Bozuk fikrlerin ortadan kalkmas›na çal›flmal›d›r. Bunlar› yapmak nasîb olan bir kimse, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” vârisi olur. Bu f›rsat, size bedâva nasîb olmufldur. Bunun k›ymetini biliniz! Bu yolda ne kadar çok yazsam, yeridir. Fekat size bu kadar
yetiflir. ‹nsanlar› herfleye kavuflduran, ancak Allahü teâlâd›r.
[(Mecelle)nin otuzdokuzuncu (39) maddesinde, (Zemân›n de¤iflmesi ile, âdete dayanan hükmler de¤iflebilir) diyor. Fekat, (Nass) ile bildirilmifl olan ahkâm hiçbir zemân de¤iflmez. Her âdet, delîl-i fler’î olamaz. Bir âdetden hükm ç›kar›labilmesi için, bu âdetin Nasslara muhâlif olmamas› ve sâlih müslimânlar aras›nda Selefden gelmifl olmas› lâz›md›r. Harâm iflliyenler ço¤al›r, harâmlar âdet hâline gelirse, yine halâl olmazlar. Küfr alâmetleri de âdet olur, müslimânlar aras›na yay›l›rsa, islâm âdeti olmaz. Küfr alâmeti olmakdan ç›kmazlar. Mubâh olan âdetlerde
ve fen bilgilerinde zemâna uyulur. Teknikde ilerliyenlere ayak uydurulur. Din bilgilerinde, ibâdetlerde zemâna uyulmaz. Îmân bilgileri, din bilgileri zemânla de¤iflmez. Bunlar› de¤ifldirmek, zemâna uydurmak istiyenler, Ehl-i sünnetden ayr›l›r,
kâfir veyâ sap›k olurlar].
ÇOK MÜH‹M TENBÎH
Erkek olsun, kad›n olsun, her insan›n, her sözünde, her iflinde, Allahü teâlân›n
emrlerine, ya’nî farzlara ve yasak etdiklerine [harâmlara] uymas› lâz›md›r. Bir farz›n yap›lmas›na, bir harâmdan sak›nma¤a ehemmiyyet vermiyenin îmân› gider, kâfir olur. Kâfir olarak ölen kimse, kabrde azâb çeker. Âh›retde Cehenneme gider.
Cehennemde sonsuz yanar. Afv edilmesine, Cehennemden ç›kmas›na imkân ve ihtimâl yokdur. Kâfir olmak çok kolayd›r. Her sözde, her iflde kâfir olmak ihtimâli
çokdur. Küfrden kurtulmak da çok kolayd›r. Küfrün sebebi bilinmese dahî, hergün bir kerre istigfâr etse, ya’nî (Estagfirullah) dese, muhakkak afv olur, ya’nî, (Yâ
Rabbî! Bilerek veyâ bilmiyerek küfre sebeb olan bir söz söyledim veyâ ifl yapd›m
ise, nâdim oldum, piflmân oldum. Beni afv et) diyerek tevbe etse, Allahü teâlâya
yalvarsa, muhakkak afv olur. Cehenneme gitmekden kurtulur. Cehennemde sonsuz yanmamak için, hergün muhakkak tevbe ve istigfâr etmelidir. Bu tevbeden dahâ mühim bir vazîfe yokdur. Kul hakk› bulunan günâhlara tevbe ederken, bu
haklar› ödemek ve terk edilmifl nemâzlara tevbe ederken, farzlar› kazâ etmek lâz›md›r. Kitâb›m›zda 276 dan 287 ortas›na kadar okuyunuz!
‹nsan befler, durmaz flaflar, eyler hatâ, üçer befler.
Düz ovada yürür iken, aya¤›n› sürter, düfler.
– 67 –
32 — ÜÇÜNCÜ C‹LD, 38. ci MEKTÛB
Bu mektûb, Molla ‹brâhîm için yaz›lm›fld›r. Bu ümmetin yetmiflüç f›rkaya ayr›laca¤›n› bildiren hadîs-i flerîfi aç›klamakdad›r:
Hadîs-i flerîfde bu ümmetin yetmiflüç f›rkaya ayr›laca¤›, bunlardan yetmifliki
f›rkan›n Cehenneme gidecekleri bildirildi. Bu hadîs-i flerîf, yetmifliki f›rkan›n Cehennem ateflinde azâb göreceklerini bildiriyor. Cehennemde sonsuz kalacaklar›n›
bildirmiyor. Cehennem ateflinde sonsuz azâbda kalmak, îmân› olm›yanlar içindir.
Ya’nî kâfirler içindir. Yetmifliki f›rka, i’tikâdlar› bozuk oldu¤u için Cehenneme girecekler ve i’tikâdlar›n›n bozuklu¤u kadar yanacaklard›r. Yetmiflüçüncü olan bir f›rkan›n i’tikâd› bozuk olmad›¤› için, Cehennem ateflinden kurtulacaklard›r. Bu bir f›rkada bulunanlar aras›nda kötü ifl yapm›fl olanlar varsa ve bu kötü iflleri tevbe ve istigfâr ile veyâ flefâ’at ile afv olunmad› ise, bunlar›n da günâhlar› kadar Cehennemde yanmalar› câizdir. Yetmifliki f›rkada olanlar›n hepsi Cehenneme girecekdir. Fekat hiçbiri Cehennemde sonsuz kalm›yacakd›r. Bir f›rkada bulunanlar›n hepsi Cehenneme girmiyecekdir. Bunlardan yaln›z kötü ifl yapanlar Cehenneme girecekdir.
Cehenneme girecekleri bildirilmifl olan yetmifliki (Bid’at f›rkalar›), (Ehl-i k›ble) olduklar› için, bunlar›n hepsine kâfir dememelidir. Fekat bunlar›n, dinde inanmas› zarûrî lâz›m olan fleylere inanm›yanlar› ve (Ahkâm-› islâmiyye)den her müslimân›n
iflitdi¤i, bildi¤i fleyleri te’vîlini bilmeden red edenleri kâfir olur. (Ehl-i sünnet)
âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bildiriyor ki, (Bir müslimân›n bir sözünden veyâ bir iflinden yüz fley anlafl›lsa, bunlardan doksandokuzu küfre sebeb olsa ve biri müslimân oldu¤unu gösterse, bu bir fleyi anlamak, onu küfrden kurtarmak
lâz›md›r). Herfleyin do¤rusunu Allahü teâlâ bilir. En sa¤lam söz Onun sözüdür.
Bu ümmetin fakîrlerinin zenginlerinden yar›m gün önce Cennete girecekleri bildirildi. Bu yar›m gün, beflyüz dünyâ senesidir. Çünki, Allahü teâlân›n bildirdi¤i bir
gün, bin dünyâ senesi kadar zemând›r. Böyle oldu¤u Hac sûresinde aç›kca bildirilmifldir. Niçin bu kadar zemân oldu¤unu ancak Allahü teâlâ bilir. Çünki âh›retde,
dünyâda bulunan gece, gündüz, ay, sene yokdur. Cennete erken girecekleri bildirilen fakîrler, islâmiyyete uyan ve sabr eden fakîrlerdir. ‹slâmiyyete uymak, islâmiyyetin emr etdiklerini yapmak ve yasak etdiklerinden sak›nmak demekdir. Fakîrli¤in de dereceleri ve mertebeleri vard›r. Mertebelerinin en yükse¤i, fenâ makâm›nda ele geçer. Bu mertebede olan fakîr, Allahü teâlâdan baflka herfleyi fakîr, muhtâc bilir. [Allahü teâlâya muhtâc olm›yan, ya’nî Ona karfl› fakîr olm›yan hiçbir mahlûk yokdur.] Mahlûklar›n hepsini unutur. Hiçbirini hât›r›na getirmez. Fakîrlik
mertebelerinin hepsine kavuflan, birkaç›na kavuflandan dahâ üstündür. Bunun
içindir ki, fenâ makâm›na kavuflan kimsenin zâhiren fakîr, muhtâc olmas›, fenâ makâm›na kavuflup da zâhiren fakîr olm›yandan dahâ efdaldir, dahâ k›ymetlidir.
33 — ÜÇÜNCÜ C‹LD, 101. ci MEKTÛB
Bu mektûb fleyh Abdüllaha yaz›lm›fld›r. Kur’ân-› kerîmin âyetlerini felsefecilerin anlad›klar›na göre tefsîr ve te’vîl etmek câiz olmad›¤›n› bildirmekdedir:
Allahü teâlâ size selâmet versin ve belâlardan korusun! (Tebsîr-ür-rahmân)
ad›ndaki kitâb› göndermiflsiniz. Ba’z› yerlerini okudum. Geri gönderiyorum.
[(Tebsîr-ür-rahmân ve Teysîr-ül-menân) tefsîr kitâb›d›r. Hanbelî âlimlerinden
Zeyn-üd-dîn Alî bin Ahmed Ermevî yazm›fld›r. Yediyüzon (710) senesinde vefât
etmifldir.]
K›ymetli kardeflim! Bu kitâb› yazan›n, eski yunan felsefecilerinin yoluna oldukça kaym›fl oldu¤u anlafl›l›yor. Hemen hemen, onlar› Peygamberlerle bir derecede
tutacak “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”. Hûd sûresindeki bir âyet-i kerîmeye
verdi¤i ma’nâ gözüme ilifldi. Bu âyete, Peygamberlerin hâline uym›yarak eski
yunan felsefecileri gibi ma’nâ vermekdedir. Peygamberlerin sözü ile felsefecilerin
– 68 –
sözünü bir de¤erde tutmakda, (Onlar için âh›retde yokdur) âyet-i kerîmesine
(Peygamberlerin ve felsefecilerin söz birli¤i ile) ve (Ancak atefl ile azâb) âyet-i kerîmesine, (his ederek yâhud aklî, nazarî olarak ......) demekdedir. Peygamberlerin
“aleyhimüssalevâtü vetteh›yyât” sözbirli¤i bulunan yerde, eski yunan felsefecilerinin söz birli¤inin ne k›ymeti vard›r? Âh›retdeki azâb› bildiren ve hele Peygamberlerin sözlerine uym›yan sözlerinin ne ehemmiyyeti olur. Onun bildirdi¤i gibi felsefeciler, Cehennem azâb›n›n aklî, nazarî oldu¤unu söyliyor. Bu sözleri, cesedin
azâb› his edece¤ine inanmad›klar›n› göstermekdedir. Hâlbuki Peygamberler, azâb›n his edilece¤ini söz birli¤i ile bildirmifllerdir. Bu kitâb, baflka yerlerinde de,
Kur’ân-› kerîmin âyetlerini, felsefecilerin bildirdikleri gibi yazmakdad›r. Peygamberlerin yolunda olanlara uym›yan yaz›lar›ndan dolay› bu kitâb, gizli hattâ apaç›k zararlar› tafl›makdad›r. Bunu size bildirme¤i lüzûmlu gördü¤üm için, birkaç kelime ile bafl›n›z› a¤r›td›m. Selâm ederim.
34 — ‹K‹NC‹ C‹LD, 19. cu MEKTÛB
Bu mektûb, Mîr Muhibbullaha yaz›lm›fld›r. Sünnet-i seniyyeye yap›flma¤› ve
bid’atlerden sak›nma¤› bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun Peygamberlerine salât ve size düâlar ederim.
K›ymetli kardeflim seyyid Mîr Muhibbullah! Buradaki fakîrlerin hâlleri, gidiflleri
çok iyidir. Bunun için Allahü teâlâya sonsuz hamd etmek lâz›md›r. Sizin de selâmetiniz için ve hâlinizin de¤iflmemesi için ve do¤ru yolda ilerlemeniz için Allahü
teâlâya düâ ederim. Bu günlerde, ne hâlde bulundu¤unuzu bildirmediniz. Mesâfenin uzakl›¤›, haberleflmeyi güçlefldiriyor. Nasîhat vermek, dînimizin birinci vazîfesidir ve Peygamberlerin en üstününe uymakd›r “Ona ve hepsine üstün düâlar
ve selâmlar olsun!”. Ona uymak için Onun sünnetlerini, ya’nî bütün emr ve yasaklar›n› yerine getirmek ve Onun be¤enmedi¤i bid’atlerden sak›nmak lâz›md›r. O
bid’atler, gecenin karanl›¤›n› yok eden, tan yerinin a¤armas› gibi parlak görünseler de hepsinden kaçmak lâz›md›r. Çünki, hiçbir bid’atde nûr yokdur, ›fl›k yokdur.
Hiçbir hastaya flifâ yokdur. Hiçbir hastaya ilâc olamazlar. Çünki, her bid’at, yâ bir
sünneti yok eder, yâhud sünnetle ilgisi olmaz. Fekat, sünnetle ilgisi olm›yan
bid’atler, sünnetden afl›r›, art›k olduklar› için, sünneti yok etmifl olmakdad›rlar. Çünki, bir emri emr olunandan ziyâde yapmak, bu emri de¤ifldirmek olur. Bundan anlafl›l›yor ki, nas›l olursa olsun, her bid’at sünneti yok etmekdedir. Sünnete ters düflmekdedir. Hiçbir bid’atde iyilik ve güzellik yokdur. Keflki bilseydim ki, kâmil
olan bu dinde ve Allahü teâlân›n râz› oldu¤u islâmiyyetde, ni’metler temâm oldukdan sonra, ortaya ç›kan bid’atlerden ba’z›lar›na, nas›l olmufl da güzel demifller? Bunlar niçin bilmemifller ki, birfley yükseldikden, temâm oldukdan, be¤enildikden sonra, buna yap›lacak eklemeler güzel olamaz. Hak olan, do¤ru olan birfleyde yap›lacak her de¤ifliklik, dalâlet ve sap›kl›k olur. Kâmil olan, temâm olan bu dinde sonradan meydâna ç›kar›lan birfleye güzel demenin, dînin kemâle ermedi¤ini gösterece¤ini ve ni’metin temâm olmad›¤›n› bildirece¤ini anlam›fl olsalard›, hiçbir
bid’ate güzel diyemezlerdi. Yâ Rabbî, unutdu¤umuz ve yan›ld›¤›m›z fleyler için bizleri hesâba çekme! Size ve yan›n›zda olanlara selâm ederim.
[Sünnet kelimesinin dînimizde üç ma’nâs› vard›r: (Kitâb ve sünnet) birlikde söylenince, kitâb, Kur’ân-› kerîm, sünnet de, hadîs-i flerîfler demekdir. (Farz ve sünnet) denilince, farz, Allahü teâlân›n emrleri, sünnet ise, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” sünneti, ya’nî emrleri demekdir. Sünnet kelimesi yaln›z olarak söylenince, islâmiyyet, ya’nî bütün ahkâm-› islâmiyye demekdir. F›kh kitâblar› böyle oldu¤unu bildiriyor. Meselâ (Kudûrî muhtasar›)nda (Sünneti en iyi bilen imâm olur) diyor. (Cevhere) kitâb›nda buray› aç›klarken (Sünnet demek, burada ahkâm-› islâmiyye demekdir) diyor. Yetmifldördüncü maddenin sonuna bak›n›z!
– 69 –
Kalbi temizlemek için islâmiyyete uymak lâz›m oldu¤u anlafl›ld›. ‹slâmiyyete uymak da, emrleri yapmakla ve yasaklardan ve bid’atlerden sak›nmakla olur.
Bid’at, dinde sonradan yap›lan fley demekdir. Peygamberimizin “sallallahü
aleyhi ve sellem” ve dört halîfesinin “rad›yallahü anhüm” zemânlar›nda bulunmay›p da, onlardan sonra, dinde meydâna ç›kar›lan, ibâdet olarak yap›lma¤a bafllanan fleylerdir. Meselâ, nemâzlardan sonra hemen (Âyet-el-kürsî) okumak lâz›m
iken, önce (Salâten tüncînâ)y› ve baflka düâlar› okumak bid’atdir. Bunlar›, (Âyetel-kürsî)den ve tesbîhlerden sonra okumal›d›r. Nemâzdan, düâdan sonra secde edip
de kalkmak bid’atdir. Ezân› ho-parlörle okumak bid’atdir. Ho-parlör, ses ç›karan
bir âletdir. Lugat kitâblar›nda, meselâ (Müncid)de, ses ç›karan âletlere (Mizmâr)
denir. Ho-parlör, mizmâr›n bir nev’idir. (Hâd-id-dâllîn)de diyor ki, (Ebû Nu’aym
‹sfehânînin (Hilyetül-Evliyâ)s›nda yaz›l› hadîs-i flerîfde, fleytâna (Senin müezzinin
mizmârd›r) buyuruldu). Ho-parlör ile okunan ezân›n, fleytân ezân› oldu¤u, bu
hadîs-i flerîfden anlafl›lmakdad›r. Dinde yap›lan her de¤ifliklik ve reform bid’atdir.
Yoksa, çatal, kafl›k, boyun ba¤› kullanmak, kahve, çay, tütün içmek bid’at de¤ildir. Çünki, bunlar ibâdet de¤il, âdetdir ve mubâhd›rlar. Harâm de¤ildirler. Bunlar› yapmak, dînin emr etdi¤i fleyi terk etme¤e veyâ nehy [yasak] etdi¤i fleyi yapma¤a sebeb olmazlar. (Hadîka-tün-nediyye)de diyor ki, (Bid’at, dinden olm›yan,
ibâdet olm›yan, âdet olan birfley ise, dînimiz bunu red etmez. Yimekde, içmekde,
elbisede, seyrü sefer vâs›talar›nda ve binâ, mesken, ev ifllerinde, ibâdet yapmak,
ya’nî Allahü teâlâya tekarrüb niyyet etmeyip, yaln›z dünyâ ifli düflünülürse, bunlar bir ibâdeti yapma¤a mâni’ olmad›kça veyâ bir harâm› iflleme¤e sebeb olmad›kça, bid’at olmazlar. Dînimiz bunlar› men’ etmez). Bid’at üç dürlüdür:
1 — ‹slâmiyyetin küfr alâmeti dedi¤i fleyleri zarûret olmadan kullanmak, en kötü bid’atdir. Dâr-ül-harbde kâfirlere hud’a olarak kullanmak câiz olur denildi¤i (Berîka)da, 467. ci sahîfede ve (Mecmâ’ul-enhür)ün 696. c› sahîfesinde yaz›l›d›r.
2 — Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bildirdiklerine uym›yan inan›fllar da kötü bid’atdir.
3 — ‹bâdet olarak yap›lan yenilikler, reformlar, amelde bid’at olup büyük günâhd›r. Âlimler, ameldeki, ibâdetdeki bid’atleri ikiye ay›rm›fllar, hasene ve seyyie
demifllerdir. ‹mâm-› Rabbânî “rahmetullahi aleyh” âlimlerin hasene dedikleri
bid’atlere bid’at dememifl, sünnet-i hasene demifldir. Bid’at-i seyyie dediklerine
bid’at demifl, bunlar› çok kötülemifldir. Vehhâbîler ise, hasene denilen, be¤enilen
bid’atlere de, seyyie demifl, bunlar› yapanlara kâfir, müflrik demifllerdir. Üçüncü
k›smda birinci maddeye bak›n›z!]
35 — ÜÇÜNCÜ C‹LD, 22. ci MEKTÛB
Bu mektûb, molla Maksûd Alî Tebrîzîye yaz›lm›fl olup, müflriklerin pis olmas›,
rûhlar›n›n, i’tikâdlar›n›n pis olmas›d›r. Bedenlerinin, a’zâlar›n›n pis olmayabilece¤ini bildirmekdedir:
Her hamd, Allahü teâlân›n hakk›d›r. Onun seçdi¤i temiz insanlara selâm ederim. fiefkatli efendim! Hüseyn Vâ’›zî tefsîrini niçin gönderdi¤inizi anl›yamad›k. Bu
tefsîrde, Tevbe sûresi, yirmidokuzuncu âyetini tefsîr ederken (Müflriklerin içleri,
inan›fllar› pis oldu¤u için, onlar elbette pisdir) buyurmakdad›r. Hanefî mezhebi âlimleri de, böyle tefsîr etmifldir. Ya’nî, Allahü teâlân›n (Müflrikler pisdir) buyurmas›, kalblerinin, i’tikâdlar›n›n pis oldu¤u içindir demifllerdir. (Hüseyn tefsîri)nde de
yaz›l› oldu¤u gibi, ba’z› âlimler, (Müflrikler, necâsetden sak›nmad›klar› için pisdir)
demifl ise de, böyle tefsîr etmek uygun de¤ildir. Çünki, bugün müslimânlar›n ço¤u da necâsetden sak›nm›yor. Müslimânlar›n câhilleri de, kâfirler gibi temizli¤e
ehemmiyyet vermiyor. Necâsetden sak›nmamak, insan›n pis olmas›na sebeb olsayd›, müslimânlar›n ifli güç olurdu. Hâlbuki, (Müslimânl›kda güçlük yokdur) buyu– 70 –
ruldu. (Hüseyn tefsîri)nde (Abdüllah ibni Abbâs “rad›yallahü anhümâ” buyurdu
ki, müflriklerin bedenleri, köpekler gibi pisdir) diye de yaz›yorsa da, din büyüklerinden böyle umûma uymayan, herkesin söyledi¤ine benzemiyen haberler çok gelmifldir. Böyle haberleri evirip çevirip, ana haberlere uydurmak lâz›md›r. Kâfirlerin d›fllar›, bedenleri nas›l pis olur ki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”,
bir yehûdî evinde yemek yidi. Bir müflrikin kab› ile tahâretlendi. Ömer “rad›yallahü anh” da, h›ristiyan kad›n›n›n kab›ndan tahâretlendi. Bunlar, âyet-i kerîme gelmeden önce yap›lm›fl olabilir denirse, zan etmekle cevâb verilmifl olmaz. Âyet-i kerîmenin sonra geldi¤ini isbât etmek lâz›md›r. E¤er isbât edilebilirse, onlar›n necs,
pis oldu¤unu, dokunduklar› fleyleri pis ve harâm yapaca¤›n› göstermez. Nihâyet,
i’tikâdlar›n›n pis oldu¤unu gösterir. Çünki, hiçbir Peygamber kendi dîninde veyâ
baflka dinlerde harâm olmufl veyâ olacak birfleyi hiç yapmaz. Ya’nî sonradan harâm olacak fleyi, önceden, halâl iken yine kullanmaz. Meselâ, flerâb içmek önce halâl idi. Sonra harâm oldu. Hiçbir Peygamber hiçbir zemânda flerâb içmedi. E¤er kâfirlerin bedenlerinin, köpekler gibi pis oldu¤u, sonradan bildirilecek olsayd›, Allahü teâlân›n sevgilisi olan Muhammed “aleyhisselâm”, onlar›n kablar›na hiçbir
zemân dokunmaz idi. Nerde kald› ki, sular›n› içmifl ve yemeklerini yimifl olsun! Sonra, birfleyin kendisi pis olunca, her zemân pisdir. Bir vakt pis olmas›, baflka vakt temiz olmas› düflünülemez. Müflriklerin bedenleri pis olsayd›, her zemân pis olurdu
ve Muhammed “aleyhisselâm” hiçbir vakt dokunmazd›. Nerede kald› ki, onlardan
su içsin ve yemek yisin. Bir de aynî necs olan her zemân necsdir. Önce ve sonra mubâh olamaz. Müflrikler aynî necs olsalard›, evvelden beri böyle olmalar› gerekirdi ve Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” önceden de buna uygun olarak onlara muâmele ederdi. O olmay›nca, bu nas›l olsun. Bundan baflka, bunlar›n bedenini pis bilmek, müslimânlar›, çok s›k›nt›ya sokar. Hanefî mezhebi âlimlerine Allahü teâlâ sonsuz iyilik versin ki, müslimânlar›n iflini kolaylafld›rd›. Onlar› harâm
ifllemekden kurtard›lar. Bu büyük âlimlere teflekkür edilecek yerde, dil uzatmak,
yapd›klar› isâbetli tefsîri ayblamak nas›l do¤ru olabilir? Müctehidlere karfl› birfley
söylenebilir mi? Çünki onlar›n yanl›fl bulufllar›na da, bir sevâb verilmekdedir.
Onlar›n yanl›fl bulduklar›n› yapan müslimânlar, azâbdan kurtulacakd›r. Kâfirler
pis olunca, onlar›n dokundu¤u, yapd›¤› fleyler de pis ve harâm olur. Kâfirlere pis
diyenler, onlar›n yapd›klar› yemek ve flerbetlere harâm demifl olur ki, böyle söyliyenler, kendilerini bu harâmdan koruyamaz. Hele Hindistândaki müslimânlar›n
korunmalar› imkâns›z gibidir. Müslimânlar, her yerde, kâfirlerle temâs hâlinde oldu¤undan, en kolay olan fetvây› vermek dahâ iyidir. Hattâ, kendi mezhebine uygun olmasa da, baflka mezhebdeki kolay fetvâ söylenmelidir. Bekara sûresi, yüzseksenbeflinci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, size kolay olan fleyleri yapd›rmak
istiyor, güç olan› istemiyor) ve Nisâ sûresi, yirmisekizinci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, ibâdetlerinizin hafîf, kolay olmas›n› istiyor. ‹nsan za’îf, dayan›ks›z yarat›ld›) buyuruldu. Müslimânlar› s›k›fld›rmak, onlar› incitmek harâmd›r ve Allahü teâlân›n be¤enmedi¤i fleydir. fiâfi’î âlimleri, kendi mezheblerinde yap›lmas› güçleflen fleylerin hanefî mezhebine göre yap›lmas›na fetvâ vermifl, müslimânlar›n iflini kolaylafld›rm›fllard›r. Meselâ, flâfi’î mezhebine göre, zekât vermek için, zekât›n,
Tevbe sûresi, altm›fl›nc› âyetinde bildirilen sekiz s›n›f insan›n her s›n›f›na verilmesi lâz›md›r. Bunlardan, gönlünü almas› lâz›m gelen kâfir s›n›f› [ve zekât topl›yan
me’mûr s›n›f› ve kölelikden kurtar›lacak borclu s›n›f›] bugün yokdur. Bunlar› bulup zekât vermek imkâns›z olmufldur. Bunun için, flâfi’î âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, hanefî mezhebine göre zekât verilmesine fetvâ verdi. Çünki, hanefî mezhebinde, bu s›n›flardan herhangi birine vermek yetiflir.
[Bunun gibi, gusl abdesti al›rken, hanefî mezhebinde a¤z›n içini, difllerin aras›n› ve difl çukurunu y›kamak farzd›r. Kaplama ve dolgular›n içine su girmedi¤i için,
bunlar›n gusl abdestleri sahîh olmaz, pis kal›rlar. fiâfi’î ve mâlikî mezhebinde ise,
a¤›z içini y›kamak farz de¤ildir. Hanefî mezhebinde olan kimse, difllerini zarûret
– 71 –
ile kaplat›nca veyâ doldurunca, gusl abdesti al›rken (Yâ Rabbî! fiâfi’î veyâ mâlikî mezhebine göre gusl abdesti al›yorum) diye kalbinden geçirse, gusl abdesti sahîh olur ve temiz temiz nemâz k›labilir. (Hadîka) kitâb›n›n yediyüzdokuzuncu sahîfesinde diyor ki, (Abdest ve guslde baflka mezhebi taklîd etmek câizdir. Bunun
için, o mezhebin flartlar›na da uymak lâz›md›r. Bütün flartlar›na uymazsa, taklîd câiz olmaz. Kendi mezhebine uym›yan ifli yapd›kdan sonra bile, taklîd yapmak câiz olur. Meselâ Ebû Yûsüf hazretlerine, Cum’a nemâz›n› k›ld›kdan sonra, gusl abdesti ald›¤› kuyuda fâre ölüsü görüldü dediler. (fiâfi’î mezhebine göre guslümüz sahîhdir. Çünki, hadîs-i flerîfde kulleteyn olan suya necâset kar›fl›nca, üç s›fat›ndan
biri de¤iflmedikce necs olmaz buyuruldu) dedi.) Kulleteyn, iki testi dolusu, beflyüz
r›tld›r. ‹kiyüzyirmi [220] kilogram sudur. (Berîka) kitâb›, buray› aç›klarken, zarûret olan her iflde de baflka mezhebi taklîd câizdir, diyor. (Dürr-ül-muhtâr)da, nemâz vaktlerinin sonunda diyor ki, (Zarûret zemân›nda, baflka mezheb taklîd edilir). ‹bni Âbidîn, bunu aç›klarken, diyor ki, (Burada, iki kavlden biri bildirilmifldir. ‹kinci kavle göre, zarûret olsa da, olmasa da, harac, güçlük oldu¤u zemân, di¤er üç mezhebden biri taklîd edilir. Muhtâr olan da budur. Yap›lmas›nda güçlük
oldu¤u zemân, kendi mezhebi kolayl›k gösteriyorsa veyâ yap›lmas›n› afv ediyorsa, baflka mezhebi taklîd etme¤e lüzûm kalmaz). (Hadîka)n›n ikiyüzonbirinci sahîfesinde, (Hüsn-üt-tenebbüh fit-teflebbüh) kitâb›ndan alarak diyor ki, (Bir kimsenin nefsi, kolayl›klar› yapmak istemezse, bunun azîmetleri b›rak›p, ruhsatla
amel etmesi efdal olur. Fekat ruhsatla amel etmek, ruhsatlar› arafld›rma¤a yol açmamal›d›r. Çünki nefse, fleytâna uyarak, mezheblerin kolay yerlerini arafld›r›p toplamak, ya’nî (Telfîk) etmek harâmd›r.)]
Müflriklerin kendileri pis olsayd›, îmân edince, temiz olmamalar› lâz›m gelirdi.
O hâlde, onlara pis denilmesi, kalblerinin pis oldu¤unu bildirmek içindir. Îmân edince, bu pislik gider, temiz olurlar. ‹’tikâdlar›n›n, kalblerinin pis olmas›, bedenlerinin
pis olmas› demek de¤ildir. Bu âyet-i kerîme, müflriklerin pis oldu¤unu haber vermekdedir. Haberi de¤ifldirmek olmaz. Emrde ve yasakda de¤ifliklik yap›labilir. Bir
fleyin nas›l oldu¤unu haber vermekde de¤ifliklik yap›lmaz. [(Hadîka)da dil âfetlerini anlat›rken diyor ki, (Allahü teâlâ, emr ve yasaklar› bildiren yirmi âyet-i kerîmede nesh, de¤ifliklik yapm›fld›r). K›sasda ve haberlerde nesh yapmam›fld›r.] Haber de¤iflmedi¤i için, müflriklerin her zemân pis olmas› lâz›m olur. Bu da, müflriklik, i’tikâd pisli¤idir. Böylece, ana bilgiye uygun tefsîr yap›lm›fl olur. Bilgiler çat›flmaz. Kâfirlere ve onlar›n eflyâs›na dokunmak harâm olmaz. Birgün, bunlar› anlat›rken, meâl-i flerîfi, (Ehl-i kitâb›n, ya’nî yehûdî ve nasârân›n piflirdiklerini, kesdiklerini yimeniz halâldir) olan, Mâide sûresinin beflinci âyetini okumufldum. Siz, halâl olan, bu¤day, nohud ve mercimekdir demifldiniz. Bugün, bu hâle düflen müslimânlardan biri, bu sözünüzü be¤enirse birfley diyemem. Fekat insâf edilirse, sözün
do¤rusu meydândad›r. O hâlde, müslimânlara merhamet edip, kâfirlerin pis oldu¤unu anlamamal› ve kâfirlerle kar›flan, al›fl verifl eden müslimânlar›, pis bilmemelidir. Böyle müslimânlar›, pis oldu sanarak, bunlar›n yemek ve içmelerinden sak›nmamal›, müslimânlardan kaç›nmak, ayr›lmak yoluna sapmamal›d›r. Bu hâl, ihtiyât
de¤ildir. Bu hâlden kurtulmak, ihtiyâtd›r. Bafl›n›z› fazla a¤r›tm›yay›m.
Beyt:
Az söyledim, dikkat etdim, kalbini k›rmama¤a,
Çekindim kalb k›rmakdan, yoksa sözüm çokdur sana!
Selâm ederim.
Sabâh düâs›:
(Allahümme mâ esbaha bî min ni’metin ev bî-ehadin min halk›ke, fe minke vahdeke, lâ flerîke leke, fe lekel hamdü ve lekeflflükr). 111.ci sahîfeye bak›n›z!
– 72 –
36 — B‹R ÜN‹VERS‹TEL‹YE CEVÂB
Abdülhakîm efendinin, ‹stanbulda, Sultân Selîm Câmi-i flerîfi ba¤çesindeki,
(Medrese-tül-mütehass›sîn)de tesavvuf müderrisi [Ya’nî, ilâhiyyât fakültesinde, tesavvuf kürsîsi, ordinaryüs profesörü] iken, bir üniversitelinin süâline karfl›, yazm›fl
oldu¤u mektûbu, kelimelerini sâdelefldirerek, afla¤›ya yaz›yoruz:
Bütün kuvvetinizle, Allahü teâlân›n kudreti sâhas›ndan d›flar› ç›kabilirseniz, ç›k›n›z! Fekat, ç›kamazs›n›z. Bu sâhan›n d›fl›, adem diyâr›d›r. O adem [ya’nî yokluk]
diyâr› da, Onun kudreti içindedir.
Bir s›ras› düflerek, ‹brâhîm-i Edhemden “kuddise sirruh”, birisi nasîhat istedi.
Buyurdu ki, alt› fleyi kabûl edersen, hiçbir iflin sana zarar vermez. O alt› fley fludur:
1 — Günâh yapaca¤›n zemân, Onun r›zk›n› yime! R›zk›n› yiyip de, Ona ›syân
etmek, do¤ru olur mu?
2 — Ona âsî olmak istersen, Onun mülkünden ç›k! Mülkünde olup da, Ona ›syân etmek, lây›k olur mu?
3 — Ona ›syân etmek istersen, gördü¤ü yerde günâh yapma! Görmedi¤i bir yerde yap! Onun mülkünde olup, r›zk›n› yiyip, gördü¤ü yerde günâh yapmak, uygun
de¤ildir.
4 — Can al›c› melek, rûhunu alma¤a geldi¤i zemân, tevbe edinceye kadar izn
iste! O mele¤i kovamazs›n. Kudretin var iken, o gelmeden önce tevbe et! O da, bu
sâatdir. Zîrâ, Melek-ül-mevt, ânî gelir.
5 — Mezârda, Münker ve Nekîr ismindeki iki melek, süâl için geldikleri vakt,
onlar› kov, seni imtihân etmesinler! Soran kimse dedi ki, (Buna imkân yokdur).
fieyh buyurdu ki, (Öyle ise, flimdiden onlara cevâb hâz›rla!)
6 — K›yâmet günü Allahü teâlâ (Günâh› olanlar, Cehenneme gitsin!) diye emr
edince, ben gitmem de! Soran kimse dedi ki, (Bu sözümü dinlemezler). Bunun üzerine, o kimse, tevbe etdi ve ölünceye kadar, tevbesinden vazgeçmedi. Evliyân›n sözünde, rabbânî te’sîr vard›r.
‹brâhîm-i Edhemden “kuddise sirruh” sordular ki, Allahü teâlâ, (Ey kullar›m! Benden isteyiniz! Kabûl ederim, veririm) buyuruyor. Hâlbuki, istiyoruz, vermiyor? Cevâb buyurdu ki, Allahü teâlây› ça¤›r›rs›n›z, Ona itâ’at etmezsiniz. Peygamberini “sallallahü aleyhi ve sellem” tan›rs›n›z, Ona uymazs›n›z. Kur’ân-› kerîmi okursunuz, gösterdi¤i yolda gitmezsiniz. Cenâb-› Hakk›n ni’metlerinden fâidelenirsiniz, Ona flükr etmezsiniz. Cennetin, ibâdet edenler için oldu¤unu bilirsiniz, hâz›rl›kda bulunmazs›n›z. Cehennemi, âsîler için yaratd›¤›n› bilirsiniz, Ondan sak›nmazs›n›z. Babalar›n›z›n, dedelerinizin ne olduklar›n› görür, ibret almazs›n›z. Ayb›n›za bakmay›p, baflkalar›n›n ayblar›n› arafld›r›rs›n›z. Böyle olan kimseler, üzerlerine tafl ya¤mad›¤›na, yere batmad›klar›na, gökden atefl ya¤mad›¤›na flükr
etsin! Dahâ ne isterler? Düâlar›n›n netîcesi, yaln›z bu olursa, yetmez mi?
[Allahü teâlâ, Mü’min sûresinin altm›fl›nc› âyetinde, (Düâ ediniz, kabûl ederim),
isteyiniz, veririm buyuruyor. Düân›n kabûl olmas› için, befl flart vard›r: Düâ edenin müslimân olmas›, Ehl-i sünnet i’tikâd›nda olmas›, harâm ifllemekden, bilhâssa harâm yimekden, içmekden sak›nmas›, farzlar› yapmas›, bilhâssa befl vakt nemâz k›lmas›, Ramezân oruclar›n› tutmas›, zekât vermesi, Allahü teâlâdan istedi¤i fleyin sebebini ö¤renip, bunu aramas› lâz›md›r. Allahü teâlâ, herfleyi bir sebeb
ile yaratmakdad›r. Birfley istenince, o fleyin sebebini gönderir ve bu sebebe te’sîr
ihsân eder. ‹nsan bu sebebi kullan›p, o fleye kavuflur. Evliyâs›n›n hât›r› için, âdetini bozarak, bunlar düâ edince veyâ Evliyây› kirâm vesîle edilerek düâ edilince,
bunlara (Kerâmet) olarak, sebebe hâcet kalmadan, do¤ruca istenileni verir.]
Siz, adem diyâr›ndan, bu varl›k âlemine, kendili¤inizden gelmedi¤iniz gibi,
oraya, kendiniz gidemezsiniz. Gördü¤ünüz gözler, iflitdi¤iniz kulaklar, duygu
– 73 –
edindi¤iniz organlar, düflündü¤ünüz zekâlar, kulland›¤›n›z eller ve ayaklar, geçece¤iniz bütün yollar, girip ç›kd›¤›n›z bütün mahaller, hulâsa, rûh ve cesedinize ba¤l› bütün âletler, sistemler, hepsi ve hepsi, Allahü teâlân›n mülk ve mahlûkudur. Siz
Ondan hiçbir fley gasb edemez, mülk edinemezsiniz! O, hayy ve kayyûmdur.
Ya’nî, görür, bilir, iflitir ve her var olan fleyi, her ân varl›kda durdurmakdad›r. Hepsinin idâresinden, hâllerinden bir ân gâfil olmaz. Mülkünü kimseye çald›rmaz. Emrlerine uymayanlar›n cezâs›n› vermekden de, âciz kalmaz. Meselâ, Ayda, Merihde
ve di¤er y›ld›zlarda insan olmad›¤› gibi, bu Erd küresinde de bulunmasayd›, birfley lâz›m gelmezdi. Bundan dolay›, büyüklü¤ünden birfley eksilmezdi.
Hadîs-i kudsîde buyuruyor ki, (Önce gelenleriniz, sonra gelenleriniz; küçü¤ünüz, büyü¤ünüz; dirileriniz, ölüleriniz; insanlar›n›z, cinleriniz; en müttekî, itâ’atli kulum gibi olsan›z, büyüklü¤üm artmaz. Aksine olarak, hepiniz, bana karfl› duran, Peygamberlerimi “aleyhimüsselâm” afla¤› gören, düflman›m gibi olsan›z, ülûhiyyetimden bir fley eksilmez. Allahü teâlâ, sizden ganîdir, Ona hiçbiriniz lâz›m de¤ildir. Siz ise, var olman›z için ve varl›kda kalabilmeniz için ve her fleyinizle, hep
Ona muhtâcs›n›z).
Güneflden ziyâ ve harâret gönderiyor. Aydan ›fl›k dalgalar› aks etdiriyor. Siyâh
toprakdan, tatl› renkli, hofl kokulu nice çiçekler, güzel yüzler yarat›yor. Rüzgârdan gönüllere ferahl›k veren nefesler döküyor. Birçok senelik uzakl›kdaki y›ld›zlardan, flu ç›kd›¤›n›z, sonunda gömülece¤iniz topraklara nûrlar ya¤d›r›yor. Zerrelerinde nice nice titreflimlerle te’sîrler uyand›r›yor. [Bir tarafdan, be¤enmedi¤iniz,
i¤rendi¤iniz pislikleri, en küçük, en hakîr mahlûklar› [mikroplar] vâs›tas› ile, topra¤a çevirip, çi¤nedi¤iniz bu topraklar› bitki fabrikas›nda, vücûdünüz makinas›n›n yap› tafl› olan, protein, ya’nî yumurta ak› maddesi hâline döndürüyor. Bir tarafdan da yine nebâtât fabrikas›nda, topra¤›n suyunu, havân›n bo¤ucu gaz› ile birlefldirerek ve içerisine, semâdan gönderdi¤i enerjiyi, kudreti depo ederek, niflastal›, flekerli maddeleri ve ya¤lar›, ya’nî vücûdünüz makinesini iflletecek kudret kayna¤›n› yarat›yor.] Böylece, tarlalarda, çöllerde, da¤larda, derelerde, bitirdi¤i nebâtlarda ve yer yüzünde ve denizlerin dibinde gezdirdi¤i hayvanlarda, mi’delerinize gidecek, sizi besliyecek r›zk, g›dâ hâz›rl›yor. Akci¤erlerinizde kimyâhâneler
açarak, burada kan›n›z›n zehrini ay›r›p, yerine oksijen yak›c› maddesini sokuyor.
Dimâglar›n›zda, fizik laboratuvarlar› açarak, burada his uzvlar›ndan, sinirlerden
gelen haberler al›n›p, demir tafl›na miknâtis kuvvetini yerlefldirdi¤i gibi, beyninize yerlefldirdi¤i akl ve yüre¤inize yerlefldirdi¤i kalb kuvvetleri te’sîri ile, bir ânda,
çeflidli plânlar hâz›rlan›p, emrler, hareketler meydâna getiriyor. Yüre¤inizi çok kar›fl›k ve hârika dedi¤iniz te’sîrlerle, geceli gündüzlü çal›fld›r›p, damarlar›n›zda
kan nehrleri ak›t›yor. Sinirlerinizde, akllar›n›z› flafl›rtan, nice nice yol flebekeleri
dokuyor. Adalelerinizde sermâyeler gizliyor. Dahâ ve dahâ birçok hârikalarla, vücûdünüzü techîz ediyor, temâml›yor. Hepsine fizik kanûnlar›, kimyâ reaksiyonlar› ve bioloji olaylar› gibi ismler takd›¤›n›z, bir nizâm ve âhenkle, te’sîs ediyor, montaj yap›yor. Kuvvet merkezlerini içinize yerlefldiriyor. Gereken tedbîrleri rûh ve
flu’ûrunuza tersîm ediyor. Zihn denilen bir hazîne, akl nâm›nda bir mi’yâr, fikr dedikleri bir âlet, irâde dedi¤iniz bir anahtar da, ihsân ediyor. Her birini yerinde kullanabilmeniz için size tatl›, ac› ihtârlar, iflâretler, meyller, flehvetler de veriyor. Dahâ büyük bir ni’met olarak, sâd›k ve emîn Resûllerle aç›kca, ta’lîmât gönderiyor.
Nihâyet, vücûdünüz makinesini iflletip ve tecribelerini gösterip, maksada göre kullanman›z ve istifâde etmeniz için elinize teslîm ediyor. Bütün bunlar›, size ve irâdenize ve yard›m›n›za muhtâc oldu¤undan de¤il, mahlûklar› aras›nda size ayr› bir
mevk›’, bir salâhiyyet vererek, mes’ûd ve bahtiyâr olman›z için yap›yor. Ellerinizi, ayaklar›n›z›, kullanabildi¤iniz her uzvunuzu, arzûnuza b›rakmay›p da, yüre¤inizin atmas›, ci¤erlerinizin fliflmesi, kanlar›n›z›n dolaflmas› gibi, sizden habersiz kullansayd›, her iflinizde, zorla, refleks hareketleri ile, çolak el, kuru ayak ile yuvar– 74 –
lasayd›, her hareketiniz bir titreme, her k›m›ldaman›z bir si¤irme olsayd›, kendili¤inize ve emânetlere mâlik oldu¤unuzu iddi’â edebilir mi idiniz? Sizi, cans›zlar
gibi, sâde d›fl kuvvetler te’sîri ile veyâ hayvanlar gibi, yaln›z d›fl ve iç kuvvetler ile
akls›z, flu’ûrsuz hareket etdirse idi ve evlerinize tafl›d›¤›n›z ni’metlerden, yük hayvan› gibi, a¤z›n›za bir lokma verseydi, onu al›p yiyebilecek mi idiniz?
Do¤madan evvelki, do¤du¤unuz zemânki hâlinizi düflünüyor musunuz? Üzerinde yat›p kalkd›¤›n›z, yiyip içdi¤iniz, gezip dolafld›¤›n›z, gülüp oynad›¤›n›z, derdlerinize devâ, korkulara, s›ca¤a, so¤u¤a, açl›¤a, susuzlu¤a, y›rt›c› ve zehrli hayvanlar›n ve düflmanlar›n hücûmlar›na karfl› koyacak vâs›talar› buldu¤unuz flu yer küresi yap›l›rken, tafllar›, topraklar› hilkat f›r›nlar›n›n atefllerinde piflirilirken, suyu
ve havâs›, kudret kimyâhânesinde inbiklerden çekilirken, siz nerede idiniz, ne içinde idiniz, hiç düflünüyor musunuz? Bugün, bizim dedi¤iniz karalar›n, denizlerden
süzülüp ayr›ld›¤›, da¤lar›n, derelerin, ovalar›n, tepelerin döflenildi¤i zemân, acabâ nerede idiniz? Denizlerin ac› sular›, Hakk›n kudreti ile buhârlafld›r›larak, gökde bulutlar yap›l›rken, o bulutlardan ya¤an ya¤murlar, [çakan flimfleklerin ve güneflden gelen kudret, enerji dalgalar›n›n hâz›rlad›¤› g›dâ maddelerini,] yanm›fl, kurumufl topraklar›n zerrelerine iflletip, o maddeler, [ziyâ ve harâret flu’âlar› te’sîri
ile] oynay›p titreflerek hayât›n hücrelerini yetifldirirken, nerede idiniz ve nas›ld›n›z?
Bugün kendinize maymun tohumu derler, inan›rs›n›z. Allah yarat›r, yaflat›r, öldürür, herfleyi O yapar derler inanmak istemezsiniz.
Ey insan! Acabâ sen nesin? Baban›n damarlar›nda neydin? Bunak, örümcek kafal›, gerici diye hakâret etdi¤in babana, vaktiyle damarlar› içinde s›k›nt› verirdin.
O zemân, seni oynatan kimdi ve sen onu, niçin râhats›z ediyordun? O, istese idi,
seni bir çöplü¤e atabilirdi, fekat atmad›. Seni, bir emânet gibi saklad›. Bol bol beslenece¤in bir gülflen serây-› ismete tevdi’ etdi ve nice zemân himâyene u¤rafld› ise,
sen niçin s›k›nt›lar›ndan baban› mes’ûl tutarak tahkîr ediyorsun da, ni’metlerinden ona ve yaratan›na bir flükr pay› ay›rm›yorsun? Sonra sen, emânetini niçin herkesin kirletdi¤i çöplüklere döküyorsun?
Etrâf›n, arzû ve emellerine uydu¤u zemân, herfleyi, akl›nla, ilminle, fenninle, gücünle, kuvvetinle yaratarak yapd›¤›na, bütün baflar›lar› îcâd etdi¤ine inan›yorsun.
Hakk›n sana verdi¤i vazîfeyi unutuyor ve o yüksek me’mûrlukdan isti’fâ ediyor ve
emânete sâhib ç›kma¤a kalk›yorsun. Kendini mâlik ve hâkim tan›mak ve tan›td›rmak istiyorsun. Öte tarafdan, etrâf›n, arzûlar›na uymaz, d›fl kuvvetler seni ma¤lûb
etme¤e bafllarsa, o zemân da, kendinde hasret ve husrândan, acz ve yeisden baflka birfley görmüyorsun. Hiçbir irâde ve ihtiyâra sâhib olmad›¤›n›, herfleyin cebr elinde esîr oldu¤unu ve varl›¤›n›n, otomatik ve fekat zembere¤i k›r›k bir makina gibi oldu¤unu iddi’â ediyorsun. Kaderi bir (‹lm-i mütekaddim) de¤il, bir (cebr-i mütehakkim) ma’nâs›nda anl›yorsun. Bunu söylerken, a¤z›n›n, gramofon gibi olmad›¤›n› da, sezmez de¤ilsin.
Sofrana, sevdi¤in yemekler gelmedi¤i zemân eline geçirebilece¤in kuru ekme¤i yimekle, yimeyip açl›kdan ölmek aras›nda hür ve serbest bulundu¤un ve kuru
lokmalar, a¤z›na zorla t›k›lmad›¤› hâlde, elini, dilini uzat›r, onlar› yirsin. Hem yirsin, hem de birfley yapmad›¤›na hükm edersin. Düflünmezsin ki, elin ve a¤z›n, yine arzûnla oynam›fl ve bu oynay›fl bir s›tma, bir titreme olmam›fld›r. Fekat, böyle
mecbûr oldu¤un zemânlar›nda bile, irâdene mâlik oldu¤un hâlde, seni âciz b›rakan, hâricî kuvvetler karfl›s›nda kendini mecbûr, esîr, hâs›l› bir hiç bilirsin.
Yâhû! ‹flin yolunda, muvaffak›yyet ve muzafferiyyet yan›nda olunca (Hep), ifllerin aksi, ters oldu¤u zemân›nda ise, kaderin cebri alt›nda oyuncak bir (Hiç) diye iddi’â etdi¤in o sen, bunlardan hangisisin? Hep misin, hiç misin?
Ey Âdem o¤lu! Ey noksanl›k ve taflk›nl›k içinde yüzen insan! Siz, ne hepsiniz,
ne de hiçsiniz! Her hâlde ikisi aras› bir fleysiniz. Evet siz, îcâd etmekden, herfleye
– 75 –
hâkim ve gâlib olmakdan, flübhesiz uzaks›n›z. Fekat, inkâr olunamayan bir hürriyyet ve ihtiyâr›n›z, sizi hâkim k›lan, bir arzû ve seçim hakk›n›z vard›r. Siz, efli orta¤› bulunm›yan bir hâkim ve mutlak, bafll› bafl›na bir mâlik olan, Hak teâlân›n emri alt›nda, ayr› ayr› ve müflterek vazîfeler alan, birer me’mûrsunuz! Onun koydu¤u ahkâm ve nizâm ile, Onun ta’yîn etdi¤i mevk›’leriniz ve halk edip emânet olarak verdi¤i salâhiyyet ve vâs›talar›n›z nisbetinde vazîfe yapars›n›z. Âmir ancak O,
hâkim yaln›z O, mâlik yine Odur. Ondan baflka âmir, Ona benzer hâkim, Ona ortak mâlik yokdur. Sizin o kadar benimseyerek, hevesle at›ld›¤›n›z maksadlar, gâyeler, girifldi¤iniz mücâdeleler, sarf etdi¤iniz gayretler, duydu¤unuz iftihârlar, kazand›¤›n›z baflar›lar, Onun için olmad›kça, hep yalan, hep bofldur. O hâlde kalblerinizde, niçin yalana yer veriyorsunuz da, flirklere sap›yorsunuz? Niçin, eflsiz hâkim olan, Hak teâlân›n emrlerine uymuyor, Onu ma’bûd tan›m›yorsunuz da, binlerce, hayâl olan, ma’bûdlar arkas›nda kofluyor, hepiniz s›k›nt›lar içinde bo¤uluyorsunuz? Her neye kofluyorsan›z, sizi sürükleyen bir emel, bir ihtiyâr, bir îmân
de¤il midir? Niçin o emeli Hakdan baflkas›nda ar›yorsunuz? Niçin, o îmân› Hakka tahsîs etmiyor, o ihtiyâr› bu îmâna ve îmân›n netîcesi olan amellere sarf etmiyorsunuz?
Hak teâlân›n hâkimli¤ini tan›d›¤›n›z, emâneti ve emniyyeti bozmayarak çal›fld›¤›n›z zemân, birbirinizi ne kadar sevecek, ne kadar ba¤l› kardefller olacaks›n›z.
Sizin o kardeflli¤inizden, Allah›n merhameti, neler yaratacakd›r. Kavufldu¤unuz her
ni’met, hep Hakka îmân›n hâs›l etdi¤i kardeflli¤in netîcesi ve Allahü teâlân›n
merhameti ve ihsân›d›r. Gördü¤ünüz her musîbet ve felâket de, hep k›zg›nl›¤›n, nefretin ve düflmanl›¤›n netîcesidir. Bunlar ise, hakk› tan›maman›n, zulm ve haks›zl›k etmenin cezâs›d›r. Bu da, hukûku kendiniz kurma¤a kalk›flman›n, Hak teâlâ ile
yar›fl edebilecek flerîklere tâbi’ olman›n, hâs›l›, hâlis tevhîd ile, yaln›z Hak teâlâya îmân etmemenin netîcesidir.
Hulâsa, insanl›¤› kaplayan s›k›nt›lar›n birinci sebebi, Hakka karfl› flirk ve müflriklikdir. ‹lm ve fen, ilerledi¤i hâlde, insanl›¤›n ufklar›n› sarm›fl olan fesâd karanl›¤›, hep flirkin, îmâns›zl›¤›n, vahdetsizli¤in ve seviflmezli¤in netîcesidir. Befleriyyet ne kadar u¤rafl›rsa u¤rafls›n, sevip sevilmedikçe, ›zd›râb ve felâketden kurtulamaz. Hakk› tan›mad›kça, Hakk› sevmedikçe, Hak teâlây› hâkim bilip, Ona kulluk etmedikçe, insanlar, birbiri ile seviflemez. Hakdan ve Hak yolundan baflka her
ne düflünülse, hepsi ayr›l›k ve perîflanl›k yoludur. Görmez misiniz, câmi’e gidenler seviflir, meyhâneye gidenler dö¤üflür.
Hak teâlâdan baflka herneye gönül verseniz, herneye tap›nsan›z, hepsinin z›dd›, mukâbili vard›r. Bunlar›n hepsi de, Hakk›n kudreti ve irâdesi alt›ndad›r. fierîki, nazîri, misli, z›dd›, mukâbili olmayan, yegâne hâkim, ancak Hak teâlâd›r ve ancak Onun mukâbili bât›ld›r, yanl›fld›r ve varl›¤› mümkin olm›yan bir yoklukdur.
Hak teâlâdan baflka, herneye tâbi’ olur, herneye tap›n›r, Onun yerine, herneyi
sever ve hakîkî hâkim tan›rsan›z, biliniz ki, onlar da sizinle berâber yanacakd›r. [Yukar›daki mektûbun ingilizce tercemesi, Abdülhakîm efendinin ingilizce hâl tercemesi ile birlikde, (The Proof of Prophethood) kitâb›n›n içinde, Hakîkat Kitâbevi taraf›ndan neflr edilmifldir.]
Merkez-i dâire-i iflâs ve bî nevâî
Ser flâr-› sahbây-› hodgâmî ve nâ âflinâî
esseyyid
Abdülhakîm efendi
Kâfirin topu çok, hîlesi çok, azâb› çokdur.
Mü’minin ilmi çok, hayâs› çok, râhat› çokdur.
– 76 –
37 — ‹K‹NC‹ C‹LD, 31. ci MEKTÛB
Bu mektûb, hâce fierefüddîn Hüseyne yaz›lm›fld›r. Nasîhat etmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdi¤i kullar›na selâm olsun! Sevgili o¤lum!
F›rsat ganîmetdir. Ya’nî, zemân çok k›ymetlidir. Bu k›ymetli zemânlar› fâidesiz fleylere harc etmemelidir. Allahü teâlân›n râz› oldu¤u, be¤endi¤i fleyleri yapmakla geçirmelidir. Befl vakt nemâz›, dünyâ ifllerini düflünmiyerek ve cemâ’at ile k›lmal›d›r. (Ta’dîl-i erkân) ile k›lma¤a dikkat etmelidir. Teheccüd nemâz›n› kaç›rmamal›d›r. [Teheccüd, gece nâfile nemâz k›lmak demekdir. Farz nemâz borcu olan geceleri de, kazâ nemâzlar›n› k›lmal›d›r.] Seher vaktleri isti¤fâr etmelidir. Gafletden,
nefse uymakdan lezzet almamal›d›r. Dünyân›n geçici lezzetlerine aldanmamal›d›r.
Ölümü hât›rlamal›, âh›retin dehflet ve fliddetini göz önüne getirmelidir. K›sacas›,
yüzümüzü dünyâdan âh›rete çevirmelidir. Dünyâ iflleri ile zarûret mikdâr› u¤raflmal›, baflka zemânlarda, hep âh›reti kazand›racak iflleri yapmal›d›r. Sözün özü, gönül Allahdan gayrisine tutulmakdan kurtulmal›, beden ve a’zâlar› da, ahkâm-› islâmiyyeye uymakla süslemelidir.
‹fl budur, bundan baflka herfley hiçdir!
[(Ma’rifetnâme)de yaz›l› hadîs-i flerîflerde buyuruyor ki, (Mes’ûd o kimsedir ki,
dünyâ onu terk etmezden önce, o dünyây› terk etmifldir), (Arzûsu âh›ret olup, âh›ret için çal›flana, Allahü teâlâ dünyây› hizmetci yapar), (Yaln›z dünyâ için çal›flana, yaln›z kaderinde olan kadar gelir. ‹flleri kar›fl›k, üzüntüsü çok olur), (Âh›retin
sonsuz oldu¤una inanan kimsenin, bu dünyâya sar›lmas›, çok flafl›lacak fleydir),
(Dünyâ sizin için yarat›ld›. Siz de âh›ret için yarat›ld›n›z! Âh›retde ise, Cennetden
ve Cehennem ateflinden baflka yer yokdur), (Paraya, yiyece¤e tap›nan kimse helâk olsun!), (Sizlerin fakîr olaca¤›n›z› düflünmiyor, bunun için üzülmiyorum. Sizden önce gelmifl olanlara oldu¤u gibi, dünyân›n elinize bol bol geçerek, Allahü teâlâya âsî ve birbirinize düflman olman›zdan korkuyorum), (Mal ve flöhret h›rs›n›n
insana zarar›, koyun sürüsüne giren iki aç kurdun zarar›ndan dahâ çokdur), (Dünyây› terk eyle ki, Allahü teâlâ seni sevsin. ‹nsanlar›n mal›na göz dikme ki, herkes
seni sevsin!), (Dünyâ, geçilecek bir köprü gibidir. Bu köprüyü ta’mîr etmekle
u¤raflmay›n. Hemen geçip gidin!), (Dünyâya, burada kalaca¤›n›z kadar, âh›rete de,
orada kalaca¤›n›z kadar çal›fl›n›z!)
Dünyâ z›ll-i zâildir. Ona güvenen nâdimdir. O seninle kalsa da, sen onunla
kalmazs›n. Dünyâdan ç›kmadan önce, kalbinden dünyâ sevgisini ç›kar. Dünyâ lezzetlerine aldanm›yan, Cennet ni’metlerine kavuflur. ‹ki âlemde azîz ve muhterem
olur. Dünyâ harâbd›r. fierbetleri serâbd›r. Ni’metleri zehrli, safâlar› kederlidir. Bedenleri y›prat›r. Emelleri artd›r›r. Kendini koval›yandan kaçar. Kaçan› kovalar.
Dünyâ bala, içine düflenler de sine¤e benzer. Ni’metleri geçici, hâlleri de¤iflicidir.
Dünyâya ve buna düflkün olanlara inan›lmaz. Çünki, bunlarda vefâ ve safâ bulunmaz. Fânî olan›n sevgisini kalbinden ç›kar ki, bâkî olan› alas›n. Kendini bilen kiflinin bu dünyâya düflkün olmas›na flafl›l›r. fiakîler dünyâya sar›l›r. Sa’îdler bâkî olana sar›l›r. Bedeninle dünyâda ol, kalbinle âh›reti bul! Nefsin arzûlar›n› terk eden
pâk olur, âfetlerden selâmet bulur. Allahü teâlân›n râz› olmad›¤›n› terk edene, Allahü teâlâ ondan iyisini ihsân eder. Dünyây› anl›yan, onun s›k›nt›lar›ndan üzülmez.
Dünyây› anl›yan, ondan sak›n›r. Ondan sak›nan, nefsini tan›r. Nefsini tan›yan, Rabbini bulur. Mevlâs›na hizmet edene, dünyâ hizmetçi olur. Dünyâ insan›n gölgesine benzer. Kovalarsan kaçar. Kaçarsan, seni kovalar. Dünyâ, âfl›klar›na mihnet yeridir. Lezzetlerine aldanm›yanlara, ni’met yeridir. ‹bâdet edenlere kazanç yeridir.
‹bret alanlara hikmet yeridir. Onu tan›yanlara selâmet yeridir. Ana rahmine nisbetle, Cennet gibidir. Âh›rete nisbetle çöplük gibidir. Yediyüzseksenalt›nc› [786]
sahîfeye bak›n›z!
– 77 –
Ölümden önce olan herfleye dünyâ denir. Bunlardan, ölümden sonra fâidesi olanlar, dünyâdan say›lmaz. Âh›retden say›l›rlar. Çünki dünyâ, âh›ret için tarlad›r.
Âh›rete yaram›yan dünyâl›klar, zararl›d›r. Harâmlar, günâhlar ve mubâhlar›n fazlas› böyledir. Dünyâda olanlar ahkâm-› islâmiyyeye uygun kullan›l›rsa, âh›rete fâideli olurlar. Hem dünyâ lezzetine, hem de âh›ret ni’metlerine kavuflulur. Mal iyi
de de¤ildir, kötü de de¤ildir. ‹yilik, kötülük, onu kullanandad›r. O hâlde, mel’ûn
olan, kötü olan dünyâ, Allahü teâlân›n râz› olmad›¤›, âh›reti y›k›c› yerlerde kullan›lan fleyler demekdir. Kendini ve Rabbini unutup, lezzetlerine, flehvetlerine düflkün olanlar, yolda hayvan›n›n süsü ile, palan› ile, otu ile u¤rafl›p, arkadafllar›ndan
geri kalan yolcuya benzer. Çölde yaln›z kal›p, helâk olur. ‹nsan da, ne için yarat›lm›fl oldu¤unu unutup, dünyâ zînetlerine aldan›r, âh›ret hâz›rl›¤› yapmazsa, ebedî
felâkete sürüklenir. Dünyâ sevgisi âh›rete hâz›rlanma¤a mâni’ olur. Çünki, kalb onu
düflünmekle, Allah› unutur. Beden, onu elde etme¤e u¤raflarak ibâdet yapamaz olur.
Dünyâ ile âh›ret, do¤u ile bat› gibidir ki, birine yaklaflan, ötekinden uzak olur. Bir
kimse, ibâdetini yapmaz ve geçiminde, kazanc›nda Allahü teâlân›n emrlerini ve yasaklar›n› gözetmezse, dünyâya düflkün olmufl olur. Allahü teâlâ herkesin kalbini
bundan so¤utur. Bunu kimse sevmez. (Ma’rifetnâme)nin yaz›s› temâm oldu.
Dünyâ, arabî bir kelimedir. Fen ilminde (En yak›n fley) demekdir. Erd küresi, güneflden, aydan, y›ld›zlardan dahâ yak›n oldu¤u için, Erd küresine dünyâ denir. K›yâmetden önceki zemân, k›yâmetden sonraki zemândan dahâ yak›n oldu¤u için, birincisine (Dünyâ hayât›), ikincisine (Âh›ret hayât›) denir. Dünyâ kelimesinin din bilgisindeki ma’nâs›, (En zararl›, fenâ fley) demekdir. Küfre sebeb olan fleyler, harâmlar,
mekrûhlar, dünyâ demekdir. Mubâhlar, islâmiyyete uyma¤a mâni’ olunca, dünyâ
olurlar. Muhabbet, sevmek, hep berâber olma¤› istemek, berâber olmakdan zevk, lezzet duymak demekdir. ‹nsan sevdi¤ini hiç unutmaz. Muhabbetin yeri kalbdir. Kalb,
yürek dedi¤imiz et parças›nda bulunan bir kuvvetdir. Bu kuvvete gönül diyoruz.
Birfleyi ö¤renmek, akl ile olur. Akl, dimâg, beyn dedi¤imiz et parças›nda bulunur. Küfrü, harâmlar›, mekrûhlar› sevmek, be¤enmek küfr olur. Farzlar›, sünnetleri, be¤enmemek de küfr olur, dünyâ olur. Müslimân olmak için, dünyâya ya’nî harâmlara k›ymet vermemek lâz›md›r. Dünyây› hât›rlama¤› da kalbinden ç›karana (Sâlih) müslimân
denir. Halâl olsun, mubâh olsun, mâ-sivây›, ya’nî Allahü teâlâdan baflka herfleyi hât›rlama¤› kalbinden ç›karma¤a (Fenâ-fillah) denir. Buna kavuflan müslimâna (Velî)
denir, (Evliyâ) denir. ‹nsanlar› müslimân ve sâlih yapmak için u¤raflan velîye (Mürflid) denir. Evliyâ, herfleyi ö¤renir, bilir. Ahkâm-› islâmiyyeye uymakda, dünyâ ifllerinde akl›n› kullan›r. Hesâb›n› yapmakda, san’at›nda, ticâretinde hiç hatâ yapmaz. Fekat, akl›ndaki düflünceler, kalbine sirâyet etmez, bulaflmaz. Dünyây› seven, hât›rlayan kalb, hastad›r. Kalbin temiz olmas›, dünyâ dedi¤imiz fleyleri sevmekden, hât›rlamakdan kurtulmas› demekdir. Kalb hastal›¤›n›n ilâc›, ahkâm-› islâmiyyeye uymak ve
Allahü teâlây› çok zikr etmek, ya’nî ismini ve s›fatlar›n› hât›rlamak, kalbe yerlefldirmekdir. (Mektûbât Tercemesi) 236.c› sahîfeye bak›n›z! Mürflid-i kâmilin sohbeti veyâ kitâblar›n› okumak, bu tedâvîyi kolaylafld›r›r. Bu sohbete, bu kitâblara kavuflmak,
dünyâ ve âh›ret se’âdetlerine kavuflma¤a sebebdir. Bu tedâvîye fâidesi olmayan sohbetin ve kitâblar›n, taklîd, sahte ve zararl› oldu¤u, felâkete sebeb olaca¤› anlafl›l›r.
‹mâm-› Rabbânî hazretleri (Mektûbât) kitâb›n›n 1.ci cild, 275.ci mektûbunda buyuruyor ki: Sizin bu ni’mete kavuflman›z, islâmiyyet bilgilerini ö¤retmekle ve f›kh
hükmlerini yaymakla olmufldur. Oralara cehâlet yerleflmifldi ve bid’atler yay›lm›fld›. Allahü teâlâ, sevdiklerinin sevgisini size ihsân etdi. ‹slâmiyyeti yayma¤a sizi vesîle eyledi. Öyle ise, din bilgilerini ö¤retme¤e ve f›kh ahkâm›n› yayma¤a elinizden geldi¤i kadar çal›fl›n›z. Bu ikisi bütün se’âdetlerin bafl›, yükselmenin vâs›tas› ve kurtuluflun sebebidir. Çok u¤rafl›n›z! Din adam› olarak ortaya ç›k›n›z! Oradakilere emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yaparak, do¤ru yolu gösteriniz! Müzzemmil sûresinin ondokuzuncu âyetinde meâlen, (Rabbinin r›zâs›na kavuflmak istiyen için, bu elbette bir nasîhatdir) buyuruldu.]
– 78 –
38 — ‹K‹NC‹ C‹LD, 89. cu MEKTÛB
Bu mektûb, seyyid Mîr Muhibbullaha yaz›lm›fld›r. Dünyâda âh›rete yarar ifl görmek lâz›m oldu¤u bildirilmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun! Allahü teâlâ bizi ve sizi, dedelerinizin do¤ru yolunda bulundursun! ‹nsanlar›n en üstünü, sevgili Peygamberinin “aleyhissalâtü vesselâm” sadakas› olarak, düâm›z› kabûl eylesin! Burada bulunan fakîrlerin hâli ve
iflleri çok iyidir. Allahü teâlâya dâimâ hamd ve minnet ederiz ve Onun Peygamberine sonsuz salât ve selâm ederiz. Selâmetde ve âfiyetde olman›z ve do¤ru yolda bulunman›z ve ilerlemeniz için Allahü teâlâya düâ ederim. K›ymetli ve merhametli efendim! Kazanç zemân› geçip gidiyor. Her geçen an, ömrümüzü azaltmakda, ecel zemân›n› yaklafld›rmakdad›r. Bugün akl›m›z› bafl›m›za toplamazsak, yar›n âh etmekden ve piflmânl›kdan baflka elimize birfley geçmez. Bu birkaç günlük
sa¤l›k zemân›nda, parlak dîne uygun yaflama¤a çal›flmal›y›z! Ancak böylece kurtulmam›z umulur. Dünyâ hayât›, ifl yapacak zemând›r. Keyf yapacak, e¤lenecek zemân ileride gelmekdedir. Orada, dünyâda yap›lan ifllerin karfl›l›¤› ele geçecekdir.
‹fl zemân›n› e¤lence ile geçirmek, çiftçinin tohum ekmemesi ve mahsûl almamas›
gibidir. Dahâ uzatarak bafl›n›z› a¤r›tmakdan çekiniyorum.
39 — ‹K‹NC‹ C‹LD, 58. ci MEKTÛB
Bu mektûb, Muhammed Tak›yye cevâb olarak yaz›lm›fl olup, âlem-i misâl hakk›nda bilgi vermekde ve tenâsüh olmad›¤›n› bildirmekde ve insan rûhlar›n›n nakl
edilmedi¤ini ve kümûn ve bürûz ne demek oldu¤unu bildirmekdedir:
Bütün âlemlerin rabbi, sâhibi olan, Allahü teâlâya hamd olsun ve Peygamberlerinin en yükse¤i, Muhammed aleyhisselâma ve tertemiz akrabâs›n›n ve Eshâb›n›n hepsine selâmlar olsun! Güzel ahlâk›n›z›n ve ulvî f›trat›n›z›n eseri olan k›ymetli mektûbunuzu okumakla flereflendik. Allahü teâlâ, sizi bütün ayb ve kusûrlardan
muhâfaza buyursun! Soruyorsunuz ki, fleyh Muhyiddîn-i Arabî “kuddise sirruh”,
(Fütûhât-› mekkiyye) kitâb›nda, bir hadîs-i flerîf bildiriyor. Bu hadîs-i flerîfde,
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Allahü teâlâ, yüzbin Âdem yaratm›fld›r) buyurmakdad›r. Muhyiddîn-i Arabî “rahmetullahi aleyh” sonra âlem-i misâlden gördü¤ü birkaç fleyi yaz›yor ve diyor ki, (Kâ’be-i mu’azzamay› tavâf ederken, yan›mda birkaç kifli vard›. Bunlar› hiç tan›m›yordum. Tavâf yaparken, arabî
iki beyt okudular. Bir beytin ma’nâs› flöyle idi:
Y›llarca, biz de sizin gibi,
Hepimiz, tavâf etdik bu evi.
Bu beyti duyunca, bu kimselerin âlem-i misâlden olmas› hât›r›ma geldi. Böyle
düflünürken, içlerinden biri, bana bakarak, ben, senin dedelerinden birisiyim,
dedi. Sen öleli kaç sene oldu? dedim. K›rkbin seneden çok dedi. Bu sözüne flafld›m
ve târîhciler, insanlar›n ilk babas› olan Âdemden “aleyhisselâm”, bugüne kadar,
yedibin sene geçmedi¤ini söylüyor dedim. Sen, hangi Âdemi diyorsun? Ben, yedibin seneden çok önceki zemânlarda yafl›yan Âdemin evlâd›ndan›m, dedi. Bunu
iflitince, yukar›daki hadîs-i flerîfi hât›rlad›m).
[Tenbîh: Erd küresinin ömrünü, ya’nî yarat›ld›¤› günden k›yâmete kadar olan
zemân›, eski müneccimler, ya’nî astronomlar, seyyâre y›ld›zlar›n adedince bin
sene, ya’nî yedibin sene demifllerdir. Zîrâ onlar, gezegen adedini yedi biliyordu. Târîhlerin ço¤unda yaz›l› bulunan ve ba’z› din kitâblar›na da geçmifl olan yedibin sene, buradan gelmekdedir. Ba’z›lar› da, burc adedince, onikibin sene, bir k›sm› da,
meridyen derecesi adedince, üçyüzaltm›fl [360] bin sene dedi ki, bu üç aded de, zan
ve faraziyye hâlindedir. ‹drîs “aleyhisselâm” buyurmufl ki, (Bizler, Peygamber oldu¤umuz hâlde, dünyân›n ömrünü bilemedik).
– 79 –
Endülüs âlimlerinin büyüklerinden, Ebû Abdüllah-i Kurtubînin (Tezkire)sinden Abdülvehhâb-› fia’rânînin “kuddise sirruhümâ” hülâsa etdi¤i (Muhtasar) ismindeki kitâb›nda (360 bin x 360 bin) ya’nî yüzyirmidokuz milyar, alt›yüz milyon
sene oldu¤u yaz›l›d›r. Bugün fen adamlar›, (Radyoaktiflik sâati) denilen usûl ile,
ya’nî Pechblend filizinde flimdi mevcûd olan kurflun ve uran ma’denlerinin mikdârlar› nisbeti bulunup, bu kadar kurflunun, flimdiki uran ile, bu kurfluna tebeddül etmifl bulunan uran mikdârlar›ndan teflekkülü için lâz›m olan zemân›, Uran I’in bozulma sâbitesine göre hesâb ederek, Erd kabu¤unun yafl›n› ya’nî dünyân›n ömrünü, dörtmilyarbeflyüz milyon sene olarak bulmakdad›rlar.]
K›ymetli yavrum! Bu mes’ele üzerinde, Allahü teâlân›n bu fakîre ihsân etdi¤i
bilgi flöyledir: ‹lk insan ve ilk Peygamber olan Âdemden “aleyhisselâm” önce
yaflayan Âdemler, hep âlem-i misâlde idi. Âlem-i flehâdetde de¤ildi. Âlem-i flehâdetde, ya’nî gördü¤ümüz madde âleminde bulunan, yaln›z bildi¤imiz bir Âdem vard› ki, Peygamber idi. Melekler kendisine karfl› secde etmifllerdi. Allahü teâlâ,
balç›k çamurundan insan fleklinde bir heykel yap›p, bunu ete ve kemi¤e çevirmifldi.
[Bugün biliyoruz ki, Allahü teâlâ, toprak maddelerini, azotlu, fosforlu tuzlar›,
bitki fabrikas›nda, proteinlere (yumurta ak› maddelerine) döndürmekde, bu nebâtî proteinleri de, hayvan vücûdünde, ete ve kemi¤e ve a’zâ flekline çevirmekdedir. Bugün fen bunu anlayabildi¤i gibi, katalizör ismini verdi¤imiz maddeler yard›m› ile, binlerce sene sürecek olan kimyâ reaksiyonlar›n›, bir sâniyede, pek çabuk,
yapabiliyoruz. ‹nsanlar binlerce senelik bir ifli bir ânda yap›yor da, Allahü teâlân›n, toprak maddelerini, birkaç senede, et, kemik maddelerine çevirdi¤ini, bugün
bildi¤imize göre, bir ânda çevirece¤i fen yolu ile kolayca anlafl›lmakdad›r. Allahü
teâlâ toprak maddelerini, bir ânda organik hâle çevirip, rûhu bu bedene ba¤l›yarak, ilk Âdemi yaratd›¤› gibi, k›yâmetde de, elemanlar›, bir ânda, bir araya toplay›p, insan vücûdünü yapacak ve zâten mevcûd olan önceki rûhlar›, bu vücûdlara
verecekdir. ‹nsan›n ölmesi, rûhun bedenden ayr›lmas› demekdir. Rûh ölmez. K›yâmetde, herfleyle berâber, rûhlar da yok edilip tekrâr yarat›lacakd›r. Bugün, fizik, kimyâ, fizyoloji ve astronomi gibi ilmlerde Allahü teâlân›n kudretini iyi anl›yan, zekî kimseler, Âdem aleyhisselâm›n ve k›yâmetde bütün insan ve hayvanlar›n toprakdan ç›kar›lacaklar›n›, bir fen olay› olarak, kolayca anl›yabilir. Bir asr
evvel, müslimânlar, buna, anlamadan inan›yordu. Bugün ise, basît bir fennî olay
fleklinde görüyor ve pek bedîhî olarak, inan›yoruz.
Allahü teâlâ Cenneti ve Cehennemi yaratm›fl, her ikisini de, cin ve insan ile dolduraca¤›n› haber vermifldir. Bunun için, ilk insan olan Âdemden “aleyhisselâm”
beri, her zemân, yeryüzünde îmânl›lar ve dinsizler bulunmufl ve birbirleri ile at›flm›fld›r. Dinsizler, Allahdan baflka fleylere tap›nm›fl, îmânl›lar ise, Allahü teâlân›n
gönderdi¤i Peygamberlere ve kitâblara tâbi’ olmufldur. ‹lk insanlar, ba’z› târîhcilerin zan etdi¤i gibi ve islâm dînine inanm›yanlar›n uydurdu¤u, filmlerde görüldü¤ü gibi, ilmsiz, fensiz, görgüsüz, ç›plak, vahflî kimseler de¤ildi. Evet bugün, Asya,
Afrika çöllerinde ve Amerika ormanlar›nda tunç devrindekilere benziyen vahflîler yaflad›¤› gibi, ilk insanlarda da bilgisiz, basît yafl›yanlar vard›. Fekat, bundan dolay›, ne bugünkü, ne de ilk insanlar›n hepsi için, vahflîdir denilemez. Âdem “aleyhisselâm” ve ona îmân edenler flehrlerde yaflard›. Okumak, yazmak bilirdi. Demircilik, iplik yapmak, kumafl dokumak, çiftçilik, ekmek yapmak gibi san’atlar› vard›. Âdem “aleyhisselâm”›n boyu ve ömrü kesin olarak bildirilmedi. Bir rivâyetde,
bin sene yaflay›p, beflyüz yafl›nda iken Peygamber oldu. Allahü teâlâ, kendisine on
kitâb gönderdi. Cebrâîl “aleyhisselâm”, oniki kerre gelmifldi. Bu kitâblarda, îmân
edilecek fleyler, çeflidli dillerde lügatlar, hergün bir vakt nemâz k›lmak, [Bunun sabâh nemâz› oldu¤u ‹bni Âbidînde yaz›l›d›r.], gusl abdesti almak, oruc tutmak, lefl,
kan, domuz yimemek, birçok san’atlar, t›b, ilâclar, hesâb, hendese [ya’nî geomet– 80 –
ri] gibi fleyler bildirilmifldi. Alt›n üzerine para dahî basm›fl, ma’den ocaklar› iflletilip âletler yap›lm›fld›. Nûh aleyhisselâm›n gemisinin, atefl yanarak, kazan› kaynayarak hareket etdi¤ini, Kur’ân-› kerîm aç›kça bildiriyor. Ba’z› târîhciler, hiçbir
vesîka ve inceleme¤e dayanmadan, yaln›z dinleri inkâr etmek, Peygamberleri
küçültmek maksad› ile, ilk insanlar vahflî idi, birfley bilmezdi diyerek Âdem, fiis [fiît]
ve ‹drîs “aleyhimüsselâm” gibi Peygamberlerin birer masal, birer hurâfe oldu¤unu göstermek, böylece müslimân evlâdlar›n› dinsiz, îmâns›z yetifldirmek istiyorlar.
Hiçbir dîne inanm›yanlardan bir k›sm› da, fen adam› görünerek bozuk düflüncelerini, fen perdesi alt›nda, etrâfa saç›yor. Meselâ (Bütün canl›lar›n yap› tafl›
olan hücre, milyonlarca sene evvel, denizlerde, tesâdüfen kendi kendine meydâna gelip, zemânla küçük deniz nebâtlar› ve hayvanlar› ve sonra karadakiler meydâna gelmifl, en son insan hâline dönmüfldür) gibi fleyler söylüyorlar. Böylece, Âdem
aleyhisselâm›n toprakdan yarat›lmad›¤›n›, Kur’ân-› kerîmin ve mukaddes kitâblar›n, hâflâ, hikâye olduklar›n›, ilk canl› maddeyi vücûde getiren büyük bir kudretin varl›¤›na inanman›n fenne uym›yaca¤›n› anlat›yorlar. Böyle kâfirlere (Dehrî)
denir. Bunlardan müslimân görünenlere (Z›nd›k) ve (Fen yobaz›) denir.
Bu fen yobazlar› ne kadar zevall›d›r. Evet, fizyolojist Haldene, (Bundan milyonlarca sene evvel, s›cak denizlerde, güneflden gelen ültra viole fluâ’lar te’sîri ile, inorganik gazlardan, uzvî bileflikler meydâna gelmifl ve ekviproduktif hâssas› olan ilk
molekülün, ya’nî ald›¤› g›dâ maddelerini, kendi gibi canl› flekle çeviren hücre
molekülünün de, bu arada, bir tesâdüf eseri teflekkül etmifl) olmak ihtimâlini
söylemifldir. Fekat, bu bir hipotez [faraziyye] olup, bir tecribe ve hattâ bir teori [nazariyye] bile de¤ildir. Ekviproduktif özelli¤i olan bir molekülün nas›l meydâna geldi¤ini gösteren bir bilgi, hattâ bir nazariyye bugün mevcûd de¤ildir. Fen bilgileri,
müflâhede ve tedkîk ilmleridir. Fen olaylar›, önce his uzvlar› ile veyâ bunlar› takviye eden âletlerle gözlenir ve olay›n sebebleri tahmîn olunur. Sonra, bu olay, tecribe ve tekrâr edilerek, bu sebeblerin te’sîrleri, rolleri tesbît edilir. Bir hâdisenin
sebebi ve olufl tarz› biliniyorsa, buna inan›r›z. Fekat tecribe edildi¤i hâlde, sebebleri anlafl›lam›yan hâdiseler de vard›r. Bunlara sebeb olarak, birçok fikrler ileri sürülür. Bu fikrler mutlak de¤ildir. Bir hâdiseyi, muhtelif adamlar›n baflka baflka tefsîr etdikleri de olur.
Ayn› sebeblerle îzâh edilen çeflidli hâdiselerin hepsini birden îzâh edebilecek
umûmî bir fikre, faraziyye [hipotez] diyoruz. Bir veyâ birkaç hipotez ile, birçok hâdiseleri îzâh etmek ve bunlardan yeni hâdiselere varmak ve bu hâdiseleri tecribe
ile tahkîk ederek, hipotezlerin do¤ru görülenlerine nazariyye [teori] denir. Bir teori, az hipoteze dayan›r ve ne kadar çok hâdise îzâh ederse, o derece mükemmeldir. Haldenenin sözü, nihâyet bir hipotezdir, teori olmakdan da, çok uzakd›r. ‹nsanlar, bugünkü derecede kalmay›p, ilk canl›lar›n ne sûretle yarat›ld›¤› hakk›nda
do¤ru bilgi edinilirse, ‹slâmiyyete zararl› de¤il, fâideli olur. Çünki, canl› ve cans›z,
herfley yok idi. Hepsi, sonradan yarat›ld›. Bir âyet-i kerîmenin meâl-i flerîfi, (Herfleyi nas›l yaratd›¤›m› aray›n, ifllerimdeki intizâm›, incelikleri görün! Böylece varl›¤›ma, kudretimin, bilgimin sonsuzlu¤una inan›n!)dir. Evet, din düflmanlar›, ilk canl›, kendi kendine meydâna gelmifl dedikleri gibi, günefl sisteminin, y›ld›zlar›n, çeflidli fizik, kimyâ ve bioloji hâdiselerinin de, hep kendiliklerinden oldu¤unu söylüyor. Ehl-i sünnet âlimleri, binlerle kitâblar›nda, bunlara, gerekli cevâblar› verip,
hepsini susdurmufldur. Aldand›klar›n› vesîkalarla isbât etmifllerdir. Dînimiz, Âdem
aleyhisselâm›n balç›kdan yarat›ld›¤›n› bildiriyor. Di¤er hayvanlar›n ve nebâtlar›n
ne sûretle yarat›ld›¤›n› bildirmiyor ki, Haldene faraziyyesinin, dîne zarar› dokunsun. ‹ster o söylesin, isterse Darwin veyâ ‹bni Sînâ söylesin, herfleyi hareket
etdiren, yapan, yaratan Allahü teâlâd›r. Bütün enerji fleklleri, hep Onun kudretinin tezâhürüdür. Îmân› gideren; herhangi bir hâdisenin kendi kendine oldu¤una
inanmak ve hayvanlar›n, tek hücrelilerden, yüksek yap›l›lara do¤ru, birbirlerine
– 81 –
Se’âdet-i Ebediyye 1-F:6
ve nihâyet insana döndü¤ünü söylemekdir ki, fen bunu göstermiyor ve fen adamlar› böyle söylemiyor.
‹mâm-› Gazâlînin “rahmetullahi aleyh” (Tehâfüt-ül-felâsife) kitâb›ndan bir
parças› arabîden türkçeye terceme edilerek (Ma’rifetnâme)nin k›rkbeflinci sahîfesine yaz›lm›fld›r. (Ma’rifetnâme)de diyor ki: (Fen adamlar›n›n sözleri üç k›smd›r: Birinci k›smdaki sözleri, fennin, tecribenin meydâna ç›kard›¤› hakîkatleri
bildiriyor. Bu sözleri, islâmiyyete uyuyor ise de, yanl›fl kelimeler kullan›yorlar. Meselâ bir fley kendili¤inden hareket edemez. Her cismi harekete getiren bir kuvvet
vard›r. Bu kuvvetler, tabî’at kuvvetleridir. Herfleyi tabî’at kuvvetleri yap›yor diyorlar. ‹slâmiyyet de hiçbirfley, kendili¤inden hareket edemez. Her cismi harekete getiren bir kuvvet vard›r. Bu kuvvetler, Allahü teâlân›n kudretidir. Herfleyi Allahü teâlâ yap›yor, diyor. Görülüyor ki, islâmiyyet ve fen, ayn› fleyi söylemekde olup,
arada yaln›z, ism fark› vard›r. Böyle sözlerine i’tirâz etmeyiz. Yaln›z, ism de¤ifldirip kabûl ederiz. ‹kinci k›smdaki sözleri, islâmiyyetin haber vermeyip, aray›p bulunuz! dedi¤i fleylerdir. Bu sözlerine inan›p inanmamak, îmân›n gitmesine sebeb
olmaz. Meselâ, ay tutulmas›, Erd küremizin Günefl ile Ay aras›na girmesinden oluyor, diyor ve zemân›n› önceden hesâb ediyorlar. Çünki Ay, Günefl karfl›s›nda oldu¤u vakt, parlak görünür. Ay, Erd küresinin gölgesine girince, Güneflden ziyâ alamay›p karar›r ve görünmez, diyorlar. Günefl tutulmas› da, Ay›n Erd ile Günefl aras›na girerek, Erd üzerinde Güneflin görünmesine mâni’ olmas› sebebi iledir. Ay tutulmas›, arabî aylar›n ortas›nda, Günefl tutulmas› ise, ay›n ilk veyâ son günü olur,
diyorlar. [Günefl, Erd ve Ay, karpuz gibi, küre fleklinde olup hepsi, birinci semâda hareket etmekdedir. Eski fizikciler, yedi seyyâre y›ld›zdan her birinin, birer semâda bulundu¤unu söylerdi. Hâlbuki, y›ld›zlar›n hepsinin yer kürenin de içinde
bulundu¤u birinci semâda bulunduklar›, Tebâreke sûresinde, bildirilmekdedir.] Fen
adamlar›n›n, ikinci k›smdan olan, böyle sözlerine de i’tirâz etmeyiz. Müslimânlar›n, böyle sözlere inanmamas› lâz›md›r diyerek, i’tirâz eden bir kimse, dîne zarar
verme¤e ve islâmiyyeti y›kma¤a u¤raflm›fl olur. Çünki, hesâb ve fizik, kimyâ kanûnlar› ve tecribeler, bu sözlerin do¤rulu¤unu gösterirken, bunlar islâmiyyete uygun
de¤ildir denirse, fen adamlar› bu sözlerinde flübhe etmeyip, bunlara uymayan islâmiyyetin do¤ru oldu¤unda flübhe eder. Görülüyor ki, islâmiyyete yersiz ve yolsuz yard›m etmek istiyen câhillerin zarar›, yolu ile hücûm edenlerin zararlar›ndan
dahâ büyükdür. [Medîneli Muhammed Osmân efendi de, 1341 [m. 1923] de ‹stanbulda bas›lm›fl (Basîret-üs-sâlikîn) kitâb›nda, Erdin döndü¤ünü red etmekde, sahîh hadîslere mevdû’ diyerek de, gençleri yan›ltmakdad›r. Hâlbuki islâm âlimleri,
dünyân›n yuvarlak oldu¤unu, döndü¤ünü, birçok kitâblar›nda, meselâ Ebû Bekr
Râzî (Küriyet-ül-Erd) kitâb›nda ve (fierh-› Mevâk›f)de isbât etmifllerdir. F›kh
âlimleri bunun üzerine mes’eleler kurmufllard›r. Bekara sûresinin 22. ci âyetinde
meâlen, (Rabbiniz Erd› sizin için, yatak gibi döfledi) buyuruldu. (Tefsîr-i Azîzî)de,
(Üzerinde oturman›z, uyuyabilmeniz için, yeryüzünü sâkin, hareketsiz yapd›) diyor. Nahl sûresinin onbeflinci âyetinde meâlen, (Erd›n sizi sarsmamas› için, üzerinde da¤lar döfledim) buyuruldu. (Sâvî tefsîri), burada (Erd›n hareket etmemesi, size ›zd›râb yapmamas› için da¤lar› yaratd›) ve (Beydâvî)de, (Da¤lar yarat›lmadan evvel, Erd, yüzü düz küre idi. Dönerken yâhud baflka sebeb ile hareket eder idi. Da¤lar yarat›l›nca, hareketine, ›zd›râb›na, sars›lmas›na mâni’ oldular) diyor. Mü’min sûresinin 64. cü âyetinde meâlen, (Allah, Erd› size karâr yapd›) buyuruldu. (fieyhzâde), (Abdüllah ibni Abbâs, karâr menzil, konacak yer demekdir dedi) diyor. Görülüyor ki, âyet-i kerîmeler ve tefsîrler, Erd yüzünün bir beflik, yatak gibi, sars›nt›s›z,
râhat oldu¤unu bildiriyor. Erd›n sars›nt›s›z, hareketsiz olmas›ndan, bunun mihveri etrâf›nda dönmedi¤ini ve günefl etrâf›nda hareket etmedi¤ini anlamak do¤ru de¤ildir. Erd›n bu iki hareketi bugün kat’î olarak bilinmekde, nemâz vaktleri hesâb
edilmekdedir. Üçüncü k›smda, 54. cü maddeye bak›n›z!] ‹mâm-› Gazâlî, sözüne devâm ederek, buyuruyor ki: Kat’î ve do¤ru olduklar›, hesâb ve tecribe ile anlafl›lan
– 82 –
hâdiseler karfl›s›nda, âyet-i kerîme ve hadîs-i flerîfleri (Te’vîl etmek), ya’nî ma’nâlar›n› çevirip, bunlara uydurmak lâz›md›r. Böyle te’vîller çok yap›lm›fld›r. [fiunu
da söyliyelim ki, âyet-i kerîme ve hadîs-i flerîflere ma’nâ vermek, bizim gibi, câhillerin ifli de¤ildir. Din âlimi olmak, ya’nî dinde söz sâhibi olmak için, ictihâd derecesine yükselmek lâz›md›r. fiimdi dünyâda böyle bir âlim yokdur. fiimdi, âlim olm›yanlar, çeflidli maksadlarla, din kitâblar› yaz›yor ve âyet-i kerîme ve hadîs-i flerîflere, çala kalem, ma’nâlar verip, Allahü teâlâ böyle söylüyor, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” böyle emr ediyor, diyorlar. ‹slâmiyyeti oyun hâline sokuyorlar. Böyle din kitâblar›n› almamal›, okumamal›d›r. Din âlimlerinin sözlerini de¤ifldirmeden yazan kitâb bulup okumak lâz›md›r. Fekat, ne yaz›k ki, böyle din kitâb›, bugün hemen yok gibidir. Din büyüklerinin ismini koyarak, onlardan terceme diyerek sat›lan kitâblar›n ço¤unda da, ilâveler, de¤ifldirmeler veyâ ç›karmalar
yap›larak, kitâblar›n zararl› bir flekle sokuldu¤u ac› ac› görülüyor. Asrlardan beri câhillerin bu fleklde kitâblar yazm›fl oldu¤unu, hele âyet-i kerîme ve hadîs-i flerîflere, kendi zemânlar›ndaki, fen bilgilerinden yanl›fl olanlar›na uydurarak, yanl›fl ve gülünç ma’nâlar vermifl olduklar›, mevcûd ve hattâ meflhûr ba’z› kitâblarda
esefle görülmekdedir.] ‹slâm dînine inanm›yanlar› en çok sevindiren fley, fen ile isbât edilen, meydânda olan hakîkatleri, müslimânlar›n red etmesi, bunlar kâfirlikdir, demesidir. Çünki, bu sûretle gençleri aldatmalar› çok kolay olur. Fen adamlar›, maddenin, hücrenin, canl›n›n ve cans›z›n yok iken, sonradan var oldu¤unu söyledikden sonra, ister denizde tesâdüfen olsun, ister baflka dürlü meydâna gelsin,
islâmiyyete zarar vermez. Çünki, herfleyi yapan Allahü teâlâd›r.
Üçüncü k›smdan olan sözleri, islâmiyyetde aç›kça bildirilmifl olanlara uym›yan
sözlerdir. Bunlar›n hepsi faraziyye, ya’nî zan ile veyâ fen perdesi alt›nda, koyu bir
te’assub ve fen yobazl›¤› ile söyledikleridir. Herfleyin yokdan yarat›lm›fl oldu¤u,
Âdem aleyhisselâm›n çamurdan yap›lan bedeninin, et ve kemi¤e dönüp canlanmas›, Allahü teâlân›n var oldu¤u ve s›fatlar› ve k›yâmetde olacak fleyler, tekrâr dirilmek, îmân›n esâslar›ndand›r. Bunlara uym›yan, bunlara olan îmân› bozacak sözlere inan›lmaz. Fen adam›, bunlara uym›yan söz söylemez. Çünki bunlar, fenne uym›yan fleyler de¤ildir. Herkesi bunlara inand›rmak ve aksini söyliyenleri red etmek
lâz›md›r).
Âdem aleyhisselâm›n evlâd› ço¤alarak Arabistân, M›sr, Anadolu ve Hindistâna yay›lm›fld›. Nûh “aleyhisselâm” zemân›nda tûfanda, hepsi bo¤ularak, yaln›z gemidekiler kurtuldu. ‹nsanlar bunlardan türedi. Zemânla ço¤alarak, Asya, Afrika,
Avrupa, Amerika ve Okyanusyaya, ya’nî bütün yeryüzüne yay›ld›. Bu yay›lma, hem
karadan, hem büyük gemilerle, denizden olmufldu. O zemânlarda Asyadan Amerikaya ve Okyanus adalar›na, belki kara yollar› vard›.
Fen ilerledikce, müslimânlar›n, görmeden, akl ermeden, inand›klar› birçok
fleyler, birer ikifler, fen yolu ile anlafl›lmakdad›r. Meselâ, bugün Avrupa ve Amerikada, mekteblerde, flöyle okutuluyor: (Eski jeolojik devrlerde, güney k›t’alar› aras›nda kara yollar›n›n bulundu¤u kabûl edilmifldir. Meflhûr Meteoroloji âlimi Alfred Wegener, Kontinentverschiebung [karalar›n kaymas›] nazariyyesini kurmufl ve
befl [bugün için alt›] k›t’an›n evvelce birbirine ba¤l› olup, sonra yavafl yavafl ayr›ld›klar›n› söylemifldir. Baflka bir profesör, k›t’alar aras›nda köprü gibi kara parçalar› oldu¤unu, Zooco¤rafik tecribelere dayanarak, iddi’â etmifldir. Wegenere göre, Paleozoikum ve Mezozoikum devrlerinde, k›t’alar birbirlerine yap›fl›k idi. Paleozoikum sonuna kadar, hayvanlar, Cenûbî Amerika ile Afrika, Asya [do¤ruca
Hindistândan] ve Avustralya aras›nda kara yolculu¤u yapm›fllar, Eosenden i’tibâren Afrikada yaflayan hayvanlar, karadan, Cenûbî Amerikaya geçmifllerdir) teorileri ö¤retilmekdedir.
Görülüyor ki, Âdem aleyhisselâm›n toprakdan yarat›ld›¤› ve insanlar›n, yeryüzüne, Sûriye, Irâk ve orta Asyadan yay›ld›klar›, fen bilgileri ile de, anlafl›lmakda– 83 –
d›r. Hâdiseleri de¤il de, propagandalar› yazan ve hakîkatlere de¤il de, siyâsî menfe’atlere koflan ba’z› târîhciler, islâmiyyete ve islâm büyüklerine, körü körüne hakâret etmekde hâlâ inâd ederken, fen adamlar›, fen bilgileri, islâm›n büyüklü¤ünü, do¤rulu¤unu, gün geçdikce dahâ yak›ndan görmekde ve anlamakdad›r].
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmda herfleyin bir nümûnesini, misâlini yaratm›fld›r. Onda birçok s›fatlar, latîfeler, kuvvetler vard›r. Allahü teâlâ, Onu yaratmadan
çok önce, Onun bir latîfesini, bir s›fat›n›, uzun zemân için âlem-i misâlde Onun fleklinde yaratm›fl, Onun ismini vermifl, Onun bütün ifllerini ve k›yâmete kadar olacak
evlâdlar›n›, ismleri ile birlikde, âlem-i misâlde meydâna ç›karm›fld›r. Hepsi zemânlar›nda yaflam›fld›r. Hattâ Cennetlik veyâ Cehennemlik olmufllar, k›yâmetleri
kopmufl, hesâblar› görülmüfl, Cennete ve Cehenneme gitmifllerdir. Allahü teâlân›n diledi¤i çok uzun zemân sonra, Âdem aleyhisselâm›n s›fatlar›ndan ve latîfelerinden baflka birisi, yine âlem-i misâlde, evvelki gibi yarat›l›p, bunun da vakti temâm olunca s›fatlar›ndan ve latîfelerinden, üçüncüsünün devresi bafllam›fld›r.
Bunun devresi bitince, dördüncü s›fat, âlem-i misâlde gösterilmifldir. Böyle devâm
etmifl ve bütün s›fatlar› ve latîfeleri temâm olunca, en son, bütün s›fatlar› ve latîfeleri kendisinde toplam›fl olan Âdem “aleyhisselâm”, âlem-i flehâdetde, ya’nî madde âleminde yarat›lm›fld›r. Allahü teâlâ, kendisini k›ymetli eylemifldir. Önceden gelen yüzbinlerce Âdemler, hep bu Âdem aleyhisselâm›n parçalar› ve bafllang›çlar›d›r. [Günefl do¤madan önce, ziyâs›n›n s›fatlar›n›n yavafl yavafl görünmesi gibidir.]
Muhyiddîn-i Arabînin “kuddise sirruh”, k›rkbin sene önce ölen dedesi, âlem-i
flehâdetdeki dedesinin latîfe ve s›fatlar›ndan birinin, âlem-i misâldeki varl›¤› idi.
Kâ’be-i mu’azzamay› âlem-i misâlde tavâf etmifldi. Çünki, her fley gibi, Kâ’benin
de âlem-i misâlde sûreti, benzeri vard›r. Bu fakîr, [ya’nî ‹mâm-› Rabbânî “kuddise sirruh”] çok düflünüyor, arafld›r›yorum, âlem-i flehâdetde, bir Âdemden baflka
göremiyorum. Âlem-i misâldeki görünüfllerden gayr› birfley bulam›yorum. K›rkbin sene önce yaflad›¤›n› söyleyen kimsenin, ben senin dedelerinden biriyim, demesi de gösteriyor ki, Âdem aleyhisselâmdan önce bulunan Âdemler, Âdem
aleyhisselâm›n latîfelerinin ve s›fatlar›n›n görünüflleridir. Âdem aleyhisselâmdan
baflka birer varl›k de¤ildirler. Çünki, baflka Âdemin o¤ullar›, bu Âdem aleyhisselâm›n o¤ullar›n›n dedesi olamaz.
Kalbleri hasta, bilgileri az olan ba’z› kimseler, bu vak’a ve benzerlerini iflitince,
tenâsüh san›yor. Böylece âlemin kadîm oldu¤unu, yokdan var edilmedi¤ini söylüyorlar ve tekrâr yok olaca¤›n›, k›yâmetin kopaca¤›n› inkâr ediyorlar. Kendilerini,
fleyh, mürflid olarak tan›tan ba’z› dinsizler, tenâsüha inan›yor. Rûhlar olgunlaflmadan önce, bir bedenden ayr›l›nca, baflka bir bedene geçer. Kemâle geldikden sonra, insanlara gelmezler, tenâsüh yolu ile olgunlaflm›fl olurlar, diyor ve tenâsühü gösteren birçok hikâyeler uyduruyorlar. Hâlbuki tenâsüha, ya’nî ölen insan rûhunun
baflka bir çocu¤a geçerek tekrâr dünyâya gelmesine inanmak küfrdür. Tenâsüh vard›r diyen, dîn-i islâma inanmam›fl olur. Ya’nî, müslimânl›kdan ç›kar. Anlam›yorlar ki, tenâsüh ile rûhlar kemâle gelirse, Cehennem kimler için olur, kimler azâb
görür? Buna inanmak, Cehennemi inkâr etmek ve hattâ öldükden sonra tekrâr dirilme¤e inanmamak olur. Zîrâ onlara göre, rûhun olgunlaflmas›na vâs›ta olan bedene ihtiyâc› kalmam›fld›r ki, bedenle haflr olunsun. Bu yalanc› fleyhlerin sözleri,
t›bk›, eski felsefecilerin [ve flimdiki spritizmac›lar›n, medyumlar›n] sözlerine benziyor. Eski felsefeciler, bedenlerin tekrâr dirileceklerine inanm›yordu. Cennet
ni’metleri ve Cehennem azâblar› yaln›z rûhlara olacak, diyordu. Bunlar, o felsefecilerden de dahâ fenâd›r. Çünki, onlar tenâsühu red edip, azâb›n sâdece rûha olaca¤›n› söyliyorlar. Bunlar ise, hem tenâsüha inan›yor, hem de âh›ret azâb›n› inkâr
ediyor. Bunlara göre azâb, sâdece dünyâdad›r ve rûhlar›n temizlenmesi içindir. [Cinnin heykellere, hasta ve çocuklara girerek konuflduklar› görülmüfldür. Böyle konuflanlar› iki rûhlu san›yorlar. Böyle sanmak da, tenâsüha inanmak demekdir.]
– 84 –
Süâl: Emîrden “kerremallahü vecheh” ve ba’z› Evliyâdan “kaddesallahü esrârehümül’azîz” gelen haberlere göre, bunlar, dünyâya gelmeden y›llarca önce, flafl›lacak ifller yapm›fllar. Tenâsüh yokdur dersek, bu haberlere nas›l inan›labilir?
Cevâb: Bu din büyüklerinin yapm›fl olduklar› iflleri, yaln›z rûhlar› yapm›fld›r. Allahü teâlâ, bunlar›n rûhlar›n› insan flekline sokarak, bu flekller, insan gibi ifl görmüfldür. Yoksa, mubârek rûhlar›, baflka bedenlere girmifl de¤ildir. Tenâsüh ise, bir
insan rûhunun, kendi bedenine gelmeden önce, baflka bedene te’alluk etmesine denir. Bir rûhun, beden flekli almas›, tenâsüh de¤ildir. Melekler ve cin de, insan
flekline girip birçok fley yapmakdad›r ki, hiç tenâsüh de¤ildir. Bir insana hulûl etmek de¤ildir. Bir bedene girmek de¤ildir.
Meleklere, cinne çeflidli flekl alabilmek kuvveti verdi¤i gibi, Allahü teâlâ çok sevdi¤i kullar›n›n rûhlar›na da, bu kuvveti vermekdedir. Baflka bedene ihtiyâc yokdur. [Havâda, her zemân su buhâr› vard›r ve görünmez. Kaynar sudan, kazan borusundan ç›kan beyâz sis, buhâr de¤ildir. Çok küçük su damlac›klar›d›r. Renksiz
gazlar görünmez. Havâdaki renksiz su buhâr›, so¤uk sabâhlarda çi¤ hâlinde dâneler fleklinde görüldü¤ü gibi, rûhlar da, görülecek flekller alabilmekdedir.] ‹flitdi¤imize, okudu¤umuza göre, Evliyâdan bir ço¤u, bir ânda çeflidli yerlerde görülmüfl,
birbirine uym›yan ifller yapm›fllar. Burada da latîfeleri, insan flekline girmekde, baflka baflka bedenler hâlini almakdad›r. Bunun gibi, meselâ Hindistânda oturan ve
flehrinden hiç ç›kmam›fl olan bir Velîyi, hâc›lar Kâ’bede görüp konuflduklar›n›, baflkalar› da, meselâ ayn› günde ‹stanbulda, bir k›sm kimseler de, bu Velî ile, yine o
gün, Ba¤dâdda görüfldüklerini söylemifllerdir. Bu da, o Velînin latîfelerinin muhtelif flekller almas›d›r. Ba’zan o Velînin bunlardan haberi olmaz. Seni gördük diyenlere, yan›l›yorsunuz, o zemân, evimde idim. O memleketlere gitmemifldim, o
flehrleri bilmiyorum ve sizleri de tan›m›yorum der. Yine bunlar gibi, güç hâlde bulunan kimseler, korku ve tehlükelerden kurtulmak için, ölü veyâ diri olan ba’z› Evliyâdan yard›m istemifldir. O büyüklerin, kendi flekllerinde olarak, hemen orada
bulunduklar›n› ve imdâdlar›na yetifldiklerini görmüfllerdir. Bu Evliyân›n “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz”, yapd›klar› yard›mdan ba’zan haberi olmakda,
ba’zan da olmamakdad›r. [Bu hâl, bilhâssa muhârebelerde görülmüfldür.] Böyle yard›mlar› yapanlar, o din büyüklerinin rûhlar› ve latîfeleridir. Latîfeleri ba’zan, bu
âlem-i flehâdetde, ba’zan da âlem-i misâlde flekl almakdad›r. Nitekim Peygamberimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” bir gecede, binlerce kimse, rü’yâda görüp istifâde etmekdedir. Bu gördükleri, hep Onun “sallallahü aleyhi ve sellem” latîfelerinin ve s›fatlar›n›n âlem-i misâldeki fleklleridir. Yine bunlar gibi, sâlikler, mürflidlerinin âlem-i misâldeki sûretlerinden istifâde ederler ve bu yolla müflkillerini
çözerler.
Ehî-zâde Abdülhalîm efendi (R›yâdüssâdât fî isbât-il-kerâmât lil-Evliyâ-i hâlel-hayât ve ba’del-memât) kitâb›nda Evliyân›n vefâtdan sonra da kerâmetleri oldu¤unu isbât etmekdedir.
Ba’z› Evliyân›n kümûn ve bürûz etmesi, (Tenâsüh) de¤ildir. Çünki, tenâsühde
rûh, ikinci bir bedene hayât vermek, onda his ve hareket hâs›l etmek için te’alluk
eder. Bürûz etmekde ise, rûhun baflka bir bedene te’alluk etmesi; bunlar› hâs›l etmek için de¤il, bu bedeni olgunlafld›rmak, derecesini yükseltmek içindir. Nitekim
cin de, bir insana te’alluk eder, onda bürûz eder. Fekat, bu te’alluku, bu kimseye
hayât vermek için de¤ildir. Çünki, bu kimse, cin te’alluk etmeden önce diridir ve
duyar, hareket eder. Te’allukdan sonra, bu kimsenin hareketleri ve ba’z› sözleri,
o cinnînin s›fatlar›n›n, hareketlerinin görünmesidir. Evliyân›n büyükleri “kaddesallahü teâlâ esrarehümül’azîz” kümûn ve bürûz için, birfley söylememifl, böylece,
câhilleri yanl›fl inan›fllara sürükleme¤e sebeb olmam›fllard›r.
Bu fakîre “rahmetullahi aleyh” göre, kümûn ve bürûza lüzûm yokdur. Bir Velî, bir câhili terbiye etmek, yetifldirmek için, onda bürûz etmeksizin, Allahü teâlâ– 85 –
n›n verdi¤i bir kuvvetle, kendi yüksek s›fatlar›n›, o kimseye aks etdirir. Teveccüh
ve iltifât buyurarak, o iyi s›fatlar› onda yerlefldirir. Böylece, o afla¤› derecedeki insan, yükselerek kâmil olur. Âdî s›fatlardan kurtulup iyi s›fatlara kavuflur. Bunun
için de, kümûn ve bürûza hiç hâcet yokdur. Bu, öyle büyük bir ni’metdir ki, Allahü teâlâ, diledi¤i kimselere ihsân eder. Onun ni’metleri, ihsânlar› pek çokdur.
Ba’z› kimseler de, rûhlar nakl edilir diyor. Bir rûh, kemâle erdikden sonra, kendi bedenini b›rak›p baflka bir bedene girebilir diyor. Misâl olarak, bu kemâle ermifl, bu kuvveti kazanm›fl bir zât›n komflusu bulunan bir genç ölmüfldü. Bu zât›n
rûhu, ihtiyârlam›fl olan bedeninden ayr›l›p, gencin ölü bedenine girdi. ‹htiyâr›n bedeni ölüp, genç dirildi, diyorlar. Böyle sözler, do¤ru de¤ildir. Tenâsüha dayanan
hikâyelerdir. Çünki, bir rûhun ölü bir bedene hayât vermesi için te’alluk etmesi,
tenâsüh demekdir. Rûh naklinin tenâsühden fark›, tenâsüha inananlar, rûhun, noksan oldu¤unu, tenâsüh yolu ile kemâl buldu¤unu san›yor. Bunlar ise, rûhu kâmil
bilip kemâle erdikden sonra, baflka bedene nakl edebiliyor, diyor. Bu fakîre göre,
rûhun nakline inanmak, tenâsüha inanmakdan dahâ kötüdür. Çünki, tenâsüh,
rûhu olgunlafld›rmak içindir diyorlar. Bu sözleri yanl›fl olmakla berâber, rûh kemâle erdikden sonra, baflka bedene niçin geçsin? Kemâl bulan kimse, dünyây› seyr
ve temâflâ için genç bedenlere neden nakl etsin? Kemâl bulan rûh, bedenlere
girmek de¤il, bedenlerden kurtulmak ister. Çünki, rûhun bedene te’alluk etmesinden maksad ele geçmifl, kemâl hâs›l olmufldur. Bundan baflka, rûh naklinde, birinci beden ölerek ikinci beden dirilmekdedir. Hâlbuki, birinci bedenin, kabrde
azâb veyâ sevâb görmesi lâz›md›r. ‹kinci bedenin tekrâr dirilmesi, dünyâda, k›yâmet kopup, haflr olmas› demekdir. Bilmiyorum ki, rûh nakline inananlar, kabr azâb›na ve k›yâmet gününe îmân ediyorlar m›? Yaz›klar olsun ki, böyle îmâns›zlar, kendilerini din adam› tan›tm›fl, kitâblar›, mecmû’alar› ile, millete müslimânl›k ö¤retme¤e kalk›flm›fllard›r. Gençleri, kendileri gibi dinsiz, îmâns›z yapma¤a çal›fl›yorlar. Yâ Rabbî, bizleri böyle yaz›lara inanmakdan, aldanmakdan koru! Sevgili dînimizden, k›ymetli îmân›m›zdan ay›rma! Bu küfr ve flaflk›nl›kdan insan› ancak sen
korursun.
EK: S›ras› gelmiflken, (Âlem-i misâl) için de, birkaç fley bildireyim: Âlem-i misâl, bütün âlemlerin en geniflidir. Âlemlerin hepsinde bulunan herfleyin, âlem-i misâlde bir sûreti, bir görünüflü vard›r. Akla, hayâle gelen fleylerin, ma’nâlar›n, düflüncelerin de bu âlemde bir sûreti vard›r. Âlimlerimiz, Allahü teâlân›n misli,
benzeri yokdur, fekat misâli vard›r demifllerdir. Bu fakîr, mektûblar›mda yazm›fl›md›r ki, tâm tenzîh mertebesinde, misli olmad›¤› gibi, misâli de yokdur. Nahl sûresinde, (Allahü teâlâ için misâller getirmeyin) meâlindeki âyet-i kerîme, bu mertebeye iflâret etmekdedir. ‹nsana, (Âlem-i sagîr) denir. Âlem-i kebîrdeki herfleyin,
insanda bir nümûnesi vard›r. Âlem-i misâlin de, âlem-i sagîrdeki nümûnesi, benzeri, insan›n hayâlidir. Çünki, herfleyin hayâlimizde bir sûreti vard›r. Tesavvuf yolunda ilerleyen sâliklerin, hâllerinin, derecelerinin de hayâlde birer sûreti vard›r.
Sâliklere, hâllerini haber veren hayâldir. Hayâl olmasayd› veyâ vazîfesini yapmasayd›, tesavvufcular, hâllerini bilemezdi. Bunun içindir ki, z›llerin, görünüfllerin üstündeki mertebelere ilerleyenler, kendi hâllerine câhil ve flaflk›n olur. Çünki, insan hayâli, z›llerin sûretini gösterebilir. Hayâl z›llin d›fl›na ç›kamaz. Zât-i ilâhînin
âlem-i misâlde sûretinin olmad›¤›n› bildirmifldik. Âlem-i misâlin örne¤i olan hayâlde, sûret-i ilâhî olabilir mi? Bunun için, Zât-› ilâhîden insan›n nasîbi, ancak cehldir, bilmemekdir. Bilinmeyen fley için, birfley söylenemez. Bundan dolay›, (Allahü teâlây› tan›yanlar›n dilleri söyleyemez) buyurmufllard›r. Bilinen fley anlat›l›r.
Bundan dolay›, z›ller âleminde çok fleyler söylenir. Z›l âleminden ç›kanlar›n dili
söylemez olur. Allahü teâlân›n fi’llerinin, s›fatlar›n›n, ismlerinin z›llerine ve asllar›na yükselenlerin hâlleri, iflte böyledir. Görülüyor ki, hayâlde bulunabilen herfley, z›lden hâs›l olmakdad›r. Fekat, matlûbun [ya’nî Zât-› ilâhînin] niflânlar›, alâ– 86 –
metleri olduklar›ndan (‹lm-ül-yakîn) denilen bilgiye sebeb olurlar. (Ayn-ül-yakîn)
ve (Hakk-ul-yakîn) denilen bilgiler, z›llerin üstünde, hayâlin d›fl›nda hâs›l olan bilgilerdir. Hayâl bilgilerinden kurtulmak için, tesavvufun (Seyr-i enfüsî) dedi¤i yolu ve dereceleri de, (Seyr-i âfâkî) denilen yol gibi aflmak, âfâk ve enfüsün d›fl›nda
ilerlemek lâz›md›r. Evliyân›n ço¤u, ancak öldükden sonra, buraya varmakdad›r.
Bu dünyâ hayât›nda, hayâlden kurtulmalar› imkâns›zd›r. Evliyân›n büyüklerinden,
pek az seçilmiflleri, bu dünyâ hayât›nda iken, bu devlete erdirmekle flereflendirirler. Dünyâda olduklar› hâlde, bilgilerine hayâl kar›flmaz. Hayâl araya girmeden matlûba kavuflurlar. Baflkalar›na, flimflek gibi çak›p geçen Zât-› ilâhînin tecellîleri, bu
büyüklere dâimî olur. (Vasl-› uryânî)ye kavuflurlar.
Ni’mete kavuflanlara, bol bol, âfiyet olsun,
Zevall›, fakîr âfl›klar, birkaç lokmayla doysun!
Süâl: Ba’z› kimseler, uykuda, rü’yâda, âlem-i misâl ve hayâlin sûretlerini görerek, kendilerini büyük bir hükümdâr veyâ yüksek mevk›’ sâhibi görür. Veyâhud büyük din âlimi olmufl, herkes, ilm ö¤renmek için, etrâf›na toplanm›fl görür. Hâlbuki, âlem-i flehâdetde, ya’nî uyan›k iken, bunlar›n hiçbiri hâs›l olmamakdad›r. Böyle rü’yâlar do¤ru mudur, yoksa asl›, esâs› yok mudur?
Cevâb: Böyle rü’yâlar bofl ve esâss›z de¤ildir. Bu rü’yây› gören kimsede, mevk›’ sâhibi olmak, âlim olmak hâli ve kâbiliyyeti var demekdir. Fekat, kuvveti az olup,
âlem-i flehâdetde hâs›l olacak kadar de¤ildir. E¤er, bu hâl, zemânla kuvvetlenirse, Allahü teâlân›n lütfu ile, âlem-i flehâdetde de hâs›l olur. E¤er âlem-i flehâdetde hâs›l olacak kadar kuvvetlenmezse âlem-i misâlde görünmekle kal›r. Kuvveti
mikdâr›nca, orada görünür. Tesavvuf yolunun sâliklerinin rü’yâlar› da böyledir. Kendilerini yüksek makâmlarda, Velîlerin mertebelerinde görürler. Bu hâl, âlem-i
flehâdetde nasîb olursa, pek büyük ni’metdir. Yok e¤er, âlem-i misâlde görünmekle kal›rsa, hiç k›ymeti yokdur. Çöpçüler, hammallar, rü’yâda, kendilerini hâkim, pâfla görür. Hâlbuki, uyan›k iken, ellerine birfley geçmez. Rü’yâlar› üzülmekden, piflmânl›kdan baflka birfleye yaramaz. O hâlde, rü’yâlara güvenmemeli, uyan›k iken ele geçene sevinmelidir.
Ben günefli severim, ne dersem ondan derim,
Geceyle iflim yokdur, ben rü’yây› neylerim.
Bunun içindir ki, büyüklerimiz rü’yâlara ehemmiyyet vermemifl, talebenin
rü’yâs›n› ta’bîr etme¤e lüzûm görmemifllerdir. Uyan›k iken ele geçene k›ymet
vermifllerdi. Bundan dolay›, devâml› görünenlere ehemmiyyet vermifller, hiç gayb
olm›yan huzûru, kazanc bilmifllerdi. Allahü teâlâdan baflka herfleyi unutmak, hiçbir fleyi hât›rlamamak, bunlar için dâimî idi. Bafllang›c›nda nihâyetde ele geçecekler derc edilmifl olanlara, bu kemâller zor ve uzak de¤ildir.
40 — ÜÇÜNCÜ C‹LD, 31. ci MEKTÛB
Bu mektûb, Molla Bedreddîne yaz›lm›fld›r. Âlem-i ervâh ve âlem-i misâl ve
âlem-i ecsâd üzerinde bilgi vermekde, kabr azâb›n› anlatmakdad›r:
Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçdi¤i, sevdi¤i kimselere selâm olsun! Diyorsunuz ki, rûh bu bedene ba¤lanmadan önce, âlem-i misâlde idi. Bedenden ayr›ld›kdan sonra da, âlem-i misâle gidecekdir. Bunun için, kabr azâb› âlem-i misâlde
olacakd›r. Âlem-i misâldeki elemi, ac›lar›, rü’yâda duymak gibi olacakd›r. Sonra,
bu bilginin çeflidli kollar› vard›r. E¤er izn verirseniz, bu konuda size çok fleyler yazar›m.
Cevâb: Böyle hayâller, asls›z sözler, do¤ru olmakdan çok uzakd›r. Böyle düflüncelerin, sizi do¤ru yoldan sapd›rmas›ndan korkuyorum. Hiç vaktim yok ise de, bu
– 87 –
konuda birkaç kelime yazmak için kendimi zorlayaca¤›m. ‹nsanlar› do¤ru yola kavuflduran, yaln›z Allahü teâlâd›r.
K›ymetli kardeflim! Mümkinler âlemini, ya’nî mahlûklar›, üç k›sma ay›rm›fllard›r: (Âlem-i ervâh), (Âlem-i misâl) ve (Âlem-i ecsâd). Âlem-i misâle (Âlem-i berzah) da demifllerdir. Çünki bu âlem, (Âlem-i ervâh) ile (Âlem-i ecsâd) aras›ndad›r. Bu âlem, ayna gibidir. Di¤er iki âlemdeki hakîkî varl›klar ve ma’nâlar, bu âlemde latîf flekllerde görünürler. Çünki, iki âlemdeki her hakîkate ve her ma’nâya uygun birer flekl, heyet, bu âlemde bulunur. Bu âlemde, kendili¤inden hiçbir hakîkat, hiçbir madde ve ma’nâ yokdur. Buradaki flekller, heyetler, öteki âlemlerden
aks eden görüntülerdir. Aynada hiçbir flekl ve sûret yokdur. Aynada bir flekl görünürse, baflka yerden gelen bir görünüfldür. Âlem-i misâl de böyledir. Bu iyi anlafl›l›nca, deriz ki, rûh bu bedene te’alluk etmeden önce, kendi âleminde idi. Rûh
âlemi, âlem-i misâlden dahâ üstündür. Rûh, bedene te’alluk edince, bedene âfl›k
olarak, bu madde âlemine iner. Âlem-i misâl ile bir ilgisi yokdur. Rûh bu bedene
te’alluk etmeden, ilgilenmeden önce, âlem-i misâl ile ilgisi olmad›¤› gibi, bedene
olan ilgisi bitdikden sonra da, bu âlem ile ilgisi olmaz. fiu kadar var ki, Allahü teâlân›n diledi¤i zemânlarda, rûhun ba’z› hâlleri, bu âlemin aynas›nda görünür.
Rûhun hâllerinin iyili¤i, kötülü¤ü buradan anlafl›l›r. Keflf ve rü’yâlar, böyle hâs›l
olmakdad›r. ‹nsan›n hisleri, duygular› gayb olmadan da, âlem-i misâldeki fleklleri gördü¤ü çok olmufldur. Rûh, bedenden ayr›ld›kdan sonra, ulvî ise, yükselir.
Süflî ise, alçal›r. Âlem-i misâl ile bir ilifli¤i olmaz. Âlem-i misâl, görünen bir âlemdir. Bir varl›k âlemi de¤ildir. Varl›k âlemleri ikidir. Âlem-i ervâh ve Âlem-i ecsâd.
Ya’nî rûh âlemi ile madde âlemi, varl›k âlemidir. Bunlarda bulunan fleyler, yaln›z
görünüfl de¤ildir. Kendileri de vard›r. Âlem-i misâlde ise, hiçbir varl›k yokdur. Yaln›z, âlem-i ervâhda ve âlem-i ecsâdda bulunan varl›klar için bir ayna gibidir.
Rü’yâda, âlem-i misâldeki elem, ac›, s›k›nt› görünür. Bu da, görenin hak etdi¤i azâb›n, âlem-i misâldeki görüntüsünün görülmesidir. Onu gafletden uyand›rmak
için, kendini düzeltmesi için, kendisine gösterirler.
Kabr azâb›, rü’yâda, âlem-i misâldeki görüntüleri görmek de¤ildir. Kabr azâb›,
rü’yâ gibi de¤ildir. Kabr azâb›, azâb›n görüntüsü de¤ildir. Azâb›n kendisidir. Bundan baflka, rü’yâda görülen ac›, azâb, azâb›n kendisidir denilse bile, dünyâdaki ac›lar, azâblar gibidir. Kabr azâb› ise, âh›ret azâblar›ndand›r. Birbirlerine hiç benzemezler. Çünki, dünyâ azâblar›, âh›ret azâblar› yan›nda hiç kal›r. Allahü teâlâ, o azâblardan bizi korusun! E¤er, âh›ret azâblar›ndan bir k›v›lc›m dünyâya gelse, herfleyi yakar, yok eder. Kabr azâb›n›, rü’yâda görülen azâb gibi sanmak, kabr azâb›n›
bilmemekden, anlamam›fl olmakdan ileri gelmekdedir. Azâb›n kendisi ile, görünüflünü kar›fld›rmakdan hâs›l olmakdad›r. Böyle yanl›fl düflünmek, dünyâ azâb› ile
âh›ret azâb›n› ayn› sanmakdan da olur. Böyle sanmak, pek yanl›fld›r. Yanl›fl ve bozuk oldu¤u meydândad›r.
Süâl: Zümer sûresinin k›rkikinci âyetinin meâli, (Allahü teâlâ, insan ölürken rûhunu bedeninden ay›r›r. Ölmedi¤i zemân, uykuda da, rûhunu ay›r›r)dir. Bu âyet-i
kerîmeden anlafl›l›yor ki, insan ölürken rûhu ayr›ld›¤› gibi, uyurken de ayr›lmakdad›r. Böyle olunca, rü’yâdaki azâb›, dünyâ azâblar›ndan saymak, kabr azâb›n› ise,
âh›ret azâblar›ndand›r demek nas›l do¤ru olur?
Cevâb: Uykuda iken, rûhun bedenden ayr›lmas›, bir kimsenin, geziye, e¤lenmek
için, kendi vatan›ndan, gülerek, sevinerek ayr›lmas›na benzer ki, gezdikden sonra, sevinç içinde yine vatan›na döner. Rûhun gezinti yeri, âlem-i misâldir. Bu
âlemde görecek merakl› ve tatl› fleyler vard›r. Ölürken rûhun ayr›lmas› böyle de¤ildir. Bu ayr›l›k, vatan› y›k›lan, evleri, binâlar› yok olan kimsenin vatan›ndan ayr›lmas› gibidir. Bunun içindir ki, uykudaki ayr›lmas›nda, s›k›nt› ve ac› yokdur. Tersine, sevinç ve râhatl›k vard›r. Ölürken ayr›lmas›nda ise, çok ac›lar ve güçlükler hâs›l olur. Uyuyan insan›n vatan› dünyâd›r. Ona, dünyâdaki ifller gibi ifl yaparlar. Ölen
– 88 –
kimsenin ise, vatan› y›k›l›r. Âh›rete göç eder. Ona âh›ret iflleri yaparlar. Bunun içindir ki, [Deylemînin “rahmetullahi aleyh” bildirdi¤i hadîs-i flerîfde], (‹nsan ölünce, k›yâmeti kopmufl olur) buyuruldu.
Sak›n, hayâlde hâs›l olan keflflere ve âlem-i misâlde görünen fleylere aldanarak,
(Ehl-i sünnet ve cemâ’at) f›rkas› âlimlerinin bildirdikleri i’tikâddan ayr›lmay›n›z!
Allahü teâlâ, o büyük âlimlerin çal›flmalar›na bol bol mükâfât versin! Rü’yâlara,
hayâllere aldanmay›n›z! Çünki, bu kurtulufl f›rkas›na uymad›kca, âh›retde azâblardan kurtulmak düflünülemez. K›yâmetde kurtulmak istiyenler, kendi görüfllerini b›rakarak, bu büyüklere uyma¤a canla baflla çal›flmal›d›r. [Ehl-i sünnet f›rkas› âlimlerinin bildirdikleri do¤ru i’tikâd› anlatan, her lisânda binlerce kitâb yaz›lm›fld›r. Arabî (Emâlî kasîdesi) ve bunun arabî flerhi olan (Nuhbe) kitâb› ve fârisî
(Türpüfltî risâlesi) meflhûrdur. Türkçe (Birgivî vas›yyetnâmesi) ve Hüseyn Hilmi
Ifl›k›n (Ehl-i sünnet kasîdesi) çok fâidelidir. Bu kasîde (Fâideli Bilgiler) ve (Cevâb
Veremedi) kitâblar›nda mevcûddur.] Habercinin vazîfesi, bildi¤ini söylemekdir. Yaz›n›zdaki gevflekli¤i görünce, hayâllerinize kap›larak, bu büyüklere uymak se’âdetinden ayr›lmak felâketine düflece¤inizden ve kendi keflflerinizin ak›nt›s›na kap›laca¤›n›zdan çok korkdum. Nefslerimizin kötülüklerinden ve ifllerimizin bozuklu¤undan Allahü teâlâya s›¤›n›r›z. fieytân, büyük düflman›m›zd›r. Do¤ru yoldan
kayd›r›p sapd›rmamas› için, çok uyan›k olmal›s›n›z! Ayr›l›k bir sene olmadan,
Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve sellem” sünnetine [ya’nî Ehl-i sünnet f›rkas› âlimlerinin gösterdikleri yola] uymak için yapd›¤›n›z titizlikler ve kurtuluflun, ancak o
büyüklerin yoluna sar›lmakda oldu¤unu gösteren çal›flmalar›n›z ne olmufl? Bunlar ne çabuk unutulmufl. Hayâllerinizin arkas›nda sürükleniyorsunuz. Sizinle buluflmam›z›n çok gecikece¤i anlafl›l›yor. Yaflay›fl›na öyle düzen vermelisin ki, kendini kurtarmak ümmîdi yok olmas›n! Yâ Rabbî! Bizlere merhamet et! ‹fllerimizin
iyi olmas›n› nasîb eyle! Do¤ru yolda bulunanlara bizden selâm olsun.
41 — DÖRDÜNCÜ C‹LD, 29. cu MEKTÛB
Bu mektûb Muhammed Ma’sûm “kuddise sirruh” taraf›ndan, mirzâ Ubeydüllah be¤e yaz›lm›fld›r. Nasîhatin lâz›m oldu¤unu, cihâd›n k›ymetini bildirmekdedir:
Ba’z›lar› zan eder ki, tesavvuf, kendi hâline bak›p, baflkas›na kar›flmamak,
kimseye iliflmemekdir. Bu, do¤ru de¤ildir ve dinde yara açma¤a sebeb olur. Böyle söyleyen, acabâ tesavvuf adam› ve tesavvufcu sözü deyince, kimleri hât›rl›yor?
E¤er, Ebû Bekr-i S›ddîka “rad›yallahü anh” ba¤lanan büyükleri demek istiyorsa, bu büyüklerin yolu, sünnet-i seniyyeye yap›flmak ve bid’atlerden kaçmak oldu¤u, kitâblar›nda yaz›l›d›r. Hâlbuki, (Emr-i ma’rûf) ve (Nehy-i münker) ve
(Bu¤d-› fillâh) ve (Cihâd-› fî sebîlillâh), Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” sünnetinden, belki islâmiyyetin vâciblerinden ve farzlar›ndand›r. O hâlde,
emr-i ma’rûfu terk etmek, bu büyüklerin yolunu terk etmek olur. Nitekim, bunlardan ‹mâm-› Muhammed Behâeddîn-i Buhârî “kuddise sirruh” (Bizim yolumuz
urve-i vüskâya yap›flmak, ya’nî Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve sellem” yolunda ve Onun Eshâb›n›n izinde gitmekdir) buyurdu. Bunun içindir ki, bu yolda az
bir ifl, büyük kazanç hâs›l ediyor. Bu yoldan ayr›lan, büyük tehlükelere düflüyor.
E¤er tesavvuf, emr-i ma’rûfu terk etmek olsayd›, tesavvufun reîslerinden olan Muhammed Behâeddîn-i Buhârî “kuddise sirruh” kendi hocas›, üstâd› olan Seyyid
Emîr Gilâl hazretlerine emr-i ma’rûfda bulunmazd›. Hocas›na kar›flmak edebe muhâlif iken, yine emr-i ma’rûf yapd› ve Buhârân›n âlimlerini toplayarak, Allahü teâlân›n ismini yüksek sesle tekrâr etmenin islâmiyyetde makbûl olmad›¤›n›, hepsinin huzûrunda isbât etdi ve hocas›na bundan vazgeçmesinin lüzûmunu bildirdi. Hocas› da, dîni güzel ve do¤ru söze âfl›k oldu¤undan, kabûl edip, terk eyledi.
Tesavvuf ehli, insan› necâta kavuflduracak ve helâke götürecek fleyleri bildirmek
– 89 –
için, binlerle kitâb yazd›. Bu çal›flmalar›, emr-i ma’rûf de¤ildir de nedir? Tesavvuf büyüklerinden hâce Mu’înüddîn-i Çefltîye hocas›, (Dostun yolu çok ince ve tehlükelidir. Herkese nasîhat et ve tehlükeyi bildir!) buyurmufldu. fieyh-i ekber
Muhyiddîn-i Arabî “kuddise sirruh” vahdet-i vücûdü dünyâya yayd›¤› hâlde, zemân›ndaki sôfîleri simâ’ ve raksdan ya’nî mûsikîden ve dans etmekden niçin
men’ ediyordu? Bir k›sm› itâ’at edip vazgeçdi. Bir ço¤u da dinlemedi, vazgeçmedi. Fekat, kabâhatlerini i’tirâf eder oldular. [(Hadîka)da ve Ehî Çelebî (Hediyye)
kitâb›nda buyuruyor ki, (Emr-i ma’rûf yapmak farzd›r. Ancak, münkere, fitneye
yol açan emr-i ma’rûfu yapmamak lâz›m olur).]
Gavs-i samedânî seyyid Abdülkâdir-i Geylânî “kuddise sirruh” (Gunyet-üt-tâlibîn) kitâb›nda, uzun uzad›ya emr-i ma’rûfu anlat›yor. Bir yerinde diyor ki: (Bir
kimse, bir günâh iflliyeni görüp de men’ edince, kendine zarar gelmek ihtimâli bulundu¤u zemân, acabâ men’ etmesi câiz olur mu? Bize kal›rsa olur. Hattâ çok k›ymetli olur. Allahü teâlâ için kâfirlerle cihâd etmek gibi sevâb verilir. Hele zâlim
hükûmet adamlar› elinden mazlûmu kurtarmak ve memleketi kâfirlik kaplad›¤› bir
zemânda îmân› izhâr için olunca, böyle zemânlarda, nehy-i münker yap›lmas›n› ulemâ da söylüyor) buyuruyor. Evliyân›n büyükleri, sôfiyyenin imâmlar›, emr-i
ma’rûfu ve nehy-i münkeri terk edici olsalard›, kitâblar›nda bunlar› yazarlar m› ve
bu derece mübâlega ederler mi idi? Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri buyuruyor ki:
Kur’ân-› kerîme ve hadîs-i flerîflere ve akla uygun fleylere (Ma’rûf), bunlara uym›yan fleylere (Münker) denir. [(Hadîka)da dil âfetlerini anlat›rken buyuruyor ki,
(Nass ile ve müctehidlerin sözbirli¤i ile yasak edilen fleylere (Münker) denir).] Bunun beheri iki k›smd›r. Birinci k›sm ma’rûf ve münkerler meydânda olup, âlim olan
ve olmayan bunlar› bilir. Befl vakt nemâz k›lmak, Ramezân-› flerîf ay›nda oruc tutmak, zekât vermek, hac etmek gibi fleylerin farz oldu¤u (Ma’rûf) ve zinâ, alkollü
içkilerin içilmesi, h›rs›zl›k, yankesicilik, fâiz al›p vermek, baflkas›n›n mal›n› gasb
etmek ve bunlar gibi fleylerin harâm oldu¤u (Münker)dir. Bunlar› her mü’minin
emr ve nehy etmesi lâz›md›r. ‹kinci k›sm›, yaln›z âlimler bilir. Allahü teâlâ için,
ne gibi fleylere ve nas›l inanmak lâz›m oldu¤u gibi. Bu k›smda olanlar›, âlimler emr
ve nehy eder. E¤er bir âlim, bunlar› bildirdi ise, âlim olmayan›n da, gücü yeterse,
bildirmesi câiz olur. Münkerin ikinci k›sm›, dahâ ziyâde îmânda, i’tikâdda olan bozukluklard›r. Her mü’minin Ehl-i sünnet i’tikâd›na yap›flmas›, bozuk îmândan, ya’nî
dalâletden, i’tikâdda bid’atden kaç›nmas› lâz›md›r. Din bilgilerinde âlim olm›yan
kimse, bid’at sâhibleri ile münâkafla etmemeli, onlardan uzaklaflmal›, selâm vermemelidir. Bayramlarda, sevinçli zemânlarda ziyâretlerine gitmemeli, cenâzelerine nemâz k›lmamal›, onlara ac›mamal›d›r. ‹’tikâdlar› bozuk oldu¤u için, onlar› sevmeme¤i ibâdet bilmelidir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir hadîs-i flerîfde, (Îmân›nda veyâ ibâdetinde bid’at, bozukluk bulunan bir kimseye, Allah için sert bakan›n kalbini, Allahü teâlâ îmânla doldurur ve korkudan korur) buyurdu.
[(Kenz-i mahfî)de diyor ki, (Cehl ve hayvâniyyet, ya’nî bid’at ve f›sk ço¤alan yerlerde oturmak nehy olundu. Dînini muhâfaza için hicret eden Cennet ile müjdelendi. Bir mahallede sâlih, ârif kimse kalmay›p, fesâd ve bid’at art›nca, baflka
mahalleye hicret etmek veyâ böyle bir flehrden baflka flehre hicret etmek vâcib olur.
Bütün flehrlerde, müslimânlara sald›r›l›yorsa, baflka islâm memleketine hicret
edilir. Böyle bir idâre yoksa, insan haklar›na riâyet edilen, ibâdet etmek serbest
olan bir memlekete yerleflmek lâz›m olur. ‹kinci k›sm, otuzsekizinci maddeye bak›n›z! Zîrâ onlar›n aras›nda bulunan, gelecek belâya ortak olur. Enfâl sûresinin yirmibeflinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Zulm edenlere ve etmiyenlere birlikde
gelen fitne ve belâdan korkunuz, sak›n›n›z) buyuruldu.)]
Tesavvuf büyüklerinden Fudayl bin Iyâd “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Bid’at söyleyenleri ve yapanlar› sevenlerin ibâdetlerini, Allahü teâlâ kabûl etmez ve kalb– 90 –
lerinden îmânlar›n› ç›kar›r. Bid’at sâhibini sevmeyenin ibâdeti az olsa da, Allahü
teâlân›n bunu afv buyurmas›n› ümmîd ederim. Yolda bid’at sâhibine karfl› gelirsen, yolunu de¤ifldir) ve (Süfyân bin Uyeyneden iflitdim, buyurdu ki, bid’at sâhibinin cenâzesinde bulunan kimseye cenâzeden ayr›l›ncaya kadar, Allahü teâlâ gazab eder) buyurdu. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Bir kimse, bir
bid’at meydâna ç›karsa veyâ bir bid’ati ifllese, Allahü teâlân›n ve meleklerin ve bütün insanlar›n la’neti, onun üzerine olsun. Onun ne farzlar›, ne de, nâfile ibâdetleri kabûl olmaz) buyurdu. Abdülkâdir-i Geylânînin sözü burada temâm oldu.
Sôfiyye-i kirâm›n yolu kimseye kar›flmamak olsayd›, bunlar›n birisi (Sôfiyye aras›ndan nikâr kalk›nca bunlarda hayr kalmaz) buyurmazd›. fieyh-ul islâm Hirevî Abdüllah Ensârî buyurdu ki, (Sôfiyye aras›nda emr-i ma’rûfa ve nehy-i münkere nikâr denir). [Nikâr kalk›nca diyen, Ebül-Hasen Alî bin Muhammed Müzeyyen
oldu¤u, (Nefehât)de Ebû Sa’îd-i Harrâz anlat›l›rken yaz›l›d›r.] Sôfiyye-i aliyyeye
bu sûretle iftirâ eden, düflünmüyor mu ki, Kur’ân-› kerîm ve hadîs-i flerîfler, k›yâmetdeki sevâblar ve azâblarla doludur. Günâh iflliyenlere hâz›rland›¤› bildirilen fliddetli azâblara inanan kimse, din kardeflini bu tehlükeden kurtarmak istemez mi?
Ona, elîm azâbdan kurtulmak yolunu göstermez mi? Bir a’mân›n yolunda kuyu veyâ atefl bulunursa, yâhud bir kimse, baflka bir dünyâ tehlükesine düflerse, bunlar
elbette bu kimseye bildirir ve kurtulufl yolunu gösterir. Kendi hâline b›rakmazlar.
O hâlde, dahâ elîm ve fliddetli ve sonsuz olan âh›ret azâb›n› niçin bildirmesinler ve
kurtulufl yolunu göstermesinler? Bildirmeyen ve göstermeyen, âh›ret azâb›n› kabûl etmiyor, inanm›yor ve k›yâmet gününe îmân etmiyor demekdir.
Allahü teâlâ, kimseye kar›fl›lmamas›n› sevseydi, Peygamberleri göndermez,
dinleri bildirmez, insanlar› islâm dînine da’vet etmez ve di¤er dinlerin yanl›fl, bozuk oldu¤unu haber vermezdi ve geçmifl Peygamberlere inanmayanlar› azâblarla
helâk eylemezdi. Herkesi kendi hâline b›rak›r, kimseye birfley emr etmez ve inanmayanlara azâb yapmazd›. Allahü teâlâ, müslimânlara [ya’nî islâm devletine, insanlar›n islâmiyyeti iflitmelerine, müslimân olmalar›na mâni’ olan] kâfirler ile cihâd etme¤i niçin emr eyledi? Hâlbuki, cihâdda kâfirler için eziyyet ve ölüm oldu¤u gibi, müslimânlara da vard›r. Kur’ân-› kerîmde ve hadîs-i flerîflerde cihâd için
ve cihâd eden devletler için ve flehîdler için fazîletler, meziyyetler ne sebebden bildirildi? ‹slâm düflmanl›¤› yapan zâlim krallara sald›rmak, onlara s›k›nt› vermek ve
Allahü teâlân›n bu mahlûklar›n› harâb etmek, niçin emr olundu? Nitekim insana,
kendi nefsine düflmanl›k etmesini ve nefslerin, Allahü teâlâya düflman oldu¤unu
bildirdi ve nefs ile cihâd etme¤e cihâd-› ekber ismini verdi ve Allahü teâlâ neden
r›zâs›n› ve yak›nl›¤›n› bu cihâda ba¤lad›? Allahü teâlâ, niçin nefsleri kendi bafl›na b›rakmad›? Demek ki bunlar, Allahü teâlân›n düflmanlar›d›r. Allahü teâlâ,
düflmanlar›ndan intikâm al›nmas›n› istemekdedir. Allahü teâlâ nihâyetsiz merhametinden dolay›, evvelâ Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” sonra
bunlar›n yerine, Evliyây› ve Ulemây› da’vetci gönderdi. Bunlar›n dilleri ve kalemleri ile sevâblar›n› ve azâblar›n› bildirerek, özre ve behâneye yol b›rakmad›. Allahü teâlân›n irâdesini ve âdetini kimse de¤ifldiremez. Hakîkati bilmeyenlerin ve
görmiyenlerin sözü ile, nizâm-› âlem bozulmaz. Allahü teâlâ, isteseydi, herkesi do¤ru yola hidâyet eder, Cennete sokard›. Fekat, ezelde Cehennemi insanla ve cinle
doldurmak istedi. Allahü teâlân›n büyüklü¤ünü anlayabilen bir kimse, Ona sebebini soramaz.
Korkusundan Ona kim a¤›z açabilir;
Teslîm olmakdan baflka ne yap›labilir?
Peygambere “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi’ olan, insanlar› da’vet etmekde
ve emr-i ma’rûf, nehy-i münker etmekde de tâbi’ olur. Bunlar› yapmayan, Ona tâbi’ olmufl de¤ildir. Azg›n kâfirler, Allahü teâlân›n düflman› olmasayd›, (Bu¤d-› fil– 91 –
lâh) farz olmazd›. ‹nsan› Allahü teâlâya yaklafld›ran fleylerin birincisi olmazd›. Îmân›n temâmlay›c›s› olmazd›. Vilâyetin ele geçmesine ve Allahü teâlân›n r›zâs›n›n ve
hubbunun husûlüne sebeb olmazd›. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”
(‹bâdetlerin efdali, müslimânlar› müslimân olduklar› için sevmek, kâfirleri, kâfir
olduklar› için, sevmemekdir) buyurdu. Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma, (Benim
için ne iflledin) diye sordukda, (Yâ Rabbî! Senin için nemâz k›ld›m, oruc tutdum,
zekât verdim, ismini çok zikr etdim) deyince, (Yâ Mûsâ, nemâzlar›n sana burhând›r. Oruclar›n Cehennemden siperdir. Zekât k›yâmet gününün s›cakl›¤›ndan koruyan gölgedir. ‹smimi söylemen de, kabr ve k›yâmet karanl›¤›nda seni ayd›nlatan
nûrdur. Ya’nî bunlar›n fâideleri hep sanad›r. Benim için ne yapd›n?) buyurdukda,
Mûsâ “aleyhisselâm”, (Yâ Rabbî! Senin için olan ameli bana bildir!) diye yalvard›. Cenâb-› Hak: (Yâ Mûsâ! Dostlar›m› benim için sevdin mi ve düflmanlar›ma benim için düflmanl›k etdin mi?) meâlindeki âyet-i kerîme ile cevâb verdi. Mûsâ “aleyhisselâm” da, Allah için amelin, (Hubb-i fillâh) ve (Bu¤d-› fillâh) oldu¤unu anlad›.
Muhabbet, sevgilinin dostlar›n› sevme¤i, düflmanlar›na düflmanl›k etme¤i îcâb
eder. Bu sevgi ve düflmanl›k, sâd›k olan âfl›klar›n elinde ve irâdesinde de¤ildir. Çal›flmaks›z›n, zahmet çekmeksizin kendili¤inden hâs›l olur. Dostun dostlar› güzel görünür ve düflmanlar› çirkin ve fenâ görünür. Dünyân›n güzel görünüfllerine kap›lanlara hâs›l olan muhabbet de, bunu îcâb etdiriyor. Seviyorum diyen bir kimse,
sevgilisinin düflmanlar›ndan kesilmedikce sözünün eri say›lmaz. Buna münâf›k,
ya’nî yalanc› denir. fieyh-ul-islâm Abdüllah-i Ensârî “kuddise sirruh” buyuruyor
ki, (Ebül-Hüseyn bin Sem’ûn, bir gün hocam Husrîyi incitmifldi. O ândan beri, kalbimde ona karfl› so¤ukluk duyuyorum). Büyüklerin meflhûr olan, (Üstâd›n› incitene dar›lmaz, gücenmez isen, köpek senden dahâ iyidir) sözünü burada hât›rlatmak yerinde olur. Muhabbetin bu iki flart›, Kur’ân-› kerîmde ve hadîs-i flerîfde bildirilmekdedir. [Arzû edenler, yirmidokuzuncu mektûbun Fârisî olan asl›na veyâ
Arabî ve Türkî tercemelerine mürâce’at buyursun.] Bu âyet-i kerîmelerden anlafl›ld›¤›na göre, Allahü teâlân›n düflmanlar›n› sevmek, insan› Allahü teâlâdan uzaklafld›r›r. Teberrî etmedikce, tevellî olmaz. Ya’nî uzaklaflmad›kça, dostluk olmaz. Fekat bu, ba’z›lar›n›n yapd›¤› gibi, insan›, Eshâb-› kirâm› sevmemek yoluna sapd›rmamal›d›r. Çünki, düflmanl›k, düflmanlara olacakd›r. Bunlar›n zan etdi¤i gibi,
dostlara düflmanl›k merdûddur. Sahâbe-i kirâm›n hepsi, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrlar›na ve sohbetlerine ve kalbe, rûha flifâ olan mubârek nazarlar›na kavuflmakla flereflendiklerinden birbirlerini sever, kâfirlere düflmanl›k ederdi. Hepsi Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve sellem” sevgilileri idi.
Bunlardan birine bile düflmanl›k, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” muhabbetin flart› olabilir mi? Böyle söyliyenler, sevgi yerine düflmanl›klar›n› bildirmifl olmuyor mu?
Süâl: Evliyâ-i kirâmdan “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” (vahdet-i vücûd)
vard›r diyenler, bu dünyâda herfley, Allahü teâlây› gösteren birer aynad›r. Hepsinde, Hak teâlân›n kemâl s›fatlar›ndan baflka, birfley görünmüyor. O hâlde, herfleyi iyi bilmek, herfleyi sevmek, hiçbir fleyi fenâ görmemek lâz›m gelmez mi? Nitekim,
Mutlak fenâl›k yokdur cihânda.
demifllerdir. [Felemenkli felesof Spinozan›n panteizm felsefesi, müslimânlar›n
vahdet-i vücûd kitâblar›ndan kopyad›r.]
Cevâb: Kâfirleri sevmemek, onlara kalb ile düflmanl›k etmek ve harbîlere sert
davranmak ve onlarla muhârebe etmek, Kur’ân-› kerîmde, aç›k olarak emr edilmifldir. Bunda flübheye imkân yokdur. Kâfirlerin asl› ne olursa olsun, bizlere
Kur’ân-› kerîme tâbi’ olmak farzd›r ve zarûrîdir. Bizim iflimiz nass iledir, fuss ile
– 92 –
de¤ildir. [Ya’nî Kur’ân-› kerîm ve hadîs-i flerîfler iledir. Evliyân›n kitâb› ile de¤ildir. Meselâ Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin (Füsûs) kitâb›nda bildirdi¤i, nassa muhâlif keflfleri bize sened olamaz.] K›yâmetde Cehennemden kurtulufl, se’âdet-i ebediyyeye kavuflmak, nassa ba¤l›d›r. Fussa ba¤l› de¤ildir. Hayâller, rü’yâlar, Evliyân›n kalblerine do¤an keflfler ve ilhâmlar, nass yerine geçemez. Keflfi, ilhâm› hatâl› olanlar, kendilerini nassa uydurma¤a ve vicdân ve keflflerine uymasa dahî nass
ile amel etme¤e mecbûrdur. Bunlar, do¤ru keflflerin hâs›l olmas› için ve kalb gözlerinin, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vesselâm”, ayaklar›n›n tozlar› ile
sürmelenmesi için Allahü teâlâya durmadan, yalvarmal›d›r. fiunu da söyleyelim ki,
vahdet-i vücûd tan›yan Evliyâ, mevcûdât› mertebelere ay›r›yor. Her mertebenin
hâli ve hükmü baflka baflkad›r diyor. ‹slâmiyyetin esâs› olan kesret, ya’nî çokluk
ahkâm›n› elden b›rakm›yor. Bunu terk etme¤i, ilhâd ve z›nd›kl›k, ya’nî müslimânl›kdan ayr›lmak biliyorlar. Emr-i ma’rûf yapmak ve fâs›klar› ve kâfirleri fenâ
bilmek, di¤er ahkâm-› islâmiyye gibi, kesret ahkâm› oldu¤undan, bunlar› terk
edenleri, (mülhid) ve (z›nd›k) bilmifl oluyorlar. Mutlak fenâl›k yokdur diyenlerin
de, nisbî [bir bak›mdan] fenâl›k vard›r demesi lâz›md›r. Kâfirleri fenâ bilmekdeki ve onlardan uzaklaflmakdaki nisbî fenâl›k kâfîdir.
Vahdet-i vücûd tan›yanlar, zehr yimiyor. Baflkalar›n›n yimesine de mâni’ oluyor.
Akrebi, y›lan› öldürüyor ve baflkalar›na, bunlardan korkmalar›n› ve sak›nmalar›n› söylüyorlar. Kendilerine itâ’at edenleri be¤enip, dinlemeyenleri, karfl› gelenleri sevmiyorlar. Vahdet-i vücûd sâhiblerinin büyüklerinden, Celâleddîn-i Rûmî
“kuddise sirruh” (Mesnevî)de:
Bu söze inanmayan›, flu ânda,
görüyorum, bafl afla¤› Cehennemde.
buyuruyor. Bu büyükler, tatl› yemekleri, lezîz flerbetleri, nefîs kumafllar›, hazîn sesleri, nazîf kokular›, latîf manzaralar›, melîh sûretleri, tats›zlar›ndan, çirkinlerinden
dahâ çok istiyor ve seviyorlar. Kendilerine yak›n olanlar› gözetiyor, bunlar› himâye ediyor, kendilerini ve bunlar› tehlükelerden koruyor, fâideli fleyleri çekip, zararl› fleylerden kaç›n›yorlar. ‹htiyâclar›n› elde etme¤e u¤rafl›yorlar. Çocuklar›n› terbiye ediyorlar. Mühim ifllerinde birbirlerine dan›fl›yor ve k›zlar›n› ve âilelerini aç›k
gezdirmeyip, yabanc›lar›n bunlara yaklaflmas›na müsâ’ade etmiyorlar. Çocuklar›n› fenâ arkadafllardan koruyorlar. Zâlimlere ve düflmanlar›na cezâlar›n› veriyor ve
hastalar›n› zararl› g›dâlardan perhîz ediyorlar. Bunlar, vahdet-i vücûd mudur? Yoksa kesret-i vücûd mu? O hâlde, bu alçak dünyâ ifllerinde, kesret ahkâm›na riâyeti terk etmek mubâh oldu¤u hâlde, bunlar› gözetip de, âh›ret ifllerinde bu ahkâma
riâyet farz oldu¤u hâlde, terk etmek ve vahdet-i vücûd hîlesi ile, kulluk vazîfelerinden kurtulmak istemek, insâfa yak›fl›r m› ve akla uygun olur mu? Bunun sebebi, ahkâm-› ilâhiyyeye inanmamak ve Peygamberlere i’tikâd etmemekdir ve k›yâmete ve k›yâmetdeki azâblara ve ni’metlere îmâns›zl›kd›r. Vahdet-i vücûd tan›yanlardan, hâlleri do¤ru olanlar›n, dinlerindeki kuvvet, ifllerinin ahkâm-› islâmiyyeye uygunlu¤u, kitâblarda uzun uzad›ya yaz›l›d›r. Pederim ve üstâd›m, sebeb-i hayât›m ve se’âdetim abdestde, tahâretde ve nemâzda pek ziyâde dikkat ve edeblere riâyet ederdi ve (Bunlar›, babamdan görerek ö¤rendim. Herbir edebe, bütün incelikleri ile riâyeti, kitâblardan ö¤renmek kolay de¤ildir) buyururdu. Babalar›, ya’nî
bu fakîrin dedesi, vahdet-i vücûd sâhibi ve (Füsûs) kitâb›n›n ma’rifetlerinde, efli
bulunmayan bir ârif iken, ahkâm-› islâmiyyeyi gözetmesi, fevkal’âde çok idi. Kendileri bu davran›fl›, üstâd› Rükneddîn-i Çefltî hazretlerinin hareketlerinden görerek ö¤rendiklerini, onun ise, vahdet-i vücûd Evliyâs›n›n büyüklerinden oldu¤u ve
hâl ve keflflerine ma¤lûb oldu¤u hâlde, ahkâm-› islâmiyyeye yap›flmakda ferd-i kâmil idi¤i, herkesce ma’lûm idi, buyururlard›. Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri vahdet-i vücûde mâil olduklar› hâlde, ahkâm-› islâmiyyeye yap›flmakda ve islâmiyyeti yaymakda, misli yok idi. Çok def’a buyururdu ki, (E¤er ben fleyhlik etseydim,
– 93 –
hiç bir fleyh, kendisine talebe bulamazd›. Fekat, fleyh olmak için de¤il, dîni, islâmiyyeti yaymak için emr olundum). fieyh-i ekber Muhyiddîn-i Arabî, hadîs ilminde sâhib-i isnâd ve f›kh ilminde ictihâd makâm›nda idi. Buyurur idi ki, (Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Hesâba çekilmeden evvel, hesâb›n›z›
görünüz) emrleri ile, ba’z› meflây›h, hergün ve her gece yapd›klar› ifllerden kendilerini hesâba çekiyor. Ben, hesâbda onlar› geçdim ve ifllediklerimle berâber, düflündüklerimde de, hesâb›m› görüyorum). Vahdet-i vücûdun kurucusu ve reîsi gibi
olan, Sultân-ül-ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî ve Seyyidüttâife Cüneyd-i Ba¤dâdî, tepeden t›rna¤a kadar, islâmiyyete uymufl idiler. Bâyezîd nemâz k›larken gö¤üs kemiklerinin h›r›lt›s› iflitilirdi. Hallâc-› Mansûrun sözlerini herkes iflitmifldir. Bununla berâber, her gece gündüzde bin rek’at nemâz k›lard› ve i’dâm olundu¤u günün gecesinde beflyüz rek’at k›lm›fld›. [(Ma’rifetnâme) de diyor ki, (Evliyân›n iki alâmeti vard›r: Etta’zîm-ü li-emrillah veflflefakatü li-halk›llah. Ya’nî, Allahü teâlân›n emrlerine ta’zîm ve hurmet ve mahlûklar›na flefkatdir).]
Ne kadar flafl›l›r ki, kimseye kar›flmamal›, vicdânlara tecâvüz etmemeli diyenlerden ba’z›lar›, her biri baflka yola sapm›fl bulunan Yehûdî, Cûkiyye, Berehmen, Mülhid, Z›nd›k, Ermeni, [Mason] ve mürted kâfirleri ile iyi görüflüyor ve sevifliyorlar
da, Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve sellem” sünnetine, ya’nî yoluna yap›flan
Ehl-i sünnet vel-cemâ’ate mürteci’, gerici ve yobaz diyor ve (Cehennemden kurtulacak yaln›z bunlard›r) diye müjdelenen ve (Benim ve Eshâb›m›n yolunda yürüyenler yaln›z bunlard›r) diye medh-u senâya mazhar olan bu hakîkî müslimânlara düflmanl›k ediyorlar. Kâfirler ile sulh ve dostluk edip, bu do¤ru müslimânlar› incitmekden ve bunlar› tahkîr ve yok etmekden zevk al›yorlar. Âlemlere rahmet olan
Muhammed aleyhisselâm›n izinde gidenlere düflmanl›k, Kur’ân-› kerîmde adâvetle emr olunan kâfirlere dostluk, nas›l vahdet-i vücûddur ve nas›l berâberlikdir? Bu
düpedüz kâfirlik ve islâm düflmanl›¤› de¤il midir? [Alt›nc› cildde 55. ci mektûba bak›n›z! Bu mektûbun tercemesi (Hak Sözün Vesîkalar›) kitâb›m›za ilâve edilmifldir.]
Peygamberlerin, Eshâb-› kirâm›n, Tâbi’înin ve Selef-i sâlihînin “rad›yallahü anhüm ecma’în” hepsi, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapmak için ne kadar u¤rafld›. Bu yolda ne kadar eziyyetlere ve cefâlara katland›lar. Kimseye kar›flmamak dînimizde iyi olsayd›, kalbin bir günâh› inkâr etmesi, îmân›n alâmeti buyurulmazd›.
Nitekim, hadîs-i flerîfde, (Günâh iflleyeni, eliniz ile men’ ediniz, buna kuvvetiniz
yetmezse, söz ile mâni’ olunuz. Bunu da yapamaz iseniz, kalbiniz ile be¤enmeyiniz! Bu ise, îmân›n en afla¤›s›d›r) buyuruldu. Emr-i ma’rûf yapmamak iyi olsayd›,
günâh iflleyen bir kavm helâk olurken, bunlara emr-i ma’rûf yapmayan âbid de, birlikde helâk olmazd›. Nitekim, bir hadîs-i flerîfde, (Allahü teâlâ, Cebrâîl aleyhisselâma, filân flehri yerin dibine geçir, diye emr etdi. Cebrâîl, yâ Rabbî! Bu flehrdeki
filânca kulun sana bir ân ›syân etmedi. Hep itâ’at ve ibâdet ediyor deyince, onu da
berâber geçir! Zîrâ günâh iflleyenleri görünce, bir kerrecik yüzünü de¤ifldirmedi)
buyuruldu.
Süâl: Mâide sûresi, yüzsekizinci âyet-i kerîmesinde meâlen; (Ey îmân eden
kullar›m! Kendinize dikkat ediniz! Do¤ru yolu bulursan›z, baflkas›n›n sap›tmas› size zarar vermez) buyurulmakdad›r. Burada, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapma¤a müsâ’ade edilmiyor denirse?
Cevâb: Buradaki do¤ru yolu bulmak için, emr-i ma’rûf ve nehy-i münkeri de yapmak lâz›md›r. Ya’nî âyet-i kerîmede meâlen; (Ey mü’min kullar›m! Emr etdi¤im
iflleri, ibâdetleri yapar ve emr-i ma’rûf ve nehy-i münker eder iseniz, baflkalar›n›n
yoldan ç›kmas›, size zarar vermez) buyurulmakdad›r. Bu âyet-i kerîmenin, ne zemân ve ne için geldi¤i ve bundan sonra emr-i ma’rûf ve nehy-i münker hakk›nda,
nice âyet-i kerîme ve hadîs-i flerîfler emr buyuruldu¤u, kitâblarda yaz›l›d›r.
Süâl: Emr-i ma’rûf ve nehy-i münker ve kâfirler ile cihâd, Peygamberlerin yoludur. Evliyân›n yolu, vicdânlara dokunmamak, kimseye kar›flmamak de¤il midir?
– 94 –
Cevâb: Bunlar nass ile farzd›r. Farzlar herkes içindir. Ba’z› kimselere mahsûs de¤ildir. Farzlar› yapmakda, Peygamberler, Evliyâ, âlimler ve câhiller müsâvîdir. Tekrâr söyliyelim ki, Cehennemden kurtulmak ve se’âdet-i ebediyyeye kavuflmak,
Peygamberlere tâbi’ olma¤a ba¤l›d›r. Evliyân›n vilâyetden, muhabbetden, ma’rifetden ve kurb-i ilâhîden ellerine her ne geçerse, bunlar› Peygamberlere tâbi’ ve tufeyl
olmak sâyesinde kazan›rlar. Bu yolun gayr›s› dalâlet yoludur, fleytânlar›n yoludur.
Abdüllah ibni Mes’ûd “rad›yallahü anhümâ”, buyuruyor ki, birgün Peygamber
“sallallahü aleyhi ve sellem” bize bir do¤ru çizgi çizdi ve (Bu, insan› Allahü teâlân›n r›zâs›na kavuflduran do¤ru yoldur) buyurdu. Sonra, bu hatt›n iki taraf›na, bal›k
k›l盤› gibi, e¤ik çizgiler çizip, (Bunlar da, fleytânlar›n sapd›rd›¤› yollard›r) buyurdu.
O hâlde, bir kimse, Peygamberlere tâbi’ olmadan, do¤ru yolda yürümek isterse, muhakkak i¤ri yola sapar. E¤er eline bir fleyler geçerse, istidrâcd›r. Ya’nî, sonu zarar ve
ziyând›r. Ubeydüllah-i Ahrâr “kuddise sirruh” buyurdu ki, (Kalbe gelen bütün
keflfleri, hâlleri bize verseler, fekat kalbimizi Ehl-i sünnet i’tikâd› ile süslemeseler,
kendimi mahv olmufl ve hâlimi harâb bilirim. Bütün harâbl›klar›, felâketleri üzerime y›¤salar, lâkin kalbimi Ehl-i sünnet vel-cemâ’at i’tikâd› ile flereflendirseler, hiç
üzülmem). Evliyâya hâs›l olan hâller, keflfler, e¤er Peygamberimize “sallallahü
aleyhi ve sellem” tâbi’ olmakla berâber ise, nûr üstüne nûr olur ve islâmiyyetin incelikleri, esrâr› hâs›l olma¤a bafllar. Sahâbe-i kirâm›n hepsi “rad›yallahü teâlâ anhüm ecma’în” ve Selef-i sâlihîn ve Meflây›h-› müstakîm-ül ahvâl, böyle idi. Tesavvufda, nübüvvet yolu ve vilâyet yolu diye ayr›lan iki yol, hakîkatde islâmiyyetin gösterdi¤i tek bir yoldur. Zîrâ her ikisi de, insan› Peygambere “sallallahü aleyhi ve sellem” tâbi’ olmak flart› ile erdiriyor. Bunun gibi, Allahü teâlân›n r›zâs›na, ma’rifetine götüren yollar, mahlûklar›n nefesleri kadard›r, sözü de do¤rudur. Çünki, her hayâli, asl›na kavuflduran bir yol vard›r ve her mahlûkun (Ayn-› sâbite)si, ya’nî (Mebde-i te’ayyün)ü, ya’nî yarat›lmas›na ve vücûdda kalmas›na vâs›ta olan ism-i ilâhî baflkad›r. Bu yollar›n hepsinden vâs›l olmak, ahkâm-› islâmiyyeyi yapma¤a ba¤l›d›r. ‹slâmiyyetden ayr›lan, yolda kal›r veyâ yoldan ç›kar. O hâlde, bütün yollar›n bafllang›c› islâmiyyetdir. Ya’nî islâmiyyet, bir a¤ac›n gövdesine benzer. Bütün tarîkatler,
ya’nî yollar, bu a¤ac›n dallar›, damarlar›, filizleri, yapraklar› ve çiçekleri gibidir.
[Emr-i ma’rûf iki sûret ile yap›l›r: Birincisi, söz, yaz› ve her nev’ yay›n vâs›tas›
iledir. Bunu yaparken, bilgi az ise ve flahsa, âdetlere, kanûnlara dikkat ve ri’âyet
edilmezse, fitneye sebeb olabilir. ‹kinci yol, hâl ile, islâm›n güzel ahlâk›na uyarak,
nümûne olmakd›r. Herkese tatl› dil, güler yüz göstermek, kimseyi incitmemek, kimsenin mal›na, ›rz›na göz dikmemek, kanûnlara uymak, vergilerini, borçlar›n› ödemek, en te’sîrli, en fâideli nasîhat yapmak olur. Bunun içindir ki, (lisân-› hâl, lisân-› kalden entakd›r) demifllerdir. Görülüyor ki, islâm›n güzel ahlâk›na uygun yaflamak, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapman›n en güzel yoludur. Mühim bir farz› yapmakd›r. ‹bâdet etmekdir. Tesavvuf, insan›, Rabbine yapd›¤› ibâdetlerde lâz›m olan ihlâsa ve insanlara karfl› lâz›m olan güzel ahlâka kavuflduran yoldur. ‹nsana bu yolu Mürflid-i kâmil ö¤retir. Her ilmin mütehass›slar› vard›r. ‹nsan, bir ilmi, bunun mütehass›s›ndan ö¤renir. Tesavvuf ilminin mütehass›s›, ‹nsân-› kâmildir. Baflka ilmlerin mütehass›slar›na kâmil denmez.]
Hudâ Rabbim, nebîm hakkâ Muhammeddir Resûlullah,
hem islâm dînidir dînim, kitâb›md›r kelâmullah.
Akâidde, ehl-i sünnet oldu mezhebim, hamdolsun,
amelde, Ebû Hanîfe mezhebi, mezhebim vallah.
Dahî zürriyyetiyim Âdem aleyhisselâm›n hem,
Halîlin milletiyim, dahî k›blem Kâ’be, Beytullah.
Hep eshâb-› güzîn, tâbi’în ve müctehidlerin,
nekim var ehl-i sünnet vel-cemâ’at, cümle ehlullah.
– 95 –
42 — ‹K‹NC‹ C‹LD, 81. ci MEKTÛB
Bu mektûb Muhammed Murâda gönderilmifl olup, nasîhat vermekde ve vera’
ile takvây› övmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçip be¤endi¤i kimselere selâm olsun! K›ymetli dostlar›m›n, dünyân›n yald›zl›, süslü günâhlar›na aldanm›fl olmas›ndan korkuyorum. Bunlar›n güzel ve tatl› görünüfllerine, çocuklar gibi kap›lacaklar›n› düflünerek üzülüyorum. ‹blîs mel’ûnunun [ve insan fleytânlar›n›n] dürtmesi ile, mubâhlardan flübhelilere, flübhelilerden harâmlara kaymalar›ndan ve sâhibine karfl›
mahcûb ve utanacak hâle düfleceklerinden çok s›k›l›yorum. Tevbe ve isti¤fâr devâml› olmak lâz›md›r. Harâmlar› ve flübheli fleyleri, öldürücü zehr bilmelidir. Nazm:
Sana söyliyecek sözüm hep fludur,
ki, çocuksun ve ev çok süslüdür.
Allahü teâlâ lutf ederek, kerem ederek, ac›yarak, kullar›na çok fleyleri mubâh etmifl, izn vermifldir. Rûhu hasta, kalbi bozuk oldu¤u için, mubâhlarla doymay›p, bitmez tükenmez mubâhlar› b›rakarak, ahkâm-› islâmiyyenin hudûdundan d›flar› taflanlar, flübheli ve harâmlara uzananlar, ne kadar bedbaht ve zevall›d›r. Ahkâm-› islâmiyyenin hudûdunu gözetmek, buradan d›flar› taflmamak lâz›md›r. Âdet üzere, al›flkanl›k ile nemâz k›lan ve oruc tutan çokdur. Fekat, ahkâm-› islâmiyyenin hudûdunu gözeten, harâm ve flübhelilere düflmeme¤e dikkat eden pek azd›r. Do¤ru ve hâlis ibâdet edenleri, âdet üzere, bozuk ibâdet edenlerden ay›ran fark, Allahü teâlân›n emrlerini gözetmekdir. Çünki, nemâz ve orucun hâlisi de, bozu¤u da görünüflde berâberdir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Dîninizin
dire¤i, temeli vera’d›r). Bir hadîs-i flerîfde, (Hiçbir fley vera’ gibi olamaz) buyurdu.
[‹bni Âbidîn, imâml›¤›n flartlar›nda buyuruyor ki, (fiübhelilerden sak›nma¤a,
ya’nî flübhelilerden ittikâya (Vera’) denir. Harâmlardan sak›nma¤a, (Takvâ) denir. fiübheli olmak korkusu ile mubâhlar›n ço¤unu terk etme¤e de (Zühd) denir).
(Hadîka) sonunda diyor ki, (Zemân›m›zda vera’ ve takvâ sâhibi olmak güçlefldi.
fiimdi, kalbini ve dilini ve a’zây› harâmlardan koruyan ve insanlara, hayvanlara haks›z olarak zulm etmiyen ve ücretsiz olarak bir ifl yapd›rm›yan ve herkesin elindekini onun halâl mülkü bilen kimse, takvâ sâhibi olur. Bir kimsenin elindeki mal›n
gasb edilmifl, çal›nm›fl, fâiz [kumar, rüflvet], zulm, h›yânet ile al›nm›fl harâm mal›n
kendisi oldu¤u bilinmedikce, mallar›n› bu yollardan edinmekde oldu¤u bilinse dahî, elindeki bu mal›n onun halâl mülkü oldu¤unu kabûl etmek lâz›md›r. Bunu verince, mülk-i habîs ise de, almak câiz olur. Verilenin harâm mal oldu¤u bilinirse,
bunu ondan hiç bir sûretle almak câiz olmaz. Çeflidli kimselerden ald›¤› harâm mallar› birbirleri ile veyâ kendi halâl mal› ile, yâhud kendinde emânet bulunan mallar ile kar›fld›r›rsa ve bunlar› birbirlerinden kolayca ay›ramazsa, bu kar›fl›mlar, kendi mülkü olur. Bu kar›fl›mlara (mülk-i habîs) denir. Harâm mallar› ay›rabilirse kendilerini, sâhiblerine veyâ bunlar›n vârislerine vermesi, ay›ramaz ise, tazmîn etmesi lâz›m olur. Tazmîn etmek, kendi halâl zekât mal›ndan onlar›n mislini, misline mâlik de¤ilse, gasb etdi¤i gündeki k›ymetini ödemekle olur. Tazmîn etmeden evvel,
habîs mal› kullanmak câiz olmad›¤› için, tam mülk de¤ildir. Tam mülk olmayan mal›n zekât› verilmez. Tazmînden sonra, habîs kar›fl›m› kullanmas› mubâh olur [Ve
zekât›n› vermesi lâz›m olur. Sâhibini bildi¤i hâlde, tazmîn etmeden evvel kullanamaz ve sadaka ve hediyye veremez ve zekât nisâb›na katmas› lâz›m olmaz. Sâhiblerini, vârislerini bilmiyorsa, mâl-› harâm›n ve habîs kar›fl›m›n hepsini sadaka
vermesi vâcib olur. Sâhibi sonra zuhûr ederse, kendisine tazmîn etmesi de lâz›m
olur.]. Harâm mal›, bey’, hediyye, kirâ, âriyyet, borc ödemek ve baflka sûretlerle
bir kimseye verirse, habîs mal›n kendisi oldu¤unu bilenin, bunu almas› câiz olmaz.
Sadaka olarak verdi¤i fakîr, harâm mal› kendisine hediyye ederse, bunu kendisi
de kullanabilir. Sâhibi bilinen habîs mal› da, sadaka ve hibe olarak almak câiz ol– 96 –
mad›¤› gibi, bey’ ve icâre gibi yollar ile almak da câiz de¤ildir. Bu yollar ile halâl
hâle dönmez. Eline, sâhibi bilinen harâm mal, meselâ para geçen, bunu sâhibine
vermeli, sâhibi bilinmiyorsa, fakîre sadaka vermelidir. Baflka yere vermesi günâh
olur. Bu mal› almak, fakîrlerden baflka kimseye câiz olmaz. Yaln›z vârisin, harâm
mal oldu¤unu bildi¤i hâlde, mîrâs› almas› câiz olur, denildi. Yetmiflsekizinci madde bafl›na bak›n›z! Bey’ ve flirâda kolayl›k olmak için, imâm-› Kerhînin kavli ile fetvâ verilmifldir. fiöyle ki, bir sat›flda semen [para] gösterilmeden akd yap›l›p da, semen olarak harâm oldu¤u bilinen fley verilirse, bu fley karfl›l›¤› al›nan mebî’ halâl
ve tîb olur. Fekat, harâm oldu¤u bilinen veyâ kendinde vedî’a [emânet] bulunan
fley, semen olarak gösterilerek söz kesilir ve bu semen verilirse, sat›n al›nan mebî’, harâm olur. Harâm semene iflâret edip, baflka fleyi verirse veyâ baflka semene
iflâret edip, harâm semeni verirse, mebî’ harâm ve habîs olmaz.) (‹bni Âbidîn) “rahmetullahi teâlâ aleyh”, gasb› anlat›rken diyor ki, (Gasb, bir kimsenin mal›n› zor
ile almak veyâ kendindeki emânet mal› inkâr etmekdir. Büyük günâhd›r. Malda
de¤ifliklik oldu ise, sâhibi, mal› ile k›ymetindeki de¤iflikli¤i veyâ yaln›z k›ymetini
ister. Gasb etdi¤i yerde ödemesi lâz›m olur. Tazmînden sonra kullanmas› câiz ise
de, satarak etdi¤i kâr yine halâl olmaz. Kâr› sadaka vermesi lâz›md›r. Muhtelif kimselerden gasb etdiklerini birbirleri ile veyâ kendi mülkü ile kar›fld›r›r ve ayr›lamazlarsa, hepsi kendi habîs mülkü olur. Fekat, tazmîn etmedikce, bu kar›fl›m› kullanmas› halâl olmaz. Tazmîn etmekle, gasb günâh›ndan kurtulmaz). fiernblâlî (Dürer)
hâfliyesinde diyor ki, (Zâlim, gasb etdi¤i mallar› kendi mal› ile kar›fld›r›rsa, kendi mülkü olurlar. Kendi halâl mal›, sâhiblerine ödeyecek mikdârdan nisâb mikdâr› fazla kal›rsa, tazmîn etmeden evvel de, kar›fl›m›n zekât›n› vermesi lâz›m olur. Kar›fl›m nisâb mikdâr› ise, fekat tazmîn edecek ve nisâb mikdâr› artacak kadar kendinin ayr› halâl mal› yoksa, zekât› lâz›m olmaz.)]
Oradaki sevdiklerimiz, her ne kadar tatl› yemeklere, süslü elbiseye düflkün ise de,
hakîkî lezzet ve fâide vera’ sâhiblerinin yidiklerinde ve giydiklerindedir. M›sra’:
Makâm sâhiblerine veren onu,
Vera’ sâhiblerine, veriyor bunu.
Onun ile bunun aras›ndaki fark, çok büyükdür. Çünki, Allahü teâlâ, onu be¤enmez, bundan ise râz›d›r. Sonra, k›yâmetde onun hesâb› güç, bunun ise kolayd›r. Yâ
Rabbî, bizlere ac›, do¤ru yoldan ay›rma!
43 — ‹K‹NC‹ C‹LD, 66. c› MEKTÛB
Bu mektûb, arabî olarak Hindistân vâlîlerinden Hân-› hânâna “rahmetullahi teâlâ aleyh” yaz›lm›fl olup, tevbe, inâbet, vera’ ve takvây› anlatmakdad›r:
Mektûbuma Besmele ile bafll›yorum. Ya’nî bu mektûbu yazabilmek için, rahmeti, ihsân› bol olan Allahü teâlâya s›¤›n›yor, Ona güveniyorum. Her hamd, flükr Onun
hakk›d›r. Onun seçdi¤i, sevdi¤i iyi insanlara selâm ederim. K›ymetli ömrümüz, günâh ifllemekle, kusûr, kabâhat yapmakla, yan›lmakla, fâidesiz, lüzûmsuz konuflmakla geçip gidiyor. Bunun için; tevbeden, Allahü teâlâya boyun bükmekden söyleflmemiz, vera’ ve takvâdan konuflmam›z hofl olur. Nûr sûresi, otuzbirinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Ey mü’minler! Hepiniz, Allahü teâlâya tevbe ediniz! Tevbe etmekle kurtulabilirsiniz) buyurmufldur. Yirmisekizinci cüz’ sonundaki, Tahrîm sûresi, sekizinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Ey îmân eden seçilmifller! Allahü teâlâya dönünüz! Hâlis tevbe edin! Ya’nî tevbenizi bozmay›n! Böyle tevbe edince,
Rabbiniz, sizi belki afv eder ve a¤açlar›n›n, köflklerinin alt›ndan [önünden] sular
akan Cennetlere sokar) buyurmufldur. En’âm sûresi, yüzyirminci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Aç›k olsun, gizli olsun günâhlardan sak›n›n›z!) buyurmufldur. Günâhlar›na tevbe etmek, herkese farz-› aynd›r. Hiç kimse tevbeden kurtulamaz. Nas›l
kurtulur ki, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” hepsi tevbe ederdi.
– 97 –
Se’âdet-i Ebediyye 1-F:7
Peygamberlerin sonuncusu ve en yükse¤i olan Muhammed “aleyhi ve aleyhimüssalevât” buyuruyor ki, (Kalbimde [envâr-› ilâhiyyenin gelmesine engel olan] perde hâs›l oluyor. Bunun için hergün, yetmifl kerre istigfâr ediyorum). Yap›lan günâhda, kul hakk› bulunmay›p, zinâ yapmak, alkollü içki içmek, çalg› dinlemek, yabanc› kad›nlara bakmak, Kur’ân-› kerîmi abdestsiz tutmak ve [flî’î, nusayrî, vehhâbî
ve baflka] yanl›fl inan›fllara saplanmak gibi, yaln›z Allahü teâlâ ile kendi aras›nda
olursa, böyle günâhlara tevbe etmek, piflmân olmakla, istigfâr okumakla, Allahü
teâlâdan utan›p, s›k›l›p, Ondan afv dilemekle olur. Farzlardan birini özrsüz terk
etdi ise, tevbe için, bunlarla birlikde, o farz› da yapmak lâz›md›r.
[(Tergîb-üs-salât)da diyor ki, Hadîs-i flerîfde buyuruldu ki, (Bir nemâz› özrsüz,
vaktinden sonra k›lan, seksen hukbe Cehennemde yanacakd›r. Bir hukbe seksen
senedir. Her senesi üçyüzaltm›fl gündür. Her günü, seksen dünyâ senesidir). Kazâya kalan nemâz› k›lacak kadar vaktlerin herbiri geçdikçe, bu bir nemâz›n günâh› katkat artar. Yâ birkaç nemâz olursa, çok çetin olur. Her ne behâs›na olursa olsun, bir ân önce, kazâ etmek ve afv› için tevbe etmek, çok yalvarmak lâz›md›r. Nemâz k›lm›yan›n, Allahü teâlân›n büyüklü¤ü karfl›s›nda titremesi, erimesi lâz›md›r.
Allahü teâlân›n emrlerine (Farz), yasak etdi¤i fleylere (Harâm) denir. Farzlar› yapma¤a, harâmdan sak›nma¤a (‹bâdet etmek) denir. Allahü teâlâ, ibâdet yapanlar› sever. Bunlar› âh›retde Cennete sokaca¤›n›, sonsuz ni’metler verece¤ini
Kur’ân-› kerîmde bildiriyor. Kur’ân-› kerîm Allah kelâm›d›r. ‹nsan sözü de¤ildir.
Harâm iflleyen, Cehennemde yanacakd›r. Harâmlar derece derecedir. Büyük harâm›n cezâs› çok olacakd›r. Büyük harâmlardan biri, befl vakt nemâzdan birini vaktinde k›lmamakd›r. Nemâz›n farz oldu¤una inanm›yan (Kâfir) olur. Kâfir, müslimân de¤ildir. Cehennemde sonsuz yanacakd›r. ‹nan›p da, tenbellikle k›lm›yan, kâfir olmaz. Buna (Fâs›k) denir. Fâs›k, yine müslimând›r. Harâm iflledi¤i için, bir müddet Cehennemde yanacakd›r. Bir nemâz› vaktinde k›lm›yan›n bunu kazâ etmesi
farzd›r. Kazâ etmezse, bir nemâz için seksen hukbe yanacakd›r. Hiç bir ibâdeti, hiçbir iyili¤i onu Cehennemden kurtarmaz. Yaln›z, bir müslimâna, bir farz› ö¤retirse, bu azâbdan kurtulur. Fekat, bunun hem kazâ k›lmas›, hem de harâm ifllemekle meflhûr olmamas› lâz›md›r. Meselâ, kad›nlar›n bafl›, saç›, kolu, baca¤› aç›k soka¤a ç›kmas› harâmd›r. Buna nasîhat vererek veyâ Ehl-i sünnet âliminin yazm›fl
oldu¤u do¤ru bir din kitâb› vererek, harâm ifllemesine mâni’ olan›n bütün günâhlar› afv olur. Fekat, kendisinin bir harâm ifllememesi lâz›md›r. Ancak bunun kazâ borçlar› afv olur. Cehennemde yanmakdan kurtulur. (Hakîkat Kitâbevi)nin bütün kitâblar› do¤rudur.]
Günâhda kul hakk› da varsa, buna tevbe için, kul hakk›n› hemen ödemek,
onunla halâllaflmak, ona iyilik ve düâ etmek de lâz›md›r. Mal sâhibi, hakk› olan ölmüfl ise, ona düâ, istigfâr edip çocuklar›na, vârislerine verip ödemeli, bunlara
iyilik yapmal›d›r. Çocuklar›, vârisleri bilinmiyorsa, mal ve cinâyet mikdâr› paray› fakîrlere, miskînlere sadaka verip, sevâb›n› hak sâhibine ve eziyyet yap›lana niyyet etmelidir. Alî “rad›yallahü anh” buyuruyor ki, Ebû Bekr “rad›yallahü anh” do¤ru sözlüdür. Ondan iflitdim ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” (Günâh iflliyen biri, piflmân olur, abdest al›p nemâz k›lar ve günâh› için istigfâr ederse, Allahü teâlâ, o günâh› elbette afv eder. Çünki, Allahü teâlâ, Nisâ sûresi yüzdokuzuncu âyetinde: Biri günâh ifller veyâ kendine zulm eder, sonra piflmân olup, Allahü
teâlâya istigfâr ederse, Allahü teâlây› çok merhametli ve afv ve magfiret edici bulur, buyurmakdad›r) dedi. Bir hadîs-i flerîfde, (Bir kimse, bir günâh ifller, sonra piflmân olursa, bu piflmânl›¤›, günâh›na keffâret olur. Ya’nî, afv›na sebeb olur) buyurdu. Bir hadîs-i flerîfde, (Günâh› olan kimse, istigfâr eder ve tevbe eder, sonra bu
günâh› tekrâr yapar, sonra yine istigfâr söyler, tevbe eder. Üçüncüye yine yapar ve
yine tevbe ederse, dördüncü olarak yap›nca, büyük günâh yaz›l›r) buyurdu. Bir hadîs-i flerîfde, (Müsevvifler helâk oldu) buyurdu. Ya’nî, ileride tevbe ederim diyen– 98 –
ler, tevbeyi gecikdirenler ziyân etdi. Lokman hakîm Velî veyâ Peygamber idi “rad›yallahü teâlâ anh”. O¤luna nasîhat ederek, (O¤lum, tevbeyi yar›na b›rakma! Çünki, ölüm âns›z›n gelip yakalar) dedi. ‹mâm-› Mücâhid buyuruyor ki, (Her sabâh ve
akflam tevbe etmiyen kimse, kendine zulm eder). Abdüllah ibni Mubârek buyurdu ki, (Harâm olarak ele geçen bir kuruflu, sâhibine geri vermek, yüz kurufl sadaka vermekden dahâ sevâbd›r). Âlimlerimiz buyuruyor ki, (Haks›z al›nan bir kuruflu sâhibine geri vermek, kabûl olan alt›yüz hacdan dahâ sevâbd›r). Yâ Rabbî!
Kendimize zulm etdik. Bize ac›maz, afv etmezsen, hâlimiz pek fenâ olur.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Allahü teâlâ buyuruyor ki: Ey kulum! Emr etdi¤im farzlar› yap, insanlar›n en âbidi olursun. Yasak
etdi¤im harâmlardan sak›n, vera’ sâhibi olursun. Verdi¤im r›zka kanâ’at eyle, insanlar›n en ganîsi olursun, kimseye muhtâc kalmazs›n). Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” Ebû Hüreyreye “rad›yallahü anh” buyurdu ki, (Vera’ sâhibi ol ki, insanlar›n en âbidi olursun!). Hasen-i Basrî “rahmetullahi aleyh” buyurur ki, (Zerre kadar vera’ sâhibi olmak, bin nâfile oruc ve nemâzdan dahâ hayrl›d›r). Ebû Hüreyre “rad›yallahü anh” buyurdu ki, (K›yâmet günü Allahü teâlân›n huzûrunda k›ymetli olanlar vera’ ve zühd sâhibleridir). Mûsâ aleyhisselâma
vahy edilmifldir ki, (Bana yaklaflanlar, sevgime kavuflanlar içinde, vera’ sâhibleri gibi yaklaflan olmaz). Büyük âlimlerden ba’z›s› buyurdu ki, (Bir kimse, flu on
fleyi, kendine farz bilmedikce, tam vera’ sâhibi olmaz: Gîbet etmemeli. Mü’minlere sû-i zan etmemeli, kötü bilmemeli. Kimse ile alay etmemeli. Yabanc› kad›nlara, k›zlara bakmamal›. Do¤ru söylemeli. Kendini be¤enmemek için, Allahü teâlân›n, kendisine yapd›¤› ihsânlar›, ni’metleri düflünmeli. Mal›n› halâl yere harc
edip, harâmlara vermemeli. Nefsi, keyfi için, mevk›’ makâm istemeyip, buralar›
insanlara hizmet yeri bilmeli. Befl vakt nemâz› vaktinde k›lma¤› birinci vazîfe bilmeli. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdi¤i îmân ve iflleri iyi ö¤renip, kendini bunlara uydurmal›. Yâ Rabbî! Bizlere ihsân etdi¤in nûru, hidâyeti artd›r. Bizi afv et!
Sen herfleyi yapabilirsin).
Kerem, flefkat ve ihsân sâhibi k›ymetli efendim! Bütün günâhlara tevbe etmek nasîb olur ve vera’ ile takvâ [ya’nî harâmlar›n ve flübheli olanlar›n hepsinden
sak›nmak] müyesser olursa, büyük ni’met, yüksek devlet ele geçmifl olur. Bu, ele
geçmezse, ba’z› günâhlara tevbe etmek ve ba’z› harâmlara vera’ eylemek de
ni’metdir. Bu ba’z›lar›n bereket ve nûrlar›, belki hepsine sirâyet eder de, bütün günâhlara tevbe etme¤e ve tam vera’ sâhibi olma¤a yol açar. (Birfleyin bütünü ele geçmezse, hepsini elden kaç›rmamal›d›r) buyuruldu. Yâ Rabbî, bize be¤endi¤in fleyleri yapmak nasîb eyle! Peygamberlerin en yükse¤i, efendisi, izzet, fleref yolcular›n›n reîsi olan Muhammed Mustafân›n “aleyhi ve aleyhim ve alâ âl-i küllin minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâtî ekmelühâ” sadakas› olarak, bizleri senin dîninde bulunmakdan ve sana itâ’at etmekden ay›rma!
[Dünyâya milyarlarca insan gelmifl. Bir müddet yaflam›fllar. Sonra, ölüp gitmifller. Bunlar›n ba’z›lar› zengin imifl, ba’z›lar› fakîr. Kimi güzel imifl, kimi çirkin. Kimi zâlim imifl, kimi mazlûm. O hâllerinin de hepsi geçdi, unutuldu. Onlar›n bir k›sm› inanm›fl, müslimân idi. Geri kalanlar›, inanmam›fl kâfirlerdi. Hepsi, yâ sonsuz
yok kalacak. Yâhud k›yâmet kopup, tekrâr dirilip inanm›yanlar sonsuz azâb çekecek. Her iki hâlde de, inanm›fl olanlara hiç azâb, hiç s›k›nt› yok. Ammâ ikinci hâlde inanm›yanlar sonsuz ve pek ac› azâb çekecekler. ‹nanm›fl olarak ölmüfl olanlar,
flimdi tâm râhat ve huzûr içindeler. Îmâns›z olanlar ise, sonsuz olarak ateflde yanmak ihtimâli, korkusu içindeler. Ey insan! ‹yi düflün! Birkaç sene sonra, sen de, bunlardan biri olacaks›n. fiimdi, geçmifl senelerin nas›l bir hayâl oldu ise, o zemân, bütün ömrün, bütün hayât›n, çal›flmalar›n, didinmelerin hep hayâl, bir rü’yâ gibi olacak. O zemân, sen o iki k›sm›n hangisinden olmak istersin? Hiçbirinden olmak istemem diyemezsin. Buna imkân yok! Çâresiz, onlar›n aras›na gideceksin! Sonsuz
– 99 –
ateflde yanma¤›, ihtimâl bile olsa, ister misin? Allah›n var oldu¤unu, Cennete,
Cehenneme inanma¤›, akl da, ilm de, fen de red edemiyor. Böyle fley olamaz diyemiyorlar. ‹nanm›yanlar, inkâr etmelerine akl ile, fen ile bir vesîka gösteremiyorlar.
Hâlbuki inanmak lâz›m oldu¤unu gösteren vesîkalar say›lam›yacak kadar çokdur.
Dünyâ kütübhâneleri bu vesîkalar› bildiren kitâblarla doludur. Onlar nefslerine,
zevklerine aldanarak inkâr ediyorlar. Zevklerinden baflka birfley düflünmiyorlar. Hâlbuki, islâmiyyet zevk› yasak etmemifldir. Zevklenmenin zararl› olmas›n› yasaklam›fld›r. O hâlde, akl› olan kimse, zevklerini Allahü teâlân›n gösterdi¤i yoldan te’mîn eder. ‹slâm›n güzel ahlâk› ile süslenir. Herkese iyilik eder. Kendisine kötülük yapanlara iyilikle karfl›l›k verir. ‹yilik yapamazsa, hiç olmazsa sabr eder. Bölücü olmaz.
Yap›c› olur. Böylece, kendisi de hem zevklerine, hem de râhata, huzûra kavuflur. Hem
de, âh›retin sonsuz azâblar›ndan kurtulur. Görülüyor ki, bütün râhatl›klar›n,
se’âdetlerin bafl›, îmân etmekde, müslimân olmakdad›r. [Ya’nî, ahkâm-› islâmiyyeye uymak lâz›md›r. Allahü teâlâ, kullar›na çok ac›d›¤› için, fâideli fleyleri yapmalar›n› emr etmifldir. Bu emrlere (Farz) denir. Zararl› fleyleri yasak etmifldir. Bunlara
(Harâm) denir. Farzlar›n ve harâmlar›n hepsine (Ahkâm-› islâmiyye) denir. Dinler,
Allahü teâlân›n kullar›na rahmetidir, ihsân›d›r. Ahkâm-› islâmiyyeye uyan›n düâlar› muhakkak kabûl olur. Nemâz k›lm›yan›n, aç›k kad›nlara bakan›n ve harâm yiyenin, içenin, ahkâm-› islâmiyyeye uymad›¤› anlafl›l›r. Bunun düâlar› kabûl olmaz. ‹slâmiyyete inanan ve uyan, Allahü teâlân›n ihsân›na kavuflur, mes’ûd olur. ‹nanm›yan,
bu se’âdetden mahrûm kal›r.] Îmân etmek de, çok kolayd›r. Îmân etmek için, bir yere para vermek, mal vermek, zor bir ifl yapmak, birisinden izn almak gibi, hiçbir fley
yapmak lâz›m de¤ildir. Hattâ, îmânl› oldu¤unu kimseye bildirmek, belli etmek bile
lâz›m de¤ildir. Îmân, alt› fleyi ö¤renip, bunlara kalbinden, gizlice inanmak demekdir.
Îmân eden, Allahü teâlân›n emrlerine teslîm olur. Ya’nî seve seve yapar. Böylece, müslimân olur. K›sacas›, her mü’min müslimând›r. Her müslimân, mü’mindir.]
44 — ‹K‹NC‹ C‹LD, 82. ci MEKTÛB
Bu mektûb, Hâce fierefeddîn Hüseyne gönderilmifl olup, harâmlardan sak›nma¤›, ahkâm-› islâmiyyeye yap›flma¤› bildirmekdedir:
Yâ Rabbî, dünyây› gözümüzde küçült ve âh›retin büyüklü¤ünü, ehemmiyyetini
kalblerimize yerlefldir! Ey akll› o¤lum! Harâmlar›n süsüne, yald›z›na sak›n aldanma ve çabuk geçen, tükenen lezzetlerine kap›lma! Bütün hareketlerinin, durufllar›n›n, gidifllerinin, islâmiyyete uygun olmas›na çok dikkat et! Onun ›fl›klar› alt›nda
yaflama¤a çal›fl! Her fleyden önce, Ehl-i sünnet vel-cemâ’at âlimlerinin “Allahü teâlâ onlar›n durmadan çal›flmalar›na, çok mükâfât versin” bildirdi¤i, kitâblar›nda yazd›¤› i’tikâd› ö¤renmek ve îmân›n› buna göre düzeltmek lâz›md›r. Ondan sonra, f›kh
ahkâm›n› ö¤renmeli, farzlar› yapma¤a sar›lmal›, halâle, harâma dikkat etmelidir.
Farzlar›n yan›nda, nâfile ibâdetlerin, hiç k›ymeti yokdur. Zemân›m›z›n müslimânlar›, farzlar› b›rak›p, nâfile ibâdetlere sar›l›yor, nâfile ibâdetleri yapma¤a [meselâ,
kad›n erkek kar›fl›k olarak mevlid okutma¤a, câmi’ yapma¤a, sadaka ve hayrât yapma¤a] ehemmiyyet verip, farzlar› [meselâ befl vakt nemâz k›lma¤›, Ramezân-› flerîf ay›nda oruc tutma¤›, zekât verme¤i, uflr verme¤i, borç ödeme¤i, halâl›, harâmlar› ö¤renme¤i ve kad›nlar›n, k›zlar›n soka¤a ç›karken, bafllar›n›, sarkan saçlar›n›,
kollar›n›, bacaklar›n› örtmelerini, radyo ve televizyonda, din düflmanlar›n›n îmân› ve ahlâk› bozan sözlerini dinlemelerini] hafîf ve ehemmiyyetsiz görüyorlar.
[Fransada, Liyon flehrine ba¤l› Charvieu kasabas›n›n belediyye reîsi Gerard, câmi’e
gelen müslimânlar›n hergün artd›¤›n›, kiliseye giden frans›zlar›n azald›¤›n› görünce,
kudurarak, câmi’i dozerle y›kd›rm›fld›r. Bu vahfleti, bu alçakl›¤› 18.8.1989 târîhli gazeteler yazd›. Hiçbir islâm kitâb› okumam›fl, islâm›n ›fl›kl› yolundan haberi olm›yan,
bu câhil, ahmak, âdî, pis kâfirlerin, islâmiyyete sald›ran radyolar›n›, televizyonlar›n›,
kitâblar›n› eve sokmamal›, temiz kad›nlar›m›z›, ma’sûm çocuklar›m›z›, bunlar›n hü– 100 –
cûmlar›ndan, yalanlar›ndan, iftirâlar›ndan korumal›y›z! Bunlar›n, din hürriyyetini, insan haklar›n›, yard›mlaflma¤› medh eden yald›zl› yalanlar›na aldanmamal›y›z!]
Olur olmaz yerlere birçok para sarf ediyorlar da, bir kurufl zekât› bir müslimâna verme¤i benimsemiyorlar. Hâlbuki, bilmiyorlar ki, bir kurufl zekât› yerine vermek, binlerle lira sadaka vermekden, katkat dahâ sevâbd›r. Zekât vermek, Allahü
teâlân›n emrini yapmakd›r. Sadaka ve hayrât›n ço¤u ise, flöhret, hurmet ve nefsin
flehvetlerini kazanmak için olur. Farzlar yap›l›rken araya riyâ, gösterifl kar›flmaz. Nâfile ibâdetlerde ise, gösterifl çok olur. Bunun içindir ki, zekât›, âflikâre vermek lâz›md›r. Bu sûretle insan iftirâdan kurtulur. Nâfile sadakay›, gizli vermelidir ki, kabûl ihtimâli fazla olur. Sözün özü fludur ki, dünyân›n zarar›ndan kurtulabilmek için,
ahkâm-› islâmiyyeye yap›flmakdan baflka çâre yokdur. Dünyâ zevklerini büsbütün
b›rakam›yanlar›n, hiç olmazsa, hükmen terk etmesi, ya’nî dünyây› terk etmifl say›lmalar› lâz›md›r. Bunun için de, her sözü ve her ifli islâmiyyete uygun yapmal›d›r.
[Kâfirlerin, mürtedlerin, ba’z› emellerine kavuflmak için, islâmiyyete uygun
ifller yapmalar›, dünyâda fâideli olur, râhat, mes’ûd yaflamalar›na sebeb olur ise de,
k›yâmet gününde fâide vermez. Çünki onlar, îmânla flereflenmemifldir. ‹bâdetlerin kabûl olmas› için, iyiliklere sevâb kazanabilmek için, îmân sâhibi olmak lâz›md›r. (‹fsâh)da diyor ki, (‹bâdetlerin en k›ymetlisi, farz-› ayn olanlard›r. Farzlardan
sonra en k›ymetlisi, flâfi’îde sünnet nemâzlar, hanbelîde cihâdd›r. Hanefîde ve mâlikîde ise, ilm ö¤renmek ve ö¤retmek ve sonra cihâdd›r.)].
45 — ÜÇÜNCÜ C‹LD, 1. ci MEKTÛB
Esseyyid, Mîr Muhammed Nu’mân hazretlerine yaz›lm›fl olup, Allahü teâlân›n
ve s›fatlar›n›n ve fi’llerinin kullar›na çok yak›n oldu¤unu bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdi¤i, be¤endi¤i kimselere iyilikler, selâmlar olsun! K›ymetli mektûbunuz geldi. Çok zahmet buyurmuflsunuz. Cenâb-› Hak
sa’yinizi meflkûr eylesin! Allahü teâlân›n fi’llerinin ve s›fatlar›n›n ve zât›n›n bu âleme, herfleyden dahâ yak›n oldu¤unun aç›klanmas›n›, tekrâr tekrâr, soruyorsunuz
ve cevâb›n› çok merak ediyorsunuz. Bunun için, biraz bildirme¤e mecbûr oldum:
Herfley, kendi mâhiyyeti, hakîkati, özü ile fleydir. Bir fley’e kendi mâhiyyetini verme¤e ve bir vericiye lüzûm yokdur. Çünki, herfleyin mâhiyyeti, kendisindedir. Bunun
içindir ki, hiçbirfleyin mâhiyyeti yap›lmaz denilmifldir. Her cismin, bir özü, mâhiyyeti vard›r. Cismlere, mâhiyyetlerini vermek için, bir ifl yapmak lâz›m de¤ildir. Fekat, mâhiyyetleri vücûda getirmek için, bir ifl yap›l›r. Meselâ, boyac›n›n ifli, kumafl› boyamak
içindir. Yoksa, kumafl› kumafl yapmak ve boyay› boya yapmak için de¤ildir ki, buna
lüzûm yokdur. O hâlde, birfleye mâhiyyeti, sonradan verilmez. O fleyin ve mâhiyyetinin, birlikde meydâna gelmesi için ifl yap›l›r. Herfley, kendi mâhiyyeti ile fleydir. Bu
sözümüz, z›lda, gölgede do¤ru olmuyor. Bir fleyin z›lli, aksi, gölgesi, hayâli, aynadaki görüntüsü, kendi mâhiyyeti ile z›l ve aks olmay›p, kendilerini meydâna getiren asl›n mâhiyyeti ile z›l ve aks olmufldur. Çünki, görüntünün, gölgenin mâhiyyeti yokdur.
Gölgede bulunan mâhiyyet onu meydâna getiren asl fleyin mâhiyyetidir. O hâlde
asl, gölgesine, gölgenin kendinden dahâ yak›nd›r. Çünki, gölge asl›n mâhiyyeti ile ya’nî,
asl ile gölge olmufldur. Kendi mâhiyyeti ile de¤il. Çünki, kendi mâhiyyeti yokdur.
Bu âlem, mahlûklar›n hepsi Allahü teâlân›n fi’llerinin, ifllerinin z›lleri, aksleri,
görünüflleri oldu¤undan, bu âlemin asl› olan fi’ller, âleme, âlemden dahâ yak›nd›r.
Fi’ller de, s›fât-› ilâhiyyenin z›lleri oldu¤undan, Allahü teâlân›n s›fatlar› âleme, âlemden ve âlemin asl› olan, fi’llerden dahâ yak›nd›r. Çünki, asl›n asl›d›rlar. S›fât-› ilâhiyye de, Zât-› ilâhînin z›lleri oldu¤u için ve Allahü teâlân›n zât›, kendisi, bütün
asllar›n asl› oldu¤u için, Allahü teâlân›n zât›, âleme, âlemden ve ef’âl ve s›fât-› ilâhiyyeden dahâ yak›nd›r. Bunlar› dikkatle okuyup anl›yan akl sâhibleri, insâf ederlerse, sözümüzü kabûl ederler. E¤er inanm›yan olursa, ne ehemmiyyeti vard›r. Çünki bizim onlara sözümüz yokdur.
– 101 –
46 — ÜÇÜNCÜ C‹LD, 17. ci MEKTÛB
Bu mektûb, dînine çok ba¤l› olan bir han›ma yaz›lm›fl olup, i’tikâdlar› bildirmekde, ibâdetlere teflvîk etmekdedir:
Görünen, görünmiyen, bilinen, bilinmeyen bütün ni’metleri gönderen, bizlere
kurtulufl yolunu gösteren ve çok sevdi¤i Muhammed aleyhisselâm›n ümmeti yapmakla flereflendiren Allahü teâlâya hamd-ü senâlar olsun!
Bütün mahlûklara her ni’meti, iyilikleri veren yaln›z Allahü teâlâd›r. Herfleyi var
eden, var olmak ni’metini veren Odur. Her ân, varl›kda durduran da Odur. Kâmil, iyi
s›fatlar, insanlara, Onun rahmeti ile, ac›mas› ile verildi. Hayât, ilm, sem’, basar, kudret ve kelâm s›fatlar›m›z hep Ondand›r. Say›lam›yan ni’metleri hep O vermekdedir.
‹nsanlar› s›k›nt›dan kurtaran Odur. Düâlar› kabûl eden, belâlardan kurtaran hep Odur.
Öyle bir Razzakd›r ki, kullar›n›n r›zklar›n›, günâhlar›ndan dolay› kesmiyor. Afv› ve
merhameti o kadar boldur ki, günâh iflliyenlerin yüz karalar›n› meydâna ç›karm›yor.
Hilmi o kadar çokdur ki, kullar›n›n cezâlar›n› vermekde acele etmiyor.
Öyle bir ihsân sâhibidir ki, kerem ve ihsânlar›n› dost ve düflman, herkese saç›yor. Bütün ni’metlerinin en flereflisi, en k›ymetlisi, en üstünü olarak da, kullar›na
müslimânl›¤› aç›kca bildiriyor ve be¤endi¤i yolu gösteriyor. Mahlûklar›n en iyisine uyarak se’âdet-i ebediyyeye kavuflma¤› emr buyuruyor. ‹flte, Onun ni’metleri,
ihsânlar› Güneflden dahâ aç›k ve Aydan dahâ âflikârd›r. Baflkalar›ndan gelen
ni’metleri de gönderen Odur. Baflkalar›n›n ihsân etmesi, bir emânetcinin, birisine emânet vermesi gibidir. Baflkas›ndan birfley istemek, fakîrden birfley beklemekdir. Câhil de, bunu âlim gibi bilir. Kal›n kafal› da, zekî kimse gibi anlar.
Nazm:
Vücûdümün her zerresi, gelse de dile,
flükrünün binde birini yapamaz bile.
‹yilik yapana teflekkür edilece¤ini, herkes bilir. Bu, insanl›k îcâb›d›r. ‹yilik
edenlere hurmet edilir. Ni’met sâhibleri, büyük bilinir. O hâlde, her ni’metin hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâya flükr etmek, insanl›k îcâb›d›r. Akl›n lüzûm gösterdi¤i bir vazîfe, bir borcdur. Fekat, Allahü teâlâ, her ayb ve kusûrdan uzak, insanlar ise, ayb kirlerine ve noksanl›k lekelerine bulaflm›fl oldu¤undan, Onunla hiç münâsebetleri, alâkalar› yokdur. Onu nas›l büyük bileceklerini, nas›l flükr edeceklerini anl›yamazlar. Ona karfl› söylenmesini güzel sand›klar› fleyler, Ona çirkin gelebilir. Onu büyültmek, hurmet etmek sand›klar›, hakâret ve küçültmek olabilir.
Ona hurmet ve flükr fleklleri, yine Ondan bildirilmedikce, Ona lây›k olaca¤›na güvenilemez ve Onun kabûl edece¤i bir ibâdet olamaz. Çünki, insanlar›n hamd etmeleri, Ona belki hakâret olur. ‹flte, Onun taraf›ndan bildirilen, ta’zîm, hurmet ve
flükr flekli, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” bildirdikleri dinlerdir. Ona kalb ile yap›lacak hurmetler, dinde bildirilmifl, dil ile yap›lacak flükrler,
orada gösterilmifldir. Her uzvun yapaca¤› iflleri, aç›k ve genifl olarak, beyân buyurmufllard›r. O hâlde, Allahü teâlâya inanmak ile ve kalbin ve bedenin yapmas› ile
flükr etmek, ancak dîne uymakla olur. Allahü teâlâya, dînin d›fl›nda yap›lacak
hurmete ve ibâdete güvenilemez. Çok def’a tersine olup, sevâb san›lan, günâh olur.
Bu söylenilenlerden anlafl›l›yor ki, dîne uymak, insanl›k îcâb›d›r ve akl›n istedi¤i
ve be¤endi¤i birfleydir. Allahü teâlâya, Onun dîninin d›fl›nda flükr edilemez.
Allahü teâlân›n bildirdi¤i her din, iki k›smd›r: ‹’tikâd ve amel. Ya’nî îmân ve ahkâm. Bunlardan i’tikâd, her dinde ayn›d›r. ‹’tikâd, dînin asl› ve temelidir. Din a¤ac›n›n gövdesidir. Amel ise, a¤ac›n dallar›, yapraklar› gibidir. [Eski dinlerde bildirilmifl olan i’tikâdlar zemânla bozulmufldur. fiimdi do¤ru i’tikâd, yaln›z islâm dîninin bildirdi¤i i’tikâdd›r. Bu do¤ru] ‹’tikâd› olm›yan, Cehennemden kurtulamaz.
K›yâmetde azâbdan kurtulmas›na imkân yokdur. Ameli olm›yanlar›n kurtulma– 102 –
s› umulur. Bunlar›n ifli, Allahü teâlân›n irâdesine kalm›fl olup, isterse afv eder, isterse, günâhlar› kadar azâb ederek, sonra Cehennemden ç›kar›r. Cehennemde ebedî kalmak, islâm dîninin bildirdi¤i do¤ru i’tikâd› olmayanlar, ya’nî, Muhammed
aleyhisselâm›n bildirdi¤i islâm dîninden olan fleylere inanm›yanlar içindir. Bu
i’tikâd› olup da, ameli olm›yanlar, ya’nî kalb ile beden ahkâm›n› yerine getirmiyenler, Cehenneme girseler bile, sonsuz kalm›yacaklard›r.
‹’tikâd edilecek fleyler, dînin esâs›, müslimânl›¤›n zarûrî, lâz›m temeli oldu¤undan, bunlar› bildirmek ve ö¤renmek herkese lâz›md›r. [Bunlar› ö¤renmek, her insan›n birinci vazîfesidir. Îmân ve ahkâm bilgilerini ö¤renmiyen ve çocuklar›na ö¤retmiyen, insanl›k vazîfesini yapmam›fl olur. Bunlar› ö¤renmek herkesin hakk›d›r.
‹nsan haklar›n›n birincisidir.]
Ahkâm›, ya’nî emrleri ve yasaklar› yerine getirmek, temel olmay›p, uzun ve genifl de oldu¤undan, bunlar› f›kh [ve ahlâk] kitâblar›na b›rakarak, yaln›z pek lâz›m
olanlar› bildirilecekdir, inflâallahü teâlâ.
[Îmân ve i’tikâd ayn›d›r. Bunlar› anlatan genifl ve derin ilme (‹lm-i kelâm) denir.
Kelâm ilmi âlimleri, çok büyük insanlard›r ve kelâm kitâblar› pek çokdur. Bu kitâblara, (Akâid kitâb›) da denir. Amel edilecek, ya’nî kalb ile ve beden ile yap›lacak
ve sak›n›lacak fleylere, (Ahkâm-› islâmiyye) veyâ sâdece (‹slâmiyyet) deriz. Beden
ile yap›lacak ahkâm-› islâmiyyeyi bildiren ilme (‹lm-i f›kh) denir. Dört mezhebin kelâm kitâblar› ayn› olup, f›kh kitâblar› baflka baflkad›r. Halk için, ya’nî tahsîli olmayanlar için yaz›lm›fl olan ve herkesin bilmesi, inanmas› ve yapmas› gereken kelâm
(ya’nî îmân) ve ahlâk ve f›kh bilgilerini k›saca ve aç›kca anlatan kitâblara (‹lm-i hâl)
kitâblar› denir. Dînini bilen ve seven ve kay›ran mubârek insanlar›n ilm-i hâl kitâblar›n› al›p, çolu¤una ve çocu¤una ö¤retmek, her müslimân›n birinci vazîfesidir.
Kendilerine din adam› ismini ve süsünü veren câhil ve sap›k kimselerin sözlerinden
ve yaz›lar›ndan din ö¤renme¤e kalk›flmak, kendini Cehenneme atmakd›r].
‹’T‹KÂD ED‹LMES‹ ÇOK LÂZIM OLANLAR: Allahü teâlâ zât› ile vard›r.
Varl›¤› kendi kendiyledir. fiimdi var oldu¤u gibi, hep var idi ve hep var olacakd›r.
Varl›¤›n›n önünde ve sonunda yokluk olamaz. Çünki, Onun varl›¤› lâz›md›r. Ya’nî
(Vâcib-ül vücûd)dur. O makâmda, yokluk olamaz. Allahü teâlân›n varl›¤› ilmî ve
aklî yollar ile anlafl›l›r. ‹lmî yola (Limmî yol)da denir. Bu iki yol ile anlamak,
(Es-se’âdet-ül ebediyye) kitâb›n›n sonundaki risâlede isbât edilmekdedir. Allahü
teâlâ birdir. Ya’nî flerîki, benzeri yokdur. Vâcib-ül vücûd olmakda ve ülûhiyyetde
ve ibâdet olunma¤a hakk› olmakda orta¤› yokdur. Orta¤› olmak için, Allahü teâlân›n kâfî olmamas›, müstek›l olmamas› lâz›md›r. Bunlar ise kusûrdur, noksanl›kd›r. Vücûb ve ulûhiyyet için noksanl›k olamaz. O kâfîdir, müstek›ldir. Ya’nî kendi kendinedir. O hâlde flerîke, orta¤a lüzûm yokdur. fierîkin, orta¤›n lüzûmlu olmas› ise, bir kusûrdur ve vücûba ve ulûhiyyete yak›flmaz. Görülüyor ki, flerîki oldu¤unu düflünmek, ortaklardan her birinin noksan olaca¤›n› gösteriyor. Ya’nî flerîk bulunmas›n› düflünmek, flerîk bulunam›yaca¤›n› meydâna ç›kar›yor. Demek ki,
Allahü teâlân›n flerîki yokdur. Ya’nî birdir.
Allahü teâlân›n kâmil, noksan olm›yan s›fatlar› vard›r. Bunlara (Ülûhiyyet s›fatlar›) denir. Bunlar, hayât [diri olmak], ilm [bilmek], sem’ [iflitmek], basar [görmek],
kudret [gücü yetmek], irâde [istemek], kelâm [söylemek] ve tekvîn [yaratmak]d›r.
Bu sekiz s›fata, (S›fât-› sübûtiyye) ve (S›fât-› hakîkiyye) denir. Bu s›fatlar› da kadîmdir. Ya’nî, sonradan olma de¤ildir. Kendinden ayr› olarak, ayr›ca vard›r. Ehl-i
sünnet âlimleri böyle bildirmekdedir. “Allahü teâlâ, onlar›n çal›flmalar›n› meflkûr
eylesin!”. Ehl-i sünnetden baflka, yetmifliki f›rkadan hiçbiri, Allahü teâlân›n ayr›ca s›fatlar› oldu¤unu bilememifldir. Hattâ, Sôfiyye-i aliyyenin, ya’nî tesavvuf büyüklerinin sonradan gelenleri, Ehl-i sünnetden olduklar› hâlde, bu s›fatlara, Zât-› ilâhînin ayn›d›r diyerek yetmifliki f›rkaya benzemifllerdir. Evet bunlar onlar gibi, s›fatlar› yok demiyor ise de, sözlerinin geliflinden s›fatlar› yok bildikleri anlafl›l›yor.
– 103 –
Yetmifliki f›rka, s›fatlar› yok bilmekle, Allahü teâlây› kusûrdan koruyor, Onu kâmil bilmifl oluyoruz diyor. Akllar›nca kusûru kemâl sanarak, Kur’ân-› kerîmden ayr›l›yorlar. Allahü teâlâ, onlar› do¤ru yola, Kur’ân-› kerîme kavufldursun!
Allahü teâlân›n, bunlardan baflka s›fatlar›, yâ i’tibârî [var kabûl edilen] veyâ selbî [bulunmas› câiz olm›yan]dir. Meselâ k›dem [varl›¤›n›n evvelinde yokluk olmamak], ezeliyyet [varl›¤›n›n bafllang›c› olmamak] ve vücûb [yoklu¤u mümkin olm›yan] ve ülûhiyyet gibi. Meselâ, Allahü teâlâ cism de¤ildir. Cismden de¤ildir. Madde de¤ildir. A’raz, ya’nî hâl de¤ildir. Mekân› yokdur. Zemânl› de¤ildir. Birfleye girmifl, bir yere yerleflmifl de¤ildir. Hudûdlu, birfleyle çevrilmifl de¤ildir. Bir tarafda,
bir cihetde de¤ildir. Birfleye mensûb de¤ildir. Birfleye benzemez. Misli, orta¤› ve
z›dd› yokdur. Anas›, babas›, zevcesi, çocuklar› yokdur. [Allah baba diyen kâfir olur.]
Bunlar›n hepsi mahlûkda, sonradan yarat›lanlarda olan fleylerdir. Hepsi noksanl›k ve kusûr alâmetleridir. Bütün bunlar, (S›fât-› selbiyye)dir. Bütün kemâl s›fatlar›, Allahü teâlâda vard›r. Bütün noksan s›fatlar, yokdur.
Allahü teâlâ küllîleri, cüz’îleri, büyükleri, zerreleri, âlimdir, bilir. Her gizliyi bilir. Yerlerde ve göklerde en küçük zerreleri bilir. Herfleyi yaratan, Odur. Yaratd›klar›n› elbette bilir. Yaratmak için, bilmek lâz›md›r. Ba’z› zevall›lar, zerreleri bilmez
diyor. Zerreleri bilmeme¤i, kemâl, büyüklük san›yor. Bunun gibi, Allahü teâlâ ister istemez, akl-› fe’âl dedikleri birfleyi yaratm›fld›r diyerek bunu da, kemâl san›yorlar. Bunlar, ne kadar câhildir ki, câhilli¤i kemâl san›yor. Fizik ilminin tan›d›¤› kuvvetler gibi, ister istemez ifl yapma¤› büyüklük zan ediyorlar. Akl-› fe’âl diye birfley
uydurmufllar. Herfley, bundan hâs›l oluyor diyorlar. Yerleri, gökleri ve bunlarda bulunan herfleyi yaratan›, kuvvetsiz, te’sîrsiz biliyorlar. Bu fakîre göre, dünyâda,
bunlardan dahâ câhil ve dahâ alçak kimse yokdur. Ba’z›lar› da, bu ahmaklar› fen adam›, müsbet ilm sâhibi san›p, birfley bilir zan ediyor ve do¤ru söyleyici san›yorlar.
Allahü teâlâ, ezelden ebede, ya’nî öndeki sonsuzdan, sonraki sonsuza kadar, bir
kelâm ile söyleyicidir. Bütün emrleri, o bir sözdendir. Bütün yasaklar›, yine o bir
sözdendir. Bunun gibi, bütün haberleri, süâlleri, hep o bir sözden ç›kmakdad›r. Tevrât ve ‹ncîl kitâblar› o bir sözü gösteriyor. Zebûr ve Kur’ân-› kerîm de, o söze iflâret ediyor. Bunun gibi, di¤er Peygamberlere nâzil olan kitâblar ve sahîfeler, hep
o bir sözün aç›lmas›d›r. Ezel ve ebed, o sonsuzluklar› ile berâber, o makâmda bir
ân olunca, hattâ ân demek bile s›¤maz ise de, baflka kelime olmad›¤›ndan ân deniliyor, o ânda bulunan söz de, elbette bir kelime, hattâ harf, belki de bir noktad›r. Nokta demek de, ân demek gibi, baflka kelime bulunmad›¤› içindir. Yoksa nokta demek de, yerinde olmaz. Allahü teâlân›n kendindeki ve s›fatlar›ndaki genifllik ve darl›k, bizim bildi¤imiz ve al›fld›¤›m›z gibi de¤ildir. O, mahlûklar›n s›fat› olan
genifllik ve darl›kdan münezzehdir, uzakd›r.
Allahü teâlây› mü’minler Cennetde görecekdir. Fekat, nas›l oldu¤u bilinmiyen
bir görmekle göreceklerdir. Nas›l oldu¤u bilinmiyeni, anlafl›lm›yan› görmek de, nas›l oldu¤u anlafl›lm›yan bir görmek olur. Belki, gören de, nas›l oldu¤u bilinmiyen
bir hâl al›r ve öyle görür. Bu, bir mu’ammâ, bir bilmecedir ki, bu dünyâda, Evliyân›n büyüklerinden seçilmifllere bildirilmifldir. Bu derin, güç mes’ele herkese gizli iken, bunlara hakîkat olmufldur. Bunu, Ehl-i sünnetden baflka, ne mü’minlerin
f›rkalar›, ne de kâfirlerin bir ferdi anl›yamam›fld›r. Bu büyüklerden baflkas›, Allahü teâlâ görülemez, demifldir. Bunlar, bilmedikleri fleyleri, gördükleri fleylere
benzeterek düflündükleri için, yan›lm›fld›r. Böyle benzetmelerin, ölçmelerin, bozuk netîce verece¤i meydândad›r. [Bugün birçok kimse de, bu yanl›fl ölçü ve benzetmekden dolay› îmânlar›n› gayb edip, ebedî felâkete sürükleniyor.] Bu gibi derin mes’elelerde îmân flerefine kavuflmak, ancak Muhammed aleyhisselâm›n sünnetine [ya’nî yoluna] uymak ›fl›¤› ile nasîb olur. Allahü teâlây› Cennetde görme¤e inanmak flerefinden mahrûm olanlar, bu se’âdete kavuflmakla nas›l flereflenebilir ki, (inkâr eden, mahrûm kal›r) sözü meflhûrdur. Cennetde olup da görmemek
– 104 –
de uygun de¤ildir. Çünki, islâmiyyet, Cennetde olanlar›n hepsi görecekdir diyor.
Bir k›sm› görecek, bir k›sm› görmiyecek demiyor. Bunlara, Mûsâ aleyhisselâm›n
Fir’avna verdi¤i cevâb› söyleriz ki, Tâhâ sûresi 51 ve 52. âyetlerinde meâlen buyuruyor ki: (Fir’avn dedi ki: Bizden evvel gelip geçenlerin hâlleri ne oldu?). Cevâb›nda dedi ki: (Onlar›n hâlleri ve istikbâllerini, Rabbim bilir. Levh-il-mahfûzda yaz›lm›fld›r. Rabbim hiçbir fleyde yan›lmaz ve unutmaz.) Ben ise, sizin gibi bir
kulum. Ancak, bana bildirdi¤i kadar bilirim.
Cennet de, herfley gibi, Allahü teâlân›n mahlûkudur. Allahü teâlâ, mahlûklar›n›n hiçbirisine girmez, birinde bulunmaz. Fekat mahlûklar›n›n ba’z›s›nda Onun nûrlar› zuhûr eder. Ba’z›s›nda ise, o kâbiliyyet yokdur. Aynada, karfl›s›ndaki cismlerin görünüflleri, zuhûr ediyor. Taflda, toprakda ise etmiyor. Allahü teâlâ, her mahlûkuna ayn› nisbetde ise de, mahlûklar, birbirlerinin ayn› de¤ildir. Allahü teâlâ, dünyâda görülemez. Bu âlem, Onu görmek ni’metine kavuflma¤a elveriflli de¤ildir. Dünyâda görülür diyen, yalanc›d›r, iftirâc›d›r. Do¤ruyu anl›yamam›fld›r. Bu dünyâda,
bu ni’met nasîb olsayd›, herkesden önce, Mûsâ “aleyhisselâm” görürdü. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” mi’râcda, bu devletle flereflendi ise de, bu dünyâda de¤ildi. Cennete girdi. Oradan gördü. Ya’nî, âh›retde görmüfl oldu. Dünyâda görmedi. Dünyâda iken, dünyâdan ç›kd›, âh›rete kar›fld› ve gördü.
Allahü teâlâ, yerlerin, göklerin yarat›c›s›d›r. Da¤lar›, denizleri, a¤açlar›, meyveleri, ma’denleri, [mikroplar›, hayvanlar›, atomlar›, elektronlar›, molekülleri] yaratan Odur. Birinci semây› y›ld›zlarla süsledi¤i gibi, yeryüzünü, insanlar› yaratmakla süslemifldir. Basît cismleri, elemanlar›, O yaratm›fld›r. Bileflik cismler, Onun yaratmas› ile hâs›l olmufldur. Herfleyi yokdan var eden Odur. Ondan baflka herfley yok
idi. Hiçbiri kadîm de¤ildir. Bütün do¤ru dinler, Allahdan baflka, herfleyin yok
iken, sonradan var oldu¤unu, Ondan baflka kadîm bulunmad›¤›n› bildirmekdedir.
Baflkas›n› kadîm bilenlere kâfir demifllerdir. Huccet-ül islâm, ‹mâm-› Gazâlî, (Elmünk›z-ü anid-dalâl) kitâb›nda, Allahü teâlâdan baflkas›n› kadîm bilene, kâfir dedi. [Bu kitâb›, Hakîkat Kitâbevi, ofset ile basd›rm›fld›r.]
Gökleri, y›ld›zlar› ve baflka fleyleri kadîm bilenlerin, yalan söylediklerini
Kur’ân-› kerîm bildirmekdedir. Yerlerin yokdan var edildi¤ini gösteren âyet-i
kerîmeler çokdur. Her zemân yan›lan akla uyarak, Kur’ân-› kerîme inanm›yan kimse, ne kadar sefîhdir. (Allahü teâlâ, bir kimseye nûr vermezse, o münevver olamaz.)
‹nsanlar, mahlûk oldu¤u gibi, bütün iflleri, hareketleri de, Allahü teâlân›n mahlûkudur. Çünki Ondan baflka, kimse birfley yapamaz, yaratamaz. Kendi mahlûk,
yarat›lm›fl olan, baflkas›n› nas›l yaratabilir? Yarat›lmak damgas›, kudretin az oldu¤una alâmetdir ve ilmin noksan oldu¤una iflâretdir. Bilgisi, kuvveti az olan, yaratamaz. Îcâd edemez. ‹nsan›n iflinde, kendine düflen pay, kendi kesbidir. Ya’nî o ifl,
kendi kudreti ve irâdesi ile olmufldur. O ifli, yaratan, yapan, Allahü teâlâd›r. Kesb
eden, kuldur. Görülüyor ki, insanlar›n ihtiyârî iflleri, istiyerek yapd›klar› fleyler, insan›n kesbi ile Allahü teâlân›n yaratmas›ndan meydâna gelmekdedir. ‹nsan›n
yapd›¤› iflde, kendi kesbi, ihtiyâr› [ya’nî be¤enmesi] olmasa, o ifl, titreme fleklini al›r.
[Mi’denin, kalbin hareketi gibi olur.] Hâlbuki, ihtiyârî hareketlerin, bunlar gibi olmad›¤› meydândad›r. Her ikisini de, Allahü teâlâ yaratd›¤› hâlde, ihtiyârî hareketle, titreme hareketi aras›nda görülen bu fark, kesbden ileri gelmekdedir. Allahü
teâlâ, kullar›na merhamet ederek, onlar›n ifllerinin yarat›lmas›n›, onlar›n kasdlar›na, arzûlar›na tâbi’ k›lm›fld›r. Kul isteyince, kulun iflini yaratmakdad›r. Bunun için
de, kul mes’ûl olur. ‹flin sevâb› ve cezâs›, kula olur. Allahü teâlân›n kullar›na verdi¤i kasd ve ihtiyâr, ifli yap›p yapmamakda müsâvîdir. Her ifli yapman›n ve yapmaman›n iyi veyâ fenâ oldu¤unu, Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ile
kullar›na aç›kca bildirmifldir. Kul, her iflinde, yap›p yapmamakda serbest olup, ikisinden birini elbette seçecek, ifl, iyi veyâ fenâ olacak, günâh veyâ sevâb kazanacakd›r. Allahü teâlâ kullar›na, emrlerini ve yasaklar›n› yerine getirecek kadar kudret
– 105 –
[ya’nî enerji] ve ihtiyâr [ya’nî be¤enmek, seçmek] vermifldir. Dahâ çok vermesine, lüzûm yokdur. Lüzûmu kadar vermifldir. Buna inanmayan, kolay fleyleri anlayam›yan kimsedir. Kalbi hasta oldu¤undan, ahkâm-› islâmiyyeye uymama¤a behâne aramakdad›r.
[Allahü teâlâ, insanlara irâde denilen kuvveti verme¤i ve insanlar›n, istediklerini yapmakda, istemediklerini yapmamakda serbest olmalar›n› ezelde irâde etmifldir. Hiçbirfleyi zorla yapd›rmamakdad›r. ‹nsanlar›n irâde sâhibi olmalar›, Allahü
teâlâ böyle istedi¤i içindir. ‹nsan›n, diledi¤ini yapabilmesi, insan›n irâde sâhibi oldu¤unu gösterdi¤i gibi, Allahü teâlân›n da ezelde bu irâdeyi irâde etmifl oldu¤unu göstermekdedir. Allahü teâlâ, insanda irâde olmas›n› ezelde irâde etmeseydi,
insanda irâde yaratmasayd›, insan bir ifli yapmakda serbest olamaz, mecbûr olurdu. Böyle olmakla berâber, insan birfley yapma¤› irâde edince, dileyince, Allahü
teâlâ da irâde ediyor ve yarat›yor. ‹nsanlar›n irâde etdiklerini yaratan, Allahü teâlâd›r. ‹nsan, hiçbir dile¤ini yaratamaz, yapamaz. ‹nsan›n irâde etdi¤ini, sonra Allahü teâlâ da, irâde ediyor ve yarat›yor. Herfleyi yapan, yaratan, yaln›z Allahü teâlâd›r. Ondan baflka yarat›c› yokdur. Ondan baflkas›na yarat›c› demek, yaratd› demek, hem yanl›fld›r, hem de, Allahü teâlâya baflkas›n› flerîk, ortak yapmak olur ki,
ençok yasak etdi¤i, en fliddetli ve sonsuz azâb yapaca¤›n› bildirdi¤i birfleydir.]
Bu söylediklerimiz, kelâm ilminin derin mes’elelerindendir. Bunun en kolay, en
aç›k bildirilmesi de, yazd›¤›m›zd›r. Do¤ru yolun âlimlerinin bildirdiklerine inanmak lâz›md›r. Bu konuda münâkafla etmekle, arafld›rmakla u¤raflmamal›d›r.
Nazm:
Hücûm edilemez, her meydânda,
siperlenmek lâz›md›r, ba’zan da!
Allahü teâlâ, kullar›na merhamet ederek, Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” göndermifldir. Bunlarla kullar›na do¤ru yolu, se’âdet-i ebediyye yolunu
göstermifl, kullar›n› kendine ça¤›rm›fld›r. R›zâs›n›n, sevgisinin yeri olan Cennete
da’vet etmifldir. Böyle bir ihsân sâhibinin da’vetini kabûl etmiyen, ne kadar zevall›d›r. Onun ni’metlerinden mahrûm kalan ne kadar ahmakd›r. Bu büyüklerin,
Allahü teâlâdan bildirdikleri haberlerin hepsi do¤rudur. Hepsine îmân etmek lâz›md›r. Akl, do¤ruyu, iyiyi bulan bir âlet ise de, yaln›z bafl›na bulamaz, noksand›r.
Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” gelmesi ile temâmlanm›fld›r.
Kullara özr, behâne kalmam›fld›r. Peygamberlerin birincisi hazret-i Âdemdir. Sonuncusu ise, hazret-i Muhammed Resûlullahd›r “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü
vetteslîmât”. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” hepsine îmân etmek
lâz›md›r. Hepsini ma’sûm [ya’nî günâhs›z] ve do¤ru sözlü bilmelidir. Bunlardan birine inanmamak, hepsine inanmamak demekdir. Çünki, hepsi ayn› îmân› söylemifldir. Ya’nî, hepsinin dinlerinin asl›, temeli [ya’nî îmân edilecek fleyleri] birdir.
[Vehhâbîler, Âdem aleyhisselâm›n peygamber oldu¤una inanm›yorlar. (Keflf-üflflübühât) kitâblar›n›n bafl›nda, (Peygamberlerin evveli Nûh aleyhisselâmd›r) diyor.
Bozuk inan›fllar›ndan biri de budur.] Îsâ “aleyhisselâm” ölmedi. Yehûdîler, kendisini öldürmek istedikleri zemân, Allahü teâlâ onu diri olarak göke kald›rd›.
K›yâmete yak›n bir zemânda gökden [fiâma] inecek ve Muhammed aleyhisselâm›n
dînine tâbi’ olacakd›r. Evliyân›n büyü¤ü, tesavvuf deryâs›n›n dalg›c› Muhammed
Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin yetifldirdi¤i Evliyân›n büyüklerinden olan hâce
Muhammed Pârisâ hazretleri (Füsûl-i sitte) kitâb›nda buyuruyor ki: (Îsâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” gökden inip, imâm-› a’zam Ebû Hanîfe mezhebine uygun ictihâd edecek, onun halâl dedi¤ine halâl diyecek, harâm dedi¤ine harâm diyecekdir).
MELEKLER: Allahü teâlân›n k›ymetli kullar›d›r. [‹çlerinden bir k›sm›, di¤er
meleklere ve insanlar›n] Peygamberlerine “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” haber
getirmek vazîfesi ile flereflenmifllerdir. Emr olunduklar›n› yaparlar. ‹syân etmez– 106 –
ler. Yimeleri, içmeleri yokdur. Evlenmezler. Erkek, difli de¤ildirler. Çocuklar› olmaz. Kitâblar› ve sahîfeleri, onlar getirmifldir. Emîn olduklar› için, getirdikleri de
do¤rudur. Müslimân olmak için, meleklere, böyle inanmak lâz›md›r. Do¤ru yolda bulunan âlimlerin ço¤una göre, insanlar›n yükse¤i, meleklerin yükse¤inden dahâ üstündür. Çünki insanlar, fleytân ve nefsleri ile savafl›yor. ‹htiyâclar› oldu¤u hâlde yükseliyor. Melekler ise, zâten yüksek yarat›lm›fllard›r. Melekler, tesbîh, takdîs ediyorsa da, buna cihâd› da katmak, insanlar›n yükseklerine mahsûsdur. Nisâ
sûresi, doksandördüncü âyetinde meâlen, (Mallar›n›, canlar›n› fedâ ederek din düflmanlar› ile, Allah r›zâs› için cihâd eden müslimânlar, oturup, ibâdet edenlerden dahâ üstündür. Hepsine de, Cenneti söz veriyorum) buyuruldu.
Muhbir-i sâd›k›n [ya’nî hep do¤ru haber verici] “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” kabr ve k›yâmet hâllerinden, Haflrdan [kabrden kalk›nca arasât meydân›nda toplanmak] ve Neflrden [hesâbdan sonra Cennete, Cehenneme da¤›lmak],
Cennetden, Cehennemden haber verdi¤i fleylerin hepsi do¤rudur. Âh›rete inanmak, Allahü teâlâya inanmak gibi, îmân›n flart›d›r. Âh›reti inkâr eden, Allahü teâlây› inkâr etmifl gibi, kâfirdir [Allaha düflmand›r].
Kabr azâb› ve kabrin s›kmas› vard›r. Buna inanmayan kâfir olmaz. Bid’at sâhibi olur. Çünki, meflhûr olan hadîslere inanmam›fl olur. [Bunlar, bu hadîslerin,
do¤ru hadîs olmas›nda flübhe etdikleri için, kabr azâb›na inanm›yor. Hadîs olduklar›n› kabûl etselerdi, inan›rlard›. Bundan dolay›, kâfir olm›yor, yaln›z Ehl-i sünnetden ayr›lm›fl oluyorlar. Hâlbuki, hadîs olsa da, olmasa da, kabr azâb›na inanmam. Akl ve tecribe, bunu kabûl etmiyor, diyen kâfir olur. fiimdi böyle inanm›yanlar, kâfir oluyor.] Kabr, dünyâ ile âh›ret aras›nda geçid oldu¤undan, kabr azâb›, dünyâ azâblar› gibi geçicidir ve âh›ret azâblar› cinsindendir. Ya’nî, bir bak›mdan dünyâ azâblar›na, bir bak›mdan da, âh›ret azâblar›na benzemekdedir. Kabr azâb› en
çok, dünyâda üstüne idrâr s›çratanlara ve müslimânlar aras›nda söz tafl›yanlara olacakd›r. (Münker) ve (Nekîr) ismindeki iki melek kabrde süâl soracakd›r. Bu süâle
cevâb vermek, bir derddir. [Münker ve Nekîr, nas›l oldu¤u bilinmiyen demekdir.
Cum’a nemâz› sonundaki yaz›y› okuyunuz!]
K›yâmet günü vard›r. O gün, elbette gelecekdir. O gün, gökler parçalanacak, y›ld›zlar da¤›lacak, yeryüzü ve da¤lar, parça parça olacakd›r ve yok olacaklard›r.
Kur’ân-› kerîm, bunlar› haber veriyor ve müslimânlar›n bütün f›rkalar›, buna
inan›yor. Buna inanm›yan kâfir olur. Bir tak›m hayâlî fleylerle, inkâr›n› güzel gösterse de, ilmi ve fenni araya kat›p, câhilleri aldatsa da, yine kâfirdir. K›yâmetde,
bütün mahlûklar, yok olup, tekrâr yarat›lacak, herkes mezârdan kalkacakd›r. Allahü teâlâ çürümüfl toz olmufl kemikleri yine diriltecekdir. O gün, terâzî kurulacak,
herkesin hesâb defterleri uçarak, iyilere sa¤ taraflar›ndan, fenâlara sol taraflar›ndan gelecekdir. Cehennem üzerindeki s›rât köprüsünden geçilecek, iyiler geçip Cennete gidecek, Cehennemlikler, Cehenneme düflecekdir. Bu bildirdiklerimiz, olm›yacak fleyler de¤ildir. Muhbir-i sâd›k “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” haber verdi¤inden, hemen kabûl etmek, inanmak lâz›md›r. Hayâle kap›larak flübheye düflmemelidir. Allahü teâlâ, Haflr sûresi yedinci âyetinde meâlen, (Resûlümün “sallallahü aleyhi ve sellem” getirdiklerini al›n›z!) ya’nî, her söyledi¤ine inan›n›z!
buyuruyor. K›yâmet günü Allahü teâlân›n izni ile, iyiler, kötülere flefâ’at edecek,
araya gireceklerdir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (fiefâ’atim, ümmetimden, günâh› büyük olanlarad›r) buyuruyor. Kâfirler, hesâbdan sonra, Cehenneme girecek, Cehennemde ve azâbda ebedî kalacaklard›r. Mü’minler, Cennetde
ve Cennet ni’metlerinde sonsuz kalacaklard›r. Günâh›, sevâb›ndan çok olan
mü’minlerin, Cehenneme girip, günâhlar›na karfl›l›k, bir müddet azâb görmeleri
câiz ise de, bunlar, Cehennemde sonsuz kalm›yacaklard›r. Kalbinde zerre kadar
îmân bulunan bir kimse, Cehennemde sonsuz kalm›yacak, rahmet-i ilâhiyyeye kavuflarak Cennete girecekdir.
– 107 –
[Kâdî zâde Ahmed efendinin yazd›¤› (Âmentü flerhi) kitâb›, ikiyüzdokuzuncu
sahîfede diyor ki, (Cehennemde bir yer vard›r ki, Zemherîr derler. Ya’nî, so¤uk Cehennemdir. So¤uklu¤u pek fliddetlidir. Bir ân dayan›lmaz. Kâfirlere, bir so¤uk, bir
s›cak, sonra so¤uk, sonra s›cak Cehenneme at›larak, azâb yap›lacakd›r). Cehennemde so¤uk Zemherîr azâblar› bulundu¤u, (Kimyâ-i se’âdet) kitâb›, dördüncü
rükn, alt›nc› asl›nda ve ‹mâm-› Muhammed Gazâlînin (Dürret-ül-fâhire) kitâb›n›n
tercemesi olan (K›yâmet ve Âh›ret hâlleri) kitâb›n›n sonunda, (Nefs muhâsebesi) bahsinde de yaz›l›d›r. Hadîs-i flerîflerde aç›kça bildirilmekdedir.
Din câhilleri, islâmiyyete, yalan ve iftirâ ile sald›r›rken (Peygamberler, hep s›cak
memleketlerde geldi¤i için, Cehennem azâb›n›n atefl oldu¤unu söylemifller, hep ateflle korkutmufllar. Kutblarda, flimâl so¤uk memleketlerde gelselerdi, buz ile azâb yap›laca¤›n› söylerlerdi) diyor. Bunlar, hem çok câhil, hem de ahmak kâfirlerdir. Zâten Kur’ân-› kerîmden haberleri olsayd› ve islâm büyüklerinin sözlerini duysalard› ve biraz akllar› olsayd›, hemen müslimân olurlard›. Hiç olmazsa, böyle ulu orta,
yalanlar› yazmakdan, belki s›k›l›rlard›. Dînimiz, hem Cehennemde, so¤uk azâblar
oldu¤unu bildiriyor, hem de Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” yaln›z s›cak memleketlere de¤il, yeryüzünde, s›cak ve so¤uk, her memlekete gönderildi¤ini haber veriyor. Kur’ân-› kerîm, Peygamberimize sorulan süâllere, soranlar›n bilgilerine ve anlay›fllar›na göre cevâb vermekdedir. Âh›retdeki bilinmiyen varl›klar› da, dünyâda
gördüklerine, bildiklerine benzeterek anlatmakdad›r. Mekkeliler, kutublar›, buz
memleketlerini duymad›klar› için, Cehennemin so¤uk azâblar›n› onlara bildirmek,
fâidesiz olurdu. Kur’ân-› kerîmde ve hadîs-i flerîflerde bu inceli¤e uygun haberlerin bulunmas›, flimdiki kâfirlerin dahâ çok sap›tmas›na sebeb olmakdad›r].
Mü’min ve kâfir, son nefesde belli olur. Birçok kimse, bütün ömrünce kâfir kal›p, sonunda îmâna kavuflur. Bütün ömrü îmân ile geçip, sonunda tersine dönen de
olur. K›yâmetde, son nefesdeki hâle bak›l›r. Yâ Rabbî! Bize do¤ru yolu gösterdikden, îmân ile flereflendirdikden sonra, flafl›rmakdan, yoldan ç›kmakdan koru! Bize rahmet et, ac›! Yol gösteren ancak sensin!
ÎMÂN: Dinden oldu¤u sözbirli¤i ile bildirilmifl olan fleylere, kalb ile inanma¤a
ve dil ile de îmân›n› söyleme¤e derler. Îmân edilecek fleyler, Allahü teâlân›n var
oldu¤una, bir oldu¤una, kitâblar›na, sahîfelere ve Peygamberlere, Meleklere
îmând›r. Âh›retde Haflra, Neflre, Cennetde ebedî ni’metlere, Cehennemde ebedî
azâblara, göklerin yar›lmas›na, y›ld›zlar›n da¤›lmas›na, arz›n parça parça olmas›na inanmakd›r. Befl vakt nemâz›n farz oldu¤una ve bu nemâzlar›n rek’atlar›n›n
adedlerine, mal›n zekât›n› vermek farz oldu¤una ve Ramezân-› flerîf ay›nda hergün oruc tutman›n ve gücü yetene, Mekke-i mükerreme flehrine gidip, hac etmenin farz oldu¤una inanmakd›r. fierâb içmenin, [domuz eti yimenin,] haks›z yere
adam öldürmenin ve anaya babaya karfl› gelmenin ve h›rs›zl›k ve zinâ etmenin ve
yetîm mal› yimenin ve fâiz al›p vermenin [ve kad›nlar›n aç›k, ç›plak gezmelerinin
ve kumar oynaman›n] harâm olduklar›na îmân lâz›md›r. Îmân› olan bir kimse, büyük bir günâh ifllerse, îmân› gitmez ve kâfir olmaz. Günâha, ya’nî harâma halâl diyen kâfir olur. Harâm iflliyen fâs›k olur. Ben elbette mü’minim demelidir. Îmânl›
oldu¤unu söylemelidir. Mü’minim derken, inflâallah dememelidir. Bundan, flübhe
ma’nâs› ç›kabilir. Evet, son nefes için inflâallah denirse de, dememek dahâ iyidir.
Dört halîfenin birbirinden yükseklikleri, hilâfetleri s›ras› iledir. Çünki, do¤ru
yolda olan âlimlerin hepsi diyor ki, (Peygamberlerden “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” sonra, insanlar›n en üstünü, Ebû Bekr-i S›ddîk “rad›yallahü anh” hazretleridir.
Ondan sonra, Ömer-ül-Fârûk “rad›yallahü anh” hazretleridir). Efdâl olmak, ya’nî üstünlük, bu fakîre göre fazîleti, meziyyeti, iyi s›fatlar› çok olmak de¤ildir. Önce îmâna gelmek, din için herkesden çok mal vermek ve cân›n› tehlükelere atmakd›r. Ya’nî
dinde, sonra gelenlere, üstâd olmakd›r. Sonra gelenler, herfleyi, öncekilerden ö¤renir. Bu üç flart›n hepsi, S›ddîk “rad›yallahü anh” hazretlerinde toplanm›fld›r. Herkes– 108 –
den önce îmâna gelmifl, mal›n› ve cân›n› din için fedâ etmifldir. Bu ni’met, bu ümmetde, ondan baflkas›na nasîb olmam›fld›r. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” vefât›na yak›n, buyurdu ki: (Bana mal›n›, cân›n›, Ebû Bekr kadar çok fedâ eden, baflkas› yokdur. E¤er, dost edinseydim, elbette Ebû Bekri dost edinirdim). Bir hadîs-i flerîfde buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, beni size Peygamber gönderdi. ‹nanmad›n›z. Ebû
Bekr inand›. Bana mal› ile, cân› ile yard›m etdi. Onu hiç incitmeyin ve Ona hurmet
ve ta’zîm edin!). Bir hadîs-i flerîfde buyurdu ki: (Benden sonra Peygamber gelmiyecekdir. E¤er gelseydi, elbette Ömer Peygamber olurdu). Emîr [Alî] “rad›yallahü anh”
buyurdu ki: (Ebû Bekr ile Ömerden, her biri, bu ümmetin en yükse¤idir. Beni onlardan üstün tutan, iftirâc›d›r. ‹ftirâ edenler dövüldü¤ü gibi, onu döverim).
Eshâb-› kirâm “aleyhimürr›dvân” aras›nda olan muhârebeleri, iyi sebeblerden dolay› bilmelidir. Bu ayr›l›klar›, nefsin arzûlar›, mevk›’, rütbe, sandalye kapmak, bafla geçmek sevgisinden de¤ildi. Çünki, bütün bunlar nefs-i emmârenin kötülükleridir. Onlar›n nefsleri ise, insanlar›n en iyisinin “aleyhi ve aleyhimüssalevât” sohbetinde, karfl›s›nda tertemiz olmufldu. fiu kadar var ki, Emîrin “rad›yallahü anh” hilâfeti zemân›nda olan muhârebelerde, o hakl› idi. Ondan ayr›lanlar, hatâ etdi. Fekat, ictihâd hatâs› oldu¤undan, birfley denemez. Nerde kald› ki, fâs›k denilsin! Onlar›n hepsi âdil idi. Her birinin verdi¤i haber, makbûl idi. Emîre uyanlar›n ve ondan
ayr›lanlar›n verdikleri haberler, do¤rulukda ve güvenilmekde farks›z idi. Aralar›ndaki muhârebeler, i’timâd›n gitmesine sebeb olmam›fld›r. O hâlde, hepsini sevmek
lâz›md›r. Çünki, onlar› sevmek, Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem”
sevgisinden dolay›d›r. Bir hadîs-i flerîfde, (Onlar› seven, beni sevdi¤i için sever) buyurmufldur. Onlar› sevmemekden, herhangi birine düflmanl›k etmekden çok sak›nmal›d›r. Çünki, onlara düflmanl›k, Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” düflmanl›k olur. Hadîs-i flerîfde, (Onlara düflmanl›k eden, bana düflman oldu¤u için eder) buyurmufldur. O büyükleri ta’zîm etmek, hurmet etmek, insanlar›n en iyisini
ta’zîm etmek, hurmet etmekdir. Onlara hurmetsizlik, tahkîr etmek, Onu tahkîr
olur. ‹nsanlar›n en iyisinin “aleyhissalâtü vesselâm” sohbetini, sözlerini ta’zîm etmek, k›ymet vermek için Eshâb-› kirâm›n hepsine ta’zîm etmek, k›ymet vermek lâz›md›r. Evliyân›n büyüklerinden Ebû Bekr-i fiiblî “kuddise sirruh” buyuruyor ki, (Eshâb-› kirâma “rad›yallahü teâlâ anhüm ecma’în” ta’zîm etmiyen, k›ymet vermiyen
bir kimse, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” îmân etmemifl olur).
A’MÂL-‹ fiER’IYYE: ‹’tikâd› düzeltdikden sonra, islâmiyyetin emr etdi¤i fleyleri yapmak lâz›md›r. Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (‹slâm›n
binâs› befl direk üzerine kurulmufldur. Birincisi, Eflhedü en lâ ilâhe illallah ve eflhedü enne Muhammeden abdühu ve resûlüh, demek ve bunun ma’nâs›na inanmakd›r).
Bu flehâdet kelimesinin ma’nâs›, (Görmüfl gibi bilir ve inan›r›m ki, Allahü teâlâdan
baflka, varl›¤› lâz›m olan, ibâdet ve itâ’at olunma¤a hakk› olan, hiç ilâh, hiçbir kimse yokdur. Görmüfl gibi bilir, inan›r›m ki, Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”
Allahü teâlân›n hem kulu, hem Peygamberidir. Onun gönderilmesi ile, Ondan önceki Peygamberlerin dinleri temâm olmufl, hükmleri kalmam›fld›r. Se’âdet-i ebediyyeye kavuflmak için, ancak Ona uymak lâz›md›r. Onun her sözü, Allahü teâlâ taraf›ndan kendisine bildirilmifldir. Hepsi do¤rudur. Yanl›fll›k ihtimâli yokdur) demekdir. [Müslimân olmak istiyen bir kimse, önce bu kelime-i flehâdeti ve ma’nâs›n› söyler. Sonra guslü, nemâz› ve lâz›m oldukca, farzlar›, harâmlar› ö¤renir.]
Îmân edilecek, i’tikâd edilecek fleyleri, yukar›da bildirdik.
‹slâm›n ikinci flart›, dînin dire¤i olan, befl vakt nemâz› vaktinde k›lmakd›r. Nemâz, ibâdetlerin en üstünüdür. Îmândan sonra, en k›ymetli ibâdet, nemâzd›r.
Îmân gibi, onun da güzelli¤i, kendindendir. Baflka ibâdetlerin güzelli¤i ise, kendilerinden de¤ildir. Nemâz› do¤ru k›lma¤a çok dikkat etmelidir. Önce, kusûrsuz bir
abdest almal›, gevfleklik göstermeden, nemâza bafllamal›d›r. K›râetde, rükü’da, secdelerde, kavmede, celsede ve di¤er yerlerinde, en iyi olarak yapma¤a u¤raflmal›d›r.
– 109 –
Rükü’da, secdelerde, kavmede ve celsede tumânîneti [her uzvun hareketsiz durmas›n›] lâz›m bilmelidir. Nemâz› vaktin evvelinde k›lmal›, gevfleklik yapmamal›d›r.
Makbûl olan, sevilen kul, sâhibinin emrlerini, yaln›z Onun emri oldu¤u için yapan kuldur. Emri yapmakda gecikmek, inâdc›l›k ve edebsizlik olur. Fârisî yaz›lm›fl
f›kh kitâblar›ndan meselâ, (Tergîbüssalât ve teysîrül-ahkâm) kitâb› ve bunun benzeri bir kitâb, her vakt yan›n›zda bulunmal›d›r. [(Tergîbüssalât) kitâb›, yüz kadar
kitâbdan toplanm›fld›r ve üç k›smd›r. Birinci k›sm, nemâz›n farz olmas›, ikincisi abdest, üçüncüsü abdesti bozanlard›r. Bu kitâb, Nûr-i Osmâniyye Kütübhânesinde vard›r. Hakîkat Kitâbevi taraf›ndan yeniden tab’ edilmifldir.] Din mes’elelerini bu kitâblardan bak›p ö¤renmelidir. [Olur olmaz kimselerin, para kazanmak için yazd›¤› kitâb ve mecmû’alardan din ö¤renen, yanl›fl fleyler ö¤renir. Do¤ru müslimânlar›n, Allah r›zâs› için yazm›fl olduklar› kitâblar› bulup okumal›d›r. ‹slâmiyyeti ö¤renmek için, en iyi türkçe kitâb, Kâdî zâdenin (Birgivî vas›yyetnâmesi flerhi) ve yine Kâdî zâdenin (Âmentü flerhi) kitâblar› ile (Mevkûfât), (Dürr-i Yektâ flerhi), (Ey
o¤ul ilmihâli) ve (Mevâhib-i ledünniyye tercemesi) ve (Mecmû’a-i zühdiyye) ve
(Miftâh-ul-Cennet ilm-i hâli)dir. Fâtih câmi’i flerîfi ders-i âmlar›ndan, ibtidâ-i dâhil medresesi müdîr-i umûmîsi ‹skilibli Muhammed Ât›f efendinin (‹slâm yolu) ilmihâl kitâb› da çok fâidelidir. 1959 senesinde bas›lm›fld›r. 1926 da Ankarada i’dâm
edilmifldir. Bunlar, islâm harfleri ile bas›lm›fld›r. Bir kitâba güvenebilmek için,
yaln›z ismine de¤il, kitâb› yazan›n ismine de bakmal›d›r.] Ehl-i sünnet i’tikâd›n› ve
f›kh bilgilerini ö¤renmeden önce, Gülistân kitâb› ve hikâye kitâblar› okumamal›d›r. F›kh kitâblar› yan›nda, Gülistân ve benzeri kitâblar lüzûmsuzdur. [Gülistân lüzûmsuz olursa, din düflman› olan gazetelerin ve mecmû’alar›n tiryâkilerine acabâ
ne denir.] Dinde lâz›m olanlar›, önce okumak ve ö¤renmek ve ö¤retmek lâz›md›r.
Bunlardan fazlas› ikinci derecede kal›r. [Yâ, din bilgilerini ö¤renmeden, baflka fleyler ö¤renenler ve çocuklar›na do¤ru din bilgisi ö¤retmiyerek, para, mal, mevk›’ kazanmalar›na u¤raflanlar, ne kadar aldan›yor. ‹stikbâli te’mîn etmek, acabâ bunlar› kazanmak m›d›r? Yoksa, Allahü teâlân›n r›zâs›n› kazanmak m›d›r?]
Teheccüd nemâz›n› zarûret olmad›kca, elden kaç›rmamal›d›r. [Teheccüd, gecenin
üçde ikisi geçdikden sonra, k›l›nan nemâza denir, imsâk vaktinden önce k›l›n›r. Teheccüd, uykuyu terk etmek demekdir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”
muhârebelerde bile, teheccüd k›lard›. Kazâ nemâzlar› olan, teheccüd zemân›nda, kazâ nemâz› k›lmal›d›r. Hem kazâ borcu ödenir, hem de teheccüd sevâb›na kavuflur. Teheccüd ve di¤er nâfile nemâzlar›n nas›l k›l›nacaklar› (‹slâm Ahlâk›) kitâb›m›zda
yaz›l›d›r.] Gece uyanmak güç olursa, hizmetçilerinizden birkaç›na emr ediniz! Sizi o
zemân uyand›rs›nlar, uykuda b›rakmas›nlar. Birkaç gece kalk›nca, art›k âdet olur, uyan›rs›n›z. Teheccüd ve sabâh nemâzlar›na uyanmak isteyen, yats›y› k›l›nca hemen yatmal›d›r ve gece, bofl fleylerle uykusuz kalmamal›d›r. Teheccüd zemân›nda tevbe, istigfâr etmek, Allahü teâlâya ilticâ etmek, yalvarmak, günâhlar›n› düflünmek, ayblar›n›, kusûrlar›n› hât›rlamak, k›yâmetdeki azâblar› düflünüp korkmak, Cehennemin
sonsuz ac›lar›ndan titremek lâz›md›r. Afv ve magfiret için çok yalvarmal›d›r. O zemân ve her zemân yüz kerre (Estagfirullahel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüv el hayyel kayyûme ve etûbü ileyh) demeli ve ma’nâs›n› düflünerek söylemelidir. [Azîm, zât› ve s›fatlar› kemâlde demekdir. Kebîr, zât› kemâlde, celîl, s›fatlar› kemâlde demekdir.] Bunu ikindi nemâz›ndan sonra [tesbîhlerden ve düâdan sonra] yüz def’a okumal›d›r. Abdestsiz okunabilir. Hadîs-i flerîfde buyuruldu ki, (K›yâmetde, sahîfesinde çok istigfâr bulunanlara, müjdeler olsun!). [Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî, ikinci cildin 80. ci
mektûbunda buyuruyor ki, (Belâlardan, s›k›nt›lardan kurtulmak için, istigfâr okumak
çok fâidelidir ve tecribe edilmifldir. Ölümden baflka, her derdden kurtar›r. Eceli gelenin de, a¤r›s›z, s›k›nt›s›z ölümüne yard›m eder. Her s›k›nt›dan kurtaraca¤› ve r›zk› artd›raca¤›, hadîs-i flerîfde bildirildi. Her farz nemâzdan sonra, bunu üç kerre okumal› ve yaln›z (Estagfirullah) diyerek yetmifle temâmlamal›d›r). (Hak Sözün Vesîkalar›) kitâb›n›n 344.cü sahîfesine bak›n›z! ‹stigfâr› ve bütün düâlar›, ma’nâlar›n› dü– 110 –
flünmeden, temiz kalb ile söylemezse, yaln›z a¤›z ile söylerse, hiç fâidesi olmaz.
A¤›z ile üç kerre söyleyince, temiz kalb de söyleme¤e bafllar. Günâh ifllemekle kararm›fl olan kalbin söylemesi için, a¤›z ile çok söylemek lâz›md›r. Nemâz k›lm›yan›n
ve harâm lokma yiyenin kalbi simsiyâh olur. Böyle kalbler de söyleme¤e bafllamas›
için, a¤›z ile en az yetmifl kerre söylemelidir.] Duhâ ya’nî kuflluk vakti, hiç olmazsa
iki rek’at nemâz k›lmak lâz›md›r. Teheccüd ve kuflluk nemâzlar›n›n en ço¤u oniki
rek’atdir. [Nâfile nemâzlarda, gece iki rek’atde, gündüz dört rek’atde selâm verilir.]
Her farz nemâz› k›l›nca, Âyet-el-kürsî okuma¤a çal›flmal›d›r. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Farz nemâzlar›ndan sonra Âyet-elkürsî okuyan kimse ile Cennet aras›nda, ölümden baflka mâni’ yokdur). Befl vakt
nemâzdan sonra, sessizce, otuzüç kerre kelime-i tenzîh (Sübhânallah) ve otuzüç
kerre tahmîd (Elhamdülillah) ve otuzüç def’a tekbîr (Allahü ekber) ve en sonra,
bir kerre (Lâ ilâhe illallahü vahdehu lâ flerîke leh, lehülmülkü velehül hamdü yühyî ve yümît ve hüve alâ külli fley’in kadîr) demelidir ki, hepsi yüz olur.
Hergün ve her gece yüz kerre (Sübhânallahi ve bi-hamdihi sübhânallahil’azîm)
demelidir. Çok sevâbd›r. Her sabâh bir kerre (Allahümme mâ esbaha bî min ni’metin ev bi-ehadin min halk›ke, fe minke vahdeke, lâ flerîke leke, fe lekel hamdü ve lekeflflükr) demeli ve her akflam (Mâ esbaha) yerine (Mâ emsâ) diyerek, hepsini aynen okumal›d›r. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bu düây› gündüz okuyan, o günün flükrünü yapm›fl olur. Gece okuyunca, o gecenin flükrünü îfâ etmifl olur). Abdestli okumak flart de¤ildir. Hergün ve her gece okumal›d›r.
‹slâm›n üçüncü flart›, mal›n zekât›n› vermekdir. Zekât vermek, elbette lâz›md›r.
Zekât› seve seve ve islâmiyyetin emr etdi¤i kimselere vermelidir.
Bütün ni’metlerin, mallar›n hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâ, zenginlere verdi¤i ni’metlerin k›rkda birini, müslimânlar›n fakîrlerine vermelerini, buna karfl›l›k,
çok sevâb, katkat mükâfât verece¤ini [ve zekât› verilen mal› elbette artd›r›r›m ve
hayrl› yerlerde kullanman›z› nasîb ederim. Zekât› verilmiyen mâl›, derd ile, belâ
ile istemiyerek harc etdiririm, elinizden al›r, düflmanlar›n›za veririm, siz de bu hâli görür, kendinizi yer, yan›p kavrulursunuz!] buyurup da, bu kadar az bir fleyi [istedi¤in herhangi bir din kardefline] vermemek, ne büyük insâfs›zl›k ve inâdc›l›k olur.
Allahü teâlân›n emrlerini yapmamak, hep kalbin bozuk olmas›ndand›r. Kalbin bozuk olmas›, islâmiyyete tam inan›lmamas›d›r. Mü’min olmak için, yaln›z kelime-i flehâdeti [Eflhedü en lâ...] söylemek yetiflmez. Münâf›klar [kalbi kâfir oldu¤u hâlde, müslimân görünen z›nd›klar] da bunu söylüyor. Kalbde îmân bulundu¤una alâmet, islâmiyyetin emrlerini seve seve yapmakd›r. Zekât niyyeti ile fakîre bir alt›n vermek, yüzbin alt›n sadaka vermekden dahâ sevâbd›r. Çünki, zekât vermek, farz› yapmakd›r. Zekât niyyeti olmadan verilenler ise, nâfile ibâdetdir. Farz ibâdetin yan›nda nâfile ibâdetlerin hiç k›ymeti yokdur. Deniz yan›nda, damla kadar bile de¤ildir. fieytân aldatarak, kazâlar› k›ld›rtm›yor, nâfile k›lma¤›, [nâfile hacca ve ömreye gitme¤i] güzel gösteriyor. Zekât verdirmeyip, nâfile hayrlar›, göze güzel gösteriyor. [Sünnetlerin ve nâfilelerin, söz verilen büyük sevâblar›, farz borcu olm›yanlar, kazâlar›n› ödeyenler içindir. Kazâs› olanlar›n, farzlardan baflka hiçbir ibâdetlerine, hiç sevâb verilmez.]
‹slâm›n flart›n›n dördüncüsü, mubârek Ramezân ay›nda, hergün oruc tutmakd›r. Mubârek Ramezân ay›nda hergün, muhakkak oruc tutmal›d›r. Olur olmaz sebeblerle, bu mühim farz› elden kaç›rmamal›d›r. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Oruc, mü’mini Cehennemden koruyan bir kalkand›r).
Hastal›k gibi, mecbûrî bir sebeble oruc tutulmazsa, [gizli yimeli ve özr bitince] hemen kazâ etmelidir. Hepimiz Onun kuluyuz. Bafl› bofl, sâhibsiz de¤iliz. Sâhibimizin emrlerine, yasaklar›na göre yaflamal›y›z ki, azâbdan kurtulabilelim. ‹slâmiyyete uym›yanlar, inâdc› kul, aksi, âsî me’mûr olur ki, cezâ çekmeleri lâz›m gelir.
‹slâm›n beflinci flart› hacd›r [ömründe bir kerre, Mekke flehrine gidip, hac vazîfelerini yapmakd›r]. Hac vazîfesinin flartlar› vard›r. Hepsi, f›kh kitâblar›nda yaz›l›d›r. Hadîs-i flerîfde, (Kabûl olan bir hac, geçmifl günâhlar› yok eder) buyuruldu.
– 111 –
Cehennemden kurtulmak istiyen, halâl ve harâmlar› iyi ö¤renmeli, halâl kazan›p, harâmdan kaç›nmal›d›r. ‹slâmiyyetin sâhibinin yasak etdi¤i fleylerden sak›nmal›d›r. ‹slâmiyyetin hudûdunu aflmamal›d›r. Gaflet uykusu ne zemâna kadar sürecek, kulaklardan pamuk ne vakt at›lacak? Ecel gelince, insan› uyand›racaklar,
gözleri kulaklar› açacaklar. Fekat, o zemân piflmânl›k ifle yaram›yacak. Rezîl olmakdan baflka, ele birfley geçmiyecekdir. Hepimize ölüm yaklafl›yor. Âh›retin çeflid çeflid azâblar›, insanlar› bekliyor. ‹nsan öldü¤ü zemân, k›yâmeti kopmufl demekdir. Ölüm uyand›rmadan ve ifl iflden geçmeden önce uyanal›m! Allahü teâlân›n emrlerini ve yasaklar›n› ö¤renip, flu birkaç günlük ömrümüzü, bunlara uygun geçirelim. Kendimizi âh›retin çeflidli azâblar›ndan kurtaral›m! Tahrîm sûresi alt›nc›
âyetinde meâlen, (Ey îmân edenler, kendinizi ve çoluk çocu¤unuzu öyle bir ateflden koruyun ki, onun tutufldurucusu insanlarla tafllard›r) buyuruldu.
Îmân›, i’tikâd› düzeltdikden ve islâmiyyete uygun ibâdetleri yapd›kdan sonra,
vaktleri, kalbi temizlemek ile ma’mûr etmek lâz›md›r. Allahü teâlây› hât›rlamadan,
bir ân geçirmemelidir. Vücûd, eller, ayaklar dünyâ iflleri ile u¤rafl›rken, kalb hep
Allahü teâlâ ile olmal›, Onu hât›rlamakla lezzet duymal›d›r. Bu devlet, büyüklerimizin gösterdi¤i yolda, herkese, az zemânda nasîb oluyor. Elhamdülillah siz,
böyle oldu¤unu biliyorsunuz. Belki de, çok az olsa bile, birfley hâs›l olmufldur. Ele
geçeni b›rakmamak ve flükr etmek lâz›md›r ve artmas›na çal›flmal›d›r. Herkesin, sonradan kavuflabildi¤i fleyler, bu yolda, bafllang›cda ele geçer. O hâlde, kazanclar›n›n
az› da, pek çokdur. Çünki, dahâ bafllang›cda nihâyetden haberleri olur. Fekat, ele
geçen, ne kadar çok olsa da, az görmelidir. Ama flükr etme¤i elden b›rakmamal›d›r. Hem flükr etmeli, hem de dahâ artmas›n› istemelidir. Kalbin temiz olmas›ndan
maksad, Ondan baflkas›n›n sevgisini kalbden ç›karmakd›r. Kalbin hasta olmas›, iflte bu çeflidli ba¤l›l›klard›r. Bu ba¤l›l›klar kesilip at›lmad›kca, hakîkî îmân nasîb olmaz. ‹slâmiyyetin emrlerini ve yasaklar›n› yerine getirmek kolay ve râhat olmaz.
Nazm:
Onu düflün, oldukça cân›n!
Kalbin temizli¤i, zikri iledir ân›n!
[Zikr etmek, Allahü teâlây› hât›rlamak demekdir. Bu da, kalb ile olur. Zikr
edince, kalb temizlenir. Ya’nî kalbden dünyâ sevgisi ç›kar. Allah sevgisi yerleflir. Birçok kimselerin, bir araya toplanarak hayhuy etmesi, oynamas›, dönmesi, zikr de¤ildir. Yüz seneden beri, tarîkat diyerek, birçok fley uyduruldu. Din büyüklerinin, Eshâb-› kirâm›n yolu unutuldu. Câhiller, hattâ fâs›klar fleyh olarak zikr ve ibâdet ismi alt›nda, günâh iflledi. Hele son zemânlarda, harâm girmeyen, k›z›lbafll›k, mezhebsizlik kar›flmayan bir tekke kalmam›fld›. Bugün ne ‹stanbulda, ne de Anadoluda ve
M›sr, Irâk, Îrân, Sûriye ve Hicazda, ya’nî hiçbir islâm memleketinde, tesavvuf âlimi yok gibidir. Fekat sahte mürflidler, müslimânlar› sömüren tarîkatc›lar çokdur. Din
büyüklerinin, eskiden kalma, hâlis kitâblar›n› okuyup, ibâdetleri bunlara göre do¤rultmal›d›r. Tarîkatc›l›k, fleyhlik, mürîdlik gibi ismlerin perdesi alt›nda ifl gören
z›nd›klara, mal ve din h›rs›zlar›na aldanmamal›, bunlardan kaç›nmal›d›r].
Yemekleri, keyf için, lezzet için yimemeli, Allahü teâlân›n emrlerini yerine getirme¤e kuvvet bulmak için yimelidir. E¤er önceleri, böyle niyyet edemezseniz, her
yemekde, zor ile böyle niyyet ediniz. Hakîkî niyyet yapabilmeniz için, Allahü teâlâya yalvar›n›z! Tesavvuf, az yimek, az içmek de¤ildir. Herkesin halâlden kazan›p,
doyuncaya kadar yimesi lâz›md›r. Ubeydüllah-i Ahrâr “rahmetullahi aleyh” (Mesmû’ât) kitâb›nda, 110.cu sahîfede diyor ki, (fiâh-› Nakflibend Behâüddîn-i Buhârî
buyurdu ki, birfley yimek, aç kalmakdan iyidir. Alâüddevle Rükneddîn buyurdu ki,
birfley yimek, aç kalmakdan iyi oldu¤unu, önceden bilseydim, az yiyiniz demezdim.)
Yeni ve temiz giyinmeli ve giyinirken ibâdet için, nemâz için süslenme¤e niyyet etmelidir. Bir âyet-i kerîmede meâlen, (Her nemâz› k›larken süslü, temiz, sevilen elbiselerinizi giyiniz!) buyurulmufldur. Elbiseyi herkese gösterifl için giymemelidir ki,
– 112 –
günâhd›r. [‹bni Âbidîn orucun mekrûhlar›n› anlat›rken, güzel giyinmek mubâhd›r
diyor.] Bütün hareketler, ifller, sözler, okumak, dinlemek, [o¤lunu mektebe göndermek] hep Allah r›zâs› için olmal›d›r. Onun dînine uygun olmas›na çal›flmal›d›r.
Böyle olunca, insan›n her a’zâs› ve kalbi Allahü teâlâya müteveccih olur. Onu zikr
eder [ya’nî hât›rlar]. Meselâ, büsbütün gaflet olan uyku, ibâdetleri kuvvetle ve sa¤lam yapmak niyyeti ile uyunursa, bütün uyku ibâdet olur. Çünki, ibâdet niyyeti ile
uyumakdad›r. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Âlimlerin
uykusu ibâdetdir). Evet, bunlar› yapmak, size bugün için güç olaca¤›n› biliyorum.
Çünki, çeflidli mâni’ler etrâf›n›z› sarm›fld›r. Âdete, modaya kap›lm›fl bulunuyorsunuz. Ayblanmak, izzet-i nefse dokunmak kuruntular›na tutulmuflsunuz. Bütün bunlar, ahkâm-› islâmiyyeyi yerine getirmenize mâni’ olmakdad›r. Hâlbuki, Allahü teâlâ, islâmiyyeti, bozuk âdetleri, çirkin modalar› kald›rmak için ve nefs-i emmârenin
benlik, izzet-i nefs ç›lg›nl›klar›n› yat›fld›rmak için gönderdi. Fekat, Allahü teâlân›n
ismini, kalbde hât›rlama¤a devâm nasîb olursa ve befl vakt nemâz gevflek davranmadan, flartlar› ile k›l›n›rsa ve halâl ve harâma, elden geldi¤i kadar dikkat edilirse, bu
mâni’lerden kurtulman›z, oraya çekilmeniz umulur. Bu nasîhatleri yazman›n ikinci bir sebebi de, bunlar yap›lmasa bile, kendi kusûr ve kabâhatini anlama¤a yarar
ki, bu da büyük ni’metdir. Bulmay›p da, bulmad›¤›n› anlamamakdan ve kusûrunu
bilmemekden ve vazîfeyi yapmad›¤›na utanmamakdan, Allahü teâlâya s›¤›n›r›z.
Böyle kimseler, islâmiyyeti tan›m›yan, kullu¤unu yapm›yan inâdc› câhillerdir.
[Muhammed Ma’sûm Serhendî “rahmetullahi aleyh”, ikinci cildin yüzk›rk›nc›
mektûbunda diyor ki, (Hadîs-i kudsîde (Bir Velî kuluma düflmanl›k eden, benimle harb etmifl olur. Kulumu bana yaklafld›ran fleyler aras›nda, en sevdi¤im, ona
farz etdi¤im fleydir. Nâfile ibâdet [de] yaparak, bana yaklaflan kulumu çok severim. Çok sevdi¤im kulumun ifliten kula¤›, gören gözü, tutan eli, yürüyen aya¤› olurum. ‹stedi¤ini elbette veririm. Bana s›¤›nd›¤› zemân, elbette korurum) buyuruldu.) Bu hadîs-i kudsî, ikinci k›sm›n onyedinci maddesinin üçüncü sahîfesinde ve
Nevevînin (Hadîs-i erba’în)i, 38. ci hadîsinde ve(Hadîka)n›n yüzseksenikinci ve (K›yâmet ve Âh›ret)in yüzaltm›fldördüncü ve (Fâideli Bilgiler)in altm›flbirinci sahîfesinde îzâh edilmekdedir. Farzlarla hâs›l olan kurb, ya’nî Allahü teâlâya yaklaflmak,
nâfilelerle hâs›l olandan, elbette dahâ çokdur. Fekat, ihlâs ile yap›lan farzlar kurb
hâs›l eder. ‹hlâs, ibâdetleri, Allahü teâlâ emr etdi¤i için yapmakd›r. Ehl-i sünnet
olan her mü’minde biraz ihlâs vard›r. Takvâ ile ve ibâdet yapmakla, kendisine
(Feyz) denilen kalb nûrlar› gelir. Bir Velînin kalbinden saç›lan bu feyzlerden al›rsa, ihlâs› çabuk ve çok artar. (Takvâ), harâmlardan nefret etmek, harâm iflleme¤i
hât›ra bile getirmemekdir. Allahü teâlâya yaklaflmak, Onun r›zâs›na, sevmesine kavuflmak demekdir. Son sözün sonuna bak›n›z! Allahü teâlân›n mü’minlerin kalblerine gönderdi¤i nûrlar, feyzler, ibâdetleri ve takvâs› çok olanlara, gelmekdedir.
Ya’nî, bunlar›n feyz almak isti’dâdlar›, kâbiliyyetleri artar. Feyzler, Resûlullah›n
mubârek kalbinden yay›lmakdad›r. Gelen feyzleri almak için, Resûlullah› sevmek
lâz›md›r. Sevmek de, Onun ilmini, güzel ahlâk›n›, mu’cizelerini, kemâlât›n› ö¤renmekle hâs›l olur. Resûlullah da, onu görüp severse, feyz almas› ço¤al›r. Bunun
için,sohbetinde bulunup, güzel yüzünü görenler, tatl› sözlerini iflitenler, dahâ çok
feyz ald›lar. Eshâb-› kirâm, bunun için, çok feyz al›p, kalbleri dünyâ sevgisinden
temizlenerek, ihlâs sâhibi oldular. Kavuflduklar› nûrlar, feyzler, Evliyân›n kalblerinden dolaflarak, zemân›m›za kadar geldi. Bir kimse, kendi zemân›nda bulunan
bir Velîyi tan›y›p, çok sever ve sohbetinde bulunarak, kendini sevdirirse, Resûlullah›n mubârek kalbinden Velînin kalbine gelmifl olan nûrlar, bunun kalbine de akarak kalbi temizlenir. Sohbetine kavuflamazsa, onu düflünmesi, ya’nî Velînin fleklini, yüzünü hât›r›na getirmesi de, sohbetinde bulunmufl gibi olur. Mazher-i Cân-›
Cânân, Delhîden Kâbildeki flâh Behîke teveccüh ederek, yüksek derecelere kavufldurdu. Mazher-i Cân-› Cânân hazretleri, (Bütün feyzlere, bütün ni’metlere, üstâdlar›ma olan sevgim sebebi ile kavufldum. Kusûrlu ibâdetlerimiz, bizi Allahü teâlâ– 113 –
Se’âdet-i Ebediyye 1-F:8
ya yaklafld›rma¤a sebeb olabilir mi?) dedi. Ya’nî, mürflidi sevmek, onun kalbinden
saç›lan feyzleri alma¤a sebeb olur. Feyz al›nca, ihlâs hâs›l olur. ‹hlâs ile yap›lan ibâdet de, insân› hakîkî îmâna kavufldurur. (Künûz-üd-dekâ›k)deki hadîs-i flerîfde,
(Herfleyin menba’› vard›r. ‹hlâs›n, takvân›n menba’›, kayna¤›, Âriflerin kalbleridir) buyuruldu. Velî olmak için, ya’nî Allahü teâlâya yak›n olmak, ya’nî Onun sevgisine kavuflmak için, ihlâs ile ahkâm-› islâmiyyeye uymak lâz›md›r. Ahkâm-› islâmiyyeye uymak, önce Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi îmân etmek, sonra
harâmlardan sak›nmak ve farz olan ibâdetleri, ihlâs ile yapmakd›r.]
(Ehl-i sünnet) i’tikâd›, nazm üzre ey civân,
oldu afla¤›da sana, aç›k dil ile beyân:
Do¤ru olan i’tikâd›, ister isen kardeflim,
gece gündüz, bu kitâb› oku hem de, pek candan!
Rûhuna rahmet eylesin, Hak, Ebû Hanîfenin,
Kur’ân yolunu gösterdi, bize o yüce Nu’mân.
Dünyâya gönül ba¤lama, akar ömür su gibi,
‹slâmiyyete uyan kimse, her dem olur flâdümân.
Önce ilmihâli ö¤ren, çocu¤una da ö¤ret.
din bilgisi ö¤renmezsen, olursun sonra piflmân!
Düflmanlar›m›z sinsice, nas›l sald›r›yor bak,
sen de dîni yaymak için, çal›fl gayb etme zemân!
Dinsizler hep yalanla, gençleri aldat›yor,
‹slâm› yok edecekler, art›k gafletden uyan!
Müslimânlar da flafl›rm›fl, tuza¤a düflmüfl ço¤u,
(Ehl-i k›ble) sözde hepsi, ayr›lm›fllar hak yoldan,
‹lm-i hâli ö¤renmiyen, kendini koruyamaz.
Kâfir veyâ sap›k olur, (Ehl-i sünnet) olm›yan!
Do¤ru olan bilgileri, yayanlara yard›m et!
cihâd sevâb›n› kazan, olsun bunda mal revân.
Resûlullah hiç durdu mu. Eshâb› uyudu mu?
dîni yaymak için hepsi, olmufldu bir kahramân!
Çal›fl bofl durma sen dahî, din düflman› pek kavî,
içden d›fldan ezecekler, gidecek, dinle îmân.
Eshâba çirkin söyleme, hepsinin kadrini bil,
birbirini severlerdi, buna flâhiddir Kur’ân!
En üstün Ebû Bekrdir, Ömer, Osmân, Alî hem,
Mu’âviyeyi de çok sev, Odur Kur’ân› yazan!
Rabbimiz cism de¤ildir, zemân›, mekân› yok,
maddeye hulûl eylemez, böyle olmal› îmân!
Mahlûka muhtâc de¤ildir, orta¤›, benzeri yok,
herfleyi Odur yaratan, hem de varl›kda tutan.
‹yi, kötü, îmân, küfr, madde, kuvvet, enerji,
hepsini O var ediyor, yaratamaz hiç insan!
herkese akl, irâde verdi, hem yol gösterdi,
kim iyilik diler ise, yarat›r hemen Rahmân.
Önce, i’tikâd› düzelt, emri, yasa¤› gözet,
se’âdete kavuflamaz, islâmiyyetden ayr›lan!
Tâ önceden âdet oldu, kim ekerse o biçer,
pek aldand›, ziyân etdi, ekmeden bu¤day uman!
Yetmiflüç f›rkadan ancak (Ehl-i sünnet) kurtulan,
Resûlullah›n yolunu onlard›r bize sunan!
– 114 –
47 — ÜÇÜNCÜ C‹LD, 34. cü MEKTÛB
Bu mektûb, mîr Muhammed Emînin annesine yaz›lm›fld›r.
Nasîhatlerin birincisi, Ehl-i sünnet âlimlerinin, kitâblar›nda bildirdiklerine göre, i’tikâd› düzeltmekdir. Çünki, Cehennemden kurtulan yaln›z bu f›rkad›r. Allahü teâlâ, o büyük insanlar›n çal›flmalar›na, bol bol mükâfât versin! [Dört mezhebin ictihâd derecesine yükselmifl müctehidlerine ve bunlar›n yetifldirdikleri büyük
âlimlere (Ehl-i sünnet) âlimi denir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblar› çokdur. Meârif nezâretinin 465 numaral› ruhsat› ile 1217 senesinde ‹stanbulda yaz›lm›fl olan
türkçe (Necât-ül müsallî) kitâb›nda Ahmed fievk› efendi çok güzel anlatmakdad›r.] ‹’tikâd› (Îmân›) düzeltdikden sonra, f›kh ilminin bildirdi¤i ibâdetleri yapmak,
ya’nî islâmiyyetin emrlerini yapmak, yasak etdiklerinden kaç›nmak lâz›md›r. Befl
vakt nemâz›, üflenmeden, gevfleklik yapmadan, flartlar›na ve ta’dîl-i erkâna dikkat
ederek, k›lmal›d›r. Nisâb mikdâr› mal› ve paras› olan, zekât vermelidir. ‹mâm-›
a’zam buyuruyor ki: (Kad›nlar›n süs olarak kulland›klar› alt›n ve gümüflün de zekât›n› vermek lâz›md›r).
K›ymetli ömrü, lüzûmsuz mubâhlara bile harcamamal›d›r. Harâm ile geçirmemek, elbette lâz›md›r. Tegannî ve flark› [ve çalg› âletleri] ile meflgûl olmamal›, bunlar›n nefse verecekleri lezzete aldanmamal›d›r. Bunlar bal kar›fld›r›lm›fl, flekerle kaplanm›fl zehrdir.
(Gîbet) etmemelidir. Gîbet harâmd›r. [Gîbet, bir müslimân›n veyâ zimmînin gizli bir kusûrunu, arkas›ndan söylemekdir. Harbîlerin ve bid’at sâhiblerinin ve aç›kca günâh iflliyenlerin bu günâhlar›n› ve müslimânlara zulm edenlerin ve al›fl veriflde onlar› aldatanlar›n bu fenâl›klar›n› müslimânlara duyurarak, bunlar›n flerrinden sak›nmalar›na sebeb olmak ve müslimânl›¤› yanl›fl söyliyenlerin ve yazanlar›n bu iftirâlar›n› söylemek lâz›md›r, gîbet olmaz (Redd-ül muhtâr: 5-263).]
Nemîme, ya’nî müslimânlar aras›nda söz tafl›mamal›d›r. Bu iki günâh› iflleyenlere çeflidli azâblar yap›laca¤› bildirilmifldir. Yalan söylemek ve iftirâ etmek de harâmd›r, sak›nmak lâz›md›r. Bu iki fenâl›k, her dinde de harâm idi. Cezâlar› çok a¤›rd›r. Müslimânlar›n ayblar›n› örtmek, gizli günâhlar›n› yaymamak ve kusûrlar›n›
afv etmek çok sevâbd›r. Küçüklere, emr alt›nda bulunanlara [zevceye, çocuklara,
talebeye, askere], fakîrlere merhamet etmelidir. Kusûrlar›n› yüzlerine vurmamal›d›r. Olur olmaz sebeblerle o zevall›lar› incitmemeli, dövmemeli ve sövmemelidir. [Hiç kimsenin dînine, mal›na, can›na, flerefine, nâmûsuna sald›rmamal›,
herkese ve hükûmete olan borclar› ödemelidir. Rüflvet almak ve vermek harâmd›r. Yaln›z zâlimin zulmünden kurtulmak için ve ikrâh edilince vermek rüflvet olmaz. Fekat, bunu almak da harâm olur.] Herkes, kendi kusûrlar›n› görmeli, Allahü teâlâya karfl› yapd›¤› kabâhatleri düflünmelidir. Allahü teâlân›n, kendisine cezâ vermekde acele etmedi¤ini, r›zk›n› kesmedi¤ini bilmelidir. [Anan›n, baban›n,
hükûmetin, ahkâm-› islâmiyyeye uygun emrlerine itâ’at etmeli, ahkâm-› islâmiyyeye uygun olm›yanlara ›syân etmemeli, karfl› gelmemeli, fitneye sebeb olmamal›d›r.] [(Mektûbât-› Ma’sûmiyye) ikinci cild, 123. cü mektûba bak›n›z!]
‹’tikâd› düzeltdikden ve f›kh›n emrlerini yapd›kdan sonra, bütün zemânlar›,
Allahü teâlây› zikr ile geçirmelidir. Buna, büyüklerin bildirdi¤i gibi, devâm etmelidir. Buna, ya’nî kalbin, Allahü teâlây› zikr etmesine mâni’ olan herfleyi, düflmân
bilmelidir. Ahkâm-› islâmiyyeye ne kadar çok yap›fl›l›rsa, Onu anman›n lezzeti artar. Ahkâm-› islâmiyyeye uymakda, gevfleklik, tenbellik artd›kca, o lezzet de azal›r ve kalmaz olur. [Zikrin çeflidleri vard›r. Bunlardan biri, (Allahü ekber, Allahü
ekber. Lâ ilâhe illallahü vallahü ekber. Allahü ekber ve lillâhilhamd)d›r. Buna
(Tekbîr-i teflrîk) de denir. Her gün çok söylemelidir. (‹stigfâr düâs›) da, fâidesi pek
çok olan bir zikrdir. ‹slâm düflmanlar›n›n yalanlar›na, iftirâlar›na aldan›p da, onlar›n tuzaklar›na düflmeme¤e çok dikkat etmelidir.] Dahâ ne yazay›m? Akl› olana bu
kadar yetiflir. Allahü teâlâ hepimize se’âdet-i ebediyyeye kavuflduran fleyleri yapmak nasîb eylesin! Âmîn.
– 115 –
48 — ÜÇÜNCÜ C‹LD, 35. ci MEKTÛB
Bu mektûb, Mirzâ Menû Cehre yaz›lm›fl olup, nasîhat vermekdedir:
Allahü teâlâ, hayrl› ömürler ihsân buyursun! Se’âdet, iyilikler verip, bafl›n›zdan
geçen ac›lar› unutdursun!
Yavrum! Gençlikde, nefsin arzûlar›, insan› kaplad›¤› gibi, ilm ö¤renilecek, ibâdet yap›lacak en kârl› zemân da gençlikdir. Gençlikde, flehvetin, asabiyyetin kaplad›¤› ânlarda, islâmiyyetin bir emrini yerine getirmek, ihtiyârl›kda yap›lan ayn› ibâdetden çok üstün ve k›ymetli olur. [Hele baflka mâni’ler de araya kat›l›rsa, bunlar› dinlemeyip yap›lan ibâdetin sevâb› o kadar çokdur ki, ancak Allahü teâlâ bilir.]
Çünki, mâni’ler karfl›s›nda, ibâdeti yapmak güçlü¤ü, s›k›nt›s›, o ibâdetlerin, flân›n›,
flerefini göklere ç›kar›r. Mâni’ olmayarak, kolay yap›lan ibâdetler, afla¤›da kal›r. Bunun içindir ki, insanlar›n yüksekleri, meleklerin yükseklerinden dahâ üstün olmufldur. Çünki insan, mâni’ler aras›nda ibâdet ediyor. Melekler ise, mâni’ olmadan
emre itâ’at ediyor. Harb zemân›nda, askerin k›ymeti artar ve muhârebede ufak bir
hizmetleri, sulh zemân›ndaki büyük gayretlerinden dahâ k›ymetli olur. Gençlik arzûlar›, Allahü teâlân›n düflman› olan nefsin ve fleytân›n sevdi¤i fleylerdir. ‹slâmiyyete uygun fleyler ise, Allahü teâlân›n sevdi¤i fleylerdir. Allahü teâlân›n düflmanlar›n› sevindirip, bütün ni’metleri veren, hakîkî sâhibi gazaba getirmek, akll› ve zekî insanlar›n yapaca¤› fley de¤ildir. Allahü teâlâ, hepimize akla uygun hareketler nasîb edip, nefse, fleytâna ve z›nd›klar›n, ya’nî müslimân ismini tafl›yan din düflmanlar›n›n sözlerine ve yaz›lar›na aldanmakdan muhâfaza buyursun! [Hele dinsizlerin,
müslimânlarla alay edenlerin ço¤ald›¤›, müslimân evlâdlar›n› dinden ç›karan propagandalar›n yay›ld›¤› zemânda yap›lan az bir ibâdete, do¤ru olmak flart› ile, katkat çok sevâb verilecekdir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu
ki, (Ey Eshâb›m! Siz öyle bir zemânda geldiniz ki, Allahü teâlân›n emrlerinden onda dokuzunu yap›p, birini yapmazsan›z, helâk olursunuz, Cehenneme gidersiniz! Bir
zemân gelecek ki, o zemân›n mü’minleri, emrlerin birini yapabilip, dokuzunu b›raksalar, Cehennemden kurtulurlar. O zemânda îmân› olanlara müjdeler olsun!)].
49 — ÜÇÜNCÜ C‹LD, 57. ci MEKTÛB
Bu mektûb, mevlânâ Hamîd Ahmedî için yaz›lm›fld›r. Âlemin yokdan var edilmifl oldu¤unu bildirmekde ve Yunan felsefecilerinin akl-› fe’âl dedikleri fleyi red
etmekdedir:
Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun ve Peygamberlerin en üstününe salât ve selâm olsun. Allahü teâlâ kendili¤inden vard›r. Allahü teâlân›n varl›¤› kendisindendir. fiimdi var oldu¤u gibi, geçmiflde de hep vard›. ‹leride de hep vard›r. Varl›¤›ndan önce ve varl›¤›n›n sonunda yok olmas› mümkin de¤ildir. Hep var
olmas› lâz›md›r. Yokluk, Ona yaklaflamaz. Allahü teâlâdan baflka herfleye (Âlem)
denir. Âlemin hepsi, maddenin fizik hâlleri, [ya’nî, kat›, s›v› ve gaz cismler ve atomlar, moleküller, enerjiler], gökler, akllar, nefsler, [hücreler, bütün canl›lar], elementler ve bileflik cismler, Onun yaratmas› ile var olmufllard›r. Yok iken, sonradan vücûde gelmifllerdir. Sonsuz var olan yaln›z Odur. Ondan baflka herfley, yok idiler. Sonradan var oldular. Sonra, yine yok olacaklard›r. Yer küresini iki günde yaratd›. Sonra, gökleri ve y›ld›zlar› da iki günde yaratd›. Ya’nî yokdan var eyledi. (Ha-mîm Secde) sûresinin dokuzuncu âyetinde meâlen, (Yeri iki günde yaratd›) ve onikinci âyetinde meâlen, (Sonra, yedi gökü de iki günde var eyledi) buyuruldu. Bir kimse ortaya ç›k›p, Kur’ân-› kerîmin bu âyetlerini inkâr ederek, mahlûklardan bir k›sm›na ve göklere, y›ld›zlara ve elementlere, akllara, rûhlara kadîm derse, bunun ahmak oldu¤u anlafl›l›r. Bütün dinler, Allahdan baflka herfleyin hâdis olduklar›n›, ya’nî
yok iken, sonradan var edilmifl olduklar›n› bildirmifllerdir. Bütün dinlerin bu sözbirli¤ini, Huccet-ül-islâm imâm-› Muhammed Gazâlî, (El-münk›zü aniddalâl) ki– 116 –
tâb›nda bildirmekdedir. Âlemde bulunan fleylerden birkaç›na kadîm diyenin kâfir olaca¤›n› yazm›fld›r. Görülüyor ki, mümkin, ya’nî mahlûk olan fleylerden birinin kadîm oldu¤unu söylemek, dinden ç›kmak ve felsefeci olmak demekdir. Allahü teâlâdan baflka herfley yok idi ve hepsi yine yok olacaklard›r. K›yâmet kopaca¤› zemân, y›ld›zlar yerlerinden ayr›l›p da¤›lacak, gökler parçalanacak, yeryüzü ve
da¤lar da parça parça olacak, hepsi yok olacaklard›r. Böyle olacaklar›n› Kur’ân-›
kerîm aç›kca bildirmekdedir. Müslimânlar›n bütün f›rkalar›, bunu sözbirli¤i ile haber vermifldir. (El-hâkka) sûresinde, bir âyet-i kerîmede meâlen, (Sûra bir kerre
üfürülünce, yeryüzü ve da¤lar, yerlerinden kald›r›l›p silkilecekdir. O gün k›yâmet
kopacak, gök yar›lacak ve da¤›lacakd›r) ve (Tekvîr) sûresinde, bir âyet-i kerîmede meâlen, (Güneflin karard›¤›, y›ld›zlar›n yerlerinden ayr›l›p döküldükleri ve
da¤lar›n da¤›l›p saç›ld›klar› zemâna...) ve (‹nfitâr) sûresinde, bir âyet-i kerîmede
meâlen, (Gökün yar›ld›¤› ve y›ld›zlar›n da¤›l›p yok olduklar› zemân...) ve (Kasas)
sûresinin son âyetinde meâlen, (Herfley yok olacakd›r. Yaln›z O kalacakd›r!) buyurulmufldur.
Kur’ân-› kerîmde, bunlar gibi, dahâ nice âyetler vard›r. Bunlar›n yok olacaklar›na inanmamak, câhillik olur. Yâhud, Kur’ân-› kerîme inanm›yan felsefecilerin, yald›zl› yalanlar›na aldanmakd›r. Görülüyor ki, mahlûklar›n yok olacaklar›na inanmak,
yokdan var edildiklerine inanmak gibi, îmân›n flart›d›r. ‹nanmak elbet lâz›md›r.
Âlimlerden birkaç›, yedi fley, ya’nî Arfl, Kürsî, Levh, Kalem, Cennet, Cehennem ve
Rûh denilen mahlûklar yok olm›yacak, sonsuz var olacaklard›r dediler. Bu sözleri, bunlar yok olamaz demek de¤ildir. Allahü teâlâ, var etmifl oldu¤u fleylerden, dilediklerini tekrâr yok edecek, dilediklerini de, yaln›z kendi bilece¤i fâide ve sebeblerden dolay›, hiç yok etmiyecek, bunlar ebedî, ya’nî sonsuz var olacaklard›r demekdir. Allahü teâlâ, diledi¤ini yapar ve istedi¤ini emr eder. Bütün bu yaz›lanlardan anlafl›l›yor ki, âlem ya’nî herfley, Allahü teâlân›n dilemesi ve kudreti ile vard›r. Var olmalar› için ve varl›kda kalmalar› için Allahü teâlâya muhtâcd›rlar. Çünki, bâkî olmak demek, varl›¤›n her an devâm etmesi demekdir. Baflka birfley olmak demek de¤ildir. Hem var olmak, hem de varl›kda kalabilmek, Allahü teâlân›n irâdesi, dilemesi ile olur. Eski felsefecilerin (Akl-› fe’âl) dedikleri [ve flimdiki din düflmanlar›n›n (Tabî’at kuvvetleri) dedikleri] fley ne oluyor ki, mahlûklar›n varl›¤› ve yoklu¤u, onun emrinde olsun? Bunun varl›¤›nda bile çeflidli lâflar ediyorlar. Çünki, bu
ismi koyduklar› fley, k›sa akllar› ile ortaya at›lm›fld›r. ‹slâm›n do¤ru bilgilerine göre, bunlar, Allahü teâlân›n yaratmas›na sebeb olan fleylerdir. Bu sebebleri de, Allahü teâlâ yaratm›fld›r ve yaratmakdad›r. Mahlûklar›n varl›klar›n›n, Allahü teâlâdan olduklar›na inanmay›p, böyle hayâlî, uydurma ismlere ba¤lamak, büyük ahmakl›kd›r. Hattâ varl›klar, Allah›n mahlûklar› olmay›p da, akllar›n›n esîri olan k›sa görüfllülerin uydurduklar› birfleyin kullar›, köleleri olma¤› afla¤›l›k bilir, utan›rlar. Böyle kul olmakdansa, yok olma¤› isterler. Herfleye gücü yeten, diledi¤ini yapabilen bir
yarat›c›n›n mahlûku olmay›p da, uydurma birfleyin kulu olarak var olmak istemezler. Böyle ahmaklara, ancak Kehf sûresindeki âyet-i kerîmede bildirildi¤i gibi,
(A¤›zlar›ndan ç›kan söz, çok kötüdür. Hep yalan söylüyorlar) denilir.
Îmân›n tohumu befl vakt nemâzd›r,
müslimân›m diyen, k›lsa gerekdir.
Nemâz›n lezzetini duyam›yanlar,
rûhunu tedâvî, etse gerekdir.
Bilmek istersen kim, necât bulmayan,
nemâza hiç ehemmiyyet vermiyen!
Mîzân terâzîde hayr›n bulm›yan,
ezân› iflitip, gelmiyenlerdir.
– 117 –
50 — KAYYÛM-‹ RABBÂNÎ, MUHAMMED MA’SÛM
FÂRÛKÎ’N‹N B‹R‹NC‹ (4. cü) C‹LD, 14. cü MEKTÛBU
Allahü teâlân›n emrlerine yap›flma¤›, nemâz›n ehemmiyyetini bildirmekdedir:
Bu bir köflede unutulmuflu hât›rl›yarak, kardeflim mevlânâ Muhammed Hanîf
Kâbilî ile gönderdi¤iniz mektûb geldi. Okuyunca, çok sevindirdi. Orta¤›, benzeri olm›yan cenâb-› Hakka ba¤l›l›¤›n›z› ve Onun muhabbetinin atefli ile yand›¤›n›z› anlay›nca, sevincimiz katkat artd›. Bu âh›r zemân fitne ve zulmeti içinde, Allahü teâlâ, bir kulunun kalbine, kendi sevgisini yerlefldirir ve kendi hicrân›, ayr›l›¤› ile onu yakarsa ne büyük ni’metdir! Bu ni’metin k›ymetini bilip flükrünü yapmak lâz›md›r. Durmay›p, bunun artmas›na çal›flarak, aflk-› ilâhînin, en son derecesine yükselmesini beklemelidir. Hakîkî matlûbdan baflka, hiçbir fleye gönül
ba¤lamamal›, fâidesi olm›yan fleylerle u¤raflmamal›d›r. Muhabbet atefli, nefs-i
emmârenin azg›nl›¤›ndan meydâna gelen, benlik, izzet-i nefs perdesini yakarak,
ezelî ve ebedî kemâlât›n nûrlar›, kalbi ayd›nlatmal›d›r. Bir âyet-i kerîmede meâlen,
(Ni’metlerime flükr ederseniz, onlar› artd›r›r›m) buyurulmakdad›r.
Ey mes’ûd ve bahtiyâr kardeflim! Mâdem ki, Allahü teâlân›n sevdi¤i kullar›n›n
yolunda yürümek arzûsundas›n, bu yolun flartlar›n› ve edeblerini gözetmelisin! En
önce, sünnet-i seniyyeye yap›flmak ve bid’atlerden sak›nmak lâz›md›r. Çünki, Allahü teâlân›n sevgisine ulafld›ran yolun esâs›, bu ikisidir. ‹fllerinizi, sözlerinizi ve
ahlâk›n›z›, dînini bilen ve seven, dindâr âlimlerin sözlerine ve kitâblar›na uydurmal›s›n›z. Sâlih kullar gibi olmal›s›n›z ve onlar› sevmelisiniz. Uykuda, yemekde ve
söylemekde afl›r› gitmeyip orta derecede olmal›s›n›z. Seher vakti, [ya’nî gecelerin
sonunda] kalkma¤a gayret etmelisiniz. Bu vaktlerde istigfâr etme¤i, a¤lama¤›, Allahü teâlâya yalvarma¤› ganîmet bilmelisiniz. Sâlihlerle düflüp kalkma¤› aramal›s›n›z. (‹nsan›n dîni, arkadafl›n›n dîni gibidir) hadîs-i flerîfini unutmay›n›z! fiunu, iyi
biliniz ki, âh›reti [se’âdet-i ebediyyeyi] istiyenlerin dünyâ lezzetlerine düflkün olmamas› lâz›md›r.
Mubâh olan lezzetleri b›rakamazsan›z, hiç olmazsa, harâmlardan ve flübhelilerden kaç›n›n›z ki, âh›retde kurtulmak umulsun. Fekat, her dürlü alt›n ve gümüfl eflyân›n ve çay›rda otl›yan hayvanlar›n ve ticâret eflyâs›n›n zekât›n› ve toprakdan, tarladan, a¤açdan al›nan mahsûllerin uflrunu da herhâlde vermek lâz›md›r. Bunlar›n
verilecek mikdârlar›, f›kh kitâblar›nda bildirilmifldir.
Zekât› ve f›tralar›, islâmiyyetin emr etdi¤i kimselere seve seve vermelidir. Akrabây› ziyâret etmeli, mektûbla gönüllerini almal›d›r. Komflular›n haklar›n› gözetmelidir. Fakîrlere ve borc istiyenlere merhamet etmelidir. Mal›, paray›, islâmiyyetin izn vermedi¤i yerlere harc etmemeli, izn verilen yere de, isrâf etmemelidir. [Ribâdan ya’nî fâizden, kumarl› ve kumars›z oyunlardan sak›nmal›d›r.] Paray› oyunlara, harâmlara, çalg›lara, süslenme¤e, gösterifl yapma¤a, ö¤ünme¤e, mal toplama¤a kullanmamal›d›r. Bunlara dikkat edince, mal, zarardan kurtulur ve dünyâl›klar, âh›retlik hâlini al›r. Belki de bunlara dünyâ denmez.
‹yi biliniz ki, nemâz, dînin dire¤idir. Nemâz k›lan bir insan, dînini do¤rultmufl
olur. Nemâz k›lmayan›n, dîni y›k›l›r. Nemâzlar›, müstehab zemânlar›nda ve flartlar›na ve edeblerine uygun olarak k›lmal›d›r. Bunlar, f›kh kitâblar›nda bildirilmifldir. Nemâzlar› cemâ’at ile k›lmal› ve birinci tekbîri imâm ile birlikde alma¤a çal›flmal›d›r ve birinci safda yer bulmal›d›r. [Câmi’e geç gelip, birinci safa geçmek için,
saflar› yarmak, cemâ’ate eziyyet vermek harâmd›r.] Bunlardan biri yap›lmazsa, mâtem tutmal›d›r. Kâmil bir müslimân, nemâza durunca, sanki dünyâdan ç›k›p âh›rete girer. Çünki, dünyâda Allahü teâlâya yaklaflmak, çok az nasîb olur. E¤er nasîb olursa, o da z›lle, gölgeye, sûrete yak›nl›kd›r. Âh›ret ise, asla yak›nl›k yeridir.
‹flte nemâzda, âh›rete girerek, burada nasîb olan devletden hisse al›r. Bu dünyâda hasret ve firâk atefli ile yanan susuzlar, ancak nemâz çeflmesinin hayât suyu ile
– 118 –
serinleyip râhat bulur. Büyüklük ve ma’bûdluk sahrâs›nda flafl›rm›fl kalm›fl olanlar, nemâz gelininin çad›r etekleri alt›nda vuslat›n [matlûba kavuflman›n] kokusunu duyarak hayrân olurlar. Allahü teâlân›n Peygamberi “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Bir mü’min nemâz k›lma¤a bafllay›nca, Cennet kap›lar› onun için
aç›l›r. Rabbi ile onun aras›nda bulunan perdeler kalkar. Cennetde olan hûru’în onu
karfl›lar. Bu hâl, nemâz bitinceye kadar devâm eder).
Bu yolun büyüklerinden birini buluncaya kadar, Kur’ân-› kerîm okuyarak, ibâdetleri yaparak ve k›ymetli kitâblarda ve hadîs-i flerîflerde bildirilen düâlar›, tesbîhleri okuyarak vaktlerinizi ma’mûr ediniz! Bu düâ ve tesbîhlerden ve ibâdetlerden bir
k›sm›n›, bu fakîr toplam›fld›m. Mevlânâ Muhammed Hanîf alm›fld›. Zemân›n›z›n
ço¤unu, (Lâ ilâhe illallah) kelimesini söylemekle geçiriniz. Nefsi ve kalbi temizlemekde çok te’sîrlidir. Hergün, belli mikdâr okursan›z iyi olur. Abdestli ve abdestsiz söylenebilir. Bu yolun büyüklerini sevme¤i se’âdetin sermâyesi biliniz. Bu yolda ilerleten en kuvvetli vâs›tan›n, bu muhabbet oldu¤unu biliniz! Fârisî nazm tercemesi:
Arad›¤›n hazînenin niflân›n› verdim sana!
Belki sen kavuflursun, biz varamad›ksa da!
Allahü teâlâ size ve do¤ru yolda gidenlere selâmet ve râhatl›klar versin!
[(Dürr-i yektâ flerhi)nde diyor ki, (Kur’ân-› kerîmin birçok yerinde emr olunan
(Salât) kelimesi, hergün befl vaktde, herkesin bildi¤i fleklde k›l›nan nemâzd›r. Bu salâtin, husûsî hareketleri yapmak ve husûsî fleyleri okumak oldu¤u, Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” taraf›ndan bildirilmifl, kendisi de böyle k›lm›fl oldu¤unu, Eshâb-› kirâm, Tâbi’îne, onlar da, Tebe’i tâbi’îne bildirmifller, her asrda bulunan âlimlerin haberleri, tevâtür ile bizlere kadar gelmifldir. [Tevâtür, bir haberin a¤›zdan a¤›za yay›lmas› demekdir. Bu tevâtür haberleri, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblar› ile, bütün dünyâya yay›lm›fld›r.] Tarîkat fleyhi oldu¤unu söyleyen ba’z› mülhid
ve z›nd›klar, câhil müslimânlara, (Sana nemâz› ba¤›fllad›m. Art›k k›lma) yâhud
(Allah›n ve Peygamberin emr etdi¤i nemâz, herkesin yapd›¤›, yat›p kalkmak ve belli fleyleri okumak de¤ildir. Allah›n ismini zikr etmek ve Onun büyüklü¤ünü düflünmek demekdir) derse, nemâz› inkâr ve müslimânlar› ifsâd etmifl olur. Mahkeme karâr› ile katli lâz›m olur. Tutuldukdan sonra yapd›¤› tevbesi kabûl olmaz. Nemâz› inkâr eden, ya’nî vazîfe oldu¤una inanm›yan kâfir olur. ‹nan›p da, tenbellik ile terk eden
(fâs›k) olur. Ya’nî büyük günâh ifllemifl olur. K›lma¤a bafllay›ncaya kadar habs olunur. K›lma¤a bafllay›nca, k›lmad›klar›n› da kazâ etmesi ve ayr›ca tevbe etmesi lâz›m
olur.) Dürr-i yektân›n yaz›s› temâm oldu. Nemâz›n nas›l k›l›naca¤›n›, kazâ nemâzlar›n›, bütün din bilgilerini, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblar›ndan ö¤renmeli, sinsi
düflmanlar›n ve z›nd›klar›n yald›zl› yaz›lar›na ve tatl› sözlerine aldanmamal›d›r.
‹slâmiyyetde fleyh-ul-islâm, ya’nî diyânet iflleri reîsleri ve islâm müftîleri vard›.
Müftî ad›n› tafl›yan devlet me’mûrlar›n›n da bulundu¤u zemânlar oldu. ‹slâm
müftîsi ile müftî denilen me’mûrlar› birbirine kar›fld›rmamal›d›r. ‹slâm müftîleri,
Allahü teâlân›n emrlerini ve yasaklar›n›, ya’nî ahkâm-› islâmiyyeyi bildiren âlimler idi. Müftî denilen devlet me’mûrlar› ise, zâten ahkâm-› islâmiyyeyi bilmezlerdi. Allahü teâlân›n yasak etdi¤i birfleyi, kanûn emr etseydi, bu fleyi yapmak câiz de¤ildir demezlerdi. Allahü teâlân›n emr etdi¤i birfleyi, bir zâlim terk etseydi, bu fleyi yapmak lâz›m oldu¤unu söyleyemezlerdi. Susarlar veyâ tersini söylerlerdi.
Böylece, kendileri dinden ç›kar, müslimânlar› da günâha veyâ küfre sürüklerlerdi. Cengiz askerinin, islâm memleketlerine yay›l›p, câmi’lerin y›k›ld›¤›, müslimânlar›n öldürüldü¤ü zemânlarda ve Fât›mîler ve Resûlîler zemânlar›nda, hattâ
Abbâsîler zemân›nda, böyle müftî denilen devlet me’mûrlar›, harâmlara câizdir dediler. Hattâ, Kur’ân-› kerîme mahlûkdur dediler. Müftî ad› verilen bu me’mûrlar›n böyle uydurma fetvâlar vererek dînin y›k›ld›¤› zemânlarda, f›kh, ilmihâl kitâblar›na uyanlar, do¤ru yolda kald›. Dinlerini kurtarabildi.
– 119 –
Fetvâ demek, herhangi birfleyin ahkâm-› islâmiyyeye uygun olup olmad›¤›n› bildirmek demekdir. Yaln›z, (uygundur) veyâ (câiz de¤ildir) demek, fetvâ olmaz. Bu cevâb›n, hangi f›kh kitâb›n›n, hangi yaz›s›ndan al›nd›¤›n› da bildirmek lâz›md›r. F›kh
kitâblar›na uym›yan fetvâlar yanl›fld›r. Bunlara ba¤lanmak câiz de¤ildir. ‹slâm bilgilerini ö¤renmeden, bilmeden, âyet-i kerîme veyâ hadîs-i flerîf okuyup da, bunlara kendi kafas›na, kendi görüflüne göre ma’nâ verenlere islâm âlimi denmez. Bunlar Beyrutdaki papaslar gibi, arabca bilen bir tercüman olabilir. Ne kadar yald›zl›, parlak söyleseler ve yazsalar da, hiç k›ymeti yokdur. (Ehl-i sünnet âlimleri)nin anlad›klar›na ve
bunlar›n yazd›¤› f›kh kitâblar›na uym›yan sözleri ve yaz›lar› Allahü teâlâ be¤enmez.
‹bni Âbidîn, dördüncü cild, üçyüzbirinci sahîfede, kâdî, ya’nî hâkimleri anlat›rken buyuruyor ki, (Fâs›k›n müftî olmas› uygun de¤ildir. Bunun verdi¤i fetvâlara
güvenilmez. Çünki fetvâ vermek, din ifllerindendir. Din ifllerinde fâs›k›n sözü kabûl edilmez. Di¤er üç mezhebde de böyledir. Böyle müftîlere birfley sormak câiz
de¤ildir. Müftînin müslimân olmas› ve akll› olmas› da, sözbirli¤i ile flartd›r. Âdile, sâliha olan kad›n›n ve dilsizin fetvâs› kabûl olunur. Müftî ve hâkim, imâm-› a’zam
Ebû Hanîfenin sözüne uygun olarak fetvâ verir. Arad›¤›n› onun sözlerinde aç›kca bulamazsa, ‹mâm-› Ebû Yûsüfün sözünü al›r. Onun sözlerinde bulamazsa,
‹mâm-› Muhammed fieybânînin sözünü al›r. Ondan sonra imâm-› Züferin, dahâ sonra Hasen bin Ziyâd›n sözünü al›r. Müctehid-i fil-mezheb âlimlerinden eshâb-›
tercîh olan müftîler, ictihâdlar aras›nda delîlleri kuvvetli olanlar› seçerler. Müctehid olm›yanlar, bunlar›n tercîh etmifl olduklar› söze uyar. Böyle yapm›yan müftîlerin ve hâkimlerin sözü kabûl edilmez. Demek ki, tercîh ehlinin seçmemifl oldu¤u fleylerde, ‹mâm-› a’zam›n sözünü almak lâz›md›r. Müftînin müctehid-i fil-mezheb olmas› lâz›md›r. Böyle olm›yana müftî denilemez, nâk›l, fetvây› iletici denir.
Nâk›ller fetvâlar›, meflhûr f›kh kitâblar›ndan al›r. Bu kitâblar, meflhûr olan mütevâtir haberler gibi k›ymetlidirler). (Mecelle)nin önsözündeki mazbata [kararnâme]nin sonunda diyor ki, (Nas›l yap›laca¤› Nass ile aç›kça bildirilmemifl olup, ictihâd ile anlafl›lan bir ifl için, çeflidli ictihâdlar bulundu¤u zemân, imâm-› müslimîn
hazretleri, bu ictihâdlardan hangisi ile amel olunmas›n› emr ederse, o ifli bu emre göre yapmak vâcib olur.)
(Redd-i vehhâbî) kitâb›nda diyor ki, Nisâ sûresinde, (Bir iflde anlaflamazsan›z,
bu iflin hükmünü Allahdan ve Resûlullahdan anlay›n›z!) meâlindeki ellisekizinci
âyet-i kerîme, (Bir iflde anlaflamazsan›z, bu iflin nas›l yap›laca¤›n›, âlim olanlar›n›z Allah›n kitâb›ndan ve Resûlullah›n sünnetinden anlas›nlar. Âlim olm›yanlar›n›z ise, âlimlerin anlad›klar›na uyarak yaps›nlar) demekdir. Görülüyor ki, bu
âyet-i kerîme, mezheb imâmlar›n› taklîd etme¤i emr etmekdedir. ‹bni Hümâm,
(Feth-ul-kadîr) kitâb›nda diyor ki, (Müftînin müctehid olmas› lâz›md›r. ‹ctihâd derecesine yükselmifl âlim olm›yan din adam› müftî olamaz. Müctehid olm›yan din
adam› müftî yap›l›rsa, bunun müctehidlerin bildirdiklerini okuyup, ö¤renip, bunlar› söylemesi lâz›md›r). (Kifâye) kitâb›nda, orucu anlat›rken diyor ki, (Müctehid
olm›yan din adam›, bir hadîs iflitince, bu hadîsden kendi anlad›¤›na uyarak amel
edemez. Müctehidlerin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i flerîflerden anl›yarak, ö¤renerek verdikleri fetvâ ile amel etmesi lâz›md›r. Böyle yapmazsa, vâcibi terk etmifl
olur). (Takrîr) kitâb›nda da böyle yaz›l›d›r. (Mekâtîb-i flerîfe) kitâb›n›n seksensekizinci mektûbunda buyuruyor ki, (Hadîs-i flerîfde, (Her yüz senede bir müceddid
zâhir olur. Ümmetimin ifllerini yeniler) buyuruldu. Meselâ, sultânlar içinde Ömer
bin Abdül’Azîz, din bilgilerinde imâm-› fiâfi’î, tesavvufda Ma’rûf-i Kerhî, esrâr bilgilerinde imâm-› Muhammed Gazâlî, feyz vermekde ve hârikalar, kerâmetler
göstermekde, Abdülkâdir Geylânî, hadîs ilminde Celâlüddîn-i Süyûtî, tarîkat,
hakîkat ve akâid bilgilerinin inceliklerini aç›klamakda ve kalblere ak›tmakda
imâm-› Ahmed Rabbânî müceddid-i elf-i sânî, müceddid idiler. Hepsi, islâmiyyetin yay›lmas›na, kuvvetlenmesine hizmet etdiler.)]
– 120 –
51 — BEfi VAKT NEMÂZ
Her müslimân›n, otuzüç farz› bilmesi lâz›md›r. Otuzüç farz flunlard›r:
Îmân›n flart›
: ALTI
(6)
‹slâm›n flart›
: BEfi
(5)
Nemâz›n farz›
: ON‹K‹
(12)
Abdestin farz›
: DÖRT
(4)
Guslün farz›
: ÜÇ
(3)
Teyemmümün farz› : ÜÇ
(3)
Teyemmümün farz›na iki diyenler de vard›r. Bu zemân, hepsi otuziki farz
olur. Ellidört farz baflka olup, (‹slâm Ahlâk›) kitâb›m›zda yaz›l›d›r. Emr-i ma’rûf
ve nehy-i münker yapmak ve kötü, çirkin söz söylememek, ellidört farzdad›r.
Âk›l ve bâlig olan her müslimân›n hergün befl nemâz vaktinin her birinde, bir
kerre nemâz k›lmas› farzd›r. Bir nemâz›n vakti gelince, bu nemâz› edâya [k›lma¤a] bafllad›¤› vakt, k›lmas› farz olur. K›lmad› ise, vaktin sonunda, ya’nî vaktin ç›kmas›na, abdest al›p nemâza bafll›yacak kadar zemân kal›nca, k›lmas› farz olur. Özrü yok iken k›lmadan vakt ç›karsa, büyük günâh olur. Özrü olan›n da, olm›yan›n
da, vaktinde k›lmad›¤› nemâz›, vakti ç›kd›kdan sonra, kazâ etmeleri farz olur. Çocuk bâlig olunca, kâfir veyâ mürted müslimân olunca, kad›n temizlenince, deli ve
bayg›n flifâ bulunca, uykuda olan uyan›nca da böyledir. Yeni müslimân olana evvelâ nemâz›n flartlar›n› ö¤renmesi farz olur. Ö¤rendikden sonra, k›lmas› da farz olur.
Vakt girdikden sonra, k›lmadan uyumak özr olmaz. Bunun, vakt ç›kmadan uyanmas› için tedbîr almas› farz, vakt girmeden uyuyan›n almas› ise, müstehabd›r.
Befl nemâz, k›rk rek’at eder. Bunlardan onyedi rek’ati vaktlerinde k›lmak farzd›r.
Üç rek’ati vâcibdir. Yirmi rek’ati sünnetdir. Befl vaktin her birinde sünnet nemâz
k›lmak da emr olundu. Sünnetler farzdan baflka olduklar› için, bunlara ayr›ca
niyyet edilir. fiöyle ki:
1— Sabâh nemâz› dört rek’atdir. Önce, iki rek’at sünneti, sonra iki rek’at farz› k›l›n›r. Bu sünnet, çok kuvvetlidir. Vâcib diyenler de vard›r.
2— Ö¤le nemâz›, on rek’atdir. Önce, dört rek’at ilk sünneti, sonra dört rek’at
farz›, farzdan sonra da iki rek’at son sünneti k›l›n›r.
3— ‹kindi nemâz›, sekiz rek’atdir. Önce, dört rek’at sünneti, sonra dört rek’at
farz› k›l›n›r.
4— Akflam nemâz›, befl rek’atdir. Önce üç rek’at farz›, sonra iki rek’at sünneti
k›l›n›r.
5— Yats› nemâz› onüç rek’atdir. Önce, dört rek’at sünnet, sonra dört rek’at farz,
sonra iki rek’at son sünnet, bundan sonra üç rek’at vâcib olan (Vitr nemâz›) k›l›n›r.
‹kindi ve yats›n›n ilk sünnetleri, (Gayr-› müekkede)dir. Bunlar›n ikinci rek’atlerinde otururken, etteh›yyâtü... den sonra, Allahümme salli alâ... sonra... bârik alâ...
sonuna kadar okunur. Aya¤a kalk›nca, üçüncü rek’atde, önce Besmele çekmeden,
Sübhâneke... okunur. Hâlbuki, ö¤le nemâz›n›n ilk sünneti (Müekked)dir. Ya’nî, kuvvetle emr olunmufldur. Sevâb› dahâ çokdur. Bunda, birinci oturuflda, farzlarda oldu¤u gibi, yaln›z etteh›yyâtü okunup, sonra üçüncü rek’at için, hemen aya¤a kalk›l›r. Kalk›nca, önce Besmele çekip, do¤ruca Fâtiha okunur.
Ö¤lenin ve yats›n›n farz›ndan sonra dört rek’at ve akflam›n farz›ndan sonra alt› rek’at dahâ k›lmak müstehabd›r, çok sevâbd›r. Hepsini bir selâm ile veyâ iki
rek’atde birer selâm ile k›labilir. Her iki fleklde de, ilk iki rek’atleri, son sünnetler yerine say›l›r. Bu müstehab nemâzlar›, son sünnetlerden sonra ayr›ca k›lmak
da olur.
– 121 –
Birinci rek’at, nemâza durunca, di¤er rek’atler aya¤a kalk›nca bafllar ve tekrâr
aya¤a kalk›ncaya kadar devâm eder. Son rek’at ise, selâm verinciye kadar devâm
eder. ‹ki rek’atden az nemâz olmaz. Akflam›n farz› ile vitrden baflka, her nemâz,
çift rek’atlidir. ‹kinci secdeden sonra, çift rek’atlerde oturulur.
Herbir rek’atde nemâz›n farzlar›, vâcibleri, sünnetleri, müfsidleri ve mekrûhlar› vard›r. ‹lerideki sahîfelerde bunlar› (Hanefî) mezhebine göre bildirece¤iz.
52 — NEMÂZIN FARZLARI (ABDEST ALMAK)
Nemâz›n farz› oniki olup, yedisi d›fl›ndad›r. Ya’nî, nemâza bafllamadan öncedir.
Bunlara (Nemâz›n flartlar›) da denir ki, flunlard›r: Hadesden tahâret, necâsetden
tahâret, setr-i avret, istikbâl-i k›ble, vakt, niyyet, tahrîme tekbîri. Her fleyin vücûdü, ya’nî var olmas›, bir iflin yap›lmas›na ba¤l›d›r. Bu ba¤l›l›k, befl dürlü olur: ‹fl,
bu fleyin mâhiyyetinin içinde ise, onun bir parças› ise, bu ifle, (Rükn) denir. D›fl›nda ise, bu fleye te’sîr ediyorsa, (‹llet) denir. Nikâh, evlenmenin illetidir. Te’sîr etmiyorsa, iflin yap›lmas›, bu fleyin vücûdünü îcâb ediyorsa, (Sebeb) denir. Vakt, nemâz›n sebebidir. Îcâb etmiyorsa, iflin yap›lmamas› ile, o fley de yok olursa, (fiart)
denir. Yok olmazsa, (Alâmet) denir. Ezân, nemâz›n alâmetidir. Nemâz›n farzlar›ndan befli, nemâz›n içindedir. Bu befl farzdan her birine (Rükn) de denir. [Ba’z› âlimler, tahrîme tekbîrinin, nemâz›n içinde oldu¤unu söylemifllerdir. Bunlara göre, nemâz›n flartlar› da, rüknleri de, alt› olmakdad›r.]
Hadesden tahâret ikidir:
1— Abdestsiz olan›n abdest almas›d›r.
2— Cünüb olan›n, gusl etmesidir.
Vüdû, abdest; teveddî, abdest almak; gasl, birfleyi y›kamak; igtisâl, gusl abdesti almak; gusl de, gusl abdesti demekdir. Abdesti olm›yana (Muhdis) denir. Gusl
abdesti olm›yana (Cünüb) denir.
(Halebî-i sagîr)de buyuruluyor ki, (Abdestin farzlar›, sünnetleri, edebleri ve menhî, ya’nî memnû’ olan fleyleri vard›r. Abdestsiz oldu¤unu bilerek zarûretsiz nemâz
k›lan kâfir olur. Nemâz k›larken abdesti bozulan hanefî, hemen omuzuna selâm verip, nemâzdan ç›kar. Vakt ç›kmadan abdest al›p, nemâz›n› bafldan tekrâr k›lar. Mâlikî mezhebinde, nemâz› bozulmaz. O anda özr sâhibi olur).
Hanefî mezhebinde, abdestin farz› dörtdür: Yüzü, bir kerre y›kamak. Yüz, iki
kulak memesi ve saç kesimi ile çene aras›d›r. ‹ki kolu, dirsekleri ile birlikde, bir kerre y›kamak. Bafl›n dörtde bir k›sm›n› mesh etmek, ya’nî yafl eli bafla sürmek. ‹ki aya¤›, iki yandaki topuk kemikleri ile birlikde, bir kerre y›kamakd›r. [fiâfi’îde ve
mâlikîde niyyet de farzd›r. Niyyet, kalb ile istemekdir. Söylemek farz de¤ildir. Mâlikîde abdeste bafllarken niyyet flartd›r. Kâfirin niyyet etmesi sahîh de¤ildir. Kulak memesi hizâs›ndaki deri ve saçlar, hanefîde yüzdendir. Y›kamak farzd›r. Mâlikîde bafldand›r. Mesh etmesi farz olur. fiâfi’îde yüzü y›karken niyyet etmek lâz›md›r. Su yüze de¤meden önce niyyet ederse, abdesti sahîh olmaz.] Yüz üzerindeki
sakal› y›kamak farzd›r. Sarkan sakal›, di¤er üç mezhebde y›kamak farzd›r. fiî’îler,
ayaklar›n› y›kam›yor, ç›plak ayak üzerine mesh ediyorlar.
Abdestin sünnetleri onsekizdir:
1 — Halâya girerken ve abdeste bafllarken, Besmele çekmek. Tenhâ yer bulam›yan, s›k›fl›nca baflkalar› yan›nda örtünerek, abdest bozabilir.
2 — Elleri, bilekleri ile beraber, üç kerre y›kamak.
3 — A¤z›, ayr› ayr› su ile, üç kerre y›kamak. Buna (Mazmaza) denir.
4 — Burnu, ayr› ayr› su ile, üç kerre y›kamak. Buna (‹stinflâk) denir.
5 — Kafllar›n, sakal›n, b›y›¤›n alt›ndaki görünmiyen deriyi ›slatmak sünnetdir,
farz de¤ildir. Bunlar›n üzerini y›kamak farzd›r. K›llar seyrek olup altlar›ndaki
deri görünüyorsa, deriyi y›kamak, ya’nî ›slatmak farz olur.
– 122 –
6 — Yüzünü y›karken, iki kafl›n alt›n› ›slatmak.
7 — Sakal›n sarkan k›sm›n› mesh etmekdir. Bunu y›kamak hanefîde farz de¤ildir. fiâfi’îde çene alt›ndaki deriyi y›kamak farzd›r.
8 — Sakal›n, sarkan k›sm›n›n içine, sa¤ elin yafl parmaklar›n›, tarak gibi sokmak
[tahlîl etmek].
9 — Diflleri, birfley ile o¤mak, temizlemek.
10 — Bafl›n her taraf›n›, bir kerre mesh etmek.
11 — ‹ki kula¤›, bir kerre mesh etmek. Kulakla yanak aras›n› y›kamak farzd›r.
12 — Enseyi, üçer bitiflik parmaklarla, bir kerre mesh etmek.
Son üçünü birlikde yapmak için, iki el ›slat›l›p, iki elde de, üç bitiflik ince parmak birbirine yap›fld›r›l›p, iç taraflar›, bafl›n önünde, saçlar›n bafllang›c›na konmak
üzere iki el bafla konur. ‹ki elin bu üç parma¤›n›n uçlar›, birbirine dokunmal›d›r.
Bafl ve flehâdet parmaklar› ve avuç içleri havada olup, bafla dokunmaz. ‹ki el, arkaya do¤ru çekilerek, üçer parmak, bafl› mesh eder. Eller, arkadaki saç kenâr›na
gidince, üçer parmak, bafldan ayr›l›p, iki elin avuç içleri, kafan›n yan taraf›ndaki
saçlar üzerine yap›fld›r›l›p, arkadan öne çekilerek, bafl›n yan taraflar› mesh edilir.
Sonra flehâdet parmaklar› kulaklar›n iç taraf›na ve bafl parmaklar›n iç yüzü, kulak
arkas›na konup, kulaklar yukar›dan afla¤› mesh edilir. Sonra, di¤er üç parmaklar›n d›fl yüzleri enseye konup, ensenin ortas›ndan, iki taraf›na do¤ru çekilerek
mesh edilir. [Bafl› bu fleklde mesh etmek, Mâlikî mezhebinde farzd›r.]
13 — El ve ayak parmaklar›n›n aras›n› tahlîl etmekdir. Ayak parmaklar›n› tahlîl
için, sol elin küçük parma¤› sa¤ aya¤›n küçük parma¤›ndan ve sonra, sol aya¤›n büyük parma¤›ndan bafll›yarak, ayak parmaklar› aras›na, s›ra ile, alt tarafdan sokulur.
14 — Y›kanacak yerleri, üç kerre y›kamakd›r. Her birinde, uzvun her yeri ›slanmal›d›r. Üç kerre su dökmek de¤il, üç kerre tam y›kamak sünnetdir. Üçden fazla y›kamak mekrûhdur. Üçü sayarken flafl›r›rsa, üç yapar. Fazla oldu ise, mekrûh olmaz.
15 — Hanefîde, yüzü y›kayaca¤› zemân, kalb ile niyyet etmek sünnetdir. [A¤›z
ile de niyyet etmek, kalb ile yap›lm›fl olan niyyeti tekrâr etmek olur ki, bid’at olur.
A¤›z ile de niyyet etme¤e sünnetdir, müstehabd›r veyâ bid’atdir denildi¤i (‹bni Âbidîn)de yaz›l›d›r. Sünnetdir veyâ bid’atdir denilen bir fleyi yapmamak lâz›m oldu¤u, (Berîka), (Hadîka)da ve (‹bni Âbidîn)de bildirilmekdedir. Bunun için, a¤›z ile
de niyyet etmemelidir. Her ibâdet yap›l›rken niyyet etmek farzd›r ve sonra inflâAllah demek câizdir. Yaln›z yemîn, tilâvet [Kur’ân-› kerîm okumak], zikr ve ezân
için ve bir ibâdetin parças› yap›l›rken, meselâ abdest ve gusl için ayr› ayr› niyyet
flart de¤ildir.]
16 — Tertîbdir. Ya’nî, s›ra ile iki eli, a¤z›, burnu, yüzü, kollar›, bafl›, kulaklar›,
enseyi ve ayaklar› y›kamak ve mesh etmekdir. Tertîb flâfi’îde farzd›r.
17 — Delk, y›kanan yerleri o¤makd›r. Delk ve muvâlât mâlikîde farzd›r.
18 — Müvâlât, her uzvu, birbiri arkas›ndan y›kay›p ara vermemekdir.
Abdestin edebleri: Edeb, burada yap›lmas› sevâb olup, yap›lmazsa hiç günâh olmayan fleyler demekdir. Hâlbuki, sünneti yapmak sevâb olup, yapmamak, tenzîhî mekrûhdur. Edeblere, mendûb ve müstehab da denir. Abdestin edeblerinden,
(Halebî-yi sagîr)de bildirilenler flunlard›r:
1 — Abdesti, nemâz vakti girmeden önce almakd›r. Özr sâhiblerinin, vakt girdikden sonra almas› lâz›md›r.
2 — Halâda tahâretlenirken, k›bleyi sa¤ veyâ sol tarafa almakd›r. Abdest bozarken, k›bleye önünü ve arkas›n› dönmek tahrîmen mekrûhdur. Ayaklar› aç›p çömelmek edebdir.
3 — Necâset bulaflmam›fl ise, su ile tahâretlenmek edebdir. Necâset, dirhem mikdâr›ndan [ya’nî bir miskalden, dört gram ve seksen santigramdan] az ise, y›kamak
– 123 –
sünnetdir. Dirhem mikdâr› bulaflm›fl ise, y›kamak vâcib, fazlas›n› y›kamak farzd›r.
Y›kamakda aded yokdur. Temizleninceye kadar y›kamal›d›r. Sol elin, bir veyâ iki
veyâ üç parma¤›n›n içi ile y›kan›r.
4 — Tahâretlendikden sonra, bez ile kurulanmakd›r. Bez yok ise, el ile kurulamal›d›r.
5 — Tahâretlendikden sonra, avret mahallini, hemen örtmekdir. Tenhâda lüzûmsuz açmak, edebi bozar.
6 — Baflkas›ndan yard›m istemeyip, abdesti kendisi almakd›r. ‹stemeden su döken olursa, câizdir.
7 — K›bleye karfl›, abdest almakd›r.
8 — Abdest al›rken konuflmamakd›r.
9 — Her uzvu y›karken, kelime-i flehâdet okumakd›r.
10 — Abdest düâlar›n› okumakd›r.
11 — A¤z›na sa¤ el ile su vermekdir.
12 — Burnuna sa¤ el ile su vermek, sol el ile temizlemekdir.
13 — A¤z› y›karken, diflleri (Misvâk) ile temizlemekdir. Sa¤ el parmaklar› uzat›l›p, bafl parmakla küçük parmak misvâk›n alt›ndan, di¤er üç parmak da üstünden
tutarak, üç kerre sa¤, üç kerre de sol yandaki difller üzerine hafîfce sürülür. Kuvvetle sürmemeli, diflleri bozar. Hafîf sürülünce diflleri ve difl etlerini kuvvetlendirir. Misvâk, Arabistânda bulunan Erâk a¤ac›n›n dal›ndan, bir kar›fl uzunlukda kesilen parçad›r. Erâk dal› bulunmazsa, zeytin veyâ baflka dallardan da olabilir. Nar
dal› olmaz. Çünki ac›d›r. Yinilen ve içilen fleyler ac› olmamal›d›r. Misvâk bulunmazsa, f›rça da kullan›labilir. Bu da yoksa, sa¤ elin bafl parma¤›n› sa¤ yandaki difller üzerine, ikinci küçük parma¤›n› sol difller üzerine üç kerre sürerek temizlemelidir. Birinin misvâkini, tara¤›n›, bunun izni ile, baflkas›n›n kullanmas› fler’an
mekrûh de¤ildir. Tab’an mekrûhdur. Sigara içmek de fler’an de¤il, tab’an mekrûhdur.
14 — A¤z› y›karken, oruclu de¤ilse, a¤z› çalkalamakd›r. Bu¤az›nda hafîf gargara yapmak abdestde de, guslde de sünnetdir. Oruclu iken mekrûhdur.
15 — Burnu y›karken, suyu kemi¤e yak›n çekmekdir.
16 — Kula¤› mesh ederken birer parma¤›, kulak deli¤ine sokmakd›r.
17 — Ayak parmaklar›n›n aralar›n› tahlîl ederken, sol elin küçük parma¤› ile ve
alt taraflar›ndan tahlîl etmekdir.
18 — Elleri y›karken, genifl yüzü¤ü yerinden oynatmakd›r. Dar, s›k› yüzü¤ü oynatmak ise lâz›m olup, farzd›r.
19 — Su bol ise de, isrâf etmemekdir.
20 — Suyu, ya¤ sürer gibi az kullanmamakd›r. Üç def’ada da, y›kanan yerden
en az iki damla su damlamal›d›r.
21 — Abdest ald›¤› kab› dolu b›rakmakd›r. ‹bri¤in a¤z›n› k›bleye karfl› durdurmal›d›r. Yolcu, k›ble cihetini, ibri¤in a¤z›na bakarak kolayca anlar.
22 — Abdest bitince veyâ ortas›nda (Allahümmec’alnî minettevvâbîn...) düâs›n› okumakd›r.
23 — Abdestden sonra (Sübhâ), ya’nî iki rek’at nemâz k›lmakd›r.
24 — Abdestli iken, abdest almakd›r. Ya’nî nemâz k›ld›kdan sonra, abdestli iken,
yeni nemâz için, bir dahâ abdest almakd›r.
25 — Yüzü y›karken, göz p›nar›n›, çapaklar› temizlemekdir.
26 — Yüzü, kollar›, ayaklar› y›karken, farz olan yerlerden biraz fazlas›n› y›kamak. Kollar› y›karken, avuca su doldurmal›, bunu dirse¤e do¤ru ak›tmal›d›r.
27 — Abdest al›rken, kullan›lan sudan, elbiseye, üste, bafla s›çratmamakd›r.
– 124 –
28 — ‹bni Âbidîn, abdesti bozanlarda diyor ki, (Kendi mezhebinde mekrûh olm›yan birfley, baflka mezhebde farz ise, bunu yapmak müstehabd›r). ‹mâm-› Rabbânî, 286. c› mektûbda diyor ki, (Mâlikîde, abdest a’zâs›n› u¤mak farz oldu¤u için,
muhakkak u¤mal›d›r). ‹bni Âbidîn, ric’î talâk› anlat›rken diyor ki, (Hanefî mezhebinde olan›n, mâlikî mezhebini taklîd etmesi evlâd›r. Çünki, imâm-› Mâlik,
‹mâm-› a’zam›n talebesi gibidir).
Abdest al›rken, yap›lmas› menhî, ya’nî yasak olanlar, onikidir. Bunlar› yapmak
harâm veyâ mekrûhdur ki, flunlard›r:
1 — Halâda, k›rda abdest bozarken, k›bleyi öne, arkaya getirmemelidir.
K›bleye ve m›shafa karfl› ayak uzatmak da, mekrûhdur. M›shaf yüksekde ise,
mekrûh olmaz. Ayr› bir fleye sar›l› m›shaf, m›ska ile halâya girilebilir.
2 — Tahâretlenmek için, biri yan›nda avret yerini açmak harâmd›r.
3 — Sa¤ el ile tahâretlenmemelidir.
4 — Su olmad›¤› zemân, g›dâ maddesi ile, gübre ile, kemik ile, hayvan g›dâs› ile,
kömür ile ve baflkas›n›n mal› ile, saks›, kiremit parças› ile, kam›fl ile ve yaprak ile
ve bez ile, k⤛d ile tahâretlenmek mekrûhdur.
5 — Abdest al›nan havuza tükürmemeli ve sümkürmemelidir.
6 — Abdest a’zâs›n›, hudûdundan pek afl›r› veyâ eksik olarak y›kamamal› ve üçden az veyâ çok y›kamamal›d›r.
7 — Abdest a’zâs›n›, tahâretde kurulad›¤› bez ile kurulamamal›d›r.
8 — Yüzü y›karken, suyu yüze çarpmamal›, al›n üstünden dökmelidir.
9 — Suya üflememelidir.
10 — A¤z› ve gözleri s›k› kapamamal›d›r. Duda¤›n görünen k›sm›nda ve göz kapa¤›nda ›slanmad›k az bir yer kal›rsa, abdest kabûl olmaz.
11 — Sa¤ el ile sümkürmemelidir.
12 — Bafl, kulaklar veyâ enseden birini, her def’as›nda eli ayr› ayr› ›slatarak, birden fazla mesh etmemelidir. Her def’as›nda ›slatmadan tekrârlanabilir.
Tenbîh: Zarûret, mecbûriyyet olmad›kca afla¤›daki onbir fleye ri’âyet etmelidir:
1 — ‹ki eli çolak olan, tahâretlenemez. Kollar› topra¤a, yüzünü d›vara sürerek
teyemmüm eder. Yüzünde de yara varsa, nemâz› abdestsiz k›lar, terk etmez.
2 — Hasta olana, zevcesi, câriyesi, çocuklar›, kardeflleri abdest ald›r›r.
3 — Tafl ve benzerleri ile tahâretlenmek, su yerine geçer.
4 — Deli olan veyâ bay›lan kimse, yirmidört sâatde ay›lamazsa, iyi olunca, nemâzlar›n› kazâ etmez. ‹çki, afyon, ilâc ile akl› giden, her nemâz› kazâ eder. Yatarak bafl› ile îmâ edemiyecek kadar a¤›r hastal›¤› yirmidört sâatden çok devâm eden
kimseden, akl› bafl›nda olsa bile, nemâz sâk›t olur.
5 — Halâya husûsî flalvar ile ve bafl› örtülü girmek müstehabd›r.
6 — Halâya girerken elinde, Allahü teâlân›n ismi ve Kur’ân-› kerîm yaz›l› bir
fley bulunmamal›d›r. Birfleye sar›lm›fl veyâ cebde olmal›d›r. M›ska böyledir.
7 — Halâya sol ayakla girip, sa¤ ayakla ç›kmal›d›r.
8 — Halâda avret yerini, çömelince açmal›, konuflmamal›d›r.
9 — Avret yerine ve necâsete bakmamal›, halâya tükürmemelidir.
10 — Halâda birfley yimemeli, içmemeli, flark› söylememeli, ›sl›k çalmamal›, [sigara içmemeli], sak›z çi¤nememelidir.
11 — Hiçbir suya, câmi’ d›var›na, kabristâna ve yola abdest bozmamal›d›r.
ABDEST‹ BOZAN fiEYLER: (Halebî) kitâb›nda diyor ki, (Hanefî mezhebinde yedi fley, abdesti bozar: Birincisi, önden ve arkadan ç›kan fleyler, meselâ yellenmek, abdesti bozar. Yaln›z, erke¤in ve kad›n›n önünden ç›kan yel, abdesti bozmaz.
Bu, az kimsede olur. A¤›zdan, kulakdan ve derideki yaradan ç›kan kurdlar, boz– 125 –
maz. ‹htikan, ya’nî lâvman âletinin ucu ve insan parma¤›, arkadan sokup ç›kar›l›nca, etrâf› yafl ise bozar. Kuru ise, yine abdesti tâzelemek iyi olur. Bir parças› sokulup, bir parças› d›flarda kalan herfley de, böyledir. Birfleyin hepsi girip ç›karsa,
abdesti de, orucu da bozar. Bâsur memesi ç›kan, eli ile veyâ bez gibi birfley ile sokarsa, abdesti bozulur.
Erkek, idrâr yoluna ya¤ sokup, sonra d›flar› akarsa, ‹mâm-› a’zama göre bozulmaz. Kad›n, vajinal lâvaj yap›nca, ç›kan s›v›, abdesti bozar.
Erkek, idrâr kaç›rmamak için, idrar yoluna nebâtî pamuk koymas› câizdir. S›zd›¤›nda vesvese, flübhe ederse, koymas› müstehab olur. S›zma¤a mâni’ olursa,
koymas› vâcib olur. Sun’î pamuk kullanmamal›d›r. Pamu¤un d›flarda kalan k›sm›
›slanmad›kca, abdesti bozulmaz. Pamuk, kuru olarak ç›karsa, yine bozulmaz. Kad›nlar›n önlerine sokdu¤u, kürsüf denilen bez de böyledir. Fekat sokmay›p, aral›¤a koyarsa, iç taraf› ›slan›nca, bozulur. Pamu¤un hepsi girmiflse, yafl olarak ç›k›nca, bozar. Arkaya sokulup, gayb olan nebâtî pamuk, kuru ç›k›nca da bozar. Bâkire k›zlar›n yaln›z hayz zemân›nda, evli ve dul olanlar›n ise, her zemân kürsüf kullanmalar› müstehabd›r. ‹stincâdan sonra, çamafl›r›nda leke olanlar, iki kaba eti aras›na uzunca pamuk koyarak, mak’ad› örtmeli, abdest alaca¤› zemân pamu¤a bak›p, temiz ise tekrâr yerine koymal›, kirlenmifl ise, de¤ifldirmelidir.
‹drâr kaç›ran, çamafl›r›n›n kirlenmemesine çok dikkat etmelidir. Kenâr uzunlu¤u onbefl santimetre kadar murabba’ [kare] fleklinde bir bezin bir köflesine elli
santimetre kadar ip ba¤lan›r. ‹pin di¤er ucu halka yap›l›p, dona tak›l› olan çengelli i¤neye geçirilir. Bez zekerin ucuna sar›l›r. Kenârlar› üzerine ipi sar›l›p, ilmik yap›l›r. ‹drâr, fazla s›z›yorsa, bezin içine pamuk konur. ‹drâr kaç›r›nca, yafl pamuk at›l›r. Beze de bulaflm›fl ise, ipin ucundan çekilir, ilmik aç›l›r. Bez yerinden ç›kar. ‹pin
di¤er ucu, i¤neden ç›kar›l›p, bez y›kan›p ve kurutulup, tekrâr kullanmak için saklan›r. Bir bez, ba¤› ile birlikde aylarca kullan›labilir. ‹htiyârlarda zeker küçülüp,
ucuna bez sar›lam›yor. Bunlar, küçük bir naylon torbaya bez koyup, zekeri ve husyeleri torbaya sokar. A¤z›n› bir ip ile ba¤lar. ‹drâr yapaca¤› zemân, ipi çözer.
‹çindekileri ç›kar›r. Bez ›slanm›fl ise de¤ifldirir. Böyle temizlik yapan, prostat hastal›¤›na yakalanmaz. 158. ci sahîfeye bak›n›z!
Abdesti bozanlar›n ikincisi, a¤›zdan ç›kan necs fleylerdir. Bunlardan kay ve
kat› kan, kan, safra, mi’deden gelen yemek, su, a¤›z dolusu olunca, abdesti bozarlar. Hepsi kaba necsdirler. Süt emen çocu¤un kusdu¤u fley de, kaba necsdir. Balgam kusmak bozmaz. Bafldan gelen s›v› kan› kusunca, tükrükden az ise bozmaz.
A¤z›n içi, abdestin bozulmas›nda, iç organ say›l›r. Orucun bozulmas›nda, bedenin
d›fl› say›l›r. Bunun için, diflden ve a¤›zdaki yaradan ç›k›p a¤›zdan d›flar› ç›km›yan
kan abdesti bozmaz. A¤›zdan d›flar› ç›k›nca, tükrükden çoksa bozar. Bafldan gelen kat› kan, çok olsa dahî bozmaz. Mi’deden, ci¤erden gelen kan s›v› ise, fieyhayna göre “rahmetullahi aleyhimâ”, az olsa dahî abdesti bozar. Kula¤a damlat›lan ya¤,
kulakdan veyâ burundan ç›k›nca bozmaz. A¤›zdan ç›karsa bozar. Buruna çekilen
fley, burundan, günlerce sonra da, geri gelirse bozmaz.
Üçüncüsü, deriden ç›kan kan, cerâhat, sar› su, a¤r›l› ç›kan renksiz su, hanefîde
bozar. Bunlar›n, mâlikîde ve flâfi’îde abdesti bozmad›klar›, fârisî (Menâhic-ül-ibâd)
kitâb›nda yaz›l›d›r. Çiçek hastas›ndan ve herhangi bir ç›bandan, kulakdan, burundan, yaradan ç›kan kan, sar› su ve elem ile, a¤r› ile akan renksiz su, gusl abdestinde y›kanmas› lâz›m olan yere yay›l›rsa bozar. Meselâ, burundan gelen kan, kemikleri geçerse, kulakdan gelen, kulak deli¤inden ç›karsa bozar. Ç›bandaki, yaradaki kan›, sar› suyu pamukla emerse bozar. Bunlardan elemsiz, a¤r›s›z olarak ç›kan,
akan renksiz su bozmaz [Tahtâvî]. Birfleyi ›s›r›nca, o fley üzerinde kan görürse, bozulmaz. Misvâk, kürdan üzerinde kan görünce, a¤z›na bulaflmad› ise, bozulmaz.
Ya’nî oraya parma¤›n› koyunca, parma¤›nda kan görürse bozulur. Gözü a¤r›yan
kimseden, hep yafl akarsa, özr sâhibi olur. A¤r› olmadan, herhangi bir sebeble a¤– 126 –
lamakla ve so¤an, duman, gazlar te’sîri ile, göz yafl› ak›nca bozmaz. fiâfi’îde ikisi
de bozmaz. Kad›n, çocu¤unu emzirince bozmaz. Çok da olsa, terlemekle bozulmaz.
Kulak, göbek, memeden a¤r›, hastal›k ile gelen s›v› bozar. Sülük, çok kan emerse, bozar. Sinek, sivrisinek, pire, tahta biti gibi haflereler, çok emseler de bozulmaz.
Az olup yay›lm›yan derideki kan ve a¤›zda hâs›l olup, a¤›z dolusu olm›yan kan ve
d›flar› ç›kan az kay, abdesti bozmad›klar› için, necs de¤ildirler.
Abdesti bozanlar›n dördüncüsü, uyumak, dört mezhebde de bozar. Hanefîde,
mak’ad›n gevflek olaca¤› bir hâlde, meselâ yan veyâ s›rt üstü yatarak veyâ dirse¤ine yâhud birfleye dayan›p uyumakd›r. Dayand›¤› fley çekilince düflmezse, bozulmaz. Nemâzda uyumak, dizleri dikip, bafl›n› dizlerine koyarak, diz çökerek, ba¤dafl kurarak, teverrük ederek uyursa, bozulmaz. Teverrük, kad›nlar›n nemâzda oturduklar› gibi oturmakd›r. Bir dizini dikip, di¤er uylu¤u üzerine oturup uyursa bozulur. Ç›plak hayvan üstünde uyursa, hayvan yokufl ç›k›yor veyâ düz yerde gidiyorsa, bozulmaz. Palan ve e¤er üzerinde uyursa hiç bozulmaz.
Beflincisi, bay›lmak ve deli olmakla ve sar’a tutmakla bozulur. Yürürken sallanacak kadar serhofl olmak da bozar.
Alt›nc›s›, rükü’ ve secdeleri olan nemâzda kahkaha ile gülmek, abdesti de bozar. Çocu¤un bozulmaz. Nemâzda tebessüm, nemâz› da, abdesti de bozmaz. Yan›ndakiler iflitirse, kahkaha denir. Kendi de iflitmezse, tebessüm denir. Yaln›z
kendi iflitirse (Dahk) denir. Dahk, yaln›z nemâz› bozar.
Yedincisi, (Mübâfleret-i fâhifle) ya’nî ç›plak olarak, (Sev’eteyn)i, ya’nî çirkin yerlerini sürtünmek, erke¤in de, kad›n›n da abdestini bozar). Kad›n›n derisine flehvet ile dokunmak, hanefîde abdesti bozmaz.
Saç, sakal, b›y›k, t›rnak kesmek abdesti bozmaz. Kesilen yerleri y›kamak lâz›m
olmaz. (F›kh-i Gîdânî)nin fârisî flerhinde diyor ki, (T›rnak kesince, abdest bozulmaz. Elleri y›kamak müstehab olur). Yara kabu¤unun düflmesi ile de bozulmaz.
Abdest al›rken, deri üzerindeki yar›k y›kan›r. Su de¤diremezse, mesh eder.
Mesh edemezse, terk olunur. Aya¤›ndaki yar›¤a merhem sürmüfl ise, merhemin üstünü y›kar. Y›kamak yaraya zarar verirse, mesh eder. Y›kad›kdan sonra merhem
düflerse, alt› iyi olmufl ise, alt›n› y›kar. ‹yi olmam›fl ise, y›kamaz. [55. ci maddeye
bak›n›z!] ‹ki elinde yar›k, yara olup su zarar verirse teyemmüm eder. Bir eli sa¤lam ise, bunun ile abdest al›r. Eli dirsekden, aya¤› topukdan kesilmifl ise, kesik yeri y›kar.
(Halebî-i kebîr)de diyor ki, (Abdest ald›¤›n› bilip, sonra bozuldu¤unda flübhe
ederse, abdesti var kabûl edilir. Abdesti bozuldu¤unu bilip, sonra abdest ald›¤›nda flübhe ederse, abdest almas› lâz›m olur. Abdest aras›nda, ba’z› yerini y›kad›¤›nda flübhe ederse, oras›n› y›kar. Abdest ald›kdan sonra flübhe ederse, y›kamak lâz›m de¤ildir. Abdest ald›kdan sonra, üzerinde yafll›k gören, idrâr m›, su mu flübhe etse, ilk olarak bafl›na geldi ise, yeniden abdest al›r. Birkaç def’a, böyle flübhe
etdi ise, fleytân›n vesvesesi oldu¤u anlafl›l›r ve abdesti tâzelemez. Vesveseyi önlemek için, abdest ald›kdan sonra, donuna, pefltemal›na su serpilmesi (Kimyâ-y›
se’âdet)de de yaz›l›d›r. Veyâ nebâtî pamuk kullanmal›d›r. Kab, kacak, elbise, bedenin, suyun, kuyunun, havuzun ve câhillerin, kâfirlerin hâz›rlad›¤› ya¤, ekmek,
elbise, yemek ve sâirenin pis olmas›nda flübhe etse, temiz kabûl edilir.)
Kur’ân-› kerîmi abdestsiz tutmak harâmd›r. Ezberden okumak câizdir. Yata¤a
abdestli girmek sünnetdir. (fiir’at-ül-islâm) flerhinde diyor ki, (Kur’ân-› kerîmi yatakda, yatarak ezberden abdestsiz okumak câizdir ve sevâbd›r. Fekat, bafl›n› yorgandan d›flar› ç›karmal› ve bacaklar› bitifldirmelidir.)
Vedî, mezî ç›k›nca dört mezhebde de abdest bozulur. Hanbelîde gusl abdesti de
lâz›m olur. (‹nâye). Cünüb ve hayzl› olarak câmi’e girmek harâmd›r. Abdestsiz girmek mekrûhdur. (Dürer Gurer). Önden, arkadan ç›karak abdesti bozanlar, has– 127 –
tal›kla ç›kar, s›zarsa ve abdest almakda, fliddetli so¤uk, hastal›k, ihtiyârl›k gibi sebeblerle, harac [güçlük] olursa, Mâlikîde abdest bozulmaz.
(Kitâbürrahme)de diyor ki, (Devâml› idrâr kaç›rma¤a (silis-ül-bevl) denir. Bundan
korunmak için, bir kaba bir fincan nohud ve iki fincan sirke konur. Üç gün sonra, her
gün üç kerre üçer nohud yinir ve birer çay kafl›¤› sirke içilir. Yâhud, bir kafl›k yüzerlik tohmu ve zencefil ve tarç›n ve karabiber, ince toz edilip kar›fld›r›l›r. Sabâh aç
karna ve yatarken bir çay kafl›¤› toz, su ile yutulur.) 986 [m. 1578] da yaz›lm›fl olan türkçe (Menâfi’ unnâs) da, silis-ül-bevl için muhtelif ilâclar vard›r. Bunlardan biri, iki dirhem günnük, iki dirhem çörek otu, dört dirhem bal ile kar›fld›r›p, sabâh akflam birer
ceviz mikdâr› yinir. Günnük, bir a¤aç zamk›d›r. Sak›z gibidir. Kokusundan belli olur.
53 — MEST ÜSTÜNE MESH, ÖZR SÂH‹B‹ OLMAK
MEST ÜZER‹NE MESH — Abdest al›rken ayaklar› y›kamak yerine, hiç özr
ve zarûret olmasa bile, yafl el ile, bir kerre, mest üzerine mesh edilmesi, erkek için
de, kad›n için de câizdir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek
ayaklar›na mest giyip, bunlar›n üstüne mesh etdi ve câiz oldu¤unu da söyledi. Gusl
abdesti al›rken, mest üzerine mesh edilmez. Teyemmüm ederken, ayaklar› mesh
etmek farz de¤ildir.
Mest, aya¤›n y›kamas› farz olan yerini örten, su geçirmez ayakkab› demekdir.
Mest, büyük olup da, parmaklar, mestin ucuna kadar gitmez ve mesh, bofl yer üzerine rastlarsa câiz olmaz. Mestin a¤›z k›sm› genifl olup, yukardan bak›nca, ayak görünürse zarar› olmaz. Mestin, bir sâat yol yürüyünce, ayakdan ç›kmayacak fleklde sa¤lam ve aya¤a uygun olmas› lâz›md›r. A¤açdan, camdan, ma’denden mest olamaz. Zîrâ sert fleyle bir sâat yürünemez. Taban› ile ayak üstü veyâ yaln›z taban› deri kaplanm›fl çorap üstüne veyâ sert olup, yürürken afla¤› düflmiyen çorap üzerine
mesh câizdir. [Mâlikîde, mestin deriden olmas› flartd›r.] Mestli kimsenin, abdesti
bozulunca, bu abdestsizlik, abdest uzvlar›na yay›l›rken, ayaklara de¤il, mestlere
yay›l›r. Mestlerin hadesden temizlenmesi de, mesh etmekle olur. Demek ki, mestler abdestsizli¤in ayaklara geçmesine mâni’ olmakdad›r. Yaln›z ayaklar›n› y›kay›p,
mest giyen bir kimse, sonra di¤er uzvlar›n› y›kay›p abdestini temâmlasa, sonra, abdesti bozulsa, sonra abdest al›rken, bunlar üzerine mesh edebilir. Çünki, mestleri giyerken, tam abdest alm›fl olmak flart de¤ildir. Fekat, abdesti bozuldu¤u zemân,
bozulan abdestin, tam al›nm›fl olmas› flartd›r. Meselâ, teyemmüm ederek, mest giydi ise, suyu görünce, bozulan abdesti tam olmad›¤›ndan, su ile abdest al›rken, mesh
edemez. Ayaklar›n› da y›kar. Özr sâhibi olan kimse, tam abdest al›p, özr akmadan
önce, mestlerini giyerse, sonra abdesti özrle bozulsa da, yirmidört sâat mesh edebilir. Özrü akd›kdan sonra giyerse, yaln›z o nemâz vakti içinde mesh edebilir.
Mest üzerine mesh müddeti, mukîm olan için, yirmidört sâatdir. Müsâfir için,
üç gün üç gece, ya’nî yetmifliki sâatdir. Bu müddet, mesti giydi¤i zemân de¤il, mest
giydikden sonra, abdesti bozuldu¤u zemân bafllar. Özr sâhibi için mesh müddeti,
nemâz vakti ç›k›ncaya kadar oldu¤u (Fetâvâ-i Hayriyye)de yaz›l›d›r. Özr sâhibi,
özre sebeb olan fleyi durdu¤u zemân, abdest al›p, o fley tekrâr bafllamadan önce,
mestlerini giyse, tahâret-i kâmile ile giymifl olur [Mâlikîde, gusl abdesti için ç›kar›l›ncaya kadar mesh etmek câizdir.].
Hanefî mezhebinde mesh, mestlerin yukar›daki yüzlerine yap›l›r. Taban alt›na
yap›lmaz. Sünnet üzere mesh etmek için, sa¤ elin yafl befl parma¤›, sa¤ mest üzerine, sol elin parmaklar› da, sol mest üzerine, boylu boyunca yap›fld›r›l›p, ayak parmaklar› üzerine gelen ucundan, baca¤a do¤ru çekilir. El ayalar› meste de¤dirilmez.
Meshin üç el parma¤› eninde ve boyunda olmas› farzd›r. Bunun için de, üç parma¤› veyâ yafl olup suyu damlamakda olan parmak uçlar› veyâ parmaklarla birlikde
el ayas›n› veyâ yaln›z el ayas›n› mest ucuna koyup, baca¤a do¤ru çekmek yetiflir.
– 128 –
Parmaklar›, mestin yan kenâr›na koyup, mest üzerinde geniflli¤ine kayd›rmak da
câiz olur. Mesh, elin d›fl yüzü ile de câiz ise de, içleri ile yapmak sünnetdir. Mestin alt›na veyâ topuklar›n yanlar›na veyâ bacak taraf›na mesh câiz de¤ildir. [Mâlikîde, sa¤ eli ›slat›p, parmak dipleri sa¤ mestin üst ucuna konur. Bafl parmak ucu
sol, di¤er üç parmak uçlar› sa¤ kenâr›nda olarak, a¤z›na kadar çekmek ve sol eli
alt›na böyle koyup, topu¤a ve buradan a¤z›na kadar çekmek ve sonra sol eli sol mestin üstüne, sa¤ eli alt›na koyup çekmek vâcibdir.] Bir uzvu y›kad›kdan sonra, elde kalan yafll›kla, mest üzerine mesh edilir. Bir uzvu, meselâ, bafl› veyâ enseyi meshden kalan yafll›kla, mesh edilmez. Abdest al›p, mest giymifl bir kimse, yeniden abdest al›p, mesh etmiyerek, mestli ayaklar›n› suya soksa, bir aya¤› veyâ yar›dan fazlas› ›slanmazsa, mesh yerine geçer. ‹çine su girip, aya¤› ›slan›rsa, mestleri ç›kar›p,
ayaklar›n› da y›kamak lâz›m olur. Yafl ot üstünde yürüyerek veyâ ya¤mur ile,
mestlerin üstü ›slan›rsa, mesh yerine geçer ve niyyet lâz›m olmaz. Mestli kimse, abdesti bozuldukdan yirmidört sâat geçmeden, sefere ç›ksa, bu mestlere üç gün ve
gece mesh edebilir. Müsâfir iken mukîm olsa, yirmidört sâat geçmifl ise, mestleri
ç›kar›p, ayaklar›n› y›kayarak abdest al›r. Mâlikîde mest üzerine mesh müddeti, gusl
abdesti için ç›kar›l›ncaya kadard›r. Mest üzerine, birinci abdest bozulmadan önce,
ikinci bir mest, çizme, plâstik, naylon, lâstik ayakkab› giyse, d›fldaki, su geçirmezse, bunun üzerine mesh edebilir. Suyu çok geçirirse yine edebilir. Çünki, içdeki ›slanarak, içdekine mesh etmifl olur. ‹kinciyi, abdesti bozulunca giymifl ise, yaln›z içdeki meste, mesh edebilir. ‹kinciye, ya’nî d›fldaki ayakkab›lara mesh etdikden
sonra bunun biri ç›ksa, ikincisini de ç›kar›p, içdeki mestlere hemen mesh etmesi lâz›m gelir. Di¤er aya¤›ndakini ç›karmay›p bunun üzerine ve ç›kan aya¤›ndaki birinci mest üzerine, birlikde mesh etmesi de câizdir. Aya¤›n üç parma¤› s›¤acak kadar
y›rt›¤› bulunan bir mest üzerine mesh etmek câiz de¤ildir. Y›rt›k, bundan az ise, mesh
câiz olur. [Mâlikîde, y›rt›k, aya¤›n üçde birinden az ise, mesh câiz olur. Mâlikîde,
bedenin, elbisenin temiz olmas› sünnet oldu¤u hâlde, mestin temiz olmas› farzd›r.]
Bir mestin birkaç yerinde, küçük y›rt›klar varsa, bunlar toplan›nca, üç parmak olursa, buna mesh câiz olmaz. Bir mestde, iki parmak, di¤er mestde de iki veyâ bir parmak görünecek kadar y›rt›k olsa, bunlara mesh edilebilir. Çünki, üç parmak, iki mest
için de¤il, bir mest içindir. Hâlbuki, muhtelif uzvlardaki necâset veyâ görünen avret yerleri mikdârlar› bir araya toplan›p, hepsi üzerine hükm olunur. Mesh câiz olm›yan y›rt›k, üç parma¤›n ucu de¤il, üç parma¤›n bütünü görünecek kadard›r.
Y›rt›k, parmak üzerinde ise, o parmaklar say›l›r. Y›rt›k baflka yerde ise, üç küçük
parmak görünecek kadar olmamal›d›r. Y›rt›k, üç parmakdan uzun olsa, aç›lan k›sm›, üç parmakdan az olsa, mesh câiz olur. Mestin dikifl yeri, uzun sökülse, fekat aç›lmay›p ayak görünmese, mesh câiz olur. Y›rt›k veyâ sökülen yer, yürürken aç›l›p,
ayakdan üç parmak görünür, durunca aç›lmazsa, mesh edilmez. Bunun tersine
olursa, mesh câiz olur. Topuk kemikleri yukar›s›ndaki y›rt›k, ne kadar olursa olsun,
meshe mâni’ olmaz. Çünki, mestlerin, buras›n› örtmesi lâz›m de¤ildir. Üstden veyâ yandan ilikli, ba¤l› veyâ fermuvarla kapal› mestler, ayakkab›lar üzerine mesh câizdir. [fiâfi’îde, mestin hiç y›rt›¤›, deli¤i olmamas› lâz›md›r.]
Aya¤›n topu¤u, mestin topu¤undan ç›k›nca, mest ayakdan ç›kd› say›l›r. Fekat ekserî kitâblar, aya¤›n yar›dan fazlas›, mestin topuk kemikleri hizâs›ndan yukar› ç›kmad›kca, ayakdan ç›kd› say›lmaz diyor. Buna göre, mest genifl olup, yürürken, topu¤u mestden ç›k›p, giren kimsenin meshi câiz olur. Yürürken abdesti bozulmaz.
Y›rt›¤›, üç parmakdan fazla aç›k olan mestin astar› sa¤lam olsa ve meste dikilmifl olup, ayak görünmese, mesh câiz olur.
Bir veyâ iki aya¤› mestden ç›k›nca, abdesti, o ânda bozulmaz. Abdestin bozulmas› flimdi ayaklara sirâyet eder. Yaln›z ayaklar›n› y›kasa, mesh ederek alm›fl oldu¤u abdesti temâmlam›fl olur. Mesh müddeti bitince de, yaln›z ayaklar›n› y›kar.
Fekat, her iki sûretde de, yeniden abdest almak dahâ iyi olur denildi. Çünki, mu– 129 –
Se’âdet-i Ebediyye 1-F:9
vâlât hanefîde sünnet, mâlikî mezhebinde ise farzd›r.
‹mâme, ya’nî sar›k ve kalensüve, ya’nî takke ve her bafll›k ve bürka’ ya’nî peçe ve maske üstüne ve eldiven üstüne mesh etmek câiz de¤ildir.
Cebîre ya’nî k›r›k kemi¤in iki yan›na ba¤lanan tahtalar üzerine mesh câizdir. Yaran›n, ç›ban›n, derideki çatlak veyâ yar›klar›n üzerine veyâ içine konan merhem,
pamuk, fitil, gaz bezi, flaster, sarg› ba¤› gibi fleylerin çözülmesi, ç›kar›lmas› yaraya zarar verirse veyâ bunlar ç›k›nca, y›kamak veyâ mesh etmek zarar verirse,
bunlardan merhem, lâstik gibi, su geçirmiyenler üzerine su ak›t›l›r. Su geçirenler
üzerine mesh edilir. Yaraya so¤uk su zarar verirse, s›cak su ile y›kamak lâz›m olur.
S›cak su da zarar verirse, mesh etmek lâz›m olur. Mesh de zarar verirse, üzerinde
bulunan fley üzerine mesh edilir. Sarg› bezinin, sa¤lam deri üstüne rastlayan k›sm› üzerine de ve sarg›lar aras›ndaki deriye de, mesh edilir. Bunlar›n yar›dan fazlas›na mesh câizdir. Bunlara mesh etmek de, yaraya zarar verirse, mesh edilmez.
Bunlar› mesh, yaraya zarar vermezse, bunlar› mesh lâz›m olur. Bunlar› kald›r›p altlar›ndaki sa¤lam deriyi y›kamak, yaraya zarar vermezse, y›kamak lâz›m olur. [Yara üstündeki sarg›ya veyâ merheme meshin câiz olmas› için, yaray› y›kaman›n veyâ mesh etmenin, yaraya zarar vermesi, dört mezhebde de flart oldu¤u, (El-f›khu alel-mezâhib-il-erbe’a)da yaz›l›d›r. Zarar, flifân›n gecikmesi yâhud elemin ya’nî
a¤r›n›n artmas› demekdir.] Mesh etdikden sonra, bunlar, yara iyi olmadan al›n›r
veyâ düflerlerse, mesh bozulmaz. Yara iyi olup da düflerlerse, altlar›n› y›kamak lâz›m olur. Bütün bunlar üzerine mesh, altlar›n› y›kamak yerine geçer. Bunlara
mesh edenler özr sâhibi olmaz. Bunlar, sa¤lam kimselere imâm olabilir. Tabîb-i müslim-i hâz›k›n ›slat›lmamas› lâz›md›r dedi¤i bir yer, yara gibi olur. Bunlara mesh etmekde, erkek, kad›n, muhdis ve cünüb hep birdir. Hiçbiri için niyyet lâz›m de¤ildir. ‹bni Âbidîn “rahmetullahi aleyh” abdestin farzlar› sonunda diyor ki, (Elinde,
yara, yar›k bulunan kimse, suyu kullanamaz ise, ya’nî ellerine su alamaz ve yüzünü, bafl›n›, kulaklar›n›, ayaklar›n› suya sokamaz ise, teyemmüm eder. Kolundan,
aya¤›ndan bir k›sm› kesik olan kimse, kalan yerin yüzeyini y›kar). Habsde, eli aya¤› ba¤l› olan, teyemmüm edemezse, abdestsiz, birfley okumadan, rükü’ ve secde yapar. Bunu da yapamazsa, ayakda îmâ eder. Kurtulunca iâde eder.
ÖZR SÂH‹B‹ olan, istedi¤i zemân abdest al›r. Bu abdest ile, istedi¤i kadar farz
ve nâfile nemâz k›lar ve Kur’ân-› kerîm okur. Nemâz vakti ç›k›nca abdesti bozulmufl
olur. Her nemâz vakti girdikden sonra, yeni abdest al›p, bu vakt ç›k›ncaya kadar her
ibâdeti yapar. Ö¤leden baflka dört nemâzdan birinin vakti girmeden evvel ald›¤› abdest ile, bu nemâz› k›lamaz. Çünki, ö¤le nemâz›n›n vakti bafllarken, bir nemâz›n vakti ç›km›yor. Özr sâhiblerinin, devâm eden özrleri, abdestini bozmaz. Fekat, baflka
bir abdest bozan sebeb ile bozulur. Vakt ç›k›nca, özr sebebi ile de bozulmufl olur.
Özr sâhibi olmak için, abdesti bozan bir fleyin, devâm üzere mevcûd olmas› lâz›md›r. Edâs› farz olan herhangi bir nemâz vakti içinde, nemâz vaktinin bafl›ndan
sonuna kadar, abdest al›p, yaln›z farz› k›lacak kadar bir zemân, abdestli kalam›yan kimse, özrü gördü¤ü andan itibâren, özr sâhibi olur. Meselâ, istihâda kan›, idrâr ve baflka ak›nt›lar, iç sürmesi, yel kaçmas›, yaradan kan, irin ve memeden, göbekden, burundan, gözden, kulakdan kan veyâ a¤r› ile herhangi bir s›v›, irin akmas› gibi, abdesti bozan fleylerden biri, hep mevcûd olur, ya’nî bir nemâz vaktinin
bafl›ndan sonuna kadar, bir abdest al›p, farz› k›lacak kadar, durdurulamazsa, o kimse, özr sâhibi olur. Bir nemâz vakti girdikden, farz› k›lacak kadar zemân sonra özr
bafllasa, vaktin sonu yaklafl›ncaya kadar bekler, hiç durmad› ise, vaktin sonunda
abdest al›p, o vaktin nemâz›n› k›lar. Nemâz vakti ç›kd›kdan sonra, sonraki nemâz
vakti içinde durursa, önceki nemâz›n› i’âde eder. ‹kinci nemâz vaktinin bafl›ndan
sonuna kadar hiç kesilmezse, özr sâhibi oldu¤u anlafl›l›r ve k›lm›fl oldu¤u önceki
vaktin nemâz›n› i’âde etmez.
[(El-f›kh-u alel mezâhibil-erbe’a)da diyor ki, (Mâlikî mezhebinin ikinci kavli– 130 –
ne göre, özr sâhibi olmak için, hastal›k sebebi ile ç›kan, abdesti bozan birfleyin bir
kerre ç›kmas› kâfîdir. Bir nemâz vakti içinde devâml› ç›kmas› lâz›m de¤ildir. Nemâzdan evvel veyâ nemâz içinde idrâr, yel kaç›ran hastalar›n ve ihtiyârlar›n abdestlerinin ve nemâzlar›n›n bozulmamas› için, harac ve meflakkat hâlinde, bunlar›n mâlikî mezhebini taklîd etmeleri ve imâm olmalar› sahîh olur.)]
Özr sâhibinin özrü, sonraki her nemâz vaktinde, bir kerre, biraz ak›nca, özrü devâm ediyor say›l›r. Bir farz nemâz›n vaktinde hiç gelmezse, ya’nî nemâz vakti bafl›ndan sonuna kadar özrsüz geçerse, o kimse özr sâhibi olmakdan kurtulur. Abdest al›rken veyâ nemâz k›larken, özrü kesilip, sonraki ikinci vaktin sonuna kadar
hiç gelmezse, özrlü iken ald›¤› abdesti ve nemâz› i’âde eder. Nemâz bitdikden veyâ teflehhüd mikdâr› oturdukdan sonra kesilirse, nemâz›n› i’âde etmez. Teyemmüm
ederek nemâz k›ld›kdan sonra, suyu gören kimse de, nemâz›n› i’âde etmez. Bir ilâcla veyâ ba¤lamakla veyâ nemâz› oturarak îmâ ile k›lmakla, özrü durdurmak vâcibdir. Bir dirhem mikdâr› kan ve sâire, y›kan›nca, nemâz k›l›ncaya kadar, tekrâr bulaflm›yaca¤› zan olunursa, y›kamak vâcibdir. [Özr, yaln›z abdesti bozan fleylerdir.
Abdest veyâ gusl abdesti alam›yan hasta, özrlü olmaz. Yerine göre, mesh ederek
veyâ teyemmüm ederek, nemâzlar›n› sa¤lam kimse gibi k›lar.]
Cemâ’at ile nemâz anlat›l›rken, özrlü kimsenin sa¤lam kimselere imâm olam›yaca¤› bildirilmekdedir. Orada, devâml› abdestsiz olmakdan baflka, üzerinde dirhemden çok necâset bulunan›n, ç›plak olan›n, Kur’ân-› kerîmi do¤ru okuyamayan›n da, böyle olm›yanlara imâm olam›yacaklar› bildirilmekdedir. Kaplama ve
dolgu difli bulunan kimsenin, kaplama ve dolgusu olm›yan hanefîlere imâm olabilmesi için, flâfi’îyi veyâ mâlikîyi taklîd etmesi lâz›md›r. Yetmiflinci maddeyi okuyunuz!
Özrsüz, sa¤lam iken k›lmad›¤› nemâzlar, hasta ve özrlü iken de kazâ edilir. Sadaka ve hiçbir hayrl› ifl, kazâ nemâz› yerine geçemez. ‹bni Teymiyyenin sap›k yaz›lar›na aldanmamal›d›r.
Gel kardeflim, dinle benden hofl sözü,
söylüyorum sana, esrâr› özü:
Ahmed-i Serhendî, bunu flerh eyledi,
gör de (Mektûbât)› bak neyledi.
O kitâbda neler söyler, hem neler,
Onda oynatm›fl ne zevkli cilveler.
‹lm-i nâfi’, cümle (Mektûbât)dad›r.
Herne varsa mahzende, hepsi andad›r.
O kitâbd›r, se’âdet hazînesi,
Onda tevhid, madde, ma’nâ bilgisi.
Mektûbât-› Ahmedî sâyesinde,
Onun ulûm-i bî-nihâyesinde.
Geldi (Se’âdet-i Ebediyye) vücûde,
teflekkür eylerim Rabb-i vedûde.
‹lâhî! Bu kitâb› eyle mebrûr!
Berât olsun bana, mahflerde, hem nûr!
Salât olsun, selâm olsun Resûle! ki,
vücûde geldi, (Se’âdet-i Ebediyye).
– 131 –
54 — GUSL ABDEST‹
Nemâz›n do¤ru olmas› için, abdestin ve guslün do¤ru olmas› lâz›md›r. ‹bni
Âbidîn, (Dürr-ül-muhtâr) flerhinde buyuruyor ki: (Cünüb olan her kad›n›n ve
erke¤in ve hayzdan ve nifâsdan kurtulan kad›nlar›n, nemâz vaktinin sonuna o nemâz› k›lacak kadar zemân kal›nca, gusl abdesti almas› farzd›r).
Farzlar› yapanlara çok sevâb vard›r. Yapm›yanlara da, büyük günâh vard›r.
(Gunyet-üt-tâlibîn) kitâb›n›n bildirdi¤i hadîs-i flerîfde, Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” buyuruyor ki: (Gusl abdesti alma¤a kalkan bir kimseye, üzerindeki k›l adedince [ya’nî pekçok demekdir] sevâb verilir. O kadar günâh› afv olur.
Cennetdeki derecesi yükselir. Guslü için ona verilecek sevâb, dünyâda bulunan herfleyden dahâ hayrl› olur. Allahü teâlâ, Meleklere, bu kuluma bak›n›z! Gece, üflenmeden kalk›p, benim emrimi düflünerek, cenâbetden gusl ediyor. fiâhid olunuz ki,
bu kulumun günâhlar›n› afv ve magfiret eyledim buyurur).
(Ey O¤ul ‹lmihâli)nin doksanbirinci sahîfesinde yaz›l› hadîs-i flerîfde, (Kirlenince, çabuk gusl abdesti al›n! Çünki kirâmen kâtibîn melekleri, cünüb gezen kimseden incinir) buyuruldu. Yine, ayn› sahîfede: ‹mâm-› Gazâlî buyurdu ki, bir kimse,
rü’yâda bana dedi ki, (Bir mikdâr zemân, cünüb kald›m. fiimdi üzerime ateflden
gömlek giydirdiler. Hâlâ atefl içindeyim). (Zevâcir) ve (Risâle-i ünsiyye) kitâblar›ndaki hadîs-i flerîfde, (Resim, köpek ve cünüb kimse bulunan eve rahmet melekleri girmez) buyuruldu. Nemâz k›lan ve k›lm›yan herkes, bir nemâz vaktini cünüb
geçirirse, çok ac› azâb görece¤i (Zevâcir)de yaz›l›d›r. Ö¤le ezân›ndan sonra cünüb
olan, ö¤le nemâz›n› k›lmam›fl ise, ikindi vaktine kadar; k›lm›fl ise, akflam nemâz›na kadar gusl etmelidir. Y›kanamazsa, teyemmüm etmelidir. Hanefî mezhebinde
guslün farz› üçdür:
1 — A¤z›n hepsini iyice y›kamak. A¤›z dolusu su içmekle de olur ise de, yutmak
mekrûhdur diyen de olmufldur.
2 — Burnu y›kamak. Burundaki kuru kir alt›n› ve a¤›zdaki, çi¤nenmifl ekmek
alt›n› y›kamazsa gusl sahîh olmaz. Hanbelî mezhebinde, mazmaza ve istinflâk,
abdest al›rken de, guslde de farzd›r.
3 — Bedenin her yerini y›kamakd›r. Bedenin, ›slat›lmas›nda harac olm›yan
yerlerini y›kamak farzd›r. Y›kanan yerleri o¤alamak lâz›m de¤il ise de, müstehabd›r. ‹mâm-› Mâlik ile ‹mâm-› Ebû Yûsüf lâz›md›r buyurdu. Göbek içini, b›y›k, kafl
ve sakal› ve altlar›ndaki derileri ve bafldaki saçlar› ve ferci y›kamak farzd›r. Gözleri, kapal› küpe deli¤ini, sünnet derisi alt›n› y›kamak farz de¤ildir, müstehabd›r.
Kad›nlar, örülü saç›n diblerini ›slat›nca, örgüyü y›kamak lâz›m de¤ildir. Saç dibleri ›slanmazsa, örgüyü açmak lâz›m olur. Örülmemifl saçlar›n her taraf›n› da y›kamak farzd›r. Trafl olursa, kesilen saçlar› [ve di¤er k›llar› ve t›rnaklar›] y›kamak
lâz›m de¤ildir. ‹bni Âbidîn “rahmetullahi aleyh” beflinci cild ikiyüzyetmiflbeflinci
sahîfede diyor ki, (Cünüb iken, kas›klar› trafl etmek mekrûhdur). [Cünüb iken saç,
t›rnak kesmenin de mekrûh oldu¤u buradan anlafl›lmakdad›r.] Pire, sinek kirlerinin ve k›nan›n ve insan kirinin, ak›c› ya¤lar›n, çamurun alt›n› y›kamak farz de¤ildir. Deriye yap›flm›fl, hamur, mum, sak›z, kat› ya¤, bal›k pulu, çi¤nenmifl ekmek,
[T›rnakdaki oje denilen boya] gibi su geçirmiyen fleylerin alt›n› y›kamak lâz›md›r.
Difllerin aras›nda ve difl çukurunda bulunan yemek art›klar›n›n alt›na su geçmezse, alt› y›kanmazsa gusl abdesti câiz olmaz. Yüzük s›k› ise, ç›karmak veyâ hareket
etdirmek lâz›md›r. Küpe de böyledir. Küpe deli¤inde, küpe yoksa ve delik aç›ksa
kula¤› ›slat›rken, delik ›slan›rsa, yetiflir. Islanmazsa, deli¤i parmakla ›slatmal›d›r.
Bütün bunlarda ›sland›¤›n› çok zan etmek yetiflir. A¤z›n› veyâ baflka yerini y›kama¤› unutup, nemâz k›lsa, sonra hât›rlasa, oras›n› y›kay›p farz› tekrâr k›lar. Tenhâ yer yoksa, baflkas›n›n yan›nda avret yerini açmaz. Tenhâ olunc›ya kadar bekler. Nemâz vakti daral›r ise, baflkalar› yan›nda tahâretlenmez. Donunu da y›kamaz.
– 132 –
Necâset ile nemâz k›lar. Çünki, harâmdan kaçmak, farz› yapmakdan dahâ çok sevâbd›r. Sonra tenhâ yer bulunca tahâretlenir, donunu y›kar ve nemâz› iâde eder.
Abdestin ve guslün vâcibleri yokdur. Guslün sünnetleri, abdestin sünnetleri gibidir. Yaln›z guslde, abdestdeki s›ra ile y›kamak, sünnet de¤ildir. Müstehablar› da,
ayn› olup yaln›z, guslde k›bleye dönülmez ve düâ okunmaz. Yaln›z besmele çekilir ve kelime-i flehâdet söylenir. Havuzda, nehrde, denizde, ya¤mur alt›nda ›slanan,
a¤z›n› ve burnunu da y›kasa, abdest ve gusl alm›fl olur.
Sünnet üzere gusl abdesti almak için, önce, temiz olsalar dahî, iki eli ve avret yerini y›kamal›d›r. Sonra bedeninde necâset varsa y›kamal›, sonra, tam bir abdest almal›, yüzünü y›karken, gusle niyyet etmeli, ayaklar› alt›nda su toplanm›yorsa, ayaklar› da y›kamal›d›r. Sonra bütün bedene üç def’a su dökmelidir. Önce üç def’a bafla, sonra sa¤ omuza, sonra sol omuza dökmeli, her döküflde, o taraf temâm ›slanmal›d›r. Birinci dökmede o¤mal›d›r. Guslde, bir uzva dökülen suyu, baflka uzvlara ak›tmak câiz olup, oras› da temizlenir. Çünki, guslde bütün beden, bir uzv say›l›r. Abdest al›rken bir uzva dökülen su ile, baflka uzv ›slan›rsa, y›kanm›fl say›lmaz.
Gusl temâm olunca, tekrâr abdest almak mekrûhdur. Gusl ederken abdesti bozulursa, bir dahâ almak lâz›m olur. fiâfi’îyi ve mâlikîyi taklîd edenler buna dikkat etmelidir. Abdest bozulmadan, baflka yerde almak veyâ nemâz k›l›p sonra almak câizdir.
Abdestde ve guslde, lüzûmundan fazla su kullanmak isrâf olup, harâmd›r. Sekiz r›tl [ya’nî bink›rk dirhem-i fler’î veyâ üç buçuk kilo] su ile, sünnete uygun gusl
edilebilir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir Müd [ya’nî iki r›tl, ya’nî 875
gr.] su ile abdest al›r, bir sâ’ hacminde su ile gusl ederdi. [Bir sâ’ 4200 gram sudur.
Çünki, bu fakîr, mercimekle yapd›¤›m tecribelere göre, bir sâ’ 4,2 litredir. Ya’nî,
dört litre ve bir litrenin beflde biridir.]
[Hanefî mezhebinde difllerin aras› ve difl çukuru ›slanmazsa gusl temâm olmaz. Bunun için, difl kaplat›nca ve doldurunca, gusl abdesti sahîh olmaz. ‹nsan cenâbetlikden kurtulmaz. Evet, imâm-› Muhammede göre sallanan diflleri alt›n tel
ile ba¤lamak ve düflen, ç›kar›lan difl yerine alt›n difl takmak câizdir. ‹mâm-› a’zam
ise, alt›n câiz olmad›¤›n› ictihâd buyurmufldur. ‹mâm-› Ebû Yûsüf, bir rivâyetde,
imâm-› Muhammed gibi buyurmufldur. Eshâb-› kirâmdan Arfece bin Sa’da, alt›n
burun takmas› için izn verilmesi, ‹mâm-› a’zama göre, yaln›z Arfeceye mahsûsdur
denilmifldir. Nitekim Zübeyr ve Abdürrahmân “rad›yallahü teâlâ anhümâ” için,
ipek giymelerine izn verilmifldi ve yaln›z bunlara mahsûsdu, denilmifldir. Fekat, fetvâ, ‹mâm-› Muhammed kavli ile olup, gusl abdesti al›rken ç›kar›labilen takma difl,
kulak ve burunun, alt›ndan olmalar› câiz görülmüfldür. ‹mâmlar›m›z›n bu ayr›l›¤›,
takma diflin ve sallanan difle sar›lan tellerin alt›ndan olup olmamas›ndad›r ve
gusle mâni’ olm›yacak fleklde ç›kar›lmas› mümkin oldu¤u hâldedir. Yoksa, gusl bahsinde, hanefî mezhebinin bütün imâmlar›, difllerin ›slanmas› lâz›m oldu¤unu söylemekdedir. Ya’nî, alt›n, gümüfl ve necs olm›yan baflka maddelerden yap›lan kaplama ve dolgular›n altlar›na su geçmeyince, hanefî mezhebi âlimlerinin hepsine göre, gusl abdesti câiz olmaz.
(Halebî-yi kebîr)de diyor ki, (Difller aras›nda yemek art›¤› kal›p, alt› y›kanamazsa, gusl câiz olur. Çünki, su ak›c› olup, bu art›klar›n alt›na s›zar. Fekat bu art›klar,
çi¤nenerek kat›laflm›fl ise, gusl abdesti câiz olmaz. Do¤rusu da, budur. Çünki, su,
bunun alt›na s›zmaz. Bunda zarûret ve harac da yokdur). (Kâdîhân), (Nâtifî)den
alarak diyor ki, (Difl aras›nda yemek art›¤› bulunursa, gusl temâm olmaz. Bunu ç›kar›p alt›n› y›kamak lâz›md›r).
(Mecmû’a-i Zühdiyye)de diyor ki, (Gerek az, gerek çok, difllerin aras›nda kalan yemek k›r›nt›s›, kat› hamur gibi olup da, suyu geçirmezse, gusle mâni’dir).
(Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Difllerin aras›nda veyâ difl çukurunda bulunan fley,
gusl abdestine zarar vermez diye fetvâ veren olmufl ise de, bu fley, kat› olup, alt›– 133 –
na su geçmez ise, gusl abdesti câiz olmaz. En do¤rusu da budur). ‹bni Âbidîn “rahmetullahi aleyh” bunu aç›klarken buyuruyor ki, (Zarar› olmaz diye fetvâ verilmesi, su, difldeki fleyin alt›na s›z›p, ›slataca¤› içindir. (Hulâsat-ül-fetâvâ)da da, böyle yazmakdad›r. Bu fetvâdan da anlafl›l›yor ki, alt›na su geçmezse, gusl câiz olmaz.
(Hilye) kitâb› da böyle diyor. (Münyet-ül-musallî) flerhinde de böyle yaz›l›d›r. Çünki, su difle s›zmad›¤› gibi, burda zarûret ve harac yokdur demekdedir).
(Merâk›l-felâh)› aç›kl›yan Tahtâvî buyuruyor ki, (Difl çukurunda veyâ difller aras›ndaki yemek art›klar›n›n alt›na su geçerse, gusl câiz olur. Bunlar, sert olup alt›na su geçmez ise, gusl câiz olmaz. (Feth-ul-kadîr)de de böyle yaz›l›d›r).
Tahtâvî (Dürr-ül-muhtâr) hâfliyesinde diyor ki, (Diflleri aras›na veyâ difl çukuruna giren yemek parças› alt›na su s›zaca¤› için gusle mâni’ olmaz. Suyun s›zd›¤›nda flübhe ederse, bunlar› ç›kar›p difllerin aras›n› ve çukurunu y›kamal›d›r).
Her müslimân›n ibâdet yaparken ve harâmdan sak›n›rken, kendi mezhebi âlimlerinin, (Fetvâ böyledir), (En iyisi budur), (En do¤ru söz budur) gibi bildirdiklerine uymas› lâz›md›r. Kendi arzûsu ile yapd›¤› bir fley, buna uymas›na mâni’ olur
ve bu mâni’ olman›n önlenmesinde (harac), meflakkat bulunursa, kendi mezhebinde do¤ru oldu¤u bildirilen baflka bir söze uymas› lâz›md›r. Meselâ, ödünç verdi¤inin senedine ödeme târîhi koymak harâmd›r. Fâiz olur. Fekat baflkas›na havâle edilmek yolu ile, ikisinin de belli târîhde ödemeleri câiz olur. Böyle de yapamazsa, hanefî mezhebinde bulunan kimse, hanefî mezhebindeki âlimlerin fetvâ olarak
seçilmemifl za’îf sözlerine uyarak, iflini görür. ‹kinci k›sm, 1. ci maddeye ve üçüncü k›sm, 12. ci maddeye bak›n›z! Böyle kurtulufl yolu da bulamazsa, di¤er üç mezhebden birini taklîd ederek, ya’nî bir mezhebe uyarak o ifli yapar. Hanefî mezhebinin âlimleri, bu kimsenin baflka mezhebi taklîd etmesinin vâcib oldu¤unu bildiriyor. Meselâ, (‹bni Âbidîn), üçüncü cildin 190. c› sahîfesinde ta’zîri anlat›rken buyuruyor ki, (Büyük âlim ‹bni Emîr Hâc, (Tahrîr) flerhinde: fier’î delîl gösteriyor ki,
bir müctehidin sözü ile amel etmek ve ihtiyâc olunca, baflka bir müctehidi taklîd
etmek lâz›md›r. Bu delîl, (Bilenlerden sorunuz!) âyet-i kerîmesidir. Belli bir hâdise ile karfl›lafl›l›nca, bunun nas›l yap›laca¤› sorulur. Bu ifl hakk›nda, bir müctehidin sözü biliniyorsa, o ifli bu söze uyarak yapmak vâcib olur demekdedir). Görülüyor ki, baflka mezhebi taklîd etmesi vâcib olmakdad›r. Baflka bir mezhebi
taklîd etmesi de mümkin olmazsa, haraca sebeb olan fleyi yapmas›nda zarûret olup
olmad›¤›na bak›l›r:
A — Haraca sebeb olan fleyi yapmas›nda zarûret varsa, o farz› terk etmesi veyâ harâm› zarûret mikdâr› ifllemesi câiz olur. Zarûret ile yap›lan fleyde, zarûret bitince harac devâm ederse, yine böyledir.
B — Haraca sebeb olan fley, zarûret olmadan yap›lm›fl veyâ zarûret ile birkaç
fley yap›labilir ve bunlardan harac bulunan fleyi yapma¤› seçerse, farz› terk etmesi câiz olmaz. F›kh âlimleri, bu kâ’ideye uyarak birçok mes’eleyi çözmüfllerdir:
1 — Sallanan difl gümüfl tel ile ba¤lan›nca, imâm-› Muhammed, gümüfl koku yapar, alt›n tel ise yapmaz dedi. Zarûret oldu¤u için alt›n ile ba¤lamak harâm olmaz
dedi. ‹mâm-› a’zam ise, gümüfl tel de koku yapmaz. Alt›n tel ile ba¤lamak zarûret
olmad›¤› için, harâm olur dedi. ‹mâm-› Muhammedin “rahmetullahi teâlâ aleyh”
kavli ile amel olunur. Baflka mezhebi taklîde ihtiyâc yokdur.
2 — Bir erke¤in, zevcesi ile süt kardefl olduklar›, fekat birinin veyâ her ikisinin
bir kerre emmifl oldu¤u anlafl›lsa, hanefî mezhebine göre nikâhlar› bozulur. Yâ, ayr›l›rlar. Yâhud, flâfi’î mezhebini taklîd ederler. Nikâhlar›nda velîleri bulunmam›fl
ise, yeniden flâfi’î mezhebine göre nikâh yaparak evli kal›rlar. Doyunc›ya kadar befl
kerre emmifl ise, flâfi’î mezhebini taklîd mümkin olmaz. Ayr›lmalar› lâz›m olur.
3 — Akflam nemâz› için otobüsü durduram›yan, inip yerde vaktinde k›lar. Sonra gelen baflka otobüse biner. Yâhud, vaktinden sonra, flâfi’îyi taklîd ederek, yat– 134 –
s› ile birlikde k›lmas› câiz olur. ‹kindi nemâz› için otobüsü durduram›yan›n, inip
yerde k›lmas› flartd›r. Çünki, flâfi’îde de ikindi akflam ile birlikde k›l›nmaz.
4 — Fakîr olup, nafaka te’mîn edemiyen kimseyi, zevcesi mahkemeye verip, boflanmak isterse, hanefî olan hâkim boflayamaz. fiâfi’î mezhebinde olan hâkim boflar. Hanefî olan zevce, flâfi’î olan hâkime mürâce’at eder. Bu hâkim, boflar. Bu hâkimin hükmü nâfiz olur. ‹kinci k›smda, otuzsekizinci maddeye bak›n›z!
‹nsan› birfley yapma¤a zorl›yan semâvî sebebe, ya’nî insan›n elinde olm›yarak
hâs›l olan sebebe (Zarûret) denir. ‹slâmiyyetin emr ve yasak etmesi ve tedâvî edilemiyen fliddetli a¤r› ve bir uzvun yâhud hayât›n telef olmak tehlükesi ve baflka birfley yapamamak mecbûriyyeti hep zarûretdir. Bir farz›n yap›lmas›na mâni’ veyâ harâm iflleme¤e sebeb olan› önlemenin meflakkatli, güç olmas›na (Harac) denir.
Herhangi bir sebeb ile difl kaplatan veyâ difl doldurtan kimsenin, hanefî mezhebi âlimlerinin “rahmetullahi aleyhim ecma’în” sözbirli¤i ile gusl abdestinin sahîh
olm›yaca¤› yukar›da bildirilmifldi. Bunun gusl abdestinin sahîh olmas›n› sa¤lamak
için uyulacak hanefî mezhebi âlimlerinin baflka sözleri de yokdur. Ba’z› kimseler,
bunun difl kaplatmadan veyâ doldurtmadan evvel, gusl abdesti almas› ve her zemân bunlar üzerine mesh etmesi câiz olur diyor ise de, bu söz do¤ru de¤ildir. Çünki, mest üzerine mesh ayaklara mahsûsdur ve guslde de¤il, abdest almakdad›r. Kaplama ve dolgunun yara üzerindeki sarg›ya benzemedi¤i de birkaç sahîfe ileride bildirilecekdir.
‹bâdet yapmakda veyâ harâmdan sak›nmakda, harac olunca, harac bulunm›yan
baflka mezhebi taklîd etmek lâz›m oldu¤u, birçok kitâblarda, meselâ (‹bni Âbidîn)de ellibirinci ve ikiyüzellialt›nc› ve ikinci cild beflyüzk›rkikinci ve üçüncü cild
yüzdoksan›nc› sahîfelerde ve (Mîzân)›n onsekizinci sahîfesinde ve (Hadîka) ve (Berîka) kitâblar›n›n sonunda ve (Fetâvâ-y› hadîsiyye)de ve (Fetâvâ-y› Hayriyye)nin
edeb-ül-kâdî k›sm› sonunda ve imâm-› Rabbânî (Mektûbât)› üçüncü cildinin 22.
ci mektûbunda yaz›l›d›r. Bu mektûb birinci k›sm 35.ci maddededir. Bu maddeye
bak›n›z! fiâfi’î âlimlerinden molla Halîl Si’ridînin “rahmetullahi teâlâ aleyh”
(Ma’füvât) kitâb›nda ve flerhinde de yaz›l›d›r. Taklîde niyyet eden kimsenin, niyyet etmeden önce k›lm›fl oldu¤u, o vaktin nemâz› sahîh olur. Dahâ önceki vaktlerinkini kazâ etmesi lâz›m gelir. Tahtâvî, (Merâk›l-felâh) hâfliyesi, doksanalt›nc› sahîfesinde ve ayr›ca bunun tercemesi olan (Ni’met-i islâm)da flöyle yaz›yor: (Bir hanefînin kendi mezhebine göre yapamad›¤› bir ifli yapabilmesi için flâfi’î mezhebini taklîd etmesinde bir be’s yokdur. (Bahrürrâ›k) ve (Nehrülfâ›k)da da böyle yaz›l›d›r. Fekat bu ifli yaparken, flâfi’î mezhebinin flartlar›n› da yerine getirmesi lâz›md›r. Harac olmadan ve flartlar›n› yapmadan taklîd ederse, buna (Müleff›k) denir
ki, kolaylar› aray›p toplay›c›d›r. Bu, câiz de¤ildir. Hanefî yolcunun flâfi’î mezhebini taklîd ederek ö¤le ile ikindi nemâzlar›n› ve akflam ile yats› nemâzlar›n› birlikde k›labilmesi için, bunlar› k›larken, imâm arkas›nda Fâtiha okumas›, kendi
(Sev’eteyn)ine, ya’nî iki çirkin yerine eli ayas› ve nikâh ile almas› ebedî harâm olan
onsekiz kad›ndan baflka kad›n›n derisine derisi de¤erse, abdest almas›, abdeste niyyet etmifl olmas› ve az necâsetden de sak›nmas› lâz›md›r). Mâlikîyi de taklîd edebilir.
Mâlikî veyâ flâfi’î mezhebini taklîd etmek için, guslde, abdest almakda ve nemâzda niyyet ederken, bu mezhebe de tâbi’ oldu¤unu hât›rlamak yetiflir. Ya’nî, gusl abdesti alma¤a bafllarken (Niyyet etdim gusl abdesti alma¤a ve mâlikî veyâ flâfi’î mezhebine uyma¤a) sözünü kalbinden geçiren bir kimsenin gusl abdesti sahîh olur. A¤z›nda kaplama veyâ dolgu bulunan hanefî mezhebindeki bir kimse, böyle niyyet
edince, boy abdesti sahîh olur. Cünüblükden kurtulur, temiz olur. Böyle kimsenin,
nemâz k›laca¤› ve Kur’ân-› kerîmi tutaca¤› zemân, mâlikî veyâ flâfi’î mezhebine göre de abdest almas› lâz›md›r. fiâfi’î mezhebini taklîd edince, çok ihtiyâr veyâ bâlig olmam›fl gösteriflli çocuk da olsa, nikâhlanmalar› câiz olan erkekle kad›n›n de– 135 –
rileri birbirlerine dokununca ikisi de ve kendinin veyâ baflkas›n›n iki abdest bozma uzvlar›na elayas› ile dokununca, nemâz abdesti almal›d›r. Cemâ’at ile nemâz
k›larken de, her rek’atde Fâtiha okumal›d›r. Necâsetden çok sak›nmal›d›r. Cemâ’ate
geç gelince, imâmla birlikde rükü’a e¤ilir. Fâtihan›n bir k›sm›n› veyâ hepsini okumaz. Mâlikîyi veyâ flâfi’î mezhebini taklîd etmesi, takvâ de¤ildir, fetvâd›r, ruhsatd›r. Takvâ, kaplama ve dolgular›, takma diflle de¤ifldirme¤e denir.
Kaplama ve dolgusu olan hanefîler, dört mezheb için söylenmifl olan (Ümmetimin müctehidleri aras›ndaki ayr›l›k, rahmet-i ilâhiyyedir) hadîs-i flerîfindeki
rahmete kavuflarak, mâlikî veyâ flâfi’î mezhebine uymakla, cenâbetlikden kurtuluyor. Çünki, flâfi’î ve mâlikî mezheblerinde gusl abdesti al›rken, a¤z›, burnu y›kamak farz de¤ildir. Niyyet etmek, farzd›r. Baflka mezhebi taklîd ederken, o iflin o
mezhebde sahîh olmas›na mâni’ olan, fekat kendi mezhebinde veyâ di¤er bir
üçüncü mezhebde mâni’ olm›yan ikinci bir harac hâs›l olursa, bu ifli her üç mezhebe göre yapma¤a devâm eder. ‹zzeddîn bin Abdisselâm flâfi’î ve imâm-› Sübkî ve
‹bni Hümâm ve Kâs›m gibi âlimlerin câiz dedikleri telfîk, böyle iki özr ile yap›lan
taklîddir. Üçüncü mezhebi taklîde imkân yoksa, kendi mezhebindeki özrü zarûret hâline girerek ibâdeti sahîh olur. ‹kinci özr devâml› de¤il ise, bu özr bulunmad›¤› zemânlardaki ibâdeti, bu mezhebe göre sahîh olur. Görülüyor ki, ikinci mezhebe göre de özrü hâs›l olan›n, üçüncü mezhebi taklîd etmesi telfîk de¤ildir.
Hanefî mezhebindeki bir kimsenin, diflleri kaplama ve dolgulu iken gusl abdesti sahîh olmad›¤›ndan, nemâzlar› da sahîh olmaz. fiâfi’î veyâ mâlikî mezhebini taklîde bafllay›ncaya kadar k›lm›fl oldu¤u nemâzlar› kazâ etmelidir. Nemâzlar›n sünnetleri yerine kazâ nas›l k›l›naca¤› yetmifldördüncü maddede bildirilmifldir.
Ba’z›lar›, difllerin y›kanmas› için âyet ve hadîs var m› diyor. fiunu iyi bilmeli ki,
(Edille-i fler’›yye) dörtdür. Yaln›z ikisini söylemek mezhebsizlik olur. Âyet-i kerîmeden ve hadîs-i flerîfden ma’nâ ç›karacak âlim, bugün yok gibidir. Bizler, âyetlerin ve hadîslerin ma’nâlar›n› iyi anlam›fl ve f›kh kitâblar›nda bildirmifl olan büyük âlimlerden birini, kendimize, imâm, rehber edindik. Onun gösterdi¤i gibi
ibâdet ediyoruz. Bizim rehberimiz, imâm-› a’zam Ebû Hanîfedir. Dört mezhebden
birini taklîd eden kimse, Kur’ân-› kerîme ve hadîs-i flerîflere uymufl olur.]
Onbir dürlü gusl abdesti vard›r: Befli farzd›r. Bunlardan ikisi, kad›n›n hayz ve
nifâsdan kurtulunca gusl abdesti almas›d›r.
(Hayz), akmak demekdir. Sekiz yafl›n› bitirip, dokuz yafl›na basd›kdan birkaç gün
veyâ ay, yâhud seneler sonra, s›hhatli bir k›z›n veyâ âdet zemân› son dakîkas›ndan
i’tibâren (Tam temizlik) geçmifl olan kad›n›n önünden ç›kan ve en az üç gün,
ya’nî ilk görülmesinden i’tibâren yetmifliki mu’tedil ya’nî vasatî sâat devâm eden
kana denir. Buna (Sahîh kan) da denir. Âdet zemân›ndan sonra bafll›yan onbefl veyâ dahâ ziyâde gün içinde hiç kan görülmezse ve öncesi ve sonras› hayz günleri olursa, bu temiz günlere (Sahîh temizlik) denir. Onbefl veyâ dahâ ziyâde temiz gün içinde fâsid kan ya’nî istihâza kan› bulunursa, bu günlerin hepsine (Hükmî temizlik)
veyâ (Fâsid temizlik) denir. Hayz müddeti içinde kan görülmiyen günlere de (Fâsid temizlik) denir. Sahîh temizli¤e ve hükmî temizli¤e (Tam temizlik) denir. Tam
temizlikden önce ve sonra görülüp, üç vasatî gün devâm eden kanlar iki ayr› hayz
olurlar. Beyâzdan baflka her renge ve bulan›k olana hayz kan› denir. Bir k›z, hayz
görmeye bafllay›nca (bâliga) olur. Ya’nî kad›n olur. Hayz görmiyen k›z›n ve menîsi olm›yan o¤lan›n, onbefl yafl temâm olunca, bâlig say›laca¤› (Dürr-i Yektâ) flerhinde yaz›l›d›r. Hayz kan› görüldü¤ü andan, kesildi¤i güne kadar olan günlerin say›s›na (Âdet zemân›) denir. Âdet zemân› en çok on gündür. En az üç gündür. fiâfi’î ve hanbelî mezheblerinde, en ço¤u onbefl, en az› bir gün, mâlikîde en ço¤u 15
gün ise de, ilk görülen kan hayz olur. Mâlikî ve flâfi’î mezhebini taklîd eden hanefî mezhebindeki bir kad›n›n âdeti on günü aflarsa, bu günlerde k›lmad›¤› nemâzlar›n› temizlendikden sonra kazâ eder.
– 136 –
Hayz kan›n›n durmadan hep akmas› lâz›m de¤ildir. ‹lk görülen kan kesilip, üç
gün sonra tekrâr görülürse, aradaki temizlik, fâsid temizlik olup, sözbirli¤i ile hep
akd› kabûl edilir. Onuncu gününden önce görülürse, imâm-› Muhammedin
imâm-› a’zam Ebû Hanîfeden rivâyet etdi¤ine göre, on gün içinde hep akd› kabûl
edilir. ‹mâm-› Muhammedin bildirdi¤i baflka bir rivâyet de vard›r. ‹mâm-› Ebû Yûsüfe ve flâfi’îye ve mâlikîye göre ise, onbeflinci günden önce görülünce, bütün temizlik günlerinde hep akd› kabûl edilir. Bir k›z, bir gün kan, sonra ondört gün temizlik, sonra bir gün kan görse ve bir kad›n, bir gün kan, on gün temizlik ve bir gün
kan görse veyâ üç gün kan, befl gün temizlik ve bir gün kan görse, imâm-› Ebû Yûsüfe göre, k›z›n ilk on günü hayz olur. Birinci kad›n›n âdet günü kadar› hayz olup,
sonraki günlerin hepsi istihâza olur. ‹kinci kad›nda, dokuz günün hepsi hayz olur.
‹mâm-› Muhammedin birinci rivâyetine göre, yaln›z ikinci kad›n›n dokuz günü hayz
olur. ‹mâm-› Muhammedin ikinci rivâyetine göre, yaln›z ikinci kad›n›n ilk üç günü hayz olup, di¤erleri hayz olmazlar. Biz, afla¤›daki bilgilerin hepsini, (Mültekâ)
kitâb›ndan terceme ederek, imâm-› Muhammedin birinci rivâyetine göre yazd›k.
Bir gün, tam yirmidört mu’tedil, ya’nî vasatî sâat demekdir. Evlenmemifl (Bâkire)
kad›nlar›n, yaln›z hayz zemân›nda, evli olanlar›n ise her zemân, fercin a¤z›na
(Kürsüf) denilen bez veyâ saf nebâtî pamuk koymalar› ve buna koku sürmeleri müstehabd›r. Sun’i pamuk s›hhate zararl›d›r. Kürsüfün hepsini fercin içine sokmalar› mekrûhdur. Kürsüf üzerinde, aylarca, hergün kan lekesi gören k›z, ilk on gün
hayzl›, sonra yirmi gün istihâzal› kabûl edilir. (‹stimrâr) denilen bu kan kesilinceye kadar, hep böyle devâm eder.
Bir k›z, üç gün kan görüp, bir gün görmese, sonra bir gün görse, iki gün görmese, bir gün dahâ görüp bir gün görmese, yine birgün görse, bu on günün hepsi hayz
olur. Her ay, bir gün kan görse, bir gün görmese, böyle on gün birer gün görüp görmese, gördü¤ü günlerde nemâz› ve orucu terk eder. Ertesi günlerde gusl abdesti
al›p nemâzlar›n› k›lar (Mesâil-i flerh-i vikâye). Mâlikî mezhebi s.889 dad›r.
Üç günden, ya’nî yetmifliki sâatden, befl dakîka bile az olan ve yeni bafll›yan için
on günden çok sürünce, onuncu günden sonra ve yeni olm›yanlarda âdetden çok
olup, on günü de afl›nca, âdetden sonraki günlerde gelmifl olan ve hâmile ve âyise [ihtiyâr] kad›nlardan ve dokuz yafl›ndan küçük k›zlardan gelen kanlar, hayz olmaz. Buna (‹stihâza) veyâ (Fâsid kan) denir. Kad›n ellibefl yafllar›nda (Âyise) olur.
Âdeti befl gün olan, güneflin yar›s› do¤unca kan görüp, onbirinci sabâh› güneflin üçde ikisi do¤arken kan kesilse, ya’nî on günü birkaç dakîka aflm›fl olsa, âdet zemân› olan befl günden sonra gelenler, istihâza olur. Çünki, güneflin do¤ma zemân›n›n
alt›da biri kadar, on günü ve on geceyi aflm›fld›r. On gün temâm olunca gusl edip,
âdetden sonraki günlerde k›lmad›¤› nemâzlar› kazâ eder.
‹stihâza günlerinde bulunan bir kad›n, idrâr›n› tutam›yan veyâ s›k s›k burnu kanayan kimse gibi, özr sâhibi olur. Elliüçüncü maddede bildirildi¤i gibi, nemâz
k›lmas› ve oruc tutmas› lâz›m olur ve kan gelirken dahî vaty câiz olur. ‹stihâza kan› hastal›k alâmetidir. Uzun zemân akmas›, tehlükeli olur. Tabîbe mürâce’at etmek
lâz›m olur. Kardefl kan› (Sang-dragon) denilen k›rm›z› sak›z› toz edip sabâh, akflam birer gram› su ile yutulursa, kan› keser. Günde befl gram al›nabilir.
‹mâm-› Muhammedin bir kavline göre, bir k›z, ömründe ilk olarak, bir gün kan
görse, sonra sekiz gün görmese ve onuncu gün yine görse, on günün hepsi hayz olur.
Fekat, birgün görse, dokuz gün görmese, onbirinci günü yine görse, hiçbiri hayz
olmaz. Kan görülen iki gün istihâza olur. Çünki, onuncu günden sonra görülen kandan önceki temizlik günlerinin, imâm-› Muhammede göre hayz say›lm›yaca¤› yukar›da bildirilmifldi. Onuncu ve onbirinci günleri kan görürse, aradaki temizlikler
de hayz say›larak, on günü hayz, onbirinci günü istihâza olur.
Bir kad›n›n hayz ve temizlik zemân› çok def’a, her ay ayn› gün say›s›nda olur.
Burada bir ay demek, bir hayz bafl›ndan, ikinci hayz bafl›na kadar geçen zemân de– 137 –
mekdir. Âdet zemân› belli olan kad›n, bir kerre, baflka say›da sahîh kan görünce
âdeti de¤iflir. Temizlik say›s› da, bir kerre, baflka say›da sahîh temizlik görmekle
de¤iflir. Fâsid kan ve fâsid temizlik, âdeti de¤ifldirmez.
Yeni hayzdaki kan müddeti, on günü geçerse ve bunun üç veyâ ziyâde günü, önceki âdet zemân› günlerine rastlamazsa, âdet zemân› de¤iflirse de, gün say›s› de¤iflmez. Âdet zemân›na rastlarsa, rastlad›¤› gün say›s› hayz, kalan› istihâza olur.
Âdeti befl gün kan ve ellibefl gün temizlik olan kad›n, befl kan, k›rkalt› temizlik, onbir kan görse, âdet zemân› de¤iflir, say›s› de¤iflmez. Befl kan, elliyedi temizlik, üç
kan, ondört temizlik, bir kan görse, say›s› üç olur. Zemân› de¤iflmez. Buradaki ondört günlük fâsid temizlik, devâml› kan demekdir. Yeni hayzdaki kan müddeti, on
günü geçmezse ve sonra sahîh temizlik olursa, kan günlerinin hepsi yeni hayz olur.
Sonra sahîh temizlik olmazsa, önceki âdet say›s› de¤iflmez. Âdetden sonra ve on
günden önce kesildi¤i nemâz vaktinin sonu yaklafl›nc›ya kadar beklemesi müstehab olur. Sonra gusl edip, o vaktin nemâz›n› k›lar. Sonra vaty câiz olur. Beklerken,
guslü ve nemâz› kaç›r›rsa, nemâz vakti ç›k›nca guslsüz vaty câiz olur.
K›zda ilk olarak ve kad›nda âdetinden onbefl gün sonra görülen kan üç günden
önce kesilince, nemâz vaktinin sonu yaklafl›ncaya kadar bekler. Sonra gusl etmeden yaln›zca abdest al›p, o nemâz› k›lar ve önce k›lmad›klar›n› kazâ eder. O nemâz› k›ld›kdan sonra kan yine gelirse, nemâz k›lmaz. Yine kesilirse, vakt sonuna do¤ru yaln›z abdest al›p, o nemâz› k›lar ve k›lmad›klar› varsa kazâ eder. Üç gün temâm
olunc›ya kadar böyle yapar. Fekat gusl etse bile, vaty halâl olmaz.
Kan gelmesi üç günü geçdi ise, âdetden önce kesilince, âdet zemân› geçinceye
kadar, gusl etse bile, vaty halâl olmaz. Fekat nemâz vakti sonuna kadar kan lekesi görmezse, gusl edip o nemâz› k›lar. K›lmad›klar›n› kazâ etmez. Oruc tutar. Kan
kesildi¤i günden sonra, onbefl gün hiç gelmezse, kesildi¤i gün, yeni âdetinin sonu
olur. Fekat, kan yine bafllarsa, nemâz› b›rak›r. Tutmufl oldu¤u orucu Ramezândan
sonra kazâ eder. Kan durursa, yine nemâz vaktinin sonuna yak›n gusl edip, nemâz›n› k›lar. Oruc tutar. On güne kadar böyle devâm eder. On günden sonra, kan görse de, tekrâr gusl etmeden k›lar ve guslden önce vaty halâl olur. Fekat vatyden önce gusl abdesti almak müstehab olur. Fecr do¤madan önce kan kesilse, fecrin
do¤mas›na, yaln›z gusl abdesti al›p elbisesini giyecek kadar zemân olur da, Allahü ekber diyecek kadar fazla zemân kalmazsa, o günün orucunu tutar. Fekat,
yats›y› kazâ etmesi lâz›m olmaz. Tekbîri söyliyecek kadar da zemân olursa, yats›y› kazâ etmesi de lâz›m olur. ‹ftârdan önce hayz bafllarsa, orucu bozulur. Ramezândan sonra kazâ eder. Nemâz içinde hayz bafllarsa, nemâz› bozulur. Temizlenince farz nemâz› kazâ etmez. Nâfileyi kazâ eder. Fecr do¤dukdan sonra, uyan›nca kürsüfünde kan lekesi gören, o anda hayzl› olur. Uyan›nca, yatarken koydu¤u kürsüfünü temiz gören, yatarken hayzdan kurtulmufldur. ‹kisine de yats›y› k›lmak farzd›r. Çünki, nemâz›n farz olmas›, vaktinin son dakîkas›nda temiz olma¤a ba¤l›d›r.
Vakt nemâz›n› k›lmadan önce hayz gören, bu nemâz› kazâ etmez.
‹ki hayz aras›nda (Tam temizlik) bulunmas› lâz›md›r. Bu tam temizlik (Sahîh temizlik) ise, önceki ve sonraki kanlar›n baflka iki hayz olacaklar›, sözbirli¤i ile bildirildi. On günlük hayz müddeti içinde, kan görülen günler aras›nda bulunan temizlik günleri hayz kabûl edilmekde, on günden sonraki istihâzal› günler ise, temiz kabûl edilmekdedir. Bir k›z üç gün kan görüp, sonra onbefl gün kesilse, sonra bir gün kan, sonra bir gün temizlik, sonra üç gün kan görse, kan görülen ilk ve
son üç günler, iki ayr› hayz olurlar. Çünki, âdeti üç gün olaca¤›ndan, ikinci hayz,
aradaki bir günlük kandan bafll›yamaz. Bu bir gün, önündeki tam temizli¤i fâsid
yapar. Molla Hüsrev “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Gurer)inin flerhinde diyor ki, (Bir
k›z, bir gün kan, ondört gün temizlik, bir gün kan, sekiz gün temizlik, bir gün kan,
yedi gün temizlik, iki gün kan, üç gün temizlik, bir gün kan, üç gün temizlik, bir gün
kan, iki gün temizlik, bir gün kan görse, imâm-› Muhammede göre, bu k›rkbefl gün– 138 –
den yaln›z, ondört günden sonra olan, on gün hayz olup, di¤erleri istihâza olur).
Çünki, bu on günden sonra tam temizlik olmad›¤› için, yeni hayz bafllamaz. Sonraki temiz günler, hayz zemân›nda olmad›klar› için, hep akd› kabûl edilmez.
(‹mâm-› Ebû Yûsüfe göre ise, ilk on gün ve iki taraf› temizlik olan dördüncü on
gün hayz olurlar). Çünki, sonraki fâsid temizlik günleri, imâm-› Ebû Yûsüfe göre, hep akd› kabûl edilir. Afla¤›daki birinci maddeye göre, on gün hayzdan sonra,
yirmi gün temizlik, sonra on gün [dördüncü on gün] hayz olur.
Onbefl gün içinde hiç temiz gün olmadan, kan (‹stimrâr) ederse, âdetine göre
hesâb olunur. Ya’nî, âdetinden sonra bafll›yarak bir evvelki ay içindeki temizlik günü kadar temizlik ve sonra âdeti kadar hayz kabûl edilir.
‹stimrâr k›zda olursa, arabî (Menhel-ül-vâridîn) ve türkçe (Mürflid-ün-nisâ) kitâblar›nda, bunun dört dürlü oldu¤u bildirilmekdedir:
1 — ‹lk görülen kan istimrâr ederse, ilk on gün hayz, sonra yirmi gün temiz kabûl edilir.
2 — K›z, sahîh kan ve sahîh temizlik gördükden sonra istimrâr ederse, bu k›z,
âdeti belli olan kad›n olur. Meselâ, befl gün kan görse, sonra k›rk gün temiz olsa,
istimrâr bafl›ndan befl gün hayz, sonra k›rk gün temiz kabûl edilir. Kan kesilinceye kadar böyle devâm eder.
3 — Fâsid kan ve fâsid temizlik görürse, ikisi de âdet kabûl edilmez. Temizlik
onbefl günden az oldu¤u için fâsid ise, ilk görülen kan istimrâr etmifl gibi kabûl edilir. Onbir gün kan ve ondört gün temiz olsa, sonra istimrâr etse, birinci kan, on günü afld›¤› için fâsiddir. Onbirinci ve istimrâr›n ilk befl kan günleri temizlik günleri olup, bu beflinci günden sonra, on gün hayz, yirmi gün temizlik olmak üzere devâm eder. Temizlik tam olup, kanl› gün kar›fld›¤› için fâsid ise, böyle fâsid temizlik ile kan günleri toplam› otuzu geçmezse, yine ilk kan istimrâr etmifl gibi kabûl
edilir. Onbir gün kan ve onbefl gün temizlikden sonra istimrâr etmesi böyledir. Onalt› günün ilk günü kanl› oldu¤u için, fâsid temizlikdir. ‹stimrâr›n ilk dört günleri temizlik olur. Toplamlar› otuzu aflar ise, ilk on gün hayz olup, sonra istimrâra kadar
olan günlerin hepsi temiz kabûl edilip, istimrârdan sonra on gün hayz, yirmi gün
temiz olarak devâm eder. Onbir gün kan, sonra yirmi gün temizlik, sonra devâm
etmek böyledir.
4 — Sahîh kan ve fâsid temizlik görürse, sahîh kan günleri âdet olur. Sonra otuz
güne kadar temizlik kabûl edilir. Meselâ, befl gün kan ve ondört gün temizlikden
sonra istimrâr etse, ilk befl gün kan ve bundan sonra yirmibefl gün temiz olur. Bu
yirmi befl günü temâmlamak için, istimrâr›n ilk onbir günü temiz kabûl edilir. Bundan sonra, befl günü hayz, yirmibefl günü temiz olarak devâm edilir. Bunun gibi,
üç gün kan, onbefl gün temizlik, bir gün kan ve sonra onbefl gün temizlikden sonra istimrâr etse, ilk üç gün sahîh kan ve sonra istimrâra kadar olan günlerin hepsi fâsid temizlik olup, üç gün hayz, sonra otuzbir gün temiz olur. ‹stimrâr zemân›nda ise, üç gün hayz, sonra yirmi yedi gün temiz olarak devâm eder. ‹kinci temizlik ondört gün olsayd›, imâm-› Ebû Yûsüfe göre hep akd› kabûl edilece¤inden, bunun ilk iki günü de hayz, sonra onbefl gün temizlik olmak üzere devâm edilir. Çünki, ilk üç gün kan ve onbefl gün temizlik sahîh olduklar›ndan, âdet kabûl olunurlar.
Âdet zemân›n› unutan kad›na (Muhayyire) veyâ (Dâlle) denir.
(Nifâs), lohusa demekdir. Elleri, ayaklar›, bafl› belli olan düflükde gelen kan da
nifâsd›r. Nifâs zemân›n›n az› yokdur. Kan kesildi¤i zemân, gusl edip nemâza bafllar. Fekat, âdeti kadar gün geçmeden, cimâ’ edemez. En çok zemân› k›rk gündür.
K›rk gün temâm olunca, kan kesilmese de, gusl edip, nemâza bafllar. K›rk günden
sonra gelen kan, istihâza olur. Birinci çocu¤unda, yirmibefl günde temizlenen kad›n›n âdeti, yirmibefl gün olur. Bu kad›n›n ikinci çocu¤unda kan, k›rkbefl gün gel– 139 –
se nifâs› yirmibefl gün say›l›p, yirmi günü istihâza olur. Yirmi günlük nemâzlar›n›
kazâ eder. O hâlde nifâs gününü de ezberlemek lâz›md›r. ‹kinci çocukda kan, k›rk
günden önce, meselâ otuzbefl günde kesilirse, bunun hepsi nifâs olur ve âdeti yirmibefl günden, otuzbefl güne de¤iflmifl olur. Ramezânda, sahûrdan [ya’nî fecrden] sonra, hayzdan veyâ nifâsdan kesilen o gün yimez, içmez. Fekat, o günü kazâ eder. Hayz ve nifâs sahûrdan sonra bafllarsa, ikindiden sonra da olsa, o gün yiyip, içer.
Hayz ve nifâs günlerinde nemâz, oruc, câmi’ içine girmek, Kur’ân-› kerîmi
okumak ve tutmak, tavâf, cimâ’, dört mezhebde de harâmd›r. Oruclar› kazâ eder.
Nemâzlar› kazâ etmez. Nemâzlar› afv olur. Her nemâz vaktinde abdest al›p, o nemâz› k›lacak kadar zemân oturup zikr, tesbîh ederse, en iyi nemâz›n sevâb›n› kazan›r.
[Sekiz yafl›n› temâml›yan k›za, anas›n›n, anas› yoksa, ninelerinin, ablalar›n›n, hala ve teyzelerinin hayz ve nifâs ilmini bildirmeleri farzd›r. Bildirmezlerse, kendileri ve zevcleri büyük günâha girerler.]
(Cevhere) kitâb›nda buyuruyor ki, (Kad›n›n, hayz bafllad›¤›n› kocas›na bildirmesi lâz›md›r. Kocas› sorunca bildirmezse, büyük günâh olur. Temiz iken, hayz bafllad› demesi de, büyük günâhd›r. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Hayz›n bafllad›¤›n› ve bitdi¤ini kocas›ndan saklayan kad›n mel’ûndur) buyurdu. Hayz
hâlinde de, temiz iken de kad›na dübüründen yaklaflmak harâmd›r. Büyük günâhd›r). Böyle yapan, mel’ûndur. Pufltluk, ya’nî cinsî sap›kl›k denilen o¤lan kirletmek
dahâ büyük günâhd›r. Buna (Livâta) denir. Enbiyâ sûresinde, livâtaya (Habîs ifldir) buyuruyor. Kâdî zâdenin, (Birgivî) flerhinde, Peygamberimiz, (Lût kavmi gibi livâta yapanlar›, suç üstü yakalarsan›z, ikisini de öldürünüz!) buyurdu. Ba’z› âlimler, ikisini de yakmal›d›r, dedi. Livâta yapanlar aras›nda sür’at ile yay›lan Aids denilen korkunç hastal›¤›n domuz eti yiyenlerde dahâ vahîm oldu¤u Amerikada tesbît edilmifldir. 1985 de virüsü teflhîs olunan bu hastal›¤›n ilâc› bulunamam›fld›r.
Farz olan guslün üçüncüsü, cünüb oldukdan sonra, nemâz k›lmas› lâz›m oldu¤u zemân y›kanmakd›r. Cünüb olmak üç dürlüdür: Haflefe, ya’nî zekerin ucu
[sünnet derisi alt›ndaki, yuvarlak k›sm] ferce dâhil olunca veyâ erkekde koyu
beyâz ve kad›nda ak›c› sar› menî, yerinden flehvetle kopup ç›k›nca veyâ ihtilâm ile,
ya’nî rü’yâda flehvetlenip uyand›¤› zemân, menî veyâ mezy akm›fl oldu¤unu görünce, erkek ve kad›n cünüb olur. Hanefîde ve flâfi’îde, vedî ve mezy ç›k›nca cünüb olmaz. Fekat, ç›km›fl olan menî s›cakdan incelerek mezy gibi görünür.
Cum’a, f›tr bayram› ve kurban bayram› nemâzlar› için ve Arefe günü, Arafât
meydân›nda gusl abdesti almak sünnet-i zevâiddir. Cünüb oldu¤unu unutan,
Cum’a nemâz› için gusl ederse, temiz olur. Fekat, farz sevâb›na kavuflamaz.
Meyyiti gasl etmek, vâcib-i kifâyedir. Cenâze y›kanmadan, nemâz› k›l›nmaz.
Kâfir, müslimân olunca, gusl abdesti almas› müstehabd›r.
Bu onbirden baflka, hac ve ömre için ihrâma girerken, Mekkeye, Medîneye girerken, Müzdelifede vakfeye dururken, cenâze y›kayaca¤› zemân, hacamat oldukdan sonra, Kadr, Arefe, Berât gecesi ve deli iyi olunca, çocuk onbefl yafl›na girince gusl etmek müstehabd›r. Hayz bitince, cimâ’ ederse ikisi için bir gusl yetiflir.
Cum’a ve bayramda, baflka sebeble gusl edince, bu nemâzlar›n gusl sevâb› hâs›l olur.
Dayak yimek, a¤›r birfley kald›rmak veyâ bir yerden düflmek gibi sebeblerle menî ç›k›nca, hanefîde ve mâlikîde gusl lâz›m olmaz. fiâfi’î mezhebinde ise, lâz›m olur.
fiâfi’î mezhebini taklîd eden hanefînin, buna da dikkat etmesi lâz›md›r.
fiehvet ile yerinden ayr›lan menî, idrâr yolunda kal›p, d›flar› ç›kmazsa, gusl lâz›m olmaz. Sonra buradan, flehvetsiz de ç›k›nca, gusl lâz›m olur. ‹htilâm olan,
ya’nî rü’yâda flehvetlenen kimse, uyan›p, eli ile zekerini s›k›p, menî akmasa, flehveti geçdikden sonra ak›nca, gusl lâz›m olur. Cünüb olup, bevl yapmadan gusl eden
– 140 –
kimseden, sonra menînin geri kalan k›sm›, flehvetsiz aksa, tekrâr gusl lâz›m olur.
Nemâz k›lm›flsa, kazâ etmez. Bunun için, hanefîde ve hanbelîde guslden önce, idrâr ç›kararak, idrâr yolunda kalm›fl olan menî parças›n› ç›karmak, sonra gusl etmek lâz›md›r. fiâfi’îde, bevl etmifl ise de, tekrâr gusl abdesti almas› lâz›md›r. Mâlikîde, bevl etmemifl ise de, tekrâr gusl abdesti lâz›m olmaz.
Haflefe, ferce veyâ kad›n›n veyâ erke¤in dübürüne girince, menî aksa da, akmasa da, her ikisine gusl etmek farz olur. (Sodomie)de, ya’nî hayvâna idhâl edince ve
(Nekrofili)de, ya’nî ölüye idhâl edince akmazsa, hanefîde gusl lâz›m olmaz. ‹dhâl
edilen hayvan, kesilip yak›l›r. Etini yimek de câizdir. Bu ikisini, (Sadist) denilen
rûh hastalar› yapar. Çok çirkin ve büyük günâhd›r.
‹htilâm olan kimse, uyan›nca, yatakda, elbise veyâ baca¤›nda yafll›k görse, bunun mezy denilen beyâz ak›c› s›v› oldu¤unu anlarsa veyâ uyan›k iken mezy aksa,
gusl lâz›m olmaz. ‹htilâm oldu¤unu hât›rlamadan, menî görse, gusl lâz›m oldu¤u,
sözbirli¤i ile bildirildi. Mezy sansa ihtiyâten gusl lâz›m olur. ‹htilâm oldu¤unu, hât›rlayan kimse, bir yerde menî görmezse, gusl etmez. Kad›n, gusl etdikden sonra,
zevcinin menîsinin art›¤› ç›ksa, gusl etmez. Serhofl ay›ld›¤› zemân, üstünde menî
görse, gusl lâz›m olur. Bay›lan da böyledir. Kad›n erkek uyan›p, yatakda menî görseler, ikisi de ihtilâm hât›rlamasa, ikisi de gusl eder. Cin, insan fleklinde cimâ’ yaparsa, insana gusl lâz›m olur. ‹nsan fleklinde gelmezse, bundan lezzet alan, gusl etmez. Fercden baflka yerine sürtmekle ç›kan erkek menîsi, rahme girse, kad›n gusl
etmez. Bu sûretle hâmile kalsa, gusl eder ve o günden beri k›ld›¤› nemâzlar› kazâ eder.
Çocuk zekeri, hayvan zekeri, ölü zekeri, zeker gibi herfley veyâ parmak ve
prezervatif kullan›nca ferce sokulduklar› zemân, lezzet duyarsa, gusl lâz›m olur.
Lezzet duymazsa, gusl etmesi iyi olur. (Merâk›l-felâh)da diyor ki, (Kad›n erkek,
birbirini görmekle, düflünmekle, menî ak›nca cünüb olur). Kad›n›n gusl ve abdest
sular› ve hamâm paras›n› zevci verir. ‹htiyâc maddelerini, kad›n zengin olsa da, erke¤in almas› lâz›md›r. ‹drâr yaparken, menî de ç›karsa, zekeri münteflir ise, gusl
eder.
Kad›n cünüb iken hayz görürse, isterse hemen gusl eder. ‹sterse, hayz bitinceye kadar bekleyip, sonra ikisi için bir gusl eder.
(Dürr-ül-müntekâ)da diyor ki, (Erkeklerin erkek hamâm›na, kad›nlar›n kad›n
hamâm›na gitmeleri câizdir. Avret mahallini kal›n ve bol havl› ile örtmek farzd›r.
Baflkas›n›n ince ve dar havl› ile örtülü avret mahalline bakmak da harâmd›r. Hamâmc›n›n uyluklar› keselemesi ve örtülü iken bakmas› câizdir. Havl› alt›ndaki avret mahalline temâs etmesi, bakmas› harâmd›r. Erkek erke¤in, kad›n kad›n›n avret olm›yan yerlerine flehvetsiz bakmas› ve temâs etmesi câizdir. Erke¤in kâfir kad›nlar›na da, flehvetsiz bakmas› da harâmd›r). Nass ile veyâ icmâ’ ile bildirilmifl olan
harâma ehemmiyyet vermiyenin îmân› gider, mürted olur.
Cünüb kimse, k›lmad›¤› nemâz vakti ç›k›ncaya kadar gusl etmezse, günâh olmaz.
Dahâ gecikdirmesi büyük günâhd›r. Cünüb iken uyumak, cimâ’ yapmak günâh de¤ildir. Zevce ile birlikde, bir kurnadan, bir kapdan gusl etmek câizdir. Cünübün elini ve a¤z›n› y›kamadan yiyip içmesi tenzîhen mekrûhdur. Çünki a¤z›na, eline sürülen su, müsta’mel olur. Müsta’mel suyu içmek ise mekrûhdur. Hayz gören kad›n
böyle de¤ildir. Çünki hayz hâlinde iken gusl abdesti almas› emr olunmad›. [Hayz
hâlindeki kad›n, gö¤sünü y›kamadan, çocu¤unu emzirebilir. Cünüb kad›n›n, y›kamadan emzirmesi mekrûh olur.] Çocuk emziren kad›n›n abdesti bozulmaz.
Kendi avret yeri aç›k iken ve avret yeri aç›k olanlar yan›nda Kur’ân-› kerîm okumak mekrûhdur. Bir yeri aç›k olan, bafl›n› yorgandan ç›kar›p okumal›d›r.
Müsâfir oldu¤u evde cünüb olan kimse, gusl abdesti al›rsa iftirâya, flübheye u¤rayaca¤›ndan korkarsa, gusl etmez. Su varken teyemmüm etmesi de câiz olmaz. Pis
– 141 –
olarak, niyyet etmeden, iftitâh tekbîri söylemeden, ayakda birfley okumadan, rükü’ ve secde gibi hareket yaparak nemâz k›lar görünmesi câizdir. [Mezhebsiz, reformcu imâm arkas›nda k›lmak zorunda olan da böyle yapar.]
Cünüb veyâ hayzl› iken câmi’e girmek, hattâ câmi’ içinden geçmek harâmd›r.
Geçecek baflka yol bulamazsa veyâ câmi’de cünüb olursa veyâ câmi’den baflka yerde su bulamazsa, teyemmüm edip girer ve ç›kar. Kur’ân-› kerîm okumas› ve Mushaf› tutmas› ve Kâ’be-i mu’azzamay› tavâf etmesi, dört mezhebde de harâmd›r.
Kur’ân-› kerîmi ve âyet-i kerîme yaz›l› fleyleri abdestsiz tutmak da harâmd›r. Yap›fl›k olm›yan birfley içinde, meselâ çantada iken tutmak câizdir. Fâtihay› ve düâ
âyetlerini, düâ niyyeti ile okumas› ve her düây› okumas› harâm de¤il ise de, düây›
abdestli okumak müstehabd›r. Tefsîrler, Kur’ân-› kerîm gibidir. Baflka din kitâblar›, düâ gibidir. F›kh yaz›l› k⤛dlara birfley sarmak câiz de¤ildir. Allahü teâlân›n
ve Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” ismleri yaz›l› ise, bunlar› silip, sonra birfley
sar›labilir. Fekat, bunlara da sarmamak lây›kd›r. Çünki, Kur’ân-› kerîmin harfleri de muhteremdir. (Hadîka)da ve (Letâif-ül-iflârât) kitâb›nda (Meselâ, Hûd aleyhisselâma gelen kitâb islâm harfleri ile idi) buyuruyor. (Hadîka), ikinci cildi, alt›yüzotuzüçüncü sahîfesinde diyor ki, (Üzerinde, dokuyarak veyâ boya ile mubârek
yaz› bulunan hal›y›, has›r›, musallây› ya’nî seccâdeyi yere sermek, üzerine oturmak
ve her ne sûret ile olursa olsun kullanmak ve paralar, mihrâblar ve d›varlar üzerlerine yazmak mekrûhdur. Bunlar› d›vara asmak mekrûh olmaz). [Kâ’be-i mu’azzama resmi de, yaz› gibidir. Resm, nakfl bulunm›yan seccâde kullanmal›d›r.]
Tekrâr bildirelim ki, gusl abdesti al›rken a¤z›n içini y›kamak, hanefî ve hanbelî mezheblerinde farzd›r. O hâlde hanefîler, muhtâc olmad›kça, difl kaplatmamal› ve doldurtmamal›d›r. Diflleri çürütmemelidir. Bunun için de difllere, dînimizin
emr etdi¤i gibi bakmal› ve misvâk kullanmal›d›r. (Larousse illustré medical) ismindeki Fransan›n k›ymetli t›b kitâb›, a¤›z temizli¤i husûsunda diyor ki, (Bütün difl
ma’cûnlar› ve tozlar› ve sular›, difllere zarar verir. En iyi difl temizleme vâs›tas›, sert
bir f›rçad›r. Önce, diflleri kanat›rsa da, korkmamal›d›r. Difl etlerini kuvvetlendirir
ve art›k kanamaz). Herkese uyarak, ma’cûn kullan›yordum. ‹ki diflim çürüme¤e
bafllad›. Frans›zca kitâb› okuyunca, misvâk kullanma¤a bafllad›m. Difllerimin çürümesi durdu. Altm›fl seneyi geçdi, difllerimden ve mi’demden hiç flikâyetim olmad›. ‹bni Âbidîn, (Redd-ül-muhtâr)da buyuruyor ki, (Abdest al›rken misvâk kullanmak sünnet-i müekkededir. Hadîs-i flerîfde buyuruldu ki, (Misvâk kullanarak
k›l›nan nemâz, misvâks›z nemâzdan yetmifl kat üstündür). Misvâk, düz ve ikinci küçük parmak kal›nl›¤›nda, bir kar›fl boyunda olmal›d›r. Misvâk, Arabistânda yetiflen Erâk a¤ac›n›n dal›d›r. [Düzgün ucundan, iki santimetre kadar, kabu¤u soyulup, buras› birkaç sâat suda tutulur. Sonra, ezilince, f›rça gibi aç›l›r.] Erâk a¤ac› bulunmazsa, zeytin dal›ndan yap›l›r. Nar a¤ac›ndan yapmamal›d›r. Bunlar da bulunmaz ise veyâ bir kimsenin diflleri yok ise, parmaklar› ile, bu sünneti îfâ etmelidir.
Misvâk›n otuzdan çok fâidesi vard›r. Tahtâvînin (Merâk›l-felâh hâfliyesi)nde hepsi yaz›l›d›r. Birincisi, son nefesde îmân ile gitme¤e sebeb olur. Erkeklerin, orucsuz
iken de, özrsüz sak›z çi¤nemeleri mekrûhdur. Kad›nlar, misvâk yerine, orucsuz iken,
sünnete niyyet ederek sak›z kullanmal›d›r).
Süâl: Dînimizde difl yapd›rman›n câiz oldu¤unda bütün fukahâ ve müctehidlerin ittifâk› vard›r deniliyor. Gümüflden mi, yoksa alt›ndan m› yapd›r›laca¤› husûsundaki ihtilâflar›, bu ittifâka te’sîr eder mi?
Cevâb: Difl yapd›rmak deyince, düflen diflin yerine konulan ve istenilince ç›kar›labilen takma difl veyâ sallanan difli ba¤lamak anlafl›ld›¤› gibi, difl doldurtmak ve
kaplatmak da anlafl›l›r. Hanefî âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
sallanan diflleri alt›n ile de ba¤lamak câiz oldu¤una fetvâ vermelerini, (Difl yapd›rman›n câiz oldu¤unda ittifâk vard›r. Difl doldurtmak ve kaplatmak câizdir) fleklinde de¤ifldirmek, yâ fukahân›n beyânât›n› anlamamak veyâ bu beyânlar›, kendi sin– 142 –
si ve âdî isteklerine göre de¤ifldirmek olur ki, her ikisi de hem ayb, hem de günâhd›r. Müctehidlerimiz, alt›n ile veyâ gümüfl ile ba¤lamakda ihtilâf etmifldir. Hanefî mezhebinin f›kh kitâblar›nda, sallanan difli (fied etmek), (Tadbîb etmek) deniliyor. fied, tel ile kuvvetli ba¤lamak demekdir. Meselâ (fiedd-üz-zünnâr), papaslar›n kufla¤›n› ba¤lama¤a denir. Tadbîb, flerit ile, dadbe gibi, ya’nî kap› sürgü demiri gibi, enli, yass› birfley ile fled etmek, sarmak demek oldu¤u, Tahtâvînin ve (‹bni Âbidîn)in (Dürr-ül-muhtâr) hâfliyelerinde, tadbîb edilmifl kürsî üzerine oturma¤› bildirirken ve (Dürr-ül-müntekâ) ve (Câmi’ur-rumûz)da yaz›l›d›r. (Bezzâziyye)
ve (Hindiyye)de diyor ki, (Gümüfl ve alt›n flekller ile süslenmifl kapdan yimek, içmek câizdir. Fekat, elini, a¤z›n› gümüfle, alt›na de¤dirmemek lâz›md›r. ‹mâmeyn,
böyle kaplar› kullanmak mekrûhdur dedi. Tadbîb edilmifl kap da böyledir. Kürsîyi [kanepeyi] ve hayvan semerini tadbîb etmek câiz ise de, alt›n ve gümüfl bulunan
yerlerine oturmamak lâz›md›r. Mushaf›n cildini tadbîb etmek câizdir. Fekat, alt›na, gümüfle dokunmamak lâz›md›r). Buradan da anlafl›l›yor ki, tadbîb etmek, bütün yüzeyi kaplamak demek de¤ildir. Etrâf›na metal flerid çevirmek demekdir. F›kh
kitâblar›nda, (Sallanan difli alt›n ile tadbîb etmek câizdir) diyor. Bu söz, sallanan
difli, düflmekden korumak için alt›n tel veyâ flerîd ile ba¤lamak câizdir demekdir.
Çünki, bu tellerin alt›na su s›zar. Hem de, gusl abdesti al›rken, flimdi takma difller
ç›kar›ld›¤› gibi, tel ve flerid ba¤lar da yerlerinden ç›kar›lmakda, temizlenip, guslden sonra yerlerine konulmakdad›r. Ç›kar›l›p temizlenmezlerse, aralar›nda kalan
yemek art›klar› a¤›zda fenâ koku ve tahrîbat yaparlar. (Sallanan difli kaplatmak câiz olur dediler) demek, f›kh âlimlerine iftirâ olur. Çünki, sallanan difl kaplanamaz,
ba¤lanabilir. Görülüyor ki, (Tadbîb) sözüne kaplatmak diyerek bundan (difl kaplatmak câizdir) fetvâs›n› uydurmak, hakîkî bir din adam›n›n yapaca¤› fley de¤ildir.
F›kh kitâblar›nda, (çürüyen diflleri kaplatmak veyâ doldurtmak câizdir) diye bir
yaz› bulunmad›¤› gibi, alt›n ile, gümüfl ile doldurtmak ve kaplatmak sözü de yokdur.
F›kh bilgisi az olan ve müctehidlerin beyânât›n› anlam›yanlar, (sallanan diflleri ba¤lamak veyâ takma difl yapd›rmak) sözü ile, (difl kaplatmak ve doldurtmak)
sözünü birbirine kar›fld›r›yor. Müctehidlerin beyânlar›n›, hepsine yayma¤a çabal›yorlar. Zarûret oldu¤u için, hepsi câizdir diyorlar. Bu zevall›lar anl›yam›yor ki,
oynayan difli ba¤lamak ve ç›kan difl yerine müteharrik difl [protez] takd›rmak
için zarûret arama¤a zâten lüzûm yokdur. Çünki, yapmas› câiz olm›yan bir fleyi yapabilmek için, zarûret aran›r. Diflleri ba¤lamak veyâ difl takmak yasak edilmemifldir ki, bunlar› yapmak için zarûret arans›n. Kendi a¤z›ndaki kaplama ve dolgular›n gusl abdestine zarar vermedi¤ine müslimânlar› inand›rma¤a kalk›flan ba’z›
kimseler, gümüfl yerine alt›n ile ba¤lamak için zarûret bulundu¤unu görünce, bu
zarûret kelimesini büyük bir silâh olarak yakalam›fllar. (Difl yapd›rman›n zarûret
oldu¤u ittifâkla bildirilmifldir) yaygaras›n› koparm›fllard›r. Böylece, hanefî mezhebindeki müslimânlar› flafl›rtm›fl, kât›’-i tarîk-› ilâhî olmufllard›r. Bunlar, sallanan difllerin kayds›z flarts›z ba¤lanaca¤›n›n beyân buyurulmas›n› biricik delîl olarak gösteriyorlar. Hâlbuki, diflleri sallanmaz fleklde ba¤layan teller ve ç›kar›lan difl yerine protez denilen sun’î takma difller, kolayca ç›kar›labilmekde, temizlenip tekrâr
yerine konmakdad›r. Âlimlerimiz “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, gusl abdesti al›rken ç›kar›labilen ba¤lar› ve takma diflleri beyân buyurmakdad›r. (Gusl abdesti al›rken, difl çukurlar›n› ve difllerin aras›n› ›slatmak farzd›r) buyuran âlimlerin, kaplama ve dolgu gibi suyu geçirmiyen mâni’lere cevâz verdiklerini söylemek,
bu büyük insanlara, çok çirkin iftirâ olur. Bu âlimler, gümüfl yüzük takman›n da
câiz oldu¤unu söylemifllerdir. Yüzük takman›n câiz olmas›, alt›ndaki derinin ›slanmas› afv olur demek olmam›fld›r. Yüzü¤ü, ç›kararak veyâ oynatarak alt›n› ›slatmak
lâz›md›r demifllerdir. Dar yüzü¤ün alt› ›slanmazsa, abdest ve gusl sahîh olmaz
buyurmufllard›r. Difl kaplatmak da yüzük takmak gibidir. Kaplaman›n ve dolgunun
alt› ›slanmad›¤› için, gusl sahîh olmaz.
– 143 –
Süâl: Gusl abdesti al›rken zarûret ve meflakkat olan yere suyu ulafld›rmak flart
de¤ildir. Gözlerin içini, sünnet derisinin içini ve kad›nlar›n örgülü saçlar›n› y›kamak, bunun için, sâk›t oluyor. Bafl› a¤r›yan kimse mesh edemezse, bafl›n› mesh etmesi sâk›t oluyor. Zarûret ile difl yapd›r›nca, difllerin ›slanmas› sâk›t olmaz m›?
Cevâb: Islat›lmas›nda (Harac) bulunan bir yer ›slanmazsa, gusl abdestinin kabûl olaca¤› hükmü genel de¤ildir. Bu hükm, bedende zarûrî,kendili¤inden hâs›l olan
veyâ islâmiyyetin emri ile yap›lan bir fley içindir. ‹nsan›n yapd›¤› fley için de¤ildir.
‹nsan taraf›ndan yap›lan fleylerde harac oldu¤u zemân, harac bulunm›yan mezheb taklîd edilir. fiiddetli bafl a¤r›s›, kendili¤inden hâs›l olan bir zarûretdir. Bu bafla el dokunduramamak haracd›r. Bunun için, bunun bafl›n› y›kamas›, mesh etmesi sâk›t olmakdad›r. Bir yara iyi oldukdan sonra, üzerindeki ilâca, merheme, sarg›ya mesh etmek câiz olmayaca¤›, bunlar› ç›kar›p, alt›n› y›kamak lâz›m geldi¤i, cebîre bahsinde bildirildi. Bunlar› kald›rmakda harac olursa bunlar, kendili¤inden
hâs›l olan bir zarûret olmad›klar› için, baflka mezheb taklîd edilir. Baflka üç mezhebde de harac varsa, altlar›n› y›kamak sâk›t olur denildi. Çünki, bunlar, zarûret
ile konulmufl idiler. Ya’nî yaray› tedâvî etmek, eski hâline getirmek için konulmufllard›. Gusl abdesti al›rken, di¤er üç mezhebde de, bütün bedeni ve sudan zarar görmiyen yaray› y›kamak farz oldu¤u için, di¤er üç mezhebden birini taklîd etme¤e
imkân yokdur. Harac, ya’nî meflakkat, zorluk bulundu¤u zemân haraca sebeb
olan fley zarûrî var ise, buralar› y›kamak sâk›t olur. Saçlar› örgülü kad›n›n, yaln›z
saç diplerini ›slatmas› farz oldu. ‹bni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, (Kad›nlar›n saçlar›n› kaz›malar› yasak oldu¤u için, örgüyü çözmeleri afv edildi. Erkeklerde ise, bu zarûret yokdur.) Saçlar›n› kaz›malar›n›n sünnet oldu¤u ‹bni Âbidînin beflinci cildinde yaz›l›d›r. Bunun için, erkeklerin örgülü saç› aç›p y›kamalar› lâz›md›r. Kad›nlar›n örgülü saçlar›n› açmamalar›, erkeklerin örgüsünü açmamas›na sebeb olm›yor. Çünki, birincisinde zarûret ve harac birlikde vard›r.
Erkek saç›nda da harac varsa da, zarûret yokdur.
Sun’î tak›lan protez difllerin guslde ç›kar›lmas›nda harac [herhangi bir zorluk]
yokdur. Kolayca ç›kar›l›p altlar›ndaki deri y›kan›r. Böyle difl yapd›r›lmas› câizdir.
Bunlar›n baflka mezhebi taklîd etmelerine lüzûm yokdur.
Süâl: ‹mâm-› a’zam, difl yapd›rmak husûsundaki zarûretin, gümüfl kullanmak sûreti ile giderilece¤ini buyurmufl. Bunu bir vâ’›z›n kitâb›nda okudum. Yine o kitâbda, ‹tkânî diyor ki, imâm-› Muhammedin flöyle demesi müsâiddir: (Difl yapd›rma
husûsundaki zarûretin, gümüfl kullanmak sûreti ile giderilmifl olaca¤›n› teslîm etmeyiz. Çünki, burunda koku yapan gümüfl, diflde de koku yapar). Difl yapd›rmakda zarûret oldu¤u aç›kca meydândad›r, diye okudum. Siz buna ne dersiniz?
Cevâb: Okudu¤unuz kitâb›n bir vâ’›z taraf›ndan yaz›ld›¤› do¤ru olmasa gerekdir. F›kh kitâblar›n› bu kadar yanl›fl ve bozuk nakl eden kimse, yâ çok câhil bir zevall› veyâ büyük bir yalanc› ve sahtekâr olabilir. Bak›n (Redd-ül-muhtâr)da (Hazar-vel-ibâha) k›sm›nda, bu sat›rlarda nas›l buyuruyor: (‹mâm-› a’zam, difli ba¤lamak ile burun yapma¤› birbirinden ay›rd›. Burun gümüflden olunca, gümüflün
koku yapmas› zarûretine binâen, alt›ndan burun yapd›rmak câizdir buyurdu.
Çünki, harâm olan fley, ancak zarûret için mubâh olur. Hâlbuki, diflde gümüfl kullan›nca bu zarûret kalk›yor. A’lâ olan alt›n› kullanma¤a ihtiyâc kalm›yor. ‹tkânî dedi ki, bir kimse, imâm-› Muhammed hazretlerine yard›m etmek için flöyle diyebilir: Difli alt›nla ba¤lamakda olan zarûretin, gümüfl kullanmakla kalkaca¤›n› kabûl
etmeyiz. Çünki, gümüfl, burunda oldu¤u gibi, diflde de koku yapar). Görülüyor ki,
ne ‹mâm-› a’zam, ne de imâm-› Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” (Difl
yapd›rmak husûsundaki zarûret) diye birfley buyurmam›fld›r. Bu zarûreti, kaplama difli bulunan bir kimse, cemâ’atin gözünden düflmemek için veyâ difl kaplatanlara yaranmak için, kendisi uydurmufldur. ‹mâmlar›m›z difl ba¤lamakda (Gümüfl
koku yap›nca, alt›n ile ba¤lamak zarûreti hâs›l oluyor. Gümüfl kullanmak koku yap– 144 –
mazsa, bu zarûret kalm›yor) buyuruyor. Zarûret olup olmad›¤›n› söylemek, bizim
gibi avâm›n, ya’nî müctehid olm›yan din adamlar›n›n ifli de¤ildir. Dînimiz, burada söz hakk›n› müctehidlere vermifldir. Müctehid olm›yan din adamlar›n›n burada söz haklar› yokdur. Söylerlerse, sözlerinin k›ymeti yokdur. Hicretin dörtyüz senesinden sonra ictihâd derecesine yükselmifl bir âlim yetiflmedi¤ini, bulunmad›¤›n› âlimlerimiz sözbirli¤i ile bildirdiler. Âlimlerimiz, müctehidlerin fetvâlar›n› bularak, f›kh kitâblar›na yazd›lar. Difl çukurundaki yemek art›klar›n›n alt›na su s›zmad›¤› zemân gusl abdestinin kabûl olm›yaca¤› ve bunda zarûret ve harac bulunmad›¤› f›kh kitâblar›nda aç›kca yaz›l›d›r. Bunu yukar›da bildirmifldik. Çünki, gusl
abdesti al›naca¤› zemân, difl çukurundaki ve difller aras›ndaki yemek art›klar›n› temizlemek mümkindir ve bunu yapmakda harac, ya’nî güçlük yokdur. (Kâmûs) tercemesinde diyor ki, (Farz› yapmakda haraca sebeb olan, ya’nî yapma¤a mâni’ olan
zarûret, yâ cebr, zor ile olur. Kad›nlar›n saçlar›n› uzatmas› böyledir. Çünki, islâmiyyet, saçlar›n› kesmelerini yasak etmifldir. Yâhud hasta bir uzvu sihhate kavufldurmak ve tehlükeden korumak için olur. Yâhud da, baflka fley yapma¤a imkân olmad›¤› için olur). Harac bulundu¤u zemân, baflka mezhebi taklîd mümkin olmaz ise,
zarûret aran›r. Kad›nlar›n örgülü saçlar›n› çözmelerinde harac vard›r. Bu haracdan
kurtulmak için, baflka mezhebi taklîd etme¤e de imkân olmad›¤› ve saçlar›n› uzatmalar›nda zarûret oldu¤u için, saçlar›n›n örgülerini açmalar› afv olunmufldur.
Difli çürüyen, a¤r›yan kimse, müslimân, sâlih bir difl tabîbine gider. Difl tabîbi,
pamuk ile ilâc koyarak fliddetli a¤r›dan kurtar›r. Sonra, bu pamuk at›l›r. A¤r›s› giderilmifl difl için, ona iki yol gösterir: Birinci yol, çürümüfl, telef olmufl difli ç›kar›p,
yerine protez yapd›rmas›n› söyler. ‹kinci yol, çürüme¤e bafllam›fl, hasta diflin sinirini al›p, dolgu veyâ kaplama, ya’nî kron yapd›rmas›d›r. Diflin çürümesi yeni bafllam›fl ise, dolgu yap›larak, çürümesi az veyâ çok zemân durduruluyor. Difl tabîbinin mehâretine göre, bu difl uzun seneler, râhat kullan›l›yor. Çürüme ilerlemifl ise,
dolgu yap›lam›yor. Ancak, kaplama yap›larak, diflin yaln›z kökünden istifâde ediliyor. Kökü de çürümüfl ise, difl ç›kar›l›p yerine sun’î difl [protez] tak›l›yor. Protezi kullanmak, kaplama gibi, kaplama da dolgu gibi râhat olmuyor. Kaplama ve dolgu, hasta difli tedâvî etmiyor. Eski sihhatine kavufldurmuyor. Hasta olarak, a¤r›s›z kullan›lmas›na yard›m ediyor. Dolgusu, kaplamas› olan kimse, mâlikî veyâ
flâfi’î mezhebini taklîd edince, özrsüz kimseler gibi tam sevâb kazan›yor. Bu mezhebleri taklîd imkân› olmasayd›, dolgu ve kaplama zarûret hâline dönerdi. Guslü ve nemâzlar› sahîh olurdu. Fekat, özrlü oldu¤u için sevâblar› az olurdu. Görülüyor ki, baflka mezhebi taklîd etmesi, ibâdet sevâb›n›n çok olmas›na sebeb olmakda, hem de difllerin sökülmesine mâni’ olmakdad›r.
Difl de bir uzvdur. Çürük difli tedâvî etmek zarûret de¤il midir? Sallanan difli ba¤laman›n zarûret oldu¤unu siz de bildirmifldiniz diyerek kaplama ve dolgunun zarûret olaca¤›n› söylemek do¤ru de¤ildir. Çünki, kaplamak ve dolgu yapmak difli tedâvî etmek de¤ildir. Çürük diflin sinirini alarak, bunu ölü olarak, protez, ya’nî
sun’î difl gibi kullanmakd›r. Protez ç›kar›labildi¤i için câizdir. Kaplama, dolgu, ç›kar›lamad›¤› için, câiz de¤ildir. Bugün a¤r›yan difli protez yapmakda çok ac›, harac
olm›yor. Diflin sinirini öldürmek ise, çok ac›, pek zahmetli oluyor. (Protezi kullanmakda harac vard›r. Dolguyu, kaplamay› kullanmakda ise yokdur) diyene de flâfi’îyi
taklîd câiz oluyor. Dolgu ve kaplama diflin kökünde zemânla mikrop yuvas› meydâna gelip, çeflidli organlarda hastal›k yap›yor. Sun’î difl ise, hiç mikrop yapm›yor.
Difl a¤r›s› veyâ çürü¤ü olmadan, zînet için kaplama veyâ dolgu yapd›rm›fl olan
da, gusl abdesti al›rken flâfi’î veyâ mâlikî mezhebini taklîd etmelidir. Harac bulundu¤u zemân, baflka mezhebi taklîd etmek için, zarûret de bulunmas› flart olmad›¤› ‹bni Âbidînde, nemâz vaktleri sonunda aç›kca yaz›l›d›r. A¤r›, çürük sebebi ile
kaplama, dolgu yapman›n da zarûret olmad›¤›n› yukar›da bildirdik. Bunun için, difl
yapd›rm›fl müslimânlar› pis bilmemeli, bunlara flübheli gözle bakmamal›d›r.
– 145 –
Se’âdet-i Ebediyye 1-F:10
Kullanmas› erkeklere harâm olan alt›n›n, difl için mubâh olmas›, difl kaplatman›n ve hattâ ba¤laman›n zarûret olaca¤›n› gösterir sanmak, pek yanl›fld›r. Erkeklerin gümüfl eflyâ kullanmas› câiz olmad›¤› hâlde, gümüfl yüzük kullanmalar›na izn
verilmifldir. Gümüfl yüzük mubâh oldu diyerek, yüzük takmakda zarûret vard›r sanmak ve alt›n, gümüfl burun, kulak takmak câiz oldu¤u için, bunlar› takmak zarûrî lâz›md›r sanmak ve bundan dolay› da (difl kaplatmak için zarûret oldu¤unda âlimler ittifâk etdi) demek, yanl›fl ve iftirâ ve günâh olur.
Son ve en kuvvetli delîl olarak bildirelim ki, dört mezhebin ince bilgilerine vâk›f, derin âlim seyyid Abdülhakîm “rahmetullahi teâlâ aleyh” efendinin mubârek
el yaz›s› ile hâz›rlad›klar› (Nemâz risâlesi) bu fakîrdedir. Burada buyuruyor ki, (fiâfi’î mezhebinde guslün farz› ikidir: Birisi niyyetdir. Ya’nî, her uzva su ilk temâs ederken, gerek ellere, gerek yüze ve gerek sâir bedene su dökerken “niyyet eyledim
cenâbeti ref’ [izâle] için gusl etme¤e” demekdir. Ya’nî her yerini y›karken gönlünde böyle bulundurmakd›r. Hanefîde, bu niyyet flart de¤ildir. ‹kincisi, bütün bedeni su ile y›kamakd›r. Bedeninde necâset varsa, izâle etmek ayr›ca farzd›r. A¤z›n ve
burnun içini y›kamak, ya’nî buralara suyu îsâl etmek flâfi’îde farz de¤ildir. Hanefî mezhebinde ise, buralara suyu îsâl etmek farzd›r. Bunun içindir ki, hanefî mezhebinde olanlar, difllerini kaplatamazlar ve doldurtamazlar. Çünki, buralara su isâbet etmez. Diflini kaplatan veyâ doldurtan, flâfi’î [veyâ mâlikî] mezhebini taklîd eder).
[(El-mukaddemet-ül-izziyye)de diyor ki, (Mâlikî mezhebinde, bir kabdaki temiz suya necâset düflse, üç vasf›ndan biri de¤iflmez ise, bununla abdest ve gusl sahîh, lâkin mekrûhdur. Mâ-i müsta’mel de böyledir. Halâya sol ayakla ve bafl› örtülü girilir. Eti yinen hayvanlar›n bevli ve pisli¤i temizdir. Bunlar›n ve insan›n ölüsü ve kemikleri ve t›rnaklar›, boynuz ve derileri ve menî, mezî ve alkollü içkiler
necsdir. Necs yere serili kal›n fley üzerinde ve avuç içinden az kan, irin bulafl›nca
nemâz sahîh olur.[1] Gusle bafllarken niyyet etmek, bütün vücûdü delk etmek, [avuç
içi veyâ havlu ile hafîf s›vamak], muvâlât [aral›ks›z] ve saç›, sakal› hilâllamak, s›k
örülü saç çözülüp her taraf›n› hilâllamak farzd›r. A¤›z, burun ve kulak içini ve saçlar› y›kamak sünnetdir. Y›kamad›k yer kald›¤›n› bir ay sonra bile hât›rlay›nca, yaln›z oray› hemen y›kar. Hemen y›kamazsa, guslü bât›l olur. Her guslden evvel veyâ sonra abdest al›n›r.
Abdeste bafllarken veyâ yüzü y›karken niyyet etmek ve bafl›n hepsini ve sarkan
saçlar›, kulak üstündeki deriyi ve alt›ndaki deri görünen hafîf sakal› mesh etmek, kesîf sakal› y›kamak, muvâlât ya’nî a’zalar› ard arda y›kamak, y›kanan yerleri, kurumadan evvel delk etmek de farzd›r. Örülü saç çözülmez. Avuç ve parmak
içleri ile zekere dokunmak, abdest ald›¤›nda veyâ bozuldu¤unda flübhe etmek, o¤lan›n veyâ mahrem olm›yan genç kad›n›n derisine veyâ saç›na flehvet ile dokunmak, abdesti bozar. [Lezzet kasd etmeden dokunursa ve dokunurken lezzet duymazsa, abdesti bozulmaz. Yolda, nakl vâs›talar›nda ve al›fl veriflde temâs korkusu
olan flâfi’î, hanefî veyâ mâlikî mezhebini taklîd etmelidir.] Bedenden kan ve di¤er
fleyler ç›kmas› abdesti bozmaz. Kulaklar›n içi ve d›fl›, yeni ›slat›lm›fl parmak ile mesh
edilir. T›rnak kesince, trafl olunca abdest bozulmaz. Sakal trafl›nda ihtilâfl›d›r. El
ile istibrâ vâcibdir. Teyemmüm ederek giyilen mest üzerine mesh edilmez. Mesh
müddeti yokdur. ‹kindi vakti isfirâr vaktine kadard›r. Yats›n›n âh›r vakti, gecenin
ilk sülüsüdür. Mekkede olan›n Kâ’beye, Mekkede olm›yan›n Kâ’be cihetine dönmesi farzd›r. Nemâza bafllarken (Allahü ekber) demek, Fâtiha okumak, kavmede
dikilmek, celsede oturmak, oturarak bir tarafa selâm vermek ve selâm verirken (Esselâmü aleyküm) demek farzd›r. ‹lk iki rek’atde Zamm-› sûre okumak, iki tefleh[1] Mâlikî mezhebinde, ikinci kavle göre, her necâset, ne kadar çok olsa dahî, nemâza mâni’
de¤ildir. Y›kamas› farz de¤il, sünnetdir.
– 146 –
hüdde oturmak, teh›yyât ve salevât okumak ve ikinci selâm sünnetdir. Sabâh
ikinci rek’atde sessiz kunût okumak, teflehhüdde flehâdet parma¤› kald›rmak
müstehabd›r. Sünneti unutunca, secde-i sehv lâz›m olur. Bayram ve cenâze nemâzlar› sünnetdir. Fâs›k, imâm olamaz. Baflka mezhebdeki imâma ve özrlü olan imâma uymak câizdir.
Mâlikîde sefer mesâfesi, flâfi’îde oldu¤u gibi, seksen kilometredir. Günâh olm›yan seferde dört rek’at farzlar› iki k›lmak sünnetdir. Dört gün kalma¤a niyyet etdi¤i mahalde mukîm olur. Müsâfir ile mukîmin birbirlerine imâm olmalar› mekrûhdur. Mâlikîyi taklîd eden hanefî müsâfir ile mukîm, birbirlerine imâm olurlar.
‹ki nemâz› cem’ etmemek efdaldir. Vitr nemâz› ve bayramda onbefl nemâz›n farz›ndan sonra tekbîr-i teflrîk sünnetdir.) Bir ibâdeti yaparken, baflka bir mezhebi taklîd etmek, kendi mezhebinden ayr›lmak de¤ildir. O mezhebin, farzlar›na ve müfsidlerine tâbi’ olmak demekdir. Vâciblerde, mekrûhlarda ve sünnetlerde, kendi
mezhebine uyar. Meselâ, mâlikîyi taklîd eden hanefî müsâfirin, dört gün kalma¤a niyyet etdi¤i yerde, farzlar› dört rek’at k›lmas› farz oldu¤u için, dört k›lar.
Mukîm olana uymas› veyâ imâm olmas›, mâlikîde mekrûh, hanefîde sünnet oldu¤u için, kendi mezhebine uyarak, cemâ’at ile k›labilir. Bir ibâdeti yaparken, baflka mezhebi taklîd etmek için, kendi mezhebine göre yapmakda harac, meflakkat
bulunmas› lâz›md›r. Meflakkat, zorluk yok iken, taklîd edilmez.]
Difl kaplatm›fl veyâ doldurtmufl olanlar›n guslde ve abdestde ve nemâz k›larken
mâlikî veyâ flâfi’î mezhebini taklîd etmeleri takvâ de¤ildir. Mezheb taklîdi fetvâ yoludur, kurtulufl çâresidir. Dinde meflakkat yokdur, kolayl›k vard›r gibi sözleri z›nd›klar, silâh olarak kullanarak, birçok farzlar› terketmekdedir. Bu sözün do¤rusu,
Allahü teâlân›n bütün emrlerini yapmak kolayd›r, zor birfley emr etmemifldir,
demekdir. Yoksa, îmân› za’îf olanlar›n dedi¤i gibi, nefse güç gelen fleyleri, Allahü
teâlâ afv eder. Herkes kolay›na geleni yapmal›d›r. O rahîmdir, hepsini kabûl eder,
demek de¤ildir. Difl için, mâlikî veyâ flâfi’îyi taklîd etmek meflakkat de¤ildir.
Dartr veyâ Kefeki denilen ve difllerin dibinde hâs›l olan kireçlenmeler, salg›lardan, kendiliklerinden hâs›l olduklar› için ve buna mâni’ olan çâre, ilâc bulunmad›¤› için, bunlar›n mevcûd olmas›nda zarûret vard›r. ‹zâle edilmesinde harac olanlar, derideki ç›ban›n, yaran›n üstündeki zar, kabuk gibi olup, altlar›n› y›kamak, dört
mezhebde de lâz›m olmaz. Bunun için, baflka mezhebi taklîd lâz›m olmaz.
(Difl kaplatma ve dolgu meselesi hâl olmufl, câiz oldu¤una fetvâ verilmifldir. Zarar› olmad›¤› bildirilmifldir) diyorlar. ‹ttihâdc›lar zemân›nda din ifllerine kar›flan
siyâset adamlar›n›n, sar›kl› masonlar›n, din büyüklerini kötülemek, din bilgilerini bozmak için söyledikleri, yazd›klar› y›k›c› propagandalara fetvâ diyorlar. 1329
[m. 1911] senesinde ‹stanbulda ikinci bask›s› yap›lan (Mecmû’a-i cedîde) ad›ndaki fetvâ kitâb›nda (Difl çukuru doldurulmufl kimse, gusl ederken, difl çukuruna su
vâs›l olmasa, bu vechle gusl zarûret olsa, gusl câiz olur) demekdedir. Bu fetvây› 113.
ncü fleyh-ul-islâm Hasen Hayrullah efendinin verdi¤i bildirilmekdedir. Hâlbuki,
bu kitâb›n [1299] daki birinci bask›s›nda bu fetvâ yaz›l› de¤ildir. Hayrullah efendi ise, ikinci def’a olarak 18 Rebî-ul-evvel 1293 ve 11 May›s 1876 da fieyh-ul-islâm
olmufl ve 15 Receb 1294 ve 26 Aral›k 1877 de ayr›lm›fld›r. Böyle fetvâs› olsayd›, kitâb›n birinci bask›s›nda bulunmas› lâz›md›. ‹kinci bask›n›n önsözünde (Birinci bask›da bulunm›yan birkaç fetvây›, zemân›m›z fleyh-ul-islâm› Mûsâ Kâz›m efendinin
emri ile biz ekledik) demekdedir. Her fetvân›n sonunda, buna kaynak olan f›kh kitâb›n›n ad› ve bildirdi¤i fley yaz›l› oldu¤u hâlde, difl fetvâs› için böyle bir kaynak
bildirilmemifldir. Müslimânlar› yanl›fl yola sürüklemek için, sinsice hâz›rlanm›fl böyle yeni türeyen yaz›lar›, fetvâ zan ederek aldanmamal›, îmân›, ibâdetleri bozmamal›, uyan›k olmal›y›z.
Biz, difl kaplatanlar›n, dolduranlar›n gusl abdestlerinin ve nemâzlar›n›n sahîh
olm›yaca¤›n› anlatmak istemiyoruz. Difllerini kaplatm›fl veyâ doldurtmufl olan
– 147 –
hanefîlere, mâlikî veyâ flâfi’î mezhebini taklîd ederek, gusl abdestlerinin ve nemâzlar›n›n sahîh olaca¤›n› anlatmak istiyoruz. Bu durumdaki din kardefllerimize kolay yolu, ç›kar yolu göstermek istiyoruz. Difl doldurtmay›n, kaplatmay›n demiyoruz. Kaplama veyâ dolgusu olan imâm arkas›nda nemâz k›lmay›n›z da demiyoruz.
Birinci k›sm, 74. cü madde, 5. ci sahîfeye bak›n›z! Kaplamas›, dolgusu olanlara, din
büyüklerinin gösterdi¤i kolayl›¤› haber veriyoruz. Hanefî mezhebinde olup da, mezhebinin bildirdi¤i gibi ibâdet etmek istiyenler için, ya’nî mezheblere k›ymet verenler için, bu kadar uzun yaz›yoruz. Mezheb kitâblar›na k›ymet vermeyip de, kendi akl›na, görüflüne, düflüncesine göre ibâdet etmek istiyenler için yazm›yoruz. ‹bni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, Ramezân hilâlini anlat›rken buyuruyor ki, (Birçok ahkâm, zemân›n de¤iflmesi ile de¤iflir. Harac olunca, za’îf rivâyet ile amel olunur). Bundan da anlafl›l›yor ki, ahkâm›n zemân ile de¤iflmesi demek, zor vaziyyetde bulunan kimse, mezheb âlimlerinin meflhûr olm›yan ictihâdlar›na uyabilir demekdir. Herkes kolay›na geleni yaps›n demek de¤ildir. (Dürr-ül-muhtâr) üçüncü
cild, yüzdoksan›nc› sahîfede buyuruyor ki, (Mezhebden ç›kan kimse ta’zîr olunur.
Ya’nî cezâland›r›l›r). (Sirâciyye fetvâs›)nda da böyle yaz›l›d›r. ‹bni Âbidîn burada buyuruyor ki, (Dünyâ menfe’ati için mezhebini b›rakan kimsenin son nefesde
îmâns›z gitmesinden korkulur.)
Difl kaplatan veyâ doldurtan hanefîlerin, mâlikî veyâ flâfi’î mezhebini taklîd etmeleri, hanefî mezhebinden ç›kmak demek, ya’nî mezheb de¤ifldirmek demek de¤ildir. Yaln›z guslde, abdestde ve nemâzda, hanefî mezhebi ile birlikde mâlikî veyâ flâfi’î mezhebinin flart ve müfsidlerine de uymakdad›r. Özrü olm›yanlar›n da, baflka mezhebin farzlar›na ve müfsidlerine uymas›n›n müstehab oldu¤u (‹bni Âbidîn)in
abdest bahsinde ve imâm-› Rabbânînin (Mektûbât)›n›n birinci cild ikiyüzseksenalt›nc› mektûbunda bildirilmekdedir. Hanefîde câiz olm›yan birfleyi, flâfi’îde veyâ mâlikîde câiz oldu¤u için, zarûret ve harac olmadan yapamaz. Meselâ sa¤lam olan›n
veyâ kaplama difli oldu¤u için, mâlikî mezhebini taklîd eden hanefînin, derisinden
kan ak›nca veyâ idrâr kaç›r›nca, abdest almas› lâz›md›r. Bunun, vitr nemâz›n› vâcib olarak k›lmas›, yüzdört kilometreden az uzak yerde seferî olmamas› ve dört günden az seferî oldu¤u yerde nemâzlar›n› cem’ etmemesi lâz›md›r. Hastal›k veyâ ihtiyârl›k sebebi ile, ya’nî, zarûret ile idrâr kaç›ran hanefînin, tekrâr abdest almas›,
harac, zahmet olaca¤› için, bu kimse, mâlikî mezhebini taklîd ederek, hemen özr sâhibi olur, abdesti bozulmaz. Ellidokuzuncu maddenin sonuna bak›n›z! (Tahrîr) kitâb›n› flerh eden, ya’nî aç›kl›yan ‹bni Emîr Hâc buyuruyor ki, (Nahl sûresi k›rküçüncü ve Enbiyâ sûresi yedinci âyetinde, (Zikr ehline sorunuz!), ya’nî bir hâdise,
olay karfl›s›nda ne yapaca¤›n›z›, bilenlerden sorunuz buyuruldu. Bu âyet-i kerîme,
müctehide tâbi’ olmak, uymak ve baflka mezhebi taklîd etmek vâcib oldu¤unu göstermekdedir. Tâbi’ oldu¤u mezhebe uyarak, bir ifli yaparken, harac hâs›l olursa, bu
ifl, di¤er üç mezhebden, harac bulunm›yan birini taklîd ederek yap›l›r. Difl dolduran, kaplatan hanefînin, flâfi’î veyâ mâlikî mezhebini taklîd etmesi, böyledir. Di¤er üç mezhebde de harac varsa, zarûret aran›r. Zarûret de varsa, bu ifli terk etmek,
yapmamak câiz olur. Yara üzerindeki sarg›y› ç›kar›p, yaray› y›kamak yaraya zarar
verdi¤i zemân, baflka mezhebi taklîde imkân olmad›¤› için, yaray› y›kaman›n afv
olarak, sarg›ya mesh etmenin câiz olmas› böyledir. Müctehid olmayan bizim gibi
mukallidlerin, Eshâb-› kirâm böyle yapard› diyerek veyâ âyet-i kerîmeden ve hadîs-i flerîflerden ma’nâ ç›kararak, kendi anlad›¤›m›za göre hareket etmemiz câiz
de¤ildir.) ‹bni Âbidîn tahâreti anlatma¤a bafllarken buyuruyor ki, (Mukallidin, müctehidden gelen bilgilerin delîllerini sormas› lâz›m de¤ildir). [‹kinci k›sm, onyedinci maddeye bak›n›z!].
Hak teâlâ intikâm›n, kul eli ile al›r.
‹lm-i hâli bilmiyenler, onu kul yapd› san›r.
– 148 –
55 — TEYEMMÜM
Teyemmüm, hanefîde, vakt girmeden önce de sahîhdir. Di¤er üç mezhebde, vakt
girmeden önce sahîh de¤ildir.
Abdest ve gusl için su bulamamak, kullanamamak, yedi dürlü olur:
1 — Sudan bir mil uzak olan, niyyet etmek flart› ile, teyemmüm eder. Bir mil,
dörtbin zrâ’d›r ki, 1920 metre eder. fiehrde her zemân su aramak farzd›r.
2 — Hastan›n, abdest veyâ gusl ile veyâ hareket etmek ile, hastal›¤›n›n artaca¤› veyâ iyi olmas› uzayaca¤›, kendi tecribesi ile veyâ mütehass›s ve aç›kça günâh
ifllemiyen müslimân bir doktorun söylemesi ile anlafl›l›rsa, teyemmüm eder. Hastal›kdan sonra, ellerde ve ayaklardaki hâlsizlik de özrdür. [‹htiyârlardaki hâlsizlik de böyledir. Bunlar, nemâzlar›n› oturarak k›lar.]
3 — Abdest ve gusl yapam›yacak kadar bir hasta, para ile dahî, bir yard›mc› bulamazsa, teyemmüm eder. Yard›mc› ile de teyemmüm edemiyen k›lmaz. ‹yi olunca kazâ eder. Zevc ve zevcenin birbirlerine abdest ald›rmalar› vâcib de¤ildir.
4 — Gusl abdesti al›nca, so¤ukdan ölmek veyâ hasta olmak tehlükesi varsa, flehrde dahî olsa, hamâm paras› yoksa ve baflka çâre bulamazsa, gusl abdesti için teyemmüm eder ve su ile abdest al›r.
5 — Su yak›n ise de, su yan›nda düflman, y›rt›c›, zehrli hayvan, atefl veyâ nöbetci varsa veyâ kendisi mahbûs ise veyâ abdest al›rsan seni öldürürüz, mal›n› al›r›z
diye korkuturlarsa, teyemmüm ederek k›lar ise de, bu sebebler kul taraf›ndan olduklar› için, gusl ve abdest al›nca, bu nemâzlar› tekrâr k›lmas› lâz›md›r.
6 — Yolcunun fazla suyu varsa da, kendinin ve yol arkadafllar›n›n içmesine ve
necâseti temizlemesine ve hayvanlar›na lâz›m olursa, teyemmüm eder. Bu su ile
gusl edip, necâset ile k›larsa, kabûl olur ise de, günâha girer. Önce teyemmüm edip,
sonra necâseti y›karsa, tekrâr teyemmüm etmesi lâz›m olur. Çünki su varken, teyemmüm edilmez. Cünüb kimse, bedeninin bir k›sm›n› y›kayacak kadar veyâ abdest alacak kadar su bulursa, abdest ve gusl için, bir teyemmüm eder. Teyemmümden sonra, abdesti bozulursa, o su ile, sonra abdest al›r. Abdest ve guslde, bedene dökülen su, bir yere düflünce [elbisesine de¤il], pis olur ve insan içemez. Hayvana içirilebilir. Susuzlukdan ölecek kimse, fazla suyu olandan sat›n al›r. Satmaz
ise, zor ile, kavga ve tehdîd ile al›r. Abdest için su, zor ile al›namaz.
7 — Kuyudan su ç›karmak için, kova, ip veyâ para ile inecek kimse bulam›yan,
teyemmüm eder ve su bulunca, nemâz› iâde etmez.
(Halebî)de, mesh bahsi sonunda diyor ki, (Bir veyâ iki elinde çatlak, ekzama veyâ baflka yara olup, bunlar› ›slatmak zarar verirse, bu kimse abdest alamaz. Bu sebebden abdest alam›yan kimseye, hât›r ile veyâ para ile baflkas›n›n abdest ald›rmas›, ‹mâm-› a’zama göre müstehabd›r. Baflkas›ndan yard›m istemeden teyemmüm
edip k›larsa, nemâz› kabûl olur. Yard›mc› veyâ para bulamazsa, teyemmüm etmesi, imâmeyne göre de, câiz olur). Bundan anlafl›l›yor ki, yaral› eline eldiven tak›p,
eldiven ile abdest alabilirse, böyle abdest almas› lâz›m olur.
Yukar›da yaz›l› sebeblerden birisi ile teyemmüm edildikde, bu sebeb bitince, teyemmüm bozulur. Sebeb bitmeden, baflka bir sebeb hâs›l olur ve sonra birinci sebeb biterse, birinci teyemmüm yine bozulur. Yeniden teyemmüm etmek lâz›m olur.
Abdestsiz veyâ guslsüz kimse, cenâze ve bayram nemâzlar›n› kaç›rmamak için,
su var iken bile, teyemmüm edebilir. Cum’a nemâz›n› ve befl vakt nemâzdan herhangi birinin vaktini kaç›rmak korkusu olsa, su varken, teyemmüm edemez. Gusl
veyâ abdest lâz›md›r. Nemâz vakti kaçarsa, kazâ eder. Meselâ, sabâh günefl do¤mas› yak›n iken uyanan kimse, cünüb ise ve hayz ve nifâsdan kesilmifl ise, acele gusl
eder. Günefl do¤arsa, sabâh nemâz›n›, kerâhet vakti ç›k›nca, sünneti ile birlikde kazâ eder. (Teyemmüm), lugatde kasd etmek, demekdir.
Teyemmümün farz› üçdür:
1— Cenâbetden temizlenmek için veyâ abdestsizlikden temizlenmek için niy– 149 –
yet etmekdir. Abdestsiz bir kimse, talebesine göstermek için teyemmüm ederse,
bununla nemâz k›lamaz.
Teyemmüm ile nemâz k›labilmek için, yaln›z teyemmüme niyyet etmek yetiflmez. ‹bâdet olan baflka bir fleyi, meselâ, cenâze nemâz› k›lmak için, secde-i tilâvet
yapmak için veyâ abdest için veyâ gusl için teyemmüm etme¤e niyyet lâz›md›r.
Teyemmüme niyyet ederken, abdest ile guslü ay›rma¤a lüzûm yokdur. Abdest
için niyyet etmekle, cenâbetden de temiz olur. Cenâbetden temizlenme¤e niyyet edilen teyemmüm ile nemâz k›l›nabilir. Abdest için ikinci teyemmüme lüzûm yokdur.
2— (Menâhic) kitâb›nda diyorki, (fiâfi’î ve Hanbelî mezheblerinde, teyemmüm yaln›z toprakla yap›l›r. Hanefîde ve Mâlikîde iki kolu dirseklerinden yukar› s›val› olarak, iki elin parmaklar› aç›k olarak avuç içlerini temiz topra¤a, tafla, toprak veyâ kireç s›val› d›vara sürüp ve ileriye, geriye oynat›p, avuç içlerini en az üç
parmak mikdâr› de¤mek üzere, iki avucun içleri ile yüzünü bir kerre mesh etmek,
ya’nî s›¤amak.)
[Yüzü tam mesh edebilmek için, avuçlar aç›k ve dört parmak birbirlerine yap›fl›k ve iki elin ikifler uzun parmaklar›n›n uçlar› birbirlerine de¤mifl olarak, avuç içleri saç kesimine konup, çeneye do¤ru yavaflça indirilir. Parmaklar yatay vaz’iyyetde aln›, göz kapaklar›n›, burnun iki yan›n› ve dudaklar›n üzerlerini ve çenenin
yüz k›sm›n› iyice s›¤amal›d›r. Bu esnâda avuç içleri de yanaklar› s›¤ar].
3— ‹ki avucu tekrâr topra¤a sürüp, birbirine çarparak, tozu topra¤› silkeledikden sonra, önce sol elin dört parma¤› içi ile, sa¤ kolun alt yüzünü, parmak ucundan dirse¤e do¤ru s›¤ay›p sonra, sa¤ kolun iç yüzünü, sol avuç içi ile, dirsekden avuca kadar s›¤amakd›r. Bu esnâda sol bafl parmak içi sa¤ bafl parmak d›fl›n› s›¤ar. Bir
rivâyetde, yüzü¤ü ç›karmak ve parmaklar›n yanlar›n› di¤er elin parmaklar›n›n içleri ile mesh etmek lâz›m de¤ildir. Genifl yüzük hareket etdirilir. Sonra, yine böyle sa¤ el ile, sol kol s›¤an›r. El ayas›n› topra¤a sürmek lâz›md›r. Topra¤›n, tozun elde kalmas› lâz›m de¤ildir. Avuç içleri yüzünün ve kollar›n›n i¤ne ucu kadar yerine de¤mezse, teyemmüm sahîh olmaz.
Abdest ve gusl için teyemmüm ayn›d›r.
Teyemmümün sünnetleri onikidir:
1— Topra¤a avucun içini koymak.
2— Avuçlar›, toprak üzerinde ileri ve geri çekmek.
3— Avucda toprak varsa, toprak kalmay›ncaya kadar, iki eli, bafl parmaklar›
ile birbirine çarpmak.
4— Elleri topra¤a koyarken parmaklar› açmak.
5— Besmele ile bafllamak.
6— Evvelâ yüzü, sonra kollar› mesh etmek.
7— Abdest al›r gibi, çabuk yapmak.
8— Müsâfir bir mil içinde su bulundu¤unu bilirse, aramas› farz, zan ederse sünnetdir.
9— Önce sa¤, sonra sol kolu mesh etmek.
10— Elleri, topra¤a vurarak, kuvvetle koymak.
11— Kollar›, yukar›da anlat›lan fleklde mesh etmek.
12— Parmaklar aras›n› mesh etmek.
Suyu bulunm›yan kimsenin, cünüb olmas› câizdir.
Toprak cinsinden olan her temiz fley ile, üzerinde bunlar›n tozu olmasa bile, teyemmüm edilir. Yan›p kül olan veyâ s›cakda eriyebilen fleyler, toprak cinsinden de¤ildir.
O hâlde, a¤aç, ot, tahta, demir, pirinç, ya¤l› boya s›val› d›var, bak›r, alt›n, cam ile teyemmüm edilemez. Kum ile olur. ‹nci, mercân ile olmaz. Kireç ve alç› ile, y›kanm›fl
mermer, çimento, s›rs›z fayans, s›rs›z porselen çanak çömlekle, çamur ile olur. Yal– 150 –
n›z çamur varsa, suyu yar›dan az ise, bununla teyemmüm edilir. Suyu çoksa, bir bez
çamura sokulup, ç›kar›l›p rüzgârda kurutup, bu tozlu bezle teyemmüm edilir. Çamurlu su ile teyemmüm olmaz. Bununla abdest almak lâz›md›r. Kireçle badana edilmifl
d›vardan teyemmüm edilir. Bu¤day, kumafl, elbise, yasd›k gibi, teyemmüm câiz olm›yan eflyâ üzerine el koyunca, el, teyemmüm câiz olan fleylerin tozu ile veyâ kül ile tozlan›rsa veyâ silkildikleri zemân havâya böyle toz, kül ç›karsa, bunlarla teyemmüm edilebilir. Ev eflyâs› üzerinde bulunan organik tozlar böyle de¤ildir. Bir toprakdan birkaç kimse teyemmüm edebilir. Çünki, teyemmüm edilen toprak ve benzerleri, müsta’mel olmaz. Teyemmümden sonra, elden, yüzden dökülen toz müsta’meldir.
Teyemmüm edilebilecek fley ile teyemmüm edilemiyecek fley kar›fl›k ise, yar›dan
çok olan›n ismi verilir. Teyemmümü, nemâz vaktinden önce yapmak ve bir teyemmüm ile çeflidli nemâz k›lmak hanefîde câizdir. Di¤er üç mezhebde, nemâz vakti ç›k›nca teyemmüm bozulur. Müsâfir, bir milden [ya’nî 1920 metreden] az, mâlikîde iki
milden az uzakda su bulunaca¤›n› alâmetlerle veyâ akll›, bâlig ve âdil bir müslimân›n haber vermesi ile, çok zan etdi¤i zemân her tarafa do¤ru, dörtyüz zrâ’ [ikiyüz metre] giderek veyâ birini göndererek veyâ mümkin ise, yaln›z bakarak suyu aramas›
farz olur. Çok zan etmezse, suyu aramas› lâz›m olmaz. Yan›nda âdil biri bulunan bir
kimse, suyu sormadan teyemmüm edip nemâza dursa, sonra su oldu¤unu haber alsa, abdest al›p nemâz› iâde eder. Bir milden uzakda su varken teyemmüm ile nemâz
k›lmak câizdir. Eflyâs› aras›nda su bulundu¤unu unutan kimse, flehrde, köyde
[ma’mûrelikde] de¤ilse, teyemmüm ile nemâz k›labilir. Suyunun bitdi¤ini zan eden
kimse, nemâzdan sonra suyunu görse, teyemmüm ile k›ld›¤› nemâz› iâde eder. Abdestsiz k›lan da, abdestsiz oldu¤unu hât›rlay›nca, nemâz› iâde eder.
Müsâfirin yan›ndakilerden su istemesi vâcibdir. Su vermezlerse, teyemmüm ile
k›lar. Arkadafl›, suyu piyasadaki fiyât›na satarsa, fazla paras› olan müsâfirin sat›n
almas› lâz›m olur. Sâhibi suyunu, gaben-i fâhifl ile, ya’nî çok aldatmakla satarsa veyâ piyasa fiyât› ile alacak fazla paras› yok ise, teyemmüm ile k›lmas› câiz olur. Burada (Gaben-i fâhifl)den maksad, piyasadaki fiyât›n, iki mislinden fazlas› demekdir. Ç›plak insan›n, avretini örtecek bez almas› da böyledir. Fekat, susuz kimsenin
içmek için yüksek fiyâtla su almas› câiz olur. Çölde, arkadafl›ndan ip ve kova istemek de lâz›md›r. Yollarda, içmek için konulan su varken, teyemmüm edilebilir. ‹bni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, beflinci cildde buyuruyor ki, (‹çmek için konulmufl sudan abdest almak câiz de¤ildir. Teyemmüm edilir).
Serbest [Mubâh] olan su, az ise, cünüb olan›n, hâid kad›ndan, abdestsizden ve
meyyitden önce y›kanmas› lâz›md›r. Suyun sâhibi, baflkalar›ndan önce y›kan›r. Sâhibleri ayr› sular bir araya getirilince, önce meyyit y›kan›r.
Hâc›n›n, yan›ndaki zemzem suyu ile abdest al›p bitirmemesi için çâre, içine fleker, gül gibi birfley koyup, saf su ismini de¤ifldirmekdir. Veyâ emîn oldu¤u kimseye, geriye dönemiyecek fleklde hediyye etmelidir. Hediyye alan kimse, karfl›l›k, az
birfley hediyye verirse, birinci kimse hediyyesini geri alamaz.
Cünüb bir kimse, teyemmüm etdikden sonra, abdesti bozulursa, hanefîde cünüb olmaz. Mâlikîde olur. Az su varsa, yaln›z abdest al›r.
‹çmek için, necâset y›kamak için, ekmek yapmak için lâz›m olandan fazla su bulunca, teyemmüm bozulur. Nemâz içinde iken bulursa, nemâz› da bozulur. Vâs›ta içinde uyurken, su yan›ndan geçerse, teyemmüm ile olan abdesti, uyudu¤u için
bozulur. Uyan›k iken, vâs›tadan, abdest alma¤a inemezse, teyemmüm bozulmaz.
Cünüb kimsenin vücûd yüzeyinin yar›dan fazlas› yara veyâ çiçek, k›z›l gibi ise,
teyemmüm eder. Derisinin ço¤u sa¤lam ise ve yaral› k›smlar› ›slatmadan y›kanmas› mümkin ise, su ile gusl edip, yaralar›n üzerini mesh eder. Mesh zarar verirse, üzerine bir veyâ birkaç bez koyup, bunu mesh eder. Elleri yara olan, yüzünü ve ayaklar›n› suya sokar. Sokamazsa, teyemmüm eder. Abdest ald›racak bir yard›mc› bulunan hasta, teyemmüm etmez. Hasta olan ve ihtiyâr olan, secde için e¤ilemezse ve
– 151 –
bafl›n› secdeden kald›ramazsa, sandalyaya veyâ bir fleye dayanarak secdeden bafl›n› kald›r›r veyâ e¤ilir. Yâhud bunlar› yapmak için, bir kimse buna yard›m eder. Yaral› k›smlar› ›slatmadan y›kanamazsa, yine teyemmüm eder. Abdest uzvlar›ndan hepsinin yar›dan ço¤u veyâ dört abdest uzvundan ikisi sa¤lam ise, abdest al›p, yaral›
k›smlar› veyâ uzvlar› mesh eder. Mesh zarar verirse, sarg› üzerine mesh eder. Abdest uzvlar›ndan hepsinin yar›dan ço¤u veyâ abdest uzvlar›n›n üçü veyâ dördü de
yaral› ise, teyemmüm eder. Teyemmüm zarar verirse, nemâz› kazâya b›rak›r. Müsâvî mikdârda iseler, teyemmüm etmemelidir. Teyemmüm eden kimsenin, ba’z› yerleri y›kamas› câiz de¤ildir. Bunun gibi, birlikde yap›lam›yan fleyler otuzdört dânedir. Bafl›nda a¤r› olup mesh edemiyen, abdest için; y›kanam›yan da, gusl için teyemmüm edebilir denildi ise de, her ikisinin de sâk›t olaca¤›n› bildiren fetvâ dahâ evvel verilmifl oldu¤undan, bu sözle amel olunmaz.
Âlemde do¤ru dost yokdur,
dedikleri gerçek imifl.
Kulunu sakl›yan Hakd›r,
dedikleri gerçek imifl.
Bulut âsümâna ç›kar,
topra¤a rahmetler ya¤ar,
gün do¤madan neler do¤ar,
dedikleri gerçek imifl.
E¤er insan, e¤er melek,
yalvar›r›m, geçer dilek.
Vefâs›zd›r çarh-› felek,
dedikleri gerçek imifl.
Bu dünyâya gelen geçer,
herkes kabre girer nâ-çar.
‹nsan, birgün olur, göçer,
dedikleri, gerçek imifl.
A¤lamakd›r benim iflim,
a¤la gözüm flimdengerü!
Irmak ola kanl› yafl›n,
ça¤la gözüm flimdengerü!
Hudâ bize verdi sevdâ,
sevmek oldu, art›k g›da.
Ele geçmez bu dünyâda,
gülme gözüm flimdengerü!
Düflün hâlin n’oldu¤unu,
ömür gülü soldu¤unu.
Gece gündüz oldu¤unu,
bilme gözüm flimdengerü!
Aldanma nefsin tad›na,
âgûdur sunma bal›na.
Düflüp onun hayâline,
dalma gözüm flimdengerü!
Sözün olsun, öze uygun,
her ne dersen, Ona ma’lûm.
Bu meydâna düfldü yolun,
dönme gözüm flimdengerü!
– 152 –
56 — NECÂSETDEN TAHÂRET
‹bni Âbidîn (Nemâz›n flartlar›) bafl›nda diyor ki: (Bedende, elbisede ve nemâz
k›lacak yerde necâset, pislik bulunmamakd›r. Baflörtüsü, bafll›k, sar›k, mest ve na’l›n
da elbiseden say›l›r. Boyuna sar›l› atk›n›n sarkan k›sm›, nemâz k›lan ile birlikde hareket etdi¤i için, elbise say›l›r ve buras› temiz olmazsa, nemâz kabûl olmaz. Yayg›n›n, basd›¤› ve bafl›n› koydu¤u yeri temiz olunca, baflka yerinde necâset bulunursa, nemâz kabûl olur. Çünki yayg›, atk› gibi bedene bitiflik de¤ildir. Kuca¤a oturan üstü necâsetli çocuk, kedi, kufl, a¤z› akan köpek bozmaz. Çünki, bunlar›n
kendileri durmakdad›r. Fekat insan, bunlar› kuca¤›nda, omuzunda, baflka yerinde tutarsa, tafl›m›fl olur ve nemâz› bozulur. Salyas› akm›yan y›rt›c› hayvan›n ve kedi gibi temiz hayvanlar›n ve çocu¤un üstleri temizse, bunlar› tafl›makla, üstünde
tutmakla nemâz› bozulmaz. Çünki, bunlar›n içindeki necâsetleri, hâs›l olduklar›
yerde kapal›d›r. Nemâz k›lan insan›n kendi necâseti, kan› da hâs›l oldu¤u yerde kapal›d›r. Cebde kanl› yumurta tafl›mak da böyledir. Yumurtadaki kan, hâs›l oldu¤u
yerde kapal› oldu¤u için nemâz› bozmaz. Fekat, kapal› flifle içinde idrâr tafl›yan›n
nemâz› câiz olmaz. Çünki flifle, bevlin meydâna geldi¤i yer de¤ildir. (Halebî-i kebîr)de de böyle yaz›l›d›r. [Bundan anlafl›l›yor ki, cebindeki fliflede, dirhemden
fazla kan, ispirto veyâ kapal› kutuda kanl› mendil, necs bez varken nemâz k›lmak
câiz de¤ildir.] ‹ki aya¤›n basd›¤› ve secde etdi¤i yerin temiz olmas› lâz›md›r. Secde etdi¤i bez küçük olsa bile, baflka taraflar› pis ise, nemâz câiz olur. Necâset üstüne örtülü bez, cam, [naylon] üstünde nemâz kabûl olur. Secdede, etekleri kuru
necâsete de¤erse, zarar› olmaz. Bir aya¤› alt›nda necâset olup, bunu kald›r›p, tek
ayak üstünde k›l›nca, basd›¤› yer temiz ise, kabûl olur. Ellerin ve dizlerin kondu¤u yerin temiz olmas› flart de¤il diyenler çokdur. Eli üstüne secde ederse, elini koydu¤u yerin temiz olmas› lâz›md›r.)
Kat›, flekl alm›fl necâset, insan derisinde, elbisesinde ise veyâ bevl, kan gibi ak›c› necâset, mest üzerinde olsa da, ancak y›kamakla temizlenir. Kan, flerâb, ispirto, bevl gibi s›v› necâsetden biri bulaflm›fl toprak, kat› necâset demekdir. Kat› necâset, kemer, çanta, mest, ayakkab› üzerinde olunca, u¤makla, silmekle temizlenir.
Emici olm›yan, düz parlak fleyler, meselâ cam, ayna, kemik, t›rnak, b›çak,
ya¤l› boyal› eflyâ, vernikli eflyâ üzerindeki kat› veyâ ak›c› her necâset, el ile, toprak ile veyâ herhangi temiz fley ile silip, üç s›fat›, (renk, koku, tat) gidince temiz
olur. Kanl› b›çak, kelle atefle tutup kan› gidince temiz olur. Necâset akan toprak,
rüzgârla kuruyup, üç s›fat› gidince, temiz olup burada nemâz k›l›n›r. Fekat, teyemmüm edilemez. Toprakdaki yayg›, has›r, elbise ve insan›n derisi kuruyunca temiz
olmaz. Bunlara necâset sürülünce, nemâz için y›kamak lâz›md›r. Yere döflenmifl
olan tu¤la, fayans, topra¤a dikili otlar, a¤açlar, kayalar, toprak gibi kuruyunca temiz olur.
Kurumufl menî, o¤makla, bulundu¤u yer ve deri temiz olur. Menî yafl ise ve kan
kuru da, yafl da olsa, elbiseyi ve deriyi y›kamak lâz›md›r. Necâsetin flekline ve bulafld›¤› yerlere göre, temizleme çeflidi otuzu aflmakdad›r.
Necâsetli ya¤, leflin ve necs hayvan›n, domuzun ya¤›, sabun yap›l›nca temiz olur.
Bütün kimyevî de¤iflmeler böyledir. Necs su ile yap›lm›fl f›r›nda ekmek piflirilebilir. Necs toprakla yap›lan küp gibi fleyler, f›r›ndan ç›k›nca temiz olur.
Deride, elbisede, nemâz k›l›nan yerde, (Dirhem mikdâr›) veyâ dahâ çok kaba
necâset yok ise, nemâz sahîh olur ise de, dirhem mikdâr› bulunursa, tahrîmen mekrûh olur ve y›kamak vâcib olur. Dirhemden çok ise, y›kamak farzd›r. Az ise, sünnetdir. fierâb›n damlas›n› da y›kamak farzd›r diyen de vard›r. Di¤er üç mezhebde
kaba necâsetlerin hepsinin zerresini bile y›kamak farzd›r. [Mâlikî mezhebinde, ikinci kavle göre, necâset nemâza mâni’ de¤ildir. Temizlemek sünnetdir. fiâfi’îde, is– 153 –
tincâdan sonra kalan necâsetin afv oldu¤u (Ma’füvât)da yaz›l›d›r.] Necâset mikdâr›, bulafld›¤› zemân de¤il, nemâza dururken olan mikdâr›d›r.
(Dirhem mikdâr›), kat› necâsetlerde bir miskal, ya’nî yirmi k›rat, ya’nî dört gram
ve seksen santigram a¤›rl›kd›r. Ak›c› necâsetlerde, aç›k el ayas›ndaki suyun yüzü
geniflli¤i kadar yüzeydir. Bir miskalden az olan kat› necâset, elbisenin, avuç içinden dahâ genifl yüzüne yay›l›nca nemâza mâni’ olmuyor.
NECÂSET ‹K‹ DÜRLÜDÜR:
1 — Kaba necâset: ‹nsandan ç›k›nca abdeste veyâ gusle sebeb olan herfley, eti
yinmiyen hayvanlar›n, [yarasa hâric] ve yavrular›n›n yüzülmüfl, daba¤lanmam›fl derisi, eti, pisli¤i ve bevli ve süt çocu¤unun pisli¤i, bevli ve a¤›z dolusu kusmu¤u, insan›n ve bütün hayvanlar›n kan› ve flerâb, lefl, domuz eti ve kümes ve yük hayvanlar›n›n, koyun ve keçinin necâsetleri, galîz, ya’nî kabad›r. Kan dört mezhebde de
kaba necâsetdir. Menî, mezy ve idrârdan sonra ç›kan vedî ismindeki beyâz, bulan›k, koyu s›v›, hanefî ve mâlikîde kaba necâsetdirler. fiâfi’îde yaln›z menî, hanbelîde ise, her üçü de temizdir.
Kedinin bevli yaln›z elbisede ve flehîdin kan›, kendi üzerinde kald›kça ve yinilen et, karaci¤er, yürek ve dalakda bulunup akm›yan kanlar ve bal›k kan› ve bit,
pire, tahta biti pislikleri ve kanlar› hep temizdir. Ya’nî, bunlar fazla bulafl›nca da
nemâz k›l›nabilir denildi. Serhofl eden bütün içkiler de, flerâb gibi kaba necâsetdirler. Hafîf diyenlerin sözleri za’îfdir. Rak›n›n, [ispirtonun] kaba necs oldu¤u (Halebî-i kebîr) ve (Merâk›l-felâh)da ve türkçe (Ni’met-i islâm)da yaz›l›d›r.
2 — Hafîf necâset: Hafîf olan necâsetlerden, bir uzva ve elbisenin bir k›sm›na
bulafl›nca, bu k›sm›n veyâ uzvun dörtde biri kadar› nemâza zarar vermez. Eti yinen dört ayakl› hayvanlar›n bevli ve eti yinmiyen kufllar›n pisli¤i hafîfdir. Güvercin, serçe ve benzerleri gibi eti yinen kufllar›n pisli¤i temizdir. Fâre pisli¤i ve bevli afv edilmifl ise de, suya, ya¤a az da düflse, temizlemek iyi olur. Az mikdârda bu¤daya kar›fl›p un olursa afv edilmifldir. Temizlenmeleri ve s›v›ya damlay›nca necs yapmalar› bak›m›ndan kaba necâsetle hafîf necâset aras›nda fark yokdur.
‹¤ne ucu kadar elbiseye s›çrayan bevl ve kan damlalar› ve sokakda s›çrayan çamurlar ve necâset buhârlar›n›n, necâsete dokunarak gelen gazlar›n, rüzgâr›n ve ah›rda, hamâmda meydâna gelen buhârlardan, d›varlarda hâs›l olan damlalar›n›n elbiseye, yafl deriye de¤mesi afv edilmifldir. Bunlardan korunmak güç oldu¤u için,
zarûret kabûl edilmifldir. Fekat, necâsetin imbiklenmesi ile elde edilen s›v› necsdir. Çünki, bunu kullanmakda zarûret yokdur. Bunun için rak› ve ispirto kaba necs
olup içilmeleri flerâb gibi harâmd›r. [Rak›n›n, ispirtonun necs ve harâm oldu¤u (Merâk›l-felâh)da Tahtâvî hâfliyesinde yaz›l›d›r. O hâlde, alkollü içkiler ve zarûretsiz
kullan›lan kolonya, ispirto ve tentürdiyod gibi alkollü ilâclar, nemâz k›larken, elbiseden ve deriden y›kan›p temizlenecekdir. ‹kinci k›sm, k›rkikinci maddeye bak›n›z!] ‹spirto oca¤›nda ›s›t›lan yemek necs olmaz.
[(Dürr-ül-muhtâr)da, istincâ fasl› sonunda, (Toprak ve sudan biri temiz ise, kar›fl›mlar› olan çamur temiz olur. Fetvâ da böyledir) diyor. (Eflbâh)›n dördüncü
ka’idesinde de böyle yaz›l›d›r. ‹bni Âbidîn, (Dürr-ül-muhtâr)› aç›klarken diyor ki,
(Âlimlerin ço¤unun böyle söyledi¤i (Feth-ul-kadîr)de yaz›l›d›r. Böyle fetvâ verildi¤i, (Bezzâziyye)de yaz›l›d›r. ‹mâm-› Muhammed fieybânî böyle buyurdu. Bu çamur necs olur diyenler de vard›r. Fekat, bunlara göre de temiz toprak ile gübre kar›fl›m› temiz kabûl edilir. Çünki bunda ihtiyâc vard›r.) (Tergîb-üs-salât)da diyor ki,
[ba’z› âlimlere göre] gübre kar›fl›k s›va, temiz su ile yap›lm›fl ve gübresi çamurdan
az ise, temiz kabûl edilir. 245.ci sahîfede 6.c› maddeye bak›n›z!
‹htiyâc oldu¤u için hâz›rlanan kar›fl›mlardaki iki maddeden biri temiz ise ve necs
olan›n yerine temizini kullanmakda harac varsa, birinci kavle göre kar›fl›m›n da temiz olaca¤› anlafl›lmakdad›r. ‹spirtolu ilâclar, kolonya, mürekkeb ve vernikler
– 154 –
ve boyalar böyledir. fiâfi’î mezhebinde, necs s›v›lar›n, ilâc ve itriyât islâh› için
kullan›lan mikdârlar›n›n afv edildikleri, (El-f›kh-ü alel-mezâhib-il-erbe’a)da ve molla Halîl Si’ridînin (El-ma’füvât) kitâb›n›n Süleymân bin Abdüllah Si’ridî “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” flerhinin 1368 [m. 1949] Kam›fll› bask›s›nda yaz›l›d›r. Harac oldu¤u zemân, za’îf olan kavle uymak câiz oldu¤u, bu iki kitâbda ve kitâb›m›z›n ikinci k›sm, 1. ci maddesinde yaz›l›d›r. Bunun için, zor durumda kal›nca, hanefî ve flâfi’î mezhebinde olan›n, böyle kar›fl›mlar›n çok mikdâr› ile birlikde nemâz
k›lmalar› câiz olmakdad›r. Temiz kabûl edilen ilâc›n, zarûret olmadan içilemiyece¤i, tevekkül bahsi sonunda yaz›l›d›r.]
Necâsetden hâs›l olan amonyak gaz›n›n meydâna getirdi¤i niflad›r temizdir.
Necâset üzerinden kalk›p uçan tozlar, sinekler, elbiseye, suya gelirse, pis yapmaz.
Köpe¤in basd›¤› çamurun necs [pis] olmamas› sahîhdir. [(Hadîka) sonunda diyor ki, (Elbisenin bir yerine necâset bulaflsa, bulaflan yeri unutsa, zan etdi¤i yerini y›kasa, temizlendi kabûl edilir. Yafl aya¤› ile necs yerde yürüse, yer kuru ise, ayaklar› necs olmaz. Yer yafl olup ayaklar› kuru ise, ayaklar› ›slan›rsa, necs olurlar. Köpe¤in mescidde yatd›¤› yer kuru ise, necs olmaz. Yafl olup, necâsetin eseri görülmezse, yine necs olmaz. Ayakkab› ile k›l›nan nemâz›n sevâb›, ç›plak ayakla k›l›nandan katkat fazlad›r. Üzerinde necâset görülmedikçe, sokakda gezilen ayakkab› da böyledir. Vesvese ve flübheye ehemmiyyet verilmez. ‹çki satandan al›nan elbise, hal› ve sâire temiz kabûl edilir. Baflkas› yan›nda gusl abdestinden sonra,
pefltemal› ç›karmadan ve s›kmadan üzerine üç kerre su dökünce temiz olur. Her
fleyde asl olan, tahâretdir. Necâset bulafld›¤› kesin bilinmedikce, zan etmekle necs
denilmez. Ehl-i kitâb›n dâr-ül-harbde kesmifl olduklar› hayvan, aksi sâbit olmad›kca, temiz kabûl edilir. Mecûsînin, kitâbs›z kâfirlerin etli yemeklerini yimek, hayvan› onlar›n kesdi¤i kat’î bilinmedi¤i için, tenzîhen mekrûhdur. fiimdi kasabdan
al›nan etler de böyledir.)]
Necâset, her temiz su ile, abdest ve gusl al›nm›fl su ile, sirke ve gül suyu gibi ak›c› mây›’larla ve tükürük ile temizlenir. Süt ve ya¤la temizlenmez.
Abdestde, guslde kullan›lan suya (Müsta’mel su) denir. Bu su, ‹mâm-› a’zama
göre kaba necâsetdir. Ebû Yûsüfe göre, hafîf necâsetdir. ‹mâm-› Muhammede göre temizdir “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ”. Fetvâ da böyledir. Bununla necâset temizlenir. Fekat, abdest al›nmaz ve gusl edilmez. fiâfi’îde de böyledir. ‹çmek ve hamur yapmak mekrûhdur. Pefltemala, elbiseye, kurnaya s›çrarsa ve necâset temizlemekde kullan›lan her su, i¤ne ucu kadar s›çrarsa, kab› ve elbiseyi pisletmez. Necâset temizlemekde kullan›lm›fl sular, bir yerde birikirse, bu suya bulaflan fleyler,
pis olur. Abdestsiz veyâ cünüb olan kimse veyâ hâid kad›n veyâ müflrik, kâfir, necâset bulaflmam›fl olan avucunu bir yere sokup su alsa veyâ kolunu sokup, içindeki tas› alsa, o yerdeki su dört mezhebde de pis olmaz. Necâset üzerinden akan suyun yar›dan fazlas› necâsete temâs ederse, bu su pis olur. Az› de¤erse ve necâsetin üç s›fat› suda bulunmazsa, pis olmaz. Necâset yan›nca, külü temiz olur. Tezek
yakarak ›s›t›lan f›r›nda, ekmek piflirilir. Merkeb, domuz ve lefl, tuz içine düflüp, tuz
olsalar, temiz olurlar. Kuyuya düflen gübre, zemânla çamur hâline gelse, temiz olur.
Müsta’mel su, mâlikîde hem temizdir. Hem de temizleyicidir. Ya’nî müsta’mel su
ile abdest al›n›r ve gusl edilir. [Menâhic-ül-ibâd]
fi›ra, ya’nî üzüm suyu temizdir. fierâb hâline dönünce pis olur. fierâb, sirke
olunca temiz olur. Elbisenin veyâ vücûdun bir yerine necâset gelse, bu yeri bulamasa, zan etdi¤i yeri y›kasa temiz olur. Nemâzdan sonra meydâna ç›ksa, nemâz›
iâde etmez. Dö¤en hayvan› bu¤day›n bir yerine bevl etse, herhangi bir parças› y›kansa veyâ hediyye verilse, yinilse veyâ sat›lsa, geri kalanlar temiz olur.
Kurudukdan sonra da görülen pislikler, kan, yukar›da bildirildi¤i üzere, bulundu¤u yerden ç›kar›l›p, kendisi ve eseri giderilince, o yer temiz olur. Y›kamakda belli bir aded yokdur. Bir kerre y›kamakla da ç›karsa kâfîdir. Necâset giderilip de, ese– 155 –
ri, ya’nî renk ve koku kal›rsa, zarar› olmaz. S›cak veyâ sabunlu su lâz›m gelmez.
Necs boya ile boyanan kumafl ve beden, üç kerre y›kan›nca temiz olur. Su renksiz ak›ncaya kadar y›kamak dahâ iyidir. Deri alt›na necâset, meselâ ispirtolu ilâc fl›r›nga edilse, i¤ne yerini üç kerre y›kay›nca temiz olur. Necâseti ç›karmak için deriyi kald›rmak lâz›m olmaz. Deriye, yaraya sürülen necs ilâc›n ete kar›flan k›sm› ve necs
sürme çekilen göz y›kanmaz. D›flar›da kalan k›sm ve yara üstündeki kurumufl kan,
zarar vermiyecek fleklde y›kan›p giderilir. Zarar olursa y›kanmaz. Fekat üzerinde dirhem mikdâr› necâset bulunan kimse imâm olamaz. Görülmiyen necâsetler, meselâ
ispirto ve idrâr bulaflan eflyâ, le¤ende, çamafl›r makinesinde, ayr› sular ile, temizlendi¤i zan edilinceye kadar y›kan›r. Bir kerre y›kamakla temizlenirse, kâfî olur. Y›karken, makinedeki su ve di¤er eflyâ, necs olmazlar. Vesvese, flübhe edenlerin üç kerre y›kamas› ve hepsinde s›kmas› lâz›md›r. Herkesin, kendi kuvveti kadar s›kmas› kâfîdir. Çürük, ince veyâ büyük oldu¤u için s›k›lm›yan eflyâ, meselâ hal›, beden, deri
gibi necâseti emen fleyler, her üç y›kay›flda, kurutulur. Ya’nî, su damlamas› kesilinceye kadar beklenir. Desti, çanak ve bak›r gibi necâseti emmiyen fleyleri ve denizde, derede [muslukda] y›kanan herfleyi s›kmak ve kurutmak lâz›m de¤ildir.
(Halebî)de diyor ki, (Mutlak su ile ve mukayyed su ile ve her temiz mâyi’ [s›v›] ile necâset temizlenir. Çocuk, memedeki kusmu¤unu yalarsa ve eline kan, flerâb bulaflan kimse, bunu yalay›p tükürse, eli de, a¤z› da temiz olur. Elbise, yalamakla temiz olmaz. Y›kamak lâz›md›r. Her hayvan›n safras›, bevli gibidir. H›nz›rdan baflka her hayvan ve insan ölünce, k›l›, kemi¤i, siniri ve difli pis olmaz. Elini
kediye yalatmak mekrûhdur. Yafl don giyen, yellense, don necs olmaz. Lefl derisi,
necs olm›yan madde ile daba¤lan›nca temiz olur. Necs madde ile, meselâ lefl ya¤›
ile daba¤lanm›fl ise, üç kerre y›kay›p s›kd›kdan sonra temiz olur. Eti yinmiyen hayvan, ahkâm-› islâmiyyeye uygun kesilince yaln›z derisi temiz olur. Domuz derisi,
y›lan derisi ve insan derisi hiç temiz olmaz. Ç›plak kimse, daba¤lanmam›fl lefl derisi ile örtünemez. Böyle deri sat›lamaz. Çünki, kendisi pisdir. Pislenmifl kumafl böyle de¤ildir. Kat› ya¤ içine fâre düflerse, fâreye temâs eden ya¤ at›l›r. Geri kalan ya¤
temiz olur. S›v› ya¤a fâre düflse, hepsi pis olur. Necs ya¤ ile ve domuz ya¤› ile ya¤lanan kösele, y›kan›nca temiz olur.
Deniz hayvanlar›ndan, yimesi câiz olm›yanlar da, temizdir. Bu¤day içine deve pisli¤i düflüp un yap›lm›fl ise veyâ s›v› ya¤ veyâ süt içine düflmüfl, sonra ç›kar›lm›fl ise,
üç s›fat›ndan biri görülmedikçe yiyip içmek câiz olur. Pis kumafl›n temiz taraf›nda nemâz k›l›n›r. Ayakkab›s›, çorab›, mesti temiz olan kimse necs yerde nemâz k›larsa, kabûl olmaz. Bunlar› ç›kar›p, bunlar›n üstüne basarsa kabûl olur. Bunlar›n alt› pis olunca da böyledir). Tavuk kesilip, tüyleri dökülmek için, karn› yar›lmadan, kaynar suya konursa necs olur. [Ebüssü’ûd efendi fetvâs›, dördüncü sahîfesinde buyuruyor ki,
(Bir tavuk bo¤azlan›p içi ve gursa¤› ç›kar›lmadan, kaynar suda hafllasalar, yolsalar,
yimesi halâl olmaz, harâmd›r. Kesip içi ve gursa¤› ç›kar›l›p, içi y›kand›kdan sonra hafllan›rsa, tüylerine necâset bulaflmam›fl ise, yimesi halâl olur). (Redd-ül-muhtâr)da diyor ki, (Kaynam›yan s›cak suda b›rak›lan, içi boflalt›lmam›fl tavu¤un yaln›z derisi necs
olur, yolunup, içi boflald›kdan sonra, üç kerre, so¤uk su ile y›kan›nca, heryeri temiz
olur. ‹flkembe de, böyle üç kerre y›kamakla temiz olur).]
Herhangi eti, flerâb veyâ ispirto ile kaynat›nca, et necs olur. Hiçbir sûretle temizlenemez. Üç kerre temiz su ile kaynat›p, herbirinde so¤utulunca, temiz olur da
denildi. Necâset kar›flm›fl sütü, bal›, pekmezi temizlemek için, biraz su ile kar›fld›r›p, su uçuncaya kadar kaynat›l›r. S›v› ya¤› temizlemek için, su ile çalkalay›p, üste ayr›lan ya¤ al›n›r. Kat› ya¤ su ile kaynat›l›r. Sonra al›n›r.
fiâfi’î mezhebinde, karada yafl›yan hayvanlar›n leflleri necs oldu¤u gibi, bunlar›n bütün parçalar›, tüyleri, k›llar›, kemikleri, derileri ve bunlardan ç›kan, yumurtadan baflka herfley necsdir. ‹nsandan ve kara hayvanlar›ndan ç›kan ak›c› kanlar
ve serhofl eden her içki necsdir. fiâfi’îde h›nz›r›n ve kelbin bütün bedeni de necâ– 156 –
set-i galîzad›r. [Tüyleri yafl iken] Temâs etdikleri her yer necs olur. Buralar› temizlemek için, yedi kerre y›kan›r. Bunlardan birine toprak kat›p, bu bulan›k su ile y›kan›r veyâ necs fley suya konup üzerine toprak serpilir ve y›kan›r. Yâhud üzerine
önce toprak, sonra su konur. Toprakl› su ile y›kamadan önce necâseti izâle etmek
lâz›md›r. Necâsetin yeri yafl ise, önce toprak koymamal›, di¤er iki usûlden biri ile
y›kamal›d›r. Necâsetin izâlesi birkaç y›kamakla olursa, bunlar›n hepsi bir y›kamak
say›l›p, sonra alt› kerre dahâ y›kamak ve bunlardan biri toprakl› olmak lâz›md›r.
Kokusunu, rengini, tad›n› ç›karmak için olan y›kamalar›n herbiri ayr› y›kamak say›l›r. Bu iki hayvandan baflka necâsetlerin, bir kerre de olsa, yaln›z mutlak su ile
y›kamakla temizlenmeleri kâfî olur. fiâfi’îde süt o¤lan›n›n bevli hafîf necâsetdir.
S›karak veyâ kurutarak izâle etdikden sonra, üzerine su serpince, akmasa dahî, temiz olur. O¤lan sütden mâada birfley, bir kerre bile yirse veyâ iki yafl›n› geçerse ve
süt emen k›z›n her zemân, bevllerini yaln›z su ile y›kayarak temizlemek lâz›m olur.
[Van ulemâs›ndan Muhammed Mazher efendi, (Misbâh-un-necât)da diyor ki, (Görünen necâset üç eseri kalmay›ncaya kadar ve bundan sonra da bir kerre [mutlak su
ile] y›kan›r. Bu eserler biraz kal›rsa, zarar› olmaz. Görünmiyen necâset üzerinden
suyu bir kerre ak›tmak kâfîdir. Kelb ile h›nz›r›n yalad›¤› kap ve k›llar› yafl iken elbiseye veyâ baflka fleye de¤erlerse, o fleyi alt› kerre temiz su ile ve bir kerre toprakl› su ile y›kamak lâz›md›r. fiâfi’îde nemâz vaktinden evvel teyemmüm câiz de¤ildir.
Teyemmüm, hastal›kda ve seferde yap›l›r. Mest üzerinde hiç delik olmamak ve abdest temâm oldukdan sonra, ikisini ayn› zemânda giymek lâz›md›r. Bütün kara
hayvanlar›n›n ölüsü necsdir. Kelb ve h›nz›rdan baflkas›n›n derileri daba¤lan›nca, pâk
olur ise de, eti yinmiyenlerin pâk olmaz, postlar› üzerinde nemâz k›l›nmaz.)]
‹ST‹NC — Önden ve arkadan necâset ç›k›nca, bu yerleri temizleme¤e istincâ
denir. Gaz, tafl ç›k›nca temizlemek, ya’nî tahâretlenmek lâz›m de¤ildir. ‹stincâ, ya’nî
tahâretlenmek sünnet-i mü’ekkededir. Ya’nî halâda abdest bozuldukdan sonra
erkek ve kad›n›n, tafl ile veyâ su ile, önünü ve arkas›n› temizliyerek, idrâr ve pislik b›rak›lmamas› sünnetdir. Kaç kerre y›kamak lâz›m oldu¤u sünnet de¤ildir. Tafl
ile temizlendikden sonra, ayr›ca su ile y›kamak sünnetdir. Fekat, baflkas›n›n yan›nda avret yerini açmadan su ile istincâ yapam›yacaksa, pislik fazla olsa bile, su ile istincâdan vazgeçer. Avret yerini açmaz. Nemâz› öyle k›lar. Açarsa fâs›k olur. Harâm
ifllemifl olur. Tenhâ bir yer bulunca su ile istincâ yapar ve nemâz› iâde eder. Abdest
bozmak için ve gusl abdesti almak için, zarûret olunca erkek, erkekler aras›nda ve
kad›n, kad›nlar aras›nda avret yerini açabilir sözü za’îfdir. Gusl yerine teyemmüm
etmek lâz›m olur. Çünki, ‹bni Âbidîn, yüzdördüncü sahîfede buyuruyor ki, (Bir emri yapmak, bir harâm ifllemesine sebeb olursa, harâm› ifllememek için, o emr [te’hîr
edilir veyâ] terk edilir, yap›lmaz). [Harâm ifllememek için farz terk edilince, harâm
ifllememek için sünnet elbette terk edilir. (‹bni Âbidîn sahîfe: 105). Mekrûh ifllememek için bile, sünneti terk etmek lâz›m geldi¤i, (Uyûn-ül-besâir)de yaz›l›d›r.]
Kemik, ta’âm, gübre, tu¤la, saks› ve cam parçalar›, kömür, hayvan yemi ve
baflkas›n›n mal› ile ve muhterem, ya’nî para eder fleyler, meselâ ipek ile, câmi’den
at›lan fleylerle, zemzem suyu ile, yaprak ile, k⤛d ile istincâ tahrîmen mekrûhdur.
Bofl k⤛da da sayg› lâz›md›r. Muhterem olm›yan ismler, dîne yaram›yan yaz›lar
bulunan k⤛d ve gazete ile istincâ câizdir. Fekat, islâm harfleri ile yaz›lm›fl hiçbir
k⤛dla istincâ edilmez. Menî ve bevli, bez ile temizleyip sonra, bezi y›kamak câizdir. Zevci ve zevcesi olm›yan a¤›r hastan›n istincâ yapmas› lâz›m de¤ildir. Fekat,
kendine abdest ald›rmas› lâz›md›r. Önü ve arkay› k›bleye dönerek ve ayakda ve
özrsüz ç›plak abdest bozmak mekrûhdur. ‹drâr toplanan yerde gusl câiz de¤ildir.
Gusl edilen yere bevl yapmak câiz de¤ildir. Fekat, bevl akar, gider, toplanmazsa,
bunlar câiz olur. ‹stincâda kullan›lan su, necs olur. Elbiseye s›çratmamal›d›r. Bunun için, istincâ yaparken, avret yerini açmak, tenhâ yerde yapmak lâz›md›r.
Musluk bafl›nda, elini donunun içine sokup, idrâr yerini, avucdaki suya sürerek y›– 157 –
kamakla, istincâ yap›lmaz. ‹drâr damlas› bulafl›nca, avucdaki su, necs olur ve
damlad›¤› çamafl›r pis olur. Bu suyun damlad›¤› yerlerin toplam› avuc içinden
fazla olursa, nemâz sahîh olmaz. ‹mâm ise, arkas›nda nemâz k›l›nmaz. ‹ki eli çolak olan›n, istincâ yapd›racak mahremi yoksa, istincâ yapmas› sâk›t olur [Kâdîhân].
Erkeklerin yürüyerek, öksürerek veyâ sol tarafa yatarak (‹stibrâ) etmesi, ya’nî
idrâr yolunda damlalar b›rakmamas› vâcibdir. Kad›nlar istibrâ yapmaz. ‹drâr
damlas› kalmad›¤›na kanâ’at gelmeden abdest almamal›d›r. Bir damla s›zarsa,
hem abdest bozulur, hem de elbise kirlenir. Çamafl›ra avuç içinden az s›zarsa, abdest al›p k›ld›¤› nemâz mekrûh olur. Çok s›zarsa, nemâz sahîh olmaz. ‹stibrâda güçlük çekenler, arpa kadar nebâtî pamuk idrâr deli¤ine koymal›d›r. S›zan idrâr› pamuk emer. Hem abdest bozulmaz, hem de don kirlenmez. Yaln›z pamuk uzun olup
ucunun d›flarda kalmamas› lâz›md›r. Ucu d›flarda kal›r ve bevl ile ›slan›rsa, abdest
bozulur. fiâfi’îler, Ramezân-› flerîfde, pamuk koymamal›d›r. Çünki, fiâfi’î mezhebinde orucu bozar. [Abdestde ve nemâzda flâfi’îyi taklîd eden hanefî pamuk koyunca, orucu bozulmaz. ‹htiyârlarda ve hastalarda, zeker küçülüp, üzerine sar›l›
bez ç›k›yor. Böyle kimseler, küçük naylon torbaya, mendil kadar bez yerlefldirip,
zeker ve husyeleri torbaya koyar. Torban›n a¤z›n› ba¤lar. Beze dirhemden fazla idrâr s›zar ise, abdest al›rken, bez de¤ifldirilir. ‹drâr kaç›ran, fekat özr sâhibi olm›yan kimse, temiz olarak ba¤lad›¤› bezde yafll›k görür, ne vakt damlad›¤›n› bilmezse, yüzotuzsekizinci sahîfede yaz›l›, hayz kan›nda oldu¤u gibi, gördü¤ü anda damlad› say›l›r. fiübhe eden kimse, nemâza dururken beze bakar. Yafll›k görür ise, yeniden abdest al›r. Nemâzda iken flübhelenirse, selâm verince hemen bak›p, damlam›fl görür ise, nemâz›n› iâde eder. Selâmdan birkaç dakîka sonra bak›p görürse,
nemâz›n› abdestli k›lm›fl say›l›r.] ‹stibrâdan sonra istincâ yap›l›r. Su ile istincâdan
sonra bez ile kurulan›r. Her kad›n, her zemân, önüne (Kürsüf) denilen bez veyâ
pamuk koymal›d›r. Ellidördüncü maddeye bak›n›z!
[‹drâr, kan kaç›ranlar›n ve necâset temizlemekde zahmet çekenlerin Mâlikî
mezhebini taklîd etmeleri, (Ma’füvât) flerhinde yaz›l›d›r. (El-f›kh-u alel-mezâhibil erbe’a)da diyor ki, (Mâlikî mezhebinde, sa¤lam insandan ç›kan bevl, menî, mezî, vedî, istihâza kan›, gâit ve yel abdesti bozar. Mak’atdan ve bedenden tafl, solucan, cerâhat, sar› su, kan ç›k›nca bozulmaz. Abdesti bozanlar, hastal›k ile ç›karsa
ve ç›kmas› men’ olunamazsa, iki kavl vard›r. Birinci kavlde bevl, bir nemâz vaktinin yar›s›ndan çok devâm eder ve ç›kma zemân› belli olmazsa, abdesti bozmaz. ‹kinci kavle göre, bu üç flart olmasa da, hastan›n abdestini bozmaz. Ç›kmad›¤› zemân
abdest almas› müstehab olur. Hastalar›n, ihtiyârlar›n, abdest almakda harac ve meflakkat oldu¤u zemân, bu kavli taklîd etmeleri sahîh olur. Bevlin kesildi¤i zemân›
belli ise, bu zemânda abdest almas› iyi olur. ‹stibrâ zemân› uzun süren veyâ sonralar› damlayan ve bir nemâz vakti devâml› akmad›¤› için özrlü olam›yan hanefî ve
flâfi’îler, mâlikî mezhebini taklîd eder. ‹bni Âbidîn, Talâk-› ric’îde buyuruyor ki,
(Âlimlerimiz, zarûret olunca, mâlikîye göre fetvâ verdi. Bir mes’ele hanefîde bildirilmemifl ise, mâlikî taklîd olunur.) Kulaklar üstündeki cild, bafl demekdir. Mesh
edilmesi farzd›r. Bu cildin, yüz say›larak gasl edilmesi, hanefî kitâblar›nda yaz›l› de¤ildir. Lezzet kasd ederek, nikâhlamak câiz olan kad›n›n cildine, saç›na dokunmak
bozar. Guslde a¤z› ve burnu y›kamak farz de¤il, sünnetdir. Her nemâz vakti için ayr› teyemmüm yap›l›r. Kelb [köpek] ve h›nz›r [domuz] necs de¤ildir. Fekat, yinilmeleri harâmd›r. Bal›¤›n dahî kan› necsdir. Necâsetden tahâret bir kavle göre farz, di¤er kavle göre sünnetdir. Bâsûr, idrâr, gâita damlalar› bedene, çamafl›ra bulafl›rsa
afv olur. ‹nsan›n ve hayvan›n kan›n›n, yara, çiban suyunun avuç içi kadar› afv
olur. Nemâzda her rek’atde Fâtiha okumak ve rükü’da, secdelerde tumânînet
[sâkin durmak] farzd›r. ‹mâm›n gizli okudu¤u rek’atlerde cemâ’atin Fâtiha okumalar› müstehab, âflikâre okudu¤u zemân cemâ’atin de okumas› mekrûhdur. K›yâmda, sa¤ el sol elin üstünde olarak, gö¤üs ile göbek aras›na koymak veyâ iki eli
– 158 –
iki yana sal›vermek müstehabd›r. Farzlarda (E’ûzü...) okumak mekrûhdur. Fâtihay› rükü’da temâmlamak nemâz› bozar.)
(Ez-Zehîre lil Kurâfî) Mâlikî f›kh kitâb›n›n ikinci bask›s›, 1402 [m. 1982] de M›srda yap›lm›fld›r. Buyuruyor ki, (‹mâm-› Mâlik, avâm›n müctehidleri taklîd etmeleri vâcibdir buyurdu. Mezhebler, Cennete götüren yollard›r. Bunlardan birinde ilerliyen Cennete gider.)
‹mâm-› Mâlikden ‹bnül-Kâs›m “rad›yallahü anhümâ” yolu ile gelen rivâyetleri hâvî (El-müdevvene) kitâb›n›n son bask›s› Beyrutda yap›lm›fld›r. Burada buyuruyor ki, (Kad›n›n el ayas›, fercine dokununca abdesti bozulmaz. So¤ukdan, hastal›kdan devâml› mezî s›zarsa abdest bozulmaz. fiehvetle, düflündükçe s›zarsa bozulur. ‹stihâza kan›, idrar s›zarsa, bir kavle göre bozulmaz ise de, her nemâz için
abdest almas› müstehab olur. Abdestde sakal hilâllanmaz. Ehl-i bid’at arkas›nda
nemâz k›l›nmaz). Kafl, kirpik ve seyrek sakal›n alt›n› ›slatmak, s›k sakal›n üstünü
y›kamak farzd›r. Ayak parmaklar› aras›n› hilâllamak müstehabd›r. Abdestden
sonra, bez ile kurulanmak câizdir. Abdestin farzlar› yedidir. Guslün farzlar› befldir. Hayât›n, mal›n gitmesi, hasta olmak, hastal›¤›n artmas›, flifân›n gecikmesi
korkusu varsa teyemmüm câiz olur. Müslimân tabîb bulamazsa, kâfir tabîbe ve tecribelere i’timâd olunur.] El ile y›kanan birfley temiz olunca, el de temiz olur.
(Dürr-ül-muhtâr) beflinci cildde, alt›n ve gümüfl kullanma¤› anlat›rken diyor ki,
insanlar›n birbirleri aras›nda olan ifllere (Mu’âmelât) denir. Mu’âmelâtda bir fâs›k›n veyâ kâfirin sözü de kabûl edilir. Akll› olan çocuk ve kad›n da erkek gibidir.
Bunlardan biri, bu eti kitâbl› kâfirden ald›m derse, yimesi halâl olur. [Çünki, eskiden eti, hayvan› kesen satard›.] Bir kiflinin haber vermesi ile mülk yok olmaz. Bir
müslimân, et sat›n alsa, sâlih bir müslimân (bu eti, kitâbs›z kâfir kesdi) dese, bu et,
sat›n al›nan kimseye geri verilemez ve sat›n alan›n, paras›n› ödemesi lâz›m olur.
Çünki, etin lefl oldu¤unu bilmeden sat›n al›nca, mülkü olmufldur. Bir mülkü giderecek haberi iki erke¤in veyâ bir erkekle iki kad›n›n bildirmeleri lâz›md›r. Mu’âmelât üçe ayr›l›r: Birincisi, ikisinin de yapma¤a mecbûr olmad›¤› mu’âmeledir. Vekîl,
mudârib ve iznli olmak böyledir. ‹kincisi, ikisinin de yapmas› lâz›m olan ifllerdir.
Da’vâ konusu olan haklar böyledir. Üçüncüsü, birisinin yapmas› lâz›m olur. Di¤erinin lâz›m olmaz. Vekîli azl etmek, izni geri almak böyledir. Burada, vekîl ve
me’zûn art›k ifl yapamazlar. Azl eden ve izni geri alan ise, kendi hakk›n› kullanmakda serbestdir. ‹kincisinde, haber verende flâhidlik flartlar›n›n bulunmas› lâz›md›r.
Üçüncüsünde, haber verenlerin say›lar›na ve adâlet sâhibi olmalar›na bak›l›r.
Allah ile kul aras›nda olan ifllere (Diyânât) denir. Diyânâtda âdil ve bâlig bir müslimân›n sözüne inan›l›r. Bir kad›n da, bir erkek gibidir. Suyun pis oldu¤unu söylerse, bu su ile abdest al›nmaz. Teyemmüm edilir. Fâs›k [kötü kimse] veyâ hâli belli olm›yan bir müslimân söylerse, kendi arafld›r›r. Gâlib zann›na göre hareket eder.
Kâfir veyâ çocuk, suya pis derse ve inan›rsa, dökmeli, sonra teyemmüm etmelidir.
Hediyyede ve izn vermekde, bir çocuk sözü de kabûl edilir. ‹çeri buyurun deyince girilir. Çocu¤un sat›n almak için iznli olup olmad›¤› satan›n çok zan ile anlamas›na ba¤l›d›r.
Diyânâtda da, mülkü giderecek haberi, iki müslimân erke¤in veyâ bir erkekle
iki kad›n›n bildirmeleri lâz›md›r. Meselâ, zevc ile zevcenin süt kardefli olduklar›n› âdil bir müslimân söylerse, kabûl edilmez. Nikâhlar› bozulmaz.
‹bni Âbidîn, istincâ fasl› sonunda diyor ki, âdil bir kimse, bir etin lefl oldu¤unu söylese, meselâ mürted kesdi dese, bir baflka âdil de, lefl de¤il dese, meselâ müslimân kesdi dese, lefl kabûl edilir. Su ve her çeflid flerbet için ve ta’âm pis dese, öteki de pis de¤il dese, temiz kabûl edilir. Haber verenler çok ise, say›s› fazla olanlar›n dedikleri kabûl edilir. Temiz ve pis kumafllar kar›flm›fl ve temizleri az ise ve kaplar kar›fl›nca temizleri çok ise, temizlerini arafld›r›p, temiz zan etdiklerini kullan›r. Kaplar›n temizleri eflit veyâ az ise, hepsi pis kabûl edilir. ‹kinci k›sm, 41. ci maddeye bak›n›z!
– 159 –
57 — SULAR VE ÇEfi‹DLER‹
(Dürr-ül-muhtâr)da ve bunun aç›klamas› olan (Redd-ül-muhtâr)da buyuruyor ki:
Küçük abdest [ya’nî nemâz abdesti] ve boy abdesti [ya’nî gusl abdesti] almak için,
(Mutlak su) kullan›l›r. Ya’nî mutlak su hem temizdir, hem de temizleyicidir. Mutlak su demek, ismi yan›nda, baflka kelime söylenmiyen, yaln›z su denilen sulard›r.
Ya¤mur, dere, nehr, kaynak, kuyu, deniz ve kar sular›, mutlak sudur. Müsta’mel
su ve pis su ve çiçek suyu, üzüm suyu gibi, cinsi, s›fat› da söylenen sular mutlak su
de¤ildir. Bunlar ile abdest ve gusl al›nmaz. Bunlara (Mukayyed su) denir. Zemzem
suyu ile abdest ve gusl al›n›r. Mekrûh dahî de¤ildir. Güneflde durmufl su ile de câizdir. Fekat tenzîhen mekrûhdur.
A¤açdan, otdan, meyvadan, asmadan ç›kan, damlayan su temizdir. Fekat bunlar ile ve bunlar› s›karak ç›kar›lan sular ile abdest ve gusl câiz de¤ildir.
Mutlak suya, temiz birfley kar›fl›nca, kar›flan fley, sudan fazla ise, su mukayyed
olur. Kar›flan fleyin fazla olmas› dört dürlü olur: Birincisi, kat› fleyin meselâ süngerin, otun suyu temâm emmesi ile olur. ‹kincisi, sabun gibi temizleyici maddelerden olm›yan bir fleyin, su ile ›s›t›lmas› ile olur. Et suyu, bakla suyu böyledir. Bu hâlde, suyun üç s›fat› de¤iflmese de ve su ak›c›l›¤›n› gayb etmese de, mukayyed su olur.
Sabun, sedr gibi temizleyici madde ile ›s›t›lan su, ak›c›l›¤›n› gayb ederse, mukayyed olur. Üçüncüsü, bir kat› cismin suya so¤ukda kar›flmas›d›r. Kar›flan madde, suyun ismini de¤ifldirirse, koyu olmasa da, mukayyed su olur. Safranl› su, demir sülfatl› [zacl›] su boyac›l›kda, maz›l› su dabakc›l›kda kullan›lacak kadar madde erimifl ise, böyledir. Hurma nebîzi de böyledir. Hurma, kuru üzüm so¤uk suda b›rak›l›r. fiekeri suya geçince, kaynay›ncaya kadar ›s›t›l›r. So¤uyunca süzülür. Bu s›v›ya nebîz denir. Is›tmadan süzülürse, nakî’ olur. Suyun ismi de¤iflmedi¤i zemân, su
koyu olursa, ak›c›l›¤› kalmazsa, mukayyed olur. Ak›c›l›¤› kal›rsa, üç özelli¤i de¤iflse bile, temiz kal›r. ‹çine safran düflerek boyanm›fl su, fasulye, nohud, yaprak, meyve ve otlar›n so¤uk suda kalarak, rengi veyâ kokusu, tad› de¤iflen su, böyledir. Doymufl tuz eriyikleri ile abdest ve gusl câiz de¤ildir.
Dördüncüsü, suya mây›’ hâlinde bir maddenin kar›flmas›d›r. Küçük havuza
mây›’ [s›v›] hâlinde bir temiz cism kar›fl›nca, bu s›v›n›n üç s›fat› da suya benzemiyorsa, kar›fl›m›n iki s›fat› bozulursa, mukayyed olur. Biri de¤iflirse, mukayyed olmaz. Sirkeli su böyledir. Bir veyâ iki s›fat› suya benziyorsa, kar›fl›mda, suyun
benzemiyen bir s›fat› de¤iflince, mukayyed olur. Sütlü su böyledir. Çünki, kokusuz
olmalar› benziyor. Kavun suyu kar›flan su da böyledir. Çünki, renksiz ve kokusuz
olmalar› benziyor. Üç s›fat› da suya benziyorsa, kar›flan s›v› mikdâr› sudan çok veyâ müsâvî ise, mukayyed olup, abdest ve gusl câiz olmaz. Müsta’mel [abdestde, guslde kullan›lm›fl] suyun kar›flmas› böyledir. Müsta’mel su, temiz kabûl edildi¤ine göre, böyledir. Müsta’mel suyun küçük havuza, kurnaya akmas› ve abdestsizin elini, aya¤›n› sokmas› veyâ kendi girmesi hep ayn›d›r. ‹çine su akm›yan küçük havuzdan abdest alanlar›n derisine de¤en su mikdâr›, yar›s› oldu¤u ve havuza, az da olsa, necâset düfldü¤ü bilinmedikçe, buradan abdest almak câiz olur. Hergün suyu
de¤ifldirilen küçük havuzda birçok kimseler abdest alsa ve müsta’mel sular› havuza tekrâr düflse, câiz olur. Fekat, bu havuza, pek az da necâset düflerse, abdest almak, câiz olmaz. Ba’z› âlimlere göre, küçük havuza, bir uzv sokulup y›kan›nca, bütün havuz, müsta’mel su olur. Bunun için, su bol olan yerlerde, uzvlar› havuzda y›kamamal›, havuzdan avucla su al›p, d›flarda y›kamal›d›r. Suyu olm›yan yerlerde câiz diyen âlimlere göre, havuzda abdest ve gusl al›nabilir.
Gasb edilen su ile abdest sahîh ise de, harâmd›r.
‹çinde, ak›c› kan› olm›yan hayvân ölmüfl mutlak su ile, abdest ve gusl câizdir.
Akreb, tahta kurusu, sivrisinek ölüsü bulunan su ile câiz olur. Kan emmifl sülük
– 160 –
ölünce câiz olmaz. ‹pek böce¤i ve yumurtas› ve necâsetde yafl›yan kurdlar, ba¤›rsak solucanlar› ve meyve kurdlar› temizdir. Bunlardaki necâset bulafl›klar› pisdir.
Suda yafl›yan bal›k, yengeç, su kurba¤as›, suda ölünce, bu su ile abdest ve gusl
câizdir. Toprak kurba¤as› ve y›lan›ndan, ak›c› kan› olm›yanlar› da, suda ölünce
câiz olur. Bütün bunlar, sudan ç›kar›l›p, ölünce, ölüleri suya düflerse, yine câiz olur.
Kurba¤a, suda parçalan›rsa, yine câiz olur. Fekat içilmez. Çünki, eti harâmd›r. Ördek, kaz gibi karada do¤up, suda yafl›yan hayvân ölünce, küçük havuz, necs
olur.
Hanefîde, küçük havuza, flâfi’îde ise, kulleteynden az olan suya, az necâset
düflerse, üç s›fat› de¤iflmese de, necs olur. ‹nsan içmez ve temizlikde kullan›lmaz.
Üç s›fat› de¤iflirse bevl gibi olup hiçbir fleyde kullan›lmaz. Kulleteyn, beflyüz r›tld›r. R›tl 130 dirhem, dirhem 3,36 gramd›r. Kulleteyn, 220 kilo gram olmakdad›r.
Uzun zemân durmakla üç s›fat› de¤iflen su, pis olmaz. Kokan suyun sebebi bilinmezse, temiz kabûl edilir. Baflkas›na sorup, arafld›rmak lâz›m de¤ildir. Mu’tezileye inâd olmak için, ba’zan nehr yan›nda, havuzdan abdest almal›d›r.
Görünen veyâ görünmiyen necâset, hanefîde akar suya ve büyük havuza, flâfi’îde
kulleteyn mikdâr› olan suya, mâlikîde ise herhangi mikdârdaki suya düflerse, pisli¤in üç eserinden biri, ya’nî rengi, kokusu veyâ tad› belli olm›yan her taraf›ndan
abdest ve gusl câiz olur. Meselâ lefl varsa veyâ insan veyâ hayvân bevl yaparsa veyâ y›rt›c› hayvân içerse, afla¤› taraf›nda bir eseri görülmezse câiz olur. Ba’z› âlimlere göre, câiz olmas› için, necâsete de¤en suyun, de¤miyen sudan az olmas› lâz›md›r. Suyun devâml› akmas› flart de¤ildir. Necs yere su dökülerek, bir metre kadar
akar, üç s›fat› giderse, temiz olur. Birinde temiz, ötekinde pis su bulunan iki kap,
bir metre kadar yüksekden dökülünce, havada kar›fl›rlarsa, yere düflen su, temiz
olur.
Saman çöpünü sürükliyen suya, ak›c› su denir. Eni on zrâ’ [4,8 metre], boyu da
on zrâ’ olan kare fleklindeki havuza (büyük havuz) denir ki, sath› [alan›] yüz zrâ’
kare, ya’nî yirmiüç metre karedir. Muhîti [çevresi] onyedi metre olan dâirenin sath› da 23 metrekaredir. Derinli¤in az olmas› zarar vermez. Bir kimse, bir çukurdan
bir yol açarak, çukurdaki su, bu yolda akarken, bundan abdest alsa, müsta’mel suyu bir yerde toplansa, buradan da yol aç›p ak›t›lsa, akan su ile baflkas› abdest alsa ve su yine bir yerde toplansa, yine yol aç›lsa, böylece hepsinin abdesti kabûl olur.
Necâset eseri görülünceye kadar, akan su temiz olur. Bu misâlde, müsta’mel su, necs
kabûl edilmifldir. ‹çine devâml› su akan ve devâml› taflan [veyâ içinden devâml› su
al›p, iki al›fl aras›, su hareketsiz kalacak kadar uzam›yan] küçük havuz ve hamâm
kurnas›, akar su demekdir. Bunlar›n her taraf›ndan abdest al›n›r. Müsta’mel suyun
üstden taflmas› lâz›md›r. Dipdeki delikden akarsa, akar su gibi olmaz. Havuzun çok
küçük olup, müsta’mel suyun hepsinin ak›p gidebilmesi flart de¤ildir. Havuzun yüzü, buz tutmufl ise, buzu delince su buza de¤miyor ise, havuzdaki suyun yüzüdür.
E¤er de¤iyor ise, delikdeki suyun yüzü demekdir. Necs suya, temiz su gelip, karfl› tarafdan taflarsa, eseri kalm›yan taraflar› temiz olur. ‹çindeki kadar su tafl›nca,
hepsi temiz olur. Taflan su, necâset eseri görülmedikçe temizdir. Le¤en, kova gibi kaplar da böyledir. Meselâ necs kova, doldurulur ve taflarsa necâsetin üç eserinden biri görülmeyince su da, kova da temiz olur.
(Mâ-i müsta’mel), ya’nî abdestde veyâ guslde kullan›lan yâhud kurbet olarak
kullan›lan su, meselâ, yimekden önce ve sonra, sünnet oldu¤u için el y›kamakda
kullan›lan su, y›kanan uzvdan ayr›l›nca necs olur. Ba’z› âlimlere göre, baflka uzva,
elbiseye, yere düfldükden sonra necs olur. ‹lk düfldü¤ü yeri kirletmez.
Ebû Nasr Akta “rahmetullahi aleyh”, (Kudûrî) flerhinde diyor ki, (Bir suya, temiz fleyler kar›flsa, su ismi de¤iflmedikçe, rengi dönse bile, onunla abdest al›n›r).
– 161 –
Se’âdet-i Ebediyye 1-F:11
Yolda rastlanan bir suyun temiz oldu¤u iyi bilinir veyâ temiz oldu¤u çok zan edilirse, bununla abdest al›n›r. Hattâ, su az ise, buna necâset kar›fld›¤› iyi bilinmedikçe, bununla abdest al›n›r ve gusl edilir. Teyemmüm edilmez. Çünki, her suyun asl› temizdir, zan ile pis olmaz. Hâlbuki, zan ile, asl› üzere kal›r. Ya’nî temiz kabûl
edilir. ‹bâdetler, fazla zan edilmekle, temiz ve do¤ru olur. Îmân, i’tikâd ise, çok zan
ile do¤ru olamaz, iyi bilinmekle do¤ru olur. Hamâma giren kimse, kurnay› veyâ havuzu dolu görse, içine necâset bulafld›¤›n› bilmedikçe, o su ile abdest al›r ve gusl
edebilir. Su ak›t›p, kurnay› tafl›rma¤a lüzûm yokdur.
ARTIKLAR: Bir kabdan veyâ küçük havuzdan, bir canl› içerse, kalan suya (art›k) denir. S›v› ve yemek art›klar›n›n temiz olup olmamas›, art›¤› b›rakan›n tükürü¤ü gibidir. Her insan›n tükürü¤ü ve art›¤› temizdir. Kâfirin, cünübün art›¤› da temizdir. Cünüb, denize dal›p ç›k›nca, sonra su içerse temiz olur. Ya’nî, su içmesi a¤z›n› y›kamak olur. Art›¤›, müsta’mel su oluyor ki, müsta’mel suya necs diyenler vard›r denirse, müsta’mel olan, kalan su de¤il, içdi¤i sudur. Cünübün, y›kanmak için,
tas yerine kurnaya avucunu sokup su almas› câiz olup, kurnadaki su, müsta’mel olmad›¤› gibi, cünübün art›¤› da, müsta’mel say›lmam›fld›r. Kad›n›n art›¤›n›, yabanc› erke¤in içmesi ve erke¤in art›¤›n› yabanc› kad›n›n içmesi, lezzet alaca¤› için
mekrûhdur. O¤lanlar›n berberlik yapmas› ve hamâmda keselemesi de, lezzete
sebeb olursa, mekrûh olur. Baflkas›n›n tükürü¤ü de böyledir. Eti yinen hayvânlar›n a¤z›na necs sürülmedikçe, art›klar› temizdir. At da böyledir. Denizde ve karada yaflayan, ak›c› kan› olm›yan hayvânlar da böyledir. Bütün bunlar›n art›klar› ile
abdest ve gusl al›n›r ve necâset temizlenir. At sütü temizdir, içilir.
Domuzun, köpe¤in ve y›rt›c› hayvânlar›n ve henüz fâre yiyen kedinin art›klar›, etleri ve sütleri kaba necâsetdir. Bunlar› yimek, içmek harâmd›r. Art›klar›n› abdestde, guslde ve temizlikde kullanmak câiz de¤ildir. ‹lâç olarak da kullan›lmaz.
Mâlikî mezhebinde domuz ve köpek temizdir. Fekat bunlar› yimek, Mâlikî mezhebinde de harâmd›r. [27 Hazîran 1986 târîhli Türkiye gazetesinde diyor ki, (Ottava üniversitesi mütehass›slar›, onalt› millet üzerinde yapd›klar› tedkîklerde, domuz etinin, karaci¤erdeki öldürücü siroz hastal›¤›na sebeb oldu¤unu tesbît etdiler).] Fil ile maymun da, y›rt›c› hayvand›r. Bunlar, avlar›n› diflleri ile parçalar. Henüz flerâb [ve alkollü içki] içmifl olan insan›n art›¤› da böyledir. Serhofl, içkiden sonra, üç kerre, dili ile dudaklar›n› yalay›p, tükürü¤ünü yutar veyâ atarsa, sonra içdi¤i suyun art›¤› necs olmaz. Ya’nî tükürü¤ünde içkinin kokusu ve tad› kalmamas› lâz›md›r. Sokakda gezip, hep pislik yiyerek eti kokan tavuk, koyun ve devenin
eti ve art›¤› mekrûhdur. Böyle tavuk üç gün, koyun dört gün, deve ve s›¤›r on gün
soka¤a b›rak›lmazsa, eti ve art›¤› mekrûh olmaz. Necâset yidikleri bilinmezse, art›klar› mekrûh olmaz. Temiz su varken mekrûh olan art›klarla ve y›rt›c› kufllar›n
art›¤› ile ve fâre yidi¤i bilinmiyen kedinin art›¤› ile ve fârenin, ak›c› kan› olan y›lan›n art›¤› ile abdest almak tenzîhen mekrûhdur. Y›rt›c› kufllar›n gagas› temiz ise,
art›klar› mekrûh olmaz. Fârenin, kedinin eti necs ise de, art›klar›na, müstesnâ olarak, kaba necâset denilmedi. ‹kisinin art›¤›n› yimek, içmek, zenginler için mekrûh oldu. Fakîrler için mekrûh de¤ildir. Eflek ve kat›r art›¤› temizdir. Fekat, temizleyici olup olmad›¤› flübhelidir. Yaban efle¤ini yimek câizdir ve art›¤› temizdir. Su bulunmad›¤› yerde, mekrûh olan art›k ile abdest almak mekrûh olmaz. Böyle art›k su varken teyemmüm edilmez. Temiz su yok iken, eflek, kat›r art›¤› ile abdest al›n›r ve sonra teyemmüm edilir. Küçük çocu¤un elini suya sokmas›, kedinin
art›¤› gibidir. Ya’nî, eli temiz oldu¤u bilinmiyorsa, bu su ile abdest almak veyâ içmek, tenzîhen mekrûh olur. Art›¤› mekrûh olan bir hayvân›n üzerinde iken, nemâza durmak mekrûhdur. Bir hayvân›n teri, art›¤› gibidir. Meselâ, efle¤in teri temizdir.
Kifli noksân›n› bilmek gibi, irfân olmaz!
– 162 –
58 — SETR-‹ AVRET ve KADINLARIN ÖRTÜNMES‹
Mükellef olan, ya’nî âk›l ve bâlig olan insan›n nemâz k›larken açmas› veyâ her
zemân baflkas›na göstermesi ve baflkas›n›n bakmas› harâm olan yerlerine (Avret
mahalli) denir. Erke¤in ve kad›n›n avret mahallini örtmesi, hicretin üçüncü senesinde gelen, (Ahzâb) ve beflinci senesinde gelen (Nûr) sûrelerinde emr olundu. Hanefî ve fiâfi’î mezheblerinde erkeklerin, nemâz için avret mahalli, göbekden diz alt›na kadard›r. fiâfi’îde göbek, hanefîde diz avretdir. Buralar› aç›k olarak k›l›nan nemâz sahîh olmaz. Nemâz k›larken, vücûdün di¤er k›smlar›n›, [kollar›, bafl›] örtmek
[ve uzun cübbe ve antâri yoksa, çorap giymek] erkeklere sünnetdir. Aç›k k›lmalar› mekrûhdur.
Hür olan kad›nlar›n ellerinden ve yüzlerinden baflka her yerleri, bilekleri, sarkan saçlar› ve ayaklar›n›n alt›, nemâz için hanefîde avretdir. Ellerin üstü avret de¤ildir diyen k›ymetli kitâblar çokdur. Bunlara göre, kad›nlar›n bileklerine kadar
ellerinin üstü aç›k k›lmalar› câiz olur. Fekat, kitâblar›n hepsine uymufl olmak
için, kad›nlar›n elleri örtecek kadar uzun kollu nemâzl›k veyâ genifl bafl örtüsü ile
elleri örtülü olarak k›lmalar›, dahâ iyi olur. Kad›nlar›n ayaklar› nemâzda avret de¤ildir diyen de varsa da, bu âlimler de, nemâzda örtmesi sünnet, açmas› mekrûhdur dedi. [Sarkan saç›n da, ayak gibi oldu¤u (Kâdîhân)da yaz›l›d›r.] Erke¤in veyâ kad›n›n avret uzvlar›ndan herhangi birinin dörtde biri, bir rükn aç›k kal›rsa, nemâz bozulur. Az› aç›l›rsa bozulmaz. Nemâz› mekrûh olur. Meselâ, aya¤›n›n dörtde biri aç›k olan kad›n›n nemâz› sahîh olmaz. Kendisi açarsa hemen bozulur.
(Umdet-ül-islâm)da diyor ki, (Kad›n›n topuk kemi¤i veyâ bile¤i veyâ boynu veyâ saç› aç›k olarak k›ld›¤› nemâz› sahîh olmaz. ‹nce olup içindeki uzvun flekli veyâ rengi görünen kumafl, yok demekdir). fiâfi’îde kad›n›n iki elinden ve yüzünden
baflka heryeri her zemân avretdir.
‹bni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, (Redd-ül-muhtâr)da buyuruyor ki:
Avret yerini örtmek, nemâzda da, nemâz d›fl›nda da farzd›r. ‹pek ve gasb edilmifl, çal›nm›fl kumaflla örtülü olarak nemâz k›lmak tahrîmen mekrûhdur. Hiçbirfley bulam›yan bir erke¤in, yaln›z ipek bulunca, ipekle de örtmesi lâz›m olur. Yaln›z iken k›larken de, örtmek farzd›r. Temiz elbisesi bulunan kimsenin karanl›kda,
yaln›z iken de ç›plak k›lmas› câiz de¤ildir. Kad›nlar›n, nemâz d›fl›nda, yaln›z iken,
diz ve göbek aras›n› örtmesi farz olup, s›rt›n› ve karn›n› örtmesi vâcib, baflka yerlerini örtmesi edebdir. Evde yaln›z iken, bafl› aç›k dolaflabilir. Görünmesi câiz olan
onsekiz erkek yan›nda, ince bafl örtüsü örtmeleri evlâd›r. ‹yi olur. Yaln›z iken avret yeri, ancak özr ile aç›labilir. Meselâ halâda aç›l›r. Yaln›z olarak gusl abdesti al›rken açmak mekrûh olur veyâ câizdir veyâ küçük yerde câiz olur da denildi. Nemâz
d›fl›nda, necâsetli elbise ile de örtünmek lâz›m olur.
(El-f›kh-u-alel-mezâhibil-erbe’a)da diyor ki, (Erkeklerin ve kad›nlar›n nemâzda örtmeleri farz olan ve erkeklerin erkeklere ve kad›nlara ve kad›nlar›n mahremlerine göstermeleri harâm olan yerleri, dört mezhebde ayn› de¤ildir. Fekat, kad›nlar›n yüzlerinden ve avuç içlerinden ve d›fllar›ndan baflka yerlerini yabanc› erkeklere ve müslimân olm›yan kad›nlara göstermeleri ve bunlar›n bakmalar› üç
mezhebde de harâmd›r. Ancak, flâfi’îde, fitneye sebeb olaca¤› zemân, yüzü ve elleri de, yabanc› erkekler aras›nda avret olur.) Kad›nlar›n, yabanc› erkeklere yaln›z yüzünü ve avuçlar›n› açmas› câiz ise de, erkeklerin, müslimân olsun, kâfir olsun, yabanc› kad›nlar›n yüzlerine ve avuçlar›na flehvet ile bakmas› câiz de¤ildir. Kad›nlar›n bakmas› câiz olan yerlerine, meselâ yabanc› kad›nlar›n yüzlerine, avuçlar›na ve avret yerlerinin resmlerine ve konuflan çocuklar›n avret yerlerine, lüzûmsuz olarak flehvetsiz bakmak mekrûhdur. Konuflma¤a bafllamam›fl olan küçük çocuklar›n avret mahalli, yaln›z sev’eteyndir. Erkek çocuklar›n, on yafl›na kadar, k›zlar›n ise, gösteriflli olunc›ya kadar galîz avretlerine, bundan sonra, bütün avret yer– 163 –
lerine bakmak câiz de¤ildir. Hayvânlar›n avret mahalli yokdur. O¤lanlar›n yüzüne flehvet ile bakmak da harâm olup, flehvetsiz bakmak, güzel olsalar da câizdir.
(Fetâvâ-i Hayriyye)de diyor ki, (Fitne tehlükesi olunca, âk›l ve bâlig olan güzel o¤lan›, babas›, kendi evine, terbiyesi alt›na al›r. Sefere, ilm ö¤renme¤e, hacca
sakals›z göndermez. Bunu kad›n gibi korur. Fekat yüzüne peçe örtmez. Sokakda
her kad›n›n yan›nda iki fleytân vard›r. O¤lan›n yan›nda onsekiz fleytân vard›r.
Bunlara bakanlar› aldatma¤a çal›fl›rlar. Anan›n, baban›n meflrû’ emrlerine itâ’at
etmesi farzd›r. Fitne tehlükesi olm›yan âk›l, bâlig o¤lunu babas› zorla evinde tutamaz).
[(Mecma’ul-enhür)ün ikinci cildinde diyor ki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Yabanc› kad›nlar›n yüzlerine flehvet ile bakanlar›n gözlerine, k›yâmet günü ergimifl k›zg›n kurflun dökülecekdir) buyurdu. (Birgivî vas›yyetnâmesi)ni
flerh eden, Kâdî zâde, göz âfetlerini anlat›rken diyor ki, Nûr sûresi, otuzuncu
âyetinde meâlen, (Ey Resûlüm “sallallahü aleyhi ve sellem”! Mü’minlere söyle,
harâma bakmas›nlar ve avret yerlerini harâmdan korusunlar! Îmân› olan kad›nlara da söyle, harâma bakmas›nlar ve avret yerlerini harâm ifllemekden korusunlar!) buyuruldu.
(R›yâd-un-nâs›hîn)de diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” vedâ’ hacc›nda, (Yabanc› kad›na flehvet ile bakan bir kimsenin gözleri ateflle doldurulup, sonra Cehenneme at›lacakd›r. Yabanc› kad›n ile toka edenin kollar› ensesinden ba¤lan›p, Cehenneme sokulacakd›r. Yabanc› kad›n ile, lüzûmsuz yere flehvet ile konuflanlar, her kelimesi için, bin sene Cehennemde kalacakd›r) buyurdu. Bir hadîs-i flerîfde buyurdu ki: (Komflu kad›na ve arkadafllar›n kad›nlar›na flehvet ile bakmak,
yabanc› kad›nlara bakmakdan on kat dahâ günâhd›r. Evli kad›nlara bakmak, k›zlara bakmakdan bin kat dahâ çok günâhd›r. Zinâ günâhlar› da böyledir).
(Berîka) kitâb›nda diyor ki, (Üç fley, göze cilâ verir: Yeflilli¤e, akar suya ve güzel yüze bakmak) ve (Üç fley gözü kuvvetlendirir. Sürme çekmek, yeflilli¤e ve
güzel yüze bakmak) hadîs-i flerîfleri, bakmas› halâl olan kimselere bakman›n fâidesini bildirmekdedir. Yoksa, yabanc› kad›nlara, k›zlara bakmak, gözü za’îfletir
ve kalbi karart›r. Hâkim, Beyhekî ve Ebû Dâvüd bildiriyorlar ki, Ebû Ümâmenin
“rad›yallahü anh” bildirdi¤i hadîs-i merfû’da, (Yabanc› bir k›z› görüp de, Allahü
teâlân›n azâb›ndan korkarak, bafl›n› ondan çeviren kimseye Allahü teâlâ ibâdetlerin tad›n› duyurur) buyuruldu. ‹lk görmesi afv olunur. Bir hadîs-i flerîfde, (Allah için yap›lan cihâdda düflman› gözleyen veyâ Allah korkusundan a¤l›yan veyâ
harâmlara bakm›yan gözler, k›yâmetde Cehennem ateflini görmiyeceklerdir) buyuruldu].
Yedi veyâ on yafl›nda olan gösteriflli k›zlar ve onbefl yafl›n› dolduran veyâ bâliga olan bütün k›zlar, kad›n hükmündedir. Böyle k›zlar›n bafllar›, saçlar›, kollar›, bacaklar› aç›k olarak, yabanc› erkeklere görünmeleri ve erkeklere tegannî etmeleri, onlarla yumuflak, cilveli konuflmalar› harâm olur. Kad›nlar›n, yabanc› erkeklerle, al›fl verifl gibi, ihtiyâc oldu¤u zemân, fitneye sebeb olm›yacak fleklde, sert konuflmas› câizdir. Erkekler aras›nda yüzünü açmalar› da böyledir. Kad›nlar›n, bafl›, saç›, kollar›, bacaklar› aç›k soka¤a ç›kmalar› ve yabanc› erkeklere, lüzûmsuz yere, seslerini duyurmalar›, erkeklere flark› söylemeleri, plâk ile, film ile de duyurmalar›, Kur’ân-› kerîm, mevlid, ezân okuyarak duyurmalar› büyük günâhd›r. [Kad›nlar›n, k›zlar›n ince, dar veyâ kürklü örtü ile ve küpe, gerdanl›k gibi zînet eflyâs› aç›k olarak ve erkekler gibi giyinerek ve saçlar›n› erkekler gibi trafl ederek soka¤a ç›kmalar› harâmd›r. Bunun için, genifl bile olsa, pantalon ile örtünmeleri de
câiz de¤ildir. Pantalon, erkek elbisesidir. (Tergîb-üs-salât)daki hadîs-i flerîflerde,
(Örtülü olan ç›plaklara ve erkek gibi giyinen kad›nlara ve kad›n gibi giyinen,
süslenen erkeklere la’net edildi). Hele dar pantalon, erkeklere de câiz de¤ildir. Çünki, kaba yerleri d›flardan belli olmakdad›r. Bundan baflka, kad›nlar›n pantalon giy– 164 –
meleri eskiden de, flimdi de islâm âdeti de¤ildir. Dinsizlerden, islâm tesettürünü
bilmiyenlerden gelmekdedir. Harâmlar yay›lsa, yerleflseler de, islâm âdeti olamazlar. Kâfirlere benziyenin, onlardan olaca¤›, hadîs-i flerîfde bildirilmifldir. Pantalon,
manto alt›na giyilebilir ise de, mantonun pantalon yokmufl gibi dizleri örtmesi lâz›md›r. fialvar, çok genifl oldu¤u için, âdet olan yerlerde, kad›nlar için de, iyi bir örtü olur. Âdet olm›yan yerlerde fitneye sebeb olursa, kullanmas› câiz olmaz. Kâdî
Senâullah-› Pâni-pütî, fiâh Veliyyullah-› Dehlevînin (Tefhîmat) kitâb› sonundaki
yedinci vas›yyetini aç›klarken, (Gömlekle ve pefltemal sararak ve na’l›n giyerek ve
benzeri fleylerle soka¤a ç›kmak, eskiden islâm âdeti idi. fiimdi, bu âdetin bulunmad›¤› yerlerde, bunlarla soka¤a ç›kmak, gösterifl olur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, gösterifli, flöhret yapma¤› yasak etmifldir. Mü’minlerin âdeti olan fleylerle örtünmelidir. Ayr›l›k yapmamal›d›r) buyuruyor. Genifl manto ile
örtünmek âdet olan yerlerde, kad›n›n çarflafla soka¤a ç›kmas› da böyledir. Ayr›ca, islâm örtüsü ile alay edilmesine sebeb olarak, günâh da olur. ‹kinci k›sm otuzdokuzuncu maddenin sondan 3. cü sahîfesine bak›n›z! (Fâideli Bilgiler) 281 den
bafll›yarak kad›n›n örtünmesi uzun yaz›l›d›r.]
Nemâzda ve nemâz d›fl›nda, avret yerini baflkalar›n›n yan taraflardan görmemeleri için, örtmek farz olup, kendinden örtmesi farz de¤ildir. Rükü’da iken, kendi avret yerini kendi görürse, nemâz› bozulmaz. Fekat, bakmas› mekrûhdur. Cam gibi,
naylon gibi, alt›n›n rengi görünen fley ile, örtü olmaz. Örtü dar olup veyâ bol ise de,
herhangi avret yerine yap›fl›p uzvun belli olmas›, nemâza zarar vermez. Fekat,
böyle, baflkalar›na karfl› örtülmüfl olmaz. Baflkas›n›n, böyle belli olan kaba avretine bakmak harâmd›r. Erkeklerin (Sev’eteyn) denilen ön ve arka uzvlar› ve kaba etleri (Kaba avret)dir. Yorgan alt›nda ç›plak yatan bir hasta, bafl› yorgan içinde iken,
îmâ ile nemâz k›l›nca, ç›plak k›lm›fl olur. Bafl›n› yorgandan d›flar› ç›kar›p k›larsa, yorganla örtülü k›lm›fl olup, câiz olur. ‹nsan›n örtünmesi de¤il, avret yerinin örtünmesi flartd›r. Karanl›kda, yaln›z odada, kapal› çad›rda ç›plak k›lmak câiz de¤ildir.
Avret yerini örtmekden âciz kalan kimse, nemâzda oturdu¤u gibi veyâ dahâ iyisi, ayaklar›n› k›bleye uzat›p, elleri ile önünü örtüp, îmâ ile k›lar. Çünki, avret yerini örtmek, nemâz›n di¤er farzlar›ndan dahâ mühimdir. [Görülüyor ki, ç›plak kalan›n da, nemâz› vaktinde k›lmas›, kazâya b›rakmamas› lâz›md›r. Tenbellikle k›lm›yanlar›n ve kazâ nemâzlar›n› ödemiyenlerin, büyük suç alt›nda sorumlu olduklar›n›, buradan da anlamal›d›r.] Ç›plak olan, yan›nda bulunanlardan örtü ister.
Söz verilirse, vaktin sonuna kadar bekler. Su olmay›nca, suyu ümmîd edenin de vaktin sonuna kadar, su beklemesi, ancak bundan sonra teyemmüm etmesi lâz›md›r.
Paras› olan›n su ve örtü almas› lâz›md›r. Dörtde birinden az› temiz olan örtüden
baflka birfley bulam›yan kimsenin, bu örtü ile k›lmas› veyâ oturup îmâ ile k›lmas›
câiz olup, dörtde biri temiz olan örtü ile, ayakda k›lmas› lâz›md›r ve nemâz›n› iâde etmez.
Seferî olan, bir mil içinde, içmeden fazla su bulamazsa, necâsetli örtü ile k›lar
ve iâde etmez. Mukîm olan›n, ya’nî müsâfir olm›yan›n, necs örtü ile k›lmas› câiz
de¤ildir. Temizlemesi mümkin ve lâz›md›r. Çünki, flehrde su bulmak ihtimâli fazlad›r. Su bulunmad›¤› muhakkak ise, mukîm de necâsetli örtü ile k›labilir ve teyemmüm eder. (Redd-ül-muhtâr)›n beflinci cildinde buyuruyor ki:
‹nsanlar›n, birbirine görünmesi ve bakmas›, dört dürlüdür:
Erke¤in kad›na, kad›n›n erke¤e, erke¤in erke¤e, kad›n›n kad›na bakmas›d›r. Erke¤in kad›na bakmas› da dörde ayr›l›r:
Erke¤in yabanc› hür kad›na, kendi zevcesine ve kendi câriyelerine ve bakmas› câiz olan onsekiz akrabâs›na, baflkalar›n›n câriyelerine bakmas›d›r.
Erkeklerin yabanc› kad›n›n yüzünden ve avuçlar›n›n içinden ve d›fl›ndan baflka yerine bakmalar› dört mezhebde de harâmd›r. K›zlar›n yüzlerine flehvet ile bakmalar› da harâmd›r. Bunun için, k›zlar›n yüzlerini de örtmeleri lâz›md›r. Hasî, ya’nî
– 165 –
burulmufl, husyeleri ç›kar›lm›fl olan›n bakmas› da harâmd›r. ‹nsan› burmak harâmd›r. Hayvan›, ancak semizletmek için câizdir.
Erkeklerin, erke¤in göbe¤i ile dizi aras›na bakmalar› harâmd›r. Bunun d›fl›na,
flehvetsiz bakmalar› câizdir. Zevcesine ve kendi câriyelerine tepeden t›rna¤a kadar, flehvet ile dahî bakmas› ve bunlar›n ona bakmalar› câizdir.
[Erke¤in avret mahalli, üç mezhebde, göbek ile diz aras›d›r. Hanefîde diz avretdir. Göbek avret de¤ildir. fiâfi’îde, göbek avret olup, diz avret de¤ildir. Mâlikîde
her ikisi de avret de¤ildir. Hanbelî ve Mâlikînin bir rivâyetlerinde, erke¤in yaln›z
sev’eteyni avret oldu¤u (Mîzân-ül-kübrâ)da yaz›l›d›r. Uyluklar›n avret olmas›nda
icmâ’ olmad›¤› için, uyluklar› aç›k olanlardan, ehemmiyyet vermiyenler, kâfir olmakdan kurtulmakdad›r. fiî’îlere göre avret yeri de, yaln›z sev’eteyndir].
Erkek, nikâhla almas› ebedî, sonsuz harâm olan onsekiz kad›n›n ve baflkas›n›n
câriyelerinin bafl›na, yüzüne, gerdan›na, kollar›na, dizden afla¤› baca¤›na, flehvetden emîn ise, bakabilir. Gö¤üslerine, koltuk ve yanlar›na [bö¤ürlerine], uyluk
ve dizlerine ve s›rt›na bakamaz. Kad›nlar›n buralar›na da (Galîz) ya’nî (Kaba
avret) yerleri denir. Her kad›n›n, buralar›n› nemâzda, yabanc› erkeklerin yan›nda, flekli belli olmamak üzere genifl olarak örtmeleri lâz›md›r. Câriyeler, görünmesi câiz olan yerleri aç›k nemâz k›labilirler.
‹slâm dîninde, iki dürlü kad›n k›yâfeti vard›r: Birincisi, hür olan islâm han›mlar›, yüzlerinden ve ellerinden baflka, her yerini temâm örter. (Halebî-i kebîr)de,
meyyitin kefenini bildirirken diyor ki, (Erkekler kamîs ile, kad›nlar d›r’ ile örtünür. Her ikisi de, omuzdan aya¤a kadar örter. Kamîsin yakas› omuzdan, d›r’›n yakas› gö¤üsden aya¤a kadar aç›kd›r). Görülüyor ki, islâm kad›nlar›, flimdiki manto ile örtünmekde idi. Çarflafla örtünmeleri, sonradan âdet oldu. Genifl, uzun
manto, kal›n bafl örtüsü ve uzun çorap, flimdiki çarflaflardan dahâ iyi örtmekdedir.
(Dürer-ül-Mültek›te) dördüncü sahîfede diyor ki, (‹slâmiyyet, kad›nlar›n örtünmesi için belli bir örtü emr etmedi). ‹kincisi, câriye [ya’nî, harbde esîr al›nm›fl olan
hizmetci kad›n] k›yâfeti olup, erkeklerin yan›nda, bafllar›n›, saç, boyun, kol ve bacaklar›n› örtmeleri lâz›m de¤ildir. Müslimân ad› tafl›yan ba’z› kad›nlar›n, islâm han›m› k›yâfetini b›rak›p, câriye, hizmetci k›yâfetini be¤endikleri, esefle görülmekdedir.
Kâfirler, z›nd›klar, müslimân han›mlar›n› aldatmak için, (‹slâmiyyetin bafllang›c›nda kad›nlar örtünmezdi. Peygamber zemân›nda, müslimân kad›nlar›, bafllar›, kollar› aç›k gezerlerdi. Sonradan, k›skanç din adamlar›, kad›nlar›n örtünmelerini emr etdiler. Kad›nlar, sonradan kapand›. Umac› gibi oldu) diyorlar. Evet, kad›nlar aç›k gezerdi. Fekat, hicretin üçüncü senesinde (Ahzâb) ve beflinci senesinde (Nûr) sûreleri gelerek, Allahü teâlâ örtünmelerini emr eyledi. (Mevâhib-i ledünniyye)de diyor ki, (Hicretin yedinci senesinde, Hayber gazâs›ndan dönerken,
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, esîrler aras›ndaki Safiyyeyi “rad›yallahü
teâlâ anhâ” bir gece çad›r›na ald›. Eshâb-› kirâm, Safiyyenin zevce olarak m› flereflendi¤ini, yoksa câriye olarak hizmet mi etdi¤ini anl›yamad›lar. Zevcelere lâz›m olan hürmeti ve hizmeti yapabilmek için, bunu Resûlullaha da sorup anlama¤a s›k›ld›lar. Sabâh çad›rdan örtülü ç›kar›l›p, perde arkas›nda götürülürse, zevce
oldu¤unu anlar›z dediler. Perde içinde götürüldü¤ünü görerek, zevcelikle flereflenmifl oldu¤unu anlad›lar). Görülüyor ki, Resûlullah zemân›nda, hür kad›nlar, bütün bedenlerini örterlerdi. Bir kad›n›n, hizmetçi olmay›p, hür han›m oldu¤u, her
yerini örtmesinden belli olurdu.
Bakmas› câiz olan yere, flehvetden emîn olan›n dokunmas› da câizdir. Bir hadîs-i flerîfde, (Anan›n aya¤›n› öpmek, Cennet kap›s›n›n efli¤ini öpmek gibidir) buyuruldu. Fekat, yabanc› genç kad›n›n eline ve yüzüne bakmak câiz oldu¤u hâlde, flehvetden emîn olsa dahî, dokunmak, tokalaflmak câiz de¤ildir. Herhangi kad›n ile zinâ etmek veyâ herhangi bir yerine flehvet ile dokunmak, unutarak veyâ yan›larak
– 166 –
bile tutsa, hanefîde ve hanbelîde (Hurmet-i musâhere)ye sebeb olur. Ya’nî, o kad›n›n neseb ile ve süt ile olan anas› ve k›zlar› ile o erke¤in evlenmesi, k›z›n da, o¤lan›n o¤lu ve babas› ile evlenmesi ebedî harâm olur. [Bir baba ile k›z› aras›nda hurmet-i musâhere hâs›l olursa, k›z›n anas› ile, ya’nî adam›n zevcesi ile adam aras›ndaki nikâh bozulmaz. Kad›n baflkas› ile evlenemez. Adam›n bu kad›n› boflamas›
lâz›m olur. Bu kad›n ile evli kalmas› ebedî harâm olur. Dâmâd ile kay›n vâlidesi
aras›nda hurmet-i musâhere hâs›l olursa, dâmâd›n zevcesini boflamas› lâz›m olur.
Dâmâd, bu kad›n ile, sonsuz olarak, bir dahâ evlenemez (Bezzâziyye).] K›zlar, kendilerinden emîn olsalar da, yabanc› erkeklere dokunmalar› câiz de¤ildir. fiehvet ile
dokunurlarsa, hurmet-i müsâhere hâs›l olur. K›z›n ve ihtiyârlar›n flehveti, kalbinin
meyl etmesi demekdir. fiehvete sebeb olm›yacak derecede ihtiyâr kad›nla müsâfeha etmek [tokalaflmak] ve elini öpmek, kendinden emîn olana câiz ise de, yapmamak dahâ iyidir.
Erkeklerin, (Ebedî mahrem)leri olan kad›nlarla berâber halvet etmeleri ve
sefere [meselâ hacca] gitmeleri câizdir. Bir adam›n ebedî mahrem olm›yan kad›nla (Halvet) [ya’nî tenhâ yerde yaln›z kalmak], tarafeyne göre, harâmd›r. Baflka müttekî erkek veyâ bu adam›n ebedî mahremlerinden biri veyâ zevcesi ile birlikde bulunursa, harâm olmaz. Halvet etmekle veyâ önünden baflka yerine flehvetle bakmakla, hurmet-i musâhere hâs›l olmaz. (‹bni Âbidîn) “rahmetullahi teâlâ aleyh”,
imâml›¤› anlat›rken diyor ki, (Yabanc› kad›n çok olsa da, halvet olur. Çok ihtiyâr
kad›nla ihtiyâr erkek sefere ç›kar ve yaln›z kalabilirler (Eflbâh). Ebedî mahrem olan
onsekiz kad›ndan biri ile halvet câiz ise de, yaln›z süt kardefl ile ve genç kaynana
veyâ gelin ile, fitne flübhesi olunca, mekrûhdur. Yabanc› genç kad›nla, zarûret olmadan, konuflmak câiz de¤ildir. Mescid gibi d›flar›dan içerisi görünen umûma
aç›k yerlerde [nakl vâs›talar›nda, dükkânlarda] yaln›z kalmak, halvet olmaz). Bir
evin iki odas› bir yer say›lmaz. Ebedî mahrem olan kad›nlar›n kimler oldu¤u,
ikinci k›smda, 34. cü maddede [569.cu sahîfede] yaz›l›d›r.
‹mâm-› Ebû Yûsüfe “rahmetullahi teâlâ aleyh” göre, ekmek piflirmek, çamafl›r
y›kamak [ve kaba olm›yan avret yerlerinin aç›k olmas› lâz›m gelen baflka ifller] için
ücretle çal›flma¤a mecbûr kalan muhtâc, esîr, kimsesiz kad›nlar [iflçi ve me’mûrlar], ifl îcâb etdirdi¤i kadar, ayaklar›n› ve kollar›n› açabilir. Erkeklerin, bunlar›, ifl
için görmesi ve flehvetsiz bakmas› câiz olur. Bald›z ve yengenin de yabanc› kad›n
olduklar› (Ni’met-i islâm)›n hac k›sm›nda ve (Bahrülfetâvâ)da ve (Alî efendi fetvâs›)nda yaz›l›d›r. Bunlar›n da saç›na, bafl›na, koluna, baca¤›na bakmak harâmd›r.
Bunlar gibi yabanc› akrabâ evine gidince veyâ onlar gelince, kad›n erkek birlikde oturmak, gülüp nefl’elenmek câiz de¤ildir. Berâber oturmak âdet olan ve harâm
oldu¤una ehemmiyyet verilmiyen yerlerde, fitne ç›karmamak ve akrabâ aras›nda
düflmanl›klara yol açmamak için, kad›nlar erkek akrabâ yan›nda ve sofrada örtülü olarak, k›sa zemân oturur. Ciddî konuflulur. Bu görüflmenin k›sa sürmesine ve
seyrek olmas›na ve bilhâssa bir yerde yaln›z bulunmamalar›na çok dikkat etmelidir. Dînini bilen ve uyan, bilgili ve hâlis müslimânlar, böyle birlikde hiç oturmamal›d›r. Câhillerle münâkafla etmemeli, dînimiz böyle emr ediyor diye isrâr etmemeli, dünyâ ifllerini ileri sürerek, tatl› söyleyip, akrabây› dar›ltm›yarak, harâmdan
kaç›nma¤a çal›flmal›d›r. Köle de, sâhibi olan kad›na yabanc› erkekdir.
Hâkimin mahkemede karâr verirken ve flâhidlerin flâhidlik yaparken ve evlenmek istedi¤i k›z›, flehvet korkusu olsa bile, bir kerre görmeleri ve doktorun, ebenin, sünnetcinin, lâvman yapan›n, lâz›m oldu¤u kadar bakmalar› câizdir. Hastan›n
lâvman [ihtikan] yapd›rmas› câizdir. (Dürr-ül-muhtâr), beflinci cildi, dörtyüzyetmiflsekizinci sahîfesinde diyor ki, (O¤lunu sünnet etdirmek mühim sünnetdir. ‹slâmiyyetin fli’âr›d›r. Bir flehr halk› çocuklar›n› sünnet etdirmezse, halîfe bunlarla
harb eder. Çocu¤un sünnet olma yafl› belli de¤ildir. Yedi ile on iki aras› en iyidir).
Sünnet ederken, topluca yüksek sesle bayram tekbîri söylenir. Sünnet olm›yanlar– 167 –
da çeflidli hastal›klar olur. Frans›z kitâblar›, bu hastal›klar› (Affections du prépuce)
ad› alt›nda uzun yaz›yorlar. K›zlar›n, ahkâm-› islâmiyyeye riâyet etmek flart› ile, ilm
ve doktorluk ö¤renmeleri ve ö¤retmeleri câiz oldu¤u (Hadîka)da, beflyüzellisekizinci sahîfede ve göz âfetlerinde yaz›l›d›r. K›zlardan ebe, nisâiyye mütehass›s› yetifldirmek lâz›md›r. Kad›nlar›, kad›n doktora göstermelidir. Kad›n doktor bulunmazsa ve
hastal›k tehlükeli veyâ çok a¤r›l› ise, nisâiyye mütehass›s› erke¤e de göstermelidir.
Kad›nlar›n birbirlerine avret yeri, erke¤in erke¤e avret yeri gibidir.
fiehvetden emîn olan kad›n›n yabanc› erke¤e bakmas›, erke¤in erke¤e bakmas› gibidir. (Cevhere)de ise, erke¤in, mahremi olan kad›nlara bakmas› gibidir, buyurmakdad›r. fiehvet ile bakmas› harâm olur. Gayr-› müslim ve mürted kad›nlar›n [ve mürted amca ve day›n›n], müslimân kad›nlar›na bakmas›, ya’nî müslimân
kad›nlar›n bunlara görünmeleri, yabanc› erkeklere görünmeleri gibi, üç mezhebde de harâmd›r. Bunlar müslimân kad›nlar›n›n bedenine bakamazlar. Hanbelî
mezhebinde câizdir.
Bedendeki bakmas› câiz olm›yan yerler, bedenden ayr›l›rsa, öldükden sonra dahî, bunlara bakmak câiz de¤ildir. Kad›nlar›n saç ve baflka k›llar›, ayak t›rnaklar›
[el t›rnaklar› de¤il] ve kemikleri vücûddan ayr›ld›kdan sonra, bunlara bak›lamaz.
Kad›nlar›n bak›lmas› harâm olan yerlerinin aynadaki veyâ sudaki görüntülerine flehvetsiz bakmak harâm de¤ildir. Çünki, kendileri de¤il, aksleri, benzerleri görülmekdedir. [Aksleri, resmleri, kendileri de¤ildir. Bunlar› görmek, kendilerini görmek olmaz. Resmlerine, sinemadaki ve televizyondaki görüntülerine bakmak, aynadaki hayâllerine bakmak gibidir. Hepsine flehvetsiz bakmak câiz olup, flehvet ile
bakmak veyâ flehvete sebeb olacak görüntülerine bakmak, böyle sesleri dinlemek
harâmd›r. Bunlara flehvet ile bakan elbette vard›r. fiehvete, harâma sebeb olan
resmleri yapmak, basmak, resm etmek harâm olur.] Kad›nlar›n avret yerlerine cam,
herhangi gözlük ve su arkas›ndan flehvetsiz de bakmak ve su içindeki kad›na bakmak câiz de¤ildir, harâmd›r.
‹mâm›n, hâf›z›n, müezzinin ho-parlördeki, radyodaki sesleri de, kendi sesleri de¤ildir, benzerleridir. Bunlara uyarak k›l›nan nemâz sahîh olmaz. Kur’ân-› kerîmi ve
ezân› ho-parlör ile okumak, bid’atdir. Çünki, ses ç›karmak için kullan›lan cans›z cismlere (Mizmâr), çalg› denir. Gök gürlemesi, top, tüfek, baykufl, papa¤an, çalg› de¤ildirler. Ses ç›karan e¤lence âletleri, davul, dümbelek, zilli mafla, ney, kaval, ho-parlör, hep çalg›d›r. Çalg›, kendili¤inden ses ç›karmaz. Ses ç›karmak için, ya’nî kullan›lmalar› için, davul tokma¤›n› gergin deriye vurmak, neyi üflemek, kavala ve ho-parlöre söylemek lâz›md›r. Bunlardan ç›kan ses, bu çalg›lar›n hâs›l etdi¤i sesdir. Üfleyen ve söyleyen insan›n sesi de¤ildir. Ho-parlörden iflitilen Kur’ân-› kerîm ve ezân
sesleri, hep ho-parlörün hâs›l etdi¤i seslerdir. ‹mâm ve müezzin efendilerin sesleri de¤ildir. Müezzin efendinin sesi ezând›r. Çalg›dan ç›kan ses ilm ve fen bak›m›ndan ve
din ve ahkâm-› islâmiyye bak›mlar›ndan müezzin efendinin sesi, ya’nî ezân de¤ildir.
Ezâna benzedi¤i için, ezân zan edilmekdedir. Ezân, müezzin efendinin, hattâ, sâlih
müslimân erke¤in sesine denir. Bu sese benzeyen kad›n›n, çocu¤un, ho-parlörün sesi ezân de¤ildir. Baflka sesdir. Muhtelîf çalg›lar›n sesleri baflkad›rlar. Ho-parlörün sesi, insan sesine çok benzedi¤i hâlde, insan sesi de¤ildir. Topra¤a konan bir karpuz çekirde¤inden kocaman bir karpuz hâs›l oluyor. Bu karpuz o çekirdek de¤ildir. Çekirdek çürümüfl, yok olmufldur. Ho-parlörün mikrofonuna söylenen söz de, yok olmakda, baflka ses hâs›l olmakdad›r. Hadîs-i flerîflerde buyuruldu ki: (K›yâmet yaklafl›nca, Kur’ân-› kerîm mizmârdan okunur) ve (Bir zemân gelir ki, Kur’ân-› kerîm
mizmârlardan okunur. Allah için de¤il, keyf için okunur) ve (Kur’ân-› kerîm okuyan
çok kimseler vard›r ki, Kur’ân-› kerîm onlara la’net eder) ve (Bir zemân gelecekdir
ki, müslimânlar›n en sefîlleri, müezzinlerdir) ve (Bir zemân gelir ki, Kur’ân-› kerîm
mizmârlardan okunur. Allahü teâlâ bunlara la’net eder). Mizmâr, her nev’i çalg›, düdük demekdir. Ho-parlör de, mizmârd›r. Müezzinlerin, bu hadîs-i flerîflerden kork– 168 –
malar›, ezân›, ho-parlör ile okumamalar› lâz›md›r. Ba’z› din câhilleri ho-parlörün fâideli oldu¤unu, sesi uzaklara götürdü¤ünü söyliyorlar. Peygamberimiz, (‹bâdetleri benden ve eshâb›mdan gördü¤ünüz gibi yap›n›z! ‹bâdetlerde de¤ifliklik yapanlara (bid’at
ehli) denir. Bid’at sâhibleri, muhakkak Cehenneme gidecekdir. Bunlar›n hiçbir ibâdetleri kabûl olmaz) buyurdu. ‹bâdetlere fâideli fleyler ilâve ediyoruz demek do¤ru
de¤ildir. Böyle sözler, din düflmanlar›n›n yalanlar›d›r. Bir de¤iflikli¤in fâideli olup olm›yaca¤›n› yaln›z ‹slâm âlimleri anlar. Bu derin âlimlere (Müctehid) denir. Müctehidler kendiliklerinden bir de¤ifliklik yapmazlar. Bir ilâvenin, de¤iflikli¤in bid’at
olup olm›yaca¤›n› anlarlar. Ezân› (Mizmâr) ile okuma¤a söz birli¤i ile bid’at denildi. ‹nsanlar› Allahü teâlân›n r›zâs›na, sevgisine kavuflduran yol insan›n kalbidir.
Kalb, yarat›l›fl›nda temiz bir ayna gibidir. ‹bâdetler, kalbin temizli¤ini, cilâs›n› artd›r›r. Günâhlar kalbi karart›r. Muhabbet yolu ile gelen feyzleri, nûrlar› alamaz olur. Sâlihler bu hâli anlar, üzülür. Günâh ifllemek istemezler. ‹bâdetlerin çok olmas›n› isterler. Her gün befl kerre nemâz k›l›nmas› yerine, dahâ çok k›lmak isterler. Günâh ifllemek nefse tatl›, fâideli gelir. Bütün bid’atler, günâhlar, Allahü teâlân›n düflman› olan
nefsi besler, kuvvetlendirir. Ho-parlör ile ezân okumak böyledir. Kitâbdaki, televizyondaki, imâm resmi, kendisi gibidir. O imâma çok benziyor ise de, imâm›n kendisi de¤ildir. Televizyondaki hareketlerini görse, sesini duysa da, bunun arkas›nda
nemâz k›l›nmaz.
Vücûde yap›fl›k olm›yan, dar olm›yan elbise ile örtülü kad›na flehvetsiz bakmak
câizdir. Kaba avret yerleri dar elbise ile örtülmüfl kad›na, flehvetsiz de bakmak harâmd›r. Yabanc› kad›n›n iç çamafl›rlar›na flehvetle bakmak harâmd›r. S›k›, dar örtülmüfl, kaba olm›yan avret yerlerine flehvetle bakmak harâmd›r.
Kad›nlar›n aç›k ve süslü olarak soka¤a ç›kmalar› harâm oldu¤u gibi, mahrem olm›yan erke¤in bulundu¤u yerlere böyle girmeleri de harâmd›r. Avret yeri aç›k olarak câmi’ içine girmek, dahâ büyük günâhd›r. Avret mahalli aç›k olan kimselerin
bulundu¤u yere veyâ harâm ifllenen her yere (F›sk meclisi) denir. Müslimânlar›n,
zarûret olmad›kça, f›sk meclislerinde, ya’nî fâs›klar›n topland›¤› yerde oturmalar›n›n ve zevcelerini göndermelerinin câiz olmad›¤› (Bezzâziyye)de yaz›l›d›r. Îmân› olan han›mlar›n, soka¤a ç›karken bafl, saç, kol, bacak gibi kaba olm›yan avret
yerlerini de örtmeleri bildirildi. Îmân›n gitmemesi için, harâmdan çok korkmal›d›r. [Onsekizinci maddeye bak›n›z!]
[Yaln›z keyflerini, zevklerini düflünenler, zevklerine kavuflmak için, baflkalar›n›n zarara, felâkete düflmelerinden çekinmiyenler diyorlar ki: (Umac› gibi örtünmüfl kad›n› görmek, insana s›k›nt› veriyor. Süslü, aç›k, güzel kad›na, k›za bakmak
ise, insana ferahl›k, nefl’e veriyor. Güzel bir çiçe¤e bakmak, koklamak gibi tatl› oluyor). Hâlbuki, çiçe¤e bakmak, onu koklamak rûha tatl› gelmekdedir. Rûhun Allahü teâlân›n varl›¤›n›, büyüklü¤ünü anlamas›na, Onun emrlerine uymas›na sebeb olmakdad›r. Kokulu, tuvâletli, aç›k k›za bakmak ise, nefse hofl gelmekdedir. Kulak,
renkden zevk almaz. Göz de sesden zevk almaz. Çünki, anlamazlar. Nefs Allahü teâlân›n düflman›d›r. Zevklerine kavuflmak için her kötülü¤ü yapmakdan çekinmez.
‹nsan haklar›n›, kanûnlar› çi¤ner. Onun zevklerinin sonu yokdur. K›za bakmakla
doymaz. Onunla buluflmak, her zevk›n› yapmak ister. Bunun içindir ki, bütün kanûnlar, nefslerin taflk›nl›klar›n› önlemekdedir. Nefsin taflk›n zevkleri, insan› sefâlete, hastal›klara, âile fâci’alar›na, felâketlere sürüklemekdedir. Allahü teâlâ, bu fâci’alara mâni’ olmak için, k›zlar›n aç›lmalar›n›, yabanc› erkeklere yaklaflmalar›n›,
içkiyi, kumar› yasak etmifldir. Nefslerinin esîri olanlar, bu yasaklar› be¤enmiyorlar.
Bunun için, Ehl-i sünnet âlimlerinin ilmihâl kitâblar›n› kötülüyor, gençlerin bu kitâblar› okuyarak se’âdete kavuflmalar›na mâni’ oluyorlar. Kad›nlar›n, k›zlar›n pazar yerlerinde ve ma¤azalarda al›fl-verifl yapmalar›n›n günâh oldu¤u, yukar›daki yaz›lardan anlafl›lmakdad›r. Müslimânlar›n k›zlar›n› böyle günâhlardan korumalar›
lâz›md›r. Korumazlarsa, îmânlar› gider, kâfir olurlar. ‹slâm düflmanlar›, kâfirli¤i yaymak için, îmân› yok eden fleylere memleketin âdeti diyorlar.]
– 169 –
59 – ‹ST‹KBÂL-‹ KIBLE
Nemâz› Kâ’beye karfl› k›lmakd›r. Kâ’be için k›lmak de¤ildir. K›ble önce (Kudüs)
idi. Hicretden onyedi ay sonra, fia’bân ortas›nda sal› günü ö¤le veyâ ikindi nemâz›n›n üçüncü rek’atinde iken Kâ’beye dönülmesi emr olundu. Göz sinirlerinin
çapraz istikameti aras›ndaki aç›kl›k, Kâ’beye rastlarsa, Hanefî ve Mâlikî mezheblerinde nemâz sahîh olur. Bu zâviye takrîben 45 derecedir. ‹stanbulun k›ble istikameti, cenûbdan yirmidokuz derecelik bir zâviye [aç›] kadar flarkdad›r. Bu aç›ya (K›ble zâviyesi) denir. Harîta üzerinde bir flehr ile, Mekke flehri aras›nda çizilen do¤ruya (K›ble hatt›) denir. Bu hat, k›ble istikametini gösterir. Günefl bu hat üzerine gelince, (K›ble sâati) olur. Bu hat ile bu flehrden geçen tûl dâiresi aras›ndaki zâviyeye (K›ble aç›s›) denir. Bir flehrin k›ble istikameti, tûl ve arz derecelerine tâbi’dir.
fiimâl n›sf kürede, zevâl vaktinde, güneflin bulundu¤u cihet yâhud mahallî zevâlî zemâna ayarl› bir sâat makinesi üfkî olarak yüzü semâya do¤ru ve akrebi günefle do¤ru tutulunca, akreb ile oniki rakam› aras›ndaki zâviyenin orta hatt› [aç› ortay›], takrîben cenûbu gösterir. Meyl-i flems ve ta’dîl-i zemân s›f›ra ne kadar yak›n ise netîce o kadar hassas olur. ‹stanbulun k›ble istikameti iki yol ile bulunur: 1- K›ble aç›s› ile. 2- K›ble sâati ile. 1- ‹stanbuldan geçen tûl dâiresinin istikâmetinden, ya’nî cenûb cihetinden K›ble aç›s› kadar flark›na dönülürse, K›bleye dönülmüfl olur. K
aç›s› flöyle hesâb olunur: Mekke-i mükerremenin arz [enlem] derecesi a´ = yirmibir derece yirmialt› dakîka, Greenwich’den tûl [boylam] derecesi t´ = otuzdokuz derece elli dakîkad›r. ‹stanbulun arz› a = 41 derece, tûlü t = 29 derece oldu¤undan, arz
derecelerinin fark› 19 derece 34 dakîka, tûl fark› f = 10 derece 50 dakîkad›r. ‹stanbulun takrîbî k›ble aç›s› K, (Ma’rifetnâme)deki hendesî îzâhdan istifâde edilerek:
sin (39,83°– t) sin 10 ° 50 ´ 0,18795
tan K=
=
=
= 0,56121
sin (a–21,43°) sin 19 ° 34 ´ 0,33490
∴
... K= 29 ° 18 dakîka bulunur.
‹htâr: ‹stanbulun Mekke-i mükerremeden tûl fark› f, 60° den küçük oldu¤u için,
bu K, afla¤›daki kat’î müsâvât›n verdi¤i netîceye yak›nd›r. Tûl fark› 120° den çok
ise, Mekke-i mükerremenin Erd küresi merkezine göre simetri¤i olan nokta (tûlü – 140,17°, arz› – 21,43°) için takrîbî düstûr ile K K›ble aç›s› hesâb edilir. Netîcenin 180° den fark› al›narak takrîbî k›ble zâviyesi [aç›s›] bulunur.
fi, fiehrin flâkülünün küre-i semây› kesdi¤i nokta, Z, zevâl noktas›, AZ, N›sfünnehâr dâiresidir.
Kürevî müsellesâtdan ç›kar›lan flu müsâvât kat’î k›ble zâviyesini verir:
tan K =
sin (39,83 ° – t)
cos (39,83 ° – t) . sin a– 0,3925 . cos a
– 170 –
Burada a ve t, k›ble aç›s› bulunacak yerin arz ve tûl dereceleridir. a ekvatorun
flimâlinde (+), cenûbunda (–) dir. t Londra (Greenwich)n›n flark›nda (+), garb›nda (–) al›n›r. Bulunan K, o flehrden biri cenûba, di¤eri k›bleye müteveccih iki hat
[kavs] aras›ndaki aç›d›r.
K›bleyi bulmak için, t´ = 39,83° k›ble tûlü ile –140,17° tûlü’nden ibâret çemberin ikiye ay›rd›¤› Erd küresinde, cografî cenûbdan i’tibâren, k›blenin flark›nda bulunan yerlerde garba, garb›nda bulunan yerlerde flarka, K aç›s› kadar dönülür. Bu
düstûr ile bulunan K, garba dönülecek mahallerde (–), flarka dönülecek mahallerde (+) ç›kmal›d›r. Hesâb netîcesi bunun tersi ç›karsa, (+180°) veyâ (–180°) ilâve
edilerek k›ble aç›s› bulunur. Meselâ, t=67°, a=25° olan Karachi için CASIO hesâb
makinesinde flu dü¤melere bas›l›r:
39.83 – 67 = cos æ 25 sin – 25 cos æ 0.3925 = Min 39.83 – 67 = sin ÷ MR = INV
tan K›ble zâviyesi [aç›s›] –87° 27 dakîka bulunur.
‹stanbul için +28 derece 21 dakîka [k›sacas› 29°] bulunmakdad›r. Kat’î ve (takrîbî) olarak hesâb edilen ba’z› K’lar afla¤›dad›r. Son üç de¤er simetrik üsûl ile bulunmufldur. Münih: 50° (47°), Londra: 61° (52°), Basel: 56° (50°), Frankfurt: 52°
(47°), Tokyo: 113° (130°), New York: 122° (134°), Kumasi: 115° (125°).
2- ‹stanbulda, k›ble sâati ile k›ble istikâmeti flöyle bulunur: 170.ci sahîfede sa¤daki fleklde B noktas›, Cfi k›ble hatt›n›n bir AB meyl dâiresini dik kesdi¤i noktad›r. ABfi
dik kürevî müsellesde, Napier müsâvât›na göre, cos (90-a) = cotan i æ cotan K d›r.
Dâimâ tan A æ cotan A=1 oldu¤u için, sin a = (1 / tan i) æ (1 / tan K) d›r. Buradan
tan i = 1 / (sin a æ tan K) olur. Meselâ 2 flubat günü için Privileg hesâb makinas›nda
E/C 1÷41 sin ÷ 28.21 µ tan = arc tan dü¤melerine bas›nca, i=70,5 derece bulunur. ‹stanbul için, dâimâ i=70,5 derecedir. ABC dik kürevî müsellesinde de, cos (i+H)=
tan ∞ æ cot d dir. ABfi müsellesinde, cos i= tan a æ cot d oldu¤undan, cot d = cos i /
tan a olup, cos (i+H)= tan ∞ æ cos i ÷ tan a olur. E/C 16.58 µ +/– tan æ 70,5 cos
÷ 41 tan=arc cos – 70,5 =÷15= ¥ dü¤melerine bas›nca, H fadl–› dâir zemân›, ya’nî
CZ kavsi için 1 sâ. 45 dakîka bulunur. Kedûsînin Rub’-› dâire hâfliyesinde diyor ki,
(Ayârlanm›fl mürî, k›ble hatt›na getirilince, hayt›n kavs-i irtifâ’da rastlad›¤› derecenin temâmîsi, ‹stanbulda K›ble sâati vaktinin fadl-› dâir derecesi olur. 15’e bölünce,
fadl-i dâir sâati olur). Fadl-› dâir sâatini 12 den ç›kar›p, tâdil-i zemân ve tûl fark›n›
hesâba katarak güneflin k›ble hizâs›nda bulundu¤u andaki (K›ble Vakti) veyâ (K›ble sâati) hergün için, müflterek sâate göre hesâb edilir. Misâlimizde 10 sâ. 33 dak. olur.
Ezânî zuhr vaktinden Fadl-› dâir ve bir Temkin ç›kar›l›nca, ezânî K›ble sâati 5 sâ. 6
dak. olur. Bu anda günefle dönülürse k›bleye dönülmüfl olur. K›ble, cenûbun flark›nda ise, günefl de flarkda, ya’nî ö¤leden evvel olup, vakt düstûrundaki H nin (-) olmas› îcâb eder. ∞ = meyl-i flemsdir. ∞ = a´ = 21.43° olunca, günefl senede iki kerre tam
Kâ’benin üstüne gelir. Bu günlerde, bütün dünyâda bu ânda (k›ble sâati vaktinde),
günefle dönen k›bleye dönmüfl olur.
Ahmed Ziyâ Be¤, tûl ve arz derecelerini biraz büyük al›p, hesâb› logaritme cedveli ile yaparak, ‹stanbul için yaklafl›k K=29 derece bulmufldur. ‹stanbulda, Kandilli iskelesindeki câmi’ tekrâr yap›l›rken, mihrâb› bu düstûr ile hesâb edilmifldir.
Pusula (k›ble nümâ) ile, cenûb cihetini bulup, bundan otuzbir derece flarka dönülürse, ‹stanbulda k›bleye dönülmüfl olur. Fekat pusulan›n ibresi magnetik kutublar› göstermekdedir. Bunlar ise erd küresinin ekseninin kutublar› de¤ildir. Magnetik
kutublar›n yeri de zemânla de¤iflmekdedir. Alt›yüz sene kadar bir zemânda, hakîkî kutublar etrâf›nda bir devr yapmakdad›r. Bir flehrde pusula do¤rultusu ile hakîkî kutub do¤rultusu aras›ndaki zâviyeye (Sapma aç›s›) denir. Her yerin sapma aç›s› baflkad›r. fiimâlden flarka (+) veyâ garba (–) do¤ru pusula ibresinin 30° sapd›¤› meskün mahaller vard›r. Bir yerin sapma aç›s› da, her sene de¤iflmekdedir. O hâlde, bir
yerde cihet, pusula ile bulunursa, k›ble aç›s›na, sapma aç›s›n› eklemek veyâ ç›karmak
lâz›md›r. ‹stanbulun sapma aç›s› takrîben + 3° dir. Bunun için, ‹stanbulda pusula ile
– 171 –
anlafl›lan cenûb cihetinden: 28° + 3° = 31° flarka dönünce, k›bleye dönülmüfl olur.
Cenûb ciheti, kutub y›ld›z› ile veyâ sâat ile yâhud yere çizilen (N›sf-ün-nehâr)
hatt› ile bulunursa, k›ble aç›s›na sapma aç›s›n› eklemek lâz›m olmaz. ‹stanbulda
cenûbdan 29 derece flarka dönülerek, k›ble ciheti bulunur. Bunun için sâat›m›z› masa üzerine koyup, alt› say›s› cenûba çevrilir. Yelkovan befl üzerine getirilince,
k›bleyi gösterir.
Hastal›k ve düflman, h›rs›z korkusu veyâ yanl›fl bulmak ile, k›bleden ayr›lmak
farz nemâzlarda da, câiz ise de, vapurda, trende k›bleye dönmek flartd›r.
Müsâfir, vapurda ve trende, farz nemâza, k›bleye karfl› durup, secde yeri yan›na pusula koymal›. Vapur ve tren döndükce, kendisi k›bleye karfl› dönmelidir. Yâhud baflka birisi, sa¤a sola döndürmelidir. Nemâzda gö¤sü k›bleden ayr›l›rsa, nemâz› bozulur. Çünki, vapur, tren, ev gibidir. Hayvan gibi de¤ildir. Otobüsde, trende, dalgal› denizde k›bleye dönemiyenlerin, farz nemâzlar› câiz olm›yaca¤›ndan, bunlar, yolda olduklar› müddetçe flâfi’î mezhebini taklîd ederek, ö¤le ile ikindiyi ve akflam ile yats›y› cem’ edebilir. Hanefî mezhebinde olan, yolda k›bleye dönemiyecek
ise, yola ç›kd›kdan sonra, gündüz bir yerde durdu¤u zemân, ö¤le vaktinde ö¤leyi
k›l›nca, hemen ikindiyi de k›lmal›, gece duruldu¤u zemân, yats› vaktinde akflam› ve
sonra yats›y› bir arada k›lmal› ve bu dört nemâza niyyet ederken (fiâfi’î mezhebini taklîd ederek edâ ediyorum) diye niyyet etmelidir. fiâfi’î ve mâlikî mezhebine göre, girifl ve ç›k›fl günlerinden baflka üç günden ziyâde kalma¤a niyyet etdi¤i bir yere girince, yâhud dört günden önce bitece¤ini sand›¤› ifli için gitdi¤i yerde onsekiz
günden çok kal›nca mukîm olur. Buradan ç›k›nca, 80 kilometreye gitme¤e niyyet
etmedikçe, seferî olmaz. (Fetâvâ-i f›khiyye)de buyuruyor ki, (Seferde, ikindi ile cem’
ederek k›lmak için, ö¤leyi gecikdirse, ö¤le vakti ç›kd›kdan sonra, mukîm olsa, önce ö¤le nemâz›n› kazâ eder. Ö¤leyi kazâya b›rakd›¤› için günâha girmez.) Diflinde
kaplama veyâ dolgu oldu¤u için mâlikî veyâ flâfi’î mezhebini taklîd eden, üç günden çok ve onbefl günden az kald›¤› yerde, farzlar› kasr etmemeli, dört rek’at k›lmal›d›r. Kasr ederse, iki rek’at k›ld›¤› farzlar› mâlikî ve flâfi’î mezhebine göre sahîh olmaz. Dört rek’at k›larsa, hanefîde mekrûh olur ise de, sahîh olur. Derisi, yabanc› kad›na de¤ince veyâ nemâzda abdesti bozulunca, mâlikî mezhebine göre, nemâz›n›n sahîh olmas› da, böyledir. Bu kimsenin, seferî olarak kald›¤› yerde, harac
olmadan, nemâzlar›n› cem’ edemiyece¤i 54. cü madde sonunda bildirilmifldir.
Ramezân-› flerîfin bafllamas›n› hesâb ile, takvîm ile önceden anlamak câiz olmaz
ise de, k›bleyi hesâb ile, kutup y›ld›z› [pusula] ile ve nemâz vaktlerini astronomik
hesâblarla hâz›rlanan takvîmden anlamak câizdir. Çünki hesâb ve âlet ile, temâm bulunmasa da, çok zan elde edilir. K›ble ve nemâz vaktleri, fazla zan ile kabûl olur.
Mihrâb bulunm›yan, hesâb, y›ld›z gibi fleylerle de anlafl›lam›yan yerlerde, k›bleyi bilen, sâlih müslimânlara sormak lâz›md›r. Kâfire, fâs›ka ve çocuklara sorulmaz. Kâfire, fâs›ka, mu’âmelâtda inan›l›rsa da, diyânâtda [ya’nî ibâdetlerde] inan›lmaz. K›bleyi bilen kimseyi arama¤a, lüzûm yokdur. Kendisi arafld›r›r. Karâr verdi¤i cihete do¤ru k›lar. Sonradan, yanl›fl oldu¤unu anlarsa, nemâz› iâde etmez.
K›ble, Kâ’benin binâs› de¤ildir, arsas›d›r. Ya’nî yerden Arfla kadar, o boflluk k›bledir. Bunun için kuyu [deniz] dibinde, yüksek da¤lar›n tepesinde [tayyârede], bu
cihete do¤ru k›l›nabilir. [Hâc› olmak için de, Kâ’benin binâs›na de¤il, o arsaya gidilir. Baflka yerlere giden, hâc› olamaz.]
‹bni Hacer-i Mekkî hazretleri (Fetâvâ-i f›khiyye)de buyuruyor ki, (Kâ’benin binâs›n›, flimdiki fleklinden de¤ifldirmek câiz de¤ildir, harâmd›r. Bugünkü binây› Haccâc yapm›fld›r. Halîfe Hârûn-ür-Reflîd, bunu de¤ifldirip, Abdüllah ibni Zübeyrin
yapd›rd›¤› do¤ru flekli vermek istedikde, imâm-› Mâlik “rahmetullahi teâlâ aleyh”
mâni’ oldu. fiimdiden sonra, de¤ifldiren olursa, fitne ç›kmamak ve eski binây› zedelememek flart› ile yap›lan de¤ifliklikleri y›kmak vâcibdir. Yoksa vâcib olmaz).
– 172 –
Hastal›k sebebi, mal›n çal›nmak tehlükesi ile veyâ gemide batma¤a sebeb olursa veyâ y›rt›c› hayvan, düflman görmek tehlükesi varsa veyâ hayvân›ndan inince,
yard›mc›s›z binemiyecek ise ve hayvân› k›bleye karfl› durdurunca, arkadafllar
beklemez ise, iki nemâz› cem’ eder. Cem’ edemezse, farz› da gücü yetdi¤i tarafa
do¤ru k›lar ve iâde etmez. Çünki, bu özrlere kendisi sebeb olmam›fl, semâvî, ya’nî
gayr-i ihtiyârî olmufldur. K›ble cihetini bilmiyen kimse, mihrâba bakmadan, bilene sormadan, kendi arafld›rmadan k›larsa, k›bleye rastlam›fl olsa bile, nemâz› kabûl olmaz. Fekat, rastlam›fl oldu¤unu, nemâzdan sonra ö¤renirse kabûl olur. Nemâz aras›nda ö¤renirse kabûl olmaz. K›bleyi arafld›r›p da, karâr verdi¤i cihete k›lmazsa, rastlad›¤›n› anlasa bile, tekrâr k›lmas› lâz›m olur. Bunun gibi, abdestsiz oldu¤unu veyâ elbisesinin necs oldu¤unu veyâ vakt girmedi¤ini sanarak k›lan ve sonra bu zann›n›n do¤ru olmad›¤›n› anl›yan, tekrâr k›lar.
[K›ble cihetini anlamak için, günefl gören bir yere bir çubuk dikilir. Yâhud, bir
ipin ucuna anahtar, tafl gibi birfley ba¤lan›p sark›t›l›r. O günkü takvîm yapra¤›nda yaz›l› (K›ble sâati) vaktinde, çubu¤un, ipin gölgeleri, k›ble istikâmetini, güneflin bulundu¤u yer de, k›ble cihetini gösterir. Günefl, gölgenin k›ble taraf›ndad›r.]
Aflk›n ald› benden beni,
seviyorum Rabbim seni!
Senin sevgin, pek tatl›ym›fl,
seviyorum Rabbim seni!
Ne varl›¤a sevinirim,
ne yoklu¤a yerinirim.
Aflk›n ile zevklenirim,
seviyorum Rabbim seni!
Emretdin ibâdetleri,
medhetdin iyi hâlleri,
verdin sonsuz ni’metleri,
seviyorum Rabbim seni!
Ne nankör nefsim var aceb,
zevk› için, bana k›yar hep!
Ben hakîkî zevki buldum,
seviyorum Rabbim seni!
‹bâdeti güzel yapmak,
dünyâ için de çal›flmak,
gece gündüz iflim, çünki,
seviyorum Rabbim seni!
Sevmek lâfla olmaz Hilmi,
Rabbin, çal›fl›n›z dedi.
Hâlinden de anlafl›ls›n;
seviyorum Rabbim seni!
‹slâm düflmanlar› nice,
çat›yor dîne sinsice.
Durursan, do¤ru mu olur,
seviyorum Rabbim seni!
Âfl›k tenbel oturur mu?
Ma’flûka toz kondurur mu?
Düflman› susdur da, söyle:
Seviyorum Rabbim seni!
– 173 –
– 174 –
4
3
2
1
45
50
30
55
25
60
20
65
15
70
10
75
5
80
0
85
5
90
10
95
15
25
30
35
40
45
100 105 110 115 120 125
20
2
180 168 158 148 141 135 130 126 123 120 118 117 115 114 113 113 112 112
35
4
40
6
26 109 107 106 104 102 100
180 173 167 161 156 150 146 141 137 133 130 126 123 121 118 116 113 111
180 169 159 150 143 137 132 128 125 122 120 118 116 115 114 113 112 112
28 109 107 105 103 101
180 174 168 162 156 151 146 142 138 134 130 127 124 121 118 116 113 111
180 170 160 152 145 139 134 130 126 123 121 119 117 116 114 113 113 112
30 109 106 104 102 100
180 174 168 162 157 152 147 142 138 134 131 127 124 121 118 116 113 111
8
32 108 106 104 101
180 174 168 163 157 152 148 143 139 135 131 128 125 121 119 116 113 111
180 170 161 153 146 140 135 131 128 124 122 120 118 116 115 114 113 112
34 108 105 103 101
180 174 169 163 158 153 148 144 139 135 132 128 125 122 119 116 113 111
10
36 108 105 102 100
180 174 169 164 158 153 149 144 140 136 132 129 125 122 119 116 113 110
180 171 162 155 148 142 137 133 129 126 123 121 119 117 115 114 113 112
38 107 104 102
180 174 169 164 159 154 149 145 140 136 133 129 125 122 119 116 113 110
12
40 107 104 101
180 175 169 164 159 154 150 145 141 137 133 129 126 122 119 116 113 110
14
42 106 103 100
180 176 169 164 159 155 150 146 141 137 133 129 126 122 119 116 112 109
180 171 163 156 149 143 138 134 130 127 124 121 119 117 116 114 113 112
44 106 102
180 175 170 165 160 155 150 146 142 137 133 130 126 122 119 115 112 109
180 172 164 157 150 145 140 135 131 128 125 122 120 118 116 115 113 112
46 105 102
180 175 170 165 160 155 151 146 142 138 134 130 126 122 119 115 112 108
16
48 105 101
180 175 170 165 160 156 151 147 142 138 134 130 126 122 119 115 112 108
18
50 104 100
180 175 170 165 160 156 151 147 142 138 134 130 126 122 119 115 111 108
20
52 103 100
180 175 170 165 161 156 151 147 143 138 134 130 126 122 118 115 111 107
180 172 165 158 152 146 141 136 132 129 126 123 121 119 117 115 113 112
54 103
180 175 170 165 161 156 152 147 143 138 134 130 126 122 118 114 111 107
180 172 165 159 153 147 142 137 133 130 127 124 121 119 117 115 113 112
56 102
180 175 170 166 161 156 152 147 143 139 134 130 126 122 118 114 110 106
180 173 166 159 153 148 143 138 134 131 127 125 122 119 117 115 113 112
58 102
180 175 170 166 161 156 152 147 143 139 134 130 126 122 118 114 110 106
22
60 101
180 175 170 166 161 157 152 148 143 139 134 130 126 122 118 113 109 105
180 173 166 160 154 149 144 139 135 132 128 125 122 120 118 115 113 112
62 100
180 175 170 166 161 157 152 148 143 139 134 130 126 121 117 113 109 105
24
64 100
180 175 171 166 161 157 152 148 143 139 134 130 126 121 117 113 108 104
180 173 167 161 155 150 145 140 136 132 129 126 123 120 118 116 113 112
66
99
98
98
97
96
95
94
99
98
98
97
96
95
94
93
93
92
91
90
89
99
98
97
96
95
94
93
92
91
90
89
88
87
86
85
84
99
98
97
96
95
94
93
92
90
89
88
87
86
85
84
83
82
81
80
79
99
98
97
96
94
93
92
90
89
88
87
85
84
83
82
80
79
78
77
76
75
74
99
97
96
94
93
91
90
89
87
86
84
83
81
80
79
77
76
75
73
72
71
70
69
68
67
62
20
99
97
95
94
92
90
89
87
85
83
82
80
79
77
75
74
72
71
70
68
67
66
65
64
62
61
57
15
95
99
97
95
93
91
89
87
85
83
82
80
78
76
74
72
71
69
68
66
65
63
62
61
59
58
57
56
52
10
90
98
96
93
91
89
87
84
82
80
78
75
73
71
69
68
66
64
62
61
59
58
57
55
54
53
52
51
47
5
85
99
97
94
91
89
86
83
81
78
76
73
71
69
66
64
62
60
59
57
55
54
52
51
50
49
47
46
45
42
0
80
99
96
92
89
86
83
80
77
74
71
68
66
63
61
59
57
55
53
51
49
48
47
45
44
43
42
41
40
36
5
75
98
94
91
87
83
79
76
72
69
66
63
60
57
55
52
50
48
47
45
43
42
41
39
38
37
36
35
34
31
10
70
98
93
89
84
79
75
71
67
63
59
56
53
50
48
46
43
42
40
38
37
35
34
33
32
31
30
30
29
26
15
65
98
92
86
80
74
69
64
59
55
52
48
45
42
40
38
36
34
33
31
30
29
28
27
26
25
24
24
23
21
20
60
99
90
82
75
67
61
55
50
46
42
39
36
33
31
29
28
26
25
24
23
22
21
20
19
19
18
18
17
16
25
55
84
61
45
35
28
23
20
17
15
14
13
12
11
10
9
9
8
8
8
7
7
7
6
6
6
6
6
5
35
45
16
4
2
1
1
1
1
1
1
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
40
101 108 174
88
76
65
56
48
42
37
33
30
27
25
23
21
20
19
18
17
16
15
15
14
13
13
13
12
12
12
10
30
50
55
60
65
70
75
80
85
90
95
100 105 110 115 120 125 130 135 140
130 135 140 145 150 155 160 165 170 175 180 175 170 165 160 155 150 145
50
111 111 111 112 112 113 113 114 116 118 120 122 126 131 137 144 154 167 180
111 111 111 111 111 112 112 113 114 116 118 120 124 128 134 142 152 165 179
111 111 111 111 111 111 111 112 113 114 116 118 121 125 131 139 149 164 179
111 111 110 110 110 110 110 111 111 112 114 116 118 122 127 135 146 161 179
111 110 110 109 109 109 109 109 110 110 112 113 115 119 123 131 142 158 179
111 110 109 109 108 108 108 108 108 109 109 110 112 115 119 126 136 155 179
111 110 109 108 108 107 107 106 106 107 107 108 109 111 114 120 130 149 179
111 109 108 108 107 106 105 105 105 104 105 105 106 107 109 113 122 141 178
110 109 108 107 106 105 104 103 103 102 102 102 102 102 104 106 112 128 177
110 109 107 106 105 104 103 102 101 100
110 108 107 105 104 103 101 100
110 108 106 105 103 102 100
99
94
83
73
72
67
25
180 175 171 166 161 157 152 148 143 139 134 130 125 121 117 112 108 103
98
88
78
77
72
30
68
93
82
82
77
35
180 175 171 166 161 157 152 148 143 138 134 130 125 121 116 112 107 103
97
87
86
82
40
70
92
91
87
45
180 175 171 166 161 157 152 147 143 138 134 129 125 120 116 111 107 102
97
96
92
50
130 125 120 115 110 105 100
72
Arz
74
65
84
70
97
75
180 175 171 166 161 157 152 147 143 138 134 129 124 120 115 111 106 101
80
180 175 170 166 161 157 152 147 143 138 133 129 124 119 115 110 105 101
85
180 175 170 165 161 156 151 146 141 136 131 127 122 117 112 107 102
90
55
95
60
140 135 130 125 120 115 110 105 100
145 150 155 160 165 170 175 180 175 170 165 160 155 150 145 140 135
Tûl dere celeri
Muhtelif arz ve tûl derecelerindeki mahallerin k›ble aç›lar›
Bu cedvelde tûl dereceleri 5’er derece ara ile cedvelin üstüne ve alt›na, arz dereceleri de
2’fler derece ara ile cedvelin ortas›na yukar›dan afla¤›ya do¤ru yaz›lm›fld›r. Tûl derecelerinden alt› çizili olanlar garbî (–), di¤erleri flarkî (+) d›r. fiimâl yar›m küresinde bulunan mahaller için birinci ve ikinci s›radaki tûl dereceleri, cenûb yar›m küresinde bulunan mahaller için ise 3.cü ve 4.cü s›radaki tûl dereceleri kullan›l›r. K›ble aç›s› aran›lan mahallin tûl derecesinin bulundu¤u sütûn ile bu mahallin arz derecesinin bulundu¤u sat›r›n kesifldi¤i yerdeki rakam, bu mahallin k›ble aç›s› derecesidir. Birinci ve dördüncü s›radaki tûl dereceleri için mahallin cenûbundan garb›na, ikinci ve üçüncü s›radaki tûl dereceleri için ise cenûbundan flark›na k›ble aç›s› kadar dönülünce k›bleye dönülmüfl olur. Bu aç›lar günefl veyâ
kutub y›ld›z› ile anlafl›lan co¤rafi cenûb istikametinden olup, pusula ile ölçmelerde sapma
aç›s›n› da hesâba katmak îcâb eder.
60 — NEMÂZ VAKTLER‹
(Mukaddimet-üs-salât), (Tefsîr-i Mazherî) ve (Halebî-yi kebîr)deki hadîs-i flerîfde buyuruldu ki: (Cebrâîl aleyhisselâm Kâ’be kap›s› yan›nda iki gün bana imâm oldu. ‹kimiz, fecr do¤arken sabâh nemâz›n›, günefl tepeden ayr›l›rken ö¤leyi, herfleyin gölgesi kendi boyu uzay›nca ikindiyi, günefl batarken [üst kenâr› gaybolunca] akflam› ve flafak karar›nca yats›y› k›ld›k. ‹kinci günü de, sabâh nemâz›n›, hava ayd›nlan›nca; ö¤leyi, herfleyin gölgesi kendi boyunun iki kat› uzay›nca; ikindiyi, bundan
hemen sonra, akflam›, oruc bozuldu¤u zemân, yats›y› gecenin üçde biri olunca k›ld›k. Sonra, yâ Muhammed, senin ve geçmifl Peygamberlerin nemâz vaktleri budur.
Ümmetin, befl vakt nemâz›n herbirini, bu k›ld›¤›m›z iki vaktin aras›nda k›ls›nlar dedi). Bu hâdise, mi’râc›n ertesi günü, hicretden iki sene evvel, 14 temmuz günü idi.
Kâ’benin irtifâ’› 12,24 m, meyl-i flems 21 derece 36 dakîka, arz derecesi 21 derece
26 dakîka oldu¤undan, fey-i zevâl 3,56 cm. idi. Hergün befl kerre nemâz k›l›nmas›
emr olundu. Nemâz say›s›n›n befl oldu¤u, bu hadîs-i flerîfden de anlafl›lmakdad›r.
Âk›l ve bâlig olan, ya’nî akl› olup, evlenme yafl›na gelmifl olan her müslimân erke¤in ve kad›n›n, hergün befl vakt nemâz›, vaktlerinde k›lmalar› farzd›r. Bir nemâz,
vakti gelmeden önce k›l›n›rsa, sahîh olmaz. Hem de, büyük günâh olur. Nemâz›n
sahîh olmas› için, vaktinde k›lmak lâz›m oldu¤u gibi, vaktinde k›ld›¤›n› bilmek, flübhe etmemek de farzd›r. (Tergîb-üs-salât)daki hadîs-i flerîfde, (Nemâz vaktlerinin
bir evveli vard›r. Bir de sonu vard›r) buyuruldu. Bir mahalde, bir nemâz›n evvel vakti, güneflin o mahal zâhirî üfk hatt›ndan belli bir irtifâ’a geldi¤i vaktdir.
Üzerinde yaflad›¤›m›z (Erd küresi), mihveri (ekseni) etrâf›nda, bofllukda dönmekdedir. Bu mihver, Erdin merkezinden geçer ve Erdin sath›n› (yüzeyini) iki noktada delen bir do¤rudur. Bu iki noktaya (Erdin kutublar›) denir. Güneflin ve y›ld›zlar›n üzerinde hareket etdikleri zan olunan küreye (Semâ küresi) denir. Günefl
hareket etmez, fekat, Erd küresi döndü¤ü için, günefl hareket ediyor zan ediyoruz.
Etrâf›m›za bak›nca yer ile gök, büyük bir dâirenin kavsi üzerinde birleflmifl gibi görünüyor. Bu dâireye (Üfk-› zâhirî hatt›) denir. Günefl, sabâhlar›, bu hatt›n flark taraf›ndan do¤uyor. Semân›n ortas›na do¤ru yükseliyor. Ö¤le vakti, tepeye kadar yükselip, tekrâr alçalma¤a bafll›yor. Sonra üfk-› zâhirî hatt›n›n garb taraf›nda, bir
noktadan bat›yor. Üfkdan i’tibâren en yüksek oldu¤u vakt (zevâl vakti)dir. Bu vakt,
güneflin (üfk-› zâhirî hatt›ndan) olan yüksekli¤ine, güneflin (Gâye-i irtifâ’›) denir.
Semâya bakan insana (Râs›d) denir. Râs›d›n ayaklar›ndan geçen Erd›n yar› çap›
istikâmetine râs›d›n (fiâkûlü) denir. Râs›d, yer küresinin hâricinde herhangi bir yükseklikdeki bir M noktas›ndad›r. ME hatt› râs›d›n flâkûlüdür. Bu flâkûle dik olan düzlemlere râs›d›n (Üfk düzlemleri) denir.
Alt› üfk düzlemi vard›r: Sahîfe 180 deki fleklin alt›ndaki yaz›y› okuyunuz! 1– Râs›d›n ayaklar›ndan geçen MF (Riyâdî üfk) düzlemi. 2– Yer küresine temâs eden BN
(Hissî üfk) düzlemi. 3– Râs›d›n etrâf›n› çeviren (Zâhirî üfk hatt›) dâiresinin (LK dâiresinin) çizildi¤i LK düzlemi (Mer’î üfk) düzlemi. 4– Erdin merkezinden geçen
(Hakîkî üfk) düzlemi. 5– Râs›d›n bulundu¤u yerin en yüksek noktas›n›n zâhirî üfk
hatt›ndan geçen P (fier’î üfk) düzlemidir ki, bu düzlemin yer küresini kesdi¤i q dâireye (fler’î üfk hatt›) denir. Bu befl düzlem, birbirlerine paraleldir. 6– Râs›d›n ayaklar›ndan geçen üfk-› hissî düzlemine (Sathî üfuk) denir. Râs›d›n bulundu¤u yer yükseldikce, (zâhirî üfk hatt›) dâiresi büyür ve hissî üfkdan uzaklafl›r. Hakîkî üfka yaklafl›r. Bundan dolay›, bir flehrde, muhtelîf yükseklikler için, bir nemâz›n zâhirî muhtelîf vaktleri olur. Hâlbuki, bir flehrde, bir nemâz›n tek bir vakti vard›r. Bundan dolay›, nemâz vaktleri için zâhirî üfk hatlar› kullan›lamaz. Yükseklik ile de¤iflmiyen (fier’î
üfk) hatt›ndan olan fler’î irtifâ’ kullan›l›r. Her mahallin alt› üfkundan üçü için bir nemâz›n birer nemâz vakti vard›r: Hakîkî, zâhirî ve fler’î vaktler. Günefli ve üfku görenler, güneflin, fler’î üfkdan, nemâz vaktinin irtifâ’›na geldi¤i fler’î vaktlerde k›lar. Gör– 175 –
miyenler, hesâb ile bulunan fler’î vaktlerde k›lar. Fekat, fler’î üfk hatlar›na göre irtifâ’lar, zâhirî üfk hatlar›na göre olan, zâhirî irtifâ’lardan uzundur. Nemâz vaktleri ö¤leden sonra olduklar› için bu üfklar kullan›lamaz. Bu üç vaktden herbirinin riyâdî ve
mer’î k›smlar› vard›r. Riyâdî vaktler, güneflin, irtifâ’›ndan, hesâb ile bulunur. Mer’î
vaktler, riyâdî vaktlere 8 dakîka 20 sâniye ekliyerek hâs›l olur. Çünki ziyâ, Güneflden Erda 8 dakîka 20 sâniyede gelmekdedir. Yâhud, güneflin belli irtifâ’a geldi¤ini
görerek anlafl›l›r. Riyâdî ve hakîkî vaktlerde nemâz k›l›nmaz. Bu vaktler, mer’î
vaktlerin bulunmalar›na vâs›ta olurlar. Tulû’ ve gurûb üfklar›n›n irtifâ’lar› s›f›rd›r. Zâhirî üfk hatlar›n›n dereceleri, ö¤leden evvel, günefl do¤arken bafllar. Ö¤leden sonra,
hakîkî üfkdan sonra bafllar. fier’î üfk, ö¤leden evvel, hakîkî üfkdan evvel, ö¤leden sonra, hakîkî üfkdan sonrad›r. Fecr-i sâd›k vaktinin irtifâ’›, dört mezhebde de, -19 derecedir. Yats› nemâz› vaktinin bafllamas› irtifâ’›, ‹mâm-› a’zama göre, -19 derece, iki
imâma ve di¤er üç mezhebe göre -17 derecedir. Ö¤le vaktinin bafllamas› irtifâ’›, gâye irtifâ’›d›r. Gâye irtifâ’›, arz derecesinin temâmîsi ile meylin cebrî toplam›d›r. Güneflin merkezinin, üfk-› hakîkîden gâye irtifâ’›na yükseldi¤i görülünce, mer’î hakîkî
(Zevâl vakti) olur. Ö¤le ve ikindi vaktlerinin bafllamas› irtifâ’lar› her gün de¤iflmekdedir. Bu iki irtifâ’ hergün yeniden ta’yîn edilir. Güneflin kenâr›n›n, zâhirî üfuk
hatt›ndan, nemâz›n irtifâ’ derecesine geldi¤i vakt görülemiyece¤i için, f›kh kitâblar› bu mer’î vaktin alâmetlerini, iflâretlerini bildirmekdedir. Ya’nî zâhirî nemâz vaktleri, riyâdî vaktler de¤il, mer’î vaktlerdir. Semâda bu alâmetleri göremiyenler ve takvîm hâz›rlayanlar, güneflin kenâr›n›n ö¤leden sonra sathî üfuk hatlar›na göre olan irtifâ’lara geldi¤i riyâdî vaktleri hesâb eder, sâat makineleri bu riyâdî vaktlere gelince, mer’î vakt olurlar. Nemâzlar› bu (Mer’î vaktler)inde k›l›nm›fl olur.
Hesâb ile, güneflin hakîkî üfukdan irtifâ’ noktas›na geldi¤i riyâdî vaktler bulunmakdad›r. Güneflin bir mer’î vakte geldi¤i, bu riyâdî vaktden 8 dakîka 20 sâniye
sonra görülür ki, buna (Mer’î vakt) denir. Ya’nî, mer’î vakt riyâdî vaktden 8 dakîka 20 sâniye sonrad›r. Sâat makinelerinin bafllang›çlar›, ya’nî hakîkî zevâl ve ezânî gurûb vaktleri, mer’î vaktler oldu¤u için, sâat makinelerinin gösterdikleri riyâdî vaktler, mer’i vaktler olmakdad›r. Takvîmlere riyâdî vaktler yaz›ld›¤› hâlde, sâat makinelerinde mer’î vaktler hâline dönmekdedirler. Meselâ, hesâb ile bulunan
vakt 3 sâat 15 dakîka ise, bu riyâdî 3 sâat 15 dakîka, sâat makinelerinde 3 sâat 15
dakîka, mer’î vakt olmakdad›r. Hesâb ile, önce, günefl merkezinin hakîkî üfka göre nemâz›n irtifâ’›na geldi¤i (Hakîkî riyâdî vaktler) bulunur. Bunlar, sonra (temkin) zemân› ile muâmele olunarak, (fier’î riyâdî vaktler)e çevrilir. Ya’nî, sâat makinelerinde, riyâdî vakte ayr›ca 8 dakîka 20 sâniye ilâve etmek lâz›m de¤ildir. Bir
nemâz›n hakîkî vakti ile fler’î vakti aras›ndaki zemân fark›na (Temkin) zemân› denir. Temkin mikdâr› her nemâz vakti için takrîben ayn›d›r.
Bir mahalde, (Sabâh nemâz›n›n vakti), dört mezhebde de, (fler’î gece)nin sonunda bafllar. Ya’nî, (Fecr-i sâd›k) denilen beyâzl›¤›n flarkdaki üfk-› zâhirî hatt›n›n bir
noktas›nda görülmesi ile bafllar. Oruc da, bu vaktde bafllar. Müneccim bafl› Ârif be¤
diyor ki, (Fecr-i sâd›k, beyâzl›k üfuk üzerinde yay›ld›¤› vakt bafllad›¤›n› ve bu vakt
irtifâ’ -18, hattâ -16 derece oldu¤unu bildiren za’îf kavller de bulundu¤u için, sabâh nemâz›n›, takvîmde yaz›l› imsâk vaktinden 15 dakîka sonra k›lmak ihtiyâtl›
olur.) Fecr vaktinin irtifâ’›n› bulmak için, berrak bir gecede, üfk-› zâhirî hatt›na ve
sâatimize bak›p, fecr vakti anlafl›l›r. Bu vakt, muhtelif irtifâ’lar için, hesâb ile bulunan vaktlerden hangisine uyarsa, o vaktin hesâb›nda kullan›lan irtifâ’, fecr irtifâ’› olur. fiafak irtifâ’› da böyle bulunur. ‹slâm âlimleri asrlardan beri, fecr irtifâ’›n›n
-19 derece oldu¤unu anlam›fllar, di¤er rakamlar›n do¤ru olmad›¤›n› bildirmifllerdir. Avrupal›lar, beyâzl›¤›n yay›lmas›na fecr diyor. Bu fecrin irtifâ’› -18 derecedir
diyorlar. Müslimânlar›n, din ifllerinde, h›ristiyanlara ve mezhebsizlere de¤il, islâm
âlimlerine uymas› lâz›md›r. Sabâh nemâz›n›n vakti, (fiemsî gece)nin sonunda temâm olur. Ya’nî, güneflin ön [üst] kenâr›n›n, o mahaldeki, üfk-› zâhirî hatt›ndan do¤– 176 –
du¤u görülünceye kadard›r.
(Semâ küresi), merkezinde bir nokta gibi, Erd küresi bulunan ve günefl ile bütün
y›ld›zlar bunun sath›nda kabûl edilen büyük bir küredir. Nemâz vaktleri, bu küre sath›nda düflünülen (‹rtifâ’ kavsleri ) ile hesâb olunur. Erd mihverinin [ekseninin] semâ küresini kesdi¤i iki noktaya (Semâ kutbu) denir. ‹ki kutubdan geçen düzlemlere
(Meyl düzlemleri) denir. Bu düzlemlerin semâ küresinde hâs›l etdikleri dâirelere
(Meyl dâireleri) denir. Bir mahallin flâkûlünden geçen düzlemlere(Semt düzlemleri) denir. Semt düzlemlerinin semâ küresini kesdiklerini düflünürsek, küre sath›nda hâs›l etdikleri bu dâirelere, o mahallin (Semt dâiresi=Azimut)leri veyâ (‹rtifâ’ dâireleri) denir. Bir mahallin semt dâireleri, bu mahallin üfuklar›n› amûd [dik] olarak
keser. Erd küresi üzerindeki bir mahalden, birçok semt düzlemleri ve bir tek meyl
düzlemi geçmekdedir. Bir mahallin flâkûlü ile Erd›n mihveri, Erd›n merkezinde kesiflirler. Bu iki do¤rudan geçen düzlem, bu mahallin hem semt düzlemidir. Hem de,
meyl düzlemidir. Bu düzleme, bu mahallin (N›sf-ün-nehâr) düzlemi denir. N›sfün-nehâr düzleminin, semâ küresini kesdi¤i dâireye, o mahallin (N›sf-ün-nehâr
dâiresi = Meridiyen) denir. N›sf-ün-nehâr sath›, o mahallin üfk-› hakîkî sath›n› dik
olarak keser ve üfk-› hakîkî dâiresini iki müsâvî k›sma ay›r›r. Üfk-› hakîkî sath›n› kesdi¤i do¤ruya, o mahallin (N›sf-ün-nehâr hatt›) denir. Güneflin merkezinden geçen
semt dâiresinin, bu mahallin hakîkî üfkunu kesdi¤i semâdaki N noktas› ile güneflin
merkezi aras›ndaki GN kavs [yay] parças›na (Hakîkî irtifâ’ kavsi) denir. Bu kavsin
derecesi, güneflin bu mahalde, o andaki (Hakîkî irtifâ’›=Altitude)dir. fiems, her
an, baflka semt dâirelerinden geçmekdedir. Güneflin bir Z kenâr›ndan geçen semt
dâiresinin, bu kenâr› kesdi¤i nokta ile, hissî, mer’î, riyâdî ve hakîkî üfuk düzlemlerini kesdi¤i, semâdaki iki nokta aras›ndaki kavslerine, bu üfuklara nazaran (Zâhirî irtifâ’ kavsi) denir. Bu kavslerin derecesine, güneflin bu üfuklara göre (Zâhirî irtifâ’)lar› denir. Sathî irtifâ’›, hakîkî irtifâ’›ndan fazlad›r. fiemsin, bu üfuklardan ayn› irtifâ’da oldu¤u vaktler farkl›d›r. Hakîkî irtifâ’, Erd›n merkezinden ç›k›p, semâdaki hakîkî irtifâ’ kavsinin iki ucundan geçen iki yar›m do¤runun hâs›l etdi¤i zâviyenin derecesidir. Bu iki yar›m do¤ru aras›nda bulunan ve semâdaki bu kavse muvâzî [paralel] olan muhtelif uzunluklardaki, sonsuz say›da kavslerin dereceleri,
birbirlerine müsâvî olup, hepsi hakîkî irtifâ’ derecesi kadard›r. Di¤er irtifâ’lara
müsâvî olan zâviyeleri hâs›l eden iki yar›m do¤ru, râs›d›n bulundu¤u mahalden
geçen flâkûlün, üfku kesdi¤i noktadan ç›karlar. Bu irtifâ’ zâviyelerinin dereceleri de,
içlerindeki kavslerin dereceleri kadard›r. Erd›n merkezinden geçen ve mihverine
amûd olan sonsuz bir düzleme (Mu’addilün-nehâr=Ekvator düzlemi) denir. Bu
ekvator sath›n›n, Erd küresini kesdi¤i dâireye (Mu’addilün-nehâr dâiresi=Ekvator)
denir. Ekvator sath›n›n ve ekvator dâiresinin yeri ve istikâmeti sâbitdir, hiç de¤iflmez. ‹kisi de, Erd küresini, iki müsâvî yar›m küreye ay›r›r. Güneflin merkezi ile Ekvator sath› aras›nda kalan meyl dâiresi kavsinin derecesine (Güneflin meyli) denir.
Zâhirî tulû’dan evvel, zâhirî üfuk hatt› üzerindeki beyâzl›k, k›rm›z›l›kdan iki irtifâ’
derecesi evvel bafllar. Ya’nî günefl üfk-› zâhirî hatt›na 19 derece yaklafl›nca bafllar. Fetvâ böyledir. Müctehid olm›yanlar›n, bu fetvây› de¤ifldirme¤e haklar› yokdur. 20 derece yaklafl›nca bafllad›¤›n› bildirenlerin de bulundu¤u, ‹bni Âbidînde ve M.Ârif be¤in takvîminde yaz›l›d›r. Fekat, fetvâya uym›yan ibâdetler, sahîh olmaz.
Güneflin günlük mahrekleri, birbirlerine ve ekvator düzlemine paralel olan, semâ küresi üzerindeki dâirelerdir. Bu dâirelerin bulunduklar› düzlemler, Erdin mihverine ve N›sf-ün-nehâr düzlemine dikdirler. Üfuk düzlemlerini e¤ik [mâil] olarak
keserler. Ya’nî, güneflin mahreki, üfk-› zâhirî hatt›n› dik olarak kesmez. Güneflden
geçen semt dâiresi, üfk-› zâhirî hatt›na dikdir. Güneflin merkezi, bir mahallin
N›sf-ün-nehâr dâiresi üzerine gelince, merkezinden geçen meyl dâiresi ile o mahaldeki semt dâiresi ayn› olur ve merkezi, hakîkî üfukdan gâye irtifâ’›nda olur.
Günefli görenler için, (Zâhirî zuhr vakti), ya’nî (ö¤le nemâz›n›n zâhirî vakti), kul– 177 –
Se’âdet-i Ebediyye 1-F:12
lan›l›r. Bu mer’î vakt, güneflin arka kenâr› zâhirî zevâl mahallinden ayr›l›rken bafllar. Günefl, her mahallin sathî üfkundan, ya’nî gördü¤ümüz (Zâhirî üfuk hatt›ndan)
do¤ar. Önce, ön kenâr›, sathî üfukdan, ya’nî gördü¤ümüz (Zâhirî üfuk hatt›ndan)
gâye irtifâ’›na gelince, bu yüksekli¤e mahsûs olan, semâdaki (Zâhirî zevâl mahalli
dâiresi) ne gelerek, (Zâhirî mer’î zevâl vakti) bafllar. Yere amûd [dik] olan bir çubu¤un gölgesinin k›sald›¤› his edilmez olur. Sonra güneflin merkezi, o mahallin semâdaki n›sf-ün-nehâr [gündüz müddetinin ortas›] dâiresine yükselince, ya’nî hakîkî üfka nazaran, gâye irtifâ’›nda olunca, (Hakîkî mer’î zevâl vakti) olur. Bundan sonra, arka kenâr›n, o mahallin, üfk-› sathîsinin garb taraf›ndan gâye irtifâ’›na indi¤i vakt,
(Zâhirî zevâl vakti) biterek, gölgenin uzama¤a bafllad›¤› görülür ve (Zâhirî mer’î zuhr
vakti) olur. Günefl, zâhirî zevâl vaktinden hakîkî zevâl vaktine yükselirken ve buradan zâhirî zevâl vaktinin sonuna alçal›rken, güneflin ve gölgenin hareketleri his edilmez. Çünki mesâfe ve zemân pek azd›r. Dahâ sonra, arka kenâr, üfk-› sathî hatt›n›n
garb taraf›ndan gâye irtifâ’›na inince, (Zâhirî mer’î zevâl vakti) temâm olup, (fier’î
mer’î zuhr vakti) bafllar. Bu vakt, hakîkî zevâl vaktinden (Temkin) zemân› sonrad›r.Çünki, hakîkî ve fler’î zevâl vaktleri aras›ndaki zemân fark›, hakîkî ve sathî
üfuklar aras›ndaki zemân fark› kadar olup, bu da, (Temkin) zemân›d›r. Zâhirî vaktler, çubu¤un gölgesinden anlafl›l›r. fier’î vaktler, çubu¤un gölgesinden anlafl›lmaz. Hesâb ile hakîkî zevâl vakti bulunup, buna temkin ilâve edilerek, riyâdî fler’î zevâl vakti olur. Takvîmlere yaz›l›r. Zuhr vakti, asr-› evvele kadar, ya’nî her fleyin gölgesi, hakîkî zevâl vaktindeki uzunlu¤undan, kendi boyu mikdâr› veyâ asr-› sâniye kadar, ya’nî
boyunun iki misli uzay›ncaya kadar devâm eder. Birincisi, iki imâma ve di¤er üç mezhebe göre, ikincisi, ‹mâm-› a’zama göredir.
(‹kindi nemâz›n›n vakti), ö¤le vakti bitince bafll›yarak, güneflin arka kenâr›n›n,
râs›d›n bulundu¤u mahallin zâhirî üfuk hatt›ndan batd›¤› görülünceye kadar ise de,
günefl sarard›kdan sonra ya’nî alt [ön] kenâr› zâhirî üfuk hatt›na bir m›zrak boyu
yaklafl›ncaya kadar gecikdirmek harâmd›r. Bu vakt, üç kerâhet vaktinin üçüncüsüdür. fiimdi, Türkiyede, takvîmlerde, ikindi vaktleri, asr-› evvele göre yaz›l›d›r.
Bu vaktlerden, k›fl›n 36, yaz›n 72 dakîka sonra k›l›nca, ‹mâm-› a’zama da uyulmufl
olur. Arz derecesi 40 ile 42 aras›nda olan mahallerde, ocak ay›ndan bafll›yarak, her
ay için 6 dakîka, 36 ya ilâve, temmuzdan sonra 72 den tarh edince, bu aydaki, iki
asr vakti aras›ndaki zemân fark› olur.
(Akflam nemâz›n›n vakti), günefl zâhirî gurûb edince bafllar. Ya’nî, güneflin üst
kenâr›n›n, râs›d›n bulundu¤u mahallin üfk-› zâhirîsi hatt›ndan gayb oldu¤u görülünce bafllar. fier’î ve flemsî geceler de, bu vakt bafllarlar. Güneflin zâhirî tulû’ ve
gurûbunun görülemedi¤i yerlerde ve hesâb yap›l›rken, fler’î vaktler kullan›l›r.
Ziyâs›, sabâhlar› en yüksek tepeye gelince, fler’î tulû’ vakti olur. Akflamlar› buradan çekildi¤i görülünce de, mer’î fler’î gurûb vakti olur. Ezânî sâat makineleri, bu
vakt 12 yap›l›r. Akflam nemâz›n›n vakti, yats› nemâz›n›n vaktine kadar devâm eder. Akflam nemâz›n›, vaktin evvelinde k›lmak sünnetdir. (‹fltibâk-i nücûm) vaktinden, ya’nî y›ld›zlar ço¤ald›kdan, ya’nî güneflin arka kenâr›n›n zâhirî üfuk hatt› alt›na on derece irtifâ’a indikden sonraya b›rakmak harâmd›r. Hastal›k, seferî
olmak, hâz›r ta’âm› yimek için, bu kadar gecikdirilebilir.
(Yats› nemâz›n›n vakti), ‹mâmeyne göre, iflâ-i evvelden, ya’nî garbdaki zâhirî
üfuk hatt› üzerinde, k›rm›z›l›k gayb oldukdan sonra bafllar. Di¤er üç mezhebde de
böyledir. ‹mâm-› a’zama göre, iflâ-i sânîden, ya’nî beyâzl›k gayb oldukdan sonra
bafllar. Hanefîde, fler’î gecenin sonuna, ya’nî fecr-i sâd›k›n a¤armas›na kadard›r.
K›rm›z›l›¤›n gayb olmas›, güneflin üst kenâr›n›n, üfk-› sathînin alt›nda, onyedi
derece irtifâ’a indi¤i vaktdir. Bundan sonra, ya’nî ondokuz derece irtifâ’a inince,
beyâzl›k gayb olur. fiâfi’î mezhebinde yats› nemâz›n›n âhir vakti, fler’î gecenin yar›s›na kadar diyenler vard›r. Yats›y›, fler’î gecenin yar›s›ndan sonra k›lmak, bunlara göre câiz de¤ildir. Hanefîde ise, mekrûhdur. Mâlikîde fler’î gecenin sonuna ka– 178 –
dar k›lmak sahîh ise de, üçde birinden sonra k›lmak günâhd›r. Ö¤le ve akflam nemâzlar›n› iki imâm›n bildirdi¤i vaktlerde k›lam›yan, kazâya b›rakmay›p, ‹mâm-›
a’zam›n kavline göre edâ etmeli, bu takdîrde, o gün ikindi ve yats› nemâzlar›n› da,
‹mâm-› a’zam›n bildirdi¤i vaktden önce k›lmamal›d›r. Vakt ç›kmadan, hanefîde iftitâh tekbîri al›nca, mâlikîde ve flâfi’îde ise, bir rek’at k›l›nca, nemâz› vaktinde k›lm›fl olur. A. Ziyâ be¤ (‹lm-i hey’et) kitâb›nda diyor ki:
(Kutba yaklafld›kça, sabâh ve yats› nemâzlar›n›n vaktlerinin bafllang›c›, ya’nî
fecr ve flafak vaktleri, güneflin do¤ma ve batma vaktlerinden uzaklafl›r. Ya’nî sabâh ve yats› nemâzlar›n›n ilk vaktleri, birbirine yaklafl›r. Her memleketin nemâz
vaktleri, hatt-› üstüvâdan [Ekvatordan] uzakl›¤›na, ya’nî arz derecesine [Enlem=Latitude =ª] ve güneflin meyline, [Declination=∞] ya’nî ay ve günlere göre,
de¤iflir.) [Arz dereceleri, (90-meyl)den fazla olan yerlerde gece ve gündüz hiç olmaz. Arz derecesinin temâmîsi < meyl + 19 ise, ya’nî arz dereceleri ile meyl-i flems
toplam› (90–19=71) veyâ dahâ ziyâde olan zemânlarda güneflin meylinin, befl dereceden ziyâde oldu¤u yaz aylar›nda, flafak gayb olmadan, fecr bafllar. Bunun
için, meselâ arz derecesi 48 0 50' olan Paris flehrinde Hazîran›n 12 si ile 30 u aras›nda yats› ve sabâh nemâzlar›n›n vaktleri bafllamaz]. Hanefî mezhebinde vakt, nemâz›n sebebidir. Sebeb bulunmazsa, nemâz farz olmaz. O hâlde, böyle memleketlerde bu iki nemâz farz olmaz. Ba’z› âlimlere göre ise, arz dereceleri bunlara yak›n olan yerlerdeki vaktlerinde k›lmak farz olur. [Bu iki nemâz vaktinin bafllamad›¤› zemânlarda, vaktlerinin oldu¤u en son günün vaktlerinde k›lmak iyi olur.]
Nehâr-› fler’înin ya’nî oruc zemân›n›n dörtde biri temâm olunca, (Duhâ) ya’nî
kuflluk vakti olur. Nehâr-› fler’înin yar›s›na (Dahve-i kübrâ) vakti denir. Ezânî zemâna göre, Dahve-i kübrâ=Fecr+(24-Fecr)÷2=Fecr+12-Fecr÷2=12+Fecr÷2 dir.
Ya’nî Fecr vaktinin yar›s›, sabâh 12 den i’tibâren, Dahve-i kübrâ vakti olur. ‹stanbulda, 13 A¤ustosda, müflterek zemâna göre fecr vakti, 3 sâat 9 dakîka, gurûb vakti 19 sâat 13 dakîka oldu¤undan fler’î gündüz müddeti 16 sâat 4 dakîka ve müflterek zemâna göre, Dahve-i kübrâ vakti 8.02+3.09 = 11 sâat 11 dakîka olur. Yâhud,
müflterek sâata göre, gurûb ve imsâk vaktleri toplam›n›n yar›s›d›r.
Günefl, zâhirî üfuk hatt›na yaklafld›kca, hava tabakalar›n›n ziyây› k›rma derecesi artd›¤› için, ova ve deniz gibi düz yerlerde, güneflin üst kenâr›, zâhirî üfuk hatt›n›n 0,56 derece alt›nda oldu¤u zemân, do¤du görünür. Akflamlar› üfukda gayb olmas› da, batmas›ndan bu kadar sonra olur.
Bir mahallin flâkûlüne, ya’nî Erd›n bu yerden geçen yar› çap›na amûd [dik]
olan sonsuz düzlemlere bu mahallin (Üfuk)lar› denir. Yaln›z sathî üfklar böyle de¤ildir. Alt› üfuk vard›r. Bu üfuklar›n yerleri ve istikâmetleri sâbit de¤ildir. Râs›d›n
bulundu¤u mahalle göre, de¤iflirler. (Üfk-› hakîkî), Erd küresinin merkezinden geçen sonsuz EN üfuk düzlemidir. Bir râs›d›n (Üfk-› hissî)si, bulundu¤u mahallin en
alçak B noktas›ndan geçen, ya’nî Erd küresinin sath›na temâs eden sonsuz bir düzlemdir. Erd küresinin merkezinden ve sath›ndan güneflin merkezine giden iki
do¤runun güneflin merkezinde hâs›l etdikleri zâviyeye [aç›ya] güneflin (‹htilâf-› manzar)› denir. Senelik vasatîsi 8,8 sâniyedir. Güneflin merkezinin hakîkî üfka nazaran
irtifâ’› ile riyâdî veyâ hissî üfuklara göre irtifâ’lar›n›n fark›d›r. ‹htilâf-› manzar, ay›n,
güneflin tulû’lar›n›n geç görülmesine sebeb olur. Râs›d›n [Günefle bakan kimsenin]
bulundu¤u, herhangi yükseklikdeki M noktas›ndan geçen F müstevîsi [düzlem]
(Üfk-› riyâdî)sidir. (Üfk-› zâhirî hatt›), M noktas›nda bulunan râs›d›n gözünden ç›k›p Erd küresine K noktas›nda temâs eden MK flu’â’›n›n M noktas›n›n flâkûlünün
etrâf›nda deverân›ndan hâs›l olan mahrûtun [koninin] Erd küresi ile temâs eden
K noktalar›n›n meydâna getirdikleri LK dâiresidir. Bu dâireden geçen ve M noktas›n›n flâkûlüne amûd olan düzleme râs›d›n (Üfk-› mer’î)si denir. Bu mahrûtun sath› [yüzeyi] (Üfk-› sathî)sidir. (Üfk-› zâhirî hatt›), herhangi bir yükseklikde bulunan râs›d›n, o mahallin ova, deniz gibi en afla¤› noktalar› ile semân›n birleflmifl gi– 179 –
bi gördü¤ü bir dâiredir. Bu dâire, mer’î üfkun, Erd küresi sath›n› kesdi¤i noktalardan meydâna gelmifldir. Bu noktalar›n her birinden bir semt düzlemi geçmekdedir. Güneflin bulundu¤u semt düzleminin kesdi¤i (K) noktas›ndan geçen üfk-› hissî düzlemi, semt düzlemini dik olarak, MS hatt› boyunca keser. Bu hissî üfka râs›d›n (Sathî üfk)u denir ki, MK düzlemidir. Bir mahalde, muhtelif yükseklikler için,
muhtelif sathî üfuklar vard›r. Bunlar›n Erd küresine temâs eden K noktalar›, zâhirî üfuk hatt›n› hâs›l ederler. Râs›d›n gözünden ç›kan flu’â istikâmetine, ya’nî
MS do¤rusuna (Sathî üfuk hatt›) denir. Semt düzleminin ZS kavsi, güneflin sathî üfka nazaran irtifâ’› olur. Bu kavs, Râs›d›n gözünden ç›k›p, bu kavsin iki ucundan geçen iki yar›m do¤ru aras›ndaki zâviyenin derecesini göstermekdedir. Günefl hareket etdi¤i için, MS üfk-› sathîsinin Erd küresine temâs etdi¤i K noktas› da, üfk-› zâhirî hatt› üzerinde hareket ederek, üfk-› sathî her ân de¤iflir. Râs›d, K dan, semâdaki ZS irtifâ’ kavsine muvâzî çizilen HK kavsinin Râs›d ile günefl aras›ndaki MZ do¤rusunu kesdi¤i H noktas›na bak›nca, günefli görür. Bu kavsi, güneflin zâhirî üfuk hatt›na nazaran irtifâ’› zan eder. Bu HK kavsinin derecesi, güneflin arka kenâr›n›n sathî üfka nazaran ZS irtifâ’› kadard›r. Bunun için, sathî üfka nazaran irtifâ’ olarak,
HK (zâhirî irtifâ’›) kullan›lmakdad›r. Günefl, semâdaki S noktas›ndan gurûb etmekdedir. Râs›d, Erd üzerindeki K noktas›ndan gurûb etdi san›r. Günefl ve y›ld›zlar, bir
mahallin sathî üfkunun alt›na girince, ya’nî bu üfka nazaran irtifâ’› s›f›r olunca, bu
üfkun her yerindeki râs›dlar, bunlar›n gurûb etdiklerini görürler. M noktas›ndaki
râs›d, güneflin K noktas›ndaki üfk-› sathîden gurûbunu görür. Ya’nî, güneflin üst kenâr›n›n, sathî üfka göre, irtifâ’› s›f›r olunca, M noktas›ndaki râs›d›n gurûb vakti olur.
Bunun gibi, râs›d›n bütün nemâz vaktleri de sathî üfka göre olan fler’î irtifâ’lar› ile
ma’lûm olur. M de bulunan râs›d, güneflin üfk-› sathîye nazaran olan ZS fler’î irtifâ’›n›, üfk-› zâhirî hatt›na nazaran olan HK irtifâ’ olarak gördü¤ü için, nemâz
Z
M
3
2
B
F
N
C
L
P
G
H
K
q
5
6
D
O
1
N
Ç
E
S
4
K = Güneflden geçen Semt düzleminin LK ZS = Güneflin, sathî üfka nazaran irtifâ’›n›
zâhirî üfuk hatt›n› kesdi¤i nokta.
gösteren, semâdaki semt dâiresi kavsidir. Bu kavsin derecesi, HK kavsinin
MS = Erd küresine K noktas›nda mümâs
derecesine müsâvîdir.
olan [de¤en] üfk–› hissî düzlemine
Râs›d›n (üfk–› sathî)si denir.
O = Üfk-› hakîkî ile üfk-› sathînin kesifldi¤i
do¤ru noktalar›ndan biri.
HK=Güneflin kenâr›n›n üfk-› zâhirî hatt›
1- Üfk-› hakîkî, 2 - Üfk-› hissî, 3- Üfk-›
üzerindeki K noktas›ndan irtifâ’›d›r.
riyâdî, 4-Üfk-› sathî düzlemleri, 5-Üfk-›
Bu irtifâ’, güneflin sathî üfka nazaran
zâhirî hatt›. 6 - Üfk-› fler’î hatt›.
olan ZS irtifâ’›na müsâvîdir.
D = C = Ç = ‹nhitât-› üfuk zâviyesi.
G = Güneflin Erdden görünüflü.
M = Mahallin herhangi bir yüksek yeri.
GN= Güneflin hakîkî irtifâ’›.
ZMF= Güneflin riyâdî irtifâ’ zâviyesi.
B= Mahallin en alçak yeri.
– 180 –
vaktlerinin ta’yîninde, üfk-› zâhirî hatt›na nazaran olan HK (zâhirî irtifâ’lar)› kullan›l›r. Bu irtifâ’lar, râs›d›n riyâdî, hissî, mer’î ve hakîkî üfklar›na nazaran irtifâ’lar›ndan fazlad›r. Sathî üfka nazaran olan ZS irtifâ’›ndan hakîkî irtifâ’dan ZN in fark›na, M yüksekli¤i için (‹nhitât-› üfuk zâviyesi) denir. ‹nhitât-› üfuk zâviyesinin derecesi kadar olan semt dâiresinin kavsi, ya’nî NS kavsi (‹nhitât-› üfk)dur. Zâhirî üfuk
hatt› görülemiyen da¤l›k erâzîde, takvîmde yaz›l› (fier’i vaktler) kullan›l›r.
Râs›d bulundu¤u mahallin en afla¤› noktas›nda iken, riyâdî, hissî, mer’î üfuklar› ayn›d›r. Sathî üfku yokdur. Zâhirî üfuk hatt›, bu en afla¤› B noktas› etrâf›nda küçük bir dâiredir ve bu hatta nazaran olan irtifâ’ ve bütün üfuklara nazaran olan irtifâ’lar birbirlerinin ayn›d›r. Râs›d yükseldikçe, riyâdî üfku da yükselir. Hissî üfku, sathî üfuk hâline döner. Zâhirî üfuk hatt›, hakîkî üfkuna do¤ru alçal›r ve büyür. Büyüyen üfk-› zâhirî hatt› dâirelerinin n›sf kutrlar›, ya’nî D aç›lar› inhitât-› üfuk
derecesi kadar bir kavsdir. Güneflin sathî üfka nazaran irtifâ’lar› olan ZS kavsleri, (inhitât-› üfuk) zâviyesi kadar hakîkî irtifâ’dan fazla olur.
Güneflin, bir üfka nazaran zevâl vaktine gelmesi, bu üfka nazaran gâye irtifâ’›na
gelmesi demekdir. Râs›d en afla¤› noktada iken, bütün üfuklara ve zâhirî üfuk hatt›na nazaran, zevâl mahalleri ayn› bir noktad›r ve güneflin günlük mahrekinin gündüz k›sm›n›n, n›sf-ün-nehâr dâiresini kesti¤i nokta, 185.ci sahîfedeki fleklde gösterilen A noktas› olup, mahrekin gündüz k›sm›n›n ortas›d›r. Bu noktaya (Hakîkî zevâl mahalli) denir. Yüksek mahallerde bulunan ve günefli gören râs›dlar›n (Zâhirî
zevâl mahalleri), bulunduklar› yüksekli¤e mahsûs, zâhirî üfûk hatt› dâirelerine
nazaran, gâye irtifâ’lar›ndaki noktalar›n, semâdaki hakîkî zevâl mahalli etrâf›nda
hâs›l etdikleri (Zevâl mahalli dâireleri) dir. Günefl, mahreki üzerinde giderken, bu
dâirelerden herbirinin iki noktas›na tesâdüf eder. Birinci noktaya gelince (Zâhirî
zevâl vakti) bafllar. ‹kinci noktaya gelince, zâhirî zevâl vaktinin sonu olur. Râs›d, yükseldikce, inhitât-i üfuk vâk›’ olarak, (zâhirî üfuk hatt›) dâireleri büyür. Semâdaki
bu (Zevâl mahalli dâireleri) de büyür. N›sf kuturlar›, erd üzerindeki, zâhirî üfuk hatt› dâirelerinin n›sf kutrlar› olan kavslerin dereceleri kadard›r. Râs›d, bulundu¤u mahallin en yüksek yerine ç›k›nca, semâdaki (zevâl mahalli dâiresi), en d›flarda ve en
büyük olur. Bu en büyük zevâl mahalli dâiresine Râs›d›n (fier’î zevâl mahalli) denir. Bir mahallin en yüksek yerinde bulunan râs›d›n üfk-› sathîsi (Üfk-› fler’î)sidir.
Güneflin kenâr›n›n, fler’î üfka göre olan irtifâ’›na (fier’î irtifâ’) denir. fier’î irtifâ’, tulû’ mahallindeki fler’î üfka nazaran gâye irtifâ’› kadar olunca, güneflin ön kenâr›, fler’î
zevâl mahalli dâiresine girer. Üzerindeki gölge ve ziyâl› k›smlar›, isfirâr zemân›nda, ç›plak gözle tefrîk edilemiyecek uzakl›kdaki tepe, o mahallin tepesi de¤ildir. fier’î
zevâl mahalli dâiresinin n›sf kutru, en yüksek tepede bulunan râs›d›n inhitât-› üfuk
zâviyesi kadard›r. Zevâl vakti dâireleri görülmez. Güneflin bu dâirelere girip ç›kd›¤›, yere dikilen bir çubu¤un gölgesinin k›sal›p, uzamas›ndan anlafl›l›r.
‹bni Âbidîn oruclunun yapmas› müstehab olan fleyleri bildirirken ve Tahtâvî (Merâk›l-felâh) hâfliyesinde diyorlar ki, (Alçakda bulunan kimse, zâhirî gurûbu dahâ
önce görünce, yüksekdekinden önce iftâr yapar. [‹slâmiyyetde, hakîkî vaktler de¤il, günefli görenler için zâhirî vaktler mu’teberdir.] Gurûbu göremiyenler için gurûb, flark taraf›ndaki tepelerin kararmas›d›r). Ya’nî, en yüksek yerde bulunanlar›n gördükleri zâhirî gurûbdur. Ya’nî, fler’î üfukdan olan gurûbdur. Gurûbu görmiyenler için, (fier’î gurûb) vaktinin mu’teber oldu¤u, (Mecma’ul-enhür) ve flâfi’î (Elenvâr li-a’mâlil ebrâr) kitâblar›nda da bildirilmekde olup, hesâb ile bulunur.
Ö¤le ve ikindi vaktlerini kolayca bulmak için, Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî Serhendînin sohbetinde yetiflmifl Abdülhak Sücâdilin fârisî (Mesâil-i flerh-i Vikâye)
kitâb›n›n Hindistânda 1294 [m. 1877] bask›s›nda diyor ki:
(Günefl gören düz bir yere, bir dâire çizilir. Bu dâireye (Dâire-i hindiyye) denir. Dâirenin ortas›na, dâire kutrunun [çap›n›n] yar›s› kadar uzun, düz bir çubuk
dikilir. Çubu¤un tepesi dâirenin üç muhtelif noktas›ndan ayn› uzakl›kda olmal›– 181 –
d›r ki, tam dik olsun! Bu dik çubu¤a (Mikyâs) denir. Bu mikyâs›n gölgesi, ö¤leden
evvel, dâirenin d›fl›na kadar uzundur ve garb taraf›ndad›r. Günefl yükseldikce, ya’nî
irtifâ’› artd›kça gölge k›sal›r. Gölgenin ucu, dâireye girdi¤i noktaya iflâret konur.
Ö¤leden sonra, dâirenin flark taraf›ndan d›flar› ç›kd›¤› noktaya da bir iflâret konur.
Bu iki iflâret aras›nda kalan kavsin [yay›n] ortas› ile, dâirenin merkezi aras›na düz
bir hat çizilir. Bu hat, o mahallin (N›sf-ün-nehâr hatt›) olur.) N›sf-ün-nehâr hatt›n›n istikâmeti, flimâl ve cenûb cihetlerini gösterir. Güneflin ön kenâr›, o mahallin,
üfk-› zâhirî hatt›ndan, gâye irtifâ’›na gelince, (Zâhirî zevâl vakti) bafllar. Bundan
sonra, gölgenin k›sald›¤› his edilmez. Bundan sonra, güneflin merkezi, N›sf-ün-nehâra gelerek, hakîkî üfukdan gâye irtifâ’›nda olur. Bu vakt, (Hakîkî zevâl vakti)dir.
Hakîkî zevâl vaktinde, vasatî sâat ile, zevâl vaktleri, arz dereceleri ile de¤iflmez.
Günefl, buradan ayr›l›rken, gölge de N›sf-ün-nehâr hatt›ndan ayr›l›r, fekat his
edilmez. Arka kenâr, üfk-› zâhirî hatt›n›n gurûb mahalline nazaran, zâhirî gâye irtifâ’›na inince, zâhirî zevâl vakti biter. Bu vakt (Zâhirî zuhr vakti) bafllar. Gölgenin uzama¤a bafllad›¤› görülür. Gölge boyunun de¤iflmedi¤i zemân›n ortas› (Hakîkî zevâl vakti) dir. Londrada teleskoplarla, güneflin merkezinin meridiyenden geçifl ân› görülerek, zevâlî sâatler ayar edilmekdedir. Bu mer’î hakîkî zevâl vaktinde, hakîkî sâat 12 dir. Bu 12 ile ta’dîl-i zemân›n cebrî toplam›, mahallî sâat makinesinde o günün (vasatî sâat) bafllang›c› ya’nî 12 si olur. Hesâb ile bulunan riyâdî
vaktler, sâat makinelerindeki mer’î vaktleri de gösterir. Vasatî sâat makinelerinin
bafllang›c› olan bu (Mer’î zevâl vakti), güneflin zevâl vaktine geldi¤i vakt olan (Riyâdî zevâl vakti) nden 8 dakîka 20 sâniye sonrad›r. En k›sa gölge uzunlu¤una
(Fey-i zevâl) denir. Fey-i zevâl, arz ve meyl derecelerine göre de¤iflir.
Pergel, fey-i zevâl boyu kadar aç›l›r. Bir aya¤›, n›sf-ün-nehâr hatt›n›n dâireyi kesdi¤i noktaya konur. Di¤er aya¤›n›n n›sf-ün-nehâr hatt›n›n dâire d›fl›ndaki k›sm›n›
kesdi¤i nokta ile merkez aras›ndaki mesâfe n›sf kutr olmak üzere, ikinci bir dâire
çizilir. Mikyâs›n gölgesi bu ikinci dâireye geldi¤i vakt, (Zâhirî asr-› evvel vakti) olur.
‹kinci dâireyi hergün yeniden çizmek lâz›md›r. Fey-i zevâl, yaln›z ö¤le ve ikindi nemâzlar›n›n vaktlerini bulurken kullan›l›r. Baflka vaktleri bulurken kullan›lmaz.
(Mecma’ul-enhür)de ve (Riyâd-un-nâs›hîn)de diyor ki, (Zuhr vakti, güneflin zevâlinden bafllar. Ya’nî, arka kenâr›, üfk-› zâhirî hatt›ndan, gâye irtifâ’›na yükseldi¤i
mahalden, alçalma¤a bafllay›ncad›r. Zevâl vaktini anlamak için, bir çubuk dikilir. Çubu¤un gölgesinin k›salmas› durunca, ya’nî k›salmaz ve artmaz ise, (Zevâl vakti)dir.
Bu vaktde nemâz k›lmak câiz de¤ildir. Gölge uzama¤a bafllay›nca, zevâl vakti temâm
olur). Kitâbda bildirilen gâye irtifâ’›, hakîkî üfka nazaran olan irtifâ’lar de¤ildir. Ön
kenâr›n, üfk-› sathîden, ya’nî üfk-› zâhirî hatt›n›n flark taraf›ndan gâye irtifâ’›na
yükseldi¤i ve arka kenâr›n, üfk-› sathîden, ya’nî zâhirî üfuk hatt›n›n garb taraf›na nazaran gâye irtifâ’›na indi¤i iki mahal bildirilmekdedir. Çünki, vakt ta’yîninde hakîkî üfkun de¤il, zâhirî üfuk hatt›n›n kullan›laca¤› (‹mdâd) hâfliyesinde yaz›l›d›r. Güneflin ön kenâr›, üfk-› sathîden ya’nî üfk-› zâhirî hatt›ndan gâye irtifâ’›na yükselince (zâhirî zevâl vakti) bafllar. Arka kenâr› üfk-› sathîden, ya’nî üfk-› zâhirî hatt›n›n
gurûb mahalline nazaran zâhirî gâye irtifâ’›ndan alçalma¤a bafllarken, zâhirî zevâl vakti temâm olur ve zâhirî zuhr vakti olur. Bu vaktde mikyâs›n gölgesi, his edilemiyecek
kadar az uzam›fld›r. ‹kindi nemâz›n›n zâhirî vakti, bu gölge, çubuk boyu kadar uzay›nca bafllar. Hakîkî zevâl vakti, bir ând›r. Ön ve arka kenârlar›n zâhirî zevâl vaktleri ise, bu kenârlar›n, merkezleri hakîkî zevâl noktas› ve n›sf kutrlar›, râs›d›n bulundu¤u yerin yüksekli¤ine mahsûs olan (‹nhitât-› üfuk) derecesi kadar olan, semâ küresindeki (Zâhîri zevâl mahalli) dâirelerine girip ç›kd›klar› vaktlerdir. Zâhirî zevâl
mahalli, bir nokta de¤il, bu dâirelerin, günefl mahrekini kesdi¤i iki nokta aras›ndaki kavsdir. Bu dâirelerin en büyü¤ü (fier’î zevâl mahalli dâiresi)dir. ‹slâmiyyetde zevâl vakti, ya’nî gündüz müddetinin ortas›, güneflin ön kenâr›n›n bu fler’î dâireye girdi¤i ve arka kenâr›n›n ç›kd›¤›, iki nokta aras›ndaki zemând›r. Güneflin ön kenâr› dâireye girince, (fier’î zevâl vakti) bafllar. Arka kenâr› bu dâireden ç›k›nca, fler’î zevâl te– 182 –
mâm olup, (fier’î zuhr vakti) bafllar. Bu vakt hesâb ile bulunup, takvîmlere yaz›l›r.
Akflam nemâz›n›n farz›ndan sonra k›l›nan alt› rek’ate (Evvâbîn) nemâz› denir.
‹bâdetlerin vaktlerini ta’yîn ve tesbît etmek, ya’nî anlay›p anlatmak, din bilgisi ile
olur. F›kh âlimleri, müctehidlerin bildirdiklerini (F›kh) kitâblar›nda yazm›fllard›r. Bildirilmifl olan vaktleri, hesâb etmek câizdir. Hesâb ile bulunanlar›n, din âlimleri taraf›ndan tasdîk edilmesi flartd›r. Nemâz vaktlerini ve k›bleyi hesâb ile anlaman›n câiz oldu¤u (‹bni Âbidîn)de (Nemâzda k›bleye dönmek) bahsinde ve (Fetâvâ-i fiemsüddîn Remlî)de yaz›l›d›r. (Mevdû’ât-ul-ulûm)da diyor ki, (Nemâz vaktlerini hesâb
etmek, farz-› kifâyedir. Müslimânlar›n, nemâz vaktinin bafl›n› ve sonunu güneflin hareketinden veyâ âlimlerin tasdîk etdi¤i takvîmlerden anlamalar› farzd›r).
Erd küresi kendi mihveri [Ekseni] etrâf›nda, garbdan flarka do¤ru dönmekdedir. Ya’nî, masa üstüne konan bir Erd küresine yukar›dan bak›nca, flimâl memleketlerinde, sâat ibreleri hareketinin ters cihetine do¤ru dönmekdedir. Buna (Hareket-i hakîkiyye) denir. Güneflin ve sâbit y›ld›zlar›n, flarkdan garba do¤ru, Erd küresi etrâf›nda hergün bir devr yapd›klar› görülür. Buna (Hareket-i ric’›yye) denir.
Bir y›ld›z›n, bulunulan mahallin N›sf-ün-nehâr›ndan iki geçifli aras›ndaki zemâna
bir (Y›ld›z günü) denir. Bu zemân›n 24 de birine bir (y›ld›z sâati) denir. Günefl merkezinin, N›sf-ün-nehârdan iki geçifli, ya’nî iki hakîkî zevâl vakti aras›ndaki zemâna (Hakîkî günefl günü) denir. Erd küresi, Husûf düzlemi [Ekliptik] üzerinde, günefl etraf›nda da, garbdan flarka do¤ru hareket ederek, bir senede bir devr yapmakdad›r. Erd›n bu hareketinden dolay›, güneflin, Husûf düzlemi üzerinde, Erd›n
merkezinden geçen ve Husûf düzlemine dik olan (Husûf mihveri) etrâf›nda, garbdan flarka do¤ru hareket etdi¤i zan olunur. Bu hareket-i intikaliyyenin vasatî
sür’ati, sâniyede takrîben otuz kilometre ise de, sâbit de¤ildir. Erd›n Husûf düzlemi üzerindeki mahreki, dâire olmay›p, beyzî (elips) fleklinde oldu¤u için, müsâvî zemânlarda gitdi¤i kavslerin dereceleri, birbirlerinin ayn› de¤ildir. Günefle
yaklafld›kca sür’ati artmakdad›r. Erd›n bu hareketi sebebi ile, günefl hergün, takrîben 4 dakîkal›k bir zemân kadar, y›ld›zlardan geri kal›p, günlük devrini 4 dakîka kadar sonra temâmlar. Bu (Hakîkî günefl günü), y›ld›z gününden 4 dakîka kadar uzun olur. Bu uzunluk, her gün 4 dakîkadan biraz farkl› olmakdad›r. Hakîkî
günefl günlerinin uzunluklar›n›n birbirlerinden farkl› olmalar›n›n ikinci sebebi, Erd
mihverinin Husûf düzlemine dik olmamas›d›r. Erd›n mihveri ile Husûf mihveri aras›nda 23 derece 27 dakîkal›k zâviye [aç›] vard›r. Bu zâviyenin mikdâr›, hiç de¤iflmez. Üçüncü sebeb, flemsin gâye irtifâ’›n›n hergün de¤iflmesidir. Husûf ve Ekvator düzlemleri Erd›n bir kutru [çap›] üzerinde kesiflirler. Aralar›nda takrîben 23,5
derece zâviye vard›r. Erd›n bu kutruna (Behâr hatt›) denir. Bu zâviyenin mikdâr› da de¤iflmez. Erd, güneflin etrâf›nda hareket ederken, mihverinin istikâmeti de¤iflmez. ‹stikâmetleri her zemân, birbirlerine müvâzî [paralel] olur. 22 Hazîranda,
Erd›n mihveri, husûf mihverinin günefl taraf›ndad›r. Ekvatorun flimâlindeki, yar›m
yer küresinin yar›dan fazlas›, günefl karfl›s›ndad›r. Güneflin meyli +23,5 derecedir.
Erd, mahrekinin dörtde birini gidince, Erd›n mihveri, günefl istikâmetinden 90 derece ayr›l›r. Behâr hatt›, günefl istikâmetine gelir. Güneflin meyli s›f›r olur. Erd, mahrekinin yar›s›n› gidince, Erdin mihveri, yine günefl istikâmetine gelir ise de, husûf
mihverine nazaran, güneflin aksi taraf›nda bulunur. Ekvatorun günefl taraf›ndaki
yar›s›, Husûf düzleminin üstünde olup, flimâl yar›m küresinin yar›dan noksan›, cenûb yar›m küresinin ise, yar›dan fazlas›, güneflin karfl›s›nda olur. Günefl Ekvatorun 23,5 derece alt›nda olup, meyli -23,5 derecedir. Erd, mahrekinin dörtde üçünü gidince, ya’nî 21 martda, behâr hatt›, yine günefl istikâmetine gelip, güneflin meyli yine s›f›r olur. Hasîb be¤, (Kozmografya) kitâb›nda diyor ki: (Güneflden, birbirine müvâzî [paralel] olarak gelen fluâ’lardan, Erd küresine temâs ederek geçenlerin, bu temâs noktalar›, büyük bir dâire hâs›l eder. Bu dâireye (Tenvîr dâiresi)
denir. Güneflin Ekvator üstünde bulundu¤u alt› ayda, Erd›n flimâl yar› küresinin
yar›dan fazlas› (Tenvîr dâiresi)nin günefli gören taraf›nda olur. Bu dâirenin bulun– 183 –
du¤u Tenvîr düzlemi, Erd küresinin merkezinden geçerek, Erd› iki müsâvî k›sma
ay›r›r ve flemsden gelen flu’âlar›n istikâmetine dikdir. Erdin mihveri de, Ekvator
düzlemine dik oldu¤u için, tenvîr sath› ile Erdin mihveri aras›ndaki (Tenvîr zâviyesi), güneflin meyli kadard›r. Bunun için, arz dereceleri 90°-23° 27'=66° 33'dan ziyâde olan mahallerde gecesiz gündüzler ve gündüzsüz geceler olur. Tenvîr dâiresinin günefli görmiyen taraf›na, buna müvâzî ve 19 derece uzakda bir dâire çizelim. Arz dereceleri bu iki dâire aras›nda olan yerlerde fecr ve flafak hâdiseleri olur.
Arz derecelerinin temâmîleri, (meyl+19)dan az olan yerlerde, ya’nî arz dereceleri ile meyl-i flems toplam› 90-19=71 veyâ dahâ ziyâde oldu¤u yerlerde ve zemânlarda, flafak gayb olmadan fecr bafllar). Meyl-i flems, arz derecesinden küçük oldu¤u mahallerde günefl, zevâlde iken, semân›n cenûb taraf›nda bulunur. Güneflin
ve y›ld›zlar›n günlük devrlerini yapd›klar› mahrekler, Ekvatora paralel olan dâirelerdir. Güneflin günlük mahreki, efrencî Mart›n 21. ci günü ve Eylül ay›n›n 23. ncü
gününde Ekvator düzlemi üzerinde bulunarak, güneflin meyli s›f›r olur. Bu iki günde, Erd›n her yerinde, gece ile gündüz müddetleri müsâvî olur. N›sf fadla s›f›r olaca¤› için, gurûbî zemâna göre hakîkî zevâl vakti ile hakîkî zemâna göre hakîkî tulû’ ve gurûb vaktleri her yerde 6 olur. Ezânî zemâna göre fler’î zuhr vaktleri de, bütün mu’teber takvîmlerde 6 olarak yaz›l›d›r. Çünki, zuhr vaktinde de, takrîben gurûb vaktindeki temkin zemân› mevcûddur. Bundan sonraki günlerde, güneflin
günlük mahrekleri Ekvatordan uzaklaflarak, güneflin meyli, 22 Hazîranda +23
derece 27 dakîka ve 22 Aral›kda -23 derece 27 dakîka olur. Sonraki günlerde, meylin mutlak k›ymeti azalma¤a bafllar. Günefl ekvatorun alt›nda iken, flimâl yar›m küresinin ço¤u, Tenvîr dâiresinin günefli görmiyen arka taraf›nda olur. Erd küresi, mihveri etrâf›nda dönerken, bir mahallin (zâhirî üfuk hatt›) denilen küçük dâirenin ön
kenâr›, Tenvîr dâiresinin ay›rd›¤› iki yar›m küreden münevver olan k›sm›na gelince, günefl do¤ar. Güneflin meyli s›f›r derece iken tam flarkdan do¤ar. Meyl artd›kça tulû’ ve gurûb mahalleri, yaz aylar›nda, zâhirî üfuk hatt›n›n flimâl taraf›na do¤ru, k›fl aylar›nda ise cenûbuna do¤ru kayarlar. Mikdârlar› hergün de¤iflen bu zâhirî üfuk hatt› dâiresi kavslerine güneflin (Si’a=Amplitude)leri denir. Günefl, tulû’dan sonra, flimâl memleketlerinde, dâimâ cenûba do¤ru yükselir.
Hakîkî günefl gününün 24 de birine bir (Hakîkî günefl sâati) denir. Bu sâat birimlerinin uzunluklar› da hergün baflkad›r. Sâat makineleri kullanarak, zemân mikdârlar›n› ölçmek için seçilen zemân birimlerinin, ya’nî, gün ve sâat uzunluklar›n›n,
her gün ayn› olmalar› lâz›md›r. Bunun için, (Vasatî günefl günü) düflünülmüfldür. Bunun 24 de birine (Vasatî sâat) denilmifldir. ‹bni Âbidîn, hayz bâb›nda, birinciye (muavvec), ikinciye (mu’tedil) veyâ (felekî) sâat demekdedir. Vasatî günün uzunlu¤u,
bir senede bulunan hakîkî günefl günlerinin uzunluklar›n›n ortalamas›d›r. Bir medârî senede 365,242216 hakîkî günefl günü bulundu¤u için, vasatî günefl, bu kadar günde 360 derecelik yol giderken, bir vasatî günefl gününde, 59 dakîka 8, 33 sâniyelik
bir kavs gider, demekdir. Her gün bu kadar giden bir günefl, Ekvator düzleminde,
gündüzün en k›sa oldu¤u zemânda, hakîkî günefl ile birlikde, harekete bafllas›nlar.
Önce, hakîkî günefl bunu geçer. Hakîkî günefl günü, vasatî günefl gününden dahâ k›sa olur. fiubat ortas›na kadar, iki günefl aras›ndaki fark hergün artar. Bundan sonra, hakîkî güneflin sür’ati azalarak, Nisan ortas›nda birleflirler. Bundan sonra, vasatî güneflden geride kal›r. May›s ortas›nda sür’ati artarak, Hazîran ortas›nda, yine birleflirler. Sonra, vasatî günefli geçer. Temmuz ortas›nda, sür’ati azalarak, A¤ustos sonunda birleflirler. Sonra, vasatî güneflin gerisinde kal›r. Ekim sonunda sür’ati artarak, aralar›ndaki fark azalma¤a bafllar. Harekete bafllad›klar› yerde, tekrâr birleflirler. ‹ki günefl aras›ndaki bu mesâfe farklar›n›, vasatî güneflin kaç dakîkada gidece¤i, Kepler kanûnuna göre hesâb edilir. ‹ki günefl aras›ndaki bir günlük zemân farklar›na (Ta’dîl-i zemân) denilmifldir. Vasatî günefl ileride ise, Ta’dîl-i zemân art›, geride ise, eksidir. Bir senede takrîbî +16 dakîka ile -14 dakîka aras›nda de¤iflmekdedir. ‹ki güneflin birlefldikleri zemânlarda, ya’nî senede dört def’a s›f›r olur. Herhan– 184 –
gi bir günde vasatî zemâna göre bilinen vakte, o güne mahsûs olan Ta’dîl-i zemân,
+ ise eklenerek, - ise ç›kar›larak, o andaki hakîkî zemâna göre olan vakt elde edifi
fi
A
AA
H
V'
K
V'V'
I
I
G
B'
B
I
Z'
Z'
D
F'
K
K
RR
L'
E
N
B'
B'
F'F'
F
L
L'
Z
Z
E
FF
L
L
B
B
T
T
(1)
¥
(2)
C
C
A'
K'
A'
A'
V
V
K' K'
V
I'
I'
I'
fi'
B
T
=
=
22 Aral›kda tulû’ noktas›.
21 Martda ve 23 Eylülde tulû’
noktas›.
L
= 22 Hazîranda tulû’ noktas›.
B'
= 22 Aral›kda gurûb noktas›.
R
= 21 Mart ve 23 Eylülde gurûb
noktas›.
L'
= 22 Hazîranda gurûb noktas›.
BI
= 22 Aral›kda gündüz müddetinin
yar›s›.
TV'
= 21 Mart ve 23 Eylülde gündüz
müddetinin yar›s›.
LA
= 22 Hazîranda gündüz müddetinin
yar›s›.
AV'=CL=GD= 22 Hazîranda fiemsin meyl kavsi.
IV'
= 22 Aral›kda fiemsin meyl kavsi.
VTV'R
= Semâda ekvator dâiresi.
AF', V'F', IF'= Gâye irtifâ’ kavsleri.
A
= 22 Hazîranda zevâl noktas›.
KLCK'
= 22 Hazîranda yar›m meyl dâiresi.
GN
= Güneflin hakîkî irtifâ’ kavsi.
KZK'Z'
TC
=
=
FK= F'K'
FK=fiV'
H
E
Efi
TR
=
=
=
=
=
=
FEF'
VKV'K'
F
ZL
=
=
=
=
ZA=Z'A
Z'L'
=
=
LT, BT
=
21 Mart ve 23 Eylülde meyl dâiresi.
22 Hazîran tulû’ ve gurûbundaki
N›sf fadlaya müsâvî ekvator kavsi.
‹rtifâ’-› kutb kavsleri.
Arz-› belde kavsi.
Fadl-› dâir zâviyesi.
Râs›d›n bulundu¤u mahal.
fiâkûl (semâya do¤ru istikâmeti).
Semâda üfk-› hakîkî dâiresinin
flark-garb çap›.
N›sf-ün-nehâr hatt›.
N›sf-ün-nehâr [meridyen] dâiresi.
Hakîkî üfkun flimâl noktas›.
22 Hazîran tulû’undaki N›sf fadla
kavsi.
22 Hazîranda 6 sâatlik mahrekler.
22 Hazîran gurûbundaki N›sf
fadla kavsi.
Güneflin tulû’undaki sia’lar›.
lir. Ta’dil-i zemân›n günlük de¤iflmeleri + 22 sâniye ile -30 sâniye aras›nda olup, bir
senedeki günlük k›ymetleri, kitâb›m›z›n sonundaki cedvelde gösterilmifldir.
Ahmed Ziyâ be¤ diyor ki, (‹nhitât-› üfuk zâviyesinin aç› sâniyesi cinsinden k›ymeti, râs›d›n bulundu¤u yerin üfk-› hissîden metre olarak irtifâ’›n›n kare-kökünün
106,92 ile çarp›m›na müsâvîdir). ‹stanbuldaki râs›da yak›n olan en yüksek yer
Çaml›ca tepesi olup, yüksekli¤i 267 metredir. En büyük inhitât-› üfuk zâviyesi 29 dakîka olur. Reîs-ül-müneccimîn Tâhir efendi, her günün temkinini hesâb ederek, 1283
[m. 1866] de Kâhire rasadhâne müdîri olunca, hâz›rlad›¤› cedvelde ve fâd›l ‹smâ’îl
Gelenbevî (Merâs›d) kitâb›nda ve Erzurumlu ‹smâ’îl Fehîm bin ‹brâhîm Hakk›, 1193
de yazd›¤› türkçe (Mi’yâr-ül-evkat) kitâb›nda ve müneccim-bafl› seyyid Muhammed
Ârif be¤, hicrî flemsî 1286 ve kamerî 1326 senesi takvîminin sonunda diyorlar ki, (‹stanbulun en büyük inhitât-› üfk zâviyesi 29 dakîka ve üfk-› hakîkînin alt›nda, ya’nî
s›f›r›n alt›nda olan bu kadar irtifâ’a âid ziyân›n inkisâr› 44,5 dakîka ve güneflin (N›sfkutr-› zâhirî)si, asgarî 15 dakîka 45 sâniye oldu¤undan, bu üç irtifâ’, güneflin hakîkî tulû’dan evvel görülmesine sebeb olurlar. ‹htilâf-› manzar ise, sonra görülmesine sebeb olur. ‹lk üç irtifâ’›n toplam›ndan (‹htilâf-› manzar) mikdâr› olan 8,8 sâni– 185 –
ye ç›kar›l›nca, bir derece 29 dakîka 6,2 sâniye olur ki, buna güneflin (‹rtifâ’ zâviyesi) denir. Güneflin merkezinin hakîkî üfukdan gurûbundan sonra, arka kenâr›n›n,
bu gurûb vaktinden, bu irtifâ’ zâviyesi kadar, dahâ afla¤›ya, ya’nî üfk-› fler’îye inerek, ziyân›n en yüksek tepeden gayb olmas› için geçen zemâna (Temkin) denir. [Meselâ, CAS‹O hesâb makinas› ile,] Herhangi bir günde, ‹stanbulda güneflin merkezinin üfk-› hakîkîden hakîkî gurûbu ve üst kenâr›n›n üfk-› fler’îden fler’î gurûbu vaktlerindeki hakîkî üfka nazaran irtifâ’lar› olan s›f›r derece ve eksi bir derece 29 dakîka 6,2 sâniye irtifâ’lar için, nemâz vaktlerini bulmakda kullan›lan düstûr ile, bu
iki gurûb vaktinin fadl-› dâir zemânlar› hesâb edilir. Zevâl vaktinde hakîkî zevâlî sâat s›f›r oldu¤u için, iki gurûb vakti, fadl-i dâir zemân› kadar olur. ‹ki vakt aras›ndaki zemân fark› (Temkin) olur). Meselâ 21 Mart ve 23 Eylülde irtifâ’ zâviyesi 1 derece 29 dakîka 6,2 sâniye, güneflin merkezinin, hakîkî üfukdan bu irtifâ’ mikdâr› alçalmas› için, mahreki üzerinde gidece¤i zemân, ya’nî temkin 7 dakîka 52,29 sâniyedir. Nemâz vaktleri düstûrunda meyl-i flems ve ard-› belde bulundu¤undan bir flehrin temkin zemân›, Ard derecesi ve gün ile de¤iflmekdedir. Bir flehrin temkin mikdâr›, her gün ve her sâat ayn› de¤il ise de, her flehr için, vasatî bir Temkin zemân›
vard›r. Bu temkin mikdârlar› kitâb›m›z›n sonundaki cedvelde bildirilmifldir. Hesâb
ile bulunan Temkin mikdârlar›na iki dakîka ihtiyât ilâve ederek, ‹stanbul için Temkin, vasatî on dakîka kabûl edilmifldir. Ard derecesi 44 dereceden az olan bir yerde, bir senedeki a’zamî ve asgarî temkin mikdârlar›n›n fark› bir iki dakîka kadard›r. Bir flehrde tek bir temkin vard›r. Bu da, herhangi bir nemâz›n hakîkî vaktinden
fler’î vaktini bulmak için kullan›l›r. Her nemâz için, ayr› ayr› temkinler yokdur ve
zâhirî vaktlerde de temkin yokdur. Temkin mikdâr›n› bir ihtiyât zemân› zan ederek,
imsâk vaktini 3-4 dakîka gecikdirenin orucu ve gurûbu 3-4 dakîka öne alan›n orucu ve akflam nemâz›n›n fâsid olaca¤› (Dürr-i yektâ)da da yaz›l›d›r. Bir mahalde, flemsin meyli ve Temkin mikdâr› ve ta’dîl-i zemân her an de¤ifldikleri için ve hakîkî gurûbî zemân birimleri, hakîkî zevâlî zemânlar›n›n birimlerinden cüz’î farkl› oldu¤u
için, hesâb olunan nemâz vaktleri, tam do¤ru olmaz. Vaktin girdi¤inden emîn olmak
için, hesâb ile bulunan Temkin mikdâr›na 2 dakîka ihtiyât zemân› ilâve edilmifldir.
Üç nev’i gurûb vard›r: fiemsin merkezinin hakîkî irtifâ’›n›n s›f›r oldu¤u vakte
(Hakîkî gurûb) denir. ‹kinci gurûb, arka kenâr›n, râs›d›n bulundu¤u mahallin zâhirî üfuk hatt›na nazaran zâhirî irtifâ’›n›n s›f›r oldu¤u, ya’nî bu üst kenâr›n›n, mahallin üfk-› zâhirî hatt›ndan gayb oldu¤unun görüldü¤ü vaktdir. Buna (Zâhirî gurûb) denir. Üçüncü gurûb, arka kenâr›n, fler’î üfka nazaran irtifâ’›n›n s›f›r oldu¤u hesâb olunan vaktdir. Buna (fier’î gurûb) denir. Bir flehrde bir aded fler’î üfuk vard›r. Bu üç gurûbdan, zâhirî gurûbu görmek mu’teber oldu¤u bütün f›kh kitâblar›nda yaz›l›d›r. Hâlbuki, her yükseklik için, muhtelif zâhirî üfuk hatlar› vard›r. Üfk-› fler’îden gurûb, en
yüksek tepeden bak›nca görülen zâhirî gurûb ise de, bu gurûb vakti ve hakîkî gurûb
vakti riyâdî gurûbdur. Ya’nî dâimâ hesâb ile bulunur. Hesâb ile bulunan riyâdî hakîkî gurûb vaktinde, günefl yüksek yerlerin zâhirî üfuk hatlar›ndan gurûb etmemifl görülür. Bu hâl, akflam nemâz›n›n ve iftâr vaktinin, birinci ve ikinci gurûb vaktlerinde
de¤il, bunlardan dahâ sonra, fler’î gurûb vaktinde oldu¤unu göstermekdedir. Evvelâ hakîkî gurûb, bundan sonra zâhirî gurûblar, en sonra, fler’î gurûb olur. Tahtâvî, (Merâk›l-felâh) hâfliyesinde diyor ki, (fiemsin gurûb etmesi, üst kenâr›n›n üfk-› zâhirî hatt›ndan gayb oldu¤unu görmek demekdir. Üfk-› hakîkîden gayb olmas› de¤ildir).
Güneflin üfk-› zâhirî hatt›ndan batmas›, üfk-› sathîden gurûb etmesi demekdir. ‹kindiyi k›lam›yan, akflam› k›ld›kdan ve orucunu bozdukdan sonra, tayyâre ile garb taraf›na giderek, günefli görse, ikindiyi edâ ve günefl bat›nca akflam› i’âde ve bayramdan sonra orucunu kazâ eder. Tepeler, binâlar ve bulutlar sebebi ile zâhirî gurûb görülemiyen yerlerde, gurûb vaktinin, flarkdaki tepelerin kararmas› ile anlafl›laca¤› hadîs-i flerîfde bildirilmifldir. Bu hadîs-i flerîf, (Tulû’ ve gurûb vaktleri hesâb edilirken,
güneflin hakîkî ve zâhirî irtifâ’lar› de¤il, fler’î üfukdan olan fler’î irtifâ’lar›n›n kullan›laca¤›n›) ya’nî, Temkin mikdâr›n› hesâba katmak lâz›m oldu¤unu göstermekdedir.
– 186 –
Bütün nemâzlar›n fler’î vaktlerini hesâb ederken de, bu hadîs-i flerîfe uymak, ya’nî
temkin zemânlar›n› hesâba katmak lâz›md›r. Çünki hesâb ile hakîkî riyâdî vaktler bulunur. Bir nemâz›n hakîkî vakti ile fler’î vakti aras›nda bir temkin zemân› fark vard›r. Bir flehrin en yüksek mahalline mahsûs olan temkin zemân› de¤ifldirilemez.
Temkin zemân› azalt›l›rsa, ö¤le ve dahâ sonraki nemâzlar, vaktlerinden evvel k›l›nm›fl olur. Oruca da, sahûr vakti geçdikden sonra bafllan›lm›fl olur. Bu nemâzlar ve oruclar sahîh olmazlar. 1982 senesine kadar, Türkiyede temkin zemân›n› kimse de¤ifldirmemifl, bütün Âlimler, Velîler, fieyh-ülislâmlar, Müftîler, bütün müslimânlar, asrlar
boyunca nemâzlar›n› fler’î vaktlerinde k›lm›fllar ve oruclar›na fler’î vaktlerinde bafllam›fllard›r. Türkiye gazetesinin hâz›rlam›fl oldu¤u d›var takvîmlerinde, temkin zemân› de¤ifldirilmemifl, nemâz ve oruc vaktleri, do¤ru olarak bildirilmifldir.
Bir nemâz›n evvel vaktini, fler’î üfka nazaran hesâb etmek için, güneflin bu nemâza mahsûs olan irtifâ’›n› bilmek lâz›md›r. Güneflin [merkezinin] meyli bilinen bir
gündeki ve arz derecesi bilinen bir mahaldeki mahreki üzerinde, hakîkî üfka nazaran nemâz›n irtifâ’›na ulafld›¤› hakîkî vaktinin, zevâlden veyâ gece yar›s›ndan fark›n› bildiren hakîkî günefl zemân› hesâb edilir. Bu zemâna (Fadl-› dâir=Zemân
fark›) denir. Bir nemâza mahsûs olan hakîkî irtifâ’› ö¤renmek için, f›kh kitâblar›nda yaz›l› olan nemâz vakti bafllad›¤› anda, (Rub’-› dâire) tahtas› veyâ Üsturlâb ile,
güneflin üst kenâr›n›n riyâdî üfka göre, irtifâ’› ölçülür. Bundan, hakîkî irtifâ’› hesâb
edilir. [Sekstant ile, üfk-› zâhirî hatt›ndan olan zâhirî irtifâ’ ölçülmekdedir.] Semâ
küresindeki KfiG kürevî müsellesinin GK kenâr kavsi, GD meyl kavsinin temâm›,
Kfi kenâr kavsi, KF irtifâ’› kutbun ya’nî arz-› beldenin temâm› ve fiG kavsi, GN hakîkî irtifâ’›n›n temâm›d›r. [s. 185 deki flekl: 1]. Müsellesin K kutup noktas›ndaki H
zâviyesinin ve bu zâviye karfl›s›ndaki GA kavsinin derecesi, Fadl-› dâirdir. Bunun
derecesi hesâb edilip, dört misli al›narak, hakîkî zemâna çevrilir. Fadl-› dâir zemân›n›n mikdâr›, hakîkî veyâ gurûbî zevâl vakti ile veyâ gece yar›s› ile muâmele edilerek, hakîkî zevâlî ve gurûbî zemânlara göre nemâz›n (Hakîkî vakti) elde edilir. Sonra, gurûbî vaktden bir temkin ç›kar›larak ezânî yap›l›r. Zevâlîye ta’dîl eklenerek vasatî yap›l›r. Sonra, bu ezânî ve vasatî gurûbî vaktlerden, bu nemâz›n (fier’î vakti) elde edilir. Bunun için, güneflin kenâr›n›n, fler’î üfukdan, bu nemâz›n irtifâ’›nda oldu¤u vakt ile, merkezinin hakîkî üfukdan bu irtifâ’da oldu¤u vakt aras›ndaki (Temkin
zemân›) hesâba kat›l›r. Çünki, bir nemâz›n hakîkî vakti ile fler’î vakti aras›ndaki zemân fark›, hakîkî üfuk ile fler’î üfuk aras›ndaki zemân fark› kadard›r. Bu da, (Temkin zemân›)d›r. Güneflin fler’î üfukdan geçmesi, hakîkî üfukdan geçmesinden evvel
olan, zevâlden evvelki vaktler için, hesâb ile bulunan hakîkî vaktden temkin ç›kar›l›nca, fler’î vakt olur. ‹msâk ve tulû’ vaktleri böyledir. Ahmed Ziyâ be¤ ve Kedûsî (Rub’-› dâire) kitâblar›nda diyor ki, (Fecr, güneflin ön kenâr› fler’î üfka 19 derece yaklafl›nca bafllar. Hesâb ile bulunan hakîkî fecr vaktinden temkin zemân› ç›kar›larak, hakîkî zemâna göre, fler’î imsâk vakti elde edilir). (Kedûsî)nin (‹rtifâ’ risâlesi)ni terceme eden, Fâtih medresesi ders-i âmlar›ndan Hezargradl› Hasen fievk›
efendi, dokuzuncu bâb›nda diyor ki, (Buldu¤umuz hakîkî imsâk vaktleri temkinsizdir. Oruc tutacak kimsenin bundan onbefl dakîka, ya’nî iki temkin zemân› evvel, oruca bafllamas› lâz›md›r. Böylece, orucu fâsid olmakdan kurtulur). Görülüyor ki,
fler’î ezânî imsâk vaktini bulmak için, hakîkî gurûbî vaktden temkin zemân›n›n iki
mislini ç›karmakda, iki temkin ç›kar›lmaz ise, orucun fâsid olaca¤›n› bildirmekdedir. [Gurûbî vaktden fler’î vakti bulmak için bir temkîn, gurûbî vakti ezânî vakte çevirmek için de ikinci temkin ç›kar›lmakdad›r.] ‹brâhîm Hakk› hazretlerinin, Erzuruma göre hâz›rlad›¤› senelik evkât-i fler’iyye cedvellerinde ve Mustafâ Hilmi efendinin 1307 târîhli (Hey’et-i felekiyye) kitâb›nda da, ezânî sâat ile, fecr ve tulû’ hakîkî vaktlerini, fler’î vakte çevirmek için, temkin zemân›n›n iki misli ç›kar›lm›fl oldu¤unu gördük. Alî bin Osmân›n (Hidâyet-ül-mübtedî fî Ma’rifet-il-evkât bi-rubid-dâire) kitâb›nda da böyle yaz›l›d›r. Kendisi 801 [m. 1398] de vefât etmifldir. Güneflin fler’î üfukdan geçmesi, hakîkî üfukdan geçmesinden dahâ sonra olan, zevâl– 187 –
den sonraki vaktlerde, fler’î vakti bulmak için hakîkî vakte temkin ilâve edilir.
Zuhr, asr, gurûb, ifltibâk ve iflâ vaktleri böyledir. A.Ziyâ be¤, bu kitâb›n›n zuhr vakti k›sm›nda diyor ki, (Vasatî sâat ile hakîkî zevâl vaktine temkin zemân› ilâve edilince, vasatî sâat ile fler’î zuhr vakti olur.) Gurûbî zemâna göre bilinen bir vakti ezânî zemâna çevirmek için, dâimâ bir Temkin ç›kar›l›r. Ö¤le ve sonraki gurûbî üfklara göre bilinen bir vakti, fler’î üfka göre olan fler’î vakte çevirmek için bir Temkin
ilâve ediliyor. Sonra bunu ezânî vakte çevirmek için, bir temkin ç›kar›l›yor. Netîcede, bu nemâzlar›n ezânî vaktleri, gurûbî vaktlerinin ayn› olmakdad›r. Hakîkî veyâ
gurûbî zemâna göre bulunan fler’î vaktler, vasatî ve ezânî zemânlara çevrilerek, takvîmlere yaz›l›r. Bulunan vaktler, riyâdî zemâna göre, riyâdî vaktlerdir. Riyâdî zemâna göre riyâdî vaktler, sâat makinelerindeki mer’î vaktleri de göstermekdedir.
TENBÎH: ‹slâm âlimleri, gurûbî hakîkî zevâl vaktinden, ezânî hakîkî zemâna göre zuhr vaktini elde etmek için, bundan gurûb vaktindeki temkini tarh ve zevâl vaktindeki fler’î vakti bulmak için, temkin zemân›n› ilâve etmifller ve yine gurûbî zevâl
vaktini bulmufllard›r. Bu hâl, zuhr vaktindeki temkin mikdâr›n›n, hakîkî ve fler’î üfuklar aras›ndaki zemân fark›na, ya’nî gurûb vaktindeki temkin mikdâr›na müsâvî oldu¤unu göstermekdedir. Bunun gibi, bütün nemâzlar›n fler’î vaktlerindeki temkin
zemânlar›, tulû’ ve gurûb vaktlerindeki temkin zemânlar›na müsâvîdir. (El-Hadâik-ul-verdiyye)de diyor ki, (‹bni fiât›r Alî bin ‹brâhîm, (En-nef’ul’âm) kitâb›nda, her
arz derecesinde kullan›labilen Rub’-› dâireyi anlatmakdad›r. fiâmda Emevî câmi’ine (Basîta) denilen günefl sâati yapd›. 777 [m. 1375] de vefât etdi. Hâlid-i Ba¤dâdînin halîfelerinden Muhammed bin Muhammed Hânî, bunu 1293 [m. 1876] de
tecdîd etdi ve ayr›ca, (Keflf-ül-k›nâ’an ma’rifet-il vakt minel-irtifâ’) kitâb›n› yazd›).
Osmânl› âlimlerinin en yüksek makâm› olan (Meflîhat-i islâmiyye)nin hâz›rlad›¤› 1334 [m. 1916] senesinin (‹lmiyye sâlnâmesi) ismindeki takvîmde ve ‹stanbul üniversitesi Kandilli rasadhânesinin 1958 târîh ve 14 say›l› (Türkiyeye mahsûs Evkât-›
fler’iyye) kitâb›nda, nemâzlar›n fler’î vaktlerini ta’yîn ederken, Temkin mikdâr›n›n hesâba kat›ld›¤›n› görüyoruz. Hakîkî din adamlar›ndan ve hey’et ilmi mütehass›slar›ndan meydâna gelen hey’etimizin en modern âletlerle yapd›¤› rasad ve hesâblarla bulunan nemâzlar›n fler’î vaktlerinin, islâm âlimlerinin asrlardan beri hesâb ile ve
(Rub’-› dâire) âleti ile bulduklar› vaktlerin ayn› oldu¤unu gördük. Bunun için, temkin zemânlar›n› ve dolay›s› ile nemâz vaktlerini de¤ifldirmek câiz de¤ildir.
Sâat makinelerinde, bir vasatî gün, 24 sâatd›r. Hakîkî zevâl vaktinde, zemânlar› ölçen, meselâ kol sâatimiz, 12 de iken bafll›yarak, ertesi gün 12 ye kadar geçen
tam 24 sâatlik zemâna bir (Vasatî gün) denir. Vasatî günlerin uzunluklar› hep ayn›d›r. Yine, zevâl vaktinde kol sâatimiz 12 iken bafll›yarak, ertesi gün zevâl vaktine kadar geçen zemâna bir (Hakîkî gün) denir. Bu günün uzunlu¤u, güneflin merkezinin müteâkib iki günde n›sfünnehârdan geçifli aras›ndaki zemân olup, senede
dört def’a, vasatî günün uzunlu¤una müsâvî olur. Di¤er günlerde, ikisinin günlük
uzunluklar› aras›nda, (Ta’dîl-i zemân)›n günlük tehavvülü kadar fark hâs›l olur. (Gurûbî gün)ün uzunlu¤u, günefl merkezinin üfk-› hakîkîden müteâkib iki gurûbu aras›ndaki zemând›r. (Ezânî gün), güneflin üst [arka] kenâr›n›n bir yerin üfk-› fler’îsinden müteâkib iki fler’î gurûbu aras›ndaki zemând›r. Ezânî sâat makinesi, bu gurûb
görülünce 12 yap›l›r. Ezânî günün uzunlu¤u, gurûbî gün uzunlu¤unun ayn› ise de,
bundan (Temkin zemân›) sonra bafllamakdad›r. Gurûbî bir günde flems, tek bir gâye irtifâ’›na, hakîkî zevâlî bir günde ise, farkl› iki irtifâ’a ç›k›p indi¤i için, bu iki günün uzunluklar›, bir iki dakîka farkl› olur. Bu farklardan dolay›, hakîkî ve gurûbî
günlerin birer sâatleri aras›nda birkaç sâniye fark mevcûd ise de, bu farklar Temkinlerde yap›lan ihtiyâtlar ile izâle edilmekdedir. Sâat makineleri, ezânî veyâ vasatî zemân› gösterir. Hakîkî ve gurûbî zemânlar› göstermez. Herhangi bir günde,
fler’î gurûb vaktinde, sâat makinemizin ayâr›n› 12 yapal›m. Ertesi gün, güneflin arka kenâr›n›n üfk-› fler’îden tekrâr gurûb etmesi, vasatî gün uzunlu¤undan, ya’nî 24
– 188 –
sâatden bir dakîkadan az farkl› olur. Hakîkî ve vasatî gün uzunluklar› ayn› iken,
sonraki günlerde hâs›l olan farklara (Ta’dîl-i zemân) denir. Gece-gündüz uzunluklar›n›n ve gurûbî ve ezânî zemânlar›n (Ta’dîl-i zemân) ile alâkas› yokdur. Ezânî sâatlarda gün ve sâat uzunluklar›, hakîkî güneflin gün sâat uzunluklar› kadard›r. Bunun için, hergün gurûb vaktinde, ayarlar› 12 yap›larak, vasatî gün uzunlu¤unu de¤il, hakîkî gün uzunlu¤unu gösterirler.
Ezânî sâat makinesinin ayâr›, her akflam, vasatî sâate göre hesâb edilen fler’î gurûb vaktinde 12 yap›l›r. Hergün, gurûb vakti gerilerken ileri, ilerlerken geri al›n›r.
Vasatî bir ezânî gün uzunlu¤u ve Ta’dîl-i zemân yokdur. 1193 [m. 1779] senesinde
Erzurumda hâz›rlanm›fl olan (Mi’yâr-› evkat) takvîminde diyor ki, (Gölgenin en
k›sa oldu¤u hakîkî zevâl vaktinde, ezânî sâat makinesi, takvîmde yaz›l› zuhr vaktinden, temkîn zemân› geri al›n›r). Ezânî sâat makinesinin ayâr›n› tashîh için, vasatî sâat herhangi bir nemâz vaktine gelince, ezânî sâat de, bu nemâz›n, takvîmde yaz›l› vaktine getirilir. Vasatî ve ezânî sâatleri ayârlamak için, bir noktadan geçen (N›sf-ün-nehâr) ve k›ble istikâmetlerinde iki hat çizilir. Bu noktaya bir çubuk
dikilir. Çubu¤un gölgesi, birinci hat üzerine gelince, sâat makinesi zevâl vaktine,
ikinciye gelince, k›ble sâatine getirilir. Gurûb vaktinin de¤iflmesi bir dakîkadan az
oldu¤u günlerde, ezânî sâatin ayâr› de¤ifldirilmez. ‹stanbulda alt› ayda 186 dakîka ileri, alt› ayda da 186 dakîka geri al›nmakdad›r. Bu sâat makineleri, zemân mikdârlar›n›, ezânî günün bafllad›¤› vakte göre ölçmekdedir. Nemâz vaktleri ise, gurûbî güne göre hesâb ediliyor. Ezânî gün, gurûbî günden (Temkin zemân›) sonra
bafllad›¤› için, hesâb ile bulunan gurûbî vaktlerden Temkin ç›kar›larak, nemâz vaktleri, ezânî vakte çevrilir. Gurûbî ve ezânî zemân hesâblar›nda, ta’dîl zemân hiç kullan›lmaz.
Erd [yer] küresi, kendi mihveri [ekseni] etrâf›nda bat›dan do¤uya döndü¤ü
için, do¤udaki yerler, bat›daki yerlerden dahâ önce günefli görüyor. Do¤uda nemâz vaktleri dahâ önce geliyor. Erdin iki kutbundan geçen, üçyüzaltm›fl tûl [meridyen] yar›m dâiresi düflünülmüfl ve Londra flehrinden geçen yar›m çenber, bafllang›ç olarak kabûl edilmifldir. Müteâkib iki yar›m çenber aras›nda bir derecelik
zâviye [aç›] vard›r. Yer küresi dönerken, bir flehr, bir sâatde, onbefl derece flarka
[do¤uya] gidiyor. Aralar›nda bir tûl [boylam] derecesi uzakl›k olan ayn› arz derecesindeki iki flehrden, flarkda olanda, nemâz vaktleri dört dakîka önce oluyor. Ayn› tûl dâiresi üzerinde bulunan yerlerin müflterek tek bir hakîkî zevâl vaktleri vard›r. Gurûbî zevâl ve zuhr vaktleri ve di¤er nemâz vaktleri, arz derecelerine göre
birbirlerinden farkl›d›r. Arz dereceleri artd›kca, tulû’ ve gurûb vaktleri, yaz›n
zevâl vaktinden uzaklafl›r. K›fl›n yaklafl›r. Herhangi birfleyin mikdâr›, belli bir yerden, meselâ s›f›rdan bafllayarak ölçülür. S›f›rdan dahâ uzak olana dahâ çokdur denir. Sâat makinesini s›f›rdan bafllatmak, ayâr›n› s›f›ra veyâ 12 ye getirmekle olur.
Belli bir hâdisenin [iflin] bafllad›¤› zemâna, bu hâdisenin (vakt)i denir. Sadaka-i f›tr›n vâcib olma zemân› böyledir. Ya’nî, bayram›n birinci günü, fecr tulû’ ederken
vâcib olur. Bir sâat evvel îmâna gelen veyâ dünyâya gelen veyâ bir sâat sonra ölen
kimselere vâcib olur. Bir sâat sonra îmâna veyâ dünyâya gelene vâcib olmaz. Bir
vakt, bir an kadar k›sa zemân olabilece¤i gibi, uzun bir zemân parças› da olabilir.
Bu takdîrde, bu vaktin evveli ve sonu olur. (fier’î zevâl vakti) ve (Nemâz vaktleri) ve (Kurban kesmenin vâcib olmas›) böyledir.
Do¤uda bulunan flehrlerdeki mahallî zemân makinelerinin ayârlar›, bat›da bulunan flehrlerdeki mahallî zemân makinelerinin ayârlar›ndan ileri olur. Zuhr vakti, ya’nî ö¤le nemâz›n›n fler’î vakti, her yerde, hakîkî zevâl vaktinden Temkin kadar sonra bafllar. Mahallî zemân makinelerinin ayârlar›, birbirlerinden, tûl derecelerine göre farkl› olduklar› için, ayn› arz derecesi üzerinde bulunan yerlerin mahallî zemân makinelerinde nemâz vaktleri, tûl derecelerinin de¤iflmesi ile de¤iflmez. Ezânî zemân makineleri, eskiden de, flimdi de, hep mahallîdir. Her mahallin
– 189 –
en yüksek yerleri ayn› irtifâ’da olm›yaca¤› için, Temkin zemânlar› birbirlerinden
bir iki dakîka fark ederek, fler’î nemâz vaktleri de, bir iki dakîka farkl› olur ise de,
Temkin zemânlar›ndaki ihtiyât mikdârlar›, bu farklar› izâle etmekdedir. fiimdi, bir
memleketin her flehrinde ayârlar› ayn› olan müflterek vasatî zemân makineleri kullan›l›yor. Böyle (müflterek) [ortak] vasatî zemân makineleri kullan›lan bir memleketin ayn› arz derecesinde bulunan flehrlerinde de, ayn› bir nemâz›n müflterek
sâate göre vaktleri birbirlerinden baflkad›r. Ayn› arz derecesinde bulunan iki flehrin tûl dereceleri aras›ndaki fark›n dört kat›, bu iki flehrde, ayn› bir nemâz›n,
müflterek sâate göre olan vaktlerinin dakîka fark›n› gösterir. K›sacas›, arz derecesi de¤iflince, ya’nî, ayn› tûl dâiresinde bulunan mahallerde, yaln›z mahallî ve müflterek vasatî sâat makinelerinin ayarlar› ve bunlardaki zuhr vaktleri de¤iflmez.
Arz derecesinin mutlak k›ymeti artd›kca, bir nemâz vaktinin ilerlemesi veyâ gerilemesi, vaktin ö¤leden evvel veyâ sonra yâhud yaz ve k›fl olmas›nda, birbirinin
aksi olmakdad›r. 41 derecedeki vaktlerden, di¤er derecelerdeki vaktlerin hesâb edilmesi, (Rub’-› Dâire)nin isti’mâli ta’rifemizde bildirilmifldir. Tûl derecesi de¤iflince, ya’nî ayn› arz derecesinde bulunan mahallerde, sâat makinelerinin ayarlar› ve
müflterek sâat makinesindeki bütün vaktler de¤iflir.
Londra flehrinin yedibuçuk derece flark›ndan ve garb›ndan geçen iki tûl dâiresi aras›nda bulunan her yerde Londran›n vasatî sâati müflterek olarak kullan›lmakdad›r. Buna (Bat› Avrupa zemân›) denir. fiarkda yedibuçuk derecedeki tûl dâiresi ile yirmi iki buçuk dereceden geçen tûl dâiresi aras›nda kullan›lan müflterek vasatî sâat, Londra sâatinden bir sâat ileridir. Buna (Orta Avrupa zemân›) denir. Yirmi iki buçuk dereceden geçen tûl dâiresi ile otuzyedi buçuk dereceden geçen tûl
dâiresi aras›ndaki yerlerin hepsinde (Do¤u Avrupa zemân›) kullan›l›r. Bu sâat,
Londra sâatinden iki sâat ileridir. Dahâ flarkda olan (Yak›n flark), (Orta flark) ve
(Uzak flark) zemânlar› da, Londra zemân›ndan üç, dört ve befl sâat ileridirler. Erd
küresi üzerinde, birbirlerinden birer sâat farkl›, 24 müflterek sâat m›nt›kas› vard›r.
Bir memleketde bulunan onbeflin katlar› kadar derecelerden geçen (Sâat bafl›
tûl yar›m dâireleri)nden biri üzerindeki yerlerin vasatî mahallî zemân makinelerinin müflterek olan ayârlar›, o memleketin (Müflterek sâat)i olarak kabûl edilmifldir. Türkiyenin müflterek sâati, ‹zmit, Kütahya, Bilecik ve Elmal› flehrlerinden geçen 30 dereceli sâat bafl› tûl yar›m dâiresinin mahallî vasatî sâatinin ayâr›nda
olup, do¤u Avrupa sâatidir. Ba’z› devletler, siyâsî veyâ iktisâdî sebeblerle, müflterek sâatlerin bu co¤râfî taksîmine uymamakdad›r. Fransa, ‹spanya, Orta Avrupan›n müflterek sâatini kullanmakdad›r. Müflterek sâatlerinin ayârlar› birbirlerinden
farkl› olan memleketlerin zemân makinelerinde, herhangi bir vaktde, yaln›z sâatleri gösteren rakamlar, birbirlerinden farkl›d›r. fiarkdaki memleketin müflterek sâatinin rakam›, garbdaki memleketin müflterek sâatinin rakam›ndan dahâ [ileri] büyükdür.
Bir nemâz›n, Türkiyenin herhangi bir flehrindeki mahallî vasatî sâate göre olan
vakti ile, müflterek sâate göre olan vakti aras›ndaki fark, bu flehrin tûl derecesi ile
30 derece aras›ndaki fark›n dört misli dakîkad›r. fiehrin tûl derecesi 30 dan fazla
ise, bu fark, mahallî sâatden ç›kar›larak 30 dereceden az ise mahallî sâate eklenerek, bu nemâz›n müflterek sâate göre vakti hâs›l olur. Meselâ, May›s›n birinci günü, bir nemâz vakti, Kars flehrinin mahallî vasatî sâatine göre 7 sa. 00 dakîka olsun. Kars›n arz derecesi 41, tûl derecesi 43 dür. Bu tûl derecesi, 30 dan fazla oldu¤undan, Kars›n mahallî sâati, müflterek sâatden ileridir. Bu nemâz›n müflterek sâate göre Karsdaki vakti, 7 den 13æ4=52 dakîka evvel olur ki, 6 y› sekiz dakîka geçedir.
Gurûbî zemâna göre zevâl vakti ile, o yerdeki hakîkî günefl zemân›na göre hakîkî gurûb vaktinin toplam›, 12 dir. Çünki, bu ikisinin toplam›, sabâh gurûbî sâat
12 den hakîkî gurûb vaktine kadar olan zemân olup, takrîben 12 hakîkî sâatdir. Yaz
– 190 –
aylar› için, sahîfe 193 deki flekle bak›n›z! Hakîkî ve gurûbî zemân birimleri birbirlerinin takrîben ayn›d›r.
(1) Gurûbî zemâna göre zevâl vakti + Hakîkî zemâna göre gurûb vakti = 12
dir. Hakîkî gündüz uzunlu¤unun yar›s› ile gece uzunlu¤unun yar›s›n›n toplam›, 12
hakîkî sâatdir. Ya’nî:
(2) Hakîkî gece uzunlu¤unun yar›s› + Hakîkî zemâna göre gurûb vakti = 12
dir. (1) ve (2) müsâvâtlar› karfl›lafld›r›l›nca:
(3) Gurûbî zemâna göre zevâl vakti = Hakîkî gece uzunlu¤unun yar›s› olur. Gurûbî zemâna göre zevâl vakti, sabâh gurûbî sâat 12 den hakîkî zevâl vaktine kadard›r. Sabâh gurûbî 12 vakti, gece yar›s›ndan gündüz zemân›n›n yar›s› kadar sonrad›r. Tulû’ vaktinden k›fl›n evvel, yaz›n sonrad›r. Sabâh nemâz›n›n ve orucun evvel
vakti, fecr-i sâd›k vakti ile bafllar. Bu vakt, gurûb vaktinde 12 den bafllayan ezânî
sâatin fecr vaktine gelmesinden anlafl›l›r. Yâhud, gece yar›s› 12 den bafllayan vasatî sâatin fecr vaktine gelmesinden anlafl›l›r. fiemsin tulû’u gece yar›s› 12 den, gece müddetinin yar›s› kadar sonra veyâ gurûb vaktindeki 12 den, gece müddeti kadar sonra veyâ zevâlden gündüz müddetinin yar›s› kadar evvel bafllar. Sabâh gurûbî sâatin 12 vakti, gurûb vaktindeki 12 den, 12 sâat sonra veyâ gece yar›s› 12 den
gündüz müddetinin yar›s› kadar sonra veyâ hakîkî zevâl vaktinden gece yar›s› müddetinin yar›s› kadar evveldir. Tulû’ vakti ile sabâh›n 12 vakti aras›nda, gece ve gündüz uzunluklar›n›n yar›lar› aras›ndaki fark kadar fark vard›r. Bu hesâblar›n hepsi hakîkî günefl zemân›na göre yap›l›r. Hakîkî günefl zemânlar›, hesâbdan sonra vasatî günefl zemân›na ve bu da müflterek zemâna çevrilir. Gurûbî zemâna göre zevâl vaktinin, ezânî zemâna göre zuhr vakti oldu¤unu afla¤›da görece¤iz. Bunun için
1 May›sda, ezânî zemâna göre zuhr vakti 5 sâat 6 dakîka oldu¤undan, ‹stanbulda
müflterek zemâna göre fler’î tulû’ vakti 4 sâat 57 dakîka olur.
Gece ve gündüz müddetleri birbirlerine dâimâ müsâvî olsayd›, günefl, dâimâ zevâlden alt› sâat evvel tulû’ ve alt› sâat sonra gurûb ederdi. Gece ile gündüz müddetleri müsâvî olmad›¤› için, yaz aylar›nda, zevâl ve gurûb vaktleri aras›nda 6 sâatden bir mikdâr fazla zemân vard›r. K›fl aylar›nda, bu vaktler aras›nda, bir mikdâr
az zemân bulunur. Alt› sâatden olan bu zemân fark›na (N›sf fadla=Yar› fark) zemân› denir. Yaz aylar›nda, hakîkî gurûb vaktleri, zevâl vaktinden, 6 ile n›sf fadlan›n
toplam› kadar, k›fl aylar›nda ise, 6 dan n›sf fadlan›n fark› kadar, farkl› olmakdad›r.
Gurûbî sâatin sabâh 12 si ise, zevâl vaktinden, bunun aksi kadar farkl› olmakdad›r.
Ezânî sâat ile zuhr vaktini, hakîkî ve vasatî sâat ile tulû’ ve gurûb vaktlerini bulmak için, ‹ngiliz riyâziyecisi John Napierin düstûru ile N›sf fadla bulunur. Napierin düstûru: Bir kürevî dik müsellesde [s. 185 deki 2. fleklde, TCL müsellesinde],
dik aç›dan baflka, befl unsurdan birinin cos’ü [temâmîsinin sin’ü], bu unsura bitiflik olan ikisinin cot.lar›n›n [temâmîlerinin tag.lar›n›n] veyâ bitiflik olmayan ikisinin sin.lerinin çarp›mlar›na müsâvîdir. Ancak iki dik kenârlar›n kendileri de¤il, temâmîleri hesâba kat›l›r. Buna göre:
sin (N›sf fadla) = tan meyl [Declination] æ tan arz [enlem, Latitude]
formülünden hesâb makinesi veyâ logaritme cedveli vâs›tas› ile, (N›sf fadla) kavsinin derecesi ve bunun dört misli al›n›p hakîkî günefl zemân› dakîkas› olarak
k›ymeti bulunur. Bir flehrin Erd üzerindeki ve fiemsin semâdaki yerleri ayn› yar›
kürede ise, n›sf fadla zemân›n›n mutlak k›ymeti, hakîkî gün uzunlu¤unun dörtde
biri olan 6 hakîkî sâate eklenince, o flehrdeki hakîkî zemâna göre, hakîkî gurûb vakti elde edilir. fiemsin tulû’ vakti ile zevâl vakti aras›nda da bu kadar zemân vard›r.
N›sf fadlan›n mutlak k›ymeti 6 dan ç›kar›l›nca, aradaki fark, gurûbî zemâna göre
hakîkî zevâl vakti ve hakîkî zemâna göre [ya’nî gece yar›s›ndan i’tibâren] hakîkî
tulû’ vakti olur. Ya’nî, gurûbî zemâna göre, sabâh 12 vakti, hakîkî zevâl vaktinden,
bu fark kadar evveldir. Güneflin günlük meyl dereceleri, kitâb›n sonundad›r. fieh– 191 –
rin ve güneflin yerleri, baflka yar›m kürede iseler, N›sf fadlan›n mutlak k›ymeti 6
ya eklenince, o mahallin gurûbî zemâna göre hakîkî zevâl vakti ve hakîkî zemâna
göre hakîkî tulû’ vakti bulunur. 6 sâatden ç›kar›l›rsa, hakîkî zemâna göre, o yerdeki hakîkî gurûb vakti olur.
1 May›sda güneflin meyli + 14 derece 55 dakîka, ta’dîl-i zemân + 3 dakîka ve ‹stanbulun arz derecesi + 41 oldu¤undan, privileg elektronik hesâb makinesinin 14.55
µ tan æ 41 tan = arc sin æ 4 = ¥ dü¤melerine bas›l›nca, makinenin levhas›nda 53 dakîka 33 sâniye okunur. N›sf fadla 54 dakîka ve zevâlî hakîkî zemâna göre hakîkî gurûb vakti, 6 y› 54 dakîka geçe, mahallî vasatî zevâlî zemâna göre 6 y›
51 geçe ve müflterek zemâna göre 18 i 55 geçe ve ileri sâate göre 19 u 55 geçedir.
fier’î gurûb vakti, bunlara ‹stanbul için Temkin olan 10 dakîka ilâve edilerek ileri
sâate göre, fler’î gurûb vakti, 20 yi 5 dakîka geçedir. Hakîkî gündüz müddeti 13 sâat
48 dakîka ve gece müddeti, bunun 24 den fark› olan, 10 sâat 12 dakîka olup, n›sf
fadlan›n 6 dan fark› olan 5 sâat 6 dakîka, hakîkî zemâna göre, ya’nî gece yar›s›ndan
i’tibâren hakîkî tulû’ vakti ve gurûbî zemâna göre zevâl vaktidir. Ezânî zemâna göre hakîkî zevâl vakti, gurûbî zemâna göre olan hakîkî zevâl vaktinden Temkin zemân› evvel, ya’nî 4 sâat 56 dakîkad›r. Ezânî zemâna göre fler’î zuhr vakti, ezânî zemâna göre hakîkî zevâl vaktinden Temkin zemân› sonra, ya’nî 5 sâat 6 dakîka olmakdad›r. Ezânî zemâna göre zuhr vaktinin iki misli olan 10 sâat 12 dakîka, evvelki hakîkî gece müddeti olup, bundan 20 dakîka [Temkinin iki misli] ç›kar›l›rsa, 9
sâat 52 dakîka, ezânî zemâna göre fler’î tulû’ vakti olur. 5 sâat 6 dakîkadan ta’dîl
ve temkin ç›kar›l›r ve müflterek sâate çevrilirse, fler’î tulû’ vakti, 4 sâat 57 dakîka
olur. Ezânî zuhr vaktinin 6 dan fark›, N›sf fadla zemân›d›r. Güneflin meylinin
mutlak derecesi, a’zamî 23 derece 27 dakîka oldu¤u için, N›sf fadlan›n a’zamî mikdâr›, formülde ‹stanbul için 22 derece ya’nî bir sâat 28 dakîka ve en uzun gurûb vakti ile en k›sa vakti aras›nda 176 dakîka fark olmakdad›r. Tulû vaktleri aras›nda da
ayn› fark oldu¤undan, en uzun gündüz ile, en k›sa gündüz aras›nda, 352 dakîka [5
sâat 52 dakîka] fark olmakdad›r.
Ekvator üzerindeki yerlerde, her zemân, 21 mart ve 23 eylülde ise her yerde,
güneflin meyli, ya’nî tan meyl s›f›r oldu¤u için, N›sf fadla s›f›r olur. 1 Nisanda güneflin meyli 4 derece 20 dakîka, ta’dîl-i zemân – 4 dakîkad›r. Viyana flehrinin arz
derecesi 48 derece 15 dakîka oldu¤undan, hesâb makinesinin CE/C 4.20 µ tan
æ 48.15 µ tan = arc sin æ 4 = dü¤melerine bas›nca, N›sf fadla takrîben 19 buçuk dakîka olur. Viyanan›n mahallî vasatî sâati ile akflam nemâz› [fler’î gurûb] vakti 6 sâat 33 buçuk dakîka olur. Viyanan›n tûl derecesi 16 derece 25 dakîka olup, sâat bafl› tûl dâiresinin 1 derece 25 dakîka flark›nda oldu¤undan, Londradan bir sâat ileri olan co¤râfî müflterek sâatine göre akflam nemâz› vakti 6 y› 27,5 dakîka geçe olur. Parisin arz derecesi 48 derece 50 dakîka oldu¤undan, N›sf fadlas› 20 dakîka, mahallî vasatî zemâna göre akflam nemâz› vakti 6 sâat 34 dakîkad›r. Tûlü +
2 derece 20 dakîka flarkda oldu¤undan, co¤râfî müflterek sâati ile 6 sâat 25 dakîka olur ise de, Fransan›n müflterek sâati, co¤rafî sâatden bir sâat ileri oldu¤undan,
19 sâat 25 dakîka olur. Newyorkun arz derecesi 41 derece oldu¤undan, N›sf fadlas› 15 dakîka, mahallî vasatî sâatine göre, akflam nemâz› vakti 6 sâat 29 dakîkad›r. Tûlü – 74 derece olup, sâat bafl› tûl yar›m dâiresinin 1 derece flark›nda oldu¤undan, Londradan [75÷15] befl sâat geri olan co¤râfî müflterek sâatine göre 6 sâat 25 dakîka olur. Delhînin arz derecesi 28 derece 45 dakîka, N›sf fadlas› 9,5 dakîka, mahallî vasatî sâatine göre akflam nemâz› vakti 6 sâat 23,5 dakîkad›r. Tûlü
77 derece olup, sâat bafl› tûl yar›m dâiresinin 2 derece flark›ndad›r. Londradan befl
sâat ileri olan müflterek sâatine göre 6 sâat 15,5 dakîka olur.
Trabzon flehrinin arz derecesi, ‹stanbul gibi, 41 derecedir. Tûl derecesi ise 39 derece 50 dakîkad›r. 1 May›s gününün N›sf fadlas›n› bulmak için, ziyâ ile çal›flan CASIO hesâb makinesinin ON 14 ¬ 55 ¬ tan æ 41 tan = INV sin æ 4 = INV ¬
– 192 –
dü¤melerine bas›l›nca, makinenin levhas›nda 53 dakîka 33 sâniye görülür. Bu da,
takrîben 54 dakîka olur. Muhtelif hesâb makinelerinin kullan›lmalar› birbirlerinin
ayn› de¤ildir. Mahallî vasatî zemâna göre gurûb vakti, ‹stanbul gibi, 7 yi 01 dakîka geçe ve müflterek zemâna göre, bundan 39 dakîka önce, ya’nî 6 y› 22 geçe
olur. Mekke-i mükerremenin arz derecesi 21 derece 26 dakîka, tûl derecesi, Trabzon gibi, 39 derece 50 dakîkad›r. 1 May›s günü için N›sf fadlas›, 24 dakîka olur. Mahallî vasatî zemâna göre gurûb vakti 6 y› 31 dakîka geçe ve 30 dereceden geçen sâat bafl› tûl yar›m dâiresi için olan müflterek sâate göre 39 dakîka evvel, ya’nî gurûb vakti 5 sâat 52 dakîka olur. 1 Kas›m [Teflrîn-i sânî] günü meyl-i flems –14 derece 16 dakîka ve ta’dîl-i zemân + 16 dakîkad›r. N›sf fadla, ‹stanbul için 51, Mekke için 23 dakîka olup, müflterek sâate göre gurûb vakti, ‹stanbul için 5 sâat 7 dakîka, Mekke-i mükerreme için 4 sâat 52 dakîka olur. 1 Kas›m günü, ‹stanbulda akflam ezân›ndan 15 dakîka evvel, radyoda Mekkenin akflam ezân› dinlenebilir. Yukarda, muhtelif flehrler için, gurûb vaktlerinin hesâblar›nda ‹stanbulun Temkini
kullan›ld›. Ayn› arz derecesinde bulunan flehrlerin, ezânî ve mahallî vasatî sâat makinelerinde, nemâz vaktleri birbirlerinden, temkinlerinin farklar› kadar farkl›d›r.
Mahallî vasatî günefl zemân›na göre zevâl vakti, her yerde 12 rakam›ndan
ta’dîl-i zemân›n de¤iflmesi kadar, ya’nî yar›m dakîkadan az de¤iflmekde olup, bir
sene içinde, ‹stanbulda 12 den 16 dakîka kadar önce veyâ 14 dakîka sonra olur. Müflterek zemâna göre, Türkiyenin her yerinde, bu yerin tûl derecesi ile 30 derece aras›nda olan tûl fark›n›n dört misli dakîka, mahallî vaktlerden evvel veyâ sonra
olur. Zevâl vaktleri, ezânî sâat makinesinde, her gün bir iki dakîka de¤iflir. Osmânl›lar zemân›nda büyük câmi’lerde, bu ayarlamay› yapan Muvakk›t’ler vard›.
Ta’dîl-i zemân mikdâr›n›, kolayca bulmak için ö¤le nemâz›n›n müflterek zemâna göre, meselâ ‹stanbuldaki vakti, do¤ru oldu¤una güvenilen, bir takvîmden bulunur. Bundan 14 dakîka ç›kar›l›nca, mahallî vasatî günefl zemân›na göre zevâl vakti olur. Hakîkî günefl zemân›na göre zevâl vakti her yerde 12 de oldu¤u için, bu iki
zevâl vaktleri aras›ndaki zemân fark›, ta’dîl-i zemân olur. Vasatî sâat ile zevâl vakti, 12 den noksân ise, ta’dîl-i zemân (+), fazla ise (–) olur.
t
î sâa
n
ini
F .D
Tu
lû '
ur
kt
t
âa
G
va
6s
6
Gur
ûb
Hakîkî
zevâlî sâat
i
v
vs
hr
ka
zu
nî
â
Ez
ûb
va
kti
nin
F.
D.
Zevâl vakti
12
ti
ak
at
6
Sabâh hakîkî
zevâlî sâat
NF
Sab
âh
Yaz
gur
ayla
r› için ûbî sâa
t
Hakîkî
NF
NF
NF
ile
âat
îkî s
Hak ' vakti
tulû
kti
va
cr
Fe
Fe
c
F.D.= Fadl-› dâir
NF= N›sf fadla zâviyesi
vsi
sâ
. ka
6
12
rv
ak
tin
in
F.D
. ka
vsi
6
Hak
îk
gurû î sâat
b va ile
kti
Yaz
ayla
r› için
fia
fak
va
kti
Gece yar›s›
k va
fiafa
– 193 –
zevâlî sâat
.D
in F
ktin
.k
av
si
Tenbih: 6+ (NF) hesâblar›nda NF
cebrî iflâreti ile kullan›lacakd›r.
NF yaz›n (+), k›fl›n (–) dir.
Se’âdet-i Ebediyye 1-F:13
Mart›n birinci günü, ta’dîl-i zemân –13 oldu¤undan, mahallî vasatî günefl zemân›na göre zevâl vakti, her yerde 12 yi 13 dakîka geçe olur. Ö¤le nemâz› vakti, bundan temkin mikdâr› sonra olur. Meselâ, ‹stanbulda 12 yi 23 geçe olur. Herhangi bir
yerde, müflterek zemâna göre, bu yerin tûl derecesi ile sâatbafl› tûl yar›m dâiresinin derecesi aras›ndaki fark›n dört kat› kadar, mahallî vasatî zemâna göre olan vaktden önce veyâ sonra olur. Türkiyedeki bir yerin tûl derecesi, 30 dan fazla ise önce, noksan ise sonra olur. Böylece, müflterek zemâna göre ö¤le nemâz› vakti Ankarada takrîben 12 yi 11 dakîka ve ‹stanbulda 12 yi 27 dakîka geçedir. Müflterek
sâat makinesi, bu zuhr vaktine gelince, ezânî sâat makinesi, n›sf fadla ile bulunan
zuhr vaktine getirilirse, ezânî sâat makinesinin o günkü ayâr› yap›lm›fl olur. En yüksek yerin yükseklik mikdâr› bilinmiyorsa, en yüksek yerden ziyân›n gayb oldu¤u
vakt ile üfk-› hissîden gurûbun görüldü¤ü vakt aras›ndaki zemân, yâhud en yüksek yerden ziyân›n gayb oldu¤u vaktde 12 yap›lan ezânî sâat makinesi, n›sf fadla
ile bulunmufl olan zuhr vaktine gelince, mahallî vasatî sâat makinesinin gösterdi¤i vakt, ta’dîl-i zemân ile mu’âmele edilirse, netîcenin 12 den fark› olan zemân, yâhud mahallî vasatî sâate göre, en yüksek yerde ziyân›n gayb oldu¤u vaktden n›sf
fadla ile bulunan gurûb vaktinin fark›, o mahallin (Temkin zemân›) olur. Yâhud,
ta’dîl-i zemân + ise mahallî vasatî zemâna göre, takvîmde yaz›l› olan zuhr vaktinin 12 den fark› ile ta’dîl toplan›nca ve – ise bu farkdan ta’dîl ç›kar›l›nca (Temkin
zemân›) olur.
‹bni Âbidîn ve fiâfi’î (El-envâr) ve mâlikî (El-mukaddemet-ül-izziyye) flerhinde, (Mîzân-ül-kübrâ) da diyor ki, (Nemâz›n sahîh olmas› için, vakti girdikden
sonra k›l›nmas› ve vaktinde k›l›nd›¤›n› bilmek flartd›r. Vaktin girdi¤inde flübheli olarak k›l›p, sonra vaktinde k›lm›fl oldu¤unu anlarsa, bu nemâz› sahîh olmaz. Vaktin
bilinmesi, vaktleri bilen âdil bir müslimân›n okudu¤u ezân› iflitmekle olur. Ezân›
okuyan âdil de¤il ise, [veyâ âdil müslimân›n hâz›rlad›¤› takvîm yoksa], kendisi vaktin girdi¤ini arafld›r›p, kuvvetli zan edince k›lmal›d›r. Fâs›k›n veyâ âdil oldu¤u bilinmeyen kimsenin, k›bleyi göstermesi, temiz, necs, halâl, harâm gibi dinden olan
fleylere flehâdet etmesi [söylemesi] de, ezân gibi olup, ona de¤il, kendi arafld›r›p anlad›¤›na uymas› lâz›md›r.).
Sabâh nemâz›n› her mevsimde (‹sfâr) etmek, ya’nî ortal›k ayd›nlan›nca k›lmak
müstehabd›r. Cemâ’at ile ö¤le nemâz›n›, yaz›n s›cakda geç, k›fl günleri ise, erken
k›lmak müstehabd›r. Akflam nemâz›n› her zemân erken k›lmak müstehabd›r.
Yats›y›, fler’î gecenin ya’nî gurûbdan fecre kadar olan zemân›n üçde biri oluncaya kadar geç k›lmak müstehabd›r. Gecenin yar›s›ndan sonraya b›rakmak tahrîmen
mekrûhdur. Bu gecikdirmeler, hep cemâ’at ile k›lanlar içindir. Evinde yaln›z k›lan, her nemâz› vakti girer girmez k›lmal›d›r. (Künûz-üd-dekâ›k)da yaz›l› ve Hâkimin ve Tirmüzînin bildirdikleri hadîs-i flerîfde, (‹bâdetlerin en k›ymetlisi, evvel
vaktinde k›l›nan nemâzd›r) buyuruldu. (‹zâlet-ül hafâ)n›n beflyüzotuzyedinci sahîfesinde yaz›l›, (Müslim) kitâb›ndaki hadîs-i flerîfde, (Bir zemân gelecek, âmirler, imâmlar, nemâz› öldürecekler, vaktinden sonraya b›rakacaklard›r. Sen, nemâz›n› vaktinde k›l! Senden sonra, cemâ’at olurlarsa, onlarla da, tekrâr k›l! ‹kinci k›ld›¤›n nâfile olur) buyuruldu. ‹kindiyi ve yats›y›, ‹mâm-› a’zam›n kavline göre k›lmak ihtiyâtl› olur. Uyanamayan, vitri yats›dan hemen sonra k›lmal›d›r. Yats›dan
evvel k›larsa, sonra tekrâr k›lar. Uyanabilen ise, gecenin sonunda k›lmal›d›r.
Ahmed Ziyâ be¤, 157.ci sahîfede diyor ki, bir beldede, mahallî vasatî zemâna
göre ma’lûm olan bir nemâz›n fler’î vakti ile, o günkü ta’dîl-i zemân›n cebrsel toplam›, hakîkî günefl zemân›na göre vakt olur. Bunun ile, Ezânî zemâna göre olan zuhr
vakti toplan›p, bir temkin ç›kar›l›rsa, bu nemâz›n Ezânî zemân›na göre fler’î vakti elde edilir. Mecmû’ 12 den fazla olursa, bu fazlal›k, ezânî vakt olur. Meselâ, Mart›n birinci günü, günefl ‹stanbulda müflterek zemâna göre sâat 18.00 de bat›yor. Gurûb vaktindeki Ta’dîl-i zemân –12 dakîka oldu¤undan, ‹stanbulda hakîkî günefl ze– 194 –
mân›na göre fler’î gurûb vakti 5 sâat 44 dakîkad›r. Ezânî zemâna göre, fler’î zuhr
vakti 6 sâat 26 dakîka oldu¤undan, güneflin batmas›: 6 sâat 26 dakîka +5 sâat 44 dakîka –10 dakîka=12 olur. Genel olarak:
(1) Ezânî zemâna göre vakt = Hakîkî zemâna göre ayn› andaki vakt + Ezânî zemâna göre zuhr vakti – O mahallin temkin zemân›
(2) Hakîkî zemâna göre vakt = Ezânî zemâna göre vakt + Hakîkî zemâna göre
fler’î gurûb vakti
dir. ‹kinci müsâvâtda, gurûb vakti vasatî ise, bulunan zevâlî vakt de vasatî olur. ‹kinci müsâvâtdan:
(3) Ezânî zemâna göre vakt = Hakîkî zemâna göre vakt – Hakîkî zemâna göre
fler’î gurûb vakti
de olur. Buradaki gurûb vakti, hakîkî vaktden büyük ise, hakîkî vakte 12 ilâve edilip, sonra ç›kar›l›r.
(2) ve (3) cü müsâvâtlarda, zevâlî vaktler, hep hakîkî ise de, müflterek vakti hakîkîye ve bulunan hakîkîyi tekrâr müflterek vakte çevirirken, ayn› say›lar topland›¤›, sonra da ç›kar›ld›klar› için, müflterek vakti hakîkîye çevirmeksizin yap›lan hesâblar da, ayn› netîceyi vermekdedir. Ya’nî:
(4) Müflterek zemâna göre vakt = Ezânî zemâna göre vakt + Müflterek zemâna
göre fler’î gurûb vakti.
(5) Ezânî zemâna göre vakt = Müflterek zemâna göre vakt – Müflterek zemâna
göre fler’î gurûb vakti.
Yukar›da buldu¤umuz Mart›n birinci günü, gurûb vakti, (5). ci müsâvâta göre,
18 - 18 = 0, ya’nî ezânî zemâna göre 12 de olur. Bunun gibi, Mart›n birinci günü,
ikindi vakti, müflterek zemâna göre 15 sâat 34 dakîka ve gurûb vakti 6 sâat oldu¤undan, ezânî zemâna göre ikindi vakti:
15 sâat 34 dakîka - 6 sâat = 9 sâat 34 dakîka
olur. Yine bunlar gibi, o günkü ezânî zemâna göre imsâk vakti 10 sâat 52 dakîkada oldu¤undan, müflterek zemâna göre imsâk vakti, (4) müsâvâta göre: 10 sâat 52
dakîka + 6 = 16 sâat 52 dakîka, ya’nî 4 sâat 52 dakîka olur. 23 Hazîran 1982 Çarflamba günü olan 1 Ramezân 1402 günü hakîkî zemâna göre ‹stanbulda güneflin
gurûb vaktini bulal›m: O gün ‹stanbulda ezânî zemâna göre zuhr, ya’nî ö¤le nemâz› vakti 4 ü 32 geçe ve Ta’dîl-i zemân –2 dakîkad›r. ‹stanbulun hakîkî zemâna
göre gurûb vakti, bunun 12 den fark› olan 7 yi 28 geçe olur. Hakîkî zemâna göre fler’î gurûb vakti 7 yi 38 geçe olur. Vasatî günefl zemân›na göre 19 u 40 geçe olur.
Türkiyenin müflterek zemân›na göre ise, 19 u 44 dakîka geçe olur. ‹leri sâat ile 20
yi 44 geçe demekdir. Müflterek zemâna göre vakt, gurûb vaktinden küçük ise,
(3).cü ve (5).ci düstûrlarda bunun 12 veyâ 24 fazlas› kullan›l›r. Ahmed Ziyâ be¤,
Ezânî zemâna göre vakt = Hakîkî zevâl vakti + Hakîkî vakt... (6) ve
Hakîkî vakt = Ezânî vakt – Hakîkî zevâl vakti... (7) düstûrlar›n› kullanmakdad›r.
Müneccim bafl› Mustafâ efendi, 1317 [m. 1899] senesindeki ceb takvîminde diyor ki, gurûbî ve zevâlî vaktleri birbirlerine çevirmek için, ö¤leden önce ise, bilinen vakt, ö¤le nemâz›n›n vaktinden ç›kar›l›r. Bulunan fark, di¤er sâatin ö¤le nemâz› vaktinden ç›kar›l›r. Ö¤leden sonra ise, bilinen vaktden, ö¤le nemâz›n›n vakti ç›kar›l›r. Bulunan fark di¤er sâatin ö¤le nemâz› vaktine ilâve edilir. Meselâ, 1989 senesi Hazîran›n 12. ci günü imsâk vakti, ezânî zemâna göre 6 y› 22 geçedir. Zuhr vakti 4 ü 32 geçedir. Fark, 16.32 – 6.22=10 sâat 10 dakîkad›r. Müflterek zemâna göre zuhr
vakti olan 12.14 den ç›kar›nca, müflterek zemâna göre imsâk vakti 2 yi 4 geçedir.
Güneflin, belli bir nemâz vaktinin bafllad›¤› irtifâ’a geldi¤i vakti bulmak için, evvelâ (Fadl-› dâir=Zemân fark›) hesâb edilir. Fadl-› dâir, gündüz güneflin merkezinin bulundu¤u nokta ile zevâl vakti aras›nda, gece ise, gece yar›s› aras›nda olan ze– 195 –
mând›r. Fadl-› dâir zâviyesine H dersek, kürevî müselles [üçgen] formüllerinden:
sin H =
2
sin (M – temâm–› meyl) æ sin (M – temâm-› arz-› belde)
…(1)
sin ( temâm-› meyl) æ sin ( temâm-› arz–› belde)
müsâvât› ile hesâb edilir. Buradaki M mikdâr›; kürevî müsellesin üç kenâr›na tekâbül eden üç kavsin zâviye mikdârlar› toplam›n›n yar›s› olup, bu kürevî müselles 185. ci sahîfedeki birinci fleklde gösterilmifldir.
M=
temâm-› meyl + temâm-› arz-› belde + temâm-› irtifâ’-› flems
dir.
2
‹rtifâ’, hakîkî üfkun üzerinde ise +, alt›nda ise – dir. Meyl ile irtifâ’›n iflâretleri
z›d ise, meylin temâm› ya’nî 90° den fark› yerine, 90° ile toplam› al›n›r.
Fadl-› dâir formülünde M nin k›ymeti yerlerine konup basitlefldirilirse:
sin H =
2
∆ æ sin Z - ∆
∆
sin Z + ∆
2
2
cos ª æ cos ∞
... (2)
Buradaki H zâviyesinin zemân›, N›sf-ün-nehârdan itibâren ölçülür. Burada ∆ =
zevâl vaktindeki gâyenin temâmîsi = arz-› belde - meyl-i flems = ª - ∞ d›r. Z = Zenit = (Semâdaki semt-ür-re’s noktas›n›n irtifâ’›n›n temâmîsi) = 90 - semtürre’s irtifâ’› olup, çubu¤un tepesinden semâdaki zevâl ve semt noktalar›na giden iki yar›m
do¤ru aras›ndaki (Fey-i zevâl) zâviyesidir. Bütün de¤erleri iflâretleri ile kullan›l›r.
13 A¤ustos günü ‹stanbulda asr-› evvel, ya’nî ikindi nemâz›n›n evvel vaktini hesâb
edelim. Yere bir metre uzunlu¤unda bir çubuk dikildi¤ini kabûl edelim: [Bir dik üçgende, iki dar aç›, birbirinin temâmîsidir. Bir kenâr› 1 cm. olan bir aç›n›n (tan)›, karfl›s›ndaki kenâr›n uzunlu¤unu gösterir. Güneflin yerdeki dar aç›s›, güneflin irtifâ’›d›r.]
tan Z1 = tan (temâm-› irtifâ’-› asr) = 1 + Fey-i zevâl = Asr-› evvel z›lli
Fey-i zevâl = tan (temâm-› gâyetül-irtifâ’) = tan ∆
d›r. Arz-› belde ile meyl-i flemsin iflâretleri birbirinin ayn› ise, ya’nî ikisi de ayn› n›sf
kürede olunca, temâm-› arz ile meyl toplanarak, iflâretleri birbirlerinin aksi ise, ya’nî
baflka n›sf kürelerde olunca, meyl ç›kar›larak, zevâl vaktindeki güneflin (Gâyet-ülirtifâ’) derecesi bulunur. Arz-› beldenin temâmîsi ile meylin toplam› 90 dan fazla
olursa, fazlal›¤›n doksandan fark›, gâyet-ül irtifâ’ olur ve günefl, semân›n flimâl taraf›nda bulunur. Arz ile meyl ayn› cihetde iseler, arz derecesinden meyl ç›kar›l›nca, baflka cihetde iseler, toplan›nca, gâyet-ül-irtifâ’›n temâmîsi (∆) olur.
gâyet-ül-irtifâ’ = 49 derece + 14 derece 50 dakîka = 63 derece 50 dakîka
log (Fey-i zevâl) = log tan (26 derece 10 dakîka) = 1,69138
Fey-i zevâl = 0,4913 metre
tan Z1 = tan (temâm-› irtifâ’) = 1,4913 ve log tan (temâm-› irtifâ’) = 0,17357
Yâhud Privileg hesâb makinesinde, 1,4913 arc tan ¥ dü¤melerine bas›nca,
temâm-› irtifâ’-› flems = bu’d-i semt = Z1 = 56 derece 9 dakîkad›r.
M=
75° 10' + 49° + 56° 9'
90 derece
derece 10
10 dakika
dakîkaolur.
olur.
= 90
2
sin H =
2
sin 15° æ sin 41° 10'
sin 75° 10' æ sin 49°
– 196 –
log sin H = 1 [(1,41300 +1,81839) – (1,98528+1,87778)]=
2 2
1 (1,23139 – 1,86306)= 1 (1,36833)= 1,68417
2
2
1 H = 28 derece 54 dakîkad›r. ‹ki misli al›n›nca, H = 57 derece 48 dakîka ve bunun
2
dört misli olan Fadl-› dâir zemân›, 231,2 sâat dakîkas› ve böylece, 13 A¤ustos günü asr-› evvel için, Fadl-› dâir zemân› = 3 sâat 51 dakîka olur. Hakîkî zevâl vaktinde hakîkî sâat s›f›r oldu¤u için, do¤ruca hakîkî zemâna göre hakîkî asr-› evvel vakti 3 sâat 51 dakîka olur ki, hakîkî zuhr vaktinden, çubu¤un gölgesinin kendi boyu
kadar uzamas› için geçen zemân sonrad›r. fier’î zuhr vaktinden geçen zemân için,
fler’î ikindi (Asr-› evvel) vakti, bundan o mahaldeki temkin zemân› sonra olur.
Ta’dîl-i zemân -5 dakîka oldu¤undan, vasatî müflterek zemâna göre 16 y› 10 dakîka geçe olur. Sahîfe 195 deki 5. ci müsâvât mûcibince, bu müflterek sâatden, müflterek zemâna göre gurûb vakti olan 7 sâat 12 dakîka ç›kar›larak, ‹stanbulda ikindi vakti, ezânî zemâna göre, 8 sâat 58 dakîka olur. Fadl-› dâir zemân› ile ezânî zuhr
vakti ya’nî gurûbî zemâna göre hakîkî zevâl vakti olan 5 sâat 7 dakîkay› toplay›nca da, hem gurûbî zemâna göre hakîkî ikindi vakti, hem de ezânî zemâna göre fler’î
asr-› evvel vakti olur. Çünki, fler’î asr-› evvel vakti, bu mecmû’dan, ya’nî gurûbî hakîkî vaktden Temkin zemân› sonra olur ise de, ezânî zemâna göre fler’î vakti, bu
gurûbî fler’î vaktden Temkin zemân› evvel olur. Bunun gibi, zuhr, akflam ve yats›
nemâzlar›n›n, ezânî zemâna göre fler’î vaktleri de, hesâb ile bulunan gurûbî zemâna göre hakîkî vaktlerinin ayn›d›r.
Asr-› evvel irtifâ’›n› bulmak için, di¤er bir üsûl, hergün, güneflin gâye irtifâ’› ve
bu irtifâ’da oldu¤u vakt, bir metre çubu¤un gölgesinin uzunlu¤u ölçülerek veyâ hesâb edilerek, yaz›l›r. Böylece, bir (‹rtifâ’ - gölge uzunlu¤u) cedveli hâs›l olur. ‹stanbulda 13 A¤ustosda, gâye irtifâ’› 640 oldu¤undan, gölge uzunlu¤u, cedvelde 0,49
m. bulunur. Asr-› evvelde gölge 1,49 m. ve irtifâ’ 340 olur. (‹rtifâ’ - gölge uzunlu¤u) cedveli, 1924 (Takvîm-i sâl) sonunda ve kitâb›m›z›n sonunda mevcûddur.
‹kindi nemâz›n›n asr-› sânî vakti de ayn› müsâvât ile bulunur ise de, burada:
tan Z2 = tan (temâm-› irtifâ’› flems) = 2 + Fey-i zevâl = Asr-› sânî z›lli
Z2 = temâm-› irtifâ’ = Bu’d-i semt = 68 derece 8 dakîka olur. Buradan:
M = 96 derece 9 dakîka ve H = 73 derece 43 dakîka,
Fadl-› dâir zemân› 4 sâat 55 dakîkad›r. Buna Temkin ilâve edince, ‹stanbulda,
hakîkî zemâna göre asr-› sânî 5 sâat 5 dakîka olur.
‹kindi nemâz› vaktinde, asr-› evvel için:
Z1 = temâm-› irtifâ’ = Bu’d-i semt = arc tan (1 + tan ∆) ve asr-› sânî için:
Z2 = temâm-› irtifâ’ = arc tan (2 + tan ∆) münâsebetleri ile de temâm-› irtifâ’ [Z]
ve sonra Fadl-› dâir hesâb edilebilir. ∆ n›n tanjant› fey-i zevâldir. Bu tanjant 1 veyâ 2 ile toplan›r. Tanjant› bu yekûna eflit olan aç›, ikindi için Z de¤eridir.
Yats› nemâz›n›n iflâ’-i evvel vaktinde güneflin merkezi hakîkî üfukdan 17 derece afla¤›dad›r. Ya’nî hakîkî irtifâ’ - 17 derecedir. Meyl-i flemsin temâm› yerine 90
ile toplam› al›naca¤›ndan:
M=
104° 50' + 49° + 73°
= 113 derece 25 dakîka ve H = 50 derece 53 dakîka ve
2
Fadl-› dâir zemân› 3 sâat 24 dakîka olur, ki yats›n›n hakîkî zemâna göre vaktinin
gece yar›s›ndan fark›d›r. Bunun 12 den fark›na, ‹stanbul için, 10 dakîka Temkin ilâve edilir. Çünki, güneflin merkezi, fler’î üfukdan, dahâ sonra ayr›laca¤› gibi, arka
– 197 –
kenâr› da üfuklardan, dahâ sonra ayr›lacakd›r. 13 A¤ustos günü yats› vakti, hakîkî zemâna göre 8 sâat 46 dakîka, müflterek sâate göre, 8 sâat 55 dakîka olur.
Fadl-› dâir zemân›, hakîkî gece yar›s›na müsâvi olan ezânî zuhr vaktinden ç›kar›l›p, Temkin ilâve, bulunan gurûbî zemân› ezânî zemâna tahvil için bir temkin tarh
edilir. Temkini önce ilâve, sonra tarh etmek yerine temkin hesâba kat›lmadan da,
gurûbî ve ezânî zemânlara göre fler’î iflâ-i evvel vakti 1 sâat 42 dakîka olur.
13 A¤ustosda, fecr-i sâd›k dedi¤imiz beyâzl›k do¤ma¤a bafllarken, güneflin
merkezi hakîkî üfukdan 19 derece ile irtifâ’ zâviyesinin toplam› kadar afla¤›dad›r.
Ya’nî, hakîkî irtifâ’› flems - 19 dereceden farkl›d›r.
104° 50' + 49° + 71°
M=
= 112 derece 25 dakîka ve H = 47 derece 26 dakîka ve
2
onbefle bölünüp, Fadl-› dâir zemân› 3 sâat 10 dakîka olur ki, günefl merkezinin gece yar›s›ndan uzakl›k zemân›d›r. Gece yar›s› hakîkî sâat s›f›r oldu¤undan, hakîkî
(imsâk vakti) olur. Bundan 10 dakîka Temkin ç›kar›l›r. Çünki, güneflin - 19 derece irtifâ’dan fler’î üfka mesâfesi, hakîkî üfka olan mesâfesinden dahâ azd›r ve üst
kenâr›, üfuklara merkezinden dahâ yak›nd›r. ‹stanbulun hakîkî zemâna göre fler’î
imsâk vakti 3 sâat olur. ‹msâk vakti müflterek zemâna göre 3 sâat 9 dakîka olur.
Fadl-› dâir, hakîkî gece uzunlu¤unun yar›s›na müsâvî olan zuhr vaktine [5:07 ye]
ilâve ve 20 dakîka Temkin ç›kar›l›rsa, ezânî zemâna göre (imsâk vakti) 7 sâat 57
dakîka olur. Tertîbli CASIO fx - 3600p hesâb makinesi ile Fadl-› dâir 8 sâat 50 dakîka bulunuyor ki, Fecr vaktinin zevâl vaktinden fark›d›r. Gece yar›s›ndan fark›
için bu, 12 den ç›kar›l›r. Fadl-› dâir, yine 3 sâat 10 dakîka olur. (Rub’-› dâire)
ta’rifesine bak›n›z!
Fecr vakti ile tulû’ vakti aras›ndaki zemâna (Hisse-i fecr) denir. fiafak vakti ile
gurûb vakti aras›ndaki zemâna (Hisse-i flafak) denir. Fecr ve flafak vaktlerinin
Fadl-› dâir zemânlar› ezânî zuhr vaktinden [ya’nî gece yar›s›ndan] ç›kar›l›r. Yâhud,
Fadl-› dâirlerinin temâmîlerine N›sf fadla, k›fl aylar›nda ilâve, yaz aylar›nda tarh
edilip zemâna çevrilince, bu hisse zemânlar› elde edilir. Fecr ve flafak vaktlerinin
irtifâ’lar› (–) iflâretli olduklar› için, Fadl-› dâirleri, gece yar›s›ndan bafllamakdad›r.
Ahmed Ziyâ be¤ diyor ki, (‹slâm âlimleri, imsâk vaktinin, beyâzl›¤›n üfk-› zâhirî hatt› üzerinde yay›ld›¤› vakt de¤il, beyâzl›¤›n üfuk üzerinde ilk görüldü¤ü vakt
oldu¤unu bildirdiler). Ba’z› Avrupa kitâblar› ise, fecr, beyâzl›kdan sonra bafllayan
k›rm›z›l›¤›n üfuk üzerinde yay›lmas›n›n temâm oldu¤u vaktdir diyerek, güneflin üfuk
alt›nda -16 derecedeki hakîkî irtifâ’› ile hesâb etmekdedir. 1983 senesinden beri,
ba’z› takvîmcilerin, bu Avrupa kitâblar›na uyarak, imsâk vaktlerini, -16 dereceden
hesâb etdikleri görülüyor. Bu takvîmlere uyanlar, sahûr yeme¤ini, islâm âlimlerinin yazd›klar› vaktlerden 15-20 dakîka sonraya kadar yiyorlar. Bunlar›n oruclar›
sahîh olmuyor. Ahmed Ziyâ be¤in, Mîlâdî 1926, Kamerî 1344 ve fiemsî 1305 târîhli (Takvîm-i Ziyâ) cep takvîminin ilk ve son sahîfelerinde, (Diyânet iflleri riyâseti heyet-i müflâveresi taraf›ndan tedkîk edilip ve riyâset-i celîlenin tasdîki ile tab’
edilmifldir) yaz›l›d›r. Din ifllerinde islâm âlimlerinin ve astronomi mütehass›s›n›n
tasdîk etdi¤i nemâz vaktlerini de¤ifldirmemelidir. Elmal›l› Hamdi Yaz›r, (Sebîl-ürreflâd) mecmû’as›n›n yirmiikinci cildinde, bu husûsda tafsîlât vermifldir.
Güneflin meyli her an de¤ifldi¤inden, hakîkî netîce almak için, meylin her sâatlik de¤iflmeleri hesâba kat›l›r. Meselâ:
4 May›s günü, ö¤leden sonra ‹stanbulda sâatimizin ayâr›n›n do¤rulu¤unu tedkîk edelim. Londra sâati ile 00:00 da ya’nî o gün bafl›nda (evvelki gece yar›s›) güneflin meyli + 15 derece 49 dakîkad›r. ‹stanbulda (Rub’-› dâire) denilen âlet ile, güneflin üst kenâr›n›n riyâdî üfka göre zâhirî irtifâ’› ölçülüp bundan n›sf-› kutr-i
flems için 16 dakîka ve ayr›ca, bu irtifâ’a mahsûs olan (hava inkisâr›) ç›kar›larak,
günefl merkezinin semâdaki hakîkî yerinin, hakîkî üfka göre hakîkî irtifâ’› bulu– 198 –
nur. Bu hakîkî irtifâ’, meselâ + 49 derece 10 dakîka bulundu¤u anda, zevâlî müflterek sâatimiz 2 yi 38 dakîka geçiyor ise, bunu hemen yazar›z. May›s›n 5. ci günü
güneflin meyli + 16 derece 6 dakîkad›r. 24 sâatlik meyl fark› 17 dakîkad›r. Sâatimiz,
zevâlden 2 sâat 38 dakîka sonra ve Londradaki zemân ‹stanbuldan 1 sâat 56 dakîka geri oldu¤u için, Londrada gece yar›s› ile ‹stanbulda irtifâ’ ölçülen vakt aras›ndaki zemân fark› 12 sâ. + 2 sâ. 38 d – 1 sâ. 56 d. = 12 sâ. 42 d. = 12,7 sâ.dir. Bu
mikdâr zemân için, meyl fark› (17/24) æ 12,7 = 9 dakîka olur. Nemâz vaktlerinin
ta’yininde de, meyl farklar› hesâba kat›lmal›d›r. May›sda meyl artmakda oldu¤undan, meyl + 15 derece ve 58 dakîkad›r.
Fadl-› dâir derecesini bulmak için, hesâb makinelerine dahâ uygun olan:
cos H =
sin (irtifâ') ± [sin (meyl) æ sin (arz)]
... (3) müsâvât'› da vard›r.
cos (meyl) æ cos (arz)
cos H=
sin 49° 10' – [sin (15° 58') æ sin (41°)]
=
0,7566 - (0,2750 æ 0,6561)
cos 15° 58' æ cos 41°
0,9614 æ 0,7547
0,7566 – 0,1805 0,5762
cos H=
=
= 0,7940 ve buradan H=37 derece 26 dakîka
0,7256
0,7256
olur. Onbefle bölünce, zemân olarak Fadl-› dâir zemân›, 2 sâat 30 dakîka olur ki,
hakîkî günefl zemân›na göredir. Bu netîceyi elde etmek için, pil ile iflliyen privileg
hesâb makinesinin flu dü¤melerine bas›l›rsa; CE/C 15.58 µ cos æ 41 cos = MS
49.10 µ sin – 15.58 µ sin æ 41 sin = ÷ MR = arc cos æ 4 = makinenin levhas›nda 149,7 dakîka hâs›l olur. 4 May›s günü ta’dîl-i zemân + 3 dakîka oldu¤undan, müflterek vasatî zemâna göre 2 sâat 31 dakîka olur. Sâatimizin 7 dakîka ileri oldu¤u anlafl›lmakdad›r.
(3). cü cos H müsâvât›nda say›lar, mutlak (iflâretsiz) olarak hesâba kat›lm›fld›r.
Bir flehrin Erd küresi üzerindeki yeri ile güneflin semâdaki yeri ayn› yar›m kürede, ya’nî arz-› belde ile meyl-i flems ayn› iflâretli ise, günefl üfkun üzerinde iken, ya’nî
gündüzleri, yukar›daki formülün pay›ndaki (–) iflâreti, geceleri ise (+) iflâreti, aksi hâlde bunlar›n tersi kullan›l›r. Bu fleklde elde edilen fadl-› dâir, gündüz ise, günefl merkezinin bulundu¤u mahal ile N›sf-ün-nehâr vakti aras›ndaki zemând›r. Gece ise, gece yar›s› aras›ndaki zemân olur. ‹stenirse ayn› formül hep sâdece pay›ndaki (–) iflâreti ile de kullan›labilir. Bu takdîrde bütün say›lar iflâretleri ile hesâba kat›l›r ve bulunan H dâimâ N›sf-ün-nehârdan i’tibâren ölçülür.
Bu Fadl-› dâiri (3). cü düstûrun ikinci flekline göre de bulal›m. Bunun için,
Privileg makinesinin CE/C 49.10 µ sin – 15.58 µ MS sin æ 41 sin = ÷ MR
cos ÷ 41 cos = arc cos ÷ 15 = ¥ dü¤melerine bas›l›nca, makinenin levhas›nda
(2 sâ. 29 d. 44,59 s.) görülüp, fadl-› dâir zemân› takrîben 2 sâat 30 dakîka olur.
Güneflin üst kenâr›n›n rub’› dâire tahtas› ile, üfk-› riyâdîye göre ölçülen zâhirî
irtifâ’›n› tashîh için, bundan, buna âid hava inkisâr› ve flemsin n›sf kutr-› zâhirîsi
tarh ve ihtilâf-› manzar ilâve edilerek, merkezinin üfk-› hakîkîye göre, hakîkî irtifâ’› bulunur. ‹flrak ve ‹sfirâr vaktlerinin de, sâat ayâr›n›n do¤rulu¤unu tedkîk etmek gibi hesâb edilece¤i, Ahmed Ziyâ be¤in (Rub’-› dâire) kitâb›nda yaz›l›d›r.
11 Ocak günü ‹stanbulda, bayram nemâz›, ya’nî (‹flrak) vaktini bulal›m: Bu vakt,
flemsin, arka [alt] kenâr›n›n zâhirî üfuk hatt›ndan bir m›zrak boyu yükseldi¤i vakt
olup, merkezinin üfk-› hakîkîden irtifâ’›n›n, 5 derece oldu¤u vaktdir. fiemsin meyli – 21 derece 53 dakîkad›r. Bir gün sonraki meyl – 21 derece 44 dakîkad›r. Bir günlük meyl fark› 9 dakîkad›r. Bayram nemâz› gece yar›s›ndan 8 sâat kadar sonra olaca¤›ndan ve ‹stanbul Londradan 2 sâat ileri oldu¤undan, 6 sâatlik meyl fark› iki dakîka olur. Bu ayda meyl mutlak de¤erce azalmakda oldu¤undan, iflrâk zemân›n– 199 –
daki meyl – 21 derece 51 dakîka olur. Ifl›k te’sîri ile pilsiz iflliyen CASIO hesâb makinesinin ON 5 sin – 21 ¬ 51 ¬ ∑ sin æ 41 sin = ÷ 21 ¬ 51 ¬ ∑ cos ÷ 41
cos = INV cos ÷ 15 = INV ¬ dü¤melerine bas›nca, makinenin levhas›nda 4 sâat 7 dakîka bulunur. Bu fadl-› dâirin zevâl vaktinden [12 den] fark› olan 7 sâat 53
dakîka, günefl merkezinin hakîkî zemâna göre, iflrak vakti olur. Ta’dîl – 8 dakîka
oldu¤undan, müflterek sâate göre 8 sâat 5 dakîkad›r. 10 dakîka ihtiyât ilâve edilerek takvîmlere 8.15 yaz›l›r. Ezânî zuhr vaktinden [7 sâat 22 dakîkadan] fadl-› dâir ç›kar›l›nca, gurûbî zemâna göre, iflrak vakti 3 sâat 15 dakîka olur. Bayram nemâz› vaktinin, ihtiyâtl› olmas› için, dühâ vaktleri Temkin zemân› kadar sonraya al›nm›fl, bunun için, ezânî sâat ile dühâ vakti, takvîmlere, Temkin ç›kar›lmadan 3.15
yaz›lm›fld›r. (Kedûsî) sonunda diyor ki, (N›sf fadlan›n iki mislinden, k›fl›n iki temkin tarh edilir. Yaz aylar›nda, iki temkin ilâve, mecmû’un temâmîsi sâate tahvîl ve
6 ya ilâve edilince, ezânî zemâna göre tulû’ vakti olur. ‹ki temkin tarh yerine ilâve ve ilâve yerine tarh ve netîceye ihtiyât olarak bir temkin ilâve edilirse, (dühâ)
vakti, ya’nî iflrak nemâz› vakti olur.) Kedûsînin irtifâ’ risâlesi 1268 [m. 1851] de te’lîf
ve 1311 de tekrâr tab’ edilmifldir.
Ayn› günde (‹sfirâr-› flems) vakti, güneflin ön [alt] kenâr›n›n zâhirî üfuk hatt›na bir m›zrak boyu yaklafld›¤›, ya’nî merkezinin hakîkî üfukdan 5 derece irtifâ’da oldu¤u vakt olup, ihtiyâten 40 dakîkad›r. ‹sfirâr gece yar›s›ndan 16 sâat kadar sonra olaca¤›ndan ve ‹stanbuldaki zemân, Londradakinden 1 sâat 56 dakîka
ileri oldu¤undan bu vaktdeki meyl, gece yar›s›ndaki meylden 5 dakîka 16.5 sâniye az, ya’nî – 21 derece 47 dakîka 43.5 sâniye olur. Pil ile iflliyen tertîbli CASIO makinesinin anahtar› sa¤a do¤ru aç›l›p, P1 5 RUN 21 ¬ 47 ¬ 43.5 ¬ ∑ RUN
41 RUN dü¤melerine bas›nca, çok kolay olarak Fadl-› dâir 4 sâat 7 dakîka 20,87
sâniye bulunur ve anahtar kapat›l›r. Zevâl vaktinde hakîkî sâat s›f›r oldu¤u için,
hakîkî zemâna göre isfirâr vakti, Fadl-› dâirin kendisi olur ve vasatî zemâna göre
4 sâat 15 dakîka ve müflterek zemâna göre 4 sâat 19 dakîka olur. Ezânî zemâna göre zuhr vakti ile Fadl-› dâir toplam› 11 sâat 29 dakîka, gurûbî zemâna göre isfirâr
vakti olup, bundan bir Temkin ç›kar›l›nca, ezânî zemâna göre isfirâr vakti 11 sâat 19 dakîka olur. Ezânî veyâ mahallî veyâ müflterek vasatî zemânlara göre tulû’
vakti ile gurûb vakti toplam›ndan, takvîmde yaz›l› olan iflrak vaktinin temkin
noksan› ç›kar›l›nca da, ‹sfirâr-› flems vakti olur. ‹sfirâr ile gurûb vaktleri aras›ndaki fark, iflrak ile tulû’ vaktleri aras›ndaki fark kadar olup, ihtiyâten 40 dakîkad›r.
CASIO fx–3600 P makinesini yukardaki gibi kullanmak üzere tertîb için, afla¤›daki dü¤melerine bas›l›r. MODE ◊ P1 ENT sin – ENT Kin 1 sin æ ENT Kin 3
sin=÷ Kout 1 cos ÷ Kout 3 cos = INV cos ÷ 15 = INV ¬ MODE ∫
1 fiubat gününde, ikindi nemâz›n›n ‹stanbuldaki vaktlerini bulal›m: fiemsin
meyli – 17 derece 15 dakîka ve ta’dîl-i zemân – 13 dakîka ve 31 sâniyedir.
Fey-i zevâl = tan (temâm-› gâyetül irtifâ’) ve temâm-› gâyetül irtifâ’ = arz-› belde - meyl oldu¤undan:
tan (Temâm-› irtifâ’› asr-› evvel) = [1 + tan (arz – meyl)] ve
tan (Temâm-› irtifâ’› asr-› sânî) = [2 + tan (arz – meyl)] münâsebetlerinden
irtifâ’lar bulunur. Privilegin CE/C 41 – 17.15 µ ∑ = tan + 1 = arc tan MS 90 –
MR = ¥ dü¤melerine bas›l›nca, irtifâ’› asr-› evvel 20 derece 55 dakîka olur. Sonra, makinenin 20.55 µ sin – 17.15 µ ∑ MS sin æ 41 sin = ÷ MR cos ÷ 41 cos
= arc cos ÷ 15 = ¥ dü¤melerine basarak, fadl-› dâir zemân› 2 sâat 40 dakîka bulunur. ‹stanbulda 10 dakîka Temkin ilâve edince, hakîkî zemâna göre asr-› evvel vakti 2 sâat 50 dakîka, vasatî zemâna göre 3 sâat 4 dakîka, müflterek zemâna göre 3 sâat 8 dakîka olur. Fadl-› dâir zemân›, ezânî zuhr vaktine [7 sâat 3 dakîkaya] ilâve edilince gurûbî ve ezânî zemânlara göre asr-› evvel vakti 9 sâat 43 dakîka olur.
Asr-› sânî vaktinin irtifâ’› için CE/C 41 – 17.15 µ ∑ = tan + 2 = arc tan MS
90 – MR = ¥ dü¤melerine bas›larak 15 derece 28 dakîka ve Fadl-› dâir zemân›
– 200 –
için 15.28 µ sin – 17.15 µ ∑ MS sin æ 41 sin = ÷ MR cos ÷ 41 cos = arc cos
÷ 15 = ¥ dü¤melerine bas›larak 3 sâat 21 dakîka bulunur. Asr-› sânî vakti, hakîkî zemâna göre 3 sâat 31 dakîka, vasatî zemâna göre 3 sâat 45 dakîka, müflterek zemâna göre 3 sâat 49 dakîkad›r. Gurûbî ve ezânî zemânlara göre 10 sâat 24 dakîka olur.
13 A¤ustos günü imsâk vaktini (3) no.lu müsâvât›n birinci flekline göre de bulal›m. Privilegin CE/C 19 sin + 14.50 µ MS sin æ 41 sin = ÷ MR cos ÷ 41 cos =
arc cos ÷ 15 = ¥ dü¤melerine bas›larak, Fadl-› dâir zemân› 3 sâat 10 dakîka bulunur. Bundan 10 dakîka Temkin ç›kar›l›r ve gece yar›s›na ilâve edilince, ‹stanbul
için hakîkî zemâna göre imsâk vakti 3 sâat olur. Fecr-i sâd›k vakti için bulunan bu
Fadl-› dâir zemân›, gece yar›s›ndan [ya’nî 0 dan] ç›kmad›¤› için, 12 den ç›kar›l›p 10
dakîka temkin ilâve edilirse, iflâ’i sânînin vakti, hakîkî zemâna göre tam 9 sâat olur.
Fadl-› dâir, gece yar›s›na müsâvî olan ezânî zuhr vaktine [5 sâat 7 dakîkaya] ilâve
ve 20 dakîka ç›kar›l›nca, kalan 7 sâat 57 dakîka, ezânî imsâk vakti olur.
13 A¤ustosda iflâ’i evvel vaktini bulal›m. Pille iflliyen tertîbli CAS‹O hesâb
makinesi ile fadl-› dâir:
P1 17∑ RUN 14 ¬ 50 ¬ RUN 41 RUN
dü¤melerine bas›nca, 8 sâat 36 dakîka bulunur. Zevâl vaktinde hakîkî sâat s›f›r oldu¤undan, 10 dakîka temkin ilâve edilince, iflâ’i evvel vakti, hakîkî zemâna göre,
8 sâat 46 dakîka, müflterek sâate göre, 8 sâat 55 dakîka olur. Ezânî zuhr vakti, 5 sâat 7 dakîka oldu¤undan, ezânî iflâ’ vakti, 13.43, ya’nî 1.43 olur.
Kare-köklü mu’âdele’ye göre buldu¤umuz, 13 A¤ustos ikindi vaktini, ziyâ enerjisi ile çal›flan pilsiz (Casio) elektronik hesâb makinesi ile de hesâb edelim: Fey–i zevâl için ON 26 ¬ 10 ¬ tan dü¤melerine bas›larak makinenin levhas›nda 0,4913
hâs›l olur. Temâm-› irtifâ’› asr-› evvel için ON 1,4913 INV tan INV ¬ dü¤melerine bas›larak 56 derece 9 dakîka bulunur. M için 75 ¬ 10 ¬ + 49 + 56 ¬ 9 ¬
= ÷ 2 = INV ¬ dü¤melerine bas›nca 90 derece 9 dakîka 30 sâniye bulunur. H y› bulmak için ON 15 sin æ 41 ¬ 10 ¬ sin ÷ 75 ¬ 10 ¬ sin ÷ 49 sin =
INV sin
æ 2 ÷ 15 = INV ¬ dü¤melerine bas›larak, Fadl-› dâir zemân› 3 sâat 51 dakîka olur.
Asr-› evvel irtifâ’› 33 derece 51 dakîka oldu¤u için, pil ile iflliyen, tertîbli CASIO fx-3600 P makinesinde P1 33 ¬ 51 ¬ RUN 14 ¬ 50 ¬ RUN 41 RUN
dü¤melerine bas›nca, asr-› evvel için H = 3 sâat 51 dakîka bulunur.
NEMÂZ KILMASI TAHRÎMEN MEKRÛH, YA’NÎ HARÂM OLAN ZEMÂN
ÜÇDÜR: Bu üç vakte, (Kerâhet zemân›) denir. Bu üç vaktde bafllanan farzlar sahîh
olmaz. Nâfileler sahîh olursa da, tahrîmen mekrûh olur. Bu üç vaktde bafllanan nâfileleri bozmal›, baflka zemânlarda kazâ etmelidir. Bu üç vakt: Günefl do¤arken, batarken ve N›sf-ün-nehâr dâiresi üzerinde, [zevâl vaktinde] ya’nî gündüz ortas›nda ikendir. Burada, güneflin do¤mas›, üst kenâr›n›n zâhirî üfuk hatt›ndan görünme¤e bafllay›p, bakam›yacak kadar parlamas›na ya’nî (Dühâ vakti)ne kadar olan zemând›r. Dühâ vaktinde günefl merkezinin üfk-› hakîkîden irtifâ› befl derecedir. Alt kenâr› üfk-›
mer’îden bir m›zrak boyu irtifâ›ndad›r. Dühâ vakti, güneflin tulû’undan takrîben 40 dakîka sonrad›r. Bu iki vakt aras›ndaki zemân, ya’nî tulû’ ve dühâ vaktleri aras›ndaki zemân, (Kerâhet zemân›)d›r. Dühâ vakti olunca, iki rek’at (‹flrak nemâz›) k›lmak sünnetdir. Bu nemâza (Kuflluk nemâz›) da denir. Bayram nemâz› da, bu vaktde k›l›n›r. Güneflin batmas› da, tozsuz, dumans›z, berrak bir havada, ziyân›n geldi¤i yerlerin veyâ
kendisinin bakacak kadar sararma¤a bafllad›¤› vaktden bat›ncaya kadar olan zemân
demekdir. Bu vakte (‹sfirâr-› flems) zemân› denir. ‹flrak vaktleri hesâb edilirken, ihtiyât olarak, Temkin zemân› kadar sonraya al›nm›fl, isfirâr vaktleri de¤ifldirilmemifldir.
Nemâz› gündüz ortas›nda k›lmak, ilk veyâ son rek’atinin gündüz ortas›na rastlamas›
demek oldu¤u, Tahtâvînin (Merâk›l-felâh) hâfliyesinde ve ‹bni Âbidînde yaz›l›d›r.
Nemâz vaktleri hesâb edilirken, bir mahaldeki muhtelif yüksekliklerin muhtelif zâhirî üfuk hatlar›na göre olan muhtelif zâhirî irtifâ’lar yerine, o mahallin sâbit olan fler’î üfkuna göre fler’î irtifâ’lar› hesâba katmak lâz›m oldu¤unu yukar›da
– 201 –
bildirmifldik. Buna göre, fler’î zevâl vakti, güneflin ön ve arka kenârlar›n›n, tulû’ ve
gurûb mahallerindeki fler’î üfuklardan gâye irtifâ’›nda olduklar› iki vakt aras›ndaki zemân olup, o flehrdeki temkin zemân›n›n iki misli bir zemând›r. 1 may›sda, ‹stanbulda hakîkî zevâl vaktinde güneflin merkezinin hakîkî üfka nazaran gâye irtifâ’› 49 + 14,92 = 63,92 derecedir. Bu irtifâ’, tulû’ ve gurûb etdi¤i hakîkî üfuklara göre ayn›d›r. Bu irtifâ’ için fadl-› dâir zemân›, H = 0 dakîkad›r. Hakîkî zemâna
göre hakîkî zevâl vakti, her zemân ve her yerde sâat 12 dedir. Tulû’ mahallindeki fler’î üfka nazaran gâye irtifâ’›na göre fler’î zevâl vaktinin bafllamas›, 12 den temkin zemân› evveldir. Gurûb mahallindeki fler’î üfukdan olan gâye irtifâ’›na göre fler’î
zevâl vaktinin bitmesi, hakîkî zevâl vaktinden Temkin zemân› sonrad›r. Ya’nî, ‹stanbul için fler’î zevâl vakti, hakîkî sâat 12 den 10 dakîka evvel bafllar. Müflterek
zemâna göre fler’î zevâl zemân›n›n evveli, Ta’dîl-i zemân + 3 dakîka oldu¤u için,
11 sâat 51 dakîka, sonu 12 sâat 11 dakîka olur. Günefli görmiyenler için, takvîmlerde yaz›l› olan (Zuhr vakti), bu zemân bafllar. Aradaki yirmi dakîkal›k zemân,
‹stanbul için zevâl vakti, ya’nî (Kerâhet vakti) olur. [182. ci sahîfeye ve Hüsâmeddîn efendinin (fiemâil-i flerîfe) tercemesine bak›n›z!]
Hakîkî gurûb ve tulû’ vaktlerinde, güneflin (h) irtifâ’› s›f›r oldu¤undan, 199/3.cü
düstûr: – tan ª æ tan ∞ = cos H olur. 1 May›s günü için cos H = – 0,23, Fadl-› dâir
derecesi 103,4 ve H = 6 sâat 54 dakîka ve hakîkî gurûb vakti, hakîkî sâat ile 6 sâat 54 dakîka ve mahallî vasatî sâat ile 6 sâat 51 dakîka, müflterek sâat ile 6 sâat 55
dakîka, fler’î gurûb vakti 7 sâat 5 dakîka olur. Hakîkî zemâna göre hakîkî tulû’ vakti = 12 – H = 5 sâat 6 dakîka, vasatî sâat ile 5 sâat 3 dakîka olur. fier’î tulû’ vaktini bulmak için, bundan ‹stanbul için 10 dakîka Temkin ç›kar›l›r. 4 sâat 53 dakîka,
müflterek sâat ile 4 sâat 57 dakîka olmakdad›r. Ezânî zemâna göre zuhr vakti 5 sâat 6 dakîka oldu¤undan, bundan [veyâ 12 fazlas›ndan] Fadl-› dâir zemân› ç›kar›l›nca, gurûbî zemâna göre hakîkî tulû’ vakti ve bundan iki temkin ç›kar›l›nca, ezânî zemâna göre fler’î tulû’ vakti, 9 sâat 52 dakîka olur. Gurûbî zemâna göre hakîkî ve ezânî zemâna göre fler’î gurûblar›n vakti de, gurûbî zemâna göre zevâl vakti ile Fadl-› dâir zemân›n›n toplam›, ya’nî 5.06 + 6.54 = 12 olur.
Ziyân›n sür’ati sâniyede 300000 km.dir. Erd›n flemsden mesâfesi vasâtî yüzelli milyon km. oldu¤u için, ziyâ güneflden Erde 8 dakîka 20 sâniyede geliyor. Günefl do¤dukdan 8 dakîka 20 sâniye sonra do¤du¤u görülebilir. ‹ki nev’ zemân ve iki nev’ vakt
vard›r: Birincisi, (Riyâdî) zemân olup, güneflin merkezi, zevâl vaktine veyâ hakîkî
gurûb vaktine gelince bafllar. ‹kincisi, (Mer’î) zemân olup, güneflin bu iki vakte geldi¤i görülebilince bafllar. Mer’î zemân, riyâdî zemândan 8 dakîka 20 sâniye sonra bafllamakdad›r. Bir nemâz›n hesâb ile bulunan riyâdî vaktine 8 dakîka 20 sâniye ilâve
edince, mer’î vakti olur. Bundan 8 dakîka 20 sâniye ç›kar›l›nca sâatlerin gösterdi¤i
mer’î vakt olur. Güneflin do¤mas›n›n ve bütün nemâzlar›n vaktleri ve sâat makinelerinin 12 olmalar›, mer’î vaktlerdir. Ya’nî güneflin semâda görünen yerine göredir.
Görülüyor ki, sâatler, hesâb ile bulunan riyâdî vaktleri de göstermekdedir.
Günefl batarken, yaln›z o günün ikindisi k›l›n›r. ‹mâm-› Ebû Yûsüfe göre, Cum’a
günü günefl tepede iken, nâfile k›lmak mekrûh olmaz. Bu kavl za’îfdir. Bu üç vaktde
önceden hâz›rlanm›fl cenâzenin nemâz›, secde-i tilâvet ve secde-i sehv de câiz de¤ildir. Hâz›rlanmas› bu vaktlerde biten cenâzenin nemâz›n›, bu vaktlerde k›lmak câiz olur.
Yaln›z nâfile k›lmak mekrûh olan iki vakt vard›r. Sabâh tan yeri a¤ard›kdan, günefl do¤uncaya kadar, sabâh nemâz›n›n sünnetinden baflka nâfile k›l›nmaz. ‹kindiyi k›ld›kdan sonra, akflam nemâz›ndan önce nâfile k›lmak mekrûhdur. Cum’a günü imâm minbere ç›k›nca ve müezzin ikâmet okurken, di¤er nemâzlarda imâm nemâzda iken nâfileye, ya’nî sünnete bafllamak mekrûhdur. Yaln›z sabâh sünnetine
bafllamak mekrûh de¤ildir. Bunu da safdan uzak veyâ direk arkas›nda k›lmal›d›r.
Minbere ç›kmadan bafllanan sünneti temâmlamal› denildi.
Sabâh nemâz›n› k›larken, günefl do¤ma¤a bafllarsa, bu nemâz sahîh olmaz.
‹kindiyi k›larken günefl batarsa, bu nemâz sahîh olur. Akflam› k›ld›kdan sonra, tay– 202 –
yâre ile bat›ya gidince, günefli görse, günefl bat›nca akflam› tekrâr k›lar.
Hanefî mezhebinde, yaln›z Arafât meydân›nda ve Müzdelifede hâc›lar›n iki nemâz› cem’ etmeleri lâz›md›r. Hanbelî mezhebinde, seferde, hastal›kda, kad›n›n emzikli veyâ müstehâza olmas›nda, abdesti bozan özrlerde, abdest ve teyemmüm için
meflakkat çekenlerde ve a’mâ ve yer alt›nda çal›flan gibi, nemâz vaktini anlamakda âciz olan›n ve can›ndan, mal›ndan ve nâmûsundan korkan›n ve ma’îfletine zarar gelecek olan›n, iki nemâz› cem’ etmeleri câiz olur. Nemâz› k›lmak için ifllerinden ayr›lmalar› mümkin olm›yanlar›n, bu nemâzlar›n› kazâya b›rakmalar›, hanefî mezhebinde câiz de¤ildir. Bunlar›n, yaln›z böyle günlerde, (Hanbelî mezhebi)ni
taklîd ederek, k›lmalar› câiz olur. Cem’ ederken, ö¤leyi ikindiden ve akflam› yats›dan önce k›lmak, birinci nemâza dururken, cem’ etme¤i niyyet etmek, ikisini ard
arda k›lmak ve abdestin, guslün ve nemâz›n hanbelî mezhebindeki farzlar›na ve
müfsidlerine uymak lâz›md›r. 271. ci sahîfeye bak›n›z!
Erd›n n›sf kutru (metre)
6367654
cos D =bir yerin D inhitât zâviyesini
= 185.
veyâ
Yüksek
ci sahîfede
ta’yîn etmifldik. Bu zâviye:
N›sf kutr + Yükseklik
6367654 + Y
D~
≅ 0,03 x Y ile de, derece olarak bulunur... (1)
=
Y = metre olarak yükseklikdir.
Afla¤›daki harfler yerine rakamlar konup, ziyâ te’sîri ile iflleyen Privileg hesâb
makinesinin dü¤melerine bas›larak, her yerde H Fadl-› dâirin N›sf-ün-nehârdan
i’tibâren sâati bulunur.
h sin - ª sin æ ∞ sin = ÷ ª cos ÷ ∞ cos = arc cos ÷ 15 = ¥ ....(2)
h irtifâ’› geceleri ve ª arz ile ∞ meyli de cenûb yar› kürede (-) olacakd›r.
Ezânî imsâk vakti: 12 + Zuhr - H - (1 ÷ 3) = sâat ve iflâ vakti: H + Zuhr - 12 =
sâat olur. Her yerde nemâz vaktleri de Casio hesâb makinesi ile flu fleklde müflterek sâat olarak bulunur:
H + S - T = ÷ 15 + 12 - E + N = INV ¬
... (3)
H = Fadl-› dâir zâviyesi, S = sâat bafl› tûl, T = tûl, E = ta’dîl, N = temkin.
H, S, T de¤erleri derece; E, N de¤erleri sâat olarak al›nacakd›r.
H ve N ö¤leden önce (–), ö¤leden sonra (+) d›r.
Temkin müddeti N, 185. sahîfedeki gibi hesâb edilir veyâ arz derecesi 44 dereceden afla¤› ve en yüksek yeri 500 metreden az olan yerler için, afla¤›daki dü¤meler ile sâat olarak bulunur. Ya’nî, âletin levhas›nda, 0 sâat ile dakîka ve sâniye rakamlar› görülür.
0,03 æ Y
+ 1.05 = sin ÷ ª cos ÷ ∞ cos æ 3,82 = INV ¬
... (4)
Herhangi bir günde, güneflin meyli ve Ta’dîl-i zemân ve arz derecesi 41 olan yerlerde, N›sf fadla ile Fadl-› dâir ve nemâz vaktleri, hiçbir hesâba ve düstûra ve hesâb
makinesi kullanma¤a lüzûm olmadan, (Rub’-› dâire) ile kolayca ve sür’at ile anlafl›lmakdad›r. Rub’-› dâire ve bunun isti’mâlini bildiren ta’rifesi, Hakîkat Kitâbevi taraf›ndan i’mâl ve tevzî’ edilmekdedir. Kompütüre [Zekâ makinas›na] bofl levhas› tak›l›p, nemâz vaktlerine göre tertîb edilir. Tertîb edilmifl levha, kompütürden ç›kar›l›p, senelerce saklanabilir. Tertîbli levha, kompütüre tak›l›p, herhangi bir flehrin arz
ve tûl derecesi, âlete verilirse, o flehrin bir günlük veyâ ayl›k yâhud senelik bütün nemâz vaktlerini, bir sâniyede levhas›nda gösterir. Yâhud, k⤛dda yaz›l› olarak verir.
Bu k⤛d, telefona ba¤l› (Faks) âleti ile, birkaç sâniyede, o flehre gönderilebilir.
[Mâlikî ve fiâfi’î mezheblerinde, seferde, hastal›kda ve ihtiyârl›kda ö¤le ile ikindi ve akflam ile yats› nemâzlar› cem’ edilebilir. Ya’nî, ikisinden birisi, di¤erinin vaktinde k›l›nabilir.]
– 203 –
61 — EZÂN VE ‹KÂMET
(Dürr-ül-muhtâr) kitâb›ndan ve bunun aç›klamas› olan (Redd-ül-muhtâr)dan
ezân bâb› terceme edilerek ve k›salt›larak afla¤›da yaz›ld›:
Ezân, herkese bildirmek demekdir. Belli olan arabca kelimeleri s›ras› ile okumakd›r. Tercemesini okumak, ezân olmaz. Ma’nâs› anlafl›lsa da, fârisî ve baflka dillerle okunmaz. Ezân okumak, hicretden önce Mekkede, Mi’râc gecesi bafllad›. Hicretin birinci senesinde, nemâz vaktlerini bildirmek için emr olundu. Mahalle mescidinde, yüksek yerde okumas› sünnetdir. Sesini yükseltmesi lâz›md›r. Fekat, çok
ba¤›rmak için, kendini zorlamamal›d›r. [Görülüyor ki, ezân› kendi mahallesine iflitdirecek kadar, ba¤›rmak lâz›md›r. Sesi dahâ yükseltmek câiz de¤ildir. Ho-parlör
kullanma¤a lüzûm yokdur. Ho-parlör ile ve hele radyo ile ezân ve ikâmet okumak
bid’atdir. Bid’at ile yap›lan ibâdet kabûl olmaz. Günâh olur.] Befl vakt nemâz ve
kazâ nemâzlar› için ve Cum’a nemâz›nda hatîbin karfl›s›nda, erkeklerin ezân okumas› sünnet-i müekkededir. Kad›nlar›n ezân ve ikâmet okumas› mekrûhdur. Çünki, seslerini yükseltmeleri harâmd›r. Ezân, baflkalar›na vakti bildirmek için, yüksekde okunur. Hâz›r olan cemâ’at için veyâ kendi için olan ezân ve ikâmet yerde
okunur. [(Tenvîr-ül-ezhân)da diyor ki, (Ezân› oturarak okumak tahrîmen mekrûhdur. Ayakda okunmas› tevâtür ile anlafl›lm›fld›r.)] Vitr, bayram, terâvîh ve cenâze
nemâzlar› için ezân ve ikâmet okunmaz. Ezân› vaktinden evvel okumak sahîh de¤ildir ve büyük günâhd›r. Vakt girmeden önce okunan ezân ve ikâmet, vakt girince tekrâr okunur. Ezân okunurken, hareke veyâ harf katacak veyâ harfleri uzatacak fleklde tegannî yapmak ve böyle okunan ezân› ve Kur’ân-› kerîmi dinlemek câiz de¤ildir.
[(Mir’ât-ül haremeyn) kitâb›n›n Medîne k›sm›nda diyor ki, (Ezân okumak,
hicretin birinci senesinde, Medînede bafllad›. Bundan önce, nemâz vaktlerinde yaln›z (Essalâtü câmi’a) denirdi. Medînede ilk ezân okuyan, Bilâl-i Habeflîdir. Mekkede ise, Habîb bin Abdürrahmând›r. Cum’a nemâz›ndaki birinci ezân, hazret-i Osmân›n sünnetidir. Önceleri, bu da câmi’ içinde okunurdu. Abdülmelik zemân›nda Medîne vâlisi olan Ebbân bin Osmân hazretleri minârede okutdu. Melik Nâs›r bin Mensûr, yediyüz [700] senesinde, Cum’a ezân›ndan önce, minârelerde salâtü-selâm okutdu. ‹srâîl Peygamberleri, sabâh ezân›ndan önce tesbîh okurlard›.
Eshâb-› kirâmdan Mesleme bin Mahled, M›srda vâlî iken, ellisekiz [58] senesinde, hazret-i Mu’âviyenin emri ile ilk minâreyi yapd›r›p, müezzin fierhabîl bin
Âmire sabâh ezân›ndan önce salât verdirdi). (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Ezândan sonra salât ve selâm okumak, ilk olarak yediyüzseksenbir senesinde, sultân Nâs›r Salâhuddînin emri ile M›srda bafllad›). [Cenâze oldu¤unu bildirmek için, minârelerde salât okunmas› mu’teber kitâblarda yaz›l› de¤ildir. Çirkin bid’atdir. Okutmamal›d›r.] (Mevâhib-i ledünniyye)de diyor ki, (Hicretin birinci senesinde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshâb-› kirâma sordu. Kimisi, nemâz vaktlerini bildirmek için, nasârâ gibi nâkûs, ya’nî çan çalal›m dedi. Kimisi, yehûdîler gibi boru çal›ns›n dedi. Kimisi de, nemâz vakti atefl yak›p yukar› kald›ral›m dedi. Resûlullah, bunlar› kabûl etmedi. Abdüllah bin Zeyd bin Sa’lebe ve hazret-i Ömer
rü’yâda ezân okumas›n› görüp söylediler. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bunu be¤enip, nemâz vaktlerinde böyle ezân okunmas›n› emr buyurdu).
(Medâric-ünnübüvve) ve (Tahtâvî)de böyle yaz›yor ve minârelerde ›fl›k yakman›n,
mecûsîlere benzedi¤ini, bid’at oldu¤unu bildiriyor. [Buradan, nemâz vaktini bildirmek için minârede ›fl›k yakman›n büyük günâh oldu¤u anlafl›lmakdad›r.] (Tebyîn-ül-hakâ›k)da ve (Tahtâvî)de diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”,
Bilâl-i Habeflîye, (‹ki parma¤›n› kulaklar›na koy! Böylece, sesin çok ç›kar) buyurdu. Elleri kulaklara koyarsa iyi olur. Böyle yapmak, ezân›n sünneti de¤il ise de, sesin ço¤almas›n›n sünnetidir. Çünki, rü’yâda, melek okurken böyle yapmam›fld›r.
Ezân okumak için de¤il, okuma¤›, sesi artd›rmak için sünnet olmufldur. Çünki, se– 204 –
sini yükseltir buyurularak, sebeb gösterilmifl, hikmeti bildirilmifldir. Parmaklar kulaklara konmazsa, ezân güzel olur. Konursa, sesi yükseltmesi güzel olur). Görülüyor ki, parmaklar› kulaklara koymak, sesi artd›rd›¤› hâlde, ezân›n sünneti de¤ildir. Fekat, emr edilmifl oldu¤u için, bid’at de de¤ildir. Bugün ba’z› câmi’lerde
kullan›lan ho-parlör, sesi yükseltiyor ise de, ezân›n sünneti olmad›¤›, bid’at oldu¤u, ayr›ca parmaklar› kulaklara kald›rmak sünnetinin terk edilmesine sebeb oldu¤u anlafl›lmakdad›r. Ho-parlör konan ba’z› câmi’lerde minâre yap›lmad›¤› görülüyor. [(Fetâvâ-y› Hindiyye) beflinci cild, 322. ci sahîfede diyor ki, (Sesi, mahalleye duyurmak için, minâre yapmak câizdir. Buna lüzûm yoksa, câiz de¤ildir). Hoparlörün câiz olmad›¤› buradan da anlafl›lmakdad›r.]
(‹bni Âbidîn)de ve (Ukûd-üd-dürriyye)de diyor ki, (Minârede ve Cum’a hutbesi okunaca¤› zemân, birkaç müezzinin birlikde ezân okumalar›na (Ezân-› Cavk)
denir. Sesin ço¤almas› için, bir a¤›zdan okumalar›, mütevâris oldu¤u için, ya’nî asrlardan beri yap›ld›¤› için, sünnet-i hasenedir, câizdir. Müslimânlar›n be¤endi¤ini
Allahü teâlâ da be¤enir). (Berîka)da, 94. cü sahîfesinde diyor ki, (Müslimânlar›n
güzel demeleri, müctehidlerin güzel demeleridir. Müctehid olmayanlar›n be¤enip
be¤enmemelerinin k›ymeti yokdur). 302. ci sahîfe sonuna bak›n›z! fiimdi, ba’z› câhillerin ho-parlör ile ezân okuma¤› övmelerinin k›ymeti olmad›¤› buradan aç›kça
anlafl›lmakdad›r. Müctehid olm›yanlar›n câiz demeleri ile, yapmalar› ile, ibâdetleri de¤ifldirmek, bid’at olur, büyük günâh olur.]
‹kâmet, ezândan dahâ efdaldir. Ezân ve ikâmet, k›bleye karfl› okunur. Okurken
konuflulmaz ve selâma cevâb verilmez. Konuflursa, her ikisi de tekrâr okunur.
Hangi nemâzlarda ezân ve ikâmet okunur? Bunu üç madde hâlinde bildirelim:
1 — K›rda, bostânda, yaln›z veyâ cemâ’at ile kazâ k›larken, erkeklerin ezân› ve
ikâmeti yüksek sesle okumalar› sünnetdir. Sesi ifliten insanlar, cinnîler, tafllar, k›yâmetde flâhid olacakd›r. Birkaç kazây› bir arada k›lan, önce ezân ve ikâmet okur.
Sonraki kazâlar› k›larken, hepsine ikâmet okur, ezân okumasa da olur.
Kad›nlar, vaktinde ve kazâ k›larken ezân ve ikâmet okumaz.
Câmi’de kazâ k›lan, ezân ve ikâmeti, kendi iflitece¤i kadar hafîf okur. Birkaç kifli, kazâ nemâz›n› câmi’de cemâ’at ile k›larsa, ezân ve ikâmet okunmaz. Bütün câmi’ halk›, kazâ k›larsa, bu zemân, ezân ve ikâmet okunur. Zâten câmi’de, cemâ’at ile kazâ k›lmak mekrûhdur. Çünki, nemâz› kazâya b›rakmak, büyük günâh
olup, bunu herkese bildirmek câiz de¤ildir. Kazâ nemâz›n› cemâ’at ile k›labilmek
için, imâm ve cemâ’atin ayn› günün, ayn› nemâz›n› kazâ etmeleri lâz›md›r. Meselâ pazar gününün ö¤le nemâz›n› kazâ edecek kimse, sal› gününün ö¤le nemâz›n›
kazâ edecek kimseye veyâ o pazar gününün ö¤le nemâz›n› edâ eden kimseye
uyamaz.
Evinde kazâ k›lan, flâhidleri ço¤altmak için, ezân ve ikâmeti, odada iflitilecek kadar, yüksek sesle okur. [Sünneti farz kazâs› niyyeti ile k›lan da böyledir.]
2 — Evinde yaln›z veyâ cemâ’at ile vakt nemâz› k›lan, ezân ve ikâmet okumaz.
Çünki, câmi’de okunan ezân ve ikâmet evlerde de okunmufl say›l›r. Fekat, okumalar› efdal olur. Müezzinin sesini evden duymak lâz›m de¤ildir. Câmi’de ezân okunmazsa veyâ flartlar›na uygun olmazsa, evde yaln›z k›lan ezân ve ikâmet okur.
Mahalle câmi’inde ve cemâ’ati belli kimseler olan her câmi’de, vakt nemâz›, cemâ’at ile k›l›nd›kdan sonra, yaln›z k›lan kimse, ezân ve ikâmet okumaz. Böyle câmi’lerde, vakt nemâzlar›, imâm mihrâbda olarak, cemâ’at ile k›l›nd›kdan sonra, tekrâr cemâ’atler yap›labilir. ‹mâml›¤› anlat›rken buyuruyor ki, sonraki cemâ’atlerde de, imâm mihrâbda bulunursa, ezân ve ikâmet okunmaz. ‹mâmlar› mihrâbda
durmazsa, ezân› ve ikâmeti, cemâ’at duyacak kadar sesle okurlar.
Yollarda bulunan veyâ imâm› ve müezzini bulunm›yan ve cemâ’ati belli kimseler olm›yan câmi’lerde, çeflidli zemânlarda gelenler, bir vaktin nemâz› için, çeflid– 205 –
li cemâ’atler yaparlar. Her cemâ’at için, ezân ve ikâmet okunur. Böyle câmi’de, yaln›z k›lan da, ezân ve ikâmeti kendi iflitece¤i kadar sesle okur.
3 — Müsâfir olanlar, kendi aralar›ndaki cemâ’at ile de, yaln›z k›larken de,
ezân ve ikâmet okur. Yaln›z k›lan›n yan›nda, arkadafllar› k›l›yorsa, ezân› terk
edebilir. Seferî olan kimse, bir evde yaln›z k›larken de, ezân ve ikâmet okur. Çünki, câmi’de okunan, onun nemâz› için say›lmaz. Seferî olanlardan ba’z›s›, evde ezân
okursa, sonra k›lanlar okumaz. Yola en az üç kifli ç›kmal› ve biri emîrleri olmal›d›r.
Akll› çocu¤un, a’mân›n, veled-i zinân›n, vaktleri ve ezân okumas›n› bilen câhil
köylünün ezân okumas›, kerâhatsiz câizdir. Cünüb kimsenin ezân ve ikâmet okumas› ve abdestsiz ikâmet okumak ve kad›n›n, fâs›k›n, serhoflun, akls›z çocu¤un ezân
okumalar› ve oturarak ezân okumak tahrîmen mekrûhdur. Bunlar›n ezânlar› tekrâr okunur. Ezân›n sahîh olmas› için, müezzin, müslimân ve akll› olmal› ve nemâz
vaktlerini bilmeli ve sözüne inan›lan âdil bir kimse olmal›d›r. [Takvîmlerin de böyle bir müslimân taraf›ndan hâz›rland›¤›n› bilmek veyâ sahîh olduklar›na böyle bir
müslimân›n flâhid olmas› lâz›md›r. Yüzlerce senedir sâlih müslimânlar›n hâz›rlad›klar› ve bütün müslimânlar›n tâbi’ olduklar› takvîmlerdeki vaktleri de¤ifldirmemelidir.] Nemâz›n sahîh olmas› için, vaktinde k›ld›¤›n› iyi bilmek flartd›r. Fâs›k kimsenin [ya’nî içki içen, kumar oynayan, yabanc› kad›nlara bakan, zevcesini, k›z›n›
aç›k gezdirenin] ezân› sahîh olmamas›, ibâdetlerde bunun sözü kabûl edilmedi¤i
içindir.
[Görülüyor ki, radyo [Mizyâ’] ile ve minârede ho-parlör [Mükebbirüssavt] ile
ezân okumak ve vaktinden evvel okumak ve bunlar›, ezân olarak dinlemek câiz olmaz. Bunlar, hem kabûl olmaz, hem de günâh olur. Bunlar› flartlar›na uygun olarak tekrâr okumak lâz›md›r. Kim oldu¤u bilinmiyen ve görülmiyen kimsenin sesi sebebi ile, elektri¤in hâs›l etdi¤i sesler ve plâk ile hâs›l edilen sesler, her bak›mdan ezân de¤ildir. Bundan baflka, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (‹bâdetleri, bizim gibi yapm›yanlar, bizden de¤ildir) buyurdu. Ezân›, sâlih bir müslimân›n, yüksek bir yere ç›karak, Onun okutdu¤u gibi okumas› lâz›md›r. Hele, ö¤le ezân› vaktinden evvel okununca, ö¤lenin ilk sünneti kerâhet vaktinde k›l›nm›fl
oluyor. Küçük günâha devâm, büyük günâh olmakdad›r.]
Sünnete uygun olarak okunan ezân› duyan kimse, cünüb olsa da, câmi’ hâricinde Kur’ân-› kerîm okuyor ise de, iflitdi¤ini yavaflça söylemesi sünnetdir. Baflka birfley söylemez. Selâma cevâb vermez. Bir ifl yapmaz. Ezân› ifliten erkeklerin iflini b›rak›p, cemâ’ate gitmesi vâcibdir. Evinde ehli ile de cemâ’at yapabilir. Fekat, [câmi’de sâlih imâm varsa] câmi’e gitmek efdaldir.
[(Cevhere)de diyor ki, (Fârisî dil ile okunan ezân›n sahîh olmad›¤› (Kerhî)
flerhinde yaz›l›d›r. Zâhir ve en do¤ru söz de budur). (Merâk›l-felâh)da diyor ki,
(Ezân oldu¤u anlafl›lsa da, arabcadan baflka dil ile ezân okumak câiz de¤ildir)].
Hutbe dinlerken, avret yeri aç›k iken, yemekde, din dersi okumakda iken ve câmi’ içinde Kur’ân-› kerîm okurken ezân tekrâr edilmez. Fekat, ezân sünnete uygun okunm›yorsa, meselâ ba’z› kelimeleri de¤ifldirilmifl, terceme edilmifl ise ve ba’z›
yerinde tegannî ederek okuyorsa [veyâ ezân sesi, ho-parlör denilen âletden geliyorsa] bunu ifliten, hiçbir parças›n› tekrâr etmez. Fekat, bunlar› da hurmet ile dinlemek 725.ci sahîfemizde yaz›l›d›r.
[(Berîka)da binotuzbirinci ve binaltm›flikinci sahîfelerinde diyor ki, (Nemâz vaktlerini bilmiyen ve tegannî, elhân ederek, ya’nî mûsikî perdelerine uyarak okuyan
kimse, ezân okuma¤a ehl de¤ildir. Bunu müezzin yapmak câiz de¤ildir, büyük günâhd›r. Kur’ân-› kerîmi, zikri, düây› elhân ile okuman›n sözbirli¤i ile harâm oldu¤u (Bezzâziyye)de yaz›l›d›r. Ezân okumak da ve vaktinden evvel okumak da böyledir. Ezân okurken, yaln›z iki (Hayye alâ...) da tegannî etme¤e izn verilmifldir.
Kur’ân-› kerîm okumakda tegannîye izn verilmesi, Allahü teâlâdan korkarak
– 206 –
okuyunuz demekdir. Bu da, tecvîd ilmine uyarak okumakla olur. Yoksa, harfleri,
kelimeleri de¤ifldirerek ma’nây›, nazm› bozarak tegannî etmek sözbirli¤i ile harâmd›r. Kur’ân-› kerîmi ve ezân› tercî’ ile okumak, hadîs-i flerîf ile men’ edildi. Tercî’,
sesi yükseltip alçaltarak okumakd›r. Böyle okunan› dinlemek de harâmd›r]. Vaktinden önce tegannî ile okunan ve arabî olm›yan ve cünübün, kad›n›n okudu¤u ezân› duyan da söylemez. Bir ezân› iflitip söyliyen kimse, baflka yerde okunan ezânlar› duyunca art›k söylemez. (Hayye alâ)lar› duyunca bunlar› söylemeyip (Lâ
havle ve lâ kuvvete illâ billâh) der. Ezândan sonra, salevât getirilir. Sonra ezân düâs› okunur. Ezân düâs› (‹slâm Ahlâk›) kitâb›nda yaz›l›d›r. ‹kinci (Eflhedü enne Muhammeden resûlullah) söyleyince, iki bafl parma¤›n t›rnaklar›n› öpdükden sonra,
iki göz üzerine sürmek müstehabd›r. Bunu bildiren hadîs-i flerîf, (Merâk›l-felâh)›n Tahtâvî hâfliyesinde yaz›l› ise de, (‹bni Âbidîn) “rahmetulllahi teâlâ aleyhimâ” bu hadîsin za’îf oldu¤unu bildirdi¤i gibi, (Hazînet-ül-meârif) 99. cu sahîfede de yaz›l›d›r. ‹kâmetde böyle yap›lmaz. ‹kâmeti iflitenin tekrâr etmesi sünnet de¤il, müstehabd›r. ‹kâmet okunurken câmi’e giren kimse, oturur, ayakda beklemez.
Müezzin efendi, (hayye-alelfelâh) derken, herkesle berâber kalkar.
‹bni Âbidîn nemâz›n sünnetlerinde buyuruyor ki, imâm›n nemâza dururken ve
rüknden rükne geçerken ve selâm verirken, cemâ’at iflitecek kadar, sesini yükseltmesi sünnetdir. Dahâ fazla yükseltmesi mekrûhdur. ‹mâm, nemâza bafllamak için,
tekbîr getirmeli, cemâ’ate duyurma¤› düflünmemelidir. Aksi takdîrde nemâz› sahîh olmaz. Cemâ’atin hepsi, imâm› iflitmedi¤i zemân, müezzinin de herkese duyuracak kadar, sesini yükseltmesi müstehab olur. Müezzin de nemâza bafllama¤›
düflünmeyip, yaln›z cemâ’ate duyurmak için ba¤›r›rsa, nemâz› sahîh olmad›¤› gibi, imâm› duymay›p, yaln›z bu müezzinin sesi ile nemâza duranlar›n nemâz› da sahîh olmaz. Çünki, nemâz› k›lm›yan birine uymufl olurlar. Cemâ’ate duyuracak kadardan dahâ yüksek ba¤›rmak, müezzin için de, mekrûhdur. Dört mezheb âlimleri sözbirli¤i ile bildiriyor ki, cemâ’atin hepsi, imâm›n sesini duyarken, müezzinin
de tekbîr getirmesi, mekrûhdur ve çirkin bid’atdir. Hattâ (Bahr-ül-fetâvâ)da ve
(Feth-ul-kadîr)de ve (Miftâh-ul-Cennet ilm-i hâli) kenâr›ndaki (Üstüvânî) risâlesinin sonuna do¤ru diyor ki, (Küçük mescidlerde, imâm›n tekbîri iflitilirken, müezzin yüksek sesle tekbîr getirirse, nemâz› bozulur.)
[Sesi lüzûmundan fazla yükseltmek günâh oldu¤u gibi, ho-parlörden ç›kan,
imâm›n ve müezzinin sesi de¤ildir. Bunlar›n sesi elektrik ve miknâtis hâline dönüyor. Bu elektrik ve miknâtisin hâs›l etdi¤i ses duyuluyor. Ayn› nemâz› k›lan kimsenin sesine uymak flartd›r. Ayn› nemâz› k›lm›yan baflka bir kimseden ve bir âletden ç›kan sese uyanlar›n nemâzlar› sahîh olmaz. (Redd-ül-muhtâr) kitâb›, birinci cild, beflyüzonyedinci sahîfede (Hâf›z›n sesi, da¤larda, çöllerde, ormanlarda ve
baflka herhangi bir vâs›ta ile etrâfa saç›l›rsa, bu ikinci sesler, Kur’ân-› kerîm okumak olmaz. Bunlardan iflitilen secde âyeti için, secde etmek lâz›m gelmez) buyuruyor. Bunlar›n insan okumas› olmad›klar›, insan okumas›na benzedikleri (Halebî-yi kebîr)de de yaz›l›d›r. Din mütehass›slar›n›n bu aç›k yaz›lar›, radyo ile, ho-parlör ile Kur’ân-› kerîm ve ezân okuman›n ve dinlemenin ve bunlarla nemâz k›lman›n yanl›fl oldu¤unu göstermekdedir. Ho-parlör ve radyo ile ezân ve Kur’ân-› kerîm okuman›n câiz olmad›¤›, Elmal›l› Muhammed Hamdi efendi tefsîrinin üçüncü cild, [2361]. ci sahîfesinde uzun yaz›l›d›r. Hele baflka binâda olan imâma ho-parlörle uyarak k›l›nan nemâz sahîh olmad›¤› gibi, çirkin bid’at olur. Büyük günâh olur.
Yetmiflinci maddenin 3. cü sahîfesine ve elliikinci maddeye bak›n›z!
Mi’nârelere konulan ho-parlör, ba’z›lar› için bir tenbellik vâs›tas› olmufl, ezân› karanl›k odalarda oturarak ve sünnete uym›yarak okumalar›na sebeb olmufldur.
(Fetâvâ-y› Hindiyye)de diyor ki, (Ezân› vaktinden evvel okumak, câmi’ içinde okumak, oturarak okumak ve sesini tâkat›ndan fazla yükseltmek ve k›bleye karfl›
okumamak ve tegannî yaparak okumak mekrûhdur. ‹kâmet okunurken gelen, otu– 207 –
rur. Sonra, müezzin Hayye-alelfelâh derken, herkesle kalkar). ‹bni Âbidîn nemâz› anlatma¤a bafllarken diyor ki, (Vaktinde okunan ezân, islâm ezân› olur. Vaktsiz okunan ezân, konuflmak olur. Din ile alay etmek olur). Asrlarca, göklere do¤ru uzanan, ma’nevî süslerimiz minâreler de, bu kötü bid’at yüzünden, birer ho-parlör dire¤i hâline getirilmekdedir. ‹slâm âlimleri fennin bulduklar›n› hep iyi karfl›lam›fld›r. Radyo, televizyon ve ho-parlörle, her yerde fâideli yay›nlar yap›lmas› da
sevâbd›r. Fekat, ibâdetleri ho-parlörün t›rmalay›c› sesi ile yapmak câiz de¤ildir. Hoparlörleri câmi’lere koymak, lüzûmsuz bir isrâfd›r. Îmânl› kalblere ilâhî te’sîrler
yapan sâlih mü’minlerin sesleri yerine, âdetâ kilise çan› gibi z›rlayan bu âlet yok
iken, minârelerde okunan ezânlar ve câmi’lerdeki tekbîr sesleri, ecnebîleri bile vecde getiriyordu. Her mahallede okunan ezânlar› ifliterek câmi’leri dolduran cemâ’at,
Eshâb-› kirâm zemân›nda oldu¤u gibi, nemâzlar›n› huflû’ ile k›l›yorlard›. Ezân›n
mü’minleri heyecâna getiren ilâhî te’sîri, ho-parlörlerin metalik sesleri, o¤ultular› ile gayb olmakdad›r.] [Muhammed Hayât-i Sindînin (Gâyetüt-tahkîk) kitâb›ndaki 6.c› risâle (Hâd-id-dâllîn)dir. Bu risâlede diyor ki, imâm-› Ebû Nu’aym ‹sfehânî (Hilyetül-Evliyâ) kitâb›, üçüncü cildinde, Abdüllah ibni Abbâs diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (‹blîs yer yüzüne indirilince, Allahü teâlâya sordu: Âdem aleyhisselâm indirilince, kullar›na Cennet, se’âdet yolunu göstermek için, ona kitâb ve Peygamberler verdin. Ona verece¤in kitâb ve Peygamberler nelerdir? Allahü teâlâ: Melekler ve meflhûr Peygamberler ve dört
meflhûr kitâbd›r, buyurdu. Kullar›n› azd›rmak için, bana hangi kitâblar› ve Peygamberleri vereceksin, dedi. Senin kitâb›n, nefsi azd›ran fli’rler ve mûsikîdir. Peygamberlerin, kâhinler, falc›lar, büyücülerdir ve akl› gideren, kalbleri karartan g›dalar›n da, Besmelesiz yinilen, içilen fleyler ve serhofl eden içkilerdir. Nasîhatlar›n,
yalan, evin, spor sahalar› ve hamamlar ve tuzaklar›n, ç›plak gezen k›zlar, mescidlerin, f›sk meclisleridir. Müezzinlerin, mizmârlar [çalg›lar]d›r, buyurdu.) Ya’nî
Cehennem yolunu gösteren müezzinlerin, çalg›lard›r. Allahü teâlân›n ve Peygamberimizin, (fleytân›n müezzini, ezân›) dedi¤i radyolar›, ho-parlörleri ibâdetlerde kullanman›n büyük günâh oldu¤u, buradan da anlafl›lmakdad›r.]
Sünnete uygun olarak okunan ezân ile alay eden, be¤enmiyen, söz ile, hareket
ile, hakâret eden kâfir [Allah›n düflman›] olur. Müezzin ile alay eden kâfir olmaz.
‹mâm olmak, müezzinlik yapmakdan ve ikâmet okumak, ezân okumakdan efdaldir.
(Se’âdet-i Ebediyye) kitâb› hakk›nda fli’r:
Ey kalbi islâm ile yanan, sevdi¤im, gençler!
Bütün islâmiyyetden, size nümûnedir bu!
‹lm ile ma’rifetdir, hep içindekiler,
Hakîkaten bulunmaz eflsiz hazînedir bu!
En büyük âlimlerin, en büyük velîlerin,
En meflhûr sîmalar›n, en ulvî gönüllerin.
Âleme ›fl›k tutan, hayât sunan ellerin,
Kalem ve kalblerinden, s›zan bir katredir bu!
Resûlullah›n yolu, hakîkî müslimânl›k,
Ve her iki cihânda, aran›lan sultânl›k.
Sulhda her an çal›flan, harblerde kahramanl›k,
Gösteren ceddimizden, bize emânetdir bu!
Her kelimesi huccet, ilmdir her cümlesi,
Dinle budur hakîkî, islâmiyyetin sesi.
Kalbden paslar› siler ve artd›r›r hevesi,
‹flte bafll› bafl›na, bir islâmiyyetdir bu!
– 208 –
62 — B‹R‹NC‹ C‹LD, 303. cü MEKTÛB
Bu mektûb, müezzin hâc› Yûsüfe gönderilmifl olup, Ezân kelimelerinin ma’nâlar›n› bildirmekdedir:
Ezân›n kelimeleri yedidir. [Tekrâr ederek onbefl oluyor. Ezân, bu onbefl kelimeyi okumak ve iflitmekdir. Ho-parlör ile, tegannî yaparak okunan ezânda, bu kelimeler iflitilmiyor. Bir o¤ultu, ne oldu¤u anlafl›lm›yan ses iflitiliyor. Ho-parlör, ezân
okuma¤a de¤il, ezân› yok etme¤e sebeb oluyor.]
1 — ALLAHÜ EKBER: Allahü teâlâ, büyükdür. Ona birfley lâz›m de¤ildir. Kullar›n›n ibâdetlerine de muhtâc olmakdan büyükdür. ‹bâdetlerin, Ona fâidesi yokdur. Bunu, zihnlerde iyi yerlefldirmek için, bu kelime, dört kerre söylenir. [Birinci ve üçüncü (R)ler cezm veyâ vasl ederek üstün okunur.]
2 — EfiHEDÜ EN L ‹LÂHE ‹LLALLAH: Kibriyâs›, büyüklü¤ü ile ve kimsenin ibâdetine muhtâc olmad›¤› hâlde, ibâdet olunma¤a Ondan baflka kimsenin
hakk› olmad›¤›na flehâdet eder, elbette inan›r›m. Hiçbir fley Ona benzemez.
3 — EfiHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN RESÛLULLAH: Muhammed “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm”›n, Onun gönderdi¤i Peygamberi oldu¤una, Onun
istedi¤i ibâdetlerin yolunu bildiricisi oldu¤una ve Allahü teâlâya, ancak Onun bildirdi¤i, gösterdi¤i ibâdetlerin, yarafl›r oldu¤una flehâdet eder, inan›r›m.
4 ve 5 — HAYYE ALESSALÂH, HAYYE ALELFELÂH: Mü’minleri, felâha, se’âdete, kurtulufla sebeb olan nemâza ça¤›ran iki kelimedir.
6 — ALLAHÜ EKBER: Ona lây›k bir ibâdeti kimse yapamaz. Herhangi bir kimsenin ibâdetinin Ona lây›k, yak›fl›r olmas›ndan, çok büyükdür, çok uzakd›r.
7 — L ‹LÂHE ‹LLALLAH: ‹bâdete, karfl›s›nda alçalma¤a müstehak olan,
hakk› olan ancak Odur. Ona lây›k bir ibâdeti kimse yapamamakla beraber, Ondan
baflka kimsenin ibâdet olunma¤a hakk› yokdur.
Nemâz›n flerefinin büyüklü¤ünü, onu herkese haber vermek için seçilmifl olan
ezân›n büyüklü¤ünden anlamal›d›r. Fârisî m›sra’ tercemesi:
Senenin bereketi, behâr›ndan belli olur.
Yâ Rabbî! Bizleri, istedi¤in gibi nemâz k›lanlardan eyle! Âmîn.
[(Sâvî) tefsîrinde, (‹nflirâh) sûresinde diyor ki, (Allahü teâlâ, senin ismini flarkda, garbda, yer küresinin her yerinde yükseltirim buyurdu). Garba do¤ru, bir tûl
derecesi gidilince, nemâz vaktleri dört dakîka gecikiyor. Her yirmi sekiz kilometre gidiflde, ayn› vaktin ezân› birer dakîka sonra tekrâr okunuyorlar. Böylece,
yer yüzünün her yerinde, her an ezân okunmakda, Muhammed aleyhisselâm›n ismi, her an, her yerde iflitilmekdedir. (fiir’ât-ül-islâm) flerhinde diyor ki, (Birisi, Abdüllah ibni Ömer hazretlerine, Allah için, seni çok seviyorum deyince, ben de Allah için, seni hiç sevmiyorum. Çünki sen, ezân› tegannî ederek, flark› söyler gibi
okuyorsun buyurdu)].
Seslendi ol müezzin, durdu kâmet eyledi,
Kâ’beye döndü yüzün, hem de niyyet eyledi.
Duyunca ehl-i îmân, hurmet ile dinledi.
sonra nemâza durup, Rabbe kulluk eyledi.
– 209 –
Se’âdet-i Ebediyye 1-F:14
63 — NEMÂZIN EHEMM‹YYET‹
(Dürr-ül-muhtâr)da nemâz› anlatma¤a bafllarken ve ‹bni Âbidîn, (Redd-ülmuhtâr) kitâb›, ikiyüzotuzdördüncü sahîfede, bunlar› aç›klarken buyuruyor ki:
Âdem aleyhisselâmdan beri, her dinde bir vakt nemâz var idi. Hepsinin k›ld›¤›, bir araya toplanarak bize farz edildi. Nemâz k›lmak, îmân›n flart› de¤il ise de,
nemâz›n farz oldu¤una inanmak, îmân›n flart›d›r. Nemâz, düâ demekdir. ‹slâmiyyetin emr etdi¤i, bildi¤imiz ibâdete, nemâz (Salât) ismi verilmifldir. Mükellef olan
[ya’nî âk›l ve bâlig olan] her müslimân›n, hergün befl vakt nemâz› k›lmas› (Farz-›
ayn)d›r. Farz oldu¤u, Kur’ân-› kerîmde ve hadîs-i flerîflerde, aç›kça bildirilmifldir.
Mi’râc gecesinde, befl vakt nemâz emr olundu. Mi’râc, hicretden bir y›l önce, Receb ay›n›n yirmiyedinci gecesinde idi. Mi’râcdan önce, yaln›z sabâh ve ikindi nemâz› vard›.
Yedi yafl›ndaki çocu¤a, nemâz k›lmas›n› emr etmek, on yafl›nda k›lmaz ise, el ile
dö¤mek lâz›md›r. Mektebdeki mu’allim, talebesini de, çal›fld›rmak için, el ile üç kerre dö¤ebilir. Dahâ fazla vuramaz. Sopa ile dö¤emez. [‹slâm mekteblerinde falaka
olamaz. Sopa, karakolda, habshânede olur. Dinsizler, gençleri islâmiyyetden so¤utmak için, tiyatrolarda, filmlerde, hocalar›n talebeyi falakaya yat›rd›klar›n›
gösterip, din dersleri, islâm mektebleri kapat›larak gençlik falakadan, sopadan kurtar›ld› derlerse islâm dînine iftirâ etmifl olurlar. ‹slâmiyyetde talebeyi sopa ile dö¤mek yasak oldu¤u, din kitâblar›nda, aç›kça yaz›l›d›r. Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” el ile üçden fazla vurma¤› bile, yasak etmifldi.] Çocuklara, baflka ibâdetleri de ö¤retmek ve yapma¤a al›fld›rmak, günâhlardan men’ etmek lâz›md›r.
Farz nemâzlar›n ehemmiyyetini bildirmek için, Muhammed Rebhâmî “rahmetullahi aleyh”, dörtyüzk›rkdört kitâbdan topl›yarak, hicretin sekizyüzelliüçüncü [853] senesinde Hindistânda yazd›¤› (Riyâd-un-nâs›hîn) ad›ndaki, fârisî kitâb›n›n, ikinci k›sm›, birinci bâb, onikinci fasl›nda buyuruyor ki:
Sahîhayn ismi verilen, dîn-i islâm›n iki temel kitâb›nda [(Buhârî) ve (Müslim)de], Câbir bin Abdüllah›n “rad›yallahü anh” bildirdi¤i bir hadîs-i flerîfde,
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”: (Birinin evi önünde nehr olsa, hergün befl
kerre bu nehrde y›kansa, üzerinde kir kal›r m›?) diye sordu. Hay›r, yâ Resûlallah!
dedik. (‹flte, befl vakt nemâz› k›lanlar›n da, böyle küçük günâhlar› afv olunur) buyurdu. [Ba’z› câhiller, bu hadîs-i flerîfi iflitince, o hâlde, hem nemâz k›lar›m, hem
de istedi¤im gibi, keyf sürerim. Nas›l olsa günâhlar›m afv olur, diyor. Böyle düflünmek do¤ru de¤ildir. Çünki, flartlar› ile, edebleri ile k›l›n›p, kabûl olan bir nemâz,
günâhlar› döker. Sonra, küçük günâhlar› afv olsa bile, küçük günâh iflleme¤e devâm etmek, ›srâr etmek, büyük günâh olur. Büyük günâh iflleme¤e ›srâr etmek de,
küfre sebeb olur.] ‹bni Cevzî, (El-mugnî) ismindeki tefsîrinde buyuruyor ki, (Ebû
Bekr-i S›ddîk “rad›yallahü anh” buyurdu ki, befl nemâz vaktleri gelince, melekler
der ki, ey Âdem o¤ullar›, kalk›n›z! ‹nsanlar› yakmak için hâz›rlanm›fl olan atefli nemâz k›larak söndürünüz). Bir hadîs-i flerîfde, (Mü’min ile kâfiri ay›ran fark, nemâzd›r) buyuruldu. Ya’nî, mü’min nemâz k›lar. Kâfir, k›lmaz. Münâf›klar ise, ba’zan
k›lar, ba’zan k›lmaz. Münâf›klar, Cehennemde çok ac› azâb görecekdir. Müfessirlerin flâh›, Abdüllah ibni Abbâs “rad›yallahü anhümâ” diyor ki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” iflitdim. Buyurdu ki, (Nemâz k›lm›yanlar, k›yâmet günü,
Allahü teâlây› k›zg›n olarak bulacaklard›r).
Hadîs imâmlar›, söz birli¤i ile bildiriyor ki, (Bir nemâz› vaktinde amden k›lm›yan, ya’nî nemâz vakti geçerken, nemâz k›lmad›¤› için üzülmeyen, kâfir olur veyâ ölürken îmâns›z gider. Yâ nemâz›, hât›r›na bile getirmiyenler, nemâz› vazîfe tan›m›yanlar ne olur?). Ehl-i sünnet âlimleri sözbirli¤i ile buyurdular ki, (‹bâdetler
îmândan parça de¤ildir). Yaln›z, nemâzda söz birli¤i olmad›. F›kh imâmlar›ndan
– 210 –
imâm-› Ahmed ibni Hanbel, ‹shak ibni Râheveyh, Abdüllah ibni Mubârek, ‹brâhîm Nehâî, Hakem bin Uteybe, Eyyûb Sahtiyânî, Dâvüd Tâî, Ebû Bekr ibni fieybe, Zübeyr bin Harb, dahâ birçok büyük âlimler, bir nemâz› amden, ya’nî bile bile k›lm›yan kimse, kâfir olur, dedi. O hâlde, ey din kardeflim, bir nemâz›n› kaç›rma ve gevflek k›lma, seve seve k›l! Allahü teâlâ k›yâmet günü, bu âlimlerin ictihâdlar›na göre cezâ verirse, ne yapars›n? (Tefsîr-i Mugnî)de diyor ki: (Büyüklerden
biri fleytâna dedi ki, senin gibi mel’ûn olmak istiyorum, ne yapay›m? ‹blîs sevinip,
benim gibi olmak istersen, nemâza ehemmiyyet verme ve do¤ru, yalan, herfleye yemîn et, ya’nî çok yemîn et! dedi. O kimse de, hiçbir nemâz› b›rakm›yaca¤›m ve art›k yemîn etmiyece¤im, dedi). Hanbelî mezhebinde, bir nemâz› özrsüz k›lm›yan,
mürted gibi katl olunur ve y›kanmaz. Kefenlenmez ve nemâz› k›l›nmaz. Müslimânlar›n mezârl›¤›na gömülmez ve mezâr› belli edilmez. Da¤da bir çukura konur. fiâfi’î mezhebinde, nemâz k›lmamakda ›srâr eden, mürted olmaz ise de, cezâs› katldir. Mâlikî mezhebi de, fiâfi’î gibi oldu¤u, (‹bni Âbidîn)de ve (Milel-nihâl) tercemesi altm›flüçüncü sahîfede yaz›l›d›r. Hanefî mezhebinde ise, nemâza bafllay›ncaya kadar habs olunur veyâ kan ak›ncaya kadar dö¤ülür. [Fekat nemâza ehemmiyyet vermiyen, vazîfe bilmiyen, dört mezhebde de kâfir olur. Nemâz› bile bile k›lmay›p, kazâ etme¤i düflünmiyen ve bunun için azâb çekece¤inden korkm›yan
kimsenin, hanefî mezhebinde de kâfir olaca¤›, (Hadîka)da, dil âfetlerinde yaz›l›d›r.] Allahü teâlâ, müslimân olm›yanlara nemâz k›lmas›n›, oruc tutmas›n› emr etmemifldir. Bunlar, Allahü teâlân›n emrlerini almakla flereflenmemifllerdir. Nemâz k›lmad›¤› için, oruc tutmad›¤› için bunlara bir cezâ verilmez. Bunlar, yaln›z küfrün cezâs› olan Cehennemi hak etmifllerdir. (Zâdül-mukvîn) kitâb›nda diyor ki; (Eski âlimler yazm›fl ki, befl fleyi yapm›yan, befl fleyden mahrûm olur:
1 — Mal›n›n zekât›n› vermeyen, mal›n›n hayr›n› görmez.
2 — Uflrunu vermeyenin, tarlas›nda, kazanc›nda bereket kalmaz.
3 — Sadaka vermeyenin, vücûdünde s›hhat kalmaz.
4 — Düâ etmeyen, arzûsuna kavuflamaz.
5 — Nemâz vakti gelince, k›lmak istemeyen, son nefesde kelime-i flehâdet getiremez. Nemâz k›lman›n birinci vazîfe oldu¤una inand›¤› hâlde, tenbellik ederek
k›lm›yan fâs›kd›r. Sâliha k›z›n küfvü de¤ildir. Ya’nî o k›za lây›k ve uygun de¤ildir).
Görülüyor ki, farz nemâz› k›lmamak, îmâns›z gitme¤e sebeb olmakdad›r. Nemâza devâm, kalbin nûrlanmas›na ve se’âdet-i ebediyyeye kavuflma¤a vesîledir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Nemâz nûrdur) buyurdu. Ya’nî, dünyâda kalbi parlat›r. Âh›retde s›rât› ayd›nlat›r. Allah›n dostlar›na, nemâzda neler
oluyor, murâdlar›na, nemâzda, nas›l kavufluyorlar biliyor musunuz?
Hikâye: Horasan vâlîsi Abdüllah bin Tâhir, çok âdil idi. Jandarmalar› birkaç h›rs›z yakalam›fl, vâlîye bildirmifllerdi. H›rs›zlardan biri kaçd›. Hiratl› bir demirci, Niflâpûra gitmifldi. Bir zemân sonra, evine dönüp gece giderken, bunu yakalad›lar.
H›rs›zlarla berâber, vâlîye ç›kard›lar. Habs edin! dedi. Demirci, habshânede abdest al›p nemâz k›ld›. Ellerini uzat›p, (Yâ Rabbî! Günâh›m olmad›¤›n›, ancak
sen biliyorsun. Beni bu zindandan, ancak sen kurtar›rs›n. Yâ Rabbî! Beni kurtar!)
diye düâ etdi. Vâlî, o gece, rü’yâda, dört kuvvetli kimse gelip, taht›n›, tersine çevirecekleri vakt uyand›. Hemen abdest al›p, iki rek’at nemâz k›ld›. Tekrâr uyudu.
Tekrâr, o dört kimsenin, taht›n› y›kmak üzere oldu¤unu gördü ve uyand›. Kendisinde, bir mazlûmun âh› bulundu¤unu anlad›. Nitekim fli’r:
Binlerce top ve tüfek, yapamaz aslâ,
Gözyafl›n›n seher vakti yapd›¤›n›,
Düflman kaç›ran süngüleri, çok def’a,
Toz gibi yapar, bir mü’minin düâs›.
Yâ Rabbî! Büyük yaln›z sensin! Sen öyle bir büyüksün ki, büyükler ve küçük– 211 –
ler, s›k›fl›nca, ancak sana yalvar›r. Sana yalvaran, ancak murâd›na kavuflur.
Hemen, o gece, habshâne müdîrini ça¤›r›p, bir mazlûm kalm›fl m›, dedi. Müdîr,
bunu bilemem. Yaln›z, biri nemâz k›l›p, çok düâ ediyor. Göz yafllar› döküyor deyince, onu getirtdi. Hâlini sorup anlad›. Özr dileyip, hakk›n› halâl et ve bin gümüfl
hediyyemi kabûl et ve herhangi bir arzûn olunca bana gel! diye ricâ etdi. Demirci, hakk›m› halâl etdim ve hediyyeni kabûl etdim. Fekat iflimi, dile¤imi senden isteme¤e gelemem, dedi. Niçin, deyince: Çünki, benim gibi bir fakîr için, senin gibi bir sultân›n taht›n› birkaç def’a tersine çeviren sâhibimi b›rak›p da, dileklerimi
baflkas›na götürmekli¤im kullu¤a yak›fl›r m›? Nemâzlardan sonra etdi¤im düâlarla, beni nice s›k›nt›dan kurtard›. Nice murâd›ma kavufldurdu. Nas›l olur da, baflkas›na s›¤›n›r›m? Rabbim, nihâyeti olm›yan rahmet hazînesinin kap›s›n› açm›fl, sonsuz ihsân sofras›n›, herkese yaym›fl iken, baflkas›na nas›l giderim? Kim istedi de,
vermedi? ‹stemesini bilmezsen alamazs›n. Huzûruna edeble ç›kmazsan, rahmetine kavuflamazs›n. fii’r:
‹bâdet efli¤ine, kim ki, bir gece bafl kodu,
Dostun lutfu, açar ona, elbette binbir kapu.
Evliyân›n büyüklerinden Râbia-i Adviyye “rahmetullahi aleyhâ”, adam›n birinin, düâ ederken (Yâ Rabbî! Bana rahmet kap›s›n› aç!) dedi¤ini iflitince; Ey câhil!
Allahü teâlân›n rahmet kap›s›, flimdiye kadar kapal› m› idi de, flimdi aç›lmas›n› istiyorsun? dedi. [Rahmetin ç›k›fl kap›s› her zemân aç›k ise de, girifl kap›s› olan kalbler, herkesde aç›k de¤ildir. Bunun aç›lmas› için düâ etmeliyiz!]
‹lâhî! Herkesi s›k›nt›dan kurtaran yaln›z sensin. Bizi dünyâda ve âh›retde s›k›nt›da b›rakma! Muhtâclara, herfleyi gönderen, yaln›z sensin! Dünyâda ve âh›retde
hayrl›, fâideli olan fleyleri, bize gönder! Dünyâda ve âh›retde, bizi kimseye muhtâc b›rakma! Âmîn. (R›yâd-un-nâs›hîn)den terceme temâm oldu.
(Kitâb-ül-f›kh-alel-mezâhib-il-erbe’a)da, nemâz› anlatma¤a bafllarken diyor
ki, (Nemâz, islâm dîninin direklerinden en ehemmiyyetlisidir. Allahü teâlâ, kullar›n›n yaln›z kendisine ibâdet etmeleri için, nemâz› farz etdi. Nisâ sûresinin yüzüçüncü âyeti, nemâz mü’minler üzerine, vaktleri belirli bir farz oldu demekdir. Hadîs-i flerîfde, (Allahü teâlâ, hergün befl vakt nemâz k›lma¤› farz etdi. K›ymet vererek ve flartlar›na uyarak, hergün befl vakt nemâz k›lan› Cennete sokaca¤›n›,
Allahü teâlâ söz verdi) buyuruldu. Nemâz, ibâdetlerin en k›ymetlisidir. Hadîs-i flerîfde, (Nemâz k›lm›yan›n, islâmdan nasîbi yokdur!) buyuruldu. (Miflkât)da ve
(Künûz-üd-dekâ’›k)da ve (Sahîhayn)de ve (Halebî)de bildirilen hadîs-i flerîfde de,
(‹nsan ile küfr aras›ndaki fark, nemâz› terk etmekdir!) buyuruldu. Bunun ma’nâs›, (‹nsan ile küfr, ayr› ayr› iki varl›kd›r. ‹kisini birlefldiren yol, nemâz k›lmamakd›r. Aralar›ndan, nemâz k›lmamak kalk›nca, ya’nî bir insan nemâz k›larsa, bu insan ile küfr aras›nda yol kalmaz. ‹kisi birbiri ile birleflmez.) Bunun ma’nâs›, (Küfr
bir özellikdir. Kendi kendine bulunmaz. Ba’z› insanda bulunur. Küfr bulunan insanda nemâz k›lmamak vard›r. Küfr bulunm›yan insanda nemâz k›lmamak yokdur.
Küfr bulunan insan ile küfr bulunm›yan insan aras›ndaki fark, nemâz k›l›p k›lmamakd›r) demekdir. Bu hadîs-i flerîf, (‹nsan ile ölüm aras›ndaki fark, nefes almamakd›r) sözüne benzemekdedir. Ölüm bulunan insan nefes almaz. Ölüm bulunmayan
insanda nefes almamak yokdur. Nefes almamak bulunan insan›n ölü oldu¤u anlafl›l›r. Bu hadîs-i flerîf, nemâz k›lmakda tenbellik edenleri fliddetle korkutmakdad›r.
Nemâz k›lmak, Allahü teâlân›n büyüklü¤ünü düflünerek, Onun karfl›s›nda kendi
küçüklü¤ünü anlamakd›r. Bunu anl›yan kimse, hep iyilik yapar. Hiç kötülük yapamaz. Nefsine uyan›n nemâz› sahîh olsa da, bu meyvelerini veremez. Hergün befl
kerre, Rabbinin huzûrunda oldu¤una niyyet eden kimsenin kalbi ihlâs ile dolar. Nemâzda yap›lmas› emr olunan her hareket, kalbe ve bedene fâideler sa¤lamakdad›r. Câmi’lerde cemâ’at ile nemâz k›lmak, müslimânlar›n kalblerini birbirlerine ba¤lar. Birbirlerinin kardeflleri olduklar›n› anlarlar. Büyükler, küçüklere merhamet– 212 –
li olur. Küçükler de, büyüklere sayg›l› olur. Zenginler, fakîrlere ve kuvvetliler za’îflere yard›mc› olur. Sa¤lamlar, hastalar›, câmi’de göremeyince, evlerinde ararlar.
(Din kardeflinin yard›m›na koflan›n, yard›mc›s› Allahd›r) hadîs-i flerîfindeki müjdeye kavuflmak için yar›fl ederler.)
Âk›l isen k›l nemâz›, çün se’âdet tâc›d›r.
Sen nemâz› öyle bil ki, mü’minin mi’râc›d›r!
(Kurretül’uyûn) kitâb›ndaki hadîs-i flerîfde buyuruldu ki, (Nemâz› özrsüz k›lm›yan kimseye, Allahü teâlâ onbefl s›k›nt› verir. Bunlardan alt›s› dünyâda, üçü ölüm
zemân›nda, üçü kabrde, üçü kabrden kalkarkendir. Dünyâda olan alt› azâb:
1 — Nemâz k›lm›yan›n ömründe bereket olmaz.
2 — Allahü teâlân›n sevdi¤i kimselerin güzelli¤i, sevimlili¤i kendinde kalmaz.
3 — Hiçbir iyili¤ine sevâb verilmez. [Bu hadîs-i flerîf gösteriyor ki, farzlar›
vaktinde k›lm›yanlar›n sünnetleri kabûl olmaz. Ya’nî sünnetlerine sevâb verilmez.]
4 — Düâlar› kabûl olmaz.
5 — Onu kimse sevmez.
6 — Müslimânlar›n iyi düâlar›n›n buna fâidesi olmaz.
Ölürken çekece¤i azâblar:
1 — Zelîl, kötü, çirkin can verir.
2 — Aç olarak ölür.
3 — Çok su içse de, susuzluk ac›s› ile ölür.
Kabrde çekece¤i ac›lar:
1 — Kabr onu s›kar. Kemikleri birbirine geçer.
2 — Kabri ateflle doldurulur. Gece, gündüz onu yakar.
3 — Allahü teâlâ, kabrine çok büyük y›lan gönderir. Dünyâ y›lanlar›na benzemez. Hergün, her nemâz vaktinde onu sokar. Bir ân b›rakmaz.
K›yâmetde çekece¤i azâblar:
1 — Cehenneme sürükliyen azâb melekleri yan›ndan ayr›lmaz.
2 — Allahü teâlâ, onu k›zg›n olarak karfl›lar.
3 — Hesâb› çok çetin olup, Cehenneme at›l›r).
Geçirme ömrünü mü’min, sak›n ki, kîl-ü kal üzre!
sözün ma’nâs›n› anla, ne yürürsün hayâl üzre?
Bu dünyân›n süslerine, amân aldanma ey gâfil!
buna her kim gönül verse, geçer ömrü melâl üzre.
Bir dikkatli nazar etsen, bu dünyâ ehline cân›m,
kazan›rlar para dâim, bunlar cenk ve cidâl üzre.
Bu dünyâya neler geldi, ben diyenler geçüp gitdi,
bilmeli, bu fânî mülkü, yaratd› Hak zevâl üzre.
Kaçarsan arkandan gelir, kovalarsan yetiflmezsin,
ki, dünyâ gölgeye benzer, denildi bu misâl üzre.
Akll› olan bir kifli, gönül vermez bu dünyâya,
düflkün olmaz ondan yana, bilir onu kemâl üzre.
Bir kalb dünyâya ba¤lansa, ibâdet zevk›n› duymaz,
onunçün Zâtî bu fli’ri, getirdi hasbihâl üzre.
– 213 –
64 — NEMÂZ NASIL KILINIR
Nemâza bafllarken, erkekler iki eli kald›r›r. Bafl parmak uçlar› kulak yumufla¤›na de¤er. Avuç içleri k›bleye döndürülmüfl olmal›d›r. Eller, kulakdan ayr›l›rken
(Allahü ekber) deme¤e bafllan›p, göbek alt›na ba¤larken bitirilir.
N‹YYET: ‹ftitâh tekbîri söylerken niyyet edilir. Dahâ önce de niyyet etmek câizdir. Hattâ, cemâ’at ile nemâz k›lmak için evinden ç›kan kimse, niyyet etmeden
imâma uysa, câiz olur. Fekat yolda, nemâz› bozan fleylerden birini yapmamak lâz›md›r. Yürümek ve abdest almak zarar vermez.
Nemâza niyyet etmek demek, ismini, vaktini, k›bleyi, imâma uyma¤› irâde etmek, kalbinden geçirip, k›lma¤› tercîh etmek demekdir. Yaln›z ilm, ya’nî ne yapaca¤›n› bilmek niyyet olmaz. fiâfi’î mezhebinde, nemâz›n rüknlerini de hât›rlamak
lâz›md›r. Cemâ’ate, nemâz aras›nda yetiflen kimse, yats›n›n farz› m›, terâvîh mi anl›yamasa, farz niyyet ederek imâma uyar. Terâvîh k›l›n›yorsa, bunun nemâz›, farzdan önce oldu¤u için nâfile olur. Çünki farzdan önce terâvîh k›l›nmaz. Hemen farz› yaln›z k›l›p, terâvîhin bir k›sm›n› cemâ’at ile k›lar. Noksân kalan rek’atlerini, sonra yaln›z k›lar. Bundan sonra, vitr nemâz›n› k›lar.
‹ftitâh tekbîrinden sonra edilen niyyet, sahîh olmaz ve o nemâz, kabûl olmaz.
Farzlarda ve vâciblerde niyyet ederken, hangi farz ve hangi vâcib oldu¤unu bilmek
lâz›md›r. Meselâ (Bugünki ö¤leyi k›lma¤a) diye, farz›n ismini bilmek veyâ (Vaktin farz›) demek lâz›md›r. Bayram, vitr ve nezr nemâzlar›n› k›larken, bunlar›n vâcib olduklar›n› ve ismlerini düflünmek lâz›md›r. Rek’at say›s›n› niyyet lâz›m de¤ildir. Sünnet k›larken (Nemâza) niyyet etmek kâfîdir. Cenâze nemâz›na (Allahü teâlâ için nemâza, meyyit için düâya) diye niyyet edilir. Ö¤lenin ilk sünnetini k›larken ö¤lenin farz› diye niyyet ederse, ö¤lenin farz›n› k›lm›fl olur. Bundan sonra k›ld›¤› farz, nâfile olur. ‹mâm›n, erkeklere imâm olma¤a niyyet etmesi lâz›m de¤ildir. Fekat, cemâ’at ile k›lmak sevâb›na kavuflamaz. ‹mâm olma¤a niyyet ederse,
bu sevâba da kavuflur. Yaln›z k›lan kimseye, sonra baflkas›n›n gelip uymas› câizdir. Cemâ’atin (Uydum hâz›r olan imâma) diye de, niyyet etmesi lâz›md›r. ‹mâm›n,
(Kad›nlara imâm olma¤a) niyyeti lâz›md›r. Cemâ’atin imâm› tan›mas›, bilmesi flart
de¤ildir. ‹mâm tekbîr söylerken, ona uyma¤a niyyet etmeli ve hemen nemâza
durmal›d›r. ‹mâm, yerinde durunca, ona uyma¤a niyyet edip, nemâza berâber
bafllamak da iyidir.
Vaktin içinde oldu¤unu bilerek, vaktin farz› diyerek, bafllad›¤› nemâz› k›larken,
vakt ç›ksa ve ç›kd›¤›n› bilmese sahîh olmaz. Bu günün farz› deseydi, sahîh olup, kazâ olurdu. Vakti girmeden k›l›nan farz, nâfile olur. Vakti ç›kd›kdan sonra k›l›nm›fl
ise, kazâ olur. Ya’nî (Bu günün ö¤le nemâz›n› edâ etme¤e) diye niyyet eden kimse, vakt ç›km›fl ise, ö¤leyi kazâ etmifl olur. Bunun gibi, ö¤le vakti ç›kd› sanarak, (Bugünki ö¤leyi kazâ etme¤e) niyyeti ile k›l›nca, vakt ç›kmad›¤› anlafl›l›nca, ö¤leyi edâ
etmifl olur. Her ikisinde de ayn› nemâza niyyet etmifl, yaln›z vaktin ç›kmas›nda yan›lm›fld›r. Fekat, geçmifl ö¤le nemâz›n› kazâya niyyet ederek k›ld›¤› nemâz, o günün ö¤le nemâz›n›n yerine geçmez. Çünki, bugünün nemâz›na diye niyyet etmemifldir. Böylece, edâ niyyeti ile k›l›nan ö¤le nemâz› geçmiflde k›l›nmam›fl bir ö¤le
nemâz›n›n yerine geçmez. Bunun gibi, bir kimse, hâz›r olan imâma uyma¤a niyyet
etse ve bunun Zeyd oldu¤unu sansa, hâlbuki imâm baflkas› ise, bu kimsenin nemâz› kabûl olur. Fekat, Zeyde uyma¤a niyyet etse, imâm baflka birisi ise, bununla k›ld›¤› nemâz kabûl olmaz. Bir kimse, senelerce, ö¤leyi vaktinden önce k›lm›fl olsa,
ve hepsine (Üzerime farz olan ö¤leyi k›lma¤a) diye niyyet etse, o günkü ö¤leyi düflünmese, hergün bir evvelki ö¤leyi kazâ etmifl olur. Yaln›z son ö¤leyi ayr›ca kazâ
etmesi lâz›m olur. O günkü ö¤leyi niyyet etse, edâ dese de, demese de, hergün o
günkü ö¤leyi edâ etmifl olup, vaktinden önce olduklar› için, hiçbiri ö¤lenin farz› olmaz. Nâfile olurlar. Hepsini kazâ etmesi lâz›m olur. Görülüyor ki, nemâzlar›n vakt– 214 –
lerini bilmek ve vaktin içinde k›lm›fl oldu¤unu bilmek lâz›md›r.
‹bâdetler yap›l›rken, yaln›z a¤›z ile söyleme¤e niyyet denmez. Kalb ile niyyet
edilmezse, dört mezhebde de nemâz sahîh olmaz. Resûlullah›n ve Eshâb-› kirâm›n
ve Tâbi’înin ve hattâ dört imâm›n a¤›z ile niyyet etdikleri iflitilmemifldir. [1. ci k›sm,
elliikinci maddenin 2. ci sahîfesine bak›n›z!] ‹mâm-› Rabbânî “rahmetullahi
aleyh”, birinci cildin yüzseksenalt›nc› mektûbunda buyuruyor ki, (Niyyet kalb ile
olur. A¤›z ile niyyet etmek bid’atdir. Bu bid’ate, hasene demifllerdir. Hâlbuki bu
bid’at, yaln›z sünneti yok etmekle kalm›yor. Farz› da yok ediyor. Çünki, çok kimseler, yaln›z a¤›z ile niyyet ederek, kalb ile niyyet etmiyorlar. Böylece, nemâz›n farzlar›ndan biri olan kalb ile niyyet yap›lm›yor. Nemâz kabûl olm›yor. Bu fakîr, hiçbir bid’ati, (hasene) olarak bilmiyorum. Hiçbir bid’atde güzellik görmüyorum). A¤›z
ile niyyet etmek, flâfi’î ve hanbelîde sünnetdir. ‹bni Âbidîn diyor ki, (Nemâza bafllarken niyyet etmenin farz oldu¤u sözbirli¤i ile bildirildi. Niyyet yaln›z kalb ile olur.
Yaln›z a¤›z ile söylemek bid’atdir. Kalb ile niyyet edenin, flübheden, vesveseden
kurtulmak için, söz ile de niyyet etmesi câiz olur).
TAHRÎME: Nemâza bafllarken, (Allahü ekber) demekdir ki, farzd›r. Baflka kelime söylemekle olmaz. Yetmiflbirinci maddeye bak›n›z! Bu iftitâh tekbîri, nemâz›n flartlar›ndand›r. Rükn de¤ildir.
Kad›nlar, iki ellerini, omuz hizâs›na kald›r›r ve iftitâh tekbîrini getirir. Sonra,
sa¤ eli, sol elin üstünde olarak, gö¤üse kor. Bilek kavramazlar. AAAllahü veyâ ekbaar gibi, uzun söylenirse, nemâz kabûl olmaz. ‹mâmdan önce, ekber denirse, nemâza bafllam›fl olmaz. Ayakda iken, sa¤ eli, sol el üzerine koyup, sa¤ elin küçük ve
bafl parmaklar›n›, sol bilek etrâf›na halka yapmak, Sübhâneke okumak ve yaln›z
k›larken, Sübhâneke okudukdan sonra E’ûzü, Besmele okumak sünnetdir. Cemâ’ate geç gelen, imâm sessiz okuyorsa, Sübhâneke okur ve imâm selâm verdikden sonra, kalk›nca, tekrâr okur.
Yaln›z k›lan, Fâtiha okur. Fâtihadan sonra, Besmele çekmek lâz›m de¤ildir. Çekerse iyi olur. fiâfi’î mezhebini taklîd eden hanefîlerin bu Besmeleyi okumalar› lâz›md›r. Sonra bir sûre veyâ üç âyet okur. Fâtihadan sonra, imâm ve cemâ’at, sessiz olarak, (Âmîn) der. ‹mâm ile k›larken, cemâ’at Fâtiha ve sûre okumaz. (Âmîn),
(Kabûl et) demekdir.
KIYÂM: Nemâz›n befl rüknünden birincisi k›yâmd›r. K›yâm, ayakda durmak demekdir. Ayakda duram›yan hasta, oturarak k›lar, oturam›yan hasta, s›rt üstü yat›p bafl› ile k›lar. Yüzü, semâya karfl› de¤il, k›bleye karfl› olmas› için, bafl› alt›na yasd›k konur. Ayaklar› K›bleye karfl›, dizlerini dikerek yatar. (‹bni Âbidîn) diyor ki,
(Sa¤lam bir kimsenin gemide, trende, hareket hâlinde, farzlar› oturarak k›lmas›,
‹mâm-› a’zama göre câizdir. ‹mâmeyn ise, özrsüz câiz görmedi. Fetvâ da böyledir.
[Birinci k›smda altm›flbeflinci ve yetmifldördüncü maddelerin 3. cü sahîfelerine bak›n›z!] Ayakda iken, iki ayak birbirinden dört parmak eni kadar aç›k olmal›d›r.
Ayakda duram›yan hasta, ayakda bafl› dönen, bafl›, difli, gözü veyâ baflka yeri çok
a¤r›yan, idrâr, yel kaç›ran, yaras› akan, ayakda düflman korkusu, mal›n çal›nmak
tehlükesi olan, ayakda k›l›nca orucu veyâ okumas› bozulacak veyâ avret yeri aç›lacak olan kimseler, oturarak k›lar. Ayakda k›l›nca hastal›¤›n›n artaca¤›n› veyâ iyi
olmas›n›n gecikece¤ini kendi tecribesi ile veyâ mütehass›s müslimân bir tabîbin bildirmesi ile anl›yan hasta da, yere oturarak k›lar. Haber veren doktorun fâs›k olmamas›, aç›kça harâm ifllememesi lâz›md›r. Bunlar, kolay›na geldi¤i gibi kollar›n› istedi¤i yere koyarak, ba¤dafl kurarak veyâ dizlerini dikip kollar›n› kavufldurarak yâhud baflka dürlü yere oturur. Böyle oturam›yan, birisinin yard›m› ile oturur.
Rükü’ için, biraz e¤ilir. Secde için, bafl›n› yere kor. Bafl›n› yere koyam›yan hasta,
yüksekli¤i 25 santimetreden az olan sert birfley üzerine koyar. Böyle secdesi sahîh
olur. Dahâ yüksek ise veyâ yumuflak ise, îmâ olur. Böyle sert fley üzerine de koya– 215 –
mazsa, ayakda durabilse bile, oturarak yerde îmâ ile k›lar. Ya’nî yere oturarak k›l›p, rükü’ için biraz, secde için ise, dahâ çok e¤ilir. Secde için e¤ilmesi, rükü’ için
e¤ilmesinden dahâ çok olmazsa, nemâz› sahîh olmaz. Kendisi veyâ baflkas› birfley
kald›r›p, bunun üstüne secde ederse, nemâz› sahîh olur ise de, tahrîmen mekrûh
olur. Bu fley, rükü’ için e¤ilmesinden alçak olmazsa, nemâz› sahîh olmaz). 274. cü
sahîfeye bak›n›z!
KIRÂET: K›râet, a¤›z ile okumak demekdir. Kendi kulaklar› iflitecek kadar sesli okuma¤a, (hafî okumak) denir. Yan›nda olan kimselerin de iflitecekleri kadar
sesli okuma¤a, (cehrî) ya’nî yüksek sesle okumak denir. [Elmal›l› Hamdi tefsîrinde diyor ki, (Mizmârdan, ya’nî ses ç›karan âletden, teypden, hoparlörden ç›kan
sese okumak denmez, z›rlamak denir). Bu seslerle okunan ezân ve nemâz sahîh
olmaz. Hem de günâh olur.] Sünnetlerin ve vitrin her rek’atinde ve yaln›z k›larken farzlar›n iki rek’atinde, ayakda, Kur’ân-› kerîmden bir âyet okumak farzd›r.
K›sa sûre okumak dahâ sevâbd›r. K›râet olarak, buralarda Fâtiha okumak ve sünnetlerin ve vitr nemâz›n›n her rek’atinde ve farzlar›n iki rek’atinde Fâtihadan baflka bir de, sûre veyâ üç âyet okumak, vâcibdir. Farzlarda Fâtihay› ve sûreyi ilk iki
rek’atde okumak vâcib veyâ sünnetdir. Fâtihay› sûreden önce okumak da, ayr›ca vâcibdir. Fâtihay› her rek’atde bir kerre okumak da vâcibdir. Bu befl vâcibden
biri unutulursa, secde-i sehv yapmak lâz›m gelir. Farzlar›n üçüncü ve dördüncü
rek’atlerinde imâm›n ve yaln›z k›lan›n Fâtiha okumas› sünnet olmas› dahâ kuvvetlidir. Zamm-› sûre de okursa veyâ hiçbirfley okumasa da olur. (‹bni Âbidîn, sahîfe 343). Do¤ru okum›yan için 67. ci maddeye bak›n›z! Di¤er üç mezhebde, her
nemâzda ve her rek’atde Fâtiha okumak farzd›r.
Müsâfire uyan mukîm kimse, imâm ikinci rek’atde selâm verince, kalk›p iki rek’at
dahâ k›larken, k›râet etmez. Ya’nî, Fâtihay› ve sûreyi okumaz. ‹mâm arkas›nda k›lar gibi, ayakda, birfley okumaz. (Câmi’ur-rümûz) yetmiflüçüncü sahîfede ve (Tâtârhâniyye)de yüzalt›nc› sahîfede diyorlar ki, (Âlimlerin bir k›sm›, müsâfir arkas›nda k›lan mukîm, üçüncü ve dördüncü rek’atlerde k›râet etmez, ya’nî birfley okumaz dedi. fiemsül eimme Abdül’azîz Halvânî ve baflka âlimler, k›râet eder dedi. O
hâlde, ihtiyât ederek, okumas› dahâ iyi olur). K›yâm, k›râet mahalli oldu¤undan,
okuman›n zarar› yokdur. (Halebî-yi kebîr) sonunda diyor ki, (Difl a¤r›s›n› kesen
ilâc, okuma¤a mâni’ oluyorsa ve vaktin sonu ise, imâma uyar. ‹mâm bulamazsa, okumadan k›lar). Çünki, a¤r› meflakkat olup, zarûrî hâs›l olmufldur.
K›râetde, Kur’ân-› kerîmin tercemesini okumak câiz de¤ildir.
‹bni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” üçyüzaltm›fldördüncü sahîfede diyor ki,
imâm›n Cum’a ve bayram nemâzlar›ndan baflka her nemâzda, birinci rek’atde, ikinci rek’atde okudu¤unun iki misli uzun okumas› sünnetdir. Yaln›z k›lan, her rek’atde ayn› mikdârda okuyabilir. Her nemâzda, ikinci rek’atde, birinciden üç âyet uzun
okumak mekrûhdur. ‹mâm›n ayn› nemâzlar›n ayn› rek’atlerinde, ayn› âyetleri okuma¤› âdet edinmesi mekrûhdur. Yaln›z k›lanlar için de her nemâz için böyledir denildi. Aras›ra baflka âyet de okumal›d›r. Birinci rek’atde okudu¤unu, ikinci rek’atde de okumak tenzîhen mekrûhdur. Birincide Kul’e’ûzü bi-Rabbin-nâs okursa,
ikincide tekrâr okur. Çünki, tersine okumak, dahâ kerîhdir. ‹kincide, birincideki âyetin devâm›n› okumak efdaldir. ‹kincide, birinci rek’atde okudu¤undan sonraki bir
k›sa sûreyi atl›yarak, dahâ sonrakini okumak mekrûhdur. Bir rek’atde, s›ra ile birkaç sûre okumak mekrûh de¤il ise de, bir sûre okumak efdaldir. ‹kincide, birincide
okudu¤undan önceki âyetleri veyâ sûreleri okumak mekrûhdur. Kur’ân-› kerîmi mushafdaki s›ra ile okumak, her zemân vâcibdir. Hatm indirirken, Kul’e’ûzüleri okudukdan sonra, hemen Fâtiha ve Bekara sûresi bafl›ndan befl âyet okumak çok sevâbd›r.
Bir k›sa sûre kadar üç âyet okumak, bir uzun âyet okumakdan efdaldir.
RÜKÜ’: Sûreden sonra, tekbîr getirerek rükü’a e¤ilir. Rükü’da, erkekler parmak– 216 –
lar›n› aç›p, dizlerin üstüne kor. S›rt›n› ve bafl›n› düz tutar. Rükü’da, en az, üç kerre (Sübhâne rabbiyel-azîm) der. Üç kerre okumadan, imâm bafl›n› kald›rsa, o da,
hemen kald›r›r. Rükü’da, bacaklar ve kollar dik tutulur. Kad›nlar parmaklar›n› açmaz. S›rt›n› ve bafl›n›, bacaklar›n›, kollar›n› dik tutmaz. Rükü’dan kalkarken (Semi’allahü limen hamideh) demek, imâma ve yaln›z k›lana sünnetdir. Cemâ’at bunu söylemez. Bunun arkas›ndan, yaln›z k›lan ve cemâ’at, hemen (Rabbenâ lekelhamd) der ve dik durulur ve (Allahü ekber) diyerek secdeye var›l›rken, önce sa¤,
sonra sol diz, sonra sa¤, sonra sol el, sonra burun ve al›n kemikleri yere konur.
SECDE: Secdede el parmaklar›, birbirine bitiflik, k›bleye karfl›, kulaklar hizâs›nda, bafl iki el aras›nda olmal›d›r. Aln› temiz yere, ya’nî tafl, toprak, tahta, yayg› üzerine koymak farz olup, burnu da berâber koymak vâcib denildi. Özrsüz
yaln›z burnu koymak câiz de¤ildir. Yaln›z aln› koymak mekrûhdur. Secdede en az
üç kerre (Sübhâne rabbiyel-a’lâ) denir. fiî’îler, Kerbelâ topra¤›ndan bir kerpiç üzerine secde efdaldir diyorlar. ‹ki aya¤› veyâ hiç olmazsa herbirinin birer parmaklar›n› yere koymak farzd›r veyâ vâcibdir. Sünnet de denilmifldir. Ya’nî, iki ayak yere konmazsa nemâz sahîh olmaz veyâ mekrûh olur. Secdede, al›n, burun ve ayaklar yerden az zemân kalkm›fl olursa, zarar› olmaz. Secdede ayak parmaklar›n› bükerek, uçlar›n› k›bleye çevirmek sünnetdir. Farz veyâ vâcib diyenlerin hatâ etdi¤i (Redd-ül-muhtâr)da yaz›l›d›r. Erkekler, kollar› ve uyluklar›, kar›ndan ayr› bulundurur. Elleri ve dizleri yere koymak sünnetdir. Topuklar› k›yâmda, birbirinden
dört parmak eni kadar uzak, rükü’da, kavmede ve secdede bitiflik tutmak sünnetdir. (Halebî-i kebîr)de, üçyüzonbeflinci sahîfede ve (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki,
(Rükü’da sünnetlerden birisi de, topuk kemiklerini birbirine bitifldirmekdir). Bunun için, rükü’a e¤ilirken, sol aya¤›n topu¤u, sa¤ ayak yan›na getirilir. Secdeden
k›yâma kalkarken aç›l›r.
Aln›, sar›¤›n›n sarg›lar› ve takkenin kenâr› ve al›ndan sarkan saç üzerine ve elbisenin kolu a¤z›, ete¤i veyâ elleri üzerine koymak sahîh olur ise de, özrsüz iken tenzîhen mekrûh olur. Kad›nlar›n da, nemâzda aln› aç›k olmas› lâz›md›r. Yerin sertli¤ini duyacak kadar, ya’nî bafl›n› basd›r›nca, aln› art›k gömülmiyecek kadar basd›rarak, hal›, has›r, bu¤day, arpa, serîr, kanape ve yerde duran araba üzerine secde etmek sahîh olur. Hayvan, iki a¤aç aras›na gerilmifl sal›ncak ve çuvalda olm›yan pirinç
ve dar› üzerine secde sahîh olmaz. Üzerindeki elbise, kendi uzvlar› gibi say›ld›¤› için,
bunlar›n alt›ndaki yerlerin temiz olmalar› lâz›md›r. Bunun içindir ki, abdestsiz olan›n, eli ile m›shaf› tutmas› câiz olmad›¤› gibi, elbisesinin kolu a¤z› ile de tutmas› câiz de¤ildir. Havlu, mendil ve üstünde olm›yan çamafl›r, elbise gibi fleylerle tutmas› câiz olur. Bunlar necs yere serildikleri zemân üzerlerinde nemâz k›l›n›r. Alt› necs
olan ayakkab› ile veyâ necs yere basarak, cenâze nemâz› k›l›nmamas›, bu ayakkab›y› ç›kar›p, temiz olan üst taraf›na basarak k›lman›n sahîh olmas› da, böyledir.
(Halebî)de buyuruyor ki, (Secdeye yatarken, kamîs, ya’nî antâriyi ve pantalon
paçalar›n› yukar› çekmek mekrûhdur ve bunlar› yukar› çekip, k›v›r›p da, nemâza
durmak mekrûhdur. Kollar›, bacaklar›, etekleri s›¤al›, k›vr›k [k›sa] nemâz k›lmak
da mekrûhdur). Tenbellikle veyâ bafl› kapal› k›lman›n ehemmiyyetini düflünmiyerek, bafl› aç›k nemâz k›lmak mekrûhdur. Nemâza ehemmiyyet vermemek ise küfrdür. Kendini âciz, zevall› göstermek, Allahü teâlâdan korkdu¤u için bafl›n› örtmemek mekrûh olmaz. [Ya’nî, Allahü teâlân›n korkusundan rengi sarar›p, vücûdü titreyip, kendini ve herfleyi unutan kimse, bafl›n› örtmezse, mekrûh olmaz.] Fekat, bunlar›n da örtmesi, dahâ iyi olur. Çünki, bafl› açmak (Nemâzda zînetli elbisenizi al›n›z, örtünüz!) âyet-i kerîmesine uymamak olur. Bafl›na beyâz sar›k sarmak müstehabd›r. Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve sellem” siyâh sar›k da sard›¤› (Ma’rifetnâme)de yaz›l›d›r. Sar›¤›n›n ucunu iki küre¤i aras›na, iki kar›fl uzat›rd›.
Secde için e¤ilemiyen hasta ve câmi’de baflka yer bulam›yan sa¤lam kimse,
yerden yirmibefl santimetreden dahâ yüksek birfley üzerine secde etmezler. Yal– 217 –
n›z, yer bulam›yan kimse, önünde ayn› nemâz› k›larak yere secde edenin s›rt›na secde edebilir. Fekat, dizlerinin yerde olmas› lâz›md›r. Bu sa¤lam kimsenin, kalabal›k da¤›ld›kdan sonra k›lmas› veyâ kalabal›k olm›yan câmi’e gidip orada k›lmas›
müstehabd›r. Câmi’de kalabal›k olmad›¤› zemân, yirmibefl santimetreden dahâ az
yükse¤e secdenin câiz oldu¤u da bildirildi ise de, mekrûhdur. Çünki, Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” az yüksek fley üzerine dahî secde etmemifldir. [‹bni
Âbidîn, sahîfe 338.] Az yükse¤e bile câiz olmad›¤› (Câmi’ur-rumûz) altm›fldokuzuncu sa¤ sahîfesinde ve fielbînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Tebyîn) hâfliyesinde yaz›l›d›r. [Bunun için, özrü olanlar›n dahî az yükse¤e de secde etmemeleri lâz›md›r. Yükse¤e secde etmeli, yere secde etmemeli demek ise, ibâdeti de¤ifldirmek
olur. ‹bâdeti de¤ifldirmek istiyen, kâfir olur. Kâfirler, Resûlullah›n düflmanlar›, câmi’leri kiliseye benzetmek istiyorlar. Kiliselerde oldu¤u gibi, masada oturup, secde olarak, bafl›n› masaya koyma¤a ve câmi’lere çalg›, müzik sokma¤a çal›fl›yorlar.
Önce secde yerlerini biraz biraz yükseltme¤e ve ibâdetleri ho-parlörle yapma¤a
al›fld›r›yorlar.] ‹bni Âbidîn buyuruyor ki, (Nemâz k›larken (istikbâl-i k›ble) farzd›r. Ya’nî nemâz Kâ’be-i mu’azzama cihetine dönerek k›l›n›r. Nemâz Allah için k›l›n›r. Secde yaln›z Allah için yap›l›r. Kâ’beye karfl› yap›l›r. Kâ’be için yap›lmaz.
Kâ’be için secde eden, kâfir [Allaha düflman] olur.).
KA’DE-‹ AHÎRE: Son rek’atde, teh›yyât okuyacak kadar oturmak farzd›r.
(Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Otururken, el parmaklar› ile iflâret edilmez. Fetvâ
da böyledir.). Erkekler, otururken, sol aya¤›n› parmak uçlar› sa¤a do¤ru dönük olarak, yere döfler. Bu aya¤›n üzerine oturur. Sa¤ aya¤›n› dik tutar. Bunun parmaklar› yere de¤er. Parmaklar›n›n ucu, k›bleye karfl› biraz bükülmüfl olur. Böyle oturmak
sünnetdir. Kad›nlar (Teverrük) ederek oturur. Ya’nî, kaba etlerini yere koyarak oturur. Uyluklar› birbirine yak›n olur. Ayaklar›n› sa¤ tarafdan d›flar› ç›kar›r.
(Merâk›l-felâh)da ve (Tahtâvî) flerhinde ezkâr›n keyfiyyetini anlat›rken diyor
ki, (Farzdan sonra, hemen son sünnete kalkmak, arada birfley okumamak, hanefîde sünnetdir. Peygamberimiz, farz› k›l›nca Allahümme entesselâm ve minkesselâm tebârekte yâ zelcelâli velikrâm diyecek kadar oturup, fazla oturmaz, hemen son
sünneti k›lard›. (Âyet-el-kürsî) ile tesbîhleri, farzla sünnet aras›nda okumazd›. Bunlar›, son sünnetden sonra okumak, farzdan sonra okuma sevâb›n› hâs›l eder. Farzdan önceki sünnetler de, böyle olup, farz ile sünnet aras›nda birfley okunursa, nemâz›n sevâb› azal›r. Son sünneti, imâm›n farz k›ld›¤› yerde k›lmas› mekrûhdur. Cemâ’atin
k›lmas› mekrûh de¤il ise de, baflka yerde k›lmalar› müstehabd›r. Müstehab› yapm›yan›n nemâz› noksân olmaz. Sevâb›ndan mahrûm kal›r. Farz› veyâ son sünneti k›l›nca, imâm›n sa¤a, sola veyâ cemâ’ate dönmesi müstehabd›r. ‹fllerini görmesi için, hemen gitmesi de câizdir. Hadîs-i flerîfde, (Her nemâzdan sonra, üç kerre, Estagfirullahel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ huv el-hayyel-kayyûme ve etûbü ileyh okuyan›n, bütün
günâhlar› afv olur) buyuruldu. ‹stigfârdan sonra, Âyet-el-kürsî ve otuzüç kerre
(Sübhânallah), otuzüç kerre (Elhamdü-lillah) ve otuzüç kerre (Allahü ekber) ve bir
(kelime-i tehlîl) ya’nî (Lâ ilâhe illallah vahdehû lâ flerîke leh...) okumalar› ve ellerini gö¤üs hizâs›na kald›rarak, kendileri için ve bütün müslimânlar için düâ etmeleri de müstehabd›r. Hadîs-i flerîfde, (Befl vakt farz nemâzdan sonra yap›lan düâ kabûl olur) buyuruldu. Fekat düâ, uyan›k kalb ile ve sessiz yap›lmal›d›r. Düây› yaln›z
nemâzlardan sonra veyâ belli zemânlarda yapmak ve belli fleyleri ezberleyip, fli’r okur
gibi düâ etmek mekrûhdur. Nemâzdan sonra, düâ bitince, elleri yüze sürmek sünnetdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” nemâz içinde ve tavâfda, yemekden sonra ve yatarken de düâ ederdi. Bu düâlar›nda kollar›n› kald›rmaz ve ellerini yüzüne
sürmezdi. Düân›n ve her zikrin sessiz olmas› efdaldir. Tarîkatc›lar›n yapd›klar› gibi,
raks etmek, dönmek, el ç›rpmak, def, dümbelek, ney, saz çalmak, sözbirli¤i ile harâmd›r). Görülüyor ki, cemâ’atin imâm ile birlikde, sessizce düâ etmeleri efdaldir.
Ayr› ayr› düâ yapmalar› ve düâ etmeden kalk›p gitmeleri de câizdir. Düâdan sonra,
– 218 –
onbir ‹hlâs ve bir kerre iki Kul-e’ûzü okunur. Muhammed Ma’sûm “rahmetullahi
aleyh”, bu düâdan sonra 67 kerre de yaln›z (Estagfirullah) okudu¤unu, ikinci cildin
80. ci mektûbunda yazmakdad›r. En sonra, (Sübhâne Rabbike...) âyeti okunur.
(Dürr-ül-muhtâr)da (Teh›yyetülmescid nemâz›)n› anlatd›kdan sonra diyor ki,
(Sünnet ile farz aras›nda konuflmak, sünneti iskât etmez ise de, sevâb›n› azalt›r. Bir
fley okumak da böyledir. Ba’z› âlimler, sünnet kabûl olmaz. Evvelki sünneti tekrâr
k›lmak lâz›m olur dedi.) Oturarak k›lan imâma uymak câiz oldu¤unu anlatd›kdan
sonra diyor ki, (‹mâm›n sesi yetiflmedi¤i zemân, müezzinlerin yüksek sesle, cemâ’ate
bildirmesi câiz ise de, çok ba¤›rmalar› nemâzlar›n› bozar. Çünki, ba¤›rarak okumak,
dünyâ sözü konuflmak gibidir. ‹mâm›n nemâzda, ihtiyâcdan fazla yüksek sesle
okumas›, nemâz› bozmaz ise de, harâmd›r). Görülüyor ki, müezzinlerin ba¤›rarak,
nemâz k›lanlar› flafl›rtmalar› harâmd›r. (Medâric-ün-nübüvve)de diyor ki, (Selâm
verince, istigfâr nas›l okunaca¤› Evzâîden soruldu. Üç kerre (Estagfirullah) denir
buyurdu). [Bunlar› yüksek sesle okumak bid’at oldu¤u, M›srda (Kibâr-› ulemâ
hey’eti) a’zâs›ndan fieyh Alî Mahfûzun 1375 [m. 1956] bask›l› (El-ibdâ’) kitâb›nda,
59. cu sahîfede yaz›l›d›r.] Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Yatarken
de, Âyet-el-kürsî okuyun) buyurdu. Nemâzlardan sonra düâ ediniz de buyurdu.
Nemâzdan sonra düâ: Düâda, erkekler kollar› gö¤üs hizâs›na kald›r›r. Dirsekler fazla bükülmez. Düâdan sonra, sübhâne rabbike... âyet-i kerîmesini okuyup,
elleri yüze sürerler. Hastal›k veyâ so¤uk gibi sebeble ellerini kald›ram›yan kimse,
flehâdet parma¤› ile iflâret eder. Parmaklar k›bleye karfl› çevrilir. Kollar, sa¤a sola do¤ru aç›lmaz, birbirine yak›n, ileri do¤ru tutulur.
[Farz nemâzlardan sonra, imâm›n ve cemâ’atin, her biri temâm olarak, üç istigfâr ve Âyet-el-kürsî ve 99 tesbîh ve düâdan sonra, her birinde Besmele çekerek,
onbir ‹hlâs ve iki Kul-e’ûzü okumalar› ve 67 Estagfirullah demeleri müstehabd›r.
Onbir ‹hlâs okuma¤› emr eden hadîs-i flerîf, (Berîka) birinci cild, son sahîfesindedir. Sabâh nemâz› sonunda, on kerre (Lâ ilâhe illallah vahdehu lâ-flerîke-leh lehülmülkü ve lehül-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli fley’in kadîr) okuyana çok
sevâb verilece¤i, hadîs-i flerîfde bildirildi (‹mdâd). Cenâze oldu¤u zemân, bunlar› terk etmemelidir. Çeflidli sebeblerle, cenâze, sâatlerce bekletilip de, bunlar› okumak için bir iki dakîka bekletilemez mi? Cemâ’atin bunlar› okumalar›na mâni’ olanlar, Bekara sûresinin yüzondördüncü âyet-i kerîmesinde zâlim olduklar› ve Cehennemde fliddetli azâb görecekleri bildirilenlerin aras›nda bulunmakdan, çok korkmal›d›rlar. Cemâ’atin bunlar› okumalar›na mâni’ olm›yan dindâr imâmlara ve
müezzinlere müjdeler olsun! Bunlar, her nemâzda yüz flehîd sevâb› kazan›yorlar.
Çünki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Unutulmufl bir
sünnetimi meydâna ç›karana yüz flehîd sevâb› vard›r). Müezzin efendiler, bid’atden kurtulmak için ezân›, yüksek sesle minârede, ikâmeti câmi’de okumal›, nemâz
tekbîrlerini, ancak lüzûm olunca, yüksek sesle okumal›, hiç ho-parlör kullanmamal›d›r. Âyet-el-kürsîyi, tesbîhleri ve kelime-i tehlîli, sessiz olarak, hanefîde son
sünnetden sonra, flâfi’îde ve mâlikîde hemen farzdan sonra okumal›d›r. Düâ ederken, Resûlullaha salât ve selâm okuman›n müstehab oldu¤u, (‹mdâd)›n Tahtâvî flerhinde Vitr nemâz›nda yaz›l›d›r.
Nemâzdan sonra secde etmek harâm oldu¤u (Dürr-ül-muhtâr)da tilâvet secdesinde yaz›l›d›r. Nemâzlardan sonra imâm ile, eli gö¤se koyarak, selâmlaflmak
bid’atdir. Müslimânl›kda el ile ve vücûd hareketi ile selâmlaflmak yokdur. ‹bni Nüceym Zeynel’âbidîn M›srî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, böyle selâmlar›n günâh oldu¤unu bildiriyor. Üçüncü k›smda elliyedinci madde sonunu okuyunuz!].
(fiir’at-ül-islâm) flerh›nde diyor ki, (Hadîs-i flerîfde, (Gece seher vaktinde ve nemâzlardan sonra yap›lan düâ kabûl olunur) buyuruldu. Düâya hamd ve senâ ve salevât ile bafllamak ve sonunda iki avucu yüze sürmek sünnetdir). (Fetâvâ-yi Hindiyye)de, beflinci cüz’de diyor ki, (Düâ ederken, avuçlar semâya karfl› aç›k, iki el
– 219 –
aral›k ve gö¤üs hizâs›nda olmal›d›r). Sünnet k›lman›n düâ etmekden efdal oldu¤u (Bezzâziyye)de yaz›l›d›r. [fiî’î ve vehhâbîler, düâ ederken, iki avuç aç›k, birbirlerine bitiflik, parmaklar yap›fl›k, gö¤üs hizâs›nda, yüze karfl› tutmakdad›r.]
(Ni’met-i islâm)da diyor ki, (Kad›n nemâzda iki elini omuzu hizâs›na kald›r›r.
Ayakda sa¤ elini solu üstüne getirir. Sa¤ el parmaklar›n› sol bilek üzerine halka yapmaz. Ellerini gö¤sü üzerine koyar. Rükü’da ellerini dizleri üstüne kor. Dizlerini kavramaz. Parmaklar›n›n aras›n› açmaz. Dizleri dik olmaz. S›rtlar› düz olmaz. Secdede alçal›p, kollar›n› yanlar›na ve karn›n› uyluklar›na bitifldirir. Kayna¤› üzerine oturup, ayaklar›n› sa¤a yat›k ç›kar›r. Kad›n erke¤e imâm olamaz. Kad›n›n kad›na imâm
olmas› mekrûhdur. Erke¤e uyunca, en arkada saf olurlar. Öpülen kad›n›n nemâz› bozulur. Ayn› imâma uyan kad›n, erke¤in önünde veyâ yan›nda k›larsa, erke¤in
nemâz› fâsid olur. Erkek, kad›na geride durmas›n› iflâret eder, o da geride durmazsa, yaln›z kad›n›n nemâz› fâsid olur. Atefldeki yeme¤in taflmas›, çocu¤un a¤lamas› hâlinde nemâz›n› bozmas› câiz olur.) Düâ ederken ellerini ileri uzatmaz, yüzüne karfl› e¤ik tutar.
Nefsini terketmeden Rabbini arzûlars›n,
hayvân› sen geçmeden, insan› arzûlars›n.
(Men arefe nefsehü, fekad arefe rabbeh),
kendini sen bilmeden, Sübhân› arzûlars›n!
Sen bu evin kap›s›n, henüz bulup açmadan,
ma’flûka kavuflacak, zemân› arzûlars›n.
D›flar› üfürmekle, yak›l›r m› bu ocak?
Gönlün Hakka vermeden, ihsân› arzûlars›n!
Da¤lar gibi kuflatm›fl, tenbellik, kardefl seni,
günâh›n› bilmeden, gufrân› arzûlars›n!
Konuk için evin yok, hiç hâz›rl›¤›n da yok,
›ss›z da¤›n bafl›nda, mihmân› arzûlars›n!
Bostân›, ba¤› gezdim; meyvesin bulamad›m,
sen sö¤üt a¤ac›ndan, rummân› arzûlars›n!
Gece say›klar gibi, anlafl›lmaz söz ile,
sen de mi ey Niyâzi, irfân› arzûlars›n?
Cam› temizlemeden, aynay› arzûlars›n,
zünnâr›n› kesmeden, îmân› arzûlars›n!
Küçük çocuklar gibi, binersin a¤aç ata,
tecriben yok, topun yok, meydân› arzûlars›n!
Kar›ncalar gibi sen, ufak ufak yürürsün,
meleklerden ileri, seyrân› arzûlars›n!
Topu¤una ç›kmadan, suyu deniz san›rs›n,
sen dereyi geçmeden, ummân› arzûlars›n!
Haydi Niyâzi yürü, atma okun ileri,
derdiyle kul olmadan, sultân› arzûlars›n!
– 220 –
65 — YOLCULUKDA NEMÂZ
(Seferî) veyâ (Müsâfir) olmak demek, yolcu olmak demekdir. Bir kimse, bulundu¤u yerden veyâ gitdi¤i yolun iki taraf›nda dizili evlerin sonuncular› hizâs›ndan
ayr›l›rken, senenin k›sa günlerinde, insan veyâ deve yürüyüflü ile, üç günde gidilecek yere gitme¤i niyyet ederse, müsâfir olur. Niyyet etmez ise, bütün dünyây› dolaflsa bile, müsâfir olmaz. Düflmân› arayan askerlerin hâli böyledir. Fekat, geri dönüflde müsâfir olur. ‹ki günlük uzakda olan bir yere gitme¤e niyyet eden kimse, yolda iken veyâ o yere var›nca, iki günlük yere dahâ gitme¤e niyyet etse, o dört
günlük yere giderken müsâfir olmaz. Üç günlük yere gitmek niyyeti ile yola ç›kan
kimse, konaklad›¤› bir yerden üç günlük yola gitme¤e niyyet ederek, ayr›l›rsa, gidece¤i yolun iki taraf›ndaki evlerin hizâs›ndan ayr›ld›¤› zemân müsâfir olur. Son
evin gözünden gayb olmas› lâz›m de¤ildir. Bir tarafda evlerin hizâs›n› geçmesi lâz›m olmaz. Deniz veyâ orman yan›nda konmufl olan göçebeler, çad›rlardan ayr›l›nca müsâfir olur. Yolun bir veyâ iki taraf›nda, flehrden kendisine kadar evler dizilmifl bulunan köyleri de aflmas› lâz›md›r. fiehre bitiflik bofl erâzîyi ve ba¤lar›, tarlalar›, bostanlar› aflmak lâz›m de¤ildir. Bostanlarda, tarlalarda çiftçilerin, bekcilerin evleri bulunsa da, buralar ve bunlardan sonra gelen köyler, flehrden say›lmazlar. Bofl erâzîden, kasabaya yak›n (Finâ) denilen büyük mezârl›klar [fabrika,
mekteb ve k›fllalar] ve kasabadakilerin harman yapmak, hayvan kofldurmak, e¤lenmek için devâml› kulland›klar› yerler ve avland›klar›, kulland›klar› deniz ve göl
k›smlar› flehrden say›l›r. Ya’nî, buralar› da aflmak lâz›md›r. Finâ, ikiyüz metreden
ziyâde uzakda ise veyâ arada tarla varsa, flehrden say›lmaz. Fekat uzak olan Finâda da, Cum’a ve bayram nemâzlar›n›n k›l›nmas› sahîh olur. Arada Finâ bulunan
flehrler, köyler flehrden say›lmaz. Böyle köyleri aflmak lâz›m de¤ildir. Yaln›z Finây› aflmakla seferî olur. Finâ, büyük flehrlerde ikiyüz metreden dahâ uzakda olunca da, flehrden say›l›r. Muhtâr olan kavle göre, arada Finâ veyâ evler bulunursa da,
köyleri aflmak lâz›m olmad›¤› (‹mdâd)›n Tahtâvî hâfliyesinde yaz›l›d›r.
Akflama kadar hep yürümesi flart de¤ildir. K›sa günde, sabâh nemâz›ndan, ö¤leye kadar yürümesi kâfîdir. Bu da, bir merhale, ya’nî bir menzil, bir konak denilen yoldur. Arada dinlenmesi de câizdir. Üç günlük yola, sür’atli bir vâs›ta ile, meselâ trenle, dahâ az zemânda giderse, yine müsâfir olur [Mecelle 1664]. Bir yere,
iki baflka yoldan gidilse, biri k›sa, öteki uzun olsa, k›sa yoldan giden müsâfir olmaz.
Uzun yol, üç günlük yürüyüfl ise, bu yoldan, her vâs›ta ile giden de, müsâfir olur.
(‹bni Âbidîn) buyuruyor ki, (Âlimlerin hepsi, üç günlük yolu, (Fersah) dedikleri, bir sâatda gidilen yolun uzunlu¤u ile bildirdiler. Bir k›sm›, üç günlük yol yirmibir fersahd›r dedi. Bir k›sm› da, onsekiz, bir k›sm› ise, onbefl fersahd›r dedi. Fetvâ, ikinci söze göre, verilmifldir). Ço¤unlu¤un fetvâs›na göre, bir merhale, ya’nî bir
günde gidilen yol, âr›zas›z olan düz yerde alt› fersahd›r. Bir fersah üç mîldir. Bir
merhale onsekiz mîl, üç merhale 54 mîl olur. Bir mîlin dörtbin zrâ’ oldu¤u ve dörtbin hatve kavlinin za’îf oldu¤u ve bir zrâ’›n kelime-i tevhîd harfleri adedince,
yirmidört parmak geniflli¤inde oldu¤u (‹bni Âbidîn)de teyemmüm bahsinde yaz›l›d›r. Bir parmak geniflli¤i, ortalama 2 santimetredir. Bir zrâ’, 48 santimetre, bir mîl
[1920] metre, bir fersah [5760] metredir. Bir merhale, otuzdört kilometre beflyüzaltm›fl metre, üç günlük yol da, takrîben yüzdört [103,680] kilometre olmakdad›r. [Co¤rafî mîl, bir dakîkal›k Ekvator kavsinin uzunlu¤u olup [1852] metredir.] ‹stanbulda Küçükçekmeceden ayr›larak Tekirda¤›na giden seferî olur. (El f›kh-u alel mezâhib)de diyor ki, (fiâfi’î, mâlikî ve hanbelî mezheblerinde, sefer mesâfesi, iki merhale [Konak]d›r. Bu da, onalt› fersahd›r. Bu da 48 mîldir. Çünki bir fersah, üç mîldir. Bir mîl alt›bin zrâ’ [insan kolu]dur. Seferî olmak mesâfesi, seksen kilometre
alt›yüzk›rk metrelik bir yoldur.) Bu kadar kilometre olmak için, bir mîlin 4000 zrâ’
ve bir zrâ’›n 42 cm. olmas› lâz›md›r. Nitekim 1404 [m. 1984] de ikinci bask›s› yap›lan (El-mukaddimet-ül hadremiyye) fiâfi’î f›kh kitâb›n›n flerhinde de, (fiâfi’îde
– 221 –
seferî olmak mesâfesi, dört Berîd, ya’nî iki merhaledir. Bir berîd, dört fersahd›r.
Bir fersah üç mîldir. Bir mîl, bin bâ’ [Kolaç]d›r. Bir bâ’, dört zrâ’ [insan kolu]dur.
Bir zrâ’, iki kar›fld›r) demekdedir. Seferîlik mesâfesi, bu flerhe göre de, 16 fersah,
ya’nî 48 mîl olmakda ve bir mîl, dört bin zrâ’ olmakdad›r. (Mir’ât-i Medîne)nin beflyüzyirmiüçüncü sahîfesinde diyor ki, (Kitâb›m›zda zrâ’ dedi¤imiz uzunluk, insan
kolu olup, M›sr ve Hicâzda flimdi kullan›lan demir ölçünün sekizde yedisidir.
Takrîben iki kar›fld›r). Bu demir ölçü birimi, hanefî f›kh kitâblar›nda yaz›l› olan zrâ’
olup, 24 parmak geniflli¤indedir. 48 santimetredir. Bunun sekizde yedisi 42 santimetredir. Görülüyor ki, fiâfi’îde bir mîl dörtbin zrâ’d›r. Bu da 1680 metredir. 48 mîl
de 80 kilometre 640 metredir. Sefer mesâfesinin, tam bu kadar kilometre olmas›
flart de¤ildir. Meflhûr olan veyâ zann-› gâlib ile anlafl›lan mesâfe kâfîdir.
Denizde, orta rüzgârl› havâda giden yelkenlinin h›z› esâsd›r. ‹stanbuldan Mudanyaya giden, seferî olmaz. Bursaya giden, seferî olur. Tayyâre ile giden, alt›nda bulunan yoldan veyâ denizden gitmifl gibidir. ‹stanbulda, Fâtihden otobüs ile
sefere ç›kan, bugün için, Edirne-kap› kabristân›n› geçince, Aksaraydan ç›kan,
Topkap› kabristân›n›, sâhil yolundan ise, Yedikule kap›s›n› geçince, Üsküdardan
ç›kan, Selimiyye k›fllas› ile Karaca Ahmed kabristân› aras›ndan geçince, ‹stanbuldan Anadoluda 104 kilometreye gitme¤e niyyet edenlerin hepsi, bu¤az›n karfl› sâhiline geçince seferî olurlar. Seferî olan kimsenin, dört rek’at olan farz nemâzlar› iki rek’at k›lmas› hanefîde vâcib, mâlikîde sünnet-i müekkede, flâfi’îde efdaldir.
Mukîm olan imâma uymas› hanefîde, edâ ederken câiz, flâfi’îde hem edâ, hem kazâ ederken câiz, mâlikîde ikisinde de mekrûhdur. Müsâfire uyan mukîmin nas›l k›laca¤›, 64. cü maddede bildirilmifldir. Mest üzerine, üç gün üç gece mesh edebilir.
Orucunu bozabilir. Kurban kesmesi vâcib olmaz. Müsâfir râhat ise, orucunu bozmamal›d›r. Günâh için sefere ç›kan, yaln›z hanefî mezhebinde müsâfir olur. 59. cu
maddeye bak›n›z!
Mukîm olsun, müsâfir [ya’nî yolcu] olsun, özrlü olsun, özrsüz olsun, herkes, flehr
ve köy d›fl›nda, hayvan üstünde otururken nâfile nemâz k›labilir. Hayvan yürürken de, dururken de k›l›nabilir. Befl vakt farz nemâzlardan önce ve sonra olan sünnetler de nâfile nemâz demekdir. Yaln›z, sabâh nemâz›n›n sünneti nâfile de¤ildir.
Fâtiha ve sûre okurken, sa¤ eli sol el üstüne ba¤lay›p göbek alt›na koymak iyi ise
de, elleri uyluklar› üstüne koymak da olur. Her dürlü oturmak câizdir. Kendi yürürken nemâz k›lmak, kimseye câiz de¤ildir. Çünki yürümek nemâz› bozar [Cevhere]. Altm›fldokuzuncu maddeye bak›n›z! Yolda rast geldi¤i flehrlerden geçerken
de böyle k›labilir. Kendi flehrinde k›lmas› mekrûhdur. Îmâ ile rükü’a ve secdeye
e¤ilir. Bafl›n› birfley üzerine koymaz. Nemâza bafllarken ve k›larken k›bleye dönmek lâz›m de¤ildir. Hayvan›n yürüdü¤ü tarafa do¤ru k›lmas› lâz›md›r. Hayvan›n
veyâ yular›n›n veyâ e¤erinin üzerinde çok necs [pislik] bulunsa da, nemâz câiz olur.
Fekat, necsli yerin üzerinde oturursa câiz olmaz. Necs ayakkab›y› da ç›karmak lâz›md›r. Aya¤› ile dürterek, yular› çekerek, az hareketle hayvan› idâre etmesi nemâz› bozmaz. Hayvan üzerinde nâfile nemâza bafll›yan kimse, h›zla yere inerek,
yerde temâmlamas› câizdir. Yerde bafllay›p, hayvan üstünde temâmlamak câiz de¤ildir.
Farzlar› ve vâcibleri, zarûret olmad›kca hayvan üzerinde k›lmak câiz de¤ildir.
(Halebî)de, (Farzlar› hayvan üzerinde k›lmak, sünnetleri k›lmak gibi olup, ancak
teyemmüm yapmak için bildirdi¤imiz özrler ile câizdir) diyor. Farzlar›n da mukîm
iken ve seferî iken, flehr d›fl›nda hayvan üzerinde zarûret olunca k›l›naca¤› anlafl›lmakdad›r. Mal›n›n, can›n›n, hayvan›n›n tehlükede olmas›, inince hayvan›n veyâ hayvandaki veyâ yan›ndaki mal›n çal›nmas›, y›rt›c› hayvan, düflman, yerde çamur olmas›, ya¤mur olmas›, hastan›n, inerken, binerken, iyi olmas›n›n gecikmesi
veyâ hastal›¤›n›n artmas›, arkadafllar›n›n beklemeyip tehlükede kalmas›, indikden
sonra, hayvana yard›mc›s›z binememek, hep zarûret olan özrdür. Az çamur özr de– 222 –
¤ildir. Yüzü, içine girerek gayb olursa, özr olur. Hayvan› olm›yan kimse, böyle çamurda ayakda ve îmâ ile k›lar. Hayvana binemiyenin yard›mc›s› olursa, imâmeyn
özr olmaz dedi. Farz veyâ vâcib k›larken, hayvan› k›bleye karfl› durdurmal›d›r. Durduramazsa, mümkin oldu¤u kadar durdurmal›d›r.
Müsâfir, vaktin sonuna do¤ru özrün bitece¤ini ümmîd etse, bekleyip, yerde k›lmas› iyi ise de, hemen hayvan üstünde k›lmas› da câizdir. Bunun gibi, su bulmak
ümmîdi olan›n, vaktin bafl›nda, teyemmüm ile k›lmas› câizdir. Hayvan üstündeki
(Mahmil) denilen iki sand›kda k›lmak, hayvan üstünde k›lmak gibidir. ‹nebilen kimse, farzlar› mahmilde k›lamaz. Mahmilin ayaklar› topra¤a indirilirse, sedir [kanepe] gibi olur ve burada farzlar› ayakda k›lmas› câiz olur. Oturarak k›lamaz.
‹ki tekerlekli araba, hayvana ba¤lanmad›kca, yerde düz duram›yaca¤›ndan yürürken de, dururken de hayvan gibidir. Üç, dört tekerlekli olup da hayvana
ba¤lanmadan yerde düz duran araba, [otobüs, tren] yürümüyor ise, sedir gibidir.
‹çinde farz nemâz ayakda câiz olur. Araba gidiyor ise, hayvan gibidir. ‹çinde özrsüz farz k›lmak câiz olmaz. Durdurup k›bleye karfl› ve ayakda k›lmal›d›r. [Durduramazsa, ücretli olan vâs›tadan inerek nemâz› k›lmal›d›r; vâs›ta giderse, arkadan gelen veyâ o kasabadan kalkacak olan baflka vâs›ta ile gitmelidir. Birinci vâs›taya binerken, buna göre pazarl›k yapmal›d›r. Buna da imkân olmazsa, nemâzda oturur gibi yere oturarak ve imkân oldu¤u kadar k›bleye dönerek k›lmas› câiz olur.]
Hastan›n ve seferde olan›n farzlar›, sedirde, sandalyada, ayaklar›n› sark›tarak
oturup, îmâ ile k›lmalar› câiz de¤ildir. Hasta, yerde veyâ uzunlu¤u k›ble istikâmetinde olan sedirin üstünde, k›bleye karfl› oturarak k›lar. Birinci k›sm, 74. cü maddeye bak›n›z! Seferî olan›n, di¤er üç mezhebi taklîd ederek, vâs›ta yolda durdu¤u zemân, ö¤le ile ikindiyi ve akflam ile yats›y› birlefldirerek k›bleye karfl›, ayakda k›lmas› dahâ iyi olur. Mâlikî ve flâfi’î mezheblerinde, günâh olm›yan seferde,
ya’nî 80 kilometreden ziyâde süren seferde, ikindiyi ö¤le nemâz› vaktinde ve yats›y› akflam nemâz› vaktinde takdîm ederek veyâ ö¤leyi ikindi vaktinde ve akflam›
yats› vaktinde te’hîr ederek iki nemâz› bir arada k›lmak câizdir. Yola ç›kmadan nemâz kasr ve cem’ edilemez. Dört günden az kalmak niyyet etdi¤i yer (seferî yer)
olur. Bu yerde kasr eder ve harac olunca, cem’ edebilir. Ya¤mur sebebi ile câmi’de
cemâ’at ile cem’i takdîm câiz ise de yedi flart› vard›r. Hastan›n cem’ etmesi ihtilâfl›d›r. [Baflka bir mezhebi taklîd etmek, mezheb de¤ifldirmek demek de¤ildir.
‹mâm-› fiâfi’îyi “rahmetullahi teâlâ aleyh” taklîd eden bir hanefî, mezhebinden ç›kmaz.] Yola ç›kmadan ve yolculuk bitdikden sonra dört rek’at olan farzlar›n iki rek’at
k›l›nam›yaca¤› ve iki vaktin nemâz›n›n birlikde k›l›nam›yaca¤›, fiâfi’î âlimlerinden
fiemsüddîn Muhammed Remlî fetvâs›nda ve (‹’ânet-ut-tâlibîn alâ-hall-i elfâz-› Fethil-mu’în)de bildirilmekdedir. Bu fetvâ, (Fetâvâ-y› Kübrâ) kenâr›nda bas›lm›fld›r.
Ayr› ayr› hayvanlar üzerinde olarak cemâ’at ile k›l›nmaz. Bir mahmilde, bir araba veyâ otobüsde, dururken, odada k›lar gibi cemâ’at ile k›l›nabilir.
(Halebî-i kebîr)de diyor ki, (fiemsül Eimme Halvânî buyurdu ki, hayvan üzerinde k›bleye karfl› durup, nemâzda iken, hayvan k›bleden dönerse, farz nemâz kabûl olmaz. Bir rükn kadar k›bleden ayr›lmamal›d›r. [Araba, tren de böyledir.]
Giden gemide farzlar›, özrsüz oturarak k›lmak, iki imâma göre câiz de¤ildir. Bafl
dönmesi özrdür. ‹mâm-› a’zam “rahmetullahi aleyh”, ayakda k›lmas› iyi olur buyurdu. ‹mkân› varsa, gemiden ç›k›nca, toprakda k›lmak dahâ iyidir. Deniz ortas›nda demirli gemi, rüzgârla çok sallan›yorsa, giden gemi gibidir. Çok sallanm›yorsa
veyâ sâhile yanaflm›fl ise, farz nemâzlar› oturarak k›lmak câiz olmaz. Yanaflm›fl gemide, karaya oturmufl ise, ayakda olarak her zemân câizdir. Karaya oturmam›fl ise,
âlimlerin ço¤una göre, d›flar› ç›kmak mümkin ise, bu gemide farz k›lmak câiz olmaz. Böyle gemi, hayvan gibidir. Karaya oturan gemi [ve deniz dibine direk, zincirle ba¤l› iskele, köprü] ise, toprak üzerindeki sedir, masa gibidir. Giden gemide,
– 223 –
nemâza bafllarken k›bleye karfl› durmak ve gemi dönünce, nemâz içinde k›bleye
dönmek lâz›md›r. Çünki, gemilerde k›bleye dönmek, odadaki gibidir. Rükü’ ve secdeleri yapabilen kimsenin, gemide nâfile nemâzlar› da îmâ ile k›lmas› câiz olmaz).
(Merâk›l-felâh)da diyor ki, (Nâfileleri özrsüz oturarak k›lmak câizdir. Yaln›z sabâh nemâz›n›n sünnetini ayakda k›lar. Nâfileleri oturarak k›lana, sevâb›n yar›s› verilir. Rükü’ için e¤ilir. Secde için, bafl›n› yere koyar. Yâhud, rükü’ için aya¤a kalkar ve sonra rükü’a e¤ilir. Ayakda k›lam›yan, oturarak k›lar. Rükü’ için e¤ilir. Secde için, bafl›n› yere koyar. Secde için, bafl›n› yere koyam›yan kimse, îmâ ile k›lar).
(Hidâye) ve (Nihâye)de, (Yanaflm›fl gemide farz k›lmak câizdir. D›flar› ç›k›p karada k›lmak iyi olur) diyor. (Behce)de diyor ki, (‹stanbuldan kay›kla Üsküdara giderken, ö¤le vakti ç›kacak olsa, ö¤leyi oturarak k›lmas› câiz olur). Seferî olmad›¤› için, flâfi’îyi taklîd ile, ö¤leyi ikindi ile birlikde k›lamaz.
Mi’râc gecesi, akflam nemâz› üç rek’at, öteki nemâzlar iki rek’at farz oldu. Medîne-i münevverede ikinci emrle sabâh ve akflamdan baflkas› dört rek’ate ç›kar›ld›. Hicretin dördüncü y›l›nda bunlar, müsâfir için, yine ikiye indirildi. Müsâfirin
bunlar› dört k›lmas› hanefîde günâh olur (Dürr-ül-muhtâr).
Müsâfir farz› dört rek’at k›larsa, son iki rek’at› nâfile olur. Emri dinlemedi¤i için
ve nâfilenin iftitâh tekbîrini terk etdi¤i için ve farz›n selâm›n› terk etdi¤i için ve nâfileyi farz ile kar›fld›rd›¤› için, günâh olur. Tevbe etmezse Cehenneme gidebilir. Unutarak dört rek’at k›lan kimse secde-i sehv yapar. Müsâfir olan imâm, yan›larak dört
rek’at k›larsa, buna uymufl olan mukîmin nemâz› fâsid olur. ‹kinci rek’atde oturmazsa, farz› kabûl olmaz. Üçüncü rek’atin secdesini yapmadan, o flehrde onbefl gün
kalma¤a niyyet ederse, o farz› dört rek’at k›lmas› lâz›m olur. Fekat, üçüncü
rek’atin k›yâm›n› ve rükü’unu tekrârlamas› lâz›m olur. Çünki, bu ikisini nâfile olarak yapm›fld›. Nâfile olarak yap›lan ibâdet farz yerine geçemez. [Nâfilelerin, sünnetlerin, kazâya kalm›fl farzlar yerine geçemiyece¤i, buradan da anlafl›lmakdad›r.]
Yetmifldördüncü maddenin sonuna bak›n›z! Müsâfir sûreleri k›sa okur. Tesbîhleri üçden az yapmaz. Yolda iken, ya’nî s›k›nt›l› zemân›nda, sabâh nemâz›ndan baflka sünnetleri terk edebilir. Sünnetleri özr ile terk etmek câizdir. [Sünnetleri kazâ
nemâz› niyyeti ile k›lmak lâz›m oldu¤u, buradan da anlafl›lmakdad›r.]
Üç günlük yol gitmeden, geri dönme¤e niyyet ederse, o anda müsâfirlikden ç›kar. Mukîm olur. Üç günlük yola gitme¤e niyyet edip flehrden ç›kan bir kimse, üç
günlük yoldan dahâ az veyâ dahâ çok gitdikden sonra, kendi flehrine girince veyâ
baflka bir yerde onbefl gün kalma¤a niyyet ederse, yine mukîm olur. Onbefl günden az kalma¤a niyyet ederse veyâ hiç niyyet etmeden y›llarca kalsa, müsâfir
olur. Asker, dâr-ül-harbde, bir yerde onbefl gün kalma¤a niyyet etse de, mukîm olmaz. Denizdeki gemide veyâ hayât, ev olm›yan adada, onbefl gün kalma¤a niyyet
eden müsâfir, mukîm olmaz. Gemicilerin mal›, çoluk çocu¤u da gemide olsa, yine
mukîm olmaz. Gemi vatan de¤ildir. Mekke, Minâ ve Arafât gibi baflka baflka yerlerde topdan onbefl gün kalma¤a niyyet eden de, mukîm olmaz. Kad›n, talebe, asker, me’mur, iflçi ve çocuk gibi emr alt›nda olanlar, kendi niyyetleri ile de¤il, zevcinin veyâ mahreminin, hocas›n›n, kumandan›n›n, ifl verenin emrini al›nca, emre
göre hareket ederler. Âmirleri onbefl gün kalma¤a niyyet etse, bunlar emri iflitinceye kadar müsâfir olur. ‹flitince mukîm olurlar. Düflman memleketine giren veyâ bir kal’ay› karadan, denizden saran askerler, onbefl güne niyyet etseler bile, müsâfir olurlar. Düflman memleketine harb için gitmiyen, niyyetine göre müsâfir
veyâ mukîm olur. (Dâr-ül-harb)de yeni müslimân olana eziyyet edilmiyorsa, mukîm olur. Çad›rda yafl›yanlar çölde onbefl gün kalma¤a niyyet edince, mukîm
olurlar. Baflkalar› olmaz.
Nemâz vaktinin sonunda sefere ç›kan, bu nemâz› k›lmam›fl ise, iki rek’at k›lar.
Vaktin sonunda vatan›na gelen, bu vaktin nemâz›n› k›lmam›fl ise, dört k›lar.
‹nsan›n mukîm oldu¤u, yerlefldi¤i yere (Vatan) denir. Hanefî mezhebinde, üç dür– 224 –
lü vatan vard›r. (Vatan-› aslî) asl yer, insan›n do¤du¤u veyâ evlendi¤i veyâ baflka
yere yerleflmemek, orada hep kalmak niyyeti ile yerlefldi¤i yerdir. Senelerce oturup da sonra ç›kma¤› veyâ düflündü¤ü birfley hâs›l olunca ç›kma¤› niyyet ederse,
burada senelerce otursa bile, yerleflmifl olmaz. Bir kimse, bir yerde, onbefl gün kalma¤a niyyet etmeden bile evlense, o yer, vatan-› aslî olur. Orada mukîm olur. ‹ki
yerde zevcesi olan, o flehrlerin herbirine gidince, o yer, vatan-› aslî olur. Oralarda
mukîm olur. Zevcesi ölse, orada evleri, topra¤› olsa bile, oras› (asl yeri) olmakdan
ç›kar. Evlenmedi¤i bir yere gidip yerleflme¤e niyyet edince, oras› (asl yeri) olur. Bâlig bir çocu¤un ana babas›n›n bulundu¤u yer, do¤du¤u yer bile olsa, buradan ayr›l›p baflka yerde, ç›kmamak üzere niyyet edip yerleflse veyâ evlense, oras› (Asl yeri) olur. Ana babas›n›n yan›na gidince, yerleflme¤e niyyet etmedikce, buras›, çocu¤un asl yeri olmaz. Onun asl yeri, evlendi¤i veyâ son yerlefldi¤i yerdir. Bir yere yerleflince, aralar› üç günden az olsa ve sefer niyyeti ile ç›kmam›fl olsa bile, önce yerleflmifl oldu¤u ve do¤du¤u vatan-› aslîleri bât›l olur. Baflka yere yerleflmek
için asl yerinden ayr›lan kimse, dahâ baflka yere yerleflmek için yolunu de¤ifldirse, birinci yerinden geçerken nemâzlar›n› dört k›lar. Çünki, baflka vatan edinmemifldir. Zevcesini bir yerde yerlefldirip, sonra kendisi baflka yere yerleflse, ikisi de
vatan-› aslîsi olur. Bir kimse, vatan-› aslîye girince mukîm olur. Onbefl gün kalma¤a niyyet etmesi lâz›m olmaz.
‹kinci vatan, (Vatan-› ikâmet) geçici vatand›r. Girifl ve ç›k›fl günlerinden baflka
hanefîde onbefl, flâfi’î ve mâlikîde dört gün veyâ çok devâml› kal›p, sonra ç›kma¤a niyyet edilen yere (Geçici vatan) denir. Bir yerde bu mikdâr kalma¤a niyyet ederken, bu müddet içinde, baflka yere gidip kalma¤a ve yine buraya dönme¤e de niyyet edilirse, buras› geçici vatan olmaz. Geceleri burada, gündüzleri baflka yerde kalma¤a niyyet ederse, buras› vatan-› ikâmet olur. Okumak için veyâ vazîfe yapmak
için bir yerde senelerce kalma¤a ve sonra buradan ç›kma¤a niyyet ederse, buras›
(Vatan-› ikâmet) olur. Burada, ç›kmamak niyyeti ile yerleflseydi, vatan-› aslî olurdu. Vatan-› ikâmet üç fleyle bozulur: Baflka bir vatan-› ikâmete gidince, sefer niyyeti ile ç›kmam›fl olsa ve aralar›ndaki uzakl›k üç günlük yoldan az olsa bile, önceki vatan-› ikâmet bozulur. Vatan-› aslîye gidince de bozulur. Bir hanefî, Mekke-i
mükerremede onbefl gün oturup sonra, Minâya gidip evlenirse, Minâ vatan-› aslî
olur. Mekke-i mükerreme vatan-› ikâmet olmakdan ç›kar. Üçüncü sebeb, sefere
niyyet ederek ç›kmakd›r. Ya’nî vatan-› ikâmetden üç gün üç gece uza¤a gitme¤e
niyyet ederek ayr›l›nca, buras› vatan-› ikâmet olmakdan ç›kar. Dahâ az yola niyyet ile gidip gelseydi, geçici vatan› bozulmazd›. Vatan-› ikâmetden niyyetsiz ç›k›p,
baflka yerde üç günlük yola gitmek için niyyet ederse, üç günlük yol yürümeden
önce, vatan-› ikâmete girerse, seferî olmas› bozulur. Mukîm olur. Niyyet etdikden
bafll›yarak üç günlük yol gitdikden sonra, buraya girerse veyâ buradan hiç geçmezse, mukîm olmaz. fiâfi’îde bir yerdeki iflinin dört günden önce bitmiyece¤ini bilirse, niyyet etmese de, oraya girince mukîm olur. Müddetini iyi bilmezse, onsekiz gün
sonra mukîm olur.
‹stanbuldan Ba¤dâda ve Mekke-i mükerremeden Kûfeye onbefl gün kalmak niyyeti ile giden birer hanefî, bu vatan-› ikâmetlerinden ç›karak, Kasr denilen yere gelseler, her ikisi de Kasra giderken müsâfir olmaz. Çünki, Kasr denilen yer, Ba¤dâd
ile Kûfe aras›ndad›r. Her ikisinden iki günlük yol uzakd›r. Kasrda onbefl gün kalma¤a niyyet ederlerse, Ba¤dâd ve Kûfe, vatan-› ikâmet olmakdan ç›kar. Çünki Kasr
flehri, yeni vatan-› ikâmetleri olur. Onbefl gün sonra Kasrdan Kûfeye gelseler,
müsâfir olmazlar. Kûfeden bir gün sonra ç›k›p Ba¤dâda gitseler, yolda Kasrdan geçseler, yolda hep müsâfir olmazlar. Çünki, Kasr, ikisi için de vatan-› ikâmet idi. Üç
günlük yola niyyet etmeden ç›k›p gelince, müsâfir olmazlar. Bunlar Ba¤dâddan ve
Kûfeden ilk ç›k›fllar›nda dört günlük yola niyyet etselerdi ve Kasrda karfl›lafl›p, her
ikisi de Kûfeye gidip, bir gün kal›p, sonra Ba¤dâda gitselerdi, hep müsâfir olurlar– 225 –
Se’âdet-i Ebediyye 1-F:15
d›. Çünki, üç gün sefer niyyet etmifllerdir. ‹stanbullu, bu yolu yürümüfldür. Mekke-i mükerremeli ise, sefere ç›k›nca, Kûfe, vatan-› ikâmet olmakdan ç›km›fld›r. Kasr
flehri, vatanlar› olmad›¤› için, buradan geçmeleri, mukîm olmalar›na sebeb olmaz.
‹stanbuldan gelen, Kûfede onbefl gün kald›kdan sonra, Mekkeye gitmek niyyeti ile
yola ç›ksayd›, üç günlük yol gitmeden, bir ifl için, yine Kûfeye dönseydi, mukîm olmazd›. Çünki, üç günlük yola gitmek niyyeti ile ç›k›nca, Kûfe flehri vatan-› ikâmet
olmakdan ç›km›fld›r. Kûfe, Ba¤dâd›n ve Kerbelân›n cenûbundad›r.
Üçüncü vatan, (Vatan-› süknâ) u¤rad›¤› yer olup, onbefl günden az kalmak
için niyyet edilen yâhud yar›n ç›kar›m diyerek, senelerle oturulan yerdir. Müsâfir
vatan-› süknâda farzlar› hep iki rek’at k›lar. Bir köye, bir flehre gelince, on gün kalma¤a niyyet edip, on gün sonra, bir hafta dahâ kalma¤a niyyet ederse mukîm olmaz.
Vatan-› ikâmetde veyâ vatan-› süknâda bulunmak, vatan-› aslînin bozulmas›na
sebeb olmaz. Sefere ç›kmak da, vatan-› aslîyi bozmaz. Vatan-› süknâda bulunmak
vatan-› ikâmeti bozmaz. Birinci vatan-› süknây› bozar.
Seferî olan kimse, vatan-› süknâda iken, mukîm say›lmaz. Seferî olm›yan, vatan-› süknâ yapd›¤› yerde, mukîm say›l›r. Sefer mesâfesi kadar uzak olm›yan bir
köye gitmek için flehrinden ç›kan, bu köyde onbefl günden az kalsa, buras› (Vatan-› süknâ) olur. Burada müsâfir olmaz. Farzlar› temâm k›lar. Sonra, bu köyden,
sefer niyyet etmeden ç›ksa, flehrine veyâ baflka bir vatan-› süknâya girmeden, yolda sefere niyyet etse, yolda farzlar› iki rek’at k›lar. Bu köye girerse, mukîm olur.
Çünki, vatan-› aslîye veyâ vatan-› süknâya girmedi¤i için ve sefer niyyeti ile ç›kmad›¤› için, vatan-› süknâs› bozulmam›fld›r. Görülüyor ki, vatan-› süknân›n bozulmas›, vatan-› ikâmet gibi oluyor. Vatan-› süknâda mukîm olmak için, bunun ile vatan-› aslî veyâ vatan-› ikâmet aras› sefer müddetinden [üç günden] az olmal›d›r.
Meselâ:
Bir kimse Kûfeden Kadsiyeye gidiyor. ‹kisi aras› üç günlük yoldan azd›r. Kadsiyeden Hîreye do¤ru yola ç›k›yor. ‹kisi aras› da üç günden azd›r. Hîreye gelmeden, Kadsiyeye dönüyor. Unutdu¤unu al›p, fiâma gidecekdir. Kûfeye u¤ram›yor,
Kadsiyede, nemâz› temâm k›lar. Çünki, buradan ayr›l›rken sefere niyyet etmedi¤i ve Hîreye girmedi¤i için, Kadsiye vatanl›kdan ç›kmad›. Hîre, Kûfenin befl kilometre cenûb-i flark›ndad›r. Kadsiye, biraz dahâ cenûbdad›r.
Üç günlük yola sefer niyyeti ile ç›kan kimse, üç günlük yol gitmeden önce, bir
köyde onbefl günden az kalsa, sonra buradan ç›ksa, buraya tekrâr gelirse, mukîm
olmaz. Çünki, ilk geldi¤inde de müsâfir idi. Yan›nda zevci veyâ mahremi bulunmayan hayzl› kad›n›n sefer niyyeti ile yola ç›kmas› k›ymetsizdir. Temizlendikden
sonra üç gün dahâ gitmeden önce kald›¤› yerde müsâfir olmaz.
(Berîka) ve (Hadîka) kitâblar›nda diyor ki, (Hür kad›n›n, zevci veyâ ebedî
mahrem akrabâs›ndan biri yan›nda bulunmadan, yaln›z veyâ baflka kad›nlarla
yâhud âk›l, bâlig ve sâlih olm›yan mahremi ile üç günlük yola gitmesi [üç mezhebde] harâmd›r. fiâfi’î mezhebinde, kad›nlar ile mahremsiz olarak, farz olan hacca gidebilir. Bir veyâ iki erke¤in sefere gitmesi mekrûhdur. Üç erke¤in gitmesi mekrûh
olmaz. Dört erke¤in gitmesi ve içlerinden birini emîr (Baflkan) seçmeleri sünnetdir). (Hindiyye)de nafaka bahsinde ve (Tahtâvî), (Dürr-ül-muhtâr) ve (Dürr-ülmüntekâ)da hac bahsinde diyor ki, (Kad›n, mürâh›k olan, ya’nî bülû¤a yaklaflm›fl,
oniki yafl›ndaki mahremi ile sefere gidebilir). (Kâdîhân)da diyor ki, (Kad›n, sâlih
cemâ’at ile sefere gidebilir). [Bu iki kavl, zarûret hâlinde câiz olur.] (Mecelle)de
dokuzyüzseksen alt›nc› maddede diyor ki, (Sinn-i bülû¤un mebdei, erkekde on– 226 –
iki ve k›zda dokuz yafllar› doldurmakd›r. Müntehâs›, ikisinin de onbefl yafld›r. Onbefl yafl›n› ikmâl edince bâlig say›l›rlar.
Oniki ve dokuz yafllar›n› doldurup da, bâlig olmam›fl çocu¤a (Mürâh›k) denir.)
fiam
Kûfe
‹stanbul
Mekke
Kasr
Ba¤dâd
Kadsiye
Hîre
66 — NEMÂZIN VÂC‹BLER‹, SECDE-‹ SEHV
Fâtiha okumak, Fâtihadan sonra bir sûre veyâ âyet okumak, Fâtihay› ve zamm-›
sûreyi farzlar›n birinci ve ikinci rek’atlerinde, vâcib ve sünnetlerin her rek’atinde okumak, secdeleri birbiri ard›nca yapmak, ikinci rek’atde teflehhüd mikdâr› oturmak,
son rek’atde otururken, (Etteh›yyâtü) okumak, rükü’da ve iki secdede ta’dîl-i erkân,
[ya’nî sübhânallah diyecek kadar hareketsiz durmak vâcib, dahâ çok durmak sünnetdir], kavmede ve celsede tumânînet [sübhânallah diyecek kadar durmak], nemâz
sonunda esselâmü... demek, kunût düâs› okumak, imâm›n, sabâh, Cum’a, bayram,
terâvîh, vitr nemâzlar›nda ve akflam ile yats›n›n ilk iki rek’atinde yüksek sesle okumas›, imâm›n ve yaln›z k›lan›n ö¤le ve ikindi farzlar›nda ve akflam›n üçüncü, yats›n›n üçüncü ve dördüncü rek’atlerinde hafîf sesle okumalar› vâcibdir. (Bezzâziyye)de
diyor ki, (Hafîf sesle okuyan› bir iki kiflinin iflitmesi mekrûh olmaz. Sesli okumak,
çok kiflinin iflitmesi demekdir).
Nemâz›n vâciblerinden birini bilerek yapmamak, nemâz› bozmaz. Fekat günâh
olur. Unutarak yapm›yan, (Secde-i sehv) eder. Farz›n ilk iki rek’atinde, (Zamm-›
sûre)yi unutan, üçüncü ve dördüncü rek’atlerde okuyup, sonra secde-i sehv yapar.
K›râeti unutdu¤unu rükü’da hât›rlarsa, hemen kalk›p k›râeti ve sonra rükü’u yapar. Bir farz› ve vâcibi, vaktinden önce veyâ sonra yapan da, secde-i sehv eder. Meselâ, zamm-› sûrenin bir parças›n› rükü’da okuyana, etteh›yyâtüden sonra az birfley okuyarak, üçüncü rek’ati gecikdirene, imâm yüksek sesle okuyacak yerde, hafîf sesle okursa ve hafîf sesle okuyacak yerde yüksek sesle okursa, secde-i sehv yapmak lâz›m olur. ‹mâm›n yüksek sesle okumas› vâcib olan yerleri, yaln›z k›lan›n yüksek sesle de, hafîf sesle de, okumalar› câizdir. Birkaç kerre secde-i sehv îcâb etse,
bir kerre yapmak yetiflir. ‹mâm ile berâber, cemâ’at de secde-i sehv yapar. Cemâ’atden biri hatâ yaparsa, secde-i sehv yapmaz. Cemâ’ate, birinci rek’atden sonra yetiflen kimse, imâm ile secde-i sehv yapd›kdan sonra, nemâz›n› temâmlar. Oturma¤› unutup, üçüncü rek’ate kalkarken hât›rlayan bir kimse, dizleri yerden ayr›ld›kdan sonra ise, oturmaz, secde-i sehv eder. Son rek’atde oturmay›p aya¤a kalkarsa, secde etmeden hât›rlad› ise, hemen oturur ve oturma¤› gecikdirdi¤i için, secde-i sehv eder. Secdeye inince hât›rlad› ise, farz nemâz›, nâfile flekline döner. Bir
rek’at dahâ k›l›p, alt›nc› rek’ate oturarak temâmlar. Dördüncü rek’atde teflehhüd
mikdâr› oturup, selâm vermeden beflinciye kalkarsa, secdeye yatmadan hât›rlad›
ise, oturup teflehhüdde okumad›klar›n› okuyup selâm verir ve secde-i sehv yapar.
Secdeye yatd› ise, alt›nc› rek’ati de temâmlay›p, secde-i sehv yapar. Farz› temâm
etmifl olur. ‹ki rek’ati de nâfile olur. Fekat, bu iki rek’at, ö¤le, akflam ve yats›n›n
son sünneti yerine geçmez denildi. Çünki, sünnetlere tahrîme tekbîri ile bafllan›r.
‹mâm secde-i sehv yaparken de, câmi’e gelip, uymak câizdir. Secde-i sehvi bile bi– 227 –
le yapm›yan veyâ nemâz›n vâciblerinden birini, meselâ Fâtiha okuma¤›, bilerek terk
eden kimsenin, o nemâz› tekrâr k›lmas› vâcib olur. Tekrâr k›lmazsa, fâs›k olur.
Cum’a ve bayram nemâzlar›nda, imâm›n secde-i sehvi yapmamas› iyi olur.
Secde-i sehv yapmak için, bir tarafa selâm verdikden sonra, iki secde yap›p oturur ve nemâz› temâmlar. ‹ki tarafa selâm verdikden sonra veyâ hiç selâm vermeden de, secde-i sehv yapmak câizdir.
Bir kimse, kaç rek’at k›ld›¤›n› unutsa, bu flafl›rmas›, ilk olarak bafl›na geldi ise,
selâm verip nemâz› tekrâr k›lmal›d›r. fiafl›rmak âdeti ise, düflünüp, çok zan etdi¤ine göre k›lar. Kuvvetli zan edemezse, az k›ld›¤›n› kabûl ederek temâmlar. Nemâz› k›ld›¤›nda flübhe eden kimse, vakt ç›kmad› ise, tekrâr k›lar. Ç›kd› ise k›lmaz.
Kaç rek’at k›ld›¤›n› flafl›r›p, nemâz içinde düflünmesi, sonraki rüknün veyâ vâcibin, bir rükn zemân› kadar gecikmesine sebeb olursa, bu arada, âyet ve tesbîh okusa bile, secde-i sehv lâz›m olur. Nemâz›n içindeki farzlara (Rükn) denir. Bir âyet
okumak, rükü’ ve iki secde, son rek’atde oturmak, birer rükndür. Düflünmek,
farz› veyâ vâcibi gecikdirince, secde-i sehv lâz›m oluyor. Meselâ, son rek’atde oturunca düflünürse, selâm vermesi gecikirse, secde-i sehv lâz›m olur. Fazla okudu¤u salevât ve düâ, sünnet olarak de¤il, düflünce, dalg›nl›k sebebi ile oldu¤u vakt,
vâcibin gecikmesi suç oluyor. Baflka bir nemâz› k›l›p k›lmad›¤›n› veyâ dünyâ ifllerinden herhangi birini düflünürse, bir rüknün gecikmesine sebeb olsa bile, secde-i
sehv lâz›m olmaz. Nemâz bitdikden sonra, kaç rek’at k›ld›¤›nda flübhe ederse, buna vesvese denir. Buna ehemmiyyet vermez. Nemâzdan sonra, bir âdil müslimân,
yanl›fl k›ld›n derse, tekrâr k›lmas› iyi olur. ‹ki âdil kimse söylerse, tekrâr k›lmas›
vâcib olur. Âdil olmazsa, sözünü dinlemez. ‹mâm do¤ru, cemâ’at ise, yanl›fl k›ld›k
derse, imâm kendine güveniyorsa veyâ bir flâhidi olursa, tekrâr k›l›nmaz.
Bir fleyin vâcib veyâ bid’at olmas›nda flübhe edilse, bu fleyi yapmak iyi olur. Bid’at
ile sünnet aras›nda flübhe olsa, yapmamak lâz›m olur. [Madde 54’e bak›n›z!]
‹ftitâh tekbîrini söyledi mi, abdesti var m›, elbisesi temiz mi, bafl›na mesh etdi
mi flübhe ederse, ilk olarak flübhe etdi ise, nemâz› bozup tekrâr k›lar. Abdest almaz. Elbisesini y›kamaz. Her zemân flübhe ediyorsa, nemâz› bozmaz, temâmlar.
SALÂT-‹ V‹TR — (Mevkûfât)da diyor ki, (‹mâm-› a’zam “rahmetullahi aleyh”
Vitr nemâz› vâcibdir buyurdu. ‹ki imâm ise, sünnetdir dedi. [Mâlikî ve flâfi’î mezheblerinde de sünnetdir.] Buna ezân ve ikâmet okunmaz. Üçüncü rek’atde rükü’a
e¤ilmeden önce, her zemân, arabî bir düâ okumak vâcibdir. Vaktinde k›lm›yan›n
kazâ etmesi lâz›md›r. Vitr diye niyyet de lâz›md›r. Vitr nemâz›, üç rek’atdir. Üçüncü rek’at bitince selâm verilir. Üç rek’atde de Fâtiha ve zamm-› sûre okunur.
Üçüncü rek’atde, zamm-› sûre okudukdan sonra, iki el, iki yana sal›verilmeden, do¤ruca kulaklara kald›r›larak (Allahü ekber) denir. Sonra eller, iki yana sal›verilmeden, do¤ruca ba¤lan›r. Hemen iki Kunût düâs›n› okumak vâcibdir. Bu (Kunût düâlar›)n› bilmiyen kimse, üç kerre istigfâr okur. Meselâ (Allahüm-magfir lî) der. Yâhud bir kerre (Rabbenâ âtinâ...) âyetini sonuna kadar okur. Vitr nemâz›ndan
baflka nemâzlarda Kunût düâs› okunmaz. Vitr nemâz›, yaln›z Ramezânda cemâ’at ile k›l›n›r. Ramezânda yats›n›n farz›n› cemâ’at ile k›lm›yanlar, toplan›p da,
Terâvîhi ve Vitri cemâ’at ile k›lamazlar. Çünki, Terâvîh, yats›n›n cemâ’ati ile k›l›n›r. (Hindiyye)de diyor ki, (Farz› yaln›z k›lan, Terâvîhin cemâ’atine kat›l›r. Kaç›rd›¤› rek’atlerini temâmlar. Terâvîhi cemâ’at ile k›lam›yan, farz› k›ld›¤› imâm ile
Vitri k›labilir. Vitri cemâ’at ile k›ld›kdan sonra, baflka câmi’e giden, imâm farz› k›l›yorsa farza, Terâvîhi k›l›yorsa, buna niyyet ederek, imâma uyarsa, bir kavle göre sahîh olur. Terâvîh k›l›nd›¤›n› anlarsa, farz› k›lmam›fl ise, bir kenârda farz› k›l›p, sonra imâma uyar. ‹mâm, rükü’a çabuk e¤ilirse, (Sübhâneke)yi çabuk okuyup
veyâ yar›da b›rak›p imâma rükü’da yetiflmelidir. Kunûtu unutan, rükü’dan sonra okumaz. Nemâz›n sonunda, secde-i sehv yapar. ‹mâm, Kunût okumazsa, cemâ’at
da okumaz. fiâfi’î imâm, sabâh nemâz›nda, rükü’dan kalk›nca, Kunût okurken, bu– 228 –
na uymufl olan Hanefî kimse, Kunût okumaz. Ayakda bekler. Vitr nemâz›n› gece
yar›s›ndan sonra k›lmak çok sevâb ise de, uyanamayan, yats›n›n son sünnetinden
sonra, yats› ile birlikde, erken k›lmal›d›r). Vitri yats›n›n farz›ndan evvel k›lmak sahîh olmaz. Çünki, ikisi aras›nda tertîb, ‹mâm-› a’zama göre vâcibdir. Unutarak evvel k›lan, Vitri iâde etmez. ‹ki imâma göre, Vitr yats›ya tâbi’dir. Yats›dan evvel k›lan›n i’âde etmesi lâz›md›r.
SECDE-‹ T‹LÂVET — Kur’ân-› kerîmde, ondört yerde, secde âyeti vard›r. Bunlardan birini okuyan›n veyâ iflitenin, ma’nâs›n› anlamasa da, bir secde yapmas› vâcibdir. Baflkas›n›n okudu¤u yerde bulunan, fekat iflitmiyen kimse, secde etmez. Secde âyetini yazan, heceliyen, secde yapmaz. Tercemesini okuyan veyâ ifliten, bunun
secde âyeti oldu¤unu anlarsa, secde yapar.
Nemâz k›lmas› farz olan kimselerin, tilâvet secdesi iflitince, secde yapmalar› vâcib olur. Bunun için, secde âyetini ifliten cünübün ve serhoflun da, abdest ald›klar› zemân secde etmeleri lâz›md›r. Serhofl, çok içmifl, akl› gitmifl ise, kendi okuyunca da, iflitince de, secde etmesi vâcib olmaz. Uyuyan ve bay›lm›fl veyâ deli okuyunca, iflitenlerin secde etmesi vâcib olur denildi. Fekat, bunlar›n ve kuflun okumas›
ile secde edilmemesi do¤rudur. Çünki, bunlar›n okumas›, hakîkî, do¤ru tilâvet, okumak de¤ildir. Hakîkî okumak demek, (Kur’ân-› kerîm)i okumakda oldu¤unu anl›yarak okumakd›r. Çocuk, yapd›¤›n› anl›yacak yaflda ise, okumas› ile, iflitenlerin
secde etmesi lâz›m olur. Dahâ küçük yaflda ise lâz›m olmaz. Delinin nemâz k›lmamas› için alt› nemâz vakti, oruc tutmamas› için, gece ve gündüz bir ay, zekât vermemesi için, bir y›l aral›ks›z deli olmas› lâz›md›r. Fekat, zemân› ne olursa olsun,
deli iken okursa, secde lâz›m olmaz. Akl› bafl›nda iken okursa secde lâz›m olur. Da¤lardan, çöllerden ve baflka yerlerden aks edip, yans›y›p geri gelen sedây› iflitenlerin ve kufldan iflitenlerin secde etmesi vâcib olmaz. Secde âyeti hece hece okununca ve yaz›l›nca da secde yap›lmaz. Kâfirin okudu¤unu ifliten müslimânlar›n secde
etmesi vâcib olur. (Dürr-ül-müntekâ)da diyor ki, (‹nsan sesi olmas› lâz›md›r).
Radyodan iflitilen sesin, insan sesi olmad›¤›, hâf›z›n sesine benziyen, cans›z âlet sesi oldu¤u, ikinci k›sm›n elliikinci maddesinde bildirilmifldir. Bunun için, (El-f›khu alel-mezâhib-il erbe’a)da da diyor ki, (Fonografda [gramofonda, teybde ve radyoda] okunan secde âyeti iflitenin, tilâvet secdesi yapmas› vâcib olmaz.)
Tilâvet secdesi yapmak için, abdestli olarak, k›bleye karfl› ayakda durup, elleri kulaklara kald›rmadan (Allahü ekber) diyerek secdeye yat›l›r. Üç kerre (Sübhâne rabbiyel-a’lâ) denir. Sonra (Allahü ekber) deyip aya¤a kalk›nca, secde-i tilâvet temâm olur. Önce niyyet etmek lâz›md›r. Niyyetsiz kabûl olmaz. Nemâzda
okuyunca, hemen ayr›ca rükü’ veyâ bir secde yap›p aya¤a kalkar. Okumas›na
devâm eder. Secde âyetini okudukdan iki üç âyet sonra nemâz›n rükü’una e¤ilirse ve tilâvet secdesine niyyet ederse, nemâz›n rükü’ veyâ secdeleri, tilâvet secdesi yerine geçer. Cemâ’at ile k›lan ise, imâm secde âyeti okuyunca, imâm›n okudu¤unu iflitmese de, imâmla birlikde, ayr›ca bir rükü’ ve iki secde yapar. Cemâ’atin
rükü’da niyyet etmesi lâz›md›r. Nemâz d›fl›nda, sonraya da b›rak›labilir. Cünüb, abdestsiz ve serhofl olan›n da temizlendikden sonra yapmalar› lâz›md›r. Hâid kad›n
iflitince, secde etmesi vâcib olmaz. Bir oturumda bir secde âyetini birkaç def’a okuyan ve ifliten, hepsi için bir secde eder. Muhammed aleyhisselâm›n ism-i flerîfini söyleyince veyâ iflitince, salevât okumak da böyledir. Bir meclisde iki secde âyeti okunursa, iki secde lâz›m olur. Nemâz k›larken, d›flardan secde âyeti ifliten, nemâzdan
sonra secde eder. Nemâz k›lmas› harâm olan üç vaktde secde-i tilâvet yapmak câiz de¤ildir.
(Dürr-ül-muhtâr)da ve (Nûr-ül-îzâh)da secde-i tilâvet sonunda diyor ki,
(‹mâm-› Nesefî “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Kâfî) kitâb›nda buyuruyor ki, bir kimse hüzünden, s›k›nt›dan kurtulmak için, Allahü teâlâya kalbinden yalvararak,
ondört secde âyetini [ezberden, ayakda] okuyup, herbirinden sonra, hemen yat›p
– 229 –
secde ederse, Allahü teâlâ, o kimseyi o derd ve belâdan korur). Son secdeden kalk›nca, ayakda ellerini ileri uzat›r. Kendinin veyâ bütün müslimânlar›n dünyâ ve dinlerine gelen belâdan, s›k›nt›dan kurtulmalar›, korunmalar› için düâ eder.
(fiükr secdesi) de, tilâvet secdesi gibidir. Kendisine ni’met gelen veyâ bir derdden kurtulan kimsenin, Allahü teâlâ için secde-i flükr yapmas› müstehabd›r. Secdede önce, (Elhamdülillah) der. Sonra, secde tesbîhini okur. Nemâzdan sonra flükr
secdesi yapmak mekrûhdur. (Mektûbât-› Ma’sûmiyye) birinci cild, 124. cü mektûbda da yaz›l›d›r. Câhillerin sünnet veyâ vâcib sanaca¤› mubâhlar› yapmak da, tahrîmen mekrûhdur. (Bid’at) hâs›l olmas›na sebeb olur.
(Redd-ül-muhtâr)da vitr nemâz›n› anlat›rken diyor ki, (‹nanmas› da, yapmas›
da farz olan emrlere (Farz) denir. Farz oldu¤una inanm›yan, kâfir olur. Yapm›yan,
tevbe etmezse, Cehennem azâb› çeker. ‹nanmas› farz olmay›p, vâcib olan, yapmas› farz olan emrlere (Vâcib) denir. Vâcib oldu¤una inanm›yan kâfir olmaz. Vâcibi yapm›yan da, tevbe etmezse, Cehennemde azâb çeker. Vâcibin, ibâdet oldu¤una, yap›lmas› lâz›m oldu¤una inanm›yan kâfir olur. Çünki, vâcib oldu¤u, sözbirli¤i ile ve zarûrî olarak bildirilmifldir. Kur’ân-› kerîmde (Kat’î delîl) ile, ya’nî aç›kca bildirilmifl ve sözbirli¤i ile anlafl›lm›fl emrlere farz denir. Kur’ân-› kerîmde
(fiübheli delîl) ile, ya’nî aç›k olm›yarak bildirilmifl veyâ bir sahâbînin bildirmesi ile
anlafl›lm›fl olan emrlere vâcib denir.
Ahkâm-› islâmiyyeyi bildiren delîller, vesîkalar dörtdür: Sübûtü ve delâleti
kat’î olanlar. Aç›k anlafl›lan âyetler ve tevâtürle, ya’nî sözbirli¤i ile bildirilmifl aç›kca anlafl›lan hadîsler böyledir. ‹kincisi, sübûtü kat’î olup, delâleti zannî olanlar. Aç›kca anlafl›lam›yan âyetler böyledir. Üçüncüsü, sübûtü zannî, delâleti kat’î olanlar.
Bir sahâbînin bildirdi¤i aç›k hadîsler böyledir. Dördüncüsü, sübûtü de, delâleti de
zannîdir. Bir sahâbînin bildirdi¤i, aç›k anlafl›lam›yan hadîsler böyledir. Birincisi,
farz ile harâmlar›, ikincisi ve üçüncüsü, vâcib ile tahrîmen mekrûhu, dördüncüsü,
sünnet ile müstehab› ve tenzîhî mekrûhu bildirir. Bir sahâbînin haberini veyâ k›yâs› te’vîlsiz red etmek (Bid’at)dir.)
Gelin nemâz k›lal›m, kalbden pas› silelim,
Allaha yaklafl›lmaz, nemâz k›l›nmad›kca!
Nerde nemâz k›l›n›r, günâhlar hep dökülür,
‹nsân, kâmil olamaz, nemâz› k›lmad›kca!
Kur’ân-› kerîmde Hak, nemâz› çok medh etdi,
dedi sevmem kifliyi, nemâz› k›lmad›kca!
Bir hadîs-i flerîfde: Îmân›n alâmeti,
insanda belli olmaz, nemâz›n k›lmad›kca!
Bir nemâz› k›lmamak, ekber-i kebâirdir,
tevbe ile afv olmaz, kazâs›n k›lmad›kca!
Nemâz› hafîf gören, îmândan ç›kar hemân,
müslimân olamaz o, nemâz›n k›lmad›kca!
Nemâz kalbi temizler, kötülükden men’ eder,
münevver olamazs›n, nemâz›n k›lmad›kca!
– 230 –
67 — NEMÂZI BOZAN fiEYLER
Afla¤›daki yaz›lar, (Dürr-ül-muhtâr)dan terceme edilmifldir:
Nemâz› bozan fleylere, (Müfsidleri) denir. ‹bâdetlerin fâsid ve bât›l olmas› ayn› fleydir ve bozulmas› demekdir. Mu’âmelâtda ise, ayn› fley de¤ildir. Nemâz›n müfsidlerinden otuzbir adedini afla¤›da bildiriyoruz:
1 — Konuflmakd›r. Bir kelime de nemâz› bozar. Bilerek, bilmiyerek, zorla,
unutarak söylemek, hep bozar. Yaln›z, birinci oturuflda, ikinci oturufl sanarak selâm söylemek, nemâz› bozmaz. Nemâz› iki rek’at sanarak veyâ ayakda (esselâmü)
derse, bozulur. Baflkas›n›n selâm›na, her sûret ile cevâb söylemek bozar.
2 — Bo¤az›ndan, özrsüz, öksürür gibi ses ç›karmak nemâz› bozar. Kendili¤inden olursa bozmaz. Okuma¤› kolaylafld›rmak için yaparsa, zarar› olmaz.
3 — Kur’ân-› kerîmde ve hadîs-i flerîfde bulunm›yan düâlar› okumak, bozar.
(Dürr-ül-muhtâr)da, (Selâm vermeden önce okunacak düâ arabî olmal›d›r. Nemâzda baflka dil ile düâ etmek harâmd›r) diyor. ‹bni Âbidîn burada (‹mâm-› Ebû Yûsüf
ve Muhammed, arabîden baflka dil ile k›l›nan nemâz sahîh olmaz, dediler. ‹mâm-›
a’zam›n “rahmetullahi aleyhim” da sonraki ictihâd› böyledir) buyurmakdad›r.
4 — Ah, of gibi inlemek bozar.
5 — Uf diye s›k›nt›y› bildirmek bozar.
6 — A¤r›, üzüntü sebebi ile, sesle a¤lamak bozar. Sessiz gözyafl› ile veyâ Cenneti, Cehennemi hât›rlay›p sesle a¤larsa, bozulmaz. Hasta, elinde olm›yarak ah, of
der ve a¤larsa bozulmaz.
7 — Aks›r›p (Elhamdülillah) diyene (Yerhamükallah) demek bozar. Nemâz›n
d›fl›nda hemen cevâb vermek üç kerre farz-› kifâye, fazlas› müstehabd›r. [R›yâdun-nâsihîn.]
8 — Kötü habere (‹nnâ lillah ve...) demek bozar. Bunu, nemâz k›lm›yorken söylemek, sünnetdir.
9 — Allahü teâlân›n ve Peygamberin “sallallahü aleyhi ve sellem” ismlerini iflitince (Celle celâlüh) ve (Sallallahü aleyhi ve sellem) demek bozar. ‹smlerini nemâz d›fl›nda söyleyince, iflitince, yaz›nca bunlar› söylemek ve yazmak, birincisinde vâcib, tekrâr›nda müstehabd›r.
10 — ‹mâmdan baflkas›n›n düâs›na âmîn demek bozar. [Bunun için, imâm hoparlör ile k›ld›rsa, (Veladdâllîn) dedi¤i zemân, (Âmîn) diyenlerin nemâzlar› bozulmak tehlükesi vard›r. Çünki, ho-parlörden ç›kan ses, imâm›n sesi de¤ildir.
Elektrik te’sîri ile hâs›l olan, m›knâtis kuvvetlerinin titretdi¤i demir levhan›n,
husûle getirdi¤i baflka bir sesdir. ‹nsan›n sesinden meydâna gelen böyle seslerin,
çok benziyor, ay›rd edilemiyor ise de, o insan›n sesi olmad›¤›, kitâb›m›z›n ikinci k›sm›nda, elliikinci maddede uzun bildirilmifldir.] ‹mâm Fâtihay› bitirince, cemâ’atin
ve imâm›n yüksek sesle âmîn demeleri mekrûhdur. Hafîf söylemelidir.
11 — Baflkas›n›n sözü ile yerini de¤ifldirmek veyâ yan›na gelene, onun sözü ile
yer açmak bozar. Fekat, biraz sonra, kendili¤inden hareket ederse bozmaz.
12 — ‹mâm›ndan baflkas›n›n yanl›fl›n› ç›karmak bozar.
13 — Az da olsa, unutarak da olsa, d›flardan alarak yimek, içmek bozar. Difl aras›nda kalm›fl, nohuddan küçük fleyi yutmak bozmaz. Orucu da bozmaz. A¤z›ndaki ufak bir fleyi üç kerre çi¤nemek veyâ eritip yutmak, nemâz› bozar.
14 — Kur’ân-› kerîme veyâ k⤛da bak›p, ö¤renerek okumak bozar. Çünki, baflkas›ndan ö¤renmek demekdir. ‹mâm-› Muhammed ve Ebû Yûsüf, mekrûh olur, dediler. Kitâbl› kâfirlere benzeme¤i düflünmezse, mekrûh da olmaz dediler.
Bir yaz›ya, [birfleye veyâ d›vardaki resmine] bak›p, anlamamak bozmaz. Anlay›nca mekrûh olur. Bakmay›p gözüne rastlarsa, mekrûh olmaz.
– 231 –
[Kâfirlerin âdetlerini yapmak, onlara benzemek niyyeti ile olmazsa ve harâm
veyâ kötü âdetler de¤ilse, fâideli fleyler ise, câiz olur. Onlar gibi yimek, içmek böyledir. Onlara uymak için olur veyâ harâm veyâ fenâ fleyler ise, harâm olur.
(Uyûn-ül besâir)de diyor ki, (‹nsan resmi veyâ heykeli yap›p, bu insanda ülûhiyyet s›fatlar›ndan birinin bulundu¤una inanarak veyâ bunun kâfir oldu¤unu
bilerek, bunlar›n karfl›s›nda, hurmet, ta’zim bildiren birfley söylese veyâ yapsa, meselâ secde etse, yehûdîlerin ve nasârân›n ba¤lad›klar› Zünnâr denilen kufla¤› ve onlar›n dinlerine mahsûs fleyleri kullansa, kâfir olur. Kâfirlere mahsûs olan fleyleri
harbde hîle olarak kullan›rsa, kâfir olmaz). Can›n›, mal›n›, r›zk›n› kurtaracak kadar kullanmas› özr olur. Dahâ fazlas› küfr olur. Allahü teâlâya mahsûs olan s›fatlara ülûhiyyet s›fatlar› denir. Akâid ve f›kh kitâblar›n›n ço¤unda, meselâ (Dürer)in
nikâhdan önceki fasl›nda diyor ki, (Bir kimse, kalbi îmân ile dolu oldu¤u hâlde, küfre sebeb olan birfleyi, zarûret olmadan, ya’nî istiyerek söylerse, kâfir olur. Kalbindeki îmân›n fâidesi olmaz. Çünki, bir kimsenin kâfir oldu¤u sözünden anlafl›l›r. Küfre sebeb olan fleyi söyleyince, insanlar aras›nda da, Allahü teâlâ yan›nda da kâfir
olur). ‹fl ve giyim ile hâs›l olan (Küfr-i hükmî)nin de böyle oldu¤u, (fierh-i mevâk›f)›n
alt›nc› mevk›f, üçüncü mersad›nda yaz›l›d›r].
Kâfirlerin ibâdetlerini, ibâdet olarak yapmak, meselâ kiliselerinde çald›klar› org
gibi çalg›lar› ve çanlar› câmi’lerde çalmak ve islâmiyyetin kâfirlik alâmeti sayd›¤› fleyleri, zarûret, cebr olmadan kullanmak küfr olur. Îmân› giderir. [‹kinci k›smda, 72. ci maddenin sonuna bak›n›z!].
15 — Nemâzdan olm›yan fazla hareketler, nemâz› bozar. Rükü’u ve secdeleri
çok yapmak ve abdest alma¤a gitmek bozmaz. Akreb, y›lan öldürmek gibi özrlü
çok hareketler de bozmaz. [Mekrûhlar›n onyedincisine ve yirmialt›nc›s›na bak›n›z!]. Bir elin hareketi üçden az olursa bozmaz. ‹ki el ile bir hareket de, bozar denildi. Nemâz içindeki tekbîrlerde, elleri kulaklara kald›rmak bozmaz, mekrûhdur.
16 — Necs yerde durmak ve secde etmek bozar. Necs yere temiz fley sererse, bozmaz. Giyilmifl olan ayakkab›, elbise, insan›n derisi demekdir. Palto ucunu pis yere getirip secde edilemez. Paltoyu ç›kar›p da sermelidir. [Necâset bulaflm›fl ayakkab› ile cenâze nemâz› k›l›nmaz.]
17 — Bir rüknde, üç kerre sübhânallah diyecek kadar avret yeri aç›l›rsa veyâ derisinde, elbisesinde nemâz› bozacak kadar necâset olursa veyâ imâm›n önüne geçerse veyâ [ayn› imâma uymufl olan] kad›nla bir hizâda olursa bozulur. Bunlar› kendi yaparsa, derhâl bozulur. [Yetmiflinci maddede cemâ’at ile nemâza bak›n›z!].
18 — Necs yere, renk, koku, nem geçiren fley serip üzerinde k›lmak bozar. Geçirmezse, bozmaz. Fazla toprak örtüp k›l›nca bozmaz.
19 — Özrsüz, gö¤sünü k›bleden çevirince hemen bozar. Yüzünü, baflka uzvunu
çevirmek bozmaz, mekrûh olur. Elinde olm›yarak çevrilince, bir rükn devâm
ederse, bozar. K›bleye karfl› bir saf (bir buçuk metre) yürüyünce bozulmaz. K›bleye karfl› de¤ilse veyâ k›bleye karfl› devâml› olarak dahâ çok yürürse, bozulur. Bunun için, yürüyerek nemâz k›lmak câiz de¤ildir.
20 — Öpülen veyâ flehvet ile tutulan kad›n›n nemâz› bozulur.
21 — Kalbinden irtidâd edenin nemâz› bozulur. [Ya’nî, falanca fley olursa, falancan›n sözü do¤ru ç›kar ve Kur’ân-› kerîm (hâflâ) do¤ru olmaz, derse veyâ bir k›z,
bir kâfirle evlenme¤e karâr verirse, hemen kâfir olurlar.] ‹lerde kâfir olma¤a niyyet eden ve küfre sebeb olan fleye inanan hemen mürted olur.
22 — Nemâzda iken, abdestini, guslünü bozacak birfley yapmak harâmd›r. Son
rek’atde teflehhüd mikdâr› oturmadan önce yaparsa, nemâz› hemen bozulur. Teflehhüd mikdâr› oturdukdan sonra yaparsa, nemâz› temâm olur. Teflehhüd mikdâr› oturmadan evvel, abdesti kendili¤inden bozulursa, hemen gidip tâzeleyip, nemâz›na devâm edebilir ise de, bafldan k›lmas› efdaldir. [Tekrâr bozulursa veyâ ab– 232 –
dest almak güç olursa, nemâza dururken mâlikî mezhebini taklîd eder. Mâlikî mezhebinde, hastalar›n, ihtiyârlar›n nemâzlar› bozulmaz.] Teflehhüd mikdâr› oturdukdan sonra kendili¤inden bozulursa, hemen abdest al›p vâcib olan selâm› verirse,
yâhud abdest almay›p, nemâz› bozan birfley yaparsa, meselâ selâm verirse, nemâz› temâm olur.
23 — Bir rüknü terk eden, bu rüknü nemâz içinde îfâ etmezse, bozulur.
24 — ‹mâm bir rükne bafllamadan önce, bu rükne bafllay›p bitirenin bozulur. Fekat, imâm sonradan, o rükne bafllay›p berâber bitirirlerse veyâ imâm bafllamadan,
o vaz geçip, imâm, bu rükne bafllay›nca, bu rüknü tekrâr imâmla birlikde yaparsa, bozulmaz ise de, mekrûh olur. ‹mâm bir rüknü bitirdikden sonra, bu rükne bafll›yan›n nemâz› kabûl olur.
25 — ‹mâma birinci rek’atde yetiflemiyen kimseye (Mesbûk) denir. Mesbûk, teflehhüd mikdâr› oturup, imâm selâm vermeden, aya¤a kalkd›kdan ve kaç›rd›¤›
rek’atin secdesini yapd›kdan sonra, imâm›n secde-i sehv yapd›¤›n› görerek, imâmla birlikde secde-i sehv yaparsa, nemâz› bozulur. ‹mâma uymay›p, nemâz›n› temâmlad›kdan sonra, secde-i sehvi kendi yapar. Aya¤a kalkm›fl, fekat secde yapmam›fl
ise, oturup imâm ile secde-i sehv yapmas› vâcib olur.
26 — Secdeyi unutan kimse, rükü’da veyâ secdede hât›rlarsa, rükü’dan hemen, secdeden ise, oturdukdan sonra yatarak o secdeyi yapar ve rükü’ ve secdeyi i’âde eder. Sonra secde-i sehv yapar. Yâhud, bu hât›rlad›¤› ve son oturuflda hât›rlad›¤› secdeyi son oturufl aras›nda veyâ sonunda yapar ve tekrâr oturarak teh›yyât› okur ve secde-i sehv yapar. Tekrâr oturmazsa, nemâz› bozulur.
27 — Uyuyarak k›ld›¤› rüknü tekrâr etmezse, bozulur.
28 — Nemâz içindeki tekbîrlerde (Allahü) derken, bafldaki hemzeyi uzat›rsa nemâz bozulur. Nemâza dururken uzat›rsa, nemâza bafllamas› sahîh olmaz.
29 — Tegannî ile okumak, ma’nây› bozarsa, nemâz› da bozar. Tegannî, mûsikî
perdelerine uymak için harekeleri uzatmak demekdir. Meselâ, (Elhamdû lîllahî râbbil) diye uzatmak, ma’nây› bozuyor. Bunun gibi, müezzinlerin (Râbbenâlekelhâmd)
demeleri de bozuyor. Çünki, Râb, üvey baba demek olup, (Allah›m›za hamd ederiz!) yerine (Üvey babam›za hamd ederiz!) oluyor. Ma’nâ de¤iflmezse, nemâz bozulmaz. Fekat elif, vav, yâ sadâl› harflerini çok uzat›rsa, ma’nâ de¤iflmese de, nemâz bozulur. Görülüyor ki, tegannî, kelimenin ma’nâs›n› de¤ifldirmezse ve harfler, iki harf kadar uzamazsa, yaln›z sesi güzellefldirip k›râeti süslerse, câiz olur. Hattâ, nemâz içinde de, nemâz d›fl›nda da, müstehab olur.
Ebüssü’ûd efendi fetvâs›nda diyor ki, (‹mâm, amel-i kesîr olunc›ya kadar tegannî ederse, yâhud üç harf ziyâde ederse, nemâz› fâsid olur. Tegannî, ›rlamakd›r, sesini hançeresinde terdîd edip, ya’nî tekrârlay›p dürlü sesler ç›karmakd›r).
30 — Zellet-ül-kâri (yanl›fl okumak) bozar. Hatâ, dört fleklde olabilir: Birinci flekl
i’râbda hatâd›r. Ya’nî harekelerde ve sükûnde olabilir. Meselâ fleddeyi hafîf okur
veyâ medleri [uzunlar›] k›sa okur veyâ bunlar›n aksini yapar.
‹kinci fleklde, harflerde olur: Harfin yerini de¤ifldirir veyâ harf ilâve eder, yâhud azalt›r. Veyâhud harfi ileri geri al›r.
Üçüncü hatâ, kelimelerde ve cümlelerde olur. Nihâyet, vakf ve vaslde hatâ
olur. Ya’nî duracak yerde durmaz, geçer. Geçecek yerde durur. Bu dördüncü flekl
hatâda, ma’nâ de¤iflse de, bozulmaz.
‹lk üç fleklde, ma’nây› de¤ifldirip, küfre sebeb olacak ma’nâ hâs›l olursa, nemâz› bozar. Yaln›z, cümlenin yerini de¤ifldirdi¤i zemân, arada durursa, bozmaz. Hâs›l olan ma’nâ küfre sebeb olmazsa, Kur’ân-› kerîmde benzeri yoksa, nemâz yine
bozulur. Gurâb yerine gubâr demek ve Rabbinnâs yerine Rabinâs demek ve zallelnâ yerine zalelnâ demek ve emmâretün yerine emâretün demek ve (amile sâlihan ve kefere fe lehüm ecrühüm) diyerek (ve kefere) kelimesini eklemek ve me– 233 –
sânî yerine mesânîne demek ve ess›râtallezîne demek ve bir kavle göre, iyyâ kena’büdü demek [ya’nî bir kelimeyi ay›r›p, ikinci kelimeye birlefldirmek], [ve mâ halekazzekere] derken [ve]yi unutmak, hepsi bozar. Ma’nâs›z olur ve Kur’ân-› kerîmde benzeri bulunmazsa, yine bozar. [Serâir] yerine, serâil demek ve [halaknâ]
yerine, laknâ demek ve [ce’alnâ] yerine alnâ demek gibi. Benzeri bulunursa da,
ma’nâ baflka ise, imâm-› Ebû Yûsüf bozulmaz dedi. Tarafeyn [ya’nî, ‹mâm-› a’zam
ile imâm-› Muhammed] ise, bozulur dedi. Fetvâ da böyledir. Benzeri bulunmaz,
ma’nâs› de¤iflmezse, aksini söylediler. Fetvâ, Tarafeynin sözünedir. Meselâ, ihdinels›râta deyince ve Rabilâlemin ve iyâke deyince ve [yâ mâlik] yerine [yâ mâli]
deyince, [teâlâ ceddü Rabbinâ] derken [teâl] deyince bozulmaz. [Ehad yerine
ehat deyince bozulur (Bezzâziyye).]
Sonradan gelen âlimler, i’râb hatâs›, hiçbir zemân bozmaz dedi. Birincisi ihtiyât, ikincisi ruhsat yoludur.
Bir harfi, baflka harf okumakda, harfler çok farkl› ise, bozar. Meselâ, sat yerine ta söylemek, sâlihât yerine tâlihât okumak gibi. Harflerin fark› az ise, çok
âlimler, ma’nâ de¤iflirse, e¤er bilerek okudu ise, bozulur. A¤z›ndan kaçd› ise, bozulmaz dediler. Dat yerine z› demek, sin yerine sat, te yerine t› demek gibi. Fetvâ böyle ise de, ihtiyâtl› olmak lâz›md›r. Dâllîn yerine zâllîn okumak böyledir. [Dahâ fazla bilgi için (Cemâ’at ile nemâz)a bak›n›z!].
Kelime ilâve edince, ma’nâ de¤iflmez ve bu kelime Kur’ân-› kerîmde bulunursa, bozulmaz. Meselâ, (ve bilvâlideyni ihsânen ve berren) gibi. Bu kelime,
Kur’ân-› kerîmde bulunmazsa da, bozulmaz. Meselâ (ve nahlün ve tüffâhun ve
rumman) gibi. Fekat, Ebû Yûsüf “rahmetullahi teâlâ aleyh” bozulur dedi.
Kelime unutulunca, ma’nâ de¤iflmezse, bozulmaz. Meselâ (ve cezâü seyyietin
seyyietün mislühâ) derken, seyyietün demezse, bozulmaz. Ma’nâ de¤iflirse, bozulur. Meselâ (lâ yü’minûn) derken, lâ demezse bozulur.
Harfin kendini veyâ yerini de¤ifldirince, ma’nâ de¤iflmezse, Kur’ân-› kerîmde
benzeri varsa, bozulmaz. Meselâ innelmüslimîne yerine, innelmüslimûne derse bozulmaz. Benzeri yoksa, iki imâm bozulmaz dedi. Meselâ, kavvâmîne yerine kayyâmîne deyince bozulmaz. Ma’nâ de¤iflirse, iki imâm bozulur dedi. ‹mâm-› Ebû Yûsüf, benzeri yoksa, bozulur dedi. Eshâbessaîr yerine, eshâbeflflaîr deyince, bozulur. ‹nfeceret yerine, inferecet ve evvâb yerine eyyâb deyince, bozulmaz dedi.
Kelimeyi tekrârlay›nca ma’nâ de¤iflirse, bozulur. Rabbi Rabbil’âlemîn, mâliki
mâliki yevmiddîn deyince bozulur. Fekat, ma’nân›n de¤ifldi¤ini bilmezse veyâ
a¤z›ndan kaçarsa veyâ harfi do¤ru okumak için tekrâr ederse, bozulmaz.
Kelimeyi de¤ifldirince, ma’nâ bozulursa, Kur’ân-› kerîmde benzeri bulunsa da
bozar. Ma’nâ de¤iflmezse, bozmaz.
Ahmed ibni Kemâl pâflan›n “rahmetullahi teâlâ aleyh” Kur’ân-› kerîmin secâvendleri [ya’nî duraklar›] için yazd›¤› fli’r afla¤›dad›r:
cim
: Câiz geçmek ondan, hem revâ,
durmak fekat, evlâd›r sana!
ze
: Câiz, onda dahî durdular,
geçme¤i, dahâ iyi gördüler.
t›
: Mutlaka durmak niflân›d›r,
nerde görsen, orda hemen dur!
sat
: Durmakda ruhsat var dediler,
nefes alma¤a izn verdiler.
mim : Lâz›m durmak burada elbet
geçmede, küfrden korkulur pek!
– 234 –
lâ
: Durulmaz! demekdir her yerde,
durma hiç! alma hem nefes de!
Bu tertîble oku, itmâm et!
sevâb›n cümleye ihsân et!
[Ayn harfi, rükü’ demekdir. Ömer Fârûkun “rad›yallahü anh” nemâz k›ld›r›rken, ayakda okumay› bitirip, rükü’a e¤ildi¤ini gösterir. Ayn iflâreti, hep âyetlerin
sonunda bulunmakdad›r. Lâ bulunan yerde durulursa, evvelki kelime ile birlikde
tekrâr okunur. Âyet-i kerîme sonunda durunca, tekrâr edilmez. ‹kinci k›smda birinci maddeye bak›n›z!]
31 — Tertîb sâhibi olan kimsenin, önce k›lmad›¤› nemâz› hât›rlamas›, nemâz› bozar. [Fazla bilgi için, yetmifldördüncü maddenin bafl taraf›na bak›n›z!].
K›rda ve büyük veyâ küçük câmi’lerin her yerinde, nemâz k›lan›n önünden, yak›n olsun, uzak olsun kad›n veyâ erkek veyâ köpek geçerse, nemâz› hiç bozulmaz.
K›rda ve büyük câmi’de ayaklar ile secde yeri aras›ndan, küçük mescidde ve odada ise, ayaklar› ile k›ble d›var› aras›ndan geçen, günâha girer. K›ble d›var› ile arka d›var› aras› yirmi metreden az olan mescide, küçük denir. Sed, sedir gibi yüksek fleyler üzerinde k›lan›n, önünden, afla¤›dan geçen, bafl› nemâz k›lan›n ayaklar›ndan yukar› olursa günâha girer.
Önünden kimse geçebilecek yerlerde, nemâz k›larken, imâm veyâ yaln›z k›lan›n sol kafl› hizâs›na, yar›m metreden uzun bir çubuk dikmesi sünnetdir. Çubu¤u
yere dikemezse, secde yerinden k›bleye do¤ru uzatmak veyâ çizgi çizmek de olur.
Geçene, iflâretle, yüksek okumakla mâni’ olmak câiz ise de, mâni’ olmamak iyidir.
(Halebî-yi kebîr)de diyor ki, (Diflleri aras›ndan akan kan› yutarsa, a¤›z dolusu
olmad›kça, nemâz› bozulmaz.) A¤›z dolusu yutsa da abdesti bozmaz.
Cemâ’atde kad›n bulunmas›, 249 ve 250. ci sahîfelerde yaz›l›d›r. Fâsid olan
farz› iâde etmek farzd›r. Tahrîmî mekrûh bulunan her nemâz› ve fâsid olan sünnet
ve nâfile nemâzlar› iâde etmek vâcibdir. ‹kiyüzyetmiflüçüncü sahîfeye bak›n›z!
Mâl-ü mülke olma ma¤rûr, deme var m› ben gibi?
Bir muhâlif yel eser, savurur harman gibi!
Bu yafla erifldin ne amel k›ld›n?
Ömrün gelip geçdi, piflmân m› oldun?
fiimdi huzûruma ne yüzle geldin,
derse Allah, sen ne cevâb verirsin?
‹ki yol gösterdim, hem akl verdim,
bir yolu seçmekde, serbest b›rakd›m.
Dînin emrlerini terk edip, nefsine uydun,
derse Allah, sen ne cevâb verirsin?
So¤uk, s›cak dedin, abdest almad›n,
dünyâya dald›n, nemâz k›lmad›n.
Cenâbet gezip, gusl etmedin,
derse Allah, sen ne cevâb verirsin?
Niçin, abdest al›p, k›lmad›n nemâz,
yalvar›p Hâl›ka, etmedin niyâz?
Gusl abdesti almak lâz›m k›fl ve yaz,
derse Allah, sen ne cevâb verirsin?
– 235 –
68 — NEMÂZIN MEKRÛHLARI
Afla¤›daki bilgilerin ço¤u, (Dürr-ül-muhtâr)dan ve bunun flerhi olan (Redd-ülmuhtâr)dan terceme edilmifldir:
Nemâz›n mekrûhlar› iki dürlüdür: Yaln›z mekrûh denildi¤i zemân (Tahrîmen
mekrûh) demekdir ki, delîlinden zan ile anlafl›lan yasaklard›r. Yasak olmas›na bir
delîl, sened bulunmay›p, yap›lmamas› iyi olan fleye (Tenzîhen mekrûh) denir. Nemâz içindeki vâcibleri, [ve müekked sünnetleri] yapmamak (Tahrîmen), [müekked
olm›yan sünnetleri] yapmamak (Tenzîhen) mekrûhdur. Tenzîhî mekrûh halâle, tahrîmî mekrûh harâma yak›nd›r. Mekrûh olarak k›l›nan nemâz sahîh olursa da kabûl olmaz. Ya’nî, va’d edilen sevâba kavuflulamaz. ‹kiyüzotuzbefl sonuna bak›n›z!
Nemâz›n mekrûhlar›ndan k›rkbeflini afla¤›da bildirece¤iz:
1 — Elbiseyi giymeyip, omuzlar›na alarak k›lmak mekrûhdur. Ceketin ve paltonun önünü kapal› veyâ aç›k bulundurmak mekrûh de¤ildir.
2 — Secdeye inerken etekleri, [pantalon] paçalar›n› kald›rmak mekrûhdur.
3 — Antârinin etekleri, kollar› s›¤al› olarak nemâza durmak mekrûhdur. Abdest
al›p, imâma yetiflmek için acele edenin, kollar› s›¤al› kalm›fl ise, nemâzda iken yavafl yavafl indirmesi lâz›md›r. Nitekim nemâzda bafll›¤› düflenin bafl›na koymas› efdaldir. [Görülüyor ki, dirse¤e kadar k›sa kol ile, atlet gömle¤i ile ve dizden afla¤›
olan k›sa pantalon ile nemâza durmak mekrûhdur. Uzun kolu yukar› s›¤al› gömlekle mekrûh olup, k›sa kollu ile k›lmak mekrûh olmaz demek do¤ru de¤ildir. Çünki, bütün kitâblar, kolu veyâ ete¤i yukar› kald›r›lm›fl diyor. Etek s›¤anmaz, kald›r›l›p bacak aç›l›r. (Ni’met-i islâm) kitâb›nda, mekrûhlar›n onbirincisinde (Erke¤in
kolu aç›k nemâza durmas› mekrûhdur) diyor. Kollar› aç›k nemâz k›lman›n mekrûh oldu¤u, (Ma’rifetnâme)nin ikiyüzaltm›flsekizinci sahîfesinde de yaz›l›d›r.]
Dirsekden yukar› olursa, zarar› dahâ çokdur. Nemâzda kolunu, paças›n› yukar›ya s›¤arsa, nemâz› bozulur.
4 — Abes, ya’nî fâidesiz hareketler. Meselâ elbisesi ile oynamak, mekrûhdur.
Nemâzda fâideli hareketin, meselâ, eli ile, aln›ndaki teri silmenin zarar› olmaz. Pantalon, antâri ete yap›fl›nca, avret mahallinin flekli belli olmas›n diye, bunlar› etden
ay›rmak mekrûh olmaz. Tozunu silmek mekrûhdur. Nemâzda abes hareket ve kabristânda sesle gülmek, hadîs-i flerîf ile men’ edilmifldir. Kafl›nmak abes de¤il ise de,
bir rüknde, eli üç kerre kald›r›rsa, nemâz› bozulur.
5 — ‹fl elbisesi ile ve büyüklerin yan›na ç›kam›yacak elbise ile ve fenâ kokulu
elbise ve çorap ile k›lmak mekrûhdur. Baflka elbisesi yoksa, mekrûh olmaz. [Paras› varsa, almas› lâz›md›r.] Pijama, antâri gibi gecelikle k›lmak mekrûh de¤ildir.
6 — A¤›zda, k›râete mâni’ olm›yacak birfley bulundurmak mekrûhdur. Mâni’
olursa, nemâz bozulur.
7 — Bafl› aç›k k›lmak. Nemâzda bafl› örtme¤e ehemmiyyet vermedi¤i için aç›k
k›larsa, mekrûh olur. Nemâza ehemmiyyet vermedi¤i için açarsa, kâfir olur. Kesel, bir ifli, istemedi¤i için yapmamakd›r. Acz, isteyip de, gücü yetmedi¤i için yapmamakd›r. Bafll›¤› düflerse, az hareketle örtmek efdaldir. Kendini küçük göstermesi için bafl› aç›k k›lmak zarâr vermez ise de, yine örtmesi efdaldir. Harâreti teskîn ve râhatl›k için açmak da mekrûhdur. [Nemâzda bafl› hiç olmazsa, herhangi bir
renkde olan takke ile örtmelidir. Siyâh takke, yehûdîlerin havra k›yâfetidir sözü,
din kitâblar›nda yokdur. Siyâh bafll›k sünnetdir. Altm›fldördüncü ve ikinci k›smda otuz sekizinci maddelere bak›n›z!].
[Resûlullah ve Eshâb-› kirâm, nemâzlar›n› na’l›n-› flerîfleri ile k›lard›. Na’l›n, alt› deri olan ayakkab› demekdir. (Tergîb-us-salât)da diyor ki, (Ç›plak ayakla nemâzda oturan adam›n, sa¤ elini geriye uzatarak, aya¤›n›n alt›n› örtmesi lâz›md›r denildi. Çünki, her zemân, ç›plak aya¤›n›n alt›n› mü’minlere göstermek edebsizlik
– 236 –
olur. Nemâz içinde ise, dahâ çirkin olur. Ba’z› âlimler de, nemâz aras›nda, eli ile
ç›plak aya¤›n› örtmemelidir. Çünki, nemâzda otururken elleri uyluklar üzerine koymak sünnetdir. Arkada olan›n da kendi kuca¤›na bakmas› sünnetdir. Her ikisi sünnete göre oturunca, edebsizlik olmaz dedi). Görülüyor ki, otururken eli ile aya¤›n› örtmemeli diyen âlimlere göre de, aya¤›n aç›k olmas› edebsizlikdir. Ancak, otururken, eli uyluklardan ay›rmak mekrûh oldu¤undan, aya¤›n aç›k olmas› mekrûhlu¤unu gidermek için, ikinci bir mekrûh ifllememelidir. Arkadaki kuca¤›na bakarsa, edebsizlikden kurtulur demifllerdir. (Halebî-i kebîr)de yaz›ld›¤› gibi, ayakda,
rükü’da, secdelerde ve otururken, elleri sünnet oldu¤u gibi koymamak mekrûhdur. (Merâk›l-felâh)da, nemâz›n mekrûhlar›na bafllarken, (Halebî)de de mekrûhlar›n sonunda (Vâcibi ve sünneti terk etmek mekrûhdur. Bunun için, erkeklerin secdede, ç›plak aya¤›n› örtmesi mekrûh olur) demesi de, bu sebebdendir.
(Behcet-ül-fetâvâ) her fetvâs›nda, f›kh kitâblar›ndan delîl gösterdi¤i hâlde, buradaki yanl›fl fetvâs›na gösterememifl, delîl yerini aç›k b›rakm›fld›r. ‹bni Âbidîn nemâz›n mekrûhlar› sonunda buyuruyor ki, (Nemâz›, na’l›n veyâ mest ile k›lmak, ç›plak ayakla k›lmakdan efdaldir. Böylece, yehûdîlere uyulmam›fl olur. Hadîs-i flerîfde, (Yehûdîlere benzememek için nemâzlar›, na’l›n ile k›l›n›z) buyuruldu. Resûlullah ve Eshâb-› kirâm, sokakda giydikleri na’l›n ile k›larlard›. Na’l›nlar› temiz idi
ve Mescid-i nebî kum döfleli idi. Kirli na’l›nla girilmezdi). Necâset bulaflm›fl ayakkab› ile mescide girilmez. Çorab giyerek bu sünnet yerine getirilir. Çorab› da pis
olan veyâ hiç olmayan, nemâz› topuk kemiklerine kadar uzun antâri ile k›lmas› iyi
olur. Ayaklar örtülü k›l›nan nemâz›n çok sevâb oldu¤u (Halebî), (Berîka) ve
(Hadîka) kitâblar›nda da yaz›l›d›r.
Müslimân olm›yanlar, kiliselerinde bafl› aç›k, aya¤› ç›plak tap›n›yor, onlar gibi,
medenî ibâdet etmeli diyerek, bafl› aç›k, aya¤› ç›plak k›lmak, yükse¤e secde etmek
ve emri alt›nda olanlar› böyle k›lma¤a zorlamak câiz de¤ildir. ‹bâdetlerde, kâfirlere benzemek mekrûhdur. ‹slâmiyyetin istedi¤i flekli be¤enmiyen ise, kâfir olur].
8 — Küçük ve büyük abdesti s›k›fld›r›rken ve yel zorlarken nemâza durmak mekrûhdur. Nemâz aras›nda zorlarsa, nemâz› bozmal›d›r. Bozmaz ise, günâha girer. Cemâ’ati kaç›rsa da, bozmas› efdal olur. Kerâhetle k›lmakdan ise, cemâ’at sünnetini kaç›rmak evlâd›r. Nemâz vaktini veyâ cenâze nemâz›n› kaç›rmamak için, mekrûh olmaz.
9 — Erkeklerin saç›n› enseye topuz yap›p veyâ bafl›n etraf›na sar›p veyâ tepeye toplayarak etraf›n› iple ba¤lay›p nemâza durmalar› mekrûhdur. Bunlar› nemâzda yaparsa, nemâz bozulur. Mekkede, ihrâm içinde iken, nemâz bafl aç›k k›l›n›r.
10 — Nemâzda, secde yerinden tafl›, topra¤› eli ile süpürmek mekrûhdur. Secdeyi güçlefldiriyorsa, bir hareket ile, câiz olursa da, nemâzdan önce temizlemelidir.
11 — Câmi’de, nemâz için safa girerken, nemâza dururken ve nemâz içinde parmaklar› bükerek ç›t›rdatmak, iki elin parmaklar›n› birbiri aras›na sokup ç›t›rdatmak mekrûhdur. Nemâza hâz›rlanmadan önce, zarûret olursa, mekrûh olmaz.
12 — Nemâzda, elini bö¤rüne koymak mekrûhdur. ‹ki elin parmaklar›n› birbirleri aras›na koymak da, nemâzda ve va’zda, mevlidde ve mescidde tahrîmen, baflka yerlerde tenzîhen mekrûhdur.
13 — Bafl›n›, yüzünü etrâfa çevirmek mekrûhdur. Gözleri ile etrâfa bakmak, tenzîhen mekrûhdur. Gö¤sü çevirince, nemâz bozulur.
14 — Teflehhüdlerde, köpek gibi oturmak, ya’nî kaba eti üzerine oturup, uyluklar›n› dikip, dizlerini gö¤süne de¤dirip, iki elini yere koymak mekrûhdur.
15 — Secdede, erkeklerin kollar›n› yere döflemesi mekrûhdur. Kad›nlar ise, kollar›n› yere yaymal›d›r.
16 — ‹nsan›n yüzüne karfl› k›lmak mekrûhdur. ‹nsan uzakda dahî olsa, mekrûh
– 237 –
olur. Arada, nemâz k›lana s›rt› dönük biri bulunursa, mekrûh olmaz.
17 — Selâma eli ile, bafl› ile cevâb vermek mekrûhdur. Süâle bafl› ile, eli ile cevâb vermesi mekrûh de¤ildir. Meselâ, kaç rek’at k›ld›n›z diyene, parma¤› ile cevâb vermesi gibi. Baflkas›n›n sözü ile, hemen yerini de¤ifldirir veyâ öndeki safa geçerse, nemâz› bozulur. [Nemâz›n müfsidlerinden onbirincisini okuyunuz!].
18 — (Tergîb-üs-salât)da diyor ki, (Nemâzda ve nemâz hâricinde a¤z›n› açarak
esnemek mekrûhdur. Alt duda¤›n› difllerin aras›na s›k›fld›rmal›d›r). Kendini tutamazsa, ayakda sa¤ elin, di¤er rüknlerde ve nemâz hâricinde sol elin d›fl› ile, a¤z›n› örtmelidir. Zarûretsiz esnemek fleytândand›r. Peygamberler esnemezlerdi.
19 — Nemâzda gözleri yummak tenzîhen mekrûhdur. Zihni da¤›lmas›n diye yumarsa, mekrûh olmaz.
20 — ‹mâm›n mihrâb içinde durmas› mekrûhdur. K›ble d›var› içinde bulunan
oyuk k›sma, mihrâb denir. Ayaklar›, mihrâb›n d›fl›nda olunca, mihrâb içine secde
etmesi mekrûh olmaz. ‹nsan, ayaklar›n›n basd›¤› yerde kabûl edilir. Çünki papaslar, ayr› bir odada durarak, ibâdet yapd›r›r. Câmi’lerde birinci cemâ’atin imâm› mihrâbda k›ld›rmazsa, mekrûh olur.
21 — ‹mâm›n yaln›z bafl›na, cemâ’atden bir zrâ’ [yar›m metre] yüksekde durmas›, tenzîhen mekrûhdur. Papaslara benzememek için men’ edilmifldir.
22 — ‹mâm›n yaln›z bafl›na, afla¤›da durmas› da tenzîhen mekrûhdur.
23 — Öndeki safda bofl yer varken, arkas›ndaki safda durmak ve safda yer
yok iken, saf arkas›nda yaln›z durmak mekrûhdur. Safda yer olmay›nca, yaln›z bafl›na durmay›p, rükü’a kadar, birini bekler. Kimse gelmezse, öndeki safa s›k›fl›r. Öndeki safa s›¤mazsa, güvendi¤i birini arkaya, yan›na çeker. Güvendi¤i kimse yoksa, yaln›z durur.
24 — Üzerinde sûret, ya’nî canl› resmi [insan veyâ hayvan resmi] bulunan elbise ile k›lmak tahrîmen mekrûhdur. Cans›z resmleri bulunursa, mekrûh olmaz. ‹ster hurmet edilmek için, ister hakâret edilmek için olsun, ister büyük olsun, ister
küçük olsun, canl› resmi [ve heykel] yapmak harâmd›r. (Mekâtîb-i flerîfe)de, altm›fl ve seksenbeflinci mektûblara bak›n›z! 85. ci mektûbun tercemesi kitâb›m›z›n
ikinci k›sm 72.ci maddesinde mevcûddur.
[(Hadîka)da, el âfetlerinde diyor ki, (Nemâzda giymese de, üzerinde canl› resmi bulunan elbise giymek her zemân mekrûhdur. Üzeri örtülü resm bulundurmak
câizdir). Nüfus k⤛d›, vesîka, senedler ve baflka lüzûmlu ihtiyâclar için, küçük resm
çekdirerek üzerleri örtülü olarak saklaman›n câiz oldu¤u, buradan anlafl›laca¤› gibi, (‹bni Âbidîn) beflinci cild, ikiyüzotuzsekizinci sahîfesindeki (Tenbîh)den de anlafl›lmakdad›r. (Zevâcir)in yirmialt›nc› sahîfesindeki hadîs-i flerîfde, (Elinize geçen resmleri y›rt›n›z, bozunuz!) buyuruldu. Düflmanl›¤a, fitneye sebeb olursa,
kar›flmamal›d›r. Peygamberlerin, Eshâb-› kirâm›n ve din büyüklerinden hiçbirinin
resmi yokdur. Onlar›n resmi diye, gazetelerde, filmlerde görülen resmler, hep
uydurmad›r. Para kazanmak için, müslimânlar› aldatmak için yap›yorlar. Mubârek zâtlar›n resmlerini de yükse¤e asmak harâm oldu¤u gibi, bunlar› afla¤› yerlere koymak da harâmd›r. Avret yerleri örtülü olsun olmas›n, her yere büyük veyâ
küçük canl› resmi yapmak harâm oldu¤u gibi, bunu yapmak için al›nan para da harâmd›r. Putperestli¤i önlemek için harâm edilmifldir. Üzerinde canl› resmi bulunan elbiseyi nemâz d›fl›nda da giymek mekrûh oldu¤u, Tahtâvînin (‹mdâd) hâfliyesinde de yaz›l›d›r.
Seyyid Abdülhakîm efendi “kuddise sirruh”, bir mektûbunda diyor ki, (Üzerinde canl› resmi bulunan mendil, para gibi fleyleri kullanmak câizdir. Zîrâ böyle fleyler mühând›rlar, muhakkard›rlar, muhterem de¤ildirler). (El-f›kh-u alel-mezâhibil-erbe’a)n›n üçüncü cildinde de böyle yazmakdad›r. ‹bni Hacer-i Hiytemî Mekkî “rahmetullahi aleyh”, fetvâs›nda buyuruyor ki:
– 238 –
(Mendil gibi, para gibi fleyler üzerinde canl› resmi bulunmas›n›n zarar› yokdur.
Çünki, canl› resmini, hurmet olunan yerlerde kullanmak câiz de¤ildir, hurmet edilmiyen fleyler üzerinde câizdir). O hâlde, yerde ve yere serilen eflyâda, yasd›k,
sergi, mendil, para, mektûb pullar› üzerinde ve ceb, çanta, dolab gibi kapal› yerlerde ve elbisenin göbekden afla¤› k›smlar›nda bulunmas› câiz olup, göbekden yukar›da bulunmas›, as›lmas› harâmd›r. Kad›n resmlerini ve avret mahalli aç›k resmleri, flehvetsiz de olsa, her yerde kullanmak ve bunlara flehvetle bakmak harâmd›r.
(Hadîka) ikinci cild, alt›yüzotuzüçüncü sahîfede diyor ki, (Üzerinde yaz›, hattâ bir harf bulunan k⤛d›, örtüyü, seccâdeyi yere koymak, yere sermek tahrîmen
mekrûhdur. Bunlar› her ne için olursa olsun kullanmak ve yere sermek, hakâret
etmek olur. Hakâret etmek için sermek veyâ kullanmak küfr olur. D›vara yazmak,
yaz›y› asmak câiz olur denildi). Buradan anlafl›l›yor ki, üzerinde Kâ’be, câmi’
resmi veyâ yaz› bulunan seccâdeleri nemâz k›lmak için yere sermek câiz de¤ildir.
Bunlar› zînet için d›vara asmak câiz olur.
Görülüyor ki, islâm dîni, insanlarla alay edilmesine ve canl›lara tap›lmas›na ve
gençlerin fuhfla sürüklenmesine, evlilerin bafldan ç›kar›lmas›na âlet olan insan resmlerini, heykelleri harâm etmifl, canl›lar›n anatomik parçalar›n›n ve bitkilerin ve her
çeflid, fizik, kimyâ, astronomi, inflâat resmlerini halâl etmifl, serbest b›rakm›fld›r.
‹lmde, teknikde lâz›m olan resmlerin yap›lmas›n›, bunlardan fâide elde etme¤i emr
buyurmufldur. ‹slâm dîni, herfleyde oldu¤u gibi, resmleri de, fâideli ve zararl› olmak üzere ikiye ay›rm›fl, fâideli olanlar›n› emr, zararl› olanlar›n› yasak etmifldir.
O hâlde, kâfirlerin, müslimânlar resme günâh der, bu ise, gericilikdir demesi, körü körüne bir iddiâ ve iftirâd›r.]
25 — Canl› resmi, nemâz k›lan›n bafl›nda, önünde, sa¤ ve sol hizâs›nda, d›vara
çizilmifl veyâ beze, k⤛da yap›larak as›lm›fl veyâ konmufl ise, mekrûhdur. Canl› fleklinde olmasa dahî, salîb, ya’nî haç resmi de canl› resmi gibidir. Çünki, h›ristiyanlara benzemek oluyor. Onlara benzemek niyyeti olmasa bile, onlar›n yapd›¤› kötü fleyleri ve kötü olm›yanlar› da, onlara benzemek niyyeti ile yapmak mekrûhdur.
[Fekat, böyle yerde ve içki, kumar, çalg› âletleri bulunan mahalde nemâz k›lman›n mekrûh oldu¤u ve buraya rahmet meleklerinin girmeyece¤i ve burada yap›lan
düân›n kabûl olm›yaca¤› (Tergîb-üs-salât)da ve (Nisâbül-ahbâr)da yaz›l›d›r. Çalg› da dinlenen ve bakmas› harâm olan resmlerine de bak›lan fleyler, çalg› âleti gibidir.] Canl› resmi, bas›lan, oturulan, dayan›lan fleyde ise, nemâz› mekrûh olmaz.
Resm, nemâz k›lan›n arkas›ndaki d›varlarda ve tavanda ise, hafîf mekrûhdur.
Secde edilmiyen yerlerinde canl› resmi bulunan seccâde üzerinde k›lmak mekrûh de¤ildir. Çünki, yere sermek hakâret etmekdir (Dürer). [O hâlde, Kâ’be, câmi’ resmleri ve mubârek yaz›lar bulunan ve zihni meflgûl eden resmler, nakfllar bulunan seccâdeleri kullanmak câiz de¤ildir.]
Resm, nemâz k›lan kimsenin aya¤› alt›nda, oturdu¤u yerde, bedeninde, elinde
ise, mekrûh olur. [Bundan anlafl›l›yor ki, cebdeki resmler, nemâz› mekrûh etmez.] Çünki, basd›¤›, oturdu¤u yer, bedenindeki elbise gibidir. Bile¤e as›l› resm
mekrûhdur. Çünki, elleri sünnete uygun koyma¤a mâni’ olur.
Paradaki, yüzükdeki ve her yerdeki resm, küçük olursa, ya’nî yere koyunca,
ayakda duran kimse, uzvlar›n› ay›rd edemezse, nemâz mekrûh olmaz. Büyük ve
örtülü olunca da, mekrûh olmaz. Canl›n›n bafl› kesilmifl, yüzü veyâ gö¤sü, karn›,
bafl› silinmifl, s›vanm›fl ise, nemâz mekrûh olmaz.
Cans›z resmleri, meselâ a¤aç, manzara resmleri, nerede bulunursa bulunsun, nemâz mekrûh olmaz. Çünki, küçük ve bafls›z ve cans›z resmlere tap›n›lmam›fld›r. Günefle, Aya, y›ld›zlara ve yeflil a¤aca tapanlar oldu ise de, bu fleylerin kendilerine tapd›lar. Resmlerine tap›n›lmad›. Bunlar›n asl›na karfl› k›lmak mekrûh olur.
– 239 –
Büyük olan ve hurmet mevk›’inde bulunan canl› resmi ve köpek, cünüb kimse
bulunan eve rahmet melekleri girmez. Hafaza melekleri ise, insandan yaln›z cimâ’da
ve halâda ayr›l›r. ‹nsanlar›n iki omuzunda bulunup, iyiliklerini ve kötülüklerini yazan (Kirâmen kâtibîn) ismindeki iki melek ile, cinnîlerden koruyan meleklere, (Hafaza melekleri) denir. Halâda iken yap›lanlar›, Allahü teâlâ meleklere bildirir. Halâdan ç›k›nca yazarlar. Melekler, birfley üzerine, harf ile yazmaz. Bilgileri, akl›m›zda, zihnimizde toplad›¤›m›z gibi, bir yere toplarlar. fiimdi, teyp denilen âletde, seslerin banda al›nmas› ve sesli sinema filmlerine al›nmas› gibi, çeflidli yaz› fleklleri
vard›r. Göklerde, bilinmiyen kalemlerle [âletlerle] yazan melekler de vard›r. Kâfirlerin yaln›z kötülükleri yaz›l›r. Her insana musallat olan cin vard›r ve insan› bunlardan koruyan melekler vard›r.
Çocuklara oynamak için bebek almak, imâm-› Ebû Yûsüfe göre câizdir.
26 — Nemâzda, âyetleri, tesbîhleri eli ile saymak tenzîhen mekrûhdur. Kalbi ile
veyâ parmaklar›n› oynatarak saymak câizdir. Nemâz d›fl›nda parmakla saymak ve
tesbîh kullanmak câizdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir kad›n›n tesbîhleri, çekirdeklerle sayd›¤›n› görerek men’ etmemifldir. Riyâ ve gösterifl için tesbîh kullanmak mekrûhdur.
Sokmak ihtimâli olan, ya’nî yaklaflan y›lan› ve akrebi öldürmek nemâz› bozmaz
ve mekrûh olmaz. Sol ayakkab› ile öldürmek müstehabd›r. K›vr›lmadan, do¤ru giden beyâz y›lan, cinnîdir. Zarar vermezse öldürmemelidir. Fekat, bunu da öldürmek câizdir. Çünki cinnîler, müslimânlar›n evine girmiyece¤iz diye, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimize söz verdi. Eve girince sözlerini bozmufl olurlar. Önce (‹rci’ bi-iznillah) diyerek ihtâr etmeli, gitmezse öldürmelidir. Nemâzda
iken, ihtâr edilmez. Y›lan fleklindeki cinni hemen öldürmemek, onlara sayg› göstermek için de¤il, zararlar›na sebeb olmamak içindir.
27 — Oturanlar›n ve ayakda duranlar›n arkalar›na do¤ru nemâz k›lmak, konuflsalar bile, mekrûh de¤ildir. Bir kimsenin yüzüne karfl› ve yüksek sesle konuflanlar›n s›rt›na karfl› mekrûhdur.
28 — Mushafa, k›l›nca, muma, kandile, lâmbaya, aleve, tabanca gibi harb âletlerine karfl› ve yatan, uyuyan kimseye karfl› k›lmak mekrûh de¤ildir. Çünki, bunlara tap›n›lmam›fld›r. Mecûsîler, atefle tapar, aleve tapmaz. Alevli atefle karfl› da
mekrûh olur.
29 — Bafl›ndan aya¤›na kadar, bir pefltemâl sar›p k›lmak tahrîmen mekrûhdur.
30 — Aç›k bafl›na sar›k sar›p, tepesi aç›k olarak k›lmak, tahrîmen mekrûhdur.
31 — A¤z›n›, burnunu örterek k›lmak, tahrîmen mekrûhdur. Mecûsîler böyle
tap›n›r. [Maske, eldiven ve aln›n yere de¤mesine mâni’ olan gözlük takarak k›lmamal›d›r. Aln›n, burnun, ellerin yere de¤mesine, ya’nî farza veyâ sünnete mâni’ olan
fley ile, zarûret olmadan nemâz k›lmamal›d›r. Bunlar› nemâzda takmak için, kad›nlara dahî zarûret yokdur.]
32 — Özrsüz, bu¤az›ndan balgam ç›karmak mekrûhdur. A¤›zda hâs›l olan kan,
a¤›z dolusu de¤ilse, bunun hâs›l olmas› ve bunu yutmak, abdesti de, nemâz› da bozmaz. Kay da böyledir. [(Halebî-yi kebîr) ve (Hindiyye).]
33 — Amel-i kalîl, ya’nî bir eli, bir veyâ iki kerre hareket etdirmek mekrûhdur.
[Nemâz› bozanlar›n onbeflincisine bak›n›z!] Is›ran biti, pireyi, amel-i kalîl ile öldürmek câiz, ›s›rm›yan› tutmak ve öldürmek mekrûhdur. Bunlar›n ölüsünü ve dirisini mescidde b›rakmak harâmd›r.
34 — Nemâz›n sünnetlerinden birini terk etmek mekrûhdur.
Sünnet iki k›smd›r: Biri (Sünen-i hüdâ)d›r. Bunlar, müekked [kuvvetli] olan sünnetlerdir. ‹kincisi (Sünen-i zevâid)dir. Bunlar, müekked olm›yan sünnetlerdir.
Müstehab ve mendûb da ayn›d›r, denildi.
Nemâzda müekked sünneti terk, tahrîmen mekrûh olur. Müekked olm›yan
– 240 –
sünneti terk, tenzîhen mekrûh olur. Müstehab› terk etmek, mekrûh de¤il, hilâf-›
evlâ olur. Ya’nî müstehablar› yapmak sevâb olur, yapmamak, hiç suç de¤ildir.
Sevâb›ndan mahrûm kal›r.
35 — Zarûretsiz, çocu¤u kuca¤›nda iken nemâza bafllamak mekrûhdur. Zarûret varsa ve üstü temiz ise, mekrûh olmaz.
36 — Kalbi meflgûl eden, huflû’u gideren fleyler yan›nda, meselâ süslü fleyler karfl›s›nda, oyun ve çalg› âletlerinin bulundu¤u yerde ve arzû etdi¤i yemek karfl›s›nda özrsüz k›lmak mekrûhdur. [Seccâde tek renk olmal›, üzerinde resmler, flekller,
renkli fleyler bulunmamal›d›r.] Ayakkab›lar›n› arkada b›rakarak k›lmak mekrûhdur. Bu sonuncunun mekrûh oldu¤u (Dürr-ül-muhtâr)da hacc›n 186. c› sahîfesinde, (Halebî-yi kebîr) sonunda ve (Bezzâziyye)de yaz›l›d›r. (Berîka) ve (Hadîka)n›n sonlar›nda, tahâretde vesvese bahsinde de uzun yaz›l›d›r.
37 — Farz k›larken özrsüz, d›vara, dire¤e dayanmak mekrûhdur. Nâfile k›larken dayanmak mekrûh olmaz.
38 — Rükü’a e¤ilirken ve kalkarken elleri kulaklara kald›rmak mekrûhdur.
39 — K›râeti, rükü’a e¤ildikde temâmlamak mekrûhdur.
40 — Secdelere ve rükü’a, imâmdan önce bafl›n› koymak ve kald›rmak mekrûhdur.
41 — Necs olmak ihtimâli bulunan yerlerde, meselâ kabristânda, hamâm içinde ve kilisede k›lmak mekrûh olup, y›kay›p temizliyerek k›lmak veyâ hamâm›n soyunma mahallinde k›lmak ve kabristândaki mescidde k›lmak mekrûh olmaz. So¤uk ve baflka sebeble aç›k yerde k›l›namazsa ve baflka yer bulunamazsa, kilisede
yaln›z da, cemâ’at ile de k›lmak câiz olur. Nemâzdan sonra hemen ç›kmal›d›r. Çünki, kilisede, fleytânlar toplan›r. Kilisedeki küfr alâmetleri boflalt›l›rsa, nemâz k›lmak hiç mekrûh olmaz. Üstü aç›k necâsete karfl› k›lmak mekrûhdur.
42 — Kabre karfl› k›lmak mekrûhdur. Vehhâbîler, buna flirk diyorlar.
[(Hadîka), ikinci cild, alt›yüzotuzuncu sahîfede diyor ki, (Hadîs-i flerîfde “Mezâr üzerinde nemâz k›lanlara la’net olsun!” buyuruldu. Çünki, kabr üzerinde nemâz k›lmak, yehûdîlere benzemek olur. Bunun için, mekrûh denilmifldir. Kabristân›n kabr olm›yan yerinde k›lmak mekrûh olmad›¤› (Hâniyye) ve (Hâvî) kitâblar›nda yaz›l›d›r. Kabr, nemâz k›lan›n arkas›nda olursa veyâ önünde olup da, önünden geçmesi câiz olacak uzakl›kda ise, yine mekrûh olmaz. Peygamberlerin ve sâlihlerin türbelerini de mescid hâline getirmek, yehûdîlere benzemek olur. ‹bâdetde, baflkas›n› Allahü teâlâya ortak yapma¤a benzedi¤i için Peygamber efendimiz,
bunu da yasak etmifl, “Yâ Rabbî! Kabrimi ibâdet olunur put hâline getirme!” buyurmufldur. Fekat, sâlih bir kimseye yak›n mescid yap›l›rsa veyâ onun yüzünden Allahü teâlân›n merhametine kavuflma¤› veyâ ibâdetinden ona da fâide olmas›n›
düflünerek, kabri yan›nda nemâz k›l›n›rsa, ona sayg› olmak için, ona karfl› k›lma¤›
düflünmezse, hiç zarar› olmaz. Çünki, ‹smâ’îl aleyhisselâm›n kabri, Kâ’benin yan›nda, (Hatîm) denilen yerdedir. Mescid-i harâmda k›l›nan nemâzlar›n en k›ymetlisi,
burada k›l›nan oldu¤undan, hâc›lar, burada k›lmak için u¤raflmakdad›rlar. Böyle oldu¤u (Mesâbih) flerhinde de yaz›l›d›r. (Ma’rifetnâme)nin ikiyüzaltm›flsekizinci sahîfesinde diyor ki, (Perdesiz kabre karfl› nemâz k›lmak mekrûhdur). (Fetâvâ-y› Hindiyye)nin beflinci cüz’, 320. ci sahîfesinde diyor ki, (Mescidin k›blesi ile kabr aras›nda perde olursa veyâ kabr yanda, arkada bulunursa, mekrûh olmaz).
(Fetâvâ-i Feyziyye)de diyor ki, (Üç dürlü vakf vard›r: Yaln›z fakîrler için olur.
Önce zenginler, sonra fakîrler için olur. Hem zenginler, hem de fakîrler için olur.
Mektebler, hanlar, hastahâneler, kabristânlar, câmi’ler ve çeflmeler hem fakîrler,
hem de zenginler için vakf edilmifllerdir). Vakf mezârl›klara türbe yapman›n câiz olmamas›, fakîrlerin yerlerini iflgâl etmemek içindir. Türbe yapmak harâm oldu¤u için denilemez].
– 241 –
Se’âdet-i Ebediyye 1-F:16
43 — Teflehhüdlerde, sünnete uygun oturmamak, tenzîhen mekrûhdur. Özrü varsa, mekrûh olmaz.
44 — ‹kinci rek’atde, birinci okudu¤u âyeti tekrâr okumak, tenzîhen mekrûhdur. Ondan evvelki bir âyeti okumak tahrîmen mekrûhdur. Unutarak okursa,
mekrûh olmazlar. ‹kinci rek’atde birinciden üç âyet uzun okumak mekrûhdur. [Altm›fldördüncü maddeye bak›n›z!]
45 — Farzdan sonra son sünnete hemen kalkmamak mekrûhdur. (Tergîb-üs-salât.)
HER NEMÂZI BOZMA⁄I MUBÂH KILAN SEBEBLER fiUNLARDIR:
1 — Y›lan› öldürmek için,
2 — Kaçan hayvan› yakalamak için,
3 — Sürüyü kurddan kurtarmak için,
4 — Taflan tencereyi ateflden ay›rmak için,
5 — K›ymeti bir dirhem gümüflden az olm›yan, kendinin veyâ baflkas›n›n mal›n› zâyi’ olmakdan korumak için, [Dirhem-i fler’î kelimesine bak›n›z!]
6 — Abdest ve yel s›k›fld›rmas›ndan kurtulmak için,
7 — Vaktin veyâ cemâ’atin kaçmas›ndan korku olmad›¤› zemân, baflka mezhebde nemâz› bozan birfleyden kurtulmak için. Meselâ, dirhemden az necâseti temizlemek için ve yabanc› kad›na dokunmufl oldu¤unu hât›rlay›nca, abdest almak
için, nemâz› bozmak câiz olur.
HER NEMÂZI BOZMAK FARZ [LÂZIM] OLAN SEBEBLER ‹K‹D‹R:
1 — ‹mdâd diye ba¤›ran bir kimseyi kurtarmak için, kuyuya düflecek a’mây›, yanacak, bo¤ulacak kimseyi kurtarmak, yang›n› söndürmek için.
2 — Ana, baba, dede, nine ça¤›r›nca, farz nemâz› bozmak vâcib olmaz, câiz olur
ise de, ihtiyâc yok ise, bozmamal›d›r. Nâfile [sünnetler dahî] ise, bozulur. Bunlar,
imdâd isterse, farzlar› da bozmak lâz›m olur. Nemâz k›ld›¤›n› bilerek ça¤›r›yorlarsa, nâfileyi de bozm›yabilir, bilmiyerek ça¤›rd›larsa, bozmas› lâz›md›r.
NEMÂZ DIfiINDA MEKRÛH OLAN fiEYLER BEfiD‹R:
1 — Halâda ve heryerde, abdest bozarken, k›bleye önünü ve arkas›n› dönmek
tahrîmen mekrûhdur. Unutulursa, üstünü kirletmek tehlükesi veyâ baflka tehlüke varsa, mekrûh olmaz.
2 — ‹stincâ ederken, önünü, arkas›n› k›bleye dönmek, Günefle, Aya karfl› abdest
bozmak, tenzîhen mekrûhdur.
3 — Küçük çocuklar› bu cihetlere karfl› tutarak abdest etdirmek, tutan büyü¤e
mekrûh olur. Bunun gibi, büyüklere harâm olan fleyi, küçüklere yapd›rmak, yapd›rana harâm olur. Meselâ, o¤lan çocu¤una ipek giydiren ve zînet eflyâs› takan ve
çocuklara içki içiren kimse, harâm ifllemifl olur.
4 — Özrsüz k›bleye karfl› ayaklar›n› veyâ bir aya¤›n› uzatmak, tahrîmen mekrûhdur. Özr ile veyâ yanl›fll›kla uzatmak mekrûh olmaz.
5 — Mushafa ve din kitâblar›na karfl› ayak uzatmak da mekrûhdur. Yüksekde
iseler, mekrûh olmaz. [(Hindiyye) beflinci cüz’de diyor ki, (Mushaf› hiç okumay›p,
hayr ve bereket için evinde saklamak câizdir ve sevâbd›r. Bir kâfirin ismini yaz›p
buna hakâret etmek mekrûhdur. Çünki, islâm harflerine hurmet lâz›md›r.)]
(Berîka), binüçyüzaltm›flsekizinci sahîfede diyor ki, (Tâtârhâniyye)de, y›rt›k, eski olup kullan›lam›yan Mushaf yak›lmaz. Temiz beze sar›p topra¤a gömülür. Yâhud toz gelmiyen temiz bir yere konur diyor. (Sirâciyye)de ise, gömülür veyâ yak›l›r demekdedir. (Münye-tül-müftî)de de böyle yaz›l›d›r. (Müctebâ)da ise, akan
suya b›rakmakdan ise, gömmek iyi olur diyor. fiâfi’î âlimlerinden (Halîmî) ismi ile
meflhûr Hüseyn Cürcânînin (Minhâc-üd-dîn) kitâb›nda, yakmak yasak de¤ildir.
Çünki, hazret-i Osmân “rad›yallahü anh”, mensûh âyetler bulunan Kur’ân-› kerîmi yakd›. Eshâb-› kirâmdan hiç kimse “rad›yallahü teâlâ aleyhim ecma’în”, bu– 242 –
na karfl› birfley demedi diyor. Yakmak, y›kay›p yaz›lar› gidermekden dahâ iyi
olur. Çünki, y›kamakda kullan›lan sular ayak alt›nda kal›r denildi. Kâdî Hüseyn,
yakmak, hurmetsizlik olaca¤›ndan, harâmd›r dedi. Nevevî ise, mekrûh olur dedi.
Bunlardan anlad›¤›m›z, yakmay›p, y›kay›p yaz›lar›n› gidermek veyâ gömmek iyi
olur. (Berîka)dan terceme temâm oldu. Bütün bunlardan anlafl›l›yor ki, eskimifl,
istifâde edilmez hâle gelmifl olan mushaflar›, ayak alt›nda b›rakmak, birfley sarmak,
kaplamak, kesek⤛d› yapmak gibi kullanmak, hakâret etmek olur, harâm olur. Çürüyüp toprak olunc›ya kadar aç›lm›yaca¤› emîn olan yerdeki topra¤a gömmek, bu
yap›lamazsa, yak›p külünü gömmek veyâ külünü denize, nehre koymak lâz›md›r.
Hakâretden kurtarmak için yakmak câiz, hattâ lâz›m olur. (Sirâciyye fetvâs›),
(Münyet-ül-müftî) ve (Halîmî)den de böyle anlafl›lmakdad›r.
69 — TERÂVÎH NEMÂZI VE CÂM‹’LERE SAYGI
TERÂVÎH NEMÂZI — (Nûr’ül-îzâh) flerhinde ve hâfliyesinde buyuruyor ki,
(Erkeklerin ve kad›nlar›n, yirmi rek’at terâvîh k›lmas›, sünnet-i müekkededir. ‹nanm›yan sap›kd›r ve flâhidli¤i kabûl olmaz. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”,
birkaç gece, terâvîhi cemâ’at ile sekiz rek’at k›ld›. [Evlerine gidince, yirmi rek’ate
temâmlad›lar.]Yaln›z olarak yirmi rek’at k›ld›¤› da bildirilmifldir. [Dört mezhebde de yirmi rek’atdir.] Sünnet oldu¤u buradan anlafl›ld›. Üç halîfe ve zemânlar›ndaki Eshâb-› kirâm›n hepsi, cemâ’at ile yirmi rek’at k›ld›lar. Bu halîfelere ve Eshâb-› kirâm›n icmâ’›na uymam›z, hadîs-i flerîf ile emr olunmufldur).
Terâvîh, yats›n›n son sünnetinden sonra ve vitrden önce k›l›n›r. [Bir kimse, yats›y› k›lmadan önce terâvîhi k›lamaz (‹bni Âbidîn s. 295). Vitrden sonra da k›l›nabilir. Sabâh nemâz›na kadar k›l›nabilir. Fecr do¤unca k›l›namaz. Kazâ da edilmez.
Çünki, terâvîh kuvvetli sünnet ise de, akflam ve yats› son sünnetleri kadar kuvvetli de¤ildir. Bu sünnetler ise, kazâ edilmez. Yaln›z farz nemâzlar ile vitrin kazâs› lâz›md›r. Terâvîh, flâfi’îde kazâ edilir. Terâvîhi cemâ’at ile k›lmak, sünnet-i kifâyedir.
Ya’nî câmi’de cemâ’at ile k›l›nd›kda, baflkalar› evde yaln›z k›labilir, günâh olmaz.
Fekat, câmi’deki cemâ’at sevâb›ndan mahrûm kal›r.] Evde, bir veyâ birkaç kifli ile,
cemâ’at ile k›larsa, yaln›z k›lmakdan yirmiyedi kat fazla sevâb kazan›r. Her iki rek’atde bir selâm verilip, hemen sonraki rek’ate kalk›l›r. Yâhud dört rek’atde bir selâm
verilir. Her dört rek’at aras›nda, dört rek’at k›lacak zemân kadar oturup, salevât
veyâ tesbîh yâhud Kur’ân-› kerîm okurlar. Veyâ sessiz otururlar. ‹ki rek’atde bir selâm vermek ve her iftitâh tekbîrinde niyyet etmek dahâ iyidir. Yats›y› cemâ’at ile
k›lm›yanlar, toplan›p da, terâvîhi cemâ’at ile k›lamazlar. Çünki, terâvîhin cemâ’ati,
farz›n cemâ’ati olmak lâz›md›r. Yats›y› cemâ’at ile k›lm›yan bir kimse, farz› yaln›z
k›l›p, sonra terâvîhi k›lan cemâ’ate kat›labilir. [74. cü maddeye bak›n›z!]
Terâvîh nemâz›na kalkarken okunacak düâ:
Sübhâne zil mülki vel melekût. Sübhâne zil izzeti vel azameti vel celâli vel cemâli vel ceberût. Sübhânel melikil mevcûd. Sübhânel melikil ma’bûd. Sübhânel melikil hayyillezî lâ yenâmü ve lâ yemût. Sübbûhun kuddûsün Rabbünâ ve Rabbül
melâiketi verrûh. Merhaben, merhaben, merhabâ yâ flehre Ramezân. Merhaben,
merhaben merhabâ yâ flehrel-bereketi vel gufrân. Merhaben, merhaben, merhabâ yâ flehret-tesbîhi vet-tehlîli vez-zikri ve tilâvet-il Kur’ân. Evvelühû, âhiruhû, zâhiruhû, bât›nühû yâ men lâ ilâhe illâ hüv.
Terâvîh bitince okunacak düâ:
Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ Âli seyyidinâ Muhammed.
Biadedi külli dâin ve devâin ve bârik ve sellim aleyhi ve aleyhim kesîrâ. Üç def’a
okunur ve üçüncüsünde (ve salli ve sellim ve bârik aleyhi ve aleyhim kesîran kesîrâ.) denir. Yâ Hannân, yâ Mennân, yâ Deyyân, yâ Burhân. Yâ Zel-fadl› vel-ihsân nercül-afve vel gufrân. Vec’alnâ min utekâi flehri Ramezân bi hurmetil Kur’ân.
– 243 –
CÂM‹’DE YAPILMASI C‹Z OLMIYAN fiEYLER Y‹RM‹‹K‹D‹R:
‹bâdet yapmak için, toplan›lan yerlere (Ma’bed) veyâ (‹bâdethâne) denir. Yehûdîlerin ma’bedlerine (Sinagog) ve (Havra) denir. H›ristiyanlar›n ma’bedine
(Kilise) ve (Bî’a) veyâ (Savme’a) denir. Müslimânlar›n ma’bedine (Mescid) ve (Câmi’) denir. Ma’bedlerde ibâdet yap›lmas› ve dinlerin emrleri, yasaklar›, ö¤retilir.
fiimdi ma’bedlerde konuflan vazîfeliler iki fley üzerinde durmakdad›rlar:
1 — Parlak, yald›zl› sözlerle, ac›kl› hikâyelerle, na¤meli hazîn okumalarla, hattâ çalg› ve ho-parlörlerle, dinleyicileri rikkate, heyecâna getirmek, kalbleri alarak,
onlar›n teslîm olmalar›n›, bir gâyeye sürüklenmelerini sa¤lamak.
2 — Dînin emrlerini, yasaklar›n› ö¤retmek ve bunlara uyulmas›n› sa¤lamak.
Bugün h›ristiyanlar›n kiliselerinde ve yehûdîlerin havralar›nda, kalblerin, rûhlar›n de¤il de, yaln›z nefslerin, düflüncelerin birlefldirilmesine çal›fl›lmakdad›r.
Dînî vecîbeler olarak da, eski din adamlar›n›n koyduklar› ve her zemân, her yerde baflka olan fleyler ö¤retilmekdedir. Bunun için, kiliseler, havralar, bir ma’bed
de¤il, bir politika, bir konferans yeri olup, insanlar› uyufldurarak, liderlerin, fleflerin arzû ve düflüncelerine sürüklemekdedirler.
Câmi’lerde de, din adamlar› aras›na s›zarak, böyle siyâset ve kazanc gâyesi ile
konuflan her zemân görülmüfldür. Bunlar, islâm âlimlerinin kitâblar›n› okumam›fl,
mezhebsizlerin, sap›k kimselerin bozuk kitâblar›na aldanm›fl din câhili (Yobaz)lard›r. ‹slâmiyyetin îcâblar›n› ö¤retmek ve yapd›rmak flöyle dursun, kendileri bile ö¤renememifl zevall› kimselerdir. Bunlar, do¤ru dürüst abdest ve gusl almas›n›, flartlar›na uygun ve ihlâs ile nemâz k›lmas›n› bilmiyen câhil ve sap›k kimseler olup, her
asrda müslimânlar› flafl›rtm›fllar, islâmiyyete ve millete zararl› olmufllard›r. Uzun
cübbe, büyük sar›kla, minberlerde, va’z kürsîlerinde tegannî ile, nota ile okuyup, yald›zl› sözlerle, heyecânl› hikâyelerle konuflarak, dinleyicileri köksüz ve
geçici bir te’sîr alt›na alabilen birer hatîb, konferansc› olmufllard›r. Siyâsî partilerin, diktatörlerin, faflist idârecilerin ve kiliselerin sözcüleri gibi, geçici heyecân vererek dindârlar› aldatm›fllard›r. Âlimlerimiz bunlara din adam› de¤il, din ve îmân
h›rs›z›, (Yobaz) demifllerdir. ‹slâm âlimlerinin kitâblar›ndan anlatan ve sözleri, hâlleri, iflleri, bu kitâblara uygun olan hakîkî din adamlar›, islâmiyyeti bunlar›n zararlar›ndan korumufllard›r.
Ebüssü’ûd efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” fetvâs›nda buyuruyor ki, (Bir
köyde veyâ mahallede mescid olmay›p, cemâ’at ile nemâz k›lmasalar, hükûmet bunlara zorla mescid yapd›rmal›d›r. Cemâ’ati ihmâl edenleri ta’zîr etmelidir. 940 [m.
1533] senesinde bu husûsda her vilâyete emr gönderilmifldir). (Mecmû’a-i cedîde)de
diyor ki, (Eski bir mescid, cemâ’ati alamazsa, mahalle halk› kendi paralar› ile bunu y›karak geniflini yapmalar› câizdir).
(Halebî-yi kebîr), 613. cü sahîfede diyor ki, (Mahalle mescidinde, cemâ’at az olsa dahî, nemâz› burada k›lmak, cemâ’ati çok olan büyük câmi’de k›lmakdan efdaldir. Mahalle câmi’indeki cemâ’ati kaç›ran›n, baflka câmi’deki cemâ’ate gitmesi efdaldir. Baflka câmi’ cemâ’atine yetiflemezse, yaln›z k›lmak için, mahalle mescidini tercîh etmek efdaldir. Mahalle mescidinde imâm, müezzin bulunmazsa, cemâ’atden biri, bu vazîfeyi yapar. Baflka câmi’e gitmezler. Mahalle mescidinin
imâm›, yats› nemâz›n›, beyâzl›¤›n gayb olmas›n› beklemeyip, dahâ erken güneflin
batd›¤› yerde k›rm›z›l›k gayb olunca k›larsa, bununla birlikde, erken k›lmay›p, beyâzl›¤›n da gayb olmas›n› bekleyip, yaln›z k›lmak efdaldir. [Ya’nî dahâ iyidir. Büyük flehrlerde yats› ezânlar› erken okunuyor. ‹mâm-› a’zam›n ictihâd›na uyulm›yor ise de, imâmeyn kavline göre okundu¤u için, bu cemâ’at ile k›lmak câizdir.] Mahallenin imâm› f›sk ile meflhûr ise, ya’nî büyük günâh iflliyorsa,[meselâ, ezân› ahkâm-› islâmiyyeye uygun olarak okumuyorsa] baflka mescidin cemâ’atine gitmelidir. Çünki, mekrûhdan sak›nmak, sünnet ifllemekden dahâ önce gelir).
– 244 –
‹bni Âbidîn buyuruyor ki:
1 — Câmi’ kap›s›n› kilidlemek mekrûhdur. H›rs›z tehlükesi varsa, mekrûh olmaz.
2 — Câmi’ üzerinde cimâ’, tahrîmen mekrûhdur. Kâ’be-i mu’azzama ve câmi’
üzerine basmak da mekrûhdur. Câmi’ üzerine cünüb ç›kmak harâmd›r.
3 — Câmi’ üzerine abdest bozmak tahrîmen mekrûhdur. [Câmi’in alt›na ve mihrâb d›var›n›n önüne abdesthâne yapman›n mekrûh oldu¤u (Tergîb-üs-salât)da
yaz›l›d›r.] Çünki, câmi’lerin üstü, semâya kadar mesciddir. Alt› da böyledir. Alt›n› flad›rvan, hamâm yapmak câizdir.
4 — Câmi’den ba’zan geçmek câizdir. Yol hâline getirmek mekrûhdur. Özr
olursa, mekrûh olmaz. Hergün mescide ilk giriflde (Teh›yyet-ül-mescid) k›lar.
Sonraki girifllerinde k›lmaz. Hamevî (Eflbâh) flerhinde diyor ki, (Câmi’e girenin (Teh›yyet-ül-mescid) olarak, iki rek’at nemâz k›lmas›, sözbirli¤i ile sünnetdir. Ba’zan,
müstehab deyince sünnet anlafl›l›r. Kur’ân-› kerîm okunuyorsa, teh›yyet k›l›nmaz. Çünki, Kur’ân-› kerîmi dinlemek farzd›r. Farz-› kifâye için dahî sünneti terk
etmek evlâd›r. Kur’ân-› kerîmi tegannî ile okumak ve bunu dinlemek harâmd›r).
[Dört vakt nemâz›n sünnetlerini kazâ niyyeti ile k›lmak lâz›m oldu¤u buradan da
anlafl›lmakdad›r.] (Kâdîhân)da diyor ki, (‹mâm tegannî ile okuyorsa, baflka mescide gitmek efdaldir. Zânî veyâ fâiz yiyici ise [veyâ baflka harâm iflledi¤i, zevcesini, k›z›n› aç›k gezdirdi¤i ma’lûm ise] baflka mescide gitmelidir). Zarûretsiz câmi’den
geçme¤i âdet eden, fâs›k olur. Câmi’e hangi ayakla girip ç›k›laca¤›, 70. ci madde
bafl›nda yaz›l›d›r.
5 — Câmi’lere necâset sokmak mekrûhdur. Üzerinde necâset bulunan kimse,
câmi’e giremez. Necs ya¤ ile kandil yakmak câizdir. (Fetâvâ-i f›khiyye)de diyor ki,
(Mescidde necâset gören kimsenin, bunu hemen temizlemesi lâz›md›r. Temizleme¤i özrsüz gecikdirirse, günâh olur. Nemâz k›lan›n üzerinde, secde yerinde necâset
görenin, bunu ona bildirmesi lâz›md›r. Bunu haber vermek ve nemâz› geçecek olan› uyand›rmak vâcib de¤ildir, sünnetdir).
6 — Necs su ile yap›lm›fl harç ve çamur ile câmi’ s›vamak mekrûhdur. Temiz su
ile yap›lm›fl, tezek kar›fl›k çamurla s›vamak mekrûh olmaz. Çünki, bunda zarûret
vard›r. [(Hindiyye).] Ellialt›nc› maddeye bak›n›z!
7 — Câmi’de, kap içine abdest bozmak mekrûhdur. Kan ald›rmak da böyledir.
Yel kaç›rmak mekrûh olmaz.
8 — Necâset bulafld›racak olan deliyi ve küçük çocuklar› câmi’e sokmak harâmd›r. Necâset tehlükesi olmazsa, mekrûhdur.
9 — Câmi’de pazar kurmak, yüksek sesle konuflmak, nutk söylemek, kavga etmek, silâh çekmek, cezâ vermek tahrîmen mekrûhdur. [Cum’a ve bayram hutbelerinde nutk verir gibi okumak, konuflmak harâmd›r.]
10 — Sokakda gezilen na’l›n, ya’nî ayakkab› ile câmi’e girmek mekrûhdur. Temiz mest ve na’l›n ile nemâz k›lmak, ç›plak ayakla k›lmakdan efdaldir. Yehûdîlere muhâlefet olur. Birinci k›sm, 68. ci maddeye bak›n›z! [Na’leyn, alt› deri, üstü aç›k
ve tasmal› ayakkab›d›r. Alt› tahta na’leyn ile gezmek mekrûhdur].
Bir odas› mescid yap›lm›fl olan ev üzerine ve içinde mushaf bulunan oda üzerine abdest bozmak ve cimâ’ etmek mekrûh olmaz. Cenâze ve bayram nemâzlar› k›l›nan yerler de böyle ise de, buralardaki imâma, câmi’deki cemâ’at uyabilir. Buralara, câmi’ avlular›na, medrese ve tekkelere, hâid kad›n ve cünüb girebilir.
11 — Câmi’lerin k›bleden baflka d›varlar›n› süslemek câizdir. Fekat, bu paray›
fakîrlere harc etmek efdaldir. K›ble d›var›n› k›ymetli fleylerle, renklerle süslemek
mekrûhdur. Yan d›varlar›n fazla süslü olmas› da mekrûh olur.
– 245 –
(Dürr-ül-muhtâr)da nemâz›n mekrûhlar› sonunda buyuruyor ki, (Câmi’lerin efdali Kâ’be-i mu’azzama, sonra bunun etrâf›ndaki (Mescid-i harâm), sonra Medîne-i münevveredeki (Mescid-i Nebî)dir. Sonra, Kudüsdeki (Mescid-i aksâ), sonra, Medîne-i münevvere flehri yan›ndaki (Kubâ) mescididir. Mescid-i Nebînin
yüz zrâ’ eni, yüz zrâ’ boyu vard›. Bir zrâ’ yar›m metredir. Sonra, zemânla geniflletildi. fiimdiki hâlinde de efdaldir).
[En k›ymetli toprak, kabr-i se’âdetde, cesed-i Peygamberîye “sallallahü aleyhi
ve sellem” temâs eden topraklar olup, Arfldan, Cennetlerden dahâ k›ymetlidir. Ona
yak›n olan zemân, mekân, evlâd›, bütün eflyâ, Ona uzak olanlardan dahâ k›ymetli, efdaldir. Câmi’ler ve Peygamberler, bundan müstesnâd›r].
12 — Câmi’lerde, [sark›nt›l›k ederek] dilenmek harâmd›r.
13 — Câmi’de, sark›nt›l›k eden dilenciye sadaka vermek harâmd›r.
14 — Gayb olan fleyleri, câmi’de arafld›rmak mekrûhdur.
15 — Mü’minin hicvi, aflk, ahlâks›zl›k gibi harâm fleyler bulunan fli’ri okumak
tahrîmen mekrûhdur. Va’z, nasîhat, hikmet, Allahü teâlân›n ni’metleri bulunan,
mü’minleri medh eden fli’rleri [ya’nî ilâhî ve mevlid] tegannî etmeden okumak sevâb ve târihî fli’rleri nâdiren okumak mubâh ise de, fli’rle meflgûl olmak makbûl de¤ildir. Câmi’lerde ilâhî ve mevlidleri [nemâz k›lanlara mâni’ olmamak flart› ile], ara
s›ra okumak câizdir. Her zemân okuyup, âdet hâline getirmek câiz de¤ildir.
16 — Özrü olm›yanlar›n Kur’ân-› kerîmi dinlemeleri farz-› kifâyedir. ‹fl görenler, uyuyanlar ve câmi’de nemâz k›lan, va’z veren yan›nda yüksek sesle Kur’ân-›
kerîm okuma¤a bafllamak günâhd›r. [Radyoyu, teybi açan gibi, bunlara sesini
vermifl olan hâf›z da, Kur’ân-› kerîme hurmetsizlik etmifl, günâh ifllemifl olur.]
17 — Câmi’lere abdest suyu s›çratmak, balgam, sümük bulafld›rmak mekrûhdur.
Câmi’de husûsî hâz›rlanm›fl yerde abdest almak câiz olur.
Zemzem kuyusunun etrâf›nda abdest almak ve gusl etmek câiz de¤ildir. Çünki, buras› câmi’ içindedir. Buraya cünüb girmek câiz de¤ildir.
18 — Câmi’lere, lüzûmsuz a¤aç dikmek mekrûhdur. Câmi’in rütûbetini çekmek,
gölge yapmak gibi umûma fâidesi olursa, câiz olur. fiahsî menfe’ati için dikmek,
mekrûh olur.
19 — Câmi’de birfley yimek, uyumak mekrûhdur. Müsâfir olan müstesnâd›r. Müsâfir, câmi’e girerken (‹’tikâf)a niyyet etmeli, önce teh›yyet-ül-mescid olarak, nemâz k›lmal›d›r. Sonra, yiyebilir ve dünyâ kelâm› konuflur. ‹’tikâf eden yiyebilir, yatabilir. ‹’tikâf sünnet-i müekkededir. ‹’tikâf› terk etmek, befl vakt nemâz›n sünnetlerini özrsüz k›lmamak gibi oldu¤u (Berîka)da yaz›l›d›r.
Câmi’de so¤an, sarm›sak gibi fenâ kokulu fleyleri yiyene [sigara içene] mâni’ olmal›d›r. Kasablar›, bal›kc›lar›, ci¤ercileri, ya¤c›lar›, üzerleri pis ise ve pis kokarsa
ve üzeri pis kokanlar› ve cemâ’ati dili ile incitenleri, câmi’den ç›karmal›d›r. ‹lâc olarak kokulu fley özr ile veyâ unutarak yiyen, cemâ’ate gelmez. Ma’zûr olur. Pis koku insanlara ve meleklere eziyyet verir.
20 — Câmi’de, al›fl verifl olan her akd [sözleflme] mekrûhdur. Nikâh yapmak ise
müstehabd›r.
21 — ‹bâdet etmeyip, câmi’de dünyâ kelâm› ile meflgûl olmak tahrîmen mekrûhdur. Atefl odunu yiyip bitirdi¤i gibi, câmi’de dünyâ kelâm› konuflmak da, insan›n sevâblar›n› giderir. ‹bâdetden sonra, mubâh olan fleyleri, hafîf sesle konuflmak
câizdir. ‹slâmiyyetin be¤enmedi¤i fleyleri konuflmak, her zemân câiz de¤ildir.
22 — Câmi’de kendine muayyen yer ay›rmak mekrûhdur. Fekat, d›flar› ç›karken, kimse oturmas›n diye, yerine ceketini b›rak›rsa, gelince oraya tekrâr oturabilir. Umûmi yerlerde, Minâda, Arafâtda, [vapurda, otobüslerde de] böyledir.
Ya’nî oturma¤› âdet etdi¤i yere baflkas› oturmufl ise, kald›ramaz. Kendine, ihtiyâc›ndan fazla yer ay›r›rsa, fazlas›n› baflkas› alabilir. Bu yerin fazlas›n›, iki kifli ister– 246 –
se, hangisine verirse, o oturur. ‹kisi de istemeden, bu fazla yere biri oturursa, bundan al›p ikincisine veremez. Fekat, buray›, onun emri ile, onun için ay›rd›m, kendim için ay›rmad›m diye yemîn ederse, kald›rabilir. Sat›c›lar›n pazar yerinde yerlefldikleri yer de böyle olup, önce geleni sonra gelen yerinden kald›ramaz. Bütün
bu umûmî yerlerde, ilk oturan, herkese zararl› olmufl ise, kald›r›labilir.
Nemâz k›lanlar s›k›fl›yorsa, k›lm›yanlar› kald›rabilirler.
Mahalle mescidi dar geliyor ise, o mahalleden olm›yanlar›, d›flar› ç›karabilirler.
Mahalle câmi’inin gelirini toplamas›, ta’mîrini, masraflar›n› idâre etmesi için,
mahalle halk›n›n bir (Mütevellî) ta’yîn etmesi câizdir [ve lâz›md›r].
Câmi’in bir taraf›nda hâf›z Kur’ân-› kerîm okuyor, bir tarafda da Ehl-i sünnet
olan sâlih bir kimse va’z veriyor ise, va’z dinlemek efdaldir. [Hele hâf›z fâs›k ise,
tegannî ile okuyorsa, dinlemek câiz de¤ildir. Câmi’, kubbesi, minâresi olan binâ
demek de¤ildir. ‹çinde, hergün befl kerre, cemâ’at ile nemâz k›l›nan binâ demekdir. Nemâzdan evvel veyâ sonra, bu cemâ’ate va’z vermek de câizdir. Va’z, Ehl-i
sünnet i’tikâd›nda olan bir zât›n, Ehl-i sünnet âlimlerinden birisinin bir kitâb›na
bakarak okudu¤u veyâ ezberden söyledi¤i bir sözünü aç›klamas› demekdir. Mezhebsizlerin, ingiliz câsûslar›n›n ve misyonerlerin konuflmalar›na va’z denmez, nutuk ve konferans vermek denir. Câmi’lerde nutuk ve konferans vermek ve bunlar› dinlemek câiz de¤ildir. Ehl-i sünnet âlimlerinin her sözü, Kur’ân-› kerîmin ve hadîs-i flerîflerin tefsîrleri, îzâhlar›d›r.]
Câmi’lerdeki yarasa ve güvercinleri ko¤mak ve yuvalar›n› d›flar› atmak câizdir.
Çünki, câmi’leri kirletirler. Câmi’lerin temiz olmas› için bunlar ç›kar›l›r. (Fetâvâ-i
kâri-ül-Hidâye)de ve (Cevâhir-ül-fetâvâ)da diyor ki, (Câmi’leri kirleten kufllar› ç›karmak mümkin olmazsa, öldürmek câizdir. Eziyyet veren hayvanlar heryerde öldürülebilir). Câmi’ d›fl›ndaki kufl yuvalar›n› bozmak, câiz de¤ildir.
Kâdîhân “rahmetullahi aleyh” fetvâs›nda diyor ki, (Bir flehrde, bir köyde, bir
mahallede ezân okunmazsa, hükûmetin zorla okutmas› lâz›md›r.) (Fetâvâ-y›
Hindiyye)de diyor ki, (Ezân, câmi’in d›fl›nda veyâ minârede okunur. Yüksekde
okumak ve sesini ço¤altmak için kendini zorlamamak sünnetdir). Görülüyor ki,
ezân ve ikâmeti ho-parlör ile okuma¤a lüzûm yokdur. Çünki, her mahallede ezân
okunmakdad›r. ‹bâdetleri teyp, radyo ve ho-parlörle ve televizyonla yapmak
bid’atdir. Bid’at büyük günâhd›r. [Müezzin ezân› ve imâm efendi k›râeti câmi’ civâr›nda bulunan ve câmi’deki cemâ’ate iflitdirecek kadar tabi’î sesleri ile okur.
Uzaklardan iflitilmesi için, kendilerini zorlamalar› mekrûhdur. Ho-parlör [Mizmâr] kullanma¤a lüzûm olmad›¤› buradan da anlafl›lmakdad›r. (Müncid)de diyor
ki, her dürlü ses ç›karan âletlere (Mizmâr) denir. Davul, def, ney, zurna, keman,
ud, ho-parlör, teyp, televizyon, birer mizmârd›r. ‹bni Hacer-i Mekkî, (Keffür-reâ’
an muharremât-ilâ lehvi vessimâ’) kitâb›nda diyor ki, (Hadîs-i flerîfde (Davulu
ve mizmâr› yok etmek için emr olundum) ve (Bir zemân gelir ki, Kur’ân-› kerîmi mizmârlardan okurlar. Okuyanlara ve dinleyenlere Allahü teâlâ la’net eder)
buyuruldu.) Ezân ve mevlid okumak da böyledir. 2.ci k›smda, 52.ci maddeye bak›n›z!]
Bî-vefâd›r ey denî dünyâ senin her ni’metin.
Sarsar-› bâd-› ecel, mahv eyliyor her rif’atin!
– 247 –
70 — CEMÂ’AT ‹LE NEMÂZ
Câmi’e sa¤ ayak ile girilir. Câmi’den ç›karken, önce sol ayak ile ç›k›l›r. (Uyûnül-besâir)de diyor ki, (Câmi’e girerken, girmeden evvel, önce sol, sonra sa¤ ayakkab› ç›kar›l›r. Bundan sonra, önce sa¤ ayakla câmi’e girilir. Önce sol ayakla ç›kd›kdan sonra [veyâ ç›kmadan evvel], önce sa¤ ayakkab› giyilir). (Hadîka)da, el ve ayak
âfetlerinde diyor ki, (‹mâm-› Nevevî Müslim flerhinde buyuruyor ki, mubârek, flerefli ve temiz iflleri yaparken sa¤dan bafllamak müstehabd›r. Ayakkab›, don, gömlek giyerken, bafl trafl ederken ve tararken, b›y›k k›rkarken, misvâk kullan›rken, t›rnak keserken, el, ayak y›karken, mescide, (müslimân›n evine) ve odas›na girerken,
halâdan ç›karken, sadaka verirken, yemek yirken, su içerken sa¤dan bafllan›r.
Bunlar›n z›dd› olanlar› yaparken, meselâ ayakkab›, çorab, elbise ç›kar›rken, câmi’den ve müslimân›n evinden, odas›ndan ç›karken, halâya girerken, sümkürürken,
tahâretlenirken soldan bafllamak müstehabd›r. Bunlar› tersine yapmak, tenzîhî
mekrûh olur. Çünki heyetde, fleklde olan sünneti terk etmek olur.) [Bulundu¤u yerin âdetine uymak için sakal› kaz›mak da böyledir. 249.cu sahîfeye bak›n›z!]
‹bni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, (‹ki cins imâml›k vard›r.
Evvelâ (‹mâmet-i kübrâ)y› bildirece¤iz.) Üçüncü cildde bâgîleri anlat›rken, üçyüzonuncu sahîfede de bildirilecekdir. Abdülganî Nablüsînin “rahmetullahi teâlâ
aleyh” (El-Hadîkat-ün-nediyye) kitâb›n›n yüzk›rküçüncü ve iki yüzdoksandördüncü ve üçyüzellibirinci sahîfelerinde de yaz›l›d›r. ‹mâml›¤›n ikincisi (‹mâmet-i sugrâ)d›r ki, farz nemâz› k›ld›rmak için imâm olmakd›r. Befl vakt nemâz›n farzlar›n›
cemâ’at ile k›lmak, erkeklere hanefî, flâfi’î ve mâlikîde sünnetdir. Cum’a ve bayram nemâzlar›nda ise flartd›r. Nâfile nemâzlar› cemâ’at ile k›lmak mekrûhdur. Befl
vakt nemâzda, bir kifli de cemâ’at olarak yetiflir. K›râeti güzel olan imâm olur, ya’nî
Kur’ân-› kerîmin harflerini tan›yan, tecvîd ile okumas›n› bilen olur. Sesi güzel ve
tegannî ile okuyan de¤il! Fâs›k›n imâm olmas› mekrûhdur. Çok âlim olsa bile, ona
uymak tahrîmen mekrûhdur. Hadîs-i flerîfde, (Müttekî bir âlim ile nemâz k›lan, bir
Peygamber ile k›lm›fl gibidir) buyuruldu.
(Uyûn-ül-besâir) kitâb›n›n yüzotuzbeflinci sahîfesinde buyuruyor ki, ([Özrlü
olmad›¤› hâlde] câmi’e gitmeyip, evinde âilesi ile cemâ’at yapan kimse, câmi’deki
cemâ’atin sevâb›na kavuflamaz. Ya’nî, câmi’e mahsûs olan, fazla sevâba kavuflamaz.
Yoksa, evde cemâ’at ile k›l›nca da, cemâ’at sevâb›na, ya’nî yirmiyedi kat sevâba kavuflur. fiunu da bildirelim ki, iki cemâ’at de, flartlara, sünnetlere uygun oldu¤u zemân böyledir. Evdeki cemâ’at dahâ uygun ise, evde k›lmak lâz›md›r). (Halebî-i kebîr)in dörtyüziki, alt›yüzonüç ve alt›yüzondokuzuncu sahîfelerinde de yaz›l›d›r.
[Görülüyor ki, nemâz›n flartlar›na ehemmiyyet vermiyen imâmlar›n arkas›nda nemâz k›lmamal›d›r. Bunlar›n nemâz› sahîh olmaz. Günâh iflledi¤i hâlde, meselâ içki
içdi¤i, fâiz yidi¤i, kad›nlara, k›zlara bakd›¤›, kumar oynad›¤› hâlde, abdestin, nemâz›n farzlar›n› bilen ve ehemmiyyet veren imâm arkas›nda k›lmak câiz olsa da, mekrûhdur. Ebüssü’ûd efendi fetvâs›nda buyuruyor ki, (Sâlih ve fâcir arkas›nda nemâz
k›l›n›z!) hadîs-i flerîfi, câmi’ imâmlar› için de¤il, Cum’a k›ld›ran emîrler, vâlîler içindir. Bunlara uymak ve itâ’at etmek içindir. Günâh iflledi¤i bilinen imâmlar›n arkas›nda nemâz k›lmamal›d›r. ‹mâml›k flartlar› bulunm›yan, Kur’ân-› kerîmi tegannî ile
okuyan imâma uymamal›d›r. Dînine ba¤l› imâm›n mescidine gitmelidir. Her nemâz için, câmi’e gitmeli, fâs›k, câhil, mezhebsiz, dinde reformcu oldu¤u bilinen
imâma rastlan›nca, ona uymamal›d›r. Böyle imâm var zan etmekle, câmi’i terk etmemelidir. Molla Murâd kütübhânesi, [1114] numaral›, Ebüssü’ûd efendi fetvâs›nda buyuruyor ki, (Harâm yiyen, fâiz alan imâm› azl etmek vâcibdir. Kur’ân-› kerîmi tecvîd üzere okumas›n› bilmek farzd›r. Tecvîdi bilmiyen, mehâric-i hurûfu gözetemez.
Harflerin a¤›zdaki yerlerini gözetemiyen bir kimsenin okudu¤u Kur’ân-› kerîm ve
k›ld›¤› nemâz sahîh olmaz). ‹kinci k›smda birinci maddeye bak›n›z! ‹mâml›k flartla– 248 –
r› bulunan kimsenin imâm olmas› için u¤raflmak, her müslimân›n vazîfesidir.]
(Nûr-ül-îzâh) flerhi hâfliyesinde buyuruyor ki, (‹mâm olmak için alt› flart lâz›md›r). Bunlardan biri bulunmad›¤› bilinen imâm›n arkas›nda nemâz sahîh olmaz:
1 — Müslimân olmak, Ebû Bekr-i S›ddîk ve Ömer Fârûkun halîfe oldu¤una inanm›yan ve te’vîlini bilmeden mi’râca, kabr azâb›na inanm›yan, imâm olamaz.
2 — Bulûg yafl›nda olmak.
3 — Akll› olmak. Serhofl ve bunak imâm olamaz.
4 — Erkek olmak. Kad›n, erkeklere imâm olamaz.
5 — Hiç olmazsa, Fâtiha ile bir âyeti do¤ru okuyabilmek. Bir âyeti ezberlememifl olan ve ezberlese de, tecvîd ile okuyamayan, na¤me yapan, imâm olamaz.
6 — Özrsüz olmakd›r. Özrü olan, özrü olmayanlara imâm olamaz. Özr, bir yerinden durmadan kan akmak, yel kaç›rmak, idrâr kaç›rmak, te ve fe harflerini tekrârlayarak okumak, sin harfini se, ra harfini gayn okumak, abdestsiz veyâ dirhemden fazla necâsetli olmak ve avret mahalli aç›k olmakd›r. Gözü a¤r›yan, gözyafl›
kesilmezse, özr sâhibi olur. Kulakdan, göbekden, burundan, memeden a¤r› ile ç›kan her s›v› da, devâml› akarsa, özr sâhibi olur. Ad› geçen yerlerden ve yaradan
çibandan ç›kan kan, irin ve sar› su, a¤r› ile olmasa da, böyledir. Özrleri birbirine
benziyenler birbirlerine ve bir özrlü olan, iki özrlü olana imâm olabilir. Mâlikîde
ve flâfi’îde, özrlü olan, özrsüz olana imâm olabilir. [Yara üstündeki merheme,
sarg›ya mesh eden ve kaplama veyâ dolgu difli oldu¤u için, mâlikî ve flâfi’î “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” mezhebini taklîd edenler özrlü say›lmaz.]
(Dürr-ül-muhtâr) üçyüzyetmiflalt›nc› sahîfede buyuruyor ki, ([‹sterse profesör olsun] din câhillerinin, fâs›klar›n, ya’nî büyük günâh iflliyenin, meselâ içki
içenin, zinâ edenin, fâiz yiyenin, kar›s›n›, k›zlar›n› ç›plak gezdirenin, a’mân›n
imâm olmas› mekrûhdur. [Fâs›k›n imâm olmas›, mâlikîde sahîh de¤ildir (Halebî).]
Ebüssü’ûd efendinin “rahmetullahi aleyh” fetvâs›n› yukar›da bildirmifldik. A’mâ,
âlim ise, imâm olur. Veled-i zinân›n, ya’nî nikâhs›z do¤mufl kimsenin imâm olmas› da mekrûhdur. Emred kimsenin, ya’nî henüz bâlig olmufl, sakal› ç›kmam›fl, parlak kimsenin imâm olmas›, âlim olsa bile, mekrûhdur. Çünki, fitneye sebeb olur.
Parlak olm›yan, köse [sakals›z] arkas›nda k›lmak mekrûh de¤ildir). [Görülüyor ki,
imâm olmak için, sakall› olmak flart de¤ildir. Özr ile sakal trafl› olan›n arkas›nda
nemâz k›l›n›r. Sakal› sünnete uygun olm›yan [ya’nî, çenedeki ile birlikde bir tutam
uzun olm›yan] kimse, bid’at sâhibi olur. Sakal›n sünnete uygun olmas›na ehemmiyyet vermiyen, kâfir olur. Yetmiflbirinci maddeye bak›n›z!].
‹mâma uyman›n do¤ru olmas› için, on flart vard›r:
1 — Nemâza dururken, tekbîri söylemeden önce, imâma uyma¤a niyyet etmekdir. ‹mâm›n kim oldu¤unu niyyet lâz›m de¤ildir.
2 — ‹mâm›n, kad›nlara imâm olma¤a niyyet etmesi lâz›md›r. [‹bni Âbidîn,
nemâz›n mekrûhlar›n› bildirirken buyuruyor ki, (K›zlar›n, kad›nlar›n, acûzelerin,
befl vakt nemâza ve cum’a ve bayram nemâzlar› için ve va’z dinlemek için câmi’e
gitmeleri câiz de¤ildir. Eskiden yaln›z acûzelerin akflam ve yats› zemân› gitmesine
izn verilmifl idi ise de, flimdi bunlar›n gitmesi de, câiz de¤ildir). Hele kad›nlar›n bafl›, kolu, baca¤› aç›k, câmi’e gelip, mevlid, va’z ve hâf›z dinlemeleri harâmd›r, büyük günâhd›r. H›ristiyan kad›nlar› bile, kiliseye giderken, böyle aç›k de¤ildir. Aç›k
kad›nlar›n, erkekler aras›na kar›fld›¤› yerlere câmi’ denmez. Böyle yerlere, nemâz k›lmak için dahî gidilmez. ‹mâm›n erkeklere imâm olma¤a niyyet etmesi lâz›m
de¤ildir. Fekat niyyet ederse, kendisi cemâ’atin sevâb›na da kavuflur. (Hadîka) kitâb›, yüzk›rksekizinci sahîfede diyor ki, (F›kh âlimleri buyurdu ki, imâm nemâza
dururken kendisine uyan cemâ’ate imâm olma¤a niyyet etmezse, buna uymak sahîh olur ise de, imâm›n kendisi imâml›k sevâb›na kavuflamaz. ‹mâm olma¤a niyyet
etmedi¤i için, yaln›z k›lm›fl gibi, yaln›z kendi nemâz›n›n sevâb›n› al›r. Baflkalar›n›n
– 249 –
kendisine uymas›na niyyet edince, cemâ’atin say›s› kadar, imâml›k sevâb› da al›r).]
3 — Cemâ’atin topu¤u, imâm›n topu¤unun gerisinde olmak.
4 — ‹mâm ile cemâ’at, ayn› farz nemâz› k›lmak. Farz› k›lm›fl olan kimse, tekrâr imâma uyunca, imâm ile k›ld›¤› nâfile olur.
5 — ‹mâm ile cemâ’at aras›nda, kad›n saf› bulunmamak. Kad›nlar bir safdan
az olup arada perde varsa veyâ alçakda, yüksekde iseler câiz olur. [(Tergîb-üs-salât)da diyor ki, dört kad›n yan yana durunca bir saf say›l›r. Kad›n saf›n›n arkas›nda olan erkeklerin hepsinin nemâzlar› fâsid olur. Üç kad›n yan yana ise, yaln›z bunlar›n arkas›ndaki üç erkeklerin ve kenârdaki kad›nlar›n yan›ndaki birer erke¤in
nemâzlar› fâsid olur. Kad›n ile yanlar›ndaki erkek aras›nda direk veyâ perde, d›var varsa, nemâzlar› fâsid olmaz. Kad›n ile erke¤in, mahrem olmalar› da böyledir.
Kad›nlar›n evde, erkeksiz cemâ’at yapmalar› mekrûhdur.]
6 — ‹mâm›n kendisini görse, yâhud sesini iflitse, aradaki d›var mâni’ olmaz. Arada kay›k geçecek nehr ve araba geçecek yol mâni’ olur. Yolda veyâ nehrdeki
köprüde iki saf imâma uyunca, arkadakilerin de nemâz› sahîh olur. ‹kinci k›sm, elliikinci maddenin ortas›na bak›n›z!
7 — ‹mâma uyman›n sahîh olmas› için, imâm›n veyâ müezzinin sesini iflitmek
yâhud bunlar› görmek veyâ cemâ’atin hareketlerini görmek lâz›md›r. ‹flitme¤e, görme¤e elveriflli penceresi olmayan d›var arada olmamal›d›r.
[Radyodan, televizyondan, ho-parlörden ç›kan sesin, insan sesi olmad›¤›n›
ezân bahsinde bildirmifldik. Sinema perdesinde, televizyonda nemâz k›ld›¤› görülen imâm›n kendisi de¤ildir, benzeridir. Buna uymak câiz olmad›¤› gibi, bu seslerle ibâdet yapmak da sahîh olmaz. Bid’at ve büyük günâh olur.]
(El-mukaddimet-ül-hadremiyye) ve (Envâr) ve (El-f›kh-ü-alel-mezâhib-il-erbe’a) ve (Misbâh-un-necât) kitâblar›nda diyor ki, (fiâfi’î mezhebinde, câmi’ hâricinde bulunan kimsenin, câmi’deki imâma uymas›n›n sahîh olmas› için, imâm›n intikalât›n›, imâm› veyâ cemâ’atden birini görerek yâhud imâm› veyâ müezzini ifliterek bilmek flart oldu¤u gibi, son safdan uzakl›¤› takrîben üçyüz zrâ’dan [300 x 0,42 = 126
metreden] fazla olmamas› da flartd›r.) (Tergîb-üs-salât)da diyor ki, (Câmi’ hâricindeki kimsenin, imâma uymas› sahîh olmak için, câmi’in dolu olmas› lâz›md›r. Dolu olmaz ise ve dolu olup da, son saf ile, d›flar›daki kimse aras›nda, araba geçecek
kadar mesâfe varsa, imâma uymas› sahîh olmaz). Ho-parlör sesi ile ve televizyondaki imâma uyarak k›lanlar›n nemâzlar›n›n sahîh olmad›¤›, Hindistân âlimlerinin Keralada ç›kard›klar› (El-Muallim) mecmû’as›n›n Rebî’ul-evvel 1406 ve Dessembr [Aral›k] 1985 târîhlisinde uzun yaz›l›d›r. 1401 h. ve 1981 m. senesinde Pâkistânda ç›kan
(Süyûf-ullahil-ecille) kitâb›n›n beflinci sâhifesinde, ho-parlör ile nemâz k›ld›ran
imâma uymak câiz olmad›¤› aç›k yaz›l›d›r. Bu kitâb, (Hakîkat Kitâbevi) taraf›ndan,
(Fitnet-ül vehhâbiyye) sonunda basd›r›lm›fld›r. Yahyâ efendi fetvâs›na bak›n›z!
8 — ‹mâm hayvânda, cemâ’at yerde veyâ bunun tersi olmamak.
9 — ‹mâm ile cemâ’at, yap›fl›k olm›yan iki gemide bulunmamak.
10 — Baflka mezhebdeki imâma uyan cemâ’atin, kendi mezheblerine göre nemâz› bozan bir fleyin, imâmda bulundu¤unu bilmemesi lâz›md›r. Meselâ, imâmdan kan
akmas› veyâ bafl›n›n dörtde birinden az mikdâr›n› mesh etmesi, Hanefî mezhebinde câiz olmad›¤›ndan, böyle yapd›¤› bilinen bir flâfi’î imâma uymak âlimlerin ço¤una göre câiz olmaz. Bu kavl sahîhdir. fiâfi’î imâmdan kan akd›¤› görülse, sonra imâm
bir zemân gayb olup tekrâr gelse, buna uyulur. Çünki, o zemânda abdest alm›fl olabilir. Hüsn-i zan etmek iyidir. [Bu âlimlere göre, bir hanefînin, kaplama ve dolgu
difli görülen flâfi’î imâma uymamas› lâz›md›r.] ‹bni Âbidînde ve Tahtâvînin (‹mdâd)
hâfliyesinde ve Ahmed Hamevînin (Eflbâh) hâfliyesi, ikinci cild, ikiyüzonyedinci sahîfesinde diyor ki, (Muhammed Hindüvânî ve ba’z› âlimler dediler ki, nemâz›
kendi mezhebine göre sahîh olan flâfi’î imâma uyulabilir). (Nihâye) kitâb›, bu kav– 250 –
lin k›yâsa dahâ uygun oldu¤unu bildiriyor ve (bu kavle göre, Hanefî mezhebinde
câiz olm›yan bir hâli görülen flâfi’î imâma uyulabilir) diyor. Bu kavlin de sahîh oldu¤u (Halebî-yi kebîr)de yaz›l›d›r. Mâlikîde de câizdir. Bu âlimlere göre, kaplama
ve dolgusu görülen mâlikî veyâ flâfi’î imâma uymak câiz olur. Hanefî mezhebinde
olup da, kaplama ve dolgusu oldu¤u için, ‹mâm-› Mâlikin veyâ fiâfi’înin “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” mezhebini taklîd eden bir kimsenin, bu âlimlere göre, kaplama ve dolgusu olm›yan hanefîlere de imâm olabilece¤i anlafl›lmakdad›r. Çünki bu
kimse, mâlikî veyâ flâfi’î mezhebindeki imâm gibidir. Ayr›ca, kendi mezhebinin di¤er flartlar›na uymakda, vitr nemâz›n› vâcib bilerek k›lmakdad›r. Kaplama veyâ dolgusu olup olmad›¤›n›, varsa, mâlikîyi veyâ flâfi’îyi taklîd edip etmedi¤ini sormak,
tecessüs etmek câiz de¤ildir. Baflka mezhebden olan imâm, hanefîdeki flartlar› da
gözetiyorsa, buna uymak yaln›z k›lmakdan, Hanefîye uymak, ona uymakdan dahâ
iyidir. [Dolgusu, kaplamas› olan, imâml›k vazîfesi almamal›d›r.]
Cemâ’at bir kifli ise, imâm›n sa¤ yan›nda hizâs›nda durur. Solunda durmas›
mekrûhdur. Arkas›nda durmas› da mekrûh olur. Aya¤›n›n topu¤u, imâm›n topu¤undan ileri olmazsa, nemâz› sahîh olur. ‹ki ve dahâ çok kifli, imâm›n arkas›nda durur. Birincisi, imâm›n tam arkas›na, ikincisi birincinin sa¤›na, üçüncüsü birincinin
soluna, dördüncüsü ikincinin sa¤›na, beflincisi üçüncünün soluna... olarak dururlar. ‹kinci, sonradan gelirse, arkaya durur. Birinci, nemâz› bozmadan arkaya geçer. ‹mâm ileri gitmez. 68. ci maddede, 23. cü s›raya bak›n›z!
‹mâm ile cemâ’at aras›nda, iki safdan ziyâde alacak bofl meydân veyâ büyük havuz bulunursa, bunun gerisinde olanlar›n uymas› câiz olur ise de, yaln›z k›lmas› mekrûh olur. Havuzun ve meydân›n iki yanlar›nda cemâ’atin bulunmas› flart de¤ildir.
Mescide bitiflik aç›k ve kapal› yerler, odalar da böyledir. [Tahtâvî ‹mdâd hâfliyesi.] ‹kinci k›sm, 52. ci maddeye bak›n›z!
Abdest alan, teyemmüm etmifl olana, ayakda k›lan, oturarak k›lana ve nâfile k›lan, farz k›lana uyabilir. Dînini bilen bir imâm aray›p ona uymal›d›r.
Mahalle câmi’inde, ezân ve ikâmet okuyarak bir kerre cemâ’at ile nemâz k›l›n›r. Yoldaki câmi’lerde ve imâm›, müezzini olm›yan câmi’lerde, her cemâ’at için
ayr› ayr› ezân ve ikâmet ile k›l›n›r. Cin imâm olur. Melek imâm olamaz. Çünki melek, mükellef de¤ildir. Melek, cin ve çocuk, bir de olsa, cemâ’at olur. Nâfile k›lan
bir kiflinin, farz k›lana uymas› ile cemâ’at sevâb› hâs›l olur.
Cemâ’at ile k›lmak vâcibdir diyenler de çokdur. Irâk âlimlerine göre “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, vâcibi özrsüz bir kerre bile terk etmek günâh olur.
Terk etme¤i âdet ederse, sözbirli¤i ile günâh olur. Sünneti terk ise, günâh olmaz.
Bir câmi’de cemâ’ati kaç›ran kimsenin, baflka câmi’de aramas› müstehabd›r.
Hastan›n, felclinin, bir aya¤› kesik olan›n, yürüyemiyen ihtiyâr›n ve a’mân›n cemâ’ate gitmesi lâz›m de¤ildir. Yard›mc›lar›, nakl vâs›talar› olsa da, lâz›m de¤ildir.
Ya¤mur, çamur, çok so¤uk ve karanl›k da, özrdür. Çok rüzgâr, yaln›z gece özr olur.
H›rs›z ve baflka sebeble mal› gitmek korkusu, fakîr olan›n alacakl›s›ndan korkusu, can› ve mal› için zâlimden korkusu, abdest s›k›fld›rmas›, yolcunun nakl vâs›tas›n› kaç›rmak korkusu, hastaya bakmak, imrendi¤i yeme¤i kaç›rmak korkusu,
f›kh bilgisini ö¤renme¤i kaç›rmak korkusu, cemâ’ate gitmemek için özrdür. ‹mâm›n bid’at sâhibi oldu¤unu veyâ abdestin, guslün, nemâz›n flartlar›n› gözetmedi¤ini bilmek de özrdür. Bu flartlar› dahâ çok bilenin ve gözetenin, baflkalar›ndan önce imâm seçilmesi lâz›md›r. Bundan sonra, tecvîd ile okuyan seçilir. Hâf›z olmas› flart de¤ildir. Bunlar birkaç kifli ise, vera’ sâhibi olan seçilir. Vera’, flübhelilerden
kaç›nmak demekdir. Bundan sonra, yafl› çok olan seçilir. Bundan sonra, s›ra ile, huyu, yüzü, nesebi, sesi, elbisesi güzel olan seçilir. Bunlar birkaç kifli ise, aralar›ndan
mal›, mevk›’i çok olan seçilir. Bunlar da benziyor ise, mukîm müsâfire imâm olur.
Seçimde uyuflulmazsa, ço¤unlu¤un seçdi¤i imâm olur. Dahâ üstünü varken, baflkas› seçilirse, çirkin olur. Fekat, günâh olmaz. Emîr ve vâlî seçimi de böyledir. Ha– 251 –
lîfe seçiminde ise, en üstün olan› seçmemek günâhd›r. Bir evde, ziyâfetde, seçim
aranmadan, ev sâhibi, ziyâfet sâhibi imâm olur. Yâhud, imâm› bu seçer. Kirâc›, ev
sâhibi demekdir. ‹stenmiyen kimsenin imâm olmas› mekrûhdur.
Bid’at sâhibi kimsenin imâm olmas› tahrîmen mekrûhdur. Ehl-i sünnet i’tikâd›na uym›yan bir inan›fl sâhibine (Mezhebsiz) denir. Mezhebsiz, e¤er Kur’ân-› kerîmde ve hadîs-i flerîflerde aç›kça bildirilmifl olan bir fleye inanmam›fl veyâ flübhe
etmifl ise, (Küfr) olur. Aç›k olarak bildirilmemifl flübheli olan delîlleri te’vîl ederek yanl›fl ma’nâ vermifl ise, (Bid’at) olur. Dünyân›n yarat›ld›¤›na inanmamak, böyle gelmifl, böyle gider demek, küfrdür. Cennetde, mü’minlerin Allahü teâlây› görece¤ine inanmamak bid’atdir. Fekat, nasslara yanl›fl anlad›¤› için inanmamak
bid’at olur. (Böyle fley olmaz. Akl›m kabûl etmez) diyerek tahkîr ederse, yine kâfir olur. Bid’at hakk›ndaki hadîs-i flerîfler, (Hadîka) ve (Berîka)n›n bafl›nda ve fârisî (Efli’at-ül-leme’ât)›n 125.ci sahîfesinde mevcûddur. (Efli’a)dekiler, (Mazheriyye) kitâb›m›za da nakl edilmifldir. Küfre sebeb olan birfley söylemedikçe ve yapmad›kça (Ehl-i k›ble)ye, ya’nî nemâz k›lana (Kâfir) denmez. Fekat, Kur’ân-› kerîmde ve hadîs-i flerîflerde aç›kca bildirilen ve müslimânlar›n asrlar boyunca inand›¤› bir fleye uym›yan söz ve iflde bulunan bir kimse, bütün ömrünce nemâz k›lsa,
her ibâdeti yapsa da, buna (Kâfir) denir. Meselâ, Allahü teâlâ zerreleri, yaprak say›s›n›, gizlileri bilmez dese, kâfir olur. Ebû Bekr ile Ömerden “rad›yallahü anhümâ” baflka sahâbîyi, dînî bir sebeble kötüleyen, bid’at sâhibi olur. Bir harâma mubâh diyen kimse, bir âyete veyâ hadîs-i flerîfe dayanarak, samîmî söyliyorsa, kâfir olmaz. Nassa dayanmadan, keyfi için söylüyorsa, kâfir olur. Ebû Bekr ile Ömerin hilâfete seçilmeleri hakl› de¤ildi demek, bid’atdir. Hilâfete haklar› yok idi
demek küfrdür.
‹mâml›k flartlar›n› tafl›yan bir kimse, ücret veyâ ma’âfl karfl›l›¤› imâml›k yap›yorsa, bunun arkas›nda k›lmak câiz oldu¤una fetvâ verilmifldir. Elhân ederek, mûsikî perdelerine uyarak, tegannî eden ve nemâz› vaktinden evvel k›ld›ran imâm arkas›nda k›l›nan nemâz› iâde etmek lâz›m oldu¤u, (Halebî-i kebîr) sonunda yaz›l›d›r. [‹mâml›k flartlar› bulunm›yan, mezhebsiz, dinde reformcu oldu¤u bilinen imâm›n yerine, Ehl-i sünnet i’tikâd›nda olan imâm ta’yîn edilmesi için u¤raflmal›d›r.]
Cemâ’at istese de, imâm›n, farz k›ld›r›rken k›râeti ve tesbîhleri sünnetden fazla okumas› tahrîmen mekrûhdur. Kad›n imâm olup kad›nlara nemâz k›ld›rmas› tahrîmen mekrûhdur. Erkek olmad›¤› zemân, cenâze nemâz›n› cemâ’at ile k›lmalar›
mekrûh olmaz. Çünki, yaln›z k›larsa, ilk k›lan kad›n farz› k›lm›fl olur. Sonra k›lanlar›nki nâfile olur. Cenâze nemâz›n› nâfile k›lmak da mekrûhdur. Cenâze nemâz›n› bir kerre k›lmak farzd›r. Cenâze nemâz›nda, kad›n erkeklere imâm olursa, erkekler tekrâr k›lmaz. Çünki, yaln›z kad›n›n nemâz› kabûl olup, farz, bir kifli ile yap›lm›fl olur. Kad›n, kad›nlara imâm olursa, ilk saf›n ortas›nda durur. ‹leri geçmesi günâh olur.
Evde, erkek, mahremi olan kad›nlara imâm olur. Yabanc› kad›nlara imâm olamaz. Çünki, halvet olur. E¤er cemâ’at aras›nda, bir erkek veyâ imâm›n mahremi
kad›n bulunursa, yabanc› kad›nlar da cemâ’ate girebilir. Burada da, süt ve nikâh
ile olan mahremlerin, halvetde oldu¤u gibi, genc olmalar› mekrûhdur. Mescidde
halvet hâs›l olmaz. Bir kad›n, imâm›n arkas›nda durur. Yan›nda durmaz. Erkek de
var ise, kad›n erke¤in arkas›nda durup imâmla k›lar.
Mescid-i harâmda, imâm›n Makâm-› ‹brâhîmde durmas› efdaldir. Oturanlara
eziyyet vermemek için câmi’e gelenin, ileri safa geçmemesi efdaldir. Farza bafllan›rken, öndeki safdaki bofl yere geçilir. Cenâze nemâz›nda, arkadaki saflar, öndeki saflardan dahâ sevâbd›r. ‹mâm› rükü’da bulan, rek’ati kaç›rmamak için, son safda durur. ‹leri saflara geçmez. Son safda yer yoksa, o rek’ati kaç›rsa da, yaln›z durmaz. Birinci safda bofl yer olup ikinci safda yoksa, ikinciyi yar›p birinciye geçilir.
Ön safa geçmek için, cemâ’atin önünden geçmek günâh olmaz.
– 252 –
Cemâ’at ile k›lan adam, ayn› imâma uyan herhangi bir kad›nla, bir rükn mikdâr› bir hizâda durursa ve aralar›nda kal›n perde veyâ parmakdan kal›n bir direk
yâhud bir insan s›¤acak kadar aç›kl›k yoksa, erke¤in nemâz› bozulur. Bir safda kad›n k›l›nca, yaln›z iki yan›ndaki ve tam arkas›ndaki erke¤in nemâz› bozulur. Arkas›ndaki dokuz ayakdan uzak ise bunun bozulmaz. Ayn› imâma uymayan bir kad›n›n, erkekle bir hizâda k›lmalar› mekrûhdur. Erkek, yan›nda, imâma uyacak bir
kad›n› görünce, geride durmas› için, eli ile iflâret etmelidir. Geri gitmezse, kad›n›n
nemâz› kabûl olmaz. Erke¤in nemâz› bozulmaz. Bir hizâda olan kad›n, adam boyu yüksekde veyâ afla¤›da ise, zarar› olmaz.
Rükü’ ve secde yapamayan, yapana imâm olamaz. Nâfile k›lan, farz k›lana
imâm olamaz.
(Elsa¤) olan kimse, elsa¤ olmayana imâm olamaz. Elsa¤, sin harfini, se harfi okuyand›r. Baflka harfleri do¤ru okuyamayan da, do¤ru okuyanlara imâm olamaz. Böyle kimselerin, harfleri do¤ru söylemek için, gece gündüz çal›flmas› farzd›r. Çal›fl›p
da söyleyemezse, kendi nemâz› câiz olur. Çal›flmazsa, kendi nemâzlar› fâsid olur.
Harfleri do¤ru okuyan bir imâma uyarak cemâ’at ile k›lmas› mümkin iken, yaln›z
k›larsa, harfi do¤ru okumad›¤› için, nemâz› yine kabûl olmaz. Do¤ru söyleyemedi¤i harf bulunmayan bir âyet varsa, bunu veyâ böyle birkaç âyet-i kerîmeyi ezberlemesi ve nemâzlarda, bunlar› okumas› lâz›md›r. Do¤ru okuyabildi¤i âyet-i kerîme var iken, bunu ezberlemeyip, söyleyemedi¤ini okursa, nemâz› yine kabûl olmaz. Fâtihay› her nemâzda okumak lâz›m oldu¤undan, bunu güzel okuma¤a çal›flmas› lâz›md›r. [Görülüyor ki, bir harf do¤ru söylenmezse, Kur’ân-› kerîm do¤ru olmuyor ve nemâz kabûl olmuyor. Radyo ve ho-parlör ile iletilen seslerde, harfler do¤ru ç›kmad›¤› için, bunlarla Kur’ân-› kerîm okumak, dinlemek ve nemâz k›lmak do¤ru olmaz, kabûl olmaz. Suç olur. Günâh olur.]
Meste veyâ sarg›ya mesh eden, bu uzvlar› y›kayana, farz k›lan nâfile k›lana imâm
olur. Bütün sünnetlerin ve terâvîhin de hep böyle oldu¤u, ‹bni Âbidînde yaz›l›d›r.
Dört rek’at sünnet k›larken, farz k›lan imâma uyan, nemâz› farz gibi k›lar. Üçüncü ve dördüncü rek’atlerde zamm-› sûre okumas› vâcib iken, flimdi nâfile olur. Nâfile nemâz k›lan, nâfile nemâz k›lana imâm olur.
Farz› cemâ’at ile k›lacak kimse, niyyet ederken, (uydum hâz›r olan imâma) diyerek de kalbinden geçirmesi lâz›md›r. ‹mâmla birlikde, yaln›z k›lar gibi k›l›n›r. Ancak, ayakda iken, imâm içinden okusa da, yüksek sesle okusa da, o hiçbir fley okumaz. Yaln›z, birinci rek’atde (Sübhâneke) okur. ‹mâm›n arkas›nda Fâtiha okumak,
hanefîde tahrîmen mekrûhdur. fiâfi’îde farzd›r. Mâlikîde, imâm yüksek sesle okurken, tahrîmen mekrûh, sessiz okurken müstehabd›r. ‹mâm, yüksek sesle Fâtihay› bitirince, o yavaflça (Âmîn) der. Bunu yüksek sesle söylememelidir. Rükü’dan
kalkarken, imâm (Semî’ Allahü limen hamideh) deyince, o yaln›z (Rabbenâ lekelhamd) der. Sonra e¤ilirken (Allahü ekber) diyerek, imâmla birlikde secdeye yatar. Rükü’da, secdelerde ve otururken, yaln›z k›lar gibi okur.
‹mâmda nemâz› bozan birfley bulundu¤unu anlayan kimse, bu nemâz› tekrâr k›lar. Bunu imâm nemâzda hât›rlarsa yâhud nemâzda iken nemâz› bozan birfley hâs›l olursa, bunu hemen cemâ’ate bildirir. Nemâzdan sonra anlarsa, o cemâ’atden
olduklar›n› hât›rlad›¤›na, söyliyerek, haber göndererek, yazarak bildirir. Haber alan,
iâde eder. Alamayan afv olur. Bir kavlde ve flâfi’îde imâm›n cemâ’ate haber vermesi lâz›m de¤ildir. Nemâz içinde imâm›n abdesti bozulursa, hemen birisini elbisesinden çekip yerine geçirmesi de câizdir. Sonra, d›flarda abdest al›p gelip, vekîline uyarak nemâz›n› temâmlar. Câmi’de abdest al›rsa, vekîle lüzûm olmaz. Vekîl
b›rakmay›p câmi’den ç›k›nca, cemâ’at birden fazla ise, nemâzlar› fâsid olur.
Vitr nemâz›, Ramezânda cemâ’at ile k›l›n›r. Baflka zemânda yaln›z k›l›n›r.
Regâib, Berât ve Kadr nemâzlar›n› cemâ’at ile k›lmak mekrûhdur. Regâib nemâz›, Recebin ilk Cum’a gecesi k›l›nan nâfile nemâzd›r. Hicretin dörtyüzseksenin– 253 –
de meydâna ç›km›fld›r. Birçok âlimler, bunun çirkin bid’at oldu¤unu yaz›yor. Çok
kimsenin k›lmas›na aldanmamal›, sünnet sanmamal›d›r.
Farz› yaln›z k›lan kimsenin yan›nda, o farz› cemâ’at ile k›lma¤a bafllasalar, birinci rek’atde secde etmedi ise, ayakda iken bir yana selâm vererek, nemâz› bozar.
‹mâma uyar. Birinci rek’atin secdesini yapd› ise, dört rek’atli farzlarda, iki rek’ati
temâm k›l›p selâm verir. Üçüncü rek’atin secdesini yapmad› ise, ayakda bir tarafa selâm verip bozar ve cemâ’ate kat›l›r. Üçüncü rek’atin secdesini yapd› ise, dört
rek’ati temâmlar. Sonra, imâma uyup, dört rek’at nâfile k›lmas› iyi olur. ‹kindiyi,
böyle cemâ’at ile k›lamaz. Sabâh ve akflam farz›nda birinci rek’atde secde etdikden sonra da, nemâz› bozar. Fekat, ikinci rek’atin secdesini yapd› ise, nemâz›n› temâmlar. Sonra imâmla nâfile k›lmaz. Sünneti kazâ niyyeti ile k›larken farza veyâ
Cum’a hutbesine bafllan›rsa, nemâz› bozmaz. ‹ki veyâ dört rek’ate temâmlar. Ö¤le veyâ Cum’a sünnetinde iki rek’atde selâm veren, farzdan sonra, iki dahâ k›larak, dörde temâmlar. Yeniden dört rek’at k›lmas›, dahâ iyi olur. Kazâ k›larken cemâ’ate bafllan›rsa, tertîb sâhibi olan bozmaz. Mâlikî mezhebinde de böyledir.
Câmi’de olan kimsenin, ezân okununca, bu nemâz› cemâ’at ile k›lmadan, özrsüz d›flar› ç›kmas› tahrîmen mekrûhdur. Belli bir câmi’ cemâ’atine devâm âdeti ise,
oraya ve mahallesi câmi’indeki cemâ’ate gitmesi ve hocas›n›n veyâ baflkas›n›n dersini, va’z›n› kaç›rmamak için bunlar›n câmi’indeki cemâ’ate ve ifl yerindeki câmi’e
gitmesi özrdür. Farz›, cemâ’atden önce yaln›z k›lan da câmi’den ç›kabilir. Fekat yaln›z k›lmas› mekrûh olur. Bu özrlülerin hepsi, ikâmet getirilirken ç›kamaz. Farz› yaln›z k›lm›fl olan, ö¤le ve yats› nemâzlar›nda, cemâ’at ile nâfile k›lar. Di¤er üç nemâz› yaln›z k›lm›fl olan›n, cemâ’at ile k›l›n›rken bile, câmi’den ç›kmas› vâcib olur.
Çünki, cemâ’ate uymamak büyük günâhd›r. Sabâh sünnetini k›lmam›fl olan kimse, sünneti k›larsa, cemâ’at ile nemâzda oturma¤› da kaç›raca¤›n› anlarsa, sünnetini k›lmaz. Hemen imâma uyar. Cemâ’at ile, ikinci rek’atde oturabilece¤ini anlarsa, sünneti, câmi’in d›fl›nda sofada, çabuk k›lar. Sofa yoksa, içerde direk arkas›nda k›lar. Böyle, bofl yer yoksa sünneti k›lmaz. Çünki, cemâ’at ile k›l›n›rken, nâfile nemâza bafllamak mekrûhdur. Mekrûh ifllememek için sünneti terk etmek lâz›md›r. [Mekrûh ifllememek için, sabâh nemâz›n›n bile sünnetini terk etmek lâz›m olunca, sünnetler yerine kazâ k›lmak lâz›m oldu¤u buradan da anlafl›lmakdad›r.] Ö¤le ve Cum’a nemâzlar› cemâ’at ile k›l›n›rken gelen, birinci rek’ati kaç›rmak korkusu varsa, sünneti k›lmaz. Hemen imâma uyar. Ö¤lenin sünnetini farzdan sonra
k›lar. Sabâh ve ö¤le cemâ’atini kaç›rmamak için sünnete bafllay›p ve hemen selâm
vererek, sünneti farzdan sonra kazâ etmek do¤ru de¤ildir. Çünki, özrsüz nemâz bozmak harâmd›r. Bundan baflka sabâh farz›ndan sonra nezr k›l›nmaz. Bozulan sünnetin tekrâr k›l›nmas›, nezr k›lmak kadar mühim de¤ildir. Bozulan nâfileleri tekrâr k›lmak vâcibdir. Bozulan farzlar› tekrâr k›lmak farzd›r. [Uyûn-ül-besâir.]
Çünki, nâfileye bafllan›nca, bunu temâmlamak vâcib olur. Sabâh nemâz›n› k›lamayan, o gün ö¤leden önce, sünneti ile birlikde kazâ eder. Ö¤leden sonra, yaln›z farz›n› kazâ eder. Cum’a veyâ ö¤le farz›na yetiflen, ilk sünneti farzdan sonra k›lar. Rükü’a yetiflemiyen, o rek’ati imâmla k›lm›fl olmaz. ‹mâm rükü’da iken gelen, niyyet
eder ve ayakda tekbîr getirip, nemâza girer. Hemen rükü’a e¤ilip imâma uyar. Rükü’a e¤ilmeden, imâm rükü’dan kalkarsa, rükü’a yetiflmemifl olur. Bu rek’ate yetiflmifl say›lmaz ise de, secdeleri imâmla yapmas› lâz›md›r. Yapmazsa, nemâz› bozulmaz. Bir vâcibi terk etmifl olur. ‹mâm ayakda iken, imâma uyup imâmla birlikde rükü’a e¤ilmiyen kimse, rükü’u imâmdan sonra yaln›z yap›p, imâma secdede yetiflirse câiz olur. Fekat geç kald›¤› için günâh olur. ‹mâmdan önce rükü’a e¤ilmek,
secdeye yatmak veyâ önce kalkmak, tahrîmen mekrûhdur. 67. ci maddenin 24. cü
say›s›na bak›n›z!
[‹mâm›n hareketlerine uymak lâz›md›r. Sesine uymak flart de¤ildir. ‹mâm› göremiyen, imâm› görenlerin hareketlerine uyarsa, imâm›n hareketlerine uymufl
– 254 –
olur. ‹mâm›n tekbîrleri ve imâm› görenlerin hareketleri, imâm›n hareketlerini gösterdikleri için, bunlara uymak câiz olmakdad›r. ‹mâm› görmiyenlerin, imâm›n
hareketlerini görebilmeleri için, câmi’in muhtelif yerlerine televizyon koyma¤a ihtiyâc yokdur. ‹mâm›n sesini duym›yanlar›n da, imâm› görenlerin hareketlerine ve
müezzinlerin seslerine uymalar› lâz›md›r. Bu kolayl›klar varken, câmi’lere televizyon ve ho-parlör koymak, islâmiyyetin bildirdi¤ini be¤enmeyip, kendi akl›na göre ibâdet yapmak olur. Bu ise bir müslimân›n yapaca¤› fley de¤ildir. Minârelere hoparlör koymak da böyledir.] ‹mâm›n, son sünneti, farz› k›ld›¤› yerde k›lmas› mekrûhdur. Biraz sa¤da veyâ solda k›lar. Nemâzdan sonra, k›bleye karfl› oturmas› da
mekrûhdur. ‹lk safda imâma karfl› nemâz k›lan yoksa, cemâ’ate karfl› oturmal›d›r.
Nemâz k›lan varsa sa¤a veyâ sola dönmelidir. Cemâ’at için ve yaln›z k›lan için, bunlar mekrûh de¤ildir. Son sünneti baflka yerde, hattâ evlerinde k›lmalar› dahâ iyi oldu¤u (‹mdâd)da, ezândan önce yaz›l›d›r. Farz nemâzlar› k›l›nca, saflar› bozmak
müstehabd›r.
(Mevkûfât)da, vitr nemâz›n› anlat›rken diyor ki:
(Befl fley’i imâm yapmazsa, cemâ’at de yapmaz:
1 — ‹mâm kunût okumazsa, cemâ’at de okumaz.
2 — ‹mâm bayram nemâzlar›ndaki tekbîrleri okumazsa, cemâ’at de okumaz.
3 — Dört rek’atli nemâz›n, ikinci rek’atinde oturmazsa, cemâ’at de oturmaz.
4 — ‹mâm secde âyeti okuyup, secde etmezse, cemâ’at de etmez.
5 — ‹mâm secde-i sehv yapmazsa, cemâ’at de yapmaz.
Dört fley’i imâm yaparsa, cemâ’at yapmaz:
1 — ‹mâm ikiden çok secde yaparsa, cemâ’at yapmaz.
2 — ‹mâm bayram tekbîrini, bir rek’atde üçden çok söylerse, cemâ’at söylemez.
3 — ‹mâm cenâze nemâz›nda, dörtden çok tekbîr söylerse, cemâ’at söylemez.
4 — Beflinci rek’ate kalkarsa, cemâ’at kalkmaz. Berâber selâm verirler.
On fley’i imâm yapmazsa, cemâ’at yapar. Bunlar:
1 — ‹ftitâh tekbîrinde el kald›rmak.
2 — Sübhâneke okumak. ‹ki imâm, cemâ’at de okumaz dedi.
3 — Rükü’a e¤ilirken tekbîr getirmek.
4 — Rükü’da tesbîh okumak.
5 — Secdelere yat›p kalkarken tekbîr söylemek.
6 — Secdelerde tesbîh okumak.
7 — Semi’ Allahü demezse, rabbenâlekelhamd denir.
8 — Etteh›yyâtüyü sonuna kadar okumak.
9 — Nemâz sonunda selâm vermek.
10 — Kurban bayram›nda, yirmiüç farzdan sonra, selâm verir vermez, tekbîr okumakd›r).
Mesbûk, ya’nî imâma birinci rek’atde yetiflemiyen bir kimse, imâm iki tarafa da
selâm verdikden sonra, aya¤a kalkarak yetiflemedi¤i rek’atleri kazâ eder ve k›râetleri, birinci, sonra ikinci, sonra üçüncü rek’at k›l›yormufl gibi okur. Oturma¤› ise,
dördüncü, üçüncü ve ikinci rek’at s›ras› ile, ya’nî sondan bafllam›fl olarak yapar. Meselâ, yats›n›n son rek’atine yetiflen kimse, imâm selâm verdikden sonra, kalk›p, birinci ve ikinci rek’atde Fâtiha ve sûre okur. Birinci rek’atde oturur, ikincide oturmaz. (Umdet-ül-islâm)da (Fetâvây› Attâbî)den alarak diyor ki, (Mesbûk, ya’nî imâma birinci rek’atde yetiflemiyen, imâm son rek’atde otururken, Et-teh›yyâtüyü erken bitirse, imâm selâm verinciye kadar Kelime-i flehâdeti tekrâr tekrâr okur. Süküt etmez. Nemâzda, okumak lâz›m olan yerde, süküt etmek harâmd›r. Salevât da
okumaz. Çünki, son rek’atde oturan salevât okur. Birinci ka’dede salevât okursa,
– 255 –
secde-i sehv lâz›m olur. Ka’de-i ûlâda Allahümme selli derse, nemâz› fâsid olur.)
Mukîm, edâ ederken ve kazâ ederken de, müsâfire uyabilir. [66. c› maddeye bak›n›z!]. Müsâfir, dört rek’atli olan farzlar› edâ ederken, mukîme uyabilir. Yetiflemedi¤i rek’at olursa, imâm selâm verdikden sonra dörde temâmlar. Çünki, mukîm imâma vakt içinde uyan müsâfirin nemâz› de¤iflerek, imâm›n nemâz› gibi dört rek’at
olur. Kazây› iki rek’at k›lmas› lâz›m oldu¤undan, mukîm imâma uyamaz. Çünki,
oturmas› ve okumas› farz olan, nâfile olana uymufl olur. Mukîm olan müsâfir olana uyunca, nas›l k›laca¤›, 64. cü maddede bildirilmifldir. Bir rek’ati kaç›ran kimse, o nemâz› cemâ’at ile k›lmam›fl olur. Fekat, cemâ’at sevâb›na kavuflur. Son
rek’ati de kaç›ran, imâma teflehhüdde yetiflirse, cemâ’at sevâb›n› kazan›r. ‹ftitâh
tekbîrini imâmla birlikde söylemenin ayr›ca çok sevâb› vard›r.
(Umdet-ül-islâm)da diyor ki, (Cemâ’ate gelen, imâm› rükü’da görürse, ayakda
tekbîr getirip, rükü’a e¤ilir. Tekbîri e¤ilirken söylerse, nemâz› sahîh olmaz. E¤ilmeden, imâm kalkarsa, o rek’ate yetiflmemifl olur).
Ey, insan ad›n› tafl›yan varl›k,
kendine gel, uyan gafletden art›k!
Se’âdet yolun, göremezsen nâdân,
niye vermifl sana, bu akl› Yezdân?
niçin geldin fânî cihâna, böyle!
yaln›z yimek içmek için mi, söyle?
Bilirsin, bir rûh da vard›r insanda,
psikoloji olaylar› meydanda.
Muhakkak, dünyâya gelen, ölüyor,
o zemân rûhlar, aceb n’oluyor?
‹leriyi görmek, elbet insanl›k,
bunu sa¤lar sanma, h›ristiyanl›k.
‹slâm› kötüler, onlar dâimâ,
‹ncîlde, böyle mi söyledi Îsâ?
‹slâmiyyeti bilmiyorum dersin,
nas›l, münevverlik iddiâ edersin?
Gençlik geçdi, sanki tatl› bir rü’yâ,
bütün ömür de, bir sâatd›r güyâ,
‹slâm›, san›r›m etmezsin teslîm,
anlamadan hiç, verilir mi hüküm?
Din dersine lüzûm yokmufl lisede,
böyle mi söyleniyor, kilisede?
‹slâm› bilmedi¤in, pek âflikâr,
ki bunu eyliyemezsin, hiç inkâr,
Ne olur, bir din kitâb› okusan,
‹nsanl›¤› ö¤renirsin, o zemân.
– 256 –
71 — CUM’A NEMÂZI
Cum’a nemâz› onalt› rek’atdir. Bunun iki rek’atini k›lmak her erke¤e farz-› aynd›r. ‹nanmayan, ehemmiyyet vermiyen kâfir olur. Ö¤le nemâz›ndan dahâ kuvvetli farzd›r. Cum’a nemâz› farz olmak için, iki dürlü flart› vard›r: Birincisi (Vücûb flartlar›), ikincisi (Edâ flartlar›)d›r. Edâ flartlar›ndan biri noksân olursa, nemâz sahîh
olmaz. Vücûb flartlar› bulunmazsa, sahîh olur. Edâ flartlar› yedidir:
1. ci flart, nemâz› flehrde k›lmakd›r. (fiehr), cemâ’ati, en büyük câmi’e s›¤mayan
yer demekdir. Hanefî mezhebi f›kh âlimlerinin ço¤u “rahmetullahi teâlâ aleyhim
ecma’în” böyle söylemifldir. Bu sözün sahîh oldu¤u (Velvâlciyye)de de yaz›l›d›r. Yâhud islâmiyyetin emrini yapabilecek gücde müslimân vâlî ve hâkimi bulunan yere flehr denir. ‹slâmiyyetin emrlerinin hepsini yapmasa da, insanlar›n haklar›n›, hürriyyetlerini korumas›, fitne, fesâd› önlemesi, mazlûmlar›n haklar›n› zâlimlerden almas› yetiflir. Hükûmetin bask›s› ile, hâkim ba’z› farzlar› yapd›ramazsa, özr say›l›r.
[Bugün hükûmetin tasdîk ve kabûl etdi¤i muhtâr› veyâ jandarma bulunan köyler ve flimdiki büyük flehrlerin içinde bulunan beldelerin herbiri yukar›daki iki ta’rîfe göre de, Cum’a nemâz› için ayr› birer flehr say›lmakdad›r. Böyle köylerde ve beldelerde Cum’a ve bayram nemâzlar› k›lmak, câiz olur. Bundan baflka, flâfi’îde, k›rk
kifli Cum’ay› her yerde k›labilir. Baflka mezhebde câiz olan birfleye hükûmet izn
verince, di¤er mezhebde de câiz olur. Hükûmet bir mubâh› emr edince, yap›lmas› vâcib, men’ ederse, harâm olur. fiehr [il] deyince, yaln›z zemân›m›zdaki büyük
flehrleri düflünenler, (Bütün bir flehr halk›n›n bir tek câmi’e s›¤m›yaca¤›n› aç›klama¤a ihtiyâc yokdur. Cum’a ile ilgili görüfllerin dîne uymad›¤›na, Cum’a nemâz›n›n flartlar› üzerinde ba’z› yanl›fll›klara iflâret ediyoruz) gibi yaz›larla f›kh kitâblar›n› lekeleme¤e kalk›fl›yorlar. Kendi câhilliklerini anlamay›p da, islâm âlimlerine
dil uzatanlara yaz›klar olsun! Böyle kimselerin yald›zl› ve heyecânl› yaz›lar›na aldanarak, onlar› din adam› sananlar, onlardan dahâ çok zevâll›d›rlar].
fiehr halk›n›n tarla, mezârl›k, oyun için yay›ld›klar› yerler de, flehr say›l›r.
2. ci flart, devlet ve hükûmet reîsinin veyâ vâlînin izni ile k›lmakd›r. Bunlar›n
ta’yîn etdi¤i hatîb, kendi yerine baflkas›n› vekîl edebilir. Zemânla birbirlerine
vekîl olanlardan baflkas›, Cum’a k›ld›ramaz. Bir kimse, izn almadan k›ld›r›nca, k›ld›rmak hakk› olan biri, bu kimseye uyarak k›larsa, nemâz kabûl olur. fiehr vâlîsi
ölse veyâ fitne, kar›fl›kl›k sebebi ile câmi’e gelemezse, vekîli veyâ muâvini veyâ mahkeme hâkimi k›ld›rsa, câiz olur. Çünki, vâlî ve bunlar, milletin din ve dünyâ ifllerini görme¤e hükûmet taraf›ndan iznlidir. Bunlar varken, cemâ’atin seçece¤i bir
imâm Cum’a k›ld›ramaz. Fekat bunlar câmi’e gelmezse veyâ din ifllerini çevirme¤e iznleri, haklar› yoksa, cemâ’atin seçdi¤i imâm k›ld›rabilir. Bunun gibi, sultân sebebsiz, zulm ederek cemâ’atin toplanmas›na mâni’ olursa, bir yere toplan›p imâmlar› bunlara k›ld›r›r. Sultân flehri, flehr hâlinden ç›karmak isterse, k›lamazlar. Kâfirlerin eline geçen islâm flehrlerinde, vâlî ve hâkimler ahkâm-› islâmiyyeye uygun
iflliyorlarsa, bu flehrler (Dâr-ül-harb) olmaz. (Dâr-ül-islâm) say›l›r. Böyle flehrlerde, müslimânlar›n seçdi¤i vâlî, hâkim veyâ bunlar›n veyâ cemâ’atin seçece¤i
imâm, Cum’a nemâz›n› k›ld›r›r.
‹bni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, dördüncü cild, üçyüzsekizinci sahîfede,
kâdî, ya’nî hâkimleri anlat›rken buyuruyor ki, (Kâfirlerin elinde bulunan islâm
memleketleri, dâr-ül-harb de¤ildir, dâr-ül-islâmd›r. Çünki, buralarda küfr ahkâm› yay›lmam›fld›r. Böyle yerlerdeki hâkimler müslimând›r ve hükûmet baflkanlar› müslimând›r. Bunlar kâfirlere istemiyerek itâ’at etmekdedir. Müslimân idâreciler, kâfirlere istiyerek itâ’at ederlerse, fâs›k olurlar. Kâfirlerin ta’yîn etdikleri müslimân vâlîlerin, böyle memleketlerde Cum’a ve bayram nemâz› k›ld›rmalar›, harâc almalar›, hâkim ta’yîn etmeleri ve yetimleri evlendirmeleri câizdir. Çünki,
millet müslimând›r. Vâlînin kâfirlere itâ’ati mecbûrî ve hîle olarakd›r. Böyle
– 257 –
Se’âdet-i Ebediyye 1-F:17
memleketlerde, müslimânlar›n bafl›ndaki vâlî de kâfir ise, müslimânlar›n seçece¤i imâm›n Cum’a ve bayram k›ld›rmas› ve seçdikleri hâkimin fler’î hükmleri makbûl olur. Yâhud, müslimânlar, aralar›nda bir vâlî seçerler. Bu vâlî, hâkimi ve hatîbi ta’yîn eder. Kâfir vâlînin ta’yîn etdi¤i müslimân hâkimi müslimânlar be¤enirse, bunun fler’î hükmleri ve nemâz k›ld›rmas› da câiz olur. Sultâna ›syân edip, birkaç memleketi eline al›p, hükûmet kuran bir müslimân›n hâkim ve imâm ta’yîn etmesi câiz olur).
Mekke-i mükerremenin Minâ köyünde, hac zemân› Cum’a k›l›n›r. Çünki, o zemân, flehr hâlini al›r ve vâlî veyâ Mekke emîri de bulunur. Hâc›lara kolayl›k olmak
için Minâda, bayram nemâz› afv edilmifldir. Hac vazîfelerini idâre eden me’mûr,
ayr›ca izni yoksa, Cum’a k›ld›ramaz. Arafâtda k›l›namaz. Çünki, bofl ovad›r. fiehr
hâlini alamaz.
Her çeflid flehrde, birkaç câmi’de Cum’a nemâz› k›l›nabilir. Fekat, Hanefî mezhebinin ba’z› âlimleri ve üç mezhebin de ço¤unlu¤u, bir câmi’den fazla Cum’a k›l›nmaz dedi. fiehr oldu¤u flübheli olan yerde de, Cum’an›n kabûl olmas› flübheli olaca¤›ndan, Cum’a nemâz›n›n son sünneti ile vaktin sünneti aras›nda (Âh›r zuhur),
ya’nî (Son ö¤le) nemâz› k›lma¤a niyyet ederek, ayr›ca dört rek’at k›lmal›d›r. Bu
dört rek’ati k›larken, niyyete (Üzerime farz olan) diye eklemelidir. Fekat, (Edâs›, ya’nî k›lmas› farz olan) dememelidir. Çünki, ö¤le nemâz›, ö¤le vakti farz olursa da, hemen k›lmak farz olmaz. ‹kindiye, dört rek’at k›lacak zemân kal›nca edâs› farz olur. Edâs› dahâ önce farz olmaz. Cum’a nemâz› kabûl olmad› ise, bu dört
rek’at, (Edâs› farz olan) deyince Cum’a günü ö¤le farz› olmaz. Bir gün önceki ö¤le farz› olur. Onu da, perflembe günü k›lm›fl oldu¤undan, nâfile olur. (Üzerime farz
olan âh›r zuhur) deyince, Cum’a gününün ö¤le farz› yerine geçer. Fekat, Cum’a nemâz› kabûl olmufl ise, ö¤le farz› da k›l›nm›fl olaca¤›ndan, bu dört rek’at nâfile olur.
Çünki, farz niyyeti ile sünnet k›l›n›r. Kazâ nemâz› var ise, bunu k›lm›fl olmaz. Cum’a
nemâz› kabûl olunca, ö¤le nemâz› sâk›t olur denirse, perflembe günkü ö¤leye niyyet edilmifl olur ve yine nâfile nemâz olur. Evvelce k›lamad›¤› ö¤le nemâz› varsa,
bunu kazâ etmifl olmaz. (Üzerime son farz olan k›lmad›¤›m ö¤le nemâz›n› k›lma¤a) niyyet edilirse, Cum’a kabûl olmufl ise, bu nemâz, kazâ nemâz› yerine geçer ki,
böyle niyyet uygundur. Kazâs› olm›yan, âh›r zuhurun dört rek’atinde de zamm-›
sûre okumal›d›r. Cum’a nemâz› kabûl olmay›p, ö¤lenin farz› yerine geçerse, farzda sûre okumak zarar vermez. Kazâya kalm›fl ö¤le nemâz› olan kimse, sûre okumaz. Çünki, Cum’a kabûl olmazsa, ö¤lenin farz› yerine geçer. Kabûl olmufl ise, kazâ yerine geçer.
3. cü flart, ö¤le nemâz›n›n vaktinde k›lmakd›r. Ö¤le ezân› okununca, hemen dört
rek’at (Cum’a nemâz›n›n ilk sünneti) k›l›n›r. Sonra, câmi’ içinde, ikinci ezân okunur. Sonra hutbe okunur. Sonra, cemâ’at ile iki rek’at (Cum’a nemâz›n›n farz›) k›l›n›r. Sonra, dört rek’at (son sünneti), bundan sonra, dört rek’at (üzerime farz olan,
k›lmad›¤›m son ö¤le nemâz›n› k›lma¤a) diye niyyet ederek, âh›r zuhur nemâz› k›l›n›r. Bundan sonra, iki rek’at (vaktin sünneti) k›l›n›r. Cum’a sahîh olmad› ise, bu
on rek’at, ö¤le nemâz› olur. Bundan sonra, Âyet-el-kürsî ve tesbîhler okunup, düâ
edilir. Peygamber efendimiz Cum’an›n iki rek’at farz›ndan sonra, alt› rek’at sünnet k›lard›.
(Efli’at-ül-leme’ât)da, beflyüzbeflinci sahîfede diyor ki, (Emîr-ül-mü’minîn Alî
“rad›yallahü anh”, Cum’a nemâz›n›n farz›ndan sonra alt› rek’at dahâ k›l›n›z derdi. Abdüllah ibni Ömer “rad›yallahü anhümâ” Cum’a farz›ndan sonra alt› rek’at
dahâ k›lard›). Allâme-i fiâmî seyyid Muhammed Emîn ibni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, ikinci cildde, ‹’tikâf› anlat›rken buyuruyor ki, ((Bedây›)da bildirildi¤i gibi, Cum’a nemâz›n›n farz›ndan sonra, ‹mâm-› a’zama göre dört rek’at, imâmeyne
göre alt› rek’at sünnet k›l›n›r. Cum’a yaln›z bir mescidde k›l›n›r diyenlere göre, dört
rek’at dahâ (Âh›r zuhur) k›lmak lâz›md›r. Cum’a her mescidde câiz olur diyenle– 258 –
re göre, bu dört rek’at nâfile olur. Müstehâb olur. K›lmak lâz›m olmaz ise de, k›lmamal› diyen olmam›fld›r. K›lmak iyi olur).
(Fetâvâ-i Hindiyye)de diyor ki, (Köle, kad›n, müsâfir ve hastan›n Cum’a nemâz› k›lmalar› farz de¤ildir. Hutbe dinliyenin en az bir erkek olmas› lâz›md›r. Dinliyen hiç yoksa yâhud yaln›z kad›nlar dinlerse, hutbe câiz olmaz. Cemâ’atin en az
üç erkek olmas› ve bunlar›n imâm olabilecek kimseler olmalar› flartd›r. Kad›n ve
çocuk olurlarsa, Cum’a nemâz› sahîh olmaz).
4. cü flart, vakt içinde hutbe okumakd›r. Hutbeden sonra, nemâz k›ld›rmak
için, hutbeyi dinleyenlerden birini vekîl edebilir. Hutbeyi dinlemeyen k›ld›ramaz.
Âlimlerimiz, Cum’a hutbesini okumak, nemâza dururken, (Allahü ekber) demek gibidir, dedi. Ya’nî, ikisini de, yaln›z arabca okumak lâz›md›r. Fârisî okumak
da olur veyâ her dil ile okumak câizdir diyenler de oldu ise de, bu âlimlere göre
tahrîmen mekrûh olur. Hatîbin, hutbede emr-i ma’rûfdan baflka fleyleri, arabca bile söylemesi mekrûhdur. Hatîb efendi, içinden E’ûzü okuyup, sonra yüksek sesle, hamd ve senâ ve kelime-i flehâdet, salât-ü selâm okur. Sonra va’z, ya’nî sevâba ve azâba sebeb olan fleyleri hât›rlat›r ve âyet-i kerîme okur. Oturup kalkar. ‹kinci hutbede, va’z yerine, mü’minlere düâ eder. Dört halîfenin ismlerini söylemesi
lâz›md›r, müstehabd›r. Sultân›n, hükûmet adamlar›n›n adlar›n› söylemesi câiz de¤ildir. Bunlar›, kendilerinde olm›yan s›fatlarla medh etmesi harâmd›r. Adâlet ve
ihsân etmeleri ve düflmanlara gâlib olmalar› için, bunlara düâ câiz olur denildi ise
de, düâ ederken, küfre ve harâma sebeb olacak fley söylememelidir. Hutbeye
dünyâ sözü kar›fld›rmak harâmd›r. Hutbeyi, nutuk, konferans flekline sokmamal›d›r. Zâlim kimseleri, âdil diye medh eden, din düflmanlar›n›n ölüsüne, dirisine düâ
eden, kâfir olur. Müslimân› da, yalan sözlerle medh etmek harâmd›r. Hutbede va’z
söylemesi demek, emr-i bil-ma’rûf ve nehy-i anil-münker bildirmesi demekdir. Hikâye, siyâset, ticâret ve baflka dünyâ ifllerini anlatmak demek de¤ildir. [Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Bir zemân gelecek maymun s›fatl›, insan sûretli kimseler, minbere ç›k›p, sizlere, din aleyhindeki sözleri, dinsizli¤i, din diye söyliyeceklerdir).] Hatîb efendiler, vâ’›zler, bu hadîs-i flerîfde bildirilen kimselerden olmama¤a, dinsizli¤e âlet olmama¤a dikkat etmelidir. Müslimânlar, böyle kimselerin hutbelerini, va’zlar›n› dinlememelidir. (Nûr-ül-îzâh Tahtâvî
flerhi) ikiyüzseksenbirinci sahîfede, (Hutbeyi k›sa okumak sünnetdir, uzun okumak
mekrûhdur) buyurmakdad›r.
‹bni Âbidîn hutbeyi ve iftitâh tekbîrini ve nemâzda düây› anlat›rken buyuruyor
ki, (Hutbeyi, arabîden baflka lisân ile okumak, nemâza dururken, baflka dil ile iftitâh tekbîri almak gibidir. Bu ise, nemâzdaki di¤er zikrler gibidir. Nemâz içindeki zikrleri ve düây› arabîden gayr› söylemek ise, tahrîmen mekrûhdur. Hazret-i
Ömer yasak etmifldir). Nemâz›n vâciblerini anlat›rken diyor ki, (Tahrîmen mekrûh ifllemek, küçük günâh olur. Buna devâm edenin adâleti gider). (Tahtâvî)de diyor ki, (Küçük günâha devâm eden de fâs›k olur. Fâs›k olan veyâ bid’at iflliyen
imâmlar›n arkas›nda nemâz k›lmamal›, baflka câmi’de k›lmal›d›r). Eshâb-› kirâm
ve Tâbi’în-i ›zâm, Asyada ve Afrikada, hutbeleri hep arabî okudu. Çünki, baflka
dil ile okumak, bid’at ve mekrûh olur. Hâlbuki, dinliyenler arabî bilmiyor, hutbeleri anlam›yorlard›. Din bilgileri de yokdu. Onlara ö¤retmek lâz›md›. Fekat, yine
arabî okudular. Hindistân âlimlerinden Muhammed Viltorînin 1395 [m. 1975] târîhli (El-edilletül-kavâti’) kitâb›nda, (Cum’a ve bayram hutbelerinin hepsini veyâ bir k›sm›n› arabîden baflka dil ile okumak bid’atdir. Tahrîmen mekrûhdur.
Hep böyle okuyan imâm›n arkas›nda nemâz k›l›nmaz) yaz›l›d›r. Bu fetvâ, arabîdir. 1396 [m. 1976] da, ‹stanbulda basd›r›lm›fld›r. Bunun için, Türkiyedeki islâm
âlimleri, alt›yüz seneden beri, hutbeleri türkçe okutup, milletin anlamas›n› çok istediler ise de, hutbelerin kabûl olm›yaca¤›n› düflünerek, buna izn veremediler. Ay– 259 –
r›ca, Cum’a vâ’›zlar› koydular. Bu vâ’›zlar, nemâzdan önce veyâ sonra, hutbenin
ma’nâs›n› anlat›rd›. Cemâ’at, hutbeyi böylece ö¤renirdi.
Seyyid Abdülhakîm Efendi “kuddise sirruh” buyurduki, (‹bâdet, emrleri yapmak demekdir. Kur’ân-› kerîmi, hutbeyi okumak ibâdetdir. Bunlar›n ma’nâs›n› anlamak emr olunmad›. Bunlar› anlamak, ibâdet de¤ildir. Kur’ân-› kerîmi anlamak
için, yetmifliki yard›mc› ilmi ve sekiz temel ilmi ö¤renmek lâz›md›r. Ancak, bundan sonra, Kur’ân-› kerîmi anlama¤a isti’dâd hâs›l olup, cenâb-› Hak, ihsân ederse, anl›yabilir. Herkes anlamal›d›r demek, dîne müdâhene etmek olur. Kur’ân-› kerîmi anlamak için, isti’dâd› çok olan on sene, orta olan elli sene çal›flmak lâz›md›r.
Bizim gibi az olanlar ise, yüz sene de çal›flsak anl›yamay›z. ‹slâmiyyetde ilm diye,
fâideli bilgilere denir. Fâideli ilm, se’âdet-i ebediyyeyi elde etme¤e, ya’nî Allahü
teâlân›n r›zâs›n› kazanmaya vesîle olan ilmdir ki, bunlara, (‹slâm bilgileri) denir).
5. ci flart, hutbeyi nemâzdan önce okumakd›r. Âk›l, bâlig olan erkeklerin yan›nda okumas› lâz›md›r. Fekat, cemâ’atin iflitmesi, anlamas› flart de¤ildir.
[(Hindiyye), (Dürr-ül-muhtâr) ve (‹mdâd)da diyor ki, (Hutbe okurken, cemâ’at olarak, bir erkek bulunmas› yetiflir. Hepsi sa¤›r olsalar veyâ uyusalar, hutbe sahîh olur. Hiç erkek bulunmasa, kad›nlar dinleseler, hutbe sahîh olmaz). Görülüyor ki, cemâ’atin hutbeyi anlamalar› zarûret de¤ildir. Çünki, duymalar› bile lâz›m de¤ildir. (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Hutbeyi baflka dil ile okumak, nemâza dururken, (Allahü ekber) demek gibidir. Nemâz içindeki düâ ve tesbîhler de böyledir). ‹bni Âbidîn buyuruyor ki, (‹mâm-› a’zama göre, arabî okuyabilen imâm›n
da bunlar› baflka dil ile söylemesi câizdir. Fekat mekrûhdur. ‹ki imâma göre ise, arabî okuyabilen imâm›n, bunlar› baflka dil ile okumas› câiz de¤ildir. [‹mâm-› a’zam›n
da bu kavle rücû’ etdi¤i (Mecma’ûl-enhür)de yaz›l›d›r.] (Velvâlciyye)de, nemâz tekbîrini söylemek ibâdetdir. Allahü teâlâ, baflka dil ile söylenmesini sevmez diyor.
Bunun için, hepsini veyâ bir k›sm›n› baflka dil ile okumak, câiz olunca da, ibâdet
içinde tahrîmen, ibâdet d›fl›nda tenzîhen mekrûh olur. Nemâzda ayakda, âyet-i kerîmeleri baflka dil ile okuman›n câiz olmad›¤› ise, sözbirli¤i ile bildirildi. Fetvâ da
böyledir). Di¤er üç mezheb imâm› da, iki imâm›m›z gibi ictihâd buyurarak, arabî
okuyabilenin, baflka dil ile okudu¤u hutbe sahîh olmaz demifllerdir. (Bedây›’)da
diyor ki, (Hutbenin bir k›sm›n› arabî, bir k›sm›n› da baflka dil ile okumak, arabî nazm› bozar. Bu ise mekrûhdur). Baflka dil ile okuyan, Selef-i sâlihînin yolundan ayr›lm›fl, bid’at ifllemifl olur. Yoldan sapanlar›n Cehenneme gidece¤i, Nisâ sûresinin
yüzondördüncü âyetinde bildirilmifldir. ‹bâdet yaparken televizyon, ho-parlör
kullananlar›n da, bu [114]. âyet-i kerîmeyi düflünmeleri lâz›md›r].
‹mâm-› a’zama göre, yaln›z (Elhamdü lillah) veyâ (Sübhânallah) yâhud (Lâilâhe illallah) demekle hutbe okunmufl olur. Fekat tenzîhen mekrûh olur. ‹ki imâma
göre, en az, Etteh›yyâtü okuyacak kadar uzatmak lâz›md›r. ‹ki k›sa hutbe yapmak
sünnetdir. ‹ki hutbe aras›nda oturmamak günâhd›r. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” Cum’a hutbesinde bir âyet veyâ sûre okurdu. Hutbede ve her yerde,
sûre okurken, E’ûzü ve Besmele okunur. Âyet-i kerîme okurken, âlimlerin ço¤una göre, yaln›z E’ûzü okunur. Besmele okunmaz. Hatîbin siyâh cübbe giymesi ve
hutbeden önce, minberin sa¤ yan›nda sünnet k›lmas› sünnetdir. Hutbeyi ayakda
okumak sünnetdir.
6. c› flart, Cum’a nemâz›n› cemâ’at ile k›lmakd›r. ‹mâmdan baflka, hanefîde üç,
flâfi’îde k›rk, mâlikîde oniki erkek yetiflir. Hutbeyi dinleyen cemâ’atin hepsi gidip,
baflkalar›n›n k›lmalar› câizdir. Hanefîde, müsâfir ve hasta ile de cemâ’at hâs›l
olur.
7. ci flart, Câmi’in herkese aç›k olmas›d›r. Kap›y› kilitleyip içerde k›l›n›rsa, câiz olmaz. Fekat fitneye sebeb olmamak için, kad›nlar› Cum’a nemâz›na câmi’e sokmamak, nemâza zarar vermez.
Cum’a nemâz›n›n (Vücûb flartlar›) dokuzdur. Ya’nî, bir kimseye farz olmas› için
– 260 –
dokuz flart lâz›md›r ki, flunlard›r: 1- fiehrde, kasabada oturmakd›r. Müsâfirlere ve
köylülere farz de¤ildir. fiehrde bulunup ezân› ifliten köylüye farz olur. Evi, flehrin
kenâr›ndan bir fersah, ya’nî bir sâat [alt› kilometre] uzakda olanlara farz olur. 2Sa¤lam olmakd›r. Hastaya ve hastay› b›rakam›yan hastabak›c›ya ve çok ihtiyâra
farz de¤ildir. 3- Hür olmakd›r. ‹flçilere, me’mûrlara, askerlere Cum’a nemâz› farzd›r. Patronlar, müdîrler bunlar› nemâzdan men’ edemez. Yol uzak olup, birkaç sâat iflden kal›rsa, ücretlerinden kesebilirler. 4- Erkek olmakd›r. Cum’a nemâz› kad›nlara farz de¤ildir. 5- Âk›l ve bâlig olmakd›r. 6- Kör olmamakd›r. Yolda götüren
olsa bile, a’mâ olana farz de¤ildir. Yard›mc›s›z câmi’e gidebilen a’mâya, hastaya
ve flafl›ya farzd›r. 7- Yürüyebilmekdir. Nakl vâs›tas› olsa bile felcliye, ayaks›za farz
de¤ildir. 8- Mahbûs olmamak ve düflman korkusu, hükûmetden, zâlimden korkusu olmamakd›r. 9- Çok ya¤mur, kar, f›rt›na, çamur olmamakd›r. Çok so¤uk olmamakd›r.
Bu özrlerden biri bulunan erkek, isterse Cum’a nemâz› k›labilir. Cum’a nemâz›n›n kad›nlara farz olmad›¤›n› bildiren hadîs-i flerîfler, (Tefsîr-i Mazherî)de ve (Miflkât-ül-mesâbîh)de yaz›l›d›r.
Müsâfir ve hasta Cum’a nemâz› k›ld›rabilir. Özrsüz Cum’a k›lm›yan›n, Cum’a
k›l›nmadan önce, flehrde ö¤le k›lmas› harâmd›r. Sonra ise, k›lmas› farzd›r. Özr ile
Cum’a k›lm›yanlar›n, ö¤le nemâz›n› flehrde cemâ’at ile k›lmalar› mekrûhdur.
‹mâm otururken veyâ secde-i sehv yaparken yetiflen, imâma uyar. ‹mâm selâm
verince, kalkarak iki rek’at Cum’a nemâz›n› temâmlar. Bayram nemâz›na geç
yetiflen de böyle yapar.
‹mâm minbere ç›k›nca, cemâ’atin nemâz k›lmas› ve konuflmas› harâm olur.
Hatîb efendi düâ ederken, cemâ’at sesle âmîn demez. ‹çinden sessiz denir. Salevâti de ses ile de¤il, kalb ile söylerler. K›sacas›, nemâz k›larken yapmas› harâm olan
her fley, hutbe dinlerken de harâmd›r. Uzakda olup, hutbeyi iflitmiyenlere de harâmd›r. Akreb, h›rs›z, kuyu gibi zararl› fleyleri, zararlar› dokunacak olana, bunu söyleyip kurtarmak câizdir. El ile, bafl ile iflâret ederek bildirmek iyi olur. Müezzinlerin hutbe aras›nda ba¤›rarak, birfley okumas› mekrûhdur.
Cum’a nemâz› için, birinci ezân› ifliten her müslimân›n iflini, al›fl veriflini b›rak›p nemâza gitmesi farzd›r. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” zemân›nda birinci ezân yokdu. Yaln›z minberin önünde okunurdu. Osmân “rad›yallahü anh”
halîfe iken, birinci ezân› da emr etdi. Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve sellem” minberi, mihrâb›n sol taraf›nda idi ve üç basamak idi. [Mihrâb önünde k›bleye karfl›
duran kimsenin sa¤ taraf›nda minber ve sol taraf›nda (Hucre-i se’âdet) bulunur.]
Hutbenin ikinci k›sm›n›, afla¤› basama¤a inip okuyup, sonra tekrâr yukar› basama¤a ç›kmak, çirkin bir bid’atdir.
Hutbe ile nemâz aras›nda hatîb efendinin dünyâ ifllerinden söylemesi tahrîmen
mekrûhdur. Farzlar› yapma¤›, harâmlardan kaç›nma¤› söyliyebilir. Hutbeden olm›yan fleyleri söyleyerek, nemâz› gecikdirirse, hutbesi kabûl olmaz. Hutbeyi tekrâr okumas› lâz›m olur. Çocu¤un hutbe okumas› câiz olup, nemâz› imâm k›ld›r›r.
Cum’a günü, ö¤leden evvel sefere ç›kmak câizdir. Ö¤leden sonra Cum’a k›lmadan
ç›kmak mekrûhdur.
Mekke-i mükerreme ve Bursa gibi, harb ile al›nan flehrlerde, minbere ç›karken
sol eline k›l›nc al›r. K›l›nca dayanarak okur.
Yemek yirken, ezân okunursa, nemâz vakti kaçacaksa, yeme¤i b›rak›r. Cemâ’ati
kaç›racaksa, yeme¤i b›rakmaz. Yaln›z k›lar. Cum’a nemâz› cemâ’atini kaç›rmaz.
Köylü Cum’a nemâz› için ve al›fl verifl için flehre gelirse, nemâz niyyeti fazla ise,
Cum’a nemâz›na gitmek sevâb›na kavuflur. Nemâz sevâb› baflkad›r. Bu sevâba herhâlde kavuflur. Dünyâ ifli de düflünerek yap›lan her ibâdet böyledir. [Hac bahsi bafl›na bak›n›z!]
– 261 –
Hutbe bafllamadan önce, omuza, elbiseye basmamak üzere, minbere veyâ
mihrâba yak›n olmak için saflar aras›ndan geçmek câizdir. Hutbe okunurken
yer de¤ifldirmek, yan›ndakine s›k›nt› vermek harâmd›r. Cemâ’at aras›nda dolaflarak dilenmek ve buna sadaka vermek harâmd›r. Böyle dileneni câmi’den ç›karmal›d›r.
Cum’a günleri düân›n kabûl olaca¤› bir ân vard›r. Bu ân, hutbe ile Cum’a nemâz› içindedir diyenler çokdur. Hutbe dinlerken, düâ kalbden olur. Ses ç›karmak
câiz de¤ildir. Bu ân her flehr için baflkad›r. Cum’a günü, gecesinden dahâ k›ymetlidir. Gecesinde veyâ gündüzünde (Sûre-i Kehf) okumak çok sevâbd›r. (Tefsîr-i
Mazherî.)
Cum’a nemâz› için gusl abdesti almak, güzel koku sürünmek, yeni, temiz giyinmek, saç, t›rnak kesmek, câmi’de buhor [koku] yakmak, (Tebkîr) [câmi’e erken gelmek] sünnetdir. (Dürr-ül-muhtâr)da, beflinci cildde buyuruyor ki, (Her müslimân›n Cum’a günleri, Cum’a nemâz›ndan önce veyâ sonra bafl›n› trafl etmesi ve t›rnaklar›n› kesmesi sünnetdir. Nemâzdan sonra kesilmesi efdaldir. Nitekim bunlar,
hacdan sonra yap›l›r. Cum’a günü kesemiyen, baflka günlerde kesmelidir. Sonraki Cum’a günü kesme¤i beklememelidir. Harbde t›rnaklar› ve b›y›klar› uzatmak
müstehabd›r. Her Cum’a günü y›kanarak ve koltuk ve kas›k k›llar›n› trafl ederek
temizlemek müstehabd›r. K›llar› ilâc ile [Rosma pudras› ile, jilet ile] veyâ yolarak
almak câizdir. Onbefl günde bir trafl etmek de câizdir. K›rk günden fazla, trafl etmemek tahrîmen mekrûhdur). Dübür k›llar›n› izâle etmenin de müstehab oldu¤u
Tahtâvînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” ‹mdâd hâfliyesinde yaz›l›d›r.
T›rna¤› uzun olan›n r›zk› meflakkat ile, s›k›nt› ile hâs›l olur. Hadîs-i flerîfde buyuruldu ki, (Cum’a günü t›rna¤›n› kesen kimse, bir hafta, belâlardan emîn olur).
B›y›k kaz›mak bid’atdir. B›y›klar› k›rkarak, kafllar kadar k›saltmak sünnetdir.
Sakal› [çenedeki ile birlikde] bir tutam uzatmak ve bundan fazlas›n› kesmek sünnetdir. Sakal›n ve b›y›¤›n aras›nda bulunan beyâz k›l› yolmak câizdir. Sakal›n bir
tutamdan fazla uzun olmas›, akl›n az olmas›na alâmet olur, denildi.
(Tebyîn)de ve bunun fielbî “rahmetullahi teâlâ aleyh” hâfliyesinde, guslün
farzlar›n› anlat›rken diyor ki, (Müslimdeki hadîs-i flerîfde on fley sünnetdir: B›y›¤› k›saltmak, sakal› uzatmak, misvâk kullanmak, mazmaza, istinflak, t›rnak kesmek,
ayak parmaklar›n› y›kamak, koltuk alt›n› temizlemek, kas›klar› temizlemek, su ile
istincâ buyuruldu). Sakal uzatman›n sünnet oldu¤unu bu hadîs-i flerîf aç›kca bildirmekdedir. Sakal› bir tutam uzatmak ve bir tutamdan fazlas›n› kesmek sünnetdir. Ba’z›lar›n›n yapd›¤› gibi yanaklar› kaz›y›p, yaln›z çenede sakal b›rakmak, bu
sünneti, de¤ifldirmek olur. Sakal› bir tutamdan k›sa b›rakmak da, sünnete uygun
de¤ildir. Sünnete uymak niyyeti ile k›sa sakal b›rakmak bid’at olur. Harâm olur.
Böyle k›sa sakal› bir tutama kadar uzatmak vâcib olur. Âdet oldu¤u için, herkese uymufl olmak için sakal kaz›mak mekrûh olur. Zâlimler aras›nda kal›p, alay edilmemek, eziyyet görmemek için veyâ harâm ve küfr ifllememek, yâhud farzlar› yapabilmek için, nafaka kazanmak, gençlere emr-i ma’rûf ve nehy-i anilmünker yapabilmek için, dîn-i islâma hizmet edebilmek, mazlûmlara yard›m edebilmek,
fitne ç›kmas›n› önlemek için, sakal› büsbütün trafl etmek câiz ve lâz›m olur. Bu say›lan fleyler, sünneti terk etmek için özr olur, fekat, bid’at ifllemek için özr olmazlar.
(El-halâl vel-harâm) kitâb›nda diyor ki, (Hadîs-i flerîfde, Müflriklere muhâlefet
ediniz. Sakal›n›z› uzat›n›z! buyuruldu. [Bu kitâb›n yazar› olan Yûsüf Kardâvî,
önsözünde mezhebsiz oldu¤unu i’lân etdi¤inden, yaz›lar› sened olamaz ise de, bu
hadîs-i flerîfi Ehl-i sünnete uygun aç›klam›fld›r.] ‹bni Teymiyye, bu hadîs sakal kaz›man›n harâm oldu¤unu gösteriyor, dedi. (Feth)de, Iyâddan alarak, mekrûhdur,
denildi. Mubâh diyenler de oldu. Do¤rusu, hadîs-i flerîf, sakal uzatman›n vâcib oldu¤unu göstermiyor. Yehûdî ve Nasârâ, sakal boyamaz. Siz onlara muhâlefet
– 262 –
edip boyay›n›z! hadîs-i flerîfine bakarak, sakal boyaman›n vâcib oldu¤unu söyliyen âlim olmam›fld›r. Bu hadîs-i flerîfler, müstehab oldu¤unu göstermekdedir. Selef-i sâlihîn sakal kaz›mazd›. Çünki, o zemân, sakal uzatmak âdet idi). Sakala
k›ymet vermiyen kâfir olur. Yüzünü, kad›n gibi parlak yapmak, kad›nlara benzemek için sakal kaz›tmak, çeneyi kaz›y›p, yanaklar üzerinde uzatmak harâmd›r. Çünki, erkeklerin kad›nlara ve kad›nlar›n erkeklere benzemeleri harâmd›r. Kad›nlara benzeme¤i düflünmeyip, genç ve güzel görünmek için sakal kaz›man›n mekrûh
oldu¤u, (Kimyâ-i se’âdet)de, abdestin sonunda yaz›l›d›r. Kad›n›n saç›n› özrsüz kaz›mas› mekrûhdur. Erkeklere benzeterek kaz›mas›, trafl etmesi harâm olur. Kad›nlar›n saçlar›n› biraraya topl›yarak, baflda, ensede, deve hörgücü gibi, topuz yapmalar›, hadîs-i flerîf ile yasak edilmifldir. Bu hadîs-i flerîf, (Berîka) ve (Hadîka)da ve
Yûsüf Kardâvînin (El-halâl vel-harâm fil-islâm) kitâb›nda, yaz›l›d›r. Kad›n›n uzun
saç›n› örtmesi güç veyâ fitneye sebeb oldu¤u zemân, kulak yumufla¤›na kadar kesip k›saltmas› câiz olur.
(Hadîkat-ün-nediyye)de yüzk›rkbirinci sahîfede diyor ki, (Sünnet iki dürlüdür:
Sünnet-i hüdâ ve sünnet-i zevâid. Sünnet-i hüdâ, câmi’de i’tikâf etmek, ezân, ikâmet okumak, cemâ’at ile nemâz k›lmak gibidir. Bunlar, islâm dîninin fli’âr›d›r. Bu
ümmete mahsûsdurlar. [Çocuklar›n sünnet edilmelerinin de böyle oldu¤u, ‹bni Âbidînin son cildinin sonunda yaz›l›d›r.] Bir flehr halk›, bu sünnetlerden birini terk ederse, bunlarla harb edilir. Befl vakt nemâzdan üçünün revâtib, ya’nî müekked sünnetleri de böyledir. Sünnet-i zevâid, Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve sellem” giyim, yimek, içmek, oturmak, bar›nmak, yatmak ve yürümekdeki âdetleri ve iyi ifllere sa¤dan bafllamak, sa¤ el ile yiyip içmek gibidir). ‹kinci cildin beflyüzseksenikinci sahîfesinde diyor ki, (Ba’z› hadîs-i flerîflerde sakal boyamak emr olundu. Ba’z›lar›nda da yasak edildi. (H›ristiyanlar boyar, Siz boyamay›n›z. Onlara benzemeyiniz!) buyuruldu. Bunun için, selef-i sâlihînden bir k›sm› boyad›. Bir k›sm› boyamad›. Çünki, buradaki emre ve yasa¤a uymak vâcib de¤ildir. Bunun için, bu iflde,
bulunulan flehrin âdetine tâbi’ olunur. Âdete uymamak flöhret olur. Mekrûh olur).
Hindistân âlimlerinden fiâh Veliyyullah-› Dehlevînin “rahmetullahi teâlâ aleyh”
(Et-tefhîmât) kitâb›n›n ikinci cildi, üçyüzyirmidördüncü sahîfesinde, büyük âlim
Muhammed Senâüllah Pâni-pütî buyuruyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem”, bafl örtüsü ile bafl›n› örter, antâri, tasmal› ayakkab› ve benzerlerini giyerdi. Halîfe Ömer “rad›yallahü anh” da, Azerbaycândaki askerlerine mektûb yazarak, böyle giyinmelerini emr eyledi. Fekat flimdi, böyle giyinmek âdet de¤ildir.
Memleketde âdet olan fleyler giyilmezse, flöhret olur. Parmakla gösterilme¤e, fitneye sebeb olur. Hadîs-i flerîfde, (‹nsan›n parmakla gösterilmesi, kendisine kötülük olarak yetiflir) buyuruldu. Bunun için, giyinmekde, müslimânlar›n âdetlerine
uymak lâz›md›r. Hazret-i Ömer zemân›nda, antâri, bafl örtüsü ve tasmal› ayakkab› giymek mü’minlerin âdeti idi. Böyle giyinmek, imtiyâza, flöhrete ve parmakla
gösterilme¤e sebeb olmazd›.) fiimdi ise olur. ‹mâm-› Rabbânî, üçyüzonüçüncü mektûbda buyuruyor ki, (K›ymetli hanefî kitâblar›ndan anlafl›l›yor ki, islâm kad›nlar›, önü aç›k antâri ile örtünürlerdi. Kad›nlar›n, önü aç›k antâri giydikleri yerde, erkeklerin önü kapal› giymeleri, önü kapal› giydikleri yerde ise, önü aç›k antârî giymeleri lâz›md›r. fiöhret âfetdir. Felâkete sebeb olur). ‹kiyüzseksensekizinci mektûbda buyuruyor ki, (Fitneyi uyand›rana, Allah la’net etsin!) hadîs-i flerîfdir.
(Efli’at-ül-leme’ât)in birinci cild, ikiyüzonikinci sahîfesinde, (On güzel fley,
Peygamberlerin sünnetidir) hadîs-i flerîfini aç›klarken, sakal uzatman›n bu on
fleyden biri oldu¤unda sözbirli¤i bulunmad›¤›n› bildiriyor. (Tergîb-üs-salât) k›rkikinci fasl›nda, bu on fleyi ve bunlar›n (sünnet-i hüdâ) olduklar›n› yaz›yor. Bunlar›n aras›nda, sakal uzatmak yokdur. (Efli’a)da sakal› bir tutam uzatmak, vâcibdir
denilmifldir. Hadîs-i flerîfde bu on fleye aç›kca sünnet denildi¤i hâlde, sakal uzatma¤› bunlardan ay›rarak vâcib demesi, sakal› sünnete uygun olarak uzatmak âdet
– 263 –
olan yerlerde, sakal kaz›man›n ve bir tutamdan k›sa yapman›n fitneye sebeb olaca¤› içindir. Çünki, flöhrete, fitneye sebeb olan bir ifli yapana hadîs-i flerîfde la’net
edilmifldir. Sakal b›rakman›n âdet oldu¤u yerlerde, sakal kaz›mak fitneye sebeb olaca¤› gibi, sakal trafl›n›n âdet hâline getirildi¤i yerlerde sakal b›rakmak da, fitneye
sebeb olabilir. Bir tutamdan k›sa b›rakmak ise, bid’at olur. Bu fitneye düflmemek
ve bid’at ifllememek için, bulundu¤u memleketin âdetine uyarak sakal›n› trafl etmesi vâcib olur. (Hadîka)n›n yüzk›rksekizinci sahîfesinde, (Bid’at ifllemek, sünneti terk etmekden dahâ zararl›d›r. Bid’ati terk etmek lâz›md›r. Sünneti yapmak lâz›m de¤ildir) demekdedir. Çünki, mubâh ve câiz olan fleylerde ve sünnet-i zevâidde, memleketin âdetine uymak, fitne ç›karmamak lâz›md›r. Fekat farz, vâcib, sünnet-i hüdâ olan fleyleri yapmakda ve harâmdan, mekrûhdan ve bid’atden sak›nmakda âdete uyulmaz. Bunlar, ancak f›kh kitâblar›nda bildirilmifl olan özrlerle ve ancak izn verildi¤i kadar de¤ifldirilebilirler. Sakal b›rakman›n islâm›n fliâr› olmad›¤›n›, islâm dînine mahsûs olmad›¤›n›, bunun için sünnet-i hüdâ olmad›¤›n› yukar›daki hadîs-i flerîf aç›kca göstermekdedir. Görülüyor ki, sakal b›rakmak sünnet-i zevâiddir. Din görevlilerinin hiçbir zemân, ya’nî âdete uyarak da, sünnet-i zevâidi ve
müstehablar› da terk etmeleri câiz de¤ildir. Bunlar, her zemân bir tutam sakal b›rakmal›d›r. Sakal› bir tutamdan k›sa yapmak sünneti de¤ifldirmek olur. K›sa sakala sünnet demek, bid’at olup, büyük günâhd›r. Sakal›n [Çenedeki ile birlikde] bir
tutamdan k›sa olmas›na hiçbir âlimin mubâh demedi¤i f›kh kitâblar›nda yaz›l›d›r.
Bir tutam, dört parmak geniflli¤idir. Çeneyi alt dudak kenâr›ndan avucl›yarak ölçülür. Sakal› olan›n, guslde sakal diplerindeki deriyi ›slatmas› farzd›r. Islatmazsa,
guslü ve abdesti ve dolay›s› ile nemâz› sahîh olmaz.
Erkeklerin saç›n› sakal›n› siyâhdan baflka renge boyamas› câizdir. Siyâha boyama¤a da câiz diyen oldu. Elini aya¤›n›, t›rna¤›n› boyamas› câiz de¤ildir. Çünki kad›nlara benzemek olur. Kad›nlar›n, yabanc› erkeklere göstermemek flart› ile ve abdestde, guslde y›kama¤a mâni’ olm›yan boya ile boyamalar› câizdir.
Muhammed Hâdimî “rahmetullahi teâlâ aleyh” hazretlerinin (Berîka) kitâb›n›n [1284] ‹stanbul bask›s›nda, ikinci cildi, 1229. cu sahîfesinde buyuruyor ki,
(Kad›nlar›n saçlar›n› ve erkeklerin sakallar›n› kaz›malar› câiz de¤ildir. Kad›n›n sakal› olursa, kaz›mas› câizdir. Hadîs-i flerîfde, (B›y›klar›n›z› k›salt›n›z! Sakal›n›z› uzat›n›z!) buyuruldu. Bu emre göre, sakal kaz›mak sünnete muhâlif olur. Bu hadîs-i
flerîf, vücûbu gösterseydi, sakal kaz›mak harâm olurdu. (Tâtârhâniyye) kitâb›nda,
(Tecnis)den alarak diyor ki, bu hadîs-i flerîf, sakal› kaz›may›n›z ve bir tutamdan k›sa yapmay›n›z demekdir. Tahâvîden al›nd›¤› bildirilerek söylenen, (Sakal›n› kaz›yan veyâ bir tutamdan k›sa kesen kimsenin imâm olmas› câiz olmaz. Yaln›z k›ld›¤› nemâz› da mekrûh olur. Dünyâda ve âh›retde mel’ûn ve merdûddur) gibi sözlerin ve (Tefsîr-i Kurtubî)den al›nd›¤› bildirilen bunlara benzer sözlerin asl› yokdur, sâbit olmam›fllard›r). 1336. c› sahîfesinde buyuruyor ki, (Kad›nlar›n da kafllar›n› yolarak inceltmeleri harâmd›r. Al›n, yanak, çene üzerinde ç›kan k›llar›n› yolmalar›, kaz›malar› câizdir). Kesilen saç›, sakal› ve di¤er k›llar› ve t›rnaklar› gömmeli veyâ kabr üzerine, bas›lm›yan yere koymal› veyâ denize b›rakmal›d›r. Halâya, bulafl›k çukuruna atmak mekrûhdur. T›rna¤› difl ile koparmak mekrûhdur.
Baras hastal›¤› yapar. Kad›nlar›n kesilen parçalar›, erkeklere göstermesi harâmd›r.
Erkeklerin bafl› kaz›malar› veyâ saçlar› uzat›p, taray›p ikiye ay›rmalar› sünnetdir. Saç bükmeleri, örmeleri mekrûhdur. (Bahr-ür-râ›k)da, (El-kerâhiyye) k›sm›nda diyor ki, (Erke¤in bafl›n›n ortas›n› kaz›y›p, etrâf›ndaki saçlar›n› uzatmas› câizdir. Fekat, sarkan saçlar›n› büküp fitil yapmas› mekrûh olur. Çünki, fitil yapmas›, ba’z› kâfirlere teflebbüh [benzemek] olur). Buradan da anlafl›l›yor ki, kâfirlerin âdetlerine benzedi¤i için men’ olunan fleyi yapmak, harâm olmuyor, mekrûh
oluyor. Bunun için, (Müflriklere benzemeyiniz. Sakal uzat›n›z!) ve (Nemâz›n›z›
– 264 –
na’l›n ile k›l›n. Yehûdîlere benzemeyin!) hadîs-i flerîfleri, sakal kaz›man›n ve ç›plak ayak ile nemâz k›lman›n, mekrûh oldu¤unu göstermekdedir. 239.cu sahîfede
nemâz›n mekrûhlar›n›n 25. cisine bak›n›z!
Yaln›z Cum’a günleri oruc tutmak ve yaln›z Cum’a geceleri teheccüd k›lmak
mekrûhdur. Günefl tepede iken, [ya’nî ö¤le nemâz›n›n vaktinden temkin zemân›
kadar evvel olan zemân içinde], her nemâz› k›lmak harâmd›r. Bu zemânda, her nemâz› k›lman›n, Cum’a günleri de harâm oldu¤u sözü dahâ kuvvetlidir.
Cum’a günü, rûhlar toplan›r ve birbirleri ile tan›fl›rlar. Kabrler ziyâret edilir. Bugün kabr azâblar› durdurulur. Ba’z› âlimlere göre, mü’minin azâb› art›k bafllamaz.
Kâfirin Cum’a ve Ramezânda yap›lmamak üzere, k›yâmete kadar sürer. Bugün ve
gecesinde ölen mü’minler kabr azâb› hiç görmez. Cehennem, Cum’a günü çok s›cak olmaz. Âdem “aleyhisselâm” Cum’a günü yarat›ld›. Cum’a günü, Cennetden
ç›kar›ld›. Cennetdekiler, Allahü teâlây› Cum’a günleri göreceklerdir.
Afla¤›daki yaz› (Riyâd-un-nâs›hîn)den terceme edildi:
Allahü teâlâ, Cum’a gününü müslimânlara mahsûs k›lm›fld›r. Cum’a sûresi sonundaki âyet-i kerîmede meâlen; (Ey îmân etmekle flereflenen kullar›m! Cum’a
günü, ö¤le ezân› okundu¤u zemân, hutbe dinlemek ve Cum’a nemâz› k›lmak için
câmi’e koflunuz. Al›fl verifli b›rak›n›z! Cum’a nemâz› ve hutbe, size, baflka ifllerinizden dahâ fâidelidir. Cum’a nemâz›n› k›ld›kdan sonra, câmi’den ç›kar, dünyâ ifllerinizi yapmak için da¤›labilirsiniz. Allahü teâlâdan r›zk bekliyerek çal›fl›rs›n›z.
Allahü teâlây› çok hât›rlay›n›z ki, kurtulabilesiniz!) buyuruldu. Nemâzdan sonra,
istiyen ifline gider çal›fl›r. ‹stiyen câmi’de kal›p, nemâz, Kur’ân-› kerîm, düâ ile meflgûl olur. Nemâz vakti al›fl verifl sahîhdir. Fekat, günâhd›r. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir müslimân, Cum’a günü gusl abdesti al›p,
Cum’a nemâz›na giderse, bir haftal›k günâhlar› afv olur ve her ad›m› için sevâb verilir). Bir hadîs-i flerîfde buyuruldu ki, (Günlerin en k›ymetlisi Cum’ad›r. Cum’a
günü, bayram günlerinden ve aflûre gününden dahâ k›ymetlidir. Cum’a, dünyâda
ve Cennetde mü’minlerin bayram›d›r). Bir hadîs-i flerîfde, (Cum’a nemâz› k›lm›yanlar›n kalblerini, Allahü teâlâ mühürler. Gâfil olurlar) buyurdu. Bir hadîs-i flerîfde, (Bir kimse, mâni’ yok iken, üç Cum’a nemâz› k›lmazsa, Allahü teâlâ, kalbini mühürler. Ya’nî, iyilik yapmaz olur) buyurdu. Özrü yok iken, birbiri arkas›nda üç Cum’a nemâz›na gitmiyen kimse münâf›k olur. Ebû Alî Dekkak ölürken üç
fley nasîhat eyledi: (Cum’a günü gusl abdesti al›n›z! Her akflam abdestli olarak yat›n›z! Her hâlinizde, Allahü teâlây› hât›rlay›n›z!) Bir hadîs-i flerîfde, (Cum’a günlerinde bir ân vard›r ki, mü’minin o ânda etdi¤i düâ red olmaz) buyurdu. Ba’z›lar›, bu ân, ikindi ile akflam ezânlar› aras›ndad›r, dedi. Fârisî (Tergîb-üs-salât) kitâb›ndaki hadîs-i flerîfde buyuruldu ki, (Cum’a günü sabâh nemâz›ndan önce, üç kerre Esta¤firullahel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyelkayyûme ve etûbü ileyh okuyan›n, kendinin ve anas›n›n ve babas›n›n bütün günâhlar› afv olur). [Kul haklar›n› ve kazâya kalan farzlar› ödemek ve harâmlardan vaz geçmek flartd›r.] Bir hadîs-i flerîfde, (Cum’a nemâz›ndan sonra, yedi def’a ‹hlâs ve Mu’avvizeteyn okuyan›, Allahü teâlâ, bir hafta, kazâdan, belâdan ve kötü ifllerden korur) buyurdu.
Cum’a günü yap›lan ibâdetlere en az, iki kat sevâb verilir. Cum’a günü ifllenen günâhlar da, iki kat yaz›l›r. Bir hadîs-i flerîfde buyuruldu ki, (Cumartesi günleri yehûdîlere, pazar günleri nasârâya verildi¤i gibi, Cum’a günü, müslimânlara verildi. Bugün, müslimânlara hayr, bereket, iyilik vard›r).
Cum’a günleri ve hergün flu (istigfâr düâs›)n› çok okumal›d›r: Allahümmagfir
lî ve li âbâî ve ümmehâtî ve li ebnâî ve benâtî ve li ihvetî ve ehavâtî ve li-a’mâmî
ve ammâtî ve li-ahvâlî ve hâlâtî ve li-zevcetî ve ebeveyhâ ve li-esâtizetî ve lil-mü’minîne vel-mü’minât vel hamdü-lillâhi Rabbil’âlemîn!
– 265 –
72 — BAYRAM NEMÂZLARI
fievvâl ay›n›n birinci günü f›tr bayram›n›n, Zilhiccenin onuncu günü de, kurban
bayram›n›n birinci günleridir. Bu iki günde, günefl do¤dukdan ve kerâhet vakti ç›kd›kdan sonra, ya’nî ‹flrak vaktinde, iki rek’at bayram nemâz› k›lmak, erkeklere vâcibdir. Bayram nemâzlar›n›n flartlar›, Cum’a nemâz›n›n flartlar› gibidir. Fekat,
burada hutbe sünnetdir ve nemâzdan sonra okunur. F›tr bayram›nda nemâzdan önce tatl› [hurma veyâ fleker] yimek, gusl etmek, misvâk kullanmak, en yeni elbise
giymek, f›tray› nemâzdan önce vermek, yolda yavaflca tekbîr okumak müstehabd›r.
Kurban bayram› nemâz›ndan önce birfley yimemek, nemâzdan sonra, önce
kurban eti yimek, nemâza giderken, yüksek sesle, özrü olan yavaflça (Tekbîr-i teflrîk) getirmek müstehabd›r. (Halebî-yi kebîr)de diyor ki:
(Bayram nemâzlar› iki rek’atdir. Cemâ’at ile k›l›n›r. Yaln›z k›l›nmaz. Birinci
rek’atde, sübhânekeden sonra, üç kerre (Tekbîr-i zevâid) söylenir. Ya’nî, eller üç
def’a kulaklara kald›r›l›p, birinci ve ikincisinde, iki yana uzat›l›r. Üçüncüsünde, göbek alt›na ba¤lan›r. ‹mâm efendi yüksek sesle, Fâtiha ve zamm-› sûre okudukdan
sonra, do¤ru rükü’a e¤ilinir. ‹kinci rek’atde, önce Fâtiha ve zamm-› sûre okunup,
sonra, iki el, yine üç kerre kulaklara kald›r›l›r. Üçünde de yanlara salland›r›l›r. Dördüncü tekbîrde, kulaklara kald›r›lmay›p, rükü’a e¤ilinir. Birinci rek’atde befl,
ikinci rek’atde dört tekbîr getirilmekdedir). Bu dokuz tekbîrde ellerin nereye
götürülece¤ini unutmamak için, k›saca (‹ki salla, bir ba¤la. Üç salla, bir e¤il) diye ezberlenir. (Mâ-lâ-büdde)de diyor ki, (Cemâ’ate yetiflemiyen, bayram nemâz›n› kazâ etmez. Özr ile k›lamazlarsa, îyd-i f›trda bayram›n ikinci günü, îyd-i edhâda üçüncü günü de k›larlar).
(Îyd), bayram demekdir. Her y›l, Ramezân ay›nda ve Arefe gününde günâhlar› afv edildi¤i için müslimânlar›n sevindikleri, sürûrlar›n›n avdet etdi¤i, tekrâr geldi¤i için (Îyd) denildi. Bayram›n birinci günü, Cum’a gününe rastlarsa, Hanefî mezhebinde, hem bayram, hem de, Cum’a nemâz›n› k›lmak lâz›md›r. Kendi vaktlerinde k›l›n›rlar. Bayram sabâh›, cenâze olursa, önce bayram nemâz› k›l›n›r. Sonra cenâze nemâz› k›l›n›r. Çünki, bayram nemâz›, herkese vâcibdir. Cenâze nemâz›,
bayram hutbesinden önce k›l›n›r.
Arafâtda bulunm›yan insanlar›n, Arefe günü bir yerde toplanarak, hâc›lar gibi yapmalar› mekrûhdur. Fekat, va’z dinlemek için veyâ baflka ibâdet için toplanmak câizdir. [Seksendördüncü maddeye bak›n›z!].
‹mâmeyne göre, Arefe günü, ya’nî Kurban bayram›ndan önceki gün sabâh nemâz›ndan, dördüncü günü ikindi nemâz›na kadar, yirmiüç vaktde hâc›lar›n ve
hacca gitmiyenlerin, erkek kad›n herkesin, cemâ’at ile k›ls›n, yaln›z k›ls›n, farz nemâzda veyâ bu bayramdaki farzlardan birini, yine bu bayram günlerinden birinde kazâ edince, selâm verir vermez, (Allahümme entesselâm ......) demeden evvel,
bir kerre (Tekbîr-i teflrîk) okumas› vâcibdir. (Allahü ekber, Allahü ekber. Lâ ilâhe illallah. Vallahü ekber, Allahü ekber ve lillahil-hamd) denir. Cum’a nemâzlar›ndan sonra da okunur. Bayram nemâz›ndan sonra okumak müstehabd›r. Cenâze nemâz›ndan sonra okunmaz. Câmi’den ç›kd›kdan veyâ konufldukdan sonra
okumak lâz›m de¤ildir. ‹mâm, tekbîri unutursa, cemâ’at terk etmez. Erkekler yüksek sesle okuyabilir. Kurban bayram›n›n 2, 3 ve dördüncü üç gününe (Eyyâm-›
teflrîk) denir.
(Ni’met-i islâm) kitâb›nda diyor ki, (Bayram günleri flunlar› yapmak sünnetdir:
Erken kalkmak, gusl abdesti almak, misvâk ile diflleri temizlemek, güzel koku sürünmek, yeni ve temiz elbise giymek, sevindi¤ini belli etmek, F›tra bayram› nemâz›ndan önce tatl› yimek, hurma yimek. Tek adedde yimek. Kurban kesen, o gün ilk
olarak kurban eti yimek. Sabâh nemâz›n› mahalle mescidinde k›l›p, bayram nemâ– 266 –
z› için, büyük câmi’e gitmek. O gün yüzük takmak, câmi’e erken ve yürüyerek gitmek. Bayram tekbîrlerini, F›tr bayram›nda sessiz, Kurban bayram›nda cehren
söylemek. Dönüflde, baflka yoldan gelmek. Çünki, ibâdet yap›lan yerler ve ibâdet
için gidip gelinen yollar, k›yâmet günü flehâdet edeceklerdir. Mü’minleri güler yüzle ve (Selâmün aleyküm) diyerek karfl›lamak. Fakîrlere çok sadaka, [‹slâmiyyeti
do¤ru olarak yaymak için çal›flanlara yard›m] yapmak. Sadaka-i f›tr›, bayram nemâz›ndan önce vermek). Darg›n olanlar› bar›fld›rmak, akrabây› ve din kardefllerini ziyâret etmek, onlara hediyye götürmek de sünnetdir. Erkeklerin kabrleri ziyâret etmeleri de sünnetdir.
[Hadîs-i flerîfde (‹nsânlar, kendilerine iyilik edenleri sever) ve (Hediyyelefliniz,
seviflirsiniz) buyuruldu. Hediyyenin en k›ymetlisi, en fâidelisi, güler yüz, tatl› dildir. Bid’at sâhiblerinden baflka herkese, dosta ve düflmana, müslimâna ve kâfire,
dâimâ güler yüz, tatl› dil göstermelidir. Kimse ile münâkafla etmemelidir. Münâkafla, dostlu¤u giderir. Düflmanl›¤› artd›r›r. Kimseye k›zmamal›d›r. Hadîs-i flerîfde (Gadab etme!), k›zma buyuruldu. Fitne, fesâd zemân›nda, ine¤e tapanlar› görünce, ine¤in a¤z›na saman vermeli, onlar› k›zd›rmamal›d›r.]
73 — B‹R‹NC‹ C‹LD, 312. ci MEKTÛB
Bu mektûb, mîr Muhammed Nu’mân›n “kuddise sirruh” süâllerine cevâb olarak yaz›lm›fl olup, nemâzda otururken parmak kald›rmak do¤ru olmad›¤›n› da bildirmekdedir:
Âlemlerin, bütün mahlûklar›n rabbi, yarat›c›s› ve varl›kda durdurucusu ve ihtiyâclar›n› gönderen Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstünü olan
Muhammed Mustafâya “aleyhissalâtü vesselâm” ve Onun Peygamber kardefllerine “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve meleklere ve Onun yolunda gitmekle flereflenenlere salât, selâm ve iyi düâlar olsun! Molla Mahmûd ile gönderdi¤iniz k›ymetli mektûb gelerek bizleri sevindirdi. Soruyorsunuz ki:
Süâl 1 — Âlimler, Medînedeki (Ravda-i mubâreke) denilen yer, Mekke flehrinden dahâ k›ymetlidir, diyor. Hâlbuki, Muhammed aleyhisselâm›n sûreti ve hakîkati, Kâ’be-i mu’azzama’n›n sûretine ve hakîkatine secde etmekdedir. Ravda-i mubâreke nas›l olur da, dahâ üstün olur?
[Medîne câmi’i içinde, Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve sellem” kabr-i flerîfi
ile câmi’in o zemânki minberi aras›ndaki, yirmialt› metre uzunlu¤undaki yere
(Ravda-i mutahhara) denir. Ravda, ba¤çe demekdir. O zemânki minber-i flerîf, üç
basamak ve bir metre yüksek idi. [654] yang›n›nda temâmen yand›. Çeflidli y›llarda, çeflidli minberler yap›lm›fl, bugünki, oniki basamakl› mermer minberi, sultân
üçüncü Murâd hân [998] de ‹stanbuldan göndermifldir].
Cevâb 1 — Efendim! Bu fakîre göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, yer yüzünün
en k›ymetli yeri [Kabr-i se’âdetdir. Bundan sonra] Kâ’be-i mu’azzama [ve bunun
etrâf›ndaki (Mescid-i harâm) denilen câmi’]dir. Bundan sonra, Medînede [Mescid-i nebevî içindeki] (Ravda-i mukaddese) denilen meydând›r. Dahâ sonra Mekke-i mükerreme flehridir. Görülüyor ki, Ravda-i mutahhara, Mekkeden dahâ üstündür demek do¤rudur.
Süâl 2 — Hanefî mezhebinde olan bir müslimân, nemâzda otururken parma¤›
ile iflâret eder mi? Bu konuda Mevlâna Alîmullah bir risâle yazm›fld›r. Gönderiyorum. Bu mes’elede siz ne buyurursunuz?
Cevâb 2 — Efendim! fiehâdet parma¤› ile iflâret etmenin câiz oldu¤unu bildiren hadîs-i flerîfler çokdur. Hanefî mezhebindeki âlimlerin bir k›sm› da, böyle söylemifldir. Gönderdi¤iniz risâlede Mevlânâ Alîmullah da bunlar› bildiriyor. Hanefî mezhebindeki kitâblar, çok dikkatle okunursa, parmak kald›rman›n câiz oldu– 267 –
¤unu bildiren haberler, (Üsûl bilgileri) de¤ildir. Mezhebin (Zâhir haberleri) de¤ildir. ‹mâm-› Muhammed fieybânî, (Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”
mubârek parma¤› ile, iflâret ederdi. Biz de, Onun gibi, parma¤›m›z› kald›r›r ve indiririz. ‹mâm-› a’zam Ebû Hanîfe de böyle söyledi) diyor ise de, imâm-› Muhammedin böyle dedi¤i, (Nevâdir) haberlerindendir. (Üsûl) haberlerinden de¤ildir.
[‹bni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, birinci cildin k›rkyedinci sahîfesinde
buyuruyor ki, (Hanefî mezhebinin bilgileri, sonraki âlimlere üç yoldan gelmifldir:
1 — (Üsûl) haberleri olup, bunlara zâhir haberler de denir. Bunlar, Hanefî
mezhebinin sâhibi olan imâm-› a’zam Ebû Hanîfeden ve talebesinden “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” gelen haberlerdir. Bu haberler, imâm-› Muhammedin
alt› kitâb› ile bildirilmekdedir. Bu alt› kitâb, (El-mebsût), (Ez-ziyâdât), (El-câmi’ussagîr), (Es-siyerüssagîr), (El-câmi’ulkebîr), (Es-siyerülkebîr) kitâblar›d›r. Bu kitâblar› imâm-› Muhammedden, güvenilir kimseler getirdi¤i için (Zâhir haberler)
denilmifldir. Üsûl haberlerini ilk topl›yan Hâkim flehîd [Muhammed]dir. Bunun (Kâfî) kitâb› meflhûrdur. Kâfînin flerhleri çokdur.
2 — (Nevâdir) haberleri olup, yine bu imâmlardan gelen haberlerdir. Fekat, bu
haberler, o alt› kitâbda bulunmay›p, yâ imâm-› Muhammedin (El-kîsâniyyât),
(El-hârûniyyât), (El-cürcâniyyât), (Er-ruk›yyât) ad›ndaki baflka kitâblar› ile bildirilmifldir. Bu dört kitâb, yukar›daki alt› kitâb gibi, aç›kca ve sa¤lam gelmifl olmad›¤›ndan, bu haberlere (Zâhir olm›yan haberler) de denir. Yâhud, baflkalar›n›n kitâblar› ile bildirilmifllerdir. Meselâ, ‹mâm-› a’zam›n talebesinden Hasen bin Ziyâd›n (Muharrer) ad›ndaki kitâb› ve imâm-› Ebû Yûsüfün (Emâlî) ad›ndaki kitâb›
ile bildirilmifllerdir.
3 — (Vâk›’ât) haberleri, üç imâmdan bildirilmifl olmay›p, bunlar›n talebelerinin ve talebesi talebelerinin ictihâd etdikleri mes’elelerdir. Böyle haberleri, ilk topl›yan Ebülleys-i Semerkandî olup (Nevâzil) kitâb›n› yazm›fld›r).
‹bni Âbidîn yine birinci cildin otuzbeflinci sahîfesinde buyuruyor ki, (F›kh bilgisi, ekmek gibi, herkese lâz›md›r. Bu bilginin tohumunu eken, Abdüllah ibni
Mes’ûd “rad›yallahü anh” olup, Eshâb-› kirâm›n yükseklerinden ve en âlimlerinden idi. Bunun talebesi Alkama bu tohumu sulayarak, ekin hâline getirmifl ve bunun talebesinden olan ‹brâhîm Nehaî, bu ekini biçmifl, ya’nî bu bilgileri bir araya toplam›fld›r. Hammâd-› Kûfî, bunu harman yapm›fl ve bunun talebesi olan
imâm-› a’zam Ebû Hanîfe ö¤ütmüfl, ya’nî bu bilgileri k›smlara ay›rm›fld›r. Ebû Yûsüf, hamur yapm›fl ve imâm-› Muhammed piflirmifldir. Böylece hâz›rlanan lokmalar›, insanlar yimekdedir. Ya’nî, bu bilgileri ö¤renip dünyâ ve âh›ret se’âdetine kavuflmakdad›rlar. ‹mâm-› Muhammed, piflirdi¤i bu lokmalar› dokuzyüzdoksandokuz k›sm bilgi grubu hâlinde talebesine bildirmifldir. Alt› kitâb›ndan, sagîr [ya’nî
küçük] dedi¤inde, imâm-› Ebû Yûsüf vâs›tas› ile ö¤rendiklerini bildirmifl, kebîr dedi¤i kitâblarda, yaln›z ‹mâm-› a’zamdan iflitdiklerini bildirmifldir). ‹mâm-› Muhammedin eseri olan (Siyer-i kebîr) kitâb›nda bunun için, imâm-› Ebû Yûsüfün ismi
yokdur. fiimdi, ba’z› câhiller, bu inceli¤i bilmedikleri için, bunu, imâm-› Ebû Yûsüfe karfl› i¤birâr›na haml etmekdedir. Hâlbuki, bu iki imâm, hubb-i fillâh›n son
derecesinde yüksek idi. Bunlar›n izinde gidenler bile, bunlar›n sâyesinde, nefsin
arzûlar›ndan kurtulmakdad›r].
(Fetâvâ-i garâib)de diyor ki, (Muhît) kitâb›nda (Sa¤ elin flehâdet parma¤› ile iflâret edilece¤ini imâm-› Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Üsûl) kitâblar›nda bildirmedi. Sonra gelen âlimler de, baflka baflka söyledi. ‹flâret edilmez diyenler, iflâret edilir diyenler oldu. ‹mâm-› Muhammed, Üsûl kitâblar›ndan baflka kitâblar›nda, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” iflâret ederdi diyor ve bu benim sözümdür, ‹mâm-› a’zam da bunu haber verdi, buyuruyor. ‹flâret etmek sünnetdir denildi¤i gibi, müstehabd›r diyenler de vard›r) diyor. (Fetâvâ-i garâib)de bundan sonra diyor ki, do¤rusu, iflâret etmek harâmd›r.
– 268 –
(Fetâvâ-i Sirâciyye)de diyor ki, (Nemâzda eflhedü en lâ... derken, flehâdet parma¤› ile iflâret mekrûhdur. (Kübrâ) kitâb› da böyle diyor. Âlimler bunu be¤eniyor.
Fetvâ da böyle verilmifldir. Çünki, nemâzda sâkin, hareketsiz olmak lâz›md›r).
(G›yâsiyye) ve [(Bezzâziyye)] fetvâ kitâb›nda diyor ki, (Otururken flehâdet
parma¤› ile iflâret edilmez. Fetvâ böyledir. Muhtâr olan, be¤enilen de budur).
(Câmi’ur-rumûz) kitâb›nda diyor ki, (‹flâret edilmez ve parmak bükülmez.
Mezhebin üsûl bilgilerine göre böyledir. Zâhidînin “rahmetullahi teâlâ aleyh”
kitâb›nda da böyledir. Fetvâ da böyle verilmifldir. (Mudmerât), (Velvâlciyye),
(Hulâsa) ve dahâ baflka kitâblarda da böyle yaz›l›d›r. Büyüklerimiz, parmak ile iflâret etmenin sünnet oldu¤unu da bildirmekdedir).
[(Câmi’ur-rumûz) kitâb›, (Nikâye) kitâb›n›n flerhidir. (Nikâye) de, (Vikâye) kitâb›n›n muhtasar›d›r. (Mudmerât) kitâb›, Kudûrî kitâb›n›n flerhidir.]
(Hazânet-ür-rivâyât) kitâb›nda, (Tâtârhâniyye) kitâb›ndan alarak diyor ki, (Teflehhüdde otururken, lâ ilâhe illallah derken, sa¤ el flehâdet parma¤› ile iflâret eder
mi? ‹mâm-› Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyh”, bunu, üsûl haberlerinde bildirmedi. Sonra gelenler, baflka baflka söyledi. Bir k›sm âlimler, iflâret edilmez, dedi. (Kübrâ) da böyle yaz›yor. Fetvâ da böyledir. Bir k›sm› ise, iflâret edilir, dedi).
(Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, (Nemâzda flehâdet kelimesini okurken, flehâdet
parma¤› ile iflâret edilmez. Fetvâ böyledir. (Velvâlciyye), (Tecnîs), (Umdetülmüftî)
ve bütün fetvâ kitâblar›nda böyle yaz›l›d›r. Fekat, bu kitâblar› flerh edenler, meselâ
Kemâl, Halebî, Bâkânî iflâret edilir. Nitekim imâm-› Muhammed, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” iflâret ederdi diye haber verdi. (Muhît) kitâb›nda da, iflâret etmenin sünnet oldu¤u yaz›l›d›r, diyorlar. ‹bni Âbidîn (Muhît)den sünnet-i gayr-i müekkede oldu¤u anlafl›lmakdad›r. Nitekim (Aynî) ve (Tuhfe), müstehab oldu¤unu
bildiriyor, diyor. fiernblâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Nûr-ül-îzâh) kitâb›nda, (Sahîh olan, flehâdet parma¤› ile iflâret etmekdir) diyor ve buna Tahtâvî, i’tirâz ediyor.
Görülüyor ki, iflâret etmenin harâm oldu¤unu söyliyen âlimler vard›r. Mekrûh oldu¤unu bildiren fetvâlar mevcûddur. ‹flâret edilmez, parmak bükülmez, üsûl haberleri böyledir, diyenler çokdur. O hâlde, bizim gibi mukallidlerin, hadîs-i flerîf vard›r
diyerek, iflâret etme¤e kalk›flmam›z ve böylece, birçok müctehidlerin fetvâlar› ile harâm veyâ mekrûh ve yasak oldu¤u bildirilen bir ifli yapmam›z do¤ru olmaz. Yasak
oldu¤unu bildiren fetvâlar karfl›s›nda, Hanefî mezhebindeki bir kimsenin, parmakla iflâret etmesi, iki fikri gösterir: 1- ‹ctihâd derecesinde yüksek olan bu din âlimlerinin, iflâret edilece¤ini bildiren meflhûr hadîslerden haberleri yok imifl, demek
olur. 2- Yâhud, hadîs-i flerîfleri iflitmifller, fekat, bu hadîslere uymam›fllar. Kendi kafalar›, düflünceleri ile hareket etmifller demek olur. Bu fikrlerin ikisi de, çok bozukdur. Böyle sanmak için, pek baya¤› veyâ çok inâdc› olmak gerekir. (Tergîb-üs-salât)
kitâb›ndaki (Eski âlimler, nemâzda flehâdet parma¤› ile iflâret ederdi. Sonralar›, flî’îler
bu iflde taflk›nl›k yapd›¤›ndan, sonra gelen Hanefî âlimleri, iflâret etme¤i, Ehl-i sünnete yasak etdi. Böylece, sünnîler, flî’îlerden ay›rd edilmifl oldu) sözü de k›ymetli kitâblardaki haberlere uygun de¤ildir. Çünki, âlimlerimizin (Zâhir üsûlü), iflâret etmeme¤i ve parma¤› bükmeme¤i bildiriyor, ya’nî, eski âlimler iflâret edilmez, buyurmufldur. O hâlde, bu iflin, flî’îlik ile bir ilgisi yokdur. ‹flâret edilmiyece¤ini bildiren
din büyüklerine karfl›, edeb ve sayg›m›z› tak›narak, bize düflen söz flöyle olmal›d›r:
(Bu büyükler, iflâret etmenin harâm veyâ mekrûh olaca¤›na bir delîl, vesîka elde etmeselerdi, harâm veyâ mekrûh demezlerdi. ‹flâret etmenin sünnet ve müstehab oldu¤unu bildiren haberleri söyledikden sonra, (Böyle demifller ise de, do¤rusu iflâretin harâm oldu¤udur) buyurmazlard›. Demek ki, bu din büyükleri, iflâretin sünnet ve müstehab oldu¤unu gösteren haberlerin de¤il, belki yasak oldu¤unu gösteren vesîkalar›n do¤ru oldu¤unu anlam›fllard›r). Sözün k›sas›, bizim gibi câhillerin,
birkaç hadîs-i flerîf iflitmemiz, delîl ve sened olamaz. Din büyüklerinin sözlerini red
etmemize sebeb olamaz. E¤er, (Biz flimdi, onlar›n anlad›klar›n›n yanl›fl oldu¤unu gös– 269 –
teren bilgileri ele geçirmifl bulunuyoruz) denirse, bizim gibi mukallidlerin bilgisi, bir
fleyin halâl veyâ harâm olmas›na vesîka olamaz. Birfleyin halâl veyâ harâm olmas›
için, müctehidin zan etmesi lâz›md›r. Müctehidlerin sözlerini, senedlerini örümcek
yuvas›ndan dahâ çürük sanmak, büyük at›lganl›k olur. Kendi bilgisini, din büyüklerinin bilgilerinden üstün tutmak ve Hanefî mezhebinin (Üsûl haberlerine) bozuk,
çürük demek de âlimlerin, fetvâ vermek için dayand›klar› k›ymetli haberleri hiçe saymak ve bu haberlere yanl›fl demek, dîn-i islâmda büyük bir yara, gedik açmak olur.
‹slâm›n büyük âlimleri, Resûlullah›n “sallallahü aleyhi ve sellem” parlak zemân›na yak›n olduklar› için ve ilmleri, sonra gelenlerin bilgilerinden katkat çok oldu¤u
ve harâmdan, günâhlardan sak›nmalar›, Allahü teâlâdan korkmalar›, son derece fazla oldu¤u için, hadîs-i flerîfleri, bizim gibi, din bilgilerinden haberi olm›yan, iflitdi¤i bir kaç sözü ilm sanan bofl câhillerden, elbette dahâ iyi tan›r ve anlarlard›. Do¤rusunu, i¤risini, de¤iflmifl olan›n›, de¤ifldirilmemifl olanlar›n›, bizden dahâ iyi ay›rd
ederlerdi. Bu hadîs-i flerîflere uymamak lâz›m oldu¤unu bildirmelerinin, elbette bir
sebebi, dayand›klar› kuvvetli vesîkalar› mevcûddur. Bilgisi ve görüflü onlardan az olan
bizler, flu kadar anl›yoruz ki, iflâretin ve parma¤› bükmenin nas›l olaca¤›n› bildiren
çeflidli hadîs-i flerîfler vard›r ve birbirlerine uymamakdad›rlar. Bu çeflidli haberlerin birbirlerine uymamas›, iflâretin yap›lmas› için, kesin birfley söyleme¤i güçlefldirmifldir. Ba’z› haberler, parmaklar› yumruk hâlinde bükmeden iflâret edilece¤ini, ba’z›lar› bükerek edilece¤ini bildirmekdedir. Parmaklar›n bükülece¤ini söyliyenlerden
bir k›sm›, elliüç say›s›n› gösterir gibi yap›laca¤›n› bildirmifldir. Baflka bir k›sm›, yirmiüç say›s›n› gösterir gibi büküleceklerini haber veriyor. [(Halebî), bunlar› anlat›rken, say›lar›n parmaklarla gösterilmesini uzun anlatmakdad›r.] Ba’z› haberler, sa¤
iki küçük parma¤› kapay›p ve bafl parma¤› orta parmakla halka yap›p flehâdet parma¤› ile iflâret edilir, diyor. Bir habere göre, yaln›z bafl parmak, orta parma¤›n üzerine konarak iflâret olunur. Bir haberde ise, sa¤ eli, sol uyluk üzerine ve sol eli, sa¤
ayak üzerine koyup iflâret edilir. Baflka bir haberde, sa¤ eli ile sol el üstüne ve bile¤i, bilek üzerine ve kolu, kol üzerine koyup, iflâret edilece¤i bildiriliyor. Ba’z› haberlerde, bütün parmaklar› kapatarak iflâret olunmas›, ba’z›lar›nda ise, flehâdet parma¤› k›m›ldat›lmadan iflâret edilmesi buyurulmakdad›r. Bunlardan baflka, teh›yyâtda
iflâret olur diyip, yeri kesin bildirilmemekde, ba’z› haberlerde, flehâdet kelimesi okunurken iflâret olunur, denilmekdedir. Ba’z› rivâyetlerde ise, otururken düâ zemân›nda, (Ey kalbleri istedi¤i gibi çeviren Allah›m, benim kalbimi kendi dînin üzerinde
bulundur!) denir ve bunu söylerken, parmakla iflâret olunur, buyurulmufldur.
Hanefî mezhebinin âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, iflâret için bildirilen hadîs-i flerîflerin çok ve baflka baflka oldu¤unu görünce, nemâz hakk›ndaki kesin ve aç›k emrlere uygun olm›yan fazla bir hareketin yap›lmamas›n› söylediler. Çünki, nemâzda esâs, fazla hareketden sak›nmak ve olgun bir fleklde bulunmakd›r. Bundan baflka, bütün âlimler, sözbirli¤i ile haber vermifldir ki parmaklar›, gücü yetdi¤i kadar k›bleye karfl› bulundurmak sünnetdir. (Nemâzda, her uzvunu, gücün yetdi¤i kadar, k›bleye karfl› bulundur!) hadîs-i flerîfi, bunu aç›kça emr
etmekdedir.
E¤er sorulursa: (Hadîs-i flerîflerin, baflka baflka bildirilmesi, ancak aralar› birlefldirilemedi¤i zemân, ifli güçlefldirir. Hâlbuki, iflâreti bildiren hadîs-i flerîflerden
müflterek bir emr ç›kar›labilir. Çünki çeflidli hadîs-i flerîfler, baflka baflka zemânlarda duyulup, haber verilmifl olabilir). Cevâb olarak deriz ki, haberlerin ço¤unda (Kâne=idi) kelimesi vard›r ki, bu kelime mant›kdan baflka ilmlerde (Kül=hep)
ma’nâs›ndad›r. Bunun için, bu çeflidli haberler birlefldirilemez.
‹mâm-› a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Sözüme uym›yan hadîs-i flerîf ö¤renirseniz, benim sözümü b›rak›p, hadîs-i flerîfe uyunuz) buyurdu
ise de, bu sözü, iflitmemifl oldu¤u hadîs-i flerîfler içindir. ‹flitmemifl oldu¤um bir
hadîs-i flerîfe uym›yan sözümü b›rak›n, demifldir. Hâlbuki, iflâret hakk›ndaki ha– 270 –
dîs-i flerîfler böyle olmay›p, meflhûr olmufl, yay›lm›fld›r. ‹mâm-› a’zam bunlar› belki duymam›fld›r, denilemez. [‹mâm-› a’zam, bu sözü, kendi talebesine, ya’nî müctehidlere söyledi. Bizim gibi câhillere söylemedi.]
(Hanefî âlimleri aras›nda, iflâret edilir diyenler, böyle fetvâ verenler de vard›r.
Birbirine uym›yan fetvâlardan, herhangi birine uyulursa, câiz olmaz m›?) denirse:
Cevâb olarak deriz ki, fetvâlar›n uymamas› (Câizdir, câiz de¤ildir veyâ halâldir,
harâmd›r) fleklinde oldu¤u zemân, câiz de¤ildir veyâ harâmd›r diyen fetvâlara uymak esâsd›r.
‹bni Hümâm diyor ki, (Parma¤› kald›rmak ve kald›rmamakda, birbirine uym›yan
hadîs-i flerîflerin çoklu¤u karfl›s›nda, nemâzda hareketsiz olmak lâz›m geldi¤i için,
biz, parmak oynatmama¤› bildiren hadîs-i flerîflere uymal›y›z!). ‹bni Hümâma ne kadar flafl›lsa azd›r. Kitâb›nda, (Âlimlerden bir ço¤u, iflâret edilmez, dedi ki, bu sözleri, hadîs-i flerîflere ve akla uygun de¤ildir!) diyerek, ictihâd derecesindeki k›yâs ehli büyük islâm âlimlerini câhil yapmakdad›r. Hâlbuki k›yâs, Hanefî mezhebinin zâhir ve üsûl haberleridir ve edille-i fler’›yyenin dördüncüsüdür. ‹ctihâda nas›l dil
uzat›labilir. Bu zât, birbirine uym›yan rivâyetlerin çoklu¤u karfl›s›nda, temiz sular
k›sm›ndaki, (Kulleteyn) hadîs-i flerîfinin de, za’îf oldu¤unu söylemekdedir.
O¤lum Muhammed Sa’îd “rahmetullahi teâlâ aleyh”, parmakla iflâret üzerine
bir risâle yazmakdad›r. Temâm olunca, bir sûretini inflâallah gönderirim.
[(fiir’at-ül-islâm) flerhi, yüzyirmialt›nc› sahîfe bafl›nda diyor ki, (Hidâye) kitâb›nda, bafl parmakla iflâret edilir, diyor. ‹mâm-› Hulvânî “rahimehullah” da böyle buyuruyor. Parmakla iflâret edilmez de denildi. Fetvâ da böyledir. Çünki, nemâzda hareketsiz olmak lâz›md›r. Vâk›’ât haberlerinde de böyle bildirilmekdedir.
Murâd Molla kütübhânesindeki, Ebüssü’ûd efendi fetvâs›nda:
Süâl — Nemâzda otururken, flehâdet parma¤›n› kald›rmak m›, kald›rmamak m›
dahâ iyidir?
Cevâb — Her ikisi de iyi, demifllerdir. Fekat, parma¤› kald›rmamak dahâ iyi oldu¤u meydândad›r.
(El-f›khu alel-mezâhib-il-erbe’a)da diyor ki, (Mâlikî mezhebinde, seferde, fliddetli ya¤murda, karanl›kda, çamurlu gecelerde ve Arafât ve Müzdelifede, ö¤le ile
ikindi ve akflam ile yats› nemâzlar› cem’ edilir. Seferin üç günden [80 kilometreden] az olmas› da câizdir. Deniz yolculu¤unda cem’ câiz de¤ildir. Ya¤murda ve çamurda, yats›y› câmi’de akflam ile birlikde cemâ’at ile k›lmak câiz olur. Vitri vaktinde k›lar. fiâfi’îde, cem’ için, seferin 80 kilometre olmas› lâz›md›r.
Hanbelîde cem’, 80 kilometre seferde ve 203. cü sahîfede bildirdi¤imiz hâllerde
câiz oldu¤u gibi, so¤uk, k›fl, ya¤mur, çamur, f›rt›nada, yats›y› akflam ile, evinde de
cem’ câizdir. Cem’ ederken, sünnetler k›l›nmaz. Birinci nemâza bafllarken, cem’ için
niyyet edilir. Vazîfe ve ifl zemân›nda, ö¤leyi, ikindiyi, akflam› vaktinde k›lmas›
mümkin olm›yanlar, Hanbelî mezhebini taklîd ederek, ikindiyi ö¤le ile, akflam› yats› ile cem’ etmeli, vazîfeyi terk etmemelidir. Vazîfeden ayr›l›rsa, yerine gelenin yapaca¤› zulmlere, küfrlere sebeb olur. Hanbelîde abdestin farz› alt›d›r: A¤z›n ve burnun içleri ile birlikde yüzü y›kamak, niyyet, kollar› y›kamak, bafl›n her taraf›n›, kulaklar› ve üstündeki deriyi mesh etmek, [Sarkan saç mesh edilmez. Mâlikîde sarkanlar da mesh edilir]. Ayaklar›, yanlar›ndaki kemiklerle y›kamak, tertîb [s›ra], muvâlat [acele] farzd›r. Herhangi bir kad›n›n derisine flehvet ile ve kendi zekerine temâs edince, abdest bozulur. Kendine kad›n dokununca, lezzet duysa da bozulmaz. Deriden ç›kan her fley, çok ise bozar. Deve eti yimek bozar. Özr sâhibi olmak,
hanefî gibidir. Guslde, a¤z›, burnu ve saçlar› y›kamak ve erkeklerin örgülü saç› açmalar› farzd›r. Kad›nlar›n saç örgülerini çözmeleri, cenâbet için sünnet, hayz için
farzd›r. Nemâzda teflehhüd mikdâr› oturmak ve iki tarafa selâm vermek de farzd›r.)]
– 271 –
74 — KAZÂ NEMÂZLARI
Nemâz, (‹bâdet-i bedeniyye) oldu¤undan, baflkas› yerine k›l›namaz. Herkesin
kendi k›lmas› lâz›md›r. A¤›r hasta ve çok ihtiyâr kimse, nemâz yerine fakîre fidye [para] veremez. Hâlbuki, oruc yerine fidye vermesi lâz›md›r.
(Halebî-i kebîr)de diyor ki, (Özrlü ve özrsüz olarak nemâz› terk edenin, bunun
farz›n› kazâ etmesi lâz›md›r. Yaln›z Hanbelî mezhebinde, nemâz› özrsüz terk
eden mürted olaca¤› için, nemâz›n› kazâ etmesi lâz›m olmaz. Önce, küfrden tevbe etmesi lâz›m olur). Alt›nc› sahîfesinde diyor ki, (Nemâz k›lmak, farz oldu¤u için,
i

Benzer belgeler