- Muhammedi Melamet

Transkript

- Muhammedi Melamet
S e l â m l a r. . .
B’ismillah’ir-Rahman’ir-Rahîm
Sevgili Dostlar,
www. tasavvufdernegi.com
ISSN : 2149-5505
Sahibi: Tasavvuf Kültürünü
Araştırma ve Yaşatma Derneği
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Numan ÇIPLAK
Yayın Kurulu
Ali Havuç
Orhan Yazıcı
Ali Mahmut Can
İsmet Bıçak
Kapak Tasarım
Metin Bozdemir
Grafik & Mizanpaj
Metin Bozdemir
Baskı ve Hazırlık
Birleşik Matbaa
5619 Sokak No: 1
Çamdibi - İZMİR
Tel: 0. 232 433 68 66
Gsm:0. 506 469 79 44
www. birlesikmatbaa.com
Sertifika No: 14892
Basım Tarihi
01 Eylül 2015
Yönetim Adresi
6411 sokak No: 9/4 Şemikler
Karşıyaka - İZMİR
Tel:0232 336 81 86
Gsm: 0505 669 09 21
E-mail:
muhammedimelâ[email protected]
Allah’ın rahmeti, bereketi, Rasulü Hz. Muhammed Mustafa Efendimizin şefaati İslâm ümmetinin üstüne olsun. Gönüllerimiz Allah ve Rasulüyle O’nun Ehl-i Beytinin sevgisiyle
nurlansın.
Dergimizin 2. sayısıyla hamdolsun beraberiz. Bu sayımızda Melâmet anlayışının Muhammedî olması gerektiği hususunu derinlemesine inceleyen bir yazı tefekkür alemimizi nurlandırıyor.
Hem haramdan hem helalden dost edinip, haramı helal
olarak benimseyip kendini de melami ilan eden sapık bir zihniyetin mensuplarının içler acısı ibretlik halini gözlerimizin
önüne seren sohbeti hayretler içinde okuyacaksınız.
Hicreti meydana getiren sebebler ve Hicretin gerçekleştirilişi, Hicretin mana aleminde her an devam ettiğini, bugün
kendimize “Sen Hicret’ini yaşadın mı?” diye sormamız gerektiğini vurgulayan ve düşündüren yazı sizleri bekliyor.
İslâma düşman bir zihniyetin, müslüman kisvesi altında
İslâm’a ve müslümanlara verdiği zararın hiç kesilmeden bugün
de devam ettiği “Dergahımızdan Özel” bölümünde anlatılıyor.
Kur’an-ı Kerim’in taşıdığı edebî özelliklerinin dile getirildiği zarif yazı dergimizi süslüyor.
Dervişin kim olduğu, insandaki vicdan ve nefsin ne manaya geldiği, iman ehlinin mutlaka imtihandan geçeceğini işleyen yazıları zevkle okuyacaksınız inşallah.
Dergimizde güzel ilahilerin yer aldığını ifade etmek de bizleri mutlu ediyor. Bu ilahilerde ezeli ve ebedi hakikatler çok
etkili bir şekilde mısralare dökülmüş.
Ülkemizin karanlık güçlerce kontrol altına alınmak istendiği bu günlerde hayırların celbine, şerlerin def’ine, biribirimize dualara vesile olması dileğiyle selam ve hürmetler ederiz.
Hicri yeni yılımız hayırlı olsun. Kerbelâ’daki zulmün failleri olan zalimlerin torunlarının şerrinden, Allah dinimizi, ülkemizi ve milletimizi korusun.
Muhammedî Melâmet Dergisi
2
İÇINDEKILER
Hasan Hilmi SOYYİĞİT
Sidre HANNANE
Makbul Değildir Muhammedî Olmayan Melâmet 3
Kur’an-ı Kerim’in Edebî Sırları . . . . . . . . .. . . . . . . . . . 52
Hüseyin Sabri SOYYİĞİT
Halil ARAS
Var Onlarla Kal. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . .13
Nur-u Muhammed Ümmetiyiz!. . . . . . . . . . . . . . . . . . 55
Haramı Helâl Kabul Etmiş; Kendini de Melâmi (!). . 17
Ali HAVUÇ
Gönlümün İçinde Sultanım Ali!. . . . . . . . . . . . . . . . . . 56
Hasan AKTAŞ
Hicret (Fenadan Beka’ya Yolculuk!). . . . . . . . . . . . . . 22
Ahmed Ziyaeddin SOYYİĞİT
Derviş, Gönlünü Allah’a Veren!. . . . . . . . . . . . . . . . . . 57
Erdinç ÖZKAN
Girdim Melâmet Yoluna!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31
Hamza KILIÇ
Vicdan ve Nefis!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 60
DERGÂHIMIZDAN ÖZEL
Kur’an ve Ehl-i Beyt . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .32
Hatice ÖZERENLER
Aşkullah Doldur. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . .63
Fazilet ÇITACI
İnceden İnceye!. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 42
Mürsel KARACA
Bugün Dostlar Bir Hâl Oldum . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .64
Mehmet SOYYİĞİT
İman, İmtihandır! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .43
Mehmet GÖNÜLLÜ
Muhammedî Melâmiyiz. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 51
3
Hasan Hilmi SOYYİĞİT
Gönül Bağından
MAKBUL DEĞILDIR;
MUHAMMEDÎ OLMAYAN MELÂMET!
Melâmet; Allah’ta yok oluşun, Hz. Muhammed’le var oluşun hâli ve
zevkidir. Bunu ancak tevhid kelimesiyle ifade edebiliriz ki: “Lâ ilâhe
illallah Muhammedür Rasulullah”
Gönül Bağından
4
Hasan Hilmi SOYYİĞİT
Makbul Değildir;
Sevgili Dostlar,
Dergimizin ilk sayısındaki “Muhammedî Melâmet Dergisine Hoşgeldiniz!” yazısına
gösterdiğiniz ilgiye çok teşekkür ederim. Yazıda ifade edilen hakikatleri daha iyi anlayabilmek için yardım istiyorsunuz.
Bu isteği yerine getirmek için yazıyı sizlerle daha detaylı olarak paylaşıyorum:
Yazımızın ana fikirini şu cümle oluşturuyor:
Muhammedî olmayan Melâmet, makbul ve maksud değildir, olamaz da!
Kardeşlerim,
Melâmet; Allah’ta yok oluşun, Hz. Muhammed’le var oluşun hâli ve zevkidir. Bunu
ancak tevhid kelimesiyle ifade edebiliriz ki:
“Lâ ilâhe illallah Muhammedür Rasulullah”
“Lâ ilâhe illallah”sız tevhid olamayacağı
gibi, “Muhammedür Rasulullah”sız da tevhid olmaz. Allah’sız tevhid edenler, müşrik;
Muhammed’siz tevhid edenler, münkirdirler. Allah’ı Muhammed’iyle tevhid edenler,
muvahhiddirler.
Bütün peygamberler “Lâ ilâhe illallah”
ile geldiler. Hz. Muhammed (sav) “Lâ ilâhe
illallah Muhammedür Rasulullah” ile geldi ve “Benden sonra peygamber gelmeyecek.”
dedi. Muhammedür Rasulullah ile tevhidi
ikmâl etti. Âlemin ve Ademin var oluş hikmeti bilindi. Evvelin ve Ahirin sırları açıldı.
Tenzih ve teşbih, tevhid olundu. İsa (as) gökten indi, Mehdi (as) zuhur etti. Hiç gizli bir
şey kalmadı. Kur’an indi, sünnet yaşandı ve
yaşanıyor Rasul Muhammed’le Allah arasında.
Muhammed kesretin, halkın, esmanın
açığa çıkması ki, Hazret makamı.
Rasul, Kavseyn makamı ki, bir yüzü Hak,
bir yüzü halk.
Allah, Ahadiyet sırrı.
Hakk’ın Ahadiyetinden, Vahidiyetine tecellli eden hakikatlerin Hak tarafından Rasul Muhammed’e yani halka iletilmesi sözlü,
fiili, takriri... İşte bunun adı İslâm! Allah katında din İslâm’dır. İslâm, teslimiyet ve rızadır.
Kendi varlığından izhar ettiği ve Muhammed’inden açığa çıkardığı varlığın (ki o
varlık insandır) Allah’a teslimiyeti “Lâ ilâhe
illallah”tır. Hz. Muhammede tabi olup da
kulluğunun bilincine varması ve bu sayede
rızaya ermesi “Muhammedür Rasulullah”tır.
O insan ki, teslim olmuş ama kulluğunun
şuuruna ermemiş. O zaman bir peygamber
gelecek, o uruç edeni nuzûl ettirecek, kulluğa indirecek. Onun için yukarıda dedi ki İsa
geldi, Mehdi zuhur etti. Bizim uruç ve nuzûlümüz Muhammedür Rasulullah ile tamamlandı. Kim gelip de ne diyecek, ne getirecek?
Gönül Bağından
Hasan Hilmi SOYYİĞİT
Makbul Değildir;
Allah, Ahadiyetinden Vahidiyetine, Uluhiyetine nuzûl etti. Vahidiyetinde Hak ismini aldı. Ve O, öyle bir birlik ki; bir yüzü Hak,
bir yüzü halk!
kuruna gömülerek gitmeyeceksin. Senin
tabutuna melekler omuz verecek, ruhaniler
koşup gelecek! Ve sen omuzlar üzerinde vuslata uçan bir hakikat eri olacaksın...
Halk, Cenab-ı Hakk’ın ilminde vücut
olarak mevcut değildi; ilim olarak mevcuttu.
Bu yolu bize Hz. Muhammed (sav) Efendimiz açtı. Bu yol, vuslat yolu. Bu yol, ölüm
yolu değil; ölmezlik yolu, Beka yolu!
Dostum,
Seni anlatmaya çalışıyorum. Senin bir
varlık olarak bu aleme gelişini anlatmaya çalışıyorum. Nerden geldiğini, niçin geldiğini,
görevinin ne olduğunu...
Bu aleme niçin geldin, görevin nedir senin
Yaratan ne istiyor, haberin var mı senin
Sen bu varlık elbisesini giymeden, Cenab-ı Hakk’ın daha isim ve sıfatları belirmeden, O, mutlak gaybında iken, Ahadiyetinde
iken, sırf zat iken, Vahidiyetine nuzûl etti,
bilinmesini murad etti, sevdi. Zatına olan
muhabbetinden Muhammed’ini zuhura getirdi. Muhammed’ine olan muhabbetinden,
melekleri, felekleri, arşı, kürsü, insi, cinni
bütün varlığı zuhura getirdi.
Ey Allah’a muhatap olarak seçilen ve insan ismini alan varlık!
Sen, kendini bilme yolunda insanlığına
ulaşacaksın. Nefsini tanıyacaksın, bu sayede Rabbini tanıyacaksın. Varlığı, eşyayı tanıyacaksın ve bu aleme niçin geldiğini idrak
etmiş olacaksın. Bu aleme niçin geldiğinin,
görevinin ne olduğunun bilinci içerisinde bir
hayat süreceksin.
Ve dostum, giderken de bir mezar çu-
Bize Kur’an, Sünnet senin ikramın
Velâyet, Nübüvvet senin makamın
Mü’min kulun kalbi senin mekânın
Seni gören gözler, senin hayranın
Ölmeden evvel ölmenin sırrını yaşayanlar, artık o defteri kapatıp, Beka’ya kanat
açan bir anlayışa ulaşırlar.
Salik buraya nerden geliyor? Fena-yı
Zat’tan geliyor. Üç mertebeyi görüp de geliyor:
Tevhid-i Efâl
Tevhid-i Sıfat
Tevhid-i Zat
Tevhid-i Efal’de kendisinde gördüğü, ben
yaparım dediği fiillerinden soyunuyor, enfüsünde ve afakında tecelli eden, açığa çıkan,
görünen bütün fiillerin fâilini tanıyor. Eyvallah diyor. Lâ fâile illallah ile Fena-yı Efali,
Tecelli-i Efali zevk ediyor.
Tevhid-i Sıfat’ta enfüs ve afakta tecelli
eden sıfatların Allah’a ait olduğunu, O’nun
dışında sıfat sahibi olmadığını Lâ mevsufe
5
Gönül Bağından
6
Hasan Hilmi SOYYİĞİT
Makbul Değildir;
ilallah ile zevk ediyor.
Tevhid-i Zat’ta vücudun, mevcudun Allah olduğunun, Hakk’ın dışında bir vücut
olmadığının zevkine Lâ mevcude ilallah ile
eriyor.
Ne oldu? “Küllü men aleyha fân!” âyeti
tecelli etti. Herşey fena, nihayet buldu dostum. Kalk, uyan kıyamet koptu!
Avam beklesin; gökler yere, yerler göğe
karışsın, güneş dürülsün, yıldızlar dökülsün.
Bunu bekliyor... Halbuki fena-yı zata uğradığında kendine nispet ettiğin, benim hayatım dediğin, hayat güneşin söndü. Yıldızlar
misali görmen, işitmen, konuşman, işlemen
döküldü. Fenaya, yokluğa bu şekilde erildi.
Sen, sende yok olduktan sonra varlık,
Hakk ın varlığıdır. Fakr, yani yokluk, (fakirlik değil) fenaya uğrama halidir, bir zevktir.
Fakr tam oldukta o, Allah’tır. Artık sende
sana ait, alemde aleme ait birşey kalmamıştır. O zaman mevcut, Hakk’ın varlığıdır.
İşte Fena-yı Zat’tan Tecelli-yi Zat’a erince, fenaya uğramış kulun kuvvesinden, Hak
kendini izhar eder de “Enel Hak” der. Kulun
görmesi bir kuvvedir, gören Haktır. Kulun
dili bir kuvvedir, söyleyen Hak’tır. Eli bir
kuvvedir, işleyen Hak’tır.
Vahidiyyet sırrı zuhura geldi
Mansur burada Enel Hak, dedi. Bunu
söylerken kendinden bir zerre, bir eser yoktu. Mansur’dan Enel Hak, diyen Hakk’ın ta
kendisidir. Burada Hak zahir, halk batın şuhud edilir.
Bu şuhud edildikte, zevk edildikte,
işte o batındaki halk, esma ve sıfat, Hazretü’l-Cem’de açığa çıktı.
Halk nerden açığa çıktı, nerdeydi bu
halk? Cenab-ı Hak bu görünen alemi, mükevvenatı bir yerde depo etmemişti.
Dostlar,
Hakkın Zat’ı, mahluka mekan olamaz.
Biz bir mahlukuz, yani yaratılmış varlıklarız. Yaratılmış varlıklar Hakk’ın zatında bulunamazlar. Allah’ın zatı, mahluka mekan,
mahal olmaktan münezzeh, âridir.
- Peki bu mahluk nerdeydi Efendim?
Allah’ın ilminde, vücudu yok varlıklardı, ilmî varlıklardı. İşte Cenab-ı Hak ilminde
yani batında olan halkı, batınına tecelli ederek, var kıldı, açığa çıkardı.
Sen Allah’ın ilminde, batında iken bu
sureti alarak zahire çıktın. Nerden geldin?
Hak’tan geldin. Orada nasıl bir vücut olarak
var değil idi isen, şimdi de öylesin. Bunu gel
anla kardeşim...
Velâyet hırkasın eynine giydi
Bana benden yakın özümdür benim
Kendinden kendini ilan eyledi
Tecelli sıfatın örtündür benim
Enel Hak söyledim ene olmadan
Esma ve ef ’alin halimdir benim
Gönül Bağından
Hasan Hilmi SOYYİĞİT
Makbul Değildir;
Ummanı buldum da kendi özümde
Sen, Allah’ın ilminde, butununda bir vücut olarak var değilken, senin aslın vücut kokusu almamışken, burada senin gölgen nasıl
bir vücut kokusu alabilir?
Cenab-ı Hak kendi varlığından izhar ettiği Muhammedinden halkı açığa çıkardı.
Muhammedinden açığa çıkardığı kesret, ki
bu kesrette en önemli olan insandır. Dağ, taş
değil; mükellef insan! İşte bu insanın Allah’a
teslimiyetidir Lâ ilâhe illallah.
Sen Allah’ın ilminde, Hakk’ın batınında
isimler olarak mevcuttun ve seni açığa çıkardı, seni mahlukatın içerisinden özel olarak
seçti ve sana insan ismini verdi. Annen baban sana bir isim verdi. Allah Kur’an’da sana
insan ismini verdi.
Bu insan; fiilinden, sıfatından, vücudundan arındı, soyundu. Vücud-u Hakk’ın mazharı oldu, Allah sırrına erişti.
Ey Allah tarafından insan ismi verilen
mahluk!
“Muhammedür Rasulullah” varlıkta kulluk bilincidir. “Muhammedür Rasulullah”
olmadan kulluk bilinci gerçekleşmez. Gider
birşeylere tapışırlar; taşlara, tahtalara, putlara...
İnsaniyetine ulaş ve insaniyetinin kıymetini bil!
Biz bu aleme insaniyetimizi tahsil etmek,
onu elde etmek üzere geldik. Buna mahlukat
içerisinde başkası seçilmedi.
Nefsinin hizmetinde, emrinde vuran, kıran, anneyi babayı darıltan, konu komşuya
zarar veren, şeytaniyetinin, şehvetinin esaretinde olan ey insan, dur!
Gel bu sıfatlarını, bu kötü ahlâkı terk et.
Sen bunun için yaratılmadın, sana Allah, insan ismini koydu. Sen insaniyetini elde et!
Biz, Rabbimizin ezelî ilminde insan olarak kodlanmış, bu aleme insan suretini takınıp gelen bir varlık olarak, kendimizi bilme,
Rabbimizi tanıma ve Rabbimize kul olma
göreviyle görevlendirildik. Dostum,
Kulluk bilincine varıp da Rıza-yı İlahiyi
tahsil etmesi, o da Rıza.
“Muhammedür Rasulullah” varlıkta
özellikte insanda kulluk bilincinin, zevkinin
açığa çıkmasıdır. Bu yönde de en büyük örnek Muhammedün Rasulullah’tır.
Varlıkta kulluk bilinci en önce Hz. Muhammed’le açığa çıkmış ve Hz. Muhammed
(sav) kulluğu tercih etmiştir. Efendimizde
o, tam bir bilinç, bir zevk, bir varoluş olarak
açığa çıktığı için, kulluğu tercih etmiştir.
Yani varoluşunun hikmetini idrak eden en
büyük müdrik, Peygamber efendimiz kulluğu tercih etmiştir. Ve “Ben şükreden bir kul
olmayayım mı?” buyurmuştur. Bütün kemalat bu kulluğa bağlıdır.
Dinimiz İslâm’ı getirdin bize
Kur’an’ın hikmetin bildirdin bize
7
Gönül Bağından
8
Hasan Hilmi SOYYİĞİT
Makbul Değildir;
Güzel ahlâkınla öndersin bize
Mevlâ’nın rahmeti seninle bize
Biz sevdiğimizi büyütürüz: Efendimiz;
velidir, kâmildir, üstündür, yüksektir...” Biz
ne kadar ifade etsek, yine azdır. Ama bütün
o kâmillerin kemalâtı, kulluk bilincine bağlıdır. O kulluğu idrak edebilme, en büyük
idraktir. Çünkü kul, sahibini, efendisini, sultanını tanıyor, sahibinin karşısında yerini
biliyor. Öyle bir kul ki, diyeti, Hak olmuş.
Hak, onun diyetidir.
Kulluk, kula varlık bilinci verir. O varlık
bilinci Cenab-ı Hakk’ın ona “kul” demesi, kul
olarak onu varlığı ile doldurmasıdır. Kendindeki hakiki varlığın bilincine ulaştırmasıdır.
Bu kulun zahiri halk, batını Hak! Bu kula
can kurban! Kul demek, Allah tarafından örtülmüş kimse demektir. Kulun kendine ait
birşeyi yok ki!
Bu kul der ki: “İyyake na’budu” “Ancak
sana ibadet ederiz. Ancak sana kulluk ederiz.”
Çünkü kendisinde ve âlemde O’nun varlığından gayrı birşey bulamadı. Hakk’ın varlığı
ile muhit olduğunu, her şeyi ihata ettiğini,
örttüğünü, kendisini izhar ettiğini zevk etti.
Hak varlığının, kul mazharından açığa
çıkışı! İşte orası Mansur’un “Enel Hak” dediği, Hakk’ın zahir olduğu yer!
“İyyake nes’tain” “Ancak senden yardım
dileriz. Senin varlığın (yardımın) olmazsa, var
olamayız, açığa çıkamayız. Senin varlığın olmazsa biz var olamayız. Bu açıdan sürekli senin yardımına (tecellilerine) muhtacız. Ancak
senden yardım dileriz.” demekle kul, bu tecelliler kesilmesin, böyle sürsün diyor.
Bu ihtiyaç, kulluktur. Kul, kime ihtiyaçlı olduğunu bilmiş ve O’na yönelmiştir. Kul,
Rabbisini bilmiş ve O’na yönelmiştir. O’ndan
“İhdinas sıratel mustakîm.” doğru yolu,
hidayeti talep etmiştir: Bizi doğru yoluna hidayet et, ilet! Doğru yol, Hz. Muhammed’in
(sav) yoludur. “İhdinas sıratel mustakîm.”
demek, “Bize Muhammed’inin yolunu ver” demektir.
Yukarıda denildi ya: Alem ve Adem, Muhammed mazharından açığa çıktı. Bizim hidâyetimiz ve selâmetimiz, O’na ittiba etmekten, O’na bağlanmaktan geçer. Onun
için Muhammedî Melâmiyiz.
Sevgili Okuyucular,
Fatiha suresinde okuyoruz: “İhdinas
sıratel mustakîm.” Bizi dosdoğru yoluna
hidayet eyle! Yâsin suresinde de “İnneke
leminel mürselin alâ sıratın mustakim.”
“Şüphesiz ki sen gönderilenlerdensin ve dosdoğru yol üzerinesin.”
Ve yine Yasin’de “ve eni’ buduni haza sıratım mustakim.” “Bana ibadet edin, benim
doğru yolum budur.” buyrulmakta.
“Bizi doğru yoluna ilet.” derken biz ne
diye dua ediyoruz, biliyor musunuz? “Bizi
Hz. Muhammed’ine (sav) ilet..!” diye dua ediyoruz.
- O doğru yol üzerinde Hz. Muhammed
(sav) var. Eğer yolumuz Hz. Muhammed’e
(sav) varmıyorsa, yol sırat-ı müstakim değil-
Gönül Bağından
Hasan Hilmi SOYYİĞİT
Makbul Değildir;
dir.
- Peki efendim, biz Hz. Muhammed’i
(sav) nasıl bulacağız?
Kardeşlerim,
Eğer, biz Hz. Muhammed’i (sav) tarihte, geçmişte, iki zaman dilimi arasında yaşamış bir şahıs olarak algılıyorsak, heyhaat,
tren çoktan kaçtı... Zaten o iki zaman dilimi
arasına sıkışmış peygamber, bize rahmet de
edemez.
O doğru yol üzerinde olan Hz. Muhammed’i Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasulullah tevhidiyle bulacağız. Çünkü bu tevhid iki zaman dilimi arasına sığmaz. 571-632
arasına sığmaz. Ya?.. Evveli ahiri kendi içine
alır. Zaman kavramını ortadan kaldırır.
Biz o tevhid mertebelerinde seyr i sulûk
ederek, Makam-ı Cem’den, Vahdetten, esma
ve sıfatın açığa çıkıp da halk (Muhammed)
ismini aldığı o mertebede Hz. Muhammed’i
(sav) bulacağız.
Ve o mertebede Hz. Muhammed (sav)
bize İslâm’ı tebliğ edecek ve ediyor.
Efendimizin en belirgin özelliği Rabbisine kul olmadır. Hz. Muhammed’i (sav) bulmak, O’nun örnek olan kulluğunu bulmak,
kul olmaktır. Demek ki biz, Rabbimizin ezelî
ilminde ilmî varlıklar iken, insan suretiyle bu aleme geldik, bir varlık kazandık. Bu
varlığımızı Lâ ilâhe illallah Muhammedün
Rasulullah tevhidinde elekten, süzgeçten
geçirip, Hak varlığına ulaştık.
Ve nihayet esma ve sıfatları giyinip de
bir nefis, bir kul olarak açığa, kesrete çıktığımızda Rabbimize kul olmak, ibadet etmek,
itaat etmek görevimizdir. İşte ayet de diyor
ki: “Bana ibadet edin, doğru yol budur.”
Herkes doğru yol üzerinde olduğunu iddia ediyor ve edecek de. O yola inanmasa gitmez. Biz, yolumuz sıratı mustakim derken,
bunu afaki olarak ifade etmiyoruz. Kur’an’ın
gösterdiği sırat-ı mustakimi yani Fatiha-yı
Şerif ve Yasin-i Şerif ’te ifade edilen doğru
yolu esas alıyoruz.
Bizim Hz. Muhammed’e (sav) ulaşmamız, O’nu bir beşer suretinde değil de, tevhid
olan, mana olan hakikatinde bulmakladır!
Lâ ilâhe illallah tevhidinde seyr i sulûk edip,
Muhammedür Rasulullah sırrına ermekledir.
Muhammedî sıfatlarla giyinmekledir. Onun
için biz Muhammedî Melâmiyiz, diyoruz.
“Sıratallezîne enamte aleyhim” “Muhammed’in yolu öyle bir yol ki, o yolda olanlara nimetler verdin.”
Sevgili dostlar,
Bu nimetlerin neler olduğunu Kur’an-ı
Kerim tefsir ediyor:
1. Nübüvvet
2. Sıddıkıyet
3. Şehitlik
4. Salihlik
Peygamber efendimizin bize müjdelediği ihdinas sıratal mustakim, öyle bir yol ki,
9
Gönül Bağından
10
Hasan Hilmi SOYYİĞİT
Makbul Değildir;
kendilerine nimet verilenlerin yolu.
Bize Hz. Muhammed’le Nübüvvet nimeti verildi. Bize nübüvveti getirdi nübüvveti tanıttı. Nübüvvetin Hz. Muhammed’in
(sav) şahsındaki bir temsili var. Bir de alemdeki, kesretteki temsili var. Dolayısıyla biz
O’nu yani Nübüvvet nimetini, hem Hz. Muhammed’in (sav) şahs-ı manevisinde bulduk,
hem de alemdeki görüntüsünde bulduk.
O’na bağlanmakla Sıddıkiyet,
O’nu tasdik etmekle Şehadet,
O’nunla beraber olma zevkiyle Salihiyet, verilmiştir.
Çünki hidayet olunanlar, kendilerine nimet verilenlerdir.
Hz. Muhammed’in (sav) tebliğine tabi
olan, iman eden, bağlanan müminlere verilen nimetleri sayıyor Rabbimiz. Biz, Hz. Muhammed’siz (sav) bir nimeti ne yapacağız?
Zaten öyle bir nimet yok. Bütün nimetin,
rahmetin kaynağı, mazharı Hz. Muhammed’dir. (sav)
- Efendim size geldi mi nübüvvet?
- Vallahi’l-azim geldi.
İşte Allahın en büyük nimetlerinden
biri, Hz. Muhammed’le (sav) nübüvvettir.
Biz Hz. Muhammed’le (sav) nübüvveti teneffüs ediyoruz. İdrak ediyor, şuuruna, zevkine
varıyor, onu yaşıyoruz!
O’na bağlanmakla Sıddıkiyet verildi.
Ebubekir Efendimiz bağlandı, Sıddık oldu.
Sen de bağlan kardeşim! Aç gözünü, hikmetle bak!
O’nu tasdik etmekle, şahadet nimeti
verildi. Eşhedü..! Ben şahadet ederim ki enfüste ve afakta tecelli eden bütün fiiller, sıfatlar O’nundur. Enfüste ve afakta görünen
varlık, O’nun varlığıdır, vücudur.
O’nunla beraber olma zevkiyle Salihiyet verilmiştir. Salih, fenafillahtan geçmiş,
Muhammedî esma ve sıfatlarla zuhura gelmiş olandır. Salih, Muhammed’le yaşıyor,
yani Muhammedî zevkle, şuurla, bilinçle yaşıyor.
Bu dört vasfı Kur’an zikrediyor. Nimet
verilenler ve verilen nimetlerin neler olduğunu beyan ediyor.
“Gayril mağdûbi aleyhim” “Gazap ettiklerinin yoluna değil... Nübüvveti, sıddıkıyeti
verdiğin, iman edenlerin, teslim olanların yoluna ilet bizi.”
- Kimdir onlar, yani kendilerine gazap
edilenler?
- Muhammed’siz tevhid edenler!
Piyasaya çıkıp da Muhammedî olduklarını iddia edip, Hz. Muhammed’in (sav)
yolundan, izinden, erkanından, şeriatından
uzak olanlardır! İşte onlar mağdub ehlidir.
Kur’an’ın tefsirlerinde hristiyanlar deniyor. Ümmetin hristiyanları da var.
Onun için Muhammedî Melâmiyiz ve
dergimizin adı da Muhammedî Melâmet!
Gönül Bağından
Hasan Hilmi SOYYİĞİT
Makbul Değildir;
Dostlar,
Gazap yolu, “Farksız Cem yapanlar”ın
yoludur. Cem makamında “Kul Hak oldu”deyip, Hak’tan sapanların yoludur. Hak
olduk deyip de Hak yoldan sapanlar var!
Bunu biraz daha açayım inşallah:
Salik, fena mertebelerinden geçip de
Cem makamına gelince, “Ancak mevcud benim!” sözünü hakiki benlik sahibinden değil de kendi vehmî benliğinden zannediyor.
Ben, Hak oldum, zannediyor.
Oysa fena mertebelerinde “Fiiller Allah’ın” dedik, kendimizde fiil kalmadı.
“Sıfatlar Allah’ın” dedik, Hakk’ın dışında
sıfat kalmadı.
Elenmişiz benliklerden
Süzülmüşüz varlıklardan
Var olmuşuz Hak varlıktan.
İşte o elenme, süzülme tahakkuk edecek.
İsevîler burada İsa’ya Allah dediler de
şirke düştüler, gazaba uğradılar. İsa’daki gerçek varlık sahibini tanıyamadılar. Ama biz
tasdik ettik, eyvallah, dedik!
Bu yer Cem makamıdır ki, imandan sonra küfre düşmek, ayakların kayması, gazab-ı
İlahî’nin hışmına uğrama tehlikesi vardır.
Buraya Mazdaka-yı Akdâm, ayakların kaydığı yer, der Pîr Efendimiz.
Ey dost,
“Vücud Allah’ın” dedik, Hakk’ın dışında
vücut, varlık kalmadı.
Bu yer, Hakk’ın Hak ismini alıp, kulun
mazharından kendini ilan ettiği, Hak zahir,
halk batın şuurunun açığa çıktığı yerdir.
Pekala, Cem’de kim “Ben Hakk’ım!” dedi? Hak’tır “Ben Hakk’ım!” diyen. Hakk’ın
kendisi. Daha kim olacak?
Fatihaya devam ediyoruz: “Veleddâllîn”
“Dalâlete düşenlerin yoluna değil.”
Hasan Fehmi Tezdoğan Hz.’leri:
Enel Hak sırrına er bak
Ki sanma sen olupsun Hak
Velakin sensin ol mazhar
Ki Hak der, senden Enel Hak
Buralar önemli yerler. Ama fenafillah
mertebelerini çok iyi sindirmek lâzım. Hacı
Babamızın dediği gibi:
Dâl, şaşırmış, Hak’la batılı karıştırmış
o- lanlar. Yahudiler (Musevîler) burada şaşırdılar da buzağı icad ettiler. Allah’a cisim ve
şekil ittihaz ettiler. Oysa Allah bu gibi sıfatlardan münezzehtir.
Kur’an’ın tefsirlerinde dalâlette olanlar
için yahudiler, deniyor. Ümmetin de yahudileri var.
Onun için Muhammedî Melâmiyiz ve
dergimizin adı da Muhammedî Melâmet!
11
Gönül Bağından
12
Hasan Hilmi SOYYİĞİT
Makbul Değildir;
Dostlar,
Tevhid yönüyle dalâlete düşenler, kesrette vahdeti göremeyen, eşyaya Allah
deme gafletine düşüp, sapanlardır. Kulun
kul; Hakk’ın Hak olduğu sırrına eremeyen bu
anlayış, sapıklıkta kaldı.
Hakikat: Kulunu kendi varlığı ile zuhura getiren Hak, kulun batınında batın
oldu. Hak varlığıyla var olan, kul ismini
alan kul da zahir oldu.
Zahir olunca şeriat farz olundu. Her zahir
bir hükme tabidir. Herşeyin bir hükmü vardır. O hüküm, aslında zahir olan o şeyin korunması içindir, bekası içindir, devamı içindir. Şeriat bizim varlığımızı koruyan, Cenab-ı
Hak’tan verilmiş en büyük korumadır.
Kulun zahir oluşu, emir ve nehiyleri gerektirmiştir. “Ve kada Rabbuke ellâ ta’budû
illa iyyâhu.” “Rabbin sadece kendisine kulluk
edilmesine hükmetti.” Alemde zerreden kürreye her şey Allah’ın kullarıdır. Ve o hükmün
asla dışına çıkamaz. Allah da hüküm altına
aldığı kullarını o hükümle muhafaza eder:
Rızkını verir, ömrünü verir, sağlığını verir,
selametini verir...
Hak, kulun batını (hakikati) olma yönüyle, zahir kıldığı Kulundan, bu kulluğu istemiştir. (buna hükmetmiştir) Çünkü bu kulluk, kulun varlığı, varlığının bekasıdır.
Allah bizi kulluğundan ayırmasın. Kulluk bilinciyle yaşamayı nasip eylesin. Amin!
Marifet, göklere çıkmak değil; göklere çıktıktan sonra sapasağlam yere inebilmektir. İşte
yere Muhammedür Rasulullah paraşütüyle
inilir, kullukla inilir.
Burada hakikaten kulun tenezzülünde
tevazusunda bir değer var. Onun karşılığında
Allah var. Çünkü artık o kul, kime eğildiğini,
kiminle muhatap olduğunu biliyor. Varlıkta
Hakk’ı müşahade etmiş, gözü başka görmüyor. Kulluğunu bilerek yapıyor.
Bir kul ki, uruç etmiş, Velayet, vahdet sırrına ermiş, nuzûl edip kulluğa bürünmüş...
İşte bunun tevazusunu Allah yüceltiyor.
Dostlar,
Dergilerimiz, sohbetlerimiz, yaşantılarımız inşallah Muhammedî çizgide devam
eder ve dostlarımızla bu manaları paylaşır,
yaşarız.
Hepinizi Allah’a emanet ediyorum.
13
Hüseyin Sabri SOYYİĞİT
Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri
VAR ONLARLA KAL...
Muhammedî Melâmet’te İslâm’dan taviz verilmez. Ya olduğun gibi
görün veya göründüğün gibi ol!
Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri
14
Hüseyin Sabri Soyyiğit
Var Onlarla Kal!
yerde onlar olamaz. Madem tercihin onlarladır. Sen var onlarla kal.” dedi ve bizi aldı
yürüdü.
İçi dışı bir değildir
Bütün işleri hiledir
O, nefsinin esiridir
Allah şerrinden korusun
VAR ONLARLA KAL!
Şimdi öylelerini görüyorum ki iki zıttı
bir yerde cem etmeye çalışıyorlar. Bunu nasıl
ifade edeceğimi bilemiyorum.
Bazıları Hak mürşidin yolundan dosdoğru gider, emre itaat ederler. Hak mürşide can
ü gönülden bağlıdırlar. Telkine sadâkat ile
hedefe doğru yürürler ve Allah onları korur.
Koruyucumuz Ulu Yaratan
Nefse düşersen sen O’ndan utan
Ahmet Efendi Hz.’leriyle Hasan Fehmi
Efendi’nin oğlu Hikmet’in sünnetine gitmiştik. Melâmî şeyhleri, Melâmîler, Hasan Efendi’nin dostları oldukça ilgi göstermişlerdi.
Efendimiz de bizi getirmişti.
Ben farkında değildim. Bahçede ayrı bir
sofra kurulmuştu. Ruhu şâd olsun, baktım,
Efendim kaşlarını çatmış. Hikmet’i çağırdı.
- Hikmet, bu ne? dedi.
Ben o zaman farkına vardım, bahçede
kurulan sofranın.
Efendi’ye dedi ki:
- Ahmet! Biz tek taraflı değiliz senin gibi.
Bizim böyle de arkadaşlarımız var.
O zaman Efendimiz:
- “İki zıt bir yerde cem olmaz. Onların olduğu yerde biz olamayız. Bizim olduğumuz
Kemâlat bulur nasihat tutan
Zevk ile bak ayrılma doğrudan
Hak Resûlün izinden gidenler, huzura
erdiler. Emre itaat ile Hak yoldan yürüdüler.
Bazıları ikili hareket ettiler. Avam dostlarıyla, ahkâmsız Melâmîlerle de ilişkiyi sürdürdüler. Kendileri de yerine göre ahkâmlı,
yerine göre ahkâmsız oldular. Onlara sorsan
akıllıca hareket ediyorlar, her tarafı idare
ediyorlar.
Biz onların bizden olduğuna inanıyor,
birçok yerde aldanıyoruz. Cemiyetlerine,
törenlerine karıştığımız zaman bakıyoruz
ki tevhide ters düşen, ahkâmı olmayanlarla
kaynaşıp sevişiyorlar. Bize diyorlar ki: “Canım, bizim bu yönümüz de var.”
Allah’ın ve Resûlü’nün yolundan gidenler, açıkça, mertçe Allah için sevecek, Allah
Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri
Hüseyin Sabri Soyyiğit
Var Onlarla Kal!
için buğz edecekler.
Dikkat etmezsen felâket sonun
Ehl-i tevhid ile zikre karşı olanları, tevhitten nasipdar olmayanları, hidâyete, nura
bütün kapıları kapalı olanları aynı kefeye
koymak, bir ölçüde görmek… Bu ne kitapta,
ne bir mezhepte vardır! Hiçbir yerde yoktur.
Döndür kardeşim Mevlâ’ya yönün
Allah bütün ihvanımıza hidâyet olunan
yoldan, sırat-ı müstakîmden, şeriatın ahkâmıyla ahlâkıyla yürümek nasip etsin. Amin!
Kur’an-ı Kerîm rehberimiz olsun
Hak erenleri elimizden tutsun
Ulu Mevlâm cümlemizi korusun
Güzel ahlâk açar gönül kapısın!
Nurlu yol, tevhid yolu, hidâyet olunanların yolu. Bu, asla gayriyet, ikilik, ahkâmsızlık, erkânsızlık kabul etmez. Bu kutsî ve
ulvî yolda, Hak yolcusu, nefsânî olan bütün
kötülüklerine dur, diyecek. Al denileni alıp
at denileni atacak.
Muhammedî Melâmet’te İslâm’dan taviz
verilmez. Ya olduğun gibi görün veya göründüğün gibi ol! İkiyüzlü olup iki tarafı da aldatanlar var. Sırat-ı müstakîmden gidenlerin
yanına gider, “Biz sizdeniz!” derler. Şeriatsız,
ahkâmsızların yanına giderler, “Biz onları aldatıyoruz, biz sizdeniz.” derler.
Böyle ikiyüzlülük, hileli, aldatıcı hareketler bir müslümana yakışmaz. Bu hâller
münafıklık alâmetidir.
Özüyle sözü bir değil onun
Dikkat et dostum şekle aldanma
Ahmet Efendi Hz.’lerinin asla hoşlanmadığı kişiler; hilebaz, ikiyüzlü olan ve tevhide
ters düşenlerdi. Ehl-i tevhid, katiyetle yalan
söylemez, Hak Resûlün izinin dışına çıkmaz
derdi. Melâmîler şeriatın ahkâmını, güzel
ahlâkını yaşayanlardır. Melâmîler, güzel ahlâklarıyla, hâl ve tavırlarıyla çevreye nur saçarlar.
Geçmeyecek onlar sırat
Vermeyecek onlar hesap
Mürşide verdiler hesap
Allah Hak mürşidin emrini, rızasını, sevgi ve muhabbetini üzerimizden eksik etmesin. Amin!
Derviş, va’dinde sâdık olacaktır. Va’dinde hulf edenlerin (sözünde durmayanların)
âkıbetleri çok fena olur.
Biz de bazılarına üzülüyoruz. Bizi gördüler mi, “Aman efendim, yaman efendim, biz
seni çok seviyoruz. Gelemezsek kusura bakma…” Bir çok özür dilemeler… Biz de iyi niyetimizin kurbanı oluyoruz. “Tamam yahu!”
diyoruz.
Bakıyorsunuz ki bu durumda olanlar,
tevhitten hiç nasipdar olamamışlar. İlhamları yok, feyizleri yok, aşk, muhabbetleri yok.
Şu insan ancak kendini kandırır.
15
Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri
16
Hüseyin Sabri Soyyiğit
Var Onlarla Kal!
Dostlar!
Allah’a gönülden bağlanalım. Kadere
rıza, emre itaat ile Hak yolda ihlâs ve sadâkatle yürüyelim.
Ehl-i tevhid, iyilikte yarışır. Birbirimize
asla hile düşünemeyiz. Gönül yıkamayız.
İnsan darıltamayız. Tevhitle, Allah’ın Resûlü’nde kardeşiz.
Bu kardeşliğimizi yaşamak, hâlde tevhid
ederek şahadet vermek, hülâsa iyiliklerin
insanı olmak Allah cümleye nasip eylesin.
Amin!
Bu hâllere alıştık, diyemem. Vaktiyle
bunlar Allah’ın Resûlü’nü de aldatmaya kalktılar. Allah böylelerin şerrinden korusun.
Sevgili Dostlar!
Melâmet, öyle bir hakikattir ki katiyen,
ikilik kabul etmez. Doğru yolda, şeriatın ahkâmıyla ahlâkıyla yürüyecek derviş.
Ehl-i tevhid, hâlde tevhid edenler, görerek, bilerek, şahadet verenler, kesret vahdet
tevhid edenler, Hak Resûlün sevgilileridir.
Onların elinden, dilinden, âzâlarından
kimseye zarar gelmez. Bu zümre-yi sâlihine
Allah saadet, selâmet, iyilikler ihsan eylesin.
Nisbet varlık atanların
Güzel ahlâk alanların
Ehl-i tevhit olanların
Mevlâ yolun âsan eder
Can Dostlarım!
Bizler Hak Resûlün izindeyiz. Nefsânîyete açılan bütün kapılar kapanacak. Kapanacak ki rahmet kapıları açılsın. Melâmet,
tarîkat üstü bir hakikattir. Bu hakikat ilmi,
asla nefsânîyet, kötülük kabul etmez. Kendi
kendimizi aldatanlardan olmayalım.
Ehl-i tevhid, velilerle haşrolur, nebilerle
haşrolur. Kesret vahdet tevhid eder, gayrıyet
kabul etmez. Kur’an-ı Kerîm’in fahri üyesidir
bunlar. Sırr-ı Velâyet, sırr-ı Nübüvvetin sahibidir bunlar.
Çok dikkat edip tevhid düşmanlarına
açık vermeyeceğiz. Tefekkür eden, adımını
göre göre atan ehl-i tevhide selâm olsun.
Allah bizi kendinden hiç ama hiç ayırmasın.
Selâm, sevgi ve dualarla bütün ihvanı Allah’a emânet ediyor, hepinize Allah’tan iyilikler diliyorum.
Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri
Hüseyin Sabri Soyyiğit
Haramı Helâl Kabul Etmiş...
HARAMI HELÂL KABUL ETMIŞ; KENDİNİ DE MELÂMİ(!)
yolcusu oluruz.
Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Habibim,
Allah’ı seviyorum diyenlere söyle, söyle ki
sana tabi olsunlar, Allah da onları sevsin
ve günahlarını bağışlasın…” (Al-i İmran,
31) Hz. Muhammed’e tabi olmak, izinden gitmek, emre itaat etmek müminlerin görevidir.
Bize diyorlar ki:
Esselamualeyküm
Muhterem Dostlarım!
Yazmış olduğumuz bir ilahide nakarat
olarak: “Yürü yavrum, sen, Hak Resulün izinden yürü!” mısrası bulunuyor.
Hak Resulün izinden yürümek, izi takip
etmek, izin sahibini bulmaktır. Allah’ın Resulü “Yolumdan gelen bendendir.” buyuruyor.
Ne mutlu Hak Resulün izinden yürüyenlere!
Ve sohbetlerimizde de “Biz Muhammedî
Melamileriz!” diyoruz. Bunu söyleme ihtiyacı duyduk. Muhammedî olan zat-ı muhteremlerde aranan vasıflar güzel ahlak, yani
Muhammedî ahlak ve ahkam-ı şer’iyye. Bir
ayet-i kerimede Mevla: “Habibim, sevgili Muhammedim taraf-ı âliyemden neyi getirip alın
dediyse onu alın ve neyi atın dediyse, onu da
atın…” (Haşr, 7) Bu ilahi emre uyduğumuz zaman, işte o zaman, halvete, vuslata giden Hak
“Muhammedî Melamiyiz!” ifadesini Pir
Seyyid ve ondan sonraki efendiler de söylememiş. Siz neden buna ihtiyaç hissediyorsunuz?
Zaten Muhammedîyiz. Açıkça söyleme ihtiyacını niçin hissediyorsunuz?
Muhterem Dostlarım!
Biz de melamiyiz, diyen bir çok insanda
ahkam dışı, şeriat dışı Allah ve Resulü’nün
emirlerine ters düşen davranışlar vardı. Haramı helal itikat etmeler, ahkam kesmeler vardı. Bunlarla ne kadar mücadele ettikse de “Siz
zaten hocasınız. Siz anlamazsınız.” dediler ve
ithamlar oldu.
Ben karşılaştığım hadiseleri, olayları, kaleme almaya haya ederim, utanırım. Biz Muhammedî Melamiyiz açık ifadesini kullandık
ki Muhammediyette güzel ahlak var, ahkam-ı
şer’iyye var. Değil Muhammedîyiz demek, Hz.
Muhammed’i hale getirme, halde tevhit ederek şuhuduna ermenin aşkını, zevkini, tevhit
17
Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri
18
Hüseyin Sabri Soyyiğit
Haramı Helâl Kabul Etmiş...
yaşantısını Allah bütün ihvanımıza ihsan ve
ikram eylesin.
Pirimiz, Pir Seyyid Muhammed Nur kutsi
ve ulvi davada Kur’an-ı Kerim’le amel etmiştir.
57 eser vererek Hak yolda tevhide büyük hizmet vermiştir.
Biz de Allah’ın inayetiyle tevhidin ve Pirimiz Muhammed Nur’un yolundan, izinden
giderek Pir’in mensubu olduğumuzu açık seçik ispat edeceğiz. Allah bizi Pir’den ve Pir’in
yolundan, izinden hiç ayırmasın.
Pir Seyyid Efendimizden ders alan dervişini gördüm. Kendisiyle bir müddet sohbet
ettik, İstanbul’da. Sene 1962 veya 63. “Pirimizden haber ver.” dedik. Gözleri yaşardı. “Hocaefendimiz, dedi, konuşan Kur’an’dı. Allah’ın
emirlerini tebliğ ederdi: Tevhide sımsıkı sarılın. Şeriat-ı Muhammediye’den hiç taviz vermeyin. Şeriatı olmayanlar bizden değildir; sakın ha, dergahımıza yaklaşmasınlar.” Bu kadar
bir sohbet kendisinden duyduk. Ve bunları
bize birçok efendiler de anlatmışlardı.
İlm-i Ledünde herkes aklına göre bir karar
verirse, erkan, adap bozulur. Pir Seyyid Muhammed Nur Efendimiz bize nasıl emanet
etti ise onu muhafaza etme, koruma, görevimizdir. Bu görevimizi de Kur’an-ı Kerimle yerine getireceğiz inşallah.
Biz Kur’an-ı Kerim dedikçe Kur’an-ı Kerime ters düşenler, bunu hazmedemiyorlar.
Anlıyoruz ki Kur’an-ı Kerim, Mucize-i Muhammediye, peygamberimizin en büyük mucizesidir. Hikmetler hazinesi olan Kur’an-ı
Kerim’e sarılmak, Allah ve Resulüne sarılma-
nın ta kendisidir. Acaba hazmedemeyenler
niçin hazmedemiyorlar? Ahkam-ı şer’iyye’yi,
ahlak-ı Muhammediye’yi hazmedemediklerinden, kaldıramadıklarından dolayıdır. Biz
Kur’ an-ı Kerim’e dayanarak, Hadis-i Nebeviyeyi yaşayarak Muhammedî Melami sırrına
ereceğiz.
Dostlar!
Başka çıkar yol yok. Tevhide gönülden
bağlanalım. Emr-i Hakk’a itaat edelim. Al
denileni alıp at denileni atalım. Kur’an-ı Kerim’in dışında yürüyen hiçbir tarikat, hakikate
ulaşamaz. Hiçbir efendi, hiçbir mürşit ayet ve
hadisin dışında ahkam kesemezler. Ne söylerlerse Kur’an-ı Kerim’e, Hadis-i Nebevîyeye
uygun olacak.
Onun için “Muhammedî Melamileriz”
deme ihtiyacını hissettik. Öyle yanlış hareketler gördük ki… Aman Allahım ne yanlışlar!
Bunları da tarikat-ı Melamiye’ye, geçmiş efendilere, Pir Seyyid’e malediyorlar.
Pirimiz Kur’an’ın canlı örneğidir. Allah
bizi Pir’den ve Pir’in yolundan, Kur’an-ı Kerim’den, habibi sevgili Muhammed’inden hiç
ayırmasın.
Bizim bu yazılarımıza veryansın yaparlar,
okumazlar, okutmazlar. Bizi, bu davayı anlamamakla itham ederler. Hatta Kur’an-ı Kerim’e bile dil uzatırlar. Bu zihniyet çok şükür
iflas etmekte. Masonik zihniyet yok olmaya
mahkumdur.
Dostlara tavsiyelerimiz: Emr-i Hakk’a
itaat etsinler. Hak yolda ehl-i Sünnet itikadı
Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri
Hüseyin Sabri Soyyiğit
Haramı Helâl Kabul Etmiş...
üzerine el birlik, gönül birlik yürümek Allah
cümlemize nasip etsin.
Sevgili, muhterem efendimiz, son nefesine kadar oturduğu yerde namazını hiç ihmal
etmezdi. Ziyarete gittiğimizde efendimizi birçok zaman namazda bulurduk.
Muhittin Usta ile gitmiştik bir gün. Çamın
altında namaz kılıyordu, öğle namazı. Muhittin Usta dedi ki:
- Ne efendiler, ne dervişler namaz işini
halletmiş. Bizim efendimiz oturduğu yerde,
bu vaziyette namaz kılıyor.
Namazını kıldıktan sonra Efendi Hz.’leri
dedi ki:
- Muhittin Usta! Benim ruhum namaza
alışmış. Efendim Hasan Fehmi Efendi de aynen ima ile dahi namazını kılardı. Ben namazsız huzurlu olamam. Allah bizi emrine itaat
edenlerden etsin; isyan edenlerden etmesin.
Muhteremler!
Biz bunları yazmakla, anlatmakla neyi
kasdediyoruz? Ne düşünürsünüz?..
İlahi emirlerin dışına çıkan, treni raydan
atmıştır.
Çok şükür, Hak resulün izindeyiz, yolundayız, ahkam ile ahlak ile yanındayız.
Senin esrar-ı miracın fenafillah olan bildi
Bekabillah bulan erdi o zevke ya Resulallah
Sevgili Dostlar!
Ahkamsız, erkansız yürüyenlerin aile düzenleri tamamen bozuldu. Çocuklarına bir
şey veremediler. Zaten ne verebilirlerdi ki! Biz
ilm-i Ledünle, tevhit ilmiyle şeriatın ahkam ve
ahlakıyla girdiğimiz haneleri hane-yi saadet
yapmaktayız.
Bizim dostlarımız abdestsiz yere basmazlar. Zikirle, fikirle, zikr-i daimiyle salat-u daimüne girerler. Meratip ve makamat zevkiyle
kulluk eder, Allah rızası için ibadet ederler.
İtikatları avam itakadı değil; havassü’l-havass
itikadıdır. Rabıtları ile ol dost ile halvette, vuslatta, zevk u safadadırlar.
Bize tevhidi telkin eden hak mürşidimiz,
can mürşidimiz dedi ki: “Ne geçmiş ne gelecek… Halde tevhit edin! Vuslat-ı yarla halvet
edin. Halinizle, yaşantınızla halde tevhit ederek, görerek, bilerek, yaşayarak şahadet verin.
Allah’ın nuruyla karanlıkları aydınlatın. Ledün ilmine ahlaken layık olanları, ihmal etmeyin, tevhide alın.
Melamidir evliya
Dahi nice enbiya
Hem cihar-ı basafa
Kendine gel hey kendine
Çok şükür Mevla’ya, zaferimiz mübarek
olsun.
Ahkamdan haberi olmayanlar taş attılar:
“Hocadırlar, bunların tevhitten haberi yoktur.” dediler. Ahkamı olup tevhitten haberi olmayanlar da taş attılar. Biz arada kaldık. Ama
çok şükür, elhamdulillah!
19
Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri
20
Hüseyin Sabri Soyyiğit
Haramı Helâl Kabul Etmiş...
Ahkamları olanlar, baktılar ve dediler ki:
“Bunlarda bizden eksik bir şey yok. Sigara
dahi içmiyorlar. Tevazuda, tenezzülde toprak gibiler. İyiliklerin insanı. Mahallede, bulundukları yerde ahkamları, ahlakları, merhametleriyle örnek bir aile.” Allah bu erkana
efendimizin bu emirlerine riayet edenlerden
razı ve memnun olsun inşallah.
met, mürşidimizin emir ve telkinleri doğrultusunda yerinden kalkmış, silkelenmiştir.
Sahtekarların ışıkları sönmüştür. Pir Seyyidin
tarif ve telkini üzerine emin adımlarla hedefe
doğru gidiyor. Süzülmüş varlıklardan, elenmiş benliklerden, var olmuş Hak varlıktan.
Çok şükür melâmet güldür, güldür, gül kokmaktadır.
Ahkamsız olup da “Biz de melamiyiz (!)”
diyenlere ne söylesem yeterli değil. Ben yine
dua ederim: Allah hidayet etsin, iman-ı kamil,
amel-i salih versin.
Dostlara tavsiyelerimiz: İlmihalimizi okuyalım. Çocuklarımızı asla ihmal etmeyelim. Onları ev çocuğu, tevhide bağlı, imanlı,
inançlı, yetiştirelim. Sokak çocuğu yapmayalım. Çocuklarına sokaktaki tehlikeleri anlatan
anne babayı tebrik ediyorum. Maalesef bazı
ihmallerimiz vardır.
Şeriatsız hareket edenler, sakın ha kendilerini müdafaa etmesinler. Ahkamsızlıkta
müdafaa büyük felaket getirir. “Namaza ne lüzüm var. Biz zaten namazdayız. Oruca ne ihtiyaç var. Hacca gidip paraları Araplara yediriyorlar…” Bu sözleri aynen “Biz de bu yoldayız.”
diyenlerden duyduk. Ateistler derler, bunlar
da böyle diyorlar.
Farzı inkar, küfürdür. Kişiyi dinden, imandan, nikahtan yoksun bırakır.
Çok şükür ahkamlı, erkanlı, edepli bir
toplum, bir cemaat tevhit yolunda uyanmıştır. Biz ilmin, irfanın yanındayız. Ahkam-ı
şer’iyye, güzel ahlakın yanındayız. Biz sulhün,
barışın, kardeşliğin, dostluğun öncülüğünü
yapmaktayız. Üstadımızdan aldığımız telkin,
nasihat bu! Sizler çevrenize güzel ahlakınızla,
şeriatınızla ışık tutacaksınız. İyiliklerin insanı
olacaksınız. Size gelen sevgi bulsun, tatlı dil,
güler yüz bulsun. Allah ve Resulünün aşkını,
sevgisini, muhabbetini sizde bulsun.
Bir kriz geçirip kendini kaybeden melâ-
Allahım!
Bizi tehlikelerden koru. Bizi sevgine layık
olan zümre-yi salihine ilhak eyle.
Hak mürşidin emrine itaat, telkinine sadakat gösteren, meratib-i tevhit, makamat-ı
tevhit zevki ve şuhuduyla vuslat-ı yarla halvet
eden, uruç ve nüzulü zevk edip yaşayanlardan
eyle.
Her haliyle örnek insan, milliyetçi, mukaddesatçı, vatanperver, bayrağına, sancağına
gönülden bağlı olmayı, “Hubbul vatan minel
iman” telkinine sadakat göstererek Hak yolda
kemal-i edeple yürümeyi, sevip sevip çok sevilmeyi bütün dostlara ihsan et Mevlam.
Selam, sevgi, dualarımla Allah’a emanet
olun.
Hüseyin Sabri SOYYİĞİT
Hacı Baba’dan Gönül Sohbetleri
Hüseyin Sabri Soyyiğit
Hakk’ın takdîrine razı olacaksın!
HAKK’IN TAKDÎRINE RAZI OLACAKSIN!
Helâl ile haramı fark edeceksin
Hak mürşidin itimadın alacaksın
Aşkla, zevkle doğru yoldan gideceksin
Ol Sultanın gönlünde yer tutacaksın
Adımların göre göre atacaksın
Sadâkatle gerçek derviş olacaksın
Hakk’ın takdîrine razı olacaksın!
Hakk’ın takdîrine razı olacaksın!
Mütefekkir gerçek insan olacaksın
Günden güne aşka, farka geleceksin
Melâmiliği aşkla zevk edeceksin
Harem-i ismete zevkle gireceksin
Râbıtanın dışına çıkmayacaksın
Kelâm-ı Hak ile sohbet edeceksin
Hakk’ın takdîrine razı olacaksın!
Hakk’ın takdîrine razı olacaksın!
Kesretle vahdeti tevhit edeceksin
Vahdetten kesrete nüzûl edeceksin
Her yüzden aşk ile Hakk’ı seveceksin
Hak’tan aldığını halka vereceksin
Emre mutî, sâdık derviş olacaksın
Her hâlinle örnek insan olacaksın
Hakk’ın takdîrine razı olacaksın!
Hakk’ın takdîrine razı olacaksın!
Şuhud ile Hakk’ı zâkir olacaksın
Âşık, sâdık, ârif ihvan olacaksın
Fenâfillah şühuduna ereceksin
Hak Resûl’ün hâlini yaşayacaksın
Tecellî zatın mazharı olacaksın
Hüseyin Sabri Hakk’a şükredeceksin
Hakk’ın takdîrine razı olacaksın!
Hakk’ın takdîrine razı olacaksın!
“Din nasihattır” telkîni alacaksın
Kâmil imanı onunla bulacaksın
Kenzi-i mahfi’nin sırrına ereceksin
Hakk’ın takdîrine razı olacaksın!
21
22
Hasan AKTAŞ
Dostlarımızla
HİCRET! (FENADAN BEKAYA YOLCULUK)
Hicret, bütün peygamberlerin ve onlara iman eden insanların ortak kaderidir. Allah peygamberleri ve onlara iman eden mü’minler kafirler tarafından hicret edilmeye zorlanmışlar, onlar da imanları uğruna vatanlarını yurtlarını bırakıp hicret etmişlerdir.
Dostlarımızla
Hasan AKTAŞ
Hicret!
Sevgili Dostlar,
Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.Şu günler kameri takvime göre
bir yılı bitirip yeni bir yıla geçmek üzereyiz.
Bu nedenle bu sayımızda hicret konusunu
ele almaya çalışacağım. Rabbim cümlemize
anlamayı ve yaşamayı nasip eylesin.
Hicret konusu Efendimizden bu güne
ilim sahibi büyüklerimiz tarafından detaylı
bir şekilde işlenmiş ve hatta kitaplar yazılmıştır. Allah cümlesinden razı olsun.
Biz hicret konusunda tabi ki onlardan
hep istifade etmekteyiz. Ama ne var ki hicretin bir zahiri bir de batıni tarafı vardır. Zahiri tarafını herkes anlar yazar-çizer ama batıni tarafıyla pek de ilgilenen olmaz. Âcizane
hem ilmi (zahiri) hem he manevi (batıni) yönünü ele almaya çalışacağız. Gayret kuldan
muvaffakiyet Rabbimden inşallah.
Yüce rabbimiz şöyle buyurur;
“İman edip de hicret edip, mallarıyla,
canlarıyla Allah yolunda cihad edenler,
Allah katında en büyük dereceye sahiptirler. İşte bunlar murada ermiş olan mutlu
kullardır.”(Tevbe, 9/20)
Hz. Ömer (r.a) Resûlullah’ın (sav) şöyle
buyurduğunu haber verir bizlere:
"Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet
ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah'a
ve Resûlüne ise, onun hicreti Allah ve Resûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun
hicreti de o hicret ettiği şeyedir." [Buhârî,
Bed'ü'l-Vahy 1, Itk 6, Menâkıbu'l-Ensâr 45,
Nikâh 5, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret
155, (1907); Ebu Dâvud, Talâk 11, (2201); Tirmizi, Fedâilu'l-Cihâd 16, (1647); Nesâî, Tahâret 60, (1, 59, 60).]
Sözlükte, "terketmek, ayrılmak, ilgisini
kesmek" anlamına gelen hicran masdarından isim olan hicret "kişinin herhangi bir
şeyden bedenen, lisanen veya kalben ayrılıp
uzaklaşması" demektir. Ancak kelime daha
çok "bir yerin terk edilerek başkabir yere göç
edilmesi" anlamında kullanılır.
Terim olarak genelde gayri Müslim ülkeden İslâm ülkesine göç etmeyi, özelde ise Hz.
Peygamberin ve Mekkeli MüslümanlarınMedine’ye göçünü ifade eder. Medine’ye göç
eden Müslümanlara "Muhacir", Rasülü Ekrem'e ve muhacirlere yardım eden Medineli
Müslümanlara da "Ensar" unvanı verilmiştir.
(TDV İslâm Ansiklopedisi, "hicret" maddesi,
c. 17)
Hicret, bütün peygamberlerin ve onlara
iman eden insanların ortak kaderidir. Allah
peygamberleri ve onlara iman eden mü'minler kafirler tarafından hicret edilmeye zorlanmışlar, onlar da imanları uğruna vatanlarını yurtlarını bırakıp hicret etmişlerdir.
Mesela Hz. İbrahim Babil'den Harran'a
Harran'dan Mısır'a oradan da Suriye'ye hicret etmiştir. Hz. Musa Mısır'dan Medyen'e
23
Dostlarımzla
24
Hasan AKTAŞ
Hicret!
oradan Mısır'a Mısır'dan da Filistin'e hicret
etmiştir. Hz. Lut kavminin azgınlık ve ahlaksızlıkları karşısında Cenab-ı Haktan aldığı
emirle bir gece vakti inananlarla birlikte yurdundan çıkmış, arkasına dönüp bakmadan
gitmesi istenilen yere gitmiştir.
Hz. Peygamber efendimiz (sav) ise daha
yeni peygamber olmuşken peygamberliğin
ileriki yıllarında yurdundan hicret etmek zorunda kalacağını Varaka b. Nevfel tarafından
söylenmiştir.
Peygamberimiz Mekke'de doğmuş ve İslâmiyet'i tebliğ etmek üzere burada görevlendirilmişti. Peygamberimizin çağrısını duyanlar ona inanıyor ve etrafında toplanıyorlardı.
Çünkü Peygamberimiz o toplumda “el-Emîn
- Güvenilir'' diye tanınmış, güzel ahlâkıyla
herkes tarafından sevilmişti. Yalan konuşmadığı ve kimseyi aldatmadığı herkesin ortak
inancı idi. Onun için de söylediği dinleniyor
ve herkese güven veriyordu.
Müslümanların sayısı günden güne artıyor ve Allah'ın dini gönüllerde yer ediyordu.
Ancak Mekke'de söz sahibi olan Kureyş kabilesi ileri gelenleri bundan endişe duyuyor,
toplum üzerindeki etkinliklerini yitireceklerinden ve çıkarlarının sona ereceğinden
korkuyorlar, bunun için de bu duruma engel
olmak istiyorlardı.
"Abdullah b. Abbas (ra) işkencelerle ilgili
olarak şu özet bilgiyi vermektedir:
"Müslüman olmuş kimseye öyle dayak
atar, öyle aç ve susuz bırakırlardı ki uğradığı bu feci durumdan sebep (ayağa kalkmak
şöyle dursun) doğrulup oturamazdı bile…"
(Mahmut Şakir, İslâm Tarihi, cilt 1, s. 253)
Müşrikler mü'minleri; önce duymadılarsonra önemsemezlikten geldiler. Günbegün
müslümanların çoğaldığını görünce; kurulu müşrik düzenlerinin bozulacağını, haksız kazancın önleneceğini, değirmenlerinin
suyunun kesileceğini, keyfi muamele ve zulümlerine son verileceğini, makam ve mevkilerini kaybedeceklerini anlayınca ezmeye
başladılar.
Ammar Yasir ve Sümeyye ailesinin başına gelenler, Hz Bilal-i Habeşi’nin başına
gelenler hepimizin zihninde acı bir olay olarak hatırlanmaktadır. Müslümanların başına
gelenlere çok üzülen Peygamberimiz (sav) bir
grup Müslüman'ın Habeşistan'a hicret etmesine izin verdi.
Müslümanlara üç yıllık boykot uygulandı. Kız bile alınıp verilmedi, alış veriş yapılmadı; ama mü'minler inançlarından taviz
vermediler.
Hz. Peygamberin en büyük destekçisi
olan amcası Ebu Talib'in ölümü, müşriklere
fırsat verdi, onların işkence ve baskıları dayanılmaz hale geldi. Böyle bir ortamda İslâm’ı
tebliğ edemeyeceğini anlayan Peygamberimiz, (sav) Taif'e giderek yeni bir çevrede İslâm’ı anlatmaya çalıştı, ancak sert bir tepkiyle
karşılaştı, Mekke'ye dönmek mecburiyetinde
kaldı.
Mekke müşriklerinin yaptıkları dayanılmaz hale gelince Peygamberimiz İslâm güneşine başka ufuklar aramayı düşündü. Hac
münasebetiyle Mekke'ye gelmiş olan Yesrip
(Medine) lilerden bazılarıyla Akabe denilen
Dostlarımızla
Hasan AKTAŞ
Hicret!
yerde iki defa toplantı yaptı. Onlara İslâm’ı
anlattı ve müslüman olmalarını istedi. Onlar da İslâmı kabul ederek Medine'ye döndüler. Böylece İslâmiyet Medîne'ye girmiş oldu.
Orada da müslümanlar Mus'ab b. Umeyr'in
gayretiyle çoğalmaya başladı. Peygamberimiz de Mekke'den Medîne'ye göç etmek isteyenlere izin verdi ve şöyle buyurdu:
“Sizin hicret edeceğiniz yerin iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi.''(Buhari, Menakıp, 45)
Peygamberimizin bu izin ve teşviki üzerine Medine'ye hicret başladı. Kısa zamanda
pek çok kimse Hz. Ömer de dahil olmak üzere Medîne'ye göç etti. Mekke'de Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali ve Mekke'de müslüman oldukları
için aileleri tarafından hapsedilmiş olanlarla
köle ve cariyelerden başka kimse kalmamıştı.
"Hz. Ebû Bekir de hicret etmek istemiş,
Peygamberimiz kendisine;
– Acele etme, bana hicret için izin verileceğini umuyorum, diyerek ona izin vermemişti.
Hz. Ebû Bekir:
– Anam babam sana fedâ olsun, gerçekten bunu umuyor musun? diye sordu.
Peygamberimiz:
– Evet, umuyorum, diye cevap verdi ve
Hz. Ebû Bekir buna çok sevindi."(Buhari, Menakıp, 45; İbn Hişâm, c. l, s. 480)
Mekke'de müslümanlardan kimsenin
kalmadığını, hepsinin Medîne'ye göç ettiğini
gören Mekke ileri gelenleri telâşlanmaya baş-
ladılar. Hz. Muhammed de Medîne'ye hicret
eder müslümanların başına geçerse kendileri
için iyi olmayacağını, Şam ticaret yolu Medîne'den geçtiği için kapanabileceğini düşündüler. Mekke'de hemen hemen yalnız kalan
Peygamberimiz için bir şeyler düşünmeli
dediler. Bu amaçla Kureyş ileri gelenleri "Dârü'n-Nedve" denilen önemli kararların alındığı yerde toplandılar.
Toplantı son derece gizlilik içerisinde yapıldı. Toplantıda çeşitli görüşler ileri sürüldü,
tartışıldı. İçlerinden bir kısmı, Muhammed
(sav)’in başka bir beldeye sürgüne gönderilmesini teklif ettiler. Bazıları da, onu bağlayıp her tarafı kapalı bir yerde ölünceye kadar
hapsedelim, dedi. Bu görüşlerden hiçbiri kabul görmedi.
Nihâyet Ebû Cehil şöyle dedi:
- Kureyş kabilesinin bütün kollarından
birer temsilci seçelim. Bunlar aynı anda Muhammed (sav)’e hücûm edip öldürsünler.
Kimin vurduğu belli olmasın. Böylece kanı
bütün Kureyş kabilesine dağılmış olur. Haşimîler bütün Kureyş kollarına karşı çıkamıyacaklarından kan davasına kalkışamazlar,
çaresiz diyete razı olurlar. Bu iş de böylece
kapanmış olur, dedi.
Ebû Cehil'in bu teklifi kabul edildi. Bu işi
yapacak kırk kişi seçilerek toplantıya son verildi. Bir an evvel bu kırk kişinin görevlerini
yerine getirmeleri istendi.
Nitekim “Dârü'n-Nedve” de alınan kararla ilgili Kur'an-ı Kerîm de şöyle buyuruluyor:
"Hani bir vakitler kâfirler, seni tu-
25
Dostlarımzla
26
Hasan AKTAŞ
Hicret!
tup bağlamak veya öldürmek veya (Mekke'den) sürüp çıkarmak için tuzak kuruyorlardı da onlar tuzak kurarken Allah da
tuzaklarını bozuyordu. Öyle ya Allah tuzakların en iyisini kurar.'' (Enfal, 8/30)
Allah onların kararını Cebrâil aleyhi'sselâm aracılığı ile Peygamberimize bildiriyor
ve Mekke'yi terkedip Medîne'ye hicret etmesini emrediyordu.
Peygamberimiz Hz. Ali'yi çağırdı ve:
– Ben Medîne'ye gidiyorum sen bu gece benim yatağımda yat, örtünü üzerine al. Sabahleyin bu emânetleri sahiplerine ver ve sonra da
hemen gel, buyurdu.
Müşrikler hem Peygamberimizi kendilerine düşman biliyor, hem de onu en güvenilir
kişi bilerek kıymetli eşyalarını ve mücevherlerini ona emânet ediyorlardı. Kendi adamlarına güvenmiyorlardı. O yüce Peygamber
de emânete verdiği önemi burada gösteriyor.
Böyle hem kendisi ve hem de müslümanlar
için ölüm kalım savaşı verirken yanındaki
emânetleri sahiplerine vermek için Hz. Ali'yi
Mekke'de bırakıyor, yatağına yatırıyordu.
Sonuçta efendimiz Rabbimizin korumasıyla öldürmek için evin etrafını saran müşriklere bir avuç toprak atarak ve Yâsîn süresini okuyarak hicret için evinden ayrılıyor.
Peygamberimiz Mekke'den ayrılırken şu
duygu dolu sözleri söylüyordu:
"Ey Mekke, vallahi sen Allah katında yeryüzünün en hayırlı yerisin. Bana da en sevimli
yerisin. Vallahi eğer buradan çıkmaya mecbur bırakılmasaydım, çıkmazdım." (İbn Mâce,
Menâsik, 103, 3099)
Neticede Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekir Mekke'nin güneyinde bir buçuk saat mesafedeki Sevr dağına vardılar. Dağı tırmanarak zirvesindeki mağaraya gizlendiler.
Mekke müşrikleri guruplar halinde her
tarafta Peygamberimizi aramaya koyuldular,
bulamadılar. Bulana yüz deve vereceklerini
ilân ettiler.
Her tarafı arıyorlardı. Hatta bunlardan
bir kısmı mağaranın ağzına kadar gelmiş,
o kadar yaklaşmışlardı ki, adımlarının sesi
içerden duyuluyordu. Hz. Ebû Bekir endişelenmeye başladı
Peygamberimize, kulağına eğilerek:
- Düşmanlar çok yaklaştı, o kadar ki,
ayaklarının dibine bir baksalar bizi görecekler, dedi.
Peygamberimiz ona cevap verdi:
- Üzülme! Allah bizimle beraberdir.
Hatta o sırada mağaranın kapısına kadar
gelenlerden biri mağaranın içine girip aramak istemiş. Umeyye b. Halef ona:
- Orada ne işin var? Aklını mı yitirdin.
Baksana Muhammed doğmadan önce orada
örümcekler ağ germiş, kuşlar yuva yapmış,
dedi ve içeriye girmesine engel oldu. Mağaranın ağzına örümcekler ağ germiş bir çift
güvercin yuva yapmıştı. İşte Tarih kitaplarının sözünü ettikleri mağara mûcizeleri bunlardır.
Burada sahabenin hicreti ile ilgili bir ör-
Dostlarımızla
Hasan AKTAŞ
Hicret!
nek aktarayım:
Süheyb er-Rumi, hicrete karar verdiğinde
Mekkeli müşrikler onun hiç bir şeyi yok iken
kendi memleketlerine yoksul biri iken geldiğini ve kendi memleketlerinde varlıklı hale
geldiğini eğer buradan göç ederse gideceği
memlekette bu imkanları bulamayacağını
söylediklerinde Suheyb:
-Eğer tüm malımı-mülkümü size bağışlarsam hicret etmeme izin verir misiniz? dediğinde müşrikler evet dediler. Suhyeb de her
şeyini onlara bırakmıştır. Bu haber Hz. Peygamber'e geldiğinde
- Suhayb kazandı, Suhayb kazandı, demiştir. (Şakir, Mahmud, İslâm Tarihi, c.1, s. 328)
Sevr mağarasından başlayan bu yolculuk
Uraykıd isimli bir kılavuzun öncülüğünde
Efendimiz ve Hz Ebu Bekir’in elli dereceye
varan sıcaklarda aç susuz çölleri aşarak günlerce süren bir yolculuk sonucu Medine’ye
vasıl olmalarıyla son buldu. Bu yolculuk esnasında Peygamberimizin göstermiş olduğu
mucizevi olayları yazım uzamasın diye değinmiyorum. (Sürâka’nın başına gelenler, kısır keçinin süt vermesi v.s.)
Bu hicretten yaklaşık on beş yıl sonra
Müslümanlar takvimlerinin başlangıcı olarak hicreti, Hz. Ömer'in halifeliği zamanında
Hz Ali’nin teklifiyle tarih başı kabul etmişlerdir.
Kardeşlerim,
Buraya kadar özetlemeye çalıştığım yolculuk hicretin görünen kısmıydı ve bunu da
bilmek gerekiyor. Bundan böyle âyetler ve
hadisler ışığında ve de özellikle aşağıdaki
hadisleri dikkate alarak işin diğer boyutuna
geçmek istiyorum.
Mucaşi' b. Mesûd Sülemi(r.a.) şöyle rivayet etmiştir: "Ben, Peygamber'e (sav) geldim,
hicret etmek üzere kendisine biat edecektim.
Bunun üzerine:
- Artık hicret etme dönemi geçmiştir. Fakat İslâm'a girmek, cihat etmek ve iyilik yapmak üzere biat edebilirsin, buyurdu. (Müslim,
İmara, 3465)
“Mü'min, insanların canları ve malları konusunda kendisinden güvende olduğu kimsedir. Muhacir (Hakiki hicret eden) ise kötülüklerden ve günahlardan uzaklaşan (hicret eden)
kimsedir.” (İbni Mace, Fitne, 2 (3924) )
“Müslüman müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir. Hakiki muhacir, Allah'ın yasakladığı şeylerden kaçan, onları
terk (hicret) eden kimsedir” (Buhari, İman, 9)
buyurmuştur.
O halde, bizler de Allah’ın yasakladığı
şeylerden kaçınıp nefsimizin kötü isteklerini
frenleyerek her an hicret halinde olabilir ve
hicret sevabına nail olabiliriz.
Allah'a tam manasıyla inanan insan, gönül Medine'sine ulaşmak yolunda her haramdan sakınırken bir dağı geçer, her farzı yerine
getirirken bir ovayı aşar, her iyilik yaptığında
onun için bir adımdır.
Her doğan gün onun ümidini arttırır,
her batan gün aşk ve şevkini güçlendirir. O,
kendi içinde hicreti yaşayandır. Ailesi ile iken
hicrettedir. Toplum içinde hicrettedir. Dün-
27
Dostlarımzla
28
Hasan AKTAŞ
Hicret!
yada hicrettedir, yaşadığı çağda hicrettedir.
Namaz onun için Rabbının yanına bir hicrettir. Oruç bedeninin kötü arzularından hicrettir. Hac bir hicret eğitimidir. Zekât dünyanın hengamesi içine daldığı an, eşyadan bir
hicrettir.
Hicret, kötü şartlardan kaçış değil; İslâm’ın hükümlerini yaşayacak ve yaşatacak yeni şartların ve mekanların aranışıdır.
Hicret; Hak'kın batıla galip gelmesi ve
İslâmı tümüyle yaşamanın azmidir.
Hicret; tevhid inancının kalplerde kökleşmesinin, gerektiğinde mallardan ve
canlardan feragat etmenin sembolüdür.
Peygamberimizin Mekke'den Medine'ye
hicreti; bir manada zulüm ve haksızlıklardan, hak ve hürriyete göç etmenin bir sembolüdür. Yoksa her başı sıkışan, haksızlığa
uğrayan kişi gibi, memleketini terk edip kaçması değildir.
Önemli olan kişinin, bulunduğu yerde
mücadele edip, insanca yaşama hakkını elde
etmesidir.
Hicret; kaçış değil; hasrettir, ümittir,
yüce hedefleri gerçekleştirme azmidir.
Kendi iklimini bulma arayışıdır. Milli, dini
hasletlerini, sahip olduğu kültürünü koruması için mücadele etmesidir.
Hicret; cimrilikten cömertliğe, zulmetten nura, dalâletten hidâyete, anarşiden sükûnete, zulümden adalete, nefretten sevgiye, kinden şefkate, esaretten
hürriyete, kölelikten efendiliğe, batıldan
Hakk’a, şeytandan Allah’a, çirkinden güzele, taassuptan sağduyuya, zarardan
kâra göç etmektir.
Dostlar,
Mekke'de zulüm ve haksızlık içinde yaşayan Müslümanlar eğer hicretle istiklâllerine ulaşmışlarsa, bizler de ruh dünyamızda
kötülüklerden kurtulmayı, başkalarına haksızlık yapmaktan vazgeçmeyi, yaşadığımız
toplumda her türlü fitne ve fesadın etkisinde
kalmaktan kurtulmayı, çocuklarımızı yaşadığımız çağa göre yetiştirmeyi, başkalarına
iyilik yapmayı, haksızlıklar karşısında mücadele etmeyi hicretle gerçekleştirebiliriz.
Yukarıdaki âyet ve hadisler hicretin önemini haber verirken Peygamber efendimizin
(sav) Mucaşi' b. Mesûd Sülemi’ye (r.a.) söylediği söz dikkatimizi çekiyor ve buyuruyor
ki; "Artık hicret etme dönemi geçmiştir. Fakat
İslâm'a girmek, cihat etmek ve iyilik yapmak
üzere biat edebilirsin" bu hadisten anlıyoruz
ki hicretten gaye nefsi mücadeledir. Nefsi
emmare ile cihattır. Bütün münkirattan ve
fuhşuyattan kurtulup sırat-ı müstakîm üzere
olmaktır. Gerçek Müslim ve Mü’min olabilmektir.
Peki, ya bu nasıl olacak? Herkes böyle olmak ister; ama söylemekle, olayım demekle
olmuyor. Yeryüzünde her şeyin bir terbiyeye
ihtiyacı olduğu gibi insanoğlunun da manevi
bir terbiyeye ihtiyacı vardır. Nasıl dağdaki bir
ağaç, ehil bir ustanın eliyle çeşitli terbiyelerden geçip, dolap, masa, sıra, rahle halini alıp
insana faydalı bir hale geliyorsa, insanoğlunun da ehil bir ustanın terbiyesinde eğitil-
Dostlarımızla
Hasan AKTAŞ
Hicret!
mesi gerekiyor. Eğitilmeli ki (hayrunnâs men
yenfeunnâs) insanlara faydalı hale gelsin.
Küfreden, yalan söyleyen dili hayır ve
doğru konuşmaya hicret etsin.
Şehvetle bakan gözü Hak nuruyla bakmaya hicret etsin.
Tetik çeken, tokat atan eli baş okşamaya,
düşeni kaldırmaya hicret etsin.
Dostlarım,
Hepimiz biliyoruz ki az önce zikrettiğimiz gibi böyle olayım demekle olmuyor. Öyleyse, gelin en büyük savaş için bir mücadele
başlatalım. Komutanımız mürşid-i kâmil, silahımız zikrullah olsun. Komutana tabi (biat
edip) olup ona tam itaat edelim. Onun verdiği silaha sahip çıkalım ve iyi kullanalım.
Sohbetimin başlığını atarken hicreti (fenadan bekaya yolculuk) olarak yazmıştım.
Bunu biraz açacak olursak, Hak olan bir mürşid-i kamile varıp, manevi bir terbiyeden geçmeyen kişi, hangi ilme sahip olursa olsun,
hangi makamın sahibi olursa olsun, her şeyi
kendine nispet ettiği için şirk halindedir.
O kişi, fiilleriyle Allah’a şirk koşar, sıfatlarıyla Allah’a şirk koşar, vücuduyla Allah’a
şirk koşar; ama farkında olmaz. Rabbimiz de
şirki asla affetmeyeceğini buyurur. Kişinin
bu şirklerinden kurtulabilmesi için kendi enfüsünde bir mücadele başlatıp, zikrullah kılıcı ile muzafferiyetini ilan etmesi gerekiyor.
Biz buna fena, (fenafillah) Allah’ta yok olma
(ölmeden önce ihtiyari ölme) diyoruz.
Beka ise bütün şirklerimizden kurtulup
Hakk’ın varlığı ile kaim olmaktır. Velâyetimizle Hakk’ı, Muhammediyetimizle Efendimizi izhar etmektir. Yani Hak nuru ile bakabilmek, kaderimize razı olabilmek, yaratılanı
yaratandan ötürü sevebilmek, merhametli
olabilmek, düşeni kaldırıp açı doyurabilmektir. Velhasıl bütün fiil, sıfat ve vücudumuzda
Hakk’ın fail, mevsuf ve mevcut olduğunun
farkına varmak ve bu zevk ile yaşamaktır.
İşte gerçek hicret budur. Bu hicreti gerçekleştirenlerin mükafatı Allah (cc) ve Resûlüllah (sav) ile beraber olmaktır.
Dostlar,
Buraya kadar söylemeye çalıştığımızı
herhalde şu bir cümlelik ayet özetlese gerek “Ve ahsin kema ahsenallahü ileyk”Kasas/77 “Allah’ın sana ihsân ettiği gibi sen de
(insanlara) ihsan et.”
Cenab-ı Hak cümlemize fenadan bekaya
hicret eden ve bu âyetin haliyle hallenenlerden eylesin. Amin!
Ve âhıru de’vânâ enil hamdü lillahi rabbil
âlemin.
29
Dostlarımzla
30
Hasan AKTAŞ
Hicret!
FENADAN BEKAYA EDELIM HICRET
Mekke’den Medine’ye oldu hicret
Kin ile inat yüktür terk edelim
Bu hicret ile sona erdi zulmet
Gururla kibire kapılmayalım
Nefsî mücadeleye oldu davet
Sevgide, merhamette yarışalım
Fenadan bekaya edelim hicret
Fenadan bekaya edelim hicret
Mürşid’i Kâmile edelim biat
Cimrilikten cömertliğe geçelim
Telkini haktır hem candan sadâkat
Zulmeti terk edip nuru seçelim
Aşkla zikredelim olsun hidâyet
Batıldan Hakk’a bir kanat açalım
Fenadan bekaya edelim hicret
Fenadan bekaya edelim hicret
Hafi, cehri, kalbi zikreyleyelim
Bekaya hicret eden Hakk’ı bulur
Nispetleri bir bir terk eyleyelim
Cümle zerrelerde Hak mevcut olur
Soyunup varlıktan zevk eyleyelim
Hikmetle bakar her dem O’nu görür
Fenadan bekaya edelim hicret
Fenadan bekaya edelim hicret
Ene’lerimiz şirktir, terk edelim
Hasan gel kulluğa devam edelim
Fail, mevsuf, mevcut Hak’tır bilelim
Muhammedî Melâmeti seçelim
Hakk’a tertemiz bir ayna olalım
Şeriatsız hakikati nidelim
Fenadan bekaya edelim hicret
Fenadan bekaya edelim hicret
Hasan AKTAŞ
31
GIRDIM MELÂMET YOLUNA
Elestüde sordun bana
Evet dedim rabbim sana
Himmet eyle ben kuluna
Girdim melâmet yoluna
Besmeleyi hep çekeyim
Rahman Rahimi bileyim
Gizli sırrına ereyim
Girdim melâmet yoluna
Nefsi hevadan sen geçir
Hakkı batılı hep seçtir
Dünya oyununu bitir
Girdim melâmet yoluna
Ayetleri okuyayım
Manasını anlayım
Ahlakını yaşayayım
Girdim melâmet yoluna
Bildir burda beni bana
Canı vereyim ben sana
Söyle bugün bana mânâ
Girdim melâmet yoluna
Yeni hayatı bulayım
Dost yanında hep kalayım
Ruhundan hem ruh alayım
Girdim melâmet yoluna
Oldun hüsnüne pervane
Erdir beni kemaline
Bakayım hep cemaline
Girdim melâmet yoluna
Sessiz sözsüz hem duyayım
Kur’an’a daim uyayım
Aşkın ile hep yanayım
Girdim melâmet yoluna
Gözümden perdeyi kaldır
Bahri ummanlara daldır
Hakk’tan daim haber aldır
Girdim melâmet yoluna
Basiretim aç göreyim
Mahremine ben gireyim
İstersen canı vereyim
Girdim melâmet yoluna
Arifliğe erişelim
Ol dost ile birleşelim
Candan içre sevişelim
Girdim melâmet yoluna
Erdinç’i sana kul eyle
Daim kalpte zikir eyle
Duasını kabul eyle
Girdim melâmet yoluna
Erdinç ÖZKAN
32
DERGÂHIMIZDAN
ÖZEL...
KUR’AN VE EHL-İ BEYT..!
Peki dostum bizim neye ihtiyacımız var? Bizim Hz. Muhammet
Mustafa’ya ihtiyacımız var. Bizim Kur’an’a ihtiyacımız var. Bizim o
emânetlere ihtiyacımız var: O Kur’an’a, O Ehl-i Beyt’e.
Dergâhımızdan Özel...
33
- Ölüm gelmeden önce hayatın, hastalık gelemeden önce sıhhatin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin, ihtiyarlık gelmeden gençliğin kıymetini bilin” diyor.
Dostlar,
Efendimizin (sav) az önce ifade ettiğimiz
bir hadisi var ya, hani; insanoğlu iki şey vardır onları takdir etmekte aldanmıştır diye.
Sevgili Okuyucular,
Cenabı Hak cümlemizi ve cümle mü’min
kardeşlerimizi kendine kul, Habibine ümmet olarak kabul eylesin. Şefaat-i Muhammediye'sine kabul eylesin. Dilimizi zikriyle,
kalbimizi nur-u muhabbetiyle daim ve kaim
eylesin inşallah! Duhulüyle müşerref olduğumuz Muharrem ayını cümlemiz ve cümle
İslâm alemi hakkında hayırlara vesile kılsın.
Aşure günümüz mübarek olsun hayırlara vesile olsun inşallah! İslâm alemine ve insanlık
alemine huzur, kurtuluş, sevgi, saadetler getirsin inşallah!
Biz insanoğlu olarak bir çok şeyin kıymetini takdirden aciziz. Peygamber Efendimiz
(sav) bize çok şeylerin kıymetini bilmemizi
salık veriyor. Buyuruyor ki:
- "İki nimet vardır. Bu iki nimet hakkında insanların çoğu aldanmıştır. Bunlardan birisi sağlık, biri de boş vakit."
İnsanların çoğu bu iki nimetin kadrini, kıymetini bilmede aldanmıştır.
Ve bazı şeyler sayıyor, bunlar gelmeden
bunların kıymetini bilin diyor:
Haddimi aşarak bir şey söyleyeyim: İnsanlar, iki şey vardır ki onların kıymetini
takdir etmekte aldanmıştır. Biri Kur’an'dır
biri de Ehl-i Beyt'tir. Ne yazık ki, bu acı bir
gerçek! Ki bunların kıymetini takdir etmemek, bu hususta aldanmış olmak İslâm alemi için, Müslümanlar için çok acı, çok büyük
kayıp!
Oysa Peygamber Efendimiz Veda Haccı'nda:
- Size iki şeyi emanet ediyorum. Biri
Kur’an biri de Ehl-i Beyt'tir. Yani bu ümmetin
omuzlarına bu emaneti yüklemiştir. Aslında
bunlar, bir Kur’an, diğeri Ehl-i Beyt'tir diye
ayrılmaz. Çünkü Kur’an yazılı bir kitaptır.
Ehl-i Beyt de o'nu yaşayan canlı kitaptır.
Ama ne yaptılar biliyor musunuz dostlar?
Kur’an'ın sayfalarını Sıffin’de mızrakların
ucuna taktılar, yani Kur’an'a mızrak soktular;
Kerbela’da Ehl-i Beyt'tin de ciğerlerine mızrak soktular. Ne kadar acı..!
Efendimiz emanete sahip çıkmayanlara
ne diyor? Münafık, diyor. Buyuruyor ki Efendimiz:
Dergâhımızdan Özel...
34
- Münafıklığın alâmeti üçtür: Vaad eder,
va'dinde durmaz, konuştuğu zaman yalan
konuşur, kendisine emanet edilen şeye ihanet eder.
Kur’an "o fitneden sakının" diyor. "Allah
size o emanetleri ehline vermeyi emreder."
Ama siz var ya dostlar, Peygamberimizin
"Benim öyle ümmetlerim gelecek ki!" diye
haber verdiği bir ümmetsiniz. O zamanda mı
olmak istersiniz bu zamanda mı?
Bugün, Peygamber Efendimizin müjdelediği bir gündür. Biz Hz. Hüseyin Efendimizin
72 yakınıyle beraber kadere teslim olarak, şahadet şerbeti içerek cenneti alâ’ya, ceddi Hz.
Muhammet Mustafa’ya kavuştuğunu biliyoruz. Bugünü hüzün günü mü diyelim, vuslat
günü mü diyelim?
Bu vuslattan ümmet-i Muhammet olarak
üstümüze düşen görevleri çıkaralım. Kendimize istikamet çizelim. Bu, Cenabı Hakk’ın
celâl tecellisindeki hikmetidir. Biz o gün olmayıp bugün olmak suretiyle bu tecellinin
dışında değiliz; tamamen içindeyiz. Ama
neredeyiz..? Hüseyinlerin yanında olmalıyız,
mazlumların yanında olmalıyız, emanete sahip çıkanların yanında olmalıyız.
Üç günlük dünya menfaati için, madde,
makamları için gözleri kör olanlar, kalpleri
taşlaşanlar, zannetmeyin ki o günün, geçmişin, tarihin sayfalarında kaldılar. Bugün daha
vahşet! Bugün bir düğmeye basıp, binlerce
cana kıyılabiliyor. Neler neler yok ediliyor,
katlediliyor, sindiriliyor. Allah muhafaza!
İnsanlık, tarihin her döneminde sınavdan/imtihandan geçiyor. İnsanlık kavramı
manevi bir kavramdır, somut değildir. Peki
bu insanlığı ne oluşturuyor? İnsanlar. Biz insanız; ama sahip olduğumuz düşünce, fikir,
iman yönüyle bir insanlığımız bir karakter,
bir kişilik yapımız vardır.
İnsanlık, insanların ortak manevi ürettikleri bir değerdir. Bu manevi değer, ortak
değer tarihin her döneminde imtihandan
geçer. Her dönemin kendine has imtihanları
vardır. Kendine has kullandığı malzemeleri
vardır. Ama insan olarak, beşer olarak geçmişle bugün arasında fark yok. Fark sadece
kullandığımız eşyada, zahirimizde.
Şu çok halis muhlis, üstü başı pırıl pırıl
görünen insan, dişleri kanlı canavardan daha
kanlı kesilebilir. Hudut, sınır tanımayabilir,
tanımaz da.
Peki dostum bizim neye ihtiyacımız var?
Bizim Hz. Muhammet Mustafa’ya ihtiyacımız var. Bizim Kur’an'a ihtiyacımız var. Bizim
o emânetlere ihtiyacımız var: O Kur’an'a, O
Ehl-i Beyt'e.
Evine, ailene, mahremine bir hücum olsa,
canını dişine takarsın, canını hiçe sayarsın o
uğurda mücadele verirsin. Ölürsün, kalırsın…
Senin Kur’an'ına mızrak soktular. Senin
Ehl-i Beyt'inin ciğerine oklar yağdırdılar. Ne
yaptın sen ha..? Müslümanım diyerek oturuyor musun..?
Benim derdim büyüdü! Allah’a şükür gelirimiz iyi, keyfimiz iyi, sağlığımız iyi şu, bu
Dergâhımızdan Özel...
35
iyi demek marifet mi?
İnsanlığa -bakın insanlara demiyoruminsanlığa manevi değer üreteceğiz. Atmosfere öyle dalgalar yayacağız ki, insanlığın
çehresi değişecek. Değişmiyorsa biz görevlerimizi yapmıyoruz, yapamıyoruz demektir.
- Ama efendim biz kimiz ki?
- Yok, böyle düşünme! Sen Allah dostunu,
bir mü’mini, bir gönül ehlini sayıya, tartıya,
ölçüye koyamazsın. Her birerlerimiz bulunduğumuz yerde ahlakımızla, ahkamımızla,
tenezzül ve tevazumuzla, merhametimizle
insanlığa katkıda bulunacağız. Tabi bu insanlığa katkıda bulunmak, insan yüzünden
geçer.
Sevgi üretebilmek… Herkes bu kelimeyi diline dolamış. Sevgi, sevgi, sevgi... Neyi
seversin Allah aşkına? Sevgiyi öğrendin mi?
Okula gidiyorsun yazmayı, okumayı öğreniyorsun. Sanata gidiyorsun mesleği, sanatı öğreniyorsun. Nereye gittin sevgiyi öğrenmeye?
Ne kadar acı değil mi?.. Adam doktor
olmadan, neşteri eline alırsa; artık o hastadan hayır bekler misin? Adam pilot değil;
ama uçak kullanıyor. O uçağın akıbeti nedir?
Felâkettir…
Sevgiler de kaynağından tahsil edilmezse; aslında sevgi dediğimiz şey, bencillik olur.
Şöyle bir bak! İnsan kendisini seviyormuş
meğer, kendine göre seviyormuş, kendi çıkarına göre.
Ama sevginin mektebi, sevginin kaynağı
olan Hak mürşidin yani Hz. Muhammed'in
(sav) mektebi. Efendiler Efendisi geldi, bu
alemde öyle bir mektep kurdu ki, o mektebin
ürettiklerini elleriyle, dilleriyle, güçleriyle
kapatamadılar, söndüremediler. Çok tehlikeli uçurumların kenarından dönüldü. Ama
o sevgi, o tevhit mektebinin sahibi Hz. Allah olduğu için korudu. "Zikri biz indirdik
ve onu koruyacak olan biziz." Zikir, işte o
sevgidir, o, Hz. Muhammed'in (sav) hane-yi
saadetidir, mekteb-i mübarekesidir.
Dolayısıyle işte oradan sevmeyi, karşılıksız sevmeyi, tanıyarak sevmeyi öğrenmeliyiz.
Şimdi sen "Allah’ı seviyor musun?"diye git
çoluğa çocuğa, büyüğe küçüğe, çobana, bekçiye, amire, memura sor. Allah’ı seviyorum,
der.
- Peki Allah’ı tanıyor musun?
-…
Neyi seviyor o? Allah’ı seviyor; ama kendi düşüncesinde ürettiği Allah’ı seviyor. Karşısına geldiği zaman O’nu tanımıyor. O’nu,
tahayyülünün dışında gördüğü zaman, O’na
sövüyor, darp ediyor, elindekini alıyor. Ne
sevmesi!.
Güya eşini seviyor; ama nefsiyle, şehvetiyle, hayvaniyetiyle. Sen, onu, senin küffüvvün,
eşin, Allah’ın hediyesi ve mânâlar, hikmetler
hazinesi olarak görebiliyor musun? Tanıyabiliyor musun bütün bu varlığı?
Dostlar,
Bu karanlık, bu cehalet içerisindeki insana Hz. Muhammed'in (sav) eli uzanıyor.
Efendimizin eli, 1400 sene evveliyle, geçmiş-
Dergâhımızdan Özel...
36
le, gelecekle kayıtlı değil. Mutlak olan eli;
Hak olan dili, Hak olan sohbeti.
Yeniden yapıldım yârin eliyle!
Yarimi seyrettim yârin gözüyle
Yarime seslendim yârin diliyle
Sevilecek yâri buldunsa eğer
Bulduk elhamdülillah. Buldurdu, biz bulamazdık; buldurdu!
Onun için Hz. Hüseyin Efendimiz'in ve
O'nun yolunu takip eden Pir’lerimizin, Efendilerimizin yolu, dünya ve dünyaya ait akıllarla, ölçülerle ölçülmez. Bakın o dünyaya ait
ölçülerle ölçenler ne diyor biliyor musunuz?
-Hz. Hüseyin’ in orada ne işi vardı, oraya
neye gitti? (!)
Bunların aklı bu kadar...
O, kader takdir ona eyvallah. Ama bize
zulmün karşısında takınacağımız bir tavrı,
küfrün karşısında vereceğimiz mücadeleyi
gösterdi. Hayatımıza anlam kazandırıyor,
anlam!
Tolstoy, Rusya’da devrimcileri anlatırken
bir kitabında diyor ki; "Onlar o devrim idealleri için canlarını hiçe saymışlardı. Nitekim
itikatsız, inançsız üst sınıfla, halkın arasındaki o uçurumu kapatmak, halkçı gibi görünmek. Ama bunu yaparken de son derece
sakin olan insanlar, hedeflerini gerçekleştirebilmek için yeri geldiği zaman gözünü kırpmadan, onlarca, yüzlerce insan öldürüyorlar.
Sırf o inandıkları davayı gerçekleştirebilmek
için. O uğurda seve seve ölümü göze alıyorlar." diyor. Allah aşkına, manevi, ilahi hiçbir
değeri olmayan, sadece beşerî bir takım fikirlerle insan bu hale gelebiliyor.
Kardeşim,
Hüseynî olmak demek; adaletli, hakkaniyetli olmak, merhametli olmak, mütevazı
olmak, kim olursa olsun zalimin karşısında
doğruyu haykırabilmek, mazluma sahip çıkmaktır!
Bunlar çok yüksek şeyler de değil. Bulunduğumuz ortamlarda doğruyu, güzeli yani
merhameti, tevazuyu göstereceğiz. Ve bunlar
insanlığa ivme kazandıracak. Biz bunu insanlık değerini yükseltmek için değil; bunları imanımız, inancımız için yapacağız.
Ne var o yüksek binalarda oturanlarda?
Farklı elbise diyemeyeceğim herkes birbirinin giydiğini giyiyor. Gelip de şu insanların
arasına katılmamanın alemi ne? İnsanları
derecelendirmişler. Bir bakıyorsun hakimler
lokali, bir bakıyorsun doktorlar lokali, mühendislerin ayrı. İşverenler, sınıflar, sosyal
sınıflar...
Adam bir mahallede oturuyor, orada çalışıyor, geliri, kazancı yükseliyor. İlk iş evinin
bulunduğu yeri değiştiriyor. Halbuki sen orada iken, o zenginliği buldun. Oradaki insanların senin zenginliğinde hakları var. Değil
mi? Orada tanıyorsun Ayşe teyzenin yetim
çocuklarını!
Diyelim 150-200 bin liralık evde oturur-
Dergâhımızdan Özel...
37
ken, bir milyonluk, iki milyonluk evde oturmaya kalkıyorsun. Ne oldu? O kadar insanın,
kulun hakkı? Hepsini ver demiyor; ama hiç
olmasın...
uygulamaya çalıştılar. Neticede tarıma da
bunu uygulamaya kalktılar. Yüzbinlerce çiftçi, köylü açlıktan öldü. Bu da bir şekilde nüfus planlaması oldu.
İşte siteler oluşturuluyor. Hep bunlar, insanları bölmek için. Dün birisi güzel bir söz
söyledi. Bölünürsek yok oluruz, paylaşırsak
hepimiz doyarız. Yunus Emre’den böyle bir
sözdü söylediği.
Ey kurban olduğum Allah!.. İnsanlık o
değerleri üretmekten uzaklaşınca, insan insanın kanını emer hale geliyor. Siz yeryüzünde insandan daha büyük canavar bulabilir
misiniz? Bulamazsınız!
Bu, bugünün sorunu değil ha; bu tarihten
beri, taa Hz. Nuh zamanından beri hep bir
takım insanları, işçi sınıfı proletarya sınıfı,
ikinci sınıf, üçüncü sınıf… Eskiden banliyö
trenleri 1., 2., 3. mevki idi, vapurlar öyle idi.
Böyle bir geçiş dönemleri oluşturulmuştu.
Şimdi bu kaos, bu karanlık, bu çılgınlığın
yanında Hz. Muhammed Efendimizin bize
getirip de semadan indirip önümüze koyduğu Kur’an'ın, canımız pahasına muhafaza
edilmesi gerekmiyor mu? Ve onun Ehl-i Beyti!.. İnsanlığa en büyük değeri sağlayan, bu
Kur’an ve Kur’an'ın ehli olanlar, Ehl-i Beyt ve
Ehl-i Beyt'in âşıkları olanlardır.
Peygamber Efendimiz:
– Mü’minler bir binanın tuğlaları gibidir, diyor. Hani tuğlayı koyar üstüne de harcı koyar. O harç nasıl bağ değil mi..? Mü’min
tanımının içerisinde bize ait, zahire ait tanımlar kalmıyor. Ünvan, san bunlar kalmıyor mü’minlik onları yok ediyor. Çünkü onlar
kaynaşmaya mani, kardeşliğe mani.
O mü’minlikte, o kaynaşmada rahmet
var. O kaynaşmada hakiki sevgi var, muhabbet var. İşte bugünün sistemleri kapital
olsun, sosyal olsun hep böyle ayrıştırmalı.
Rusya’da devrimi gerçekleştirenler ne yaptılar? 50 milyon Lenin zamanında, 50 milyon
da Stalin zamanında insan öldürdüler. Sosyal
adalet dediler, eşit, hakça bölüşme dediler,
şu dediler, bu dediler. Neden katliam oldu?
Çünkü iman yoktu, küfür vardı. Marks’ın,
Engels’in ondan sonra Darwin’in teorilerini
Bugün de bütün insanlığın, araştırmacıların hemfikir olduğu bir husus ki, iki cihanın efendisi Hz. Muhammet(sav) bu insanların içinde yaşadı. Ayrı tahtlar, ayrı saltanalar
hiiç kurmadı. Nasıl Bilal yaşadı, nasıl Selman
yaşadı, Efendimiz de aynı.
Birisi geliyor Hendek gününde Peygamberimize:
- Bak böğrüme bir taş bağladım, diyor.
Efendimiz de gösteriyor:
- Sen bir tane, ben iki tane!
Peygamber Efendimizin taş bağlaması
açlığından değildi ha! O'nun manası o kadar
yüksek, yüce idi ki göklere ağacak… Taş bağlıyordu, madden ağır olsun da...
Dergâhımızdan Özel...
38
Ama o da bizim gibi bir beşer olarak yaşadı. "Ben de sizin gibi bir beşerim." dedi.
"Bana ilahınızın bir ilah olduğu vahyolunuyor."
İşte o vahye muhatap olan, o sevgiliye
muhatap olan, o sevgilinin nuruyla nurlanan
Nur-u Muhammediye, beşer elbisesini giydi
ki bizimle görüşsün. Beşerim, dedi. Beşerim
demekle beşerliğe şeref verdi, beşerliğin şerefini yükseltti.
Bize en büyük şeref, işte o beşerliğe şeref
veren zat-ı muhteremin kapısının kulu, kölesi olmak. Onun izinde olabilmek! Ne muazzam, değerleri üretip paylaşabilmek! Sevgiyi
o sevgi kaynağından tahsil etmek!
Yoksa insanlar, o içlerindeki para sevgisi,
madde sevgisi, makam sevgisi, dünya sevgisi,
kadın sevgisi… Aman Allahım!
Hacı Baba bakın ne güzel diyor ne kadar
muazzam:
Geçtim dünya deminden: Kendi nefislerimizin ürettiği sevgilerdir dünya. Bu nefsani, şehevi, hayvani olarak ürettiklerimizden
geçtim.
Hem ukbanın seyrinden: Bir ukba anlayışı
var ki, ya burada yemedin orada yiyeceksin
burada görmedin orada göreceksin diye…
Len terani yok bana: Dünya deminden,
ukba seyrinden geçtin mi Allah’a, sevgiliye
erersin ki, sevgili sana niye desin, beni göremezsin.
Çünkü o, nefsinin dünyaya ait, ukbaya
ait oluşlarından, bilişlerinden, kayıtlarından
elenmiş, süzülmüş. İşte o, Hak varlığıyle zatı,
nefs-i zatiyede, fenaya uğramış. Nefsi yok etmek diye bir şey yok, onu söyleyeyim. Ama
nefsanî olan şeylerden, nefse ait şeylerden -ki
bu aleme ve öbür aleme ait şeylerdir- geçmek
var. Onlardan süzülmüş, elenmiş. O, güzelliklerle donanmış.
Şimdi Hakk’a ait olan bir gözle nereye bakacaksın? Hak kendine perde çekmez ki! Peki
ne yapar? Kendine ayna yapar. Bu Hz. İnsanı
Hak, kendine ayna yapar da o aynada kendini
seyreder. O Hz. İnsan da Hakk’ın aynasında
kendini seyreder.
Allah bize anlayış versin!
Bu alemin fenasını, bekasını, fena ve beka
tecellilerini böyle müşahede edeceğiz. Dövünerek, yas tutarak, Ehl-i Beytçi olunmaz. Bu
ağlama, dövünme yarışı değil. Bu Hüseyinlerde nefsimizi terbiye etme, fenaya uğratma!
Sende bir yezit var. O Hüseyin’i uyandırıp da sen nefsinde Yezidi mağlup edesin diye
Hz. Hüseyin bu yolda şehit oldu. yezit, yani
hırs, tamah, öfke, kin, madde, dünya. Öyleyse yezit gözüyle dünyaya bakarsak, göreceğimiz şey bellidir. Onun için Hüseyin olacaksın da o yezit gözünü kör edeceksin. Hüseyin
gözü olsun gözümüz. Hüseyin dili olsun dilimiz. Hüseyin eli olsun elimiz. Hüseyin ayağı
olsun ayağımızda işte Hüseyin’i yaşayalım,
Hakk’ı yaşayalım.
İşte o zaman biz emanet olan Kur’an'a sahip çıkarız. Efendimiz "Size iki şey emanet
ediyorum Bu ikisine sarıldığınız müddetçe
Dergâhımızdan Özel...
39
yeise düşmezsiniz" diyor. Tek başına da olsan, asla ümitsizlik yok. Bir mü’min asla mağlup edilemez. Mü’mini öldürsen onu mağlup
ettim mi sanıyorsun? Vallahi değil. O ölürse,
şehit olur. En yüce galibiyet orada değil mi?
Mağlubiyetler, hüsranlar, yenilgiler dünya ehlinedir. En büyük mağlubiyet dünya
ehlinedir. Bu dünyada yezitten ve onun ordusundan daha büyük mağlubiyete uğrayan
başka kuvvet yoktur. Senin nefsinle, öfkenle elde ettiği zafer, zafer değil. Senin nefsine karşı, varlık ve benliğine karşı elde ettiği
zafer, en büyük zafer. Yürü yavrum, sen, Hak
Resulün izinden yürü. Zaferin mübarek olsun
kardeşim.
Dostlar,
Hak Resulün izinden gidersek, zaferler
bizi bekliyor. "Biz sana apaçık bir fetih müjdeliyoruz." Efendimizin yolundan gidip de
zafere ulaşanlar… Bu yolda taş yiyenleri zayıf
zannettiler. Yok değil, değil! Allah bize anlayış versin. Aşk versin, zevk versin.
Hasan Hilmi bir ilahide diyor ki:
Senden himmet ister cümle evliya
Cemalin nurdur Aliyyü’l-Murteza
Hacı Baba da ne diyor:
Allah’ın dostu, Ebel Ehl-i Beytsin
Ölüm yatağına gönüllü yatansın
Sırr-ı velâyette Nâtıku’l-Kur’an’sın
Himmetine her an muhtacız Efendim!
Bize bu mânâ, o mukaddes soydan geliyor, Ehl-i Beyt'ten. Manevî yol bu. Burada
mana bulan, o surî/soydan gelme olan evlattır, o mesabededir.
Nedir evlat? Babayı temsil edendir, babanın sırrıdır. Biz de o manayla Efendimizin
sırrıyız. Bir köle, sahibinin sırrıdır. Çünkü
o köle sahibine akşam-sabah, gündüz-gece
hizmet ettiği için, onun emriyle hareket ettiği için sahibinin sırrıdır. O efendisini o kadar
bilir ki... Ne zaman yatar, ne zaman kalkar,
ne zaman yer, ne zaman içer, ne zaman dinlenir, ne zaman ne yapar... Köle her harekatından haberdar.
Biz de Hz. Muhammed'in (sav) köleleri
olduğumuz için O, ne yapar, ne eder, ne söyler… İbn i Mesut ümmetin dört büyük aliminden biridir. Abdullah İbn-i Mesut. Oğlu İbn-i
Mesut’un kölesini satacak. O zaman kölelik
sistemi var. Köle demiş ki:
- Sen beni satmıyorsun; sen babanın ilmini satıyorsun.
İbn-i Mesut’ta ne varsa olduğu gibi biliyor köle. O zaman hâyâ etmiş, utanmış. Beni
affet, demiş.
Bunu idrak edebilse idik... Bir insan hizmet ettiğinin ilmiyle, ahlakıyla süslenir. Bana
efendisi söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. Bana efendisi söyle, sana ilmini söyleyeyim, sana halini söyleyeyim.
Sen bu ilmi kimden aldın dediler
Bir kamil mürşide varmadan olmaz
Dergâhımızdan Özel...
40
O zaman dostlar, bize aşk lazım aşk. Aşkı
arttırmak için zikrullah. Zikrullahı arttırmak
için aşk. Efendi Baba "Aşk tedarik edin!" diyordu ya şimdi daha iyi anladım. Allah bütün
bu alemi, aşk tedarik etmek için yaratmış.
Bilinmekliğimi sevdim
Ezeli ilmime baktım
Hazinelerimi açtım
Her şey aşkın eseridir
Kutsi Hadis'te: "Bilinmekliğimi sevdim
halkı yarattım ta ki beni bilsinler" buyruluyor.
Allah’ın ezeli ilmi, yani bütün varlıkların
varlık olarak değil, ilim olarak mevcut oldukları Allah’ın ilim hazinesi. Allah’ın ilmi yaratılmış şeylere mekan olmaktan münezzehtir.
Onun için varlıklar. Allah’ın ezeli ilminde,
var olmamış, yokluk olarak bulunurlar. Bir
yönüyle bizim yani varlığın hakikatleri, asılları bir yönüyle de Allah’ın isimleri.
"Hazinelerimi açtım." O halk, avam, gafil Allah’ın hazinelerini altından, gümüşten,
yakuttan bilir. Yahu Allah onlara bakmadı
bile! Onlar ne ki Allah’ın yanında, katında..?
Allah’ın hazineleri, o güzel isimleri. Yani Allah, o güzel isimlerinin açığa çıkmasını sevdi. Tabi o güzel isimlerin toplu bulunduğu, o
isimlerin de açığa çıkmasındaki hikmet insandı, insanı kamildi.
Allah’ın ezeli ilmi, o ilim hazinelerinin
açılması, Cenabı Hakk’ın kendisini bir aynada görme sevgisi, muhabbeti idi. Ve o bütün
isimleri mecmu olan, cami olan Muhammediyet mazharında, Hak, kendini seyretti. Bir
başka ifadesiyle seyretmek için bu alemleri
zuhura getirdi, zerreden küreye.
Şimdi kalkıp da "Habibim şayet sen olmasaydın ben bu alemleri, eflakı yaratmazdım."
hadisine uydurma hadis demek için insanın
kalbinin, basiretinin, her şeyinin kapalı olması gerek! Çünkü Allah, bu hazineleri Muhammediyet mazharından açığa çıkardı. Bu
mazharla, Muhammediyetle alem vücut buldu. Ne kadar açık...
"Her şey aşkın eseridir" İşte o aşk, bu tecelliyi zuhura getirdi. Cenab-ı Hakk’ın bilinmekliği… Allah kendi zatında, kendi zatını
biliyordu. Yani kendi zatını, kendi zatında
müşahede ediyordu. "Yerler, gökler var eyledim" Bakıyoruz bu aleme, bu kesif aleme, bu
kesafet; yerle, gökle ifade ediliyor. Tabi bunun
hikmetleri de var. Şu yerlerin yaratılışındaki,
göklerin yaratılışındaki hikmete bakın, kudrete bakın. Bu bize bir ilim sahibinin, bir irade sahibinin, bir kudret sahibinin varlığını,
mevcudiyetini gösteriyor. Şu binayı yapmak
için plan, proje, onca malzeme, usta, kalfa
her ne ise...
Yerler, gökler var eyledim
Sanatımla hem süsledim
Halk eyledim suret verdim
Her şey aşkın eseridir
Dostlar Allah bu alemi inşa etmek için
malzeme depoları stoklar, envanterler mi hazırladı. Yok, yok kardeşim! “ innema emruhu
Dergâhımızdan Özel...
41
iza erade şey en yekule lehu kün feyekün”
Yani Cenab-ı Hakk işte bizim asıllarımız
olan, hakikatlerimiz olan ayanı sabiteye bir
yönüyle o güzel isimlere varlık tecellisinde
bulundu. O varlık tecellisi Cenabı Hakk’ın o
ilmindeki ilmi varlıkları bu alemde var kıldı,
zuhura getirdi. "Ol!" dedi oldu.
Halk eyledim suret verdim. Allah’ın halk
etmesi yani yaratması takdirleridir. Suret
vermesi o ezelde takdir ettiklerinin bu alemdeki görüntüleridir.
Yani burada "Ol!" emriyle olma arasında
zaman farkı yok, mesafe yok, zaman da yok.
Ama bu alemin şartları, unsur alemi, madde
alemi olduğu için burada zaman koydular.
İşte yok şu kadar milyon sene şu kadar milyar sene. Siz hesap edin gidin. Yani bunların
hesabını bırakın yapan yapsın.
Biz çocukken güneşe ayna tutardık. O
aynanın yansımasında zaman farkı var mı?
Yok. Eyvallah!
Her şey aşkın eseridir.
Allah iyiliğinizi versin!
Sevgimin mazharı Ahmet
Nurumun evveli Ahmet
Alemin sebebi Ahmet
İşte o Ahmet’in yüzü suyu hürmetine
varlık yaratıldı ki, bütün varlığın sebebi o.
Çünkü Ahmet’in yüzü Hak. Ahmet’in yüzü
makam-ı velayettir, vahdettir. Cenabı Hak
yani o bilinmezlik veya gayb-ı mutlak dedi-
ğimiz Ahadiyetinden vahidiyetine yani Ahmediyetine tecelli etti. İşte bilinmek o! Yani
bilinmek, zatındaki bilinmekliğin tecellisi,
Ahmet velayet sırrı, vahdet sırrı. “Evvele ma
halakallahu nûri” Bir hadiste “Ruhî” birinde
“aklî” olarak geçiyor. Bunların birbirine önceliği yok. "ruhî" hay olan, hayat, “nurî “ Allah’ın nurunun varlığı, “ aklî “ de akıl yani
O’nu idrak etme.
Sonra kalben Allah’ın ilmindeki mücmeli yani o cem olanı, toplu olanı tahsil etmek
için. Levhi’de veya arşı da muhit. Yani bunların hepsinin bir manası var.
Allah bize bunları anlamayı, yaşamayı
nasip eylesin! Allah bize anlayış versin. Zevk
versin, ilham versin. Allah hepinizden razı
olsun!
Gönlümüz bu zevkle olsun, bu şuhutla
bu tefekkürle. Ehli Tevhide uzaklık yok. Ehli
Tevhit zikirden, şuhuttan düştü mü uzak
olur! Zikirli, fikirli oldu mu yani rabıtayla
oldu mu hep candan içeru yakındır.
Selam olsun, hepinize. Allah evlerinize,
işlerinize huzur, bereket versin.
Allah’a emanet olun.
42
INCEDEN INCEYE...
Haktan geldik aleme hakkı bilmeye
Hak yolu gönülde inceden incedir
Gidiyoruz Hakta ölüp dirilmeye
Orası ehilsiz bulunmaz nicedir
Hak emrini tutup sırdaşı olmaya
Varlıkla benlikle girilmez latiftir
Geldik gidiyoruz inceden inceye
Geldik gidiyoruz inceden inceye
Oturduk mürşidin dizinin dibine
La süpürgesini verdi gönlümüze
Sarıldık bize uzanan mana eline
Varlık benlik bunla atılır temizle
Katıldık bizde telkinle kervanına
Nisbetlerin seni ama eder dinle
Geldik gidiyoruz inceden inceye
Geldik gidiyoruz inceden inceye
Davet edildik Allah ın meclisine
Şahitliğimiz kulluğumuz bizden bize
Mana abdestsiz girilmez haremine
Geçtik kesafetinden letafetine
Zikrullah ile abdest aldır gönlüne
Erdik sırrı hikmetine bizden bize
Geldik gidiyoruz inceden inceye
Geldik gidiyoruz inceden inceye
Çıktık mürşidle uzun ince bir yola
Hakkı arayamayız varlığın dışında
Faili mutlakı tanıyıp bulmaya
Hak Resulü gönül içinde miraçta
Arifler meclisine dahil olmaya
Daim vücud çadrı içinde vuslatta
Geldik gidiyoruz inceden inceye
Geldik gidiyoruz inceden inceye
Bu alem aşkla kurulmuş Hak pazarı
Fazilet hassas yol inceden inceye
Tanıttı bize effal sıfat zatını
Dikkat et candan cananı incitmeye
Şimdi tanıdık asıl mülk sahibini
Hep nazarın sohbetin Haktan Resul’e
Geldik gidiyoruz inceden inceye
Geldik gidiyoruz inceden inceye
Fazilet ÇITACI
43
Mehmet SOYYİĞİT
Azimle
İMAN, IMTIHANDIR!
İşte bizim derdimiz, O’nu (Rabbimizi) kendimizde keşfetmektir.
Gerçek varlık, O’nun varlığıdır. Gerçek var olan O’dur. Biz zannımızdan kurtulacağız. Derdimiz bu! Yoksa biz, insana Allah buldurmuyoruz.
Azimle
44
Mehmet SOYYİĞİT
İman, İmtihandır!
Sevgili Dostlar,
Efendimize bir kısım bedeviler gelip,
iman ettiklerini söylüyorlar. Bu konu önemli
olduğu için Rabbimiz uyarıyor:
“Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki:
“İman etmediniz. (Öyle ise, “iman ettik” demeyin.) “Fakat boyun eğdik” deyin. Henüz
iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve
Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Hucurat,
49/14)
İman, imtihanla insanın kalbine yerleşir,
güç bulur, kuvvet bulur. Canlarınızla, mallarınızla, Allah yolunda imtihan olunacaksınız. Ve imtihanları vermeden, hemen “Biz
inandık”, “İman ettik” demek yeterli değil.
Allah bizi imtihan eder, o gün öyle imtihandır, bugün böyle imtihandır. Her kişi
mutlaka imtihan olur. Allah her kişiyi ona
vermiş olduğu hal üzere imtihan eder. Kimisini kendisiyle imtihan eder, Kimisini yakınıyla, kimisini akrabasıyla, kimisini uzağından,
kimisini yakınından, illa ki… Allah insanları
mutlaka imtihan eder, yani onları testten geçirir. O imanlarını orada görür Allah. Aslında
Allah, imanlarını onlara gösterir. Çünkü Allah’a hiçbir şey gizli değildir. Allah sadırdan
geçenleri de bilir. Buradaki asıl gaye kişinin
kendini tanımasıdır. Kendi imanını anlaması, idrak etmesidir. Çünkü niceleri vardır ki
münafık olarak kaldılar. Bu imtihanları veremediler. Bu imtihanlardan hep kaçtılar.
Mesela, biliyorsunuz değilmi? Çok meş-
hurdur. Uhud harbine giderken, bin kişilik
İslâm ordusu hazırlanıyor. Bunların içinde
münafıklar da var. Üç yüz kişilik bir grubu
var. Savaş meydanına giderken hemen kaçtılar. Müslümanları yalnız bıraktılar. 1000 kişilik İslâm ordusu 700 kişiye düştü. İmtihana
giremediler. Demek ki “İslâm olduk” demek,
imtihansız olmaz.
Gerçek manada iman etmek, imtihan neticesi ancak ortaya çıkar. Sen bir zorluğa düştün mü, orada bakalım Rabbine tevekkülün
var mı? Rabbine sadakat ve samimiyetin var
mı? Bağlılığın var mı? İmanın var mı? Ona
tam manasıyla sığınıp, dayanıp, emri doğrultusunda O’nun yolunda yürüyebiliyor musun? Malından, canından harcayabiliyor musun? İmtihan edilmeden gerçek iman sahibi
olamayız.!
Dostlar,
Mutlaka imtihan olacağız. Mutlaka… Biz
her halimizle gerek mutlu, gerek mutsuz olduğumuz zaman, gerek darda gerek bollukta iken asla ve asla yönümüzü Rabbimizden
gayri bir tarafa çevirmeyeceğiz. Rabbimize
tam tevekkül, tam bir itaatle, tam bir sadakat
ve samimiyetle bağlı olacağız. Ve failim Allah diyeceğiz. “Yarab, failim sensin”, “Yarab,
mevsufum sensin”, “Yarab, mevcudum sensin” , “Senden gayrı bir mevcut yok”. “Her şey
senin Allah’ım” diyerek, Allah’a tam bir teslimiyeti gösterip başımıza gelen şeye güzelce
sabredeceğiz.
Başımıza bir iş geldiği zaman, orada, o
anda Rabbimize tam bir tevekkül ile, tam bir
itaat göstereceğiz. Bu nerden geldi? Bu niye
oldu? Şuradan oldu, buradan oldu…”
Bileceğiz ki Önce Allah’tan geldi… Nerden gelirse gelsin, ne şekilde gelirse gelsin o
sana Allah’tan geldi… Sen şimdi güzelce sabret, Rabbine tam bir teslimiyet göster…“Mevla görelim neyler? Neylerse güzel eyler”
Azimle
Mehmet SOYYİĞİT
İman İmtihandır!
Onun için dostlar, biz kaderin çizgisinden çıkmayacağız. Kimse çıkamaz da, ama
itiraz eder. İtiraz ettin mi çıktın demektir
çizgiden. Anlayış bakımından kaybettin,
iman bakımından sıkıntıya düştün.
- Niye?
Teslimiyeti gösteremedin çünkü!
Şimdi şu insana dikkat ediniz. Kime sorsanız “Güç ve kudret kime aittir?” “Allah’a
aittir” der. Ama bir iş başına geldi mi hemen
unutuverir. Diyorlar ya “sebeplere sarılacağız” diye… Biz Allah’a sarılacağız.
Rabbin yolunda malımızdan tasadduk
edebilmek, sarf edebilmek. Allah yolunda
mücahid olabilmek. Gerektiği zaman malımızla, gerektiği zaman canımızla mücadele. Ama en önemlisi nefsimizle mücadeledir.
Nefsiyle mücadele edenler, muzaffer oldular.
Onlar gönül kalesine tevhid bayrağını diktiler. Nefsiyle mücadele etmeyenler hep sıkıntıya düştüler.
Nefsiyle mücadelede muzaffer olanlar,
ancak onlar huzur bulur. Onlar gönül eri,
mana eri olurlar. Onlar Allah’ın sevdikleridir.
Allah’ı sevenlerdir.
Dostlar,
Allah bir işi mutlaka bir şeyle yapar. Yani
Onun bir görüntüsü vardır. Allah denizi yaracak da diyor ki Musa (as)’a : “Ya Musa asanı
denize vur.”
Allah Allah… Yani Allah’ın, Musa’nın asasına ihtiyacı mı var?
Allah mucize gösterecek, diyor ki:
“Ya Musa at elinden asayı”… Bu O’nun
sünneti. Allah böyle yapar zaten. Onun oradaki saikini yaratan da O’dur. Sebebi meydana getiren de O’dur.
Öyle bir zevk sahibidir ki ehli tevhid.
Fenafillah salikidir. O, fenafillahı en derin
manada yaşamış, onun zevkine düşmüş,
muhabbetine girmiştir. Kendisinde enaniyet
dediğimiz bir şey kalmamış. Eniyyet-i İlahi
O’nda tecelli etmiş. Makam-ı Velayetin sahibidir. O lütfa mazhar olmuştur. O, fail Allah,
mevsuf Allah, mevcut Allah zevki şuuruyla,
şuhuduyla, o muhabbetle yaşar.
Fenafillah makamı, Tevhid-i Zat’tır. Makam-ı Cem de bu makamın tecellisidir. Bu
makama Sultan makamı denir. Bu makamda Hak zahirdir, halk batındır. Bu makamda
görünen Hak olduğu için, buradaki zevk de
Hakk’ın zevki olduğu için, orada sâlik olmaz. Fenafillah olan yerde salik yoktur. Orada sen yoksun. Sen orada varsan ikilik olur.
Onun için Fenafillah diyoruz biz o makama.
Fenafillah makamı ne demek? “Allah’ta ifna
olmak” demek. Yani bütün şirkinden, enaniyetinden kurtulmuş, tevhidin ifadesiyle şirk
fiilinden Fiilullaha geçmiş, Allah’ın Efal-i İlahisi O’nda tecelli etmiş, zuhura gelmiş. Tevhid-i Sıfat da yine öyle. Allah onda sıfatlarıyla
tecelli etmiş.
Burada ne oluyor? Tevhidi zevk ederken
mutlaka kendimize izafe ettiğimiz şeyler ortadan kalkar. İzafe etmek demek,bir şeyi bir
şeye nispet etmek demek. Bir söz var mesela,
ehlullah söylemiş: “Ettevhidü iskatu-l izafat”
Yani “Tevhid izafatı düşürür, ortadan kaldırır.” Biz de tevhidi güzel zevk edebilirsek o
kendimize ettiğimiz nispet, kalkar.
Zaten insan zannı üzere hareket eder.
Hakikatte tevhid de bizi bu zandan kurtarır. Biz ne biliyoruz? İşte ben yapıyorum, ben
ediyorum. Biz hep böyle görmüşüz. Doğduğumuzdan beri, çevremizde de böyle gördük.
Annemizden, babamızdan da böyle gördük.
Çünkü bu ilim bize verilmedi o zaman. Keşke
o zamanlardan bu ilmi alabilseydik, temelinden, çocukluğumuzda keşke… Ama Mevlâ ne
zaman nasib eder, ne zaman lütfeder buna
45
Azimle
46
Mehmet SOYYİĞİT
İman, İmtihandır!
da hamd olsun, buna da şükürler olsun. Ya
hiç nasib olmasaydı değil mi? Her ne, ne zaman olmuşsa biz ona elhamdülillah diyoruz.
O yerli yerincedir. Ve doğrudur. Biz ona bir
itirazda bulunmayız. Onun için biz tevhidi
mutlak manada zevk etmeliyiz.
Aslında hep zevk etmek diyorum. Bunları anlatmak için mecburen kullanıyoruz. Biz
ifadeleri kullanmak zorundayız. Siz bir şeyi
tarif ederken mutlaka teşbih/benzetme ile
yapıyoruz. Biz Allah’ın vahdaniyetini, birliğini ve her şeyden tecellisini anlatabilmemiz
için, onu ifade edebilmemiz için böyle bir
yöntemi tercih ediyoruz. Ehlullah zaten bize
öğretiyor. Neticede bunu biz insana anlatıyoruz. Değil mi? Ben anlatıyorum, Siz anlatıyorsunuz? Beraber anlatmaya çalışıyoruz.
Anlatırken de mutlaka onu anlayabilmek için
o teslimiyeti gösterebilmek için, onu yaşayabilmek için, oradaki gerçek hikmeti anlayabilmek için bu kavramları kullanıyoruz.
Biz bunu demiyor olsak bile, anlatmıyor
olsak bile hakikat değişmez. Allah’ ta bir eksilme olmaz, bir artma olmaz. Allah, Allah’tır
ve kamilen Allah’tır. Onda en küçük bir noksanlık asla yoktur. Kulun böyle demesi Onda
bir eksiklik meydana getirmez. Veya onda
başka bir şey meydana getirmez. Allah, etkilenmez, hiç bir şekilde. Allah etkiler bizi. Bizi
kendine kul olarak yaratmış. O bizi etkiler,
kendine çeker. Bizdeki o zannı, evhamı kaldırır Allah.
Bizi ehli tevhid edecek olan zaten Allah‘tır. Bizi şirk fiilimizden kurtaracak olan
Allah’tır. Bizi şirk sıfattan kurtaracak olan
Allah’tır. Bize neden zikrullah veriliyor? Bu
işi yapacak olan Allah’tır, onun için. Ehli zikir olmayan bir kimse, ehli hal olamaz, ehli
mana olamaz, ehli zevk olamaz. Zikrullah’tır
insan vücudunda ihtilal meydana getiren. Allah’ın sohbeti, Allah’ın muhabbeti zikrullah
ile tecelli eder. Allah, kulunda kendini giz-
lemiştir. Bunu unutmayalım. Allah kulunda
kendini gizlemiştir.
İşte bizim derdimiz, O’nu (Rabbimizi) kendimizde keşfetmektir. Gerçek varlık
O’nun varlığıdır. Gerçek var olan O’dur. Biz
zannımızdan kurtulacağız. Derdimiz bu.
Yoksa biz, insana Allah buldurmuyoruz. Zaten mevcuttur. Mevcudiyet O’na mahsustur.
Bu mevcudiyet de O’nun mevcudiyetidir.
Kul zan eder, zannı üzeredir. “İnsanı zandan
kurtarmak“ Dert bu! Senin gözünün önünde
perde var, o perdeyi kaldırmak. Senin önünde benlik perdesi var. Bütün derdin, sıkıntın
bu. Benlikten kurtulmak. Geç benliğinden
bak, göreceksin. Yani görünen görecek ve de
görünecek.
Öyle bir şey ki tevhid dostlar, gerçekten bunun zevkine, lezzetine, bunun tadına,
buna doyum olmaz. Ve bunun tadı, lezzeti
tarif de olmaz. Şu derecedir, bu derecedir,
milyar derecedir, trilyon derecedir diye bir
derece koyamıyorsunuz. Diyor ki ehlullah
bunu anlatmak isterken ,
“Duysa bunu şah-ı cihan, katresine verirdi can.” Hatta bin can. Bir damlasına, onun
zevkinin bir damlasına, bir katresine bin
tane can verir, feda eder diyor. Bu öyle bir
zevk dostlar. Tevhid muazzam ve mükemmel
bir şeydir. Çünkü İslâm’ın esasıdır tevhid. İslâm’ın özüdür tevhid. Ve bütün peygamberler
tevhid üzere gelmiştir. Bugün mesela Hristiyanlık denmesi, Yahudilik denmesi, asla Allah’ın bir Hristiyan dini veya bir Yahudi dini
indirdiği anlamına asla gelmez.
Allah böyle bir din indirmemiştir. Allah
tevhidi indirmiştir. Tevhidi bildirmiştir. Bütün peygamberler tevhid sancağıyla gelmişlerdir ve hepsi İslâm’dır. Sonradan onlara
isimler verilmiştir. Çünkü onlar o tevhidi, o
özü, kendilerine indirileni bozdukları için
Yahudi olmuş kimisi, Hristiyan olmuş kimi-
Azimle
Mehmet SOYYİĞİT
İman İmtihandır!
si. Ama Allah onlara şu an ki inançlarını indirmiş değil, bildirmiş değil, öğretmiş değil.
Peygamberler onlara şu an ki inançlarını getirmedi. Hristiyanlar Allah’a şirk koşuyorlar.
Teslis inançları var. Bu bir uydurmadır ve Allah’a iftiradır. Aynı zamanda İncil’e iftiradır,
O’nun hakikatine iftiradır. Aynı zamanda da
İsa (as)’a iftiradır. Onlar öylesine iftira atmışlardır. Yahudiler de öyledir. Onlar da aynı öyledir.
Onun için hakikat asla değişmez dostlar.
Onların öyle demiş olması hakikati mi değiştiriyor. Onların öyle davranması, gerçeği mi
değiştiriyor? Hayır. Bu ancak onların aleyhine bir iştir. O’nlar bunun da cezasını maalesef… maalesef…
“Keşke öyle yapmasalar” dersin, “insan
netice itibariyle” ama “Mevlam neylerse güzel
eyler”. Biz dua ederiz. Mevlâm herkese güzel
imanı nasib etsin, Mevlamın cenneti de çok
büyük, cehennemi de çok büyük. Hiç birisinde bir eksik kalmaz. Hiç birisi de ne kadar
doldurursanız doldurun ebediyyen dolduramazsınız. Ne cennet dolar, ne de Cehennem.
Biraz teferruata girdik; ama söylemek
istediğim şey şu dostlar: Cenab-ı Hakk’ın
hükmü, kudreti, kuvveti sonsuzdur ve herşeyi kuşatmıştır. Allah’ın eşi benzeri yoktur.
Allah birdir, tektir. Hatta ve hatta sayılamayan bir rakam üzerinden Allah’ın birliğinin
söylenmesi gerekir. O da Ehad’dır Allah, yani
biriciktir. Hiçbir şey O’na asla ve asla denk
olamaz. En güzel ifadeyi Allah kendisi kullanıyor. Ne diyor? “Kul hüvellâhü ehad.” “De ki
Allah, ehaddir.”
Herşeyi yaratan, her şeyi yaşatan, her
şeye hayat veren, her şeyde işini icra edendir
Allah. Gerek hayır, gerek şer. Kişinin başına
ne gelirse gelsin mutlak Allah’tandır. Bunda şüphe yoktur. Bir incelik var, onu gözden
kaçırmayalım. Ayet-i Kerime “Size bir iyilik
isabet ettiği zaman Allah’tandır. Bir kötülük isabet ettiği zaman nefsindendir.”diyor. Bu “nefsindendir” ifadesi bizi şaşırtmasın. Hak ettiğinden dolayıdır onun anlamı.
Hakettiğinden dolayıdır. İyilik Allah’ın lütfudur, keremi, ikramı, ihsanıdır. Rabbi kuluna
zulüm etmez. O, senin hak edişindendir diyor Allah. İnsanın üzerine bir şer isabet ediyorsa, bil ki bu senin hak edişinden dolayıdır.
Yoksa yine O’nu yaratan Allah’tır. Allah’tan
başka yaratma vasfının/sıfatının sahibi hiçbir şey olamaz.
Bir şeye yaratma vasfı verirseniz, o, ilah
olur. Çünkü yaratma vasfı/sıfatı Allah’a mahsustur. O da tekvin sıfatı, yaratma sıfatıdır
Allah’ın. Bir şeyi dilediği zaman sadece ve sadece ona “Kün” “Ol” der. Rabbin “Kün” emri
kendi fiilinedir, kendi kudret ve kuvvetinedir.
Allah “Ol” dediği zaman o şey kendisi olmaz.
Yine O’nu Allah yaratır. Çünkü olan o şeyin
de kendini yaratma özelliği olmaz. O emir
tabi ki o işin hikmeti, Allah bir şeyi meydana
getireceği zaman, sadece onu meydana getirmesi için bu emrini, “Kün” emrini kullanır.
Bu kadar! O şey mutlaka Rabbin gücü kudretiyle meydana gelir. Ona kim engel olabilir.
Mevlâmız buyuruyor ki “Sana biz eğer herhangi bir şekilde azab edecek olsak, onu senden kim giderebilir? Sana biz lütuf ve ikram
da bulunacak olsak onu kim geri çevirebilir?”
“Sana lütfedecek olan, ikram edecek olan
da benim. Eğer azab edeceksem de yine edecek olan benim.”diyor Rabbimiz.
Onun için, peygamber efendimiz (asv)
hadisi şeriflerinde “Allah’ı en güzel, en mükemmel tanıyanınız, bileniniz benim. Ve
O’ndan en çok da çekineniniz, haya ve edep
duyanınız benim” buyuruyor. Peygamber
efendimiz, bizi o kadar güzel uyarıyor ki, o
kadar güzel ikaz ediyor ki, bize o kadar güzel
işaretler veriyor ki, Allah bize bunları anlamayı, idrak etmeyi nasib etsin.
47
Azimle
48
Mehmet SOYYİĞİT
İman, İmtihandır!
Tevhidi yaşamaya, azmedeceğiz, aşk
edeceğiz. Bu yola herşeyimizi feda edeceğiz.
Bilişimizi, anlayışımızı, malımızı, canımızı
Allah yoluna mutlaka feda edeceğiz. Rabbimizin yoluna feda edeceğiz. Bizim kemalimiz ancak böyle olur. Çünkü bize bunu ikram edecek olan Mevlâmız. Bizden şirk fiili
kaldıracak olan Allah’tır. Rabbimizdir. Şirk
sıfattan yani, zannımızdan bizi kurtaracak
olan, bizi şirk vücuttan kurtaracak olan da
yine kendisi, Zat-ı İlahisi. Bize ikram edecek
olan, bizi yaratan, O.
muyuz? Hadi durdur bakayım, bir nefesi durdur tamam. Sen bir nefesi durdur. Şu alemde
bir anı durdur; tamam diyeceğim, sen haklısın. Ne mümkün..?
İnsan azcık düşünse, azıcık dikkat etse
bunu görecek. Sen var mıydın? O alemde
miydin? Yoktun. Peki gelmen için sana soru
soruldu mu? Sorulmadı. Peki anneni, babanı
sen mi seçtin? Hayır. Yahu seni dileyen diledi. Seni dilediği gibi meydana getirdi. Seni
dilediği gibi yaşatıyor.
Güç onun, kuvvet Onun, kudret O’nun,
herşey O’nundur, O’na aittir. İnsanda kendine ait hiçbir şey yoktur. Bu kulak senin mi?
Bu burun senin mi? Bu ağız senin mi? Bu göz
senin mi? Bu dil senin mi? Bu el, ayak, vücud
senin mi? Senin ise tut. Senin ise itiraz et.
Bakın dikkat ediniz. Gelişimizde bir dahlimiz yok, gidişimizde var mı? Getiren götürüyor. Görmüyor musun? Her gün, şu vücutta nice alametler oluyor. Şu vücutta nice işler
oluyor biliyor musunuz? Allah şu vücutta neler yapıyor bir bilsek var ya…
Bir gününüz, diğer bir gününüz ile asla
aynı değildir. Siz hatta ve hatta bir nefes önceki halinizle, bir nefes sonraki haliniz aynı
değildir. Bir nefes daha öteye, ileri gidiyorsun, her an. İnsan bunun farkında değil; ama
zaman gösteriyor aslında.
Şimdi bebekliğinizi düşünün, çocukluğunuzu, gençliğinizi düşünün! O zaman bunu
daha iyi anlayacaksınız. Seni getiren öyle götürüyor ki.. Bu getiriş, bu götürüş, gerçekten
mükemmel. Hani derler ya “Tereyağından kıl
çeker gibi” götürüyor. Mevlam bizi gaflete
düşürmesin.
Mevlam bizi kendinden ayırmasın.
Bakın hiçbir şeye müdahale edebiliyor
Her an bütün alem, Mevlam onu öldürüyor, diriltiyor, öldürüyor, diriltiyor. Allah bizi
yaşatmasa ne bilmişiz biz? Hayatı ne bilmişiz? Yaşamayı ne bilmişiz yahu? Bizi yaratan
O. Yaşatan O, bize hayatı bahşeden O! Rızkımızı yaratıyor, havamızı yaratıyor, nefesimizi alıp-veriyor. Nefesimizi O vermezse biz ne
yaparız? Almazsa biz ne yaparız?
Yahu tepeden tırnağa Allah’a mahsusuz,
Allah’a aidiz. Bu o kadar güzel bir şey ki aslında. Bu var ya, yani bizim Rabbimize ait
olmamız öyle büyük bir devlettir ki insana…
Rabbimizin bizi kendisi için yaratmış olması,
bu ne büyük devlettir, ne büyük saadettir, ne
büyük mutluluktur! Bunun tarifi mümkün
değil.
Bir insan bunu anladığı, idrak ettiği zaman, Rabbine ait olduğunu, kendisinin kendisine ait olmadığını, tepeden tırnağa, maddi manevi herşeyiyle Rabbine ait olduğunu
anladığı zaman huzuru, saadeti kazanmış
demektir. Hamdolsun Mevlâmıza. Allah bizi
ayrılığa düşürmesin, bizi kendinden ayırmasın, bize razı olduğu iyilikleri ikram etsin, ihsan etsin.
Onun için dostlar, tevhidi gerçekten zevk
edebilmek; bu bir teslimiyettir. Ayet-i kerimede “Emaneti ehline teslim ediniz.” diye
buyuruluyor. İşte herşeyimizle emanet olduğumuz için kendimiz kendimize, onu, ehline
yani Rabbimize teslim edeceğiz. Enfüs–afak
Azimle
Mehmet SOYYİĞİT
İman İmtihandır!
fail Allah. Lâ faile illallah. Şirk fiilinden Fiilullah’a geçmek. İşte o şirkten kurtulmak, fail
Allah’tır demek, emaneti ehline vermek, iade
etmek demektir.
Aynı şekilde, enfüs-afak mevsuf Allah, Lâ
mevsufe illallah. Bu da şirk sıfatından kurtulup, gerçekte sıfatların sahibine, onları teslim
etmektir.
Bize sorsalar ki sıfatlarımız var mı diye?
Şu vücutta sıfatlar var. Gözümüz, ağızımız,
kulağımız; ama dikkat ediniz dostlar, aslında bizim sıfatlarımız birer tecellidir. Birer tecelli-yi Sıfat-ı İlahi’dir. Hani dedik ya,
Musa (as)’a “Ya Musa asanı denize vur!” Asayı kullanıyor Allah. Asaya ihtiyacı yok ama.
Kullanıyor, öyle seviyor Allah. Öyle istiyor,
öyle gösteriyor herşeyini. İnsandan da böyle
gösteriyor. Yani bu gözü Allah sana vermiş,
aslında o gözden görmeye göz Hakk’ın gözüdür. O göz Hakk’ın nuru ile görüyor, yoksa
görmez. Et parçasının gördüğünü bana kim
gösterebilir? Et parçası görse niye elim görmüyor da gözüm görüyor?
Kulağım nasıl işitiyor? Hakk’ın kudretiyle işitiyor. Dil, O’nun kudretiyle dönüyor. Bu
vücutta bize ait bir şey yok. Bütün bu sıfatlarımız, Hakk’ın sıfatlarının mazharıdır. Allah
oradan gösteriyor sıfatını. Yani aslında bu,
aynı zamanda Rabbin kendini ifşa etmesidir,
izhar etmesidir. İşte kul burada önemlidir.
Kul burada değerini kazanıyor. Kul dediğiniz
insan, işte burada şeref sahibi oluyor. Çünkü
bu şerefi Allah, insana verdi. Bu güzelliği, bu
mükemmelliği, Allah, insana verdi. Allah,
kendini insandan, ifşa etti, izhar etti, zuhura
getirdi yahu! O, kendisini gizlemesini, saklı
tutmasını insan ile izhar etti, açığa çıkardı.
Sıfatları bizden tecelli ediyor, Ef ’al-i İlahisi,
kudret ve kuvveti bizden tecelli ediyor. Zatı
ile de yine Allah bizden tecelli ediyor. Bu sıfatlar mutlaka bir zata mahsustur. Çünkü
sıfatların vücudu yoktur. Görmenin vücudu
var mı? Yoktur. İşitmenin vücudu var mıdır?
Yoktur.
Sıfatların vücudu olmaz. Onlar bir vücuda aittir. Nasıl ki sıfatlarımız Hakk’ın sıfatlarının mazharı ise, vücutlarımız da Hakk’ın
vücudunun mazharıdır. Bizim vücutlarımız
mümkünü’l-Vücud’ dur. Yani Rabbimizin
yaratmasıyla meydana gelmiştir, Allah bizi
yaratmıştır. Nasıl ki sıfatlarını, sıfatlarımızdan izhar ediyorsa, vücudunu da bizim vücudumuzla açığa çıkarıyor. Bizim vücudumuz,
mümkünü’l-Vücud. Onlar hiçbir iş görmez.
Bu vücuttan, kendi Vacibü’l-Vücud oluşunu zuhura getiren, izhar eden Allah’tır. İşte
bu en büyük şereftir. İnsana en büyük şeref.
Rabbimiz insanı seçti. Ve bu insanı Allah,
meleklerden bile üstün tuttu.
Allah kime emretti. “Ademe secde edin”
diye. Dikkat edin. Kimdir O insan? O insanda nispet adına bir şey var mı? Hak’tan gayri
bir şey var mı?
Aslında Allah, insana secde ettirmedi.
Kendine secde ettirdi. Çünkü Allah Adem’den
tecelli etti ve melekleri Adem’e onun için secde ettirdi. Allah bize bu zevki tatmayı, bu
zevki yaşamayı, cümlemize nasip etsin inşallah! Mevlam bu teslimiyeti bize göstersin. Bu
sadakati, bu samimiyeti mevlam bizlere göstersin, nasib etsin inşallah.
Kimdir O Adem?
Bütün sır burada. Öyle bir Adem ki Hak
O’ndan tecelli etmiş, zuhura gelmiş, Ef ’ali ile
fail, sıfatları ile mevsuf, zatı ile mevcudiyetini
ilan etmiş. Allah Onun için meleklere diyor ki
“Siz bilmezsiniz; Ben bilirim!” Mevlam neler
yapar! Herşey O’nun, melekler de O’nun, Cinler de O’nun, felekler de O’nun, alem O’nun,
kainat O’nun, insan O’nun, hayvanat O’nun,
nebatat O’nun. Ne var ki O’nun değildir?
Elhamdülillah, hamd olsun Mevlaya, şü-
49
Azimle
50
Mehmet SOYYİĞİT
İman, İmtihandır!
kürler olsun. Tepeden tırnağa, Rabbimize aidiz. Mevlam bizi asla nefsimize bırakmasın.
Onun için dostlar, tevhidi zevk etmeye,
aşk ile Allah demeye, muhabbet-i İlahiyye
için muazzam derecede samimiyetle, aşkla
muhabbetle Allah demeye daha da sıkı, daha
da kuvvetli, daha da güçlü devam edeceğiz
inşallah. Herşey O’nundur.
mertlik, dürüstlük, efendilik. İyilikle muamele, merhametle muamele, çok dikkat edeceğimiz şeyler dostlar.
Ehli tevhidin dilinden çıkan, mücevher
gibi olacak. Çok kıymetli olacak, çok değerli
olacak. Bir söz söyledi mi cevher… Yani sokağa atılacak söz değil. Daha dikkatli olmamız
gerekiyor.
Biz Rabbimizden isteyeceğiz. Mesela en
güzel duamız, “Yarabbi, bana tevhidi yaşat,
tevhid zevki ile beni donat. Yarabbi bende
benlik bırakma. Beni seninle donat. Beni
nispet fiilimden kurtar, Beni nispet sıfatımdan kurtar. Beni nispet vücudumdan
arındır, temizle yarabbi. Kendinle donat,
kendini göster. Ef’alin ile failimsin, sıfatlarınla mevsufumsun, zatın ile mevcudum
sensin. Beni senden bir an dahi, bir nefes
dahi olsun ayırma.”
Kırk sefer ölç. Bir sefer söylerken gene
düşün. Dikkat etmemiz gerekiyor dostlar.
Yani beşeri münasebetlerimiz daima tevhide
göre olacak, tevhid zevkine göre olacak. Tevhid muhabbetine göre olacak. Halkı Hak’tan,
Hakk’ı halktan ayırarak yapacağımız davranışlar olmaz.
Dua edeceğiz gönülden, canı gönülden.
Mevla bizleri affı mağfiret eylesin. Hata ve
kusurlarımızı bağışlasın. Mevlam bizi kendinden ayırmasın, Mevla bizi sırat-ı müstakiminden ayırmasın, Mevla yar ve yardımcımız
olsun, Allah bize aşk versin, feyiz versin, ikram ve ihsanını lütfedip, ikram etsin. Allah
hepinizden razı olsun. Çok sağolasınız.
Bu zevkler hep ehli tevhidin zevkleridir.
Bunlar hakikatte Allah’ın lütuf ve keremidir.
Kuluna ikram ve ihsanıdır. Bunları hep bize
Rabbimiz ikram ediyor, ihsan ediyor. İnşallah. Samimiyetle, aşkla, zevkle inşallah, tevhide sarılacağız.
Sonra, Dostlar;
Sevgiye çok ihtiyacımız var. Sevgiye çok
muhtacız. İnanın sevgisizlik önümüzü tıkıyor. Sevgisizlik bizi zora sokuyor. Çok sevgiye ihtiyacımız var, hemde fisebilillah. Halkı
seven Hakk’ı sevmiş olur. Halkı Hakk’tan
Hakk’ı halktan ayırmayız. Allah’a hizmetin
yolu ancak halka hizmet ile olur. Çok daha
dikkatli olmamız gerek. Sevgiyle, muhabbetle, iyilikle, herkese, her şeye merhametle…
Halka hizmet… Mutlaka halka hizmet...
Halka hizmet Hakk’a hizmettir. Halka sevgi ve muhabbet beslemek. iyilik, doğruluk,
Onun için ehli tevhid, aynı zamanda ehli
şeriattır. Ehli tevhid, ehli şeriat. Ehli tevhid,
ehli tarikat. Ehli tevhid, ehli hakikat. Ehli
tevhid, ehli maharettir. Marifet sahibidir.
Allah bu yolda yar ve yardımcımız olsun.
Mevla bizi sevdiklerinden ayırmasın inşallah. Sevdikleriyle bizleri haşr-ı cem eylesin
inşallah. Allah hepinizden razı olsun dostlar.
51
MUHAMMEDÎ MELÂMIYIZ
Melâmettir Bu Dersimiz
Ezel Ebed Melamiyiz
Cümle Cihanı Severiz
Muhammedi Melamiyiz
Hak Yolunda Bizi Bulan
Halimize Vakıf Olan
Cehennemi Cennet Olur
Muhammedi Melamiyiz
Melami Toprağa Benzer
Alemi Kesrette Gezer
Gönül Deryasında Yüzer
Muhammedi Melamiyiz
Bir Er Ararsan Bu Yolda
Meşrebi Melami Bulda
Küntü Kenzen Gizli Onda
Muhammedi Melamiyiz
Melâmette Derviş Olan
Hazreti İnsanı Bulan
Her Zerrede Fail Olan
Muhammedi Melamiyiz
Hak Mürşidi Bulmuş Olan
Hak Rızasın Almış Olan
Beratını Almış Olur
Muhammedi Melamiyiz
Melâmete Girmiş Olan
Allah İçin Gelmiş Olan
Nefsin Kurban Etmiş Olan
Muhammedi Melamiyiz
Aşkı Melâmeti Bulan
Hacı Sabriye Dost Olan
Kur’anın Hadimi Olan
Muhammedi Melamiyiz
Melaminin Gönlü Yüce
Melami İnceden İnce
Tevhit Okur Hece Hece
Muhammedi Melamiyiz
Pir Muhammedin Yolunda
Mehmet Gibi Kul Yanında
Sadakat Sermayen Olsun
Muhammedi Melamiyiz
Kim Bizi Bizden Sormadan
Bizimle Hemdem Olmadan
Bilmessin Bizi Sevmeden
Muhammedi Melamiyiz
Mehmet GÖNÜLLÜ
52
Sidre Hannâne
Severek
KUR’AN-I KERİM’İN EDEBÎ SIRLARI!
“Nefes almaya başlayan sabaha” ( Tekvir: 18 ) derken güneşin doğuşu ile sabahın ışıklarla ortaya çıkması, bir bebeğin doğup ilk nefesi
alması düşündürülüyor, sabah kişileştiriliyor.
Severek
Sidre Hannâne
Kur’an-ı Kerim’in Edebî Sırları!
nedir?” (Tin, 95/7) ayetinde istifham(cevap
beklenmeyen bir soru sorarak etkileyiciliği
artırma) sanatı yapılmıştır. Günlük hayatta,
haksızlığı kesin olan saçmalayan bir insana:
“Senin derdin ne?” deriz ya aynen öyle bir anlam çıkıyor.
Kur’an-ı Kerim; mucizevi bir ilahi kelam
olduğu kadar; ses, ahenk, dil ve üslup özellikleri yönünden, müthiş bir edebi eser özelliği
de taşır.
Kur’an’ın indiriliş nedeni Müddesir Suresi
54. ayette : “Gerçek şu ki, Kuran, elbette bir
öğüttür. Artık kim dilerse, öğüt alıp düşünür.” şeklinde açıklanıyor.
Öğretme yöntemlerinden en etkilisi örnek vermektir. Örnek, soyut bir konuyu insanın zihninde somutlaştırır ve daha kolay
kavranır hâle getirir.Düşünenlere ve akıl sahiplerine hitap eden Kur’anda, bu öğütlerin
kısa yoldan iyice anlaşılması ve belleklerde
yer etmesi için benzetme vb. söz sanatları,
mecaz ve semboller kullanılmıştır.
Örneğin; iyi söz meyveleri güzel olan bir
ağaca, kötü bir söz de meyveleri yenmeyen
kötü bir ağaca benzetilmiştir. Başka bir örnekte, dünya hayatının geçiciliği, yağmura
benzetilmiştir. “Dünya hayatı, tıpkı gökten
indirdiğimiz bir suya benzer “ Kehf: 45
Hicr: 88. ayette: “Onlara şefkat kanatlarını ger.” derken hayalimizde, yavrularını
kanatlarının altında ısıtan, koruyan bir kuş
canlanıyor. İşte o kuş gibi şefkatli, merhametli ol, diyor. Bu duyguyu bize başka hangi
söz tam olarak hissettirebilir ki?
“Ey insan, sana dini yalan saydırtan
“Deve iğnenin deliğinden geçmedikçe
cennete de giremezler.” (A’raf, 7/40) ayetinde mübalağa(abartma) sanatı vardır. Burada
da “devenin iğne deliğinden geçmesi nasıl
mümkün değilse onlar da cennet yüzü göremeyecekler” şeklinde olmayacak bir duruma
dikkat çekiliyor.
“Nefes almaya başlayan sabaha” ( Tekvir: 18 ) derken güneşin doğuşu ile sabahın
ışıklarla ortaya çıkması, bir bebeğin doğup
ilk nefesi alması düşündürülüyor, sabah kişileştiriliyor. Sonra da ışıklarını toplayıp gidiyor akşam olunca. Aynı zamanda ölümü de
düşündürüyor.
Bu örnekler o kadar çoktur ki, ayrı bir
araştırma konusudur. Kuran-ı Kerim, girift
bir anlatıma tezat olarak aynı zamanda çok
sade olup herkesin idrak derecesine göre paralel anlamlara kanat açan bir ifadeler manzumesidir. Kur’an’daki edebi sanatlara ek
olarak biraz da ahenk özelliklerine değinecek
olursak Rabb’imize hayranlığımız kat kat artıyor. Kuran-ı Kerimin veciz ifadesi, ahengi,
sözle ses uyumu mucizevidir. Konuyla ilgili
olarak seçilen kelimelerin taşıdığı ses özelliklerinin de anlamı pekiştirecek, insana o
atmosferi yaşatacak nitelikte olduğunu görüyoruz.
Nas suresi, sözle ses uyumunun örtüştüğü en güzel örneklerden biridir. Vesveseyi anlatmaktadır. Vesvese, bildiğimiz gibi, insana
gerçek olmayan olumsuz duygu ve düşünceler aşılayan ve zincirleme olarak devam eden,
53
Severek
54
Sidre Hannâne
Kur’an-ı Kerim’in Edebî Sırları!
sonuçta insan psikolojisini bozan, onu karamsarlığa salan iç ses, fısıltıdır. Bu ses; doğal
olarak, kendi arzunuz dışında zihninize gelir
durur. Şeytan’ın nefse verdiği bu kuruntuları
bertaraf etmek ise Allah’ın yardımıyla gelen
bir iç disiplin ve zihin kontrolü ile mümkün
olabilir. Yani kendimiz bir iç motivasyon yaparak, bize olumsuz hisler, fikirler veren bu
iç sesi susturabiliriz. Bunlar, o olumsuz fikri
çürüten mantıklı olumlamalar, dualar, İslâm
büyüklerinin, tasavvuf erenlerinin hikmetli
sözleri olabilir.
dan parçalanıp aşağılara yuvarlanır. Allah
ise sizin yaptıklarınızdan asla habersiz
değildir.” İşte bütün bu söz sanatları, dil ve
üslup açısından sergilenen edebi anlatımlar,
ilahi kitabımızdaki bütün gayretimizle, ilgiyle, istekle yönelerek, düşünerek, hissederek
fark edebileceğimiz ayrıntılardır. Kuran’ın
anlamını mutlaka öğrenmeliyiz; fakat sadece
dinlerken bile ruhumuz dinleniyor, huzura
eriyor, ilahi nağmesi bizi mana iklimlerine
alıp götürüyor. Çünkü ruhlara işleyen bu ilahi kelamı biz bilmesek de ruh anlıyor.
Nas suresinde “nas, melikinnas, ilahinnas, hannas, fi su dürinnas” sözcüklerinde
“S” sesi tekrarlanıyor, adeta “Fıs fıs fıs..!” diye
bir ses geliyor kulağa. İşte şeytanın insanı
olumsuzluklara salan durmadan fısıldaması, vesvese vermesi böyle bir aliterasyonla(ses
tekrarı ile) hissettirilmiş.
Ayrıca yeri gelmişken şunu söylemeliyim
ki Kur’an tercümesi yapacak kişinin kendi dilinin inceliklerini, deyimlerini, dil bilgisi kurallarını en üstün şekilde bilmesi gerekir ki
Arapçadan dilimize aktarırken manayı tam
verebilsin. Arapçayı da fasih olarak bilmesi
yetmez, kelimelerin halk arasında kullanılışını, ayetlerin nüzul sebebini, İslâm tarihini,
hadis ilmini de öğrenmesi gerekir. En önemlisi de bu kişinin tevhit ilmine, ledünni ilme
vakıf olmasıdır. Kuran tercümesi yapmak
büyük bir sorumluluktur. Çünkü bu kitap
insanın dünyaya geliş nedenini, hayatını nasıl yaşaması gerektiğini, hedefini öğreten bir
rehberdir.
Yine Fecr suresinde “Kellâ izâ dukketil
ardu dekken dekken” (Hayır hayır, yer birbiri ardınca sarsılıp dümdüz olduğu zaman)
ayeti de sessel özelliğiyle, yeryüzünün deprem gibi bir felaketle içinin dışına çıkmasınıi
alt üst olmasını çağrıştırıyor. O dehşet anını
daha iyi hissettirecek kelimeler özenle yerleştirilmiştir.
Bakara suresi 74. ayette, taşların çatlaması, “Yeşşakkaku - şak şak parçalanır”; suların şakır şakır akması bize ses olarak yaşatılır. “ve inne minhâ lemâ yeşşakkaku fe
yahrucu minhul mâu, ve inne minhâ lemâyehbitu min haşyetillâh(haşyetillâhi)
“Sonra, bütün bunların ardından kalbiniz yine katılaştı. Sanki taş kesildi, hattâ taştan da fazla katılaştı. Çünkü öyle
taşlar vardır, bağrından nehirler çağlar.
Öyleleri var ki, yarılır da aralarından sular akar. Öyleleri var ki, Allah korkusun-
Ve seneler sonra diyorum ki: Sayısız kitap geldi geçti elimizden, fakat tek geçemediğimiz, her okuyuşta yeni hikmetlerle dolacağımız kitap, Kur’an-ı Kerim’dir. O öyle bir
kitaptır ki insanın yaşına, olgunluk, idrak ve
tefekkür seviyesine göre daima yeni açılımlar yapar. Allah onun sırlarını gönlümüze
indirmeyi nasip etsin inşallah. C. Allah; daima okumayı, anlamayı, hıfz etmeyi, anlam
inceliklerine vakıf olmayı ve Kur’anı, sevgili
Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in rehberliğinde hayatımıza geçirmeyi nasip etsin
Amin!
55
BİZ NUR-U MUHAMMED ÜMMETİYİZ!
Ehli beyt yolundan gidenleriz.
Ehli beytin bizler aşıkıyız.
Telkin ile hikmet bulanlarız.
Aşkına canı kurban etmişiz.
Kerbelanın ruhunda biz varız.
Nuru Tevhittir bizim yolumuz.
Biz nuru Muhammet ümmetiyiz.
Biz nuru Muhammet ümmetiyiz.
Ehli beyt yolunun salikiyiz.
Ehli beytin bizler hayranıyız.
Kerbela ruhuda hep bir canız.
On iki imamın yolundayız.
Ölmedik işte hep buradayız.
Nur ul Arabinin salikiyiz.
Biz nuru Muhammet ümmetiyiz.
Biz nuru Muhammet ümmetiyiz.
Ehli beyt yolunda dervişleriz.
Ehli beyt aşkı ile dolanlarız.
Kaderin yolunda gidenleriz.
İlmi ledündür bizim yolumuz.
Hak mürşitten telkini almışız.
Can Sabri’min biz dervişiyiz.
Biz nuru Muhammet ümmetiyiz.
Biz nuru Muhammet ümmetiyiz.
Ehli beyt ruhundan ruh almışız.
Ehli beytler bizim kardeşimiz.
Aynı ruhun yolunda canlarız.
Manada ayrı ruhtan almışız.
Ölmedik daima devrandayız.
Hakikati Muhammet ruhumuz.
Biz nuru Muhammet ümmetiyiz.
Biz nuru Muhammet ümmetiyiz.
Ehli beyt aşkını yaşıyoruz.
Ehli beyt evladı Resulümüz.
Yetmiş iki canla bir candayız.
Yolundan aşk ile gidenleriz.
Hazreti Hüseyindir dedemiz.
HALİL rahmet ile dolanlarız.
Biz nuru Muhammet ümmetiyiz.
Biz nuru Muhammet ümmetiyiz.
Halil ARAS
56
GÖNLÜMÜN IÇINDE SULTANIM ALI!
Ali’dir Hak yolda canlara rehber
Cehri zikir ile eyledi haber
Gelin ey âşıklar başladı sefer
Gönlümün içinde sultanım Ali
Ali’de görünen Billah Hak çehre
Hak buyurdu:”Keremullahu veçhe”
Ene natıku’l-Kur’an’sın, o yerde
Gönlümün içinde sultanım Ali
Ali’dir şeriat, hakikat ehli
Puta hiç tapmadan eyledi beli
Zülfikarı Hak’la kullandı eli
Gönlümün içinde sultanım Ali
Sahavette kimse sana eremez
Sadakatte kimse boy ölçüşemez
Cesarette seni kimse geçemez
Gönlümün içinde sultanım Ali
Ali Muhammed’in sırdaşı idi
Ledün’nü ilminin mazharı idi
Ehli hakikatin dervişi idi
Gönlümün içinde sultanım Ali
Resulü Ekrem’in vahdeti Ali
Ali’nin kesreti Muhammed idi
Kavseynde birdir Muhammet Ali
Gönlümün içinde sultanım Ali
İmamlar, Ehli Beyt emanet bize
Ehli Beyt’i sevmek farzdır mümine
Yandı hep âşıklar Kerbelâ ile
Gönlümün içinde sultanım Ali
Ali sen kendini Ali mi sandın
Yoksa Ali’den de gayrı mı sandın
Şükret sen Sabri’den Hakka bağlandın
Gönlümün içinde sultanım Ali
Muhammed şüphesiz beldetü’l-emin
Turabı Ali’dir emin beldenin
Bu topraktır mutlak aslı Adem’in
Gönlümün içinde sultanım Ali
Ali HAVUÇ
57
Ahmed Ziyaeddin SOYYİĞİT
Merkezden
DERVİŞ ALLAH’A GÖNÜL VEREN,
KADERİNE RAZI OLANDIR!
Üç mertebeyi çok iyi zevk edeceğiz. İyi bilelim ki, nispet fiil, nispet
sıfat, nispet vucuttan kurtulmadıkca şirki hafiden kurtulamayız.
Merkezden
58
Ahmed Ziyaettin SOYYİĞİT
Derviş, Allah’a Gönül Veren...
ki:
- Dervişin gönlünde Allah ve Resulu miraç eder.
Sevgili Okuyucular,
Derviş kimdir? diye bana soruyorlar...
Derviş, kul olmanın bütün vasıflarını
kendinde toplamış, Kur’an’la hemdem olup,
Muhammedî bir ahlâka sahip olandır. Telkine sadakat gösterir, Hakk’ın emirlerine itaat
eder. Varlığını benliğini terk ederek Hakk’ı
kendisine diyet ederek sevilen kul olur.
Niçin, neden, acabalara hiç takılmaz;
çünkü her tecellinin Hak’tan olduğunu bilir
ve zevk eder. İyilik eden, güzel konuşan, gönül yıkmayandır derviş. Enfüs, afak her zerreden Fail-i hakiki, Allah olduğunu bilir. Bu
rabıtanın zevkiyle bakınca hiç itirazı kalmaz.
Kardeşlerim,
Üç mertebeyi çok iyi zevk edeceğiz. İyi
bilelimki, nispet fiil, nispet sıfat, nispet vücuttan kurtulmadıkca şirk-i hafiden kurtulamayız. Dostlara tavsiyemiz bu üç mertebeyi
hakkıyla hakikatıyla zevk etmeleridir. Yaşantılarını bu şekilde idame ettirmelidirler.
Can mürşidimiz bizlere “Varlık benliklerinizi atmadan şirk fiilden filullaha, şirk sıfattan sıfatullaha, şirk vucuttan vücudullaha
geçilmez.” diyorlar. Hacı Baba buyuruyorlar-
Bir salikin gönlünde Allah ve Resulu’nun
miraç etmesi için o kardeşimizin tevhit suyuyla yani Lâ ilahe illallah Muhammedur rasulullah kelime-i tevhidiyle yıkanıp tertemiz
olmalıdır.
Dervişi kemale erdiren hak mürşidin telkinidir. Bu telkinle beraber nefsi mücadeleyi
kazananlarda söz sahibi Allah ve Resulu olur.
Değerli dostlar,
Bizleri Allahtan uzaklaştıracak kötü vasıfları üzerimizden atmalıyız. En başta gurur, kibir, öfke, inat ve haset... Bunlar şirk
olan vasıflardır. Dervişe yakışan Muhammedî yaşantıdır. Yalansız, riyasız, dedikodusuz,
fitne fesatsız bir yaşantıdır.
AVRUPA MERKEZ HACI BABA MELAMİ
DERGAHI’ndan selam ve sevgilerimizi gönderir sizleri Allah ve Resulune emanet ederiz.
Bu yeni dergimizde inşallah dostlarla
beraber güzellikleri paylaşıp zevk etmeyi gönülden temenni ediyoruz. Dergimizin kardeşlerimizin evlerinde bulunması çok faydalı
olacaktır.
Emeği geçen kardeşlerimizden Allah razı
olsun. Allah’tan muvaffakiyetler dilerim.
Merkezden
Ahmet Ziyaettin SOYYİĞİT
Sensin Benim Can Sultanım!
SENSIN BENIM CAN SULTANIM!
Şu gönlüme nazar eden
Zatın ile hemdem olduk
Yakıp yıkıp viran eden
Gönlümüzü sana verdik
Doyulmaz zevklere salan
Gece gündüz zikreyledik
Sensin benim can sultanım
Sensin benim can sultanım
Nefesiyle hayat veren
Beka yolu gösterensin
Varlığımın özü olan
Hakk’a vuslat ettirensin
Şirk i evhamdan kurtaran
Zahir batın bildirensin
Sensin benim can sultanım
Sensin benim can sultanım
Gözlerdeki perdelerden
Şirk-i hafiyi kaldıran
Kalplerdeki lekelerden
Hû sırrına erdirensin
Karanlıklardan kurtaran
Ahmet’ten görünen sensin
Sensin benim can sultanım
Sensin benim can sultanım
Gönüllerde taht kuransın
Ahmet Ziyaeddin SOYYİĞİT
Beni bana bildirensin
Efalimsin sıfatımsın
Sensin benim can sultanım
59
60
Hamza KILIÇ
Araştırdıkça
VICDAN VE NEFIS!
Kâinatın sahibi Allah’a hamd olsun ki vicdan, insanoğlu yaratıldığından beri kendisine musallat olan nefsine ve onu yöneten şeytana karşı, en etkin bir silah olarak her insanda hazırdır.
Araştırdıkça
Hamza KILIÇ
Vicdan ve Nefis!
nun” yani nefsin bilinçlenmesi, iyileştirilmesi, arınması olarak da kabul edilir.
Kıymetli Okuyucularım,
Kâinatın Sahibi, insanın içine hormonlar vasıtasıyla iki etkin güç koymuştur. Bunlardan biri “daima ve her zaman” kötülüğü
emreden nefis, diğeri de her zaman Allah’ın
emri doğrultusunda hareket eden ve kişiyi
sürekli doğru olana davet eden, ilahî bir sestir. Nefse, iyiyi ve kötüyü ilham eden bu ilâhi
ses, daha doğrusu yetenek “Vicdan”dır.
Bu iki güç Kur’an-ı Kerim de şu ayet ile
ifade edilir.
“Nefse ve ona iyilik ve kötülüklerini
ilham edene/vicdana yemin ederim ki”
(Şems,91/7-8)
İnsan davranışlarına yön veren bu iki
gücü çok iyi tanımamız gerekir.
VICDAN
Kelime manası: Sağduyu, insanın içindeki iyiyi kötüden ayırabilen duygu/yetenek/
güç.
Vicdan: İnsana, içinde bulunduğu şartlarda, hangisinin gerçekten de en doğru, en
akılcı karar, en uygun davranış şekli olduğunu ilham ederek gerçeği bulmasını sağlayan
ilâhi bir güçtür. Şaşmaz nitelikte bir terazidir sanki. O kadar hassastır ki onu aldatacak
hiçbir kuvvet yoktur. Bu nedenlerle vicdan,
Hakk'ı ve hakikati bulmanın en önemli araçlarından biridir ve kendi Yaratıcısı'na aşırı
derecede tutkundur. Diyebiliriz ki bütün varlığıyla Allah’la bağlantı halindedir.
Bilimin “süper ego” dediği vicdan, “ego’
Kâinatın sahibi Allah’a hamd olsun ki
vicdan, insanoğlu yaratıldığından beri kendisine musallat olan nefsine ve onu yöneten
şeytana karşı, en etkin bir silah olarak her
insanda hazırdır. Ama insanların pek çoğu
olaylar karşısında bu silahı devreye sokamaz
ya da sokmaya fırsat bulamazlar. Ama bazen
de vicdanları kabul ettiği halde gurur ve kibirleri nedeniyle vicdanlarının sesini hiç dinlemezler.
Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm
ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkâr
ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir
sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml, 27/14)
Ve yine insanlardan bir kısmı vicdanın
sesini dinler, gerçekleri kabul ederek kendini
kınadığı da olur ama bir müddet sonra yine
eski inanç ve inatlarına dönerler.
Olaylar başlayıp bittikten sonra çoğumuz
bir vicdan muhasebesi yaparız; ama ne yazık
ki artık iş işten geçmiştir. Herkes pişmanlığın ne kadar can yakıcı bir duygu olduğunu
tadıp yaşamıştır. İşte insan, düşünerek o etkin ve ilâhi gücü zamanında devreye sokabilirse, her işin doğrusuna varır ve pişmanlık
duygusundan kurtulur.
Ancak nefis, olaylar karşısında genellikle
baskın çıkmasını bilir ve çoğu zaman vicdanın sesi hiç duyulmaz ya da işi işten geçtikten sonra duyulur.
Yüce Allah, vicdanlarının sesini işitmeyenlerin kalplerinin katılaştığını hatta körleştiğini haber vermektedir.
“İnkârcılar vicdanlarına göre hareket
etmedikleri için kalpleri katılaşır. Ona
ayetlerimiz okunduğu zaman: “Geçmişlerin masallarıdır”dedi. Asla, hayır; onların
kazandıkları, kalpleri üzerinde pas tut-
61
Araştırdıkça
62
Hamza KILIÇ
Vicdan ve Nefis!
muştur.” (Mütaffifin , 83/13-14)
Buna rağmen insanın iç âleminde iyilik
ve kötülüğü ilham eden bu iki güç birbirini
bütünleyen iki unsurdur ve bir imtihan vesilesi olarak yan yanadır. Vicdanın hâkimiyeti
arttıkça nefis arınarak yücelir; öyle ki, nefs-i
emmâreden “nefs-i kâmile”ye kadar ulaşır.
Kur’an, nefsini kötülüklerden arındıranların kurtuluşunu müjdeler. Bu arınma yani
nefsin ıslahı, ancak özel bir eğitim sayesinde
gerçekleşir. Böylece vicdan, üstün hâkimiyetiyle her zaman ön plana çıkar. “...Yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındırıp-temizleyen gerçekten kurtuluşa ermiş, onu
kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.”
(Şems,91/7-9)
NEFIS
Kelime manası: Can, benlik, kişilik, ego.
Enfüsümüz/içalemimiz.
Nefis: Kulun sıfatlarının, huylarının, davranışlarının tümüne verilen addır.
“Benlik, yüzünü ulvî âleme, Allah’a çevirdiğinde ruh, süflî âleme, maddeye çevirdiğinde nefis adını alır”
Nefis deyince, sufiler bir şeyin varlığını
veya cismini değil, kulun iyi ve kötü görünen
huy, fiil, davranış ve eğilimlerini kastetmişlerdir. Onlara göre nefis, beden kalıbına verilmiş ve kötü huyların yeri olan bir latifedir.
Bu latifeye “Rûh-u Hayvâni” de denir.
Bilimin “kişilik” dediği davranış şekillerimiz yani nefsimiz, ferdin yaşam biçimini
oluşturan özellikleridir.
Kişilik kavramı, bireyin kendine özgü
olan ve başkalarından ayırt ettiren uyum, yaşam biçimini oluşturan bilinçli ya da bilinçdı-
şı biliş, duyguların ve davranışların tümüdür.
Bireyin kendine özgü olan ve başkalarından
ayırt ettiren uyum özelliklerini içerir.
Bu özellikler bireyin bilme, düşünme, algılama biçimi, belli durumlarda belli duygusal tepki gösterebilme yetenekleri, engelleme
ve çatışmalar karşısında baş etme ve savunma düzenekleridir. Nefsimiz olmasaydı ölüden farkımız olmazdı.
Diyebiliriz ki iyilikleri de kötülükleri de
üreten nefsimizdir. Ya da şöyle de diyebiliriz.
İyilikleri de kötülükleri de üreten hormonlarımızdır. Yani enfüsümüz/iç alemimiz hormonların kontrolü altındadır.
Bizleri hep kötülüğe sevk eden, kötülüğü emreden nefsin ismi “Nefs-i Emmâre”dir.
“Bedensel hazlara eğimli, lezzet ve şehvetle
emreden, kalbi sefil yönlere çeken mertebe.”
olarak tarif edilir.
Nefs-i Emmâre, insan yaşamına hâkim
olan ve daime kötülük üreten nefsin bir yönü
olmasına karşın,“Nefs-i Levvame”den başlayarak “Nefs-i Kâmile”ye kadar yükselen ve
bütün iyilikleri üreten yine aynı nefistir.
Kişilik bozukluğu olan her insanda, Nefs-i
Emmâre bütün haşmetiyle ön plana çıkar ve
her şeye egemendir. Ancak nefsin ıslâhı her
zaman mümkündür. Belirli bir eğitim sonrasında toparlanır ve vicdanın sesi ön plana
çıkarak kademe kademe kendisini yüceltir.
“..Kim inanır ve nefsini ıslah ederse onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (En’âm: 6/48)
Zikir ve Tevhit eğitimi nefsin ıslahı için
öngörülen en mükemmel bir eğitimdir.
Allah’a emanet olunuz!
63
AŞKULLAH DOLDUR!
Aşkın ile aşıklar yanar dururlar
Tevhidin tecellisi zikir iledir
Telkin üzre gidenler necat bulurlar
Şirkli amellerden kulu kurtarır
Enfüste ve afakta Hakk’ı görürler
Manalar hikmetler böyle açılır
Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur!
Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur!
Hak sevdiği kuluna zikir lütfeder
Varlığından soyun bak, sevgili sende
Kulun lisanından Allah zikreder
Ruhundan ruh üfler, diriltir tende
Kul Rabbine, Rabbi kula aşk ilan eder
Lâ şerike lek, sultan mülkünde
Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur!
Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur!
Zikirdir hayatın anlamı, tadı
Zikir seni yerden göğe çıkarır
Zikir ile açılır sırr-ı İlahi
Gördüğün Allah’a kulluk yaptırır
Vuslata erdirir, seven sevileni
Kul olmanın zevki böyle yaşanır
Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur!
Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur!
Zikrullah gönlümüzü siler temizler
HATİCE sıfatında sultan Allah’tır
Sahibine hazırlar, beytullah eder
Sultan çok kerim, daim ikramdadır
Vuslat orda yaşanır, kul miraç eder
Kullukta sultanlık büyük bayramdır
Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur!
Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur!
Zikirle çalışan el, hep hayır işler
Zikirle yürüyen, dosdoğru gider
Kendi için istediğin, herkese diler
Ey Rabbim, gönlümüzü aşkullah doldur!
Hatice ÖZERENLER
64
BUGÜN DOSTLAR BIR HÂL OLDUM
Ağlayanla ağlar oldum
Zuhuratta türlü esmâ
Gülen ile güler oldum
Firavn var hem de Musa
Her anı kendimde buldum
Tur oldum elimde âsâ
Bugün dostlar bir hal oldum
Bugün dostlar bir hal oldum
Acılıda acı tattım
Susayan toprağa rahmet
Dertliyi derdime kattım
Coşar Rabbinden muhabbet
Garip iye ağıt yaktım
Gül Bülbüle oldu cennet
Bugün dostlar bir hal oldum
Bugün dostlar bir hal oldum
Acıdan kurtulma yolu
Sabrimle erdim vahdete
Ara bir dostu ki ulu
Avdet ettim hem kesrete
Aça muhabbete yolu
Ademiyetle halvette
Bugün dostlar bir hal oldum
Bugün dostlar bir hal oldum
Varlık benlik sevdasından
Mürsel denildi adıma
Ayrılığın cefâsından
Özümü bil var tadıma
Kurtuldum nefs hevasından
Yol oldum ben Sultanıma
Bugün dostlar bir hal oldum
Bugün dostlar bir hal oldum..
Vahdeti buldum kesrette
Kesrete erdim vahdette
Kesret vahdetle halvette
Bugün dostlar bir hal oldum
Mürsel KARACA

Benzer belgeler