Faruk Furkan - Arzusu Cennet Olanlar

Transkript

Faruk Furkan - Arzusu Cennet Olanlar
MENÂHİL
Yayın No: 8
Kitap Ġsmi: Yön Veren Yazılar -2Yazar: Faruk Furkan
Tashih&Redakte: Hakan Demirci
Kapak Tasarım: Mehmet Ceran
Baskı Yeri: Çetinkaya Ofset (332 342 01 09)
Fevzi Çakmak Mah. Hacı Bayram Cad. No: 18
Karatay/KONYA
Baskı Tarihi: Ekim/2014
ĠletiĢim
Neda Kitabevi
ġemsi Tebrizi Mh. ġerafeddin sk.
No:25/H Karatay/KONYA
Tel: 0 332 350 46 87
Yön Veren
Yazılar
«2»
Faruk Furkan
Eylül/2014
İÇİNDEKİLER
İçindekiler———————————————————————————————————————4
Hutbetü‘l-Hâce——————————————————————————————————-----5
Önsöz-----------—————————————————————————————————————----6
İnternet Nimet midir, Yoksa Nikmet mi? ——————————————--9
Unutulmuş Bir Sünnet: “Tevbe Namazı” ———————————————25
Hayırlı Mümine Bir Kadın Olmak İçin —————————————----—-35
Kur‘ânî Bakışla Çocuk Eğitimi————————————————————-------61
Mescid Âdabı———————————————————————————————————87
Cuma Namazı Âdabı—————————————————————————————-95
Allah‘ın Kitabı Neyimize Yetmiyor! ————————————————----101
Moğol Kralı Cengiz Han ve „Yesak‟ Adlı Kanunnâmesi——--107
Rukye Tedâvisinde Ücret Alma Meselesi —————————————--121
Hayvanlarda Sizin İçin Bir İbret Vardır—————————————-----145
Selefîlik İddiasında Bulunan Sözde Selefîlere——————————--151
HUTBETÜ’L-HÂCE
Hamd Allah’a özgüdür. O’na hamd eder, O’ndan yardım ister ve O’ndan bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden, yaptıklarımızın kötülüklerinden O’na sığınırız. Allah kime hidayet
ederse onu saptıracak yoktur. Kimi de saptırırsa onu doğru yola
sevk edecek biri bulunmaz. Allah’tan başka hiçbir (hak) ilahın
olmadığına, O'nun tek ve ortağı bulunmadığına şahitlikte bulunur, Hz. Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in O’nun kulu ve
Rasûlü olduğuna tanıklık ederiz.
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sizler kesinlikle Müslüman olarak ölün.” (Âl-i İmrân Sûresi, 102)
“Ey insanlar! Sizi bir tek canlıdan yaratan, ondan
eşini vücuda getiren ve o ikisinden birçok erkekler
ve kadınlar üreten Rabbinize karşı gelmekten sakının. Adını anarak birbirinizden dilekler dilediğiniz
Allah’tan korkun. Rahimlerin haklarına saygısızlıktan da sakının. Şu bir gerçek ki Allah, Rakîb’dir,
sizin üzerinizde sürekli ve titiz bir gözetleyicidir.”
(Nisa Sûresi, 1)
“Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz
söyleyin ki, Allah amellerinizi düzeltsin ve günahlarınızı affetsin. Allah’a ve O’nun resulüne itaat
eden, gerçektende büyük bir başarıyı elde etmiştir.”
(Ahzâb Sûresi, 70, 71)
En doğru söz, Allah’ın kelamı ve en doğru yol, Muhammed
sallallâhu aleyhi ve sellem’in
rehberlik ettiği yoldur. Yoldan saptıran
en şerli şeyler, bidatlerdir (dine sonradan eklenen şeylerdir.)
Dine sonradan eklenen her şey bidattir. Her bidat sapkınlıktır ve
her sapkınlık da ateşe/cehenneme götürür.
ÖNSÖZ
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Kısa bir süre önce Allah‘ın lütfu ve keremi ile farklı zaman dilimlerinde kaleme almıĢ olduğumuz “Yön Veren Yazılar 1” adlı
eserimizi derlemiĢ ve siz değerli okuyucularımızın istifadesine
sunmuĢtuk. Allah‘a hamd olsun ki, o kitabımıza sizden gelen
tepkiler çok olumlu ve müspet oldu. Birçok kardeĢimiz, içerisindeki ―yön veren yazılar‖dan gerçekten de ―yön‖ aldıklarını ve
bunlar sayesinde Rablerine giden yolda bir adım daha öteye gittiklerini ifade etti. Durum böyle olunca bu bizi “Yön Veren Yazılar 2” adlı eserimize hız vermeye ve kardeĢlerimizin, Rablerine
giden yollarında bir adım daha öteye ulaĢmalarına yardımcı olmaya sevk etti.
ĠĢte Ģimdi “Yön Veren Yazılar 2” adlı eserimizle siz değerli
kardeĢlerimizle yeniden buluĢtuk… Umarım Rabbim, burada kaleme alınmıĢ yazılardan sizleri müstefîd kılar; bunlar sayesinde
daha çok hayra yönelmenizi, daha fazla iyiliğe imza atmanızı kolaylaĢtırır. Bizleri de –inĢâallah– buradan gelecek ecirlerden
nasipdâr kılar.
Rabbim buradaki hak bilgilerle öncelikle bizleri, sonra da siz
değerli kardeĢlerimizi âmil eylesin; Ġslâm‘ı en güzel Ģekilde yaĢamayı bizlere kolaylaĢtırsın ve bizleri, dehĢeti her tarafı saran kıyamet gününün azabından muhafaza buyursun. ġüphesiz ki O,
duaları iĢiten ve en güzel Ģekliyle onlara icabet edendir.
Faruk Furkan
İNTERNET NİMET MİDİR,
YOKSA NİKMET1 Mİ?
Allah subhânehu ve teâlâ, insanoğluna sayısız nimetler bahĢetmiĢtir. Bu nimetleri saymak veya saymaya kalkıĢmak
mümkün olmadığı gibi, olanaksızdır aynı zamanda.
“O size istediğiniz her şeyden verdi. Eğer Allah‟ın
nimet(ler)ini saymaya kalksanız sayamazsınız. Kuşkusuz insan çok zalim, çok nankördür!” (İbrahim, 34)
Evet, bu ayet bizlerin istediği, arzuladığı ve temenni ettiği her meĢru Ģeyin Allah tarafından verildiğini ifade etmektedir.
Ġnsanoğlunun tarihin derinliklerinden bu yana isteyip
arzuladığı nimetlerin baĢında hiç Ģüphesiz ki, ilme ve bilgiye
―Nikmet‖ kelimesi Arap dilinde felaket, âfet ve musibet gibi anlamlara
gelmektedir.
1
10
Yön Veren Yazılar -2-
kolay ulaĢma arzusu gelir. Biyografi kitaplarını birazcık karıĢtıranlar, özellikle ilimle uğraĢan kimselerin bilgiye ulaĢmak için ne kadar büyük çabalar sarf ettiklerini ve bu amaç
uğruna nice zorlu rıhleler/ilim seyahatleri gerçekleĢtirdiklerini çok net bir biçimde görecektir. Hatta bazen sadece bir
hadisi tashih etmek veya hadisin kendisine nispet edildiği
Ģahsın onayını almak için deve ile bir aylık mesafelere yolculuk etmiĢlerdir. Kim bilir belki de böylesi insanların ettiği
samimi dualar sayesindedir ki, Allah Ģu çağda yaĢayan Müslümanlara ilme, bilgiye ve malumata kolay ulaĢabilecekleri
bir imkân yaratmıĢtır. Bu açıdan bakıldığında internet gerçekten de büyük, hem de çok büyük bir nimettir. Sayesinde
ilme ve bilgiye ulaĢmak çok kolay olduğu gibi, inancımızı
yaymak ve bu noktada hiçbir zahmet görmeden binlere,
hatta milyonlara ulaĢmak da çok kolaydır. Eskiden bir Ģeyi
kayda alabilmek ve onu insanlara ulaĢtırmak dünyanın en
zor iĢlerinden birisi kabul edilirmiĢ. Ama bu gün bu dünyanın en kolay iĢlemlerinden birisi sayılmakta, hatta çocukların bile rahatlıkla yapabileceği basit bir olay olarak değerlendirilmektedir.
Yine dünyada hiç görmeyeceğimiz veya görme olasılığına hayatımız boyunca hiç nail olamayacağın nice âlimin
vaaz ve sohbetleri internet sayesinde ayağımıza kadar gelmekte ve son derece rahat bir Ģekilde onların ilimlerine sahip olmaktayız. Eski âlimlerin ulaĢmak ve elde etmek için
hayatlarını tükettikleri bu ilim ve âlim nimetini, hiçbir zorluk olmadan ayağımıza getirerek bize lütufta bulunan Rabbimize hiç Ģükredilmez mi?
Faruk Furkan
11
Nimetin Şükrü, Nimetin Cinsinden Olur
Bu zâviyeden değerlendirildiği zaman internet Allah‘ın
çok büyük bir lütfu, Ģükrü eda edilemeyecek bir nimetidir.
Hayra ve fazilete kullanıldığı sürece de nimet olmaya devam edecektir.
Malum olduğu üzere her nimetin bir Ģükrü vardır ve bu
Ģükür nimetin cinsinden olur. O halde internet nimetinin
Ģükrü nedir ve nasıl olur?
Bu nimetin Ģükrü hiç Ģüphesiz onu; hakkı elde etme,
gerçekleri yayma ve doğruları paylaĢma yolunda kullanarak
eda edileceği gibi, Allah‘ın razı olmayacağı ve asla
müsâmaha göstermeyeceği iĢlerde onu kullanmaktan uzak
durarak yerine getirilir. Bu bağlamda harama bakmamanın
ve haram Ģeylere kulak vermemenin önemi çok büyüktür.
Eğer bir insan bu nimeti bir harama bakma veya bir haramı
dinleme uğrunda aracı kılıyorsa, o zaman bu nimet
―nikmet‖e, yani bir felakete dönüĢür.
Bu nedenle bir müslümanın; bu nimeti nasıl kullanması gerektiğini, onun helal-haram sınırlarını ve ondaki caizlik
alanının boyutlarını öğrenmesi zaruridir. Aksi halde her an
harama düĢebilir.
Her nimette olduğu gibi, internet nimetinde de bazı
sakıncalar ve dikkat edilmesi gereken noktalar vardır. Eğer
bunlara dikkat edilmezse, Allah korusun nimet, üstte de
vurguladığımız gibi ―nikmete‖ dönüĢür. Bu nimeti nikmete
dönüĢtürmemek için aĢağıda zikredeceğimiz Ģeylere dikkat
etmek gerekmektedir. Tabii ki bu sayılacak Ģeyler internette dikkat edilmesi gereken ―her Ģey‖ değildir. Bunların ha-
12
Yön Veren Yazılar -2-
ricinde de dikkat edilmesi gereken birçok madde bulunmaktadır. Biz, bir yazının verdiği imkân ölçüsünde bunlara
temas etmeye gayret edeceğiz; detaya inmek isteyen kardeĢlerimiz, ilgili meseleye dair yayımlanan yazı veya dersleri inceleyebilirler. Rabbim hepimizi, dünya ve ahiretimize zarar
verecek her türlü fitne ve fesattan muhafaza buyursun.
● İnternet, Zaman Katilidir.
Zaman, insanoğlu için en değerli sermayedir. Maldan,
mülkten ve her türlü metadan dağa değerlidir. Zira mal ve
mülk zamanla satın alınabilirken; zaman, mal ve mülkle satın alınamamaktadır. Hikmetli bir sözde de ifade edildiği
gibi,
‫امَواقِت جشرتي ابملواقِت و املواقِت ال جشرتي ابمَواقِت‬
“Yakutlar zamanla satın alınır; zaman ise, yakutlarla satın alınmaz!”
Efendimiz aleyhisselâm, insanların bu nimete karĢı duyarsız olduklarını ve onun değerini bilmediklerini Ģu sözleri ile
ifade etmiĢtir:
―İki nimet vardır ki, insanlar onlar hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.‖ (Buharî)
Ġnsanlar vakitlerini nerede harcadıklarından ve ömürlerini nerede tükettiklerinden mutlaka hesaba çekileceklerdir:
―Hiçbir kul, kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden
kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıp-
13
Faruk Furkan
rattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden (bir adım
öteye) kıpırdayamaz.‖ (Tirmizî)
Allah‘ın kendilerine cihad, tebliğ, davet, insanları doğruya ulaĢtırma… gibi çok büyük görevler yüklemiĢ olduğu
Müslümanlar, maalesef hâlâ bu hakikatin Ģuuruna varamamıĢ durumdalar. Gecesi-gündüzü, sabahı-akĢamı tebliğ
ve davet ile geçmesi gereken tevhid ehli insanlar, internetin kötülüklerinden veya onun baĢında boĢ vakit geçirmekten daha kendilerini kurtaramamıĢ haldeler.
Acaba Ġslam‘ın hâkim olmadığı bir diyarda bu kardeĢlerin boĢa geçirecek vakti mi var ki? Hele hele bir de Ġslam‘ı
bilen, anlatmasını beceren ve insanları doğru yola sevk
edecek vasıtaları kullanmayı beceren müslümanların? Bunların hiç boĢ vakti olabilir mi? Bunların iĢ ve görevleri, aslında vakitlerinden çok çok daha fazladır. Tıpkı Üstat Hasan el-Bennâ‘nın dediği gibi:
‫واجباثنا ألرث من أوقاثنا‬
―Görevlerimiz vaktimizden çoktur.‖
Veya bugünkü meĢhur Ģekliyle
―İşimiz vaktimizden çoktur.‖
Müslümanlar nasıl olurda ömürlerini boĢa geçirip âtıl
ve bâtıl iĢlerin esiri olabilirler? Ġnsanlara dinlerinin hakikatlerini anlatmak için her Ģeylerini, özellikle de vakitlerini feda etmeleri gerekirken, nasıl olurda gâfilce davranıp boĢ iĢlerle uğraĢabilirler?
Bu gün bizleri en çok meĢgul eden vasıtalardan birisi
hiç Ģüphesiz ki internettir. Neredeyse girmediği ev, bulun-
14
Yön Veren Yazılar -2-
madığı ortam kalmamıĢtır. Eğer bu vasıta Allah‘ın razı olduğu miktarda ve hoĢnut olacağı kadarıyla kullanılmazsa,
baĢa bela olur. Bu nedenle kardeĢlerimizin bu nimetten yararlanırken;
1- Dinlerini öğrenmeye engel olmamasına,
2- Namaz gibi farz ibadetleri aksatmamasına veya geciktirmemesine,
3- Yeterli miktarı aĢmamasına özen göstermeleri gerekmektedir. Aksi halde internet onlar için bir günah aracı
olur.
● İnternet, Gizemler Dünyasıdır.
Ġnternet, insanların kendilerini oldukları gibi değil, olmak istedikleri gibi lanse ettikleri ilginç bir dünyadır. Ġnternete takılan, chatleĢme yapan ve zamanını o âlemde geçiren ne kadar insan varsa –Allah‘ın rahmet ettikleri müstesna– hemen hepsi kendilerini farklı bir tarzda, farklı bir
kiĢilikte takdim etmektedirler.
Ömründe hiç cihad etmediği halde kendisini sanki cihadın en üst komutanı gibi gösterenler… Ġlimden miskal-i
zerre nasibi olmadığı halde sanki bölgenin en büyük âlimiymiĢ gibi kendilerini lanse edenler… Hayâsızlığın her
türlüsünü iĢledikleri halde kendilerini ―hayâ abidesi‖ gibi
tanıtanlar… Ġslamî kılık-kıyafete sahip olmadıkları halde
sanki ashab-ı kiram gibi giyiniyormuĢçasına kendilerini gösterenler… Ve daha neler, neler…
Faruk Furkan
15
Birisi anlatmıĢtı… Bir kız, aslında peçeli olmadığı halde insanların kendisini öyle tanımaları için Face‘de kendisini peçeliymiĢ gibi takdim ediyor ve ana sayfasına sanki
kendi fotoğrafıymıĢ gibi peçeli bir bayan resmi koyuyormuĢ!
Subhanallah! Bu bir aldatma, bir kandırmaca değil midir? Bir Müslüman nasıl olurda kendisini farklı bir Ģekilde,
farklı bir veche ile tanıtabilir? Bir insanın bir yüzü olur;
eğer iki yüzü varsa, o insan –mümin olmak Ģöyle dursun–
tam bir münafık olmaz mı?
Acaba böyleleri, ortaya koymuĢ oldukları bu iğrenç
amelle Efendimiz aleyhisselâm‘ın: ―Kıyamet günü Allah katında
en şerli insanların, birilerine bir yüzle, diğerlerine bir başka yüzle giden ikiyüzlü insanlar olduğunu göreceksiniz‖ (Buharî, Müslim) hadisinde anlatılan kimselerden olmazlar mı?
ĠĢte böylesi bir Ģey, insanı mümin kimliğinden sıyırıp
ikiyüzlü münafık bir insan kimliğine bürür. Böyle olmamak
için bu tür iĢlerden uzak durmalı ve kendimizi olduğumuz
gibi tanıtmalıyız.
ĠĢte internet böylesi bir âlemdir. Kimseye hesap sorul(a)madığı ve yaptıklarından dolayı hiçbir Ģahıs muâheze
edil(e)mediği için herkes kendisini istediği gibi ortaya koymakta ve tanıtmaktadır. Üstte de dediğimiz gibi internet,
insanların kendilerini oldukları gibi değil, olmak istedikleri
gibi tanıttıkları gizemli, ilginç, farklı ve acîp bir dünyadır.
● İnternet, Allah’ı Anmaktan Alıkoyar.
Ġnternetin en büyük zararlarından birisi de, insanı Allah‘ı zikretmekten, dinini öğrenmekten, namazdan ve ben-
16
Yön Veren Yazılar -2-
zeri ibadetlerden alıkoymasıdır. Oysa insanı hiçbir Ģey Rabbini zikretmekten ve namazdan alıkoymamalıdır. ġunu aklımızdan hiç çıkarmamalıyız ki, Allah‘ı anmaktan alıkoyan
her Ģey –ki bunun çoluk-çocuk, mal-mülk, alıĢ-veriĢ veya
internet olmasının hiçbir farkı yoktur– kıyamet gününde
insanı zarara uğratacak ve onun için bir hüsran vesilesi olacaktır. Rabbimiz Ģöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sakın ha
sizi, Allah‟ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu
yaparsa, işte onlar hüsrana/ziyana uğrayanların ta
kendileridir.” (Munafikûn, 9)
Allah
subhanehu ve teâlâ,
Maide suresinde içki ve kumarı
yasaklarken buna gerekçe olarak birkaç husus zikretmiĢ ve
en sonunda Ģeytanın bunlarla bizleri Allah‘ı anmaktan ve
namazdan alıkoymak istediğini belirtmiĢtir. Rabbimiz Ģöyle
buyurur:
“Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve
kin sokmak; sizi Allah‟ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?” (Maide, 91)
Bu ayette Allah subhanehu ve teâlâ‘nın içkiyi ve kumarı yasaklama nedenlerinden söz edilmektedir. Bunlardan bir tanesi de bizlerin Allah‘ı anmaktan ve namazdan alıkonmasıdır. Ġnsan, içki ve kumarla meĢgul olduğunda Rabbini zikredememektedir. Meseleye bu zaviyeden bakıldığında internette tıpkı bu ayette anlatıldığı gibi, bizleri Allah‘ı anmaktan ve namazdan alıkoyabilmektedir. Eğer durum böyle
Faruk Furkan
17
olursa, o zaman internette haram olur ve kullanılması, uğraĢılması, baĢında vakit geçirilmesi caiz olmaz.
● İnternet, Zararı Faydasından Çok Olan Bir Ortamdır.
Ġnternet –giriĢte de söylediğimiz gibi– inkâr edilemez
birçok faydası olan bir vasıtadır. Ama bunun yanında zararları da azımsanmayacak kadar çoktur. Hatta zararı, araĢtırmacıların ittifakıyla genel anlamda faydasından daha fazladır. Bu nedenle Müslüman bir Ģahsiyet, interneti kullanırken ―Benim için faydası mı daha çok yoksa zararı mı?‖
diye mukayese yapmalı ve fıkhını bu esas üzere belirlemelidir. Eğer internetin zararının daha fazla olduğunu görürse,
hemen zararları bertaraf etmeli; Ģayet beceremiyorsa ondan
bütünüyle vazgeçmelidir. ―Ben bunu beceremem, vazgeçemiyorum, bu devirde bunsuz olmaz‖ gibi mazeretlerin ardına sığınmamalı, cennetin talibi olduğunu ve onun uğrunda her
Ģeyden vazgeçebileceğini tekrar tekrar kendisine hatırlatarak bu günah makinesinden bir an önce kurtulmalıdır.
Bu bağlamda, Rabbimizin içki ve kumarı yasaklarken
gözetmiĢ olduğu hikmetlerden birisini vurgulamamız yerinde olacaktır.
Bilindiği üzere içki ve kumarda ticarî olarak ve gelir
elde etme bakımından çok ciddi bir takım menfaatler vardır. Hele birde bu, Araplar gibi içkiyi suya tercih eden ve
vakitlerinin büyük bir kısmını kumar eksenli oyun ve eğlencelerle geçiren bir toplum üzerinde düĢünüldüğünde, ticarî anlamdaki faydasının ne kadar büyük olduğu daha da
iyi anlaĢılacaktır. ĠĢte böylesi bir topluma Rabbimiz, içki ve
18
Yön Veren Yazılar -2-
kumarı yasaklarken bunlarda bir takım faydaların olduğunu; ama zararı faydasından daha çok olduğu için yasak kılınması gerektiğini belirtmiĢtir. Rabbimiz Ģöyle buyurur:
“Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: Onlarda hem
büyük bir günah, hem de insanlar için bazı menfaatler vardır. Ama günahları menfaatlerinden daha büyüktür.” (Bakara, 219)
Ġnternette de bizler için bir takım menfaatlerin olduğu
kesindir. Ama her ne zaman ki kötülüğü iyiliğine baskın gelir, zarar ve günahı fayda ve sevabından daha fazla olursa, o
zaman onu terk etmek ve menfaatlerini göz ardı ederek bütünüyle ondan uzak durmak kaçınılmaz olur.
Ġnsan, internet baĢında hayırlı bir iĢ yapayım derken
bazen müstehcen resimlere bakmak suretiyle, bazen boĢ iĢlerle uğraĢarak, bazen de teblîğ adı altında bayanlarla
chatleĢerek her an harama bulaĢabilir. Eğer kiĢi kendisini
bu tür haramlara düĢmekten alıkoyamıyorsa, o zaman internet kullanması caiz olmaz; onu terk etmesi emredilir.
Bu gün internet baĢında vakit öldürdüğü halde dinin
en önemli meselelerinden cahil kalan nice insanlar vardır.
Bu insanlar, saatlerce internet baĢında kalıp faydasız muhabbetlerle Allah‘ın kendilerine bahĢetmiĢ olduğu en değerli nimetlerden birisi olan zamanı katlederek dinlerini öğrenmekten geri duruyorlar. Eeee bu insanların daha sonra
kalkıp cehaletin mazeret olacağını savunmalarından daha
doğal ne olabilir ki?!
Faruk Furkan
19
Kimileri de bu sanal âlemdeki muhabbetler nedeniyle
gece geç saatlere kadar klavye baĢında, sözüm ona cihad
ediyor, sonrasında Allah‘ın kendisine farz kılmıĢ olduğu sabah namazını kaçırıyor! Sormak gerek, acaba klavye cihadı
mı, yoksa sabah namazına kalkmak için nefis cihadı mı daha önemli?!
Bazıları ise bu ortamda baĢka bir amaçla değil, sadece
kendilerine din öğretmek için(!)bayanlarla yazıĢıyorlar. Niyetlerinde din tebliğinden baĢka bir amaç yok ama!.. Hatta
tebliğin daha fazla fayda vermesini sağlamak ve beden dili
ile etkiyi artırmak için kameraları bile açıyorlar! Bunu da
sadece davet kastıyla yapıyorlar! Sonrasında nemi oluyor?
Etkileyen yazıĢmalar, uygunsuz görüĢmeler, harama düĢüren bakıĢmalar ve… ġer‘î olmayan evlilikler!.. Hem de
birkaç ay bile sürmeyen, adeta muta nikâhına benzeyen evlilik görünümündeki birliktelikler!
Bu, gerçektende böyle… DuymuĢ olduğumuz onlarca
vaka, Ģahit olduğumuz sayısız olay bunun en büyük delili.
Daha birkaç ay önce Face‘den klavye mücahidi birisi
tarafından kandırılan küçük bir kızın yaĢadıklarını unutmuĢ
değiliz. Ve yine evli olduğu halde Face‘den tanıĢtığı bir erkeğe kaçan bir tanıdığımızın eĢinin yaptıkları ise hâlâ kulaklarımızda çınlamakta. Tüm bunlara rağmen nasıl olurda
Müslüman babalar, evde sıkılıyorlar gerekçesiyle çocuklarına internet alabilir ve sanal âlemde tanımadığı insanlarla
görüĢmelerine izin verebilirler?
EleĢtirdiğimiz zaman ise ―Ben çocuklarımın paylaĢımlarını takip ediyorum. Onlar benim kontrolümdeler‖ diye ce-
20
Yön Veren Yazılar -2-
vap veriyorlar. Üstte anlattığımız vakaları yaĢayanlar da çocuklarından haberdardılar. Onlar da çocuklarının paylaĢımlarını takip ediyorlardı. Ama Ģimdi ortada kendisine ‖iffetsiz‖ denilen bir kız ve iğrenç yollarla elde edilmek istenmiĢ toy bir yavru var. Bunun hesabını kim verecek? Kim
üstlenecek bunun sorumluluğunu?
ĠĢ lafa gelince herkes devlet kurma peĢinde. Vakıada
ise adam evinde bile devletini kuramamıĢ… Ne diyelim Allah Ģuur versin.
Hâsılı, tüm bunlar internetin ve internet âleminin bizlere verdiği zararlardan bazıları. Bizlerin bu zararları görmezden gelmesi olamaz. Ġnternet kullanan herkesin bir an
önce bu zararları tespit etmesi ve kâr-zarar karĢılaĢtırması
yaparak takip edeceği yolu belirlemesi gerekmektedir.
● Chatleşmek mi, Çiftleşmek mi?
Üstte de bir nebze değinmeye çalıĢtık, internet sahte
dostlukların, yalancı aĢkların ve meĢru olmayan iliĢkilerin
gerçekleĢtiği bir ortamdır. Ġnsanlar chatleĢme adı altında
sanki çiftleĢmek için yazıĢıyorlar. Elbette ki yazıĢan herkes
bu amacı güdüyordur, demiyoruz; ama genel olarak değerlendirdiğimiz zaman insanların isteyerek veya istemeyerek
buna sürüklendikleri inkâr edilemez bir gerçektir. Bu nedenle internet ortamında bizlere helal olmayan kimselerle
chatleĢmemiz, yazıĢmamız, konuĢmamız –davet amaçlı bile
olsa– asla uygun değildir.
Peki, neden uygun değildir?
Cevap: ―Sedd-i Zerâi‖ açısından...
Faruk Furkan
21
Sedd-i Zerâi, harama götüren mubah vesilelerin önünü
kesmek, günaha sevk eden tüm yolları tıkamak anlamında
kullanılan bir fıkıh usulü terimidir. Ġslam bu konuyu, hükümler belirlerken dikkat-i nazara almıĢ ve harama götüren
her türlü mubah yolun önünü tıkamıĢtır. Ortada bir günah
varsa, o günaha sevk eden her türlü mubah iĢi de günah
saymıĢ ve Müslümanlardan o vesileyi terk etmelerini istemiĢtir. Örneğin zina haramdır; zinaya sevk ettiği için yabancı kadının avret yerine bakmak ve onunla baĢ baĢa halvet durumunda kalmak da haramdır. Cuma namazı farzdır;
mazeretsiz terki haramdır. O vakit içerisinde yapılan ticaret, alıĢ-veriĢ ve benzeri akitler sırf bu farzı terk etmeye sebebiyet vereceği için yasaktır.
Örnekleri bu Ģekilde çoğaltabiliriz.
Sedd-i Zerâi‘nin Kur‘an ve Sünnetten birçok delili
vardır. En‗am sûresi 108. âyet, bunun en açık delillerinden
birisidir. Rabbimiz Ģöyle buyurur:
“Onların Allah‟tan başka dua ettiklerine sövmeyin,
aksi halde onlar da bilmeyerek haddi aşıp Allah‟a söverler.”
Aslında putlara hakaret etmek, onları kötülemek, onlarla alay etmek Ġslam‘ın aslıdır. Lakin bu iĢ, onların da Allah‘a sövmelerine vesile olacağı için yasaklanmıĢtır. Neticede geriye sadece putların batıl olduğunu anlatmak ve onların yanlıĢa götürdüklerini beyan etmek kalmıĢ, sövmek ve
hakaret etmek nehyedilmiĢtir.
22
Yön Veren Yazılar -2-
ChatleĢme meselesine de bu açıdan baktığımız zaman;
meĢru olmayan iliĢkileri tetiklediği, karĢı cinsle arada ünsiyet oluĢmasına vesile olduğu ve evli insanları bile baĢtan
çıkarttığı için bunun da caiz olmadığını söylememiz mümkündür. Hatta davet amacıyla veya karĢı tarafa tebliğ yapma gayesiyle bile olsa, bu hükmün değiĢmeyeceğini, harama
sürükleme ihtimali olduğu sürece bu günahın devam edeceğini çok net bir Ģekilde ifade edebiliriz.
Bu nedenle kardeĢlerimizin, alâ külli hâl karĢı cinsle
chatleĢmemesi, her ne tür maslahat olursa olsun, kendilerine haram olan kimselerle konuĢmaması gerekmektedir.
Hem evliliklerde referans olmadan nasıl birisine gidilebilir? Huyu nedir? Suyu nedir? Karakteri nasıldır? Ahlakî
konumu nedir? Gerçekten tevhid ehli midir? Nasıl bir yapıya sahiptir? Tüm bunlar bilinmeden nasıl olur da birisi ile
evlenme giriĢiminde bulunulabilir?
Bu tür yollarla evlenip bir ay içerisinde boĢanan kaç kiĢiyi tanıyoruz. Kaç kiĢinin yaĢadığı Ģehrin dıĢından tanımadığı, referansı olmayan birisi ile evlenip daha aradan birkaç
hafta geçmeden boĢandığını biliyoruz. ĠĢte bu nedenle, bu
tür yollarla evlilik gerçekleĢtirmek veya bunun gayreti içerisinde olmak son derece hatalı, tutarsız ve etik olmayan bir
yoldur.
● Chatleşmelerde Yalan Diz Boyudur.
Klavye karĢısında kendisini görmeyen kimselere karĢı
söylenen yalanlar, tıpkı yüz yüze söylenen yalanlar gibidir.
KiĢi klavyenin baĢında erkek olduğu halde bazen kendisini
Faruk Furkan
23
kadınmıĢ gibi tanıtarak arkadaĢlarını kandırıyor veya onları
deniyor. Aynı Ģekilde kadın olduğu halde bazen kendisini
erkekmiĢ gibi tanıtabiliyor. Bu, yalan ve aldatmaca değilse,
nedir?
Yine aynı Ģekilde kiĢi bazen evli olduğu halde kendisinin bekâr olduğunu söyleyerek karĢı cinsi kendisiyle evlenmeye ikna etmeye çabalıyor. Elbette tüm bunlar yalan
çeĢitlerindendir.
Mücahit olmadığı halde cihad eri gibi kendisini tanıtanlar… Âlim olmadığı halde âlim imajı verenler… Zengin
olmadığı halde zengin olduğunu söyleyenler… Daha neler,
neler…
Bunların her biri eğer söyledikleri gibi değillerse, Ġslam
nazarında yalancı ve sahtekâr insanların ta kendileridir. Bir
müslamanın bu tür karakter bozukluklarından, Ģahsiyetsizliklerden ve aldatmaya dayalı iliĢkilerden uzak durması gerekmektedir. Acaba o klavyenin baĢında ki Allah‘ın Rasulü
olsaydı, bu sayılanları yapar mıydı? Eğer o yapmayacaksa biz
ümmeti olarak neden yapıyoruz?
Buna dikkat etmeli ve Ģayet böyle bir tavrımız varsa
tevbe ederek hemen vazgeçmeliyiz ve unutmamalıyız ki:
“Yalanı, ancak Allah‟ın âyetlerine inanmayanlar
uydurur. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir. (Nahl,
105)
Ve ―Bizi aldatan bizden değildir.‖ (Müslim)
Buraya kadar yazdıklarımız, internetin zararlarından
belki bir-kaç Ģeydir. O kadar zararı vardır ki, bunlar yaz-
24
Yön Veren Yazılar -2-
makla, çizmekle bitmez. Buradakiler devede kulak misali
üç-beĢ hatırlatmadan ibarettir. Kalbi olan, kulak veren ve
öğüt almak isteyenlere yeterlidir inĢâallah. Rabbim, yazdıklarımızla önce bizleri, sonra da tüm okuyanları âmil eylesin.
“Hiç kuşkusuz ki bu (anlatılanlar)da, (duyarlılığını
yitirmemiş bir) kalbi olan ya da pür dikkat kesilerek
kulak verebilen kimseler için bir uyarı, bir öğüt
vardır.” (Kâf, 37)
UNUTULMUŞ BİR SÜNNET:
“TEVBE NAMAZI”
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem‘le aramızdaki 1400 küsur
yıllık uzun dönem, birçok sünnetin unutulmasına, terk edilmesine ve hayattan uzak kalmasına neden olmuĢtur. Kimileri
bu sünnetleri kasıtlı terk ederken, kimileri ise gaflet ve tembellikleri yüzünden terk etmiĢ ve neticede bu sünnetler bir bir
unutulmaya yüz tutmuĢtur.
Terk edilen veya unutulan sünnetleri ihya etmek ve yeniden uygulanır hale getirmek büyük bir ecir elde etmeye vesile olduğu gibi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem‘in sevgisini kazanmaya ve cennette O‘na komĢu olmaya da vesiledir aynı
zamanda. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Enes b. Mâlik
radıyallahu anh‘a Ģöyle buyurmuĢtur: ―Yavrucuğum! Hiçbir kimseye karşı kalbinde bir hile ve kin beslemeksizin sabahlamaya ve
akşamlamaya gücün yeterse bunu mutlaka yap. Rasûlullah
26
Yön Veren Yazılar -2-
sonra Ģöyle devam etti: ―Yavrum! İşte benim sünnetim budur. Kim benim sünnetimi yaşatırsa beni sevmiş olur. Beni seven de Cennet‘te benimle birlikte olacaktır.‖2
sallallahu aleyhi ve sellem
Yine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Bilâl b. Hâris‘e: ―Bil
bakalım‖ buyurdu. Bunun üzerine Bilâl radıyallahu anh: ―Neyi bileyim, ey Allah‘ın Rasûlü!‖ dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem de: ―Benden sonra sünnetimden kaldırılan bir sünneti kim
ihya edip ortaya çıkarırsa ona, o sünnetle amel edenler kadar sevap
vardır. Amel edenlerin sevapları da hiç eksiltilmez. Ve yine her kim
de, Allah ve Rasûlünün razı olmadığı, sonradan çıkan bir bidati
ortaya çıkarırsa, o kimseye o bidatle amel edenlerin günahları da
birlikte yazılır ve onların günahlarından da hiçbir şey eksiltilmez,
buyurdu.‖3
Bir baĢka hadisinde de Ģöyle buyurmuĢtur:
―Ümmetimin bozulduğu/fesada uğradığı dönemlerde
sünnetime sarılan kimseye şehid ecri verilecektir.‖4
İnsanoğlu Günahkârdır
Ġnsanoğlu günahtan halî değildir. Her an günah iĢlemeye ve her durumda hata yapmaya müsait bir pozisyonda
yaratılmıĢtır.
‫ وخري اخلطاءٍن امخوابون‬،‫لك بين آدم خطاء‬
―Bütün insanoğlu günahkârdır; günahkârların en hayırlıları ise çokça tevbe edenlerdir.‖5
Tirmizî, 2678.
Tirmizî, 2677.
4 Daîfu‘l-Camii‘s-Sağîr, 5913. Bu hadis senet itibariyle zayıftır.
5 Tirmizî, 2499.
2
3
Faruk Furkan
27
Ġnsan, günahsız ve hatasız olamaz. Mutlaka yanlıĢ yapar,
kusur iĢler, hataya düĢer.
‫ َو َجا َء بِقوم‬، ‫اَّلل ِب ُ ُْك‬
ُ ‫ َ ََّلى ََب ذ‬، ‫َو ذ ِاَّلي ن َ ْفيس ِب ََ ِد ِه م َ ْو م َ ْم ثُذ ِن ُبوا‬
‫ َِ ُْفر مَي ُْم‬،‫ون ذاَّلل ثؼاا‬
َ ‫ ََُ ْ ْسخَ ْ ِف ُر‬، ‫ون‬
َ ‫ًُ ْذ ِن ُب‬
―Canımı elinde tutan Allah‘a yemin ederim ki, siz hiç
günah işlememiş olsaydınız, Allah sizi yok eder, yerinize günah işleyip Allah‘tan bağışlanma dileyecek bir
topluluk getirir de onları bağışlardı.‖6
Bir baĢka rivayette de Ģöyle buyrulmuĢtur:
‫ َ َِ ْ ِف ُر مَيُ ْم‬،‫ون‬
ُ ‫ون خل َ َ َ ذ‬
َ ‫ ََُ ْ ْس َخ ْ ِف ُر‬،‫بون‬
َ ‫اَّلل َخ قاًا ًُذ ِن‬
َ ‫م َ ْوال أَ ذ ُ ُْك ثُذن ُب‬
―Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah, günah işleyen ve günahlarından tövbe ve istiğfar eden bir topluluk yaratır da onları bağışlardı.‖7
Dolayısıyla bizler, günah iĢlemeye meyyal ve elveriĢli
bir yapıda yaratılmıĢız. Bu nedenle günah iĢleyebiliriz. Ama
unutmamak gerekir ki, önemli olan hiç günah iĢlememek
değil, günah iĢlendiğinde hemen Rabbe dönmek, O‘na
tevbe etmek ve O‘ndan bağıĢlanma dilemektir. Peygamberler gibi büyük Ģahsiyetler bile hataya düĢmüĢ ve kendilerinden bir takım günahlar sadır olmuĢsa, bizim gibi sıradan insanların hataya düĢmemesi veya günah iĢlememesi beklenebilir mi hiç?
Sen Hiç Tevbe Namazı Kıldın mı?
Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem, günah iĢlediğimizde Allah‘ın bizi bağıĢlamasına vesile olan çok güzel ve ümit verici
6
7
Müslim, Tevbe, 11.
Müslim, Tevbe, 10.
28
Yön Veren Yazılar -2-
bir amelden bahsetmektedir. Bu amel, “Tevbe Namazı”dır. Bu namaz, yazımızın giriĢinde de söylediğimiz gibi,
unutulmaya yüz tutmuĢ sünnetlerden birisidir. Acaba sen
bu namazı kılarak ölmüĢ bir sünneti ihyâ ettin mi?
ġimdi sana bu namazla alakalı bazı meseleleri izah etmeye çalıĢacağız.
Tevbe Namazının Delilleri
1- Ali radıyallahu anh, Ģöyle demiĢtir:
―Ben, Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem‘den bir Ģey duyduğum zaman Allah onunla beni faydalandırmak istediği
kadar faydalandırırdı. (Yani sorgusuz, sualsiz onunla amel
ederdim.) Rasulullah‘ın ashabından birisi bana bir hadis
haber verdiğinde ise, (yanılma ihtimalini ortadan kaldırmak için) ondan yemin etmesini ister, yemin ederse kabul
ederdim. Ebu Bekir radıyallahu anh Rasulullah sallallâhu aleyhi ve
sellem‘in Ģöyle söylediğini bana anlattı –ki o doğru söyler–
‫َما ِم ْن َغ ْب ٍد ًُ ْذ ِن ُب َذن ْ ًابا ِح ن امطيور ُ ذ ًقوم ِصىل َر ْل َؼ َخ ْ ِ ُ ذ‬
ُ َ ‫هللا‬
ُ ‫ٌ ْسخ فر هللا ذِال َ َف َر‬
―Bir kul bir günah işler, akabinde güzelce abdest alır sonra
da hemen kalkıp iki rekât namaz kılar ve Allah‘tan bağışlanma
dilerse, Allah mutlaka onu bağışlar.‖
Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem devamla: “Onlar ki, çirkin bir iş yaptıkları yahut nefislerine zulmettikleri zaman he-
29
Faruk Furkan
men Allah‟ı hatırlayıp günahlarının bağışlanmasını isterler…” ayetini sonuna kadar okudu.8
2- Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem Ģöyle buyurur:
ُ ْ‫ُ ذ ث ََوّضذ َأ َ َأ ْح َ َن ام‬
‫ ُ ذ خ ََر َج َِا ِب َر ٍاز‬،‫وّضو َء‬
‫هللا ِم ْن َذ ِ َِل ا ذَّلن ِْب ذِال‬
َ ‫ َوا ْسْسخَ ْ َف َر‬، ِ ْ َ‫ِ ِ ِو َر ْل َؼخ‬
‫َما أَ ْذن ََب َغ ْب ٌد َذن ْ ًابا‬
‫ِم َن ْ َاْل ْر ِض َ َص ذىل‬
ُ َ ‫هللا‬
ُ ‫َ َف َر‬
―Bir kul bir günah işler, ardından güzelce abdest alır
sonra da bir açık bir alana gidip orada iki rekât namaz
kılar ve o günahı için Allah‘tan bağışlanma dilerse, Allah mutlaka onu bağışlar.‖9
Tevbe namazının faziletine dair bu iki rivayetin haricinde de rivayetler vardır.
Tevbe Namazı Neden Dolayı Kılınır?
Tevbe Namazı‘nın kılınma sebebi, kulun, ister büyük
olsun ister küçük, her hangi bir günaha düĢmesidir. Kul, bir
günaha düĢtüğü anda veya önceden iĢlemiĢ olduğu bir günahtan tevbe etmeyi murad ettiğinde Tevbe Namazı kılması onun için meĢru olur.
Tevbe Namazının Vakti
Tevbe namazının tayin edilmiĢ belirli bir vakti yoktur.
Kul, günaha düĢtüğü her an bu namazı kılabilir. Lakin bazı
âlimler, nehiy vakitlerinde bu namazın kılınmaması gerek-
Ebu Dâvud ve Tirmizî rivayet etmiş, Elbânî hadisin “sahih” olduğunu
belirtmiştir.
9 Şuabu‘l-Îman, 6679.
8
30
Yön Veren Yazılar -2-
tiğini söylemiĢlerdir. Nehiy vakitleri, yani namaz kılınmasının caiz olmadığı vakitler Ģunlardır:




Sabah namazından sonra güneĢ doğuncaya kadar,
GüneĢ doğduktan bir mızrak yükselinceye kadar,
GüneĢ tam tepede iken batıya dönünceye kadar,
Ġkindi namazından sonra güneĢ batıncaya kadar.
Bu vakitlerde namaz kılmak, bizzat hadislerle yasaklanmıĢtır. Fakat ulema arasında bir sebebe mebni olarak kılınan namazların bu vakitlerde kılınıp-kılınmayacağına dair
meĢhur bir ihtilaf vardır. Bir sebebe mebni olarak kılınan
namazlar; tevbe namazı, kusûf namazı, tavaf namazı ve
tahiyyetu‘l-mescid namazı gibi bazı namazlardır. Ulemadan
kimisi nehiy vakitlerinde bu namazlar da dâhil olmak üzere
hiçbir namazın kılınamayacağını söylerken, kimisi bu namazların o vakitlerde de kılınabileceğini, yasak olanın sebebe mebnî olmayan mutlak nafileler olduğunu söylemiĢtir.
ġafiîler bu görüĢtedir. ġeyhu‘l-Ġslam Ġbn Teymiyye de bu
görüĢü benimsemiĢ ve bu tür namazların nehiy vakitlerinde
de kılınabileceğini söylemiĢtir. O, ―Mecmuu‘l-Fetâvâ‖ adlı
eserinde Ģöyle der:
―Tilavet secdesi, tahiyyetu‘l-mescid namazı, kusûf namazı
ve Bilâl radıyallahu anh hadisinde geçtiği üzere abdestin hemen
akabinde kılınan namaz gibi bir sebebe mebnî olarak kılınan
namazlar, nehiy vakti nedeniyle geciktirildiği zaman kaçar (ve
gerektiği zamanda eda edilmiş olmaz)lar. İstihâre namazı da
böyledir. İstihâre yapan kimse (nehiy vakti nedeniyle istihâre
namazını) geciktirdiğinde o namaz kaçmış olur. Tevbe namazı
Faruk Furkan
31
da böyledir. Kul, günah işlediğinde hemen/fevrî olarak tevbe etmesi farzdır ve bu kimse –Ebu Bekir radıyallahu anh hadisinde olduğu gibi– iki rekât namaz kılmak sonrada tevbe etmekle görevlidir…‖10
ġeyhu‘l-Ġslam‘ın tercih ettiği bu görüĢ –Allah yine de
en iyisini bilir– ulemanın kavilleri arasında en evlâ olan görüĢtür. Biz de bu görüĢün doğruluğuna inanıyor ve günah
iĢlendiği anda vakit ne olursa olsun hemen tevbe namazı
kılınması gerektiğini söylüyoruz. Rabbim hakka isabet etmeyi bizlere nasip etsin.
Tevbe Namazı Tevbeden Önce mi,
Yoksa Sonra mı Kılınır?
Tevbe namazının, tevbe etmeden önce mi, yoksa sonra
mı kılınacağına dair ulema arasında üç görüĢ vardır:
1- Tevbe etmeden önce kılınır,
2- Tevbe ettikten sonra kılınır,
3- Öncesinde veya sonrasında kılmanın herhangi bir
farkı yoktur.
Bu görüĢler içerisinde râcih/tercihe Ģayan olan birinci
görüĢtür. Bunun delili ise üstte nakletmiĢ olduğumuz Ebu
Bekir radıyallahu anh hadisidir. O hadiste Rasulullah sallallâhu
aleyhi ve sellem: ―Sonra hemen kalkıp iki rekât namaz kılar ve ardından Allah‘tan bağışlanma dilerse…‖ buyurmaktadır. Hadisin orijinalinde tevbenin, namazın akabinde olması gerektiği ―sonra‖ anlamına gelen ―‫ ُ ذ‬/sümme‖ edatıyla ifade edilmiĢtir ki, bu Arapça‘da tertîp ifade eder. Dolayısıyla bu sırala10
Bkz. 23/215.
32
Yön Veren Yazılar -2-
maya uymak hem hadisin zahiri, hem de Arap grameri açısından en uygun olanıdır. Diğer iki görüĢün ise Kitap ve
Sünnetten her hangi bir delili yoktur.
Tabii ki burada bizim anlatmaya çalıĢtığımız Ģey,
tevbenin dil ile ifade edilmesi ve bunun ne zaman yapılması
gerektiği ile alakalıdır. Tevbenin en önemli Ģartı olan ―kalp
ile vazgeçme‖ ilkesi, günahın hemen akabinde veya sonrasında olabilir; bunun için herhangi bir zaman tayin edilmemiĢtir.
Bir Uyarı
Bazı bazı âlimler tevbe ile alakalı sünnette olmayan bir
takım ilaveler zikretmiĢlerdir ki, bunlar, delilden yoksun
olduğu için kabul edilmesi uygun değildir. Örneğin Ğazalî
rahimehullah tevbe edecek kimsenin ne yapması gerektiğini
anlatırken Ģöyle der:
―Günahın hemen akabinde iki rekât namaz kılarsın, namazdan sonra 70 kere af dilersin, 100 kere ‗Subhanallâhi‘lAzîm ve bi hamdihi‘ dersin. Sonra bir sadaka verir ve bir gün
oruç tutarsın.‖11
Ğazalî merhumun zikrettiği ameller her ne kadar güzel
ve günahların affına sebep olan ameller olsa da, bunları
tevbenin kabulü altında zikretmek veya tevbeyi bunlarla
kayıtlandırmak doğru değildir. Ġnsan bu amelleri tevbesinin
ardından yaparsa, tevbesinin kabulü elbette ki daha fazla
umulur. Ama tevbeyi bu amellerle beraber değerlendirmek
11
İhyâu Ulûmi‘d-Dîn, 4/46.
Faruk Furkan
33
doğru olmaz. Biz, prensip olarak Allah‘ın günahları affetmesi için kötülüklerin ardından iyilikler yapılması gerektiğini düĢünüyor ve bu iyiliklerin niteliklerini sınırlandırmıyoruz. Yani Ģu kadar ‗Estağfirullah‘ diyeceksin, bu kadar sadaka vereceksin veya Ģöyle Ģöyle oruç tutacaksın, demiyor
ve bunu uygun görmüyoruz. KiĢi kötülüğün ardından hangi
iyiliği yaparsa yapsın, sırf o kötülükten kurtulma amacıyla
bunu yaptığı sürece inĢâallah affedilir. Rabbimiz Ģöyle buyurur:
“Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın
vakitlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.” (Tâhâ, 114)
Bu ayette iyiliklerin nitelikleri belirtilmemiĢ ve sadece
genel bir ifade ile iyilik nevine dikkat çekilmiĢtir. Bu nedenle kul bağıĢlanmak istediğinde herhangi bir iyilik yaparak affına vesile arayabilir. Kulun bağıĢlanıp affedilmesine
neden olacak iyiliklerin baĢında, yazımızın konusu olan
―Tevbe Namazı‖ gelir.
Dikkat çekmek istediğim bir diğer husus da, Ali el-Kâri
gibi âlimlerin bu namazın birinci rekâtında ―Kâfirûn‖ ikinci
rekâtında da ―Ġhlâs‖ surelerinin okunmasını tavsiye etmeleridir ki, bu da delilden yoksun olduğu için kabul edilemez.
Eğer belirli surelerin okunması bizden istenseydi, mutlaka
Rasulullah aleyhisselâm bunu bize bildirir ve bu konuda biz
müminlere yol gösterirdi. Böyle bir Ģey yapmadığı için konu
hakkında en doğru olan, bu namazda ne okunacağına dair
herhangi bir takyid yapmamak ve okuyacağı sureyi insanın
kendi iradesine bırakmaktır.
34
Yön Veren Yazılar -2-
Son Söz
ĠĢlenilen her günahtan dolayı fevrî olarak tevbe etmek
tüm ulemanın ittifakı ile farzdır. Fevrî demek: Günahın
hemen akabinde, peĢi sıra, ara vermeksizin ve bekleme
yapmaksızın tevbe etmek demektir. Ġnsan eğer tevbe etmeyi geciktirirse, geciktirmesinden dolayı ayrıca bir hata daha
iĢlemiĢ olur. Zira tevbenin geciktirilmesinde ölümün ne
zaman geleceği belli olmadığı için, Allah‘ın huzuruna günahkâr olarak gitme tehlikesi vardır. Tevbenin hemen yapılması gerektiğinin en güçlü delili Rabbimizin Ģu ayetidir:
“Allah‟ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir;
işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp
yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca „ben
şimdi tevbe ettim‟ diyen ve kâfir olarak ölenler için
(kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azab
hazırladık.” (Nisâ, 17, 18)
Bu nedenle kardeĢlerimize günah iĢlemelerinin hemen
akabinde tevbe etmelerini öğütlüyor ve bu tevbelerinin kabul edilmesi için de ―Tevbe Namazı‖ kılmalarını tavsiye
ediyoruz.
HAYIRLI MÜMİNE BİR KADIN
OLMAK İÇİN12
-GirişDeğerli Bacım;
Ümmet-i Muhammed‘in diğer kadınlarına öncülük
etmek ister misin? Eğer cevabın ―Evet‖ ise, o zaman aĢağıda
sıralayacağım maddeleri güzelce oku ve titizlikle yerine getirmeye çalıĢ. Sen bunları yaptığın zaman göreceksin ki,
tüm iman etmiĢ kadınlar sana gıpta edecek ve ―Keşke biz de
falanca bacımız gibi olabilsek‖ diye temennide bulunacaklardır. Ama bunları yaparken niyet ve ihlâsını bozma ve insanlar için amel iĢlemenin, onlar desin diye bir Ģeyler yapmanın, yaptığın tüm iyilikleri yok edeceğini sakın aklından
Bu yazıda yer alan başlıklar, ismini tespit edemediğimiz Arap bir yazara
aittir. Yazıda yer alan maddelerin tercüme ve şerhi ise tarafımıza aittir.
12
36
Yön Veren Yazılar -2-
çıkarma. ġimdi gel, seninle farklı bir mümine kadın olabilmen için neler yapman gerektiğini beraberce öğrenmeye
çalıĢalım. Allah Ģimdiden seni bu amelleri hakkıyla iĢlemeye muvaffak kılsın ve bu amelleri yapman noktasında sana
yardım etsin. (Allahumme âmîn)
Hayırlı bir mümine kadın olman için:
1- Kendinin, anne-babanın ve tüm müminlerin hidayeti, salâhı ve hayrı için dua etmelisin.
● Dua, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem‘in de ifade ettiği
gibi ibadetin ta kendisidir. Ġçerisinde Allah‘ın karĢısında
aciz olduğumuzu itiraf etmek, boynumuzu bükmek, zelil
oluĢumuzu dile getirmek, yalvarıp-yakarmak gibi kulu Allah‘a son derece bağlayan güzel hasletlerin bulunmasından
ötürü tüm ibadetlerin özü ve esası sayılmıĢtır.
● Mümine bir hanım, dua etmeye öncelikle kendisinden baĢlamalı, sonrasında sırası ile kendisine yakın olan
Müslümanlara dua etmelidir. Bu, duada bencillik değil; aksine Rasulullah‘ın sünnetidir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem
dua edeceği zaman hep böyle yapar, yani önce kendisine
sonra kardeĢlerine dua edermiĢ.
● Sonra Müslüman bir hanım, anne-babasına özellikle
dua etmeli; Ģayet ebeveyni mümin ise onların hidayet üzere
bâki kalmaları, Ģirk üzere ise onların hidayet bulmaları için
niyazda bulunmalıdır. Allah, Hz. Nuh‘un anne-babasına
nasıl dua ettiğini bizlere Ģu Ģekilde haber vermektedir:
“Rabbim! Beni, anamı, babamı, evime inanmış olarak gireni,
Faruk Furkan
37
inanan erkek ve kadınları bağışla; zalimlerin de yalnız
helakını artır.” (Nûh, 28)
2- Faydalı kitaplar okumalı ve diğer insanları oradaki güzel bilgilerden faydalandırmalısın.
● Bir Müslüman piyasada dolaĢan her kitabı okuyamaz; zira her kitap faydalı değildir. Güvenilir bir hocanın
tavsiye ettiği veya akidesi, ahlakı ve Ġslam‘a olan bağlılığı
bilinen, kendisinden emin olunan yazarların yazdığı kitaplar okunmalıdır.
● Müslüman bir hanım, okuduğu bilgilerle sadece
kendisini değil, aynı zamanda arkadaĢlarını da faydalandırmalı ve bu malumatları onlara da aktarmalıdır ki, bu sayede oturmaları faydalı geçmiĢ, Allah gündem edilmiĢ ve
gıybet, boĢ konuĢma, gereksiz zaman öldürme gibi Ġslam‘ın
hoĢ görmediği bir takım kötülüklerin önüne geçilmiĢ olur.
3- Kadınlar arasında hayrı yaymalısın.
Müslüman bir hanım, hayra anahtar, Ģerre kilittir. Bu
nedenle etrafındaki insanlara emr-i bi‘l-maruf ve nehy-i
ani‘l-münker yapmaktan geri durmaz. Onları her daim hayra, iyiliğe ve Allah‘ın razı olacağı iĢleri iĢlemeye sevk eder.
Ve en önemlisi kardeĢlerine karĢı sergilediği bu tutumun,
Allah tarafından kendisine yüklenmiĢ bir sorumluluk olduğunu bilir. “Mü‟min erkekler ve mü‟min kadınlar, birbirlerinin dostları/velîleridirler. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah‟a ve
Rasûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir.
Şüphesiz Allah mutlak güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Bu görevi yerine getirerek Allah‘ın sana rahmet
etmesini istemez misin?
(Tevbe, 71)
38
Yön Veren Yazılar -2-
4- Vaktini güzel değerlendirmelisin.
● Mümine hanım, vaktini zayi etmekten, boĢ iĢlerle
meĢgul olmaktan ve en değerli sermayesi olan zamanını har
vurup harman savurmaktan alabildiğine uzak duran kadındır. Ġman ehli bir kadın, asla vaktini zayi edemez; zira vakit
onun için değerli mücevherlerden bile daha kıymetlidir; zira değerli mücevherler zamanla satın alınabilirken, zaman,
değerli mücevherlerle asla satın alınamaz. Her Ģeyini versen
bile geçen bir zamanı geri döndüremezsin. ĠĢte bu nedenle
bir an önce elindeki bu sermayenin kıymetini bilmeli ve asla onu zayi etmemelisin. Seleften birinin Ģöyle dediği rivayet edilmiĢtir: ―Ben, Asr Sûresi‘nin manasını, bir buz satıcısından öğrendim. Çünkü o satıcı bağırıyor ve ‗Ana sermayesi eriyip yok olan şu adama merhamet ediniz! Ana sermayesi
eriyip yok olan şu adama merhamet ediniz!‘ diyordu. Bunun
üzerine ben, Asr Suresinde yer alan ―Şüphesiz ki insan zarardadır‖ ifadesinin manası iĢte budur, dedim.‖
● Mümine kadın, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem‘in:
―Hiçbir kul, kıyamet gününde ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede
harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça
bulunduğu yerden (bir adım öteye) kıpırdayamaz.‖ (Tirmizî)
hadisini çok iyi bildiği için ömrünü yatakta, faydasız gezme
ve gün programlarında, televizyon karĢısında, Facebook‘ta,
Youtube‘de geçirmez! Bunların zaman katili olduğunu ve
kendisini hayırlı ilimleri elde etmekten uzaklaĢtırdığını bilir. Bu Ģuurla bunlara yaklaĢır. Hem Hasan el-Bennâ‘nın da
dediği gibi, iĢi vaktinden çok, görev ve sorumlulukları za-
Faruk Furkan
39
manından daha fazla olan, neredeyse uykuya bile vakti bulunmayan mümine bir kadın, nasıl olurda ümmete mücahid
ve âlim evlatlar yetiĢtireceği yerde bu tür boĢ Ģeylerle zamanını katledebilir ki?
5- Görevlerini sıralamalı, yapman gereken şeyleri
tehir etmeden ve bu günün işini yarına bırakmadan yapmalısın.
● Mümine hanım, iĢlerini ―ehem‖ olandan ―mühim‖
olana doğru, yani en önemliden, önemi daha az olana doğru sıralar. Böyle yaparak hem en önemli iĢlerini ihmal etmekten uzak durmuĢ, hem de vaktini en güzel Ģekliyle değerlendirmiĢ olur. ġimdi gel, Ģu ibretlik olayı dikkatlice oku
ve kendine dersler çıkarmaya çalıĢ:
―Bir profesör varmıĢ… Bu profesör sınıfa girip karĢısında duran dünyanın en zeki öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra ―Bu gün zaman yönetimi konusunda deneyle
karıĢık bir sınav yapacağız‖ demiĢ. Kürsüsüne yürümüĢ ve
kürsünün altından büyük bir kavanoz çıkarmıĢ. Ardından,
kürsünün altından bir düzine yumruk büyüklüğünde taĢ
almıĢ ve taĢları büyük bir dikkatle kavanozun içerisine yerleĢtirmeye baĢlamıĢ. Kavanozun daha baĢka taĢ almayacağına emin olduktan sonra öğrencilerine dönmüĢ ve ―Bu kavanoz doldu mu?‖ diye sormuĢ. Öğrenciler hep bir ağızdan
―Doldu‖ diye cevaplamıĢlar. Profesör ‗Öyle mi?‘ demiĢ ve
kürsünün altına eğilerek bir kova mucur (küçük taĢ) çıkarmıĢ. Mucuru kavanozun ağzından yavaĢ yavaĢ dökmeye
baĢlamıĢ. Sonra kavanozu hafifçe sallayarak mucurların kavanoza iyice yerleĢmesini sağlamıĢ. Sonra tekrar öğrencilerine dönerek bir kez daha ―Bu kavanoz doldu mu?‖ diye
40
Yön Veren Yazılar -2-
sormuĢ. Bir öğrenci ―Dolmadı herhalde‖ diye cevap vermiĢ.
―Doğru‖ demiĢ profesör ve kürsünün altına eğilerek bir kova kum alarak yavaĢ yavaĢ kum tanelerini taĢlarla mucur
parçalarının arasına nüfuz edecek kadar dökmüĢ. Gene öğrencilerine dönmüĢ ve ―Bu kavanoz doldu mu?‖ diye sormuĢ. Tüm sınıftakiler hep bir ağızdan ―Hayır‖ diye bağırmıĢlar. ―Güzel‖ demiĢ profesör ve kürsünün altına eğilerek
bir sürahi su almıĢ ve kavanoz ağzına doluncaya kadar suyu
boĢaltmıĢ. Sonra öğrencilerine dönerek ―Bu deneyin amacı
neydi?‖ diye sormuĢ. Uyanık bir öğrenci hemen ―Zamanımız ne kadar dolu görünürse görünsün, daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır‖ diye atlamıĢ. ―Hayır, demiĢ
profesör, ‗Bu deneyin asıl anlatmak istediği eğer büyük taşları
baştan yerleştirmezseniz, küçükler girdikten sonra büyükleri
hiçbir zaman kavanozun içine koyamazsınız‘ gerçeğidir.‖ Öğrenciler ĢaĢkınlık içerisinde birbirlerine bakarken profesör
devam etmiĢ: ―Nedir hayatınızdaki büyük taĢlar? Çocuklarınız, eĢleriniz, sevdikleriniz, arkadaĢlarınız, hayalleriniz,
sağlığınız, bir eser meydana getirmek, baĢkalarına faydalı
olmak, onlara bir Ģeyler öğretmek… Büyük taĢlarınız belki
bunlardan birisi, belki bir kaçı, belki de hepsi. Bu akĢam
uykuya yatmadan önce iyice düĢünün ve büyük taĢlarınız
hangileridir iyi karar verin. Bilin ki büyük taĢlarınızı kavanoza ilk olarak yerleĢtirmezseniz hiçbir zaman bir daha koyamazsınız. O zaman da ne kendinize, ne de çalıĢtığınız kuruma faydalı olursunuz. Bu da iyi bir iĢ adamı, gerçekte iyi
bir adam olamayacağınızı gösterir. Profesör ders bittiği hal-
Faruk Furkan
41
de konuĢmadan oturan öğrencileri sınıfta bırakarak çıktı
gitmiĢ…‖
Bu Profesör‘ün verdiği örnekte olduğu gibi, mümine bir
hanımın hayatındaki temel taĢlarını çok iyi belirlemesi gerekmektedir. Bunları belirlediği takdirde hayatı düzene girecek ve vaktini düzenli olarak kullanmayı becerebilecektir. Bizim hayatımızın en büyük amacı, Allah‘ın rızasını,
hoĢnutluğunu ve sevgisini kazanarak Allah‘a iyi bir kul olmaktır. Bizi bu amaca ulaĢtıracak vasıtalar da bizim temel
taĢlarımızdır.
● Mümine kadın, asla yapması gereken iĢleri tehir etmez ve ―Sevfecilikten‖, yani bu günün iĢini yarına bırakma
hastalığından alabildiğine sakınır. Bazı hikmet ehli âlimlerin de dediği gibi, ― ‫ون‬
َ ُ ‫ ‖ َى َ َ امْ ُ َ ِّوو‬Sevfeciler, yani bu günün
iĢini yarına bırakanlar helak olurlar. Bu nedenle ânın vacibini yerine getirmeli, bir an sonrasına çıkma garantisi olmadığı için yapması gereken Ģeyleri hemen yapmalıdır.
6- Meşru tüm işlerde anne-babana itaat etmeli, çocuk iken seni yetiştirmek için ne kadar sıkıntı çektiklerini
hatırlayarak, kendi hesabına uymayan işlerde bile onları
râzı etmeye çalışmalısın. Unutma ki onlar, sen küçük
iken kendi hesaplarına uymayan işlerde bile seni hoşnut
etmeye çalışmışlardı!
● Mümine hanım, Ġslam‘ın müsaade ettiği tüm iĢlerde
ebeveynine itaat eden kadındır. Anne-babasının isteklerini,
günah olmadığı, Allah‘ın rızasına ters düĢmediği sürece
kendi hoĢuna gitmese, mantığına yatmasa da titizlikle yerine getirmeye çalıĢır. Çünkü bu, Ġslam‘ın kendisinden istemiĢ olduğu bir husustur. Ġslam, Allah‘a isyan olmadığı ve
42
Yön Veren Yazılar -2-
içerisinde bir günahı barındırmadığı sürece anne-babaya
itaat etmeyi kesin surette emretmiĢ ve bu noktada çok kat‗î
nasslarla meselenin önemini vurgulamıĢtır. Ġslam‘da Ģirk ve
küfürde, haramların iĢlenmesinde ve farzların terkinde anne-baba da dâhil olmak üzere hiçbir kimseye itaat yoktur.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu hakikati Ģu cümleleri ile
dile getirir:
ِ ‫َال َطاػَ َة ِِف َم ْؼ ِص ََ ِة ذ‬
ِ ‫امطاػَ ُة ِِف امْ َ ْؼ ُر‬
‫اَّلل ِ ن ذ َ ا ذ‬
‫وف‬
―Allah‘a isyan hususunda hiç bir (kimseye) itaat yoktur. İtaat ancak iyi şeylerdedir.‖ (Müslim)
Yani bir mümine kadın, örneğin anne-babası kendisinden Ġslam‘ın Ģirk dediği bir ameli yapmasını talep etse veya
Ģirk olmayan amellerden mesela peçesini çıkarmasını, yüzünü açmasını, kendisine nâmahrem olan akrabalarıyla
halvet tarzı beraber oturup-kalkmasını istese, asla itaat
edemez. ―Sana hakkımızı helal etmiyoruz, emzirdiğimiz süt
burnundan gelsin‖ demelerine aldırıĢ etmez; zira Allah‘ın
haklarıyla ebeveynin hakları karĢı karĢıya geldiği zaman
Müslüman, kesinlikle Allah‘ın haklarını, anne-babasının
haklarına takdim etmeli ve Rabbinin buyruklarını her Ģeyin
önünde tutmalıdır. Ama Allah‘ın hakları ile herhangi bir
çeliĢki söz konusu olmadığı zaman, anne-babasına itaatte
kusur etmemeli, kendi istekleri ile çeliĢse bile onların isteklerini nefsinin arzularına tercih etmelidir.
● Mümine kadın, Rabbimizin Ģu ayetini hep aklında
tutarak, küçük iken anne-babasının sırf kendisini memnun
ve mutlu etme adına yaptığı iyilikleri, çektikleri sıkıntıları
Faruk Furkan
43
hatırlar ve buna mukabil onlara iyilik ederek dua eder.
“Onlara (anne-babana) merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: Rabbim! Onlar beni küçükken nasıl (acıyıp) yetiştirdilerse sen de bunlara (öyle) acı!” (İsra, 24)
7- Odanı, dolabını, kitaplarını, kıyafetlerini düzenli
tutmalı ve her şeyi münasip olan yerine koymalısın.
Mümine hanım, kadının asaletine yakıĢtığı Ģekilde temiz, tertipli ve düzenli olan kadındır. Bu noktada erkeklerden daha hassas ve daha duyarlıdır; zira düzensizlik onun
narin yapısı için bir zül ve bir kusurdur. Bu nedenle evinin
düzenine, odalarının temizliğine, çamaĢırlarının nezafet ve
tertibine, bulaĢıklarının özenle ve düzenle yıkanmasına, çocuklarının ve eĢinin kıyafetlerinin temiz oluĢuna, ütülenmesine; tuvaletinin daima pak ve pırıl pırıl olmasına, mutfağının tertip ve düzenine ve bunun gibi mümin bir evin
olmazsa olmazı sayılan ―temizliğine‖ azami derecede önem
gösterir ve tüm bunları yaparken çektiği yorgunluğun ve
karĢılaĢtığı zorluğun kendisine ecir getiren bir ibadet olduğunu, imanı gereği bunları yaptığını düĢünür. Evet, gerçektende tüm bu iĢleri yapmak imandan kaynaklanan bir görevdir ve asla birilerinin baĢına kalkmaya alet edilecek bir
Ģey değildir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ģöyle buyurur:
―Temizlik imanın yarısıdır.‖ (Müslim)
8- Namazlarını vaktinde kılmalısın.
● Mümine hanım, tıpkı önderi Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellem gibi, namazlarını ilk vakti içerisinde kılmaya
gayret eden kadındır. O, Allah‘a ve âhiret gününe kavuĢmayı arzuladığı ve Allah‘ı çokça zikreden birisi olduğu için
Peygamberinin her konuda kendisine örneklik teĢkil ettiği-
44
Yön Veren Yazılar -2-
ni bilir ve hayatını böylece düzenler: “Andolsun, Allah‟ın
Resûlünde sizin için; Allah‟a ve âhiret gününe kavuşmayı
uman, Allah‟ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)
● Namazları vaktinde kılmak Allah‘ın en çok sevdiği
amellerin baĢında gelir. Ġbn-i Mesud radıyallahu anh anlatır:
―Bir gün Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem‘e: ‗Ey Allah‘ın
Rasulü! Amellerin Allah‘a en sevimlisi hangisidir?‘ dedim.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: ‗Vaktinde kılınan namaz‘ buyurdu. ‗Sonra hangisidir?‘ diye sordum. ‗Ana babaya iyilik
etmek‘ diye cevap verdi. ‗Ondan sonra hangisidir?‘ dedim.
‗Allah yolunda cihad etmektir‘ buyurdu.‖ (Müslim) ĠĢte bundan
dolayı iman ehli bir kadının, namazlarını ilk vaktinde kılmaya özen göstermesi kaçınılmazdır.
● Namazın kendi içerisinde ―üç‖ vakti vardır: Birincisi,
en faziletli olan vakti. Ġkincisi, kifâyet vakti. Üçüncüsü ise,
kerâhet vaktidir. Müslüman hanım, zaruret olmadığı sürece
en faziletli olan vakti tercih etmeli ve baĢında da kılsa, sonunda da kılsa aynı zamanı harcayacağını bildiği için en
değerli olanı elde etme gayreti içerisinde olmalıdır. ġunu
unutmamak gerekir ki bir insan, namazını eğer son vakte
bırakırsa hem alelacele kılmak zorunda kalır, hem zikrini
hızlı yapar, hem de tesbihâtına hakkıyla riayet edemez. Bu
ise –Allah korusun– onun namazını münafıkların namazına
benzetir. Namazlarını genel itibariyle hep son vakte bırakanlar ancak münafıklardır. Alâ b. Abdurrahman Ģöyle anlatır: Öğle namazını kıldıktan sonra Enes b. Mâlik‘in yanına girdik. Enes radıyallahu anh kalktı ve ikindi namazını kıldı.
Faruk Furkan
45
Namazını bitirince namazı erken kıldığını söyledik. Bunun
üzerine Enes radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem‘in
Ģöyle buyurduğunu söyledi: ―Bu namaz (yani güneş sararıncaya kadar geciktirilen ikindi namazı) münafıkların namazıdır;
bu münafıkların namazıdır, bu münafıkların namazıdır. Onlardan biri güneş sararıp şeytanın boynuzları arasına girinceye kadar oturur. (Sonra) kalkar ve (kuşun yem gagaladığı gibi) dört
rekât namaz kılar. O namazda da Allah‘ı çok az zikreder.‖ (Ebu
Davut, Tirmizi) “Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kal-
karlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı da pek az anarlar.” (Nisa, 142)
9- Önceden gördüğün ve ileride göreceğin derslerini
müzakere etmeli, ders müzakerelerini günlük yapmalısın.
● Mümine kadın, hayatı boyunca bir talebedir. Bildiğinin âlimi, bilmediğinin tâlibi olarak yaĢar. Onun cahil olması asla söz konusu olamaz; zira kendisinin müntesip olduğu kutlu din Ġslam, geldiği ilk andan itibaren cehalete
harp açmıĢ, bilerek cahil kalanları tıpkı bilen insanlar gibi
sorumlu tutmuĢtur.
● Mümine hanım, mutlaka bir derse devam eden, kardeĢleri ile ders ortamlarında bulunan ve aldığı dersleri en
güzel Ģekliyle îfa eden kadındır. Bu onun temel vazifelerindendir. Ders almayan, kitap okumayan ve davasının delillerini güzelce öğrenmeyen bir kadından, inancını insanlara
anlatması, onları ikna etmesi ve meseleler hakkında müdellel bir Ģekilde konuĢması nasıl beklenebilir ki? ĠĢte bu nedenle bacılarımızın öncelikle akidemizin delillerini güzelce
öğrenmesi ve ezbere bilmesi gerekmektedir. Bu da ancak
46
Yön Veren Yazılar -2-
bir ders terbiyesinden ve eskilerin tabiriyle rahle-i
tedrisât‘tan geçmekle olur.
● Mümine hanımın mutlaka aldığı dersini müzakere
etmesi ve sonra göreceği derse hazırlık yapması gerekir ki,
bu onun derslerdeki baĢarısını artıracak ve kendisini sürekli
zinde tutacaktır. Ġmam Nevevî aldığı dersi güzelce ezberledikten sonra bir önceki günün dersini tam ―beĢ‖ kere tekrar
eder, ertesi gün hocasından yeni ders alınca bir önceki günün dersini ―beĢ‖, ondan önceki günün dersini ise ―dört‖
kere tekrarlarmıĢ. Bir sonraki gün derse gidip yeni ders
alınca, dünün dersini ―beĢ‖, ondan önceki günün dersini
―dört‖, daha önceki günün dersini de ―üç‖ kere tekrar
edermiĢ. Ve bu Ģekilde geriye dönük bir tekrar yaparmıĢ.
● Müzakere yapabilmek için bazen iyi bir arkadaĢ gerekir. Onunla beraber hocalarımızın anlattığı Ģeyleri doğru
anlayıp-anlamadığımızın sağlamasını yapabiliriz. Zaten bir
müslümanın arkadaĢları, ancak kendisi gibi dinini öğrenen
insanlardan baĢkası olamaz. Ġmam Âcurrî‘nin, arkadaĢlarımızın nasıl olması gerektiğine dair söylediği Ģu söz ne kadarda güzeldir! O, ―Âlimlerin Ahlakı‖ adlı eserinde (sf, 41)
Ģöyle der:
―Ġlim ehli bir Ģahsiyet, dostlarını üç guruba ayırır.
(Onun arkadaĢları): 1- Ya kendisinden daha bilgili olan ve
ondan hayır öğreneceği bir kimsedir. 2- Ya kendisi ile denk
olan; ama kendisi ile müzakere edebileceği bir kimsedir. 3Ya da kendisinden daha düĢük seviye de olan ve kendisine
ilim öğreteceği bir kimsedir.‖
Faruk Furkan
47
Ġmam Âcurrî‘nin bu nasihati, aslında sadece âlimlere
yöneltilmiĢ bir nasihat değildir. Aksine bu nasihat, her
Müslüman için geçerli olan bir nasihattir. Her müslümanın
arkadaĢı, aslında bu üç sınıfın haricinde olmamalıdır. Ya
kendisinden bir Ģeyler öğrenebileceği bir arkadaĢı, ya kendisine bir Ģeyler öğretebileceği bir arkadaĢı, ya da bazı Ģeyleri
oturup müzakere edeceği, dertleĢebileceği bir arkadaĢı olmalıdır. Eğer bu üç gurubun haricinde bir arkadaĢı olursa,
bu arkadaĢın ona zararından baĢka bir Ģeyi dokunmaz.
10- Faydalı İslamî dergileri takip etmelisin.
YaĢadığımız Ģu ortamda mümine bir bayanın gerek
akide ile alakalı, gerek ahlaka yönelik, gerekse ailevî açıdan
istifade edebileceği çok güzel dergiler bulunmaktadır. Bu,
bizler için büyük bir nimettir. Bir bayan her dergiyi baĢtan
sona okuyamayabilir; ama düzenli dergi takibi yaptığında
çok özel yazılar ve hayatına yön verecek makaleler bulabilir. Özellikle aile ve çocuk eğitimi noktasında dergilere özel
hazırlanmıĢ çok kaliteli makaleler ve özgün yazılar bulmak
mümkündür. Bir yazarın kitap çıkarması kimi zaman çok
zahmetli ve zor bir iĢ olabilmektedir; ama bir dergiye yazı
yazmak ehil olan birisi için çok kolay ve zahmetsizdir. Bu
nedenle piyasada ehil olduğu halde kitap yazamayan bazı
yazarların, kimi dergilerde yazılarını bulmak mümkündür.
Bu da onlardan istifade etme açısından oldukça önemlidir.
Allah‘a hamdolsun ki bu tür dergiler çok ucuz fiyatlarla piyasaya sürülmektedir. Ayda birkaç dergi takibi yapan bir
bayan, sigara içen bir adamın bir paket sigaraya harcadığı
para ile bu dergilere sahip olabilir.
48
Yön Veren Yazılar -2-
11- Allah‟ın kitabından bir şeyler ezberlemeye özen
göstermeli ve anlamları üzerinde durarak, düşünerek ve
tedebbür ederek onu okumalısın.
● Mümine bir bayanın Ģu dünyada ihmal etmeden yapabileceği en iyi iĢlerden birisi, hiç Ģüphesiz ki Allah‘ın kitabını anlayarak ve onunla güzel bir iletiĢim içerisine girerek okumaktır. Bu aslında tüm iman edenlerin birincil görevlerindendir; zira Allah‘ın kitabı iyi bilinmeden insanların, olayları ve meseleleri ―doğru‖ bir Ģekilde analiz etmeleri
pekte mümkün değildir.
● Ġman ehli bir bayanın, Allah‘ın kitabı karĢısında üç
türlü bir programı olması gerekmektedir:
1- Okuma programı.
2- Ezber programı.
3- Tedebbür/düĢünme ve anlamaya çalıĢma programı.
Mümine bir hanım her Ģeyden önce kendisi için bir
―okuma‖ programı çizmeli ve bunu uygulamak için elinden
gelen her türlü çabayı sarf etmelidir. Amellerin az bile olsa,
devamlı olanı Allah‘a sevimli geldiği için, okuma programını çok dengeli götürmeli ve günlük 5, 10, 15 sayfa okumalı, bunu asla ihmal etmemeye çalıĢmalıdır.
Sonra mutlaka Allah‘ın kitabından yeni ayet ve sûreler
ezberlemeli ve bu sayede dinini insanlara delilli bir Ģekilde
ulaĢtırmasının yanı sıra, namazlarını da zevk alarak kılma
saadetine ulaĢmalıdır. Bu gün Müslümanların namazlarından zevk alamamalarının ve huĢu ile bu güzel ibadeti edâ
edememelerinin sebebi nedir sizce? Bence en önemli sebeplerinden birisi, ezberlerinin az oluĢu ve bildikleri sûrelerin
Faruk Furkan
49
anlamlarından habersiz olmalarıdır. Hep ―Elem tera‖ veya
―Li îlafi‖ ile namaz kılan bir insanın belirli bir zaman sonra
elbette namazı rutinleĢecek ve öğretilmiĢ robot gibi aynı
Ģeyleri tekrar ederek namazını kılacaktır. Eğer namazlarımızdan zevk almak ve adeta Rabbimizle konuĢuyormuĢçasına namaz kılmak istiyorsak, kesinlikle ezberimizi artırmalı
ve ezberlediğimiz ayetlerin anlamlarını hıfız etmeliyiz. Ayrıca bir de bunun, bizim cennette makamımızın artmasına da
vesile olacağını aklımızdan çıkarmamalıyız. Bilindiği üzere
cennette makamlar belirlenirken kimin daha fazla ayet bildiğine bakılacak ve örneğin 1001 ayet ezberi olan bir kimse,
1000 ayet ezbere bilen kimseden daha üst bir seviyeye, daha güzel bir mekâna yerleĢtirilecektir. Bu bile Kur‘an‘dan
sürekli ayet ezberlemeye yeterli bir sebeptir.
Üçüncü aĢamada kendisine mutlaka bir ―tedebbür‖
programı yapmalıdır. Tedebbür demek; manalarını inceden
inceye düĢünerek, üzerinde kafa yorarak ve sanki Rabbi
kendisine hitap ediyormuĢçasına Kur‘ân‘ı akletmek, düĢünmek ve tefekkür etmek, demektir. Ġman ehli bir bacı,
okuduğu ve ezberlediği Kur‘ân ayetlerini düĢünmeli ve bunun için zaman ayırmalıdır. Veya Kur‘ân‘dan belirli bir pasajı okuyup onun üzerinde gerekli düĢünmeyi yapmalıdır ki,
bunun için belirli bir zaman kaydı yoktur. Bu düĢünme, belirli kısa bir süre olabileceği gibi −duruma göre− günlerce
de devam edebilir. Burada önemli olan ayetlerin hakkını
vererek tedebbür etmek, ayetleri inceden inceye düĢünmektir. Ġbn-i Abbas radıyallahu anhuma‘nın Ģu sözü bu noktada
çok anlamlıdır: ―Bakara ve Al-i İmrân sûrelerini mânâlarını
50
Yön Veren Yazılar -2-
düşünerek tertil ile okumak, bence bütün Kur‘ân‘ı bir çırpıda
okumaktan daha iyidir.‖
Rabbimiz, kitabını düĢünmeyen ve onun tertemiz ayetleri üzerinde kafa yormayanları eleĢtirmiĢ ve istifham/soru
yoluyla Kur‘ân üzerinde düĢünmeyenlerin, aslında kalpleri
kilitli olan insanlar olduğuna iĢaret etmiĢtir. “Onlar, Kur‟ân
(ayetlerini) hiç düşünmezler mi, yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed, 24) ĠĢte iman ehli bir bayan,
Rabbisinin kitabını hayatı boyunca bu üçlü döngü içerisinde takip etmeli ve pratiğine yansıyan Kur‘ân ayetleri ile etrafına nur saçmalıdır.
12- Sâliha kadınlarla arkadaşlık etmeli, inancı, ahlakı ve edebi problemli olan kadınlardan uzak durmalısın; zira kişi arkadaşının dini, yani hayat tarzı üzeredir.
Eskiler boşuna dememiş: “Bana dostunu söyle, sana kim
olduğunu söyleyeyim” diye…
Mümine bir bayanın dikkat edeceği en önemli Ģeylerden birisi de, oturup-kalktığı arkadaĢlarını iyi ve sâlih kimselerden seçmesidir. Ġnancı, ahlakı ve edebi iyi olmayan insanlardan arkadaĢ çevresi oluĢturacak olursa, bu zamanla
kendisini de etkileyecek, onların ahlakıyla ahlaklanmasına
neden olacaktır.
‫املرء ػىل دٍن خ َهل َنظر أحدمك من خيانل‬
―Kişi arkadaşının dini (hayat tarzı) üzeredir. Bu nedenle sizden birisi kiminle arkadaşlık ettiğine iyi baksın.‖ (Ebu Davut, Tirmizî)
Faruk Furkan
51
Eğer arkadaĢlarımız sahih Ġslam akidesi üzerinde iseler,
bu bizi de etkileyecek ve bizlerin de doğru bir inanca sahip
olmasını sağlayacaktır. Yok, eğer akideleri bozuk, inançları
sapkın ise aynı Ģekilde bu bizde tesir bırakacak ve –Allah
korusun– bizlerin de ayağının kaymasına sebep olacaktır.
ĠĢte bu nedenle arkadaĢlarımızı seçerken hangi inanç üzere
olduklarını iyi tespit etmemiz gerekmektedir. Ġnsan kimin
düĢüp kalkarsa onunla aynı inancı paylaĢır. Çünkü arkadaş mıknatıs gibidir; iyi ise iyiliğe, kötü ise kötülüğe çeker. ArkadaĢtan etkilenmemek mümkün değildir.
ġunu unutma ki, kiminle takılırsan aynı onun gibi
olursun. Örneğin ağzı küfürlü olan insanlarla birkaç gün
beraber olsan, senin de ağzın aynı Ģekilde küfürlü hale gelir.
Ġstemesen ve farkında olmasan bile senin de ağzın onlarla
aynı olur. Buna mukabil eğer ilmi seven ve ön plana çıkaran insanlarla takılırsan, sen de kaçınılmaz olarak ilmi seven ve ilmi isteyen biri olursun. Cihad ehli insanlarla oturursan, sen de cihad tutkunu, cihad aĢığı olursun. Namaz
ehli insanlarla vakit geçirirsen sen de namaz ehli olursun.
Bu Ģekilde örnekleri çoğaltmak mümkün...
ĠĢte bundan dolayı arkadaĢını iyi seçmeli ve kiminle
oturup kalktığına dikkat etmelisin.
‫ال ثصاحب ال مؤمنا وال ًألك طؼامك ال ثقي‬
―Ancak mümin birisiyle arkadaşlık et; yemeğini de ancak müttaki insan(lar) yesin.‖ (Ebu Davut, Tirmizî)
13- Sabah-akşam zikirlerini asla ihmal etmemelisin.
Mümine bir bayanın ihmal etmeden yapması gereken
bir diğer husus da sabah-akĢam zikirleridir. Sabah-akĢam
52
Yön Veren Yazılar -2-
zikirleri, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem‘in hiç ihmal etmeden yaptığı dualardır. Ġnsan, bu dualar sayesinde kendisini
cin ve Ģeytanlardan gelebilecek her türlü maddî-manevî
musibetlerden koruma altına alacağı gibi, dünyevi sıkıntı ve
belalara karĢı da elinde sağlam bir kalkan bulundurmuĢ
olur.
Günlük zikir ve dualara dair piyasada en yaygın olan
kitap, Said el-Kahtanî‘ye ait ―Hısnu‘l-Müslim‖ adlı eserdir
ki, içerisinde sabah-akĢam zikirleri de mevcuttur. Her bacı,
cebinde veya çantasında bu küçük kitaptan bulundurarak
özellikle sabah-akĢam zikirlerini düzenli bir Ģekilde okumalıdır. Bu duaları zamanla ezberlemeyi de ihmal etmemelidir.
Sabah zikirlerini, sabah namazını kıldıktan sonra oturup, güneĢ doğana kadar ki süre zarfında yapmak; akĢam
zikirlerini ise ikindi namazından sonra güneĢ batana kadar
ki zaman içerisinde okumak gerekir. Bir müminenin, Ģartlar
ne olursa olsun bu zikirleri mutlaka yapması ve asla ihmal
etmemesi gerekmektedir.
Burada bir noktaya daha temas etmek istiyorum ki, bu
da bence çok önemlidir: Bu zikirler okunurken mutlaka diz
üstüne düzgünce oturulmalı ve bir edep içerisinde onlar
okunmalıdır. Böyle bir tavır içerisinde bu duaların okunması, bizlerin daha üst düzey bir maneviyât havasına kapılmasına sebep olacaktır. Tamam, her ne kadar ayakta iken,
yolda yürürken veya uzanırken bu duaların okunması caiz
ise de, en evlâ olanı, bunları Allah‘ın huzurunda bir edep
içerisinde okumaktır. Bu da tıpkı bir ilim talebesi gibi oturarak okumakla olur.
Faruk Furkan
53
Burada Ģu hususun da altını çizmek gerekir: Ġnsanın dıĢ
hâlinin düzgünlüğünün, kalbinin huĢu bulmasında büyük
bir etkisi vardır. DıĢ görünümünde bir edep içerisinde olanların kalben huĢu ve huzuru yakalamaları, diğer insanların
bu huzuru yakalamalarından daha kolaydır. Unutmamak
gerekir ki Ehl-i Sünnet nazarında, insanın iç âlemi ile dıĢ
âlemi arasında bir etkileĢim söz konusudur.
14- Tesettürüne, yüzünü örtmeye ve kıyafetinin çekici olmamasına özen göstermeli; nâmahrem olan erkeklerle telefonda bile olsa, narin ve çekici bir sesle konuşmamalısın.
● Mümine hanımın, özellikle de dıĢarı çıkacağı zaman
dikkat etmesi gereken en önemli Ģey, tesettürüdür. Öncelikle Ģunun altını çizmemiz gerekir ki, kadında asıl olan
evinde karar kılması ve zaruret olmadığı sürece çarĢı-pazara
çıkmamasıdır. Rabbimiz Peygamber Efendimiz‘in hanımlarına hitaben bu gerçeği Ģöyle dile getirmiĢtir: “(Ey Peygamber hanımları!) Evlerinizde karar kılın ve önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın…” (Ahzab, 33) Kadın evinde karar kıldığı ve dıĢarı çık-
madığı sürece erkekler için selamet; dıĢarı çıktığı andan itibaren ise onlar için fitnedir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
Ģöyle buyurur: ―Benden sonra erkekler için kadınlardan daha
zararlı bir fitne bırakmadım.‖ (Buhârî, Müslim) BaĢka bir hadisinde de Ģöyle der: ―Dünyadan ve kadınlardan sakının; zira
İsrailoğullarının ilk fitnesi kadında olmuştu.‖ (Müslim) Bu nedenle kadının tesettür meselesinden önce evinde oturmayı
ve Ġslamî faaliyetlerini ev eksenli yapmayı kabullenmesi gerekir. Ondan sonra tesettüre riayet etme konusu gelir.
54
Yön Veren Yazılar -2-
● Tesettür denilince bununla kastımız; kadının bütün
bedenini diğer erkeklere karĢı örtmesidir. Efendimiz sallallahu
aleyhi ve sellem bu konuda Ģöyle buyurur: ―Kadın bütünüyle avrettir.‖ (Tirmizî) Ancak kadın tüm bedenini örttüğü zaman
yürüme ve etrafı görme noktasında bir zorluk çekecektir.
Ġslam‘da zaruretler, yasakları mubah kılacağı ve zaruretler
ancak yeterli olan en asgarî miktarla takdir edileceği için
zaruretin giderildiği en düĢük miktarda gözlerini açmasına
müsaade edilmiĢtir. Dolayısıyla kadın köy ve kasaba gibi
trafiğin ve insanların çok olmadığı yerlerde eğer tek gözünü
açarak bu ihtiyacını giderebiliyorsa tek gözünü açarak; büyük Ģehirler gibi trafiğin ve insanların çok olduğu yerlerde
iki gözünü açarak bu ihtiyacını giderebiliyorsa iki gözünü
açarak bu ruhsattan yararlanabilir.
● Kadının bütünüyle avret olduğunu kabul ettiğimiz
zaman, otomatik olarak yüzünün de avret olduğunu söylemiĢ oluruz ki, bu durumda peçe kullanması veya uygun bir
Ģekilde yüzünü kapatması da farz olur. Hanefî mezhebinde
kadının yüzünü örtmesi farz değildir, denilir. Bu doğrudur;
ama kadına bakan fâsık insanların yoğun oluğu yerlerde
Hanefîlerde de yüz örtmek farzdır. Hanefî mezhebinin görüĢünü delil getirterek yüzlerini açan sözüm ona tesettürlü
hanımlar, acaba Türkiye ortamında çarĢı-pazarlarda dolaĢan erkeklerin, kadına bakmaktan hayâ duyan muttakî insanlar olduğunu mu iddia ediyorlar; yoksa mezheb içerisinde bizim bilmediğimiz bir Ģeyi mi getiriyorlar? Bence ikisi de
değil; onlar sadece hevâlarına tabi oluyorlar. Bir kadın böylesi bir ortamda yüzünü açmada ısrar ediyorsa, kanaatimce
Faruk Furkan
55
ya Ġslam‘ın kendisine verdiği değeri bilmemektedir; ya da
çarĢı-pazarlarda dolaĢan erkeklerin ne düzeyde bir Ģehvete
sahip olduklarından habersizdir. Aksi halde bir kadının, güzelliğin odağı olan yüzünü bu insanlara göstermesinin ne
aklen, ne de fıtraten izah edilebilecek bir yönü vardır.
● Tesettürün ―tesettür‖ olabilmesi için, mümine hanımın elbisenin Ģu hususları da beraberinde bulundurması
gerekir:
a. Altını gösterecek kadar Ģeffaf olmamalı,
b. Dar olmamalıdır,
c. Dikkat çekici olmamalı ve
d. Erkeklerin ve kâfirlerin elbisesine benzememelidir.
Bir kıyafet her ne zaman bu Ģartlardan yoksun olursa
ortada tesettürden söz etmek asla söz konusu olamaz.
● Mümine bir hanımın, bir de kendisi ile evlenmesi caiz olan erkeklerle –ki buna amca, dayı, teyze ve halaoğulları, eniĢte ve çelebiler de dâhildir– aynı sofrada yemek yemesi, halvet sayılacak tarzda bir arada kalması ve fitneye
sebebiyet verecek Ģekilde beraber aynı ortamları paylaĢması
caiz değildir. Bir bacımızın Ģunu aklından hiç, ama hiç çıkarmaması gerekir ki, dıĢarıdaki sıradan bir erkek kendisi
için ne ise; amca, dayı, teyze ve halaoğulları veya eniĢte ve
çelebileri de odur. Bunların akraba olmasının hükmü değiĢtirmede en ufak bir tesiri yoktur; hatta akraba, fitnenin büyüklüğü bakımından daha tehlikelidir.
15- Dış görünümünün düzenli ve temiz olmasına
özen göstermeli, beden temizliğine ve belirli bir düzen
içerisinde yıkanmaya gayret etmelisin.
56
Yön Veren Yazılar -2-
● Mümine bir hanım, Peygamberine ittbaen elbisesinin
temiz olmasına son derece önem göstermeli ve bilmeli ki,
bir Müslüman imkânsızlıklarından dolayı yamalı, eski ve
ucuz kıyafetler giyebilir; ama asla Ġslamî kimliğini zedeleyecek nitelikte pis ve pejmürde kıyafet giyemez! Bizim elbiselerimiz ucuz olsa da, asla pis olamaz!
● Dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta da beden
temizliğidir. Hele hele evli olanların buna dikkat etmesi
daha elzemdir. Bir bayanın, özellikle de insanların arasına
karıĢacağı veya eĢi eve geleceği zaman beden temizliğine
son derece dikkat etmesi gerekir. Bu bağlamda koltuk altlarının kokup–kokmadığını, çoraplarının temiz olup–
olmadığını, ağzının nezafetini kontrol etmesi kaçınılmazdır.
Buna dikkat etmediğinde hem arkadaĢlarının, hem de eĢinin zamanla kendisinden soğuyacağını unutmamalıdır.
● DıĢarı çıkacağı zaman bir bayanın koku kullanması,
erkeklerin Ģehvet ateĢini körükleyeceği için caiz değildir;
lakin eĢine güzel kokması için koku sürünmesinin, sevap
olmasının yanı sıra aradaki muhabbetin artmasına da vesile
olacağını aklından çıkarmaması gerekmektedir.
● Özellikle yaz günlerinde bir-iki gün arayla mutlaka
yıkanmak gerekir. Bunun dıĢında birde ara ara tuvalete veya banyoya giderek, yanımıza alacağımız bir sabunla apıĢ
aralarını ve koltuk altlarını yıkamamız güzel olur. ġunu
unutmamak gerekir ki, insanların nefret ettiği kokulardan
melekler de nefret eder ve temizliğe ancak mümin olanlar
özen gösterir.
Faruk Furkan
57
16- Dünya Müslümanlarının karşılaşmış oldukları
problemlerden gâfil kalmamalı ve onlar için mâlî yardımda bulunmaya çalışmalısın.
● Ġman ehli bir hanım, özellikle de Ġslam coğrafyasında
cereyan eden olaylardan habersiz kalmamalı, dinini öğrenmesinin yanı sıra dünya üzerinde Müslümanların yaĢamakta olduğu durum ve vaziyetleri de araĢtırmalıdır. KardeĢlerinin yüz yüze kaldığı zulümlere, haksızlıklara, iĢkence ve
zorbalıklara duyarsız olmamalı ve böyle yaptığı zaman onların bu gün yaĢadıklarının bir gün gelip kendi baĢına da musallat olacağını aklından çıkarmamalıdır. Bu gün onlara ise,
yarın sana…
● Bu noktada onlara yapabileceği her türlü yardımı
yapmaya çalıĢmalı, para ise para, dua ise dua ile onların yanında olduğunu göstermelidir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem Ģöyle buyurur: ―Sizden her kim kardeşine faydalı olmaya
güç yetiriyorsa, bunu yapsın.‖ (Müslim)
17- İnternet, televizyon ve benzeri iletişim vasıtalarına karşı dikkatli olmalı ve bu noktada Allah‟a isyan etmekten sakınmalısın.
Mümine bir hanım için internet ve televizyon gibi aletleri evde bulundurmak kadar afet bir durum yoktur. ―Hocam siz de amma abarttınız!‖ diyebilirsiniz, ama bu vasıtaların zararlarını hakkı ile düĢündüğünüz de bana hak vereceğinizden eminim. Burada internetin veya televizyonun zararlarından uzun uzadıya bahsedecek değilim; ama Ģu kadarını söyleyeyim ki, bir insan haber programı bile izlese kendisini harama bakmaktan neredeyse koruyamıyor. Ġnternet
sayfalarında dolaĢırken Kur‘an sitelerine bile girdiğinizde
58
Yön Veren Yazılar -2-
karĢınıza son derece müstehcen görüntüler gelebiliyor.
Hangi siteyi açarsanız açın, Google‘nin veya benzeri firmaların kendi iğrenç görüntülü reklamları gözünüze iliĢiyor.
Bu bile bizim internet ve televizyonu evimizde bulundurmamamız için yeterli bir nedendir. Bunun detayını öğrenmek isteyenlere ―İnternet Nimet midir, Yoksa Nikmet mi?‖
adlı yazımızı okumalarını tavsiye ederiz.
Ġnternet ve televizyon gibi vasıtalar zaman katilidir.
Zararları faydalarından çoktur ve her Ģeyden önemlisi Allah‘ı anmaktan alıkoymaktadır. Bir Ģey insanı Allah‘ı zikretmekten, dinini öğrenmekten, namazdan ve benzeri ibadetlerden alıkoyuyorsa, ondan gelecek fayda aslında fayda
değil; mahza zarardır. Oysa insanı hiçbir Ģey Rabbini zikretmekten alıkoymamalıdır. ġunu aklımızdan hiç çıkarmamalıyız ki, Allah‘ı anmaktan alıkoyan her Ģey –ki bunun
çoluk-çocuk, mal-mülk, alıĢ-veriĢ veya internet, televizyon
olmasının hiçbir farkı yoktur– kıyamet gününde insanı zarara uğratacak ve onun için bir hüsran vesilesi olacaktır.
Rabbimiz Ģöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sakın ha
sizi, Allah‟ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu
yaparsa, işte onlar hüsrana/ziyana uğrayanların ta
kendileridir.” (Munafikûn, 9)
Bu nedenle bacılarımızın evlerinden bu tür fitne aletlerini uzaklaĢtırması ve bu sayede hem kendilerini, hem de
kendilerine emanet edilen pak çocuklarını korumaları gerekmektedir. Ne mutlu kendini ve ehlini ateĢten koruyabilenlere!
Faruk Furkan
59
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (Tahrim, 6)
Son olarak;
Değerli bacım; buraya kadar anlattığımız Ģeylerle sana
nasihatte bulunmak ve seni bir nebze de olsa hayra yönlendirmek istedik. Sen burada yazılan Ģeylerle titizlikle amel
etmeye çalıĢtığın zaman göreceksin ki sıradan insanlardan
farklılaĢacak ve Allah‘ın istediği bir ―Mümin Hanım‖ portresini, etrafındaki diğer kadınlara göstermiĢ olacaksın.
Umarız, sözlerinden daha çok amellerinle onlara örnek olur
ve Ġslam‘ın yaĢanılabilirliğini onlara gösterirsin. Unutma ki
Ġslam‘da, bir hayra öncülük edene onunla amel edenlerin
ecri vardır. Allah beni ve seni bağıĢlasın…
KUR'ÂNÎ BAKIŞLA ÇOCUK EĞİTİMİ
-GirişĠslam‘ın çocuk eğitimine verdiği önemin ne kadar büyük olduğunu, çocuklarımıza manevi ev ortamı ve çevre
hazırlamamız gerektiğini, onlara karĢı sorumluluğumuzun
sadece ‗karınlarını doyurmak‘, ‗üzerlerini giydirmek‘ ve ‗eğitim veren bir yere gönderip ödevlerini yaptırmakla‘ bitmediğini hepimiz biliriz. Gönül meyvelerimiz olan yavrularımıza düzenli sevgi ve ilgi göstermemiz, kalplerini sözde değil
özde olan, hayatlarına yansıyan Allah ve Rasulü‘nun sevgi-
62
Yön Veren Yazılar -2-
siyle, kafalarını ise Kur‘an ve sünnete dayalı sahih Ġslam
bilgisiyle doldurmamız, Kur‘an ahlakıyla terbiye etmemiz
gerektiğini hepimiz manen hissederiz. Olması gereken bu
olduğu halde bugün bu sorumluluğu, kimimiz dünya meĢgalelerine dalarak tamamen bırakmıĢ, kimimiz de bunu nasıl
yerine getireceğini bilmemekte çözüm noktasında ciddi bir
araĢtırma yapmamakta, çözüm üretme adına konuĢacak
hiçbir ortak konu bulamayan birçok eĢ ortak sorunlulukları
olan çocuklarına hangi dini bilgileri nasıl vereceklerini istiĢare edememektedir. Hatta kimimiz ‗aile içi iletiĢim‘le alâkalı veya Allah Rasulü sallallâhu aleyhi ve sellem‘in eğitim yöntemine dair bir kitabı bile eĢiyle beraber okuyup çocuklarının terbiyesi gibi çok önemli bir konuyu bile beraberce değerlendirememektedir.
Bazıları ise din eğitiminin sadece Kur‘an‘ı yüzünden
okutmak veya sûre ezberletmek olduğunu düĢünmekte, bu
bağlamda çocuklara gerek anne-babalar, gerekse kurslar
baskı yaparak onları Ġslam‘dan soğutmaktadır.
Öyleleri de var ki, bu eksikliği, Allah‘a itaatten hiç
bahsetmeyen, tamamen ‗çocuk eksenli‘ hazırlanan batı tarzı
kitaplardan sorgulamaksızın gidermeye çalıĢmakta ve çocuk
eğitimine iliĢkin Ġslam‘ın hangi esaslara önem verdiğini
bilmeden tamamen Ġslam‘dan uzak kaynaklardan faydalanmaktadır.
Bunların tamamı bizden istenilen ve tavsiye edilen Ģeyler değildir.
Faruk Furkan
63
Sık sık hatırlamaya ihtiyacımız olan bu konuyu, kaleme almayı uygun gördük ve çocuğumuzun ilk dönemlerinden itibaren hassasiyet göstermemiz gereken önemli bir sorumluluğu Kuran‘a göre hangi esaslara dikkat ederek yerine
getirmemiz gerektiğini anlatmaya çalıĢtık. Rabbim, bizleri
ve yavrularımızı imanlı, ihlâslı ve takvalı kullarından eylesin. (Âmin)
“Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün
aydınlığı olacak (çocuklar) ihsan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl.” (Furkan, 74)
İslam’ın Çocuk Eğitimine Verdiği Değer
Çocuk eğitimi, Ġslam‘ın önem verdiği ve önem vermemizi istediği en öncelikli konuların baĢında gelmektedir;
çünkü sağlıklı bir Ġslam neslinin yetiĢmesi ancak bu yolla
mümkün olabilmektedir. Ġslam‘da bir farzın yerine gelebilmesi için onu tamamlayıcı unsurlar da farz kabul edildiğinden dolayı, sağlıklı bir Ġslam nesli yetiĢtirebilmek için çocuklarımızı nasıl eğiteceğimizi bilmek, bizim en önemli görevlerimizden birisidir.
Çocuk eğitiminde dikkat edilmesi gereken birçok husus vardır. Bunların baĢında tertemiz olarak bize emanet
edilen çocuklarımızın fıtratlarını ve ahlaklarını korumak ve
onları bozucu her türlü etkenden onları muhafaza etmektir.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Ģöyle buyurur: ―Doğan her
çocuk fıtrat üzere doğar. Neticede anne babası onu ya Yahudi,
ya Hıristiyan ya da Mecûsi yapar…‖ (Buharî, Müslim)
64
Yön Veren Yazılar -2-
Rabbimiz, kendimizi ve sorumlu olduğumuz insanları
ateĢ azabından korumamız noktasında bizleri uyararak Ģöyle
buyurur:
“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında
gayet katı, çetin, Allah‟ın kendilerine verdiği emirlere
karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan
melekler vardır.” (Tahrîm Suresi, 6)
Yakın çağımızın meĢhur âlimlerinden Üstat Mevdudî
rahimehullah bu ayet hakkında Ģöyle der:
―Bu ayette, kiĢinin, sadece kendisini Allah‘ın azabından kurtarmasının yeterli olmayacağı, gücü yettiğince ailesini Allah‘ın sevdiği kullar olacakları Ģekilde yetiĢtirmesinin
de kendi sorumluluğu içinde olduğu bildirilmiĢtir. ġayet onlar cehennem yolunu tutmuĢlarsa, gücü nispetinde onlara
engel olmaya çalıĢmalıdır. Sadece onların bu dünyadaki refahlarını değil, ahirette cehennemin yakıtı olmamalarını da
düĢünmelidir. Buhari‘de Ġbn-i Ömer‘den rivayet olunduğuna göre, Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur: ―Hepiniz yöneticisiniz ve yönettiklerinizden sorumlusunuz. Hükümdar halkından, erkek ailesinden, kadın kocasının
evinden ve çocuklarından sorumludur.‖13
ġehid Seyyid Kutub rahimehullah da Ģöyle der:
―Mü‘minin hem kendisine hem de ailesine karĢı olan
sorumluluğu ağır ve korkunç bir sorumluluktur. Ġleride
korkunç bir ateĢ... O ve ailesi bu ateĢle karĢı karĢıyadırlar...
Kendisini bekleyen bu ateĢten hem kendini hem de ailesini
13
Bkz. Tefhîmu‘l-Kur‘an, ilgili ayetin tefsiri.
Faruk Furkan
65
uzak tutmak zorundadır. Evet, ateĢtir bu. Alev alev yanan
dehĢet verici bir ateĢ... “Yakıtı insanlar ve taşlar olan bir
ateş…” Bir mümin kendini ve ailesini bu ateĢten korumalıdır. Henüz fırsat varken, iĢ iĢten geçmeden mazeret bildirmenin iĢe yaramadığı gün gelmeden ailesini bu ateĢten
uzaklaĢtırmalıdır…‖14
İlk Yaşlarda Verilen Eğitimin Önemi
Biz, Kur‘an‘ın anlamını, hadisleri öğrenmeyi, yaĢamayı
ve anlatmayı dert edinen, samimi ve Ģuurlu bir Müslüman
olmaya çalıĢarak çocuğumuza örnek olmazsak, ona bu noktada zaman ayırarak eğitmeye çalıĢmazsak, onun eğiticisi
televizyonlar, sokaklar, arkadaĢlar ve okullar olacaktır.
Küçük yaĢtaki çocuk boĢ bir kaset gibidir. Çevresinden
ne görürse, ne duyarsa hemen onu kaydedecektir. Onu biz
doldurmazsak baĢkalarının dolduracağı kesindir. Model
olarak ona kim sunulursa onu benimseyecek, örnek alacak
ve Ģahsiyetinin oluĢumunda onun büyük bir etkisi olacaktır. Nitekim hikmetli bir sözde Ģöyle denilmiĢtir:
―Küçükken öğretilen taş üzerine yazılan gibidir. Biraz daha
büyüyünce öğretilen kâğıt üzerine yazılan gibidir. Biraz daha
büyüyünce öğretilen kum üzerine yazılan gibidir.‖
Bu, gerçekten de çok doğru ve önemli bir sözdür ki,
küçükken öğretilenlerin hafızadan silinmediği hepimizin
malumudur. Çocuğun kiĢiliğinin oluĢtuğu, Ģahsiyetinin ve
ahlakının geliĢtiği ilk devre 0-6 yaĢ, sonra 6-12 yaĢ ve daha
sonrasında da ergenlik dönemidir. Pekâlâ, bu çocuk hiç mi
14
Bkz. Fî Zilali‘l-Kur‘an, ilgili ayetin tefsiri.
66
Yön Veren Yazılar -2-
manevî değerleri kaybolmuĢ, olumsuzluklarla dolu topluma
girmeyecek, oralarda bulunmayacak? Tabii ki girecek ve
orada yerini alacak, sorumluluklarını yerine getirecek; ama
belirli bir düzeye geldikten ve Ģahsiyet eğitimini tamamladıktan sonra… Ancak baĢkalarından tamamen etkilendiği,
doğru ve yanlıĢı ayırt edemediği ilk dönemlerinde ise bizim
onları olumsuzluklara karĢı korumamız ve onların zararlarını anlatmaya çalıĢmamız gerekecektir.
Öğretmemiz Gereken İlk Esas
Ġslam, fıtratı üzere doğan çocuğumuza Allah sevgisi,
Kur‘an ve Sünnet bilgisi ve sahih Ġslam akidesi vermemiz;
hâkimiyetin kayıtsız ve Ģartsız sadece Allah‘a ait olduğunu,
O‘ndan baĢkasına bu hakkın verilemeyeceğini güzelce ona
anlatmamız biz anne babaların en önemli ve en öncelikli
görevidir. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, çocuklara ilk olarak Allah‘ın yüceliğini ifade eden, tevhide vurgu yapan ve
tamamıyla hâkimiyeti Allah‘a özgü kılan ayetler öğretmiĢ
ve bunların öğretilmesini bizlere emretmiĢtir. Ġbn-i Ebî
ġeybe‘nin ―el-Musannef‖ adlı eserinde15 Ģöyle geçer:
Abdulmuttalip ailesinden bir çocuk güzelce konuĢmaya baĢlayınca Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ona yedi kere
Ģu ayeti okutur, öğretirdi:
ٌ ‫َش‬
ِ ْ ُ ْ‫ًك ِِف ام‬
ِ َ ُ َ ‫َو ُق ِل امْ َح ْ ُد ِ ذ َِّلل ذ ِاَّلي م َ ْم ًَخذ ِخ ْذ َو َ ًاَلا َوم َ ْم ٍَ ُك ْن‬
‫َوم َ ْم ٍَ ُك ْن َ ُ َو ِ ٌيِل ِم َن ُاَّل ِّوّل َو َل ِّو ِّْب ُه حَ ْكبِريًاا‬
15
Bkz. 3517 numaralı rivayet.
67
Faruk Furkan
“De ki: „Hamd, hiçbir çocuk edinmeyen, hâkimiyette
ortağı olmayan, âcizlikten dolayı bir yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allah‟a mahsustur.‟ Sen O‟nu tekbir ile yücelt.” (İsrâ Suresi, 111)
Bazı rivayetlerde16 Furkan Suresi‘nin baĢı olan Ģu ayetleri öğrettiği de nakledilmiĢtir:
ُ َ ‫ون ِن ْ َؼام َ ِ َ ن َ ِذ ًاٍرا ذ ِاَّلي‬
َ ‫ث َ َب َاركَ ذ ِاَّلي َ ذّز َّل امْ ُف ْرقَ َان ػَ َىل َغ ْب ِد ِه ِم ََ ُك‬
ٌ ‫َش‬
‫ًك ِِف‬
ِ َ ُ َ ‫ُم ْ ُ ام ذ َ َاو ِات َو ْ َاْل ْر ِض َوم َ ْم ًَخذ ِخ ْذ َو َ ًاَلا َوم َ ْم ٍَ ُك ْن‬
‫امْ ُ ْ ِ َو َخ َ َ ُ ذ‬
‫لك َ ْ ٍء َقَد َذر ُه ث َ ْق ِد ًاٍر‬
“Âlemlere bir uyarıcı olsun diye kulu (Muhammed’e)
Furkân‟ı indiren Allah‟ın şanı ne yücedir! O Allah
ki, göklerin ve yerin hâkimiyeti/egemenliği kendisine
ait olandır. Çocuk edinmemiştir. Hâkimiyetinde hiçbir ortağı da yoktur. O, her şeyi yaratmış ve yarattığı
o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.” (Furkan Suresi, 1, 2)
Yine Musannef‘de17 geçtiği üzere, Hz. Hüseyin‘in oğlu
Ġmam Zeynelabidîn radıyallahu anhuma, çocuğuna:
ِ ُ ‫آ َم ْنت ِ َاب ذ َِّلل َو َل َف ْرت ِاب ذمطا‬
‫وت‬
―Allah‘a iman ettim, tâğutu inkâr ettim‖ demeyi öğretmiĢtir.
Lokman aleyhisselâm da oğluna nasihat ederken ibadetlerden önce doğru akideye yani tevhide vurgu yapmıĢ ve
tevhidi bozucu olan Ģirkten sakındırarak nasihatine baĢlamıĢtır. Rabbimiz onun bu nasihatlerini bize Ģöyle bildirir:
16
17
Bkz. Tefhîmu‘l-Kur‘ân, 3/572.
A.g.e. 3518 numaralı rivayet.
68
Yön Veren Yazılar -2-
“Hani bir zamanlar Lokman, oğluna öğüt vererek:
„Yavrucuğum! Sakın ha Allah‟a şirk koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür‟ demişti…”
Lokman aleyhisselâm öğütlerine Ģöyle devam eder:
“Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir
hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın
içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allah, en ince işleri görüp bilmektedir ve her
şeyden haberdardır.
Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten
vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu
bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.
Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve
yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.
Yürüyüşünde tabiî ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en
çirkini, şüphesiz eşeklerin sesidir!” (Lokman Suresi, 1319)
Biz Müslümanların da tevhid içerikli bu ve benzeri
ayet ve hadisleri çocuklarımıza öğretmesi ve bunların ne
anlama geldiği hakkında onlara bilgi vererek sağlam bir Ġslam akidesinin temellerini atması gerekmektedir.
Acaba hangimizin anne-babasının bizlere verdiği nasihatlerde ilk vurgulanan husus ―Ģirkten sakınmak‖ olmuĢtur? Tabi ki hemen hemen hiç birimizin…
Faruk Furkan
69
―Benim kitabım Kur‘ân‘dır, çok değerlidir‖ söylemlerinde bulunup saygı amacıyla sürekli el üstünde tuttuğumuz
kitabımızdan ne kadar uzak yetiĢtirildiğimizin ve yetiĢtirdiğimizin farkın damıyız? ġunu hiçbir zaman unutmamamız
gerekir ki, Kur‘ân‘a esas saygı; içindekileri teslim olmuĢ bir
akıl ve gönülle öğrenerek, bize yön verecek bir öğüt ve rehber olarak görüp ona göre bir hayat yaĢamamızdır.
“Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdekine bir şifa, müminler için bir hidayet (yön veren
rehber) ve rahmet gelmiştir. De ki: Allâh‟ın lütfü ile
rahmetiyle (evet) ancak onunla sevinsinler. Bu, onların toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır.” (Yunus,
57, 58)
Ġslam adına farklı grupların ortaya çıktığı, birçok Ģirk,
hurafe ve bid‘atin ―ibadet‖ olarak addedildiği Ģu dönemde
çocuğumuza hakkı batıldan ayıran ―doğru ölçütü‖ olarak
Kur‘ân‘ı sunmalı ve onu Kur‘ân ve Sünnete göre yaĢamayı
esas alan bir birey olarak yetiĢtirmeliyiz. ―Allah‘a güzel bir
kul olma‖ temel hedefine, ancak Kur‘ân‘ı esas alarak ulaĢabileceğini anlatmamız, eğitim noktasında çocuğumuza verebileceğimiz en önemli esaslardan biridir.
Öğretmemiz Gereken Diğer Temel Esaslar
Abdullah Ġbn-i Abbas radıyallahu anhuma, Ģöyle anlatır:
―Bir gün Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem‘in terkisinde
bulunuyordum. Bana: Yavrucuğum, sana bazı kaideler öğreteyim, dedi ve şöyle buyurdu: Allah‘ın buyruklarını gözet ki, Allah da seni gözetip korusun. Allah‘ın (rızâsını) her işte önde tut,
Allah‘ı önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah‘tan iste.
70
Yön Veren Yazılar -2-
Yardım dileyeceksen, Allah‘tan dile! Ve bil ki, bütün bir ümmet
toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allah‘ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün
ümmet, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah‘ın senin
hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir. (Bundan sonra takdirde herhangi bir değişiklik söz
konusu değildir.)‖18
Diğer bir rivayette de19 Ģöyle buyrulmaktadır:
―Allah‘ın emir ve yasaklarını gözet, O‘nu önünde bulursun.
Bolluk içindeyken (emirlerine bağlı kalmakla) sen Allah‘ı tanı ki
O da darlığa düşünce (kurtarmak suretiyle) seni tanısın. Bil ki
senin hakkında yazılmamış olan şey başına gelmez. Sana takdir
edilen de seni atlayıp (başkalarına) gitmez. Bil ki zafer sabırla,
sevinç üzüntüyle, kolaylık da zorlukla birliktedir.‖
Ġbn-i Abbas radıyallahu anhumâ, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve
sellem vefat ettiğinde henüz 13-14 yaĢlarındaydı. Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem kendisine bu öğüdü verdiğinde ise yaĢı
ortalama 10 civarındaydı. YaĢının küçüklüğüne rağmen
tevhidin en öz ve temel meselelerini ona öğretmesi, gerçektende çok dikkat çekicidir. Ona öğrettiği meselelere baktığımızda bunları bu gün birçok yetiĢkinin bilmediğini veya
bilse bile gönlüne yerleĢtiremediğini görürüz:
a) Allah‘ın hakkını koruma,
b) Yalnız Allah‘tan isteme,
18
19
Tirmizî, Kıyâmet, 59.
Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 307.
Faruk Furkan
71
c) Sadece Allah‘tan yardım bekleme,
d) Allah‘tan baĢkasının fayda ve zarar veremeyeceğine
inanma.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem‘in bu nasihatinde bir
çocuğun Allah Teâlâ‘ya güvenmesi, tevekkül etmesi ve
O‘na karĢı acizliğinin farkında olarak zarar ve fayda verici
olan yalnızca Allah olduğunu bilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Günümüz eğitim kitaplarının birçoğunda ise, bu
Ģekilde Allah‘a güvenme duygusu yerine tamamen ―kendine güvenen çocuk‖ söylemleri ön plana çıkmakta ve Allah
eksenli değil de, çocuk eksenli bir eğitim empoze edilemeye
çalıĢılmaktadır. Bu, hem Kur‘an‘ın hem de Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem‘in eğitim metoduna aykırıdır. Ayrıca
Kur‘an‘da çocuk eğitiminden ziyade, Ģahsın eğitimi vurgulanmaktadır. KiĢi kendisini Ġslam‘a göre yetiĢtirir, manevî
ortam oluĢturur, güzel örnek olmayı baĢarırsa, çocuğa ideal
olan Ġslamî eğitimi kolayca verecektir Bu noktada çocuğumuzdan önce kendimizi Kur‘an‘a göre yetiĢtirmemiz gerektiği ortaya çıkmaktadır.
Çocuğun kendisine güvenmesi, Ġslamî bir eğitimde elbette ki önemli bir husustur ve buna Ġslam gereken önemi
vermiĢtir. Ama öz güveni, Allah‘a güvenin önüne geçirmeye karĢı çıkmıĢ ve Allah‘a güvenme esasını kulun acizliğini
dile getirerek sürekli vurgulamıĢtır. Müslim‘in rivayet ettiği,
Kudsî bir hadiste Rabbimiz, insanların her konuda O‘na
muhtaç olduğunu beyan ederek Ģöyle buyurur:
―Kullarım! Ben zulmetmeyi kendime haram kıldım. Onu
sizin aranızda da haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyiniz.
72
Yön Veren Yazılar -2-
Kullarım! Benim hidâyet ettiklerim dışında hepiniz sapıtmışsınız. O halde benden hidâyet dileyin ki sizi doğruya ileteyim.
Kullarım! Benim doyurduklarım hariç, hepiniz açsınız.
Benden yiyecek isteyin ki sizi doyurayım.
Kullarım! Benim giydirdiklerim hariç, hepiniz çıplaksınız.
Benden giyecek isteyin ki sizi giydireyim.
Kullarım! Siz gece-gündüz günah işlemektesiniz, bütün günahları afveden de yalnızca benim. Benden af dileyin ki sizi bağışlayayım.
Kullarım! Bana zarar vermek elinizden gelmez ki, zarar
verebilesiniz. Bana fayda vermeye gücünüz yetmez ki, fayda veresiniz.
Kullarım! Evveliniz ahiriniz, insanınız cinleriniz, en
müttaki bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim
mülkümde herhangi bir şey arttırmaz.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz, en günahkâr bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim
mülkümden en küçük bir şey eksiltmez.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz bir yerde
toplanıp benden istekte bulunacak olsalar, ben de her birine istediğini versem, bu benim mülkümden ancak, iğne denize daldırılıp çıkarıldığında denizden ne kadar eksiltebilirse işte o kadar
azaltır. (Yani hiç bir şey eksiltmez.)
Kullarım! İşte sizin amelleriniz. Onları sizin için saklar,
sonra onları size iâde ederim. Artık kim bir hayır bulursa Al-
Faruk Furkan
73
lah‘a hamd etsin. Kim de hayırdan başka bir şey bulursa öz nefsinden başka kimseyi ayıplamasın.‖20
Onlara öğretmemiz ve gönüllerine nakĢetmemiz gereken bir diğer konu da, ―Temel hedefimizin ne olduğu‖dur.
Bizim temel hedefimiz: Allah‘ın rızasını ve sevgisini kazanmak, ona hakkıyla kulluk etmek, her ne surette olursa olsun bu amaçtan asla ayrılmamak ve bizi bu gayeden saptıracak, uzaklaĢtıracak her türlü Ģeyden uzak durmak ve
dünya hayatına dalmamaktır.
ĠĢte bu, bizim ve çocuklarımızın en önemli gayesi, derdi
ve hedefi olmalıdır. Çünkü biz dünyaya baĢka değil, sadece
bu amacı gerçekleĢtirmek için gönderildik.
“Ben cinleri ve insanları, sadece bana kulluk etsinler
diye yarattım.” (Zariyât Suresi, 56)
Aklımızdan çıkarmamamız gerekir ki, bir çocuğun ilk
ve en önemli terbiyecisi, öğreticisi ve eğitmeni annebabasıdır. Anne-babanın vereceği eğitimi ne bir kreĢ verebilir, ne de diğer eğitmenler!
Ġslam‘ın çocuk eğitimine ne denli önem verdiği herkes
tarafından bilinmektedir, lakin buna rağmen hadis külliyatlarını gözden geçiren birisi çocuk eğitimine dair özel bir bölümün olmadığını ve fazlaca bilginin bulunmadığını rahatlıkla müĢahede eder. Acaba bunun sebebi nedir?
Bunun sebebi Ģudur: Sahabe çocuklarına dinî eğitimini
evinde veriyor, evlerini medrese gibi kullanıyor ve her bir
20
Müslim, Birr 55
74
Yön Veren Yazılar -2-
fert çocuklarının eğitimi ile bizatihi kendisi ilgileniyor.
Bundan dolayıdır ki, çocuk eğitimine dair kaynaklarımızda
fazla malumat bulmak mümkün değildir. ĠĢte bu noktayı
tespit eden her müslümanın evini bir medrese, bir Daru‘lErkâm ve bir kıblegâh haline getirmesi ve çocuğunun terbiyesi ile bizatihi kendisinin ilgilenmesi gerekmektedir. Tıpkı
sahabenin yaptığı gibi… Ama buna rağmen günümüzde
çocuğunu dinî kreĢlere gönderip Kur‘an okumasını ve kısa
sureleri ezberlemesini sağladıktan sonra onun dinî eğitiminin büyük oranda yerine getirildiğini zanneden aileler vardır. Bu konu, bu kadar da basit değildir ve bu Ģekilde sorumluluğumuzu yerine getirmiĢ olamayız.
Çocuğumuzu Nelerden Korumalıyız?
Çocuklarımızı korumamız gereken hususlardan bazılarını maddelendirecek olursak:
a. Zararlı Çizgi Filimler ve Kahramanları. 0-6 yaĢ da
ve sonrasında çocuğumuzun karĢılaĢacağı en büyük tehlikelerden birisi hiç kuĢku yok ki, evlerimizin baĢköĢesini iĢgal
eden televizyonlardaki çizgi filimler ve çizgi film kahramanlarıdır.
Bu çizgi filmler birkaç kısma ayrılır:
1- Sihir İçerikli Çizgi Filimler. Bunlar günümüz ortamında daha çok Keloğlan masallarında, Benten, Sünger
Bob, Herry Potter ve diğerlerinde öne çıkmaktadır.
Sihrin Ġslam nazarındaki hükmü, Ġslam âlimlerinin belirttiğine göre küfürdür, yani dinden çıkıĢtır. Sihir yaparak
gaibden haber veren, insanların aralarını açan ya da çizgi
Faruk Furkan
75
filmlerde olduğu gibi sihir ile insanları kandıran ve aldatan
kimseler Ġslam nazarında küfre girmiĢ ve dinden çıkmıĢlardır. Rabbimiz Ģöyle buyurur:
“Andolsun onlar, sihri satın alanın ahirette bir nasibi
olmadığını biliyorlardı.” (Bakara Suresi, 102)
Ancak dinden çıkan insanların ahirette nasibi olmayacağı için bu ayetten ve benzeri delillerden hareketle Ġslam
âlimleri, sihrin insanı dinden çıkaran bir eylem olduğunu
söylemiĢlerdir. Böylesi insanları çocuklarımızın sevmesi, onlara özenerek sihir yapmaya kalkıĢmaları, onları taklit etmeleri son derece tehlikeli bir durumdur. Anne babaların
buna azami derecede dikkat etmeleri gerekmektedir.
2- Yanlış Modeller Şeklinde Yansıtılan Çizgi Filmler. Buna da ―Marsuplami‖yi örnek olarak verebiliriz. ġöyle
ki: Bu çizgi filmdeki kahraman bir maymundur. Bu maymun sempatik davranıĢları ile çocukları maymun taklidi
yapmaya teĢvik etmektedir. Oysa maymun sürekli komiklik
yaparak insanları gülmeye sevk eden bir hayvandır. Ġslam
ise bunu yasaklamıĢ ve insanları güldürmek için halden hale girmeyi nehyetmiĢtir. Bu yanlıĢ modellere yine ―Örümcek Adam‖ı, ―He-man‖i, ―Süperman‖i, ―Bakugan‖ı ve
―Barbie‖i örnek gösterebiliriz.
3- Hıristiyan Kültürü İle Güzel Ahlak Vermeye Çalışan Çizgi Filimler. Bu filimler de son derece tehlike arz
etmektedir. ―Caillou‖ ve ―Pepe‖ bunun en bariz örneğidir.
Bunların içerisinde Hıristiyanlığa ait olan ―yılbaĢı‖ ve ―doğum günü‖ kutlama gibi bazı adetlerin canlandırılması vardır ki, bunlar Ġslam‘da kesin surette yasaklanmıĢtır. Ayrıca
76
Yön Veren Yazılar -2-
çocuğuyla güzel ilgilenen, her istediğini yapmaya çalıĢan,
çocuğunu dağda kayak yapmaya bile götürebilen bir anne
modeli vardır ki, bu anne tiplemesi namaz kılmayan, baĢı
açık, gayr-i Ġslamî kıyafetlere sahip bir kadın Ģeklinde öne
çıkmaktadır. Bunları gören çocuk, namaz kılan; ama bu
filmlerdeki Ģeyleri yapamayan annesini beğenmemekte, bu
karakterdeki kadın tiplemesine daha fazla özenmektedir.
Kız çocuğu büyüyünce öyle biri olmak isteyecek, erkek çocuğu da öylesi biri ile evlenmeyi arzu edecektir.
4- Kur’an ve Sünnete Ters Düşen Çizgi Filimler.
Buna da –öncekilerle birlikte– ―TaĢ Devri‖ni örnek verebiliriz. Hz. Âdem ilk yaratıldığında, tüm eĢyanın ismi kendisine Allah tarafından öğretilmiĢti. Ġnsanlar bu filmlerde
canlandırıldığı gibi giyinmeyi bilmeyen, konuĢmayı henüz
öğrenememiĢ kiĢiler değildi. Bunların hepsi, insanın maymundan geldiğini savunan Darvin ve emsallerinin ortaya
attığı batıl fikirlerin empozesidir.
5- Subliminal Mesaj İçerikli Çizgi Filimler. Bu tarz
çizgi filmlerde 25. kare de insanın gözünün görmediği, ama
bilinçaltının algıladığı bazı mesajlar verilmeye çalıĢılmaktadır ki, bunların geneli cinsel içeriklidir. Bu kareleri yakalayan uzmanların tespitine göre, mesajların genelinde çocuk
pornosu ve avret mahalleri ön plana çıkmaktadır. Hatta
―TaĢ Devri‖nde haç iĢareti ve tek gözlü deccal portresi
açıkça verilmekte ve çocuklar Hıristiyan kültürüne alıĢtırılmaya çalıĢılmaktadır. Bu bilinçaltı ile büyüyen çocukların
nasıl bir dejenerasyona uğrayacağını varın, siz düĢünün…
Özellikle de ―Disney‖ yapımı çizgi filimler de Subliminal
Faruk Furkan
77
mesaj sıklıkla kullanılmakta ve bilinçaltı koruması henüz
geliĢmemiĢ olan çocukların, bilinçaltları kirletilmektedir.
Bu konuda internete ―Subliminal mesaj‖ veya ―25. kare‖ yazarak daha fazla bilgiye ulaĢabilirsiniz.
Kıyafetler üzerine özellikle de kalp ve kafa bölgesine
haç resimleri yerleĢtirilerek nasıl bir kültürün aĢılanmaya
çalıĢıldığı ortadadır. Bizlerin bu konuda daha duyarlı, daha
tedbirli olması ve düĢmanlarımızın asla bizim için hayır dilemeyeceğini aklımızdan çıkarmaması gerekmektedir.
b- Bu Kahramanların Reklamını Yapan Ürünler.
Çocuklarımızı korumamız gereken unsurlardan biri de, yanlıĢ model olan bu çizgi film kahramanlarının reklamını yapan çanta, kıyafet, bardak, kalemlik, silgi, defter, suluk gibi
okul eĢyalarıdır. Bu ürünleri almamamız ve reklamlarını
yapmamamız gerekmektedir. ―Uygun resim bulunan, hatta
canlı resmi hiç olmayan eĢya bulmak çok zor‖ diyebilirsiniz,
ama bizim Rabbimizi razı etmek adına uygun ürünleri bulmak için mücadele etmemiz, çocuğumuza bu konuda güzel
örnek olmamızı, dinimize karĢı hassasiyetimizi ‗yaĢayarak‘
anlatmamızı, sağlayacaktır. Ayrıca bu tarz ürünleri almak
istemediğimizi satıcılara bildirerek tepkilerimizi topluca sunarsak, onlarda bizim isteklerimizi karĢılayacak tarzda
ürünler talep etmeye ve satmaya baĢlayacaklardır. Biz onların olumsuz sattıklarından değil, onlar bizim olumlu isteklerimizden etkilenmelidirler. Hem alıcı biz değil miyiz? Bu nedenle nasıl ürün alacağımızı televizyonlar, reklamlar, satıcılar değil; aksine biz belirlemeliyiz.
78
Yön Veren Yazılar -2-
c- Zararlı Yiyecekler. Dikkat etmemiz gereken bir
baĢka husus da Ģudur: Televizyonlarda devamlı surette doğal olmayan yiyeceklerin reklamı yapılarak çocuklarımız zararlı yiyeceklere alıĢtırılıyor. Bundan dolayıdır ki çikolata,
cips, sakız, kraker gibi zararlı kırıntılara alıĢan çocuklar bal,
pekmez, kayısı kurusu, kuru üzüm, hurma, incir, iğde, fındık gibi doğal yiyeceklerin yüzüne bile bakmıyorlar.
Çocuklarımızı özellikle jelibon, hazır dondurma, hazır
yoğurt gibi domuz jelatini içeren yiyeceklerden korumamız
gerekiyor. Oturumlarımızda zararlı kırıntılar yerine, doğal
yiyecekler getirirsek çocuklarda birbirlerine bakarak doğal
yiyeceklere alıĢacaklardır. Bununla ilgili Ģöyle bir anekdot
düĢmek istiyorum: Küçük oğlumuzu iki yaĢlarındayken bir
komĢumuza göndermiĢtik. KomĢumuz çocuğumuza yemesi
için kraker vermiĢ. Fakat doğal olan Ģeyleri yemeye alıĢan
çocuğumuz onları yemek yerine onlarla oynamayı tercih
etmiĢ! Bunu gören komĢumuz, ilk defa kraker yemeyen bir
çocuk gördüğünden olsa gerek hayretler içerisinde kalmıĢ
ve bize güzel bir anı olarak kalacak bu olayı anlatmıĢtı.
Biz çocuklarımıza neleri sunar, nasıl bir ortam hazırlarsak onlar da bizim sunduğumuza alıĢacaklardır. Çevremizi de bu konuda bilinçlendirmeye çalıĢtığımızda, bu hassasiyetimizi hissettirdiğimizde onlarda dikkat etmeye çalıĢacak
ve bu Ģekilde doğal bir çevre oluĢacaktır. ArkadaĢlarımızın
çocuklarına çikolata ve Ģeker almak yerine meyve ve kuruyemiĢ tarzı Ģeyler alarak hem onları zararlı, hastalık yapan,
aĢırı enerji veren yiyeceklerden korumuĢ oluruz hem de doğal Ģeylere alıĢmalarına yardımcı oluruz. Çocuklarımız anla-
Faruk Furkan
79
yacak yaĢa geldiğinde de zararlı yiyeceklerin olumsuz etkilerini, doğal yiyecekleri tüketmenin de gerekliliği hakkında
sohbetler ederek onları bilinçlendirebiliriz.
d- Müzik. Korumamız gereken bir diğer husus da bu
çizgi filmlerdeki müziklerdir. Müzik, –Ġslamî(!) bile olsa–
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem‘in açık ifadeleri ile ve dört
mezhebin tamamının ittifakıyla haram olan bir husustur.
Bu noktada en ufak bir ihtilaf yoktur. Dolayısıyla bir
müslümanın bu konuda duyarsız olması, hele hele vurdumduymaz davranması asla olacak Ģey değildir. Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem Ģöyle buyurur:
―Ümmetimden kimi topluluklar zinayı, ipek giymeyi,
içkiyi ve çalgı aletlerini helal kabul edeceklerdir…‖21
Burada müziğin diğer haramlarla beraber zikredilmesi,
onun hükmünün de aynı olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca ―helal kabul edeceklerdir‖ denmesi demek ki bunun aslen
haram olduğunu ifade etmektedir. Bu kadar net nebevî bir
ifade varken farklı farklı görüĢlere meyletmek selefin yolu
değildir. Rasûlullah‘a ittiba etmek, bizler için en evla olanıdır.
Ayrıca müzik dinlemeye alıĢan bir çocuğa, hatta bir
büyüğe bile Kur‘an dinletmek çok zor gelir. Müzik dinlemeye alıĢanlar, Kur‘an dinlemeye adapte olamamaktadırlar.
Dinleseler bile ondan etkilenememekte ve manevî bir haz
alamamaktadırlar.
21
Buharî, 5590.
80
Yön Veren Yazılar -2-
Yıllarca müziğin ―ruhun gıdası‖ olduğunu söyleyerek
bizi ruhumuzun esas gıdası olan Kur‘an dinlemekten mahrum ettiler. Hiç haram olan bir Ģeyden gıda olur mu?
Burada Ģöyle bir soru sorulabilir: Pekâlâ, bu çizgi filmlerden çocuklarımızı uzak tuttuğumuzda, onlarda televizyona karĢı bir özenti oluĢmaz mı? Veya sürekli televizyonun
olduğu ortamları seçip orada kalmak ve televizyon baĢında
vakit geçirmek istemezler mi?
Bu soruları Ģu çözüm önrileriyle birlikte cevaplandırabiliriz:
1. Hayat Tarzımızı Değiştirmeliyiz. Çocuğumuza
doğru bir dini eğitim vermek istiyorsak, öncelikle inancımızı, yaĢantımızı, evimizi ve çevremizi Allah‘ın razı olduğu,
Kur‘an ve Sünnet‘e uygun bir Ģekilde düzenlememiz gerekir.
Evlerimizi huzur bulduğumuz, maneviyatın hissedildiği
yuvalar haline getirmeli; eĢimizi, çocuklarımızı Allah‘ın
verdiği bir nimet olarak görmeliyiz. Çünkü bugün insanlar
maneviyattan, sevgi ve muhabbetten uzak bir aile hayatı
yaĢayarak, en önemli görev olan; önce Allah‘a salih bir kul
sonra da iyi bir eĢ, iyi bir anne-baba olma vazifesini ihmal
ettiği için ailesini, çocuklarını bir yük, bir sıkıntı olarak görüyor. Sıkıntı görülen ailelerde erkekler kendi alanlarında
yaĢarken; kadınlar da kendilerine farklı alanlar buluyor.
Dolayısıyla böyle bir ailede yetiĢen çocuk, kendisini tatmin
edeceği farklı alanlar bulma çabası içine giriyor. Bizler,
kendi özel alanlarımızı oluĢturmak için ve daha özgürce ha-
Faruk Furkan
81
reket edeceğimiz sahaların arayıĢları uğruna, yavrularımızı
sorumsuz ve de çok rahat bir Ģekilde çağın teknoloji öğütücülerinin önüne iĢtah açıcı bir ―yem‖ olarak sunabiliyoruz.
Ya da anneler çocuklarına göstermeleri gereken hassasiyeti
bırakarak, ev iĢlerini daha rahat yapmak için televizyonu
sanki bir ―dadıymıĢ‖ gibi çocuklarını onun kucağına teslim
edebiliyorlar.
2. Çocuk İçin İlk Modelin “Anne-Baba” Olduğunu
Unutmamalıyız. Biz saatlerce televizyonun baĢında Ġslam‘a
tamamen ters düĢen diziler, arkası yarınlar, reklamlar izlerken gördüğümüz müstehcen sahneler gözümüzde tabileĢiyor ve bunun sonucu olarak yitirilmiĢ hassasiyetlerimizin
kurbanı olan çocuklarımız da bizi model alarak saatlerce
çizgi filmler ve yararsız programlar karĢısında vakitlerini
heba ediyorlar. Bu nedenle biz anne-babaların daha hassas
davranması ve neleri izlediğimizi çok iyi değerlendirmesi
gerekmektedir; aksi halde davranıĢlarımızı bir kamera gibi
kaydeden çocuklarımız da bizim gibi olacaklardır.
3. Çocuğumuzu Televizyon Konusunda Bilinçlen-
dirmeliyiz. Çocuğumuzla oturup güzel güzel televizyondaki
programların yanlıĢlığı hakkında konuĢabiliriz. Onlara sihir
içerikli çizgi filmlerin dinen uygun olmadığını, sihrin dinimizde yasaklandığını, sihir yapanları Allah‘ın sevmediğini,
Allah‘ın sevmediklerini bizim de sevmememiz gerektiğini
anlatabiliriz. Dinimizin en çok üzerinde durduğu konulardan birisi de, sevdiğimiz her Ģeyi yalnızca Allah için sevmek, sevmediğimiz her Ģeyi de yalnızca Allah için sevmeyip; terk etmektir. Bu ilke, Ġslam‘da “velâ” ve “berâ” ola-
82
Yön Veren Yazılar -2-
rak isimlendirilmiĢ ve Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem‘in dili
ile Ġslam‘ın en sağlam kulpu olarak nitelendirilmiĢtir.
―İman kulplarının en sağlamı, Allah için sevmek ve Allah için buğuz etmektir.‖22
BaĢka bir hadiste de Ģöyle buyrulur:
―Kim Allah için sever, Allah için buğuz eder, Allah
için verir ve Allah için engel olursa imanını kemale erdirmiş olur.‖23
4. Bilinçli Bir Çevre Edinmeliyiz. Hiç film izlemeyen
bir anne, bir arkadaĢına oturmaya gitse, arkadaĢı da müptelası olduğu diziyi heyecanla izlerken anne onu görse, ne
olacak? Tabii ki istemeden onun da gözleri filme kayacak,
sonra ilgisini çekecek, daha sonraki bölümlerde neler olduğunu merak ettiği için o da filmin müdâvimlerinden olacaktır. Büyükler olarak bizler, çevremizden bu kadar etkileniyorsak, çocuklarımız o renkli, sihirli ve son derece çekici filmlerden nasıl etkilenmesin? Bu nedenle ziyaretine gittiğimiz arkadaĢlarımız, çocuğumuzun görüĢtüğü aileler bilinçli kiĢiler olursa, çocuğumuz da doğal olarak bu tür
olumsuzlukları görmeyeceği için onlara özenmesi gibi bir
durum da söz konusu olmayacaktır.
5. Çocuğumuza Uygun Alternatifler Oluşturmalıyız.
Çocuğumuza Ġslamî çizgi filimler, belgeseller, eğitici prog-
22
23
―Silsiletü‘l-Ehâdîsi‘s-Sahîha‖, 998.
Ebu Davud, 4681.
Faruk Furkan
83
ramlar araĢtırıp bulmalı, alternatif olarak bunu çocuğumuza
sunabilmeliyiz. Normalde çocuğumuzu saatlerce televizyon
baĢında bırakmak yerine ona televizyon izleme saati belirlemeliyiz. Birçok yerli ve yabancı psikologa göre bir çocuk
2-3 yaĢına kadar asla televizyon izlememelidir. Çünkü çocuğun zekâ geliĢimi ilk yaĢlarda hızla geliĢir; televizyonda
gördüğü her Ģeyi ―gerçek‖ olarak algıladığı için bu, hem
onun zekâ geliĢimine zarar verir, hem de hayal ve gerçek
kavramlarının birbirine karıĢmasına neden olur. Örneğin,
konuĢamayan cansız bir varlık, konuĢabilen canlı bir varlık
olarak gösteriliyorsa, çocuk bunu zihnen gerçek olarak algılar… Bunu Ģiddet, korku, güvensizlik, psikolojik sorunlar,
tv bağımlılığı gibi kavramlarla beraber düĢündüğümüzde zararın boyutları korkunç olmaktadır. 3 yaĢından büyük çocuklarda ise, televizyon izleme24 süresi 1-2 saati geçmemelidir. Günde 1-2 saat televizyon izleyecek çocuklarımıza uygun alternatif programlar bulmak hiçte zor olmasa gerek!
Ayrıca çocuğumuza alternatif olarak Ġslam‘a uygun resimleri olan boyama kitapları, zekâ geliĢtirici oyunlar, oyun hamuru, hikâye kitapları ve eğitici oyuncaklar sunabiliriz.
Yaptığımız ev ziyaretlerinde kendimizden önce, çocuklarımıza ortam hazırlamalıyız. Ġyiyi kötüden ayırmayı yenice
öğrenen yavrularımızın, bizim yardımımıza ihtiyaçları olduğunu unutmamalıyız. Evin en geniĢ salonunda rahatça çayımızı içerken çocuğumuzun yan odada ne Ģekilde vakit geçirdiğinden, neler izlediğinden kesinlikle haberimiz olmalı―Televizyon izleme‖ derken medyanın ortaya koyduğu filmleri kastetmediğimiz anlaşılmıştır umarım! Bizim bununla kastımız; İslam‘a ters olmayan alternatif çizgi filimler ve eğitici programlardır.
24
84
Yön Veren Yazılar -2-
dır. Ziyarete gittiğimiz yerlerde çocuklarımızı televizyon baĢına bırakmak yerine, onların birbirleriyle oynayacakları,
birbirleriyle iletiĢim kurup arkadaĢ olabilecekleri doğal
oyunlara yönlendirerek sosyal iliĢkilerinin geliĢmesine yardımcı olmalıyız. Toplu ve kalabalık oturmalarda çok fazla
sayıda çocuk olabileceği ve birbirlerine zarar verebileceği
ihtimalinden dolayı çocuklarımızla ilgilenecek, onları olumlu iliĢkilere yönlendirecek birilerini de görevlendirebiliriz.
Eğitim Veren Kişi ve Kurumların
Dikkat Etmesi Gereken Noktalar
Dini eğitim vermeye çalıĢan Ģahısların veya kurumların
da yukarıda yazılan esaslara dikkat etmesi gerekir. Eğitim
yerlerini tamamen bir ticarethâneye dönüĢtürmemeli ve
kendi Ģahsi alanları gibi iĢlerine geldiği Ģekilde kullanmamalıdırlar. Allah‘ın razı olacağı bir Ģekilde görev yapma bilinciyle kendilerine gelen olumlu teklif ve uyarıları değerlendirerek daha iyiye ulaĢmayı hedeflemelidirler.
―En sevdiğim insan, bana kusurlarımı hatırlatan insandır. En çok takdir ettiğim insan da, haksız bir iş
teklif edildiğinde, kendi menfaatine bile olsa bütün varlığıyla ―hayır‖ diyebilen insandır.‖ (Ömer radıyallahu
anh)
Kendilerine emanet olarak verilen çocukların kafalarını kuru bilgiyle dolmuĢ, ahlakî ve Ģahsiyet eğitimine önem
verilmemiĢ bir kiĢi olarak değil de; bilinçli, Ģuurlu, Ġslamî
Ģahsiyeti geliĢmiĢ ve yaratılıĢ gayesinin farkında, gönlü Allah‘a yönelik bir birey olacak tarzda yetiĢtirmelidirler. Aynı
85
Faruk Furkan
zamanda ders programlarını bu esası karĢılayacak Ģekilde
hazırlamalıdırlar. Örneğin;
* Allah‘ın yüceliğini ve rahmetini anlatan, sevgisine
yönlendiren ayetleri,
* Ġdeal model oluĢturan peygamber kıssalarını,
* Kısa surelerin anlamlarını, hatta kırık mealini,
* Kur‘an‘ı anlamalarına yardımcı olacak basit Arapça
bilgilerini,
* Allah‘ın güzel isimlerini yani, Esma-i Hüsnâ‘nın anlamlarını,
* Peygamberimizin hayatını konu edinen ―Siyer‖ bilgisini,
* Ahlakî geliĢime yardımcı olacak hadisleri,
* Günlük duaların uygulamalı öğretimini iĢleyebilirler.
Yavrularımızın anne-babadan sonra en çok etkilendiği,
hatta bazı çocukların ailesinden ziyade öğretmenini örnek
aldığı hepimizin bildiği bir gerçektir. Yine eğitim veren bu
Ģahıs veya kurumların, eğitici kadrosunun Ġslam‘ın temel
esaslarını bilen, güzel ahlaklı, davranıĢlarıyla Ġslam‘ı temsil
eden kiĢilerden oluĢmasına dikkat etmeleri gerekmektedir.
Ġmam Mâlik
aktarır:
rahimehullah,
annesinin Ģöyle dediğini bize
―Annem bana hep ‗Rebî‘ye git ve ilminden önce onun edebini öğren‘ derdi.‖25
Ġmam Mâlik‘in annesinin bu nasihati, eğitimcilerin
Ģahsiyetinin onların ilminden daha önce geldiğini ve ilmin,
25
Salâhu‘l-Ümme Fî Uluvvi‘l-Himme, sf. 770.
86
Yön Veren Yazılar -2-
ehlinden alınması gerektiğini ifade etmektedir. Bu aynı zamanda ―iĢi ehline vermek‖ anlamına da gelmektedir ki,
Rabbimiz bunun böyle olması gerektiğini Kitabında vurgulamıĢtır.26
Eğitim kurumlarına çok farklı çevreden çocuklar geldiği ve birbirlerinden çabucak etkilendikleri için, eğitimcilerin çocukların birbirlerinden olumsuz etkilenmeyeceği
kontrollü bir ortam hazırlamaları; kendilerine verilen çocukları bir emanet bilinciyle evlerinden aldıkları andan
tekrar evlerine bırakacakları âna kadar dikkatle eğitmeleri
gerekmektedir. Bu arada velilerin de ―yıkıcı‖ eleĢtiriler yerine, eğitimcilere yardımcı olacak ―yapıcı‖ nasihatlerde bulunmaları gerektiğini hatırlatmamızda fayda vardır.
Buraya kadar anlatmaya çalıĢtığımız Ģeyler hususunda
Müslümanların duyarlı olmalarını temenni eder ve Rabbimizden bu noktada bizlere yardım etmesini dileriz. Dualarımızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah‘a hamd etmektir.27
26
27
Bkz. Nisâ Suresi, 58.
Yazan: ―Ümmü Muhammed‖
MESCİD ÂDABI
Bir müslümanın, Allah‘ın evleri olan mescidlere28 geldiği vakit dikkat etmesi gereken bir takım edep kuralları
vardır. Bu edep kurallarına ―Mescid Âdabı‖ denilir. Bu adaba riayet etmek, kiĢinin takvasından ileri gelir. Bu nedenle
Allah‘tan korkup sakınan ve güzel ahlak üzere olmak isteyen her müslümanın, bu kurallara özenle dikkat etmesi gerekir. ġimdi bu kuralları ana hatlarıyla maddeler halinde
zikretmeye çalıĢacağız:
1- Bir Müslüman mescide gelmeden önce niyetini
kontrol etmeli ve ―Neden mescide gidiyorum?‖ sorusunun
cevabını iç âleminde yeniden cevaplandırmalıdır. UnutBununla ―Mescid-i Dırar‖ statüsünde olmayan mescid ve camileri kastediyoruz. Tevhid ehli bir müslümanın, şirk ehli insanların arkasında namaz kılaması asla söz konusu olmayacağı için ―mescide gitmek‖ dediğimizde her halde ne kast ettiğimiz anlaşılmaktadır.
28
88
Yön Veren Yazılar -2-
mamak gerekir ki, mescide sadece namaz amacıyla gidilirse,
atılan her adım bir sevap kazanılmasına sebep olduğu gibi,
aynı zamanda bir günahın da silinmesine vesile olur.
―Kişi güzelce abdest alır, sonra başka hiçbir maksatla
değil, sadece namaz kılmak amacıyla mescide gelirse,
mescide girinceye kadar attığı her adım sebebiyle bir
derece yükseltilir ve bir günahı bağışlanır.‖ (Buhârî)
2- Müslüman, namazını, kendisiyle aynı duyguları paylaĢan kardeĢleriyle birlikte cemaat halinde kılacağı için
yirmi yedi kat daha fazla ecir kazanacağını bilmeli ve bu iĢtiyakla namaza gelmelidir.
―Bir kimsenin, mescitte cemaatle kıldığı namaz, işyerinde ve evinde kıldığı namazdan yirmi yedi kat daha
sevaptır.‖ (Müslim)
3- Mescide gelirken imkân dâhilinde en güzel elbiseleri
giymeli ve bulabildiği en güzel kokuları sürünmelidir.
―Sizden birisi namaz kılacağı vakit (alt-üst) iki elbisesini de giysin; zira kendisi için süslenilmeye en layık
olan Allah‘tır.‖ (Beyhaki rivayet etmiştir, senedi sahihtir.)
Ayak, ter kokusu, sigara veya soğan-sarımsak gibi insanlara eziyet verecek kokularla mescide gelinmemelidir.
Bu, bizzat Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem‘in yasaklamıĢ olduğu bir husustur. Mescide gelinmeden önce mümkünse
çoraplar değiĢtirilmeli, eğer imkân yoksa ayak, abdest alınırken sabunla güzelce yıkanmalıdır. Aynı Ģekilde, eğer koltuk altları terli ise sabunla koku gidene dek yıkanmalı ve
kardeĢlerimize rahatsızlık verilmemelidir. Sigara içenler ise
mescide gelmeden en az yarım saat veya bir saat evvelinden
Faruk Furkan
89
sigaralarını atmalı ve ağızlarından o iğrenç kokuyu giderecek maddeler kullanarak ağız temizliklerini yapmalıdır. Bununla birlikte bir müslümanın sigara içemeyeceğini ve sigaranın muasır tüm ulemanın ittifakıyla haram olduğunu tekrar hatırlatmaya gerek yoktur herhalde!
4- Telefonunu daha mescide girmeden kapatmalı veya
sessize almalıdır. Namaz kılarak Rableri ile fısıldaĢan insanların manevî irtibatlarını telefon sesi ile kesmek ne kadar
büyük bir hatadır! Hele birde bu ses, sazlı-sözlü müzik sesi
ise bu hatanın oranını varın siz düĢünün! Burada hemen
hatırlatmakta fayda var; bir müslüman müzik dinleyemeyeceği gibi, müzikli telefon sesleri de kullanamaz. Unutmamak gerekir ki, telefonlardaki ses tonları insanların kimlik
ve kiĢiliklerini yansıtan en önemli unsurlardan biridir. Bu
nedenle bizler muvahhidler olarak kimliğimize uygun ses
tonları seçmeli ve bu noktaya son derece dikkat etmeliyiz.
5- Mescide giderken Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem‘in
yaptığı dualardan bazısını okumalıdır. Bu dualardan birisi
Ģudur:
‫َصي ن ُ ًاورا َو ِِف َ َْس ِؼي ن ُ ًاورا َوغ َْن‬
ِ َ َ ‫ان ذيُ ذم ا ْج َؼ ْل ِِف قَ ْ ِِب ن ُ ًاورا َو ِِف ب‬
‫ً َ ِ َِين ن ُ ًاورا َوغ َْن ٌ َ َ ِاري ن ُ ًاورا َو َ ْو ِِق ن ُ ًاورا َو َ َْت ِِت ن ُ ًاورا َوأَ َما ِمي ن ُ ًاورا‬
‫َو َخ ْ ِفي ن ُ ًاورا َوأَغ ِْظ ْم ِيِل ن ُ ًاورا‬
―Allah‘ım! Kalbime, gözüme ve kulağıma nur ver. Sağımda, solumda, üzerimde ve altımda nur var eyle!
Önümde ve arkamda nur kıl! Allah‘ım! Nurumu artır!‖ (Buhârî rivayet etmiştir.)
Bu dualardan bir diğeri de Ģudur:
90
Yön Veren Yazılar -2-
‫ ال حو َّل وال قوة ال‬،‫ ثولكت ػىل هللا‬،‫ آمنت ابهلل‬،‫ابمس هللا‬
‫ َإ ِّوِِّن م َ ْم‬،‫ َو ِ َِب ِّو َمخريج ى ََذا‬،‫ ان ذيُ ذم ِ َِب ِّو ام ذ ائِ ِ َ ػَ َ َْ َك‬.‫ابهلل‬
‫ خ ََر ْج ُت ابْ ِخ َا َء‬،‫ َو َال ُ َْس َؼ ًاة‬،‫ َو َال ِر ََي ًاء‬،‫ َو َال ب َ َطراًا‬،‫أَخ ُْر ْج أَ ََشاًا‬
ْ ُ ‫ َواثِّوقَا َء‬،‫َم ْرّضَ ا ِث َك‬
‫ وث ُد ِخ َين‬،‫ أَ ْس َأ ُ َِل أَ ْن ث ُ ِؼَ َذ ِِّن ِم َن امنذ ِار‬،‫ُس ِط َك‬
‫اجلنة‬
―Allah‘ın adıyla… Allah‘a iman ettim, Allah‘a tevekkül ettim. Güç ve kuvvet yalnız Allah‘ın yardımı iledir.
Allah‘ım! Senden isteyenler (e olan) vadin ve benim
(mescide doğru) şu çıkışım hakkı için beni ateşten korumanı ve cennetine koymanı istiyorum. Allah‘ım!
Ben, ne azgınlık, ne böbürlenme, ne gösteriş ne de riya
için çıkmadım; ben (ancak) senin rızanı kazanmak ve
gazabından korunmak için çıktım.‖ (İbn Mâce rivayet etmiştir, senedi zayıftır)
6- Cemaate yetiĢmek için acele etmemeli, koĢmaktan
sakınmalı, vakûr bir Ģekilde heybetiyle gelmelidir.
7- Mescide girme esnasında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem‘in yaptığı Ģu duayı okumalı ve sağ ayağı ile girmelidir:
‫ان ذيُ ذم ا ْ َ ْ يِل أبْ َو َاا َر ْ َ ِخ َك‬
―Allah‘ım! Rahmet kapılarını bana aç!‖ (Müslim rivayet
etmiştir.)
8- Mescittekilerin huĢusunu zedeleyecek Ģekilde sesli
konuĢmalardan sakınmalıdır. Unutmamalıdır ki, namaz kılanların bulunduğu yerde sesli bir Ģekilde Kur‘an okumak
dahi yasaklanmıĢtır. Böylesi bir durumda Kur‘an okumak
bile yasaksa, peki ya sesli veya rahatsız edici Ģekilde konuĢmanın hükmü ne olur?
Faruk Furkan
91
ġu olaya dikkatle kulak ver:
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, insanlar namaz kılarlarken yanlarına çıktı. Kur‘ân okurlarken sesleri yükselmiĢti. Bu durumu görünce onlara Ģöyle buyurdu:
―Namaz kılan, Rabbiyle fısıldaşmakta, O‘na münacat
etmektedir. Bu nedenle ne ile niyaz ettiğine dikkat etsin. Sakın birbirinize karşı açıktan Kur‘an okumayın!‖
(Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir, senedi sahihtir.)
Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, insanları rahatsız ettiği
için sesli olarak Kur‘an okumayı bile yasaklamıĢtır. Acaba
bu gün bizim mescitlerdeki halimizi, oradaki konuĢmalarımızı ve insanlara verdiğimiz eziyeti görse, ne derdi?
Unutmamak gerekir ki, mescidler Allah‘ı anma ve zikirle meĢgul olma yerleridir; kahvehane gibi muhabbet etme, gürültü yapma ve hasret giderme yerleri değildir.
Bir bedevî mescide iĢemiĢti. Oradakiler ona ceza vermek için, ona doğru hareket ettiler. Rasûlullah sallallâhu aleyhi
ve sellem hemen onlara: ‗Onu bırakınız!‘ buyurdu. Sonra adamı yanına çağırdı ve: ‗Bu mescitlere ne işemek uygundur, ne
de pislemek. Buralar ancak Allah‘ı anmak, namaz kılmak ve
Kur‘an okumak içindir‘ diye nasihat etti. (Buhârî rivayet etmiştir.)
Bu nedenle, mescide gelen bir Müslüman mescide girdiği andan itibaren konuĢmasını kesmeli, hatta fısıldaĢmayı
bile bırakmalı, güzelce bir yere oturarak sessizce dua ve zikriyle meĢgul olmalıdır. Muhabbet isteği varsa, bunu namaz
sonunda dıĢarıda yapmalıdır.
9- Mescide girer girmez oturmadan önce mescidi selamlama anlamına gelen ―Tahiyyetu‘l-Mescid‖ namazı kılmalıdır. Bazı âlimler, Efendimizin hadislerindeki emirlerden
92
Yön Veren Yazılar -2-
dolayı bu namazın ―farz‖ olduğunu söylemiĢtir. Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem Ģöyle buyurur:
―Sizden biriniz mescide geldiği zaman oturmadan önce
iki rek‘at namaz kılsın.‖ (Buharî ve Müslim rivayet etmiştir.)
10- Ezan okunduğunda müezzinin söylediğini aynen
tekrar etmeli, ancak müezzin ―hayyaale‘s-salâh‖ ve
―hayyaale‘l-felâh‖ kısmına geldiğinde ―La havle ve la kuvvete
illa billâh‖ demelidir. Halkın söylediği gibi ―Aziz Allah‖ demekten uzak durmalıdır; zira ezan esnasında bu sözü söylemek sünnete aykırı bir tutumdur. Unutmamak gerekir ki
sonradan ihdas edilen her bidat, bir sünneti ortadan kaldırmaktadır.
11- Namaza durmadan önce küçük bir Ģeyle bile olsa
mutlaka ―sütre‖ edinmeli ve kendisinden önce namazını
tamamlayan kimselerin, kendi önünden geçmesine engel
olmamalıdır. Namaz kılanın önünden geçmenin ne kadar
günah olduğunu hepimiz biliriz; ama eğer namaz kılan
önüne sütre koymamıĢsa, bu durumda önünden geçenlerin
günahı ona yazılır. Hadislerde yasaklanan, sütre koyduğu
halde namaz kılanın önünden geçmektir. Bazı âlimler, sütrenin vacip olduğunu ve sütre edinmeyenlerin günaha gireceğini söylemiĢlerdir. Bununla birlikte kiĢi sütre koymamıĢsa bile namaz kılanın önünden geçmemek gerekir. Cemaatle namaz kılındığı zaman imamın sütresi, aynı zamanda cemaatin de sütresi olur.
12- Mescitten çıkarken gürültü yapmamalı, fısıltıyla
bile olsa konuĢmamaya dikkat etmelidir. Zira bu, geride kalanlara eziyet vermektedir. Herkes fısıltıyla konuĢtuğunda
93
Faruk Furkan
çok kötü bir uğultu meydana gelmektedir. En son kapıdan
ayrılırken sol ayağıyla çıkmalı ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve
sellem‘in yaptığı Ģu duayı okuyarak mescitten ayrılmalıdır.
َ ُ ‫ان ذيُ ذم ِّن‬
َ ِ ْ َ ‫أسأِل ِم ْن‬
―Allah‘ım! Senin lutuf ve fazlından isterim.‖ (Müslim
rivayet etmiştir.)
Bu anlatılanlara riayet ettiğinde hem sünnete uymanın
ecrini alacak, hem de takvanın gereğini yaptığın için gönül
huzuru yaĢayacaksın. Allah hepimizi sünnet üzere hayat yaĢayanlardan eylesin.
Ne mutlu sünnet üzere yaĢamaya çalıĢanlara!
CUMA NAMAZI ÂDABI
Bir müslümanın, cuma günü yapması gereken bir takım ibadetler ve uyması gereken bir takım edep kuralları
vardır. Bunlar, ana hatlarıyla Ģunlardır:
1- Cuma Guslü. Bir Müslümanın cuma günü cünüp
olmasa bile gusül abdesti alması sünnettir. Bazı âlimler hadislerdeki emirlerden dolayı bunu ―farz‖ kabul etmiĢtir.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Ģöyle buyurur: ―Cuma günü
gusül almak akıl baliğ olmuş her müslümana farzdır.‖ (Buhârî ve
Müslim)
Ġbn-i Teymiye rahimehullah ise bu iki görüĢün arasını Ģöyle bulmuĢtur: ―Terinden ve kokusundan başkaları rahatsız olacak kimsenin gusül abdesti alması farz; böyle bir sorunu olmayan, temiz olan kimselerin ise gusül abdesti alması sünnettir.‖
(el-İhtiyârâtu‘l-İlmiyye)
96
Yön Veren Yazılar -2-
2- Kehf Suresini Okumak. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve
Ģöyle buyurmuĢtur: ―Kim cuma günü Kehf suresini okursa, bu sure iki cuma arası o kişi için bir nur olur.‖ (Hâkim rivayet
sellem
etmiştir.)
Ġmam Nevevî rahimehullah bu surenin PerĢembeyi cumaya bağlayan gece de okunabileceğini söylemiĢtir. Bazı kardeĢlerimiz Ģu soruyu çok sormaktalar: ―Manilerimizden dolayı cuma namazından önce bu sureyi okuyamadığımız zaman acaba cumadan sonra okusak olur mu?‖
Cevap: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bu sureyi okumayı cuma günü ile kayıtlamıĢtır. Dolayısıyla cuma günü
ikindi vaktine kadar okunabilir.
3- Misvak Kullanmak, Güzel Koku Sürünmek.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur: ―Cuma
günü gusül almak akıl baliğ olmuş her müslümana farzdır. Misvak kullanmak ve güzel koku sürmek ise gereklidir.‖ (Buhârî ve
Müslim)
Diğer bir rivayette ise Ģöyle buyurur: ―Cuma günü boy
abdesti alıp mümkün olduğu kadar vücudunu iyice temizlemeye
çalışan, ardından saçlarını yağlayan veya evinde bulunan güzel
kokudan vücuduna süren ve daha sonra evinden çıkıp mescide
gelerek safları yarmadan kendisine takdir edilen namazı kılan ve
imamın okuduğu hutbeyi hiç sesini çıkarmadan, kimseyle konuşmadan can kulağı ile dinleyen herkesin bu Cuma ile diğer
Cuma arasındaki günahları bağışlanır.‖ (Buhârî)
4- Rasûlullah’a Salât ve Selam Getirmek. Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem‘e salât-u selam getirmek yılın her gününde faziletlidir; lakin bunu cuma günü fazlaca yapmak
Faruk Furkan
97
faziletçe daha üstündür. ―Cuma günü bana çokça salât-u selam getiriniz; zira sizin salât-u selamlarınız bana arz edilmektedir.‖ (Ebu Davud)
5- En Güzel Elbiseleri Giymek. Rasûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur: ―Sizden birisi iki elbise edinse,
sonra cuma günü her gün giydiğinin dışında bir elbise giyse ne
olur!‖ (Ebu Davud)
6- Elbisede Beyazı Tercih Etmek. Rasûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur: ―En güzel ve en temiz olduğu
için beyaz renkli elbise giyin. Ölülerinizi de beyaz kefene sarın.‖
(Nesaî)
Beyaz en iyi olmakla birlikte diğer elbiseleri giymek de
caizdir.
7- Mescide Erken Gelmek.29 Rasûlullah sallallâhu aleyhi
ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur: ―Cuma günü cünüplükten dolayı
yıkandığı gibi boy abdesti alan ve (herkesten önce) namaza gelen kimseler sanki bir deveyi Allah yolunda tasadduk etmiş gibi
sevap alırlar. Onlardan sonra gelenler bir sığırı, daha sonra gelenler boynuzlu bir koçu, ardından gelenler bir tavuğu ve en sona gelenler bir yumurtayı Allah yolunda tasadduk etmiş gibi sevap alırlar, İmam (hutbe için) çıktığında melekler okunan zikri
dinlemek üzere oraya toplanırlar.‖ (Buhârî ve Müslim)
Tabii ki mescide gelip orada boĢ konuĢmalara dalanlar
bu ecirden mahrum olabilirler. Mescide gelip orada otur―Cuma namazı için mescide gitmek‖ derken bununla ―Dırar‖ statüsünde olmayan, tevhid ehline ait mescitleri ve onların namaz kıldırdığı yerleri
kastediyoruz. Rastgele önümüze gelen mescit ve camilere gitmeyi kastetmiyoruz; zira muvahhid bir Müslüman asla şirk ehlinin arkasında namaz
kılamaz.
29
98
Yön Veren Yazılar -2-
mak ve hemen Allah‘ı zikir, dua, namaz ve benzeri ibadetlerle meĢgul olmak gerekir.
8- İmkân Ölçüsünde Yürüyerek Gelmek: Yürüyerek
gelme imkânı varken binitle gelmek uygun değildir. Ancak
ortada bir zaruret veya aceleyi gerektiren bir Ģey varsa, o
zaman binitle gelmek caizdir. Cuma namazına yürüyerek
gelenlerin attıkları her bir adım için ecir verileceği hadislere belirtilmiĢtir.
9- “Tahiyyetu’l-Mescid” Namazı Kılmak. Mescide
girer girmez oturmadan önce mescidi selamlama anlamına
gelen ―Tahiyyetu‘l-Mescid‖ namazı kılmak gerekir. Bazı
âlimler, bu namazın ―farz‖ olduğunu söylemiĢtir. Burada
önemli olan mescide girer girmez, oturmadan önce bu namazı kılmaktır.
10- Mescittekilere Eziyet Vermemek. Cuma gününün fazileti ve günahların bağıĢlanmasıyla alakalı olan hadisleri incelediğimizde, bunların bazı Ģartlara bağlı olduğunu görürüz. Bunlardan bir tanesi de mescittekilere eziyet
etmemektir. Bir kimse eğer mescittekilere eziyet ederse, o
zaman iki cuma arası günahların affından ve diğer konularla alakalı sevaptan mahrum kalacaktır. Mescittekilere eziyetin elbette ki, birçok Ģekli vardır: Oturanları yararak öne
doğru ilerlemek, iki kiĢinin arasında zorla girmek, kötü kokularla gelmek, gürültü yapmak, fısıldamak vs. vs… Tüm
bunlardan sakınmalı ve Müslümanlara eziyet etmemeliyiz.
11- İmam Hutbeye Çıkmadan Önce Nafile Kılmak.
Ġmam hutbeye gelmeden önce mutlak nafile kılınabilir. Burada hemen belirtelim ki, cuma namazından önce ―cuma-
Faruk Furkan
99
nın ilk sünneti‖ diye bir Ģey yoktur. Cumadan önce mutlak
nafile vardır. Ġsteyen 2, isteyen 4, isteyen daha fazla kılabilir. Ama bunu kılarken nafileye niyet etmelidir. Ġbn-i
Teymiyye rahimehullah der ki: ―İmamların cumhuru cumadan
önce belirli bir adette vaktin sünneti olmadığı noktasında ittifak
etmiştir. Çünkü bu (namaz) ancak Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve
sellem‘in ya sözü, ya da fiili ile sabit olur. Oysa Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem, ne sözü, ne de fiili ile böyle bir şeyi sünnet
kılmamıştır. Bu, Mâlik‘in, Şafiî‘nin ve ashabının çoğunluğunun
görüşüdür. Ahmed b. Hanbel‘in mezhebinde meşhur olan da
budur.‖ (el-Fetâvâ‘l-Kübrâ)
12- İmama Yakın Olmak. Ġmkân varsa imama yakın
bir yere oturup hutbe dinlemek, cuma günü yapılacak en iyi
iĢlerdendir. Lakin imama yakın olacağım diye kardeĢlerimize eziyet etmek de caiz değildir.
13- Hutbe Esnasında İmama Yönelmek. Hutbe esnasında imama doğru yönelerek dinlemek dikkatleri daha
da iyi toplayacağı için müstehap görülmüĢtür.
14- Hutbe Esnasında Susmak. Hutbe verilirken mutlak surette susmak gerekir. BoĢ iĢ yapan birisine ―ġĢĢiit!
Sus! KonuĢma!‖ gibi sözler söylemek bile abesle iĢtigal sayılmıĢtır. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bunu bizatihi yasaklamıĢtır. Hutbe esnasında Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve
sellem‘in adı anıldığında salâvat getirilip-getirilmeyeceği bile
âlimler arasında tartıĢma konusu olmuĢken, biz nasıl olurda
bunun daha altında kalan iĢlerle meĢgul olur, hutbe sırasında konuĢur veya konuĢanları uyarabiliriz? Bu da günümüzdeki bâriz hatalardan birisidir. Bir insan hutbe esnasın-
100
Yön Veren Yazılar -2-
da konuĢursa bu, onun hatasıdır. O, yanlıĢ yaptı diye biz de
mi yanlıĢ yapacağız?
15- Hutbe Esnasında Tesbih, Telefon, Saç-Sakal ve
Benzeri Şeylerle Oynamamak. Hutbeyi dinleyen bir kimsenin çakıl taĢları ve benzeri Ģeylere dokunması, sakalıyla,
elbisesiyle ya da baĢka bir Ģeyle oynaması, huĢûya aykırı olduğundan dolayı caiz değildir. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve
sellem Ģöyle buyurmuĢtur: ―...Çakıl taşlarına dokunan bir kimse
lağvetmiş olur.‖ (Müslim)
16- Uyku Bastırdığında Yer Değiştirmek. Bu da
unutulmuĢ sünnetlerden birisidir. Birçok Müslüman, mescide geldiğinde özellikle imam hutbe verirken uyumakta,
hatta horlamaktadır. Bu, cumanın gayeleri ile örtüĢmemektedir; zira cumanın en büyük gayelerinden birisi, hutbede
anlatılan Ģeylerden istifade ederek hafta boyu onunla amel
etmeye çalıĢmaktır. Ġnsan uyuduğu zaman bu gayeyi nasıl
gerçekleĢtirebilir ki? Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Ģöyle
buyurur: ―Cuma günü birinizin uykusu gelirse hemen yerini
değiştirsin.‖ (Ebu Dâvud)
17- Cumanın Farzından Sonra Namaz Kılmak. Cumanın farzından sonra 2 veya dört rekât namaz kılmak
sünnettir. Lakin burada Ģöyle bir ayırım vardır: KiĢi Ģayet
mescitte namaz kılacak olursa bu namazı 2+2 Ģeklinde “4”
rekât olarak kılmalı; eğer evinde veya iĢ yerinde kılacaksa
sadece “2” rekât olarak kılmalıdır. Sünnet bu Ģekildedir.
(Bkz: Tüm Detaylarıyla Namaz, sf. 217)
Rabbim hepimizi bu sünnetleri hakkıyla yerine getiren,
mümin, muttakî kullarından eylesin. (Âmîn)
ALLAH’IN KİTABI
NEYİMİZE YETMİYOR!
“Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu?
Şüphesiz bunda iman eden bir kavim
için bir rahmet ve bir öğüt vardır.”
(Ankebût, 51)
Birçok ayette de ifade edildiği gibi, insanoğlu gerçektende çok nankördür. Haddini, kapasitesini, ne olduğunu
bilmez; kalkar Allah ile sınır mücadelesine giriĢir, O‘nun
kanunlarına alternatif kanunlar icat etmeye çalıĢır. Yaratıcısının kendisi için seçmiĢ olduğu yol ona yetmiyor mu acaba? Yoksa O‘ndan daha iyi bildiğini mi iddia ediyor?
102
Yön Veren Yazılar -2-
Oysa tartıĢmasız kabul edilen bir gerçektir ki, bir Ģeyi
ilk olarak ortaya koyan, yani icat eden onu ve sahip olduğu
fonksiyonları en iyi bilendir. Ġnsanı da Allah yarattığı için,
onu en iyi bilen O‘dur. Bu nedenle onun nelere ihtiyaç duyacağını ve hangi Ģeylerin onun için en hayırlı olduğunu
tespit etmiĢtir.
ُ‫أَ َال ً َ ْؼ َ ُ َم ْن َخ َ َ َوى َُو ان ذ ِط َُي امْ َخبِري‬
“Yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, (her
şeyden) hakkıyla haberdardır.” (Mülk Suresi, 14)
Dünya üzerinde icat edilen her bir aletin veya makinenin yanında mutlaka ―kullanma kılavuzu‖ olur. Bu kılavuzun verilmesinin en önemli nedeni, o alet veya makinenin
en iyi performansla çalıĢmasını ve hata vermemesini sağlamaktır. Elimizin altındaki Ģu alet ve edevatlar için durum
bu ise, peki ya insanoğlu gibi mükemmel bir varlık için durum nedir? Onun kullanma kılavuzu olmaz mı hiç?
Böylesi mükemmel ve kusursuz özelliklere sahip bir
varlığın kullanma kılavuzunun olmaması mümkün değildir;
hatta abestir. Çünkü insan diğer alet ve makinelerle kıyas
edilmeyecek kadar kusursuzdur, mükemmeldir. Dolayısıyla
ona bir kılavuz Ģarttır. ĠĢte bu varlığın kullanma kılavuzu,
kendisini yoktan var eden ve her Ģeyi en ince ayrıntısına
kadar bilen Rabbisinin kitabıdır, yani Kur‘ân-ı Kerim‘dir.
Üzülerek belirtmeliyim ki, insanlık bu kılavuzu bırakıp
yerine kendi mahsulü olan kılavuzlarla hayatını sürdürmeye, Ģekillendirmeye kalkıĢmıĢ ve dün ―iyi‖ dediğine bu gün
―kötü‖; dün ―kötü‖ dediğine ise bugün ―iyi‖ diyebilen bir
Faruk Furkan
103
zihniyetle kanun ve yasalar belirlemeye koyulmuĢtur. Hâlbuki Allah insanoğlunun böylesi bir iĢe kalkıĢmasına müsaade etmediği gibi, yasaklamıĢtır aynı zamanda. Zira yaratan
ve insanı en iyi bilen ―kılavuz‖ belirlemelidir. Bir insan bu
iĢe kalkıĢırsa, Allah onu kendisi için bir ortak kabul etmiĢ
ve ebedî cehennemle kendisini tehdit etmiĢtir:
“İnsanlar hâlâ Allah ve Resûlü ile sınır mücadelesine
girişen kimseye içinde ebedî kalacağı cehennem olduğunu bilmediler mi? İşte bu, büyük bir rezilliktir.”
(Tevbe, 63)
Allah ve Rasulü ile sınırlaĢmak, Onların koymuĢ olduğu kanunlara alternatif kanunlar belirleyerek adeta hudud
yarıĢına giriĢmek ve Allah‘a ve Resulüne kafa tutarcasına
harekette bulunmak kesin küfür olan bir ameldir ve sahibini ebedî cehennemlik yapar. Ayette ifade edilen “içinde
ebedî kalacağı cehennem” ancak kâfir olan ve küfür üzere
ölen kimseler içindir.
Burada Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem‘den nakledilen ve günümüzle karĢılaĢtırdığımız zaman tüylerimizi diken
diken eden bir hadiseyi sizinle paylaĢmak istiyorum: Bir seferinde kendisine, içerisinde bazı yazıların bulunduğu bir
kürek kemiği getirildi. Bunu gören Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem Ģöyle buyurdu:
‫َل َفى ِبقَ ْو ٍم ّضَ َال ًاال أَ ْن ٍَ ْر َ ُبوا َ ذمَعا َجا َء ِب ِو ن َ ِبُّيُ ُ ْم َِا َما َجا َء ِب ِو ن ِ ٌَىِب‬
‫اا َ ْ ُري ِلخَااِ ِ ْم‬
ٌ َ‫َ ْ ُري ن َ ِبُّيِّو ِ ْم أَ ْو ِلخ‬
―Peygamberlerinin getirdiklerini terk edip kendi peygamberlerinden başka bir peygamberin veya kendi ki-
104
Yön Veren Yazılar -2-
taplarından başka bir kitabın getirdiği şeylere yönelmeleri bir topluluğa dalâlet olarak yeter.‖30
Bu olayın ardından Ankebût suresindeki Ģu ayet nazil
olmuĢtur:
‫اا ًُ ْخ َىل ػَ َُّيْ ِ ْم ذِن ِِف َذ ِ َِل م َ َر ْ َ ًاة‬
َ َ ‫أَ َوم َ ْم ٍَ ْك ِفي ِْم أََّنذ أَ ْ َّزمْنَا ػَ َ َْ َك امْ ِك‬
‫ُون‬
َ ‫َو ِذ ْل َر ِمقَ ْو ٍم ًُ ْؤ ِمن‬
“Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız
onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda iman eden bir
kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır.” (Ankebût, 51)
Benzeri bir olay Hz. Ömer ile de yaĢanmıĢtır. Ömer
radıyallahu anh elinde bir Tevrat sayfasıyla Efendimizin yanına
geldiğinde Rasûlullah bunu görmüĢ ve son derece hiddetlenerek Hz. Ömer‘i azarlamıĢtır.31
Üstte verdiğimiz rivayet gerçektende tüylerimizi ürpertiyor, diken diken ediyor, bizleri korkutuyor. Kur’an’ı bırakıp bizden önce gönderilmiş ve aslı Allah’a dayanan
Tevrat, Zebur, İncil gibi kitaplara yönelmek bile Peygamber nazarında dalalet ve sapıklık ise, acaba semavî
olmayan ve bir çoğu batıdaki necis kâfirlerin ihdas etmiş
olduğu kanunlardan müteşekkil olan kitaplara yönelmenin, onlarla hükmetmenin, onları hayat nizamı kabul
etmenin hükmü nedir? Bu, Peygamber nazarında evleviyetle sapkınlık ve dalalet olmaz mı?
30
31
Dârimî, 487 numaralı rivayet.
Musannef, 6/218.
105
Faruk Furkan
Bu gün yöneticilere baktığımızda çok rahat bir Ģekilde
Allah‘ın hükümlerini bir tarafa atarak kendi heva ve heveslerine göre kanunlar yaptıklarını görmekteyiz.
Hükmetme makamında olanların da, kendileri gibi
yemek yiyen, tuvalete gitmeye ihtiyaç duyan, yani ilah olmayan insanların çıkardığı kanunlarla hükmettiklerini müĢahede etmekteyiz.
Ġnsanlara göz attığımızda da durum çok farklı değil.
Onların da karĢılaĢtıkları meselelerde veya ihtilaf ettikleri
konularda ―Allah ve Rasulü ne demiĢ?‖ diyecekleri yerde
―Kanun ne diyor?‖ diyerek Kur‘an ve Sünneti göz ardı ettiklerini ve insanların kanunlarını Allah ve Rasulünün kanunlarına takdim ettiklerini görmekteyiz.
Tüm bunları Rasûlullah
acaba ne derdi?
sallallahu aleyhi ve sellem
görseydi
Üstte verdiğimiz hadisleri dikkatlice okuyan insanların,
Rasûlullah‘ın onlara ne diyeceğini anlaması hiç de zor değildir.
Ġslam ümmetinin bu gün karĢı karĢıya kalmıĢ olduğu
durum, Moğol istilası dönemini istisna edersek, tarihin hiçbir döneminde yaĢanmıĢ değildir. Yani hiçbir dönemde Allah‘ın kitabı bütünüyle yönetimden uzaklaĢtırılmamıĢtır.
Her ne kadar ferdî bazı meselelerde Kitabullah ile hükmedilmese de, bütünüyle kaldırılması asla söz konusu olmamıĢtır. Bu gerçekten de insanı son derece üzen bir durumdur. Rabbim hepimize Ģuur versin ve bizleri kendi kitabına
gereği gibi yönelen ve hakkıyla onunla amel eden kullarından eylesin. (Âmîn)
MOĞOL KRALI CENGİZ HAN VE
‘YESAK’ ADLI KANUNNÂMESİ
Kitabullah‘ın tamamen terk edilerek baĢka kanunlarla
insanlara hükmedilme meselesi, Ġslam tarihinde sadece Tatarlar döneminde vuku bulmuĢ bir hadisedir. Bu hadise vuku bulmadan önce hiçbir dönemde Allah‘ın kitabı bütünüyle yönetimden uzaklaĢtırılmamıĢtır. Her ne kadar ferdî
bazı meselelerde Kitabullah ile hükmedilmese de, bütünüyle kaldırılması asla söz konusu olmamıĢtır. O dönemde yaĢayan âlimler, fıkıh ve dirayetleri ile meseleyi hemen çözüme kavuĢturarak ümmetin önünü açmıĢlardır. Acaba bu
günde bizim önümüzü açacak ve günümüzün ―Yesak‖ları
hakkında fetva verecek âlimlerimiz var mıdır? Nerede böylesi âlimler?
Evet, yaramız gerçektende çok büyük.
108
Yön Veren Yazılar -2-
Ġslam tarihi içerisinde günümüzle birebir uyumluluk arz
ettiği için Tatarlar ve onların anayasası olan ―Yesak‖32 adlı
kitap hakkında birkaç söz söylemek istiyorum ki, bu sayede
okuyucu iki tarafı da kıyas ederek günümüz ‗Yesak‘ları
hakkında doğru bir bakıĢ açısına sahip olsun.
Ġslam âlimlerinin belirttiğine göre Tatarlar, önceleri aslî kâfir iken daha sonraları Ġslam‘ı kabul etmiĢ; ama Ġslam‘ı
kendi değerleri içerisinde değil –tıpkı toplumumuzda olduğu gibi– kafalarına göre ĢekillendirmiĢ bir millettir.
Esasen tevhid kelimesini ikrar ediyor, Rasulullah‘a
hürmet ederek namaz ve oruç gibi ibadetleri ara ara yerine
getirmeye çalıĢıyorlardı. Tabii bunu hepsi değil, içlerinden
bir kesim yapıyordu. Bununla birlikte cihadı terk ediyor,
ehli kitaptan gerekli miktarda cizye almıyorlar, Müslüman
olduklarını dile getirmelerine rağmen Ġslam ahkâmını uygulamıyorlardı.
Tatarların lideri Cengiz Han‘dır. Cengiz Han, hicrî 559
dokuz yılında yönetime gelmiĢ, 623 yılında da ölmüĢtür. Ġktidarı ele geçirdiğinde hâkimiyetini geniĢletmek istemiĢ, ardından Çin‘e, Horosan‘a, Buhâra‘ya ve benzeri Ġslam diyarlarında yönelmiĢ ve burarla hâkim olmuĢtur. Bir memleketi
ele geçirdiğinde öldürme politikasına sarılır ve insanları
hunharca katlederdi. Ġmam Zehebî‘nin de dediği gibi,
Bu kitabın bir diğer adı da ―Yâsa‖dır. Biz bazen ―Yâsa‖ bazen de
―Yesak‖ diye tabir edeceğiz.
32
Faruk Furkan
109
Müslümanı öldürmek onun nazarında pireyi öldürmekten
daha basit bir iĢti.33
Tatarların ―Yesak‖ adlı bir kanun kitabı vardı. Bu kitap, Ġslam beldelerine giren ilk beĢerî anayasadır. Cengiz
Han‘dan sonra bir kısmı Ġslam‘ı kabul eden ve ‗Ben de
Müslümanım‘ diyen Tatarlar, tıpkı Müslümanların Kur'an
ve Sünnete muhâkeme oldukları gibi o kitaba muhâkeme
olur ve onun yasaları çerçevesinde yargılanırlardı. Bu hadisenin meydana geliĢi hicrî 7. yüzyılın bitimi, 8. yüzyılın baĢlarındadır.
Cengiz Han, halkını idare etme ve kendisinden sonra
gelenler için uyulacak bir kitap olması kastıyla bir kanun
kitabı çıkarmaya karar verdi. Moğol dilinde ‗Düzenlemeler‘
anlamına gelen ―Yesak‖ kelimesi, Ģu anda Türkçede de aynen kullanılmaktadır. ġu kadar var ki, bu ifadenin baĢına
Türkçedeki ‗ana‘ kelimesi ilave edilerek ―Anayasa‖ Ģeklinde
söylenmektedir.
Cengiz Han‘ın bu kitabında genele ve özele hitap eden
düzenlemeler, hükümler ve kanunlar vardı. O, halkı bu yasalara uymaya zorlar, uymayanları kılıç zoruyla itaate getirirdi.
Bu kitabın geneli, kendi arzu ve isteklerinden oluĢan
hükümleri ihtiva etmekteydi. Ama Ġbn Kesir‘in de belirttiği
gibi34 bazı kurallar Yahudilik, Hıristiyanlık, Ġslam ve diğer
dinlerden alıntılanmıĢtı.
33
34
Siyeru‘l-A‗lâmi'n-Nübelâ, 22/243.
Bkz. Tefsîru‘l-Kur‘ani‘l-Azîm, Maide Suresi 50. ayetin tefsiri.
110
Yön Veren Yazılar -2-
O dönemin âlimlerinden ―Subhu‘l-A‗şâ‖ adlı eserin sahibi olan Ahmed b. Ali el-Fezârî35 rahimehullah Ģöyle der:
―Cengiz Han ve kendisinden sonraki takipçilerinin izlemiş
oldukları yol, Cengiz Han‘ın ortaya koymuş olduğu ―Yasa‖ adlı
kanunnamenin metodu üzere hareket etmekti. Bu kanunname,
Cengi Han‘ın aklından ihdas ettiği, kafasına göre düzenlediği,
içerisinde bir takım hüküm ve had cezalarının bulunduğu bir kitaptır ki, çok azı Muhammed aleyhisselâm‘ın Şeriatına uygun iken,
büyük bir çoğunluğu ona muhaliftir. Cengi Han bu kanunnameye ―el-Yasa'l-Kübrâ/En Büyük Kanunnâme‖ adını vermiştir.
Kendisinden sonra devam etmesi ve evinin küçük çocuklarının
ezberlemesi için yazılmasını, hazine sandığına konulmasını emretmiştir."36
Ġmam Makrizî37 rahimehullah da Ģöyle der:
―Cengiz Han, Unk Han‘ı yenip devleti ele geçirince bazı
kurallar ve cezalar belirleyerek bunları ―Yasa‖ diye adlandırdığı
bir kitaba aktardı. İnsanlardan bazıları buna ―Yesak‖ da demektedir; lakin asıl ismi ―Yasa‖dır. Bu yasaların belirlenmesi
sona erince çelikten mamul sayfalar üzerine nakşettirdi. Cengiz
Han bu yasaları halkı için bir şeriat haline getirdi ki, onlarda,
Bu âlim, fıkıh, tarih ve Arap Edebiyatında son derece kabiliyetli ve yetenekli birisidir. ―Subhu‘l-A‗şâ‖ adlı 14 ciltlik eseri onun en meşhur kitabıdır, diyebiliriz. Telif ettiği daha başka eserleri de vardır. Hicrî 756 yılında
doğmuş, 821 yılında da vefat etmiştir. Bkz. el-A‗lâm,1/188.
36 Subhu‘l-A‗şâ, 4/310, 311.
37 İmam Makrizî, hicrî 766 yılında dünyaya gelmiştir. İslam tarihçisi bir
âlimdir. Aslen Ba‘lebek‘li olup Mısır‘da vefat etmiştir. Defalarca hatiplik,
hisbe ve imamlık görevine getirilmiştir. İmam Makrizî‘nin ortaya koyduğu
eserler sayılamayacak kadar çoktur. 200 ciltten fazla eser meydana getirdiği ifade edilmiştir. 845 yılında Mısır‘da vefat etmiştir.
35
Faruk Furkan
111
Allah sonlarını getirene dek ona sıkıca bağlandılar. Cengi Han
yeryüzü dinlerinden her hangi bir din mensubu değildi. Onun
haberlerine vakıf isen zaten bunu bilirsin. Çıkarmış olduğu ―Yasa‖ adlı kanunname, kendinden sonrakiler arasında devam eden
kesin bir hüküm şeklini aldı ki, onlar kesinlikle onun hükümleri
dışına çıkmıyorlardı. Cengiz Han ölünce ardından gelen çocukları ve halkı "Yasa" adlı kanunnamenin hükmüne, tıpkı ilk dönem Müslümanlarının Kur'an'ın hükümlerine bağlandıkları gibi
bağlandılar ve bunu, asla muhalefeti söz konusu olmayan bir
din haline getirdiler.‖38
Ġbn Kesîr rahimehullah,―Yesak‖da yer alan hükümlerden
bazısını Ģu Ģekilde zikreder:
 Zina eden kişi, ister evli olsun ister bekâr mutlaka öldürülür.
 Homoseksüellik yapan öldürülür.
 Kasten yalan söyleyen öldürülür.
 Büyü yapan öldürülür.
 Casusluk yapan öldürülür.
 Çekişmekte olan iki kişinin arasına giren ve bu iki kişiden birisine yardım eden öldürülür.
 Durgun suya işeyen öldürülür.
 Durgun suya dalan öldürülür.
 Sahibinin izni olmaksızın bir esire yemek yediren veya
su içiren veya bir şey giydiren öldürülür.
 Kaçak birini görüp de sahiplerine veya hükümete teslim
etmeyen öldürülür.
38
―el-Hutat‖, 2/220, 221.
112
Yön Veren Yazılar -2-
 Bir esire yemek yediren veya yiyecek bir şeyi bir kimsenin önüne atan öldürülür. Çünkü yiyeceği önüne atılmamalı,
aksine bizzat eliyle ona vermelidir
 Bir kimse bir başkasına yemek yedirecekse önce kendisi
o yemekten tatmalıdır. Misafir emir olsa bile, böyle yapmalıdır.
Ama esire yedirmemelidir.
 Bir kimse yemek yer de yanındakine yedirmezse öldürülür.
 Bir hayvanı boğazlayan kimse o hayvan gibi boğazlanır.
Hayvanı boğazlamamalı, aksine karnını yararak öncelikle eliyle
kalbini tutup çıkarmalıdır...‖39
Moğollar içerisinde Ġslam‘ı ilk kabul eden kimse
Teküdar‘dır. Teküdar, Cengiz Han‘ın torunu olan
Hülago‘nun oğludur. Kendisi Ġslam‘a girdikten sonra adını
‗Ahmed‘ olarak değiĢtirmiĢtir. Bu hadise 681 yılında meydana gelmiĢtir.
Ġbn Teymiyye, ―Mecmuu‘l-Fetâvâ‖ adlı eserinde Tatarların genel yapısını Ģu Ģekilde izah eder:
―Tatarların geneli namaz, zekât, hac gibi farz olan ibadetleri eda etmiyor ve aralarında Allah‘ın hükmü ile hükmetmiyorlardı. Aksine bazen İslam‘a uyan bazen de ters düşen kendi kanunlarıyla hükmediyorlardı…‖40
Tatarlar bu yönleri ile tıpkı Ģu anda Türkiye‘de yaĢayan insanlar gibidirler. Onlar, aralarındaki ihtilaf ve anlaĢmazlıklarda Kur‘an ve Sünnetten önce kralları Cengiz
39
40
Bkz. el-Bidâye ve‘n-Nihâye, 13/139.
Bkz. sf. 28/505.
Faruk Furkan
113
Han‘ın çıkarmıĢ olduğu kitap olan ―Yesak‖a müracaat eder
ve onun içerisinde yer alan hükümlere göre yargılanırlardı.
Yani onların idare kitabı ―Yesak‖ idi. Bu günkü insanlarda
―Ben Müslümanım‖ demelerine rağmen Allah‘ın kitabını
ve Rasûlullah‘ın Sünnetini bir tarafa bırakmıĢlar, kendilerini baĢka baĢka kitap ve yasalarla idare etmeye baĢlamıĢlardır. Bu açıdan onlar Tatarlarla bire bir benzerlik arz etmektedirler.
Tatarların bir diğer özelliği de ibadet ve taatleri bütünüyle terk etmeleridir. Onlar ―Ben Müslümanım‖ demelerine rağmen Ġslam‘ın öngördüğü ibadetleri yapmıyor, terk
ediyorlardı. Bu günün insanı da ―Ben Müslümanım‖ demesine rağmen ibadet ve taatlerin tamamını terk ediyor, azı
hariç Ġslam‘ın emir ve yasaklarını hiç dikkate almıyor. ĠĢte
bu gibi nedenlerle onlara, yani Tatarlara çok benziyorlar.
ġeyhu‘l-Ġslâm Ġbn Teymiyye rahimehullah, Müslüman olduklarını söylemelerine rağmen Tatarların küfre girdiğine
dair fetva vermiĢ ve onları tekfir ederek kendileri ile savaĢılması gerektiğini belirtmiĢtir. ġeyhu‘l-Ġslâm, onların tekfirini iki nedene bağlamıĢtır:
1- ġeriatın emir ve yasaklarına bağlanmamaları, yani
ameli bir bütün olarak terk etmeleri,
2- Aralarında Allah‘ın hükümleri ile değil, kendi koymuĢ oldukları hükümlerle hükmetmeleri.41
ĠĢte bu iki neden onlar hakkında Ġbn Teymiyye‘yi üstte
değindiğimiz fetvayı vermeye sevk etmiĢtir. Acaba ġeyhu‘l41
Mecmuu‘l-Fetâvâ, sf. 28/505.
114
Yön Veren Yazılar -2-
Ġslâm, Ģu günümüzü görse ve insanlarımızın hallerine vakıf
olsaydı nasıl fetva verirdi?
Cevabını size bırakıyorum…
Tatarların durumu ile bugün adı Müslüman olan ülkelerin yöneticileri de birbirlerine oldukça benzemekteler.
Tatarlar da bugünkü devletler gibi Ģeriatın hâkimiyetini isteyen muvahhitleri öldürüyor veya zindana atıyorlardı. Günümüz yöneticileri de Allah‘ın dininin hâkim olmasını isteyen kimseleri ya öldürüyor ya da zindanlara atıyorlar.
Burada günümüzün yöneticileri ile Tatarlar arasında
bir kıyaslama yapacak olsak inanın, günümüzdeki yöneticilerin Ģirk bakımından daha ileri olduklarını söyleyebiliriz,
zira Tatarlar Ģirk kanunlarını sadece kendi aralarında uygularlarken; günümüz yöneticileri bu kanunları tüm kullara
ve tüm diyarlara uygulamaya çalıĢıyorlar. Tatarlar, Irak ve
ġam gibi istila etmiĢ oldukları bazı beldelerde kendi kanunlarını uygulamamıĢ, bu belde halklarının kendi Ģeriatları ile
idare olunmalarına müsaade etmiĢlerdir. Bu bakımdan günümüzün idarecileri küfür ve zulüm bakımından Tatarlardan daha ileri ve daha Ģedittirler.
O dönemde yaĢayan Ġslam âlimleri, Tatarların tüm bu
anlatılan özelliklerine, yani ‗La Ġlahe Ġllallah‘ demeleri, namaz kılmaları ve oruç tutmalarına rağmen sırf aralarında
Allah‘ın kitabı ile hükmetmeyi terk edip ―Yesak‖ adlı kanunnameyi idare kitabı yaptıkları için Ġslam dairesinden
çıktıklarına ve kâfir olduklarına dair fetva vermiĢlerdir.
Faruk Furkan
115
Üstte de değindiğim gibi, bu fetvayı verenlerden birisi
ġeyhu‘l-Ġslâm Ġbn Teymiyye rahimehullah‘dır.
Onların kâfir olduğuna dair fetva veren âlimlerden bir
diğeri de Ġbn Teymiyye‘nin talebelerinden birisi olan Ġmam
Ġbn Kesîr rahimehullah‘dır. O, Maide Suresi‘nin 50. ayetinin
tefsirinde Cengiz Han‘ın ihdas etmiĢ olduğu ―Yesak‖ adlı
kanun kitabıyla alakalı olarak Ģöyle der:
―…Allah, kulların kendi elleriyle koydukları ve Allah'ın şeriatına dayanmayan câhiliyye hükümlerinin sapıklıklarını ve bilgisizliklerini reddediyor. Bu sapıklıkları; kendi görüş ve hevesleri
sonucu ortaya çıkardıklarını bildiriyor. Söz gelimi Tatarların,
Cengiz Han diye bilinen krallarından alınma krallık buyrukları
vardır ve bununla hüküm verirler. Nitekim bu yasayı onlara
kral koymuştur. Bu yasalar Yahûdî, Hıristiyan ve İslâm dinine
mensup muhtelif milletlerden iktibas yoluyla tanzim edilmiş kanunlar topluluğudur. Ancak bu yasalar içerisinde birçoğu, Cengiz Han'ın mücerret görüş ve heveslerinden ibarettir. O bunu,
çocukları için izlenen bir hüküm haline getirmiştir ki; onlar, Allah'ın kitabından ve Rasûlullah‘ın sünnetinden önce bu yasaya
uyarlar. Onlardan böyle davrananlar kâfirdir, öldürülmeleri
vaciptir. Az veya çok hiçbir konuda Allah'tan başkasının hükmüne müracaat edilemez.‖42
Ġbn Kesîr rahimehullah aynı fetvayı ―el-Bidâye ve‘n-Nihâye‖
adlı eserinde de tekrarlamaktadır. Orada ―Yesak‖ adlı kitapta mevcut olan bazı hükümleri zikrettikten sonra Ģöyle der:
42
İbn-i Kesir: 5/2364. Son cümlenin orijinali şu şekildedir:
‫ حىت ٍرجع ا حُك هللا ورسو‬، ‫ومن ؼل ذِل مهنم يو اك ر جيب ق ا‬
116
Yön Veren Yazılar -2-
‫وِف ذِل لكو خمامفة مرشائع هللا املزنةل ػىل غباده الانبِاء ػ ُّيم امصالة‬
‫ مفن حرك امرشع احملُك املزنّل ػىل محمد بن غبد هللا خامت الانبِاء‬،‫وام الم‬
‫ كِي مبن َتامك ا امَاسا‬،‫وَتامك ا ريه من امرشائع املن وخة لفر‬
. ‫وقدهما ػ َو؟ من ؼل ذِل لفر بإجامع امل‬
―Tüm bu hükümlerde, Allah‘ın peygamberlerine indirdiği
şeriatlara muhalefet vardır. Her kim peygamberlerin sonuncusu
olan Abdullah‘ın oğlu Muhammed aleyhisselâm‘a indirilmiş muhkem şeriatı terk eder de (Tevrat ve İncil‘in ki gibi) hükmü yürürlükten kaldırılmış şeriatların kanunlarına başvurursa kâfir
olur. (Böyle birisi kâfir oluyorsa) peki ya ―Yesak‖ adlı kitabın
kanunlarına başvuran ve onu Muhammed aleyhisselâm‘ın şeriatının önüne geçiren kimsenin durumu ne olur? Her kim böyle yaparsa Müslüman âlimlerin icmasıyla kâfir olur.‖ Zira Yüce Allah buyurmuĢtur: “Onlar hâlâ Cahiliye hükmünü mü istiyorlar? Oysa kesin olarak iman eden bir millet için Allah‟tan daha iyi hüküm veren kim vardır?” (Mâide, 50) “Hayır; Rabbine
and olsun ki, aralarında çıkan ihtilaflarda seni hakem tayin
edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”
43
(Nisâ, 65)
Ġbn-i Kesir‘in değindiği mesele gerçektende çok önemlidir. Yani, bir insan Kur‘an‘ın hükümlerini bırakıp herhangi bir
mesele hakkında Tevrat‘ın ve Ġncil‘in hükümleriyle hükmetse, bu insanın durumu çok tehlikelidir. Böylesi birisi âlimlerimizin fetvasına göre kâfir olur. Oysa iĢin aslına bakıldığı za43
Bkz. 13/139.
Faruk Furkan
117
man Tevrat ve Ġncil asılları itibariyle Allah tarafından indirilmiĢtir. Bir insan, hükmü kaldırıldıktan sonra Allah tarafından
indirilen bir baĢka kitapla bile hükmettiğinde kâfir oluyorsa,
peki ya hiç Allah tarafından indirilmeyen kitaplarla hükmettiği zaman durumu ne olur? Bu insan diğerlerine nazaran ―kâfir‖ ismini almaya daha çok hak sahibi değil midir?
Bu iki Ģeyi iyi düĢünmek ve aralarındaki benzerlikleri iyi
kıyas etmek gerekir.
Dolayısıyla o dönemin âlimleri Tatarların yapmıĢ oldukları iĢin küfür olduğunu söylemiĢlerdir. Acaba o âlimler
Ģu asrımızda yaĢanan olayları görseler ne derlerdi?
Allah‘a yemin ederim ki, bu günkü beĢerî kanun ve
anayasalar, Cengiz Han‘ın ―Yesak‖ adlı kanunnâmesinden
daha rezil ve daha haktan uzak durumdadırlar. Çünkü
Cengiz Han bu kanunnâmeyi oluĢtururken aslı semavî olan
kitaplara müracaat etmiĢ ve bazı hükümleri onlardan almıĢtır. Hatta Ġbn Kesir‘in de dediği gibi, bu kanunnâmede Ġslam Ģeriatından bire bir alıntılanmıĢ kanunlar bile vardı. Bu
günkü Cengiz Hanlar ise kanunnâmelerine Ġslam Ģeriatından en ufak bir hükmü bile koymamaktalar. Kıyaslama yapıldığında acaba hangisi daha kötü gözükmektedir?
Kararı siz verin…
Ġslam âlimlerinin, Allah‘ın kitabının haricinde bir kitapla hükmeden ve idarede bulunan yöneticiler hakkında
verdiği fetvalar veya söylemiĢ oldukları sözler, günümüzü
objektif bir Ģekilde değerlendirebilmemiz açısından önemlidir.
118
Yön Veren Yazılar -2-
Bu gün bizler Allah‘ın kitabını terk ederek kanun yapan kimselerin küfre girdiğini ve dinden çıktıklarını söylerken, birileri çıkıp bunun yalnızca bize ait bir fikir olduğunu,
bizden baĢka kimsenin böyle bir Ģey söylemediğini, ve bizlerin bu anlamda marjinal kaldığımızı iddia etmekteler. Bu
insanlara uzun uzadıya cevap vermek yerine Allah için
―Yesak‖ hakkında âlimlerimizin söylediği sözleri ve verdiği
fetvaları güzelce değerlendirmelerini tavsiye ediyorum. Onlar bu fetvaları tarafsız ve objektif bir Ģekilde değerlendirdikleri zaman görecekler ki, Cengiz Han‘dan sonra gelen
bütün âlimler, Kur‘an‘ı bırakarak halkını ―Yesak‖ ile yönettiği için hem onun, hem etbaının, hem de böyle yapan tüm
insanların kâfir olduğuna dair fetva vermiĢler ve bu noktada en ufak bir tereddüt geçirmemiĢlerdir. Hatta onların
fetvalarını etraflıca inceleyen kimseler, bu noktada onların
ne kadar keskin cümleler kullandıklarına Ģahit olacaktır. O
dönemde böyle fetva veren âlimler, Cengiz Han‘ın
―Yesak‖ından daha rezil ve daha kötü olan Ģu mevcut beĢerî
anayasaları görselerdi farklı bir Ģey mi söyleyeceklerdi?
Allah için bunu düĢünelim…
Burada konunun daha iyi anlaĢılmasını sağlamak için
bir baĢka örnek daha vermek istiyorum. Vereceğim örnek
Timurlenk olacak. Timurlenk, Allah‘ın kitabını terk edip
idaresini Cengiz Han‘ın ―Yesak‖ adlı kitabı ile yapan yöneticilerden birisidir. O, devletini idare ederken Kur‘an ve
Sünnetten önce ―Yesak‖ı itibara alır ve onun hükümlerine
göre devletini yönetirdi. Bu nedenle Ġslam âlimleri, onun
da tıpkı Cengiz Han ve torunları gibi küfre girdiğini ve
Faruk Furkan
119
kendisinin bu ameli nedeniyle dinden çıktığını söylemiĢlerdir.
Ġbn Hacer‘in en önemli talebelerinden birisi olan Ġmam
Sehâvî rahimehullah Ģöyle der:
―Timur, Cengiz Han‘ın kanunlarına dayanmış ve onları
temel esas haline getirmişti. Bundan dolayı birçok âlim, hükmettiği ülkelerde İslam şiarları kaim olduğu halde (yine de) onun
kâfir olduğuna dair fetva vermiştir.‖44
Ġbn-i ArabĢâh45 rahimehullah da Ģöyle demiĢtir:
―Timur, Cengiz Han‘ın kanunlarına inanan birisi idi. Bu
kanunlar, İslam Dinine nispetle fıkhın detayları mesabesindedir.
O, bunları Muhammed aleyhisselâm‘ın yolu üzere icra ederdi. Bu
nedenle hocamız Hafizuddin Muhammed el-Bezzazî46, Alâeddin Muhammed el-Buharî47 ve diğer büyük İslam âlimleri, hem
ed-Davu‘l-Lâmi‗, 3/49.
Künyesi Ebu‘l-Abbâs olan İbn-i Arabşâh, hicrî 854 yılında vefat etmiş
büyük bir İslam âlimidir. Küçük iken babasıyla birlikte zorla Şam‘dan
Semerkand‘a hicret etmek durumunda bırakılmıştır. Semerkand‘da iken
Farsça ve Türkçe gibi birçok dil öğrenmiştir. Yaşamış olduğu o bölgenin
bütün adet ve geleneklerine çok iyi bir şekilde vakıf olduğu ve oranın insanını en iyi şekilde değerlendirdiği için ―Acâibu‘l-Makdûr fî Nevâibi
Teymûr‖ adlı eseri bu alanda yazılmış en nefis kaynaklardan kabul edilir.
O, bu kitabında Timurlenk‘in şahsi durumunu ve gerek İslam‘a, gerekse
İslam âlemine verdiği zararları çok güzel bir şekilde ele almıştır. Bkz.
Şezerâtu‘z-Zeheb, 7/280-284.
46 Hafizuddin Muhammed b. Muhammed el-Kurdî. Bu zat Hanefilerin
büyük imamlarındandır. İbn-i Bezzazî diye meşhurdur ve Fetevâ-i
Bezzaziyye‘si ile ün yapmıştır. 827 yılında vefat etmiştir. Bkz. Şezerâtu‘zZeheb, 7/183.
47 Muhammed b. Muhammed el-Buhârî. Bu zat Hanefilerin büyük fakihlerinden birisidir. İran‘da doğmuş Buhara‘da yetişmiştir. Zamanındaki en
büyük âlimlerden kabul edilmiştir. Hatta ulemadan bazısı onun için ―Asrın Allamesi‖ nitelendirmesinde bulunmuştur. Meşhur mutasavvıf İbn-i
44
45
120
Yön Veren Yazılar -2-
Timurlenk‘in hem de Cengiz Han‘ın ortaya koyduğu bu kanunları İslam kanunlarının önüne geçirenlerin kâfir olacağına dair
fetva vermişlerdir.‖48
Ġmam ġevkanî rahimehullah, Cengiz Han‘dan ve onun
―Yesak‖ adlı eserinden söz ettikten sonra Ģöyle demektedir:
―…Sonra bu kötü yola ve küfrî işe Timurlenk tabi oldu.
O, saltanatını sürdürürken ―Yasa‖ kitabından başkasıyla amel
etmezdi.‖49
ĠĢte tüm bu nakiller, Allah‘ın kitabını bırakıp yerine
insan kaynaklı kanunlar koyan ve bunlarla halkları idare
eden kimselerin kâfir olacağını ifade etmektedir. Günümüz
vakıasını değerlendirmede problem çeken kimselere, bu yazıda yer alan fetvaları dikkatli ve tarafsızca tekrar tekrar
okumalarını tavsiye eder, selim bir kalple Allah‘a yaklaĢanların en zor meseleleri bile kolaylıkla halledebilecekleri gerçeğini yeniden hatırlatırız.
Rabbim hepimizi doğru yoluna ve razı olduğu hayata
muvaffak eylesin. (Âmîn)
Arabî‘ye yazmış olduğu ―Fâdihatu‘l-Mulhidîn ve Nâsihatu‘l-Muvahhidîn‖
adında meşhur bir reddiyesi vardır. Zalimlere karşı dik duruşlu bir şahsiyettir. Bkz. Şezerâtu‘z-Zeheb, 7/241, 242.
48 Acâibu‘l-Makdûr fî Nevâibi Teymûr, sf. 455.
49 Akdu‘l-Ceman fî Hudûdi‘l-Buldân,
RUKYE TEDÂVİSİNDE
ÜCRET ALMA MESELESİ
—Giriş —
Son günlerde, rukye tedâvisi yaparak ücret almanın caiz
olup-olmadığına dair birçok soruyla karĢı karĢıya kalmaktayız. Bu mesele hakkında genellikle sorulan sorular Ģu Ģekilde
karĢımıza çıkmaktadır:
* Acaba rukye tedâvisi karşılığında ücret almak caiz midir?
* Eğer caiz ise bunun sınırı nedir?
*Bu işi meslek haline getirmek ne kadar uygundur?
122
Yön Veren Yazılar -2-
*Selef-i Salihîn veya sonrasında gelen muteber âlimlerden
bu işi meslek edinen var mıdır?
* Allah‘ın ayetleri araç edilerek özellikle de tevhid ehli insanların bu tür işlerle halkın tepkisine neden olması ne kadar doğrudur?
Ve benzeri daha nice sorular…
Bu ve benzeri sorular, son dönemlerde bizleri gerçekten
de meĢgul etmekte ve mutlaka üzerinde bir Ģeyler söylememizi ve kısa bir değerlendirme yapmamızı gerekli kılmaktadır. Biz burada gücümüz yettiği kadar inĢâallah bir değerlendirme yapmaya çalıĢacağız. Bu değerlendirme ile hedefimiz;
hem bu iĢle meĢgul olan kardeĢlerimize nasihat etmek, hem
de etrafımızda bize yakın olup soru soran kimselere fikir
vermektir.
Değerlendirmelerimizi maddeler halinde zikredecek ve
bunları bu iĢi meslek hâline dönüĢtürmenin olumsuz sonuçları üzerinden ifade etmeye çalıĢacağız. Doğru söyler ve hakka isabet edersek bu, Allah‘ın lütfu ve keremi iledir; hata
eder, yanlıĢ diyecek olursak kâsir nefsimizdendir. Rabbimden
doğruları söyletmesini niyaz ediyor, hataya düĢmekten muhafaza buyurmasını temenni ediyorum. O, duaları iĢiten, onlara en güzel Ģekliyle karĢılık verendir.
1) Rukye Yapmayı “Meslek” Hâline Getirmek
Selef’in Uygulamalarına Terstir.
Her Ģeyden önce Ģunu belirtmek ve adını koymak gerekir ki, rukye yapmayı ―iĢ‖ haline getirmek, meslek edinmek
ve bunun için özel yerler, özel mekânlar açmak asla ve kat‗a
Faruk Furkan
123
Selef-i Salihîn‘in ve onlardan sonra gelen muteber Ġslam
âlimlerinin yapmıĢ olduğu bir Ģey değildir. Bunu bu Ģekilde
bilmek, buna bu Ģekilde inanmak gerekir. Rukye yapmayı
―iĢ‖ ve ―meslek‖ haline getirmek, Ģimdileri ortaya çıkmıĢ ve
bazı iĢsiz insanların kendisine yönelmesiyle Ģöhret kazanmıĢ
bir Ģeydir. Önceki dönemlerde böylesi bir Ģeyle karĢılaĢmak
asla söz konusu değildir.
Rukye yapmayı ticarete dönüĢtürmenin caiz olupolmadığına dair eser veren ve konuya iliĢkin ilmî araĢtırmalar yapan muasır âlimler, bu iĢin gerek Selef döneminde gerekse sonraki dönemlerde kesinlikle olmadığını ve onların
asla Allah‘ın ayetlerini para kazanmaya vesile kılmadıklarını
ısrarla söylemektedirler. Bunu söyleyenlerden birisi ġeyh
Abdulkerîm b. Sâlih‘tir. O, ―el-Edilletu‘n-Nakliyye ve‘lAkliyye fi‘l-Farki beyne‘r-Rukyeti‘ş-Şer‗iyye ve‘r-Rukyeti‘tTicâriyye‖ adlı eserinde Ģöyle der:
―Ne sahabenin ne de onlardan sonra gelen âlimlerin, zamanımızdaki insanların yaptığı şekilde rukyeden dolayı para aldıkları
bilinmemektedir.‖50
Bunu söyleyenlerden bir baĢka âlim de ġeyh Ali elUleyyânî‘dir. O da ―er-Rukâ alâ Davi Akîdeti Ehli‘s-Sünne ve‘lCemaa‖ adlı eserinde Ģöyle der:
―Hem Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem‘in ve ashabının hem
de ilim ve faziletine güvenilen İslam âlimlerinin hayatlarını incelediğimizde, onların hiçbirisinin işini gücünü bırakıp sadece rukye
yaparak hastaları tedâvi etmekle uğraştığını görememekteyiz. Ay50
Bkz. sf. 9.
124
Yön Veren Yazılar -2-
nı şekilde onlardan birinin bu işi meslek edindiğini ve bu alanda
insanlar arasında adı bu işle anılacak derecede meşhur olduğunu
da görememekteyiz.‖51
Eğer Selefimiz ve muteber Ġslam âlimlerimiz böyle bir
Ģey yapmamıĢsa, bizim için onların yapmadığını yapmamız ne
kadar doğru ve uygun olur? Eski âlimlerimiz kendilerine gelen hastaları Allah rızası için okur ve bunun için özel zamanlar ve mekânlar ayırmazlardı. Çünkü onlar zamanında bu
iĢin meslek edinilmesi gibi bir Ģey söz konusu değildi. Eğer
bizler de âlimlerimizin yolundan gittiğimizi söylüyor ve onların hayat tarzlarını kendimize rehber ediniyorsak bu iĢi ―meslek‖ edinmemeliyiz. Ama bununla birlikte bir insan gelir ve
kendisini okumamızı bizden talep ederse, biz de ona fayda
verebileceğimiz Ģekilde fayda vermeye çalıĢır ve elimizden
geleni yaparız.
2) Rukye Yapmayı “Meslek” Hâline Getirmek
Bazı Zararlara Sebep Olmaktadır.
Bilindiği üzere içerisinde yaĢamıĢ olduğumuz halk, Ġslamî Ģuura sahip olan bir halk değildir. Bu halk, Allah‘tan gayrı bazı eĢya ve nesnelere yeri geldiğinde sınırsızca kutsallık
atfedebilen ve bu noktada en ufak bir çekinceme duygusu
taĢımayan bir halktır.
Ġslam âlimlerinin ifade ettiğine göre rukyede asıl olan,
okunan Kur‘an ayetleri ve me‘sûr dualardır. Bununla birlikte
faydasına inanılan ve içerisinde Ģer‗an herhangi bir mahzur
Bu kitap, Guraba Yayınları tarafından tercüme ettirilmiştir. Buranın tercümesi de oradan alıntılanmıştır. Bkz. sf. 155.
51
Faruk Furkan
125
olmayan dualar da aynı kapsamda değerlendirilir. Lakin halkımız aĢırı derecede cahil ve bilinçsiz olduğu için zamanla
kendisiyle rukye yapılan ayet ve hadislerden değil, bu iĢi
meslek hâline getiren insanlardan fayda bekler olmuĢlardır.
Diğer bir ifade ile okunanda değil okuyanda fayda aramaya
baĢlamıĢlardır. ―Falanca okumazsa olmaz!‖ diyebilecek kadar
ileri gitmeleri bunun en büyük göstergelerinden değil midir?
Ve yine falanca zâtın kapısının önünde kuyruklar oluĢturmaları bunun bir tezâhürü değil midir? Oysa hani rukyede asıl
fayda veren Kur‘an ayetleri idi? Hani tesir eden Allah
Rasulü‘nün duaları idi? Ne oldu? O ayet ve hadisleri falanca
değil de, filanca okuduğunda insanlar neden ―olmaz‖ diyor
ve ille de falancanın okumasını istiyor? ĠĢte rukyeyi meslek
hâline getirmek zamanla insanların böylesi yanlıĢ ve tehlikeli
bir inanca sahip olmasına sebep olmaktadır.
Ġslam âlimlerinin rukyenin meslek edinilmesinin caiz
olmadığını söylemelerinin altında yatan en büyük etken belki de budur. Çünkü Ġslam‘da ―Sedd-i Zerâi‖ vardır. Yani yanlıĢ ve günaha götürebilecek bazı iĢ ve sözlerin daha iĢin baĢında iken engellenmesi ve müsaade edilmemesi vardır. Eğer
bir iĢ veya bir söz, ileride daha büyük fitnelere, daha büyük
günahlara sebep olacaksa daha iĢin baĢında iken ona engel
konulur ve yapılmasına müsaade edilmez. Eğer bir insan sürekli insanları okuyarak tedavi etmekle Ģöhret bulur ve böylece nam salarsa zamanla bu hem onun hakkında hem de
ona gelen insanlar hakkında sakıncalı sonuçlar doğurur.
Onun hakkında sakıncalı sonuçlar doğurur; zira onu kibre
ve kendini beğenmeye sevk eder. Ona gelen insanlar hak-
126
Yön Veren Yazılar -2-
kında sakıncalı sonuçlar doğurur; zira insanlar ona bir kutsiyet atfedebilir. Bu nedenle bu tür iĢlere giriĢmek en asgari
Ģartlarda ―Sedd-i Zerâi‖ açısından sakıncalıdır. Bununla birlikte Ġslam‘da zararı önlemek faydayı elde etmekten daha
önceliklidir.
Bunu
Ġslam
âlimleri
Ģu
Ģekilde
kâideleĢtirmiĢlerdir:
ِ ‫د َْر ُء امْ َ َف ِاس ِد أَ ْو َا ِم ْن َج ْ ِب امْ َ َصا ِم‬
―Mefsedeti def etmek, maslahatı celb etmekten evlâdır.‖
Hanefîlerin büyük âlimlerinden birisi olan Ġbn Nuceym
rahimehullah ―el-Eşbâh ve‘n-Nezâir‖ adlı eserinde Ģöyle der:
―Bir maslahat ile bir mefsedet teâruz ettiğinde, yani faydalı
bir şey ile zararlı bir şey çatıştığında genelde zararlı olan şeyi gidermek öne alınır. Çünkü şeriat sahibinin yasak olan şeyler(den
sakınmaya) verdiği önem, emrettiği şeylere verdiği önemden daha
fazladır. Bundan dolayı Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: ―Size yasakladığım şeylerden tamamıyla uzak durun; emrettiğim şeyleri ise gücünüz yettiği kadar yapın.‖52
Dolayısıyla rukye yapmayı meslek edinen bir insan, hasta tedavi edeyim derken zamanla insanların kendisine bir
kutsallık atfetmesine, cinlerle irtibata geçtiğinden dolayı
kendisinden çekinmelerine, içten içe korkmalarına veya buna benzer bazı sakıncalara neden olabilir ki, bu tevhid ehli
bir insanın son derece uzak durması gereken Ģeylerdendir.
Çünkü bir muvahhid için dünyadaki en büyük maslahat
Bkz. sf. 90. İbn Nuceym‘in zikrettiği hadisi Buhârî ve Müslim rivayet
etmiştir.
52
Faruk Furkan
127
tevhid; en büyük mefsedet Ģirktir. Ġnsanların zamanla Ģirke
düĢmesine kapı aralamak ise tevhidi bilen biri için olacak Ģey
değildir.
3) Rukye Yapmayı “Meslek” Hâline Getirmek
Rukyede Asıl Olan Şeyi Unutturmaktadır.
Rukyede asıl olan kesinlikle insanın kendisini okuması,
kendi kendine tedavi olmaya çalıĢmasıdır. Bu, bu iĢte asıl
olandır. Bununla birlikte hasta olan bir Ģahıs, bir insanın salâhına, takvâsına, dualarının kabul edildiğine inanıyorsa, o
zaman ondan dua talep edip kendisini okumasını isteyebilir.
Lakin dediğimiz gibi, kesinlikle bu, bu iĢte asıl olan değil, ihtiyaç halinde veya zarurî durumlarda baĢvurulacak ikincil bir
yoldur. Bir de sürekli bu tür yollara baĢvurmak insanlarda
belirli bir zaman sonra rukyenin ille de baĢkaları tarafından
yapılması gerektiği zannını uyandırabilir ki, bu da kendisinden sakınılması gereken bir durumdur.
Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem, Ġbn Abbas‘ın naklettiği
bir hadisinde Ģöyle buyurur:
―(Geçmiş) ümmetler bana gösterildi. Peygamber gördüm,
yanında üç-beş kişilik küçük bir grup vardı. Peygamber gördüm,
yanında bir iki kişi bulunuyordu. Ve peygamber gördüm, yanında kimsecikler yoktu. Bu arada önüme büyük bir kalabalık çıktı. Kendi ümmetim sandım. Bana ‗Bunlar Mûsâ‘nın ümmetidir,
sen ufka bak!‘ dediler. Baktım; (çok) büyük bir karaltı. ‗İşte
bunlar senin ümmetindir. İçlerinden hesapsız-azabsız cennete
girecek yetmiş bin kişi vardır‘ dediler.‖
Ġbni Abbas radıyallahu anhuma devamla Ģöyle anlatır:
128
Yön Veren Yazılar -2-
Söz buraya gelince Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem kalkıp evine gitti. Oradaki sahâbîler bu hesapsız-azabsız cennete girecek yetmiĢ bin kiĢinin kimler olabileceği hakkında
konuĢmaya baĢladılar: Kimileri, ―Bunlar peygamberin sohbetinde bulunanlar olmalıdır‖ derken, kimileri, ―Bunlar İslâm
geldikten sonra doğup, şirki tanımamış olanlardır‖ dediler. Daha baĢka birçok görüĢ ileri sürenler oldu. Onlar bu meseleyi
tartıĢırken Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem çıkageldi.
— Ne hakkında konuĢuyorsunuz? diye sordu.
— Hesapsız-azabsız cennete gireceklerin kim oldukları
hakkında konuĢuyoruz, dediler. Bunun üzerine Rasulullah
sallallâhu aleyhi ve sellem:
— Onlar rukye yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa
inanmayan ve Rablerine güvenenlerdir, buyurdu…‖53
Görüldüğü üzere bu hadiste Efendimiz sallallâhu aleyhi ve
sellem sırf Allah‘a olan tevekküllerinden dolayı kendilerine
rukye yaptırmayan ve birilerinin kendilerini okumasını istemeyen kulların sorgusuz-azapsız cennete gireceğini müjdelemiĢtir. Onlar o kadar Allah‘a tevekkül ederler ki, hastalandıklarında veya kendilerinde bir sıkıntı olduğunda kendi
kendilerini okurlar ve Rablerine dua ederler.
ĠĢte bu ve benzeri hadisler, bu iĢte asıl olanın insanın
baĢkalarına okunması değil, Rabbine yalvararak kendi kendini okuması olduğunu ortaya koymaktadır. Bununla birlikte
53
Buhârî, Tıb 1, Müslim, Îmân 374.
Faruk Furkan
129
–üstte de dediğimiz gibi– salâhına ve takvâsına güvenilen insanların okumasına müracaat edilebilir.
Rukye yapmayı meslek hâline getirenler maalesef insanların bu aslı unutmalarına sebep olmaktadırlar. Bu gün cin
veya benzeri rahatsızlıklara maruz kalan hangi insan öncelikle kendi kendine tedavi olma yöntemine baĢvurmaktadır?
Hatta bu tür rahatsızlıklara yakalanan nice tevhid ehli insanla konuĢtuğumuzda onların bile asıl olan yönteme baĢvurmadıklarına, kendi kendilerine okumayı hiç dikkate almadıklarına Ģahit olduk. Bu bile iĢin ne kadar tehlikeli boyutlara ulaĢtığını gösterme noktasında yeterli bir durumdur.
Bu nedenle bu iĢle uğraĢan kimselerin bu noktayı göz ardı
etmemeleri ve kendilerini gözden geçirmeleri gerekmektedir.
4) Rukye Yapmayı “Meslek” Hâline Getirmek
Zamanla İnsanların Hastalanmasını İstemeye
Sebep Olmaktadır.
Bu iĢi meslek haline getirmek, kazanılan âfaki paralar
sonucu zamanla insanların hastalanmalarını istemeye kiĢiyi
sevk edebilir. Hele hele Müslümanların hastalanmalarını ve
sürekli kendisine müracaat ederek tedavi olmalarını istemek
ne büyük bir âfettir! Allah böylesi bir âfetten bizleri ve bu iĢle uğraĢan kardeĢleri muhafaza buyursun.
AĢağıda Ġmam Ahmed b. Hanbel‘in arkadaĢlarından birisi ile arasında geçen konuĢma ve ġeyhu‘l-Ġslâm Ġbn
Teymiyye‘nin bu konuĢmaya dair yaptığı yorum, mesele
hakkında bizlere ıĢık tutmakta ve rukye gibi Allah‘a yaklaĢtıran amellerle Müslümanlardan para talep etmenin uygun
olmadığını ortaya koymaktadır.
130
Yön Veren Yazılar -2-
Ġmam Ahmed b. Hanbel‘in arkadaĢlarından birisi olan
Ebu Tâlip anlatır:
―Bir gün Ġmam Ahmed‘e:
— Cenaze yıkamaktan dolayı para alan bir adam hakkında soru sordum. Ġmam:
— Para ile mi? diyerek hayretini gizleyemedi. Ben:
— Ama adam fakir olduğunu söylüyor, dedim. Ġmam:
— Bu çok kötü bir kazançtır, diyerek yanıt verdi.54
Bu olayı naklettikten sonra ġeyhu‘l-Ġslâm Ġbn Teymiyye
der ki:
―Bunun izahı şu şekildedir: Ölüleri yıkamak hayır amellerdendir. Bundan gelir elde etmek ise Müslümanların ölmesini temenni etmeyi insanda ahlak haline getirir.‖
Yani bir insan cenaze yıkamaktan dolayı para almaya
baĢladı mı, artık o, parasız kaldığı zaman Müslümanların ölmesini ve kendisine iĢ çıkmasını ister hale gelir ki, bu da bir
insanın uğrayacağı en büyük âfetlerden birisidir. Zira Müslümanların ölmesini istemek, Ġslam‘ın gücünün kırılmasını
istemek demektir. Rukye de buna benzemektedir. Bir insan
rukye yapmayı meslek hâline getirip bundan gelir elde etmeye baĢladı mı, artık o da Müslümanların hastalanmasını, cinlerin onlara musallat olmalarını ve buna benzer bir takım sıkıntılara maruz kalmalarını ister hale gelebilir. Bu ise son derece tehlikeli bir durumdur.
54
el-Fetâvâ‘l-Kübrâ, 4/495, 496.
Faruk Furkan
131
ĠĢin aslına bakılırsa cenaze yıkamak çok külfetli, zahmetli ve her insanın içinin alamayacağı iĢlerdendir. Böyle
olmasına rağmen Selefimiz bu iĢten para almayı adet haline
getirmeyi uygun görmemiĢse, peki, rukye gibi Allah‘ın kelamının ve Ģer‗î duaların kullanıldığı iĢten para almayı adet haline getirmeyi nasıl uygun görürler? Bu, sakınılmaya diğerinden daha evlâ değil midir?
Burada konuyla alakalı bir noktaya daha temas etmek
istiyorum ki, bu da üzerinde düĢünülmesi ve Ģer‗an cevabının
bulunması gereken konulardandır: Bazıları bir hastayı karĢılarına aldıkları zaman onlara ―seans‖ denilen bir uygulama
yapmaktadırlar. Bu uygulama Selef döneminde olmayan bir
uygulama olmasının yanı sıra, istismara ve insanları aldatmaya açık olan bir uygulamadır. Bu nedenle sakınılması gerekmektedir.
Bir insan seans baĢı bilmem ne kadar para talep ettiği
hastanın ilk seansta iyileĢmesini ve Ģifa bulmasını ister mi
hiç?
Burada ―Hocam, biz öyle değiliz‖ denilebilir; ama unutmamak gerekir ki, sizin öyle olmamanız baĢkalarının da öyle
olmayacağı anlamına gelmez. Ġslam‘da hükümler konulurken
en basit insanların bile fıtratları, karakterleri, istidatları göz
önüne alınır. Sen karĢı taraftaki insanın ilk seansta iyileĢmesini isteyebilirsin, karakterin bu doğrultudadır; ama bu iĢle
uğraĢan baĢka bir müslümanın böylesi bir karakteri olmayabilir! O Müslüman nefsine yenilerek ve aĢırı hırs göstererek
insanların ilk seanslarda iyileĢmelerini istemeyebilir!
132
Yön Veren Yazılar -2-
O zaman ne olacak? Böylesi bir durumda Ġslam nasıl bir
hüküm koyacak? Önü açık ve istismara muhtemel olan hükümler mi, yoksa sakınmayı esas alan hükümler mi?
Hangisi?
5) Rukyede “Asıl Olan” Para Almamaktır.
Ġslam âlimleri rukyede asıl olanın ücret almamak olduğunu söylemiĢlerdir.55 Çünkü rukye bir duadır, tazarrudur,
Allah‘a yalvarmaktır. Ve yine rukye, Allah‘a yaklaĢma vesilelerinden bir vesiledir. Bundan ücret almak ise dini alet
ederek para kazanmaya benzemektedir ki, bu hiç de yakıĢık
alan bir Ģey değildir. Dinin genel nasslarını incelediğimiz zaman, bu nassların, dini alet ederek menfaat elde etmeyi yasakladığını görürüz. Ve yine peygamberlerin hayatlarını incelediğimiz zaman onların insanları dine davet ederken kendilerinden bir menfaatleri olmadığını ısrarla kendilerine hatırlattıklarını müĢahede ederiz. Onların din karĢılığında menfaat elde etmedikleri ve dini bir menfaat aracıymıĢ gibi kullanmadıkları Kur‘an‘da en çok hatırlatılan gerçeklerdendir.
Bugün rukye yaparak insanlardan uçuk paralar alan ve ardından onları tevhide davet eden insanlar karĢı tarafa ne
kadar tesir edebilir, kalplerinde ne kadar etki bırakabilirler?
Oysa ―Kral ve Çocuk Hadisi‖ndeki mü‘min çocuğun
yaptığı gibi, onları tedavi etmeden önce güzelce tevhidi kendilerine anlatıp ardında da hiçbir menfaat beklemediğini his-
Bkz: el-Edilletu‘n-Nakliyye ve‘l-Akliyye fi‘l-Farki beyne‘r-Rukyeti‘şŞer‗iyye ve‘r-Rukyeti‘t-Ticâriyye, sf. 17.
55
Faruk Furkan
133
settirerek rukye yapsalar, hidayetin kapısını aralamıĢ olmazlar mı?
―Kral ve Çocuk Hadisi‖ diye meĢhur olan Ģu hikâye ne
derin hikmetler ve mesajlarla doludur. Altı çizili yerleri dikkatle okumanızı rica ediyorum: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem anlatır:
―Sizden önceki ümmetler içinde bir padiĢah, bir de
onun sihirbazı vardı… Bu sihirbaz yaĢlanınca, padiĢaha:
— Ben yaĢlandım, bana genç birini göndersen de ona
sihirbazlığı öğretsem, dedi.
PadiĢah da ona bir genç gönderdi. Gencin yolu üzerinde bir rahip bulunmaktaydı. Genç ona uğradı, yanında
oturdu ve konuĢmalarını dinledi, beğendi. Sihirbaza her
gittiğinde rahibe uğrar ve yanında bir süre kalırdı. Sihirbaz
ona ―niçin geç kaldın?‖ diye kızar ve döverdi. Delikanlı bu
durumu rahibe Ģikâyet etti. O da Ģöyle dedi:
— Sihirbazdan korktuğunda, ―evdekiler alıkoydular‖
de; ailenden çekindiğinde de ―sihirbaz alıkoydu‖ de.
Genç, durumu böylece idare edip giderken, bir gün
yolda insanların gelip geçmesine engel olan büyük ve yırtıcı
bir hayvana rastladı ve kendi kendine ―Sihirbazın mı yoksa
râhibin mi daha üstün olduğunu işte şimdi öğreneceğim‖ diyerek bir taĢ aldı ve ―Ey Allahım, rahibin yaptıklarını sihirbazın
yaptıklarından daha çok seviyorsan, şu hayvanı öldür ki insanlar yollarına devam etsinler‖ dedi ve taĢı hayvana doğru fırlatıp onu öldürdü. Halk da geçip gitti. Daha sonra delikanlı
râhibe gelip olayı anlattı. Râhip ona:
134
Yön Veren Yazılar -2-
— Delikanlı! ġimdi artık sen benden daha üstünsün.
Zira sen bu gördüğüm mertebeye eriĢmiĢsin. Öyle sanıyorum ki, sen yakında bir belâya uğratılacaksın. Böyle bir Ģey
olursa, sakın benim bulunduğum yeri kimseye gösterme!
dedi.
Delikanlı, körleri, alaca hastalığına tutulmuĢ olanları
kurtarır ve diğer hastalıkları da tedâvî ederdi. PadiĢahın o
sıralarda kör olmuĢ bir yakını bunu duydu, değerli hediyelerle birlikte delikanlıya gitti ve:
— Eğer beni tedâvî edersen, bütün bunlar senin olacak, dedi.
Delikanlı:
— Ben kendiliğimden kimseye Ģifâ veremem. ġifayı
ancak Allah verir. Eğer sen Allah‘a iman edersen, ben ona
dua ederim, o da (dilerse) sana Ģifa verir, dedi.
Adam iman etti. Allah Teâlâ da ona Ģifa verdi…‖56
Altı çizili yerler aslında bizlere çok Ģeyler anlatmaktadır.
Bu çocuk insanları okuyup rukye yaparken güttüğü temel
hedef onlardan menfaat elde etmek değil, aksine onları hidayete yönlendirmek ve onları din ile tanıĢtırmaktır.
Bugün de Allah bize rukye gibi bir ilmi öğretmiĢ ve yaptığımız dualara icabet ederek elimizle birilerine Ģifa vermiĢse,
bunu dünyalık menfaat elde etme yolunda değil, Allah‘ın
dinine adam kazanma yolunda kullanmamız gerekmektedir.
56
Müslim rivâyet etmiştir. Bkz. Zühd, 73.
Faruk Furkan
135
Hadiste anlatılan kralın yanındaki adamın değerli hediyelerle birlikte delikanlıya gitmesi ve tedavi karĢılığında
tüm bu değerli eĢyaları kendisine vermeyi teklif etmesi; buna karĢın delikanlının bu değerli hediyeleri reddederek
adamı imana davet etmesi Ġslam‘da rukyenin asıl amacını
ortaya koymaktadır.
Üstte de değimiz gibi, rukyede asıl olan ücret almamaktır. Hele bir de tedavi etmeye çalıĢtığımız insanlar Allah‘a Ģirk koĢan insanlar ise, onlardan para almamak daha
evlâdır; zira bu sayede tıpkı hadisteki genç gibi, onlara, üzerinde bulundukları Ģirklerini hatırlatır ve kendilerini yeniden saf ve berrak imana davet ederiz. Allah‘ın izni ile Ģifa
bulmasına vesile olduğumuz böylesi Ģirk ehli birisi, para da
talep etmediğimiz için bize ziyadesi ile minnettar olacak,
kendisine anlattığımız Tevhid hakikatleri üzerinde düĢünecek ve belki de hidayet bulacaktır. Allah bize böyle bir imkân vermiĢse bunu O‘nun yolunda kullanmaktan neden
geri duruyoruz ki?
Tedavi etmeye çalıĢtığımız insanlar, Allah‘a iman eden
kimseler ise onlardan da para almamak gerekir; zira Ġslam‘da asıl olan bir insanın, kardeĢine elinden geldiği kadarıyla yardım etmesi ve ona her hususta yardımcı olmaya çalıĢmasıdır. Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem Ģöyle buyurur:
―Sizden her kim kardeşine faydalı olmaya güç yetiriyorsa, bunu yapsın.‖57
57
Müslim rivayet etmiştir. Bkz. 2199.
136
Yön Veren Yazılar -2-
Bu nedenle Müslümanların, rukye gibi Kur‘an ayetleri
okunarak ortaya konulan tedavilerden dolayı Müslüman
hastalardan ücret alması, hele hele uçuk paralar istemesi asla
uygun değildir. Bu en asgari Ģartlarda kardeĢlik haklarıyla örtüĢmez. Bir önceki baĢlıkta da değindiğimiz gibi, cenaze yıkamaktan dolayı onlardan ücret almak nasıl ki uygun değilse, aynı Ģekilde rukye karĢılığında para almak da uygun değildir.
6) Rukyeden Para Almak Caizdir; Lakin…
Buraya kadar anlattığımız Ģeylerle rukye tedavisinde
―asıl olanın‖ para almamak olduğunu vurguladık. Lakin bu,
bu iĢten dolayı para almanın kesin olarak caiz olmadığını veya haram olduğunu ifade etmez. Bir insan rukye terapisi uygulayarak bir insanı tedâvi etmeye çabalıyorsa, bunun için
zaman harcıyorsa, gerektiğinde evini, arabasını kullanıyorsa
o zaman ücret alması bu iĢi meslek haline dönüĢtürmemesi
Ģartıyla caizdir. Ama yine vurgulayalım ki ―caizdir‖, yani zorunlu değildir. Bu, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve
sellem‘in takrîri, yani onayı ile böyledir.
ġimdi bu iĢin caiz olduğunu gösteren ve belki de en
meĢhur olan hadisi nakledelim, sonrasında da bu hadis üzerinde değerlendirmemizi yapalım. Ġmam Buhârî ve Ġmam
Müslim rivayet ediyor:
―Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem‘in ashabından bir grup,
bir Arap köyüne uğramıĢtı. Köy halkından kendilerini ağırlamalarını talep ettiler, ancak köylüler bu teklifi reddetti. Bu
Faruk Furkan
137
esnada köyün liderini yılan (veya akrep) sokmuĢtu. Ne yaptılarsa hiçbir Ģey fayda vermedi. Ġçlerinden birisi:
− Köyümüze gelen Ģu insanlara gidin. Belki onlardan
birisinde fayda verecek bir Ģeyler vardır, dedi. Bir grup hemen gitti ve köyde mola veren Sahabîlere:
− Liderimizi yılan soktu ve ne yaptıysak fayda vermedi.
Acaba sizden birinizde fayda verecek bir Ģeyler var mı? dediler. Sahabîlerden birisi:
− Evet, vallahi ben tedâvi edebilirim. Ancak siz, rica
etmemize rağmen bizi misafir etmediniz. Ben de karĢılığında
ücret almadan tedâvi yapmam, dedi.
Nihayet bir koyun sürüsü üzerinde anlaĢtılar. Sahabî üflemeye ve Fatiha Sûresini okumaya baĢladı. Adam bağdan
çözülür gibi oldu ve sanki onu yatağa düĢüren hiç bir Ģey olmamıĢ gibi kalkıp yürüdü. Köylüler anlaĢtıkları ücreti ona
verdiler…
Ġçlerinden birisi ‗PaylaĢalım‘ dedi. Ancak rukye ile
tedâvi yapan sahabî ‗Peygambere gidip durumu anlatarak bize ne emredeceğini görmedikçe bunu yapmayın‘ diye karĢılık
verdi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem‘in yanına vardılar ve
olayı anlattılar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sahabiye:
―Fatiha‘nın şifa verici bir dua olduğunu nereden anladın?‖ dedi.
Sonra: ―İsabet etmişsiniz. Paylaşın, sizinle beraber bana da pay
ayırın‖ buyurdu ve güldü.‖58
Rukye tedâvisi karĢılığında ücret almanın caiz olduğuna
dair getirilen temel delil, bu hadistir. Bu hadis sahihtir, an58
Buhari, 2276; Müslim, 2201.
138
Yön Veren Yazılar -2-
lattığı Ģey doğrudur; ama bazılarının bundan çıkarmıĢ oldukları sonuç yanlıĢtır. Bu yanlıĢlığı Ģu Ģekilde maddeler haklinde izah edebiliriz:
1) Öncelikle bu hadis, ―istisnâi‖ bir olaydan bahsetmektedir ve ortaya koyduğu hüküm, Ashab-ı Kiram‘ın genel
âdetini yansıtmamaktadır. Çünkü Ashab-ı Kiram, asla rukye
ve benzeri Ģeylerden dolayı para almayı adet edinmiĢ değildi.
Hadiste sözü edilen sahabî gurubunun da durumu farklı değildir. Onlar, günümüzde bazı kimselerin yaptığı gibi, rukye
yapmayı ve Allah‘ın ayetlerini okuyarak insanları tedavi etmeyi iĢ ve meslek hâline getirmemiĢlerdi. Hatta aldıkları koyunları paylaĢıp-paylaĢmama noktasında anlaĢmazlığa düĢmeleri ve durumu Rasulullah‘a sormayı kararlaĢtırmaları,
bunun onlar tarafından bilinen bir Ģey olmadığını net olarak
ortaya koymaktadır.
2)Hadiste sözü edilen sahabîler, koyunları aslında kendilerini geceleyin ağırlamayı kabul etmeyen insanlara bir
tepki olarak almıĢlardı. Sahabînin ―Evet, vallahi ben tedâvi
edebilirim. Ancak siz, rica etmemize rağmen bizi misafir etmediniz. Ben de karşılığında ücret almadan tedâvi yapmam‖ sözü
bunun en açık göstergesidir. Bu ibarenin mefhûmundan anlıyoruz ki, eğer onlar kendilerini ağırlamıĢ olsalardı, herhangi
bir ücret almayacak ve onlara yardımcı olacaklardı. Bunu
dikkatlice inceleyenler, sahabîlerin koyunları alıĢ gerekçelerini rahatlıkla anlarlar.
3)Bu hadisi delil göstererek insanlardan uçuk fiyatlar,
âfaki ücretler talep edenler Ģu noktayı gözden kaçırıyorlar:
Faruk Furkan
139
Orada tedavi edilen zât kavmin efendisi, o bölgenin lideri
idi. Ama sizin tedavi ettiğin insanlar ne bir kavmin efendisi
ne de bir bölgenin lideridirler. Aksine ay sonunu ucu ucuna
denk getiren, belki cebince harçlığı olmayan veya talep edilen miktarı ödemek için sağdan soldan borç alan insanlardır.
Eğer siz de kavmin efendisi olan valileri, kaymakamları, belediye baĢkanlarını veya baĢbakanları tedâvi ederseniz bir sürü değil, on sürü talep edin; bu sizin hakkınızdır. Lakin aylık
geliri 800 TL olan veya o civarlarda maaĢ alan insanlardan
bir saatin içerisinde maaĢlarının yarısını istemek adalet ilkesi
ile ne kadar bağdaĢır? Bunu hangi insafla, hangi vicdanla
izah edebilirsiniz?
Eğer herhangi bir ücret alınacaksa bunun piyasa ile
orantılı olması ve insanları sarsmaması gerekmektedir; zira
Ġslamî ticarette asıl itibarı ile kâr oranı sınırlaması olmadığı
halde, piyasayı bozmama Ģartı vardır. Eğer piyasa bozuluyorsa
bu durumda kafaya göre kâr oranı konulamaz. Ġslam, haddi
zatında alıĢveriĢlerde kâr oranlarına müdahale etmemiĢtir.
Ama piyasayı bozarak insanların dengesini sarsmayı, onları
zora sokmayı yasaklamıĢtır. Dolayısıyla böylesi bir durumda
sınırsız kâr haddi olmaz. ġimdi ticarette bu dengeyi gözeten
ve insanların bütçesini dikkate alan Ġslam, insanlardan âfaki
paralar talep ederek onların dengesini bozan rukyecilerin
yaptığını uygun mu görecek?
Bunu düĢünmek gerek!
ĠĢte bu nedenle okuma ücretleri veya seans tarifeleri belirlenirken kesinlikle piyasa baz alınmalı, insanların gelir düzeyleri gözetilmeli ve ona göre bir fiyat belirlenmelidir. Ör-
140
Yön Veren Yazılar -2-
neğin bir insan 8 saat çalıĢtığında kaç para alıyorsa okuyanların da ona yakın bir ücretlendirme yapması gerekmektedir.
Haydi, özel bir iĢ olduğu için biraz daha fazla olsun! Bu durumda kimse itiraz etmez ve eleĢtiri yapmaz. Ama rukyenin
saati, bir insanın 15-20 günde ancak kazanabileceği bir para
ile belirlenirse, o zaman kimse kusura bakmasın biz bunu
eleĢtirir ve bunun zulme kapı araladığını söyleriz; kimse de
bu söylediklerimize itiraz edemez.
Hem tarifeler ucuz olduğunda hem de insanların gelir
düzeyleri gözetildiğinde, bu onların daha rahat olmalarını,
yapan insana daha fazla güvenmelerini sağlayacaktır. Böyle
olduğu zaman adam bir kere yerine birkaç kere gelecek, hastalık hakkıyla tedavi edilecek ve onlarla irtibat daha fazla
sağlandığı için akidemizi ulaĢtırmamız daha kolay olacaktır.
Bu iĢi yapan arkadaĢların Allah için bu söylenenleri düĢünmelerini isteriz.
4) Hadis hakkında söyleyeceğimiz son Ģey, bazı çağdaĢ
âlimlerin de ifade ettiği gibi59 o dönemdeki koyunların değeri
Ģimdiki gibi değildi. Yani o dönemde koyun ve deve gibi
hayvanlar hem daha ucuz hem de alım-satımı daha kolaydı.
O dönemde en gariban sahabîlerin bile birkaç devesi olabilirken Ģimdileri iyi bir deve birçok kaliteli arabadan daha pahalıya satılmaktadır. Bu nedenle iki dönemi birebir birbirine
kıyaslamak yanlıĢ olur. Huneyn SavaĢı sonrası Efendimizin
elde ettiği ganimet koyun ve develerin adetlerini bilenler, bi-
Örneğin bkz. el-Edilletu‘n-Nakliyye ve‘l-Akliyye fi‘l-Farki beyne‘rRukyeti‘ş-Şer‗iyye ve‘r-Rukyeti‘t-Ticâriyye, sf. 18.
59
Faruk Furkan
141
zim bu söylemiĢ olduğumuz Ģeyin doğruya ne kadar yakın olduğunu rahatlıkla anlarlar.60
Bu baĢlığımızla alakalı son olarak Ģunu söyleyebiliriz: Bu
hadis, Efendimizin takrîri ile rukye tedavisinden dolayı para
almanın caizliğini ortaya koymaktadır. Ama bunu sürekli hale getirmenin hadisten çıkarılması asla söz konusu değildir.
Hatta bu, böyle söyleyenlerin aleyhine bir huccettir.
Zikrettiğimiz Ģeylere dikkat ederek mâkul oranda, insanları zora sokmadan ücret alan ve bu iĢi meslek haline dönüĢtürmeden yapan kardeĢlerimize diyeceğimiz bir Ģey yoktur.
Ama onların Ģunu unutmamaları gerekir ki, bunun da caiz
olmadığını, bu hadisin konuya onların anladığı Ģekilde delalet etmediğini söyleyen âlimler de vardır. Bu nedenle bu iĢi
yaparlarken yarın Allah‘ın huzurunda her an ayetlerini dünyalık karĢılığında satan kimseler gibi yargılanabileceklerini,
ücretlerini daha dünyada iken aldıkları için herhangi bir
hayra nail olamayacaklarını hatırlarından çıkarmadan yapmaları gerektiğini hatırlatırız.
7) Şer‘Î Olmayan Usûllerle Rukye Yapılmaz.
Bazı kimseler yapmıĢ oldukları rukye tedavilerinde Ģer‗î
usûllere muhalefet etmektedirler. Bu da âlimlerimizin kendisinden sakındırmıĢ olduğu Ģeylerden birisidir. Eskiden bu iĢi
ancak âlim ve dini bilen kimseler yaparken, Ģimdileri daha
Kur‘an‘ı bile tecvîdli bir Ģekilde okuyamayan, yeterli düzeyde
ezberi olmayan ve Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem‘den nakledilen me‘sûr duaları bilmeyen kimseler yapmaktadırlar. Bu
Huneyn Gazvesinde ganimet olarak alınan koyunların sayısı ortalama
40.000; develerin sayısı da ortalama 24.000 civarındaydı.
60
142
Yön Veren Yazılar -2-
da, bu asrımızın musibetlerinden bir diğeridir. Oysa kitaplara
baktığımız zaman cin çıkarma ve benzeri okuma uygulamalarında hep karĢımıza Ahmed b. Hanbel gibi, Ġbn Teymiyye gibi büyük âlimlerin isimleri çıkmaktadır. Aslında bu bile bizlere çok Ģeyi ifade etmektedir; lakin anlayan nerede?
ġimdi burada bazı kimselerin yaptığı ve sünnete
muvâfık olmayan uygulamalara iliĢkin bir kaç fetvâyı aktarmak istiyoruz. Umarız bu sayede böylesi uygulamalara baĢvuranlar bu fetvâları okuduktan sonra yaptıklarından vazgeçerek Sünnette bize bildirilen Ģekilleri uygulamaya koyarlar.
Soru: Rukye yaparken mikrofon veya uzak mesafeden
telefon ile okuma yapmanın ve aynı andan birçok kimseyi
okumanın hükmü nedir?
Cevap: Rukyenin hastaya direkt olarak yapılması gerekir. Okumanın mikrofon61 veya telefon vasıtasıyla yapılması
olmaz; zira bu, Rasulullah‘ın, ashabının ve onlara ihsân ile
uyanların rukye hususundaki uygulamalara terstir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ģöyle buyurur:
―Kim bizim şu dinimizde, onda olmayan şeyler ortaya
çıkarırsa bu, (derhal) reddedilir/ondan kabul edilmez.‖62
Soru: Hastanın yanında iken Kur‘an ayetlerini (ağızdan
değil) kayıt cihazından okutmanın hükmü nedir?
Okumada kişinin ihlâsının yanı sıra eğer nefesin de fonksiyonu varsa, bu
durumda fetva isabetlidir ve mikrofon gibi aletlerden uzak durmak gerekir;
lakin eğer nefesin bir fonksiyonu yoksa bu durumda içerideki cini sıkıştırmada tesiri artırmak için mikrofon ve benzeri ses yükselten aletleri kullanmakta bir mahzur olmayabilir. Meselenin doğrusunu yine de Allah bilir.
62 Aşru Muhâlefât fi‘r-Rukye, sf. 2.
61
Faruk Furkan
143
Cevap: Kur‘an ayetlerini ve duaları (ağızdan değil de)
kayıt cihazından okutmanın rukyede herhangi bir faydası
olmaz; zira rukye, yapıldığı esnada inanca ve niyete ihtiyaç
duyan bir iĢlemdir. Ve yine hastaya birebir üflemeyi gerektiren bir uygulamadır. Aletlerden ise böylesi bir Ģeyin meydana
gelmesi söz konusu değildir.‖63
Bu fetvâları iyi düĢünmek ve üzerinde önemle durmak
gerekir; zira rukyede asıl tesirli olan Ģey Kur‘an‘ın lafızları
değil64, o lafızları ağzından döken insanın halis niyeti, ihlâsı
ve Allah‘a olan bağlılığıdır. Ġnsan bu Ģekilde Kur‘an okursa
fayda hâsıl olur; aksi halde Kur‘an‘ı salt okumanın –Allah
yine de en iyisini bilir– bir faydası olmayacaktır. Bu da
önemli bir husustur.
Rukye konusunda aslında söylenecek çok söz vardır; lakin Ģu an için vaktimiz buna el vermemektedir. ġimdilik bu
kadarı ile yetiniyor ve inĢâallah bu yazdıklarımızdan fayda
meydana getirmesini Yüce Mevlâ‘dan niyaz ediyoruz.
Rabbim, hakkı hak bilip ona ittiba etmeyi; bâtılı bâtıl bilip ondan ictinâb etmeyi hepimize kolay kılsın ve yanlıĢ söylemiĢsek bizleri affı ile bağıĢlasın.
Aşru Muhâlefât fi‘r-Rukye, sf. 2, 3.
―Asıl tesirli olan şey Kur‘an‘ın lafızları değil‖ sözümüz yanlış anlaşılmamalıdır. Elbette ki Kur‘an‘ın lafızlarının rukyede tesiri büyüktür; lakin okuyan kimse, ihlâsı göz ardı ederek bu lafızları dile dökecek olsa, bu durumda
o lafızların her hangi bir faydası olmayacaktır. Bizim demek istediğimiz şey
budur.
63
64
HAYVANLARDA SİZİN İÇİN
BİR İBRET VARDIR.
--Düşünen İnsanlar İçin
Hayvan-İnsan Karşılaştırması-Yazan : Dr. Hâlid Ahmed.
Çeviri : Faruk Furkan.
--NOT-―Okuyacağınız bu yazı, bazı hayvanların hâl ve davranışlarıyla
kimi insanların tutumları arasında bir karşılaştırma yaparak sizi
düşünmeye ve ibret almaya sevk etmeyi hedeflemektedir. Düşünerek ve her hayvanı okuduktan sonra ―Burada acaba hangi mesaj
verilmek isteniyor?‖ diyerek dersler çıkarmaya çalışarak okuyunuz. Göreceksiniz ki, birkaç satırda birçok mana ve anlam içinizi
hoplatacak ve sizi derin düşüncelere sevk edecektir. Fayda vermesi
dilekleriyle…‖
146
Yön Veren Yazılar -2-
 DEVE: Yolculuğun uzunluğuna ve azığın kıtlığına
direndiği zaman, devenin değeri yükselir. Ġyi bir bakıma ve
süslenmeye hak kazanır; ölüm gelene dek hayatı onurla geçer… Böyle olmayan develere gelince, direncinin azlığı ve
taĢıma gücünün zayıflığı onları değersiz hâle getirir. Yenmek için yedirilir, boğazlanmak için iyi bakılır. Onlara yapılacak en iyi ikram, olsa olsa boğazlanacakları anda bıçağı
kendilerine göstermemektir!
 TİMSAH: Yemek yeme iĢlemini tamamladığı zaman diĢleri arasına giren yiyecek kalıntılarını toplaması için
küçük bir kuĢa ağzını geniĢçe açar. Bunu yapmasının tek
sebebi, çürüklerin diĢlerini kemirme korkusudur! Kimi insanlar vardır ki, çürükleri belirli bir süredir kendilerini kemirip durmaktadır; ama onlar, kendilerinde olan hastalığın
kökünü kurutması için hiç kimsenin müdahalesine müsaade etmezler! Bu halleriyle ne timsaha benzemektedirler, ne
de kuĢu taklit etmekteler! KardeĢim; bir iĢi yapmayı beceremiyorsan, bari yapılmasına müsaade et. Hutbe hazırlayamıyorsan, hutbeyi dinleyen ol. Ders vermeyi beceremiyorsan, derse katılan ol. BaĢkalarını düzeltmeye güç yetiremiyorsan, baĢkalarının seni düzeltmelerine engel olma!
 POSTA GÜVERCİNİ: Bir mektubu yerine ulaĢtırması için sahibi tarafından salınan posta güvercini, güneĢin verdiği sıkıntıya katlanır, karĢılaĢtığı rüzgâra, yağmura,
gök gürültüsüne ve ĢimĢeğe aldırıĢ etmeden, gece-gündüz
demeksizin yol alır; avcıların oklarına maruz kalmamak için
havada manevra yapar. Bunun yanı sıra, kanadını kırarak
ilerlemesini engelleyecek her hangi bir kapana yakalanıp
Faruk Furkan
147
mektubu zayi etmeme adına, yere saçılan buğday tanelerini
yemek için aĢağıya inmekten kaçınır. Mektubu yerine ulaĢtırdığında ise, dilediği Ģeyi yemek için kanatlarını özgürce
açar. Ey Allah‘a giden yolda mesaj yüklenmiĢ kimseler!
Acaba bu yolda hangi sıkıntılara göğüs gerdiniz? O‘na yakın olmak için ne kadar yükseldiniz? Hangi tuzaklar ilerleyiĢinizi engelledi? Vâaah size! Cennete bir kere daldırılıp
çıkarılmak ömür boyu çekilen bütün sıkıntıları unutturacaktır. Cennetteki tek bir saniye tüm dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. O halde bu tereddüt niye? (!)
 KEDİ: Bir kere ona iyilik etsen, seni her gördüğünde kibarca yanına gelir ve elbisene sürtünür. Sen ise ey insan; bedeninin her zerresi, bizim sana olan ihsânımıza Ģahitlik etmekte, vücudundaki her kıl tanesi, bizim nimetimiz
sayesinde ayakta durmaktadır. Ancak bütün bunlara rağmen seni her ne zaman bize yönelmeye teĢvik etsek bizden
yüz çeviriyor, kendimize yakınlaĢtıracak olsak baĢkasını arzuluyorsun. Sana vardığımız her seferde bize cefâ ediyor, en
çok bize muhtaç olduğun halde düĢman kesiliyorsun. Biz
ise senden müstağni olduğumuz halde sana iyi davranıyoruz. Ey kalbi gâfil kimse! Hiç hayvanlardan ibret almaz mısın? Sakın ha kendini büyük görme; zira Kâbil, kardeĢini
nasıl defnedeceğini bir kargadan, Süleyman aleyhisselâm ise,
Belkıs‘ın haberini Hüdhüd‘den öğrenmiĢti!
 KARINCA: Hacminin küçüklüğü ve kuvvetinin
azlığına rağmen sırf kıĢın yiyebilmek için yaz günlerinde
ağırlığının kat kat fazlasını taĢır. Yazın topladığı yiyeceklerin tatlılığı, onu kıĢ azığı biriktirmekten alıkoyamaz! Zira o,
kıĢın aç kalmanın zorluğunu bilmiĢ ve (kıĢa hazırlık yapma-
148
Yön Veren Yazılar -2-
yarak) helak olanlardan ibret almıĢtır. KardeĢim! Artık
dünyanın yaz, âhiretin kıĢ olduğunu anlamalı ve biraz olsun
ibret almayı bilmelisin!
 EŞEK: Gecenin zifiri karanlığında ahırına yürür ve
orayı bilir. Kendi hâline bırakılsa, kılavuzu olmadan yuvasına ulaĢır. Bu marifetinin yanı sıra o, kendisini durdurmak
için çıkarılan sesle, ilerlemesi için söylenen sesi birbirinden
ayırt eder. Ey cennete giden yolda ĢaĢıran ve ey cennete
çağıran kiĢinin sesi ile cehenneme davet eden kimsenin
seslerini birbirinden ayıramayan kiĢi! Gayret göstermede
henüz eĢeğin seviyesine bile ulaĢamamıĢsın! Anladıkça aklın baĢından gidiyor, kabre yaklaĢtıkça gevĢekliğin artıyor.
Ecelinin yaklaĢması, emelini artırıyor. Birçok gururlu insanı
kabre defnetmen, seni gurur sevgisinden daha alıkoymamıĢ.
Âaah, ah! EĢeğe ne kadar da haksızlık ediyorsun!
 ETİ YENEN BAŞIBOŞ HAYVANLAR: Bu hayvanlar, kimi zaman necis olan Ģeylerden yerler ve bu Ģekilde etlerine pislik bulaĢmıĢ olur. Ulema bu hayvanların etlerinin, kırk gün süreyle ahıra hapsedilmedikleri sürece yenilmesini haram görmüĢtür. Bu süre zarfında temiz yiyecek
yerler ve etleri temizlenerek yenilmeye elveriĢli hâle gelir/helale dönüĢür. Bu gün de insanların birçoğu harama
bulaĢmıĢ ve bu nedenle hem halleri, hem de etleri pis olmuĢtur! Bunlar da tıpkı eti yenen bu baĢıboĢ hayvanlar gibi
hapsedilmeye ne de muhtaçtırlar! Ruhları arınana ve nefisleri temizlenene dek hapis süresince güzel sözlerden ve
sâlih amellerden baĢka bir Ģey görmemeliler ki, böylelikle
“Meleklerin, canlarını tertemiz oldukları halde aldıkları”
Faruk Furkan
149
kimselerden baĢkalarının giremeyeceği cennete
girmeye hak kazanabilsinler. Bu mükâfata hak kazandıklarında ise kulaklarında meleklerin mırıldandığı Ģu ebedî ezgi
yankılanacaktır: “Selam size! Tertemiz oldunuz. Artık ebedî
(Nahl, 32)
kalmak üzere girin buraya.” (Zümer, 73)
lar.
HAYVAN GÖRÜNÜMÜNDEKİ İNSANLAR!
Kimi insanlar vardır, insan görünümünde hayvandır-
Onlardan kimisi değirmenin etrafında dönen ve bir
adım öteye gidemeyen “Eşek” gibidir. Âhiretini boĢamıĢ,
dünya ile evlenmiĢtir. Gündüz taĢ, gece odundur. Hayvanları bu tür insanlardan derece bakımından daha üstün kılan
Allah ne yücedir! O hayvanlar ki, faydaları kendilerinden
baĢkalarına da dokunur. O insanlar ise, ne kendilerine ne
de baĢkalarına fayda sağlarlar. Ben sana dememiĢ miydim
bunlar “hayvan gibidirler; hatta daha da aşağılıktırlar” (Furkan, 44) diye!?
 Kimisi, ördüğü ipeğin içerisinde ölen “İpek Böceği”
gibidir. Arzuları ile arasındaki sevgi çok gariptir. ġeytanı ile
arasındaki kardeĢliği çok candandır. Ölümünü kendi eli ile
hazırlar, sâbit adımlarla ateĢe doğru ilerler. “Onlar (ancak)
kendi kendilerini helak ediyorlar.” (Tevbe, 42) bunların dünya
hayatındaki sloganlarıdır.
 Kimisi de kafasını toprağa gömen, hiç kimsenin
kendisini görmediğini ve yaptığı kötülüklerin farkına varmadığını zanneden “Deve Kuşu” gibidir. Öldürmediğini
sanır; oysa kurbanının kanı ellerinden akmaktadır. Çalmadığını iddia eder; hâlbuki parmak izleri suçun iĢlendiği yer
150
Yön Veren Yazılar -2-
dedir. Takvâ elbisesi giyer; oysa Ģarap damlaları ağzından
akmaktadır. ġu ayet böylelerinin örneğidir: “Onlar (kendi
akıllarınca) Allah‟ı ve müminleri aldatırlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar; lakin bunun farkında değillerdir.”
(Bakara, 9)
 Kimisi ise renk değiĢtirmede tıpkı “Bukalemun” gibidir. Sâlihlerin meclislerine girer, ―Â‗raf‖ ve ―Hûd‖u dinler, etkilenir; sonra fâcirlerin meclislerine gider ―gitar‖ ve
―ud‖u dinler, zevklenir. “İki tarafın arasında bocalayıp durmaktalar, ne onlara, ne bunlara (gitmekteler!..)” (Nisa, 143)
bunların hayattaki yollarıdır.
 Kimileri de (diğer canlılara) zıt ve ters yapısı ile karanlığı sevip, aydınlıktan nefret eden “Yarasa”ya benzer.
Günahtan hoĢlanır, itaati sevmez. Fıtratı bozulduğu için
anlayıĢı ters-yüz olmuĢtur. ĠĢte bundan dolayı: “Allah, (Hâkimiyette, kanun koymada, yaratmada, dualara icabet etmede,
gaybı bilmede, fayda ve zarar vermede…) „tek‟ olarak anıldığı
zaman, âhirete iman etmeyenlerin içlerini sıkıntı basar/nefret
ederler. Ama Allah‟tan başkaları anıldığı zaman ise hemen
yüzleri gülüverir/sevinirler.” (Zümer, 45)
SELEFÎLİK İDDİASINDA BULUNAN
SÖZDE SELEFÎLERE…
Cevaplayan : İbrahim b. Abdilazîz
Çeviri : Faruk Furkan.
SORU: Değerli Üstadımız; son dönemlerde toplumumuzda65 kendilerine ―Selefî‖ diyen ve hâli hazırdaki yöneticileri, kendilerine beyat edilmesi vacip olan ―Ulu‘l-Emir‖
kabul eden, Allah‘ın indirdiği ile hükmetmeyi kalben helal
görerek terk etmeleri müstesna, onlara karĢı ayaklanmayı,
Ģartlar ne olursa olsun haram addeden bir gurup türedi.
Onlar bu görüĢlerini Ehl-i Sünnet‘e nispet ediyor ve bu gö65
Yani Filistin‘de…
152
Yön Veren Yazılar -2-
rüĢe karĢı çıkanların, kendilerine düĢmanlık beslenmesi ve
sakınılması zorunlu olan ―Haricî‖ ve ―Tekfirci‖ olacağını
söylüyorlar. Acaba kendisine davet ettikleri bu görüĢün
doğruluk derecesi nedir? Onlarla iliĢki kurmanın veya sayılarını kabartmanın (yani onlarla beraber olmanın) hükmünü açıklar mısınız? Allah sizi muhafaza buyursun ve ilminizle (insanları) faydalandırsın.
CEVAP: Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah‘a mahsustur. Nefislerimizin Ģerrinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah‘a sığınırız. Allah kime hidayet verirse onu saptıracak; kimi de saptırırsa onu doğru yola sevk edecek kimse
yoktur. Ben Ģahadet ederim ki, tek olan, asla ortağı bulunmayan Allah‘tan baĢka (hak) hiç bir ilah yoktur ve Muhammed O‘nun kulu ve rasûlüdür.
Bu bahsedilen gurup, toplumumuzda gerçek anlamda
yayılmaya baĢlamıĢ bir guruptur. Onlar hakkında çok ilginç
ve garip Ģeyler duymaktayız. Birçok ilim talebesi, onların
kendisine çağırmıĢ olduğu bazı Ģeyler hakkında bizlere nakilde bulundu ki, bunların en meĢhuru, sizin de sorunuzda
yer alan görüĢleridir. ĠĢin aslına bakılırsa ben onların, halkın kafasını karıĢtıran bazı Ģüphelerine etraflıca cevap vermek istiyordum; lakin suâliniz, meseleye iliĢkin özel bir cevap vermeye beni sevk etti. ĠĢte Ģimdi, Allah‘tan yardım dileyerek ve sevap umarak onların, görüĢlerini temellendirdikleri en önemli Ģeylere ıĢık tutan kısa ve öz bir cevapla
suâlinize cevap vereceğim.
Faruk Furkan
153
İlk Olarak: Ameli imandan ayırmayı gerektiren, imanı yalnız kalbin tasdiki ve dilin ikrarından ibaret kabul
eden ve amelin sadece imanın kemal Ģartı olduğunu söyleyen bu görüĢ, Ehl-i Sünnet ve‘l-Cemaat‘e muhalefet eden
sapık Mürcie‘nin mezhebidir. Oysa Ehl-i Sünnet‘e göre
iman, söz ve ameldir; artar ve eksilir. Ġbn Teymiyye
rahimehullah ―el-Akîdetu‘l-Vasıtiyye‖ adlı eserinde Ģöyle der:
―Ehl-i Sünnet ve‘l-Cemaat‘in inanç esaslarından birisi de
şudur: Din ve iman söz ve ameldir. Kalbin ve dilin sözü ile kalbin, dilin ve azaların amelidir. İman, taatle artar, günah ile eksilir.‖
Allah sana merhamet etsin, bir bak, Ġbn Teymiyye bu
tanımı nasıl da Ehl-i Sünnet ve‘l-Cemaat‘in temel inanç
esaslarından yani dinlerinin, üzerine kaim olduğu temel kaidelerden kabul etti! Usul ilminde bilindiği üzere, bir Ģey
ancak kendisini beyan eden ve tanımlayan Ģeyle bilinir.66
ĠĢte ġeyhu‘l-Ġslam Ġbn Teymiyye de (bu asla binaen) Ehl-i
Sünnet nezdinde imanın hakikatinin üç rükün üzere kaim
olduğunu beyan etti. Bu rükünler:
1- Kalbin ameli,
2- Dilin ameli,
Yani bir şeyi hakkıyla bilebilmek için her şeyden önce onu tanımlayan
ve hakikatini beyan eden şeyi bilmek gerekir. İşte Şeyhu‘l-İslam İbn
Teymiyye rahimehullah, Ehl-i Sünneti böyle tanımlamış ve onların böyle
inandığını vurgulamıştır. Bir insan iman konusunda Ehl-i Sünneti ve onların nasıl inandığını öğrenmek istiyorsa, her şeyden önce onların imana nasıl bir tanım getirdiğine ve onu nasıl beyan ettiklerine bakmalıdır. İşte
Ehl-i Sünnet, imanı bu şekilde tanımlamıştır, yani iman onlara göre kalp
ile itikat, dil ile ikrar ve azalarla ameldir. (Çevirenin notu)
66
154
Yön Veren Yazılar -2-
3- Âzaların amelidir.
Âzaların ameli de imanın rükünlerindendir. Bilindiği
üzere rükün: ―Kendisi terk edildiğinde —her ne kadar diğer
rükünler yapılsa bile— (beraberinde) aslın da yok olduğu en
güçlü taraf‖ demektir. Buna namazı örnek gösterebiliriz. ġayet bir adam namazın geri kalan tüm erkânını yerine getirmekle birlikte rükuya gitmeksizin namaz kılacak olsa, namaz kılmıĢ olmaz.
Peki neden?
Çünkü o, namazın rükünlerinden bir rüknü terk etmiĢtir.
ĠĢte tıpkı bunun gibi her kim âzalarla amel iĢlemezse
―her ne kadar dili ile inandığını söylese ve kalbi ile tasdik
etse bile― mümin kabul edilmez. Ġbn Teymiyye rahimehullah
(Mecmuu‘l-Fetâvâ‘da) Ģöyle der:
―Haricîlerin ve Mürcie‘nin imanın anlamı hakkında
söyledikleri Ģeyleri inceden inceye düĢünen birisi, zorunlu
olarak bu söylenen Ģeylerin Rasulullah sallallâhu aleyhi ve
sellem‘in söylediklerine aykırı olduğunu bilecektir. Aynı Ģekilde yine zorunlu olarak bilecektir ki, Allah ve Rasulüne
itaat etmek, imanın tamam oluĢundan ileri gelir ve O
sallallâhu aleyhi ve sellem, günah iĢleyen her kiĢiyi kâfir kabul etmemiĢtir. Ve yine Ģunu da bilir ki, söz gelimi bir kavim
Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem‘e: ―Biz senin bize getirdiklerine
kalbimizle kesin olarak inanıyoruz. Dilimizle iki şehadet kelimesini ikrâr ediyoruz. Ancak bizlere emredip nehyettiğin hiçbir hususta sana itaat etmeyecek, namaz kılmayacak, oruç tutmaya-
155
Faruk Furkan
cak, haccetmeyeceğiz! Doğru söz söylemeyecek, emaneti yerine
getirmeyecek, ahde vefâ göstermeyecek, akrabalık bağlarını gözetmeyecek ve bize emrettiğin hiçbir hayrı yapmayacağız. Öte
yandan içki içecek, bize haram olan kadınlarla alenî bir şekilde
zina edecek, ashabından ve ümmetinden gücümüz yetenleri öldürecek, mallarını alacak ve hatta gerekirse seni bile öldürecek
veya düşmanlarınla bir olup seninle savaşacağız!‖ dese, aklı
olan birisi Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem‘in böylelerine:
―Sizler kâmil manada iman etmiş müminlersiniz. Kıyamet gününde şefaatime layık olacaksınız. İçinizden hiçbir kimsenin cehenneme girmemesi umulur‖ diyeceğini düĢünebilir mi? Aksine her Müslüman kesin olarak bilir ki Rasulullah sallallâhu
aleyhi ve sellem böylelerine ―Sizler, getirdiğim şeylere karşı insanların en kâfirlerisiniz‖ der ve Ģayet bu hallerinden tevbe etmezlerse onların boyunlarını vurur.‖
Ġbn Teymiyye‘nin bu sözlerini düĢünen bir kimse, onun
iki taifeye reddiye verdiğini görür:
Birincisi: Günahları nedeniyle insanları tekfir eden
Haricîlere.
İkincisi:
Mürcie‘ye.
Amelleri
iman
kapsamından
çıkaran
Ġbn Teymiyye (bunlara reddiye vermekle kalmaz, aynı
zamanda) bu insanların dalaletini dinde zorunlu bilinen
meselelerden kabul eder. Yani bunların sapıklıkları, bilgeleri bir tarafa Ehl-i Sünnet‘in avamına bile kapalı değildir.
Hatta ―Aklı olan birisi böyle düşünebilir mi?‖ demek suretiyle
daha da öteye gider ve bu meselenin, Allah‘ın kendisinden
akıl nimetini aldığı kimselerden baĢkasına kapalı kalmaya-
156
Yön Veren Yazılar -2-
cağını belirtir. Hidayetten sonra dalalete düĢmekten Allah‘a sığınırız.
Ġbn Teymiyye rahimehullah‘ın savunduğu bu görüĢ, Ehl-i
Sünnet ve‘l-Cemaat‘in bizatihi mezhebinin kendisidir. Hatta öyle ki, bu konuda onlara muhalefet eden kimse, muhalefeti oranında Ehl-i Sünnet ve‘l-Cemaat‘in yolundan çıkmıĢ kabul edilir. Özellikle de onlara olan muhalefeti —izah
etmekte olduğumuz mesele gibi— Ehl-i Sünnet‘in temel
meselelerine iliĢkin olursa…
Amelin iman kapsamına dâhil olduğunun Ģer‗î delillerinden bir tanesi Yüce Allah‘ın Ģu sözüdür:
“Mü‟minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı
zaman kalpleri ürperir. O‟nun âyetleri kendilerine
okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler. Onlar namazı
dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz
şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte
onlar gerçek müminlerdir. Onlara, Rableri katında
yüksek mertebeler, bir bağışlanma ve cömertçe verilmiş rızık vardır.” (Enfâl, 2-4)
Ayettin orijinalindeki (ancak anlamında kullanılan)
―‫ ِ ن ذ َا‬/innemâ‖ edatı hasr-u kasr ifade etmektedir. Yani Allah,
imanın hem kalbin amelini, hem de bedenin amelini kapsadığını beyan etmektedir.
Ayette yer alan “…Kalpleri ürperir. O‟nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. On-
157
Faruk Furkan
lar sadece Rablerine tevekkül ederler” kısmı, kalbin ameliyle
alakalıdır.
Devamında yer alan “Onlar namazı dosdoğru kılan,
kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda
harcayan kimselerdir.” kısmı ise, âzaların ameliyle alakalı-
dır.
En sonunda ise Allah
subhanehu ve teâlâ
Ģöyle buyurmuĢ-
tur: “İşte onlar gerçek müminlerdir.”
Gerçek müminler: Yani imanın hakikatini gerçekleĢtirmiĢ kimseler… Yani hem kalbin hem de azaların amellerini bir araya getirmiĢ kimseler…
Allah subhanehu ve teâlâ diğer bir ayette Ģöyle buyurur:
“Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan ihtilaflarda seni hakem yapıp sonrada verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir
teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”
(Nisa, 65)
Allah subhanehu ve teâlâ bu ayet-i kerime de, mümin olduğunu zanneden insanlardan —ta ki onlar hem zahiri ile
hem de bâtını ile Rasulullah‘ın hükmüne boyun eğene
dek— imanı nefyederek kendi zatına yemin ediyor.
Ayetin “Aralarında çıkan ihtilaflarda seni hakem yapıp…” kısmı zahirin boyun eğmesine delildir.
Ayetin devamındaki “İçlerinde hiçbir sıkıntı duymadan”
kısmı ise bâtının boyun eğmesine delildir.
Bu iki ayet arasında Ģöyle bir fark vardır:
158
Yön Veren Yazılar -2-
Birinci ayet, zâhirin ve bâtının (yani kalbin ve
âzaların) amellerini bir araya getirenlerin imanlarının varlığına delalet etmekte.
İkinci ayet ise, zâhiri ve bâtını ile Allah‘ın hükmüne
boyun eğmeyenlerin imanlarının yok olduğuna iĢaret etmektedir.
Fakat burada birisi çıkıp: ―Burada ki imanın nefyedilmesi/yok sayılması, hakikatinin değil; kemalinin yok oluşunu gösterir‖ Ģeklinde bir itiraz getirebilir. Biz bu itiraza Ģöyle cevap
veririz: Bu, tıpkı üstte olduğu gibi onların ameli iman kapsamından çıkarmaya dayalı mezheplerinin usulüne göre
(yapılmıĢ) bir itirazdır. Bu görüĢ, Ehl-i Sünnet ve‘lCemaat‘in üzerinde bulunduğu inanca muhaliftir. Buna Ģu
iki ayeti örnek gösterebiliriz. Allah subhanehu ve teâlâ Ģöyle buyurur:
“Size ne oluyor da münafıklar hakkında iki gruba
ayrılıyorsunuz? Allah, onları yaptıkları işlerden dolayı baş aşağı ederek eski konumlarına (küfre) döndürmüştür. Allah‟ın saptırdığını yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, sen onun için asla bir
çıkış yolu bulamazsın. Onlar, tıpkı kendilerinin kâfir
olmaları gibi sizin de kâfir olmanızı istediler. Böylelikle bir olacaktınız. Öyleyse Allah yolunda hicret
edinceye kadar onlardan veliler (dost ve yardımcılar)
edinmeyin. Şayet yine yüz çevirirlerse, artık onları tutun ve her nerede ele geçirirseniz öldürün. Onlardan
ne bir veli edinin, ne de bir yardımcı!” (Nisâ, 88, 89)
159
Faruk Furkan
―ed-Durru‘l-Mensûr‖67 adlı eserde bu iki ayetin iniĢ sebebiyle alakalı olarak Ģu rivayetlere yer verilir:68
 Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem Uhud‘a doğru yola
çıkmıĢtı. Onunla beraber Uhud‘a giden bazı insanlar ise
(sebepsiz yer) geri (Medine‘ye) döndüler. Allah Rasulünün
ashabı onlar hakkında iki guruba ayrıldı. Bir gurup ‗Onları
öldürmeliyiz‘ diyordu. Diğer gurup ise ‗Hayır‘ diyerek buna
karĢı çıkıyordu. Bunun üzerine Allah subhanehu ve teâlâ bu
ayetleri indirdi. Ayetlerin geliĢinden sonra Rasulullah
sallallâhu aleyhi ve sellem: ―Şüphesiz ki o (Medine) tertemiz bir yerdir ve tıpkı ateşin, gümüşün kir ve pasını giderdiği gibi, o da (insanların) pis olanlarını uzaklaştırır!‖ buyurdu.69
 Sa‗d b. Muaz radıyallahu anh‘ın oğlu anlatır: ―Bu ayet
bizim hakkımızda inmiĢtir. (AiĢe annemize iftira atılınca)
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem minbere çıkıp bir hutbe verdi ve Ģöyle dedi:
— Bana eza veren kimseye karşı kim bana yardım eder?
Kimdir bana eziyet edeni evine getirecek olan?
Bu cümleleri duyan Sa‗d b. Muâz
ayağa kalktı ve:
radıyallahu anh
hemen
İmam Suyutî rahimehullah‘ın kaleme aldığı bir tefsir kitabıdır. (Çevirenin
notu)
68Müellif burada rivayetlerin her birini bütünüyle zikredecektir. Bunları
tek tek okumak zor gelse de, okuyucuya tavsiyemiz bıkmadan, sıkılmadan
bunları bütünüyle okuması ve konunun bağlanmak istendiği yeri dikkatlice anlamaya çalışmasıdır. (Çevirenin notu)
69 Tayalisî, İbn Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Humeyd, Buharî, Müslim,
Tirmizî, Nesaî, İbn Cerîr, İbn Münzir, İbn Ebî Hatim, Taberanî ve
Beyhakî rivayet etmiştir.
67
160
Yön Veren Yazılar -2-
— Ya Rasûlallah! Eğer bu iftirayı çıkaran bizden biri
ise boynunu vuracağım. Eğer Hazreçli kardeĢlerimizden ise,
yapılacak iĢi Sen bize emredersin, biz de emrini yerine getiririz, dedi.
Bu sözler üzerine Sa‘d b. Ubâde
kalktı ve:
radıyallahu anh
ayağa
— Ey Muaz‘ın oğu! Rasûlallah‘a taatle ne alakan var?
Aksine sen onun (Ġbn-i Selûl‘ün) sana karĢı konumunu
bildin, dedi.
Bu defa Useyd b. Hudayr
Sa‗d b. Ubâde‘ye karĢı:
radıyallahu anh
ayağa kalkarak,
— Ey Ubade‘nin oğlu! ġüphesiz ki sen münafıkları seven bir münafıksın, dedi.
En sonunda Muhammed b. Mesleme ayağa kalktı ve:
―Ey insanlar! ġüphesiz ki aramızda Allah‘ın Rasulü var.
O, bize emreder, biz de onun emrini yerine getiririz‖ dedi
ve bunun üzerine Allah subhanehu ve teâlâ “Size ne oluyor da
münafıklar hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz?” ayetleri indirdi70
 Mekke‘de bir gurup insan müslüman olduklarını
söylediler. Ama onlar (aynı zamanda) müĢriklere yardım
etmekteydiler. Onlar ihtiyaçlarını gidermek üzere Mekke‘den ayrılmıĢlardı. (Kendi aralarında):
— Eğer Muhammed‘in ashabına rastlarsak, onlardan bize
bir zarar gelmez, dediler.
70
Saîd b. Mansûr, İbn Münzir ve İbn Ebî Hatim rivayet etmiştir.
Faruk Furkan
161
Onların Mekke‘den çıktıkları müminlere bildirilince
içlerinden bir grup:
—Haydi, binin, Ģu pis insanların üzerine gidip onları
öldürün. Zira onlar sizin aleyhinizde düĢmanlarınıza yardım
ediyorlar! dedi. Ġçlerinden bir grup da:
—Subhânallah! Sizin söylediğinizin aynısını söyleyen
bir kavmi mi öldüreceksiniz? Hicret etmediler ve yurtlarını
terk etmediler diye kanları ve malları helâl mi kılınacak?
dedi ve Allah Rasûlü aralarında olduğu halde iki guruba
ayrıldılar. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem bu iki gruptan hiç
birini menetmedi. Bunun üzerine: “Allah yolunda hicret
edinceye kadar” kısmına dek “Size ne oluyor da münafıklar
hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz?” ayetleri nazil oldu.71
Araplardan bir gurup insan Medine‘de Rasûlullâh
sallallâhu aleyhi ve sellem‘e gelerek Müslüman oldular. Onlara
Medine‘nin sıtma hastalığı bulaĢtı ve bayağı zayıfladılar.
Sonunda Medine‘den ayrıldılar. (Giderlerken) Sahabeden
bir gurup onlarla karĢılaĢtı ve:

— Ne oldu? Niçin geri dönüyorsunuz? dediler. Onlar:
— Bizlere Medine vebası isabet etti, (bu nedenle geri
dönüyoruz dediler.) Ashab:
— Rasulullah da sizin için güzel bir örnek yok mu? dedi ve kimisi onların münafık olduğunu söyledi, kimisi ise
münafık olmadıklarını; bilakis Müslüman olduklarını söyledi ve bu Ģekilde onlar hakkında iki guruba ayrıldılar. Bunun üzerine Allah subhanehu ve teâlâ: “Size ne oluyor da müna71
İbn Cerîr ve İbn Ebî Hatim rivayet etmiştir.
162
Yön Veren Yazılar -2-
fıklar hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz?” ayetini inzal bu-
yurdu.72
Arap kabilelerinden bir gurup Rasûlullâh sallallâhu
aleyhi ve sellem‘in yanına hicret etti ve Allah‘ın kalmalarını dilediği kadar onunla beraber kaldılar. Daha sonra (hastalık
nedeniyle) bayağı zayıfladılar ve kavimlerine geri döndüler.
Giderlerken yolda Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem‘in ashabından bir seriye ile karĢılaĢtılar. Ashab onları tanıdı ve onlara: ‗Niçin geri dönüyorsunuz?‘ diye sordu. Onlar bir takım
mazeretler ileri sürdüler. Bunun üzerine ashaptan bazısı onlara: ―Siz münafık oldunuz‖ dedi. Onların münafık oldukları ağızdan ağza dolaĢmaya baĢlayınca hemen “Size ne oluyor
da münafıklar hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz?” ayetini
nazil oldu.73

Ġmam Mücahid “Size ne oluyor da münafıklar hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz?” ayeti hakkında Ģöyle demiĢtir: Bir gurup insan Muhacir olduklarını zannederek Mekke‘den Medine‘ye hicret etmiĢti. Ancak daha sonra dinden
döndüler. Mekke‘ye gidip kendilerine ait ticaret yaptıkları
bazı mallarını getirmek için Allah Rasulünden izin isteyince, müminler onlar hakkında ihtilaf ettiler. Onlardan bazıları onların münafık olduğunu söylerken, diğerleri ise mümin olduklarını söyledi. Ancak Allah subhanehu ve teâlâ (indirmiĢ olduğu bu ayetle) onların münafık olduğunu belirtti
ve öldürülmelerini emretti. Mekke‘den dönen gurup ticarî

Ahmed b. Hanbel‘in Abdurrahman b. Avf kanalıyla rivayet etmiştir.
Senedinde inkita‘/kopukluk vardır.
73 İbn Ebî Hatim rivayet etmiştir.
72
Faruk Furkan
163
mallarını aldıktan sonra Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem ile
arasında anlaĢma olan Hilal b. Uveymir el-Eslemî‘nin yanına gittiler. (90. ayette belirtildiği gibi) Hilal, müminlerle
veya kendi kabilesiyle savaĢmayı içine sindirmeyen kimsedir. Hilal‘e sığındıkları ve Hilal‘in Rasulullah sallallâhu aleyhi ve
74
sellem ile anlaĢması olduğu için onlara dokunulmadı.
Ġmam Katâde ise “Size ne oluyor da münafıklar
hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz?” ayeti hakkında Ģöyle
demiĢtir: Bize bildirildiğine göre bu ayet, iki kiĢi hakkında
nazil olmuĢtur. KureyĢli olan bu iki kiĢi müslüman olduklarını dile getirdikleri halde Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem‘in
yanına hicret etmemiĢ ve Mekke‘de müĢriklerle beraber
kalmıĢlardı. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem‘in ashabından
bir gurup bu iki kiĢi ile onlar Mekke‘ye doğru yol alırlarken
karĢılaĢmıĢ bazıları: ―Bunların canları ve malları bize helaldir‖ derken, bazıları da ―Canları ve malları size helal olmaz‖
demiĢti. Müslümanlar bu iki kiĢi hakkında ihtilafa düĢünce
Allah subhanehu ve teâlâ “Eğer Allah dileseydi, onları size musallat kılardı da sizinle savaşırlardı...” kısmına kadar “Size ne

oluyor da münafıklar hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz?”
ayetini indirdi.75
 Ma‘mer b. RaĢid rahimehullah anlatır: Bize bildirildiğine göre Mekkelilerden bir gurup Rasûlullâh sallallâhu aleyhi
ve sellem‘e mektup yazarak Müslüman olduklarını bildirmiĢlerdi. Veya Müslüman olduklarına dair yalan söylemiĢlerdi.
Abd İbn-i Humeyd, İbn Cerîr, Münzirî ve İbn Ebî Hatim rivayet etmiştir.
75 Abd İbn-i Humeyd, İbn Cerîr ve Münzirî rivayet etmiştir.
74
164
Yön Veren Yazılar -2-
Müslümanlar onlarla karĢılaĢınca durumları hakkında ihtilafa düĢtüler. Onlardan bazıları ―Bunların kanları helaldir‖
derken, diğerleri ―Kanları haramdır‖ demiĢti. Bunun üzerine Allah subhanehu ve teâlâ: “Size ne oluyor da münafıklar hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz?” ayetini indirdi.76
Ġmam Dahhâk Ģöyle demiĢtir: bunlar Rasulullah
sallallâhu aleyhi ve sellem‘le birlikte hicret etmeyip Mekke‘de kalan, ancak mümin olduklarını ilan eden kimselerdir.
Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem‘in ashabı bunların durumu
hakkında ihtilafa düĢtü. Ashaptan bazıları bunları dost edinirken, diğerleri onların dostluğundan beri olduğunu ortaya
koydu ve: ―Bunlar Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem‘den geri
kaldı ve hicret etmedi‖ dediler. Bu nedenle Allah onları
‗münafık‘ olarak adlandırmıĢ, onların dostluklarından müminleri uzaklaĢtırmıĢ ve hicret edene dek onları dost edinmemelerini onlara emretmiĢtir.77

 Ġmam Suddî Ģöyle demiĢtir: Münafıklardan bir gurup Medine‘den çıkmak istemiĢ ve Müminlere: ―Medine‘de
bizlere hastalık isabet etti. Düz yerlere (yaylalara) çıkıp biraz kendimize gelelim sonra geri döneriz; zira biz yaylalarda
yetiĢmiĢ bir topluluğuz‖ dediler ve çekip gittiler. Onlar gidince Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem‘in ashabı bunların durumu hakkında ihtilafa düĢtü. Kimileri: ―Bunlar Allah‘ın
düĢmanıdır; münafıktırlar. Rasûlullâh bize izin verse de
bunlarla savaĢsak‖ dediler. Diğer bir gurup ise: ―Hayır, on-
76
77
İbn Cerîr rivayet etmiştir.
İbn Cerîr rivayet etmiştir.
Faruk Furkan
165
lar bizim kardeĢlerimizdir. Medine‘nin havası onları etkiledi, bu nedenle oradan ayrılarak yaylaya temiz hava almaya
çıktılar. ĠyileĢtiklerinde hemen geri geleceklerdir‖ dediler.
Bunun üzerine Allah subhanehu ve teâlâ: “Size ne oluyor da münafıklar hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz?” ayetini indirdi.78
 Ġmam Ġkrime ise Ģöyle der: Müslümanlardan bazıları müĢriklerden mal satın almıĢlar ve bu malları ticaret
yapmak için Yemame‘ye götürmüĢlerdi. Diğer Müslümanlar
ise onlar hakkında ihtilafa düĢtü. Onlardan bir gurup:
―Eğer onlarla karĢılaĢırsak onları öldürecek ve ellerindeki
malları alacağız‖ derken diğer gurup ise: ―Bu sizin için uygun olmaz. Onlar ticaret maksadıyla (Yemame‘ye) gitmiĢ
kardeĢlerinizdir‖ dedi ve ardından “Size ne oluyor da münafıklar hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz?” ayeti nazil oldu.79
Bu iki ayetten anladığımıza göre sahabe, Ġslamlarını ortaya koydukları halde müminlere yardımı terk eden bir guruba hüküm verme noktasında anlaĢmazlığa düĢmüĢtür.
Müslümanlardan bir gurup onların gerçek anlamda Ģehadet
getirdikleri için Müslüman olduklarına hükmederken, diğer
bir gurup ise onların münafık olduğuna ve kâfirleri dost
edinip müminlere yardım etmekten geri durdukları için Ġslam‘dan çıktıklarına hükmediyor. Allah subhanehu ve teâlâ ise
onların, aslında olmaması gerek bu ayrılıklarını reddedip
(Müslümanlara) yardım etmekten geri kalan o kimseler
78
79
İbn Cerîr rivayet etmiştir.
Abd İbn-i Humeyd ve İbn Ebî Hatim rivayet etmiştir.
166
Yön Veren Yazılar -2-
hakkında ‗onların açık bir Ģekilde münafık‘ olduğunu ifade
eden hükmünü beyan ediyor.
Onların Ġslam izhar ettiklerinin delili, onlarla alakalı
olarak sahabe arasında meydana gelen ihtilaftır. Eğer onlar,
dinden çıktıklarını/mürtet olduklarını ilan etmek suretiyle
net bir Ģekilde kâfir olsalardı, sahabe arasında her hangi bir
görüĢ ayrılığı meydana gelmezdi. Ancak onlar her ne zaman
Müslüman olduklarını izhar etmekle birlikte aynı zamanda
onu bozacak bir Ģeyi ortaya koydular, iĢte o zaman sahabe
onlar hakkında iki guruba ayrıldı. Ġçlerinden bazısı onlara
itibar edip iki Ģehadet kelimesini telaffuz etmeleri sebebiyle
onları Ġslam dairesinden çıkarmadı. Kimisi de onların kâfir
olduğuna hükmetti. Onların kâfir olduğuna hükmedenleri
Allah subhanehu ve teâlâ, ayeti ile teyit etti/destekledi. Allah‘ın
bu teyidi, ‗ret‘ anlamı içermektedir. Çünkü ayet “Size ne
oluyor?” Ģeklinde ‗istifhâm-ı inkârî‘80 sîgasıyla gelmiĢtir.
Dolayısıyla bu söz, amelin imandan olduğunu ve imanı
bozacak davranıĢlar ortaya koyanlara –cahil kalmıĢ, tevil
yapmıĢ, ikraha maruz kalmıĢ veya hata etmiĢ kimseler gibi
ġer‘an mazur olması hali müstesna– küfürle hükmedileceğini ifade etmektedir.
‗İstifhâm-ı inkârî‘ soru sormak suretiyle soru sorulan o şeyin kabul edilemeyeceğini ortaya koyan bir uslup şeklidir. Allah subhanehu ve teâlâ:
“Size ne oluyor da münafıklar hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz?”
şeklinde soru sorarak aslında onlar hakkında ihtilaf edilmemesi gerektiğini, ihtilaf edenlerin yanlış yaptığını beyan etmektedir. Allah‘ın onlar hakkında anlaşmazlığa düşülmesinden razı olmayışı nehiy sîgasıyla değil;
‗İstifhâm-ı inkârî‘ üslubuyla ifade edilmiştir. (Çevirenin notu)
80
Faruk Furkan
167
Bu görüĢ, tekfiri sadece kalben helal görmeye bağlayan
Mürcie‘ye muhalif olarak Ehl-i Sünnet ve‘l-Cemaat âlimlerinin ortaya koyup takrîr ettikleri bir görüĢtür. Fakat burada ―Biz de tıpkı Ehl-i Sünnet ve‘l-Cemaat mezhebi gibi
‗Ġman söz ve ameldir; artar ve eksilir‘ diyoruz‖ diyerek bize
karĢı bir düzeltme yapmak isteyebilirler. Biz de onlara Ģöyle
deriz: Bu söz doğrudur. Sizin bunu söylediğinizde doğru;
ancak bunu söylüyor olmanız bizi ilgilendirmez. (Bizi ilgilendiren sizin bunu nasıl söylediğinizdir.) Acaba siz bu sözü
Ehl-i Sünnet ve‘l-Cemaat‘in dediği gibi ―Amel imanın sıhhat Ģartıdır‖ Ģeklinde mi söylüyorsunuz, yoksa ―Amel imanın kemal Ģartıdır‖ Ģeklinde mi?
Eğer derlerse ki: ―Amel imanın kemal Ģartıdır‖ –ki zaten böyle söylüyorlar– o zaman bizde deriz ki: ĠĢte bu
Mürcie‘nin itikadıdır. Çünkü kemal Ģartı olan bir Ģey, o Ģeyin cüz‘ü/bir parçası olamaz, aksine onu tamamlayıcı bir
unsur olur. Dolayısıyla kemalinin yok olmasıyla o Ģey yok
olmaz; bilakis yok olmasını gerekli kılan bir Ģeyle ancak yok
olur. Buna binaen (diyoruz ki:) Onların (Biz de tıpkı Ehl-i
Sünnet ve‘l-Cemaat mezhebi gibi ‗Ġman söz ve ameldir; artar ve eksilir‘ diyoruz) sözü, sadece halkın zihnini bulandırma adına söylenmiĢ bir sözdür ve meselenin tahkikinde
kast edilen mana değildir.
Bunu iyi anla ve bu mesele hakkında sebat üzere ol!
Allah seni muhafaza buyursun.
İkinci Olarak: Allah subhanehu ve teâlâ, kendi Ģeriatından
baĢkasının hükmüne müracaat edenleri, her biri küfrü, zın-
168
Yön Veren Yazılar -2-
dıklığı ve mürtetliği ifade eden farklı farklı vasıflarla nitelendirmiĢtir. Bu vasıflardan bazısı Ģunlardır:
1- Küfür. Allah subhanehu ve teâlâ Ģöyle buyurur: “Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfirlerin tâ kendileridir.” (Maide, 44)
2- Zulüm. Allah subhanehu ve teâlâ Ģöyle buyurur: “Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, zalimlerin tâ kendileridir.” (Maide, 45)
3- Fısk. Allah subhanehu ve teâlâ Ģöyle buyurur: “Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasıkların tâ kendileridir.” (Maide, 47)
Bu lafızların hepsi büyük küfre delalet eden lafızlardır.
Çünkü buradaki hitap Yahudî ve Hıristiyanlara yöneltilmiĢtir. ĠnĢâallah bunun detayı ilerleyen satırlarda gelecektir.
4- Nifak. Allah subhanehu ve teâlâ Ģöyle buyurur: “Onlara,
„Allah‟ın indirdiğine (Kur‟an‟a) ve Peygambere geliniz!‟ denildiği vakit o münafıkların senden alabildiğine uzaklaştığını
görürsün.” (Nisa, 61)
5- Ġmansızlık. Allah subhanehu ve teâlâ Ģöyle buyurur:
“Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan ihtilaflarda
seni hakem yapıp sonrada verdiğin hükümden dolayı içlerinde
hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça
iman etmiş olmazlar.” (Nisa, 65)
6- Cahiliye. Allah subhanehu ve teâlâ Ģöyle buyurur: “Onlar
hâlâ cahiliyenin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak iman
Faruk Furkan
169
eden bir toplum için, hükmü Allah‟ınkinden daha güzel olan
kimdir?” (Maide, 50)
7- Tağut. Allah subhanehu ve teâlâ Ģöyle buyurur: “(Ey
Muhammed!) Sana ve senden önce indirilen kitaplara iman ettiklerini iddia edenleri görmüyor musun? Tağutu inkâr etmeleri kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme
olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.” (Nisa, 60)
Bu lafızların hepsi sarih küfre delalet etmektedir. Lakin
burada belki bize, Ġbn-i Abbas radıyallahu anhuma‘nın ―Kufrun
dûne kufr/dinden çıkartmayan küfür‖ Ģeklindeki sözü ile bir
itirazda bulunulabilir. Biz buna Ģöyle cevap veririz:
Bu rivayetle, ya hüküm vermek kastedilmektedir ya da
(hüküm veren) hâkim... Hüküm vermenin kastedilmesine
gelince; bu, kesinlikle murad edilmiĢ olamaz; çünkü Allah
onu (yani hükmü) ―Tağut‖ ve ―Cahiliye‖ gibi vasıflarla vasıflandırmıĢtır. Dolayısıyla (tağut ve cahiliye gibi lafızları kısımlara ayırarak) ―Küçük Tağut‖, ―Büyük Tağut‖ veya
―Küçük Cahiliye‖, ―Büyük Cahiliye‖ denilemez. Alâ külli
hâl, tağut (olmak) kesin bir Ģirktir.
Mesele böyle olduğuna göre, geriye hâkim hakkında
hüküm vermekten baĢka bir yol kalmıyor.
(Ve yine Mürcie‘nin iddia ettiği gibi Allah‘ın hükmü
ile hükmetmeyen) hâkimin/yöneticinin mutlak manada kâfir olmayacağını söylemekte kastedilmez; zira her hâkimin
küfrü, küçük küfür değildir. Ortada detay vardır. Küfür sadece helal görmeye (istihlâl‘e) has değildir. Önceden de
170
Yön Veren Yazılar -2-
geçtiği üzere bu, Ehl-i Sünnet ve‘l-Cemaat‘in değil;
Mürcie‘nin görüĢüdür.
―Hâkim, ancak Allah‘ın indirdiğinden başka bir şeyle hüküm vermenin uygun olacağını itikat ettiği zaman kâfir olur‖
Ģeklindeki görüĢten, haklarında (bir takım Kur‘an) ayetlerinin nazil olduğu Yahudileri istisna etmek gerekir; zira onlar, vermiĢ oldukları hükümlerin doğru olduğuna kalpleri
ile inanmıyorlardı. Aksine hakka inanıyorlardı.81 Bunu,
Muhammed aleyhisselâm‘ın doğruluğuna ve Onun getirdiğinin
Allah katından olduğuna dair kesin bilgilerini ifade eden
ayetlerin umumundan anlıyoruz. Allah subhanehu ve teâlâ Ģöyle
buyurur:
“İman ettikten, Peygamberin hak olduğuna şahitlik
ettikten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra
küfre sapan bir topluma Allah nasıl hidayet etsin ki?
Allah, zalim toplumu doğru yola iletmez.” (Âl-i İmran,
86)
“Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Peygamberi)
oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken içlerinden birtakımı bile bile gerçeği gizlerler.” (Bakara,
146)
Bu tespit gerçektende çok önemlidir. Allah Rasulü dönemindeki Yahudiler, karşılarına gelen meseleler hakkında hüküm verdikleri zaman, bazen
sadece zenginleri gözettikleri için, bazen de başka amaçlar nedeniyle Allah‘ın hükmü ile hükmetmiyorlardı; ama işin hakikatinde Allah‘ın hükmünü de, gerçeğin ne olduğunu da çok iyi biliyorlardı. Buna rağmen kâfir
kabul edildiler ve haklarında bir takım ayetler nazil oldu. Bu günkülerinde
nitelik olarak onlardan en ufak bir farkı yoktur. (Çevirenin notu)
81
Faruk Furkan
171
Yahudiler, dinlerinin ve hükmüne baĢvurdukları Ģeyin
sahih olduğunu itikat etmediler; aksine hak olanı itikat ettiler. Ama buna rağmen onlar büyük küfürle kâfir oldu.
Bunun böyle olduğuna bir Müslüman asla muhalefet edemez. Buna binaen; Ġslam ile hükmetmeyen bir yöneticinin
tekfiri için Ġslam ile hükmetmemeyi kalbi ile itikat etmesi
Ģart değildir. Bilakis biz, onun Allah‘ın hükmünü sadece
terk etmesi sebebiyle kâfir olduğuna hükmederiz. Lakin bu
durumdan cahil olması, ikrah altında kalması, hata etmiĢ
olması ve tevilde bulunması gibi durumlar istisna edilir.
Bilerek, ısrar ederek, müminlere düĢmanlık edip kâfirlere dostluk göstererek, insanları ona zorlayıp herhangi bir
ikrah altında olmadan Allah‘ın Ģeriatından baĢkasıyla
hükmedene gelince; –kalbi ile itikat etmediği sürece Ġslam‘ı
bozan Ģeylerle bile tekfir etmeyen Mürcie akidesini benimsemiĢ olmamız müstesna– onu tekfir etmekten bizi engelleyen Ģey nedir?82
Allah fitnelerin açığından da gizlisinden de bizleri muhafaza buyursun.
Ġbn-i Abbas radıyallahu anhuma‘dan nakledilen söze gelince; bu söz, umumu üzere alınamaz. Bilakis bu söz, bazı gerekçelerin kendilerini bu iĢi yapmaya sevk ettiği muayyen
hâkimlere hakkında geçerlidir/onlara hastır.
Yani kişi, dinden çıkardığı kesin olan amellerden dolayı bile tekfir etmekten uzak duran Mürcie akidesini benimsemişse, ancak o zaman böylesi bir yöneticiyi tekfir edemez; ama onun haricinde bu kadar net küfür
amelleri işleyen bir yöneticiyi tekfir edememek Ehl-i Sünnet‘in tekfir usulünü bilen bir Müslüman için olacak şey değildir. (Çevirenin notu)
82
172
Yön Veren Yazılar -2-
Ġkrah altında kalanlar hariç, küfrü izhar edenlerin kâfir olacağını Allah subhanehu ve teâlâ‘nın Ģu ayeti teyit etmektedir.
“Kalbi iman üzere sabit ve bununla mutmain olduğu
halde, –ikrâha uğratılanlar müstesna olmak üzere–
kim imanından sonra Allah‟a karşı küfre sapar ve
küfre göğüs açarsa işte onların üstünde Allah'tan bir
gazap vardır ve büyük azap onlarındır.” (Nahl,106)
Bu ayet, kalpleri iman ile dopdolu olduğu halde küfre
zorlanmıĢ olmaları durumu hariç, küfrü izhar edenlerin kâfir olacağı noktasında son derece sarihtir. Bu, kesin bir Ģekilde kalbî küfrü değil, zahir olan küfrü ifade etmektedir.
Yani ―Her kim küfrü izhar eder, ama küfür izhar ederken
ona zorlanır ve içinden ona buğuz ederse, iĢte böylesi birisi
kâfir değildir‖ demektir.
Ancak ikrah altında olmadan küfrü izhar edene gelince; böylesi birisi küfre gönül açmıĢ demektir;83 küfrüne
hükmedilir. Ve yine bu, küfürle kastedilenin zahirî küfür
olduğunun da delilidir. Zira ayet-i kerime –tefsircilerin de
Ayette yer alan “Kim küfre göğüs açarsa…” ibaresi üzerine İbn-i
Teymiyye rahimehullah der ki: ―Burası, ayetin baş tarafına tamamıyla
uyumluluk arz etmektedir. Zira her kim ikrah olmaksızın küfre düşerse,
göğsünü küfre açmış demektir. Eğer böyle olmasa ayetin baş tarafı ile son
tarafı birbiri ile çelişir. Eğer ―küfre düşen kimse‖ ile kastedilen ―göğsünü
küfre açan kimse‖ olsaydı, o zaman sadece ikrah altındaki kimse istisna
edilmezdi; aksine göğsünü küfre açmadığı zaman ikrah altında olanında
olmayanında istisna edilmesi zorunlu olurdu. Bir kimse isteyerek küfrü
gerektiren bir söz söylediği zaman küfre göğsünü açmış demektir ki, bu
da küfürdür.‖ (Mecmuu‘l-Fetâvâ‖, 7/220)
83
Faruk Furkan
173
naklettiği üzere– karĢılaĢtığı eziyetler sonucu kalbi imanla
mutmain olduğu halde kavmine küfrü izhar eden Ammar
b. Yasir hakkında inmiĢtir.
Üçüncü Olarak: Allah‘ın indirdiği ile hükmetmemenin küfür olduğunu söylemiĢtik. Burada ikinci bir mesele
daha vardır. O da: Hükmü terk etmekle hükmü değiĢtirmenin arasını ayırmaktır. Burada hemen belirtelim ki, Allah‘ın indirdiği hükmü beĢerî kanunlarla değiĢtiren bir kimse hiç kuĢkusuz kendisini Allah‘a ortak tutmuĢ olur. Çünkü
kanun koymak/teĢride bulunmak yalnız Allah‘a özgü bir
Ģeydir. Allah subhanehu ve teâlâ Ģöyle buyurur:
“Siz Allah‟ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere (düzmece ilâhlara) ibadet ediyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hâkimiyet yalnızca Allah‟a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu
bilmezler.” (Yusuf, 40)
Hüküm vermek yalnız Allah‘a aittir. Allah subhanehu ve
teâlâ burada ―hüküm‖ ile ―ibadeti‖ yan yana zikretmiĢtir. Bu
Ģu demektir: Her kim Allah‘ın Ģeriatından baĢkasının hükmüne giderse, hükmüne gittiği kimseye ibadet etmiĢ olur.
Çünkü ibadet, ―boyun eğmek, baĢ eğerek itaat etmek‖ demektir. Bu ise yalnız Allah‘a yapılır. ĠĢte bundan ötürü Allah subhanehu ve teâlâ, kendi koymuĢ olduğu yasadan baĢkası
ile hükmetmeyi ―tağut‖ olarak kabul etmiĢtir. Allah
subhanehu ve teâlâ Ģöyle buyurur:
174
Yön Veren Yazılar -2-
“(Ey Muhammed!) Sana ve senden önce indirilen kitaplara iman ettiklerini iddia edenleri görmüyor musun? Tağutu inkâr etmeleri kendilerine emrolunduğu
hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.”
(Nisa, 60)
Müminlere farz olan tağutu reddetmektir. Allah
subhanehu ve teâlâ Ģöyle buyurur:
“Dinde zorlama yoktur. Şüphesiz ki doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, her kim tâğûtu reddedip Allah‟a iman ederse, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bakara, 256)
Bir önceki ayette Allah subhanehu ve teâlâ (tağutu reddetmenin farz olduğunu beyan sadedinde) Ģöyle buyurmuĢtu:
“Onlar tağutu inkâr etmekle emrolunmuşlardı…”
Bu ayetler üzerinde durmamız gereken bazı noktalar
var:
1- Tağutu reddetmek imanın bir Ģartıdır. Allah Teâlâ‘nın tağutu reddetmeyi, kendisine imandan önce zikretmesi, bunu ortaya koymaktadır. Çünkü ayette: “Her kim
tâğûtu reddedip Allah‟a iman ederse…” buyrulmuĢtur. Dolayısıyla tağutu reddetmek, Allah‘a imanın bir neticesidir ve
tağut ancak Allah‘a imanla reddedilir.
2- Allah‘ın bizlere farz kıldığı Ģeylerden bir tanesi de
tağutu reddetmektir. Allah subhanehu ve teâlâ Ģöyle buyurmuĢ-
Faruk Furkan
175
tur: “Onlar tağutu inkâr etmekle emrolunmuşlardı…” Yani
onlara tağutu inkâr etmek emredilmiĢti. Tağutu reddetmenin lazımı ise ona buğz etmek ve onu savunanlara düĢmanlık beslemektir. Nitekim Allah subhanehu ve teâlâ Ġbrahim
aleyhisselâm ve beraberindeki müminlerden söz ederek Ģöyle
buyurur:
“İbrahim‟de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin
için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine,
“Biz sizden ve Allah‟ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız.
Sizi reddediyoruz. Siz bir tek Allah‟a iman edinceye
dek, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve
nefret belirmiştir” demişlerdi. Yalnız İbrahim‟in, babasına, “Senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim.
Fakat Allah‟tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez” sözü başka. (O size örnek değildir). (Onlar şöyle demişlerdi): “Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş
de ancak sanadır.” (Mumtahine, 4)
Bu nedenle müslümana düĢen tağutu (tamamıyla)
reddetmektir; onu veli edinmek, savunmak ve kendileri
için dostluk ve düĢmanlık sergileyen mücrimlerin yaptığı
gibi, düĢmanlarına düĢmanlık etmek değildir.
3- Allah insanları iki kısma ayırmıĢtır:
* Kendi Ģeriatına göre yargılananlar ki, bunlar onun
kulları ve dostlarıdır.
* Tağuta göre yargılananlar ki, bunlar –Allah muhafaza buyursun– Ģeytanın kullarıdır. Allah subhanehu ve teâlâ Ģöyle
buyurur: “Şeytan onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.”
176
Yön Veren Yazılar -2-
(Nisa, 60) Yani Allah‘ın Ģeriatına göre yargılanmayı terk et-
tikleri için onları dalalete düĢürüyor.
Dolayısıyla tağuta göre yargılanmak Allah‘ın iradesine
muhalif olan Ģeytanın iradesi/isteğidir. Bunda ĢaĢılacak
herhangi bir Ģey yoktur; çünkü Allah Teâlâ Ģöyle buyurmuĢtur:
“Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana ibadet etmeyin.
Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır diye emretmedim mi?” (Yâsîn, 60)
Ġbrahim aleyhisselâm‘dan söz ederek de Ģöyle buyurur:
“Babacığım! Sakın ha Şeytana ibadet etme! Çünkü
şeytan Rahmân‟a karşı isyankâr olmuştur.” (Meryem,
44)
Eğer insan Allah‘a ibadet etmekten yüz çevirirse (zorunlu olarak) Ģeytana ibadet etmiĢ olacaktır. Allah‘a itaatten çıkan herkes Ģeytana itaate girmiĢ demektir. Bunun sebebi ise Ģudur: ġeytan Allah‘a isyanı emreder. Allah‘ın
hükmünden çıkmak ise zorunlu olarak baĢkasının hükmüne girmeyi gerektirir. ĠĢte bu da kastedilen Ģeydir.
Dolayısıyla Allah‘ın kanunundan baĢka bir kanuna göre yargılanana kimse, Allah‘a ibadetten yüz çevirmiĢ demektir. O, bu durumda Allah‘ın, Rasulünün ve müminlerin
düĢmanı olmaktadır. Bir olan Allah‘a iman edene kadar
kendisine düĢmanlık beslenmesi vaciptir.
Faruk Furkan
177
4- Kanun koymak Ģirktir. Çünkü bu, yalnızca Allah‘ın
kendisine has olan bir Ģeydir. Allah subhanehu ve teâlâ Ģöyle
buyurur:
“Hâkimiyet yalnızca Allah‟a aittir. O, kendisinden
başka hiçbir şeye ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte
en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf, 40)
“Yoksa onların, dinden Allah‟ın izin vermediği şeyleri kendilerine kanun yapan ortakları mı var? Eğer
(cezaların ertelenmesine dair) kesin hüküm olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz,
zâlimler için elem dolu bir azap vardır.” (Şûra, 21)
Allah‘ın Ģeriatından baĢkasıyla hükmeden yöneticiler,
bizlere Allah‘ın izin vermediği Ģeyleri kanunlaĢtırmakta ve
Allah‘ın kanunlarına ters kanunlar yapmaktadırlar. Ehl-i
Sünnet ve‘l-Cemaat‘in temel esaslarından birisi de; Ģirki
reddetmek, ehlinden berî olmak, insanları onun tehlikesinden ve üzerine terettüp eden büyük fitnelerden sakındırmaktır. Bu konuda ilim ehlinin büyük bir çoğunluğu çok
gevĢek davranmaktadır. Maalesef onlardan birçoğunun çoğu zaman vakıası olmayan kabir ve türbe Ģirkini (reddetmeye) yoğunlaĢtığını; ama aynı zamanda hâkimiyet Ģirkine çok
az değindiklerini görmekteyiz. Hatta onlardan bazılarının
―Hâkimiyet tevhidi sapık bir bidattir!‖ görüĢünü dillendirmesi insanı dehĢete düĢüren Ģeylerdendir.
Bununla ne amaçladıklarını bilmiyorum. Acaba Allah‘ın egemenliğinde bir baĢkasının ortak olabileceğini mi
178
Yön Veren Yazılar -2-
kastediyorlar? Yoksa bu taksimatın Ehl-i Sünnet ve‘lCemaat‘in usulüne aykırı olduğunu mu?
Eğer birincisini kastediyorlarsa bu kesin bir küfürdür.
Yok, eğer kasıtları ikincisi ise, biz de onlara Ģöyle deriz: O
halde tevhidin; ‗Rububiyet Tevhidi, Ulûhiyet Tevhidi ve
Ġsim-Sıfat Tevhidi‘ Ģeklinde taksim edilmesinin delili nedir?
Hele hele isim ve sıfat tevhidini dillendirmenin delili nerededir?
Eğer: ―Naslar buna delalet ediyor‖ diyecek olurlarsa,
bizde: ―Aynı Ģekilde Hâkimiyet Tevhidi‘ne de naslar delalet
ediyor‖ diye karĢılık veririz. ġayet: ―Âlimlerin ‗Hâkimiyet
Tevhidi‘ni söyledikleri sabit olmamıĢtır‖ derlerse, bizde:
―Hâkimiyet Tevhidini dile getirmek ne ise Ġsim ve Sıfat
Tevhidini dile getirmekte odur‖ deriz. Çünkü tevhid; ya
Allah‘la, Onun isim ve sıfatlarıyla alakalıdır ki, bu
Rububiyet Tevhidi‘dir. Ya da ibadetle alakalıdır ki, bu
―Ulûhiyet Tevhidi‖ diye adlandırılır. Ortada üçüncü bir kısım yoktur.
Ġsim ve sıfatlar ya Rububiyet Tevhidi kapsamına dâhildir, ya da Ulûhiyet Tevhidi kapsamına dâhildir. Aslında
üçüncü bir kısım değildir. Âlimlerin bunu üçüncü bir kısım
olarak değerlendirmesi, onlar hakkında meydana gelen ihtilaf sebebiyledir. Âlimler (bu taksimatı yaparak) isim ve sıfatlar hakkında söz söylemenin, Allah‘ın zatı hakkında söz
söylemekle aynı olacağını ve bunun Allah‘a imandan olduğunu beyan etmek istemiĢlerdir.
Faruk Furkan
179
Bu günde mesele aynıdır. Ġnsanların birçoğundan hâkimiyetin ancak Allah‘a ait olması gerektiği, egemenliğin;
cahiliyeden, küfürden, zulümden ve fısktan uzak Hak ve
Adil olan Allah‘a mahsus olduğu ve Allah‘ın hükmünden
baĢkasına boyun eğmenin Ģirke düĢüreceği gerçeği yok olup
gitmiĢtir.
Dördüncü Olarak: Yönetici seçiminde asıl olan, dini
ikame etmek ve hem Ġslam‘ı hem de ehlini muhafaza etmektir. Ebu Hureyre radıyalahu anh‘ın rivayet ettiği bir hadiste
Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem Ģöyle buyurur:
―Kim (Müslüman olan) emire/yöneticiye itaat ederse
bana itaat etmiş olur, kim de emire isyan ederse bana
isyan etmiş olur. Emir, arkasında savaşılan ve kendisiyle korunulan bir kalkandır. Eğer Allah‘tan korkup
sakınmayı emreder ve adaletli olursa bununla kendisine ecir verilir; bundan başka bir şey emrederse ondan
gelen aleyhine olur.‖84
Yönetici, arkasında savaĢılan ve kendisiyle korunulan
kalkan mesabesindeki kimse demektir. Yönetici, tevhidin
yüceltilmesi ve insanlar arasında yayılması için çalıĢır, insanlarla bunun için çarpıĢır. Nitekim Enes b. Malik
radıyallahu anh‘ın rivayet etmiĢ olduğu sahih bir hadiste
Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem Ģöyle buyurur:
―Allah‘tan başka ilâh olmadığını/Lâ ilâhe illallâh‘ı söyleyene dek insanlarla savaşmakla emrolundum. Şayet
bunu yaparlarsa -İslâm'ın hakkı hariç- kanlarını ve
84
Müslim, Ebû Davut ve diğerleri rivayet etmiştir.
180
Yön Veren Yazılar -2-
mallarını benden korumuş olurlar, hesaplarını görmek
ise Allah'a aittir.‖
Yönetici, dini tebliğ etmek, yaymak ve onu korumakla
mükelleftir. Müslümanlar bu konuda ona beyat ederler.
Müslümanların itikatlarını, kanlarını, mallarını ve namuslarını korumak, beyatın gerektirdiği Ģeylerdendir. Bunların
tamamı yöneticinin mesuliyetine dâhil olan Ģeylerdir.
Yöneticinin Müslümanların birliğini muhafaza etmesi
ona yüklenen en büyük görevlerdendir. Nitekim Abdullah
Ġbn-i Amr radıyallahu anh‘dan rivayet edilen sahih bir hadiste
Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem Ģöyle buyurur:
―İki halifeye beyat edildiğinde (Müslümanların birliğini korumak için) hemen diğerini öldürün‖85
Böyle yapılması Müslümanların birliğini korumak içindir.
Metot açısından bu hadisten Ģunları anlamaktayız:
1- Müslümanların iki yöneticisinin olması caiz değildir.
Bu, onların güçlerini sağlayan birliğini korumak için böyledir. Tek olan bir ümmet içerisinde yöneticilerin çok olması,
ümmeti helake sürükleyen bir anlaĢmazlığı gerekli kılar.
Yüce Allah Ģöyle buyurur:
“Allah‟a ve Resûlüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz de gücünüz, devletiniz elden
gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46)
85
Müslim rivayet etmiştir.
Faruk Furkan
181
Bunun böyle olduğu çok açıktır ve Allah‘ın basiretlerini kör ettiği kimselerden baĢkasına kapalı değildir. Eğer tek
olan bir ümmet içerisinde iki yöneticinin varlığı, anlaĢmazlık etkenlerinden dolayı ümmeti helake sürüklüyorsa, o
zaman bu gün ümmetin Ģu durumu nedir?
Ümmet, en basit temel ihtiyaçlarına bile muhtaç vaziyette farklı farklı küçük devletlere bölünmüĢ bir halde yaĢıyor. Ġçlerinde saltanat hüküm sürüyor. Birbirlerine karĢı
ayaklanmalar var. Kâfirleri dost edinme ve onların projelerini hayata geçirme noktasında bir araya gelebilirlerken,
dünya hayatının geçici metaına ve süsüne nail olabilme
adına birbirlerine karĢı düĢmanlık ediyorlar. Hatta durum
öyle bir hal aldı ki, dinle yalnızca ismen alakası olan bu
devletlerde ―vela‖ ve ―bera‖ (hukuku) Ģer‘î bir bağ üzere
değil, (vatan bağı) gibi kopuk bir iliĢki üzerine kurulmaktadır. ġu Filistinli, öbürü Ürdünlü, beriki falanca ülkeli vs. vs.
gibi…
(Örneğin) Filistinli birisinin doğmuĢ olduğu topraklardan baĢka bir yerde yaĢaması, ikamet ettiği devletin izni
olmadığı sürece söz konusu değildir. VatandaĢlık haklarından yararlanamaz ve devlet istediği vakitte onu çıkarma
hakkına sahiptir. Bu tüm Müslümanlar için geçerlidir.
Bu ayrılıktan daha büyük bir ayrılık var mıdır? Hangi
farklılık bu farklılıktan daha büyüktür? Hangi cahiliye bu
cahiliyeden daha ileridir?
Acaba Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem: ―Bir kimsenin
cahiliye (adetlerinden birisi ile) övündüğünü gördüğünüz zaman
182
Yön Veren Yazılar -2-
ona ―Babanın zekerini ye!‖ deyin ve kinaye yapmayın‖86 buyurmamıĢ mıydı? Ve yine Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
―Her kim körü körüne (çekilmiş) bir bayrağın altında, ırkçılığa
davet ederken veya ırkçılığa yardım ederken öldürülürse onun
ölümü cahiliye ölümüdür‖87 dememiĢ miydi?
Kavimlerine taassup gösteren Müslümanlar bu hadislerin neresindeler? Yoksa cahiliye ölümüyle ölmeye razı mı
oldular? Ya da cahiliyeyi savunanlardan olmaya rıza mı gösterdiler?
Hiç kuĢku yok ki, her kim bu vasıflarla vasıflanırsa onda bir cahiliye vardır; onda ilk dönem cahiliyyesinden bazı
sıfatlar vardır. Böylesi birisinin dinin(in gitmesin)den korkulur.
Sonra biz ilim kisvesine bürünmüĢ, haksız yere selef yolunda olduğunu iddia eden, zalimlerin zulmünü güzel gösterip tuğyanlarını tebrik eden, yaptıklarını rastgele bile olsa
eleĢtirenler aleyhinde ölümcül fetvalar veren ve tağutları
―ulu‘l-emir‖ kabul edenlere ne diyeceğiz? Bütün bunların
ardından çıkıp birde ―Bu ayrılık ve bölünme değildir; aksine
bu hakkın ta kendisidir‖ diyorlar? Lâ havle vela kuvvete illa billâh…
2- Müslümanların halifesi var iken, kendisine beyat
edildiği zaman Müslümanlar tarafından beyat edilen bu
Müslüman yöneticinin öldürülmesinin caiz olduğu. Bu,
Elbânî, Sahîhu‘l-Camii‘s-Sağîr‘de hadisin “sahih” olduğunu söylemiştir.
87 Müslim rivayet etmiştir.
86
Faruk Furkan
183
Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem‘in ‖Hemen diğerini öldürün‖
sözünden bunu net olarak anlamak mümkündür.
Malumdur ki, bazı insanların kendisine beyat etmesi ile
halifeliği meydana gelmiĢtir. Bu, Rasulullah sallallâhu aleyhi ve
sellem‘in ―Beyat edildiğinde…‖ sözünden anlaĢılmaktadır. Bu,
ancak beyat iĢleminin gerçekleĢmesi ve halifelik üzere kimi
insanların ona beyat etmesi ile tamam olur. O halde Ġslam,
ikinci halifenin ve ona beyat edenlerin, sırf ümmetin birliğini koruma amacıyla öldürülmesini onaylamaktadır. Bunu
iyiden iyiye düĢünen bir kimse, meselenin ne kadar da
önemli bir mesele olduğunu kesin olarak anlar. Çünkü Allah Teâlâ haksız yere bir müslümanın öldürülmesini büyük
bir olay kabul etmiĢ ve bunu yapanlara cehennemi, gazabı,
laneti ve elim bir azabı vaat etmiĢtir. Yüce Allah Ģöyle buyurur:
“Kim bir mü‟mini kasten öldürürse, cezası, içinde
ebedî kalacağı cehennemdir. Allah, ona gazap etmiş,
lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa, 93)
Aynı Ģekilde hadisler ve katili öldürenlere dünya ve
ahirette terettüp eden hükümler, haksız yere bir
müslümanın öldürülmesinin ne kadar büyük bir iĢ olduğunu ifade etmektedir. Bu hadislerden bir tanesi Ġbn Mesud
radıyallahu anh‘ın rivayet etmiĢ olduğu Ģu hadistir:
184
Yön Veren Yazılar -2-
―Allah‘a yemin ederim ki, dünya ve içindeki her şey,
Allah‘a bir müminin haksız yere öldürülmesinden daha
basit gelir.‖88
Ebu Bekre radıyallahu anh‘den rivayet edilen baĢka bir hadiste Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur:
―İki müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de, ölen de
cehennemdedir.‖ Bunun üzerine ben: Yâ Rasûlallah! Öldürenin durumu belli, ama ölen niçin cehennemdedir? diye
sordum. Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem: ―Çünkü o da, arkadaşını öldürmek istiyordu‖ buyurdu.89
Üstte naklettiğimiz hadiste ise Rasulullah sallallâhu aleyhi
ve sellem ‖Hemen diğerini öldürün‖ buyurmak sureti ile Müslümanların birbirlerini öldürmelerini emrediyor. Bu, diğer
halifenin ve beraberindekilerin öldürülmeleri anlamına gelir. Eğer Müslümanların birliği/vahdeti Müslümanların birbirlerini öldürmelerinden daha büyük bir Ģey olmasaydı,
Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem asla diğer halifenin öldürülmesini emretmezdi.
Urfece radıyallahu anh‘den nakledilen sahih bir hadiste
Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur:
―Gerçek şu ki, ileride büyük ve hoş olmayan işler
meydana gelecektir. Her kim aralarında birlik varken
Nesaî, Tirmizî ve diğerleri rivayet etmiş olup Elbanî ―sahih‖ olduğunu
söylemiştir.
89 Buharî rivayet etmiştir.
88
Faruk Furkan
185
bu ümmetin işini dağıtmak isterse –kim olursa olsun–
kılıçla boynunu vurunuz.‖90
Bununla iĢin ne derece tehlikeli olduğu ve bir olan
ümmet içerisinde farklı yöneticilerin çıkmasının haramlığı
ortaya çıkmaktadır.
3- Ġkinci halifeye karĢı ayaklanmanın farz olabilmesi
için onun kâfir olması gerektiğini söylemek Ģart değildir.
Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem ‖Hemen diğerini öldürün‖
buyruğu onun kâfir olduğunu göstermez. Onun öldürülmesi
ölümü gerekli kılan bir iĢ yaptığından dolayıdır. Biz bunu
Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem‘in Ģu sözünden anlıyoruz:
―Allah‘tan başka hak bir ilahın bulunmadığına, benim
de Allah‘ın kulu ve elçisi olduğuma şehadet eden bir
Müslümanın kanı ancak şu üç şeyden biri ile helal
olur; 1) Cana karşı can, 2) Zina eden evli kimse, 3)
Dinini/itaatini91 terk edip İslam cemaatinden ayrılan
kimse.‖92
Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem bu hadisinde, dinini/itaatini terk edip Ġslam cemaatinden ayrılan kimsenin –
Müslümanlardan bile olsa– kanının heder olduğunu beyan
etmiĢtir. Bu ise yöneticiye karĢı ayaklanmak için onun kesin olarak dinden çıkması gerektiğini söyleyenlerin aleyMüslim rivayet etmiştir.
Bu manayı verebilmemiz için burada ki ―Din‖ kelimesini ―itaat‖ kelimesi ile anlamlandırmamız gerekmektedir. Ehlinin malumu olduğu üzere
―din‖ kelimesi Arap dilinde ―itaat‖ anlamında kullanılmaktadır. (Çevirenin notu)
92Buharî, Müslim ve diğerleri rivayet etmiştir.
90
91
186
Yön Veren Yazılar -2-
hinde bir delildir. Allah‘ın izni ile bir sonraki madde de bunun detayı gelecektir.
4- Ġkinci halifeye yapılan beyat, her ne kadar bazı Müslümanlar
tarafından
gerçekleĢtirilmiĢ
olsa
da,
mun‗akit/geçerli değildir, itaati gerekmez; aksine reddedilmesi ve karĢı çıkılması vaciptir. ġer‘î bir mazeret veya Ģer‘î
kesin bir maslahat olmadığı sürece sukut edilmesi de uygun
olmaz.
―Birkaç halifenin olması caizdir, kalpleri ile helal görmedikleri müddetçe imanı bozan amellerden hangisini yaparlarsa yapsınlar, şartlarından hangisini terk ederlerse etsinler otorite ellerinde kaldığı sürece onlara itaat etmek vaciptir‖ Ģeklindeki görüĢ, dini yok etmeye, öğretilerini silmeye, fesada ve Allah‘ın
insanlık için çıkarmıĢ olduğu en hayırlı ümmetin çözülmesine sevk eden fasit bir görüĢtür. Hatta bu görüĢ, dinin en
yaygın kuralı olan adaleti ve onun bütün insanlar arasında
yayılmasını ortadan kaldırıp yok etmektedir. Ancak Allah‘ın saptırdığına doğru yolu gösterecek yoktur. Allah kimin nurunu almıĢsa onun (hakkı görecek) nuru olmaz.
Bu meseledeki temel amaç Ģudur: Yönetici Allah‘ın
dinini ikame etmek, onu korumak, Müslümanların mal ve
namuslarını muhafaza etmek adına ümmet tarafından seçilir. Eğer bunları gerçekleĢtirmezse varlığına itibar edilmez.
Bu durumda kâfir devletlerdeki yöneticilerden farkı kalmaz. Hatta kâfir devletlerdeki yöneticiler ondan daha iyidir. Çünkü onlar beldeleri için samimiyetlerini ortaya koymakta ve halkları adına çalıĢmaktadırlar. Dahası onlardan
187
Faruk Furkan
bazısı dostluk ve düĢmanlıklarını yalnızca halklarının maslahatına göre yapmaktadır. Bu yöneticilere gelince; Ģahsî
çıkarları için olanlar müstesna, halkla iliĢkilerini sağlayan
tüm bağları koparmak için uğraĢıyorlar. Lâ havle vela kuvvete illa billâhi‘l-aliyyi‘l-azîm…
Beşinci Olarak: Yöneticilere itaat, onların Allah ve
Rasulüne itaat etmelerine bağlıdır. Onların Allah‘ın ahkâmına sarılmaları da bu kabildendir. Allah subhanehu ve
teâlâ‘nın: “Ey iman edenler! Allah‟a itaat edin. Peygamber‟e
itaat edin ve sizden olan ulu‟l-emre (idarecilere) de. Herhangi
bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah‟a ve
ahiret gününe gerçekten iman ediyorsanız, onu Allah ve
Resûlüne götürün. Bu, hem daha iyidir, hem de sonuç bakımından daha güzeldir.” (Nisa, 59) ayeti ve Rasulullah
sallallâhu aleyhi ve sellem‘in
―Yaratana isyan hususunda hiçbir yaratılmışa itaat yoktur‖ hadisi bunu net bir biçimde ifade etmektedir.
93
Yöneticilere itaat, onların Allah ve Rasulüne itaatlerine bağlıdır. Eğer onlar Allah ve Rasulünün itaatinden çıkarlarsa asla onlara itaat edilmez. Bunu Ġbn Mesud
radıyallahu anh‘ın rivayet etmiĢ olduğu Ģu hadis teyit etmektedir:
―Yakında işlerinizi sünnetleri yok eden, bidatlerle amel
eden ve namazları vaktinde kılmayan insanlar üstlenecektir.
Ġbn Mesud radıyallahu anh derki: Ben:
Elbanî, Sahîhu‘l-Camii‘s-Sağîr‘de hadisin “sahih” olduğunu söylemiştir.
93
188
Yön Veren Yazılar -2-
– Ya Rasulallah! Onlara yetiĢirsem ne yapayım? diye
sordum. Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem:
– Ey Ümmü Abd‘ın oğlu! ‗Ne yapacağım?‘ diye soruyorsun; Allah‘a isyan edene itaat edilmez! buyurdu.94
Bu hadis, bizlere birçok Ģeyi hatırlatmaktadır. Bunlar
Ģunlardır:
1- Bu yöneticiler sünnete bağlanmazlar; aksine dinde
bidatler ihdas ederler. Bidat ise: ―Kitap ve sünnetten her hangi bir delili olmadığı halde bir ibadetle Allah‘a yaklaşmak‖ demektir. Buna göre onlar Allah‘a ibadet etmektedirler; lakin
meĢru kılınan Ģeylerden baĢkası ile…
2- Onlar namazı (belirlenmiĢ) vaktinden geç eda ederler. Bu, onların namaz kıldıklarını gösterir; ama onu eda
etmekte gevĢek davranırlar.
3- Her kim böyle davranırsa ona itaat edilmez. Ġtaat
kelimesi burada nefy-i cins olan ―lâ‖ edatının ismi olarak
gelmiĢtir. Bu ise umum ifade eder; yani ‗Büyük olsun küçük
olsun hiçbir iĢte itaat edilmez‘ demektir. Rasulullah sallallâhu
aleyhi ve sellem onlardan, itaatin tamamını nefyetmiĢtir. Ve bu
noktada her hangi bir istisna yapılmamıĢtır.
4- Sünnete muhalefet edip bidat ortaya koyan ve namazı (belirlenmiĢ) vaktinden geçiren kimseye itaat yoksa,
Allah‘ın dinini tebdil edip haram kıldığını helal, helal bıraktığını yasaklayan,95 müminlere düĢmanlık gösterip kafir-
94
95
Ahmed, İbn Mace ve diğerleri irvayet etmiştir.
Yani yasaklarını serbest, emirlerini yasak sayan…
Faruk Furkan
189
leri dost edinen ve yeryüzünde fesat çıkaran kimselere nasıl
itaat edilebilir?
ĠĢte bununla, Ġslam‘ı bozan her ameli yapsalar bile
ulu‘l-emr‘e, yaptıklarını kalpleri ile helal görmedikleri sürece mutlak manada itaat edilmesi gerekir, diyenlerin hileleri
ortaya çıkmaktadır.
Altıncı Olarak: Sahih hadislerin ortaya koyduğuna
göre, yönetici eğer sarih bir küfür iĢlere ona karĢı ayaklanmak gereklidir. Ubade b. Samit radıyallahu anh‘ın rivayet ettiği
Ģu hadis bunlardandır:
―Biz, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem‘e zorlukta ve kolaylıkta, sevinçli ve kederli anlarda, başkaları bize tercih edildiği zamanlarda kendisini dinleyip itaat etmeye,
hakkında Allah katından elimizde kesin bir delilin bulunduğu sarih küfür sayılan bir şey yaptıklarını görmemiz müstesna devleti yönetenlerin işlerine karışmamaya dair bey‘at ettik.‖96
Diğer bir hadiste de Ģöyle buyrulur:
―İleri de bilip kabul etmeyeceğiniz bir takım yöneticiler
başınıza geçecektir. Kim onlarla mücadele ederse kurtulur. Kim kendilerinden uzak durursa selamette olur.
Kim de onlarla iş birliği yapar/beraber olursa helak
olur.‖97
(Bu hadisin de) Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hakkında Allah katından elimizde kesin bir delilin bulunduğu
96
97
Müslim rivayet etmiştir.
İbn Ebî Şeybe ve Taberanî rivayet etmiştir.
190
Yön Veren Yazılar -2-
sarih küfür izhar etmeleri hali müstesna, diğer durumlarda
yöneticilere itaat etmenin gerekliliğini beyan etmektedir.
Allah‘ın Ģeriatını değiĢtirmeye kalkıĢmak, hakkında Allah
katından elimizde kesin bir delilin bulunduğu sarih küfürlerdendir –ki bu mesele, delilleri ile birlikte önceki sayfalarda zikredilmiĢti– bu yöneticinin sarih küfrü izhar etmesinde, kalben kâfir olması Ģart değildir. Bu yönetici, sarih
küfrü izhar etmekle birlikte iç âleminde belki Müslüman
olabilir. Ve yine (giderilmesi mümkün olmayan) cehalet, 98
(Ģer‘an muteber olan) tevil ve benzeri engeller sebebiyle
küfür onun hakkında sabit olmayabilir. Lakin bizim ondan
zahir olan bu küfrü yok saymamız/görmezlikten gelmemiz
mümkün değildir; zira her kim küfrü gerektiren bir Ģey yaparsa, –sıhhatini kabul etmese bile– küfrü izhar etmiĢ kabul edilir. Bu, meseleye iliĢkin hüküm verme noktasında
böyledir. Sahibine kâfir hükmü vermeye gelince; burada
bakılır: Eğer ondan tekfirin engelleri kalkmıĢ, Ģartları gerçekleĢmiĢse, iĢte o zaman kâfir olduğuna hükmederiz.
Burada hemen belirtelim ki, her cehalet iddiası şeriat nazarında kabul
edilmez. Cehaletin bir kısmı vardır ki, sahibi tüm çaba ve gayretlerini ortaya koymasına rağmen ilme ulaşamaz ve bu nedenle mazur olabilir. Bir
kısmı da vardır ki, sahibi aslında hakikatte ulaşma imkânına sahipken sırf
tembelliği, gevşekliği ve gafleti nedeniyle ilme ve doğruya ulaşmamaktadır. Bu noktadaki mazeret iddiaları asla kabul edilmez. Aksi halde –
İmama Şafiî‘nin de dediği gibi– cehalet ilimden hayırlı olurdu. Müellifin
kastettiği cehalet, ikinci kısımda yer alan bir cehalettir ve bugünkü yöneticilerde vakıası herhalde yoktur. Bu nedenle okuyucu, yazarın yöneticileri
cehaletleri ile mazur saydığı gibi hatalı bir anlam çıkarmamalıdır. Konu
yanlış anlaşılmasın diye parantez içine meselenin doğru anlaşılmasını sağlayan kısa bir açıklama koyduk. (Çevirenin notu)
98
Faruk Furkan
191
Burada bizim istiĢhadımız/delilimiz Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem‘in ―…Görmemiz müstesna.‖ sözüdür. Buradaki
―görmek‖ kalp ile değil; bizzat göz ile görmektir. ġayet kalp
ile görmek kastedilseydi, o zaman ona kendisi açıkça söylemediği veya kalbini yarmadığımız sürece, kâfir hükmü
vermemiz mümkün olmazdı.
ĠĢte bu görüĢ, imanın sadece kalp ile tasdik ve dil ile
ikrar Ģeklinde iki rüknü olduğunu kabul eden Mürcie‘nin
temel esaslarına racidir. Ehl-i sünnet ise ameli imandan kabul etmekte ve imanı bozan Ģeylerden birisini iĢleyen kimsenin –mazur olması müstesna ki biz müslümanın hangi
hallerde mazur olacağını beyan etmiĢtik– kâfir olacağını
söylemektedir.
Bu konuyu anlatmamızdaki sebep Ģudur: Bir yöneticiden, kesin bir küfür meydana geldiğinde kalbi ile inanmasa
bile, ona karĢı ayaklanmak farz olur. Kime karĢı ayaklanmak farz ise, onun velayeti düĢer. Kimin de velayeti düĢerse, o artık kendisine itaatin zorunlu olduğu müminlerin
emiri olamaz.
Her kim bu görüĢe sahip ise, malın ve çocukların fayda
vermeyeceği, yalnız selîm bir kalple Allah‘a gidenlerin fayda göreceği kıyamet gününde hesaba çekilmeden önce
Ģimdi kendisini hesaba çekmelidir.
Geriye burada zikredilmesi gereken bir mesele kalıyor.
O da Ģudur: Yönetici küfrü izhar etmesi sebebiyle kendisine
karĢı ayaklanılması farz olan bir kimse bile olsa, ayaklanabilmek için ayaklanmanın Ģartlarının gerçekleĢmesi gerekmektedir. Bu Ģartlar Ģunlardır:
192
Yön Veren Yazılar -2-
1- Sarih küfrü izhar etmesi. Ki buna dair söz (önceki
satırlarda) geçti.
2- Ġlmî ve amelî gücün bulunması.
* Birincisine (ilmî gücün bulunmasına) gelince; bu önceki noktaya bağlıdır. Yani sarih küfrün tahakkukuna. Bu
da ancak sarih küfürle sarih olmayan küfrü birbirinden
ayırt edebilen ehl-i ilim sayesinde olur. Ta ki bu sayede Allah‘ın dini hakkında onda ehil olmayan kimseler konuĢup
ülkeler ve halklar bozulmasın.
* Ġkincisine gelince; bu da genel prensiplere bağlıdır.
Bu prensiplerden bir tanesi Allah subhanehu ve teâlâ‘nın Ģu ayetidir:
“Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına,
kötülük de kendi zararınadır.” (Bakara, 286)
Ve yine bunlardan birisi Rasûlullah
sellem‘in Ģu sözüdür:
sallallahu aleyhi ve
―Size yasakladığım şeylerden tamamıyla uzak durun,
emrettiğim şeyleri ise gücünüz yettiği kadar yapın.‖99
3- Yöneticiye karĢı ayaklanmanın, yöneticiden daha
büyük zarara yol açmaması. Yöneticiye karĢı ayaklanmanın
temel hedefi Ģer‘î bir maslahatı gerçekleĢtirmektir. Bu maslahat da Allah‘ın dinini ikame etmektir. Eğer zann-ı galiple
yöneticiye karĢı ayaklanmak olumsuz neticelere yol açacak-
99
Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir.
Faruk Furkan
193
sa ayaklanmak uygun olmaz; bu durumda sabretmek gereklidir.
4-Yöneticiye huccet ikame edilmesi gerekir. Bunu Allah subhanehu ve teâlâ‘nın Ģu ayetinden hareketle söylüyoruz:
“Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler
gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah‟a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç
sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa, 165)
“Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz.” (İsra, 15)
Lakin burada hemen belirtelim ki, bu Ģartların tahakkuk etmemesi, oturup kalmak ve tembellik göstermek anlamına gelmez. Aksine vacip olan: Güç yetirmeyi sağlamak
için Ģer‘î ölçüler çerçevesinde çalıĢmaktır. Bunu ise ―Vesileler için maksatların hükmü vardır” ve “Bir vacip ne ile
tamam oluyorsa, o (tamamlayıcı) şeyde vaciptir” kaidelerinden hareketle söylüyoruz.
Yedinci Olarak: Ortada bu yöneticilerin yöneticiliklerinin sahih olmadığını gösteren bir delil daha vardır. Bu delil, her ne kadar vakıadan uzak olsa da meseleye tazammun
yoluyla delalet eden bir delildir. Bu delil Ģu Ģekildedir: Ehl-i
Sünnet‘in itikat esaslarından birisi de Mehdî aleyhisselâm‘ın
çıkıĢıdır. Mehdî, Allah‘ın onun eliyle dinini nübüvvet
menheci üzere ikame edeceği imamdır. Bu, umum ifade
eden delillerden bizim tercih ettiğimiz bir Ģeydir. Umum
ifade eden bu delillerden bir tanesi Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem‘in Ġmam Ahmed‘in ―Müsned‖inde geçen Ģu sözüdür:
194
Yön Veren Yazılar -2-
―Allah‘ın olmasını dilediği kadar içinizde peygamberlik
devam edecektir. Sonra kaldırmayı dilediği zaman Allah onu kaldıracaktır. Daha sonra peygamberlik yolu
üzere hilafet gelecek ve Allah‘ın kalmasını dilediği kadar (yeryüzünde) kalacak ardından kaldırmayı dilediği
zaman Allah onu kaldıracaktır. Sonra ―zorba krallar‖
dönemi olacak. Allah‘ın kalmasını dilediği kadar devam edecek. Sonra kaldırmayı dilediği zaman Allah
onu da kaldıracaktır. Daha sonra ise (tekrar) peygamberlik yolu üzere hilafet gelecektir... Daha sonra
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sustu/bir şey söylemedi.‖100
Allah subhanehu ve teâlâ Rasulünün dili ile nübüvvet
menheci üzere raĢit halifeliğin tekrar geleceğini müjdelemiĢtir. Bu hilafet, kesin olarak ortalıktaki farklı yönetimleri(n hükmünü) ilga edecek ve onları tek bir halifenin yönetimi altında toplayacaktır. Bu ise öbür yönetimlerin meĢru
olmadığını göstermektedir. Eğer böyle olmasaydı Mehdî
aleyhisselâm‘ın, onların iddia ettiği gibi Haricîlerden birisi olması gerekirdi. Çünkü her kim böyle olursa, o asla RaĢit bir
halife olamaz.
Diğer bir yönden de, her müslümana bu halifenin
emirliği altında bulunması vaciptir. Çünkü her kim onun
emirliğine/yönetimine karĢı çıkarsa, cahiliye ölümü üzere
Elbanî, ―Silsiletu‘l-Ehâdîsi‘s-Sahîha‖ adlı eserinde hadisin “sahih” olduğunu söylemiştir.
100
Faruk Furkan
195
ölecektir. Nitekim Abdullah Ġbn-i Amr radıyallahu anh‘ın rivayet ettiği Ģu hadis bunu ifade etmektedir:
―Kim (bağlılık sözü verdiği) yöneticiye itaatten el çekerse, kıyamet gününde Allah Teâlâ‘nın huzuruna, tutunacağı hiçbir delili bulunmaksızın çıkar. Kim de boynunda beyat olmaksızın ölürse, Câhiliye ölümüyle ölmüş olur.‖101
Buna binan diyoruz ki: Bu yönetimler, nübüvvet yolu
üzere olan yönetimler değildir. Bunlar yardım edilmesi, korunması ve uğruna dostluk-düĢmanlık gösterilmesi caiz olmayan batıl yönetimlerdir. Bu durumda müslümana düĢen
hak ile beraber olması ve hakka yardım etmesidir.
Sekizinci Olarak: Yöneticileri meĢru emir sahipleri
olarak gören, insanları onlara itaate zorlayan, onlara karĢı
ayaklanmayı haram sayan, hatta daha da öteye giderek
eleĢtirilmelerini bile –saray mollaları tarafından gizlice yapılması hariç– caiz görmeyen bu kimselere soruyoruz:
Sizinde kabul edip korktuğunuz bu fitneler karĢısında
müslümanın görevi ne olmalıdır? Toplumda âlimlerin rolü,
ilim talebelerinin rolü nedir? Sizin de hemen hemen her
dersinizde tehlikesinden söz ettiğiniz, kısımlara ayırıp çeĢitlendirdiğiniz Ģirki yok etmenin yolu nedir? Sizin Müslüman
yöneticilerinizin (!), emir sahiplerinizin iptal edip kaldırdığı
Allah‘ın Ģeriatını hâkim kılmanın yolu nedir? KurtuluĢ yolu
nerededir?
Onlar, bu sorulara asla cevap bulamayacaklardır.
101
Müslim rivayet etmiştir.
196
Yön Veren Yazılar -2-
Onlar, (hali hazırdaki) yöneticileri Müslümanların
meĢru idarecileri kabul ettikleri halde kendilerini bu değiĢime hangi Ģey sevk edecek ki? Onlar, böylesi bir giriĢim
yöneticilere karĢı ayaklanmak olacağı için onları değiĢtirme
adına (herhangi bir Ģekilde) çalıĢmıyorlar.
Böylesi çağrıda bulunan kimseleri hemen ―Tekfirci‖ ve
―Haricî‖ yani yöneticiye itaatten huruc eden/ayrılan kimse
olarak nitelendirmekte ve böylelerine ―Cehennem ehlinin
köpekleri‖102 Ģeklinde bir yakıĢtırmada bulunmaktan hiç
çekinmemekteler.
Dolayısıyla onlara göre her kim yöneticiye karĢı gelirse
o, cehennem ehlinin köpeklerindendir!
Onlar bu vasıfla anılmak istememekteler! Ve bu nedenle alabildiğine bundan kaçmakta, kendilerine muhalefet
eden herkese düĢmanlık ve kin göstermekte, ondan ve ilminden uzak durmaktalar. Hatta insanları ondan uzaklaĢtırmayı Allah‘a en çok yaklaĢtıran amellerden kabul etmektedirler!
ĠĢte böylesi durumu olan bir kimse hiç değiĢim için çalıĢır mı?
Onların çalıĢması ancak insanları, yöneticilere karĢı
ayaklanmayı talep eden, yöneticiyi Ģer‘î bir yönetici ile deHaricîler için hadislerde bu vasıf kullanılmıştır. Yani Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem onları “Ateş halkının köpekleri” olarak nitelemiştir. İşte bu nedenle çağdaş Mürcieler, Şeriatın haricinde herhangi bir sistemi kabul etmeyen muvahhit Müslümanları sırf yöneticilere karşı ayaklanıyor ve karşı çıkıyorlar diye bu vasıfla nitelemektedirler. “Subhanallah!
Bu gerçektende büyük bir iftiradır!” (Nûr, 16)
102
Faruk Furkan
197
ğiĢtirmek isteyen (sözde) cehennem ehlinin köpekleri Haricîlerden(!) uzak tutan çalıĢmalarla değiĢtirmek olacaktır!
Evet, onların vakıası/durumu bu! Davetleri, istedikleri
ve gerçekleĢtirmek için çabaladıkları Ģey bu! Allah‘tan afiyet ve ölüm gelene kadar hak üzere sabit kalmayı istiyoruz.
Dokuzuncu Olarak: Burada anlatacaklarımız, sorunun ikinci kısmı ile alakalıdır. Yani onlarla nasıl bir iliĢki
içerisinde olunacağı ve sayılarını kabartmanın (yani onlarla
beraber olmanın) hükmü ile alakalıdır.
Bu soruya cevap birkaç noktadan olacaktır:
1- Bu insanlar, amelin imanın (sıhhat Ģartı değil de)
kemal Ģartı olduğunu Ehl-i Sünnet ve‘l-Cemaat‘e nispet
ederek Selef-i Salih‘inin menhecine yalan yakıĢtırmaya cüret eden kimselerdir. Onlar bununla ameli iman kapsamından çıkarmayı murad ediyorlar. Ve bu nedenle tekfiri ancak kalben helal görme sebebiyle yapıyorlar. Oysa bu, Ehl-i
Sünnet ve‘l-Cemaat‘in üzerinde bulunduğu inanca muhaliftir. Ehl-i Sünnet ve‘l-Cemaat, ameli imandan kabul etmektedir. Bu nedenledir ki onlardan birçoğunun, tembellik
sonucu bile olsa, namazı terk edeni dinden çıkaran bir küfürle tekfir ettiği sabit olmuĢtur. Ġmam Ahmed rahimehullah
da kendisinden nakledilen iki görüĢten birisine göre bunlardandır.
Bin Bâz ve Ġbn ‗Useymîn gibi çağımızda ki birçok Sünnet ehli âlim de bu görüĢü benimsemiĢtir. Oysa namaz
(kalbin değil) bedenin amellerindendir. Hatta Ġbn
‗Useymîn‘in ―Namazı Terk Edenin Hükmü‖ adlı eserini okuyan kimse görecektir ki, namazı terk edenin kâfir olacağına
198
Yön Veren Yazılar -2-
dair getirdiği deliller, Allah‘ın Ģeriatını tebdil eden kimsenin kâfir olacağını ortaya koyan delillere nispetle daha az
bir kuvvete sahiptir.
Binaen aleyh; hakikatte Mürcie‘nin görüĢü olan bu fikri Ehl-i Sünnet ve‘l-Cemaat‘e (yani Selef-i Salihin‘e) nispet
etmeleri bir yalan ve iftiradır.
2- Bunlar dini, Müslümanların geneline değil; sadece
yöneticilere has kılmak anlamında dini devletten ayıran bir
topluluktur. Ki böylesi bir durumda bir insanın din iĢlerine
müdahale etmesi veya yöneticiye karĢı çıkması kesinlikle
caiz olmayacaktır. Çünkü bu onlara karĢı huruc etmek/ayaklanmak sayılmaktadır. Dolayısıyla her kim böyle
bir Ģey yaparsa o, cehennem ehlinin köpeklerinden olacaktır!
ĠĢte bundan dolayıdır ki, kendilerine –özellikle de bu
meselede– muhalefet edenlere karĢı aĢırı derecede eleĢtiri
yönelttiklerini görürüz.
Böylesi durumu olan kimseler toplumu ıslah etme veya
değiĢtirme adına asla çalıĢmayacaklardır; aksine onların çalıĢması yöneticilerin çıkarı için olacaktır. Allah görünen ve
görünmeyen her fitneden bizleri muhafaza buyursun.
3- Bunlar, zulmedenlere meylettikleri için zalim olmuĢ
bir topluluktur. Allah subhanehu ve teâlâ Ģöyle buyurur:
“Zulmedenlere az da olsa meyletmeyin. Yoksa size
ateş dokunur. Sizin Allah‟tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (Hûd, 113)
Faruk Furkan
Bu yöneticiler Allah
199
subhanehu ve teâlâ‘nın “Kim Allah'ın
indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, zalimlerin tâ kendileridir.” (Maide, 45) ayetinden dolayı Ģeksiz bir Ģekilde zalimdir-
ler. Zalimlere az bir meyl bile zulümdür. Hatta Allah
subhanehu ve teâlâ, bunu yapan kimselere elîm bir azap vaat
etmiĢtir.
Bunların zalimlere meylediĢlerinin delili, onları müdafaa etmeleri, dostluk ve düĢmanlıklarını onlara göre belirlemeleridir. Dolayısıyla her kim ―Bu yöneticiler ulu‘lemir‘dir‖ diyorsa o, (onların nazarında) Ehl-i Sünnet
menheci üzere olan selefî birisidir. Her kimde ―Bu yöneticiler zalim ve fasıktır‖ diyorsa o da, kendisinden sakınılması ve
ilan edilmesi gerekli olan tekfirci ve Haricî birisidir! Bundan sonra daha nasıl bir meyil olabilir ki?
4- Buna binaen (diyoruz ki): onlara zulümleri noktasında yardım eden, sayılarını kabartmak için çalıĢan ve onları reddetmeyi terk eden herkesin hükmü, onların hükmü
ile aynıdır. Hatta bu kimse, zulümlerinde ve Allah‘ın salih
kullarına iliĢmelerinde onlara ortaktır. Bana göre, insanları
onların etrafında pervane yapan, dünyevî çıkarlardan baĢka
bir Ģey değildir. Çıkarlar ve menfaatler onları bir araya getirmekte, arzu ve istekler aralarını ayırmaktadır. Onlardan
birçoğu iĢin aslına bakılırsa içten içe Ģöyle demektedir:
―Biz sizin hak üzere olmadığınızı biliyoruz; ama bizim
(…) isteklerimiz var…!
Allah‘a yemin ederim ki, bu nifakın ta kendisidir. Nasıl
olur da günahları, zulümleri ve haksız yere insanlara düĢ-
200
Yön Veren Yazılar -2-
manlık etmelerine rağmen onların sayıları çok gösterilebilir/desteklenebilirler?
Onlar hakkında Ģakası olmayan kesin hüküm Ģudur:
Onlara yardım eden ve onların sayılarını kabarık göstermek
için çalıĢan herkes, onlardandır, onlardandır, onlardandır.
Allah en iyisini bilen ve en yüce olandır.
Allah‘ım! Abdullah‘ın oğlu Ümmî ve Emin Peygamber
Muhammed‘e, âline, ashabına ve kıyamete kadar onların
menheci üzere gidenlere salât eyle.
İbrahim b. Abdulazîz
Hicrî 9 Rebiulevvel, 1425 Çarşamba.
Miladî 28.4.2004.

Benzer belgeler