KÜRDİSTAN MAZLUMU Dedim ya sevdiğim Yaralıdır, yangın yeridir

Transkript

KÜRDİSTAN MAZLUMU Dedim ya sevdiğim Yaralıdır, yangın yeridir
MKP Merkezi Ordu Bülteni/Sayı:7/Şubat-Mart 2010/Fiyatı:1TL
KÜRDİSTAN MAZLUMU
Dedim ya sevdiğim
Yaralıdır, yangın yeridir yüreğim
Gözlerimden akan
öfkeli yaşı bağışla
Sabır taşlarının
havan toplarıyla ufalandığı
Her zerresinde kardeş kanı olan
Özgürlük tarlamızdır
satılmak istenen
Bu yüreğin bu acıya dayanması
kolay olmaz elbette
Artık gitme vaktidir!
Ne yazık ki
Büyük bir aşkın altında
ezilmemeye çalışırken
Senin sevdanı da taşıyacak
derman yok dizlerimde
Bir zaman daha!
Ne olur hüzünlenme
Eğme boynunu
bülbülü kahreden gül gibi
Ve son bir diyeceğim var sana
Unutma sevdiğim
İstersen yaz bir kenara
Son sözlerim olarak kalsın cihana
Ve çiyan pazarlığına
şiir yazmayan birisi
Şairim demesin kendine
ey nazlı yurdum
Sana türkü yakmayan
ozan değildir daha
Dağlarına bel verip
kan kusturmamışsa düşmana
Hasret kalmamışsa uykuya
Düğün olmamışsa yar yoluna
Çalmamışsa silahını kayalıklara
El vermemişse
kurtuluş kavgasına
Kızlarımla, oğullarımla
Yiğit demesinler
gençlerim kendilerine
C. Kahraman
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
SUNU
Yaklaşık sekiz ay önce yayınlanan altıncı sayımızın ardından, dağların engin yüceliğinden, sınıf savaşımının zor aygıtıyla
yürütüldüğü ve savaşın kor alevlerinin
alazının aydınlattığı alanlardan tekrar merhaba.
Bu sayımızda da görsel anlamda bazı
yeniliklerle birlikte gerillanın duygu ve
düşüncelerinin yer aldığı şiirler, yürüttüğü
mücadele ve bu mücadeleyi yürütürken
aldığı hal, ürettiği-üretmeye çalıştığı değerlere ilişkin yazı ve makaleler yer almakta. Gerillanın sadece savaşan silahlı
bir güç olarak değerlendirilmemesi, yaşamı, çevresi, yürütücüsü olduğu sınıf savaşımı, nihai amaç olan komünizm ve onun
bu günden yaratılan/yaratılmaya çalışılan
değerleri ile ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Bu anlamıyla savaşan, savaşırken eski
ve köhnemiş olanı yıkan/yıkmaya çalışan,
bunun yerine yeni olanı kuran/kurmaya
çalışan bir yapısı vardır. Bu nedenle fikirsel anlamda üretimlere girişmesi, kendisini
ve çevresini eleştirmesi olmazsa olmazdır. Bu sayımızda daha çok bu anlamda
üretimlere yer verdik.
Savaş yasalarının diyalektiğinden bağımsız olmayan yayın hayatımızda, bir
sonraki sayımızda buluşmak ümidiyle...
İÇİNDEKİLER
Gerilla Savaşı Nasıl
Olmalı ?
3
Şiir: Kinin Sonu
Gelecek
8
Eski ve Yeninin Çatışmasından Doğar Yeni Yaşam
9
Şiir: Gece ve Yol
11
Kültür ve yozlaşma
12
Şiir: Savaşta İki Yan
26
Maoist Komünistlerin
Kitle Çizgisi
27
Birey örgüt
ilişkisi üzerine
31
Şiir: Yeşertiyoruz Umutları 34
Yoldaşlık İlişkileri
Üzerine
35
İktidar Namlunun
Ucundadır!
2
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
Gerilla savaşı nasıl olmalı?
Savaş, çelişmelerin çözüme ulaşması
için, karşıt görüş ve çıkarlara sahip kimselerin başvurduğu bir mücadele biçimidir. İnsanlık tarihi, sınıf mücadelelerinin
ve bu mücadelelerin ışığında yaşanan
savaşların tarihidir. Egemen sınıf ve
zümrelerin ellerindeki gücü savunma ya
da büyütme, karşıtlarının da bu gücü ele
geçirme isteklerin doğal bir sonucu olan
bu eylem biçimi, sınıf mücadelesinin
gelişmesine paralel olarak boyut değiştirmiş ve niteliksel bir değişime uğramıştır. Sömüren kesimler kendilerinden güçsüz ve zayıf olanları sömürmek, kendine
bağımlı kılmak için haksız savaşlarını
sürdürmeye devam ederken, sömürülen
proletarya, ezilen halklar ve uluslar ise
kendilerini ezen, sömüren bu zorbalara
karşı sınıf mücadelesinin ulaştığı bilimsel düzeyler ışığında haklı savaşlarına
başvururlar, vuracaklardır da. Gerilla
savaşı da, genelde bahsi geçen bu
sınıf, halk ve ulusların kendilerini
sömüren, sayı ve teknik olarak
güçlü kesimlere yani düşmanlarına karşı başvurduğu bir savaş
tarzıdır. Bu savaş görece güçsüz
olanın, görece güçlü olan karşısında yürüttüğü mücadelenin ilk aşaması olma özelliği taşımaktadır.
Türkiye-Kuzey Kürdistan’da da sınıf mücadelesinin
bu-
günkü durumu devrimci savaşın gerilla
savaşı aşamasını yaşamaktadır. Bu aşama içerisinde on yıllardır yürütülen savaşın yarattığı bir birikim söz konusuyken, bu birikimin sistemli bir şekilde
sonraki kuşaklara aktarılmadığı da bir
başka gerçeklik olarak orta yerde durmaktadır. Elbette ki bu birikimin günümüze hiç yansımasının olmadığını söylemek de haksızlık olur. Bugün bu savaşın
yürütücüsü olan bizlerin, bu güne kadar
yoldaşlarımızın savaş alanlarında yarattığı birikim ve tecrübelerden yararlanmak,
kendi pratiğimizi bunun ışığında geliştirmek ve gelecek kuşaklara da bunları
sistemli bir şekilde aktarmak gibi bir
görevimizin de olduğu akıllardan çıkartılmamalıdır. Bu yazıda
birçoğumuzun
bildiği
gerçekleri tekrarlamakla
birlikte, bazı eksikliklere
de
dikkat
çekmeyi
amaçlıyoruz. Elbette ki
konunun genişliği bazı
noktaları gözden kaçırma
durumunu ortaya çıkartabilir. Ancak bu haliyle bile pratik
hatta ufkumuzun genişlik kazanmasına yardımcı olacağını
düşünmekteyiz.
Yukarıda bu açıklamaları yapıp
konumuza kısa bir giriş yaptıktan sonra devrimci savaşın,
gerilla savaşının bu
günkü gerilla
faaliye-
3
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
tinin şekillenişinin nasıl olması yönünde
bazı konu başlıklarına değinelim.
Bahsi geçen bu savaşın yürütücüsü
olan gerilla halkla bütünleşmelidir. Bu
gerilla için olmazsa olmazların en başında gelendir. Çünkü halk, hem gerillanın
yaşam alanı, hem de gerillanın besleneceği yaşam damarıdır. Bu unsur gerillanın yaşamında belirleyici bir yerde durur. Yürütücüsü olduğu savaşın omuzlarına yüklediği görevin düşmanla savaşmak, savaş içerisinde halkı örgütlemek
ve onları aslında kendi savaşımları olan
bu haklı savaş için seferber etmek olduğu gerçekliği, halkla bütünleşmenin ne
kadar önemli bir nokta olduğunu açıklamak için yeterli olacaktır. Bu durum
gerillanın varlık nedenlerinin ilk sıralarında yer alır. Yani gerilla bir yandan
düşmanına ki bu düşman geniş halk tabakalarının da düşmanıdır, etkili darbeler indirmeli, bir yandan da bu geniş halk
kitlelerini devrim davası doğrultusunda
seferber edebilmelidir. Bunun içinde
kitlelerle sıkı ilişkiler geliştirmeli, onları
politikleştirmelidir ve bunun ışığında
belirlenen pratik bir hat izlemelidir.
Gerilla savaşında önemli olan noktalardan biri de kendini korumak ve düşmanı
yok etmektir. Kendini korumaktan kasıt
düşmanla karşılaşınca hemen manevra
yapıp uzaklaşmak değil, içerisinde bulunulan nesnel koşulların ışığında kayıpsız
ya da mümkün olan en hafif kayıpla düşmanı darbelemektir. Eğer içerisinde bulunulan koşullar buna izin vermiyorsa,
gerilla, düşmanı ve hareket tarzını uygun
noktalardan izlemeli, gelecekte yapacağı
eylemlilik için bilgisini arttırmalı ya da
bir dahaki karşılaşmada ona darbe indirecek saldırı için en uygun yeri ve zama-
nı bu bilgiler ışığında belirlemelidir.
Unutulmamalıdır ki gerilla her zaman
savaşın aktif bir unsuru olmalıdır. Bu
saldırıda, savunmada, geri çekilmede,
manevra yapmada, gözetlemede, sözün
kısası bütün pratiğinde böyle olmalıdır.
Gerilla, gerilla savaşının kurallarını
yaratıcı bir tarzda yaşamına ve mücadele
pratiğine uygulamalıdır. Karşılaştığı
olaylar ve durumları çeşitli yönleriyle
ele almalı, her bir durumda aşamaları
kapsamlı bir şekilde incelemeli, gerilla
savaşının kurallarını yaratıcı bir şekilde
yaşama geçirmelidir. Gerilla savaşında
katılığa yer yoktur ve savaşın her alanında kendine özgü taktikler yaratılmalıdır.
Gerilla olayları, olguları özellikle içerisinde bulunduğu nesnel koşullar içerisinde ele almalı, ayrıca düşmanın önceki
alışkanlıklarını, yenilgi ya da başarı durumundaki durumlarını kapsamlı bir
şekilde incelemelidir ve buna göre esneklik içeren bir savaş tarzı belirlemelidir.
Gerillanın eylemleri her daim şaşırtmayla başlamalıdır. Şaşırtma ve hız gerilla için en önemli husustur ve savaşta
inisiyatifi elde tutmanın başlıca koşullarındandır. Gerilla, düşmanı belli bir savaş tarzına alıştırmamalıdır. Yaratıcılığını kullanarak eylem şekilleri ve tarzını
sürekli değiştirmeli, yenilemelidir. Örneğin bir gerilla birliği, herhangi bir karakola ilk saldırısında arkadan saldırır. Bu
düşmanın dikkatini bu yöne vermesine
neden olur. Karakoldaki düşman bir sonraki saldırıyı da zayıf yanı olarak düşündüğü karakolun arka tarafından bekleyerek, arka tarafı güçlendirir ve etkili silahlarını o yöne yerleştirir. Buna karşılık
gerilla bir sonraki saldırısında, düşmanın
4
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
beklediği yönden yani karakolun arka
tarafından değil de daha farklı bir yönden saldırmalıdır. Yine sürekli gece ya
da akşama doğru eylem yapan gerilla,
düşmanın sürekli bu saatlerde saldırı
beklemesinden kaynaklı eylem saatinde
değişikliğe gitmeli ve eylemlerini düşmanın saldırı beklemediği günün diğer
saatlerinde gerçekleştirmelidir. Bu şekilde düşmanı belirli bir savaş tarzına alıştırmamış olacaktır. Yani gerilla yerleri,
saatleri, eylem tarzlarını sürekli değiştirmelidir.
Yine gerillanın savaş tarzında olmazsa
olmaz olan ve gerillanın savaştaki belirleyiciliği ve inisiyatifinin en somut ifadesi olan vur-kaç taktiği gerilla savaşının
temel eylem biçimidir. Gerilla düşmanına hızlı ve etkin bir şekilde vurur ve
“kaçar”. Sonra yine vurur ve yine
“kaçar”, bu bir döngü halinde devam
eder. Böylece savaşta inisiyatifi kendi
elinde tutmuş olur. Bir başka deyişle
gerilla savaşırken, düşmanının onu çektiği minderde değil, kendi belirlediği minderde düşmanıyla mücadele eder.
Gerilla, yukarıda saydığımız tüm bu
görevlerini ve savaşımını yürütürken
iyi tanınırsa eylem sonrası güçlerin çekilip dinleneceği, akademik eğitimlerin
verilebileceği en doğru yerler belirlenebilir. Belirlenen bu yerlere erzak ikmali
yapılmalı, bu ikmal, öyle gelişi güzel
olmamalı faaliyet planlamasına göre
olmalıdır.
Yukarıda gerilla faaliyetinin şekillenişinin nasıl olması yönünde değindiğimiz
bu konu başlıklarını maddeler halinde
özetleyecek olursak, bunlar;
1- Gerilla halkı iyi tanımalı (ekonomik,
sosyal, siyasal ve kültürel yaşamını bilmeli), onları örgütleyerek desteğini almalı ve giderek savaşın bir parçasına
dönüştürmelidir.
2- Gerilla düşmanını tanımalı (elindeki
silah, teknik, alışkanlık vb), değişkenlik
gösterdiği durumları atlamamalıdır.
3- Gerilla her zaman savaşın aktif bir
unsuru olmalıdır.
4- Gerilla, gerilla savaşının kurallarını
ve eylem biçimlerini yaratıcı bir tarzda
uygulamalıdır.
5- Gerilla araziyi iyi bilmeli ve kullanabilmeli, eylemlerinde hızlı ve şaşırtıcı
olmalıdır.
araziyi iyi
tanımalı ve
onu iyi kullanmalıdır. Arazinin doğru şekilde
kullanılmasıyla hem
eylemde üstünlük sağlayabilecek, hem de düşman saldırıları
ve operasyonları rahatlıkla
boşa düşürülebilecektir. Arazi
5
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
Tüm bunları bu şekilde özetledikten
sonra, on yıllardır gerilla savaşı veren
bizlerin neden bugün yeterli bir düzey
oluşturamadığımızın üzerinde durmak
gerekir. Bu durumun nedenlerini sıralayıp, sonrasında kısaca açıklamaya çalışalım. Bunlar;
1- Halkın desteğinin iyi örgütlenememesi, halka karşı yanlış tutumlar içerisine girilmesi
2- Bir bütün geleceğe dair değil anlık
planlamaların uygulanması
3- Gerilla yaşamının ve şekillenişinin
ideolojik seviyemizle aynı düzeyde olmaması
4- Düşmana süreklilik gösteren yönelimlerin olmaması
5- Tecrübelerin aktarılmasında ki eksiklik
Şimdi sırasıyla açıklayalım:
1- Tarihimize baktığımızda dönem
dönem halkın devrimin yaratıcısı olduğunun unutulduğunu ve kitlelerden kopuk bir hareket tarzının benimsendiği ya
da halkı kazanmanın ancak onların bir
parçası olmak, onları kendimizle birleştirip savaştırmamızla mümkün olacağının
unutulduğu, çoğu zamanda bunun sadece
teorik düzlemde seslendirilmiş olduğu
görülebilir. Yani sözün kısası kitle çizgimizin doğru bir tarzda uygulanmadığı
görülebilir. Halkın, devrimin sağlam
birer destekçisi ve giderek de savaşçısı
olması, ancak onların gönüllü desteğini
almamızla mümkün olur. Bu da sağlam
ve sürekli bir kitle politikası çizgisinin
oturtulmasıyla mümkün olacaktır. Gerilla köylere kısa aralıklarla değil sürekli
uğramalı, yalnız gerekli ihtiyaçları karşılamak için değil, onları politikleştirme
ve örgütlemeyi esas almalıdır. Halkla ne
kadar sık bir araya gelir, onların gündemlerinde yer edinir, sıkıntılarının çözümünde onlara yardımcı olursak, o denli birleşip kaynaşırız. Gerilla salt askeri
bir hal almak istemiyorsa, faaliyetlerini
derinleşen kitle temeli üzerine oturtmalıdır. Aksi halde halkı sadece bir gıda deposu olarak görme anlayışı yaşam bulur.
Yine geçmişte halka karşı dönem dönem sekter tavırlar (dayak, tehdit vb)
içerisine girilmiş, kültürümüzle uzaktan
yakından alakalı olmayan böylesi yaklaşımlarla halkla olan bağ zayıflatılmıştır.
Bazen kendi taraftarına karşı farklı, taraftarı olmayanlara daha farklı yaklaşımlar sergilenmiştir. Tüm bu yaşananlar
halkı gerillaya karşı soğutmuştur.
2- Bazı dönemlerde Halk Savaşı’nın
uzun ve çetin bir mücadele dönemini
kapsayacağı gerçekliğinin üzerinden
atlanarak, kısa dönemleri kapsayan programlama ve yaklaşımlarla günü kurtarma
mantığıyla hareket edilmiştir. Bu dönemsel başarılar doğurmuşsa da geleceğe bir bütün kazanımın olarak aktarılamaması durumunu doğurmuştur. Gerillanın faaliyetinin uzun ve çetin bir mücadele dönemini kapsayacağı gerçekliği
atlanılmadan, yapalım da nasıl olursa
olsun mantığıyla değil, yapılacak her
faaliyetin gelecek için temel teşkil etmesi anlayışıyla hareket edilmeli, buna uygun uzun süreli programlar uygulanmalıdır. Böylece günü kurtarma değil, bir
bütün geleceği kurma perspektifi egemen kılınmalıdır.
3- Gerilla yaşamının ve şekillenişinin
ideolojik seviyemizle aynı düzeyde olmaması derken, ideolojimiz ve onun
yansımalarının savaş alanı olan gerilla
alanına yeterli düzeyde yansıtılıp uygu6
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
4- Düşmana süreklilik gösteren yönelimlerin olmaması savaş noktasında gelişimin önünü tıkamış ya da sınırlamıştır.
Unutulmamalıdır ki, her eylem bir sonrası için (kusursuz olması ya da hata payının az olması için) tecrübe sunar. Savaş
savaşılarak öğrenilecekse, eylemler olmaksızın da bu gerçekleşemez. Savaşta
süreklilik gerillanın saldırı taktiğini geliştirecektir. Nasıl ki her
bilgi bir sonrakinin
anası ise, her eylemde
bir sonraki için dayanak olacaktır. Gerillanın gelişimi eylemlerin
sürekliliğine bağlıdır.
Bu durum ayrıca gerillanın nitelik ve nicelik
olarak büyümesine
olanak sunacak,
silah ihtiyacının
karşılamasına hizmet edecektir.
5- Tecrübelerin aktarılması gerillanın
niteliksel gelişmesinin ön koşuludur.
Yazının başında da belirttiğimiz üzere
bu önemli bir görevdir. Halk Kurtuluş
Ordusu on yıllardır yürüttüğü savaş içerisinde azımsanmayacak tecrübe ve deneyim elde etmiştir. Ancak bunlar sistemli bir şekilde gelecek kuşaklara aktarılamamıştır. Eğer tecrübeler aktarılmazsa, ya her şey sil baştan olacak, ya da
gelişim yeterli düzeyde yaşanmayacak
ve bu da bizlerin ileriye doğru adım atmasını güçleştirecektir. Tecrübelere kuru
kuruna bağlılık da bizi yanlışa sürükleyebilir. Bu nedenle tecrübelerden yararlanmak, kendi pratiğimizi bunun ışığında
geliştirmek ve gelecek kuşaklara da bunları sistemli bir şekilde aktarmak gerekmektedir.
lanmamasını kastediyoruz. Bu alanda
dönem dönem baş gösteren savaş ağalığı, sağ veya sol sapmalar bunun yansımasıdır. İdeolojik-politik hattımız, ya da
programatik görüşlerimiz ne kadar doğru
olursa olsun maddi yaşamda karşılık
bulmaz ise bir anlam ifade etmeyecektir.
Bu durum bizim bu alandaki ve diğer
bütün alanlardaki genel doğrumuzdur.
Ancak bu paralellik her zaman kurulamamıştır. Bu da
savruluşlara neden olmuştur. Bunun yaşanmaması
için özelliklede
savaş alanında
yaşanmaması
için ideolojik ve teorik
donanım sürekli yükseltilmeli, böylece
gelişen veya gelişecek olumsuz şekilleniş ve sapmaların önünü alınmalıdır.
Ayrıca, gerilla yaşamında maddi zorluklarının olduğu hepimizin malumudur.
Gerillanın bu zorluklar karşısında sergilediği cüret ve direnme gücü elbette ki
ideolojik kavrayışından gelmektedir. Bu
örnek bile bunun ne denli es geçilemez
bir durum olduğunu açıkça gözler önüne
sermektedir. İdeolojik-politik yan önemsenmez ise, gerilla kendi gerçekliğine
yabancılaşmaya da başlar. Giderek ne
için savaştığını unutur, savaşı bir araç
olmaktan çıkartıp amaç haline dahi getirebilir. Sözün kısası, gerilla, savaşı sadece ölüm ve yaşam savaşı olarak görmemeli, devrimi, ideolojimiz doğrultusunda
her gün yeniden ve yeniden yaşamalı,
bulunduğu her alanda da yaşatmalıdır.
7
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
Bu değerlendirmeleri yaparken yaşanan
olumsuz durumları genellemek yanlıştır.
Bununla birlikte sadece dönem dönem yaşanan bu durumları ya da eksiklikleri es geçmek ve nedenleriyle birlikte kavramamak
da başka bir yanlış olacaktır. Bütünlüklü
olarak bakıldığında Halk Savaşı içerisinde
önemli değerler yaratılmıştır. Bu asla akıllardan çıkartılmamalı, olumluluk ve olumsuzlukların doğru temelde değerlendirilmesiyle gelecekteki başarıların tüm bunların
üzerine bina olacağı akıllardan çıkartılmamalı ve geçmiş sürekli muhasebeye tutularak ilerletilmeli ve geliştirilmelidir.
Sonuç olarak; bir şeyin güçlü oluşu onun
her koşul altında başarı elde edeceği anlamına gelmez. Nasıl ki her oyun kendi kuralları çerçevesinde oynanırsa başarı sağlarsa,
düşmanın da bizden sayı ve teknik yönden
güçlü oluşu, onun zafer kazanacağı anlamına gelmeyecektir. Yeter ki bizler gerilla
savaşını doğru temle ele alalım. Unutulmamalıdır ki; bir boks maçında boksörün iriliği veya zayıflığı sonucu tek başına belirleyemez, yalnızca bir etken olabilir. Maçta
sonucunu yumruğun güçlülüğü, bunun yanı
sıra sürekliliği ve en önemlisi de bunlara
yön veren düşünce belirleyecektir. Bu nedenle ideolojik-politik hattımızı ne kadar
sağlam tutar ve bu hat doğrultusunda savaşımımızı ne kadar geliştirirsek, başarıya o
denli yaklaşırız. Kara bulutlar ne kadar kalın bir tabaka olursa olsun, ardında parlayan bir güneşin olduğundan ne
kadar eminsek, bir gün düşmanında bizim karşımızda yerle
bir olacağından o denli
emin olmalıyız.
8
KİNİN SONU GELECEK
Bekleyeceğim
Sessiz düşlerle
Çıkıp geleceğin o günü.
Kapalı kapılar ardına sığdırdığın
Hayatın sevecen yüzünü
Açık seçik sunacaksın o gün.
Çekerken en ağır
Yükünü dünyanın
Darağaçlarında asılı
Zindanda paramparça edilmiş
Tüm umutların
Yeniden ayağa dikilecek.
Güvercinlerimiz alıp yükseltecek
Pusuya düşmüş bir gerillanın
Zafer çığlıklarının ardından
Beliren umutları.
Ter kokulu gömleğe saplanmış
Barut kokulu merminin
Acısı yok
İnancın bedenlerine.
Ardı sıra kin kokuyor
Damlayan kandı bir tek
Ve kanın çocuğu büyüdüğünde
Kinin sonu da gelecek
Dalgalanan kızıl bayrağın ardından.
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
Eski ve Yeninin Çatışmasından Doğar
Yeni Yaşam
Ağını sabırla çeken balıkçı misali beklemeye başlanır, adı hem ayrılık, hem de
buluşma olan o zaman. Bir yanda bırakıp gidilecekler ve dayanılması zor ağırlığı, öbür yanda ise yılların büyüttüğü ve
zaman zaman kalbin ritminde değişikliklere neden olan koca yürekli yoldaşlarla
kucaklaşma anının dayanılmaz çekiciliği.
Böylesi bir duygu anaforunda geçmiş ve geleceğe
dair düşünceler birbiriyle
çatışır, insanın kendisini
bile hayretlere düşüren
düşünce dünyasında. Bir
yanda eli silahlı, uzun
sakallı, koca yürekli ve
parlayan
gözlerindeki
ışıkta, gelecek güzel günlerin muştusunu saklayan,
çocukluğumuzun kahramanları ve onlarla buluşmak, öbür yanda ise; bugüne kadar sıcaklığı, şefkati ve her zaman sığınabileceğin güven ve huzur
dolu aile ve yaşamda
yarenlik edilen, gönlün, kalbin ve de
yaşamın yarısı olan, sevinci ve kederi
ortak edindiğimiz, en zor zamanlarda
yanı başımızda beliren, gözyaşlarımıza
mendil olan omuz ve ondan ayrı kalmak
zorunluluğunun dayanılması zor ağırlığı.
Ancak, gelecek aydınlık günlere doğru
yapılan zorlu yolculukta, yürüyüş kolundaki yerini alma görevinin ertelenemezliğidir bu ayrılıkları dayanılır kılan. Bugüne kadar nelere dayanmadı ki bu yürekler: Köylerin ve ormanların içindeki
yaşamlarla birlikte yakılışına, diline bile
yabancı olunan sürgün coğrafyalarındaki
yaşama, silahsız sivil insanların sorgusuz sualsiz katledilişlerine, özgürlük
uğruna dağları mekân tutan dağ kartallarının asırlık koca çınarlar gibi devrilişine… Birazda tüm bu yaşananlar değil
miydi kavganın en sıcak alanını mesken
tutmaya neden.
Ve savaş alanına atılan ilk adımla birlikte başlar yeni yaşam. Başlar önce
kendi yaşamında, sonrada tüm dünyayı
kapsayacak olan yıkıp-yapma faaliyeti.
İlk balyoz darbeleri eski yaşamdan kalan
alışkanlıklara inmeye başlar acımasızca.
Bu yapılamazsa uzun olmaz çıkılan yolculuk. İlk zorluk, ayağın takıldığı ilk
çakıl taşı, uygun adım yürünmesi gereken yolda yalpalamaların başlamasına
neden olur. Yaşanan yalpalamalar zamanla yürüyüş temposunda düşüşe, sonra ayak diremeye, en sonunda da savrulup gitmeye neden olur. İlk adım atılırken kuşanılan cüret ve azim, bahar güne9
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
şinin sıcak ışınları altında kalan kar gibi
erimeye başlar. Ama bir demirci ustalığıyla indirilirse balyoz darbeleri geçmişin hastalık olan yanlarına, çıkılan zorlu
yolda karşılaşılacak hiçbir zorluk bükemez havaya kaldırılmış sıkılı yumruğu.
Başlarda alanın acemiliğiyle ürkekçe
atılan adımlar, bir zaman sonra yerini
koşar adım yürümelere, daha sonrada
ölümün üzerine bile tilili çekerek koşmalara dönüşür.
Bazen daha önceden yürünmemiş, ilk
kez kullanılan-bilinmeyen bir patikada
yürürken yürek ve bilinçteki ışığın yol
göstericiliği devreye girer. Kaybolunca
ya da yitirilince bu ışık, dümensiz gemi
olunuverir, fırtınalar kopan okyanusun
orta yerinde. Ve geminin su alması kaçınılmazdır böylesi bir durumda. Bu batma durumu o kadar ağır ağır gerçekleşir
ki, hani derler ya; ‘Hayatın bir film şeridi olur, akar gözlerinin önünden’. Hesaplaşır kişi kendisiyle bu zaman aralığında. Yakalarsa doğru yönünden meseleyi, yani bilimsel olur, bilimsel yöntemlerle yaklaşırsa meseleye içinde sönen
ışık tekrar canlanmaya başlar ve ışığın
yol göstericiliği ile gemi kurtarılır, ya da
sapılmışsa patikadan tekrar bulunur
patika gece karanlığında ve yola devam
edilir. Ama yapılmaz/yapılamaz ise bu
bilimsel hesaplaşma ne geminin azgın
dalgalar arasında yitip gitmesi önlenebilir, ne de patikaya bir daha dönülebilir.
Bir bakılır ki, karanlıklar içerisinde yitip
gidilmiştir. Ve karanlık artık onun yaşamı olmuştur.
Başlayan yeni yaşamda, ölüm ile yaşam yan yana yürür. Çoğu kez kardeş
olur bu zorlu yolculukta. Bazen de ölmek olur yaşamı var etmenin adı. Bu
gerçeklik sürekli akılların bir yerinde
olur; ancak, uzun zaman almaz bu durumun eğlence konusuna dönüşme süreci.
O andan sonra yaşanan her ayrılıkta, bu
bazen birkaç ay, bazen birkaç gün ya da
birkaç saat sürecek bir ayrılıktır belki,
sarılmalar o kadar candan, o kadar sıkı
olur ki, bunu ancak yaşayan hissedebilir
ya da fark edebilir. O birkaç saatlik ayrılığın bile bir daha görüşememek olabileceği ihtimali bakışlarda mahzunluk, gönülde burukluk, ağızdan dökülen kelime
bütünlerinde ise bunun tam tersi kahkaha derekesine varan gülüşmelere neden
olur. Ve ayrılıklar sonrası yaşanan her
buluşma üstü örtülü bir bayram havasıdır. Sadece omuz omuza
karaçora durulmamıştır.
10
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
Bazen de yaşanmaz, yaşanamaz bayram havası. Bir eksik gelinmişse randevu yerine, yürekler mengenede sıkılmaya başlar. Bir yıldız daha kaymıştır parlamakta olan yıldız topluluğunun arasından. Her kayan yıldız gibi o da, giderken
ışıklı güzergâhının yol tabelası olur bilinçlerde. Gözpınarları yağmur toplamış
buluta döner. Dokunsalar birkaç Munzur
gözesi oracıkta akmaya başlayabilir.
Akar elbet gözpınarlarında biriken yaşlar. Robot ya da taş kalpli değil ya bunları yaşayanlar. Ama onlar, bir ölümün
ancak bu kadar anlamlı olabildiğini de
bilenlerdir. Sıkılı yumruklar ağır ağır
kaldırılır gökyüzüne, yıldızlara doğru,
göğüs kafesini patlatacak kadar derin bir
nefes çekilir ciğerlere. Haykırılır hep
birlikte intikam antları. Bilinir ki intikamı alınmamış her şehidin mezar taşı
devriktir. Devrik bırakmamak için yoldaşının mezar taşını, daha amansız bir
savaşın hazırlığı başlar.
Zorlu yürüyüş ve amansız savaş içinde yürekler ve bilinçler defalarca sınanır. Kalmışsa bir tutam bile olumsuz
yan, kavganın kor ateşine tutulur, yakılarak yok edilir. Öncelik ve sonralıklar
yer değiştirir bu süreç içerisinde. Bazen
canından vazgeçersin bir başka canı kurtarabilmek için; atılırsın bir an bile tereddüt etmeden her yanından vızıltılar
eşliğinde yağan kurşun yağmurunun
altına.
Eldeki silah önceki yoldaşların emanetidir bir bakıma. Sırayla taşınmıştır
elden ele, tıpkı elden ele aktarılan kızıl
bayrak gibi. Onlar nice kurşun yağmurları altında ellerinde bu silahlarla çıkmışlardır ya da çıkamamışlardır. Ve
onlar ki bazen bedenleriyle harlamışlardı
kavga ateşini. Vermek üzereyken son
nefeslerini, ellerinden bırakmak üzere
oldukları silaha doğru uzanmış ellerin
varlığının bilinciyle, huzurla kapanır
gözkapakları. Ardılları vakit kaybetmeksizin alır yerini kavga alanında. Ve bu
bir döngü olur kurtuluş gününe kadar
sürecek.
Adımlanırken
Zifiri karanlıkta
El yordamıyla patika
Yürek ve bilinçteki ışıktır
Yoldan sapmayı engelleyen.
Uzak bir evden yansıyan ışık
Hem zorunlu bir görev
Hem de demli
Sıcak bir çay demektir
Gecenin üşüten ayazında…
11
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
Kültür ve Yozlaşma
kültürleri ile gelişmesi durumu söz konusudur. Ancak, toplumun kültürel dokusuna esas damgasını vuran olgu üretim tarzının yaratmış olduğu toplumsal
şekillenmedir. Bu kültürel şekillenmede
iktidar erkinin zorunun, zülmünün de
büyük payıyla ezilen sınıfların kültürel
gelişmesi engellenmiştir. Ezilenler tarihten bu yana sömürü altında olmalarından
dolayı da kültürel anlamda da boyunduruk altındadırlar. Ezenler toplumu sömürmek için kültürel olarak boyunduruk
altına almak durumundadırlar. Ezilme ya
da sömürülme meselesi insanın ürettiği
maddi değerlerin yanı sıra maneviyatının
da iliklerine kadardır. Bu sömürünün
olamazsa olmazıdır. Ezilenler, sömürülenler, sömürüye dayanan sistemin hamurunda yoğrulurken, kendilerine has
insanın temel alındığı felsefeye dayanan
ve iktidarla çatışan çeşitli ilerici misyon
biçeceğimiz ezilenlerin kültürel şekillenmeleri de olmuştur. Ancak bu iktidarlar
tarafından sürekli saldırıya uğramaktan
kurtulamamıştır. Spartaküslerin, Şeyh
Bedrettinlerin, Pir Sultanların ve devlete
tarihten bu yana baş kaldırmış birçok
isyancının doğallığıyla sahiplendiği kültürel tutum yeterince açığa çıkmaya olanak bulamadı ve bastırılarak bugünlere
gelindi.
Bütün toplumlara esas olarak o toplumun hâkim olan sınıfının çıkarlarına
işleyen üretim tarzının yaratmış olduğu
kültürel üst yapı damgasını vurmuştur.
İlkel komünal toplumda ilkel komünal
kültür, köleci toplumda köleci kültür,
feodal toplumda feodal kültür, kapitalist
toplumda da kapitalist kültür, emperya-
Kültür tartışmaları geçmişte çokça
yürütüldü. Günümüzde de yürütülmektedir. Ve çokça yürütülmesi gerekir. Bunun iki önemli nedeni vardır. Bunlardan
birincisi: Kültür önemli bir olgu olarak
sınıf mücadelesinin içerisinde vardır ve
kültürel anlamda ilerleme olmaksızın
yürünen yollar aslında yürünmemiştir
olacaktır. İkinci nedeni ise günümüz
koşullarında halk sınıf katmanları arasında yaşanan yoğun yozlaşmanın devrimci
saflara da yansımış olması durumudur.
Kültürel yanı sağlamlaştırmadan girişilen sınıf mücadelelerinin arka planı zayıftır, zayıf olur. Özet bir yaklaşımla
söyleyecek olursak kültür, MLM ideolojinin kavranma düzeyinin yaşamda dışa
vurumudur. Kültürel durumunu tahlil
ettiğimiz kurumların, ideolojik durumu
da gerçek anlamda ortaya çıkar. Kültürü
yaratılmadan alınmış bir iktidarın işaret
ettiği yer siyasal başarıdır. Siyasal başarılar, doğru bir ideolojik arka planla desteklenemez ise kaybedilmeye mahkûmdur. Kültürün olmadığı bir yaşam biçimi
düşünülmeyeceği gibi, komünist toplum
endeksli kültürel şekillenmelerin nasıl
yaratılacağı sorunu karşımıza durmaktadır. Bu mesele sosyalist toplumun yaşatılması ya da o toplumdan komünizme
doğru kültürel anlamada yürüme sorunudur. Bu bağlamda önemlidir.
Kültür maddi ve manevi değerlerinin
toplamıdır. Kültürden bağımsız bir yaşam olamaz ya da her topluluk, kabile,
ulus, yöre, parti, ordu vs. kendi kültürünü, ekonomik alt yapının elverdiği oranda yaratır. Köleci toplumdan bu yana iki
farklı sınıfın, ezen ile ezilenlerin kendi
12
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
list toplumda emperyalist kültür damgasını vurmuştur. Bu toplumsal aşamalara
ait olan kültürlerin ilkel komünal toplum
haricinde olan hepsi burjuvadır. Ve burjuva kültürünün toplumsal aşamalar şeklinde gelişip derinleştiğini ve kök saldığını göstermektedir. Buna karşılık ezilenlerin kültüründe, özel mülkiyetçiliğe
karşı yükselmiş olan kültürde önemli
oranlarda bir durgunluk, gelişememe
durumu söz konusudur. Her burjuva
toplumsal aşamada iktidarlar
halka sürekli olarak kendi
kültürünü çeşitli biçimlerde empoze etmiştir.
Ancak kapitalist toplumda bilimde yaşanan gelişmeler, hortlamış olan
komünizm tehlikesine
karşı olmakla birlikte
iktidar ve burjuva ideologları tarafından burjuva
kültürünün empoze edilme durumu ile karşı karşıya kalmaktayız. Bu durumda şunu göstermektedir:
Yeni bir kültürel
şekillenme yaratmak
çokça bilimsel olunmayı ve de bu uğurda ideolojik anlamda kararlılığı gerektiren bir çalışmaya
girmeyi gerektirmektedir. Kapitalizm
genel olarak iktidarını devam ettirebilmek için toplumu yoğun bir şekilde yozlaştırmaktadır. Var olan sistem, toplumu
insani değerlerden doğallığıyla yozlaştırdığı gibi bunu sistemli bir biçimde, değişik şekillerde sınıf mücadelesinin önünü
almak için bir siyaset olarak yapmaktadır. Artı değer sömürüsü bireyciliği da-
yatırken, iktidarın güttüğü siyaset ise
toplumu sapkınlıklar yuvasına çevirmektedir.
Evet, sınıf savaşlarının keskinleşmiş
olduğu bir toplumsal süreçten geçmekteyiz. Burjuvazi ile proletaryanın amansız
çatışmasının programlı,
planlı bir biçimde yaşandığı
günümüzde alternatif kültür
de bilinçli bir biçimde örülmelidir/örülmek zorundadır.
Burjuvazinin bütün saldırılarına esas-tali ayrımını
gözden kaçırılmadan cevap
olunmalıdır. Komünist bir
toplum yaratılmak isteniyor, bu toplumun bir kültürel şekillenmesi de olmak durumundadır. Günümüzde de bu kültürün yani
komünist kültürün,
koşularına paralel
bir şekilde geliştirilmesi gerekmektedir.
Aksi durumda ideolojik donanımdan
bahsetmek lafta kalmış bir olgu olacaktır. Komünist kültürün yaratılmasına
ilişkin hayalcilik
suçlamaları yapılabilir. Ancak bunun
böyle olmadığını tarihin bize göstermiş
olduğuna inanmakla birlikte yazıya da
dökeceğiz.
Burjuva kültür ile komünist kültür arasındaki çatışmada burjuva kültür daha
avantajlıdır. Bunun nedeni burjuva kültürün binyılların ürünü olarak bugüne
gelmiş olmasından ileri gelmektedir.
Burjuva toprak güçlüdür. Bu nedenledir
13
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
ki hareketin kendiliğinden seyri içerisinde burjuva kültür galip gelecektir. Unutulmamalıdır ki yaratılmamış ve yaşanmamış bir toplumun insanlığı insanlığına
döndürecek kültürü yaratılmaya çalışılmaktadır.
Sosyalizm koşullarında devrimin kültür devrimleri yoluyla ilerletilmesinin
arka planında yatan şey, sadece parti
içerisinde ki burjuvaları yok etme meselesi değildi. Toplumun ve partinin kültürel anlamda ilerlemesi, bilinçlerinde keskin sıçramalar yaşaması, belki de herkesin kendi burjuva yanlarına saldırması
meselesiydi. Bundandır ki sosyalizm
koşullarında devrim biçiminde yürütülen
kültür hareketi, bugünkü koşullarda belli
biçimlerle yaşam bulmalıdır. O koşullarda kültür devrimleri olmaması durumunda geriye dönüşler yaşanması, insanların
çok kötü olmasından ziyade, insanların
binyıllık bir tarihi köke sahip burjuva
alışkanlıklarının boyunduruğu altında,
niyetten bağımsız olarak yaşanmaktadır.
Mücadele gereklidir. Bugünkü koşullarda devrim şeklinde olmasa da kültürel
anlamda komünist topluma doğru bir
yürüyüş olmak zorundadır. Bu boyutuyla
devrimciler, komünistler kendileri ile
uğraşmalı, bilimsel bir zeminde kendilerini dönüştürmelidirler. Bu dönüşüm
hareketine kitleleri de katmalıdırlar. Ancak bu yazıda devrimciler boyutuyla
meseleyi irdeleyeceğiz. Bugün bu alanda
yaratılacak gelişmeler sosyalizm koşullarındaki kültür devriminin nicel birikimleri olarak ele alınmalıdır.
devrimcinin kültürel şekillenmesi de
ciddi düzeylerde feodalizmin olduğunu
ve bunun, tarihin bize reva gördüğü bir
şey olmadığını, bizim tarihsel geriliğimizin buna kaynaklık ettiğini kabullenmemiz gerekir. Evet, ideolojik dokudaki
sağlamlığı kültürel dokuya bakarak anlayabiliriz demiştik. Peki, feodal değer
yargılarının yoğun olduğu bir devrimci
kuşağın ideolojik donanımı ne kadar
sağlam ve bilimsel olabilir. Bizce sağlam
olmaz. Komünizmi savunmak yetmeyeceği gibi, ideolojiyi içselleştirmek gerekmektedir. Bunu günlük yaşamımıza kadar indirgemeliyiz. Aksi durumda devrim gerçekleşse dahi iktidar koşullarında
rahatça burjuva konuma düşmekten ve
iktidarı da burjuvalaştırmaktan
kurtulunamaz. Parti ve siyasetini uygulamaya uygun, komünizme yürümeye uygun bir vücut gerekmektedir. Gövde
burjuva, kafa proleter diye bir durum
olamaz. Feodal değer yargılarının yoğunca mevcut olduğu komünist, komünist olamaz. Bu geri değer yargılarını,
alışkanlık kültürünü uzun zamanlar alt
edemeyeni bu yanları alt edecektir.
Toplumun istisnasız bütün devrimci
komünistlerinin kimyası feodal-burjuva
komünisttir. Böylede olmak durumundadır. Bu toplumun bir yasasıdır. Devrimciler ve komünistlerde toplumdan ayrı
olarak görülemeyeceği için onlarda bu
yasadan paylarını almaktadırlar. Bu gerçeklikten yola çıkarak iki ayrı noktadan
bu meseleye yaklaşabiliriz: Birincisi,
kafamızda dört dörtlük bir komünist
tablosu çizmenin yanlış olduğu, devrimci ve komünistlerin her ne kadar yarının
toplumunun bugünkü yansımaları olsalar
da, bugünün toplumun çürüyen yanlarını
Mükemmeliyetçilik ve toplumsal değer yargıları yozlaştırıcı yanlar taşır
Ülke tarihinde gelip geçmiş birçok
14
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
bütün kirine karşın abartılı ve bilimsel
olmayan iyi niyetli bir yaklaşımdır.
İkinci notaya değinecek olursak; devrimciler, komünistler ve komünist partileri içerisinde ‘dört dörtlük devrimci
olmaz’ söylemi çokça yoğunken, var
olan devrimci ve komünist portresini derinlemesine eleştirerek ileri taşıma bilinci
zayıf
kalmıştır.
‘Mükemmel devrimci
olunamaz’ adı altında
var olan burjuva-feodal
ideolojik, örgütsel, askeri, politik, kültürel
şekillenmeler meşrulaştırılmıştır. Siyasal devrimcilik, komünist ve devrimci kişilik için yeterli görülmüştür. Burada ideoloji ve kültür
siyasal meselelerin gölgesinde kalmıştır.
Feodal değer yargıları komünist kültür
diye sahiplenilirken, bu durumu yadsıyarak gerçekten ileri bir seviyede savunulan şeyler feodal yargılara kurban edilmiştir.
Burjuva kültür ve alışkanlıkları, demokrasi bilinci, kadın sorunu vs. konularda yoğun olarak feodalizm ileri olarak
sahiplenilmiş. Bir kötüye karşı diğer
kötünün savunulması, bilimsel rotanın
şaştığının göstergesidir ve bu aynı zamanda kültürel olarak savrulmanın ta
kendisidir.
da taşıyan bir fertler olduğu gerçekliğidir. Bundan ötürü bu ne biçim devrimcilik ya da devrimci ortam denip mücadeleden kaçmak, sınıf mücadelesinin doğasını ve devrimcisini, komünistini yanlış
anlamakla eş değerdir. Mükemmeliyetçi
yaklaşımlara saplanılmamalı.
Mükemmeliyetçilik yaklaşımının arka planında çizilen komünist tipi, aslında komünist olmaz çoğu zaman. Neden mi?
Çünkü mükemmeliyetçilik, diyalektik, bilimsel bir yaklaşımdan
gıdasını almaz. Mükemmeliyetçiliğe öznel istemler damgasını vurur.
Öznel istemlerinde kişilerin
dünyayı ne kadar algıladığı ve yorumladığı ile alakalı şeyler olmasından
kaynaklı bilimsel olmaması ve gerçekte
mükemmel olmayan bir komünist, devrimci tablosuna işaret etmesi muhtemel
olarak öne çıkmaktadır. Bilindiği gibi
siyasette iyi niyetli yaklaşımlar iyi niyetin ötesine geçip siyaset halini alırsa, ya
da yaşama uyarlanmaya çalışılırsa orada
çokça kötü bir tablo ortaya çıkacaktır.
Bilimsellik, komünist bakış açısının ve
ona uygun şekillenecek bir kültürün can
damarıdır. İyi niyetli yaklaşımlar siyasetin sekter rotaya girmemesi açısından
frenleyici olması boyutu ile iyidir. Bütün
devrimciler siyasetin önüne çıkarılmamak koşuluyla iyi niyetli insanlar olmalıdırlar. Bunu yapamayan kimseler körelmiş ve insani değerlerinden taviz vermiş insanlardır. Bu meseleye ilişkin söyleyeceklerimizi noktalarken ekleyelim,
mükemmeliyetçi bakış açısı toplumun
Demokrasi kültürüne kısa bir değini
Demokrasi bilinci zayıf bir toplum
içerisinde yaşamaktayız ve devrimcilerde de demokrasi bilinci zayıf. Hatta demokrasi bilinci yerine gelişen/geliştirilen
despotizm, gurupçu eğilimler, sekter
15
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
doğru kullanılamazsa işe yaramaz, gereksiz bir şeye dönüşür. Bizim kast ettiğimiz demokrasi, farklılıklara açık olma,
kadını ikinci sınıf olarak görmeme, parti
içerisinde ideolojik mücadeleye sonuna
kadar açık olma, başkalarının haklarına
saygılı olabilmeyi becerme, dinlenmesini
ve iknaya dayalı mücadele yürütmesini
bilme, benden olanlar iyi, olmayanlar
tukaka dememesini öğrenme, ayrılanlara
karşı şiddet, kişisel saldırı, damgalama
yapmak yerine ideolojik düzlemde sert
bir mücadele yürütebilmesini öğrenme,
insanların haklarına sınıf mücadelesi
koşullarında da saygılı olmasını bilme,
sözle de olsa yargısız infaz yapmama,
despotizminden kurtulma, inançlara ideolojik açıdan yönelirken hakaret etmemesini saygılı olmasını öğrenme, ulusların ve azınlık milliyetlerin haklarının
savunabilme, farklılıklardan korkmama
ve adil olmak vs. gibi daha da çoğaltabileceğimiz birçok konuda yakalanan gelişmeler devrimci, komünist kültür açısından önemli nitelikler açığa çıkartacaktır. Demokrasi bilinci konusunda
temel olan önemli iki meseleye daha
değinelim. Diyalektik ilişki içerisinde
merkeziyetçilik, disipline olma ile eleştirme, hak arama arasındaki uyumu sağlamadır. Bu nokta temel bir noktadır.
Burjuva demokrasi anlayışına mı, proleter demokrasi anlayışına mı sahip olduğumuzun anlaşılacağı yer burasıdır. Bu
meselede bir düzey tutturulamaz ise kültürel anlamda yozlaşılır. Gurupçu, bireysel, anarşist, şefçi, despot, benmerkezci
hastalıklar ve bu hastalıkların yaratmış
olduğu ruh hali kültüre damgasını vurur.
Saf demokrasi yoktur. Bundan dolayı
demokrasiyi amaçlaştıracak, fetişleştire-
tutumlar vs. feodal ve burjuva kültürden
gıdasını almaktadır. Parti içi fikir mücadelesinden partiden ayrılanlara kadar
birçok meselede MLM’den sapılmıştır.
Bunun nedeni bu tür meselelerde bilimin
yerine duyguların, yani feodal duyguların geçirilmesidir de. Sınıf mücadelesi
boşluk tanımamaktadır, ideoloji ve onun
ürünü olan kültür geliştirilmelidir. Aksi
durumda güçlü olan mülkler dünyasının
burjuva ideolojisi ve kültürel biçimleri
harekete, partiye ve devrimciye damgasını vurur ya da önemli oranda bünyede
kendisini var eder.
Devrimci saflardaki kadının konumu
demokrasi bilincini en belirgin gözükeceği yerledir. Ve saflarda kadının edindiği yer ya da ona biçilen pozisyon feodalizmden gıdasını almaktaydı. Bu meselelerde son on yıl içerisinde başta partimiz
olmak üzere genel anlamda mesafe kat
edildi. Ancak saflardaki kadın ve erkelerin köklü olarak kültürel ilerleme konusu
hala tartışılır. Yine özellikle ‘80li yıllara
kadar çokça yaşanan örgütler arası şiddet
olaylarının arkasında yatan kültürel şekillenme de demokrasi bilincinde yoksunluğa işaret etmekteydi. Despotik yaklaşımlar, devrimciler arası şiddet günümüzde de varlığını devam ettirmektedir.
Devrimciler arasındaki şiddetin meşru
müdafaa dışında anlaşılır bir yanı yoktur.
Yukarda saydığımız meseleleri demokrasi kültürü ile açıkladık ve aşağıda meselelere değinirken yine demokrasiye
atıfta bulunacağız. Bunun önemli olan
nedeni şudur: Devrimci ve komünistlerin
gerçektende niteliğini belirleyecek şeylerden birisi onun demokrasi bilincidir.
Demokrasi kültürü insanın köklü olarak
dönüşümünün can damarıdır. Demokrasi
16
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
cek tarzda öne çıkartıp niyetten bağımsız
saf bir misyon biçmek, burjuva demokrasisini savunmaktır. Daha doğrusu burjuvazinin yanılgılı, kendi diktatörlüğünü
maskelemek için kullandığı demokrasi
anlayışına denk düşmektir. Merkeziyetçi
olmayan demokrasi yoktur. Anlayış olarak saf demokrasiyi savunup amaçlaştıran bir yaklaşım burjuvadır. Ve özünde
proletarya diktatörlüğünü ret etmektedir
de. Demokrasi diktatörlüktür. Yine demokrasi parti, örgüt içinde
merkeziyetçiliktir. Demokrasinin ve merkeziyetçiliğin günün koşuları kapsamında azaltılması çoğaltılması, zenginleştirilmesi, son derece
kısılması meseleleri bir siyasettir.
Amacı komünizmdir. Demokrasi,
komünizmin bir
aracıdır ve özünden saptırılmadan
komünizme kadar
kullanılmalıdır.
Amaçtan kopuk ya da
sadece demokrasi hiçbir işe yaramaz ve
devrime yönelen gerici bir silahtır. Aşırı
demokrasi eğilimi bireyselciliktir, çoğunluğun haklarına karşı olmaktır. Bazı
koşullarda disiplini aşırı demokrasi anlayışı ile gevşetmek durumu da bir madalyonun ikinci yüzüdür. Diğer yüzü şefçilik, benmerkezciliktir. Azınlığın haklarına saygı göstermemektir. Çarpık demokrasi bilincidir yani. Üsteyken altlara karşı ya da halka karşı buyurgan ve benmerkezci yaklaşımlar sergileyenler, alta düştüklerinde yaman demokrasici kesilirler.
Bunun nedeni şudur: Merkezcilik ve
demokrasi anlayışlarının bir bütünün iki
ayrılmaz parçası olmasıdır. Birbirilerine
karşı gözükseler de aynı anlayıştan beslenmektedirler. Birinde
yanlışa düşülürse diğerinde de yanlışa düşülür.
Altayken demokrasi çığırtkanlığı yapanlar üste
geldiklerinde anti demokrasici, benmerkezci, şef olurlar. Aksi tutum bilimsel
olmadığı gibi demokrasi ile merkeziyetçilik
arasındaki diyalektik bağı da
kuramaz. Bu durumda kültürel
açıdan burjuva ve feodal bir
kültürü meydana getirir. Bu
kültür halkın başına da buyrukçu olarak dikilir, farklılıklardan korkar, az olsun benim
olsun anlayışında olur, gurupçu eğilimlere açıktır, kişisel
durumunu çoğunluğun ve toplumun
çıkarlarından önde tutar. Feodal ya
da burjuva kültürün damgasını
vurduğu bir ilişki ve mücadele
tarzı ortaya çıkar. Bu mesele
kişinin karakterini de belirlemeye, yaşamına damgasını vurmaya muktedirdir.
Bu mesele burjuva ideolojisi kültürü mü,
proleter kültür mü sorusunun cevaplarından önemli bir bölümün yattığı kesittir.
Tepkisel refleksler bilimi temsil etmez.
Sağdan ya da soldan savurur, yozlaştırır
Kapitalist toplumun burjuva saplantılarından kaçarak feodalizme sarılmak güdüsel bir refleks olduğu gibi gericiliği
temsil eder. Kadın erkek ilişkilerinde
17
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
kapitalist toplumda çıkan sapkınlıklara,
cinselliğin metalaştırılmasına vs. ye karşı ülkemizde feodal anlayışların damgasını vurduğu evlilik kurumuna sarılmak,
özel mülkiyetçiliğin derince yaşandığı
ilişkileri savunmak ve yaşamak, feodalizmi ve özel mülkiyetçiliği toplumsal
değer yargılarından kurtulamamanın
ürünü olarak ileri misyonlar biçerek baş
tacı yapmaktır. Devrimciler, komünistler
feodal-burjuva ilişki düzeneğini amaç
olarak gördüler mi orada siyasallık başlamış, ideoloji ve geliştirilecek olan komünist kültür zayıflatılmış demektir.
Evet, devrimciler ve komünistlerde toplumun bir parçası olduklarından toplumdan bir şeyleri bağırlarında taşımak durumundadırlar. Ancak evlilik kurumunu
belli tarihsel koşullar gereği gerekli görmekle, ilahlaştırarak ilerici görmek arasındaki derin kültürel fark iyi okunmalıdır. Kafalarının bir yerinde bu kurum
gericidir ve özel mülkiyet anlayışını geliştirmek yoluyla sistemin varlığını korumanın ve ilişkilerde yozlaşmanın yaşandığı önemli yerlerden biridir diyebilmelidirler. Diyebilmelidirler ki, bir siyaset
olarak yaptığı şey onu bir bütün olarak
sarıp sarmalamasın. Diyebilmelidirler ki,
ayrılmak istiyorum diyen eşin arkasından bütün dünyası yıkılmasın ve ona
ızdırap çektirecek sorunlar yaşanmasın.
Diyebilmelidirler ki, en derin köleliğin
yaşandığı zorunlu ilişkilere kimse, özelliklede kadınlar zorunlu kalmasın. Denebilmelidirler ki, karşılıklı saygı ve bağımsızlık ilkesine dayanan ilişkiler yaşanabilsin. Aksi durumda birçok devrimci
ve komünistin evlilik biçimine damgasını vuran özel mülkiyet temelli
feodalizimdir. Toplumda yaşanan ilişki-
lerden derin farkları yoktur. Hatta kıyaslama yapılması durumunda toplumdaki
bazı ilişkiler daha da ileri görülebilir.
Ruhların derin köleliğini sembolleyen
birkaç kavrama atıf
Devrimcilerin kadına yaşamından dolayı orospu ya da namussuz gibi yakıştırmalarda bulunması, ortaçağ zihniyetli,
gericilikle sembolleşen bir yaklaşımdır.
Bizce hiçbir devrimci ve komünist, kadınlara karşı namussuz kavramını kullanmamalıdır. Kullananların kimliğinin
tartışılması gerekmektedir. Namus kavramına tarihsel olarak biçilen misyon ve
bundan dolaylı olarak kadınların yaşamış
olduğu onca acılara karşılık bu kavramın
kullanılması devrimcilerin tarihsel cehaletlerine de işaret eder. Namus kavramı,
kadının köleliğinin simgesi ve onun aslında kendisi değil de başkalarının malı
olarak görülmesinin ürünüdür. Kadın,
namus olgusu ile tarihsel olarak köleleştirilmiştir. Evet, kadın ruhunun, insan
ruhunun köleleşmesinden mi yanasınız?
Yoksa özgürleşmesinden mi yanasınız?
Bütün mesele özünde budur. Bundan
dolayıdır ki, literatürlerinde böyle bir
kelime olmamalıdır. Bunu onlara söyleten şeyde ortaçağ zihniyetli feodal değer
yargıları ve kültürdür. Namus anlayışı
kadının bacak arasıyla sembolleşen
erkeğide özünde köleleştiren bir olgudur.
Değinmekte fayda olan bir örnek var.
Bu örneği bir örgütü karalamak için değil, önemli bir yanlıştan dönmeye hizmet
etmesi için yazıyoruz. DHKP/C’nin
ölüm orucunu sürdüremeyen ve bırakan
devrimcilere birçok yakıştırma, damgalama ve teşhirde bulundu. Bu yaklaşımlar kanımızca sekter olan yaklaşımlardı
18
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
ve birçok devrimcinin, devrimci saflardan uzaklaşmasına hizmet etmekle birlikte; dışarıdan olan biteni izleyen seyirci kesim tarafından da yadırganması
durumu oldu. Burada bu meseleyi kapsamlı olarak ele almak gibi bir tutuma
düşmemekle birlikte konumuzun kaldığı
yeri ilgilendiren namus
meselesi ile devam
edeceğiz. Ölüm
orucunu bırakan
kadın devrimcilere orospu, namussuz, fahişe
yakıştırmaları yapılması, bazı kadınların sokaklarda bu şekilde
dolaştırılarak teşhir
edilmesi gibi ortaya
çıkan bu gerici argümanlara ne
demeli. İnsanlık onuru namusla mı eşdeğer? Devrimcilerin, namussuz yakıştırması ile bir kişiyi teşhir etmesinin arka
planında yatan şey MLM ideoloji, komünist ya da devrimci kültürel şekillenme
mi? Namussuz derken duyguları tatmin
olan birisinin duyguları ortaçağ zihniyetli değil midir? Burada teşhir meselelerinin sekter olduğunu söylerken konumuzla bağlantısı içerisinde teşhir argümanlarına atıfta bulunuyoruz. Teşhir argümanları değişik olsaydı da eleştiri konusu
yapardık. Ancak yine söyleyelim süreci
bütünlüklü irdelemeyeceğiz.
Evet, namus insanın köleleşmesidir.
Bu kavramı sahiplenip teşhir malzemesi
yapmak özgürlük mücadelesinin köleler
dünyasını yaratmasıdır. Gerçek anlamda
özgürlükçülük değildir. Bu durum, devrimcilerin kültürel düzeyinin gerici toplumsal değer yargılarının etkisinde kaldığını bize tanıtlar.
Orospu kavramının kadınları teşhir
etmenin küçük düşürmenin bir aracı olarak kullanılması da feodal kültüre sarılmadır. Feodal kültürlü devrimciler toplumsal
değer yargılarından kaynaklı,
güdüsel anlamda çeşitli
meselelerde
olduğu gibi
orospu kavramında da
okey çekebilmektedir. Bu
durum,
kendi
kültürünü yaratamamaktır. Orospulukta
bir yaşam biçiminin bir parçasıdır. Toplumun gideceği yerde orası
olacak gözüküyor. Aile kurumunu kaldırmayı hedefleyen komünizme karşılık
olarak, birçok devrimciye soracak olursak, çeşitli biçimlerde aileyi savunurlar.
Özel mülkü olan bir komünist olamaz.
Aile kurumu özel mülkçülüğün merkezidir. Bu kurumun dağılması sonucunda
toplum, doğallığı ile çeşitli ilişki sitemlerine geçecektir. Nasıl bir tablonun ortaya
çıkacağını bugünden bütünlüklü olarak
ortaya çıkartmak zorken, belli meseleleri
açığa çıkartabilmek hiçte zor değildir.
Cinsellik özgürleşecektir. Benim olgusu
ortadan kalkacaktır. Belki de cinsellik
insanların aynı çatı altında yaşamasının
bir aracı olmayacaktır.
İlkel komünal toplumda yaşanan ilişki19
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
ler ilkel olmakla birlikte, içerisinde burjuvalık ya da burjuva yanlar yoktu ve
kimse kimsenin karısı ya da kocası değildi. Özel mülkiyetçiliğin gelişmesi ile
birlikte kadın-erkek ilişkilerinde de mülkiyetçilik gelişti ve ilişkiler özelleşti, aile
kurumu ortaya çıktı. Sınıflarla birlikte
ortaya çıkmış olan bir kurumun ve ilişki
biçiminin ya da onun geçmişe göre daha
ileri versiyonlarının savunulmasının arka
planında yatan anlayış özel mülkiyetçiliktir, feodalizmdir. Bundan ötürü komünizm perspektifi oluştururken bu meselelerde özel mülkiyet anlayışı ve feodalburjuva değer yargılarına dikkat edilmeli, onların kurbanı olunmamalıdır. Orospuluk meselesi de kişinin doğru ya da
yanlış kendi cinsel hayatını yaşamasıdır.
Bununla kimse yargılanamaz ve de yadırganamaz. Bunun için orospu kavramı
kadınları karalamak amacı ile kullanılmamalıdır. Kullanılsa dahi devrimcilerde
kötü şeyler çağrıştırmamalı, çağrıştırıyorsa orada burjuvalık vardır. Buradan
kastımız çarpık ilişkilerin meşrulaştırılması değil. Bir yerde çarpıklık varsa
çarpıklık eleştirilmelidir. Kadın kendisini cinselliği ile var ediyorsa ya da cinselliğini kullanarak, etik olmayan davranışlarda bulunuyorsa bunun eleştirilmesi
gerekir. Cinselliğin kullanılarak insanın
kendisini var etmesi vs. cinselliğin metalaştırılma anlayışının bir yansımasıdır.
Öncesinde de bahsettiğimiz gibi toplumun bilinci ve devrimcilerin bilinci feodal ve burjuvadır. Doğalığında eleştiri
oklarımızın karşısına feodal değer yargılarını koyduğumuz gibi, burjuva değer
ve kültürünü de koymak durumunda
olunmalıdır. Bu gibi konularda burjuva
saplantılar, esasen cinselliğin metalaştı-
rılması sorunu, önemli bir olgu olarak
ortaya çıkmaktadır. Bu da özgürlük kisveleri altında yapılmaktadır. Yine kapitalist toplumun sapkınlıklarına karşılık
olarak feodalizme sarınılmamalıdır demiştik ve olayın başka bir boyutuna işaret edecek olursak, feodalizme tepki
olarak ya da onu aşma adına burjuva
sapkınlıklar bataklığına saplanılmamalıdır. Feodal yargılara karşılık olarak bazı
durumlarda burjuva kültür savunulabilir
ve belli bir kabul de görmekle birlikte,
ilerici misyonlarda yüklenebilir. Bu da
kültürel ilerleme adına yapılabilir. Ancak, mesele sosyalist toplumu yaratmak
meselesidir. Bu meselelerde tutturulacak
düzey alternatif bir yaşam biçimini ortaya çıkartacağı gibi, nitelik anlamda da
önemli gelişmelerin yaşanmasını teyit
edecektir. Kültür ideolojiden bağımsız
olmadığı gibi her kültürel şekillenişin
ideolojik bir arka planı da vardır. Bundan dolayıdır ki bütün meselelere yaklaşımda ve bütün değer yargılarımızı ele
alırken bilimsellik meselesi gözden kaçırılmamalıdır. Keskin bir sınıf bilinci
gerçek komünist kültürü yaratmaya
muktedirdir.
Tarihsel köleliğin boyunduruğunun
teyidi: Küfür
Küfür meselelerini ve arka planında
yatan değer yargılarını yazımızın akışı
içerisinde inceleyeceğiz. Kanımızca küfürbaz birisi mülkler dünyasının karanlığını belirgin olarak kendisi ile bütünleştirmiştir.
Küfür, toplumun çokça başvurduğu
egoları tatmin etme görevi görmektedir.
Burada egolar tatmin edilip küfür edilen
kişi hakarete maruz bırakılırken, aslında
20
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
minvali, ideoloji ve onun ürünü olarak
yaşam bulan kültürdür. Kültür meselesi
sadece saza söze müziğe, tiyatroya, sinemaya, şiire indirgenmesi tarihsel
amprizimdir. Sanat toplumun ruhsal yapısını da gösterir ve de önemli bir kültürel araçtır. Önemsizdir demiyoruz. Sadece kültür buralara indirgenmelidir diyoruz.
Toplumun aydınlarının, devrimcilerin
tutumu nedir küfür ve lümpen kültür
karşısında? Birçok devrimci küfürü eleştirmekle birlikte, buna karşı köklü bir
bilinç yaratmak durumunu ortaya koyamamışlardır. Bir kısım devrimci ise duygularını ve gerçekliğini bastırmış olduğundan dolayı küfür etmemektedir. Yine
bir kısım devrimci, genel olarak
bir kısım küfürü etmezken, namusuz,
orospu, şerefsiz vs.
gibi küfürlerin edilmesini meşru görmektedir. Yine bir
kısım kimsede genel olarak küfüre
karşıyken, arada
bir yapılmalı,
bizde insanız yaklaşımıyla bastırmış
olduğu duygularını
tatmin
etmektedir.
insani değerlerden taviz verilmektedir.
Küfür etme durumu sadece bizim toplumumuza has bir şey olmamakla birlikte,
ülkede bu durum daha üst düzeyde yaşanmaktadır. Bu toplumun yozlaşmasının derinleşmesi ile alakalı bir durumdur. Aslında feodal-burjuva kültür yozdur ve bunun toplumda dışa vurum biçimlerinden birisi de küfürdür. Küfür
etmeyenin adam yerine konmadığı bir
toplumda yaşamaktayız. Okulda küfür,
askerde küfür, evde küfür, sokakta küfür,
yatakta küfür, sohbette laf arasında soyut
olarak söylenen küfür diye uzayıp giden
bir zincir, yaşamı adeta sarmalı arasına
almış durumda.
Yapılan küfürlerin birçoğunda insanlar
aslında küfür edilen kimselere değil,
insani değerlere saldırmaktadırlar. Ancak toplum bu tarihsel değer yok oluşunun bilincinde değildir. Ve bir furyadır
almış başını gitmektedir. Küfür, aynı
zamanda toplumun apolitikleştirilmesinin bir aracıdır da.
Yazımızın yukarı bölümlerinde değinmiştik, toplum, egemenler tarafından
bilinçli ve sistemli olarak yozlaştırılmaktadır. Çünkü egemenliğin temelinde yozluk vardır. Yoz kültür ve toplumdan burjuva toplum çıkabilir. Gerçektende insani değerlerine sıkı sıkıya sarılmış bilinçli
bir toplum burjuvazinin sınıfsal çıkarlarına terstir. Toplum insani değerlerinden
uzaklaştırılarak, en insani yanları, cinselliği vs. ile aşağılanmaktadır, silikleştirilmektedir. Silik bir toplum silikliklerinden kurtulmadan ciddi anlamda
ayağa kalkıp dikilemez ve
gerici iktidara ölümcül
darbeler indiremez.
Ayağa kalkmanın
21
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
Bazı ortamlarda küfür edipte, bazı ortamlarda küfür etmemek bukalemun
tarzında var olan ortama ayak uydurma
ile ilgilidir. Küfürün edilmemesi gerektiğini içselleştirilmeden, sadece ortamda
yakışık almaz diye yapmamak gerçek
duyguların gizlenmesi meselesidir. Devrimciler içinde kimliğinden kaynaklı
küfür yanını bastırmak ve fırsatını bulur
bulmaz küfürbazın biri olmak durumu
içselleşmemiş ve ayak uydurulmuş bir
duruma işaret etmektedir.
Devrimci açısından sorgulayacak olursak; küfürde en temel olan şey insani
değerlere hakaret ederek silikleştirmektir. Örneğin bir kadına vajina içerikli
küfürler yapmak, kadına bin yıllardan bu
yana vajinasında somutlanan aşağılama,
yargılama, kedisine ait olmama ve namus kavramı ile somutlanan kölelik zincirini birkez daha teyit etmektir. Kadınlar bin yıllık kölelik alışkanlığıyla bugünlere gelmiştir. Devrimciler bu köleliği teyit etmemelidir. Kadın üzerinde
yaratılan basıncı bir nebzede olsa güçlendirmemelidirler. Aksi tutum erkek
açısından da köleleşme demektir. Erkeklerin cinsel organı da bir aşağılanma
meselesi olarak küfürlere konu yapılarak
bir daha tokatlanmaktadır insanlık. Aşağı yukarı bütün cinsliği içeren küfürlerde
kadın konu olsun ya da olmasın kadın
baskı altına alınıp küçük düşürülmektedir. Kadın bazen anadır, bazen abla, bazen eş, bazen de sokakta küfüre maruz
kalandır. Hayatın her yanında olan ve
deyim yerindeyse aynı yatağa baş konan
kadının aşağılanmasının anlamı nedir?
Gerçekte insanın kedisini aşağılamasıdır.
Köleliği teyit etmektir başka boyutuyla.
Küfür eden kadın ya da erkek fark et-
meksizin kendi insani değerlerine saldırmaktadır.
İnsanlık üşümemek için tarihten bu
yana örtündü. Kominal toplumda apış
arasını üşümemek için örttü. Bugün dünyanın bazı köşelerinde kalmış olan kabileler halen çıplaktırlar ve cinselliğinden,
organlarından utanmamaktadırlar. Saklayacak bir şeyleri yoktur, utanma duygusu yok, aşağılanma gereği de yok. Bizim
toplumumuzda ise ayıp var, mahrem
yerler var. İnsanlar bedenlerinden utanır.
Utanmasının önemli nedenlerinden birisi
burjuvalığıdır. Özel mülkler dünyasının
insanları doğallığından ve değerlerinden
uzaklaştırarak bedenine ve organlarına
yabancılaştırması olgusu burada yatmaktadır. Herkesin bir sahibi vardır. Yoksa
da olacaktır. Herkes birine aittir. Aitlik
cinsellikle somutlanmakla birlikte, köleliğin somutlandığı kadın-erkek ilişkilerinin yuvası ailedir. Bu boyutuyla utanma
duygusu bu içerikli ilişkilerin uzunca
yıllar yaşanmasının ardından ortaya çıkmıştır dersek yanlış olmayacaktır kanımızca. Küfürün egoları tatmin edici bir
rol oynaması da insanın bedenine yabancılaşması, bedeninden utanması ve onu
cahilane bir tarzda aşağılamasından başka bir şey değilken, insan ilişkilerine de
özünde ne kadar yabancılaştığını da göstermektedir.
Ve bütün cinsel şakalar, kadın şakanın
ya da kültürün konusu olsun ya da olmasın kadını aşağılar ve bin yılların ezilmişliğini yaşayan kadını biraz daha teyit
eder. Ben kadınlara küfür etmiyorum
tarzındaki yaklaşımlar küfürlerin cinsellik etrafında döndüğünü ve kadınlar şahsında da insani değerleri nasıl yozlaştırdığını görmeyen kaba materyalist bir
22
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
yaklaşıma denk gelmektedir.
Ataerkil toplumun değer yargılarını
taşıyoruz. Bu değer yargılarında erkek
ön plana çıkarken kadın silikleştirilir.
Erkeğin cinsel yanlarından yola çıkarak
yapılan küfürler dahi ataerkil kültürden
kaynaklı kadını silikleştirir. Özünde ise
insani değerleri silikleştirir.
Küfür yoluyla insani değerler ayaklar
altına alınırken aslında küfürcüler kendisine hakaret etmektedirler. Aksini iddia
edenler insani değerlerden muaf olduğunu iddia etmelidirler. Kendi eliyle kendinin aşağılanması hastalığından devrimciler kopmalı ve toplumu da dönüştürmelidirler. Devrimciler küfür etmez diyenler
çıkacaktır. Ancak ne yazık ki topluma
oranla azda olsa yapılma durumu vardır.
Yine bütün devrimciler yapmasa da yapan ve yapmaya meyilli olan bir kesim
var.
Efendi-köle ilişkisi içerisinde efendi
olunsun, köle olunsun fark etmez,
yozlaşılmıştır. Efendilik de yozdur, kölelikte. Ataerkil toplumun erkeği de ataerkil olduğu boyutuyla yozdur.
Toplumda ekonomik koşullardan da
kaynaklı olarak lümpen proleterlerin
sayısı oldukça kabarıktır ve bunlar devrimci mücadeleye yakın
k e s i m-
lerdir. Ancak bu sınıf dönüştürülmez ise
siyasal devrimciler derekesinde mücadele ederken, alttan alta devrime düşmanlaşırlar. Komünist kültür geliştirilmezse,
devrimciler, devrimci görevleri yerine
getirmekle birlikte, uzunca sürdüremez.
Devrimden önce ya da sonra niyetten
bağımsız olarak devrimi yalnız bırakır
ve burjuva saflara hizmet ederler.
Küfürü sadece bu katmana mal etmiyoruz, toplumun her yerindedir küfür.
Ancak bu katmanda daha çok gündeme
gelmektedir.
Kültürün önemli ayaklarından olan
kültürel yanlar burjuva alışkanlıkların
köklü olarak açığa çıkarılıp teşhir edilmesi ve karşılığı olarak komünist öğelerin sahiplenilmesidir. Bunu yapmanın
günümüzde koşulları vardır. Bütünlüklü
bir kültürel dönüşümün koşulları zayıf
olsa da kısmi anlamda vardır. Kısmi
anlamdaki dönüşüm zinciri yakalanamaz
ise siyasal olunur. Anlattıklarımız, anlatacaklarımız ve anlatamadıklarımız komünizm baz alındığında kısmide olsa
alternatif kültürün zeminine hizmet etmek amaçlıdır. Burada toplumu değiştirmenin başrolünü üstlenmiş olan devrimciler konumuzun esasını teşkil ederken;
burada düzelme olmaz
ise toplumun yozlaşma illetinden
kurtul-
23
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
masını beklemek saflık, hayalcilik ve
kendimizi kandırmaktan başka bir anlam
taşımayacaktır.
Toplumun yozlaşmasının hangi konularda meydana geldiğine kapsamlı olarak
değinmek durumumuz olmamakla birlikte, yukarıda sayamadığımız bazı durumlara kısaca değinelim. Birahaneler, cinsellik, uyuşturucu, biçimcilik, hırsızlık,
mafyalaşma, fuhuş, arabesk müzik ve
toplumun birbirine karşı kışkırtılmasının
ardından bir birilerine düşmanlaşan kesimler. Buna örnek verecek olursak milliyetçilik ve buna bağlı olarak düşmanlaşan Türk ve Kürt halkı, Sünnicilik ve
buna karşı düşmanlaşan Alevi ve Sünniler ülkede halkların birbirine yabancılaştırılmasının ve düşmanlaştırılmasının en
uçtaki örnekleridir. Bu saydığımız diğer
noktalarda gözle görünen bir şekilde öne
çıkmış önemli yozlaşma noktalarındandır.
Üretime, emeğe yabancılaşma toplumun önemli yozlaşma nedenleridir. Bu
durumun ortaya çıkması ülkede verilen
ulusal, sınıfsal nitelikteki gerilla savaşlarından, sürekli artan issizler ordusundan,
tarım politikalarına kadar birçok açıdan
irdelenerek açığa çıkartılabileceği gibi,
bilinen şeyler diyerek noktalayalım.
Toplumun iş bulup çalışamayan kesiminde üretime yabancılaşma meydana
gelmektedir. Buda asalak bir yaşam tarzına insanları itmektedir. Bu asalaklıktan
belli oranda nasibini almış kesimler devrimci saflarda da yer almaktadırlar. Bu
gibi kimselere ya da üretim faaliyetine
katılmayıp deyim yerindeyse hep birilerinin sırtından geçinmiş olan kimselerde
asalaklık eğiliminin ortaya çıkması, gelişmesi ya da olması yüksek ihtimaldir.
Bu gibi kimseler saflara alındıklarında
bir devrimci sınav olarak emeğin anlamını anlayabilmeleri ve yabancılaşmamaları için üretime sokulmalı ve istikrarlı olmaları istenmelidir. Aksi durumda o
sokak bu sokak dolaşıp durarak insanlar
daha fazla asalaklaşabilir.
Yozlaşmayı tarif ederken baz alınacak
nokta sınıflı toplumların sadece bir
kesiti olamaz
Birçok kimse ve kesimde son yıllarda
yaşanan yozlaşmayla ilgili değerlendirmelerde ‘97 yılı sonrası milat olarak
gösterilir. Gerçektende o tarihten bu
güne kadar olan süreçte gözle görülür
değişiklikler yaşanmıştır toplumda. Ancak yozlaşmanın esasını, son yıllarda
yaşayan olayların-gelişmelerin gösterdiği yozlaşma noktaları olarak görülürse
yüzeysel kalınır. Toplumun yozlaşmasının başladığı tarihsel kesit sınıfların ortaya çıktığı köleci toplumdur. Köleci toplumdan bu yana yozlaşma derinleşip
güçlenerek bu günlere kadar gelindi.
Bundan dolayı toplumun kültürel yapısı
incelenirken kominal toplumdan yola
çıkarak yargıda bulunulup, yozlaşmanın
o tarihten bu yana ne düzeyler aldığı,
nasıl geliştiği tam olarak nasıl bir şey
olduğu anlaşılmalıdır.
Komünist toplumun kültürel yapısının
ortaya çıkartılması için kafa yorulmalıdır. Ve bugün feodal ve burjuva olmayan
kültürün ne kadarını koşullar oranında
ayakları üzerine dikebiliriz bu açığa çıkarılmalıdır. Yozlaşmayı son on yılla
açıklayıp, son yıllarda ortaya çıkan yozlaşma unsurlarına karşı mücadele yürütüp mesele daha derinlikli algılanıp ileri
bir kültür savunulup yaşamsallaştırıla24
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
maz ise kültürün reformculuğu yapılır.
Bizce komünizmin ilk aşaması olan sosyalizmin komünist kültürünü içselleştirme, devrimci komünistler de olmak zorundadır. Bunun için bu meselede bir
bilinç açıklığı olması gerekmektedir.
Yazdığımız bu kısa yazının da buna hizmet etmesini umarak daha derinlemesine
çokça tartışma yürütülmesi gerektiği
düşüncesindeyiz.
Sosyalist toplumun ekonomik yasası
herkesin yeteneğine göre, herkesin emeğine göredir. Ve sosyalist kültür bu yasa
etrafında şekillenmektedir. Sosyalist
toplumda komünizme doğru olan ilerleme, komünist kültürün yaratılması ile
olacağı için bu dönem içerisinde komünist kültürün yaratılması gerekmektedir.
Bu mesele de siyaset belirleyicidir. Bugün açısından öncelikli olarak devrimciler, komünist kültürle donanmalıdırlar ve
kendileri ile savaşmalıdırlar. Komünist
kültürün tesis edilmesi dev-
rimci ve komünistlerin burjuva-feodal
yanlarına neşter vurmalarıyla eşdeğerdir
ve bunun için zorlu ve rahat bozucu bir
iştir. Burjuva-feodal kültür, hislere, duygulara, istemlere kadar derinlemesine
kök salmıştır. Biz bu kültürü bugün kökünden söküp atalım öznelci yaklaşımını
savunmuyoruz, diyoruz ki: Burjuvafeodal kültüre vurulacak nano düzeydeki
neşter darbeleri bile günümüzde nitel bir
mesele olmakla birlikte zor bir savaşımdır ve devrimciler bu savaşa girmelidirler. Siyasalıktan kurtulmalıdırlar.
Devrimciler kendilerini dönüştürmezlerse ancak sosyalizme kadar yürürler,
komünizm onların yolunun ters istikametinde kalmıştır. Nihai amacımız iktidar değil. İktidar, komünizme yürümenin
bir aracı ve ondan sonrada devam edecek
yürüyüş, çatışmalarla yürütülecek bir
süreç bizi beklemektedir. Bu yürüyüşte
kültürel kulvarda gerçekleşecektir.
25
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
SAVAŞTA İKİ YAN
I.
Gözlerinin feri sönmüş
İçi geçmiş
Ve sırt çevirmiş dağlara.
O dağlar ki;
Alır koynuna saklar
Vermez düşmana.
Elde silah
Gözde ateş
Yürekte savaş
Beyinde bilinç
Aşındırılmaya başlanmış
Bir başka eylem alanına
Götürecek olan patika.
Şimdi mekân eylemiş
Avrupa metropollerini.
Sığdırmış yaşamını
Dört duvar iki odaya.
Ve hep hayalini kurmuş
Bir daha dönemeyeceği
O heybetli dağların.
II.
Aynı zamanda
Tersine bir yolculuk başlamış
Bırakılan kleşi kuşanmak için
Kalabalık metropolden
Issız, yaban dağlara.
Gözlerde ateş
Yürekte savaş
Beyinde bilinç ile.
Mekân tutulmuş dağ başları
Yalçın kayalık, kuytu orman.
Tam siper yatılmış
Gelen düşmanı karşılamak için.
Ezilmiş tetik, işaret parmağıyla
Kusulmuş sınıf kini
Silahın namlusundan.
Ve güneş
Batarken karşı kayalıktan
26
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
Maoist komünistlerin kitle çizgisi
Gerçekleşecek devrimin komünist partisi önderliğinde kitlelerin gerçekleştireceği bir devrim olacağı hepimizin malumudur. Günümüz dünyasının devrimciilerici sınıfı olan proletaryanın ideolojisi
olan Marksizm-Leninizm-Maoizm
(MLM) ile donanmış sınıf bilinçli militanlardan oluşan komünist partisi ve
onun kadroları gerçekleşecek devrimin
öncü ve önderleri, geniş halk tabakaları
da devrimin gerçek yaratıcılarıdır. Ve
devrim denen alt-üst oluşun kendiside
bahsi geçen bu iki yönün birlikteliği
paralelinde gelişecek ve gerçekliğe
dönüşecek bir olaydır. Bu anlamda sınıf bilinçli parti
üyelerinin devrimin
gerçekleşmesi
için
yerine
getirmeleri gereken başlıca görev kitleleri kendi
kurtuluşları olan devrim mücadelesi doğrultusunda örgütlemek, seferber etmektir.
Aydın Hanbayat yoldaş bir konuşmasında: “Bizim kahramanlara ihtiyacımız
yok. Bizim kahramanlara hiç mi hiç ihtiyacımız yok. Çünkü biz gerçek kahramanların halk kitleleri olduğunu çok iyi
biliyoruz” derken, devrimin gerçek gücünün, daha doğrusu devrimi yapacak
gücün kitleler olduğuna işaret etmekteydi. Elbette ki Aydın yoldaş bunun kitlelerin kendiliğinden hareketi ile olmayacağını, kitlelerin bu kahramanlığının
ancak Maoist partinin önderliği altında
ortaya çıkacağını ve deyim yerindeyse
tarihin çarklarının yönünün bu birlikte-
likle değiştirileceğini en iyi bilenlerdendi. Yoldaş bu sözleriyle bizlere kitlelerin
devrimin gerçekleşmesi noktasındaki
rolünü ve onları, kahramanlık görevlerini yerine getirmeleri için örgütlemek
görevimizi işaret etmekteydi aynı zamanda. Onun bu sözleri bize kahraman
olmayı değil, gerçek kahramanlara gidip
onları kendi kurtuluş davaları
yani devrim
davası doğrultusunda seferber etmenin doğruluğunu öğütlüyordu.
Aydın yoldaşın sözlerinden
hareketle dikkat çektiğimiz nokta, bütün komünist ve devrimcilerin çok
iyi bildikleri bir noktadır. Yani
devrim mücadelesinde kitlelerin oynayacağı belirleyici rolleridir bu nokta. Kitlelerin örgütlenip seferber edilmesi için
kitlelerin çıkarlarını temsil eden siyasal
hattın yani ideolojinin doğruluğu önemli
bir yerde dururken, bu doğruluk onların
sınıf mücadelesi ve bunun yürütücüsü
parti ile bağ kurup birleşmesi için tek
başına yeterli değildir. Ayrıca bu politikaları yaşama geçirecek, kitlelerle buluşturacak örgütsel hattında doğru olması
gerekir. Aksi yaklaşım sınıf bilincinin
kendiliğinden edinilebileceği şeklindeki
oportünist görüşün savunusudur. Bu
görüşün savunucuları devrimi hiçbir
zaman gelmeyecek olan bir gelecek zamana ertelemişlerdir. Çünkü onlar doğru
ideolojinin yani sınıf bilincinin işçi sınıfı
tarafından kendiliğinden edinilebileceği27
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
ni savunurlar ve onlar için siyasalideolojik hattın doğruluğu tek başına
yeterlidir. Ancak gerçek komünistler
doğru siyasal-ideolojik hat, doğru örgütsel hat ve bunun paralelinde kitlelerle
kurulan bağ olmaz ise bir başka deyişle
doğru ideolojinin pratik yaşamda bir
karşılığı veya varlığı söz konusu değilse
tek başına doğru ideolojinin pek bir anlam ifade etmeyeceğini iyi bilirler. Bu
gerçeklikten hareketle de örgütsel ve
pratik hattın kitlelerle bağ kurma noktasında bir doğruluğunun da söz konusu
olması gerektiğini söylerler.
Biz Maoist komünistlerin yukarda bahsi geçen noktalarda yani doğru siyasal ve
örgütsel hata sahip olduğumuz bir gerçekliktir. Bu doğruluk kitle siyasetimiz
için de geçerlidir. Nedir Maoist komünistlerin kitle siyasetinde ki doğrusu:
Kitlelerden kitlelere siyaseti.
Maoist komünistlerin gerçekleştirdikleri 1. kongre, geçmişin tüm hatalı yanlarına ilişkin gerçekleştirdiği özeleştirel
yaklaşımlar içerisinde geçmişteki sağ ve
sol oportünist çizgileri sorgularken kitle
çizgisi noktasında da sekter bir tarz izlediğine dikkat çekti. Ve bu sekterliğin
beslendiği, dayandığı noktanın da kitlelere olan güvensizlikten kaynaklandığına
işaret etti. Böylesi bir durum yani kitle
çizgisinde sekter bir tarzın gelişmesi
elbette ki komünist partisinin kitlelerle
olan bağının zayıflamasına neden oldu.
Peki, Maoist komünistlerin bu konudaki
doğrusu olan “kitlelerden kitlelere” siyaseti nedir? Bu konuda açıklamalar yapmaya başlamadan önce Mao’dan bu konuya dair yani kitle siyasetine dair bir
alıntı yapalım. Ne diyor Mao:
“Partimizin bütün pratik faaliyetlerinde
doğru bir yönetim şu prensip üzerine
kurulmalıdır: Yığınlardan hareket edip
gene yığınlara dönmek. Bunun anlamı
şudur: Yığınların düşüncelerini (dağınık,
düşünceleri) toplamalıdır
sistemsiz
(incelemeler yapıldıktan sonra genelleştirilmiş ve sistemleştirilmiş düşünceler
haline getirilmelidir), sonra bunları yaymak ve açıklamak için yeniden yığınlara
gitmelidirler ve böylece yığınlar bu düşünceleri sindirebilir, kesinlikle benimseyebilir ve hareket haline çevirebilir.
Ve aynı zamanda da yığınlar hareket
halindeyken bu düşüncelerin doğru olup
olmadığı denetlenmelidir. Sonra yığınların düşünceleri bir defa daha toplanmalı
ve bir uygulanması için yeniden yığınlara götürülmelidir. Böylece aynı usul
sonsuza kadar tekrarlanır ve düşünceler
her defasında daha doğru, daha canlı ve
daha zengin bir hale gelir.” (Seçme Eserler Cilt.3 Sf.125) Mao burada komünist
partisinin bütün pratik faaliyetlerinde
doğru bir yönetim ve prensibin
“Yığınlardan hareket edip gene yığınlara
dönmek” olduğunu yani “Kitlelerden
kitlelere” siyasetinin olduğunu açıkça
belirtmiştir. Burada yığınların dağınık,
sistemsiz düşüncelerinin kitlelerle kurulan bağ içerisinde toplanması gerektiğini, incelemeler yapılarak genelleştirilmiş
ve sistemleştirilmiş düşünceler haline
getirildikten sonra bunların tekrar kitlelere taşınmasını ve böylece kitlelerin bu
düşünceleri kavramasının söz konusu
olacağını, düşüncelerin her defasında
daha doğru, daha canlı ve daha zengin
bir hale geleceğini söylemiştir. Ve bu
durumun sürekliliğine işaret etmiştir.
Maoistlerin “kitlelerden kitlelere” ve
“kitlelerin öğrencisi olmak” söylemleri28
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
nin kaynağını işte bu söylem ve durumun kendisi oluşturur. Geçmişteki sekter
çizgilerin anlamadığı ya da uygulamadığı kitle çizgisi bu durumun kavranmamasından kaynaklanmaktadır.
Kitlelere buyrukçu ve tepeden yaklaşım büyük bir hatadır. Kitlelerle ilişki
kurmak için onların ihtiyaçlarını bilmemiz-öğrenmemiz gerekir. İşte kitlelerin
yani halkın öğrencisi olmak söylemi de
burada başlar. Biz kendi bilinç seviyemize göre
kitlelere
yaklaşamayız.
Aksi anlayış
bizi yukarda da
değindiğimiz
sınıf
bilincinin
kitlelerde kendiliğinden oluşması
yanlışına götürür.
Bizler sınıf bilincini
mücadele
içerisine
girişimiz ve ondan
sonraki tüm pratiğimizle edinen ve kavrayanlar olarak kitlelerin bizim bu günkü
kavrayışımıza sahiplermiş gibi bir mantıktan hareketle onlara yaklaşır ve o şekilde bir politika yürütürsek yanlışa düşeriz. Kısacası bizim bilgi seviyemizle
kitlelerin bilgi seviyesi aynı değildir.
Bundan dolayıdır ki, onların anlayacağı
dille, onların seviyesine inerek onlarla
bağ kurma çabası içerisinde olmamız
gerekmektedir. Bu anlamıyla işi kitleleri
örgütlemek, onları devrim yürüyüşünün
bir parçası yapmak amacı taşıyan bizlerin iyi birer gözlemci olmamız, bulundu-
ğumuz alandaki kitlenin siyasal-politik
düzeyini doğru şekilde saptamamız, onlara bu saptamamız çerçevesinde bir
söylemle gitmemiz gerekmektedir. Bunu
yaparken de sadece kendi doğrularımızı
onlara aktarmak, kavratmak gibi bir yaklaşımdansa, onların doğrularından öğrenerek, bu doğruları sistemleştirip, geliştirerek, bunu tekrar onlara yansıtmalıyız.
Ne kadar geri bir tarzda siyaset ve politika yapıyor
olurlarsa olsunlar, gerçek komünistlerin kitlelerden öğrenecek bir şeyleri
vardır. Bu asla
kafalardan çıkartılmamalıdır. Aksi
durumda zaman
içerisinde kitleleri küçümsemeye, onlara
geçmişte yaşanmış yanlış
yaklaşımlarla
gitmeye başlarız ve bu durum bizleri
sadece ve sadece olumsuz bir yöne götürür. Yine bu yaklaşım kitlelerin eleştirilerine kulak tıkamayı, eleştiriler karşısında tahammülsüz olmayı da beraberinde
getirir. Kitlelerin bize karşı olan eleştirileri ne kadar yanlış bir tarzda, içerisinde
hakareti de barındıran bir tarzda geliyor
oluyorsa olsun, bizlerin onları susturmak
gibi bir durumumuz söz konusu olamaz/
olmamalıdır. Bizler onları sabırla dinlemeli, bu eleştiri ve söylemlerinden varsa
29
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
öğrenilecek yan ve noktalar bunları kaçırmamalı, sonrasında onları anlayacakları bir dille doğru noktaya çekmeliyiz.
Bu durumlarda aksi yaklaşım ve davranışlar içerisine girmek, niyet bu olmasa
da niyetten bağımsız bir şekilde ideolojik-politik-kültürel açılardan düşmanımıza benzemek demektir. Çünkü ancak
savaşım yürüttüğümüz sistem kendi iktidarını korumak için bu yola başvurur.
Bizlerin kuracağı ya da kurmayı hedeflediği sistemin onların iktidarlarıyla uzaktan yakından bir alakası söz konusu değildir. Çünkü bizim kuracağımız iktidar
bir avuç kan emicinin değil, kitlelerin
(halkın) iktidarıdır. Ve bu iktidar halka
baskı uygulayarak, onları susturarak
kurulamaz. Kurulsa bile karşıtına dönüşmesi yani yeni suratların olduğu bir avuç
kişinin iktidarı olması uzun zaman almaz. Bu durumun bu güne yansıması da “Önce Halkın sınıfsal
çıkarları, Sonra Parti!” anlayışının yerine, bunun tam tersi
“Önce Partinin dönemsel
ihtiyaçları, Sonra Halkın
sınıfsal çıkarları!” ya da
“her şey parti için, parti
devrim için!” gibi anlayışlara düşmek olur. Yani
özcesi amaç ile aracın,
parti ile komünizmin
yer değiştirmesi durumu ortaya çıkar.
Kitlelere yaklaşımımız ve devrim mücadelesi içerisinde onlara yüklediğimiz
anlam bir kez kaçırılırsa işte bu kadar uç
savruluşlarla karşı karşıya geliriz. Bu da
biz Maoist komünistlerin düşmeyi asla
istemeyecekleri bir noktadır.
“Kitlelerden kitlelere” ve “önce halkın
öğrencisi olmak” siyaseti Maoistlerin
uygulayabildikleri ve başarabildikleri
oranda kitleselleşmelerine gidecek yolun
siyasetidir. Gerçek Maoist komünistler,
kitlelere tepeden bakmayan, onların kapılarını çalmaktan bıkmayan, kitlelerin
öğrencisi olmayı bilen, onların sorunları
ile uğraşmaktan usanmayan, hiçbir koşulda onları küçümsemeyen ve onlarla
olan bağlarının kopmasına neden olacak hiçbir
pratiği sergilemeyenlerdir. Onlar her defasında
bilimi yani MLM’yi günün
somutuna uyarlamayı
bilen ve bunu kitlelere
götürmeyi görev edinenlerdir. Aksi yaklaşımlar
içerisine
girenler
Maoizm’i sadece lafta savunanlardır ve onların bu yaklaşımlarının devrimi getirmesi boş
bir hayalden başka bir şey değildir.
30
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
Birey-örgüt ilişkisi üzerine
Birey-örgüt ilişkisine geçmeden önce
bireyin tarihsel anlamıyla çeşitli toplumsal mekanizmalarda etkin veya edilgen
biçiminde sürekliliğini görmekteyiz.
Yani tarihsel anlamıyla toplumsal sistemlerin çeşitli kategorilerinde örgütlü
olmayan hiçbir birey yoktur ve sosyal
öğe olan bireyin toplumsallık dışı değil,
tam tersi gelişmiş toplumsallaşması söz
konusudur. Nihai toplumsallaşma komünizme gidişe kadar bireyin zorunlu geçirmek zorunda kalacağı evreler ve doğasında açığa çıkarıp kullanacağı araçlarda olacaktır. Örgüt sınıflı toplumların
kullandığı araçlar arasındadır. Her sınıfın kendi ihtiyaçlarını karşılama, kullanma, yeniden üretme eğilimlerini sağlayan ve diğer sınıflar üzerindeki tahakküm aracıdır. Örneğin devlet, politik
partiler vb. Adları ve işlevleri farklı olan
ama özünde egemenlik elde etme veya
sürdürme araçları olarak insandan ve
sınıftan bahsedildiği her süreçte mahiyeti
farklılıklar göstermekle birlikte sürekliliği olacak araçlardır. Örgüt, ilkel
komünal dönem ve komünizmde sınıfsal
karakteri olmayan toplum yaşamının
parçaları olarak sosyal yaşamın öğeleri
biçiminde var oldu, var olacak. İlkellikle
bilimsellik arasındaki farkın sonucu olarak toplumsallığı da farklı olacaktır.
Sınıf savaşımında örgütün anlamı nedir
sorusuna verilecek cevap bireyle örgüt
arasındaki ilişkiyi belirlediği gibi, egemen-faşist sınıfların iktidarının yıkılıp
yıkılamamasının da farklı bir boyutta
cevabını içerisinde taşımaktadır. Komünist partisi ve onun önderliğindeki örgüt-
lerde birey, egemen sınıfların her türlü
sınıfsal baskısı karşında güdüsel değil,
sınıf tavrı temelinde parti ve onun araçları üzerinden hakim sınıf iktidarına karşı çıkarak, onu zor aracıyla alt-üst etme
eyleminin öğesidir. Ama birey, örgüte
kalırken veya örgütün parçası olduğu her
durumda sınıf topluluğun ilişkilerinin
sonucu olarak kimi hataları çeşitli vesilelerle üretir, savunur, geliştirir. Bu anlamıyla kimi pratikler sınıf ve örgütün
ihtiyaçlarına hizmet etmekten ziyade onu
zayıflatan haller olarak baş gösterir/
gösterebilir. Demek ki temel olan örgütle
bir savaşıma katılmak önemli bir adımken, bu henüz her şeyin çözümlendiği ve
bireyin hata ve eksikliklerinin olmayacağı anlamına gelmemektedir. Çünkü burjuvazi, tarihsel öncülü olan özel mülkiyet üzerine kurulu toplumsal formasyonların yaratmış olduğu kültür, siyaset,
hukuk, demokrasi, yönetim vs. birikimleri de çıkarına uygun bir düzenlemeyle
toplum yaşamını binlerce yıllık alışkanlıklarına katkılar yaparak yönetiyor ve
tekrardan ilişkileri alışkanlıklar yaratıyor. Bunların birkaç on yıllık mücadele
ile ortadan kalkmasını bekleyemeyiz.
Proleter devrimler de gösterdi ki alt yapıdaki devrim de önemli olmakla birlikte
her şey değil, mülkiyetin toplumsallaştırılması da kaba anlamıyla bu sorunun
çözüldüğü anlamına gelmiyor, üst yapıda bir dizi proleter devrimle değişimler
yaratmak gerekmektedir. Buradan hareketle devam edersek sosyalist sistemde
burjuva hastalıklar aşıldı ve bir daha
ortaya çıkmayacak demek yanlış olacak31
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
tır. Bilimi kapı dışarı eden her yaklaşım
felsefi, politik, ideolojik olarak çözülmeye, gerilemeye mahkumdur. Bu ister
birey olsun, isterse örgüt olsun yaşamın
yaşayan yasalarını anlamayan veya inkâr
eden her yaklaşım iflas etme ile yüz yüzedir.
Birey-örgüt ilişkisinde, sınıf savaşımın
yasaları gereği büründüğü zorunlu haller
bulunmaktadır. Birey, örgüte karşı bağlayıcı bir sorumluk içerisindedir. Kendi
tasarruflarından hareketle örgütün doğrularını görmezden gelemez. Örgüt, sınıflı toplumlarda aynı zamanda kaçınılmaz olarak bir hiyerarşidir. Eğer birey
istediğini yapma, istediğini yapmama
noktasında bir yönelim içerisine girerse,
şüphesiz sınıf savaşımın gereksinimlerine cevap olmaktan ziyade, anladığı kadarı ile kendi ruh halini örgüt ve devrim
çıkarlarının üzerine çıkararak, devrimcilik yaparken burjuvazinin bilincinin sonuçlarını devreye koymuş olur. Kaba
anlamıyla ifade edersek, burjuvazinin
ideolojik tavrını pratiğinde güçlendirmiş
ve üretmiştir. Örgütün demokratik merkeziyetçi anlayışının sonucu olarak siyaset ve uygulama haline gelen bütün teorik çıkarsamalar değişinceye kadar örgüt
içerisindeki bireyler için bağlayıcıdır.
Bundan dolayı her hangi bir kimsenin
bunlara uymaması, örgüt ve savaş gerçekliğinin yeteri kadar bilincinde olmadığına dair veriler olarak da okunabilinir.
Birey, örgüt denilen canlı organizmayı
anlayamaz ise ileri derecede mesafe kat
etmesi beklenemez. Kurtuluş için gerekli
stratejik araç olan örgütü, birey, sadece
kendi tasarımları sonucu ortaya çıkardığı
değerlendirmeler çerçevesinde görerek,
ne yapıp, ne yapmayacağına karar verdi-
ği anda stratejik araç (Bu parti veya ordu
her neyse) o anda teorik ve pratik anlamıyla tahrip etmiş olur. Örgüt hedeflerimize ulaşabilmemiz açısından önemli bir
araç deyip, bunu teorik düzeyde kabul
etmek yetmiyor, yetmeyecektir. Bunu
pratik tutarlıkla birleştirmeli, pekiştirmeliyiz.
Genellikle devrimin karmaşık sorunları
karşısında bireyin içine düştüğü başka
bir eğilimde, örgüt sorunlarını yakınarak
dile getirmesidir ki bu yaklaşım önemli
oranda ideolojik geriliğin sonucudur.
Eleştirmeyi, mücadele yürütmeyi kural
ve kaideler çerçevesinde parti zaten sağlıyor. Önemli olan bireyin örgütün her
düzeydeki sorunlarını kendinden bağımsız görmemesi ve içinde bulunduğu örgütsel mekanizma aracılığıyla parti sorunlarının çözümüne dair devrimci, komünist bir tutum içerisinde olmasıdır.
Çalışmanın, politik mücadelenin kuralları ve örgütsel ilkeleri vardır. Bunlar niyetlerin ürünü değil, sınıfsal yaşam realitesinin sonuçları olarak vardırlar. Bizim
dışımızdaki nesnel gerçekliği kabul etmek ve onu devrimci temellerde dönüştürmek, istem ve iyi niyet dilekleri ile
gerçekleşmeyecektir. Onun teorik yasalarının öğrenilmesini ve zorunlulukların
aşılmasının düzenleyici kuralarını üretip,
burada da kalmayıp bunları üst derecede
uygulamakla olacaktır. Disiplinsizlik,
kayıtsızlık devrimin değil, cehennem
ateşinin körüklenmesidir. Bireyin örgüte
karşı sorumluluğu demek, devrimin sorunlarına karşı sorumluluğu demektir.
Bizim devrimimiz köklü sorunların çözümüdür. Bunlarla uğraşmayan bir birey
gerçek bir devrimci olmada halen ciddi
zafiyetli bir kişiliktir. Sadece söyleneni
32
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
yapan devrimci değil, burjuvazinin farklı
türevli memurudur ki bu anlayışa sahip
bireyde inisiyatif olmaz. Tek başına yolunu bulamaz, örgütü ve devrim teorisini
gerçekliğe uymayan her türlü adım ve
saldırıya karşı savunamaz. Doğru bir
bilme sürecini ötelemiş kişilikler doğru
yapmayı da ötelemişlerdir. MLM bilgi
teorisini, iki çizgi mücadelesi temelinde
sürdürüp ilerleyemez, ilerletemezler.
Bunun tam tersi ise muazzam bir birikim
ve beceri anlamına gelmektedir ki zaten
böylesi bir düzeye erişmiş örgüt, kitleleri
seferber eder, sorunlarını doğru temelde
çözer ve devrim denilen köklü dönüşümü sağlar.
Örgüt ile birey ilişkisinde örgüt, bireyin her yönlü gelişiminden sorumludur.
Bireyi kendi haline bırakıp, örgüt ve
devrim sorunlarında çözüm gücü olmasını beklemek kendiliğindenci bir tutumdur. Çünkü sınıf bilincini bireye verecek
olan örgüttür. Örgüt ise kaba anlamıyla
bireyler toplamı değildir. O ideolojidir,
siyasettir. Örgütün beceri düzeyi bireyi
biçimlendirir ve savaşımı biçimlendirir.
Örgütün nesnel olarak
burjuvazinin bireyde
yarattığı tahribatı kabul etmesi yetmez. Savaş içerisinde bireyin gelişmesi, rol alması için
teorik
ve pratik çözümlemeleri ve uygulamaları
hayata geçirmesi ve bireyi yönlendirmesi
gerekir. Savaşa katılmanın yeterli olmadığını belirttik. İnsanın saf bir özü yoktur. Bir iki söylem ve bir iki pratik yönlendirme ile birey değişmez. Toplumsal
varlık olan insan iyi ve kötüyü de kendinde taşır. Sınıfsal durumlar, toplumsal
sistemler, şartlar ve politikalar bireyi
etkiler ve biçimlendirir. Özcesi emperyalizm koşullarındaki birey ve toplumsallaşma ile 9 yy.daki birey ve toplumsallaşma aynı değildir. Her şey yaşıyor,
akıyor, doğasında değişerek ilerliyor.
MLM epistemolojisinde tarihsel materyalizm (bilim) ve diyalektik materyalizm
(felsefe) bunu tanıtlamıştır. Örgüt, mevcut toplumsal ilişkiler ve bireyde makro
düzeyde değişimi sağlamadan devrim
önemli oranda zor ve uzak bir mesele
olacaktır. Örgüt, bireyi korumalı dahası
onu önemsemeli ki yeni insanın temellerini ve yeni toplumun temellerini atabilsin.
Örgüt, bireye bilimsel kıstaslar üzerinden sorgulama yetisini kazandırmalıdır. Ezbercilik, reçetecilik
çeşitli ideolojik,
felsefi,
politik,
örgütsel sapmaları beraberinde
getirir.
Bu
MLM’nin yaşayan
özünü
33
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
anlamamaktır. Yukarıda insan gelişimin sürekliliğinden bahsettik. Örgüt
içinde bulunduğu çağı ve koşullarını iyi
bilme durumunda olmalıdır. Örgütün
bunları yeterince anlayamaması, çözememesi durumunda, sürekli aynı yöntem ve biraz değiştirmiş tekrarlarla
bireyi biçimlendirmesi oldukça zordur.
Bilimsellik, felsefe ve politikada dünyanın sosyal olgularından kopmuş bir
örgüt, yaşamdan kopmuştur. Ve ne
kadar bir siyasal devrimden bahsederse
etsin, çelişmeleri doğru değerlendiremez, siyaseti sığ ve kaba olur. Böylesi
bir örgütte bireyler savruktur. Anarşist,
lümpen tutumlara sahip olurlar, ideolojik olarak düzeyleri geri, siyasal perspektifleri zayıf, becerileri gelişmemiş
düzeyde olurlar. Böylesi bir bileşene
sahip olan örgütte burjuva ideolojisinin
çeşitli biçimlerde ortaya çıkması kaçınılmazdır. Tam tersinden okursak bilimsel, felsefi, politik düzlemde gelişmiş bir örgüt, iki çizgi mücadelesi temelinde bağrındaki geriliklere karşı
savaş açarak önemli gelişmeler kat
eder, yüksek değerler yaratır.
Örgüt-birey ilişkisi diyalektiktir. Halkın deyimi ile ne ekersen, en doğasal
koşulları ve insan becerisi ile beraber
sonuçta ortada olanı biçersin. Zafer
denilen şey, yani politik iktidarın alınması ve korunması büyük yıkım hareketidir. Burjuva cehenneminin yaratmış
olduğu her şeye karşı zorlu bir savaşımdır. Bu öyle mevcut algı ile sürdürülecek bir mesele değildir. Yenilgiler
kaba anlamıyla zaferin yolunu açmaz.
Direnir, anlar, yenilenir ve yenilmekten
korkmadan yeniden savaşı her cephede
yürütürsen zaferi elde edersin.
YEŞERTİYORUZ UMUTLARI
Baharda yeşeren çiçekler gibi
Bizlerde yeşertiyoruz
Umutlarımızı
Ektiğimiz umut tohumlarını.
Yağmurla değil
Kanımızla sulayıp yeşertiyoruz
Ve büyütüyoruz
Umutlarımızı.
Soldurmak için uğraşıyorlar
Yeşeren umutlarımızı
Ama solduramazlar
Bizler
Düşsekte bu uğurda
Toprağın kara bağrına
Her bahar yeşeririz
Ve yeşertiriz
Tekrar tekrar umutları.
Umudu bitirmek isteyenler
Boşa uğraşıyor
Boşa çabalıyor
Onlar bilmezler ki
Umuda kurşun işlemez.
Ama bilmeliler ki
Yeşeren umutlarımızla
Yok olup gidecekler
Tarihin çöplüğünde.
34
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
Yoldaşlık ilişkileri üzerine
Yoldaşlık ilişkisi bilinçli bir tercih
sonrasında isteyerek girilen bir yolda
birlikte yürüyen kişilerin arasındaki ilişkidir. Kendimize uyarlarsak; dünyayı
değiştirmek için yürütülen mücadele
pratiğimiz içerisinde, bizimle aynı amaç
doğrultusunda, aynı araç içerisinde yer
alan kişiler bütününün ilişkisi, yani
Maoist Komünist Partisi saflarında mücadele yürüten tüm bireylerin aralarındaki ilişkidir. Elbette ki bu ilişki sıradan bir
yol arkadaşlığı değil, sınıf savaşımının
ve gelecekte kurulacak sistemin, daha da
ötesi gelecekte kurulacak yeni dünyanın
bugünden yaşanan/yaşanabilen ilişkisidir. Bu anlamıyla bugünkü düzenden ve
düzen içerisinde kurulan ilişkilerden çok
daha farklı, kapsayıcı ve derin bir anlama sahiptir.
Yoldaşlık ilişkisi her ne kadar yukarda
bahsettiğimiz gibi bilinçli bir tercih sonrasında isteyerek girilen bir yolda, yani
geleceği kazanma yolunda, eski ve köhnemiş olan ne varsa yıkma, yerine yeni
olanı kurma mücadelesi içerisindeki
kişilerin ilişkisiyse de, bugün için var
olan düzen ve sistemden, onun yansımalarından köklü bir kopuşu gerektirse de,
ilişkilerde zaman zaman onun yansımaları ve etkisinin görülmesi durumu da
söz konusudur. Bunun
nedeni ve kaynağı sınıflı toplum gerçekliğidir. Mücadeleye ve saf-
lara katılan her birey bir sınıf kökenine
sahiptir. Dikkat edelim, bir sınıf kökenine sahiptir diyoruz. Bu sınıflar genellikle
geniş halk tabakalarını oluşturan sınıflardır. İşçi, küçük burjuvazi, lümpen proletarya vs. vb. Bu kişiler bahsi geçen bu
sınıfların mensubu olmakla birlikte, bilinçli bir şekilde proletarya ideolojisi
doğrultusunda, yaşamı ve dünyayı değiştirme mücadelesine girdikleri an, mensubu oldukları sınıftan kopmaya başlarlar.
Girdikleri mücadele ve yürüdükleri yol
artık onların yaşamının merkez noktasını
oluşturmaya başlar. Böylece artık onların geçmişte mensubu oldukları sınıf,
onların sınıf kökeni olmaya başlar. Çünkü onlar bilimsel proletarya ideolojinin
doğrultusunda yürüttükleri mücadeleyle
birlikte proleterleşmeye başlarlar. Ancak
bu proleterleşme öyle bir anda olmaz/
gerçekleşmez. Bu durum ideolojinin
kavranması ve pratikte uygulanmasına
paralel bir şekilde gelişir ya da gelişmez.
Geliştiği oranda sınıf kökeninden, onun
alışkanlık ve yansımalarından uzaklaşı-
35
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
lır, proleterleşilir, gelişmez ise sıfatı ile- olmamakla birlikte, yoldaşlık ilişkileri
rici, devrimci, komünist olsun hiç fark yerine arkadaşlık ilişkilerinin geçmesi/
etmez, geçmiş yaşamını ve sınıf alışkan- geçirilmesi kabul görmemelidir. Bu ve
lıklarını kendisi ile gittiği her yere götü- benzeri durumlar, aşırılıklara ve yozlaşrür, giderek ilerleme karşısında geri olanı maya işaret etmektedir. Aynı zamanda bu
savunmaya başlar ve en sonunda öncesin- durumda yoldaşlık ilişkilerinin zorunlude de mensubu olduğu sınıfın ve alışkan- luk derekesine indirgenip tahrip edilmesi
lıklarının daha keskin bir savunucusu ve anlayışı gizlidir. Siyaset, anlayış, işleyiş,
uygulayıcısı olarak geldiği sınıflı toplum örgüt, devrim, niyetten bağımsız olarak
içerisine geri döner. Yani mücadeleden bir tarafa itilir ve yerine çeşitli halk katkopar. Elbette ki bu anlattığımız iki uç manlarının ideolojisinin ürünü olan alışyaklaşımdır. Birde mücadele içerisinde kanlık ve ilişki sistematiği geçirilir. Ve
çoğunlukla niyetlerden bağımsız olarak, buda yaşamda bütün iyi niyetli yaklaşımbazen de niyetli yaklaşımlarla proletarya lara rağmen birçok tahribatı birlikte getiideolojisine ve örgüt yaşamımıza aykırı, rir. Yoldaşlar birbirilerini yıpratır damgaiçerisinden çıkılıp gelinen sınıflı toplu- lar, örgüt bozulur, halkla olan ilişkiler
mun sınıflarından birinin damgasını, etki- dejenere olur, askeri anlamda darbeci
sini taşıyan yaklaşım ve pratiklerde orta- eğilimler gelişir, savaşın gelişimi köstekya çıkmaktadır. Bunlar genel bir tarz ha- lenir vs. Her şeyden önce biz bizden
linde değil, ideolojinin eksik ya da yanlış uzaklaşmış oluruz ve bu durum birçok
kavranmasından dolayı saflarda yaşam hastalığın kapısını açar.
bulabilen ve aşılması kolay meselelerdir. Siyasal temellerde yükselmiş olan ilişYeter ki içerisinden kopup geldiğimiz kiler yani yoldaşlık ilişkileri esas olarak
sınıflı toplum gerçekliğini ve bizlerinde ideoloji ve siyaset üzerinden yükselen
onun içerisindeki sınıflardan birinden parti anlayış, işleyiş ve çıkarının temel
geldiğimizi akıllardan bir an olsun çıkart- alındığı zemin üzerinde kurulu olmak
madan, eksik ve hatalarımız karşısında zorundadır. Partiye rağmen geliştirilecek
özeleştirel olabilelim.
ilişkiler devrim mücadelesini gerileteceği
İşte bu bahsi geçen eksik ve hataların gibi, yoldaşlık ilişkilerinin mahiyetini
kaynağı olan içinden çıkılıp gelen sınıfa saptırıp yıpranmalara neden olur. Yoldaşait kalıntılar yoldaşlık ilişkilerine de yan- ların bir birilerine karşı kırıcı, sekter ya
sımaktadır. Böylesi bir yansıma yaşandı- da yoldaşlık ilişkilerine sığmayacak davğında temeli ideoloji ve siyaset olan/ ranışlar içerisine girmelerine neden olan
olması gereken yoldaşlık ilişkisi yerine, şeylerden birisi siyasallaşmamış temellergıdasını feodal-burjuva ya da küçük bur- de yükselen ilişkilerin belli dönemlerde
juva yaşamdan alan arkadaşlık, kafa kol aldığı haldir.
ilişkisi, boş boğazlık, önyargılı yaklaşım, Mahalle arkadaşlığı mı, yoksa yoldaşlık
dedikodu, sekter yaklaşımlar, disiplinsiz- ilişkisi mi? Burjuva-feodal sosyal ilişki
lik vs. daha sayamadığımız daha başka mi, yoksa devrimci, komünist ilişki mi?
zaaf veya hastalıklar geçer. Saflarda var Elbette ki yoldaşlık ilişkisi, elbette ki
olan ilişkilerin belli zaaflı yanları bağrın- devrimci, komünist ilişki. Bunun için
da taşıması maddenin tabiatına aykırı durduğumuz noktayı iyi görmeli, partiye,
36
Halk Kurtuluş Ordusu Bülteni
halka, devrime karşı olan sorumluluğumuzu bir an olsun unutmamalıyız. MLM
ideolojisine bıkmadan, usanmadan sıkı
sıkı sarılmalı, onu yaşamımızda ete kemiğe büründürmeli ve içselleştirmeliyiz.
Yoldaşlık ilişkilerinin zayıflaması devrime, halka karşı sorumluluğumuzu muğlaklaştırır ve halk ile aramızdaki güven
ilişkisinin zedelenmesine neden olur. Bu
durum mücadele azmini azaltır ve inançsızlık tohumları eker. Sınıf düşmanlarımızla aramızdaki mücadeleyi muğlaklaştırır ve örgütü dağılma ve tasfiye durumu
ile karşı karşıya getirir. Bunun örnekleri
tarihimizde mevcuttur. Partimiz birinci
kongresinde geçmişteki böylesi anlayışları açığa çıkarmış, gözler önüne sermiş ve
özeleştirisini vererek bu hatalardan kopuşu sağlamıştır. Bu tarihi bir deneyim ve
tecrübe birikimidir, bunu iyi kavramalı ve
içselleştirmeliyiz. Elbette ki tarihimiz
sadece bu bahsi geçen olumsuzlukların
değil, bunun yanı
sıra
unutulmaz
olumlu örnekle-
rinde yaşandığı bir tarihtir. 96 Ölüm Orucu döneminde devrimciler ve komünistler
sınıf düşmanlarımızın inlerini, hapishaneleri, yoldaşlık ve siper yoldaşlığının birer
çatışma mevzisine dönüştürüp, onları bu
çatışmada yenerken Aygün Uğur yoldaşın
sarf ettiği şu sözlerini iyi hatırlamalıyız:
“Bizde bu yürek, bu yoldaş sıcaklığı varken, başaramayacağımız hiçbir şey yoktur”. Bu öylesine söylenmiş bir söz değildir. Bu sözü iyi anlamalı ve bu sözü söyleten bilincin ne olduğunu akıllardan çıkarmamalıyız. Bu komünist bilinç ve
kavrayış, tüm bunun yarattığı yoldaşlık
ilişkileridir “zafere mahkum olup, ölümü
küçülterek yenen”. İşte bu yoldaşlık ilişkisinin mücadeledeki önemi ve başarısıdır. Bu ideolojik bir duruştur. Bu duruşun
her alanda örnek alınması ve rehber edilmesi gerekir. Türkiye-Kuzey Kürdistan
devrim tarihinde bu ve buna benzer birçok örnek vardır. İşte bunu anlamadığımız zaman bulunduğumuz alanı ve ortamı
kendimizle birlikte başka yoldaşlara da
zindan ederiz, anladığımız oranda da kurtuluşa giden yolda daha güçlü ve
sağlam adımlar atarız.
37
Halk Kurtuluş
Ordusu Bülteni
Biz Kazanacağız...
Halk Kazanacak...
Halk Savaşı Kazanacak...
38

Benzer belgeler