40. sayımızı okumak için tıklayın
Transkript
40. sayımızı okumak için tıklayın
Murat PAKER Liberallerin Niyeti Dilbilim ve Ulusalcılık Kendini Aşan Yol Alır Ahmet TULGAR S.2’de İshak KARAKAŞ S.3’te S.11’de Durum Geçen haftaki sayımızın manşetinde yer alan Halkların Demokratik Partisi Eşbaşkanı Ertuğrul Kürkçü ile yaptığım söyleşi okurlarımız tarafından ilgiyle karşılanırken Kürkçü’nün açıklamaları demokrat okurlarımızda sevinç de uyandırdı. www.halkinnabzi.com.tr Yıl 2 Sayı 40 7 Mayıs 2014 ÇARŞAMBA e-mail: [email protected] Fiyatı:1TL Gelen maillerden ve yüz yüze görüşmelerimizden bunu anladım. HDP’nin açtığı ve önerdiği demokrasi cephesi halkta sevinç uyandırırken belli ki Kürtler’i kendi siyasi ajandaları için kullanamayıp öfkelenen kimi liberal ve ulusalcı kesimleri de korkutmuş. Bu konuda yazdığım köşe yazımı bu hafta gazetemizde okuyabilirsiniz. İki hafta önce İstanbul Tabip Odası seçimleri yapıldı ve yeni yönetim belli oldu. Yeni yönetimin ilk işi de 1 Mayıs’ta “Biber gazı öldürü” sloganı ile sokağa çıkmak oldu. Biber gazının tehlikelerine dikkat çekmek isteyen hekimler de yine biber gazı saldırısı ile durduruldu. Aslında İstanbul Tabip Odası’nda örgütlü hekimler Gezi Direnişi sırasında da alandaydılar ve Hipokrat yemininin gereğini yerine getirdiler. Bugün bu hekimlerden bazıları eylemcilere verdikleri sağlık hizmeti nedeniye yargı önüne çıkıyor. Ben de bu hafta İstanbul Tabip Odası’nın yeni başkanı Prof. Dr. Selçuk Erez ve genel sekreteri ve aynı zamanda gazetemiz yazarı Dr. Samet Mengüç ile buluştum ve manşetimizde yer alan söyleşiyi yaptım. Halkın Nabzı için okurlarımızın ilgisi ve reklamverenlerin desteği çok önemli. Okurlarımızdan yurttaş gazeteciliği yapmalarını ve semtlerindeki haberleri bize ulaştırmasını istiyoruz. Bunu yaparken reklam ve ilan potasiyeli olan yerleri de bize bildirmeleri yararlı olur. Haftaya görüşmek üzere. İshak KARAKAŞ S9’da 1 HalkınNabzı 40.indd 1 Edebiyat Festivali Başladı “Sokağa Çıkmasını Bileceksin” İstanbul Tabip Odası’nda 27 Nisan 2014 günü seçimler yapıldı ve yeni başkan ve yönetim belirlendi. Biz de bu seçimleri yakından izledik. Çünkü İstanbul Tabip Odası üyesi hekimler bir süredir sokaklarda ve demokrasi için direnenlerin yanında. Zaten yönetime gelen Demokratik Katılım Grubu üyeleri de kazananın kendileri değil Gezi ruhu olduğunu söylüyor. Gezi Direnişi bu hekimler için önemli. Bugün (7 Mayıs 2014) bunlardan bazıları Gezi Direnişi sırasında Hipokrat yemini gereği eylemcilere tıbbi destek verdiği için mahkeme önüne çıkıyor. Ben de bu hafta İstanbul Tabip Odası’nın yeni başkanı Prof. Dr. Selçuk Erez ve Genel Sekreter Op. Dr. Samet Mengüç ile buluşup İstanbul Tabip Odası seçimlerini ve hekim aktivizmini konuştum: S12’de S12’de 06.05.2014 19:54 2 MEDYA 2014 Çarşamba 7 Mayıs Cumhurbaşkanlığı Seçimi: Kendini Aşan Yol Alır! T ürkiye’nin 2014-15 sezonundaki üç etaplı seçim maratonunun ikinci etabı cumhurbaşkanlığı (CB) için Ağustos ayında koşulacak. CB adayları en az 20 milletvekili tarafından aday gösterilebilecek ve ilk defa iki turlu halkoyuyla seçilecek. Şimdiden görünen o ki mecliste grubu bulunan dört partinin göstereceği dört aday ilk tura katılacak ve AKP’nin adayı kesinlikle Erdoğan olacak. Diğer değişkenler henüz muğlak. Gelin bu muğlaklıklar üzerinden biraz oyun oynayalım: Herkes kendisi gibi aday gösterirse Erdoğan’ın kazanması kesin! AKP’nin adayı Erdoğan. Diğer üç parti de kendi partilerinin tipik bir temsilcisini aday gösterirlerse, ikinci tura Erdoğan ve CHP adayı kalacaklar demektir. Tipik bir CHP adayı, sadece MHP tabanının bir kısmını ve de az bir miktar bazı küçük milliyetçi veya sol partilerin tabanlarını cezbedebilecek, HDP tabanından bir destek bulamayacaktır. Erdoğan ise ikinci turda bir kısım MHP ve muhtemelen SPBBP oylarının da katkısıyla ipi rahatça göğüsleyecektir. CHP’nin ikinci turda MHP ile ittifakı düşünerek, Mansur Yavaş veya benzeri bir adayı göstermesi halinde, bu aday HDP tabanına daha da antipatik geleceği için sonuç farklı olmayacaktır. Normal koşullar altında Erdoğan’ın kazanmasıyla sonuçlanacak bu ihtimallerin bizi çok germemesi ve siyasi tablonun doğal sonucu olarak kabul edilmesi mümkün olabilirdi. Ancak son genel seçimlerden ve daha da yoğunlaşmış biçimiyle geçen yıl ki Gezi Direnişi’nden beri, Türkiye’nin siyasi ve gündelik hayatındaki demokrasi aşınmasının giderek daha da kaygı verici düzeylere vardığı bir süreç yaşıyoruz. Bu aşınma sürecinin baş mimarı da Erdoğan ve yekpare biçimde Erdoğan’ın arkasında duran AKP. Toplumsal barış için bir risk unsu- 2-3 HalkınNabzı 40.indd 2 MURAT PAKER ru olarak Erdoğan… Üç kez üst üste genel seçim kazanmış ve bu süreçte askeri vesayet rejimini net bir yenilgiye uğratmış olmak, Erdoğan ve AKP iktidarı için müthiş bir güç yoğunlaşması anlamına geldi. Kendisini daha ileri demokrasi talepleri açısından sıkıştıran bir muhalefetin de yokluğunda, son genel seçimlerden sonra artık hiçbir ciddi rakibi kalmadığını düşünen Erdoğan, hiçbir kısıt ve kaygı gözetmeden iktidar bozunmasının bütün arazlarını göstermeye başladı. Yeniden ve yeniden seçilmişti; darbe tehlikelerini savuşturmuştu; on yılda iktidar nimetlerini kendine göre yeniden dağıtan ve bunun üzerinden kendini yeniden besleyebilen geniş bir mekanizma kurabilmişti; yeni serpilmekte olan “Anadolu burjuvazisi”ni daha da serpiltmiş ve kendine bağlamıştı; bir sürü faktörün denk gelmesiyle ekonomiyi büyütmüştü; yine bir sürü faktörün denk gelmesiyle Ortadoğu’da itibarı yükselmişti; çok çalışmıştı çabalamıştı artık bu kadar çabalamanın meyvelerini almalıydı. Hem de hızla ve engellenmeden almalıydı, zira ciddi sağlık problemleri her an yolunu kesebilirdi ve de genel kişilik tarzı zaten dengeleyici başka unsurlar olmadıkça otoriter otorite olarak yayılmaya çok müsaitti. O da yayıldıkça yayıldı; iktidar istismarının dibini buldu; yenilmezlik fantezisine fazlaca bulandı; giderek daha fazla otoriterleşti; basından yargıya, yargıdan cinsel hayata kadar uzanan ve neredeyse her şeyi içine alan yelpazede her konuda kendi mutlak doğrularına göre mühendislik yapmaya kalktı. Böyle giderken, geçen yıl hiç beklemediği biçimde bir Gezi duvarına çarptı. Buradan bir demokratik olgunluk devşireceğine tam aksine toplumu acayip kutuplaştıran, hırçın ve saldırgan bir yol tercih etti. Bu sayede toplumun yarıya yakını tarafından çok sevilirken, diğer yarısı tarafından nefret edilen bir lider haline gelmeyi, bu konuda bir ara tabaka bırakmamayı becerdi- ki az başarı değildir. En son eski iktidar ortağı Gülen Cemaati ile olan kapışması sayesinde, “montaj-dublaj” diye geçiştirmeye çalıştığı (ama bu iddiasını hiçbir şekilde ispat etme yoluna gitmediği) nice şaibeler ortaya dökülünce türlü otoriter manevra ve yeni yasa ile kuvvetler ayrılığı ilkesini bir ayak bağı olarak gördüğünü iyice açık etti. Ayrıca bir süredir zaten kendine göre terzi-dikim bir Başkanlık sistemine geçmek istediği sır değil. Şimdi bu kişi CB için aday olacak ve fiilen denetimsiz bir başkanlık sistemini sonuna kadar zorlayacağını şimdiden biliyoruz. Kısaca, toplumsal barış için oldukça riskli bir durumla karşı karşıyayız. Türkiye’de demokrasi gibi bir derdi olan herkesin Erdoğan’ın CB olmaması için uğraşmayı gündemine alması lazım. Ama nasıl? Ancak kendini aşanlar Erdoğan’ı yenmeye talip olabilirler 2. tur seçimde Erdoğan’ı yenip CB seçtirmemek, paradoksal biçimde anti-AKP ya da anti-Erdoğan bir duruş ve aday üzerinden olamaz. Böylesi bir duruş, AKP tabanının daha da kenetlenmesinden başka bir sonuç vermez. “Erdoğan olmasın da ne olursa olsun” gibi bir ilkesizlik bizi bir yere götüremez. Daha önce tipik CHP’li (ya da MHP’li veya HDP’li) bir adayın veya CHP-MHP ittifakı ürünü bir adayın da Erdoğan karşısında şansı olamayacağını belirtmiştik. O halde ne? Başka bir şans var mı? Bence olabilir. Tek şansımız, Erdoğan’a ya da AKP’ye karşı değil ama Erdoğan’ın toplumu ortadan “biz ve onlar” diye bölen, dolayısıyla bir toplum olmamızı engelleyen ve de demokratik süreçleri aşındıran duruşuna karşı bir duruş geliştirebilmek. Tavizsiz demokratik standartları ve bu toplumun tüm farklılıklarını eşitlik ve eşdeğerlilik temelinde kapsayan ortak demokratik zemini savunan bir duruş. Ve bu duruşu geçmişinde taşımış ve şimdi halen taşıyan bir aday. Zor ama imkânsız değil. Bu duruş, AKP tabanı dâhil toplumun bütününe seslenebilmeli ve aşağıdaki gibi ilkeler içermelidir: Evrensel İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına bağlılık; Etnik, dilsel, dinsel, mezhepsel, cinsel, bütün sosyal kimliklerin eşitliği/eşdeğerliliği ve ayrımcılığa uğratılamazlığı; Kuvvetler ayrılığı ilkesinin tavizsiz gözetilmesi; Kürt meselesinin demokratik ve barışçı çözümü konusunda başlatılmış olan diyalog/müzakere süreçlerinin derinleştirilerek sürdürülmesi ve sorunun eşitlik temelinde çözümüne destek verilmesi; Devletin yurttaşlarının farklı yaşam tarzlarına, inanç ve inançsızlıklarına, kılık kıyafet tarzlarına saygı duyması, yasakçı bir tutum içine girmemesi; Doğa ve kent haklarının savunulması; CB makamı için daha fazla güç ve yetki istenmemesi. Bu ilkeler manzumesini benimsediği bilinen, ayrıca yeniden açıkça taahhüt edecek ve herhangi bir şaibe taşımayan bir aday, 2. turda Erdoğan’a ciddi bir rakip olabilir. Böyle bir adayın AKP tabanından da ses ve bir miktar oy getirebilmesi için mevcut sosyolojik yapıda müslüman demokrat kimliğiyle bilinen bir isim olmasında büyük fayda vardır (Bunun önemine dair Ömer Laçiner’in ufuk açıcı bir yazısı). Peki böyle bir adayı hangi parti gösterebilir? MHP böyle bir topa girmez. En mümkünü sanki HDP olur. CHP epey zorlanır ama becerebilirse 2. tura ciddi bir heyecan getirir. Bu yönde CHP kendini aşamayıp sadece HDP aşarsa ciddi sürpriz yapabilir. Gün, kendini aşma ve biz-narsisizminden vazgeçme günü… 06.05.2014 19:23 2014 Çarşamba 7 Mayıs YORUM 3 Dilbilim ve ulusalcılık tartışmalarına bir katkı AHMET TULGAR Fakat 20’inci yüzyılın başlarına, ilk çeyreğine baktığımızda germanistlerin giderek daha fazla milliyetçi ve nihayet nasyonal sosyalist olduğunu görüyoruz. Hatta bu dilbilimcilerin bazıları Naziler’in kitap yakma eylemlerine de katılıyor. Ancak 60’lı yıllarda genç dilbilimcilerin çabalarıyla Alman filolojisi ve germanistik milliyetçi motiflerinden arınacak ve bir anlamda depolitize olacaktır. Evet ya, dilimiz, anadilimiz bizi diğer dillere yaklaştırmalı, yakınlaştırmalı, keşfe yol açmalı, aynı Herder, von Humboldt, Grimm Kardeşler örneğinde olduğu gibi. Eğer dilbilimle, edebiyatla uğraşıyorsak. Özellikle. Ortak insanlık çatısını hatırlatmalı. B ir dilin ve bu dilde, bu dille yapılan edebiyatın tarihini incelemek demek bir yandan da bu dilin konuşulduğu ve bu edebiyatın yapıldığı topraklardaki sosyal, siyasi, iktisadi gelişimi, tarihi de, belki en ‘dolayımsız’a yakın biçimde öğrenmek anlamına geliyor. Almanca’nın ve Almanca edebiyatın tarihini etraflıca (bir kez daha) çalıştığım dönemde rastladığım bir bilgi, Almanya tarihindeki bir motifin, önemli, dünya tarihi açısından da pek önemli bir motifin zaman içindeki gelişiminin Dil tarihinde nasıl görünür olduğunu bana göstermekle kalmamış, aynı zamanda genel olarak Dil’e yaklaşımımızda ilkesel değerde bir tutumun sağlamasını bu olguya bakarak yapma imkanını vermişti. Şöyle ki: Almanca dili ve edebiyatına ilişkin ilk bilimsel uğraşlar Alman hümanistler tarafından başlatılıyor. 15’inci yüzyılın ortalarında. Alman filolojisi ve germanistik biliminin başlangıcı olarak işaretleyebiliriz bu tarihi. 18’inci yüzyılın ortalarına kadar 2-3 HalkınNabzı 40.indd 3 Bunları düşünmüştüm yani. Dilbilimcileri ve ideologları yani. Siyasetçileri de. süren bu bilimsel çabalar ve kaynak oluşturma, tarama ve yayımlama uğraşları hep belli amaçlara yönelik sürdürülüyor. Edebiyat ve dil siyasetinin amaçlarına yönelik. Bu amaçların hizmetinde. Amaç, en fazla uzlaşılan amaç ise elbette, bölgesel olarak belirlenen farklı Almanca lehçelerinden ortak ve bölgeler üstü bir Almanca iletişim ve edebiyat dili ve ortak bir gramer oluşturmaktı. Romantiklere gelindiğinde artık Almanca filolojisi ve germanistik bilimi epey olgunlaşmış durumdadır ve güncel amaçlara yönelik olmaktan çok, iyice olgulara dayandırılmaktadır. Elbette bu çabalar esnasında ‘ulusal’ özgünlüklere de rastlanıyor, rastlıyor bilim insanları, yazarlar. Ancak bu ‘ulusal’ özgünlükleri saptayan, keşfeden dil bilimci ve edebiyatçılar bundan bir ulusalcılık üretmiyor. Böyle bir amaçları ve ihtiyaçları da yok herhalde. Tam tersine bu ‘ulusal’ özgünlükler, bu insanlarda evrensel bir insanlığın kubbesi ile örtüldükleri, bütün bu özgünlüklerin evrensel bir insanlık çatısının altında oluştuğu bilincini güçlendiriyor. Ve Herder, W. von Humboldt ve Grimm Kardeşler gibi yazarlar bu bilinçle başka kültürlerin, başka ‘ulusal’ kültürlerin keşfine çıkıyor. Bu yüzden de bu yazarlar bugün de, tam da bu nedenle farklı kültür çevrelerinde (slav dili alanında Grimm Kardeşler gibi) özellikle saygıya mazhar olur. Ancak bütün bu bilim insanları ve yazarlar bu çabalarının politik olarak nasıl araçsallaştırılabilecek olduğunun farkında değildi, üstüne düşünmemiş, dil ve edebiyat geleneklerini araştırma ve oluşturma uğraşlarından bir ortak Alman ulusal kimliği kazanılacağını tahayyül etmemişlerdi. Onlar ortak insanlık çatısı altında Almanca konuşan, Almanca edebiyat yapan yazarlar, filologlar, germanistler olarak durumlarından hoşnuttu. Halkın Nabzı Gazetesi Süreli Yayın AHİS Reklam Organizasyon Prodüksiyon San. Tic. Ltd. Şti. Adına İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni (sorumlu) İSHAK KARAKAŞ Editör: Ahmet TULGAR Görsel Yönetmen Hukuk Danışmanı İsmail DOĞAN Av. Uğur KARAKAŞ Grafik Mizanpaj Viyana Temsilcisi Ayda ARAZ Kazım ÇINAR Hakan YILDIRIM Spor Koordinatörü Vahit KARAKAYA Spor Servisi Arjen BARIŞ Kültür Sanat Bedros DAĞLIYAN Avusturya Temsilcisi Erdal BOYOĞLU Emine BAŞKÖY Danışma Kurulu Fehim IŞIK Samet MENGÜÇ Fuat TOKAT Yer: Bağlarbaşı Mh. 2. İlkokul Cd. No: 39 Cihangir İş Merk. Kat 2 D:7 Maltepe - İstanbul Tel: 0216 457 46 46 Fax: 0216 457 13 12 [email protected] Baskı: GÜN MATBAA Beşyol Mah. Akasya Sk No 23/A Sefaköy-Küçükçekmece - İST. Tel: +90 212 426 63 00 06.05.2014 19:23 4 HABER 2014 Çarşamba 7 Mayıs Başkan Kılıç: “Bütün Maltepe Sizin” Ali Kılıç, Huzurevi Ziyaretinde Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç, Maltepe Huzurevi sakinleriyle öğle yemeğinde bir araya geldi. Toplumların çağdaşlık düzeyinin yaşlılara verdiği önemle ölçüldüğüne dikkat çeken Başkan Kılıç, “Ben de bir evladınızım.” dedi. Atalar Hacıoğlu Et Lokantası’nın ev sahipliğinde, Maltepe Belediyesi’nin ulaşım desteğiyle Maltepelim Huzurevi Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin organizasyonuyla gerçekleşen öğle yemeğine katılan Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç, emeği geçen herkese teşekkür etti. Huzurevi sakinlerinin moral bulduğu yemekte konuşan Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç, “Sizler bizim ulu çınarlarımızsınız. Sizler var olduğunuz sürece, sizlere hizmet etmek ve eksiklerinizi gidermek bizim boynumuzun borcudur. Bir toplum yaşlısına, engellisine, yardıma muhtaç vatandaşlarına ne kadar hizmet ederse, aynı oranda çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmış olur. Bu anlamda bugün bu organizasyonda emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Hepiniz sağ olun, var olun.” dedi. Başkan’dan Gezi Sözü Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç, Maltepe Huzurevi sakinlerine gezi sözü verdi. Başkan Kılıç, “Sadece yaşadığınız huzur evi değil, bütün Maltepe sizin. Ne zaman isterseniz arkadaşlarımız bana ulaşırlar. Ben de sizin bir evladınızım.” diye konuştu. Başkan Kılıç, huzur evi sakinlerine eşofman takımı armağan etti. Sanatçı Toplumu Geleceğe Taşır Anafod Anadolu Yakası Fotoğraf Sanatı Derneği’nin Fotoğraf Sergisi Maltepe Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde sanatseverlerle buluştu. Sergiyi gezen Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç, Maltepe’de kültür sanat etkinliklerinin festivallerle taçlanacağını belirtti. “Kitleleri buluşturan sanattır, sanatçıdır” Geniş yelpazede, birçok fotoğraf sanatçısının objektifinden birbirinden ilginç karelerin fotoğraf severlerle buluştuğu sergiyi gezen Başkan Ali Kılıç, “Farklı dilde, kökende, cinsiyette ve hatta görüşte birçok kitleyi buluşturan ve bir araya getiren sanattır, sanatçıdır. Sanatçı toplumu geleceğe taşıdığı gibi aynı zamanda toplumun her katmanını birleştiren, toplumsal dayanışmayı sağlayan ve insanın hayatına değer katan temel unsurdur.” dedi. Türkiye’nin fotoğraf birikimini yansıtan zengin bir seçkiyi fotoğraf severlerle buluşturmak amacıyla Maltepe’de açılan Anafod Sergisi’nin küratörlüğünü Prof.Dr. Sabit Kalfagil yaptı. Sergi, 5 Mayıs 2014 tarihine kadar Maltepe Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde ziyaretçi kabul edecek. 4-5 HalkınNabzı 40.indd 4 06.05.2014 19:26 2014 Çarşamba 7 Mayıs KÜLTÜR 5 KULTUR Nasıl Yapmalı? BEDROS DAĞLIYAN V atanım yalnızlığımızsa, annesizliğimiz, yetimliğimiz nedir acaba? Uzun yıllardır yalnızlığına sarılıp geçmişi hüzünle hatırlayan azınlık mensubu ya da genel egemen halkın dışındaki bir cemaate sahip bir birey için yalnızlık, çoktan beri vatan haline dönüşmüşse ne yapmalı ya da nasıl yapmalı? Peki, milyonlar arasında yalnızlığımız nasıl oluşur, neden oluşur hiç düşündünüz mü? Bunun sorumlusu sizi onca kalabalık arasında bireyselleştiren ve bu duruma iten nedir? Kapitalist sistem hızla değişir ve kılık değiştirirken bir taraftan da toplumu ve bireyi kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirmeye başlar. Tıpkı yenice fotoğraf makinenizin taktığınız harici hafıza kartları sürekli bir biçimlendirme, kendine uydurma durumu istemesi gibi kapitalizm de sizin kendi şartları içinde yaşamaya zorlayacaktır.... Birçok halklardan oluşan ulus devletlerde egemen güçler bir taraftan baskın kültür olarak diğer halkları asimile ederken diğer taraftan da sınıfsal karakterleri iğdiş ederek onların sınıf mücadelesine akmasına engel oluyordur. Feodal geçmişine sıkı bağlarla tutulu halklar feodal ağaların ve din tüccarı mollaların sıkı denetimi altında milliyetçi bir takım çıkışlarla egemen devletle çatışarak bir çıkış yolu bulmaya çalışacaklardır. Peki, sizce başarılı olacaklar mıdır? Bunun hiçte akılcı bir yöntem olmadığını yıllarca süren tüm halk savaşlarına bakarak anlayabilirsiniz. Bir bakıma egemen unsurlar sizi bilerek isteyerek bu savaşa sokarlar. Savaştan alacakları güç ise milliyetçilik, kahramanlık, şehitlik gibi toplumu bir arada tutacakları, sevk ve idaresini rahat yapacakları unsurlardır. Üstelik bu hem ezen hem ezilen halklar için mubah bir savaştır. Hem ezilen hem egemen halklar milliyetçiliği, kitleyi eyere isyan eden vahşi at gibi ehlîleştirmek amacıyla kullanacaktır. Bunu yaparken bu savaş oyununda her şey mubahtır! Bütün hileler, bütün silahlar, bombalar, kimyasallar... Bu savaşta suçsuzlar, bigünah çocuklar ölürlermiş! Ne gam... Şimdi işin tam da burasında düşünüp plan yapmanın sırası gelmişte geçiyordur. Dönün ve etrafınıza bir bakın... Kapitalist güçler insanları kendi bilgi ve becerisi doğrultusunda bir savaşla karşısına almayacaktır. Her yıl binlerce insan üretim aşamasında telef olup, sakatlanırken sistem sadece timsah gözyaşları dökmektedir. Yapılan savaşta ölen asker de, direnişçi, işçi, köylü, emekçi dahi aynı savaşın kurbanları olarak bu kotarılan projede yerini alacaktır. Kapitalizm savaşı kendi egemenliğini sürdürmek amacıyla topyekûn bir savaş olarak öngörmekte ve buna göre önlem almakta- 4-5 HalkınNabzı 40.indd 5 dır. Onlar bunun farkındadır. Karşı taraf yani asıl ezilen tarafsa her şeyi bildiğini zannetmektedir. Yıllar önce okuduğum Çernişevski’nin “Nasıl Yapmalı” adlı romanını bilirsiniz. Mutlaka defalarca farklı bilinç düzeylerinde tekrar tekrar okunması gereken derinlikli bir kitap... Her okunduğunda yeni şeyler keşfedilmesi elbette boşuna değil. Aşk konusundaki yanılgılardan, doyumuna aşka, sosyalist üretimden ve paylaşımdan, gerçek arkadaş ve dostluğa, yardımlaşma, dayanışma, yeni insanın yaratımı ve o dönem baskılarına karşı aydınlık, ilerici güçlerin mücadelesine kadar çok yönlü bir romandır Nasıl Yapmalı... Feodal yaşam biçimi içinde kapitalist yaşam biçiminin etkisinde kalmak gerekirken, Çernişevski sosyalist yaşam biçiminin etkisinde kalarak gerçekleştirmiştir Nasıl Yapmalı’yı... Romanı okudukça şu soru çakılır beyinlere ve cevabı da buldurur. Hiç kimse kendi kendini belirleme olanağına sahip değildir. Kişiler içinde bulundukları koşullara göre belirlenirler. Koşulları hangi sınıf egemense o sınıf belirler ve alt sınıf bireyleri de bu koşullar içinde yaşamak ve kişilik kazanmak zorunda kalırlar. Emekçiler kendi koşullarını yaratmak için örgütlenerek büyük bir güç haline gelmek zorundadırlar. Eski yaşam koşullarının yerine yeni yaşam koşullarını geçirmenin yolu buradan geçer. Yani şimdiye dek okumadıysanız mutlaka okunup dersler çıkarılması gereken kitaplardan biridir Nasıl Yapmalı... Kitabı okuyup iyice özümsediğinizde ki bunu sosyalist bir bilinçle okumak daha iyi dersler çıkarması açısından elzemdir. Kendi ülkemizin koşullarıyla ne denli eş özellikler barındırdığını çok geçmeden fark edecek ve mücadelenin asıl olanının sınıfsal mücadele olduğunun bilincine ereceksiniz. Halen feodal ağalığın sürdüğü bölgelerde ağaların, büyük toprak sahiplerinin egemen sınıfın kapitalistleriyle nasıl iç içe bir yapı ve güç oluşturduğunu da göreceksiniz. Halen Irak Kürdistan’ın da Türkiye kapitalistlerinin ihale vurgunlarını ve birlikte iş kotarmalarını da film gibi izliyorsunuzdur. Yani şimdi şapkayı önünüze koyup düşünme zamanıdır. Uzlaşmaz çelişki bilinciyle, sosyalist bilinçle sınıfsal karaktere uygun bir birlikteliğin kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu bilmeniz gerekir. Şimdi Ne Yapmalı, Nasıl Yapmalı’dan çok örgütlü bir şekilde bilinçle direnme zamanıdır. Barışın Direnme Vakti Şiir ve türkü yakan ağızlara Gün ışığından renkler yakışır En diri üzümlerden şarabî sarhoşluklar, aşklar Ömür geçer suskun diyarlardan Genç yüzler kanar, Dili kayıp gençler kanar; Kayıp gider parmaklardan… Okşayamazsın saçlarını bir kez daha Alay-ı-vâlâ ile uğurlanır balalar Hissizleşir duyguların Habire kurur gözyaşların Yükseklerde vicdan bulutları kararır Toprağın bağrında tüm çiçekler güzeldir, oysa Yatarken kuytuluklarda şirin gözlüler Dağlarda gelincikler Ölme sakın Ümidini kırma hiç! Bir dilek tut Bir yaşamı bağışla Bir ağaç dik: yemişi nar Barışı zeytin olan Daha çok var ölmemeye Bilsinler ki şimdi direnme vakti Yürüyün meydanlara Yok, olsun tufeyliler Şairler ve halklar ölmez; bilirsin... Bu toprak hepimizin Bu çocuklar bizim! İstanbul,13 Ağustos 2012 Bedros Dağlıyan 06.05.2014 19:26 6 YORUM B “Süper” ÖNDER BİROL BIYIK Cumhurbaşkanı ilirsiniz, 90 yıllarda Kürt illeri 6 ayda bir süresi uzatılan ‘Olağanüstü hal’ ile yönetilirdi. Olağanüstü hal yönetiminin başı “Bölge Valiliği” adı verilen ‘süper valiler’di. Bugün pek hayırla yad edilmese de o zamanlar “süper valiler” bakanların çoğundan daha hatırlıydı. 90’lı yıllarda yaşanan onca faili meçhul cinayet, köy yakmalar, işkenceler hep bu süper valilerin gözetim ve denetiminde yaşan- rılırken, yıllardır siyasasal yaşamımızı rehin alan yüzde 10 barajlı temsili seçim sisteminin korunması karar altına alındı. Bunu Başbakan Erdoğan’ın başkanlık sisteminden vazgeçişi olarak okumak mümkün mü? Elbette hayır… Başbakan Erdoğan’ın kafasındaki sistem başkanlık sistemidir ve bunu gerçekleştiremeden siyaseten dı. Aradan yıllar geçmesine rağmen o dönemin karanlığı hala sorgulanamaz. ‘Süper Vali’ demek ‘hesap sorulamaz vali’ demektir. Yerel seçimlerden sonra başlayan ve Başbakan Erdoğan’ın ismi etrafında dönen ‘Nasıl bir cumhurbaşkanı” tartışmaları bana hep bu “süper valileri” anımsatır nedense… Son AK Parti MKYK kararlarından sonra Başbakan Erdoğan’ın Çankaya adayı olduğuna kesin gözüyle bakabiliriz sanırım. Biliyorsunuz, 5 saat süren MKYK toplantısında bir süredir tartışılan dar bölge seçim sistemi rafa kaldırılırken, üç dönem kuralının korunması da karar altına alındı. Darlaştırılmış bölge seçim sisteminin neden pat diye gündeme geldiği malumunuz… Erdoğan’ın hayal ettiği başkanlık sistemine geçiş için anayasa değişikliğini tek başına yapabilecek güce, temsilde adaletsizliği hat safhaya çıkaran bu ‘çoğunlukçu seçim sistemi’ ile ulaşabilirdi AKP… Son MKYK kararı ile şimdilik bu sistem rafa kaldı- var olan hiçbir pozisyon onu tatmin etmeyecektir. Ancak darlaştırılmış bölge sisteminin Anayasa Mahkemesi’nden dönme ihtimali, öte yandan muhalefetin o seçim bölgesinde ikinci turda iktidar adayına karşı tek adayda birleşme olasılığı bu sistemi şimdilik gündemden düşürmüş gözüküyor. Ancak önümüzdeki yıllarda bu sistemi tartışmaya devam edeceğiz. Peki, bundan sonra ne olabilir? AKP’nin cumhurbaşkanı adayının Başbakan Erdoğan olduğu, üç dönem şartının korunmasına ilişkin kararla birlikte netleşti aslında. Teşkilatların ve milletvekillerinin desteğini alan Erdoğan Çankaya’ya çıkmak üzere önümüzdeki seçimlerde halktan oy isteyecek. Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkması halinde tüm yetkilerini zorlayarak Çankaya’dan hükümeti idare etmeye kalkacağını herkes biliyor, hatta cumhurbaşkanlığı yetkilerini yeni yasal düzenlemelerle daha da artırarak tedricen rejimi başkanlık sistemine yaklaştırmaya çalışacağını da tahmin edebiliriz. 6-7HalkınNabzı 40.indd 6 2014 Çarşamba 7 Mayıs Ancak mevcut sistemle Erdoğan ne kadar cevval bir cumhurbaşkanı olursa olsun, Erdoğan’sız bir AKP’nin işinin kolay olmayacağı kesin. Türk siyasal tarihinde başkanı Çankaya’ya çıkmış her parti küçülmüş. Özal’ın ANAP’ını ve Demirel’in DYP’sini anımsayalım. Bu halk emanetçi silik ve emanetçi başbakanlardan hoşlanmıyor. Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması halinde kurulacak hükümet, düşük profilli, teknokratlar hükümeti olacak. Seçim dönemlerinde halktan oy isteyecek kişi cumhurbaşkanı olamayacağına göre meydanlarda AKP’nin faziletlerini anlata anlata bitiremeyen ama mevcut pozisyonuyla, hiç de faziletli bir görüntü çizemeyecek bir başbakan (ya da tartışıldığı üzere eş başkan) ne kadar ikna edici olabilir ki! Abdullah Gül, böylesi bir uydu başbakan pozisyonunu kabul etmediği için bugün siyaseten kenara itilmiş durumda. Her ne kadar “AKP kadroları içinde başbakanlığı başarıyla yürütecek çok değerli kadrolar var” dese de, bu açmazı Başbakan Erdoğan da görüyor ve bu krizi aşmanın tek geçerli yolunun başkanlık sistemine bir an evvel geçerek parti yönetimini Çankaya’ya taşımak olduğunu biliyor. İşin vahim tarafı, Erdoğan’ın kafasındaki başkanlık sistemi, ABD’deki gibi güçler ayrılığının titizlikle korunduğu başkanın meclis ve senato tarafından sıkı denetim altında tutulduğu bir sistem değil, tüm yetkilerin başkanın tekeline alındığı “Türk tipi başkanlık sistemi…” Bu sistemin ne denli otoriter ve baskıcı bir sistem olacağını kestirmek için kâhin olmaya gerek yok. Ama bütün bunlar Başbakan Erdoğan’ın siyasi planlarının tıkır tıkır işlemesiyle mümkün olabilecek şeyler… Mevcut siyasi ve sosyal gerilim ortamında her şeyi bu kadar pürüzsüz işlemesi mümkün mü peki? Bana pek mümkün gelmiyor… Benim gördüğüm şu ki, siyasal geleceğini başkanlık sistemine bağlayan Başbakan Erdoğan, Çankaya’ya çıkması halinde büyük risk almış olacak. Ve -kim ne derse desin- AKP’nin yerel seçimlerde ciddi bir oy kaybettiği ve düşüş trendine girdiği hesaba katılırsa, arkasında şu anki kadar güçlü parti de olamayacak. S.S EĞİTİM İLGİLİLERİ KONUT YAPI KOOPERATİFİNDEN DUYURU İstanbul Ticaret Sicil Memurluğuna 142311-89805 sicil numarası ile kayıtlı bulunan şirketimiz 12.05.2001 tarihinde tasfiyeye girmiş ve tasfiye kararı 02.07.2001 tarihinde tescil edilmiştir. Genel kurul kararı ile tasfiye işlemleri için 3 yıllığına görevlendirilen yönetim kurulu üyelerince kooperatif gayri menkullerinin satış ve devir işlemleri tamamlanmış olup kooperatif tasfiyesi tamamlanmıştır. Üçüncü şahıslara duyurulur. S.S. TASFİYE HALİNDEKİ EĞİTİM İLGİLİLERİ KONUT YAPI KOOPERATİFİ İSTANBUL TİCARET SİCİL MEMURLUĞUNDA 142311-89805 SİCİL NUMARASINDA KAYITLI BULUNAN KOOPERATİFİMİZ 12.05.2001 TARİHİNDE TASFİYEYE GİRMİŞ VE TASFİYE KARARI 02.07.2001 TARİHİNDE TESCİL EDİLMİŞTİR. GENEL KURUL KARARIYLA TASFİYE KURULLARI, KOOPERATİFE AİT SON GAYRIMENKULÜN 13.06.2013 TARİHİNDE SATIŞINI GERÇEKLEŞTİREREK TASFİYE İŞLEMİNİ TAMAMLAMIŞTIR. KOOPERATİFİMİZİN HİÇBİR KURUM VE ÜÇÜNCÜ KİŞİLERE BORCUNUN OLMADIĞI VE TASFİYE İŞLEMİNİN TAMAMLANDIĞI DUYURULUR. TASFİYE HALİNDEKİ EĞİTİM İLGİLİLERİ KONUT YAPI KOOPERATİFİ ESENKENT-MALTEPE-İSTANBUL 06.05.2014 19:19 YORUM 7 2014 Çarşamba 7 Mayıs Dil ve Kültür Farklılığı Dünya Zenginliğidir! (4) İYANA’DAN ERDAL BOYOĞLU saktır. Yatılı okullarda, çocukların geldikleri yerin kültürel niteliklerinden arındırılarak, Türkçü-Milliyetçi ideolojilerle beyinleri yıkanıyordu. Eğitim de şövenizmin izlerine rastlamak mümkündür. Anadolu’da izlenen talan tarihi incelendiğinde, o topraklar üzerindeki halklara uygulanan her türlü baskı-zulüm ve asimilasyon eşliğinde gerçekleştiği görülecektir. Kültür; çocuğa anadili aracılığıyla verilir, anadili ile çocuk kendi kimliğini ve kültürünü anlar ve geliştirir. Dolayısıyla bu araç çocukta “güvenlikli” bir kimlik etmesini sağlar. Ama dünyanın bir çok yerinde anadilin kaybolmasına ses çıkarmayan resmi ideolojiler, iktidarlar, psikologlar, dilbilimcileri ve eğitimcilerden bahsetmek mümkündür. Anadilin kaybolmasına ses çıkarmayanlar insanlık suçu ve insan hakları ihlali yapıyorlar. D ünyanin bir cok ülkesinde Anadil üzerine önemli çalışmalar yapılmaktadır. Dilleri yaşatmak ve ölümden kurtarmak için faaliyetler yürütülürken çok dilli ve çok kültürlü kavramlara karşı koyanlar ilkellikten ve ırkçılıktan beslenmektedirler. Avrupa’nın birçok ülkesinde 50 yıldan beri iş-emek göçü yapmış Türkler yaşıyor. Türklerin çocukları Avrupa’nın birçok yerinde anadilleriyle okullarda eğitim görmektedir. Okullarda kimliğini ve kültürünü ifade ediyorlar. Bu olumlu bir girişimdir, çünkü dil insan kimliğidir. Dilin bir yanı kimlik diğer yanı da kültürdür. Ya Türkiye’de neler oluyor? Alparslan Türkeş 11 Haziran 1995’deki bir açıklamasıyla ‘MOZAİK’’ 6-7HalkınNabzı 40.indd 7 tartışması başlatmıştı. Bakın ırkçıların başbuğu ne diyor; ‘’Bugün bazıları, Türkiye pırıl pırıl mozaiktir diyor. Ne mozaiği ulan. Türkiye’de Türk yaşıyor. Burası 1071’den beri Türklerin memleketidir. Türklerden önce buralarda Frigyalılar, Hititler, Lidyalılar yaşamış. Bunların hepsi ölü milletlerdir. Hepsi yok olup gitmişler. Kimi çevreler, ‘Kürt gerçeğini tanıyacağız’ diyorlar. Yediği naneye bak. Sen önce Türk gerçeğini tanı. Kürtler bizim bin yıllık kardeşimizdir.’’(11 Aralık 2001 Hürriyet) Evet ırkçı Türkeş’e göre kardeşlik anlayışı böyle bir şey. Yoruma gerek kaldı mı? 12 Eylül öncesi CHP Genel Başkanı olan Bülent Ecevit “Halklara özgürlük” diye slogan atanları sağcılarla aynı kefeye koyup milliyetçi gençlerin katili olarak değerlendiriyordu: “Sağdaki katiller sizin ne kadar düşmanınız ise, bu sloganları taşıyanlar da o dere- ce düşmanınızdır. Bu kışkırtmacıların oyunlarına gelmeyeceğiz. Bir takım sahte solcuların tuzaklarına düşmeyeceğiz. Bir takım sahte solcuların ardından gerçek solcular yürümeyecektir. Doğru bildiğimiz yolda mücadelemize devam edeceğiz. Türk halkını halklar diye bölmeye çalışanların oyunlarına gelmeyeceğiz.” (Milliyet 22 Mart 1976) Dil ve Kültür Farklılığı Kürdistan’da, halkın karşılaştığı mevcut durum egemenlik ilişkisidir. İktisadi yapılanması gereği olarak , insanlar eğitimsiz bırakılmıştır. Eğitilecek olanlar için de yatılı bölge okullar reva görülmüştür. Merkezlerde açılan yatılı okullarda öğrenci 24 saatini bölge okulunda geçirmektedir. Bu okullarda bırakalım anadilde eğitimi, okulda Kürtçe konuşmak bile ya- Oysa her şart altında ne olursa olsun dillere sahip çıkılmalıdır. Anadilde eğitim ve öğretim hakkı desteklenmelidir. Etnik kökene sahip herkes, kendi anadilinde duygularını ifade etmelidir, eğitim ve öğretim yapabilmelidir, dilini konuşmalıdır. Tarihin derinliklerinden bugüne doğru gelindiğinde sorunların kaynağı nasıl da gün gibi ortaya çıkıyor. Diller ve kültürler dün de tartışıldı. Bugün de tartışılıyor, yarında tartışılacak. İşte bu tartışma farklılığın kavranmasından geçecektir. Ve ben bu kavrama inanıyorum, bu yüzden umutluyum ve bu umut insan hakkıdır. Burada asıl suç ve ayıp olan, insan kimliğinin kaybolmasına seyirci kalmaktır. 06.05.2014 19:19 8 HABER 2014 Çarşamba 7 Mayıs Kartal Sahilinde Ölü Kadın Geçen Pazar günü, Kartal sahilinde yürüyüş yapan vatandaşlar denizde bir kadını hareketsiz halde görünce durumu polis ekiplerine bildirdi. Olay yerine gelen polis ve sağlık ekipleri öldüğü anlaşılan kadının denizden çıkartılması için sahil güvenlik, deniz polisi ve itfaiye ekiplerinden yardım istedi. Ceset sahil güvenlik ve deniz polisi ekipleri tarafından çengel yardımıyla birkaç metre açığa çekildi. Uzun uğraşlar sonucunda ceset, ‘yüzer sedye’ olarak tabir edilen sedyeye ile tekrar kıyıya getirildi. Daha sonra ceset Adli Tıp Kurumu’na ait cenaze nakil aracına konuldu. Bu arada cesedin ilk bulunduğu alana güvenlik şeridi çeken polis ekipleri, akıntı nedeniyle cesedin yer değiştirmesi sonucu şeridi biraç defa genişletmek zorunda kaldı. Sahilde cesedin çıkartılması çalışmasını izleyen onlarca vatandaş da polisin uyarısı ile uzaklaştırıldı. Olay yerinden geçen bir vatandaş, genç kadını bir saat önce kayalıklarda düşünceli bir halde otururken gördüğünü, şimdi ise kadının cesedinin suda olduğunu söyledi. Polis ekiplerinin olayla ilgili soruşturma başlattığı öğrenildi. Gauck ve Gül Üniversite Açtı Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, Türkiye ziyaretinin son gününde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile birlikte Beykoz’daki Türk-Alman Üniversitesi’nin resmi açılışını yaptı. Gül, açılışta yaptığı konuşmada “Aslında ben şahsen Alman sisteminde eğitim almadım, Alman ekolünden değilim ama Türkiye’de bir Türk-Alman üniversitenin noksanlığını çok erkenden hep hissettim. Ben buranın herhangi bir üniversite olmasını istemiyorum. Herkesin yarışarak girmek istediği en yüksek puanlı öğrencilerin girmek istediği, Almanya’dan öğrencilerin geldiği bir üniversite olmasını istiyorum” dedi. Gauck ise “Hem Türkiye’den hem Almanya’dan hem başka ülkelerden daha fazla genç insanın burada okumasını arzu ediyoruz.” şeklinde konuştu. İstanbul’da tekneyle mini bir Boğaz turu yapan Gauck, Ayasofya Müzesi’ni de ziyaret etti. Konuk cumhurbaşkanı akşam saatlerinde Türkiye’den ayrıldı. 8-9-10-11 HalkınNabzı 40.indd 8 Üniversiteli Şeyda hayatını kaybetti İstanbul’un Pendik ilçesinde meydana gelen trafik kazasında ağır yaralanan üniversiteli Şeyda Aydın yaşamını yitirdi. Genç kızın son görüntülerinde ise annesine otobüse binmeden önce annesine defalarca sarıldığı görülüyor. Edinilen bilgiye göre Zonguldak’ın Alaplı ilçesinde ikamet eden Okan Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü 3. Sınıf öğrencisi 21 yaşındaki Şeyda Aydın (21) 28 Nisan 2014 tarihinde İstanbul’un Pendik ilçesinde bir alışveriş merkezi önünden yolun karşısına geçtiği sırada aynı üniversitede okuyan bir öğrencinin kullandığı otomobilin çarpması sonucu ağır yaralandı. Sağlık ekiplerince Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırılan Şeyda Aydın bir haftadır tedavi gördüğü hastanenin yoğun bakım ünitesinde verdiği yaşam mücadelesini kaybederek yaşamını yitirdi. Öte yandan Şeyda Aydın’ın 27 Nisan Pazar günü saat 14.30 sularında annesi Hülya Aydın tarafından İstanbul’a uğurlanması görüntüsü güvenlik kamerası tarafından kaydedildi. Görüntülerde Şeyda Aydın annesi Hülya Aydın ile birlikte otobüs bileti aldığı ve annesine defalarca sarıldığı görülüyor. 06.05.2014 19:08 HABER 9 2014 Çarşamba 7 Mayıs Edebiyat Festivali Başladı Festival aynı zamanda bu yıl bünyesine iki yeni program da katmış. 9 - 11 Mayıs tarihleri arasında İTEF - Mutfakta Edebiyat ve İTEF - Çocuk etkinleri yapılacak. İsveç Konsolosluğu’nda verilen davete çok sayıda yazar ve okurun yanı sıra gazetemiz genel yayın yönetmeni İshak Karakaş, editörü Ahmet Tulgar, yazarlarından Fehim Işık ve Dr. Samet Mengüç ve İMC TV genel yayın koordinatörü İTEF 2014 - İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali, geçen Pazartesi akşamı Tünel’de İsveç Başkonsolosluğu binasında verilen davetle başladı. Vehbi Koç Vakfı’nın ana sponsorluğunu üstlendiği festivalin bu yılki teması Şehir ve Yolculuk oldu. Festivalin altıncı yılında okurlar 5 - 11 Mayıs tarihleri arasında söyleşiler, atölye çalışmaları, çocuk etkinlikleriyle dopdolu bir festival izleme imkanına sahipler. Eyüp Burç da katıldı. Akşamın ilerleyen saatlerinde grup İsveç Başkonsolosu Jens Odlander ile konsolosluğunda terasında bir masada uzun bir sohbet etti. Kılıç’tan İşçilere HDP Maltepe’den Kırmızı Karanfil Kahvaltı M altepe Belediye Başkanı Ali Kılıç, 1 Mayıs arefesinde Beşçeşmeler Meydanı’nda işçilere ve diğer yurttaşlara kırmızı karanfi dağıttı. İşçilerle sohbet de eden Kılıç, işçilerden sevgi ve sempati gördü. Başkan Kılıç, aynı gün Regaip Kandili olması nedeniyle işçilerin ve yurttaşların kandilini de kutladı. Kılıç, daha sonra kahvehaneleri ziyaret ederek, Maltepeliler’in sorunlarını dinledi. 8-9-10-11 HalkınNabzı 40.indd 9 H alkların Demokratik Partisi (HDP) Maltepe, Hanedan Restaurant’ta dayanışma kahvaltısı düzenledi. Yoğun bir katılımın olduğu kahvaltıda HDP İstanbul İl Eşbaşkanı Şamil Altan, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) İstanbul İl Yöneticisi Hasan Sayan, Maltepe HDP İlçe Yöneticisi Zabit Vurdu ve gazetemiz genel yayın yönetmeni İshak Karakaş’ın yanı sıra çok sayıda partili katıldı. Kahvaltıda yapılan konuşmalarda dayanışmanın önemi vurgulandı. 06.05.2014 19:08 10 YORUM 2014 Çarşamba 7 Mayıs 1 Mayıs ve Hekimlik Ruhu Genel Cerrahi Uzmanı İstanbul Tabip Odası Divan Başkanı DR. SAMET MENGÜÇ 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı tüm dünyada “Birlik, Dayanışma, Haksızlıklarla Mücadele Günü’’ olarak kutlanır. 1856 yılına dayanan ortaya çıkışından bu yana devam eden hikayesi birçok ülkede dramatik sahneler içerir. Emeğe saygı duyan tüm insan topluluklarında halen bayram, karnaval, şenliklerle kutlanmaktadır. Bu yıl emeğe ve emekçilere saygısız davranan iki ülke dünyada ibretle izlendi: Türkiye ve Kamboçya Gelelim hekimliğin 1 Mayıs’la ilişkisine. Hekimlik nerede insan sağlığını olumsuz etkileyen etmen varsa bununla mücadele eder ve bu olumsuzlukları ortadan kaldırmaya çalışır. emekçinin, mağdurun, mazlumun yanında yer almıştır, görevinden gelen zorunluluk gereği de alacaktır. Tıpkı yakın geçmişte Marmara Depremi’nde, Van Depremi’nde, Gezi Direnişi’nde, Cezaevi Açlık Süreci’nde olduğu gibi… 1 Mayıs’ta sabıkalı ülkenin fiziki şiddet, psikolojik baskı, kimyasal gaz kullanımı ve özgürlükleri kısıtlaması artık sıradanlaşmıştır. Buna insanların maruz kalmasını engellemek ve maruz kalmışlarsa tedavi etmeyi görev ve sorumluluk alanında gören hekimlik bu ülkede 1 Mayısın vazgeçilemez bir unsuru olmak durumunda kalmıştır. Hiçbir hekim hak arama yolu olarak şiddeti ve yıkımı bir yol olarak benim- Gelin görün ki bu ülkede yakın geçmişte Gezi Süreci’nde insanlara sağlık yardımında bulunan Hekimlik Ruhu yok edilmek istenmektedir. Bu amaçla apar topar çıkarılan bir torba yasa ile bu ruh yasaklanmış, yasaklanmakla kalmamış ve yargılanmaktadır. Bu ülke geçmişinde de 1 Mayıs kutlamalarında sabıkası kabarık olan ve bırakın sağlığı olumsuz etkilemesini, insan hayatlarını ortadan kaldırmış bir geçmişe sahiptir (1 Mayıs 1977-Taksim). Hekimler bu ülkede hep emeğin, 8-9-10-11 HalkınNabzı 40.indd 10 semez, istemez ve arzu etmez. Ancak şiddet varsa, baskı varsa , özgürlük yok sa, fakirlik varsa bunları ortadan kaldırmak için çalışır, dayanışma gösterir ve mücadele eder. Bu olumsuzluklarla mücadele etmek ‘Hekimliğin Ruhu’ dur. Gelin görün ki bu ülkede yakın geçmişte Gezi Süreci’nde insanlara sağlık yardımında bulunan Hekimlik Ruhu yok edilmek istenmektedir. Bu amaçla apar topar çıkarılan bir torba yasa ile bu ruh yasaklanmış, yasaklanmakla kalmamış ve yargılanmaktadır. Sadece bu ruhla hareket eden ve yaralıları tedavi etmeye çalışan iki asistan genç meslektaşımız 6,5 yıl hapis ve para cezası ile yargılanmaktadır. Bu yaklaşımlar tarih boyunca olmuştur, ancak emek, dayanışma, mücadele sonucunda Türkiye ve Kamboçya gibiler hariç insana yakışır bir hale gelmiştir. Her yerde bu süreçte hekimlik ruhunun katkısı olmuştur, bu ülkede de olacaktır. Emeğe saygı, emekçiye saygı, haksızlık ve baskılarla mücadele, yoksullukla mücadele insanidir, ahlâkidir, vicdanidir. İnsani olan her şey ‘Hekimlik Ruhu’nun özüdür, kendisidir. Varsın ideolojik desin muktedirler, E sormazlar mı ey muktedirler; ideolojik olan siz değil misiniz? Emeği sömüreceksiniz, emekçilere zulüm edeceksiniz, zalimlik yapacaksınız ve hekimleri de seyretmeye yani suç işlemeye iteceksiniz, kabul etmezlerse de cezalandıracaksınız, ideolojik davranı- yorlar diyeceksiniz. Yok öyle üç kuruşa beş köfte. Hekimler yemezler sizlerin zorbalığını, yemezler… O meslektaşlarının yargı sürecinde yanlarında olacaklar, size yedirmeyecekler, Gezi’de ve 1 Mayıs’ lardaki zulümlerin karşısında duracaklar ve sizin insanı ezen, emeğini sömüren ideolojinizi de yok edecekler, bundan emin olabilirsiniz sayın muktedirler. Çünkü ‘Hekimlerin Ruhu’ bunu emrediyor, onlar ruhsuz yaşayamazlar, yaşamı tehlikede olan her canlı mücadele eder yaşamak için…Hekimler yaşamak istiyor, yaşatmak istiyor, yaşamak ve yaşatmak için de her zaman 1 Mayıs’larda olacaklar. Çünkü insanlığın onlara, onların insanlığa ihtiyaçları vardır, tıpkı sizin gibilerinde onlara ihtiyacı olduğu gibi… Hekimler ihtiyaç duyan zalimlere de bakmakla görevli ve sorumlu hissederler kendilerini, ‘Hekimlik Ruh’ları öyle emretmiş onlara… ‘Hekimlik Ruhu’nun daha canlı olduğu, emeğin ve emekçinin mutlu olduğu hekimliğe ihtiyaç duyulmayan 1 Mayıs’lar dileğiyle, tüm emekçilerin “1 Mayıs Birlik, Mücadele, Emek ve Dayanışma Günü’’ kutlu olsun… 06.05.2014 19:08 YORUM 11 2014 Çarşamba 7 Mayıs Liberallerin Niyeti B İSHAK KARAKAŞ ir süredir anaakım medyada önce imalar ve göndermelerle başlayan şimdi ise artık köşe yazılarında ve kıymeti kendinden menkul ünlü gazetecilerin sosyal medya hesaplarında kamuoyuna empoze edilmek istenen bir iddia dolanıyor. Ulusalcı sol ve Kemalizmle bağlarını koparamamış sosyalist gruplar da bu iddaya sıkı sık sarılıyor. Bu iddiaya göre Kürtler, müzakere sürecinde elde ettikleri ya da kendilerine vaadedilen kazanımlar karşılığında AKP’nin ve Başbakan’ın otoriteryan yönetimini kabul etmişler. İddia sahipleri çekinmeseler Kürtler’in hükümete destek verdiğini de söyleyecekler. İzansızlıkları artık bu derece. İşin ilginç tarafı bu iddiaları ortaya atanlar daha düne kadar hükümetin gazetelerine servet ölçüsünde meblağlar karşılığı transfer olup Erdoğan’ın ve politikalarının propagandistliğini yapanlar. Ne zaman ki Erdoğan bu liberal ya da kendilerine solcu yazar ve gazetecilere ihtiyaç duymamaya başladı ve işlerini kaybettiler, hepsi intikam hırsıyla geçtikleri muhalefette Kürtler’i kullanma arayışlarına yöneldi. Aynı isimler eski konumlarındayken KCK operasyonlarının ideolojik zemininin taşlarını döşemişlerdi. Diğer taraftan bu yazar ve gazeteciler ve onlardan esinlenmiş siyasi gruplar, bu iddiayı tam da Kürt Özgürlük Hareketi’nin 30 yıldır demokrasi ve özgürlük mücadelesinde fiilen sürdürdüğü öncülüğü ve yol açıcılığı Türkiye’nin bütün ezilen kesimleri için resmen üstlendiğini Halkların Demokratik Partisi üzerinden deklare ettiği bir dönemde dile getiriyor. Sayın Abdullah Öcalan’ın “ortak vatan, demokratik ulus” formülasyonundan bihaber bu yazar ve gazeteci taifesi, Kürtler’in “Kürdistan’da demokratik özerklik, Türkiye’de faşizm” gibi bir alışverişi kabul ettiği iddasını yaymaya çalışıyorlar. Kürt Özgürlük Hareketi’nin Kürdistan’da ortaya koyduğu demokrasi anlayışının onun ideolojik önceliği olduğunu görmek istemeyen bu eski hükümet propagandistleri, Kürtler’i kendi kişisel kavgalarına dahil edemeyeceklerini bilmelidir. Kürtler’in AKP hükümeti ile müzakere ilişkisini daha önce birkaç kez şöyle tarif etmiştim: Kürtler 90 yıl sonra bir muhatap buldu ve yakasını kolay kolay bırakmayacaklardır. Ama Kürt hareketi statik değil dinamiktir, Kürtler, AKP hükümetinin yakasını bırakmayıp onu demokrasi yoluna çekmeye çalışıyor. Talepleri ve eylemliliği ile hükümeti demokratik adımlar atmaya çalışıyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan müzakereleri sadece Kürt halkı için değil Türkiye’nin bütün halkları, emekçileri ve ezilenleri için yürütüyor ve bunu da ifade ediyor. Kürtler’in her kazanımı Türkiye demokratikleşmesinin kazanımıdır. Yani Kürtler mücadeleleri ve müzakereleri ile bu ülkeye demokrasi getiriyorlar. 8-9-10-11 HalkınNabzı 40.indd 11 06.05.2014 19:08 12 SÖYLEŞİ 2014 Çarşamba 7 Mayıs “Sokağa çıkmasını bileceksin” İshak Karakaş İstanbul Tabip Odası’nda 27 Nisan 2014 günü seçimler yapıldı ve yeni başkan ve yönetim belirlendi. Biz de bu seçimleri yakından izledik. Çünkü İstanbul Tabip Odası üyesi hekimler bir süredir sokaklarda ve demokrasi için direnenlerin yanında. Zaten yönetime gelen Demokratik Katılım Grubu üyeleri de kazananın kendileri değil Gezi ruhu olduğunu söylüyor. Gezi Direnişi bu hekimler için önemli. Bugün (7 Mayıs 2014) bunlardan bazıları Gezi Direnişi sırasında Hipokrat yemini gereği eylemcilere tıbbi destek verdiği için mahkeme önüne çıkıyor. Ben de bu hafta İstanbul Tabip Odası’nın yeni başkanı Prof. Dr. Selçuk Erez ve Genel Sekreter Op. Dr. Samet Mengüç ile buluşup İstanbul Tabip Odası seçimlerini ve hekim aktivizmini konuştum: 12-13-14-15-16 HalkınNabzı 40.indd 12 İshak Karakaş: Öncelikle bu yoğun gündeminizde bizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Sizin birçok göreviniz var, hocalık yapıyorsunuz üniversitede, aynı zamanda İstanbul Tabip Odası’nda seçimler oldu, başkan seçildiniz. Tabip Odası seçimlerini biraz konuşalım; hocam sokaktaydınız ve gençlerle birlikteydiniz, sizi böyle davranmaya iten neydi? Selçuk Erez: Şöyle anlatayım, inandığım şey şu, insanları, her memleketteki insanları kim güvenceye alır, kim kollar? Anayasa. Peki anayasa çiğneniyorsa, anayasa bir duvarda duruyorsa ve kimse ona bakmıyorsa seni kim korur? Sen kendini korursun, başka kimse korumaz. Şimdi ben bunun bilincindeyim. Benim dört tane kızım var, kızlarımı küçük yaştan itibaren bir yerde eylem mi var götürürdüm, alışsınlar diye. Sokağa çıkmasını bileceksin, hak ve hukuğu öyle arayacaksın. Biz Belçika vatandaşı olsaydık şimdi böyle bir derdimiz olmazdı, biz karşılıklı oturup birbirimize nerede denize girilir, nerede piknik yapılır, nerede golf oynanır, bunları anlatırdık. Ama bu ülkenin vatandaşı olduğumuza Selçuk Erez göre zaman zaman kolkola gireceğiz, sokağa çıkacağız, hak-hukuk arayacağız, ne yapalım alın yazımız buymuş. İ.K.: Sizin de sokağa çıkmanızın nedeni bu? Türkiye vatandaşı olmanız, öyle mi? S.E.: Başka bir şey var, bir memlekette anayasa çiğnenirse, anayasa adam yerine konmazsa, kullanılmaz ve bakılmazsa insanların sokağa çıkması, kendi hak ve hukukunu istemesi iyidir ama başarıya ulaşmanın yolu aktivist sayısının, sokağa çıkıp bağıran sayısının çok olmasıdır. Ders veriyordum Cerrahpaşa’da, 1970’ler, 1980’ler, bir şey dikkatimi çekiyordu. Ben ders veriyorum iki yüz kişi dinliyor, kapı açılıyor üç kişi giriyor hadi eylem var diyorlar, iki yüz kişi hemen çıkıyor. Bu iki yüz kişi kim, neden böyle ne söylerlerse yapıyorlar? Bu üç-dört kişi olan eylemci-aktivistin ne farkı var? Bunları sormaya başladım. Bunların aradan zaman geçtikten sonra bir kısmı Tabip Odası’ndan bir grup, kimisi profesör olmuş kimisi doçent olmuş kimisi ufak-tefek doktor olmuşlar ama aktivistler. Nedir bir insanı aktivist ya- pan? Kendisinin veya yakının uğradığı büyük bir haksızlık adamı düşünmekten çok hakkını sokakta bağıran-çağıran bir adam yapıyor, gözüpek yapıyor. Sonradan ben de anladım ki böyle olması gerekiyor. Bu aktivistler arasında çok Alevi, çok Kürt var İ.K.: Birçok doktor, Hipokrat yemini içmiş doktorlar eylemlerde ön planda. Hümanist olduklarından ötürü mü yoksa sizin dediğiniz gibi kendileri ve yakınları haksızlığa uğradıkları için mi? S.E.: Hayır, hayır. Sırf doktorlar mı haksızlığa uğruyor? Türkiye’nin her türlü vatandaşının başına geliyor. Özellikle Kürt ise veya Aleviyse, kendisi, babası, büyükbabası eziyet çekmiş insanlardır. Şimdi Alevi bir kız, bir doktor, sürmüşler bunu, onunla konuşuyorum. Malatyalı, sekiz yaşındayken annesi ve babası çarşıya gitmiş. Kapısı çalınıyor, aç polis! Ne yapar sekiz yaşındaki bir çocuk? Ağlar, açar ya da açmaz. Düşünüyor musunuz, o kadar basmışlar ki evini sekiz yaşındaki minicik çocuk ne diyeceğini öğrenmiş. Arama izni aldın mı savcılıktan diye 06.05.2014 19:29 SÖYLEŞİ13 2014 Çarşamba 7 Mayıs İshak Karakaş: Öncelikle bu yoğun gündemde bizi kabul ettiğiniz için teşekkür ediyoruz. Biz sizi hep sokakta görüyoruz. Bu yakın tarihte seçiminiz oldu, biz de ordaydık. Siz hekim olarak neden sokaklardasınız? Sizin bu düzene bir itirazınız mı var? Bize biraz kendinizi anlatır mısınız ? Samet Mengüç: Önce ben teşekkür ediyorum size. İstanbul Tabip Odası biliyorsunuz geçen hafta bir seçim süreci yaşadı, aslında Türkiye genelinde tüm tabip odalarının seçimi var, yaklaşık bu bir aylık sürece yayılan bir seçim dönemi. Üç grup olarak seçime girdik tüm yönetim kurulları ve 53 kişilik kurulun hepsini Demokratık Katılım Grubu kazandı. Bizler zaten yaklaşık olarak 13-14 yıldır İstanbul Tabip Odası yönetim kurulundayız, aynı grubuz ve dolayısıyla eski yönetimin devamı olarak göreve geldik. Sadece bir görev değişikliği oldu. İ.K.: Eski yönetim de Demokratik Katılım Grubu muydu? S.M.: Tabii, tabii.. 2000 yılından bu yana İstanbul Tabip Odası Demokratik Katılım Grubu tarafından yönetilmekte. Demokratik Katılım Grubu’nun bir hekimliğe ve yaşama bakış açısı vardır, belirli ilkelerle bir araya gelmiş hekim grubudur ve bu ilkeler doğrultusunda hekimlik yapmaya çalışıyor, buna da biz “iyi hekimlik ve onurlu hekimlik” diyoruz. İ.K.: Hep sokaktasınız, 1 Mayıs’ta da sokaktaydınız. Hep itiraz ediyorsunuz, peki neye? Biraz bunun üzerine konuşalım. S:M.: Tabii bizim itirazımız hep şuradan ortaya çıkıyor: Biz kendi ilkelerimiz doğrultusunda bir hekimlik yapmak istiyoruz ve bir toplumun sağlığına bir bakış açımız vardır, bu bakış açısını da bunu topluma egemen kılmaya çalışıyoruz ama bizim egemen kılmaya çalıştığımız sağlık anlayışının karşısında bir güç olduğu zaman da doğal olarak muhalefet durumuna düşüyoruz. Eğer bu ülkede iktidarla Tabip Odası arasındaki sürtüşmeyi ve mücadeleyi kastediyorsanız bizimki sadece bugünkü iktidara yönelik değildir. Biz dediğim gibi 1990 yılından beri bu hekimlik anlayışını Türkiye’de egemen kılmaya çalıştığımız için iktidarda kim olursa olsun muhalefet ediyoruz, biz bu iktidardan önce de muhalif olarak görülüyorduk. Peki bugünkü süreçte ‘niye bu kadar görünür kılındı’ diye bir soru akla gelebilir. Bu da ‘sağlıkta dönüşüm programı’ denilen ve bu iktidar tarafından yaşama geçirilen projenin yansıması. Bu proje bildiğiniz gibi Dünya Bankası ve IMF’in 1970’li yıllardan sonra uyguladığı ve kapitalist sermaye birikimi ve emek 12-13-14-15-16 HalkınNabzı 40.indd 13 İshak Karakaş Samet Mengüç “Hekimlik ruhsata bağlı olamaz” 06.05.2014 19:30 14 SÖYLEŞİ soruyor, aldım diyor polis. Yetmez muhtarın da gelmesi lazım diyor, geldi diyor polis. Yetmez bir de komşu al gel diyor ve bu şekilde izin veriyor polislerin aramasına. Bu şekilde yetişen insanlar aktivist oluyor. İkinci adımı atalım, eğer anayasa bizi korumuyorsa, anayasa işe yaramıyorsa sokağa çıkıp bağıracağız. Aynı zamanda ne temenni edeceğiz? Aktivist sayısı artsın. Sadece sülalesinde önceden eziyetler görenler değil, şimdi eziyet görenler de bunun eziyet olduğunu anlasın ve onlar da çıksın. Gezi’de o oldu. Hiç aktivist olmayan belki bir milyon genç çocuk kafalarına gaz sıkılarak, gözlerine plastik mermiler sıkılarak aktivistleşti. Bir anda aktivist sayısı arttı. İ.K.: Toplumsal bir uyanış oldu bu, değil mi hocam? Asosyal ya da apolitik değimiz insanlar da yer aldı. S.E.: Evet, ama hepsi dönmez. Neden dönmez onu da anlatayım, Maslow diye biri var, Yahudi bir psikolog bu, Rusya’dan Amerika’ya göçmüş. Bir üçgen yapmış, yoksullar, orta derece gelir sahibi ve zenginler diye. Diyor ki; alt sınıf yani yoksulların derdi geçimdir. Ben sana diyeyim ki oyunu ver bana, ben de sana üçyüz kağıt vereyim. Verilen cevap şu; bunların hepsi hırsız ama bu hiç olmazsa iş yapıyor. Türkiye’nin yüzde kırk beşinin aldığı para 12-13-14-15-16 HalkınNabzı 40.indd 14 2014 Çarşamba 7 Mayıs geçimine yetmiyor, bana beş kuruş daha gelecek nasıl olsa diye düşünüyor. Kılıçdaroğlu verir mi? Vereceğim diyor ama bu on senedir, on iki senedir veriyor, emin olmadıkları için bunlara oy verdi. İ.K.: Yani bunlardan aldıkları üçyüz lirayı Kılıçdaroğlu’nun vereceği altıyüz liraya değiştirdiler. Emin olamadıklarından dolayı. S.E.: Evet, bu sana diyor vereceğim ama ben buna eminim bu bana veriyor, o zaman ben buna oy vereceğim diyor, yüzde kırk beş oy oradan geliyor. Bana vermesi devam eder mi? Ekonomi iyi gitmiyor Türkiye’de. Bir sene sonra ekonomi bozulduğu vakit bu iktidar bu fakir-fukaraya ne verecek? Veremeyecek. Şimdi biz dişimizi sıkarsak, aktivist sayımızı arttırırsak, bu da oturduğumuz yerden olmaz, sokağa çıkmakla olur, yazmakla olur, sonunda düze çıkarız, ben buna inanıyorum. İ.K.: Biz sizin seçimlerinize katıldık, sizi takip ettik, biz sizi destekliyorduk. Türkiye’nin demokratikleşmesi için doktorların yani sizin mi sokağa çıkması lazımdı, sizin mi gaz yemeniz lazımdı? Sizin üyelerinizi galiba ayın yedisinde mahkemesi de var Gezi Olayları ile ilgili. Niye İstanbul Tabip Odası bu kadar ön planda? S.E.: Şimdi bizim karşımızdaki gruplardan bir tanesi, bunlar doktor, nelerle uğraşıyorlar, bağırıyorlar, bu mudur doktorluk işi diyorlardı. Ben de dahil arkadaşlar neye inanıyoruz, doktorum, işim hastaya bakmak, teşhisi koymak, reçete yazmakla bitmiyor. Nedir doktorun işi? Bu hasta benim söylediğimi anladı mı? Ben diyeceğim ki devlete, ne biçim devletsin sen, ne biçim eğitim veriyorsun, donatmıyor musun bu adamı? Lütfen eğitim sistemini düzeltin, düzeltmezsen bağırırım ben, bu da doktorluğun bir vazifesidir. Daha önemlisi, benim yazdığım reçete bazen bir aspirin ilacı olmuyor, uzun süre alması icap eder. Alabilecek mi, parası var mı, yeteneği var mı? İ.K.: Bu doktorların büyük bir derdi yani. S.E.: Evet, doktorun ne demesi lazım? Ey devlet, ey sistem vatandaşın ekonomisini düzelt, insanlar parası olmadığı için hasta olmasın, ölmesin. Bu politika mıdır? Değildir, hatta doktorluğun uzantısıdır. Bütün bu sistemler demokrasi ile düzelir. Tabipler Birliği gidiyor Sağlık Bakanlığı’na diyor ki; efendim siz yanlış yapıyorsunuz. Cevap olarak sizin konuşmaya hakkınız yok, biz yüzde bilmem kaç oy aldık, biz idare ediyoruz devleti. Konuşmak istiyorsanız parti kurun, seçim kazanın, meclise girin, o zaman sizin söylediği- niz geçerlidir. İ.K.: Bunların anlayışına göre her şey sandıkta mı bitiyor? S.E.: Evet. Anayasa Mahkemesi başkanına ne dediler? Sen ne biçim adamsın, cüppeni çıkar, parti kur öyle gel. Sevmediği, istemediği bir şey söyleniyorsa hep parti kur öyle gel diyorlar. Demokrasi olmazsa kimse seni dinlemez. Beş-on tane akıllı adamın sözlerini dinle de bazı şeyleri düzelt. Demokrasi olmazsa sağlık da düzelmez. Ben demokrasi istesem yine doktorluğumun bir uzantısını yerine getirmiş oluyorum. Şimdi gelelim bana, ben hastamı iyi anlamıyorsam, teşhisi doğru koyamıyorsam sadece az okudum mu olur yoksa tıp fakültelerinde iş yok mu? Bana doğru-dürüst eğitim vermiyorlarsa ben ne diyeceğim; ey yöneticiler tıp fakültelerinde adam gibi ihtisas verin, doğru-dürüst adam yetişsin,bu kepazelikten bu keşmekeşlikten kurtarın. Bunu söyleyince politika mı yapmış oluyorum, ben yoksa doktorluğumun bir uzantısı mı? Uzantısı, inancımız bu bizim, biz bunun için uğraşıyoruz ve uğraşacağız da. İ.K: Hocam sizi gerçekten gıpta ile izliyoruz. Sizin bu yaşta yaptıklarınız, aslında çok da yaşlı değilsiniz ama. S.E.: Yaşın falan sonu yok ki. Elin 06.05.2014 19:30 SÖYLEŞİ 15 SOYLESI 2014 Çarşamba 7 Mayıs lenmesi lazım, kimyasal laboratuvarlarda incelenmesi sonucu öyle bir karar varabiliriz; fakat farklı niteliklerde gazlar da vardı. İlk kulanılan gazların etkisi farklı, daha sonra kapsül şeklinde atılan, plastik mermi şeklinde atılan, atıldıktan sonra açılan gazlar vardı, onların koku olarak farklı bir kokusu vardı, onların insan üzerindeki etkilerini bilemiyoruz şu an. sömürüsüne dayalı bir proje. Bu projeyi daha önce de 1980’li yıllarda Özal döneminde de Türkiye’ye uygulamaya çalıştılar; ancak koşullar uygun olmadığı için Özal bu işe yanaşmadı. Daha sonra 2002 yılında bu proje Dünya Bankası ve IMF tarafından bu iktidara önerildiğinde iktidar hem yeni bir iktidar olduğu ve sermaye birikiminin olması gerektiği için IMF ve Dünya Bankası’nın bir hazır reçeteyi de önlerine koymaları da onların da çok işine gelen bir şeydi. İ.K.: IMF ve Dünya Bankası bunu niçin yapıyor? S.M.: Burada sağlık alanı çok geniş bir alan, toplumun şu anda Türkiye’deki 76 milyon - 78 milyon insanı ilgilendiren bir şey. Dolayısıyla böyle bir alanın sermaye birikimi için çok geniş bir alan, dolayısıyla sağlığı anlık satın alınabilecek bir meta haline getiren bir anlayış. Yani daha önce hasta - hekim ilişkisi güvene dayalı bir hekimlikti, hastayla hekimin o hedef doğrultusunda bir birlekteliği vardı; ama bu sistem doğal olarak hasta ve hekimi karşı karşıya getirdi, hastayı müşteri konumuna soktu, hekimi de tüccar konumuna soktu. Yani sistemin gözünde hekim bir tüccardır, hasta da bir müşteridir; bu da kapitalist sistemin olmazsa olmaz koşullarıdır. Yani ben artık hastayla birer rakip görülmek durumuna getirildim. Dolayısıyla da buna itiraz ediyoruz. 12-13-14-15-16 HalkınNabzı 40.indd 15 İ.K.: Bu da sizin hekimlik anlayışınıza ters, değil mi? S.M.: Bu da bizim hekimlik anlayışımıza terstir. Diğer, o sokak hekimliği konusuna gelince daha çok Gezi süreciyle birlikte gündeme geldi. İ.K.: Gezi süreci demişken, herhalde sizden de birkaç kişi Gezi davasından yargılanıyor. Onu da biraz açar mısınız? S.M.: Tabii, oraya da geleceğim. Bizim hekimlik anlayışımızda insan sağlığını ilgilendiren, insan sağlığını tehdit eden her türlü koşullarda biz hekim olarak görev ve sorumluluk olarak algılarız ve oraya müdahil oluruz. Bu işte Marmara depreminde de oldu, Van depreminde oldu, Gezi sürecinde oldu, açlık grevleri sürecinde oldu, işçi grevlerinde oldu yani insan sağlığını bozan her yerde biz hekim olarak orada bulunmayı isteriz, dolayısıyla insanın hekime ihtiyacı olduğu her yerde var olmayı savunuyoruz. Orada bulunduğumuz zaman da ister istemez mevcut sisteme veya iktidara muhalif olarak görülüyoruz. Şimdi Gezi sürecine gelince de hepimizin malumu ciddi anlamda bir toplumsal tahribat yaşandı, fiziki müdahaleler yapıldı, psikolojik baskılar uygulandı, kimyasallar kullanıldı ve kitleler buna maruz kaldığı zaman da ona en yakın olan, onlara desteği sağlayacak kesimlerin başında da hekimler geliyordu ve doğal olarak da hekimler bu sürece müdahil oldu. Bu müdahil olmamızdan da ileri derecede rahatsız olan bugünkü iktidar hemen akabinde bir torba yasa çıkardı, bu torba yasayla birlikte ‘ruhsatsız hekimlik’ yapılamaz diye bir kavram ortaya attı. Oysa ki hekimlik biliyorsunuz, bizim 2500 yıldır kabul ettiğimiz Hipokrat’tan bu yana dini, dili, mezhebi, mesleği, toplumsal statüsü ne olura olsun sana ihtiyaç duyulan her ortamda bu insanlara yardım etmeyi biz görev ve sorumluluk alanı içerisinde görürüz; dolayısıyla biz hekimliğin ruhsata bağlı olamayacağını savunuyoruz ve Gezi’de yaptığımız eylemin ve bundan sonra da her türlü toplumsal olaylarda, toplumsal felaketlerde devam ettirmeyi düşünen bir anlayışa sahibiz. İ.K.: Gezi’de bir takım gazlara falan itirazınız oldu ve bu 1 Mayıs’ta da suyun içerisine bazı kimyasal maddeler katılıp sizlere sıkıldığını okudum. Bunun etkilerini anlatır mısınız? S.M.: Şimdi 1 Mayıs’ta da biz İstanbul Tabip Odası olarak gaza maruz kaldık, ben de bu grubun içerisindeydim, grupla birlikteydim. Atılan gaz daha önceki deneyimlerden de bildiğimiz kadarıyla çok farklı bir gaz değildi. İ.K.: Kullanım tarihi mi geçmiş bu gazların, yoksa farklı bir gaz mı? S.M.: O tür bir iddada bulunmak için onların mutlaka oturulup ince- İ.K.: Siz hekimsiniz, bu konu üzerinde bir araştırma falan yapılmadı mı ? S.M.: Bu konuda sayısız araştırma yapıldı. Özellikle Gezi sürecinde atılan kapsüller, kimyasallar incelendi.Yapılan incelemelerde bugünkü şeyiyle ciddi anlamda farklı bir gaz değil; ama tabii bunun dozu önemli, maruz kalınan doz, maruz kalınan süre, ciltle temas, gözlerle temas, kapalı ortamda olması, bunların ileri dönemlerde yan etkilerini, olumsuz etkilerini etkileyen faktörlerdir. Dolayısıyla biz bir defa kimyasal olarak biber gazının kullanılmasını asla ve asla kabul etmiyor, reddediyoruz. İ.K.: Biber gazının ileriki dönemde, süreçlerde insan sağlığı üzerinde nasıl bir etkisi vardır; ne gibi hastalıklara neden olur ? S.M.: Şimdi çok uzun süreli etkilerini açıkçası bilimsel olarak nasıl bir rahatsızlık yaptığına dair kesin bir bilgi yoktur elimde; ama genel olarak kimyasal gazların insan üzerinde olumsuz etkileri vardır, solunum sistemi üzerinde, dolaşım sistemi üzerinde, dermatolojik dediğimiz cilt sistemi üzerinde, tahriş edici,yakıcı; özellikle akciğer rahatsızlığı olanlarda, astım, bronşit gibi; hiper tansiyon, kalp ritim bozukluğu gibi durumlarda, bunları şiddetlendiren, bunların daha şiddetli şekilde seyrine sebebiyet veriyor, bu birçok araştırmada ispatlanmış bir durum. Sonuçta ne olursa olsun insan sağlığını bozan ve iradesi dışında kulllanılan her türlü kimyasala ilke olarak da, hekim olarak da karşıyız ve bunu reddediyoruz. İ.K.: Gezi olaylarında İstanbul Tabip Odası,Türk Tabipler Birliği olarak sizleri ön saflarda gördük. Hekim kimliğinizden, Hipokrat yemini etmiş olmanızdan dolayı ordaki yaralılara müdahele ettiniz, bunun için de yargılanıyorsunuz. Bu konuyu biraz açabilir misiniz, arkadaşlarınız neyle suçlanıyor, niçin yargılanıyor? 06.05.2014 19:30 SÖYLEŞİ 16 SOYLESI 2014 Çarşamba 7 Mayıs tutuyorsa, kafan çalışıyorsa nalları dikinceye kadar bu yolda yürüyeceksin. İ.K.: Sayınız dört yüzü buldu mu? S.E.: Evet. İ.K.: Allah gecinden versin. Hocam bir de ayın yedisinde görülecek olan dava için ne diyeceksiniz? S.E.: Olacak iş değil. Sen doktor diploması almak için bir yemin ediyorsun, bu yemin de her türlü insana, her koşulda bakacağına yemin ediyorsun ondan sonra diplomanı alıyorsun. Dünyanın her yerinde bu yemin edilir. Niçin hastalara baktın? Hasta muhtaçtı, ben yeminim gereği hastalara bakarım. Diyelim ki siz yemin etmediniz, yolda yürüyorsunuz motorsiklet kazası geçirmiş, kafası kırılmış bir adam görseniz yardım etmeyecek misiniz? Doktor değilsiniz, hipokrat yemini etmemişsiniz. Yardım edilir bu doğal, bir insanın yapması icap eder. Bunu yaptığınız için sizi kınarlarsa, sizi mahkemeye verirlerse ne dersiniz? İ.K.: Hukuksuzluk derim. S.E.: Tepki gösterirsiniz, reaksiyon gösterirsiniz. Üç-beş tane arkadaşımızı Gezi’de tepki gösterdiler diye mahkemeye veriyorsan, şimdi üçyüz-dörtyüz kişi oldu, biz de vardık, bizi de mahkemeye verin dediler. İ.K.: Yakinen takip ediyorum sizi çünkü ben de bir doktor babasıyım, benim oğlum askerlik görevini Hakkari-Şemdinli’de yaptı. Oradaki köylülere de, koruculara da, askerlere de yani herkese doktorluk yaptı. Bu Hipokrat yemininden ziyade insalık vazifesidir. Peki hocam arkadaşlarınız için ne tür eylemler düzenlemeyi planlıyorsunuz? S.E.: Mahkemeye gideceğiz ve onları desteklediğimizi ifade edeceğiz, ondan sonra durumun gelişimine göre hareket edeceğiz. Ben tek başıma karar vermiyorum, arkadaşlarla beraber duruma göre davranacağız. Biz demokratik davranıyoruz. Demokratik usülle ortak karar verip ondan sonra ne yapacaksak yapacağız. 12-13-14-15-16 HalkınNabzı 40.indd 16 İ.K.: Sizinle biraz da 1 Mayıs’ı konuşalım. 1 Mayıs’ta gaz bombası yediniz, gazın ne kadar tehlikeli olduğunu sizler kadar bilmiyoruz ama suyun içine gaz koyarak size sıktıklarını gördük. Anlatır mısınız? S.E.: Doğru hepsi. Olmaz, dünyanın hiçbir yerinde sulhçul bir şekilde isteğini ifade eden veya bir bayramı kutlayan bir nsana bu muamele yapılmaz. Yok Taksim’de kutlayamazsınız. Neden kutlamayayım, bundan iki sene evvel kutladık bir şey mi oldu? Biz de top yok, tüfek yok, hiçbir şey yok. İ.K.: Doğru. 2010, 2011, 2012 senesinde Taksim’de kutladı ve gayet barışçıl geçti. S.E.: Burdaki gerekçe dükkanların kepenkleri kırılır yok bilmem ne olur. Sen zaten bozuyorsun dükkanı, bütün her tarafı kapatıyorsun, metrobüsü 12 saat kapatıyorsun, İstanbul’da bir yerden bir yere hastaysan bile gidemiyorsun, turist istiyorsun bütçeni düzeltmek için, turistler afallayıp kalıyorlar, bir yere gidemiyorlar ve felç oluyor şehir, sen felç ediyorsun. Bir de insanları yaralıyorsun, milletin kafasına bilmem ne atarak, yani karşıklığı yaratan sensin, ortalığı yakıp-yıkan sensin-memleketi felç eden sensin. Bunu niye yapyorsun? Ben niye yaptığını biliyorum, Gezi Parkı’nda olan bitenler korkuttu bunları. Bunlar zannettiler ki Gezi Parkı’na insanlar yine girerse kıyamet kopacak, bunlar yine çok müşkül durumda kalacaklar, aman Gezi Par- kı’nda bir daha insanlar toplanmasın, bize karşı slogan atmasın. Bunun için ne yapalım? Beşiktaş’ta kafalarına gaz sıkalım, Kurtuluş’ta kafalarına plastik mermi atalım, burada dövelim, şurada yere yatıralım, oraya gitmesinler. Bu yanlış. İ.K.: Seçimi kazandığınız için sizi kutlarım, bundan sonra da sizi desteklemeye devam edeceğiz. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? Hükümete vereceğiniz bir mesaj var mı? S.E.: Hiç umudum yok, doğru yolu seçeceklerine dair. Ama tekrar ediyorum tüm ümitsizliğimize rağmen demokrasiye geri dönün. Bu durum sizi kurtarmaz, daha da sıkıntıya düşersiniz. Biz eninde-sonunda demokrasiye kavuşacağız, siz çok şey kaçırmış olacaksınız. Ben son kez ümitsizce çağrıda bulunuyorum; demokrasiye dönün. Demokrasi size de bir gün lazım olur demiyorum, şu anda size lazım. Sizin de kurtuluşunuz demokraside. İ.K.: Çok teşekkür ediyorum hocam. S.E.: Ben de teşekkür ediyorum. 06.05.2014 19:30 SÖYLEŞİ 17 SOYLESI 2014 Çarşamba 7 Mayıs yargılanmaktadırlar. Bunu reddettiğimiz için de 7 Mayıs’ta Çağlayan Adliyesi’nde tüm hekimlerin, tüm insanların, tüm duyarlı insanların, tüm medyanın, tüm kurum ve kuruluşların da bizim bu mücadelemize desteklerini bekliyor, bize destek olmalarını istiyoruz; çünkü bu sadece hekimlerin sorunu değil, bu bir toplumun sorunu, bir halk sorunu, halk sağlığı sorunudur. Açıkçası böyle bir şeyden ceza çıkmasını beklemiyoruz; ama başlı başına yargının başlatılması bir paradokstur, bir ayıptır diye değerlendiriyoruz. S.M.: Bizim hekimlik anlayışımızdan kaynaklanan, bir hekim olarak insana bakış açımızdan kaynaklanan ve meydana gelmiş bir olaya doğal olarak müdahil olduk; fakat bu iktidar tarafından hoş karşılanmadı, dolayısıyla hekimleri hekimlikten öte ideolojik bir şeye çekmeye çalıştılar; ama bizim hareket alanımız hekimlik ilkeleridir. Nedir bu ilkeler? İ.K.: Nedir? S.M.: İnsan sağlığı söz konusuysa biz ordayız,insan özgürlüğü kısıtlanmışsa,özgürlüğün kısıtlandığı yerde sağlıktan söz edilemez. Fakirlik varsa , yoksulluk varsa, bunlar hastalık üreten, toplum sağlığını bozan faktörlerdir, dolayısıyla fakirliğin, yoksulluğun olduğu;ezilenin olduğu, mağdurun olduğu, sağlıksızlığın olduğu veya buna sebebiyet verebilecek hangi koşul olursa olsun biz bunu hekimliğin ilgi ve görev alanı içerisinde değerlendirip ; doğrudan da müdahil oluruz. Fakat iktidar bunu hoş karşılamaması nedeniyle bir yasa çıkardı ve hemen akabinde medyaya yansıdı, Bezmialem Validesultan Camisi’nde, Dolmabahçe’deki camide bir anda gaz ve plastik mermilere, şiddete maruz kalan kitlenin camiye sığınmasından dolayı , çok ciddi yaralanmaların oldu, alanda, ordaki hekim arkadaşlarımız da doğal olarak müdahale ettiler; fakat 12-13-14-15-16 HalkınNabzı 40.indd 17 orada müdahale eden birçok hekim olmasına rağmen iki tane genç, henüz mesleğinin başında, asistan olan iki arkadaşımız hakkında yargılama süreci başlatıldı ve bunları hem ruhsatsız olarak hasta tedavi etmek hem de tedavi ettikleri bu hastaları suçlu olarak kabul ediyor peşinen; hiçbir yargı kararı olmadan, suçluları da emniyet güçlerine ve devlete bildirmemekten yani suçluyu korumak, saklamak gibi saçma bir iddayla yargılanıyorlar. İ.K.: Burada araya gireceğim, ruhsatsız hasta bakma nasıl yasaklanır, yani sokakta bir hekim ben düşersem, kap krizi geçirirsem ve hekim gelip bana müdahale ederse hastayı ruhsatsız tedavi etmek mi oluyor ? S.M.: Aynen öyle.. Aslında son torba yasada ilk çıkan haliyle kesinlikle müdahale edemez. Diyelim ki bir insan burada, herhangi bir yerde bir yaralanmaya maruz kaldı veya bir yerini kesti, ona bir hekim olarak bakmak, bir görev olaraktır. Yasanın ilk haliyle hiç bir şeye bakamazsın, sadece bir tek kurumda, o da resmi olarak belirlenmiş yerlerin dışında hekimlik yapamazsın. Bunun kabul edilir bir tarafının olmadığını daha sonra biz CHP ile görüşerek, CHP’nin hekim milletvekillerinin özellikle devreye girmesiyle yasa tasarısında bir değişiklik yapıldı ve son haliyle de yine muğlak bir ifadeyle yani asıl ve devamlı sağlık gelene kadar müdahale edilebilinir gibi bir laf bir cümle kullandılar.Asıl amaçları dışarda da hiçbir insana müdahale etmemek,dolayısıyla bu insanların hepsinin belirlenmiş olan birer müşteri olarak resmi kurumlarda tedavi edilmeleri ve belirli bir ücret ödemeleri düşüncesi taşıyor diye düşünüyorum. Yani şu anki uygulamasıyla da ruhsatsız herhangi bir hekim bir yerde bir insana yardım ettiğinde yargılanabilir. İ.K.: Siz de buna itiraz ediyorsunuz. S.M.: Biz de buna itiraz ediyoruz. Bu hekimliğin ruhuna aykırı bir şey, bu hekimliğin temel felsefesi ve ilkelerine aykırı birşeydir; dünyanın hiçbir yerinde yoktur; çünkü biliyorsunuz savaş ortamında dahi sağlık çalışanlarının dokunulmazlığı vardır; savaş ortamı da dahil hangi kesimden olursa olsun, hangi cepheden olursa olsun insana yardım etmek hekimliğin görevleri arasındadır.Ama maalesef bugünkü iktidar bunu tamamen yasaklamış durumdadır. İ.K.: Arkadaşların yargılanmasına gelelim. S.M.: Evet bu arkadaşlarımızın 7 Mayıs’ta ilk duruşmaları yapılacak. 6,5 yıllık bir hapis ve para cezasıyla İ.K.: Ne gibi bir desteğiniz olacak bunlara, sadece demokratik kitle örgütlerini oraya çağırmakla mı ; yoksa oturma eylemi falan ? S.M.: İlk etepta bu duruşmada böylesine asla kabul edilemeyecek bir iddanameyle dahası kabul edilemeyecek bir yargılanmanın görünür kılınması yani yargının bir iktidar elinde nasıl kullanılabileceğinin somut bir örneği bu. Bunun gibi binlerce olay vardır, bu da bu olaylardan birisi; o açıdan bizim hekimlik mesleği açısından da çok önemli bir dönüm noktası. Ama dediğim gibi bu sadece hekimlik sorunu değil, toplumun sağlığını birebir ilgilendiren bir konu olduğu için önem arz ediyor; yoksa hiçbir hekim çok sevdalı değildir şiddet ortamında insanların mağdur edildiği ortamlarda gidip hekimlik yapmak , hiçbir hekimin arzu edeceği bir konu değil. Ama eğer bu ülkede bu gerçeklikler varsa, bunlar yaşanıyorsa , bu mağduriyetleri en aza indirgemek de hekimlerin görevleri arasındadır. İ.K.: Buradan demokratik kitle örgütlerine, partilere bir çağrınız olacak mı 7 Mayıs günü? S.M.: Bu konuda zaten biz İstanbul Tabip Odası olarak hem basına hem medya kuruluşlarına hem demokratik kitle örgütlerine hem tüm yapılanmalara bu konuyla ilgili bir yazıyı bugün itibariyle gönderiyoruz zaten. Bugün ve yarın tüm kuruluşlara gönderiyoruz ve desteklerini de bekliyoruz. İ.K.: Bizim gazetemiz de davanın görüleceği gün çıkıyor. Bu vesileyle biz de yanınızda olacağız. S.M.: Çok teşekkür ediyoruz. 06.05.2014 19:30 18 YORUM 2014 Çarşamba 7 Mayıs Kürtler ve Sosyalizm - 2 FEHİM IŞIK T -KDP’nin Barzani hareketinden etkilenerek kurulduğu, daha sonra bu hareketin etkisinde kalarak daha çok Kuzey ile Güney arasındaki sınır bölgelerinde bulunan aşiretler arasında ağırlıkla bir köylü örgütlenmesi gerçekleştirdiği bilinmektedir. Tüm Türkiye Kürtlerini etkilemese de nispi bir etki yarattığını söyleyebileceğimiz T-KDP’nin bu yapısı, kendi içinden koparak sosyalist düşüncelerle yeniden örgütlenmeye başlayan kesimlerin varlığına kadar devam etti. TİP ise başlangıçta, bir kısım Kürt aydınının yanı sıra daha çok Türk aydın ve emekçilerinin örgütlendiği, sol kimlikli bir yapı olarak ortaya çıktı. Hem TİP’in sol kimliği, hem de 1961 Anayasası’nın yarattığı nispi demokratik ortam, üzerindeki ölü toprağını atmak isteyen Kürtleri de bu yapılanmaya itti. Hiç kuşkusuz, 1965 seçimlerindeki “nispi temsil sistemi”yle yüzde üç oy alarak parlamentoya 15 milletvekili gönderen ve parlamentodaki direnişçi yanıyla geniş bir toplum kesimini etkileyen TİP, diğer kesimlerin olduğu 17-18-19 HalkınNabzı 40.indd 18 gibi Cumhuriyet uygulamalarına tepkili olan Kürtlerin de ilgisini çekti. Doğu Mitingleri süreci, Kürtlerin TİP ile kitlesel tanışması, daha sonra TİP’in kapatılmasına neden olan kongre kararları, vb. bu yazının boyutunu aşan ve ayrı olarak değerlendirilmesi gereken konulardır. Ancak özetle şunu söyleyebiliriz ki, Kürtlerin sosyalizmle kitlesel bir biçimde tanışması TİP ile birlikte olmuştur. TİP içindeki tartışmalar beraberinde ayrışmaları getirince, Kürtler de, bağımsız örgütlenmelerini gerçekleştirmek için adımlar attılar. 12 Mart 1971 askeri darbesi sonrasına, özellikle 1974 genel affı sonrasına rastlayan bu gelişmeler, Kürt halkının sosyalistlerin önderliğinde örgütlenmesini ve kendi bağımsız kimlikleriyle ete-kemiğe kavuşmasını sağladı. Elbet, Kürtlerin yalnızca TİP’ten kopuşla birlikte sosyalist örgütlenmelerini gerçekleştirdiği iddiasında değilim. Ancak TİP’in legal konumu, farklı yapılanmalar içinde yer alsalar bile Türk ve Kürt emekçilerinin, sol ve sosyalist düşünceyi benimseyen ay- dınlarının önemli bir kesimini TİP’e yöneltmişti. Sosyalist Kimlik ve Ulusal Uyanış Sosyalist kimliklerindeki ortaklığa rağmen dünyayı ve sosyalizmi farklı yorumlama, özetle sol kesimdeki farklı anlayışlar Kürt hareketini de etkiledi. 1974 sonrasında büyük çoğunluğu sosyalist kimlikli birden çok bağımsız Kürt siyasi yapılanması kuruldu. Önemli bir bölümü, hatta neredeyse tümü illegal mücadeleyi benimseyen bu yapılanmalar, legal zemindeki mücadele araçlarını da geliştirmekten geri durmadılar. Kürtçe ve Türkçe yayınlanan Kürt kimlikli birçok dergi ve gazetenin yanı sıra, onlarca demokratik kitle örgütü kuruldu. Sendikalarda, emek örgütlerinde Kürtler kendi kimlikleriyle sosyalizmin savunusunu yürüttüler. Türk sol hareketinin önemli bir kesiminin Kürt kimliğinin savunusunu yadsıyan, Kürt halkını bir ulus olarak görmekten uzak düşüncelerine rağmen, Kürtlerin ulusal uyanışı ile sosyalizmin savunuculuğu atbaşı gitti. 1978’li yıllara gelindiğinde Kürt ha- reketi kitlesel olarak doruğa vurmuştu. Kürt kimlikli gazete ve dergilerin toplam tirajları 100-150 bini bulmuş, 1 Mayıs mitinglerine, Newrozlara çoğunluğu genç ve emekçi 10 binlerce Kürt katılmaya başlamıştı. Tüm bu gerekçelerden de anlaşılacağı gibi, Kürtlerin 1938 yıllarında bastırılan ve neredeyse yitmeyle karşı karşıya olan ulusal duygularının yeniden uyanmasını sağlayan en önemli etken, Kürt aydın, emekçi ve gençlerinin sosyalizmle tanışmasıdır. 1960’lı yıllarda “Kürdistan” yerine “Doğu-Şark” diyen, “Kürt Sorunu” yerine “Doğu Sorunu” demeyi uygun bulan, neredeyse “Kürt” kelimesini ağzına bile almayan/almaktan çekinen Kürtler, 1978’li yıllara gelindiğinde “Kahrolsun Sömürgecilik”, “Yaşasın Sosyalizm”, “Kürtlere Özgürlük”, “Bijî Kurdistana Azad û Serbixwe” sloganlarını onbinlerle birlikte haykırmaya başlamıştı. Bu elbet bir diriliştir. Bu dirilişi sağlayan da, Kürt aydın, emekçi ve gençlerinin sosyalizmle tanışması, sosyalizmi benimsemesidir. Devam edecek. 06.05.2014 19:20 YORUM 19 2014 Çarşamba 7 Mayıs Bilgisayar Korsanlarının MİT BURNU Psikolojisi DR. ULAŞ BAŞAR GEZGİN T oplumdaki yaygın kanı, bilgisayar korsanlarının suç eğilimli gençler olduğu yönünde hâlâ. Bu yaygın kanı, hem bilgisayar korsanlığının geçici bir heves olmadığı gerçeğini gözden kaçırıyor; hem de devletler tarafından halka karşı işlenen bilgisayar suçlarını görmezden geliyor. Büyük biraderler bizi gözetleyip bilgi(sayar) ağlarını kontrol etmeyi tekellerine almışlarken; bilgisayar korsanlarının yaptığı birçok uygulama, aslında, devletlerin işlediği ve işlemekte olduğu suçlara müdahale olarak okunabilir. Kuşkusuz, iyi korsan-kötü korsan ayrımı da yapmak gerekiyor. Korsanlar, haklama (ya da hekleme) nedenlerine göre sınıflandırıldığında, bu iyi korsan-kötü korsan ayrımı, daha da açık bir biçimde görülüyor. Örneğin, siyasal nedenlerle sayfa haklayanlarla kredi kartı bilgilerini çalanları aynı kefeye koymamak gerekir. Dünyanın birçok ülkesinde, uluslararası anlaşmazlıklar, sayfa haklama arenasına da yansıyor. Örneğin, ABD’nin Çin’le yaşamış olduğu ya da yaşamakta olduğu siyasal sorunlarla ilişkili olarak, Çinli bilgisayar korsanları, Amerikan resmi sitelerini çökertiyor. Düşman kan kardeşler Kuzey Kore ile Güney Kore arasında, karşılıklı sayfa çökertme işlemleri, ‘milli bir görev’ niteliği kazanmış durumda. Bu açıdan, Türkiye’deki devrimci, milliyetçi ve devlet görevlisi korsanlar, uluslararası örneklerle çeşitli paralellikler taşıyor. Bilgisayar korsanlığı, kimi uzmanlara göre, gençlerin saldırganlık eğilimlerinin bir tür dışavurumu. Sosyal psikoloji araştırmalarında, anonim kalan ve cezalandırılma tehlikesi düşük olan saldırgan davranışların pekişip yaygınlaştığı bulunuyor. Bunun klasik bir örneği, tribün terörü. Kalabalık içinde kimin kime vurduğunu saptamak zor. Bilgisayar korsanlığı dünyasında, benzeri bir anonimlik sözkonusu; çünkü korsanlar, takma adlar 17-18-19 HalkınNabzı 40.indd 19 ve sahte IP numaraları kullanıyorlar bilindiği gibi. Takma adlar, bilgisayar korsanlığı davranışlarını pekiştiriyor. Öte yandan, güvenlik açığı olan bilgisayar sistemlerini kuranları mı suçlamalıyız yoksa gençleri mi? Aslında bu tür sistemleri kuranlar, ihmalden yargılanmalıdır. Üstelik, bu tür davranışları saldırganlık olarak nitelemek, ne kadar doğru... Her anonim ortamın şiddeti doğurması gibi bir zorunluluk da yok. Gençler, ellerine silah almayıp da bilgisayar başına geçmiş; serseri olmalarından daha iyidir bilgisayar korsanı olmaları... Konuya eleştirel bir gözle bakmayan uzmanlar, bilgisayar korsanlarının psikolojisini anlamak ve açıklamak için, sosyal psikolojideki normlara uyma türü olgulardan medet umuyorlar. Buna göre, bilgisayar korsanları, sistemleri, birbirleriyle uyumlu olmak için çökertiyor. Oysa, bilgisayar korsanları, çoğu durumda, birilerinin normlarını izleyen değil, norm kıran insanlardır. Dahası, zorlama bir yorumla, bilgisayar korsanlarının zarar verdikleri kişilere ya da kuruluşlara verdikleri zararın farkında olmadıkları bile söyleniyor. Oysa, verilen zarar, bilgisayar korsanının şanını daha da arttırır; namlı bir katil gibi, leşlerine leş katar... Sosyal öğrenme yaklaşımına göre, bilgisayar korsanları, filmlerde ve haberlerde kahraman gibi gösteriliyor. Gençler, bu ‘siber-kahraman’ları örnek alıyor. Oysa, birçok bilgisayar korsanı, kahraman olarak değil adi suçlu olarak sunuluyor. Bilgisayar korsanlarını psikolojik sorunları olan anti-sosyal kişilikler olarak tanımlayan uzmanlar da bulunmakta. Ancak, çeşit çeşit kişilik özellikleri gösteren bilgisayar korsanlarını, tek kaba koymak, pek mantıklı değil. Ayrıca, bilgisayar korsanlığı, kendinin özel olduğunu düşünen narsisistik kişilik tipleri ile tümüyle açık- lanmaktan uzak. Korsanların takıntılı kişilikler olduğunu söyleyenler de var. Bir sisteme, programa vb. takıyorlar, tutkuları bu oluyor ve ara vermeden saatlerce kırmaya çalışıyorlar kodları, çökertmeye çalışıyorlar siteleri. Yine tartışmalı bir konu. Kimileri ise, bilgisayar korsanlarının düşük ahlaklı insanlar olduklarını ileri sürüyor. Oysa, siyasal korsanlar (Wikileaks, Redhack), yüksek bir ahlak düzeyine sahip. Bunlara, ‘hacktivist’ deniyor. Yaşları da çeşitlilik gösteriyor onların. Genç işi olduğu doğru değil... Az bilinen ve çok zarar veren bir bilgisayar korsanı türü ise, iç korsanlar (insider). Bunlar, çalıştıkları şirketin gizli bilgilerine ulaşarak şirkete zarar veren kullanıcılar. Bu davranışların nedenleri, genellikle işyerindeki haksızlıklar ya da işten atılma oluyor. Diğer az bilinen bir tür de, virüs yazıp yayanlar. Bilgisayar korsanlığı, daha çok sistemi kırma, siteyi çökertme vb. ile anılırken, virüs yazıp yaymanın zararı, daha büyük oluyor; ve araştırmacılar açısından en zor ulaşılabilir olanlar, bu virüs yazıcıları; çünkü bunlar, korsanlar arasında en gizli olanlar. Sonuç ne mi? Sonuç yok. Çalışmalar devam ediyor. Korsanların kimliği, çoğunlukla gizli olduğundan, bilimsel açıdan güvenilir bilgiler edinmek, oldukça zor. 06.05.2014 19:20 20SPOR 2014 Çarşamba 7 Mayıs Sporda Şiddete Hayır “Görüşünüz ne olursa olsun, gönlünüz daima sporla dolsun..” VAHİT KARAKAYA G ün geçmiyor ki spor müsabakalarında maalesef üzücü bir haber almayalım. Halbuki ne diyoruz, spor; sevgi, saygı, kardeşlik ve barış demektir. Demektir de uygulayan nerede! Bir spor adamı olarak gerçekten çok üzülüyorum yazık bırakalım da bari spor da rahat bir nefes alalım. Çünkü devamlı tekrarlıyorum spor ve bu alanda alınan başarılar bir ülkenin kalkınmasında çok önemli bir gerçek. Bunun içindir ki çok dikkatli ve centilmen olmalıyız. Yoksa yapılan sporun ve alınan neticelerin hiçbir anlamı kalmaz. Gelelim örneklere; sporseverler müsabakalara ne için giderler? Tabii ki gönül verdiği renkleri desteklemek için, sevinç ve coşku için. Peki böyle mi? Değil tabii ki, tam tersi sanki insanlar spor müsabakasına değilde kavgaya gidiyorlar. Bir de bizler bu olayları hem görsel medyadan hem de yazılı medyadan maalesef üzülerek takip ediyoruz. Böyle olaylar sonrasında ben gelen başarıyı ne yapayım. Üs- telik ben spor severleri geçtim bakıyorum da bu üzücü olaylarda çoğu zaman sporumuzu yönetmeye çalışan kişilerin de işin içerisinde olması daha da üzücü. Size bir somut örnek; dün Pendik stadında oynanan Pendikspor- Göztepe arasındaki müsabakada her iki takımın yöneticilerinin birbirleri ile kavga etmesi ne kadar acı bir olay. Bu insanların sporda örnek olması gerekirken böyle birbirleri ile kavga etmeleri sporumuzu sadece baltalar ve olduğumuz yerde sayarız. Tabii ki yaşananlar sadece bu olaylarla sınırlı değil. Şöyle bakıyorum da şiddet maalesef hayatımızın her alanında her konumunda mevcut. Şiddete hayır diyorum ve şunu ısrarla belirtiyorum; dini, dili, ırkı ne olursa olsun spor halkların kaynaşmasında en önemli faktördür. Unutmayalım ve sporsuz da kalmayalım! Haftaya tekrar görüşmek üzere. Sevgilerimle ve saygılarımla. Maltepespor’dan Buraya Kadar : M 1-0 altepespor ligin son haftasında deplasmanda lider Düzyurtspor’a 86. dakikada Volkan’ın penaltıdan kaydettiği gol ile 1-0 kaybedip sezonu tamamlamış oldu. Maltepespor aslında bu sezon büyük bir yükten ve eziyetten de kurtulmuş oldu. Takım ligi 43 puanla 11. sırada bitirdi. Buradan tüm Maltepespor yöneticilerine sesleniyorum; önümüzdeki sezon çok daha inançla hazırlanıp şampiyonluğa oynayan tüm Maltepe’yi mutlu eden bir takım bekliyoruz ve takipçisiyiz. (Not: Düzyurtsporu 34 hafta sonunda ipi göğüsleyip şampiyonluğa ulaştığı için tebrik ediyoruz 2. ligde başarılarının devamını diliyoruz.) Düzyurtspor: 1 -Maltepespor: 0 Stat: Yavuz Selim Hakemler: Yiğit Peşin, Barış Bakırcıoğlu, Vural Gül Düzyurtspor: Mustafa, Samet, Erdinç, Halil, Gürkan, Utku Nurullah (Dk.63 Hüseyin) Yetkin, Halil İbrahim, Volkan, Hakan (Dk.46 Ugur),(Dk. 80 Murat). Maltepespor: Mustafa, Çaglar, Yavuz, Umut, Semih, Emre (Dk.89 İskender) Ertuğrul, Bülent, Muzaffer (Dk.71 Savaş) Can, Gani ( Dk.89 Ömer) Goller: Dk. 86 (Pen) Volkan Sarı kartlar: Dk.71 Hüseyin, Dk.Utku 90+4 Dk.48 Samet, (Düzyurtspor), Dk.68 Yavuz, Dk.86 Çağlar, Dk.87 Semih Kırmızı Kartlar: Dk. 86 Umut 20-21 HalkınNabzı 40.indd 20 Gelecek Hafta Maçları Normal sezon bitmiştir. Düzyurtspor ligi şampiyon tamamlayarak üst lige çıkmıştır. Batman Petrolspor, Hacettepespor, Elibol Sandıklıspor ve Erzurum Büyükşehir Belediyespor play-off karşılaşmaları oynayacaktır. 06.05.2014 19:22 SPOR 21 2014 Çarşamba 7 Mayıs Pendikspor Bir Başka Bahara : 0-2 Haftaiçi idmanlarını dikkatle takip ettiğim Pendik temsilcisi bana göre maçın favorisiydi; nedeni ise bu sezon şampiyonluk kaybedilmişti ama en azından play-off şansı devam ediyordu. Fakat yine olmadı. Pendikspor sahasında ağırladığı ligin şampiyonluk adaylarından İzmir temsilcisi Göztepe’ye 2-0 kaybederek play-off şansınıda son haftaya girilirken çok zora soktu. Rakip takımın gollerini 76. dakikada Şaban ve 87. dakikada Samet attı. Böylece Göztepe şampiyonluk yolunda büyük bir umutla son haftaya hazırlanırken Pendikspor ise umutlarını bir başka bahara saklamış oldu. Karşılaşma sonunda iki takım yöneticileri arasında protokol tribününde tartışma yaşanırken, olay büyümeden yatıştırıldı. Pendikspor: 0 - Göztepe: 2 Stat: Pendik Hakemler: Ercan Hellaç, Aydın Şengül, Gencehan Şahnar cep), Caner (Dk.74 Emre), Ali Kemal, Eser, Oğuz Pendikspor: Yakup, Hakan, Deniz (Dk.80 Anıl), Umut, Arif, Yaser, Salih (Dk.45 Re- Göztepe: Tolgahan, Aytek, Sabutay Alper, Onur (Dk.57 Samet), Cihan, Volkan, Hasan (Dk.46 Tolga), Tunç Murat (Dk.46 Şaban Yılmaz), Halil, Osman, Ramazan Goller: Dk.76 Şaban Yılmaz, Dk.87 Samet (Göztepe) Sarı kartlar: Dk.52 Deniz, Azimet (Yedek kulübesinde), Dk.80 Emre, Dk.90+1 Recep (Pendikspor), Dk.79 Osman, Dk.84 Şaban Yılmaz, Dk.90+2 Tolgahan (Göztepe) Kartalspor İnandı : 1-1 H aftalardır dikkatle yükselişini takip ettiğimiz bordo-beyazlı ekip play-off yolunda çok zorlu Malatya deplasmanından, güzel ve istikrarlı oyun sonrasında bir puanı kapıp son haftada çok büyük bir olasılıkla play-off şansını garantilemiş oldu. Deplasmanda 6. dakikada Mesut ile 1-0 öne geçen Kartal temsilcisi 35. dakikada Yeni Malatyaspor’dan, Coşkun’un golüne engel olamayınca karşılaşma 1-1 sona erdi ve Kartalspor çok önemli bir puanı hanesine yazdırmış oldu. Haftaya Kartalspor ligden düşmesi kesinleşen Çankırısporu kendi evinde ağırlayacak. Yeni Malatyaspor: 1 - Kartalspor: 1 Stat: İnönü Hakemler: İbrahim Halil İleri, Halil Kurt, Ömer Faruk Bakır Yeni Malatyaspor: Vedat, Koray, Gökhan, Mustafa (Dk. 80 Uğur), Ramazan, Coşkun (Dk. 90 Muharrem), Hüseyin, Evren (Dk. 64 Şahinali), Eren, Rahman, Necdet Kartalspor: Osman, Anıl, Onur, Burak Göksel, Azad, Mesut, Ramiz, Uğur, Ersel (Dk. 90 Emrah), Burak Akdiş (Dk. 74 Mert), Muammer Goller: Dk. 6 Mesut (Kartalspor), Dk. 35 Coşkun (Yeni Malatyaspor) Sarı kartlar: Dk. 7 Coşkun, Dk. 38 Evren (Yeni Malatyaspor), Dk. 41 Ramiz (Kartalspor) 20-21 HalkınNabzı 40.indd 21 06.05.2014 19:22 22 YORUM 2014 Çarşamba 7 Mayıs MUSTAFA İŞİTMEZ İş Yolu Saat hayli garip bir şey. Zamanı gösteriyor ama zamanın ne olduğu bile hala anlaşılabilmiş bir olgu değil. Biz insanlar, zamanı mekândan, mekânı zamandan bile hala ayıramıyoruz. Ama bazı durumlarda zaman ve mekân birbirinden keskin bir şekilde ayrılabiliyor. Mesela şu anda Washington DC’de saat 03:00 iken, bir el bombasıyla da Onbaşı Rick yere yığıldı. Mevzi olarak kullandığım su bidonlarının üzerinden baktığımda bunları yapanın en fazla 16 yaşında bir Afgan çocuğu olduğunu gördüm. 16 yaşında bir Afgan çocuğu, dünyanın en iyi özel kuvvetlerinden biri sayılan U.S. Marines Komandolarının birini öldürmüş, birini ise sakatlamıştı. Dün- biri olduğunu bildiğimiz için evi aramaya başlamıştık ama bu arama tamamen göstermelikti. Asıl amacımız bir şey bulmak değildi. Zaten hiç bir şey de bulamadık. Asıl amacımız öldürmekti ve bunu gerçekleştirdik. Şimdi üssümüze dönebiliriz. Ayak, ter ve erkeklik kokan çadırlarımıza dönüp sıcak evimizi, kasabamızdaki kız ar- Kabil’de 12:30. Washington’da insanlar yataklarında uykudayken, Kabil’de insanlar arazide ölümdeler. Washington’da Obama karısıyla sıcacık yatağındayken, Kabil’de ben ve diğer 7 Amerikan komandosu bir binaya girmek üzereyiz. Washington çiçek, bürokrasi, latte ve seks kokarken burası çöl, bok, ölüm, ceset ve testesteron kokuyor. Washington’da Güneş doğarken burada batıyor. Washington’da insanlar burası hakkında rahatça konuşup fikir ileri sürerken, buradakiler Washington’dakilere sadece küfür ediyor. Binaya girdik. Girdiğimiz anda çavuş Mike bacağından vuruldu. Herkes kendine uygun saklanacak bir yer ararken koşturmanın ortasına düşen yanın en güçlü ordusuyduk değil mi? Şu anda karşımda duran çocuğun gözlerindeki nefretin bütün NATO ordularından daha güçlü olduğuna yemin edebilirim. Yedi aydır görmeye alıştığımız görüntü yine karşımızda. Evin bir odasının köşesine sinmiş bir anne ölüsü, ölü iki kız çocuk, ölü bir bebek, ölü bir yaşlı dede. Koridorda ise bizle çatışmak üzere pusu kurmuşken helikopterin 30 mm.’lik mermileriyle vücutları parçalara ayrılmış 16 yaşındaki çocuk, baba ve muhtemelen amca ya da dayı olan bir adam. Bir aile. Hepsi ölmüş. Kendi evlerinde, doğdukları evde ölmüşler. Ailenin reisi olan babanın, El Kaide’nin üst derece yetkililerinden kadaşımızı hayal ederek uykuya dalabiliriz. Hepimiz bunun için hazırız. Hepimiz bunun için sabırsızlanıyoruz. Yarınki çatışmaya dek bu hayallerle ayakta duracağımızı biliyoruz. Ölene kadar da bunun böyle devam edeceğinin de farkındayız. Bir de yaralanan Mike tedavi altına alındı. Muhtemelen 3 hafta sonra bir bacağı olmadan evine dönecek. Rick ise evine hiç dönemeyecek. O evi basıp o aileyi öldürdükten yaklaşık 2 hafta sonra başka bir emir geldi. Yine aynı bölgede bir başka El Kaide hücre evine baskın düzenleyecektik. Bu sefer evde ağır makineli tüfekler olduğunu öğrendiğimiz için tank desteğiyle gitmeliydik. Yavaşça 22-23-24 HalkınNabzı 40.indd 22 ilerleyen tankın arkasına saklanmış ve tankla aynı hızda ilerleyen eğilmiş on-onbeş komando gördüğümde ister istemez aklıma sivil hayatta gördüğüm bir fotoğraf geliyor. En önde anne ördek ve arkasında da yavru ördekler var ve karşıdan karşıya geçmeye çalışıyorlar. Biz de aynı o yavru ördekler gibi annemize güvenerek ama sağdan soldan gelebilecek diğer tehlikelerin de korkusuyla şaşkın bir biçimde yürüyorduk. Ve işte bunu hiç beklemiyorduk. Bize sokaktaki diğer bütün evlerin temizlendiği söylenmişken hem sağımızdaki hem de solumuzdaki binalardan üzerimize yaylım ateşi açıldı. Şehir içi gerilla savaşının en önemli kozlarından biri olan pusu taktiğini Afganlar çok iyi kullanıyor. İlk ateşin aramıza düşmesiyle kimimiz sağa sola kaçıştı, kimi tanka yaklaştı ama sadece ben durdum. Durdum ve binalardan bize kimlere ateş ettiğini görmeye çalıştım. O evde göz göze geldiğim 16 yaşındaki çocuğu ve gözlerindeki nefreti yine gördüğüme yemin edebilirim. Ama bu göz göze gelişimizde bu sefer ilk tetiğe basan o oldu. “Bize kurşun geçirmez eldiven vermeleri gerektiğini söylemiştim! ” Bu duyduğum ses timimizin doktoru Jeff ’in sesi. Jeff ’in bu bağırışı üzerine eldivenlerimi kontrol ediyorum. Of! Elim yok! Sol elimin yerinde bileğimden sarkan birkaç damar, görünen bir kemik ve hemen etrafına üşüşmüş karasinekler var. “Hey, Pete, uyan” Sıhhiye çadırındayız. Etrafımda bir doktor ve iki komutanım var. Başçavuş ve Albayı beraber gözlerini bana dikmişler. “Geçmiş olsun Pete, eve dönüşün için hazırlıklara başladık bile. Yarın seni Adana İncirlik üssüne gidecek olan uçağa bindirmeyi planlıyoruz” Ben de eve elsiz dönmeyi planlıyorum komutanım. Gözsüz, bacaksız veya işitme duyum olmadan dönmeyi bekliyordum ama sol elim olmadan dönmeyi açıkçası beklemiyordum. “Bir latte alayım lütfen. Hayır, sol elim yok, sağ elime verebilirsiniz.” 06.05.2014 19:20 22-23-24 HalkınNabzı 40.indd 23 06.05.2014 19:20 22-23-24 HalkınNabzı 40.indd 24 06.05.2014 19:20