40. sayımızı okumak için tıklayın

Transkript

40. sayımızı okumak için tıklayın
Murat PAKER
Liberallerin
Niyeti
Dilbilim ve
Ulusalcılık
Kendini
Aşan
Yol Alır
Ahmet TULGAR
S.2’de
İshak KARAKAŞ
S.3’te
S.11’de
Durum
Geçen haftaki sayımızın manşetinde yer
alan Halkların Demokratik Partisi Eşbaşkanı Ertuğrul Kürkçü ile yaptığım söyleşi
okurlarımız tarafından ilgiyle karşılanırken Kürkçü’nün açıklamaları demokrat
okurlarımızda sevinç de uyandırdı.
www.halkinnabzi.com.tr
Yıl 2
Sayı 40 7 Mayıs 2014 ÇARŞAMBA
e-mail: [email protected]
Fiyatı:1TL
Gelen maillerden ve yüz yüze görüşmelerimizden bunu anladım. HDP’nin açtığı
ve önerdiği demokrasi cephesi halkta sevinç uyandırırken belli ki Kürtler’i kendi
siyasi ajandaları için kullanamayıp öfkelenen kimi liberal ve ulusalcı kesimleri de
korkutmuş. Bu konuda yazdığım köşe yazımı bu hafta gazetemizde okuyabilirsiniz.
İki hafta önce İstanbul Tabip Odası seçimleri yapıldı ve yeni yönetim belli oldu. Yeni
yönetimin ilk işi de 1 Mayıs’ta “Biber gazı
öldürü” sloganı ile sokağa çıkmak oldu.
Biber gazının tehlikelerine dikkat çekmek
isteyen hekimler de yine biber gazı saldırısı ile durduruldu.
Aslında İstanbul Tabip Odası’nda örgütlü
hekimler Gezi Direnişi sırasında da alandaydılar ve Hipokrat yemininin gereğini
yerine getirdiler. Bugün bu hekimlerden
bazıları eylemcilere verdikleri sağlık hizmeti nedeniye yargı önüne çıkıyor.
Ben de bu hafta İstanbul Tabip Odası’nın
yeni başkanı Prof. Dr. Selçuk Erez ve genel
sekreteri ve aynı zamanda gazetemiz yazarı Dr. Samet Mengüç ile buluştum ve manşetimizde yer alan söyleşiyi yaptım.
Halkın Nabzı için okurlarımızın ilgisi
ve reklamverenlerin desteği çok önemli.
Okurlarımızdan yurttaş gazeteciliği yapmalarını ve semtlerindeki haberleri bize
ulaştırmasını istiyoruz. Bunu yaparken
reklam ve ilan potasiyeli olan yerleri de bize bildirmeleri
yararlı olur.
Haftaya görüşmek
üzere.
İshak KARAKAŞ
S9’da
1 HalkınNabzı 40.indd 1
Edebiyat
Festivali
Başladı
“Sokağa
Çıkmasını
Bileceksin”
İstanbul Tabip Odası’nda 27 Nisan 2014 günü
seçimler yapıldı ve yeni başkan ve yönetim belirlendi. Biz de bu seçimleri yakından izledik. Çünkü
İstanbul Tabip Odası üyesi hekimler bir süredir sokaklarda ve demokrasi için direnenlerin yanında.
Zaten yönetime gelen Demokratik Katılım Grubu
üyeleri de kazananın kendileri değil Gezi ruhu olduğunu söylüyor. Gezi Direnişi bu hekimler için
önemli. Bugün (7 Mayıs 2014) bunlardan bazıları
Gezi Direnişi sırasında Hipokrat yemini gereği eylemcilere tıbbi destek verdiği için mahkeme önüne
çıkıyor. Ben de bu hafta İstanbul Tabip Odası’nın
yeni başkanı Prof. Dr. Selçuk Erez ve Genel Sekreter
Op. Dr. Samet Mengüç ile buluşup İstanbul Tabip
Odası seçimlerini ve hekim aktivizmini konuştum:
S12’de
S12’de
06.05.2014 19:54
2 MEDYA
2014
Çarşamba
7 Mayıs
Cumhurbaşkanlığı Seçimi:
Kendini Aşan Yol Alır!
T
ürkiye’nin 2014-15 sezonundaki üç etaplı seçim maratonunun
ikinci etabı cumhurbaşkanlığı
(CB) için Ağustos ayında koşulacak.
CB adayları en az 20 milletvekili tarafından aday gösterilebilecek ve ilk
defa iki turlu halkoyuyla seçilecek.
Şimdiden görünen o ki mecliste grubu bulunan dört partinin göstereceği
dört aday ilk tura katılacak ve AKP’nin
adayı kesinlikle Erdoğan olacak. Diğer
değişkenler henüz muğlak.
Gelin bu muğlaklıklar üzerinden
biraz oyun oynayalım:
Herkes kendisi gibi aday gösterirse
Erdoğan’ın kazanması kesin!
AKP’nin adayı Erdoğan. Diğer üç
parti de kendi partilerinin tipik bir
temsilcisini aday gösterirlerse, ikinci
tura Erdoğan ve CHP adayı kalacaklar
demektir. Tipik bir CHP adayı, sadece
MHP tabanının bir kısmını ve de az
bir miktar bazı küçük milliyetçi veya
sol partilerin tabanlarını cezbedebilecek, HDP tabanından bir destek bulamayacaktır. Erdoğan ise ikinci turda
bir kısım MHP ve muhtemelen SPBBP oylarının da katkısıyla ipi rahatça
göğüsleyecektir.
CHP’nin ikinci turda MHP ile ittifakı düşünerek, Mansur Yavaş veya
benzeri bir adayı göstermesi halinde,
bu aday HDP tabanına daha da antipatik geleceği için sonuç farklı olmayacaktır.
Normal koşullar altında Erdoğan’ın
kazanmasıyla sonuçlanacak bu ihtimallerin bizi çok germemesi ve siyasi
tablonun doğal sonucu olarak kabul
edilmesi mümkün olabilirdi. Ancak
son genel seçimlerden ve daha da yoğunlaşmış biçimiyle geçen yıl ki Gezi
Direnişi’nden beri, Türkiye’nin siyasi
ve gündelik hayatındaki demokrasi
aşınmasının giderek daha da kaygı verici düzeylere vardığı bir süreç yaşıyoruz. Bu aşınma sürecinin baş mimarı
da Erdoğan ve yekpare biçimde Erdoğan’ın arkasında duran AKP.
Toplumsal barış için bir risk unsu-
2-3 HalkınNabzı 40.indd 2
MURAT PAKER
ru olarak Erdoğan…
Üç kez üst üste genel seçim kazanmış ve bu süreçte askeri vesayet rejimini net bir yenilgiye uğratmış olmak,
Erdoğan ve AKP iktidarı için müthiş
bir güç yoğunlaşması anlamına geldi.
Kendisini daha ileri demokrasi talepleri açısından sıkıştıran bir muhalefetin de yokluğunda, son genel seçimlerden sonra artık hiçbir ciddi rakibi
kalmadığını düşünen Erdoğan, hiçbir
kısıt ve kaygı gözetmeden iktidar bozunmasının bütün arazlarını göstermeye başladı.
Yeniden ve yeniden seçilmişti;
darbe tehlikelerini savuşturmuştu; on
yılda iktidar nimetlerini kendine göre
yeniden dağıtan ve bunun üzerinden
kendini yeniden besleyebilen geniş bir
mekanizma kurabilmişti; yeni serpilmekte olan “Anadolu burjuvazisi”ni
daha da serpiltmiş ve kendine bağlamıştı; bir sürü faktörün denk gelmesiyle ekonomiyi büyütmüştü; yine bir
sürü faktörün denk gelmesiyle Ortadoğu’da itibarı yükselmişti; çok çalışmıştı çabalamıştı artık bu kadar çabalamanın meyvelerini almalıydı. Hem
de hızla ve engellenmeden almalıydı,
zira ciddi sağlık problemleri her an yolunu kesebilirdi ve de genel kişilik tarzı
zaten dengeleyici başka unsurlar olmadıkça otoriter otorite olarak yayılmaya
çok müsaitti.
O da yayıldıkça yayıldı; iktidar istismarının dibini buldu; yenilmezlik
fantezisine fazlaca bulandı; giderek
daha fazla otoriterleşti; basından yargıya, yargıdan cinsel hayata kadar uzanan ve neredeyse her şeyi içine alan
yelpazede her konuda kendi mutlak
doğrularına göre mühendislik yapmaya kalktı. Böyle giderken, geçen yıl
hiç beklemediği biçimde bir Gezi duvarına çarptı. Buradan bir demokratik olgunluk devşireceğine tam aksine
toplumu acayip kutuplaştıran, hırçın
ve saldırgan bir yol tercih etti. Bu sayede toplumun yarıya yakını tarafından
çok sevilirken, diğer yarısı tarafından
nefret edilen bir lider haline gelmeyi,
bu konuda bir ara tabaka bırakmamayı
becerdi- ki az başarı değildir.
En son eski iktidar ortağı Gülen
Cemaati ile olan kapışması sayesinde,
“montaj-dublaj” diye geçiştirmeye çalıştığı (ama bu iddiasını hiçbir şekilde
ispat etme yoluna gitmediği) nice şaibeler ortaya dökülünce türlü otoriter
manevra ve yeni yasa ile kuvvetler ayrılığı ilkesini bir ayak bağı olarak gördüğünü iyice açık etti. Ayrıca bir süredir zaten kendine göre terzi-dikim bir
Başkanlık sistemine geçmek istediği sır
değil. Şimdi bu kişi CB için aday olacak ve fiilen denetimsiz bir başkanlık
sistemini sonuna kadar zorlayacağını
şimdiden biliyoruz. Kısaca, toplumsal
barış için oldukça riskli bir durumla
karşı karşıyayız. Türkiye’de demokrasi
gibi bir derdi olan herkesin Erdoğan’ın
CB olmaması için uğraşmayı gündemine alması lazım. Ama nasıl?
Ancak kendini aşanlar Erdoğan’ı
yenmeye talip olabilirler
2. tur seçimde Erdoğan’ı yenip CB
seçtirmemek, paradoksal biçimde anti-AKP ya da anti-Erdoğan bir duruş
ve aday üzerinden olamaz. Böylesi bir
duruş, AKP tabanının daha da kenetlenmesinden başka bir sonuç vermez.
“Erdoğan olmasın da ne olursa olsun”
gibi bir ilkesizlik bizi bir yere götüremez.
Daha önce tipik CHP’li (ya da
MHP’li veya HDP’li) bir adayın veya
CHP-MHP ittifakı ürünü bir adayın
da Erdoğan karşısında şansı olamayacağını belirtmiştik. O halde ne? Başka
bir şans var mı? Bence olabilir.
Tek şansımız, Erdoğan’a ya da
AKP’ye karşı değil ama Erdoğan’ın
toplumu ortadan “biz ve onlar” diye
bölen, dolayısıyla bir toplum olmamızı
engelleyen ve de demokratik süreçleri aşındıran duruşuna karşı bir duruş
geliştirebilmek. Tavizsiz demokratik
standartları ve bu toplumun tüm farklılıklarını eşitlik ve eşdeğerlilik temelinde kapsayan ortak demokratik zemini savunan bir duruş. Ve bu duruşu
geçmişinde taşımış ve şimdi halen taşıyan bir aday. Zor ama imkânsız değil.
Bu duruş, AKP tabanı dâhil toplumun bütününe seslenebilmeli ve aşağıdaki gibi ilkeler içermelidir:
Evrensel İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına bağlılık;
Etnik, dilsel, dinsel, mezhepsel,
cinsel, bütün sosyal kimliklerin eşitliği/eşdeğerliliği ve ayrımcılığa uğratılamazlığı;
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin tavizsiz
gözetilmesi;
Kürt meselesinin demokratik ve
barışçı çözümü konusunda başlatılmış olan diyalog/müzakere süreçlerinin derinleştirilerek sürdürülmesi ve
sorunun eşitlik temelinde çözümüne
destek verilmesi;
Devletin yurttaşlarının farklı yaşam
tarzlarına, inanç ve inançsızlıklarına,
kılık kıyafet tarzlarına saygı duyması,
yasakçı bir tutum içine girmemesi;
Doğa ve kent haklarının savunulması;
CB makamı için daha fazla güç ve
yetki istenmemesi.
Bu ilkeler manzumesini benimsediği bilinen, ayrıca yeniden açıkça
taahhüt edecek ve herhangi bir şaibe
taşımayan bir aday, 2. turda Erdoğan’a
ciddi bir rakip olabilir. Böyle bir adayın
AKP tabanından da ses ve bir miktar
oy getirebilmesi için mevcut sosyolojik
yapıda müslüman demokrat kimliğiyle
bilinen bir isim olmasında büyük fayda vardır (Bunun önemine dair Ömer
Laçiner’in ufuk açıcı bir yazısı).
Peki böyle bir adayı hangi parti
gösterebilir? MHP böyle bir topa girmez. En mümkünü sanki HDP olur.
CHP epey zorlanır ama becerebilirse
2. tura ciddi bir heyecan getirir. Bu
yönde CHP kendini aşamayıp sadece
HDP aşarsa ciddi sürpriz yapabilir.
Gün, kendini aşma ve biz-narsisizminden vazgeçme günü…
06.05.2014 19:23
2014
Çarşamba
7 Mayıs
YORUM 3
Dilbilim ve ulusalcılık
tartışmalarına bir katkı
AHMET TULGAR
Fakat 20’inci yüzyılın başlarına,
ilk çeyreğine baktığımızda germanistlerin giderek daha fazla milliyetçi ve
nihayet nasyonal sosyalist olduğunu
görüyoruz. Hatta bu dilbilimcilerin
bazıları Naziler’in kitap yakma eylemlerine de katılıyor.
Ancak 60’lı yıllarda genç dilbilimcilerin çabalarıyla Alman filolojisi ve
germanistik milliyetçi motiflerinden
arınacak ve bir anlamda depolitize
olacaktır.
Evet ya, dilimiz, anadilimiz bizi
diğer dillere yaklaştırmalı, yakınlaştırmalı, keşfe yol açmalı, aynı Herder,
von Humboldt, Grimm Kardeşler örneğinde olduğu gibi. Eğer dilbilimle,
edebiyatla uğraşıyorsak. Özellikle.
Ortak insanlık çatısını hatırlatmalı.
B
ir dilin ve bu dilde, bu dille yapılan edebiyatın tarihini incelemek demek bir yandan da bu
dilin konuşulduğu ve bu edebiyatın
yapıldığı topraklardaki sosyal, siyasi, iktisadi gelişimi, tarihi de, belki en
‘dolayımsız’a yakın biçimde öğrenmek
anlamına geliyor. Almanca’nın ve Almanca edebiyatın tarihini etraflıca (bir
kez daha) çalıştığım dönemde rastladığım bir bilgi, Almanya tarihindeki bir
motifin, önemli, dünya tarihi açısından da pek önemli bir motifin zaman
içindeki gelişiminin Dil tarihinde nasıl
görünür olduğunu bana göstermekle
kalmamış, aynı zamanda genel olarak
Dil’e yaklaşımımızda ilkesel değerde
bir tutumun sağlamasını bu olguya
bakarak yapma imkanını vermişti.
Şöyle ki: Almanca dili ve edebiyatına ilişkin ilk bilimsel uğraşlar Alman
hümanistler tarafından başlatılıyor.
15’inci yüzyılın ortalarında. Alman
filolojisi ve germanistik biliminin başlangıcı olarak işaretleyebiliriz bu tarihi. 18’inci yüzyılın ortalarına kadar
2-3 HalkınNabzı 40.indd 3
Bunları düşünmüştüm yani. Dilbilimcileri ve ideologları yani. Siyasetçileri de.
süren bu bilimsel çabalar ve kaynak
oluşturma, tarama ve yayımlama uğraşları hep belli amaçlara yönelik sürdürülüyor. Edebiyat ve dil siyasetinin
amaçlarına yönelik. Bu amaçların hizmetinde.
Amaç, en fazla uzlaşılan amaç ise
elbette, bölgesel olarak belirlenen
farklı Almanca lehçelerinden ortak ve
bölgeler üstü bir Almanca iletişim ve
edebiyat dili ve ortak bir gramer oluşturmaktı. Romantiklere gelindiğinde
artık Almanca filolojisi ve germanistik
bilimi epey olgunlaşmış durumdadır
ve güncel amaçlara yönelik olmaktan
çok, iyice olgulara dayandırılmaktadır.
Elbette bu çabalar esnasında ‘ulusal’ özgünlüklere de rastlanıyor, rastlıyor bilim insanları, yazarlar. Ancak
bu ‘ulusal’ özgünlükleri saptayan, keşfeden dil bilimci ve edebiyatçılar bundan bir ulusalcılık üretmiyor. Böyle bir
amaçları ve ihtiyaçları da yok herhalde.
Tam tersine bu ‘ulusal’ özgünlükler,
bu insanlarda evrensel bir insanlığın
kubbesi ile örtüldükleri, bütün bu özgünlüklerin evrensel bir insanlık çatısının altında oluştuğu bilincini güçlendiriyor. Ve Herder, W. von Humboldt
ve Grimm Kardeşler gibi yazarlar bu
bilinçle başka kültürlerin, başka ‘ulusal’ kültürlerin keşfine çıkıyor. Bu yüzden de bu yazarlar bugün de, tam da
bu nedenle farklı kültür çevrelerinde
(slav dili alanında Grimm Kardeşler
gibi) özellikle saygıya mazhar olur.
Ancak bütün bu bilim insanları ve
yazarlar bu çabalarının politik olarak
nasıl araçsallaştırılabilecek olduğunun
farkında değildi, üstüne düşünmemiş,
dil ve edebiyat geleneklerini araştırma
ve oluşturma uğraşlarından bir ortak
Alman ulusal kimliği kazanılacağını
tahayyül etmemişlerdi. Onlar ortak
insanlık çatısı altında Almanca konuşan, Almanca edebiyat yapan yazarlar,
filologlar, germanistler olarak durumlarından hoşnuttu.
Halkın Nabzı
Gazetesi
Süreli Yayın
AHİS Reklam Organizasyon
Prodüksiyon San. Tic. Ltd. Şti.
Adına İmtiyaz Sahibi ve Genel
Yayın Yönetmeni (sorumlu)
İSHAK KARAKAŞ
Editör: Ahmet TULGAR
Görsel Yönetmen
Hukuk Danışmanı
İsmail DOĞAN
Av. Uğur KARAKAŞ
Grafik Mizanpaj
Viyana Temsilcisi
Ayda ARAZ
Kazım ÇINAR
Hakan YILDIRIM
Spor Koordinatörü
Vahit KARAKAYA
Spor Servisi
Arjen BARIŞ
Kültür Sanat
Bedros DAĞLIYAN
Avusturya Temsilcisi
Erdal BOYOĞLU
Emine BAŞKÖY
Danışma Kurulu
Fehim IŞIK
Samet MENGÜÇ
Fuat TOKAT
Yer: Bağlarbaşı Mh. 2. İlkokul
Cd. No: 39 Cihangir İş Merk.
Kat 2 D:7 Maltepe - İstanbul
Tel: 0216 457 46 46
Fax: 0216 457 13 12
[email protected]
Baskı: GÜN MATBAA Beşyol
Mah. Akasya Sk No 23/A
Sefaköy-Küçükçekmece - İST.
Tel: +90 212 426 63 00
06.05.2014 19:23
4 HABER
2014
Çarşamba
7 Mayıs
Başkan Kılıç: “Bütün Maltepe Sizin”
Ali Kılıç, Huzurevi Ziyaretinde
Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç,
Maltepe Huzurevi sakinleriyle öğle yemeğinde bir araya geldi. Toplumların
çağdaşlık düzeyinin yaşlılara verdiği önemle ölçüldüğüne dikkat çeken
Başkan Kılıç, “Ben de bir evladınızım.”
dedi.
Atalar Hacıoğlu Et Lokantası’nın ev
sahipliğinde, Maltepe Belediyesi’nin
ulaşım desteğiyle Maltepelim Huzurevi Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin organizasyonuyla gerçekleşen
öğle yemeğine katılan Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç, emeği geçen herkese teşekkür etti.
Huzurevi sakinlerinin moral bulduğu yemekte konuşan Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç, “Sizler bizim ulu
çınarlarımızsınız. Sizler var olduğunuz
sürece, sizlere hizmet etmek ve eksiklerinizi gidermek bizim boynumuzun
borcudur. Bir toplum yaşlısına, engellisine, yardıma muhtaç vatandaşlarına
ne kadar hizmet ederse, aynı oranda
çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmış
olur. Bu anlamda bugün bu organizasyonda emeği geçen tüm arkadaşlarıma
teşekkür ediyorum. Hepiniz sağ olun,
var olun.” dedi.
Başkan’dan Gezi Sözü
Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç, Maltepe Huzurevi sakinlerine gezi
sözü verdi. Başkan Kılıç, “Sadece yaşadığınız huzur evi değil, bütün Maltepe
sizin. Ne zaman isterseniz arkadaşlarımız bana ulaşırlar. Ben de sizin bir evladınızım.” diye konuştu. Başkan Kılıç,
huzur evi sakinlerine eşofman takımı
armağan etti.
Sanatçı Toplumu Geleceğe Taşır
Anafod Anadolu Yakası Fotoğraf Sanatı Derneği’nin Fotoğraf Sergisi Maltepe Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde sanatseverlerle buluştu. Sergiyi gezen Maltepe Belediye
Başkanı Ali Kılıç, Maltepe’de kültür sanat etkinliklerinin festivallerle taçlanacağını belirtti.
“Kitleleri buluşturan sanattır, sanatçıdır”
Geniş yelpazede, birçok fotoğraf sanatçısının objektifinden
birbirinden ilginç karelerin fotoğraf severlerle buluştuğu sergiyi gezen Başkan Ali Kılıç, “Farklı dilde, kökende, cinsiyette
ve hatta görüşte birçok kitleyi buluşturan ve bir araya getiren
sanattır, sanatçıdır. Sanatçı toplumu geleceğe taşıdığı gibi aynı
zamanda toplumun her katmanını birleştiren, toplumsal dayanışmayı sağlayan ve insanın hayatına değer katan temel unsurdur.” dedi.
Türkiye’nin fotoğraf birikimini yansıtan zengin bir seçkiyi fotoğraf severlerle buluşturmak amacıyla Maltepe’de açılan
Anafod Sergisi’nin küratörlüğünü Prof.Dr. Sabit Kalfagil yaptı.
Sergi, 5 Mayıs 2014 tarihine kadar Maltepe Belediyesi Türkan
Saylan Kültür Merkezi’nde ziyaretçi kabul edecek.
4-5 HalkınNabzı 40.indd 4
06.05.2014 19:26
2014
Çarşamba
7 Mayıs
KÜLTÜR 5
KULTUR
Nasıl Yapmalı?
BEDROS DAĞLIYAN
V
atanım yalnızlığımızsa, annesizliğimiz,
yetimliğimiz nedir acaba? Uzun yıllardır
yalnızlığına sarılıp geçmişi hüzünle hatırlayan azınlık mensubu ya da genel egemen halkın
dışındaki bir cemaate sahip bir birey için yalnızlık,
çoktan beri vatan haline dönüşmüşse ne yapmalı
ya da nasıl yapmalı?
Peki, milyonlar arasında yalnızlığımız nasıl
oluşur, neden oluşur hiç düşündünüz mü? Bunun
sorumlusu sizi onca kalabalık arasında bireyselleştiren ve bu duruma iten nedir? Kapitalist sistem
hızla değişir ve kılık değiştirirken bir taraftan da
toplumu ve bireyi kendi çıkarları doğrultusunda
biçimlendirmeye başlar. Tıpkı yenice fotoğraf makinenizin taktığınız harici hafıza kartları sürekli
bir biçimlendirme, kendine uydurma durumu istemesi gibi kapitalizm de sizin kendi şartları içinde yaşamaya zorlayacaktır....
Birçok halklardan oluşan ulus devletlerde egemen güçler bir taraftan baskın kültür olarak diğer
halkları asimile ederken diğer taraftan da sınıfsal
karakterleri iğdiş ederek onların sınıf mücadelesine akmasına engel oluyordur. Feodal geçmişine
sıkı bağlarla tutulu halklar feodal ağaların ve din
tüccarı mollaların sıkı denetimi altında milliyetçi
bir takım çıkışlarla egemen devletle çatışarak bir
çıkış yolu bulmaya çalışacaklardır. Peki, sizce başarılı olacaklar mıdır? Bunun hiçte akılcı bir yöntem olmadığını yıllarca süren tüm halk savaşlarına bakarak anlayabilirsiniz. Bir bakıma egemen
unsurlar sizi bilerek isteyerek bu savaşa sokarlar.
Savaştan alacakları güç ise milliyetçilik, kahramanlık, şehitlik gibi toplumu bir arada tutacakları, sevk ve idaresini rahat yapacakları unsurlardır.
Üstelik bu hem ezen hem ezilen halklar için mubah bir savaştır. Hem ezilen hem egemen halklar
milliyetçiliği, kitleyi eyere isyan eden vahşi at gibi
ehlîleştirmek amacıyla kullanacaktır. Bunu yaparken bu savaş oyununda her şey mubahtır! Bütün
hileler, bütün silahlar, bombalar, kimyasallar... Bu
savaşta suçsuzlar, bigünah çocuklar ölürlermiş! Ne
gam...
Şimdi işin tam da burasında düşünüp plan yapmanın sırası gelmişte geçiyordur. Dönün ve etrafınıza bir bakın... Kapitalist güçler insanları kendi
bilgi ve becerisi doğrultusunda bir savaşla karşısına almayacaktır. Her yıl binlerce insan üretim
aşamasında telef olup, sakatlanırken sistem sadece timsah gözyaşları dökmektedir. Yapılan savaşta
ölen asker de, direnişçi, işçi, köylü, emekçi dahi
aynı savaşın kurbanları olarak bu kotarılan projede yerini alacaktır. Kapitalizm savaşı kendi egemenliğini sürdürmek amacıyla topyekûn bir savaş
olarak öngörmekte ve buna göre önlem almakta-
4-5 HalkınNabzı 40.indd 5
dır. Onlar bunun farkındadır. Karşı taraf yani asıl
ezilen tarafsa her şeyi bildiğini zannetmektedir.
Yıllar önce okuduğum Çernişevski’nin “Nasıl
Yapmalı” adlı romanını bilirsiniz. Mutlaka defalarca farklı bilinç düzeylerinde tekrar tekrar
okunması gereken derinlikli bir kitap... Her okunduğunda yeni şeyler keşfedilmesi elbette boşuna
değil. Aşk konusundaki yanılgılardan, doyumuna
aşka, sosyalist üretimden ve paylaşımdan, gerçek
arkadaş ve dostluğa, yardımlaşma, dayanışma,
yeni insanın yaratımı ve o dönem baskılarına karşı
aydınlık, ilerici güçlerin mücadelesine kadar çok
yönlü bir romandır Nasıl Yapmalı... Feodal yaşam
biçimi içinde kapitalist yaşam biçiminin etkisinde
kalmak gerekirken, Çernişevski sosyalist yaşam
biçiminin etkisinde kalarak gerçekleştirmiştir Nasıl Yapmalı’yı...
Romanı okudukça şu soru çakılır beyinlere
ve cevabı da buldurur. Hiç kimse kendi kendini
belirleme olanağına sahip değildir. Kişiler içinde
bulundukları koşullara göre belirlenirler. Koşulları hangi sınıf egemense o sınıf belirler ve alt sınıf
bireyleri de bu koşullar içinde yaşamak ve kişilik
kazanmak zorunda kalırlar. Emekçiler kendi koşullarını yaratmak için örgütlenerek büyük bir güç
haline gelmek zorundadırlar. Eski yaşam koşullarının yerine yeni yaşam koşullarını geçirmenin
yolu buradan geçer. Yani şimdiye dek okumadıysanız mutlaka okunup dersler çıkarılması gereken
kitaplardan biridir Nasıl Yapmalı... Kitabı okuyup
iyice özümsediğinizde ki bunu sosyalist bir bilinçle okumak daha iyi dersler çıkarması açısından
elzemdir.
Kendi ülkemizin koşullarıyla ne denli eş özellikler barındırdığını çok geçmeden fark edecek ve
mücadelenin asıl olanının sınıfsal mücadele olduğunun bilincine ereceksiniz. Halen feodal ağalığın
sürdüğü bölgelerde ağaların, büyük toprak sahiplerinin egemen sınıfın kapitalistleriyle nasıl iç içe
bir yapı ve güç oluşturduğunu da göreceksiniz.
Halen Irak Kürdistan’ın da Türkiye kapitalistlerinin ihale vurgunlarını ve birlikte iş kotarmalarını
da film gibi izliyorsunuzdur.
Yani şimdi şapkayı önünüze koyup düşünme
zamanıdır. Uzlaşmaz çelişki bilinciyle, sosyalist bilinçle sınıfsal karaktere uygun bir birlikteliğin kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu bilmeniz gerekir.
Şimdi Ne Yapmalı, Nasıl Yapmalı’dan çok örgütlü
bir şekilde bilinçle direnme zamanıdır.
Barışın Direnme Vakti
Şiir ve türkü yakan ağızlara
Gün ışığından renkler yakışır
En diri üzümlerden şarabî sarhoşluklar, aşklar
Ömür geçer suskun diyarlardan
Genç yüzler kanar,
Dili kayıp gençler kanar;
Kayıp gider parmaklardan…
Okşayamazsın saçlarını bir kez daha
Alay-ı-vâlâ ile uğurlanır balalar
Hissizleşir duyguların
Habire kurur gözyaşların
Yükseklerde vicdan bulutları kararır
Toprağın bağrında tüm çiçekler güzeldir, oysa
Yatarken kuytuluklarda şirin gözlüler
Dağlarda gelincikler
Ölme sakın
Ümidini kırma hiç!
Bir dilek tut
Bir yaşamı bağışla
Bir ağaç dik: yemişi nar
Barışı zeytin olan
Daha çok var ölmemeye
Bilsinler ki şimdi direnme vakti
Yürüyün meydanlara
Yok, olsun tufeyliler
Şairler ve halklar ölmez; bilirsin...
Bu toprak hepimizin
Bu çocuklar bizim!
İstanbul,13 Ağustos 2012
Bedros Dağlıyan
06.05.2014 19:26
6 YORUM
B
“Süper”
ÖNDER BİROL BIYIK
Cumhurbaşkanı
ilirsiniz, 90 yıllarda Kürt illeri
6 ayda bir süresi uzatılan ‘Olağanüstü hal’ ile yönetilirdi. Olağanüstü hal yönetiminin başı “Bölge
Valiliği” adı verilen ‘süper valiler’di.
Bugün pek hayırla yad edilmese de o
zamanlar “süper valiler” bakanların
çoğundan daha hatırlıydı. 90’lı yıllarda
yaşanan onca faili meçhul cinayet, köy
yakmalar, işkenceler hep bu süper valilerin gözetim ve denetiminde yaşan-
rılırken, yıllardır siyasasal yaşamımızı
rehin alan yüzde 10 barajlı temsili seçim sisteminin korunması karar altına
alındı.
Bunu Başbakan Erdoğan’ın başkanlık sisteminden vazgeçişi olarak
okumak mümkün mü? Elbette hayır… Başbakan Erdoğan’ın kafasındaki sistem başkanlık sistemidir ve
bunu gerçekleştiremeden siyaseten
dı. Aradan yıllar geçmesine rağmen o
dönemin karanlığı hala sorgulanamaz.
‘Süper Vali’ demek ‘hesap sorulamaz
vali’ demektir.
Yerel seçimlerden sonra başlayan
ve Başbakan Erdoğan’ın ismi etrafında
dönen ‘Nasıl bir cumhurbaşkanı” tartışmaları bana hep bu “süper valileri”
anımsatır nedense…
Son AK Parti MKYK kararlarından
sonra Başbakan Erdoğan’ın Çankaya
adayı olduğuna kesin gözüyle bakabiliriz sanırım. Biliyorsunuz, 5 saat süren MKYK toplantısında bir süredir
tartışılan dar bölge seçim sistemi rafa
kaldırılırken, üç dönem kuralının korunması da karar altına alındı.
Darlaştırılmış bölge seçim sisteminin neden pat diye gündeme geldiği
malumunuz… Erdoğan’ın hayal ettiği
başkanlık sistemine geçiş için anayasa değişikliğini tek başına yapabilecek
güce, temsilde adaletsizliği hat safhaya
çıkaran bu ‘çoğunlukçu seçim sistemi’
ile ulaşabilirdi AKP… Son MKYK kararı ile şimdilik bu sistem rafa kaldı-
var olan hiçbir pozisyon onu tatmin
etmeyecektir. Ancak darlaştırılmış
bölge sisteminin Anayasa Mahkemesi’nden dönme ihtimali, öte yandan
muhalefetin o seçim bölgesinde ikinci
turda iktidar adayına karşı tek adayda
birleşme olasılığı bu sistemi şimdilik
gündemden düşürmüş gözüküyor.
Ancak önümüzdeki yıllarda bu sistemi tartışmaya devam edeceğiz.
Peki, bundan sonra ne olabilir?
AKP’nin cumhurbaşkanı adayının
Başbakan Erdoğan olduğu, üç dönem
şartının korunmasına ilişkin kararla
birlikte netleşti aslında. Teşkilatların
ve milletvekillerinin desteğini alan
Erdoğan Çankaya’ya çıkmak üzere
önümüzdeki seçimlerde halktan oy
isteyecek.
Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkması halinde tüm yetkilerini zorlayarak
Çankaya’dan hükümeti idare etmeye
kalkacağını herkes biliyor, hatta cumhurbaşkanlığı yetkilerini yeni yasal düzenlemelerle daha da artırarak tedricen
rejimi başkanlık sistemine yaklaştırmaya çalışacağını da tahmin edebiliriz.
6-7HalkınNabzı 40.indd 6
2014
Çarşamba
7 Mayıs
Ancak mevcut sistemle Erdoğan ne
kadar cevval bir cumhurbaşkanı olursa olsun, Erdoğan’sız bir AKP’nin işinin kolay olmayacağı kesin.
Türk siyasal tarihinde başkanı
Çankaya’ya çıkmış her parti küçülmüş. Özal’ın ANAP’ını ve Demirel’in
DYP’sini anımsayalım. Bu halk emanetçi silik ve emanetçi başbakanlardan
hoşlanmıyor. Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması halinde kurulacak
hükümet, düşük profilli, teknokratlar
hükümeti olacak. Seçim dönemlerinde halktan oy isteyecek kişi cumhurbaşkanı olamayacağına göre meydanlarda AKP’nin faziletlerini anlata
anlata bitiremeyen ama mevcut pozisyonuyla, hiç de faziletli bir görüntü
çizemeyecek bir başbakan (ya da tartışıldığı üzere eş başkan) ne kadar ikna
edici olabilir ki! Abdullah Gül, böylesi
bir uydu başbakan pozisyonunu kabul
etmediği için bugün siyaseten kenara
itilmiş durumda.
Her ne kadar “AKP kadroları içinde başbakanlığı başarıyla yürütecek
çok değerli kadrolar var” dese de, bu
açmazı Başbakan Erdoğan da görüyor
ve bu krizi aşmanın tek geçerli yolunun başkanlık sistemine bir an evvel
geçerek parti yönetimini Çankaya’ya
taşımak olduğunu biliyor.
İşin vahim tarafı, Erdoğan’ın kafasındaki başkanlık sistemi, ABD’deki
gibi güçler ayrılığının titizlikle korunduğu başkanın meclis ve senato tarafından sıkı denetim altında tutulduğu
bir sistem değil, tüm yetkilerin başkanın tekeline alındığı “Türk tipi başkanlık sistemi…” Bu sistemin ne denli
otoriter ve baskıcı bir sistem olacağını kestirmek için kâhin olmaya gerek
yok.
Ama bütün bunlar Başbakan Erdoğan’ın siyasi planlarının tıkır tıkır
işlemesiyle mümkün olabilecek şeyler… Mevcut siyasi ve sosyal gerilim
ortamında her şeyi bu kadar pürüzsüz
işlemesi mümkün mü peki? Bana pek
mümkün gelmiyor…
Benim gördüğüm şu ki, siyasal geleceğini başkanlık sistemine bağlayan
Başbakan Erdoğan, Çankaya’ya çıkması halinde büyük risk almış olacak.
Ve -kim ne derse desin- AKP’nin yerel
seçimlerde ciddi bir oy kaybettiği ve
düşüş trendine girdiği hesaba katılırsa,
arkasında şu anki kadar güçlü parti de
olamayacak.
S.S EĞİTİM İLGİLİLERİ KONUT YAPI
KOOPERATİFİNDEN DUYURU
İstanbul Ticaret Sicil Memurluğuna 142311-89805 sicil numarası ile kayıtlı bulunan şirketimiz 12.05.2001 tarihinde tasfiyeye girmiş ve tasfiye kararı 02.07.2001
tarihinde tescil edilmiştir.
Genel kurul kararı ile tasfiye işlemleri için 3 yıllığına görevlendirilen yönetim
kurulu üyelerince kooperatif gayri menkullerinin satış ve devir işlemleri tamamlanmış olup kooperatif tasfiyesi tamamlanmıştır. Üçüncü şahıslara duyurulur.
S.S. TASFİYE HALİNDEKİ EĞİTİM İLGİLİLERİ KONUT YAPI KOOPERATİFİ
İSTANBUL TİCARET SİCİL MEMURLUĞUNDA 142311-89805 SİCİL NUMARASINDA KAYITLI BULUNAN KOOPERATİFİMİZ 12.05.2001 TARİHİNDE TASFİYEYE GİRMİŞ VE TASFİYE KARARI 02.07.2001 TARİHİNDE TESCİL EDİLMİŞTİR.
GENEL KURUL KARARIYLA TASFİYE KURULLARI, KOOPERATİFE AİT
SON GAYRIMENKULÜN 13.06.2013 TARİHİNDE SATIŞINI GERÇEKLEŞTİREREK TASFİYE İŞLEMİNİ TAMAMLAMIŞTIR.
KOOPERATİFİMİZİN HİÇBİR KURUM VE ÜÇÜNCÜ KİŞİLERE BORCUNUN OLMADIĞI VE TASFİYE
İŞLEMİNİN TAMAMLANDIĞI DUYURULUR.
TASFİYE HALİNDEKİ EĞİTİM İLGİLİLERİ
KONUT YAPI KOOPERATİFİ
ESENKENT-MALTEPE-İSTANBUL
06.05.2014 19:19
YORUM 7
2014
Çarşamba
7 Mayıs
Dil ve Kültür Farklılığı Dünya
Zenginliğidir!
(4)
İYANA’DAN
ERDAL BOYOĞLU
saktır. Yatılı okullarda, çocukların geldikleri yerin kültürel niteliklerinden
arındırılarak, Türkçü-Milliyetçi ideolojilerle beyinleri yıkanıyordu. Eğitim de şövenizmin izlerine rastlamak
mümkündür. Anadolu’da izlenen talan
tarihi incelendiğinde, o topraklar üzerindeki halklara uygulanan her türlü
baskı-zulüm ve asimilasyon eşliğinde
gerçekleştiği görülecektir.
Kültür; çocuğa anadili aracılığıyla
verilir, anadili ile çocuk kendi kimliğini ve kültürünü anlar ve geliştirir. Dolayısıyla bu araç çocukta “güvenlikli”
bir kimlik etmesini sağlar.
Ama dünyanın bir çok yerinde
anadilin kaybolmasına ses çıkarmayan resmi ideolojiler, iktidarlar, psikologlar, dilbilimcileri ve eğitimcilerden
bahsetmek mümkündür. Anadilin
kaybolmasına ses çıkarmayanlar insanlık suçu ve insan hakları ihlali yapıyorlar.
D
ünyanin bir cok ülkesinde
Anadil üzerine önemli çalışmalar yapılmaktadır. Dilleri
yaşatmak ve ölümden kurtarmak için
faaliyetler yürütülürken çok dilli ve
çok kültürlü kavramlara karşı koyanlar
ilkellikten ve ırkçılıktan beslenmektedirler.
Avrupa’nın birçok ülkesinde 50
yıldan beri iş-emek göçü yapmış
Türkler yaşıyor. Türklerin çocukları
Avrupa’nın birçok yerinde anadilleriyle okullarda eğitim görmektedir.
Okullarda kimliğini ve kültürünü ifade ediyorlar. Bu olumlu bir girişimdir,
çünkü dil insan kimliğidir. Dilin bir
yanı kimlik diğer yanı da kültürdür. Ya
Türkiye’de neler oluyor?
Alparslan Türkeş 11 Haziran
1995’deki bir açıklamasıyla ‘MOZAİK’’
6-7HalkınNabzı 40.indd 7
tartışması başlatmıştı. Bakın ırkçıların
başbuğu ne diyor; ‘’Bugün bazıları,
Türkiye pırıl pırıl mozaiktir diyor. Ne
mozaiği ulan. Türkiye’de Türk yaşıyor.
Burası 1071’den beri Türklerin memleketidir. Türklerden önce buralarda
Frigyalılar, Hititler, Lidyalılar yaşamış.
Bunların hepsi ölü milletlerdir. Hepsi
yok olup gitmişler. Kimi çevreler, ‘Kürt
gerçeğini tanıyacağız’ diyorlar. Yediği
naneye bak. Sen önce Türk gerçeğini
tanı. Kürtler bizim bin yıllık kardeşimizdir.’’(11 Aralık 2001 Hürriyet) Evet
ırkçı Türkeş’e göre kardeşlik anlayışı
böyle bir şey. Yoruma gerek kaldı mı?
12 Eylül öncesi CHP Genel Başkanı olan Bülent Ecevit “Halklara özgürlük” diye slogan atanları sağcılarla
aynı kefeye koyup milliyetçi gençlerin
katili olarak değerlendiriyordu: “Sağdaki katiller sizin ne kadar düşmanınız
ise, bu sloganları taşıyanlar da o dere-
ce düşmanınızdır. Bu kışkırtmacıların
oyunlarına gelmeyeceğiz. Bir takım
sahte solcuların tuzaklarına düşmeyeceğiz. Bir takım sahte solcuların ardından gerçek solcular yürümeyecektir.
Doğru bildiğimiz yolda mücadelemize
devam edeceğiz. Türk halkını halklar
diye bölmeye çalışanların oyunlarına
gelmeyeceğiz.” (Milliyet 22 Mart 1976) Dil ve Kültür Farklılığı
Kürdistan’da, halkın karşılaştığı
mevcut durum egemenlik ilişkisidir. İktisadi yapılanması gereği olarak , insanlar eğitimsiz bırakılmıştır.
Eğitilecek olanlar için de yatılı bölge
okullar reva görülmüştür. Merkezlerde açılan yatılı okullarda öğrenci 24
saatini bölge okulunda geçirmektedir.
Bu okullarda bırakalım anadilde eğitimi, okulda Kürtçe konuşmak bile ya-
Oysa her şart altında ne olursa olsun dillere sahip çıkılmalıdır.
Anadilde eğitim ve öğretim hakkı
desteklenmelidir. Etnik kökene sahip
herkes, kendi anadilinde duygularını
ifade etmelidir, eğitim ve öğretim yapabilmelidir, dilini konuşmalıdır.
Tarihin derinliklerinden bugüne
doğru gelindiğinde sorunların kaynağı
nasıl da gün gibi ortaya çıkıyor. Diller
ve kültürler dün de tartışıldı. Bugün de
tartışılıyor, yarında tartışılacak. İşte bu
tartışma farklılığın kavranmasından
geçecektir. Ve ben bu kavrama inanıyorum, bu yüzden umutluyum ve bu
umut insan hakkıdır.
Burada asıl suç ve ayıp olan, insan
kimliğinin kaybolmasına seyirci kalmaktır.
06.05.2014 19:19
8 HABER
2014
Çarşamba
7 Mayıs
Kartal Sahilinde Ölü Kadın
Geçen Pazar günü, Kartal sahilinde yürüyüş yapan vatandaşlar denizde bir kadını hareketsiz halde görünce durumu polis ekiplerine bildirdi. Olay yerine gelen polis ve sağlık ekipleri öldüğü anlaşılan kadının denizden çıkartılması için sahil güvenlik, deniz polisi ve itfaiye
ekiplerinden yardım istedi. Ceset sahil güvenlik ve deniz polisi ekipleri tarafından çengel yardımıyla birkaç metre açığa çekildi. Uzun uğraşlar sonucunda ceset, ‘yüzer sedye’ olarak tabir edilen sedyeye ile tekrar
kıyıya getirildi. Daha sonra ceset Adli Tıp Kurumu’na ait cenaze nakil
aracına konuldu. Bu arada cesedin ilk bulunduğu alana güvenlik şeridi
çeken polis ekipleri, akıntı nedeniyle cesedin yer değiştirmesi sonucu şeridi biraç defa genişletmek zorunda kaldı. Sahilde cesedin çıkartılması
çalışmasını izleyen onlarca vatandaş da polisin uyarısı ile uzaklaştırıldı.
Olay yerinden geçen bir vatandaş, genç kadını bir saat önce kayalıklarda
düşünceli bir halde otururken gördüğünü, şimdi ise kadının cesedinin suda
olduğunu söyledi. Polis ekiplerinin olayla ilgili soruşturma başlattığı öğrenildi.
Gauck ve Gül
Üniversite Açtı
Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, Türkiye ziyaretinin son gününde
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile birlikte Beykoz’daki Türk-Alman Üniversitesi’nin resmi açılışını yaptı. Gül, açılışta yaptığı konuşmada “Aslında ben şahsen
Alman sisteminde eğitim almadım, Alman ekolünden değilim ama Türkiye’de
bir Türk-Alman üniversitenin noksanlığını çok erkenden hep hissettim. Ben buranın herhangi bir üniversite olmasını istemiyorum. Herkesin yarışarak girmek
istediği en yüksek puanlı öğrencilerin girmek istediği, Almanya’dan öğrencilerin
geldiği bir üniversite olmasını istiyorum” dedi. Gauck ise “Hem Türkiye’den hem
Almanya’dan hem başka ülkelerden daha fazla genç insanın burada okumasını
arzu ediyoruz.” şeklinde konuştu. İstanbul’da tekneyle mini bir Boğaz turu yapan
Gauck, Ayasofya Müzesi’ni de ziyaret etti. Konuk cumhurbaşkanı akşam saatlerinde Türkiye’den ayrıldı.
8-9-10-11 HalkınNabzı 40.indd 8
Üniversiteli Şeyda
hayatını kaybetti
İstanbul’un Pendik ilçesinde meydana gelen trafik kazasında ağır
yaralanan üniversiteli Şeyda Aydın yaşamını yitirdi. Genç kızın son
görüntülerinde ise annesine otobüse binmeden önce annesine defalarca sarıldığı görülüyor.
Edinilen bilgiye göre Zonguldak’ın Alaplı ilçesinde ikamet eden
Okan Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü 3. Sınıf öğrencisi 21 yaşındaki Şeyda Aydın (21) 28 Nisan 2014 tarihinde İstanbul’un Pendik
ilçesinde bir alışveriş merkezi önünden yolun karşısına geçtiği sırada
aynı üniversitede okuyan bir öğrencinin kullandığı otomobilin çarpması sonucu ağır yaralandı. Sağlık ekiplerince Marmara Üniversitesi
Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırılan Şeyda Aydın bir
haftadır tedavi gördüğü hastanenin yoğun bakım ünitesinde verdiği
yaşam mücadelesini kaybederek yaşamını yitirdi.
Öte yandan Şeyda Aydın’ın 27 Nisan Pazar günü saat 14.30 sularında annesi Hülya Aydın tarafından İstanbul’a uğurlanması görüntüsü
güvenlik kamerası tarafından kaydedildi. Görüntülerde Şeyda Aydın
annesi Hülya Aydın ile birlikte otobüs bileti aldığı ve annesine defalarca sarıldığı görülüyor.
06.05.2014 19:08
HABER 9
2014
Çarşamba
7 Mayıs
Edebiyat Festivali Başladı
Festival aynı zamanda bu yıl bünyesine iki yeni program da katmış. 9 - 11
Mayıs tarihleri arasında İTEF - Mutfakta Edebiyat ve İTEF - Çocuk etkinleri
yapılacak.
İsveç Konsolosluğu’nda verilen davete çok sayıda yazar ve okurun yanı sıra
gazetemiz genel yayın yönetmeni İshak Karakaş, editörü Ahmet Tulgar, yazarlarından Fehim Işık ve Dr. Samet Mengüç ve İMC TV genel yayın koordinatörü
İTEF 2014 - İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali, geçen Pazartesi akşamı Tünel’de
İsveç Başkonsolosluğu binasında verilen davetle başladı. Vehbi Koç Vakfı’nın ana
sponsorluğunu üstlendiği festivalin bu yılki teması Şehir ve Yolculuk oldu. Festivalin
altıncı yılında okurlar 5 - 11 Mayıs tarihleri arasında söyleşiler, atölye çalışmaları,
çocuk etkinlikleriyle dopdolu bir festival izleme imkanına sahipler.
Eyüp Burç da katıldı. Akşamın ilerleyen saatlerinde grup İsveç Başkonsolosu
Jens Odlander ile konsolosluğunda terasında bir masada uzun bir sohbet etti.
Kılıç’tan İşçilere HDP Maltepe’den
Kırmızı Karanfil Kahvaltı
M
altepe Belediye Başkanı Ali Kılıç, 1 Mayıs arefesinde Beşçeşmeler
Meydanı’nda işçilere ve diğer yurttaşlara kırmızı karanfi dağıttı.
İşçilerle sohbet de eden Kılıç, işçilerden sevgi ve sempati gördü.
Başkan Kılıç, aynı gün Regaip Kandili olması nedeniyle işçilerin ve yurttaşların kandilini de kutladı.
Kılıç, daha sonra kahvehaneleri ziyaret ederek, Maltepeliler’in sorunlarını dinledi.
8-9-10-11 HalkınNabzı 40.indd 9
H
alkların Demokratik Partisi (HDP) Maltepe, Hanedan Restaurant’ta
dayanışma kahvaltısı düzenledi. Yoğun bir katılımın olduğu kahvaltıda HDP İstanbul İl Eşbaşkanı Şamil Altan, Barış ve Demokrasi
Partisi (BDP) İstanbul İl Yöneticisi Hasan Sayan, Maltepe HDP İlçe Yöneticisi Zabit Vurdu ve gazetemiz genel yayın yönetmeni İshak Karakaş’ın yanı sıra
çok sayıda partili katıldı. Kahvaltıda yapılan konuşmalarda dayanışmanın
önemi vurgulandı.
06.05.2014 19:08
10 YORUM
2014
Çarşamba
7 Mayıs
1 Mayıs ve Hekimlik Ruhu
Genel Cerrahi Uzmanı
İstanbul Tabip Odası Divan Başkanı
DR. SAMET MENGÜÇ
1
Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı
tüm dünyada “Birlik, Dayanışma,
Haksızlıklarla Mücadele Günü’’
olarak kutlanır. 1856 yılına dayanan
ortaya çıkışından bu yana devam eden
hikayesi birçok ülkede dramatik sahneler içerir. Emeğe saygı duyan tüm
insan topluluklarında halen bayram,
karnaval, şenliklerle kutlanmaktadır.
Bu yıl emeğe ve emekçilere saygısız
davranan iki ülke dünyada ibretle izlendi: Türkiye ve Kamboçya
Gelelim hekimliğin 1 Mayıs’la ilişkisine. Hekimlik nerede insan sağlığını olumsuz etkileyen etmen varsa
bununla mücadele eder ve bu olumsuzlukları ortadan kaldırmaya çalışır.
emekçinin, mağdurun, mazlumun yanında yer almıştır, görevinden gelen
zorunluluk gereği de alacaktır. Tıpkı
yakın geçmişte Marmara Depremi’nde, Van Depremi’nde, Gezi Direnişi’nde, Cezaevi Açlık Süreci’nde olduğu
gibi… 1 Mayıs’ta sabıkalı ülkenin fiziki
şiddet, psikolojik baskı, kimyasal gaz
kullanımı ve özgürlükleri kısıtlaması
artık sıradanlaşmıştır. Buna insanların
maruz kalmasını engellemek ve maruz kalmışlarsa tedavi etmeyi görev ve
sorumluluk alanında gören hekimlik
bu ülkede 1 Mayısın vazgeçilemez bir
unsuru olmak durumunda kalmıştır.
Hiçbir hekim hak arama yolu olarak
şiddeti ve yıkımı bir yol olarak benim-
Gelin görün ki bu ülkede yakın geçmişte Gezi Süreci’nde insanlara sağlık yardımında bulunan Hekimlik Ruhu yok
edilmek istenmektedir. Bu amaçla apar topar çıkarılan bir torba yasa ile bu ruh yasaklanmış, yasaklanmakla kalmamış ve
yargılanmaktadır.
Bu ülke geçmişinde de 1 Mayıs kutlamalarında sabıkası kabarık olan ve
bırakın sağlığı olumsuz etkilemesini,
insan hayatlarını ortadan kaldırmış bir
geçmişe sahiptir (1 Mayıs 1977-Taksim). Hekimler bu ülkede hep emeğin,
8-9-10-11 HalkınNabzı 40.indd 10
semez, istemez ve arzu etmez. Ancak
şiddet varsa, baskı varsa , özgürlük yok
sa, fakirlik varsa bunları ortadan kaldırmak için çalışır, dayanışma gösterir
ve mücadele eder. Bu olumsuzluklarla
mücadele etmek ‘Hekimliğin Ruhu’
dur. Gelin görün ki bu ülkede yakın
geçmişte Gezi Süreci’nde insanlara
sağlık yardımında bulunan Hekimlik
Ruhu yok edilmek istenmektedir. Bu
amaçla apar topar çıkarılan bir torba
yasa ile bu ruh yasaklanmış, yasaklanmakla kalmamış ve yargılanmaktadır. Sadece bu ruhla hareket eden
ve yaralıları tedavi etmeye çalışan iki
asistan genç meslektaşımız 6,5 yıl hapis ve para cezası ile yargılanmaktadır.
Bu yaklaşımlar tarih boyunca olmuştur, ancak emek, dayanışma, mücadele
sonucunda Türkiye ve Kamboçya gibiler hariç insana yakışır bir hale gelmiştir. Her yerde bu süreçte hekimlik
ruhunun katkısı olmuştur, bu ülkede
de olacaktır. Emeğe saygı, emekçiye
saygı, haksızlık ve baskılarla mücadele, yoksullukla mücadele insanidir,
ahlâkidir, vicdanidir. İnsani olan her
şey ‘Hekimlik Ruhu’nun özüdür, kendisidir.
Varsın ideolojik desin muktedirler, E sormazlar mı ey muktedirler;
ideolojik olan siz değil misiniz? Emeği sömüreceksiniz, emekçilere zulüm
edeceksiniz, zalimlik yapacaksınız ve
hekimleri de seyretmeye yani suç işlemeye iteceksiniz, kabul etmezlerse de
cezalandıracaksınız, ideolojik davranı-
yorlar diyeceksiniz. Yok öyle üç kuruşa
beş köfte. Hekimler yemezler sizlerin
zorbalığını, yemezler… O meslektaşlarının yargı sürecinde yanlarında olacaklar, size yedirmeyecekler, Gezi’de
ve 1 Mayıs’ lardaki zulümlerin karşısında duracaklar ve sizin insanı ezen,
emeğini sömüren ideolojinizi de yok
edecekler, bundan emin olabilirsiniz
sayın muktedirler. Çünkü ‘Hekimlerin Ruhu’ bunu emrediyor, onlar ruhsuz yaşayamazlar, yaşamı tehlikede
olan her canlı mücadele eder yaşamak
için…Hekimler yaşamak istiyor, yaşatmak istiyor, yaşamak ve yaşatmak için
de her zaman 1 Mayıs’larda olacaklar.
Çünkü insanlığın onlara, onların insanlığa ihtiyaçları vardır, tıpkı sizin gibilerinde onlara ihtiyacı olduğu gibi…
Hekimler ihtiyaç duyan zalimlere de
bakmakla görevli ve sorumlu hissederler kendilerini, ‘Hekimlik Ruh’ları
öyle emretmiş onlara…
‘Hekimlik Ruhu’nun daha canlı olduğu, emeğin ve emekçinin mutlu olduğu hekimliğe ihtiyaç duyulmayan 1
Mayıs’lar dileğiyle, tüm emekçilerin “1
Mayıs Birlik, Mücadele, Emek ve Dayanışma Günü’’ kutlu olsun…
06.05.2014 19:08
YORUM 11
2014
Çarşamba
7 Mayıs
Liberallerin
Niyeti
B
İSHAK KARAKAŞ
ir süredir anaakım medyada önce imalar ve göndermelerle başlayan
şimdi ise artık köşe yazılarında ve kıymeti kendinden menkul ünlü
gazetecilerin sosyal medya hesaplarında kamuoyuna empoze edilmek istenen bir iddia dolanıyor. Ulusalcı sol ve Kemalizmle bağlarını
koparamamış sosyalist gruplar da bu iddaya sıkı sık sarılıyor.
Bu iddiaya göre Kürtler, müzakere sürecinde elde ettikleri ya da kendilerine vaadedilen kazanımlar karşılığında AKP’nin ve Başbakan’ın otoriteryan
yönetimini kabul etmişler. İddia sahipleri çekinmeseler Kürtler’in hükümete
destek verdiğini de söyleyecekler. İzansızlıkları artık bu derece.
İşin ilginç tarafı bu iddiaları ortaya atanlar daha düne kadar hükümetin
gazetelerine servet ölçüsünde meblağlar karşılığı transfer olup Erdoğan’ın ve
politikalarının propagandistliğini yapanlar. Ne zaman ki Erdoğan bu liberal
ya da kendilerine solcu yazar ve gazetecilere ihtiyaç duymamaya başladı ve
işlerini kaybettiler, hepsi intikam hırsıyla geçtikleri muhalefette Kürtler’i kullanma arayışlarına yöneldi. Aynı isimler eski konumlarındayken KCK operasyonlarının ideolojik zemininin taşlarını döşemişlerdi.
Diğer taraftan bu yazar ve gazeteciler ve onlardan esinlenmiş siyasi gruplar, bu iddiayı tam da Kürt Özgürlük Hareketi’nin 30 yıldır demokrasi ve özgürlük mücadelesinde fiilen sürdürdüğü öncülüğü ve yol açıcılığı Türkiye’nin
bütün ezilen kesimleri için resmen üstlendiğini Halkların Demokratik Partisi üzerinden deklare ettiği bir dönemde dile getiriyor.
Sayın Abdullah Öcalan’ın “ortak vatan, demokratik ulus” formülasyonundan bihaber bu yazar ve gazeteci taifesi, Kürtler’in “Kürdistan’da demokratik
özerklik, Türkiye’de faşizm” gibi bir alışverişi kabul ettiği iddasını yaymaya
çalışıyorlar.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin Kürdistan’da ortaya koyduğu demokrasi anlayışının onun ideolojik önceliği olduğunu görmek istemeyen bu eski hükümet
propagandistleri, Kürtler’i kendi kişisel kavgalarına dahil edemeyeceklerini
bilmelidir.
Kürtler’in AKP hükümeti ile müzakere ilişkisini daha önce birkaç kez
şöyle tarif etmiştim: Kürtler 90 yıl sonra bir muhatap buldu ve yakasını kolay
kolay bırakmayacaklardır.
Ama Kürt hareketi statik değil dinamiktir, Kürtler, AKP hükümetinin
yakasını bırakmayıp onu demokrasi yoluna çekmeye çalışıyor. Talepleri ve
eylemliliği ile hükümeti demokratik adımlar atmaya çalışıyor.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan müzakereleri sadece Kürt halkı için
değil Türkiye’nin bütün halkları, emekçileri ve ezilenleri için yürütüyor ve
bunu da ifade ediyor. Kürtler’in her kazanımı Türkiye demokratikleşmesinin
kazanımıdır.
Yani Kürtler mücadeleleri ve müzakereleri ile bu ülkeye demokrasi getiriyorlar.
8-9-10-11 HalkınNabzı 40.indd 11
06.05.2014 19:08
12 SÖYLEŞİ
2014
Çarşamba
7 Mayıs
“Sokağa çıkmasını
bileceksin”
İshak Karakaş
İstanbul Tabip Odası’nda 27
Nisan 2014 günü seçimler
yapıldı ve yeni başkan ve yönetim belirlendi. Biz de bu seçimleri yakından izledik. Çünkü
İstanbul Tabip Odası üyesi hekimler bir süredir sokaklarda
ve demokrasi için direnenlerin
yanında. Zaten yönetime gelen Demokratik Katılım Grubu
üyeleri de kazananın kendileri değil Gezi ruhu olduğunu
söylüyor. Gezi Direnişi bu
hekimler için önemli. Bugün
(7 Mayıs 2014) bunlardan bazıları Gezi Direnişi sırasında
Hipokrat yemini gereği eylemcilere tıbbi destek verdiği
için mahkeme önüne çıkıyor.
Ben de bu hafta İstanbul Tabip
Odası’nın yeni başkanı Prof. Dr.
Selçuk Erez ve Genel Sekreter
Op. Dr. Samet Mengüç ile buluşup İstanbul Tabip Odası
seçimlerini ve hekim aktivizmini konuştum:
12-13-14-15-16 HalkınNabzı 40.indd 12
İshak Karakaş: Öncelikle bu yoğun
gündeminizde bizi kabul ettiğiniz için
teşekkür ederiz. Sizin birçok göreviniz
var, hocalık yapıyorsunuz üniversitede, aynı zamanda İstanbul Tabip
Odası’nda seçimler oldu, başkan seçildiniz. Tabip Odası seçimlerini biraz konuşalım; hocam sokaktaydınız
ve gençlerle birlikteydiniz, sizi böyle
davranmaya iten neydi?
Selçuk Erez: Şöyle anlatayım, inandığım şey şu, insanları, her memleketteki insanları kim güvenceye alır, kim
kollar? Anayasa. Peki anayasa çiğneniyorsa, anayasa bir duvarda duruyorsa
ve kimse ona bakmıyorsa seni kim
korur? Sen kendini korursun, başka
kimse korumaz. Şimdi ben bunun bilincindeyim. Benim dört tane kızım
var, kızlarımı küçük yaştan itibaren bir
yerde eylem mi var götürürdüm, alışsınlar diye. Sokağa çıkmasını bileceksin, hak ve hukuğu öyle arayacaksın.
Biz Belçika vatandaşı olsaydık şimdi
böyle bir derdimiz olmazdı, biz karşılıklı oturup birbirimize nerede denize
girilir, nerede piknik yapılır, nerede
golf oynanır, bunları anlatırdık. Ama
bu ülkenin vatandaşı olduğumuza
Selçuk Erez
göre zaman zaman kolkola gireceğiz,
sokağa çıkacağız, hak-hukuk arayacağız, ne yapalım alın yazımız buymuş.
İ.K.: Sizin de sokağa çıkmanızın
nedeni bu? Türkiye vatandaşı olmanız, öyle mi?
S.E.: Başka bir şey var, bir memlekette anayasa çiğnenirse, anayasa
adam yerine konmazsa, kullanılmaz
ve bakılmazsa insanların sokağa çıkması, kendi hak ve hukukunu istemesi iyidir ama başarıya ulaşmanın yolu
aktivist sayısının, sokağa çıkıp bağıran
sayısının çok olmasıdır. Ders veriyordum Cerrahpaşa’da, 1970’ler, 1980’ler,
bir şey dikkatimi çekiyordu. Ben ders
veriyorum iki yüz kişi dinliyor, kapı
açılıyor üç kişi giriyor hadi eylem var
diyorlar, iki yüz kişi hemen çıkıyor.
Bu iki yüz kişi kim, neden böyle ne
söylerlerse yapıyorlar? Bu üç-dört kişi
olan eylemci-aktivistin ne farkı var?
Bunları sormaya başladım. Bunların
aradan zaman geçtikten sonra bir kısmı Tabip Odası’ndan bir grup, kimisi
profesör olmuş kimisi doçent olmuş
kimisi ufak-tefek doktor olmuşlar ama
aktivistler. Nedir bir insanı aktivist ya-
pan? Kendisinin veya yakının uğradığı
büyük bir haksızlık adamı düşünmekten çok hakkını sokakta bağıran-çağıran bir adam yapıyor, gözüpek yapıyor.
Sonradan ben de anladım ki böyle olması gerekiyor. Bu aktivistler arasında
çok Alevi, çok Kürt var
İ.K.: Birçok doktor, Hipokrat yemini içmiş doktorlar eylemlerde ön
planda. Hümanist olduklarından
ötürü mü yoksa sizin dediğiniz gibi
kendileri ve yakınları haksızlığa uğradıkları için mi?
S.E.: Hayır, hayır. Sırf doktorlar
mı haksızlığa uğruyor? Türkiye’nin
her türlü vatandaşının başına geliyor.
Özellikle Kürt ise veya Aleviyse, kendisi, babası, büyükbabası eziyet çekmiş
insanlardır. Şimdi Alevi bir kız, bir
doktor, sürmüşler bunu, onunla konuşuyorum. Malatyalı, sekiz yaşındayken
annesi ve babası çarşıya gitmiş. Kapısı
çalınıyor, aç polis! Ne yapar sekiz yaşındaki bir çocuk? Ağlar, açar ya da
açmaz. Düşünüyor musunuz, o kadar
basmışlar ki evini sekiz yaşındaki minicik çocuk ne diyeceğini öğrenmiş.
Arama izni aldın mı savcılıktan diye
06.05.2014 19:29
SÖYLEŞİ13
2014
Çarşamba
7 Mayıs
İshak Karakaş: Öncelikle bu yoğun
gündemde bizi kabul ettiğiniz için teşekkür ediyoruz. Biz sizi hep sokakta görüyoruz. Bu yakın tarihte seçiminiz oldu,
biz de ordaydık. Siz hekim olarak neden
sokaklardasınız? Sizin bu düzene bir itirazınız mı var? Bize biraz kendinizi anlatır mısınız ?
Samet Mengüç: Önce ben teşekkür
ediyorum size. İstanbul Tabip Odası biliyorsunuz geçen hafta bir seçim süreci
yaşadı, aslında Türkiye genelinde tüm
tabip odalarının seçimi var, yaklaşık bu
bir aylık sürece yayılan bir seçim dönemi.
Üç grup olarak seçime girdik tüm yönetim kurulları ve 53 kişilik kurulun hepsini Demokratık Katılım Grubu kazandı.
Bizler zaten yaklaşık olarak 13-14 yıldır
İstanbul Tabip Odası yönetim kurulundayız, aynı grubuz ve dolayısıyla eski
yönetimin devamı olarak göreve geldik.
Sadece bir görev değişikliği oldu.
İ.K.: Eski yönetim de Demokratik
Katılım Grubu muydu?
S.M.: Tabii, tabii.. 2000 yılından bu
yana İstanbul Tabip Odası Demokratik
Katılım Grubu tarafından yönetilmekte. Demokratik Katılım Grubu’nun bir
hekimliğe ve yaşama bakış açısı vardır,
belirli ilkelerle bir araya gelmiş hekim
grubudur ve bu ilkeler doğrultusunda hekimlik yapmaya çalışıyor, buna da biz “iyi
hekimlik ve onurlu hekimlik” diyoruz.
İ.K.: Hep sokaktasınız, 1 Mayıs’ta da
sokaktaydınız. Hep itiraz ediyorsunuz,
peki neye? Biraz bunun üzerine konuşalım.
S:M.: Tabii bizim itirazımız hep şuradan ortaya çıkıyor: Biz kendi ilkelerimiz
doğrultusunda bir hekimlik yapmak istiyoruz ve bir toplumun sağlığına bir bakış
açımız vardır, bu bakış açısını da bunu
topluma egemen kılmaya çalışıyoruz ama
bizim egemen kılmaya çalıştığımız sağlık
anlayışının karşısında bir güç olduğu zaman da doğal olarak muhalefet durumuna düşüyoruz. Eğer bu ülkede iktidarla
Tabip Odası arasındaki sürtüşmeyi ve
mücadeleyi kastediyorsanız bizimki sadece bugünkü iktidara yönelik değildir.
Biz dediğim gibi 1990 yılından beri bu
hekimlik anlayışını Türkiye’de egemen
kılmaya çalıştığımız için iktidarda kim
olursa olsun muhalefet ediyoruz, biz bu
iktidardan önce de muhalif olarak görülüyorduk. Peki bugünkü süreçte ‘niye bu
kadar görünür kılındı’ diye bir soru akla
gelebilir. Bu da ‘sağlıkta dönüşüm programı’ denilen ve bu iktidar tarafından
yaşama geçirilen projenin yansıması. Bu
proje bildiğiniz gibi Dünya Bankası ve
IMF’in 1970’li yıllardan sonra uyguladığı ve kapitalist sermaye birikimi ve emek
12-13-14-15-16 HalkınNabzı 40.indd 13
İshak Karakaş
Samet Mengüç
“Hekimlik
ruhsata bağlı
olamaz”
06.05.2014 19:30
14 SÖYLEŞİ
soruyor, aldım diyor polis. Yetmez
muhtarın da gelmesi lazım diyor, geldi diyor polis. Yetmez bir de komşu al
gel diyor ve bu şekilde izin veriyor polislerin aramasına. Bu şekilde yetişen
insanlar aktivist oluyor. İkinci adımı
atalım, eğer anayasa bizi korumuyorsa,
anayasa işe yaramıyorsa sokağa çıkıp
bağıracağız. Aynı zamanda ne temenni
edeceğiz? Aktivist sayısı artsın. Sadece
sülalesinde önceden eziyetler görenler değil, şimdi eziyet görenler de bunun eziyet olduğunu anlasın ve onlar
da çıksın. Gezi’de o oldu. Hiç aktivist
olmayan belki bir milyon genç çocuk
kafalarına gaz sıkılarak, gözlerine plastik mermiler sıkılarak aktivistleşti. Bir
anda aktivist sayısı arttı.
İ.K.: Toplumsal bir uyanış oldu
bu, değil mi hocam? Asosyal ya da
apolitik değimiz insanlar da yer aldı.
S.E.: Evet, ama hepsi dönmez. Neden dönmez onu da anlatayım, Maslow diye biri var, Yahudi bir psikolog
bu, Rusya’dan Amerika’ya göçmüş. Bir
üçgen yapmış, yoksullar, orta derece
gelir sahibi ve zenginler diye. Diyor
ki; alt sınıf yani yoksulların derdi geçimdir. Ben sana diyeyim ki oyunu ver
bana, ben de sana üçyüz kağıt vereyim.
Verilen cevap şu; bunların hepsi hırsız
ama bu hiç olmazsa iş yapıyor. Türkiye’nin yüzde kırk beşinin aldığı para
12-13-14-15-16 HalkınNabzı 40.indd 14
2014
Çarşamba
7 Mayıs
geçimine yetmiyor, bana beş kuruş
daha gelecek nasıl olsa diye düşünüyor. Kılıçdaroğlu verir mi? Vereceğim
diyor ama bu on senedir, on iki senedir
veriyor, emin olmadıkları için bunlara
oy verdi.
İ.K.: Yani bunlardan aldıkları üçyüz lirayı Kılıçdaroğlu’nun vereceği
altıyüz liraya değiştirdiler. Emin olamadıklarından dolayı.
S.E.: Evet, bu sana diyor vereceğim
ama ben buna eminim bu bana veriyor, o zaman ben buna oy vereceğim
diyor, yüzde kırk beş oy oradan geliyor.
Bana vermesi devam eder mi? Ekonomi iyi gitmiyor Türkiye’de. Bir sene
sonra ekonomi bozulduğu vakit bu
iktidar bu fakir-fukaraya ne verecek?
Veremeyecek. Şimdi biz dişimizi sıkarsak, aktivist sayımızı arttırırsak, bu da
oturduğumuz yerden olmaz, sokağa
çıkmakla olur, yazmakla olur, sonunda
düze çıkarız, ben buna inanıyorum.
İ.K.: Biz sizin seçimlerinize katıldık, sizi takip ettik, biz sizi destekliyorduk. Türkiye’nin demokratikleşmesi için doktorların yani sizin mi
sokağa çıkması lazımdı, sizin mi gaz
yemeniz lazımdı? Sizin üyelerinizi galiba ayın yedisinde mahkemesi de var
Gezi Olayları ile ilgili. Niye İstanbul
Tabip Odası bu kadar ön planda?
S.E.: Şimdi bizim karşımızdaki
gruplardan bir tanesi, bunlar doktor,
nelerle uğraşıyorlar, bağırıyorlar, bu
mudur doktorluk işi diyorlardı. Ben de
dahil arkadaşlar neye inanıyoruz, doktorum, işim hastaya bakmak, teşhisi
koymak, reçete yazmakla bitmiyor.
Nedir doktorun işi? Bu hasta benim
söylediğimi anladı mı? Ben diyeceğim
ki devlete, ne biçim devletsin sen, ne
biçim eğitim veriyorsun, donatmıyor
musun bu adamı? Lütfen eğitim sistemini düzeltin, düzeltmezsen bağırırım
ben, bu da doktorluğun bir vazifesidir.
Daha önemlisi, benim yazdığım reçete
bazen bir aspirin ilacı olmuyor, uzun
süre alması icap eder. Alabilecek mi,
parası var mı, yeteneği var mı?
İ.K.: Bu doktorların büyük bir derdi yani.
S.E.: Evet, doktorun ne demesi lazım? Ey devlet, ey sistem vatandaşın
ekonomisini düzelt, insanlar parası olmadığı için hasta olmasın, ölmesin. Bu
politika mıdır? Değildir, hatta doktorluğun uzantısıdır. Bütün bu sistemler
demokrasi ile düzelir. Tabipler Birliği
gidiyor Sağlık Bakanlığı’na diyor ki;
efendim siz yanlış yapıyorsunuz. Cevap olarak sizin konuşmaya hakkınız
yok, biz yüzde bilmem kaç oy aldık, biz
idare ediyoruz devleti. Konuşmak istiyorsanız parti kurun, seçim kazanın,
meclise girin, o zaman sizin söylediği-
niz geçerlidir.
İ.K.: Bunların anlayışına göre her
şey sandıkta mı bitiyor?
S.E.: Evet. Anayasa Mahkemesi
başkanına ne dediler? Sen ne biçim
adamsın, cüppeni çıkar, parti kur öyle
gel. Sevmediği, istemediği bir şey söyleniyorsa hep parti kur öyle gel diyorlar. Demokrasi olmazsa kimse seni
dinlemez. Beş-on tane akıllı adamın
sözlerini dinle de bazı şeyleri düzelt.
Demokrasi olmazsa sağlık da düzelmez. Ben demokrasi istesem yine doktorluğumun bir uzantısını yerine getirmiş oluyorum. Şimdi gelelim bana,
ben hastamı iyi anlamıyorsam, teşhisi
doğru koyamıyorsam sadece az okudum mu olur yoksa tıp fakültelerinde
iş yok mu? Bana doğru-dürüst eğitim
vermiyorlarsa ben ne diyeceğim; ey
yöneticiler tıp fakültelerinde adam gibi
ihtisas verin, doğru-dürüst adam yetişsin,bu kepazelikten bu keşmekeşlikten kurtarın. Bunu söyleyince politika
mı yapmış oluyorum, ben yoksa doktorluğumun bir uzantısı mı? Uzantısı,
inancımız bu bizim, biz bunun için uğraşıyoruz ve uğraşacağız da.
İ.K: Hocam sizi gerçekten gıpta
ile izliyoruz. Sizin bu yaşta yaptıklarınız, aslında çok da yaşlı değilsiniz
ama.
S.E.: Yaşın falan sonu yok ki. Elin
06.05.2014 19:30
SÖYLEŞİ 15
SOYLESI
2014
Çarşamba
7 Mayıs
lenmesi lazım, kimyasal laboratuvarlarda incelenmesi sonucu öyle bir karar varabiliriz; fakat farklı niteliklerde
gazlar da vardı. İlk kulanılan gazların
etkisi farklı, daha sonra kapsül şeklinde atılan, plastik mermi şeklinde
atılan, atıldıktan sonra açılan gazlar
vardı, onların koku olarak farklı bir
kokusu vardı, onların insan üzerindeki etkilerini bilemiyoruz şu an.
sömürüsüne dayalı bir proje. Bu projeyi daha önce de 1980’li yıllarda Özal
döneminde de Türkiye’ye uygulamaya çalıştılar; ancak koşullar uygun
olmadığı için Özal bu işe yanaşmadı. Daha sonra 2002 yılında bu proje Dünya Bankası ve IMF tarafından
bu iktidara önerildiğinde iktidar hem
yeni bir iktidar olduğu ve sermaye birikiminin olması gerektiği için IMF
ve Dünya Bankası’nın bir hazır reçeteyi de önlerine koymaları da onların
da çok işine gelen bir şeydi.
İ.K.: IMF ve Dünya Bankası bunu
niçin yapıyor?
S.M.: Burada sağlık alanı çok geniş bir alan, toplumun şu anda Türkiye’deki 76 milyon - 78 milyon insanı
ilgilendiren bir şey. Dolayısıyla böyle
bir alanın sermaye birikimi için çok
geniş bir alan, dolayısıyla sağlığı anlık
satın alınabilecek bir meta haline getiren bir anlayış. Yani daha önce hasta - hekim ilişkisi güvene dayalı bir
hekimlikti, hastayla hekimin o hedef
doğrultusunda bir birlekteliği vardı;
ama bu sistem doğal olarak hasta ve
hekimi karşı karşıya getirdi, hastayı
müşteri konumuna soktu, hekimi de
tüccar konumuna soktu. Yani sistemin gözünde hekim bir tüccardır,
hasta da bir müşteridir; bu da kapitalist sistemin olmazsa olmaz koşullarıdır. Yani ben artık hastayla birer rakip
görülmek durumuna getirildim. Dolayısıyla da buna itiraz ediyoruz.
12-13-14-15-16 HalkınNabzı 40.indd 15
İ.K.: Bu da sizin hekimlik anlayışınıza ters, değil mi?
S.M.: Bu da bizim hekimlik anlayışımıza terstir. Diğer, o sokak hekimliği konusuna gelince daha çok
Gezi süreciyle birlikte gündeme geldi.
İ.K.: Gezi süreci demişken, herhalde sizden de birkaç kişi Gezi davasından yargılanıyor. Onu da biraz
açar mısınız?
S.M.: Tabii, oraya da geleceğim.
Bizim hekimlik anlayışımızda insan
sağlığını ilgilendiren, insan sağlığını
tehdit eden her türlü koşullarda biz
hekim olarak görev ve sorumluluk
olarak algılarız ve oraya müdahil oluruz. Bu işte Marmara depreminde de
oldu, Van depreminde oldu, Gezi sürecinde oldu, açlık grevleri sürecinde
oldu, işçi grevlerinde oldu yani insan
sağlığını bozan her yerde biz hekim
olarak orada bulunmayı isteriz, dolayısıyla insanın hekime ihtiyacı olduğu her yerde var olmayı savunuyoruz.
Orada bulunduğumuz zaman da ister
istemez mevcut sisteme veya iktidara
muhalif olarak görülüyoruz. Şimdi
Gezi sürecine gelince de hepimizin
malumu ciddi anlamda bir toplumsal
tahribat yaşandı, fiziki müdahaleler
yapıldı, psikolojik baskılar uygulandı, kimyasallar kullanıldı ve kitleler
buna maruz kaldığı zaman da ona en
yakın olan, onlara desteği sağlayacak
kesimlerin başında da hekimler geliyordu ve doğal olarak da hekimler
bu sürece müdahil oldu. Bu müdahil
olmamızdan da ileri derecede rahatsız olan bugünkü iktidar hemen
akabinde bir torba yasa çıkardı, bu
torba yasayla birlikte ‘ruhsatsız hekimlik’ yapılamaz diye bir kavram
ortaya attı. Oysa ki hekimlik biliyorsunuz, bizim 2500 yıldır kabul ettiğimiz Hipokrat’tan bu yana dini, dili,
mezhebi, mesleği, toplumsal statüsü
ne olura olsun sana ihtiyaç duyulan
her ortamda bu insanlara yardım etmeyi biz görev ve sorumluluk alanı
içerisinde görürüz; dolayısıyla biz hekimliğin ruhsata bağlı olamayacağını
savunuyoruz ve Gezi’de yaptığımız
eylemin ve bundan sonra da her türlü
toplumsal olaylarda, toplumsal felaketlerde devam ettirmeyi düşünen bir
anlayışa sahibiz.
İ.K.: Gezi’de bir takım gazlara falan itirazınız oldu ve bu 1 Mayıs’ta
da suyun içerisine bazı kimyasal
maddeler katılıp sizlere sıkıldığını
okudum. Bunun etkilerini anlatır
mısınız?
S.M.: Şimdi 1 Mayıs’ta da biz İstanbul Tabip Odası olarak gaza maruz kaldık, ben de bu grubun içerisindeydim, grupla birlikteydim. Atılan
gaz daha önceki deneyimlerden de
bildiğimiz kadarıyla çok farklı bir gaz
değildi.
İ.K.: Kullanım tarihi mi geçmiş
bu gazların, yoksa farklı bir gaz mı?
S.M.: O tür bir iddada bulunmak
için onların mutlaka oturulup ince-
İ.K.: Siz hekimsiniz, bu konu üzerinde bir araştırma falan yapılmadı
mı ?
S.M.: Bu konuda sayısız araştırma yapıldı. Özellikle Gezi sürecinde
atılan kapsüller, kimyasallar incelendi.Yapılan incelemelerde bugünkü
şeyiyle ciddi anlamda farklı bir gaz
değil; ama tabii bunun dozu önemli,
maruz kalınan doz, maruz kalınan
süre, ciltle temas, gözlerle temas, kapalı ortamda olması, bunların ileri
dönemlerde yan etkilerini, olumsuz
etkilerini etkileyen faktörlerdir. Dolayısıyla biz bir defa kimyasal olarak
biber gazının kullanılmasını asla ve
asla kabul etmiyor, reddediyoruz.
İ.K.: Biber gazının ileriki dönemde, süreçlerde insan sağlığı üzerinde
nasıl bir etkisi vardır; ne gibi hastalıklara neden olur ?
S.M.: Şimdi çok uzun süreli etkilerini açıkçası bilimsel olarak nasıl
bir rahatsızlık yaptığına dair kesin bir
bilgi yoktur elimde; ama genel olarak kimyasal gazların insan üzerinde olumsuz etkileri vardır, solunum
sistemi üzerinde, dolaşım sistemi
üzerinde, dermatolojik dediğimiz cilt
sistemi üzerinde, tahriş edici,yakıcı;
özellikle akciğer rahatsızlığı olanlarda, astım, bronşit gibi; hiper tansiyon,
kalp ritim bozukluğu gibi durumlarda, bunları şiddetlendiren, bunların
daha şiddetli şekilde seyrine sebebiyet veriyor, bu birçok araştırmada
ispatlanmış bir durum. Sonuçta ne
olursa olsun insan sağlığını bozan ve
iradesi dışında kulllanılan her türlü
kimyasala ilke olarak da, hekim olarak da karşıyız ve bunu reddediyoruz.
İ.K.: Gezi olaylarında İstanbul
Tabip Odası,Türk Tabipler Birliği
olarak sizleri ön saflarda gördük.
Hekim kimliğinizden, Hipokrat yemini etmiş olmanızdan dolayı ordaki yaralılara müdahele ettiniz,
bunun için de yargılanıyorsunuz. Bu
konuyu biraz açabilir misiniz, arkadaşlarınız neyle suçlanıyor, niçin
yargılanıyor?
06.05.2014 19:30
SÖYLEŞİ
16 SOYLESI
2014
Çarşamba
7 Mayıs
tutuyorsa, kafan çalışıyorsa nalları dikinceye kadar bu yolda yürüyeceksin.
İ.K.: Sayınız dört yüzü buldu mu?
S.E.: Evet.
İ.K.: Allah gecinden versin. Hocam bir de ayın yedisinde görülecek
olan dava için ne diyeceksiniz?
S.E.: Olacak iş değil. Sen doktor
diploması almak için bir yemin ediyorsun, bu yemin de her türlü insana,
her koşulda bakacağına yemin ediyorsun ondan sonra diplomanı alıyorsun.
Dünyanın her yerinde bu yemin edilir.
Niçin hastalara baktın? Hasta muhtaçtı, ben yeminim gereği hastalara
bakarım. Diyelim ki siz yemin etmediniz, yolda yürüyorsunuz motorsiklet kazası geçirmiş, kafası kırılmış bir
adam görseniz yardım etmeyecek misiniz? Doktor değilsiniz, hipokrat yemini etmemişsiniz. Yardım edilir bu
doğal, bir insanın yapması icap eder.
Bunu yaptığınız için sizi kınarlarsa,
sizi mahkemeye verirlerse ne dersiniz?
İ.K.: Hukuksuzluk derim.
S.E.: Tepki gösterirsiniz, reaksiyon
gösterirsiniz. Üç-beş tane arkadaşımızı Gezi’de tepki gösterdiler diye mahkemeye veriyorsan, şimdi üçyüz-dörtyüz kişi oldu, biz de vardık, bizi de
mahkemeye verin dediler.
İ.K.: Yakinen takip ediyorum sizi
çünkü ben de bir doktor babasıyım,
benim oğlum askerlik görevini Hakkari-Şemdinli’de yaptı. Oradaki köylülere de, koruculara da, askerlere
de yani herkese doktorluk yaptı. Bu
Hipokrat yemininden ziyade insalık
vazifesidir. Peki hocam arkadaşlarınız için ne tür eylemler düzenlemeyi
planlıyorsunuz?
S.E.: Mahkemeye gideceğiz ve onları desteklediğimizi ifade edeceğiz,
ondan sonra durumun gelişimine göre
hareket edeceğiz. Ben tek başıma karar
vermiyorum, arkadaşlarla beraber duruma göre davranacağız. Biz demokratik davranıyoruz. Demokratik usülle
ortak karar verip ondan sonra ne yapacaksak yapacağız.
12-13-14-15-16 HalkınNabzı 40.indd 16
İ.K.: Sizinle biraz da 1 Mayıs’ı
konuşalım. 1 Mayıs’ta gaz bombası
yediniz, gazın ne kadar tehlikeli olduğunu sizler kadar bilmiyoruz ama suyun içine gaz koyarak size sıktıklarını
gördük. Anlatır mısınız?
S.E.: Doğru hepsi. Olmaz, dünyanın hiçbir yerinde sulhçul bir şekilde
isteğini ifade eden veya bir bayramı
kutlayan bir nsana bu muamele yapılmaz. Yok Taksim’de kutlayamazsınız.
Neden kutlamayayım, bundan iki sene
evvel kutladık bir şey mi oldu? Biz de
top yok, tüfek yok, hiçbir şey yok.
İ.K.: Doğru. 2010, 2011, 2012 senesinde Taksim’de kutladı ve gayet
barışçıl geçti.
S.E.: Burdaki gerekçe dükkanların
kepenkleri kırılır yok bilmem ne olur.
Sen zaten bozuyorsun dükkanı, bütün
her tarafı kapatıyorsun, metrobüsü 12
saat kapatıyorsun, İstanbul’da bir yerden bir yere hastaysan bile gidemiyorsun, turist istiyorsun bütçeni düzeltmek için, turistler afallayıp kalıyorlar,
bir yere gidemiyorlar ve felç oluyor şehir, sen felç ediyorsun. Bir de insanları
yaralıyorsun, milletin kafasına bilmem
ne atarak, yani karşıklığı yaratan sensin, ortalığı yakıp-yıkan sensin-memleketi felç eden sensin. Bunu niye yapyorsun? Ben niye yaptığını biliyorum,
Gezi Parkı’nda olan bitenler korkuttu
bunları. Bunlar zannettiler ki Gezi
Parkı’na insanlar yine girerse kıyamet kopacak, bunlar yine çok müşkül
durumda kalacaklar, aman Gezi Par-
kı’nda bir daha insanlar toplanmasın,
bize karşı slogan atmasın. Bunun için
ne yapalım? Beşiktaş’ta kafalarına gaz
sıkalım, Kurtuluş’ta kafalarına plastik
mermi atalım, burada dövelim, şurada
yere yatıralım, oraya gitmesinler. Bu
yanlış.
İ.K.: Seçimi kazandığınız için sizi
kutlarım, bundan sonra da sizi desteklemeye devam edeceğiz. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var
mı? Hükümete vereceğiniz bir mesaj
var mı?
S.E.: Hiç umudum yok, doğru yolu
seçeceklerine dair. Ama tekrar ediyorum tüm ümitsizliğimize rağmen demokrasiye geri dönün. Bu durum sizi
kurtarmaz, daha da sıkıntıya düşersiniz. Biz eninde-sonunda demokrasiye
kavuşacağız, siz çok şey kaçırmış olacaksınız. Ben son kez ümitsizce çağrıda bulunuyorum; demokrasiye dönün.
Demokrasi size de bir gün lazım olur
demiyorum, şu anda size lazım. Sizin
de kurtuluşunuz demokraside.
İ.K.: Çok teşekkür ediyorum hocam.
S.E.: Ben de teşekkür ediyorum.
06.05.2014 19:30
SÖYLEŞİ 17
SOYLESI
2014
Çarşamba
7 Mayıs
yargılanmaktadırlar. Bunu reddettiğimiz için de 7 Mayıs’ta Çağlayan
Adliyesi’nde tüm hekimlerin, tüm
insanların, tüm duyarlı insanların,
tüm medyanın, tüm kurum ve kuruluşların da bizim bu mücadelemize
desteklerini bekliyor, bize destek olmalarını istiyoruz; çünkü bu sadece
hekimlerin sorunu değil, bu bir toplumun sorunu, bir halk sorunu, halk
sağlığı sorunudur. Açıkçası böyle bir
şeyden ceza çıkmasını beklemiyoruz; ama başlı başına yargının başlatılması bir paradokstur, bir ayıptır
diye değerlendiriyoruz.
S.M.: Bizim hekimlik anlayışımızdan kaynaklanan, bir hekim olarak insana bakış açımızdan kaynaklanan ve meydana gelmiş bir olaya
doğal olarak müdahil olduk; fakat
bu iktidar tarafından hoş karşılanmadı, dolayısıyla hekimleri hekimlikten öte ideolojik bir şeye çekmeye
çalıştılar; ama bizim hareket alanımız hekimlik ilkeleridir. Nedir bu
ilkeler?
İ.K.: Nedir?
S.M.: İnsan sağlığı söz konusuysa
biz ordayız,insan özgürlüğü kısıtlanmışsa,özgürlüğün kısıtlandığı yerde sağlıktan söz edilemez. Fakirlik
varsa , yoksulluk varsa, bunlar hastalık üreten, toplum sağlığını bozan
faktörlerdir, dolayısıyla fakirliğin,
yoksulluğun olduğu;ezilenin olduğu, mağdurun olduğu, sağlıksızlığın
olduğu veya buna sebebiyet verebilecek hangi koşul olursa olsun biz
bunu hekimliğin ilgi ve görev alanı
içerisinde değerlendirip ; doğrudan
da müdahil oluruz. Fakat iktidar
bunu hoş karşılamaması nedeniyle
bir yasa çıkardı ve hemen akabinde
medyaya yansıdı, Bezmialem Validesultan Camisi’nde, Dolmabahçe’deki camide bir anda gaz ve plastik
mermilere, şiddete maruz kalan kitlenin camiye sığınmasından dolayı ,
çok ciddi yaralanmaların oldu, alanda, ordaki hekim arkadaşlarımız da
doğal olarak müdahale ettiler; fakat
12-13-14-15-16 HalkınNabzı 40.indd 17
orada müdahale eden birçok hekim
olmasına rağmen iki tane genç, henüz mesleğinin başında, asistan olan
iki arkadaşımız hakkında yargılama
süreci başlatıldı ve bunları hem ruhsatsız olarak hasta tedavi etmek hem
de tedavi ettikleri bu hastaları suçlu
olarak kabul ediyor peşinen; hiçbir
yargı kararı olmadan, suçluları da
emniyet güçlerine ve devlete bildirmemekten yani suçluyu korumak,
saklamak gibi saçma bir iddayla yargılanıyorlar.
İ.K.: Burada araya gireceğim,
ruhsatsız hasta bakma nasıl yasaklanır, yani sokakta bir hekim ben
düşersem, kap krizi geçirirsem ve
hekim gelip bana müdahale ederse
hastayı ruhsatsız tedavi etmek mi
oluyor ?
S.M.: Aynen öyle.. Aslında son
torba yasada ilk çıkan haliyle kesinlikle müdahale edemez. Diyelim ki
bir insan burada, herhangi bir yerde
bir yaralanmaya maruz kaldı veya
bir yerini kesti, ona bir hekim olarak
bakmak, bir görev olaraktır. Yasanın
ilk haliyle hiç bir şeye bakamazsın,
sadece bir tek kurumda, o da resmi
olarak belirlenmiş yerlerin dışında
hekimlik yapamazsın. Bunun kabul edilir bir tarafının olmadığını
daha sonra biz CHP ile görüşerek,
CHP’nin hekim milletvekillerinin
özellikle devreye girmesiyle yasa
tasarısında bir değişiklik yapıldı
ve son haliyle de yine muğlak bir
ifadeyle yani asıl ve devamlı sağlık
gelene kadar müdahale edilebilinir
gibi bir laf bir cümle kullandılar.Asıl
amaçları dışarda da hiçbir insana
müdahale etmemek,dolayısıyla bu
insanların hepsinin belirlenmiş olan
birer müşteri olarak resmi kurumlarda tedavi edilmeleri ve belirli bir
ücret ödemeleri düşüncesi taşıyor
diye düşünüyorum. Yani şu anki uygulamasıyla da ruhsatsız herhangi
bir hekim bir yerde bir insana yardım ettiğinde yargılanabilir.
İ.K.: Siz de buna itiraz ediyorsunuz.
S.M.: Biz de buna itiraz ediyoruz. Bu hekimliğin ruhuna aykırı
bir şey, bu hekimliğin temel felsefesi ve ilkelerine aykırı birşeydir;
dünyanın hiçbir yerinde yoktur;
çünkü biliyorsunuz savaş ortamında dahi sağlık çalışanlarının dokunulmazlığı vardır; savaş ortamı da
dahil hangi kesimden olursa olsun,
hangi cepheden olursa olsun insana
yardım etmek hekimliğin görevleri
arasındadır.Ama maalesef bugünkü
iktidar bunu tamamen yasaklamış
durumdadır.
İ.K.: Arkadaşların yargılanmasına gelelim.
S.M.: Evet bu arkadaşlarımızın 7
Mayıs’ta ilk duruşmaları yapılacak.
6,5 yıllık bir hapis ve para cezasıyla
İ.K.: Ne gibi bir desteğiniz olacak bunlara, sadece demokratik
kitle örgütlerini oraya çağırmakla
mı ; yoksa oturma eylemi falan ?
S.M.: İlk etepta bu duruşmada
böylesine asla kabul edilemeyecek
bir iddanameyle dahası kabul edilemeyecek bir yargılanmanın görünür
kılınması yani yargının bir iktidar
elinde nasıl kullanılabileceğinin somut bir örneği bu. Bunun gibi binlerce olay vardır, bu da bu olaylardan birisi; o açıdan bizim hekimlik
mesleği açısından da çok önemli bir
dönüm noktası. Ama dediğim gibi
bu sadece hekimlik sorunu değil,
toplumun sağlığını birebir ilgilendiren bir konu olduğu için önem
arz ediyor; yoksa hiçbir hekim çok
sevdalı değildir şiddet ortamında
insanların mağdur edildiği ortamlarda gidip hekimlik yapmak , hiçbir
hekimin arzu edeceği bir konu değil.
Ama eğer bu ülkede bu gerçeklikler
varsa, bunlar yaşanıyorsa , bu mağduriyetleri en aza indirgemek de hekimlerin görevleri arasındadır.
İ.K.: Buradan demokratik kitle
örgütlerine, partilere bir çağrınız
olacak mı 7 Mayıs günü?
S.M.: Bu konuda zaten biz İstanbul Tabip Odası olarak hem basına
hem medya kuruluşlarına hem demokratik kitle örgütlerine hem tüm
yapılanmalara bu konuyla ilgili bir
yazıyı bugün itibariyle gönderiyoruz
zaten. Bugün ve yarın tüm kuruluşlara gönderiyoruz ve desteklerini de
bekliyoruz.
İ.K.: Bizim gazetemiz de davanın görüleceği gün çıkıyor. Bu vesileyle biz de yanınızda olacağız.
S.M.: Çok teşekkür ediyoruz.
06.05.2014 19:30
18 YORUM
2014
Çarşamba
7 Mayıs
Kürtler ve Sosyalizm - 2
FEHİM IŞIK
T
-KDP’nin Barzani hareketinden etkilenerek kurulduğu,
daha sonra bu hareketin etkisinde kalarak daha çok Kuzey ile
Güney arasındaki sınır bölgelerinde
bulunan aşiretler arasında ağırlıkla bir
köylü örgütlenmesi gerçekleştirdiği bilinmektedir. Tüm Türkiye Kürtlerini
etkilemese de nispi bir etki yarattığını
söyleyebileceğimiz T-KDP’nin bu yapısı, kendi içinden koparak sosyalist
düşüncelerle yeniden örgütlenmeye
başlayan kesimlerin varlığına kadar
devam etti.
TİP ise başlangıçta, bir kısım Kürt
aydınının yanı sıra daha çok Türk aydın ve emekçilerinin örgütlendiği, sol
kimlikli bir yapı olarak ortaya çıktı.
Hem TİP’in sol kimliği, hem de 1961
Anayasası’nın yarattığı nispi demokratik ortam, üzerindeki ölü toprağını
atmak isteyen Kürtleri de bu yapılanmaya itti. Hiç kuşkusuz, 1965 seçimlerindeki “nispi temsil sistemi”yle yüzde
üç oy alarak parlamentoya 15 milletvekili gönderen ve parlamentodaki direnişçi yanıyla geniş bir toplum kesimini
etkileyen TİP, diğer kesimlerin olduğu
17-18-19 HalkınNabzı 40.indd 18
gibi Cumhuriyet uygulamalarına tepkili olan Kürtlerin de ilgisini çekti.
Doğu Mitingleri süreci, Kürtlerin
TİP ile kitlesel tanışması, daha sonra TİP’in kapatılmasına neden olan
kongre kararları, vb. bu yazının boyutunu aşan ve ayrı olarak değerlendirilmesi gereken konulardır. Ancak özetle
şunu söyleyebiliriz ki, Kürtlerin sosyalizmle kitlesel bir biçimde tanışması
TİP ile birlikte olmuştur.
TİP içindeki tartışmalar beraberinde ayrışmaları getirince, Kürtler
de, bağımsız örgütlenmelerini gerçekleştirmek için adımlar attılar. 12 Mart
1971 askeri darbesi sonrasına, özellikle
1974 genel affı sonrasına rastlayan bu
gelişmeler, Kürt halkının sosyalistlerin
önderliğinde örgütlenmesini ve kendi
bağımsız kimlikleriyle ete-kemiğe kavuşmasını sağladı.
Elbet, Kürtlerin yalnızca TİP’ten
kopuşla birlikte sosyalist örgütlenmelerini gerçekleştirdiği iddiasında
değilim. Ancak TİP’in legal konumu,
farklı yapılanmalar içinde yer alsalar
bile Türk ve Kürt emekçilerinin, sol
ve sosyalist düşünceyi benimseyen ay-
dınlarının önemli bir kesimini TİP’e
yöneltmişti.
Sosyalist Kimlik ve Ulusal Uyanış
Sosyalist kimliklerindeki ortaklığa
rağmen dünyayı ve sosyalizmi farklı
yorumlama, özetle sol kesimdeki farklı anlayışlar Kürt hareketini de etkiledi. 1974 sonrasında büyük çoğunluğu
sosyalist kimlikli birden çok bağımsız Kürt siyasi yapılanması kuruldu.
Önemli bir bölümü, hatta neredeyse
tümü illegal mücadeleyi benimseyen bu yapılanmalar, legal zemindeki
mücadele araçlarını da geliştirmekten
geri durmadılar. Kürtçe ve Türkçe yayınlanan Kürt kimlikli birçok dergi ve
gazetenin yanı sıra, onlarca demokratik kitle örgütü kuruldu. Sendikalarda, emek örgütlerinde Kürtler kendi
kimlikleriyle sosyalizmin savunusunu
yürüttüler. Türk sol hareketinin önemli bir kesiminin Kürt kimliğinin savunusunu yadsıyan, Kürt halkını bir ulus
olarak görmekten uzak düşüncelerine
rağmen, Kürtlerin ulusal uyanışı ile
sosyalizmin savunuculuğu atbaşı gitti.
1978’li yıllara gelindiğinde Kürt ha-
reketi kitlesel olarak doruğa vurmuştu. Kürt kimlikli gazete ve dergilerin
toplam tirajları 100-150 bini bulmuş,
1 Mayıs mitinglerine, Newrozlara çoğunluğu genç ve emekçi 10 binlerce
Kürt katılmaya başlamıştı.
Tüm bu gerekçelerden de anlaşılacağı gibi, Kürtlerin 1938 yıllarında bastırılan ve neredeyse yitmeyle karşı karşıya olan ulusal duygularının yeniden
uyanmasını sağlayan en önemli etken,
Kürt aydın, emekçi ve gençlerinin sosyalizmle tanışmasıdır. 1960’lı yıllarda
“Kürdistan” yerine “Doğu-Şark” diyen,
“Kürt Sorunu” yerine “Doğu Sorunu”
demeyi uygun bulan, neredeyse “Kürt”
kelimesini ağzına bile almayan/almaktan çekinen Kürtler, 1978’li yıllara gelindiğinde “Kahrolsun Sömürgecilik”,
“Yaşasın Sosyalizm”, “Kürtlere Özgürlük”, “Bijî Kurdistana Azad û Serbixwe” sloganlarını onbinlerle birlikte
haykırmaya başlamıştı.
Bu elbet bir diriliştir. Bu dirilişi sağlayan da, Kürt aydın, emekçi ve
gençlerinin sosyalizmle tanışması,
sosyalizmi benimsemesidir.
Devam edecek.
06.05.2014 19:20
YORUM 19
2014
Çarşamba
7 Mayıs
Bilgisayar Korsanlarının
MİT BURNU
Psikolojisi
DR. ULAŞ BAŞAR GEZGİN
T
oplumdaki yaygın kanı, bilgisayar korsanlarının suç eğilimli
gençler olduğu yönünde hâlâ.
Bu yaygın kanı, hem bilgisayar korsanlığının geçici bir heves olmadığı
gerçeğini gözden kaçırıyor; hem de
devletler tarafından halka karşı işlenen
bilgisayar suçlarını görmezden geliyor.
Büyük biraderler bizi gözetleyip bilgi(sayar) ağlarını kontrol etmeyi tekellerine almışlarken; bilgisayar korsanlarının yaptığı birçok uygulama, aslında,
devletlerin işlediği ve işlemekte olduğu suçlara müdahale olarak okunabilir. Kuşkusuz, iyi korsan-kötü korsan
ayrımı da yapmak gerekiyor. Korsanlar, haklama (ya da hekleme) nedenlerine göre sınıflandırıldığında, bu iyi
korsan-kötü korsan ayrımı, daha da
açık bir biçimde görülüyor. Örneğin,
siyasal nedenlerle sayfa haklayanlarla kredi kartı bilgilerini çalanları aynı
kefeye koymamak gerekir. Dünyanın
birçok ülkesinde, uluslararası anlaşmazlıklar, sayfa haklama arenasına da
yansıyor. Örneğin, ABD’nin Çin’le yaşamış olduğu ya da yaşamakta olduğu
siyasal sorunlarla ilişkili olarak, Çinli
bilgisayar korsanları, Amerikan resmi sitelerini çökertiyor. Düşman kan
kardeşler Kuzey Kore ile Güney Kore
arasında, karşılıklı sayfa çökertme işlemleri, ‘milli bir görev’ niteliği kazanmış durumda. Bu açıdan, Türkiye’deki
devrimci, milliyetçi ve devlet görevlisi
korsanlar, uluslararası örneklerle çeşitli paralellikler taşıyor.
Bilgisayar korsanlığı, kimi uzmanlara göre, gençlerin saldırganlık eğilimlerinin bir tür dışavurumu. Sosyal
psikoloji araştırmalarında, anonim kalan ve cezalandırılma tehlikesi düşük
olan saldırgan davranışların pekişip
yaygınlaştığı bulunuyor. Bunun klasik bir örneği, tribün terörü. Kalabalık
içinde kimin kime vurduğunu saptamak zor. Bilgisayar korsanlığı dünyasında, benzeri bir anonimlik sözkonusu; çünkü korsanlar, takma adlar
17-18-19 HalkınNabzı 40.indd 19
ve sahte IP numaraları kullanıyorlar
bilindiği gibi. Takma adlar, bilgisayar
korsanlığı davranışlarını pekiştiriyor.
Öte yandan, güvenlik açığı olan bilgisayar sistemlerini kuranları mı suçlamalıyız yoksa gençleri mi? Aslında
bu tür sistemleri kuranlar, ihmalden
yargılanmalıdır. Üstelik, bu tür davranışları saldırganlık olarak nitelemek,
ne kadar doğru... Her anonim ortamın
şiddeti doğurması gibi bir zorunluluk
da yok. Gençler, ellerine silah almayıp
da bilgisayar başına geçmiş; serseri olmalarından daha iyidir bilgisayar korsanı olmaları...
Konuya eleştirel bir gözle bakmayan uzmanlar, bilgisayar korsanlarının
psikolojisini anlamak ve açıklamak
için, sosyal psikolojideki normlara
uyma türü olgulardan medet umuyorlar. Buna göre, bilgisayar korsanları, sistemleri, birbirleriyle uyumlu
olmak için çökertiyor. Oysa, bilgisayar
korsanları, çoğu durumda, birilerinin
normlarını izleyen değil, norm kıran
insanlardır.
Dahası, zorlama bir yorumla, bilgisayar korsanlarının zarar verdikleri
kişilere ya da kuruluşlara verdikleri
zararın farkında olmadıkları bile söyleniyor. Oysa, verilen zarar, bilgisayar
korsanının şanını daha da arttırır;
namlı bir katil gibi, leşlerine leş katar...
Sosyal öğrenme yaklaşımına göre,
bilgisayar korsanları, filmlerde ve haberlerde kahraman gibi gösteriliyor.
Gençler, bu ‘siber-kahraman’ları örnek
alıyor. Oysa, birçok bilgisayar korsanı,
kahraman olarak değil adi suçlu olarak
sunuluyor. Bilgisayar korsanlarını psikolojik sorunları olan anti-sosyal kişilikler olarak tanımlayan uzmanlar da
bulunmakta. Ancak, çeşit çeşit kişilik
özellikleri gösteren bilgisayar korsanlarını, tek kaba koymak, pek mantıklı değil. Ayrıca, bilgisayar korsanlığı,
kendinin özel olduğunu düşünen narsisistik kişilik tipleri ile tümüyle açık-
lanmaktan uzak. Korsanların takıntılı
kişilikler olduğunu söyleyenler de var.
Bir sisteme, programa vb. takıyorlar,
tutkuları bu oluyor ve ara vermeden
saatlerce kırmaya çalışıyorlar kodları,
çökertmeye çalışıyorlar siteleri. Yine
tartışmalı bir konu. Kimileri ise, bilgisayar korsanlarının düşük ahlaklı insanlar olduklarını ileri sürüyor. Oysa,
siyasal korsanlar (Wikileaks, Redhack), yüksek bir ahlak düzeyine sahip.
Bunlara, ‘hacktivist’ deniyor. Yaşları
da çeşitlilik gösteriyor onların. Genç
işi olduğu doğru değil... Az bilinen ve
çok zarar veren bir bilgisayar korsanı
türü ise, iç korsanlar (insider). Bunlar, çalıştıkları şirketin gizli bilgilerine
ulaşarak şirkete zarar veren kullanıcılar. Bu davranışların nedenleri, genellikle işyerindeki haksızlıklar ya da işten atılma oluyor. Diğer az bilinen bir
tür de, virüs yazıp yayanlar. Bilgisayar
korsanlığı, daha çok sistemi kırma, siteyi çökertme vb. ile anılırken, virüs
yazıp yaymanın zararı, daha büyük
oluyor; ve araştırmacılar açısından en
zor ulaşılabilir olanlar, bu virüs yazıcıları; çünkü bunlar, korsanlar arasında
en gizli olanlar.
Sonuç ne mi? Sonuç yok. Çalışmalar devam ediyor. Korsanların kimliği,
çoğunlukla gizli olduğundan, bilimsel
açıdan güvenilir bilgiler edinmek, oldukça zor.
06.05.2014 19:20
20SPOR
2014
Çarşamba
7 Mayıs
Sporda Şiddete Hayır
“Görüşünüz ne olursa olsun, gönlünüz daima sporla dolsun..”
VAHİT KARAKAYA
G
ün geçmiyor ki spor müsabakalarında maalesef üzücü bir
haber almayalım. Halbuki ne
diyoruz, spor; sevgi, saygı, kardeşlik
ve barış demektir. Demektir de uygulayan nerede! Bir spor adamı olarak gerçekten çok üzülüyorum yazık
bırakalım da bari spor da rahat bir
nefes alalım. Çünkü devamlı tekrarlıyorum spor ve bu alanda alınan başarılar bir ülkenin kalkınmasında çok
önemli bir gerçek. Bunun içindir ki
çok dikkatli ve centilmen olmalıyız.
Yoksa yapılan sporun ve alınan neticelerin hiçbir anlamı kalmaz. Gelelim örneklere; sporseverler müsabakalara ne için giderler? Tabii ki gönül
verdiği renkleri desteklemek için,
sevinç ve coşku için. Peki böyle mi?
Değil tabii ki, tam tersi sanki insanlar
spor müsabakasına değilde kavgaya
gidiyorlar. Bir de bizler bu olayları
hem görsel medyadan hem de yazılı
medyadan maalesef üzülerek takip
ediyoruz. Böyle olaylar sonrasında
ben gelen başarıyı ne yapayım. Üs-
telik ben spor severleri geçtim bakıyorum da bu üzücü olaylarda çoğu
zaman sporumuzu yönetmeye çalışan kişilerin de işin içerisinde olması
daha da üzücü. Size bir somut örnek;
dün Pendik stadında oynanan Pendikspor- Göztepe arasındaki müsabakada her iki takımın yöneticilerinin
birbirleri ile kavga etmesi ne kadar
acı bir olay. Bu insanların sporda örnek olması gerekirken böyle birbirleri
ile kavga etmeleri sporumuzu sadece
baltalar ve olduğumuz yerde sayarız.
Tabii ki yaşananlar sadece bu olaylarla sınırlı değil. Şöyle bakıyorum
da şiddet maalesef hayatımızın her
alanında her konumunda mevcut.
Şiddete hayır diyorum ve şunu ısrarla
belirtiyorum; dini, dili, ırkı ne olursa
olsun spor halkların kaynaşmasında
en önemli faktördür. Unutmayalım
ve sporsuz da kalmayalım! Haftaya
tekrar görüşmek üzere. Sevgilerimle
ve saygılarımla.
Maltepespor’dan
Buraya
Kadar :
M
1-0
altepespor ligin son haftasında deplasmanda lider Düzyurtspor’a 86. dakikada Volkan’ın penaltıdan kaydettiği
gol ile 1-0 kaybedip sezonu tamamlamış oldu. Maltepespor aslında bu sezon büyük bir yükten ve eziyetten de kurtulmuş
oldu. Takım ligi 43 puanla 11. sırada bitirdi. Buradan tüm Maltepespor yöneticilerine sesleniyorum; önümüzdeki sezon çok daha
inançla hazırlanıp şampiyonluğa oynayan tüm Maltepe’yi mutlu
eden bir takım bekliyoruz ve takipçisiyiz.
(Not: Düzyurtsporu 34 hafta sonunda ipi göğüsleyip şampiyonluğa ulaştığı için tebrik ediyoruz 2. ligde başarılarının devamını diliyoruz.)
Düzyurtspor: 1 -Maltepespor: 0
Stat: Yavuz Selim
Hakemler: Yiğit Peşin, Barış Bakırcıoğlu, Vural Gül
Düzyurtspor: Mustafa, Samet, Erdinç, Halil, Gürkan, Utku Nurullah (Dk.63 Hüseyin) Yetkin, Halil İbrahim, Volkan, Hakan (Dk.46 Ugur),(Dk. 80 Murat).
Maltepespor: Mustafa, Çaglar, Yavuz, Umut, Semih, Emre (Dk.89 İskender) Ertuğrul, Bülent, Muzaffer (Dk.71 Savaş) Can, Gani ( Dk.89 Ömer)
Goller: Dk. 86 (Pen) Volkan
Sarı kartlar: Dk.71 Hüseyin, Dk.Utku 90+4 Dk.48 Samet, (Düzyurtspor), Dk.68
Yavuz, Dk.86 Çağlar, Dk.87 Semih
Kırmızı Kartlar: Dk. 86 Umut
20-21 HalkınNabzı 40.indd 20
Gelecek Hafta Maçları
Normal sezon bitmiştir. Düzyurtspor ligi şampiyon tamamlayarak üst lige çıkmıştır. Batman Petrolspor, Hacettepespor, Elibol Sandıklıspor ve Erzurum Büyükşehir Belediyespor play-off karşılaşmaları oynayacaktır.
06.05.2014 19:22
SPOR 21
2014
Çarşamba
7 Mayıs
Pendikspor Bir Başka Bahara : 0-2
Haftaiçi idmanlarını dikkatle takip ettiğim Pendik temsilcisi bana göre maçın favorisiydi; nedeni ise bu sezon şampiyonluk kaybedilmişti ama en azından play-off şansı
devam ediyordu. Fakat yine olmadı. Pendikspor sahasında ağırladığı ligin şampiyonluk
adaylarından İzmir temsilcisi Göztepe’ye 2-0 kaybederek play-off şansınıda son haftaya
girilirken çok zora soktu. Rakip takımın gollerini 76. dakikada Şaban ve 87. dakikada
Samet attı. Böylece Göztepe şampiyonluk yolunda büyük bir umutla son haftaya hazırlanırken Pendikspor ise umutlarını bir başka bahara saklamış oldu. Karşılaşma sonunda
iki takım yöneticileri arasında protokol tribününde tartışma yaşanırken, olay büyümeden yatıştırıldı.
Pendikspor: 0 - Göztepe: 2
Stat: Pendik
Hakemler: Ercan Hellaç, Aydın Şengül, Gencehan Şahnar
cep), Caner (Dk.74 Emre), Ali Kemal, Eser, Oğuz
Pendikspor: Yakup, Hakan, Deniz (Dk.80 Anıl), Umut, Arif, Yaser, Salih (Dk.45 Re-
Göztepe: Tolgahan, Aytek, Sabutay Alper, Onur (Dk.57 Samet), Cihan, Volkan, Hasan (Dk.46 Tolga), Tunç Murat (Dk.46 Şaban Yılmaz), Halil, Osman, Ramazan
Goller: Dk.76 Şaban Yılmaz, Dk.87 Samet (Göztepe)
Sarı kartlar: Dk.52 Deniz, Azimet (Yedek kulübesinde), Dk.80 Emre, Dk.90+1 Recep (Pendikspor), Dk.79 Osman, Dk.84 Şaban Yılmaz, Dk.90+2 Tolgahan (Göztepe) Kartalspor
İnandı :
1-1
H
aftalardır dikkatle yükselişini takip ettiğimiz bordo-beyazlı
ekip play-off yolunda çok zorlu Malatya deplasmanından,
güzel ve istikrarlı oyun sonrasında bir puanı kapıp son
haftada çok büyük bir olasılıkla play-off şansını garantilemiş oldu.
Deplasmanda 6. dakikada Mesut ile 1-0 öne geçen Kartal temsilcisi
35. dakikada Yeni Malatyaspor’dan, Coşkun’un golüne engel olamayınca karşılaşma 1-1 sona erdi ve Kartalspor çok önemli bir puanı
hanesine yazdırmış oldu. Haftaya Kartalspor ligden düşmesi kesinleşen Çankırısporu kendi evinde ağırlayacak.
Yeni Malatyaspor: 1 - Kartalspor: 1
Stat: İnönü
Hakemler: İbrahim Halil İleri, Halil Kurt, Ömer Faruk Bakır
Yeni Malatyaspor: Vedat, Koray, Gökhan, Mustafa (Dk. 80 Uğur), Ramazan, Coşkun (Dk. 90 Muharrem), Hüseyin, Evren (Dk. 64 Şahinali), Eren, Rahman, Necdet
Kartalspor: Osman, Anıl, Onur, Burak Göksel, Azad, Mesut, Ramiz, Uğur, Ersel
(Dk. 90 Emrah), Burak Akdiş (Dk. 74 Mert), Muammer Goller: Dk. 6 Mesut (Kartalspor), Dk. 35 Coşkun (Yeni Malatyaspor)
Sarı kartlar: Dk. 7 Coşkun, Dk. 38 Evren (Yeni Malatyaspor), Dk. 41 Ramiz (Kartalspor)
20-21 HalkınNabzı 40.indd 21
06.05.2014 19:22
22 YORUM
2014
Çarşamba
7 Mayıs
MUSTAFA İŞİTMEZ
İş Yolu
Saat hayli garip bir şey. Zamanı
gösteriyor ama zamanın ne olduğu
bile hala anlaşılabilmiş bir olgu değil. Biz insanlar, zamanı mekândan,
mekânı zamandan bile hala ayıramıyoruz. Ama bazı durumlarda zaman
ve mekân birbirinden keskin bir şekilde ayrılabiliyor. Mesela şu anda
Washington DC’de saat 03:00 iken,
bir el bombasıyla da Onbaşı Rick yere
yığıldı. Mevzi olarak kullandığım su
bidonlarının üzerinden baktığımda
bunları yapanın en fazla 16 yaşında bir
Afgan çocuğu olduğunu gördüm. 16
yaşında bir Afgan çocuğu, dünyanın
en iyi özel kuvvetlerinden biri sayılan
U.S. Marines Komandolarının birini
öldürmüş, birini ise sakatlamıştı. Dün-
biri olduğunu bildiğimiz için evi aramaya başlamıştık ama bu arama tamamen göstermelikti. Asıl amacımız bir
şey bulmak değildi. Zaten hiç bir şey
de bulamadık. Asıl amacımız öldürmekti ve bunu gerçekleştirdik. Şimdi
üssümüze dönebiliriz. Ayak, ter ve
erkeklik kokan çadırlarımıza dönüp
sıcak evimizi, kasabamızdaki kız ar-
Kabil’de 12:30. Washington’da insanlar yataklarında uykudayken, Kabil’de
insanlar arazide ölümdeler. Washington’da Obama karısıyla sıcacık yatağındayken, Kabil’de ben ve diğer 7
Amerikan komandosu bir binaya girmek üzereyiz. Washington çiçek, bürokrasi, latte ve seks kokarken burası
çöl, bok, ölüm, ceset ve testesteron kokuyor. Washington’da Güneş doğarken
burada batıyor. Washington’da insanlar burası hakkında rahatça konuşup
fikir ileri sürerken, buradakiler Washington’dakilere sadece küfür ediyor.
Binaya girdik. Girdiğimiz anda çavuş Mike bacağından vuruldu. Herkes kendine uygun saklanacak bir yer
ararken koşturmanın ortasına düşen
yanın en güçlü ordusuyduk değil mi?
Şu anda karşımda duran çocuğun gözlerindeki nefretin bütün NATO ordularından daha güçlü olduğuna yemin
edebilirim.
Yedi aydır görmeye alıştığımız görüntü yine karşımızda. Evin bir odasının köşesine sinmiş bir anne ölüsü,
ölü iki kız çocuk, ölü bir bebek, ölü bir
yaşlı dede. Koridorda ise bizle çatışmak üzere pusu kurmuşken helikopterin 30 mm.’lik mermileriyle vücutları
parçalara ayrılmış 16 yaşındaki çocuk,
baba ve muhtemelen amca ya da dayı
olan bir adam. Bir aile. Hepsi ölmüş.
Kendi evlerinde, doğdukları evde ölmüşler. Ailenin reisi olan babanın, El
Kaide’nin üst derece yetkililerinden
kadaşımızı hayal ederek uykuya dalabiliriz. Hepimiz bunun için hazırız.
Hepimiz bunun için sabırsızlanıyoruz.
Yarınki çatışmaya dek bu hayallerle
ayakta duracağımızı biliyoruz. Ölene
kadar da bunun böyle devam edeceğinin de farkındayız.
Bir de yaralanan Mike tedavi altına
alındı. Muhtemelen 3 hafta sonra bir
bacağı olmadan evine dönecek. Rick
ise evine hiç dönemeyecek.
O evi basıp o aileyi öldürdükten
yaklaşık 2 hafta sonra başka bir emir
geldi. Yine aynı bölgede bir başka El
Kaide hücre evine baskın düzenleyecektik. Bu sefer evde ağır makineli
tüfekler olduğunu öğrendiğimiz için
tank desteğiyle gitmeliydik. Yavaşça
22-23-24 HalkınNabzı 40.indd 22
ilerleyen tankın arkasına saklanmış
ve tankla aynı hızda ilerleyen eğilmiş
on-onbeş komando gördüğümde ister
istemez aklıma sivil hayatta gördüğüm
bir fotoğraf geliyor. En önde anne ördek ve arkasında da yavru ördekler
var ve karşıdan karşıya geçmeye çalışıyorlar. Biz de aynı o yavru ördekler
gibi annemize güvenerek ama sağdan
soldan gelebilecek diğer tehlikelerin
de korkusuyla şaşkın bir biçimde yürüyorduk.
Ve işte bunu hiç beklemiyorduk.
Bize sokaktaki diğer bütün evlerin
temizlendiği söylenmişken hem sağımızdaki hem de solumuzdaki binalardan üzerimize yaylım ateşi açıldı.
Şehir içi gerilla savaşının en önemli
kozlarından biri olan pusu taktiğini
Afganlar çok iyi kullanıyor. İlk ateşin
aramıza düşmesiyle kimimiz sağa sola
kaçıştı, kimi tanka yaklaştı ama sadece ben durdum. Durdum ve binalardan bize kimlere ateş ettiğini görmeye çalıştım. O evde göz göze geldiğim
16 yaşındaki çocuğu ve gözlerindeki
nefreti yine gördüğüme yemin edebilirim. Ama bu göz göze gelişimizde bu
sefer ilk tetiğe basan o oldu.
“Bize kurşun geçirmez eldiven vermeleri gerektiğini söylemiştim! ”
Bu duyduğum ses timimizin doktoru Jeff ’in sesi. Jeff ’in bu bağırışı üzerine eldivenlerimi kontrol ediyorum.
Of! Elim yok! Sol elimin yerinde bileğimden sarkan birkaç damar, görünen
bir kemik ve hemen etrafına üşüşmüş
karasinekler var.
“Hey, Pete, uyan”
Sıhhiye çadırındayız. Etrafımda bir
doktor ve iki komutanım var. Başçavuş
ve Albayı beraber gözlerini bana dikmişler.
“Geçmiş olsun Pete, eve dönüşün
için hazırlıklara başladık bile. Yarın
seni Adana İncirlik üssüne gidecek
olan uçağa bindirmeyi planlıyoruz”
Ben de eve elsiz dönmeyi planlıyorum komutanım. Gözsüz, bacaksız
veya işitme duyum olmadan dönmeyi
bekliyordum ama sol elim olmadan
dönmeyi açıkçası beklemiyordum.
“Bir latte alayım lütfen. Hayır, sol
elim yok, sağ elime verebilirsiniz.”
06.05.2014 19:20
22-23-24 HalkınNabzı 40.indd 23
06.05.2014 19:20
22-23-24 HalkınNabzı 40.indd 24
06.05.2014 19:20

Benzer belgeler