serçesme

Transkript

serçesme
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:51
Page 1
SERÇESM
¸ E
BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR
BU SAYIDA
KAHRAMANMARAÞ CANKIYIMI’NI UNUTMAYALIM
ÝSMAÝL KAYGUSUZ Alevi Akademisinin Açýlýþýnda
Konuþma
MARAÞ
KATLÝAMINI
UNUTMA
FÝKRET OTYAM Bakýn Þu Alevilerin Ettiklerine
MEHMET TURAN Hakk ile Hakk Olma Sevdasýdýr
Alevilik
ESAT KORKMAZ Asyada Hayvan ve Bitki Tapýmý Bölüm II
ÝZMÝR KONFERANSLARI HBV Dernekleri Buca ve
Karþýyaka Þube Baþkanlarý ile Söyleþtik
ABF BASIN AÇIKLAMASI: AKP Siyaseti ve Eðitimi
Yeþilleþtirmeye Devam Ediyor
LÜTFI KALELÝ Aleviliði Özüne Uygun Yaþatmak
Onurlu Kiþilik Ýster
SDÜ BÝRÝNCÝ ULUSLARARASI BEKTAÞÝLÝK-ALEVÝLÝK
SEMPOZYUMU Sunulan Bildirilerin Özetleri - I
HAKKÝ ÞAHÝN Alevi Akademisi Açýldý
MUSTAFA DÜZGÜN Akademi Baþkanýndan Mektup
EROL PARLAK Bir Anadolu Atasözü: “Bilgisiz
Bilgelik Cehaletin Aynasýdýr”
ALÝ TÝMURTAÞ ÖZMEN Yazýk, Çok Yazýk
ÝSMAÝL ÖZMEN Mistisizmin Beyinsel Kaynaðý - I
HÜSEYÝN ÝLBEY Alevilik ve Müslümanlýk
METÝN AND Ýslamda Tragedya Kahramaný ve
Tragedya Örnekleri - Bölüm I
AYHAN AYDIN Refik Engin ile Söyleþtik - Bölüm I
AYLIK DERGÝ
Genel Yayýn Yönetmeni: Esat Korkmaz
Sahibi: Genel Ajans Basým Daðýtým Organizasyon Ltd. Þti.
adýna Ahmet Koçak
Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü: Ahmet Koçak
Yönetim Yeri: Divanyolu Cad. No: 54,
Erçevik Ýþhaný 102, 34110 Eminönü - Ýstanbul
Tel/Faks: +90.(0)212.519 5635
E-posta: [email protected]
Baský: Mart Matbaacýlýk, Ceylan Sk. No 24, Nurtepe,
Kaðýthane, Ýstanbul - 0212.321 23 00
Yayýn Türü: Yerel - Süreli
FÝYATI: TL 3 / € 3 / £ 3
KASIM 2005
SAYI:
ISSN 1304-986
9 771304 986000
16
Tarih, herkesin tarihidir;
yalnýzca dürüstlerin tarihi deðil, ayný zamanda “alçaklarýn” da tarihidir:
O yüzden tarihe saðlýklý bakmamýz gerekir;
yoksa ölmüþ gitmiþ kimi insanlarýn “oyuncaðý” olmak iþten bile deðildir.
Köktendinci “Cüret”
Esat Korkmaz, Genel Yayýn Yönetmeni
1978’in son ayýna girilirken “ortalýk”, þeriat özlemi çeken köktendincilerin, “Türk-Ýslam
Sentezi”ne “yatýrým” yapan ve devleti ele geçirmek isteyen faþistlerin, bunlarý yönlendiren
ve güden CIA ajanlarýnýn, MÝT ve Kontrgerilla görevlilerinin kitle katliamlarýna “gebe” idi.
Bu noktaya “dün”den gelmiþtik; uzak geleceðe umutla bakmakla birlikte yakýn “gelecek”
için ayný þeyi söylemekte zorlandýðýmýz da bir gerçekti.
Menemen’de Kubilay’ýn kör bir testereyle þehit edilmesi; emperyalizme karþý ulusal
kurtuluþu gerçekleþtiren Kemalistlere, Kemalistlerin yaþama geçirmeye çalýþtýðý “demokratik devrime” karþý, hukuk yaný geçersiz kýlýnarak vicdanlara itilen/sýkýþtýrýlan, iktidardan
alaþaðý edilen köktendinciliðin, yani þeriatýn, umutsuz bir “kalkýþmasý”ydý. Egemenliðin
Tanrý’dan alýnarak halka verildiði süreci tersine çevirmek isteyen köktendinci bir “cüret”ti.
Cumhuriyeti kuranlar Menemen’de; “ahlak ve öte dünya öðretisi” olarak “hapsedildiði”
vicdanlara “dar gelerek” sokaklara taþan þeriatçý þiddete, kurulan ve yaþatýlmak istenen demokrasinin gereði, devrimci þiddet uyguladý; onu, yeniden olmasý gereken yere, “vicdanlara” itti. Çünkü yaþama geçirilmeye çalýþýlan demokratik devrim, feodal bir rejim yýkýlarak,
ona son verilerek, emperyalizmin egemenliði kýrýlarak gerçekleþtirilmiþti. Sokaða taþan
þeriat yoluyla Ortaçað’ýn yeniden hortlatýlmasýna; gericiliðe ve gerici þiddete izin vermek,
ona özgürlük tanýmak devrimin boðulmasý demekti. Demokrasi, Ortaçað gericiliðinin tasfiyesi temelinde ve egemenliðin halkta olduðu; bireyin ulaþamadýðý/bilemediði/bilemeyeceði ilahi bir gücün tartýþýlamaz/esnetilemez buyruklarý yerine kendi özgür iradesinin seçeneklerine göre davrandýðý bir zeminde kurulur/boy atar/yapýlanýrdý; toplumsal-ekonomik,
siyasal ve kültürel bir devrim olarak kendini örgütlerdi. Bu yolla, feodal siyasal egemenlik
sistemini kýrar; feodal iktidarýn temelini oluþturan iliþkileri çözer/daðýtýr/temizler; emekçiyi/üreteni, topraða ve dinsel kurumlara baðýmlýlýktan kurtarýr; ruhbanlýðýn zincirlerini parçalar; feodal baðýmlýlýklarý, Ortaçað deðerlerini yeniden üreterek ortodoks dinin deðerlerini toplumun düþüncesine katan, giderek ilahi bir toplumsal bilinç oluþturma yoluna giren
þeriatçý ideolojiyi kökünden kazýrdý. Ýþte özgürlük denilen þey, böylesi bir mücadelenin, kan
akýtýlarak, bedel ödenerek verilen bir kavganýn yol açtýðý toplumsal düzeydeki devrimci
deðiþmenin/dönüþmenin ürünü olabilirdi. Eðer Ortaçað gericiliði tasfiye edilemezse, günümüze uzanan Ortaçað deðerleri kýrýlamazsa özgürlük de, özgür birey de olamaz. Kul zemininde ve kaderin, tevekkülün belirleyiciliðinde adým adým bireyin/topluluðun/toplumun
tavrýna, ilahi bir ideolojinin “dikte ettirdiði” bir süreç egemen olmaya baþlar. Özgürlüðün
boy vereceði, özgür bireyin doðacaðý/ yetiþeceði/devineceði alanlar daralýr ya da ortadan
kalkar. Sonuçta öyle oldu: Ortadan kalktý. Anadolu topraðýnda bu hesaplaþma süreci bir türlü yaratýlamadý. Aradan kýrk küsur yýl geçti; oradan buraya uzanan tarihe baktýðýmýzda,
devrimin/demokrasinin “boðazlanmasýný” izliyoruz. Ödünler verile verile palazlanan o günün köktendinciliði/þeriatý, 1978 yýlý yaþanýrken “barýnaðýndan” çýkmak, yaþanýlan yere el
atmak istiyor; devlet dini olarak doðuþunun anýsýný “canlý” tutarak kendisine biçilen konuma/duruma “dar” geliyor. Sýkýntýsýný, gerçek birey, toplum sýkýntýsýnýn bir “uzantýsý”, “anlatýmý” biçiminde göstererek, “cehennemlik” dünyayý, “cennetlik” yapmaya “soyunuyor”.
Tüm gerici güçler “el birliði” etmiþ, þeriatý yeniden “doðuma” hazýrlýyor: Günler olaylara
“tohum”; Amerika Türkiye’yi “terbiye etmeye” hazýr öðretmen rolünde; MÝT, Kontrgerilla
emrinde; faþistler ve dinciler maþa; Aleviler, devrimciler ve sosyal-demokratlar düþman.
Koþar adým iç savaþ.
Koþullar CIA Ajaný Peck’in kitle katliamlarý yaratma planýnýn “kanalýna oturduðunu”
gösteriyordu: 19 Aralýk 1978 günü, Kahramanmaraþ’ta, bir ülkücü, saat 21 sularýnda Çiçek
sinemasýný bombaladý; bombalama olayý, katliama giden olaylar zincirinin ilk adýmý oldu.
Sinemada o anda “Güneþ Ne Zaman Doðacak” adlý, “Sovyetler Birliði’nde komünist zulmü”
(Devamý 2. Sayfada)
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:51
Page 2
¸ E
SERÇESM
(Baþtarafý 1. Sayfada.)
Köktendinci “Cüret”
anlatan bir film oynuyordu; bombanýn atýlmasýyla birlikte, Türkoðlu ilçesinden gelen bir
grup faþist, “Kanýmýz Aksa da Zafer Ýslamýn”,
“Ya tam susturacaðýz, ya kan kusturacaðýz”;
“Müslüman Türkiye”, vb., sloganlar atarak seyirci kitlesini galeyana getirdi; harekete geçen
kitle CHP il binasýna saldýrdý.
Ýzleyen gün, Kahramanmaraþ’ta, Alevilere
ait bir kýraathane bombalandý. 21 Aralýk’ta,
Kahramanmaraþ’ta, iki TÖB-DER’li öðretmen
öldürüldü. Ertesi gün, öldürülen öðretmenlerin
cenazesini taþýyan kalabalýða faþistlerin yönlendirdiði bir topluluk, “Komünistlerin, Alevilerin cenaze namazý kýlýnmaz” diyerek saldýrýya geçti. Baðlarbaþý Camii imamý Mustafa Yýldýz cemaata þöyle sesleniyordu:
“Bir Alevi öldüren beþ sefer hacca gitmiþ gibi sevap kazanýr; din kardeþlerimiz hükümete ve komünistlere, dinsizlere karþý ayaklanmalýdýr; çevremizde bulunan Alevileri ve
CHP'li Sünni imansýzlarý temizleyeceðiz.”
Gerilimin çatýþmaya dönüþmesi üzerine törene katýlanlar daðýlýnca cenazeler ortada kaldý.
Güvenlik güçlerinin herhangi bir müdahalesiyle karþýlaþmayan saldýrgan kitle, kent çarþýsýna
yöneldi: Alevilere ve CHP’lilere ait birçok iþyeri tahrip edildi; üç kiþi öldürüldü. Ayný günün
gecesi, faþist ajitatörler kent sokaklarýnda dolaþarak “Solcu Alevilerin silahlý saldýrý yapacaðýný” yayarak herkesin silahlanmasýný saðladýlar.
Aralýðýn 23’ünde, Kahramanmaraþ’taki olaylar
karþýlýklý çatýþma boyutunu aþarak solculara ve
Alevilere yönelik tek yönlü bir katliama dönüþtü: Henüz kente askeri güç sevkedilmemiþti.
Saldýrýlarýn yer yer polis kuvvetlerine yönelmesi üzerine “polis-halk çatýþmasýný önleme” gerekçesiyle sabah saatlerinde kentteki tüm polisler görev dýþý býrakýldý. Ýzleyen gün, Kahramanmaraþ’ta sokaða çýkma yasaðý ilan edildi:
Sokaða çýkma yasaðý vardý, ama buna görev
dýþý býrakýlan “güvenlik güçleri dýþýnda uyan”
da pek yoktu. Faþistlerin çevre köy ve ilçelerden taþýdýðý silahlý gruplarýn da takviyesiyle
iyice azgýnlaþan saldýrganlar, “Komünistleri býrakmayalým, Allah yoluna kesin, Sütçü Ýmam
aþkýna vurun”, “Bugün cihad günüdür, bir Alevi öldüren cennete gider”, “Alevileri öldürelim,
memleketten temizleyelim”, “Alevileri öldürün,
þahit kalmasýn” naralarýyla Alevilerin yaþadýðý
Yörükselim, Yenimahalle, Serintepe, Maðaralý, Karamaraþ mahallelerine saldýrýya geçti; sokak sokak tarandý, bombalandý; önceden iþaretlenen Alevi evleri özel olarak kundaklandý;
“Alevilerin dinsiz ve sünnetsiz olduðu” yayýldýðýndan erkeklerin pantolonlarý indirilerek sünnetli olup olmadýðý kontrol edildi; ölülerin ve
yaralýlarýn taþýnmasý engellendi; tedavi edilmesin diye hastaneler kuþatýldý; insanlar kadýn-erkek, hamile, çocuk-yaþlý, hasta, yaralý ayrýmý
yapýlmadan katledildi. Kayseri’den getirilen
Hava Ýndirme Birlikleri, Gaziantep’ten getirilen jandarma, gökte uçan uçaklar bile olaylarý
önleyemedi; sözde kent havadan kontrol ediliyordu; yerde ise eli kanlý faþistler ve provokatörler Alevi caný, devrimci caný “alýyorlardý”.
Aralýðýn 25’inde olaylar akþama doðru yatýþtý: Resmi rakamlara göre yüz on bir kiþi öldü; yüzlerce kiþi yaralandý; iki yüz on ev ve
yetmiþ iþyeri yakýlýp yýkýldý. Katliamýn ardýndan Alevilerin büyük bir çoðunluðu kenti terketti. Ertesi gün, Kahramanmaraþ olaylarý nedeniyle on üç ilde sýkýyönetim ilan edildi. Ð
2
Bakýn Þu Alevilerin Ettiklerine,
2002 Seçimlerinde “AKP’ye Oy Vermiþler”
Birisine Göre!.
Yani Aleviler de Yaktýlar Sivas’ta 37 Caný ve
Gazi’de! Öyle mi A Canlar?
Fikret Otyam
Birisinin “2002’de Aleviler AKP’ye oy verdi” yollu demeci yurt içinde ve yurt dýþýndaki Alevi canlarý ayaða kaldýrdý, kendisini Alevilerin ve Bektaþilerin tek “ruhani lideri” ya da “baþý” sanan zat
“AKP’den umutluyduk” demiþ ve Alevilerin 2002 seçimlerinde AKP’ye oy verdiklerini açýklamýþ!.
Herkese soruyorum, Ýstanbul Büyükþehir Belediye Baþkaný seçilir seçilmez ilk iþi bir cemevini dozerle yýkmaya kalkýþan bir zatýn partisinden aklý baþýnda olan kiþi nasýl, nasý1 umutlu olabilirdi, söyler misiniz? Adam Ýmam Hatip lisesi kültürlü, beþ vakit abdesli namazlý (!) ve Alevi inançlý
yurttaþlar için taþýdýðý görüþ, ilk fýrsatta bunlara dozer sürmek olan bu insana ve onun partisine
inanç özgürlüðünden dem vursa bile, evet nasýl, nasýl inanýldý da o oylar verildi, söyler misiniz?
O kafalar ki, yani Alevilerin oy verdiði denilen kafalar ki, Alevileri neredeyse adamdan saymayan kafalar ki 2005 yýlýnýn sonunda bile ayný kafalardýr, neden mi? Hangi birisin saymalý,
Diyanet bu toplumu yok sayýyor sýkýlmadan, o kafalar ki din derslerinde Alevilere yer vermeyi
akýllarýndan geçirmiyor, o kafalar ki cemevlerini “saz ve dümbelek çalýnan, içki içilen evler”
olarak niteliyor ve aþaðýlýyor ve hep bir aðýz haykýrýyorlar: “Üst kimlik Müslümanlýktýr” ve þimdi
inanç özgürlüðünü aðýzlarýna bile almýyorlar ve o kafalar ki Þeyh-ül Ýslam Ebussuut Efendi
kafasýnýn ardýllarýdýr ve daha daha niceleri!. Þimdi, inanç özgürlüðü sözü etti diye Aleviler bu
kafalara oy verdi öyle mi? O kafalar ki Alevi köylerine camiler diken ve cemevlerine yer verdirmeyen, bunlara mý oy verdi Alevi canlar, öyle mi ? O kafalar deðil mi Alevileri azýnlýk olarak
gören, görülmesi için akýl almaz çabalar gösteren? Sen kalk ey Alevi canlar bu kafalarýn partisine
oy ver; ola ki bir iki saf, temiz yürek dýþýnda milyonlarca Aleviyi bu kazana nasýl, nasýl atarsýnýz
söyler misiniz?
Yýlbaþý Geldi Aman Çevir Kaz, Hindi Yanmasýn !.
Anlaþýlan deðil, bilinen bir gerçek; 2002’de Aleviler AKP’ye oy verdi söyleminin içinde ve yurt
dýþýnda büyük tepki doðurmasý üzerine söyleþi “Bazý Aleviler de” verdiye dönüþtü, ama bazý Alevilerin de Erdoðan’a oy verdikleri þeklinde yeniden düzenlendi ertesi günü! Buna karþýn, sanki
bilinmeyen bir þeymiþ gibi AKP Grubu’nda “Alevi kökenli tek bir milletvekili yokmuþ!” Neden,
nasýl olsun ki?
Eh, görünen odur ki 2006 yýlýnda seçim olacak gibi ve soralým, ey Ali evlatlarý bir kiþi olsa dahi
o kafalara oy vermek var mý?
Varsa birleri çýkar yine “2006 seçimlerinde Aleviler AKP’ye oy verdi” der, sonra da bu “bazý
Aleviler”e dönüþtürülür!
Derdim Çoktur Hangisine Yanayým?
Derdimin baþý þu: Ulu ozanýn “Gelin Canlar Bir Olalým” buyruðunun kimi Alevi canlar arasýnda
“Gelin Canlar Bir Olmayalým”a dönüþmesi!.
Bilmeyenler, görmeyenler görsün bilsin bunu, þeriat gýdým gýdým kimi zaman tüm hýzýyla
geliyor, ayrýlýðýn/gayrýlýðýn yeri ve sýrasý mý?
2002 de kimi Alevilerin AKP’ye oy vermesiyle suçlanmasý, o oy alanlarýn bu ülkeye ettikleri
çaðdýþý ve laik Türkiye Cumhuriyetini Ýslam cumhuriyetine dönüþtürme uðraþlarýna ortak kýlmak
Alevi toplumuna yapýlan en büyük, en haksýz/yersiz/gereksiz bir bühtandýr hatta gaflettir diyorum,
haksýz mýyým?
2006 yýlýnda tüm Alevi toplumunu dirlik, birlik ve güç birliði içinde görmek en büyük niyazýmdýr. Göktanrý kabul ede..
Fikret Otyam’ýn
sekseninci yaþýný
en içten dileklerimizle
kutlarýz.
Daha nice yýllar
bu yola hizmeti dokuna
ve Nahl Suresi
57. Ayet’in
vacibesini
yerine getire.
Serçeþme
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:51
Page 3
¸ E
SERÇESM
Hak ile Hak Olma Sevdasý ve Sevenin Sevilende Kaybolduðu
Bir Aþktýr Alevilik
A
Serçeþmenin Bir Abdalý
Mehmet Turan
lararasý dostluðu da karþýlýklý ulusal deðerlere
saygýlý ‘bir orman gibi’ kardeþlik ve dünya birliði
ile açýklamanýn bundan daha güzel anlatýmý olur mu
ki?
Demokratikleþmeye gelince: Þunu unutmamak
gerekir ve hepiniz bilirsiniz ki küreselleþme, ülkeler
içi demokratikleþme süreci tamamlanmadan ve bu
sürecin sonuçlarý uluslararasý demokratikleþmeye
ulaþmadan olanaksýzdýr. Bu konuyu, burada bulunan deðerli uzman dostlar daha geniþ açýlýmlarýyla
Düzenleme Kuruluna;
sizlerle paylaþmýþlardýr sanýrým.
Hünkârým adýna düzenlenen etkinlikleriniz çerAleviliðin/Bektaþiliðin demokratikleþme süreçevesinde sempozyumun ikinci gününde ‘Küreselcindeki özverilerinin, hele hele ülkemizin demokraleþme ve Demokratikleþme Sürecinde Alevilik/Bektikleþme sürecine verdikleri katkýlarýnýn, azýmsanataþilik’ konusuna ait bildiri metnimi aþaðýda gönmayacak ve hatta en yüksek seviyede olduðu da
deriyorum.
apaçýk ortadadýr. Demokrasi bir saygý olgusudur.
Mehmet Turan
Alevi Bektaþi toplumu, doðayý insandan ayýrmadan
insanýn yaþamýna, hak ve hürriyetlerine duyulmasý
Merhaba canlar, Hepinize aþk-ý niyazlar.
gereken bu saygýyý, kadimden aldýðý öðreti ve ikrarý
Gözlemekteyiz insanlarýmýzý, izlemekteyiz dinile hisseder özümser ve duyar. Daha doðrusu özümlemekteyiz.
semek ve duymak zorundadýr. Yalnýz bir özrümüz
Pek çok sözler edilmekte düþlere ve düþüncelevardýr bu konuda, önce bireyden ve aileden baþlare dair, her bir dost, her bir can, ayrý ayrý anlatýlara
masý gereken demokratik davranýþlarda bazen
yönelmekte kültürünü, inancýný anlatýrken. Ama
sözümüzle özümüzün bir olmadýðýný da itiraf etmedalýndýðýnda tüm bu anlatý nehirlerinin aktýðý ummiz gerekir.
mana, gözle görülmez, elle tutulmaz, fakat. hisseÇoðu kez söylemlerimizde kalýr demokrasi dedilir bir birlikteliðin içinde bulur tümü de kendinilen eþitlikçilik. Ve ailede, eþler arasýnda ve de gelerini. Ayrý ayrý gibidirler, ayný yerdedirler. Varýlasý
nellikle kadýnýn aleyhine iþleyen bu dengesizliði göz
menzil aynýdýr aslýnda ama farkýnda deðillerdir.
ardý edemeyiz. Alevilik/Bektaþilik, pek çok bilinen
Bunun farkýna o ummana dalýndýðýnda varýlýr.
örneðini açýklayabileceðimiz bu eþitsizliði, yani, deKolay deðil Alevi/Bektaþi olmak ve hiç de komokratik davranmamayý ortadan kaldýrmaktýr.
lay deðil Alevi/Bektaþi’ce yaþamak. Çünkü bunun
Mehmet Turan Dede Antalya’da yapýlan
Bu kýsa özeleþtirinin ardýndan da, genellikle topiçin Hünkâr Bektaþ Veli’yi özümsemek gerekir,
bir cemi yönettikten sonra, Mayýs 2005
lumumuzun tutucu diðer kesimlerine kýyasla, aileO’nun bizlere ulaþtýrmaya çalýþtýðý ve kadimden almizde ve toplum içerisinde demokratikleþme sürecine çok büyük katkýdýðý, kadimden gelen insan olabilme öðretisiyle, Ýmam Ali’nin þahsýnda,
larýmýzýn bulunduðunu da özellikle belirtmek gerekir.
Eflatunlarýn (Platonlarýn), Abdal Musalarýn, Þah Ahmet Sultanlarýn,
Özetle Alevilik Bektaþilik; küreselleþme ve demokratikleþme süreSücaeattin Velilerin, Veli Babalarýn ve daha nice erenlerin, filozoflarýn
cinde, dikkatli, ezdirmecisiz, kültürünü boðdurmacýsýz genel dünya barýbilgeliðiyle, Ýmam Hüseyin’in þahsýnda, Spartaküslerin, Mansurlarýn,
þý ve kardeþliðine kadimden beri olumlu bakmakta, olumlu yaklaþmakta,
Nesimilerin, Þeyh Bedrettinlerin, Pir Sultanlarýn dik duruþuyla yoðrulkendi toplumsal yaþamý içerisinde demokrasiyi de azami ölçüde uygulamak gerekir.
maya özen göstermektedir.
Siyasi bir erek midir Alevi Bektaþilik? Deðildir. Kör bir inanç mýdýr?
Ülkemizin içinde bulunduðu uluslararasý diyaloglara ve uluslararasý
Deðildir. Salt tapýným, salt dilem, salt kulluk, salt inanýlan, kutsallýða
sosyo-ekonomik bütünselleþmeye en büyük destek Alevi Bektaþi yaþanulaþtýðý kabullenilen kiþilere yanýþ, yakarýþ ve bu yanýp yakarmadan
týsýnda zaten vardýr ve kendisini göstermektedir. Ulusal yapýmýz içerisinimdat umuþ mudur? O da deðildir. Peki çýkar amaçlý bir seremoni midir?
deki bu uygar davranýþ yumaðýnýn, diðer demokratik ve barýþçý toplulukO hiç deðil. O halde nedir Alevilik/Bektaþilik?
larla birlikte, ana sarýmlarýdýr Alevi/ Bektaþiler.
Alevilik/Bektaþilik, Hak ile Hak Olma Sevdasý ve Sevenin SevilenErenlerin pirlerin bizlere gösterdiði, yetmiþ iki millete, yani tüm
de Kaybolduðu Bir Aþktýr Aslýnda...
uluslara bir gözle bakma düsturunu, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta
Ýþte bu nedenle Aleviliði/Bektaþiliði diðer tapýnçsal ve dogma inançBarýþ, Dünyada Barýþ” özdeyiþiyle de bütünleþtiren, biz Alevi Bektalardan da farklý görmek, farklý algýlamak gereklidir.
þiler, hiç kimseyi, hürriyetine ve hakkýna dokundurtmadan ve hiç kimseAdýna globalleþme de denilen küreselleþme evresinde Alevilik Beknin hakkýna ve hürriyetine dokunmaksýzýn dünya kardeþliðine ta baþýntaþilik; felsefesi, inancý ve yaþamý ile zaten küreseldir. Çünkü evrenseldan kucak açmýþýzdýr. Bu edebimizde vardýr, erkânýmýzda vardýr, yaþaliði benimseme amaçlý bir felsefi yapýnýn, kiþi bazýnda bireysel, toplum
mýmýzda vardýr.
bazýnda ülkesel kalma gibi bir sýnýrlaþmayý benimsemediði, benimseyeAlevi/Bektaþi düsturunun inancýna yönelik hizmeti acizane olarak yümeyeceði, açýkça ortadadýr. Harabi’nin diliyle “Vahdet Sarayýnda birlikrütme çabasýnda bulunan bir ocak hizmetkârý olarak, küreselleþmede ve
ten” söz eden bir anlayýþ, Ýbreti’nin yüreðiyle,
demokratikleþme sürecinde Alevi/Bektaþi görüþü ve düþüncesini, ancak
Ýbreti der varlýðýmýz bitmezdi
cemlerimizdeki ve yaþama aktarmaya çalýþtýðýmýz aktörelerimizdeki
Ýnsanoðlu yanlýþ yola gitmezdi
yönleriyle ve bize ayrýlan süreye saygýlý kalarak açýklamaya çaba gösterAyrý gayrý devlet icap etmezdi
mekteyiz sizlere, yoksa bunun sosyal, siyasal ve ekonomik içerikleriyle
Dünyaya bir bayrak diker giderdim.
ilgili sözleri söylemek, bu konularýn uzmanlarýna aittir. Biz bildiðimizin
öðretmeni, bilmediðimizin öðrencisi olmayý yeðleriz her daim.
diyen bir düþün deryasý ve o deryaya dalabilenler, Hünkâr-ý Pir’den
Ve bu duygularla tek arzumuz var bize öðretmen olacak dostlardan:
aldýklarý , dil, din, ülke, renk, cins ayrýmý gözetmeksizin, tüm insanlara
Ne olur, Aleviliðimizi/Bektaþiliðimizi, kendi saf ve temizliði içerisinde
(yetmiþ iki millete) bir gözle bakma ikrarýný verdikleri günden baþlabýraksýnlar. Aleviliðimize/Bektaþiliðimize, baþka isim tamlamalarý, yeni
yarak, býrakýn küreselleþmeyi evrenselleþmeyi hedeflemiþlerdir aslýnda.
takýlar getirerek, onun kadimden gelen sonsuz geniþliðine sýnýrlar koyAncak bu ideallerinde Nazým’ýn sözlerini de akýllarýndan çýkarmazlar:
masýn, Alevilik/Bektaþiliði dogmalara boðdurmasýnlar
Yaþamak bir aðaç gibi tek ve hür
Yarin yanaðýndan gayri her yerde, her þeyde hep beraber diyebilVe bir orman gibi kardeþçesine.
menin coþkusuyla ve aþk ile sevgiler saygýlar sunuyorum hepinize.
Mehmet Turan
Küreselleþmede ulus varlýðýnýn ve ulusal çýkarlarýn hiçbir zaman göz
Þah Ahmet Sultan Ocaðý (Dede)
ardý edilemeyeceði gerçeðini ‘bir aðaç gibi’likle, ‘tek ve hür’lükle; ulus-
þaðýdaki bildiri metnini hazýrlamýþ ve
iletmiþtim Hacý Bektaþ Anma Etkinlikleri Düzenleme Kurulu’na; önceden de
davet edilmiþtim. Sebebi neden hasýl bilinmez, sonradan programdan adýmýn çýkarýldýðýný
öðrendim. Her ne hal ise, üzerinde durmanýn gereði
de yok. Bildirimi Serçeþme okurlarý ile paylaþmayý
daha uygun buldum ve aþaðýya aktarýyorum.
Kasým 2005
3
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:51
Page 4
¸ E
SERÇESM
Asyada Hayvan ve Bitki Tapýmý
Bölüm - I
Esat Korkmaz
A
Mantýk gereði Asya topraðýnda “hayal” ürünü
sya’da hayvan ya da bitki
hayvan ya da bitki betimleri yerine “anormal”
tapýmýnýn ayrýntýlarýnda gezinGöðe “yükselmek” için Yeryüzü’ne;
biçimli hayvan ya da bitki betimlemeleri
mek, “ruh”un, daha doðru
Yeryüzü’ne “inmek” için Gökyüzü’ne
yapýlmýþtýr. Böyle olmakla birlikte yine de
anlatýmla
“kutsal”
olanýn
“hizmet” etmek,
sayýca az ve belirleyicilikten uzak “hayal
“öyküsüne” katýlmak anlamýna
ürünü” varlýklar da vardýr.
gelir. Asyalý insanýn hayvanlara ve bitkilere
“Mavi Göðe” ve “Kara Yere” borcunu
Ýnsanlarýn, hayvanlarýn ve bitkilerin
yaklaþýmý, “yaþam ilkeleri”ne, farklý “yaþam
ödemek gerekir
biçimleri”ne verdikleri önemi gösterir.
“sahibi” durumunda bulunan “ruhlar”, birVaroluþun dýþa vurumu baðlamýnda hayvan
birine “benzediðine” göre kökenlerinin ve
ve/ya da bitki, yaþamýn en mükemmel ve en güçlü temel kaynaðýný oluþkaderlerinin de “ayný” olmasý gerekir. Hangi “biçim” altýnda olursa olsun
turur: “Geriye dönüþ”le ata kaynaðýyla buluþmasýný, “tarihi aþma”
“yaþamýn kaynaðýnýn, seyrinin ve sonunun” ayný güçlere baðlý olmasý ve
anlamýnda sonsuza ulaþmasýný saðladýklarý için Asya insaný, kendisinden
ayný deðiþiklikleri yaþamasý gerekir.
“ayrý” düþünmez hayvan ve/ya da bitkileri. Bu nedenle ilgi alanlarýnýn en
Asya insanýnda yaþamýn “birliði”ne iliþkin algýlanma, yaþayan her
ön sýrasýnda “simge”, “örnek” ya da “eyleyen/eylemli” olarak yer alýrlar.
þeyin “eþit” olduðu sonucunu vermez: Þefi, savaþçýyý ya da esiri “eþit”
Avcýlýk yapan toplumlarda insan, hayvan “öldürmezse” beslenemez ve
kabul etmek kimsenin aklýna gelmez; týpký bunun gibi deðiþik hayvan,
ölür; hayvancýlýk yapan toplumlarda ise insan, sürüsünü yitirirse yaþama
bitki ve maden türleri kendi içlerinde “aþamalý” olarak sýralanýrlar.
olanaðý bulamaz. Her iki toplum insanýnýn yazgýsý bir bakýma hayvanýn
Sýralamada bir insanýn, hayvanýn, bitkinin ya da nesnenin yeri, onlarý
yazgýsýna baðlýdýr. Buna tüm benliðiyle inanan ve hayvana borçlu
“canlandýran gücün” üstünlüðüne ve zayýflýðýna baðlýdýr. Bu nedenle
olduðunun bilincine varan insan, “hayvanbilimsel bir mitoloji” yaratmak
“ilksel insan” çaðýmýz insanýna göre daha alçakgönüllüdür: Daha
“zorunda”dýr. “Bitkibilimsel mitoloji” ise hayvanbilimsel mitolojiden
yetenekliyim ya da Tanrý’nýn ayrýcalýklý yaratýðýyým diye evrenin “hakisonra gelir: Avcý toplum insanýnýn gözünde bitki, hayvanýn “süsü”dür bir
mi” olmak gibi “karasevda”ya tutulmaz. Zayýflýklarýný, sýnýrlarýný,
baþarýsýzlýklarýný, kendini kuþatan canlýlarýn gücünü, verimliliklerini ve
bakýma; hayvanla iletiþimde katkýlarý olan bir “can dost”tur. Çoban
baþarýlarýný “izlemek”, onlarýn sürekli “ayrýmýnda” olmak yükümtoplum insanýnda ise bitki baðlamýnda yalnýzca “ot”un önemi vardýr. Bu
lülüðünü öne alýr. Örneðin ateþ onu ýsýtýr, yiyeceklerini piþirir ve onu hayinsanlarýn algýsýna göre bitki, büyüdüðü topraktan “ayýrt edilmek” istevanbiçimli “kötü” ruhlardan korur; ama ayný ateþ, sahip olduðu zenginmez; ama öte yandan mevsimsel, kimi kez günsel “döngü”ye baðlý
likleri yakýp yýkabilir. Diðer yandan gökten düþen su ateþi söndürür ve
gözükür. Bu nedenle “istisnalar dýþýnda” bitkiler, tek tek deðil, yer-tantopraktaki tohumlarý yeþertir. Taþlardaki deðiþim zamana
rýça tapýmý kapsamýnda toplu olarak ele alýnýrlar.
“direnebildiðinden” duraðan yaþamýn simgesidirler; atalar onlarý dikip
Asyalý insanýn “ata” ya da “rehber” olarak seçtiði hayvan ya bilinen
ve günlük yaþamda rol oynayan bir hayvandýr ya da tam tersine az rastüzerlerine mesajlar yazdýðýndan bu yana hiç deðiþmemiþtir. Aðaçlara
lanan, egzotik, “tuhaf” görünümüyle þaþýrtýcý bir hayvandýr. Yine de bu
gelince onlar “dinamik yaþam”ýn simgesidirler; yaþam ve ölüm döngü“tuhaf”, az rastlanýr hayvan, “yaþanýlan-bilinen” dünyanýn dýþýnda, uzak
lerine boyun eðerler; üstünlüðünü, boylarýndan, uzun ömürlü olmalarýndan ya da saðlamlýklarýndan deðil “yaþamý yenileme” yeteneklerinden
toplumlara “yakýn” hissedilen bir hayvansa mitsel “öncülük” alamaz.
alýrlar. Bu nedenle sürekli kendini “yenilediði”, yani “ölme-dirilme”
Çünkü Altay algýsý, “görülen ve görülmeyen” dünyayý, gerçeküstü varyeteneði yüksek olduðu için “aðaç”, bir bakýma insandan “uzaklaþýr”,
lýklarla “doldurma” eðiliminde deðildir; hayale kapýlmaktan hoþlanmaz.
hayvanýn iþlevini de “aþar”. Anlaþýlacaðý gibi hayvanýn, aðacýnki denli
Ama ayaklarýný gerçeklere “basarak” her türlü rüyayý kurar: Tüm
olanaklarýyla Göktanrý’dan gelen “gücü” korumak, içki, aþk, av gibi
“aþkýn” bir yeri yoktur; insan türüne daha yakýndýr ve insana daha çok
zevk veren þeyleri yaþamak, çok çocuk yaparak soyunun sürekliliðini
benzemektedir. Ama yine de hayvan, insanda olmayan kimi güçlere
sahiptir; Kas gücü, görüþ keskinliði, koku alma duyusu, yön bulma
saðlamak, ölüme meydan okuyarak yaþarken “dirilmek” ve bütün bunlarý
yoðun bir tutkuyla sürdürmek temel amaç gibidir. Diðer felsefe-inançlaryeteneði gibi.
dan daha “dayanýklý” çýkmasý da bu nedenledir. Altaylý insan, evrende
Ýnsan için bir tehlikeyi sezmek, yani bu güce sahip hayvanla
algýlanabilen her þeyin kendisine “benzediðine” inanýr; görünen ile
“özdeþleþmek” ya da yüzmek, yani balýkla “özdeþleþmek” kuþkusuz
görünmeyen, canlý ile cansýz arasýnda hiçbir ayrým yapmaz; eþyanýn
önemlidir, ancak “uçmak” daha önemlidir. Çünkü, ölülerin ruhlarýnýn githareketsizliði yalnýzca “görünüþ”tedir; her þey hareket eder; hareket
tiði Tanrý’nýn evi “yukarýda”dýr. Ýnsan, yaþamýnýn kimi anlarýnda “Göðe”
eden her þey doðar, büyür ve ölür. Rüzgâr, gök gürlemesi, yýldýrým, akan,
uçabilmelidir. Çok uzak “geçmiþte” Göðün yolu kýsa idi ve aþýlmasý
düþen ya da duran su, toprak ve daðlar her þey canlýdýr; kayalar, taþlar,
kolaydý; bedenleriyle Göðe çýkabildikleri “mutlu” bir dönem yaþadýlar.
aletler ve silahlar canlýdýr. Bu toprak insaný yaþamý, bildiðinden “farklý”
Sonralarý mesafeler uzadý, yolu bulmak zorlaþtý; simgesel duruma geldi:
biçimde tasarýmlayamaz. Dolaysýz olarak kavradýðý “þeylerin” ötesine
Artýk Göðe ancak “aðaçlarla” ulaþýlabilir. Ne var ki aðaç uçmasýný
taþýndýðýnda, “olanaklarý”nýn sýnýrlarýný aþtýðýnda, yani “ölüp ölüp
“bilmez”; uçmasýný bilen için bir köprüdür o. Sorunun çözümü için
dirilme” yeteneði kazandýðýnda, “evrenin tartýþýlmaz birliði”ne varýr;
“kanatlý” bir hayvanýn, yani kuþun ya da kuþun bulunmadýðý yerde nasýl
bütün doðanýn “dili”ni anlayabilir. Anlamayla birlikte “görünüþ”ün
kanatlara sahip olunacaðýný “unutmamýþ”, yani “su” kökenli iyi bir
ardýndaki “gerçek” açýða çýkar, bu “ruh” ya da “can”dýr. Her nesnenin,
cinin(perinin) yardýmýna gereksinme vardýr.
her yerin, canlý-cansýz her þeyin, “ruh” olarak algýlanan bir “sahibi”
onuç olarak insan, bitki ve hayvanýn yaptýklarýna “uymalý”dýr;
vardýr. Var olan her þey, “sahip” durumundaki ruhun “çeþitli biçimler”de
onlarla “eþzamanlý” hareket etmeli, evrene “uyarlanmalý”,
görünüþe taþýnmasý anlamýna gelir. Bu baðlamda doðanýn birliðini ifade
evren bilincine “katýlmalý”; düzensizliðe müdahale etmeli,
eden “tüm ruh”un “denetimi”, “eðilimi” dýþýnda “doðaüstü” ya da
dünyasýný düzenlerken evreni de “düzenlemeli”dir. Gökle
“olaðanüstü” bir varlýk yoktur. Ruh nesnelere “geri dönüþümsüz” bir
iletiþime girmek için aðaca ve hayvana “baðýmlý” olan, bitki
hareket olanaðý verir. Her “ruh”, kendisini taþýyan biçimden “farklý”dýr,
örtüsünün bitmeyen “verimliliði” ya da daha iyi yüzen, daha iyi uçan
ancak ayný zamanda bu biçimin “kendisi”dir. Bu biçimin içinde yer alahayvan karþýsýnda “þaþkýna düþen” Altay insaný sürekli “zayýflýklarý” ile
bildiði gibi dýþýna da çýkabilir, çýkýp dolaþabilir. Daha doðrusu insanlar,
yüzleþir. Yüzleþme sürecinde, gözlemlediði tüm farklýlýklara karþýn
hayvanlar ve bitkiler gibi nesnelerin de bir deðil, birden fazla ruhu vardýr:
doðasýnýn, evrenin yapýsýyla ayný olduðunun, yetersizliklerinin “insan”
Bu ruhlardan her biri “farklý” görünümler alabilir; sözgelimi hayvanolmaktan kaynaklandýðýnýn “ayrýmýna” varýr. Kendi doðasýna, “doða
biçimli bir ruh, bitkibiçimli bir ruh ya da insanbiçimli bir ruh, hem biçiyasalarýndan farklý bir yasa” uygulamak aklýna gelmez; zayýf yönminin gösterdiði þeydir, hem de baþka bir hayvandýr, bitkidir ya da
lerinden bunaldýðýnda, kendisinden daha güçlü bulduðu hayvana ya da
insandýr. Bu nedenle “dönüþüm yeteneði” yüksek, yani “baþka biçimler”
bitkiye “dayanmak” ister: Hayvan ya da bitkileri “taklit” etmek, eðer
alabilme yeteneði sýnýrsýz olan insan, hayvan, bitki ya da nesneler mitsel
olanaklý ise onlarla “özdeþleþmek” kurtuluþu için “tek þansýdýr”; bu þanolarak “öne” çýkar.
sýný býkmadan usanmadan deðerlendirmek ister, hepsi bu.
Gerçekdýþý varlýklarý “yadsýyan” bir gerçekçiliðe dönük belirgin eðilHayvan ve bitkiye yönelik bu tasarýmlarý yapan topluluklar “göçeim nedeniyle bir hayvan ya da bitki, “insan” olarak düþünüldüðünde,
be”dir; çünkü, yerleþik yaþam tarzý, “boy” temelli örgütlenmeye “uy“masalsý” hayvan ya da bitki de “masalsý insan” gibi tasarýmlanacaktýr.
maz.” Ancak, olaðanüstü olgular durumundaki büyük göç hareketlerini
S
4
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:51
Page 5
¸ E
SERÇESM
dýþta býrakýrsak her göçer topluluðu, “sahibi” olarak algýladýðý topraðýný terk etmez. Hemen hemen tüm “dinsel/
inançsal dünyasý”, yerleþtiði topraðýn sýnýrlarýyla “sýnýrlý”dýr denebilir. Örgütledikleri toplumsal sisteme bir ad
vermek gerekirse buna “boy komünizmi” ya da “kan komünizmi” demek anlamlý olur kanýsýndayým. Bu nedenle
Altay halklarý “yaþamýn birliði”ne, canlý varlýklarýn yalnýzca “yoðunluk” olarak birbirlerinden farklý bulunduklarýna, yapýsal açýdan “benzer” olduklarýna inanýr; tüm
evren, kendileriyle “ayný” biçimde düzenlenmiþtir; her
tür, insan türü gibi bir toplum oluþturur. Yani insanlarda
olduðu gibi “ayný özellikleri taþýyan, ayný kurallara uyan
ve ayný biçimde örgütlenen” bir hayvan, bitki ya da maden “toplumu” vardýr. Sözgelimi “birey” olarak algýlanan
tek tek aðaçlardan oluþan bir orman ya da koru, daha
güçlü “ortak bir ruha” sahiptir: Bu ruh, hem aðaçlarýn
ortak ruhudur hem de üzerinde yaþayan insanlarýn ortak
ruhudur. Yine bir araya getirilmiþ, yýðýn oluþturmuþ taþlar,
Altay halklarýnýn kutsal saydýðý
tek tek taþlarýn ruhundan daha güçlü “ortak” bir taþ ruhu
kartal baþlý geyik figürü.
yaratýrlar: Bu ruh, hem taþlarýn ortak ruhudur hem de o
(Atlas
dergisi,
sayý. 92, Kasým 2000)
coðrafyanýn “sahibi” durumundaki topluluðun ortak
ruhudur.
Hayvanlar için de ayný þey geçerlidir. Bu durumda insan topluluðuyla, bitki, hayvan ya da
maden topluluklarý arasýnda “çatýþmalar” olabildiði gibi “anlaþmalar”, “ittifaklar” da olabilir. Bu
kapsamda “av” kimi hayvan topluluklarýyla yapýlan bir “savaþ”týr; kimi hayvanlarý “evcilleþtirme”
o hayvanlarla bir “ittifak” yapmadýr. Maden, bitki, hayvan ya da insan topluluðu “canlý” olduðu
için “beslenmek” durumundadýr; yiyip-içerek “ortak bir ruhu, ortak bir iradeyi dýþa vurur”; “ortak
iradeyi dýþa vuran” topluluk bir bakýma “halk” olarak algýlanýr; halk da “insan” gibi tasarýmlanýr;
týpký insan gibi doðar, yaþar ve ölür. Demek ki “canlý doða”nýn temsilcileri durumundaki insanlar,
hayvan ve bitkiler nasýl doðuyor, yaþýyor ve ölüyorlarsa daðlar, taþlar, sular, topraklar da “doðar,
yaþar ve ölür”. Bu nedenle Altay kan topululuklarýnýn “kurucu ata”sý ya da insanlýðýn “soy ata”sý,
bir erkek ile bir kadýn arasýndaki “cinsel iliþki” sonucunda deðil, “gerçekleþtiðine inanýlan” belki
“mucize” olarak tanýmlayabileceðimiz bir “olay” sonucu doðar: Örneðin ilk Türk kan topulumu
tasarýmlarýnda insanlarýn “doðmasý” için Gökyüzü ile Yeryüzü’nün “evlenmesi” ya da “seviþmesi”
gerekir. Kül Tegin ve Bilge Kaðan yazýtlarýnda kafalarýmýza “kazýnan” þu tümceler bu anlayýþýn
“kanýtý” durumundadýr:
“Yukarýda mavi Gök aþaðýda karanlýk Yer meydana geldiði zaman, bu ikisinin arasýnda insanýn
(kiþi) oðullarý belirmiþtir. Atalarým Bumin Kaðan ile Ýstemi Kaðan, insanýn çocuklarý üzerinde
hüküm sürmüþlerdir.”
Köken mitlerinin büyük çoðunluðunda, bu örnekte gördüðümüz gibi “bir erkek öðe ile bir diþi
öðe”nin “iþbirliði” vardýr. Yine kimi “köken mitleri”nde erkek öðe, diþi öðe açýlýmý, “erkeklik
organý”na ya da “diþilik organý”na yönelik “yaratýcý neden” temelli bir tapým görülür: Ýbn Fadlan,
Bulgar erkeklerinin üzerlerinde “erkeklik organý”nýn resmini taþýdýklarýný, onu “tek yaratýcýmýz”
diye öptüklerini anlatýr. Altay Þamanizmi’nde de erkeklik organýnýn ve diþilik organýnýn öne çýkarýldýðý “erotik” bir tapýmýn izlerine rastlanýr.
Diþi öðe-erkek öðe karþýtlýðýnda, erkek öðenin vazgeçilmezliðinden çok “diþi öðe”nin vazgeçilmezliði vardýr: Doðumun gerçekleþebilmesi için bir “dölyataðý”nýn olmasý ve buraya bir “ruh”
ya da “ruh donu”nda bir nesnenin, hayvanýn kimi kez insanýn girmesi zorunludur. Tasarým gereði,
diþilik organýn simgesi olan “maðara”, kuþkusuz insanlýðýn bildiði en eski “dölyataðý”dýr.
Asya hayvanbiçimci köken mitlerinde ilk sýrayý “kurt” ya da “mavi kurt” alýr: Tarihin uzak geçmiþine tarihlenen bu söylencenin birkaç çeþitlemesi var. Bunlardan birine göre:
“Vusunlarýn kralýnýn adý Kun-mo’dur. Kun-mo’nun babasý, Hiong-nularýn batý sýnýrýndaki
küçük bir toprak parçasýnda hüküm sürüyordu. Hiong-nular onu yakalayýp öldürdüler. Kýsa bir
süre önce doðmuþ olan Kun-mo bir çöle atýldý. Orada, aðzýnda bir et parçasý tutan bir karga
üzerinde uçtu ve bir kurt gelip emzirdi. (Hiong-nularýn) Þan-yu’su bu mucizeye hayran kaldý,
Çocuðu kutsal saydý ve büyümesi için serbest býraktý.”
OZAN CEVRÝ (NEJAT BIRDOÐAN)
Ne Dersin
Ahu gözlüm güze döndü günlerim
Hasretinle solayým mý ne dersin?
Umutlara diken battý inlerim
Can baðýný salayým mý ne dersin
Düþüm mecnun gibi Leyla daðýna
Yanam mý Keremce aþk çeraðýna?
El uzatmam þu sinemin daðýna
Bu yangýnla kalayým mý ne dersin?
Gireyim mi bir gönülden dergahâ
Yüzüm sürem al yanaklý bir þaha
Hak yoluna evel koyan Allah’a
Kýlýç çekip çalayým mý ne dersin?
“Yasak” dedi, baðladý her demimi
Nasýl anlatayým can sitemimi?
Sevap denizine günah gemimi
Yelken açýp salayým mý ne dersin?
Elif Allah ise “Ba”ya baðlý
Ali’nin sýrrý da imlaya baðlý
Ýnsan denen umman noktaya baðlý
O ummana dalayým mý ne dersin?
Cevri, dost yoluna koydum serimi
Nesimi’yim, bugün yüzün derimi
Dört kitapta bulamadým yerimi
Sözü ele alayým mý ne dersin?
Gönül Çeraðýný Yaktým
Hey erenler medet Mürvet
Cüda düþtüm semahýndan
Elim yerde özüm darda
Sýyýr beni günahýndan
Ben bende ki beni yýktým
Birliðin köþküne çýktým
Gönül çeraðýný yaktým
Iþýk geldi penahýndan
Taþým bir harcým oniki
Yüküm bir hurcum oniki
Kalem bir burcum oniki
Cevri gönül dergahýndan
Daha “resmi” duran bir baþka çeþitlemede olay þöyle anlatýlýr:
“Vusunlarýn kralýnýn adý Kun-mo’dur. Babasý Ta-yu-çe’lerle birlikte K’iilen ve Tun-Huang arasýnda oturuyordu ve küçük bir toprak parçasýnda hüküm sürüyordu. Ta-yu-çe’ler onu yakalayýp
öldürdüler ve krallýðýný elinden aldýlar. Halký Hiong-nularýn imparatorluðuna sýðýnarak kurtuldu. Oðlu kýsa bir süre önce doðmuþtu. Vasisi onu kucakladý ve çöle kaçtý. Günlük yiyeceði bulmak için dýþarý çýktý, geri döndüðünde bir kurdun çocuðu emzirdiðini, gagasýnda bir et parçasý
bulunan bir karganýn çocuðun üzerinde uçtuðunu gördü. Bu nedenle onu kutsal saydý ve çocuðu
Hiong-nulara götürmeye karar verdi. Þan-uyu çocuðu sevdi, büyüttü. Büyüdüðünde eskiden
babasýna ait olan halký ona geri verdi ve bir ordunun baþýna geçirdi... Þan-yu’dan, babasýnýn
intikamýný almak için kendisini serbest býrakmasýný istedi Batýya doðru ilerledi ve Ta-yu-çe’leri yendi…”
Vusunlarýn birinci çeþitlemede Hiong-nulara, ikinci çeþitlemede Ta-yu-çeler’e karþý baþkaldýrýlarý ve topluluðun “yeniden doðuþu” anlatýlýr: Vusunlarýn yok oluþu birinci çeþitlemede Hiong-nular’a,
ikinci çeþitlemede Ta-yu-çeler’e baðlanýr. Her iki çeþitlemede de çocuk “evlat” edinilir; okutulmasý
ve yetiþtirilmesi Hiong-nular’a yüklenir. Söylencelerde Hiong-nular “belirleyici” bir iþlev üstlenir:
Daha doðrusu, kendisine baðladýðý topluluklarýn “mitlerini”, Hiong-nular kendi egemen durumlarýna uyarladýlar. Bu “uyarlama” geleneði Türk kan toplumlarýnýn ve ardýndan da Moðol toplumlarýnýn
“kurt”tan doðan bir atanýn soyundan geldiklerine inanmalarýnýn “kaynaðýný” oluþturur.
„
Kasým 2005
Sessizlerin Umudu
SU TV ekranda!
Yayýna yeni baþlayan SU TV’yi
izlemek için gerekli teknik bilgi
aþaðýdadýr:
UYDU: TURKSAT 1C
FREKANS: 12130
SEMBOL: 11719
POLARÝZASYON: Vertical
FEC: 5/6
5
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:51
Page 6
¸ E
SERÇESM
HACÝ BEKTAÞ VELÝ DERNEÐI BUCA ÞUBESINDEKI KONFERANSTA
Buca Þube Baþkaný Yazgülü Aðýrgöl ile Söyleþtik
madýðýn zaman, bir de sahtekarlýðý oraya sokmadýðýn zaman rahat çalýþýrsýnýz, baþarýlý olursunuz. Bizde bunlarýn hiç biri olmadýðý için
çok rahatýz. Þu seçildi, bu seçildi; þuna yardým,
buna destek diye kimse bizi rahatsýz etmiyor.
Ama biz de iþimizi biliyoruz. Birileri bizim
sayemizde bir yerlere geliyorsa bize danýþmak
ve destek olmak zorunda.
Halkýn güvenini kazandýðýmýz için büyük
desteðini de aldýk. Bu binanýn inþaatýný tümüyle halkýn desteði ile, halkýn baðýþlarý ile gerçekleþtirdik.
Bize derneðinizi ve cemevinizi tanýtýr
mýsýnýz?
Buca Hacý Bektaþ Veli Derneði 1993 yýlýnda
kuruldu. Küçük bir odada açýlýþ yapmýþlar, üç
dört yýl ön çalýþma olmuþ. Sonra Buca Belediyesi’nden bir yer istemiþler. Buca Belediyesi
cemevimizin yerini 1994-95 yýlýnda vermiþ. O
zaman atýlan temeli, biz bugün üçüncü kata
çýkardýk.
Geçen yýl arazinin tapusunu satýn aldýk.
Buca Belediyesi, bugün cemevinin önündeki
park alaný olan araziyi kendi malý olduðu için
cemevine vermiþ. Ancak arazinin geri kalan
bölümü Hazine’ninmiþ. Bir ara Belediye küstürülmüþ galiba ki, arazinin bize tahsis edilmiþ
olmasýna karþýn adýmýza geçirilmemiþ olan
bölümü satýþa çýkarýlmýþ. Arkadaþlarýmýz kiraya baðlamýþlar ve kirasýný uzun süre ödedik.
Daha sonra arazinin bu bölümünü seksen milyar lira ödeyerek satýn aldýk. Kýsa süre önce
ölen rahmetli Ýzmir Büyükþehir Belediye Baþkaný Ahmet Priþtina’nýn da çok yardýmý oldu.
Yer böylece tümüyle bizim oldu.
Arsanýn tümü 1152 metrekare ve binamýzýn
zemin alaný 615 metre kare. Bu sene üçüncü
katýn kaba inþaatýný bitirdik. Þimdi elektrikler
döþeniyor, eksikler tamamlanýyor. Dördüncü
kata cemevi yapacaðýz. Hizmete açýk olan zemin kat, þu anda hem cemevi, hem de toplantý
salonu olarak kullanýlýyor.
Kaba inþaatý biten bölümde, konferans salonu, eðitim odalarý, dershaneler ve idari bölüm var. Bu bölümlerin tamamlanmasý çok
önemli, çünkü gençliðe ve kadýnlara yönelik
çalýþmalar için bu dershanelere çok gereksinim
duyuyoruz. Bunlar olmadan, bu çalýþmalarý
yeterince yapamýyoruz.
Halkla diyalogumuz çok iyi. Dört senedir
görev yapýyorum. Bu süre içinde çok ilerleme
yaptýk. Baþarýlý bir çalýþma için benim koþullarýmýnn baþýnda derneðe siyaseti sokmayacaksýn, siyasetten uzak duracaksýn. Her insanýn
mutlaka bir siyasi görüþü vardýr; o baþka. Siyaseti, aþiretçiliði, ben duygusunu derneðe sok-
6
Dört yýldýr beraber çalýþan bir yönetim
ekibisiniz. Ancak üyeleriniz arasýnda çok
farklý yörelerden gelen canlar var. Bunlarý
birleþtirmeyi nasýl baþardýnýz?
Bu dört yýl boyunca, seçimler sýrasýnda ya da
se,çimden sonra hizmette hiçbir ayrým yapmadýk. Þu Karslýymýþ, bu Tunceliliymiþ, o Erzincanlýymýþ ya da o Kureyþanlýymýþ, bu Baba
Mansurluymuþ demedik.
Ben kendim Kureyþanlýyým, dede kýzýyým,
ama hiç ayrým yapmadýk. Herkesi ayný tuttuk,
bir sevdik. Hepsini kapýda karþýladýðýmýz, kapýda uðurladýðýmýz için bunu saðladýk. Benim
çalýþma stilimdir, ben pek koltukta oturmam.
Halkýn içinde, onlarýn sorunlarý için koþturmayý severim, çünkü benim halka verilmiþ bir
sözüm vardýr. Buca halkýnýn yanýsýra Torbalý’dan, Ýzmir’den, diðer ilçelerden halkýmýz
cemevine geliyor. Biz de onlara hizmet veriyoruz. Hepsini kapýda karþýlýyorum, kapýda uðurluyorum.
Bizim derneðimizde çok sayýda dede var.
Dedeler bu nedenle beni seviyor. Hepsiyle aramýz iyi, çünkü aralarýnda ayrým yapmýyoruz.
Dede kýzýsýnýz, emekli öðretmensiniz.
Gençlerle çalýþmak ve öðretmek
mesleðiniz ve geleneðiniz. Cemevinin yaný
baþýnda büyük bir öðrenci yurdu ve
binlerce öðrenci var. Onlarla diyalogu
geliþtirmek için neler yapýyorsunuz?
Þimdiye kadar böyle bir giriþim yapmadýk ama
dernek olarak yurdu ziyaret etmek istesek tahmin etmiyorum bir Alevi örgütü olarak bizi
içeriye soksunlar. Ancak o öðrencilerle sürekli
ilgimiz, iliþkimiz var. Öðrenciler bize geliyor,
Aleviler ve Alevilikle ilgili, Nevruz ve Hýdrellez ile ilgili bilgi istiyorlar. Cemle ilgili kaynak
ve bilgi istiyorlar. Özellikle canlý kaynaklarla
konuþmayý seviyorlar. Derneðimizde onlara bu
olanaklarý sunmaya çalýþýyoruz. Merak ettikleri konularda her türlü bilgiyi veriyoruz, yardýmcý oluyoruz.
Panelin yapýldýðý gün, yaðmurda koþa koþa
gittim, kürsüye koymak için bilgisayarda yazarýmýzýn ismini yazdým, bir çýktý alýp geldim.
Burada bir parantez açayým, iþlerin eksiksiz
yürümesi için böyle bir çok ayrýntý iþi üstlen-
mek zorunda kalýyorum. Tabii bu durum dört
yýl boyunca beni çok yordu. Ayrýca Alevi örgütlerinde düþünen, üretici beyin de çok gerekli ve bulmak da zor. Bunlarýn farkýndayým.
O gün, o gençlerden birini gördüm bilgisayarýn baþýnda. Ýki gün önce o genç ve bir arkadaþý için ta Narlýdere’den bir dede getirmiþtik.
Dede, bu iki öðrenciye uzun uzun Nevruz’u
anlatmýþtý. O öðrenciye, “haberin var, bugün
dernekteki panele sizi de bekliyoruz, arkadaþlarýný al gel ” dedim. “Tamam baþkaným”
dedi, ama huzursuz oldu ve toplantýya gelmedi!
Yani gençler nereye gidiyor bilemiyorum.
Bunu dernekte de tam çözmüþ deðilim. Ben de
þikayetçiyim, çünkü hiçbir yönetici bile çocuðunu derneðe getiremiyor, getirmiyor. Bunun
farkýndayýz. Ayrýca hiçbir yönetici kendi eþini
de getirmiyor. Bunlar çok acý.
Alevi-Bektaþi toplumunda kadýna saygý
büyük, ama kadýn önderler kolay kolay
kabul edilmiyor. Siz de bir kadýn baþkan
olarak bunun bedelini ödemiþsiniz.
Ne yazýk ki ben bizim toplumumuzda kadýnerkek eþitliðini göremiyorum. Hep düþündüm,
acaba ben bir kadýn önder, yönetici olduðum
için mi beni ezmeye çalýþýyorlar yoksa içe iþlemiþ bir gelenek mi bu?
Ben halkýma verdiðim sözü tutmak için,
“iþleri doðru baþaracaðým, yüzünüze þimdi nasýl rahatlýkla bakýyorsan, görevden ayrýlýrken
de ayný þekilde bir suç iþlemeden rahatlýkla bakacaðým” demiþim.
Bu nedenle Böyle bir durumla karþýlaþýnca
þunu soruyorum: “Bu Alevi kadýný, sizin kadýnýnýz, sizin kýzýnýz, sizin ananýz, sizin bacýnýz.
Onun ayaðýna çelme takmaya çalýþanlar bilsin
ki, ona bir kötülük geldiði zaman, sizin hepinize de dokunacak. Bunun bilincinde misiniz?”
Ama ne yazýk ki Alevi halkýmýzýn yüzde
sekseni bunun bilincinde deðil. Bu çok acý.
Serçeþme aracýlýðýyla tüm tüm Alevilere
ileteceðiniz sözünüz nedir?
Tüm Türkiye Alevilerine özlerine dönmelerini,
özlerine sahip çýkmalarýný öneririm. Neyseler o
olsunlar, neyseler öyle gözüksünler. Derince
bir düþündükleri zaman, Alevi kültürünün güzellikleri, Alevinin kadýna ve erkeðe saygýsý,
Hz. Ali, Hz. Hüseyin, Oniki Ýmam soyunun
güzellikleri neyse, yaþamlarýnda onu sergilesinler.
Ne olur kadýnlarýna ve gençlerine sahip çýksýnlar. Geleneklerine, göreneklerine sahip çýksýnlar. Örgütlerine de sahip çýkmayý unutmasýnlar.
Buca Þubede Esat Korkmaz’ýn verdiði konferansa
katýlan canlar. Ýzmir’de bulunan ABF Genel
Baþkaný Selahattin Özer’de toplantýyý onurlandýrdý.
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 7
¸ E
SERÇESM
HACI BEKTAÞ VELÝ DERNEÐÝ KARÞIYAKA ÞUBESÝNDE DÜZENLENEN KONFERANSTA
Buca Þube Baþkaný Elvan Çelen Dede ile Söyleþtik
Bize derneðinizi ve cemevinizi tanýtýr
mýsýnýz?
Derneði kurduk, dava açýldý. 2000 yýlýnda bazý
gerekçelerle derneðimiz kapatýldý. Biz tekrar
derneðimizi açtýk. Belediyelerle diyalog kurarak bir mekan yapmaya giriþtik. Burada Sayýn
Ahmet Priþtina’yý gerçekten rahmetle anmak
gerekiyor. Onun da desteði ile bu gördüðünüz
güzel binaya sahip olduk.
Bina yapmak yeterli deðil. Ýçini dolduramadýktan sonra saray yapsanýz faydasýz. Biz
eðitim çalýþmalarýna önem veriyoruz. Kültürümüzde önemli yeri olan saz ve semah kurslarý
zaten olmazsa olmaz. Bunun yaný sýra halk
oyunlarý, tiyatro, okuma-yazma eðitimi, nakýþdikiþ eðitim yapýyoruz. Ayrýca þimdi bir bilgisayar kursu baþlatmaya çaba gösteriyoruz.
Halkýmýzýn burayý ne ölçüde sahiplendiðini, desteklediðini bu çalýþmalar belirleyecektir.
Toplumumuz yýllar boyu asimile edildi ve bu
çaba hala sürüyor. Aleviler içinden de Aleviliðin asimile edilmesine yardýmcý olanlar var.
Bunlara karþý özellikle gençlere sahip çýkmak
üzere sürekli yenilik getirerek eðitim çalýþmalarý sürdürmeye önem veriyoruz.
Bir kütüphanemiz var. Halk Eðitim’le iþbirliði içinde geliþtiriyoruz. Kýsa bir süre sonra bir
bölümü Alevi inancýna ayrýlmýþ ve geri kalaný
da gençlerimizin ders araþtýrmasý için kullanabileceði halde hizmete açacaðýz.
Cenaze ve lokma hizmetleri tümüyle binamýzda karþýlanýyor. Bu hizmetleri “muhanete
muhtaç olmadan” kendimiz gerçekleþtiriyoruz.
Baþkan, siz ayný zamanda dedesiniz,
cemlerin çoðunu siz yürütüyorsunuz.
Cemevindeki iþleyiþi anlatýr mýsýnýz?
Günümüzde cemevleri eskiden köydeki uygulamadan farklý. Eskiden ocak dedeleri vardý,
geliyordu ve bir halk mahkemesi kuruluyordu.
Küskünler, dargýnlar barýþtýrýlýyordu. Ancak
bundan sonra ceme geçiliyordu.
Biz burada buna benzer bir uygulama sürdürmeye çabalýyoruz. Kentleþen Alevilik köylerden farklý. Burada seksen bir vilayetin insaný ile karþý karþýyayýz.
Dede ceme oturduðunda uygulanan Aleviliðin Þeriat Kapýsý, Sünni Þeriattan çok farklý. Ýnsanlarýn görüþtürülmesi, barýþtýrýlmasý
bizde bir Þeriat Kapýsý’dýr. Küskün-dargýn barýþtýrýlýyor, yüz kýzartýcý suç iþlemiþ düþkünlerþaþkýnlar tespit ediliyor, gereken neyse yapýlýyor. Çok güzel bir cem yürütülüyor.
Tek sýkýntýmýz dede yokluðu. Dede çok,
ama hakikaten dede yok. Alevi toplumunun
büyük zarar görmesinin sebeplerinden biri de
bu. Çünkü insanlar yýllar boyu babasýndan, atasýndan ne görmüþse onunla devam ediyor, ama
Buca’da Konferansa geniþ bir katýlým oldu. Arka
sayfada Elvan dede yeni kurulan bilgisayar eðitim
odasýný gösteriyor.
Kasým 2005
kentleþmiþ Alevilikte bunlar sorun yaratýyor.
Seksen bir vilayetin insanýyla ortak bir cem
yapmak her dedenin karý deðil. Yöre farklýlýklarý var, hizmet farklýlýklarý var.
Buna raðmen burada büyük bir sorunu yaþamadýk bu anlamda. Yani, “bizim orada cem
böyle yapýlýrdý, sizin burada öyle yapýlmýyor”
diye bir sýkýntý olmadý, çünkü kentleþmiþ Alevinin büyük çoðunluðu yýllardýr cem görmemiþ, unutmak üzere. Ben 94’ten beri bu yörede
cem yapýyorum. Ýyi anlatabilirsen, kýrýcý olmadan konuþabilirsen inançlý insanlarýmýzýn eðilimi ortak noktalarý öne çýkarmak yönünde.
Þunu söylerim: Yýllardýr Yezit Sünni’den
çektik, ama dýþarýsýnýn yezidi beni çok üzmüyor. Bizim içimizin yezidi çok fazla. Bu sýkýntýyý burada da çekiyoruz. Adam, kahve kültürüne, içki kültürüne alýþmýþ; kendi kültüründen
uzaklaþmýþ; Aleviliði bir maske haline getirmiþ. Bu tür insanlarýmýzda boþ söz, dedikodu,
çekemezlik, iftira bir alýþkanlýk olmuþ. Bunun
getirdiði sorunlarla karþýlaþýyoruz.
Bilen ve uðraþan inançlý insanýmýzýn bir
avuç olmasýna karþýn, bilhassa bugünkü hükümet döneminde iyi çalýþtýðýmýza inanýyorum.
Alevi toplumumun eðitildiði okulu, üniversitesi yok. Bize hep ayný soruyla geliyor: Neden
dedelerin sözü birbirini tutmuyor? Bence bu
gayet doðal. Ýlahiyat Fakültesi mezunlarýnýn
dördü konuþtu mu birinin sözü diðerini tutuyor
mu? Bu kadar baskýnýn altýnda olan bizlerin
sözlerinin birbirini tutmamasý gayet doðal.
Alevilikte birisi Ehlibeyt’ten, Hz. Ali’den
uzaklaþýrsa, onu bir ateist [tanrý tanýmaz] gibi
görürler. Anadolu Aleviliðinin temelinde, Hz.
Ali’ye, Ehlibeyt’e ve Oniki Ýmamlar’a saygý
vardýr. Zaten Ýslam’dan aldýklarý yalnýz AliMuhammed-Allah üçlüsü ile Ehlibeyt ve Oniki
Ýmamlardýr. Ýslam’a bunlardan baþka bir benzerlik yoktur.
Bize diyorlar ki, “bizi nasýl Ýslam’dan ayýrýrsýnýz?” Ben de onlara soruyorum, “Cem Ýslam’da var mý? Pir, mürþit, rehber, bunlar var
mý Ýslam’da? Saz yasak; kadýnýn elinden tutmak günah! Ýslam’ýn þartlarý var, hangisini yerine getiriyorsun?” Yine de “bizi Ýslam’ýn dýþýna atmayýn” diyorlar.
Þu bir gerçek, Anadolu Aleviliði Ýslam’ýn
içine sýðmaz! Ama Aleviliðin içinde Ýslam vardýr! Ne vardýr? Allah-Muhammet-Ali vardýr,
Oniki Ýmamlar, Ehlibeyt vardýr! Bundan baþka
bir parça yoktur.
O nedenle cemlerimizde dualarýmýz Oniki
Ýmam ve Ehlibeyt üzerinedir. Onlara inanmamýzýn nedeni, Ali çocuklarý olduklarýndan
deðil; ezilmiþliði uðradýklarýndandýr, baskýya,
zulme maruz kaldýklarýndandýr; çile çektiklerindendir. Bu nedenle onlara saygý duyuyoruz.
Kerbela olayýna bakarsanýz, tarihin en feci
olaylarýndan birisidir. Bu nedenle Alevi toplumu Kerbala için yas orucu tutar. Günahlarýn-
dan arýnmak için tutmaz orucu; bu acý olayýn
anýsýný yaþatmak için tutar.
Þubeniz, bölgedeki sürükleyici, önde gelen
þubelerden birisi. Bu baþarýyý nelere
baðlýyorsunuz?
Tutumumuza ve irademize borçlu olduðumuzu
düþünüyorum, çünkü biz göründüðümüz gibiyiz. Bizi engellemeye çabalayanlar olmadý
deðil. Ýkiyüzlülük bize uzak. Bana, “sen dedesin, bunlarý nasýl söylüyorsun” diyenler oldu.
Onlara þunu söyledim, “dedelik doðru bildiðini söylemeye engel deðildir. Ben dedeyim ve
bunlarý söylüyorum! Bir günahý varsa bana!”
Bir hoca camiye girer, konuþur: Þu günahtýr,
bu yasaktýr der. Kimse ona, “bunlarýn günah
olduðunu nereden biliyorsun” diye sormaz,
soramaz! Ama biz açýðýz, cemlerde yaptýðýmýz
sohbetlerden sonra diyoruz ki, “kafanýzda bir
soru varsa, sorun! Yanlýþ mý, doðru mu diye
ikircim geçirmeyin, sorunuzu dile getirin ki,
doðruyu bulalým!”
Baþarýmýzýn bir nedeni de Yönetim Kurulu
olarak, uyumlu çalýþan bir ekip olmamýzdýr.
Tutarlý olmaktýr. Karþýdan gelene de, içimizden
çýkana da direnmektir. Bu cemevi yapýlýrken
yirmiye yakýn þikayet mektubu gönderildi.
Bunlarýn dokuzu da Alevi, “biz cemevi istemiyoruz” diyorlardý. Bunlara direnerek, doðru
bildiðimizi yaptýk.
Ama ben buraya kadar baþardýklarýmýzý
önemsemiyorum. Asýl bundan sonrasý önemlidir. Buranýn yalnýz düzenli giderlerinin karþýlanmasý bile büyük çaba gerektiriyor. Ayrýca
arkamýzdan görevi devredeceðimiz kadroyu
yetiþtirmek gerekiyor.
Genel Kurullarda açýklýk gerekir. Geçmiþ
dönem çalýþma raporu, gelecek dönem yapýlacaklarýn programý, gelir ve gider dökümü
sunulmasý gerekir. Amacýmýza uymayan tek
bir iþ ve tek bir kuruþ harcama olmamalý. Bunu
alýþkanlýk olarak yerleþtirmek ve kalýcý hale
getirmek kolay deðil.
(Devamý 8. Sayfada)
7
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 8
¸ E
SERÇESM
(Baþtarafý 7. Sayfada)
Elvan Dede ile Söyleþtik
YALOVA ÖÐRENCÝLERÝNÝN CAMÝYE GÖTÜRÜLMESÝ HAKKINDA ABF’NÝN
Basýn Açýklamasý
Ýzmir’de kurulan ilk dernek kapandý ve
bir dizi altüstlük yaþandý. Karþýyaka
bunlarýn dýþýnda kalmayý nasýl baþardý?
Selehattin Özel, Genel Baþkan
Bir Barýþ Partisi süreci yaþandý. Bir Alevi partisi kuruldu diye insanlar dernekleri boþalttýlar.
Ýkincisi, dernekleri siyasi alanda kullandýlar.
Siyasi alanda kullanmaya çalýþtýðýnýzda, dernek çatýsýna siyasi gruplaþmayý sokarsýnýz; bu
durumda bölünme ve kapanma kaçýnýlmazdýr.
Her iþlev yerinde yapýlmalýdýr. Siyasetin
yeri ayrýdýr, isteyen gider o yerlerde siyasetini
yapar. Burasý kültür merkezi olarak kültürü yaþatmalýdýr, inanç merkezi olarak inancý yaþatmalýdýr. Bunun dýþýndaki davranýþlarýn sonu
hüsrandýr ve deneyim bunu göstermiþtir.
Bahsettiðiniz derneðin 1900 küsur üyesi
vardý, kapandý gitti. Bizin de payýmýza düþen
bir kapanma süreci oldu. Ama biz sebat ettik,
yeniden kurduk.
Benim dede olmam da bu süreçte önemli
bir etken oldu. Diyorlar ki, “dededen baþkan
olur mu? Dede dedeliðini yapsýn!” Ama dededen baþkan olmadý mý iþler zor. Biz bunu bir
avantaj olarak kullanmasýný bildik. Bunu ekonomik sorunlarý çözmede kullandýk. Bu, diðer
iþlerin gerçekleþtirilmesini kolaylaþtýrdý.
Baþarý için derneðin amacýna uygun çalýþmak zorunludur. Ýçi baþka-dýþý baþka olmaya
dayalý bir iki yüzlülük ile Alevi derneði yürümez.
AKP Siyaseti ve Eðitimi Yeþilleþtirmeye Devam Ediyor
Serçeþme okurlarýna, yani tüm Türkiye
Alevilerine mesajýn nedir?
Benim onlara mesajým, önce okumayý öðrenmeleridir. Bizim toplum okumayý sevmiyor.
Bunu çözemezsek, atasözümüz boþa gider:
“Ýlimden gidilmeyen yolun sonu karanlýktýr!”
Ýlim okumakla bulunur.
Ýkincisi, kahve ve içki köþelerinden çekilmeleri gerekiyor. Bunlarý tümüyle terk etsinler
demiyorum. Zamanýný ve dozunu bilsinler.
Özcesi benim istediðim, kendi kültürlerine
ve inançlarýna sahip çýkmalarýdýr. Birliði-beraberliði yakalamak için kendi kültürümüze ve
inançlarýmýza sahip çýkmak gereklidir.
Ben bugünkü nesli düþünmüyorum. Geleceði, çocuklarýmýzý düþünüyorum. Onlar ne yapacaklar? Onlara ne veriyoruz? Deniyor ki,
gençler yozlaþýyor. Yahu sen çocuklarýna ne
verdin ki, bir þey öðretmemiþsin, anlatmamýþsýn; o ne yapacak? Alevi gibi yaþamýyoruz.
Çocuk okulda duyuyor, eve gelip soruyor:
Baba, bir Alevilik varmýþ, nedir bu? Aman sen
karýþma, okuluna git-gel diyoruz. Ama sen veremezsen, gereken dersi baþkasý veriyor. Eðitimi genç yaþta verirseniz alýnýr. Bu nedenle,
okumak ve öðrenmek gerek, kendi inancýmýza
ve kültürümüze göre yaþamak gerek, çocuklarýmýza ve gençlerimize sahip çýkmak gerek.
8
4 Aralýk 2005
AKP iktidarý yeþil siyasetin ideolojisini tüm kamu kurum ve kuruluþlarýnda hýzla yaygýnlaþtýrmaya
devam ediyor. En son Milli Eðitim Bakanlýðýnýn Sünni inanç doðrultusunda tüm okullarda uygulamalý zorunlu din dersi eðitimi çalýþmasýnýn sonuçlarýný Yalova’da yaþadýk.
Bugün Yalova’da Yarýn Tüm Türkiye’de
Eðitim Okuldan Camiye Taþýnacak.
Emin Albayrak isimli sýnýf öðretmeni, öðretmenlik görevini unutarak, imamlýk yapmaya baþlamýþtýr. Yalova Atatürk Ýlköðretim Okulu öðrencilerini, ailelerinin onay ve rýzasýný almadan çocuk
yaþta okuldaki eðitiminden, yetkilerini aþarak camiye götürmesi, zorla abdest almayý, namaz kýlmayý uygulatmaya zorunlu olarak tabi tutmasý din ve vicdan özgürlüðü açýsýndan kabul edilemez
bir eðitim ve hukuk skandalýdýr. Bu uygulama ayný zamanda AKP hükümetinin kendisi gibi olmayanlara karþý, meydan okuma gösterisidir. Bu siyasi zihniyet sonucu çocuklarýmýz yarýn “Anne
çantama havlu koy, yarýn namaz kýlýyoruz” mu dedirtecek yoksa “Anne çantama kitaplarýmý koy
yarýn ders var” mý diyecek?
Öðretmen mi, Ýmam mý?
Çocuklarý Yalova Merkez Cami’ne götüren Ýmamý Albayrak’ýn, “Bu sayede öðrendiklerini daha
çabuk kavrayarak kolay kolay unutmuyorlar. Bundan sonrada öðrencilerimize her fýrsat bulduðumuzda iþledikleri ders konusunu yerinde öðretmeye çalýþacaðýz” demesi ise, AKP hükümetinin
Milli Eðitim Bakanlýðý eliyle tam bir asimilasyon politikasý uyguladýðý ve bunun bir misyonerlik
giriþimi olduðunu açýkça göstermektedir. Kamusal alanda öðretmenlik yapanlarýn imamlýk gibi bir
görevi asla olamaz. Türkiye toplumu bu zihniyetin 1994 yýlýnda söylediði “tüm okullar Ýmam Hatip olacak” sloganýný unutmamýþtýr ve bugün yapýlanlar bu sözün hayata geçirilmesi isteðidir.
AKP hükümetinin son dönemlerde dinci kadrolaþmasý, Ýran örneðinde olduðu gibi içki yasaðýný
desteklemesi ve teþvik etmesi, eðitimi okuldan camilere taþýmasý, özlemini duyduðumuz demokratik, eþitlikçi, özgürlükçü ve laik bir sosyal devlet anlayýþýnýn dinamitlemeye dönük ideolojik bir
yaklaþýmdýr.
AKP Hükümeti Ýkiyüzlü
AKP hükümeti AB üyelik sürecindeki bu ikiyüzlü politik tutumu, Türkiye’nin acýsýný çok çektiði
irticai giriþimleri beslemeye hizmet etmektedir. AKP hükümetinin özgürlük ve hak talebi sadece
kendi hanesine özgüdür; Toplumsal deðil, ümmetçilik özgürlüðüdür. Bir yandan yeni uyum yasalarý ile “din özgürlüðü ve laikliðe aykýrý uygulamalara son vermeyi” hedefleyip, diðer yandan
Sünni inancý zorunlu din dersi ile aklýn ve bilimin önüne koymanýn arkasýndaki niyet, din özgürlüðünü güvence altýna alan Anayasa’nýn 24. maddesine aykýrýdýr. Çünkü din ve vicdan özgürlüðü,
ayný zamanda insanlarýn dindýþý kalabilme hakkýný da kapsar. Ýnsanlarýn dini öðrenme, öðrenmeme, öðreneceklerse de bütün dinleri öðrenebilme hakký isteðine baðlý olmalýdýr. Böyle bakýldýðýnda “Din kültürü ve ahlak öðretimi ilk ve ortaöðretim kurumlarýnda okutulan zorunlu dersler
arasýnda yer alýr” biçimindeki Anayasal kural, ayný maddede düzenlenen din ve vicdan özgürlüðü
prensibine aykýrýdýr. Ayný zamanda, “kimse dini inançlarýný ve kanaatlerini açýklamaya zorlanamaz, kýnanamaz” biçimindeki düzenlemeye de aykýrýlýk teþkil etmektedir. Mevcut uygulama
sadece Alevileri deðil, tüm laik toplum beklentisinde olanlarý da rahatsýz etmektedir.
Din derslerinin zorunlu olmasý sadece Alevilerin bir sorunu ya da Alevilikle ilgili bir sorun da
deðildir. Bu sorun her þeyden önce demokrasi sorunudur. Bu sorun her þeyden önce insan haklarý
sorunudur.
Milli Eðitim Bakaný Cevaplamalýdýr!
ABF soruyor:
„ Bir dönem Fen Lisesinde Müdürlük yapan Din Dersi Öðretmeni Emin Albayrak neden bu
görevden alýnmýþtýr? Görevden alýnmanýn gerçek nedeni kamuoyu ile paylaþýn.
„ MEB eliyle misyonerlik yapmak ve MEB eliyle öðrencileri okuldan camilere taþýmanýz AB
sürecinde Uyum Yasalarý ve Anayasanýn “kimse dini inançlarýný ve kanaatlerini açýklamaya zorlanamaz, kýnanamaz” ilkesi ile nasýl baðdaþtýrýyorsunuz?
„ Ýsmi geçen “öðretmene” imamlýk görevini ve çocuklarý sýnýftan camiye götürme yetkisini kim
verdi?
„ Okul yönetiminin bu olaydan haberi var mý? Okul dýþýna çýkartýlan bu öðrenciler için Velilerinden izin alýnmýþ mýdýr? Milli Eðitim Müdürlüðünün haberi var mýdýr?
ABF olarak bu tür uygulamalarýn ve farklý inanç gruplarýnýn AKP eliyle asimilasyonuna ve
zorla tekleþtirmeye dönük oyununu bozmaya karalý olduðumuzu tüm kamuoyu paylaþmayý görev
biliriz.
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 9
¸ E
SERÇESM
Aleviliði Özüne Uygun Yaþatmak, Onurlu Kiþilik Ýster
Lütfi Kaleli
27 Kasým 2005
Diyanet Ýþleri Baþkaný Prof. Dr. Ali Bardakoðlu, DÝB internet sitesinde
“Bismi-Þah” diye baþlayan Türkçe dualarý býrakýp, anlamýný bilemediði
yayýmlanan seri röportajlarýnda Alevilerin varlýðýný inkar etmeye ve cem
sözcükleri doðru telaffuz edemeyen, ama Arapça biliyormuþ ukalalýðýyevlerinin ibadet yeri olmadýðýný söylemeye devam ediyor. Bu söylemleri
la bilgiçlik taslayanlarý dede postuna oturtup sözde Arapça kem-kümleryazýlý ve görsel basýna da yansýyarak kamuoyunda tartýþma yaratýyor
le dualar okutturan?.. “Secde-i niyazýnýz” yerine “Namaz-ý niyazýnýz” deBardakoðlu, Alevilerin “Cem evlerinin cami gibi ibadethane olarak
dirten?..
kabul edilmesi” isteðini, AB sürecinde “siyasi bir talep” ve “ithal edilAlýn iþte, buluþtunuz asimilasyoncu Müslüman kardeþlerinizle! Bumiþ bir tartýþma” olduðunu belirtip, “Cem evi, inançlarý yerine getirme
luþmanýz mübarek olsun!..
yeri deðildir. Müslümanlarýn mabedi ondört asýrdýr camidir. Alevilerin
Bakýn, son aldýðýmýz duyuma göre, Kartal Belediye Baþkaný, “Çok
cem ayininin, semah ve niyazýnýn, namaz dengi bir ibadet sayýlmasý
yakýnda artýk cem evinde de namaz kýlacaðýz” demiþtir.
mümkün deðildir” diyor.
Bu ne demeye geliyor? Biz Alevilerle ibadet biçiminde anlaþtýk.
Diyanet Baþkaný, Alevilerin Cem evi isteklerini siyasi bulamaz. OnArtýk cem evleri de cami gibi ibadet yerleri olacaktýr!..
larýn inançlarýný ve Cem evlerini yok sayamaz.
Muaviye politikasý güdenlerin yanýnda yer alanlar Alevi deðil, ancak
Bin yýldýr Anadolu’da farklý bir inanç ve ibadet sistemi uyguladýklarý
Yezit olabilirler…
için Sünni iktidarlarýn baský ve kýyýmlarýna uðrayan; bu kýyýmlardan kurAlevi olmak ve Aleviliði özüne uygun olarak yaþatmak, onurlu kiþitulmak için köy kýrsalýnda kapalý toplum olarak yaþamaya mahkum edilik ister. Ýnançlý ve onurlu Alevi, asimilasyoncularýn tüm yýldýrmalarýna
len Aleviler; sazlý, semahlý ayini-cemlerini
karþý dik durur ve iradeli olarak inandýðý yolköyün büyük meydan damlarýnda, yani cem
asla dönmez. Bu konuda tarihe not düþCem evlerinin altlarýný aptes musluklarýyla dan
evlerinde dýþ saldýrýlardan korunmak için on
mek için vermiþ olduðumuz on yýllýk hukuk
donatan, Ýmam Hatipli hocalara
iki hizmetliden biri olan bekçiyi kapýya býramücadelesiyle baþarýya ulaþtýrdýðýmýz Alevi
kýr, içerdeki ýþýðýn dýþa yansýmasýný önlemek
kimliðimizin tanýnmasý konusundaki çaArapça dualý cenaze namazlarý kýldýran,
için pencerelerine kalýn perdeler çeker ve
lýþma serüvenimizi kýsaca sunmak istiyoruz:
Kuran kurslarý açan,
ibadetlerini büyük bir gizlilik içerisinde
Ýstanbul-Üsküdar Asliye 2. Hukuk HaCemlerde kadýnlarýn baþlarýný kapatan,
yaparlardý. Bu nedenle de saldýrganlarýn
kimliði tarafýndan 11Aralýk 1991 tarihli ka“Mum Söndü” iftirasýna uðrarlardý...
rarla varlýðý tescil edilen Semah Kültür
haremlik-selamlýk yaratanlar:
Köyden kente inen Aleviler, bugün de
Vakfý’na Resmi Senedi’nde “Alevi” sözcüðü
Asimilasyoncu Müslüman kardeþlerinizle
ibadetlerini camide namaz kýlarak deðil;
geçtiði için Vakýflar Genel Müdürlüðü tavýr
buluþmanýz mübarek olsun!
kendi olanaklarýyla yaptýrdýklarý Cem evlekoydu. Yönetim kurulu olarak Ankara’ya girinde dara durarak, saz çalarak, semah dönedip Genel Müdür ve Hukuk Bürosu Baþkaný
rek, lokma paylaþarak, kendi diliyle dua ederek, cemal cemale gelip birile görüþtük. Bize dediler ki, “Resmi Senedinizde geçen ‘Alevi’ sözcüðübirlerine niyaz ederek yapmaktadýrlar...
nü çýkarýrsanýz, itiraz etmeyiz.” Bize dayatýlan bu teklif bizi son derece
Ýbadet yerlerini, salt cami ile sýnýrlandýrmak doðru deðildir. Allah’a
rencide etti ve kabul etmedik. Bunun üzerine Vakýflar Genel Müdürlüðü,
inanan diðer inanç sahipleri kilisesinde, havrasýnda, sinagogunda kendi
“bölücülük” yaptýðýmýz gerekçesiyle tescilin iptali isteminde bulundu.
ibadetlerini nasýl yapýyorlarsa; tarih boyunca camiye gitmemiþ olan AleDavaya bakan Yargýtay 18. Dairesi, 14 Temmuz 1992 talihli kararýyla
viler de kendi ibadetlerini, kendilerine özgü ibadethaneleri olan cem evikiye karþý üç oyla tescili iptal etti. Yerel mahkeme de bu karara uyarak
lerinde yapmaktadýrlar. Bugün Alevileri camiye çekmeye çalýþmak, 12
12 Nisan l 993 talihli kararýyla vakfýmýzý kapattý.
Eylül 1980 sonrasý okullara zorunlu din derslerini koyan, Alevi köyleriVakýf kurucularý olarak bu kez, senet içeriði ayný olan Semah Kültür
ne camiler yaptýrarak Alevileri asimilasyona tabi tutan darbecilerin desve Araþtýrma Vakfý’ný kurup 16 Kasým1993 tarihinde yargýya baþvurduk.
pot ve dayatmacý anlayýþýnýn bir devamýdýr...
Ýstanbul-Beyoðlu 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, 16 Kasým 1994 tarihli
Bu anlayýþ, Alevilerin varlýðýný ve ibadetlerini inkarýn bir ifadesidir.
kararýyla vakfý tescil etti. Vakýflar Genel Müdürlüðü 31 Ocak 1995 tarihNe yazýk ki bu inkarcý politikaya alet olan satýlmýþ Aleviler de vardýr.
li yazýsýyla yine tescile itiraz etti. Davaya bakan Yargýtay 18. Dairesi, bu
Biz, öteden beri Alevi olmaktan onur duyan, her türlü kýrýma ve asikez 4 Nisan 1995 tarihli oybirliði kararýyla tescili onayladý ve Resmi
milasyona boyun eðmeyen atalarýmýz gibi bugünkü asimilasyoncular
Senet, 29 Kasým 1995 tarihli Resmi Gazete’de yayýnlanarak Türkiye’de
karþýsýnda da baþý dik duranlardanýz.
ilk kez Alevi kimlikli bir vakýf, hukuken yasallýk kazanmýþ oldu.
Biz, dün olduðu gibi bugün de, laik devlet yapýsýnda zorunlu din
Bu kazanýmla, “Sürekli Aydýnlýk Ýçin Bir Dakika Karanlýk” kampandersleri ve de Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý olmaz, olamaz dedik... Ama Diyasýný “Alevilerin Mum Söndüsü” diye tanýmlayarak Alevilere hakaret
yanet içinde yer almak, bütçesinden pay kapmak ve din derslerinde
eden Adalet Bakaný Þevket Kazan’ý vakýf tüzel kiþiliðiyle mahkemeye
Aleviliðin de anlatýlmasýný istemek gibi büyük bir yanlýþý savunan Alevi
verdik. Davaya bakan Ýstanbul 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, “Bu vakýf
Ýslamcýlar, asimilasyoncularýn ekmeðine yað sürdüler hep…
Alevileri temsil edemez” gerekçesiyle 15 Mayýs 1997 tarihli kararýnda
2005-2006 eðitim ve öðretim yýlýnda ders kitaplarýna giren sözde
Kazan’ý beraat ettirdi.
Alevi inancý, hiçbir yerde Alevi adý anýlmaksýzýn; tasavvuf kanalýnda yer
Beraat kararýna itiraz eden vakýf yönetimi olarak davayý Yargýtay’a
alýp Batýni yorumda Tanrý-Ýnsan birlikteliðinin güzelliðini sergileyen;
taþýdýk. Yargýtay 4. Hukuk Dairesi, bu vakfýn Alevileri temsil ettiðine ve
hurafeye deðil, bilime deðer veren; cihatlarý cinayet sayan, kin ve öfkeyi
davanýn yeniden görülmesine 8 Temmuz 1998 tarihinde oybirliðiyle
sevgiye, kavgayý uzlaþmaya, düþmanlýðý dostluða dönüþtürmeyi yeðlekarar verdi. Bunun üzerine ayný mahkeme bu kez 1Temmuz 1999 tarihli
yen; ve aklý, ahlaki, insani deðer yargýlarýyla 72 milleti kucaklayan evkararýyla Þevket Kazan’ý suçlu buldu ve bir milyar lira maddi tazminat
rensel Alevi inancýný anlatmaksýzýn; sadece Alevilerin inanç önderi olan
ödemeye mahkum etti.
Hz. Ali’yi, Müslümanlýðý ilk kabul eden, günde beþ vakit camide namaz
Alevileri temsil yetkisini alan vakýf yöneticileri olarak, 21 Þubat
kýlan ve de namaz kýlarken camide þehit edilen bir kiþi olarak göstererek
1998 tarihli Genel Kurul kararýyla vakfýn adýný Alevi-Bektaþi Eðitim ve
þöyle demeye getiriyorlar:
Kültür Vakfý yapýp, yargýya baþvurduk. Beyoðlu 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, 15 Eylül 1998 tarihli kararýyla yeni adýmýzý tescil etti. Vakýflar
- Ey Aleviler! Eðer Hz. Ali’ye baðlý birer Müslüman iseniz, iþte
Genel Müdürlüðü, 12 Kasým 1998 tarihinde itiraz etti. Yargýtay 18. HuHz. Ali, her gün camide beþ vakit namazýný kýlan kiþidir. Siz de býkuk Dairesi, 5 Nisan 1999 tarihli kararýyla yeni adýmýzý onayladý. Yerel
rakýn sonradan ibadet yeri olarak uydurmuþ olduðunuz þu cümbüþ
mahkeme 16 Kasým 1999 tarihli kararýyla tescili kesinleþtirdi. Vakýflar
yerlerinizi, günaha sapan sazlý semahlý eðlencenizi, hadi gelin
Genel Müdürlüðü de 1 Þubat 2000 tarihli yazýsýyla Alevi-Bektaþi Eðitim
camiye de namazlý ibadet yaparak Müslümanlýðýn gereðini doðru
ve Kültür Vakfý’ný resmen kabul etmek zorunda kaldý.
biçimde yerine getirip sevap kazanýn; kâfir olmayýn!..
Bu belgeli bilgileri þunun için veriyorum:
Diyanet Ýþleri Baþkaný Bardakoðlu ve çevresi her ne denli Alevileri
Hadi bakalým Alevi Ýslamcýlar, aldýnýz mý boyunuzun ölçüsünü?
ve ibadet yerleri olan cem evlerini yok saysalar da bugün Türkiye’de
Ama sizler de bunu istiyordunuz zaten.
Aleviler ve Cem evleri hukuksal olarak fiilen vardýr.
Sizler deðil misiniz cem evlerinin altlarýný aptes musluklarýyla donaUyguladýklarý ibadetleriyle farklý bir inanca sahip olan Alevileri hiç
tan? Ýmam Hatipli hocalara maaþ ödeyerek Sünni inanç gereðince Arapkimse yok sayamaz ve camiye zorlayamaz...
ça dualý cenaze namazlarý kýldýran? Kuran kurslarý açan?.. Ve de Cem töBu gerçeðin AB süreciyle de bir ilgisi yoktur...
renlerinde kadýnlarýn baþlarýný kapatan, haremlik-selamlýk yaratan?..
Kasým 2005
9
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 10
¸ E
SERÇESM
8-30 EYLÜL 2005 - S. DEMÝREL ÜNÝVERSÝTESÝ - I. ULUSLARARASI BEKTAÞÝLÝK VE ALEVÝLÝK SEMPOZYUMU
Sempozyuma Sunulan Bildirilerin Özetleri – Bölüm I
Sempozyuma sunulan bildirilerin, sempozuyumun hazýrlýk aþamasýnda Üniversite’nin internet sitesinde yayýnlanan
özetlerini okuyucularýmýzýn dikkatine sunuyoruz.
Ýngilizce metinleri Esen Uslu çevirdi.
Prof. Dr. Muhammed Abdullah Al-Ahari, Þikago, ABD
Batý Çevreninde Bektaþi Adýnýn Doðru ve Yanlýþ Kullanýlýþý: Tule
Birliði (Thule Society), Tapýnakçýlar (The Shriners) ve Davudi
Bektaþiler (Ýngilizce)
Bu sunum Bektaþilerin, Yeni Çað Ruhaniliði (New Age Spirituality) ve
bazý Mason örgütlerinden ayrý tutmak gerektiðini vurgulayacaktýr. Bu
gereklilik, bir dizi bireyin ve grubun saðlam bir gerekçeye dayanmadan
Bektaþi adýný benimsemesi ve böylece soru soran zihinlerde önemli karmaþa yaratmasý nedeniyle ortaya çýkmaktadýr. Bir þeyin kendini temsil
etmeyen þeylerden ayrý tutulmasý istemesi geçerli ve övgüye deðerdir.
Bektaþi adýný kullanmanýn saðlam gerekçesi ancak açýkça onu koruyucu
veli olarak kabul etmek ve o geleneðe katýlmaktýr. Farklý gruplarýn bu kategoriye konmasý zorunlu olarak bir karmaþa doðmasýna neden olur.
Tapýnakçýlar (The Shriners), sirke benzer bir ortamda bazý Ýslami ve
Kabalacý tapým törenlerini benimseyerek yüksek düzey masonlarý
eðlendirmeye yönelik bir grup olarak doðmuþtur. Tule Birliði (Thule
Society) Nazi partisinin iç çekirdeðinin bazý gizli doktrinlerinin Ýslami
kökleri olduðunu öne sürmüþtür. Son olarak Davudiler, kendi örgütlerine
Alevi adýný vermeleri belki daha doðru olacakken, kendilerini Bektaþi adý
ile iliþkilendirmiþlerdir. Bu sunumun amacý, bu gruplarýn, silsile ya da
herhangi bir baþka gerekçe olmadan, yalnýz farklý ya da ilginç
görünebilmek için yazýlarýnda ve tapým törenlerinde Bektaþi adýný kullandýklarýnýn kanýtlarýný sergilemektir. Bu gruplar, Hacý Bektaþ’ýn ya da
onun kurduðu tarikatýn tanýmýþ bir önderinin ya da yazarýnýn herhangi bir
yazýsýný nadiren kullanýrlar; bu nedenle onlarýn Bektaþi adýný kullanmasýnýn hiçbir gerekçesi yoktur.
Prof. Dr. Havva Engin, Berlin Teknik Üniv. Eð.Bil. Enst.,
Almanya’da Alevi-Ýslam Dersi’yle Ýlgili Genel Deðerlendirmeler
Almanya’nýn okul eðitiminde din dersi Anayasa’nýn 7. Maddesinin 3.
Fýkrasýna göre yürütülmektedir. Buna göre Alman devleti, din dersinin
düzenli ders programý çerçevesinde verilmesini öngörmektedir. Dersin
içeriðini de din dersini veren dini cemaat belirlemektedir ve o cemaat,
ayný zamanda ders programýný da hazýrlamaktadýr. Ayrýca dersin içeriðinin ve ders programýnýn Anayasa’yla (bu baðlamda da mutlak surette
demokrasi, insan haklarý deklarasyonuyla, kadýn-erkek eþitliðinin saðlanmasýyla) örtüþmesi gerekmektedir. Öðretmenler, Alman üniversitelerinde
cemaate yönelik teoloji fakültelerinde yetiþtirilmektedir.
Bir ilk olarak Berlin eyaleti okullarýnda 2002 yýlýndan itibaren AleviÝslam din dersi verilmektedir.
Öte yandan Kuzey Ren-Westfalya, Baden-Württemberg, Hessen ve
Bavyera eyaletlerinde, Alevi cemaatleri Eyalet Eðitim Bakanlýklarýna
baþvuruda bulunmuþlar ve kendi din derslerini içeren müfredat programlarýný, adý geçen bakanlýklara sunmuþlardýr. Bu eyaletlerin Eðitim
Bakanlýklarý da dersleri organize etmeyi kabul etmiþlerdir.
Bildiride Almanya’daki Alevi-Ýslam Dersi’nin (a) çýkýþ noktasý;
(b) özelliði; (c) içeriði ele alýnýp irdelenecek; Berlin eyaleti örneðinde
müfredat programýnda ve okullarda karþýlaþýlan temel sorunlarýn dökümü
yapýlacaktýr.
Öðr. Gör. Dr. Metin Ýzeti, Üsküp Ýslami Bilimler Fak.,
Arnavutlar ve Bektaþilik
Osmanlýlar Balkanlara ve özellikle Arnavutlarýn yaþadýklarý bölgelere
yerleþmeden önce seyyah derviþlerin kaynaþma zemininin oluþmasýnda
etkili olduðu deðiþik kaynaklar tarafýndan kanýtlanmaktadýr. Arnavutlar
arasýnda epeyce müridi olan Bektaþilik Arnavutluk, Kosova ve
Makedonya’da18. yüzyýlýn sonu ve 19. yüzyýlýn baþlarýndan oldukça etkili olmuþ ve etkisini sosyal hayatýn deðiþik alanlarýnda hissettirmiþ ve hissettirmeye devam etmektedir. Ara sýra Bektaþi tekkeleri Osmanlý
devletinden baðýmsýz hareket eden paþalardan destek almýþ ve Arnavutlar
arasýnda epeyce yayýlmýþtýr. Bu bildiride Bektaþiliðin Arnavutlar arasýna
yerleþme zamaný, Bektaþiliðin tarikat olarak Arnavut anlayýþýna yansýmasý, Tepedelenli Ali Paþa’nýn desteðiyle Arnavutluk’un bir Bektaþi cenneti haline gelmesi ve günümüzde Arnavut Bektaþilerinin durumu ve ayrý
10
bir din olarak kendini yansýtma çabalarýný doktrinsel ve sosyo-antropolojik açýdan deðerlendirilmeye çalýþýlmýþtýr.
Arþ. Gör. Emin Lelic, Carleton Koleji
Boþnaklarýn Osmanlý Döneminde Heterodoks Hareketlere Katýlýmý:
Hamzavi Bektaþiler (Ýngilizce)
Bosna-Hersek’in ortodoks Sünni Ýslam’ýn bir kalesi olduðu bilinirdi. Gerçekten de Osmanlý döneminde ve Osmanlýdan sonra bu ülkede heterodoks
Ýslami dini hareketlerden bahsedildiðine nadir rastlanýrdý. Bunun çok
sayýda gerekçesi vardýr: Güçlü Medrese sistemi, askeri sýnýra (serhat)
yakýn olma, Müslüman nüfusun etnik tektürdenliði, vb. Yine de hem ülke
içinde hem de diyasporada Boþnak nüfus arasýnda, heterodoks Ýslami
hareketler ve eðilimler doðmuþtur. Bu sunumda, bu heterodoks Ýslami
hareketlere ve bunlara baðlý Boþnaklara genel bir bakýþý ortaya koyacaðým. Bu hareketlerin en iyi bilinenin “Hamzevi” adýyla anýlan ve 16.
yüzyýlda Boþnak Þeyh Hamza Baliya tarafýndan kurulan tarikattýr. Gerçekte bu tarikat, Bayramiye Sufi Tarikatýnýn radikal bir koludur. Bosna’da
bu hareketin ortodoks düzen kurumlarý tarafýndan bastýrýlmasý, Boþnaklar
arasýnda alýþýlmýþ dýþý dini eðilimler dönemine tümüyle son verememiþtir.
18. ve 19. yüzyýllar boyunca ortodoksluk dýþý Bektaþi Sufi Tarikatýna
baðlanmýþtýr çok sayýda Boþnak bireye rastlanmaktadýr. Onlarýn
yaþamýnýn kýsa özetlerini vereceðim ve Bektaþilik ile diðer ortodoksluk
dýþý hareketlerin çaðdaþ Boþnak Müslümanlýðý üzerinde süren etkisini
göstermeye çalýþacaðým.
Hüseyin Abiva, IQRA, Uluslararasý Eðitim Vakfý
Kuzey Amerika’da Bektaþiler (Ýngilizce)
Bektaþi Yolunun öðrencileri için Detroit kentinin banliyölerinde tam
teþekküllü bir Bektaþi Tekkesinin bulunmasý þaþýrtýcý deðildir. 1954 yýlýnda ardýndan çok aðýt yakýlan rahmetli Baba Recep tarafýndan kurulan bu
Tekke, sonraki yýllarda geliþerek Arnavut kökenli Amerikalýlarýn ruhani
yaþamýnda önemli bir özellik taþýmýþtýr. Baba Recep’in yaþamýnýn son yýllarý ile Hakk’a yürüyüþünün ardýndan geçen yýllarda bu topluluk belirli
bir duraðanlaþma ve çöküþ yaþamýþtýr; bu durum 21. yüzyýl Amerika’sýnda Bektaþi topluluðunun asimilasyonu, duyarsýzlýk ve varlýðýný sürdürme sorunlarýný gündeme getirmiþtir. Her þeye karþýn, Arnavut kökenli
Amerikalýlar dýþýnda da az sayýda da olsa halktan belirli bireylerde
Bektaþiliðe karþý bir ilgi görülmektedir; bu durum Kuzey Amerika’da
Bektaþi varlýðýnýn yeni bir canlanma göstermesi olasýlýðýný gündeme
getirmektedir. Bu sunumda, Detroit kentindeki tekkenin tarihçesi ile Baba
Recep’in yaþamý üzerinde duracaðým. Ek olarak, Kuzey Amerika’daki
Arnavut Bektaþi toplumunun çöküþ olasýlýðýný gündeme getiren özgün
sorunlarýna ve yeniden canlanma olasýlýðýnda Arnavut kökenli
Amerikalýlar dýþýndaki bireylerin katkýlarýna da deðineceðim.
Miranda Terzapoulou, Atina Akademisi, Halkbilim A.M.
Kimlik, Siyaset ve Kutsallýk – Yunanistan Trakya’sýnda Bir Bektaþi
Panayýrýnýn Deðerlendirmesi (Ýngilizce)
Yunanistan Trakya’sýnda yaklaþýk üç bin kiþilik bir Bektaþi toplumu yaþamaktadýr. Bölgedeki Bektaþi anýtlarý (Kýzýl Deli Tekkesi ile bir dizi türbe)
19. yüzyýlýn sonuna dek bölgede Bektaþi erenlerinin güçlü bir varlýðý
olduðunu göstermektedir.
20. yüzyýlda, bölgedeki Sünni Müslümanlarýn hem maddi hem de
manevi anlamda artan basýncý altýnda kalan Bektaþi toplumu, Türkiye’deki ve baþka yerlerdeki Bektaþi merkezleri ile az sayýda temas kurarak, göreceli bir yalýtlanmýþlýk içinde yaþamýný sürdürmüþtür.
Bektaþiler, toplu tapýnmalar (cemler) ve “panayýr” adý verilen çoðunlukla dini bayramlarla kendi dini/kültürel kimliklerini sergileme olanaðý
bulabilmektedir. Yaz ortasýnda yapýlan Seçek Panayýrý, bu bayramlarýn en
önde gelenidir.
1990’lý yýllarýn ortalarýna kadar panayýrlar, geleneksek tapýným törenleri þemalarýna uyarak bireyler tarafýndan düzenlenmekteydi. 1997 yýlýnda bölgede bir kültür derneði kuruldu; amaçlarý arasýnda Seçek panayýrýný
düzenlemek ve yönetmek de bulunuyordu. Türkiye devletinin etkileri ve
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 11
¸ E
SERÇESM
8-30 EYLÜL 2005 - S. DEMÝREL ÜNÝVERSÝTESÝ - I. ULUSLARARASI BEKTAÞÝLÝK VE ALEVÝLÝK SEMPOZYUMU
Sünni çoðunluðun baskýlarý altýna çalýþan bu derneðin etkinlikleri adý
geçen dini bayramýn yapýsý ve niteliðinde büyük bir etki yaptý.
Esas olarak görsel malzemelerden oluþan bu sunum, Seçek Panayýrý’nýn beþ yýllýk (1996-2000) bir süre boyunca geliþimini deðerlendirmeye; bu derneðin katýlýmýnýn ardýndan gelen ve bayramýn varlýðýný tehlikeye atabilecek can alýcý önemdeki deðiþiklikleri sergilemeye ve çözümlemeye çalýþacaktýr.
Giorgos Mavrommatis, Yunanistan
Anýtlar ve Toplumlar: 20. Yüzyýl Yunanistan’ýnda Bektaþilik
(Ýngilizce)
Bugün Yunanistan olarak tanýmlanan bölgede Osmanlýnýn son döneminde, Merkezi ve Kuzey Batý Yunanistan’da Arnavutça konuþan, Kuzey
Doðu Yunanistan’da Türkçe ve Bulgarca konuþan ve Girit adasýnda
Rumca konuþan ve yerleþtiklere yere göre önemli farklar gösteren Bektaþi
toplumlarýnýn birbiriyle iliþkili bir aðý olduðunu gözlemleyebiliyoruz.
Bölgede Bektaþiliðin 18. yüzyýlýn sonlarýnda güçlendiðini, ancak II.
Mahmud’un ýslahatlarý, Yunanistan’ýn baðýmsýzlýðýný kazanmasý, Ýkinci
Dünya Savaþý’nda Yunanistan-Arnavutluk düþmanlýðý ve esas olarak
Türkiye ile Yunanistan arasýndaki zorunlu nüfus mübadelesi ile zayýfladýðýný ve bu toplumlarýn çoðunun sonul olarak daðýldýðý görülmektedir.
Bu çalýþma, alan araþtýrmasýna dayalý bir bibliyografya taramasýnýdýr
ve amacý tüm Yunanistan’daki en önemli Bektaþi anýtlarýný ve toplumlarýný derlemek ve sunmaktýr. Görsel malzemeler (saydamlar, vb.) yardýmý ile yalnýz önemli mimari kalýntýlarý (türbe, mezarlýk, vb.) deðil, ayný
zamanda bu toplumlarýn tarihi ve kalýntýlarý ile Bektaþilerin çevrelerindeki Bektaþi olmayan (esas olarak Hýristiyan) toplumlarla iliþkilerini
ve onlara etkilerini sunmayý amaçlýyorum.
Arþ. Gör. Mark Soileau, Bilkent Üniversitesi
Lokma Almak Aný Görmek: Bektaþi Ritüel Yemeðinde
Lokma Almak ve Sindirmek (Ýngilizce)
Bektaþi erkâný kapsamýnda iki önemli ritüel gerçekleþir. En önemli tören
olan Meydan’dan çýktýktan sonra Bektaþi mensuplarý “Ali Sofrasý” denilen ritüel sofrayý kurarlar ve bu sofrada, Meydan’da olduðu gibi, Bektaþi
eðitimi verilir. Baþka tarikatlarda da yemek önemli, simgesel ve eðitici bir
unsur olmasýna raðmen, Bektaþiler sofra kurmayý, yemek yemeyi ve içki
içmeyi diðerlerine göre uzun, karmaþýk ve anlamlý bir tören haline getirmiþlerdir. Bu sofrada yiyecek ve içeceklerin simgesel ve Bektaþi tarihi ve
eðitimi bakýmýndan özel anlamlarý vardýr. Bunlarýn ritüel ortamda yenmesi ve içilmesi Bektaþi öðretilerinin aktarýlmasýnda etkili bir yöntem
olagelmiþtir.
Bu tebliðde Sofra geleneðinin Bektaþi eðitimindeki rolü anlatýlacaktýr.
“Sofra,” “lokma” ve “dem” gibi bazý önemli kavramlarýn bu baðlamda
nasýl kullanýldýðýna bakýlacaktýr ve bu geleneðin uygulanmasýný göstermek için modern, kentsel bir Bektaþi topluluðu olarak Gaziler Dergâhý
örnek alýnarak bu geleneðin ayrýntýlarý ortaya konulacaktýr. Bu dergâhýn
etnografik özellikleri anlatýldýktan sonra, Bektaþi Sofrasý geleneðinin bu
baðlamda nasýl gerçekleþtirildiði ele alýnacaktýr. Sonuç olarak, Bektaþi
sofra âdâbý ve ritüel uygulamalarý Bektaþi öðretilerinin aktarýlmasý
amacýyla katýlýmcýlarýn bu öðretileri simgesel boyutlarýyla sindirmelerini
saðlayan bir ritüel olarak yorumlanacaktýr.
Prof. Dr. Ramazan Altýntaþ, Cumhuriyet Üniversitesi
Alevî Bektaþi Geleneðinde “Dedelik” Kurumu
Günümüzde Alevîlik anlayýþý, gerek Anadolu’da ve gerekse Balkanlarda
hâlâ varlýðýný devam ettirmektedir. Ýþte bu sebeple, Türkiye’de ve Balkanlarda azýmsanmayacak bir nüfusa sahip olan Alevî topluluklarýnýn inançlarý, yaþam biçimleri, ritüelleri, sosyal yapýlarý, folkloru, örf ve âdetleri
özellikle 80’li yýllardan sonra yerli ve yabancý pek çok araþtýrmacý
tarafýndan inceleme konusu yapýlmýþtýr. Ancak, tarih boyunca, kapalý bir
toplum olma özelliði taþýmalarýndan dolayý, Alevîliðin bazý inanýþlarý ve
düþünce biçimleri, hep tartýþýla gelmiþtir. Alevî teolojisinde en önemli
tartýþma konularýndan birisi de hiç þüphesiz dinî bir kurum olan ‘dedelik’tir. Ýþte biz bu bildirimizde Alevî inancýnda çok önemli ve merkezi bir
Kasým 2005
yere sahip olan “Dedelik Kurumunu” üzerinde duracaðýz. Alevilikte
dedelik kurumsal olarak merkezi bir role sahiptir. Bütün ritüeller, dede
merkezlidir, onun onay ve bilgisi olmadan cemaat içerisinde icra edilecek
bütün davranýþlarýn meþruiyeti geçersizdir. Bu açýdan, Alevîlikte her þey
dedenin çevresinde dolaþýr. Dolayýsýyla dedeler, bilgi ve hakemliði tekellerinde tutmaktadýrlar.
Diðer yandan, Alevî topluluklarýnda dinî bir otorite olan ‘Dede’ler
sosyal ve teolojik sistemde merkezî bir konum iþgal etmektedirler. Bu
topluluðun sürekliliðinin saðlanmasýnda ve Alevî bilincinin artýp-eksilmesinde Dede’lerin aktif veya pasif tutumu son derece rol oynamaktadýr.
Anadolu Alevîliði daha çok konar-göçer Türkmenler arasýnda yaygýn
olduðu için, böylesi göçebe toplumlarda, dinî otoriteleri yetiþtiren ortam,
kurumlaþmýþ bir öðretiye (medrese) dayalý deðil, geleneksel manada sözel
bir aktarmaya dayalýdýr.
Alevîliðin tarihinde, Dede’liðin soy’dan gelmesi prensibine sýký sýkýya
baðlýlýk, dýþarýdan din adamý katýlýmýnýn önüne geçmiþtir. Özellikle
Kýzýlbaþ-Alevîlikte dinî otorite, seçicilik kimliði taþýmamaktadýr.
Kýzýlbaþ-Alevîlikte dinî liderliðin seçicilik kimliði taþýmamasý, nasýl ki
Batý Avrupa’da aristokrasilerin kokuþmasýna, meslek tabakalarýnýn da
çürümesine yol açmýþsa, yani, kanýn tazelenmesi türü bir sirkülasyonun
bulunmayýþý, dedelik kurumunun da çok ilkel bir seviyede kalmasýna
neden olmuþ, bu da Alevî grup yaþantýsýnýn kapalýlýðý-gizliliðini desteklemiþtir.
Kýzýlbaþ-Alevîlikte ocakzâde bir ruhanî geleneðe baðlý Dedelik
anlayýþý, 1960’lý yýllardan sonra toplumsal þartlarýn deðiþmesi, modernleþmenin etkisi, köyden kente göç olgusu ve Alevîliðe sol akýmlarýn sýzmasý gibi çok yönlü nedenlerden dolayý bir kýrýlma ve misyonda çöküntü
dönemi yaþamaya baþlar. Tabii ki bunda, Alevîliðin teolojisini, þifâhi bir
yolla cemaata aktaran ‘Dede’lerin eðitim alanýndaki zafiyetlerinin ve
Dede’lik kurumunun siyasallaþmasýnýn da rolü vardýr. Bu da ister istemez
okumuþ, üniversiteli Alevî gençlerin “Dede”lere karþý sempati duymalarýný azaltmaya sebep olmuþtur.
Bugün, modern eðitim ve kentleþmenin etkisiyle Alevî inancýnýn bel
kemiðini oluþturan dinî otorite hususunda önemli bir yer deðiþtirme ve
çözülme yaþanmaktadýr. Bu sebeple de “dergi”ye baðlý, kitabî unsurlarla
donanýmlý yeni dinî bir otorite biçimi ortaya çýkmaya baþlamýþtýr. Artýk
günümüz Anadolu Alevîliðinde dinî otorite “Dede’lerden Entellektüellerin” inisiyatifine geçme gibi güçlü bir eðilim taþýmaktadýr. Bu durum
Alevilikte, Dedelerin cemaat üzerindeki bilgi tekelinin kýrýlmasýna ve
otoritelerinin sarsýlmasýna yol açmaktadýr.
Sonuç olarak, eðer Alevî topluluklarýnýn dinî lideri konumunda olan
Dede’lere zamanýn þartlarýna uygun, çaðýn gerisinde kalmadan iyi bir dinî
eðitim verilirse, tekrar onlar, Alevî toplumunun dinî-sosyal ihtiyaçlarýna
cevap verebilecek bir konuma gelebilirler. Bir de Alevî teologlarý, dede’lerin soy’a baðlý olma þartý üzerinde reform yapmayý düþünmelidirler.
Dede’lik kurumunun tekrar iþlevsel hale gelebilmesi için ölçü, “ne olmalýdýr?” sorusuna, eðer; bilgi, takvâ ve liyâkat gibi cevaplar verilir ve bu
cevaplar istikâmetinde yeni bir yapýlanma içerisine girilirse, sanýrým, bir
çýkýþ yolu bulunabilir.
Doç. Dr. Þuayip Özdemir, Ýnönü Üniversitesi
Avrupa Birliðine Giriþ Sürecinde Alevilerin Diyanet Ýþleri
Baþkanlýðýnda Temsil Meselesine Bakýþý - Malatya Örneði
Problem ve Amaç: Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn; mezhepler, tarikatlar,
cemaatler üstü bir yapýda kurulmuþ olmasý yanýnda, farklý dinsel anlayýþlara mensup olanlara da hizmet götürmeyi amaçladýðý yetkililerce her
ortamda dile getirilmektedir.
Birçok Diyanet Ýþleri Baþkaný, bu kuruluþun “temsil kuruluþu” olmadýðýný, bir “hizmet kuruluþu” olduðunu çeþitli vesilelerle dile getirmiþlerdir. Dolayýsýyla, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý içinde diðer mezhep, meþrep,
cemaat ve tarikatlarýn temsil edilmemesi gibi, Aleviliðin temsilinin de söz
konusu olmadýðý ifade edilmiþtir. Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn; farklý
mezhep, meþrep, cemaat ve tarikat mensuplarýnýn, devletten bekledikleri
hizmetleri vatandaþlara ulaþtýran bir “vasýta” konumunda olduðu vurgulanmýþtýr.
(Devamý 10. Sayfada)
11
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 12
¸ E
SERÇESM
8-30 EYLÜL 2005 - S. DEMÝREL ÜNÝVERSÝTESÝ - I. ULUSLARARASI BEKTAÞÝLÝK VE ALEVÝLÝK SEMPOZYUMU
(Baþtarafý 9. Sayfada)
Alevi kesimin Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý içinde temsil edilmesinin
önündeki en önemli engellerinden birisi, bu konuda Aleviler arasýnda bir
görüþ birliðinin bulunmamasýdýr.
Bazý düþünürler; Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn, kurulduðu dönemden
bu yana, Aleviler aleyhine hiçbir hareketinin olmadýðýný, dinsel cemaatler
ve tarikatlar aleyhine ise birçok rapor hazýrladýðýný belirtmektedirler.
Dolayýsýyla, Alevilere devlet yönetiminin daha çok sahip çýktýðý dile getirilmektedir. Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn, “Alevilere hizmet vermediði”
anlayýþýnýn; Alevilerin, ibadetlerini ve ibadet yerlerini farklý bir çerçevede
algýlamalarýyla ilgili olduðu da belirtilmiþtir. Aleviliðin, bir tarikat gibi
ele alýnabilmesinin mümkün olduðu, zaten tarikatlarýn de Diyanet Ýþleri
Baþkanlýðý’nýn hizmetlerinin dýþýnda kaldýðý ifade edilmiþtir.
Ülkemiz Avrupa Birliðine girme süreci yaþamaktadýr. AB Komisyonunun 6 Ekim 2004’te yayýnladýðý Ýlerleme Raporunda Alevilerden
“Sünni olmayan azýnlýk” þeklinde söz etmesi Alevilerle ilgili yukarýda
ifade ettiðimiz tartýþmalarý yeniden alevlendirmiþtir. Yýllardýr ayný topraklarda birlikte yaþadýðýmýz bu kiþilerin azýnlýk olarak gösterilmesi
oldukça manidardýr. Alevi vatandaþlarýmýzýn dinle ilgili sorunlarýný baþkalarýnýn telkinlerine gerek kalmaksýzýn kendi çaba ve gayretlerimizle
çözmeliyiz.
Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý, artýk Alevilerle ilgili olarak birtakým adýmlar atmalýdýr. Alevi vatandaþlarýmýzýn istekleri belirlenmeli ve bunun için
yeni birtakým politikalar geliþtirilmelidir. Yaþayan Alevilikle ilgili geniþ
çaplý alan araþtýrmalarý yapýlmalýdýr. Hangi bölgede hangi Alevilik
anlayýþýnýn hâkim olduðu, bu sayede tespit edilir, gerek cami hizmeti ve
gerekse de cami dýþý hizmetlerde bu kesimin istekleri uygun þartlarda yerine getirilebilir. Alevilikle ilgili objektif olarak kaleme alýnmýþ eserler
yayýnlanmalý, Alevilerin özelliklerini ortaya koymak amacýyla konferans,
panel türü aktiviteler düzenlenmelidir. Alevilerin yaþadýklarý yerleþim
yerlerine; bilgi, görgü, diyaloga açýk olma ve yaþayýþ tarzlarý bakýmýndan
üstün olan din görevlileri atanmalýdýr.
Bu araþtýrmayla Malatya’da yaþayan alevi vatandaþlarýmýzýn Diyanet
Ýþleri Baþkanlýðýnda temsil edilme meselesine iliþkin görüþlerini ortaya
çýkarmayý ve Alevilere yönelik din hizmetleri ile ilgili öneriler geliþtirmeyi amaçlamýþ bulunmaktayýz.
Evren ve Örneklem: Malatya Alevi vatandaþlarýmýzýn yoðun olarak
yaþadýðý illerden birisidir. Malatya’da Alevilerin mensubu olduðu üç tane
kuruluþ bulunmaktadýr. Bunlarý þu þekilde sýralayabiliriz: (1) Hacý Bektaþi
Veli Kültür Merkezi Vakfý, (2) Cem Vakfý, (3) Zeynel Abidin Kültür
Vakfý.
Özellikle bu üç vakfa mensup olanlarý göz önünde bulundurarak evreni temsil edecek þekilde örneklem grubu oluþturulacaktýr.
Yöntem: Alevi vatandaþlarýmýz arasýndan örneklem grubu seçilerek
anket uygulanacaktýr. Ayrýca Alevilerle ilgili yazýlmýþ kitaplar, yapýlmýþ
tezler incelenecek, ulaþýlan bulgular araþtýrmamýzda bilgi olarak kullanýlacaktýr.
Doç. Dr. Fazlý Arabacý, Gazi Üniversitesi
Farklýlaþma Ýçinde Bütünleþmenin
Teolojik ve Sosyolojik Kemelleri
Dünya’da yeniden yapýlanmalarýn konuþulup tartýþýldýðý ve bunlara dayalý olarak içinde yaþadýðýmýz coðrafyanýn yeniden þekillenmesine yönelik
her türlü göstergelerin müþahede edildiði bir dönemde, jeostratejik yönü
oldukça önemli olan ülkemizin yeniden farklý düzeylerde sosyo-politik ve
dinî olaylara maruz kalmasý kuvvetle muhtemel görünmektedir.
Bu baðlamda yakýn geçmiþte Türkiye’nin, gerek sosyo-politik ve
ekonomik imkansýzlýklarý ya da ihmallere dayalý iç sebeplerden, gerekse
bazý geliþmiþ ülkelerin ve yakýn komþularýn teþviki ile dýþ sebeplerden
dolayý oluþan etnik bölücülükle karþý karþýya olduðu bilinen bir gerçektir.
Diðer yandan ayný sebeplere dayalý veya bunlara ilave olarak baþka sebeplerle, temel gayesi “barýþ” ve “bütünleþmeyi” saðlamak olan din, mezhep çatýþmalarýyla, ideolojik yapýlanmalarla toplumsal barýþý ve bütünleþmeyi tehdit eden bir unsur haline getirilmeye çalýþýlmaktadýr.
Acaba tarihi süreç içersinde Müslüman toplumlarý ciddi boyutlarda
meþgul eden “dinî farklýlaþma”nýn sosyal çözülme ve bölünme açýsýndan
ontolojik bir temeli var mýdýr? Baþka bir ifadeyle Vahiy anlamýnda dinin
bizzat kendisi sosyal bölünmeleri teþvik etmekte midir? Yoksa sorun top-
12
lumsal, siyasi ve kültürel farklýlaþmalardan kaynaklanan epistemolojik
farklýlýklara mý dayanmaktadýr? Diðer yandan yaþadýðýmýz çaðda küreselleþme politikalarýnýn felsefî arka planýný oluþturan post-modern,
parçacý yaklaþýmlarýn bu ayrýþtýrmacý yapýlanmalardaki rolü nedir? Benim
tebliðim birkaç soruyla dile getirdiðim problematike cevap ararken, dinde
ve sosyo-kültürel mirasýmýzda bütünleþtirici öðelerin neler olduðu ve
bunlarla ilgili nelerin yapýlabileceði üzerine olacaktýr.
Doç. Dr. Osman Egri, Gazi Üniversitesi
Kitâb-ý Cabbar Kulu’nda
Din Eðitimi Unsurlarý
Cabbar Kulu Kitabý, Alevîlik-Bektaþîliðin klasik kaynaklarýndandýr. Bu
eser, daha önce Can Yayýnlarý tarafýndan yayýnlanmýþ, ancak okunan
nüsha veya nüshalardan hiç bahsedilmemiþtir. Bu yüzden yapýlan yayýnýn
bilimsel bir deðeri bulunmamaktadýr. Ýkinci olarak, Sivas’ta Saim Kaptan
tarafýndan yayýnlanmýþtýr. Edisyon kritik þeklindeki bu çalýþmada en
eskisi 150 yýl önce yazýlmýþ olan beþ nüsha esas alýnmýþtýr. Benim bulduðum Çorum Dodurga Mehmet Dede Tekkeköy Cabbar Kulu Kitabý
nüshasý 270 yýllýk, Amasya Gümüþhacýköy Karaköy nüshasý ise, 170 yýllýk bir geçmiþe sahiptir. Bu iki nüshanýn karþýlaþtýrmalý çevirisini bitirmiþ
bulunmaktayým. Yaptýðým incelemede, Sivas’ta yayýnlanan çalýþmada
bazý eksiklikler olduðu görülmüþtür.
Uluslararasý Bektaþilik Alevilik Sempozyumu I’de sunmayý düþündüðüm tebliðde 270 yýllýk nüsha esas alýnarak, eserin içersindeki din
eðitimi unsurlarý analiz edilecektir. Eser, klasik bir ahlâk kitabýdýr. Eserde Bektaþî derviþlerinin inanç, ibadet ve daha çok da ahlâk açýsýndan
eðitimlerinin hedef alýndýðý görülmektedir. Eserdeki konuþmalar, ekseriyetle Hazreti Peygamber ve Hazreti Ali arasýnda geçmektedir ki, bununla iki din büyüðü arasýndaki yakýnlýk, Hz. Ali’nin bütün ilimleri bizzat
Hazreti Peygamber’den almýþ olduðu mesajý verilmek istenmiþ olabilir.
Her bab ve faslýn sonunda konu ile ilgili bir duâ cümlesi yer almaktadýr. Dualarýn kabulü için Allah’ýn sevdiði kiþilerin anýlmasý, Alevî-Bektâþî geleneðinde sýkça karþýlaþýlan bir durumdur.
Eserde, canlý-cansýz her nesne, konuþturulmaktadýr. Eser, bir nevi
“fabl” görünümündedir. Bu yolla dinî ve ahlâkî eðitim yapýlmaktadýr.
Benzetmeler, insanlarýn en yakýnlarýnda bulunan nesnelerden seçilmekte; diyaloglar onlara yaptýrýlmaktadýr. Böylece önemli bir din öðretimi ilkesi olan; somuttan örneklerden soyut kural ve genellemelere ulaþma
ilkesine uyulduðu gözlenmektedir. Meselâ; ucub, doðruluk, alçakgönüllülük gibi soyut kavramlar somuta indirgenerek öðretim konusu yapýlmaktadýr. Bu yaklaþým, antropolojik açýdan da önemlidir. Ýnsanýn eþya ve
olaylara, tabiî çevresine yabancýlaþmasýný da önleyici bir fonksiyon icra
edebilir. Zira insan Cabbar Kulu Kitabý okuyunca, ahlâkî ve dînî ilkeleri
fýsýldayan bir tabiî çevre içersinde kendisini bulmaktadýr. Bu durum,
insanýn çevresi ile bütünleþerek yalnýzlýk ve yabancýlaþmadan kurtulmasýna katkýda bulunabilir. Böylece eðitim sürecine süreklilik kazandýrýlmak
da istenmiþ olabilir.
Bazý bablarda nesneler bir nevi mahkeme edilmekte, haklý ile haksýz
araþtýrýlarak bulunmaktadýr. Hem suçlayan, hem de suçlanana söz hakký
verilerek, en doðru bulunmaya çalýþýlmaktadýr. Burada bir hukuk eðitiminden söz edilebilir. Olaylarýn iþlenme tarzý, bir tarafý dinleyerek karar
verilmemesi mesajýný içermektedir.
Ýnsanýn iç dünyasýndaki iyi ile kötünün çekiþmesi anlatýlarak bir nevî
din psikolojisi analizi yapýlmaktadýr. Eserde, amelsizlikten inançsýzlýða
kadar giden süreç dramatize edilerek açýklanmaktadýr. Þeytanýn insaný
nasýl aldattýðýný çeþitli örnekler verilerek anlatýlmaktadýr. Ýtikadý, kelâmî
meseleler, çeþitli somut örnekler verilerek iþlenmektedir. Dinî duygularýn
ve þeytanî davranýþlarýn ortaya çýkmasý sürecinde yaþananlar çeþitli benzetmeler vasýtasýyla gözler önüne serilmektedir. Bir insan Allah’ýn yoluna nasýl girer; þeytanýn yoluna nasýl girer sorularýna eserde cevap bulmak
mümkün olmaktadýr.
Sonuç olarak tebliðimde, 270 yýllýk el yazmasý nüshadan hareketle,
didaktik ve pedagojik bir din ve ahlâk eðitimi kitabý muhtevasýna sahip
olan Cabbar Kulu Kitabý’nýn Din Eðitimi Unsurlarý açýsýndan analizi
yapýlacaktýr.
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 13
¸ E
SERÇESM
8-30 EYLÜL 2005 - S. DEMÝREL ÜNÝVERSÝTESÝ - I. ULUSLARARASI BEKTAÞÝLÝK VE ALEVÝLÝK SEMPOZYUMU
Sempozyumun Amacý ve
Kapsamý Þöyle Belirtilmiþti:
Yard. Doç. Dr. Selim Eren, Cumhuriyet Üniversitesi
Türklerin Farklý Din Anlayýþýna Sahip Olmalarýnýn
Tarihsel ve Sosyolojik Arkaplaný
Günümüzde, Alevilik ve Bektaþilik konularý medyada tartýþýlýrken, genelde yapýlan bir hata, bu olgunun sanki günümüzde ya da günümüze yakýn
bir zamanda ortaya çýkmýþ gibi sunulmasýdýr. Bu, bizim tarih bilincimizin
ve tarihi doðru algýlayacak bilgi donanýmýmýzýn yetersizliðine iþaret eden
bir göstergedir.
Yukarýda baþlýðý yazýlan tebliðde, Türk din anlayýþýnýn oluþumuna
kaynaklýk eden Ýslam öncesi dini yapýya kýsaca deðinilecek, arkasýndan
Türklerin Müslüman olmasý süreci incelenecektir. Bu çerçevede, Türklerin hangi yollardan ve hangi din anlayýþý aracýlýðýyla Ýslam’la tanýþtýklarý
ve bu tanýþýklýðýn tarih içerisindeki farklý þekillenmelerine vurgu yapýlacaktýr. Bu durum, Türklerin günümüzde niçin bir kýsmýnýn Sünni, bir kýsmýnýn Alevi ya da Bektaþi olduðunun anlaþýlmasýnda önemli bir noktadýr.
Türklerin tarihsel süreç içerisinde benimsedikleri farklý din anlayýþlarýndan, Sünnilik, Batýnilik, çeþitli tarikatlara mensubiyet vb. konulara
deðinilerek, günümüz Türk insanýnýn din anlayýþ ve yaþayýþýna etkide
bulunan tarihsel ve sosyolojik etkenler üzerinde durulacaktýr.
Yine, Türk din tarihindeki dini anlayýþtaki deðiþimlere ve bunlara etki
eden politik, sosyolojik etkenlere vurgu yapýlacak, bu durumun günümüzde hangi noktaya geldiðine deðinilecektir.
Yard. Doç. Dr. Hüseyin Özcan, Fatih Üniversitesi
Alevi-Bektaþî Þiirinde
Âdâb ve Erkân
Bektaþî anlayýþýnýn en yaygýn þekilde iþlendiði edebi ürün þiirdir. Bektaþî
topluluklarý arasýnda okunan nefeslerle ilâhî bir boyut kazanan bu þiirler
günümüze kadar soluðunu devam ettirerek gelmiþtir. Bektaþîliðin diðer
anlayýþlara göre daha fazla yayýlmasý ve zamanýmýza kadar bu anlayýþýn
taþýnmasýnda en önemli etkenlerden birisi de bu anlayýþýnýn güçlü ve zengin edebiyatýndan kaynaklanmaktadýr.
Sözlü kültürle geliþen sonradan yazýlý hale gelen velâyetnameler ve
Hacý Bektaþ Velî’ye ait olduðu ifade edilen eserler dýþýnda gerek bu anlayýþýn tarihi geçmiþi gerekse Hacý Bektaþ Velî hakkýnda yeteri kadar kesin
bilgilere ve kaynaklara sahip deðiliz. Bu anlayýþ konusunda bize bilgi
verebilecek en zengin kaynak asýrlarca bu düþünceye mensup halk þairlerince seslendirilen Alevî/Bektâþî þiirleridir. Çoðunlukla saz eþliðinde
tarikâtýn âdâb ve erkânýna ait kavramlarýn iþlendiði bu þiirler Bektâþîliði
kitlelere ulaþtýrmada aktif rol oynamýþlardýr. Halkýn yüzyýllar boyunca
sözlü kültürle aþina olduklarý bu þiirler onlara hep yakýn olmuþtur. Bu
düþünceye mensup þairler yüzyýllar boyunca yazdýklarý deyiþ ve nefeslerle bu anlayýþý hep canlý tutmasýný bilmiþlerdir.
Çalýþma ile genel olarak üzerinde bir takým ideolojik gayelerle zaman
zaman aslýndan uzaklaþtýrýlmak istenen Alevî/Bektâþî anlayýþýný en saf ve
sade bir þekilde asýrlarca aktarýlarak gelmiþ þiir perspektifinden bakarak
þiir kaynaðýna dikkat çekilmiþ, Bektâþi tarîkâtýyla doðrudan ilgili olan
erkâna ait belli baþlý kavramlar incelenerek Alevi/Bektaþi þairlerin þiirleriyle erkaný ele alýþlarý örneklenmiþtir.
Yard. Doç. Dr. Rabia Uçkun, Ege Üniversitesi
Alevi-Bektaþi Geleneðinde Nevruz Kutlamalarý
Bayramlar, bir milletin mitolojisinin, tarihinin, kültürünün, fikrî yapýsýnýn
kaynaþmýþ bir bütün halinde yaþandýðý ve millî karakterin riyasýz olarak
yaþatýldýðý birlik, kardeþlik ve sevinç günleridir. Bayramlar fertleri bir
araya getirir, toplumsal baðlarý güçlendirir.
Nevrûz da, halkýn ortak duygu ve düþüncelerini dile getiren, toplumu
ayný amaç ve idealler için birleþtiren, Türk kültürünün korunup yaþatýlmasýnda önemli bir yeri olan mevsimlik törenlerimizden, bayramlarýmýzdan biridir. Ýslamiyet öncesi bahar kutlamalarý yapan Türkler, bu kutlamalarý Nevruz adýyla daha sonra da sürdürmüþlerdir.
Nevruz, sosyal ve fizikî coðrafyadaki egemen kültürün yüklediði anlama göre þekillenmiþtir. Dolayýsýyla her toplum Nevruzu kendi deðerleriyle anlamlandýrarak millî kültürlerinin bir sembolü haline getirmiþtir.
Her sosyal grubun kutlama þekilleri de Nevruzun içeriðini farklý kýlmaktadýr.
Kasým 2005
Avrupa Birliðine giriþ sürecinde
Bektaþîleri ve Alevîleri,
Hacý Bektaþ Veli'ye baðlýlýk
ekseninde geçmiþten günümüze farklý perspektiflerle
bilimsel platforma getirmektir.
Sempozyumun amacý, Türkiye ve
diðer ülkelerdeki konunun uzmanlarý
ile Alevi-Bektaþi gelenekten gelenlerin yer aldýðý
bilimsel bir platformda
Alevilik-Bektaþiliðin tarihi, bugünü
Türkiye ve Türkiye dýþýnda yaþayanlarýnýn problemlerini ele almak ve
çözüm yollarýna
katkýda bulunmaktýr.
Bildiride, Alevî-Bektaþî inançlarý ve pratikleri göz önünde tutularak
Nevruzun kazanmýþ olduðu anlam üzerinde durulacaktýr. Nevruz, AlevîBektaþî geleneðinde Hz. Ali’nin doðum günü ve halife tayin edildiði gün,
Hz. Fatma ile evlendiði gün, Hz. Hasan ve Hüseyin’in doðduðu gün ve
Kerbelâ hadisesinin cereyan ettiði gün olarak kabul edilmektedir. Buradan hareketle Alevî-Bektaþî geleneðinde sürdürülmekte olan Nevruz kutlamalarý anlatýlacak, Nevruzun anlam ve önemi vurgulanmaya çalýþýlacaktýr.
Bildirinin sonunda, Nevruzun ister dinî ister din dýþý bir ritüele dayansýn, bir kültür veya folklor unsuru olarak toplumu belli deðerler etrafýnda
birleþtirdiði ve kültürün derinliklerindeki bir olayý kaynak göstererek
bayram þeklinde kutlandýðý sonucuna varýlacaktýr.
Yard. Doç. Dr. Hülya Küçük, Selçuk Üniversitesi
Cumhuriyet Döneminde Bektaþilik
Bektaþîliðin kaldýrýlmasýndan sonra, Bektaþî tekkelerin baþýna genelde
Nakþî veya Halvetî þeyhler atanýr olmuþtu. Salih Niyazi Baba (v.1941,
Kilerevi Babasý/Dedebaba), Nakþî þeyhin görevinin, iki tarafýn (yani Çelebiler ve Babalarýn) haklarýný gözetmek ve onlarýn doðru yoldan (yani,
Ýslam’dan) sapmalarýný önlemek olduðunu söyler. Kolayca anlaþýlacaðý
üzere, ana tekkede Nakþî þeyhle birlikte üç þeyh vardý:
1) Çelebiyân kolunu temsilen, Cemâleddîn Çelebi ve ondan sonra,
tarikatlarýn 1341/1925’de kapatýlýþýna kadar, Veliyyeddin Çelebi
(1867–1940);
2) Babagân kolunu temsilen, Salih Niyazi Baba, ‘Kilerevi Babasý’ (ki
‘Dedebaba’ olarak kabul ediliyordu);
3) Nakþîleri temsilen Þeyh Hacý Hasan Efendi. Hacý Hasan Efendi,
buraya 1334/1918’de tayin edilmiþ ve orada 19 ay (yani, 1335/1919’a
dek) kalmýþtý.
Tebliðimizde bu üç þeyh denetimindeki ana tekke ve diðer Bektaþi
tekkeleri hakkýnda deðerlendirmeler yer alacaktýr.
Milli Mücadele Sonrasý
Bektaþîlerin varlýðýna raðmen hiçbir Bektaþinin Millî Mücadele’den
sonra baþlayan reformlara karþý gelmediði ve bütün Bektaþîlerin cumhuriyetin seküler politikalarýný destekledikleri þeklinde yanlýþ bir kaný vardýr.
Besîm (Atalay)’ýn, kendi ifadesiyle yazmak için on beþ yýlýný harcadýðý ünlü kitabý Bektâþîlik ve Edebiyâtý, (Ýst., 1340: Matbaa-yý Âmira),
Hâkimiyet-i Milliye’de 24 Þubat 1340 (1924)’den itibaren tefrika halinde
verilmeye baþlanmýþtý. Kitap Bektaþîliðin ortaya çýkýþý, geliþmesi ve o
zaman içinde bulunduðu kötü durumla ilgili idi. Gazetenin yazarlarýndan
Abdülfeyyaz Tayyar Tevfik, bu kitabýn, memleketin manevî yapýsý ile ilgili araþtýrmalara ne denli ihtiyaç duyduðunu gösterdiðini, zira memleketin sadece maddî deðil ayný zamanda manevî kaynaklarla da yönetildiðini, tekkelerin eðitim ve öðretim yerleri olmalarý lazým gelirken tarikatlarýn Allah adýna bid’atler uydurduðunu, ama sufizme saldýrmak yerine,
onun sosyal çeþitliliðe sunduklarýný tanýmak açýsýndan üzerinde etüd etmeye daha çok ihtiyaç olduðunu belirtiyordu. Besim Atalay, o zaman ki
Bektaþîliðin Ýslam ve Türk kültürünün kabul edebileceði sýnýrlarý çoktan
aþtýðýný ve reforma gerek duyduðunu düþünmekteydi.
13
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 14
¸ E
SERÇESM
BREMEN’DE ALEVÝ AKADEMÝSÝ’NÝN VE CEMEVÝNÝN AÇILIÞI YAPILDI
Alevi Akademisi Görkemli Bir Törenle Açýldý
A
Hakký Þahin
levi Akademisi kýsa bir süre önce sa“Kýsa bir süre önce resmi makamlar, Bremen eyatýn aldýðý Bremen merkezdeki yerini
Alevi Akademisi ve Cemevi’nin letinde yaþayan çeþitli inanç gruplarýnýn kendilerini
görkemli bir açýlýþ töreniyle hizmete
rahatça ifade edebilmeleri amacýyla Alevi toplumuAçýlýþ Töreni
açtý. Açýlýþa Bremen Belediye Baþkanun sorunlarýný çözmeyi de gündemlerine aldýlar.
3 Aralýk 2005 Tarihinde
ný Jens Böhrnsen; Eski Bremen BeleBöylece Bremen Üniversitesi Rektörlüðü, Bremen
diye Baþkaný Dr. Henning Scherf; Bremen ÜniverEyalet Yönetimi ve Bremen Alevi Evi, Alevi AkaBremen’de yapýldý.
sitesi, Dinler Bilimi ve Araþtýrma Enstitüsü kürsü
demisi Merkezi’nin Bremen’e taþýnmasýný önerdiler,
Baþkaný Prof. Dr. Christoph Auffarth; Erfurt Üni- Açýlýþa Bremen Eyaleti ve Belediye bizler de bu öneriyi, Alevi Akademisi olarak oldukYöneticileri ile
versitesi, Max-Weber Koleji, Kültür ve Sosyal
ça samimi bulduðumuz için kabul ettik. Alevi AkaAraþtýrma Enstitüsü’nden Prof. Dr. Hans G. Kipdemisi’nin Bremen Üniversitesi ile bundan böyle
Bremen Üniversitesi’nden ve
penberg; Max-Planck-Enstitüsü, Antropoloji Araþçalýþmalarýn iþbirliði halinde yürütülmesi kararlaþTürkiye’den Öðretim Üyeleri
týrma Enstitüsü’nden Dr. Krisztina Kehl; Bremen
týrýlarak, oluþturacaðýmýz Bilim Kurulu ile araþtýrKatýldý.
Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yasemin Karakaþoðlu;
ma, yayýn ve benzeri etkinlikleri kapsayan çok sayýBremen Belediyesi’nden Dr. Helmut Hafner; Eski
daki projeler kapsamýnda birlikte çalýþmalar yürüteAlevi Akademisi’nin
Federal Göç ve Uyum Sorumlusu Marieluise Beck;
ceðiz.”
Bilim ve Yayýn Kurullarý
Eskiþehir Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi
Daha sonra kürsüye gelerek söz alan Bremen
Kuruldu.
Tarih Bölümü’nden Doç. Dr. Yaðmur Say; Ýstanbul
Belediye
Baþkaný Jens Böhrnsen yaptýðý konuþmaBilgi Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih
da,
Akademi
ve Cemevi binasýnýn Bremen’de hem
Bölümü’nden Doç. Dr. Bülent Bilmez; Münih Üniversitesi, Türkoloji
de
þehir
merkezinde
bulunmasundan
duymuþ olduðu memnuniyeti belirEnstitüsü’nden Doç. Dr. Özgür Savaþçý ve Yazar Dr. Ýsmail Kaygusuz
terek,
“bu
benim
buraya
geliþimin
ilki
olmayacaktýr” diyerek, kurulan
olmak üzüre konuþmacý olarak katýldýlar.
diyaloðu
daha
da
güçlendirerek
sürdüreceklerini,
farklý kültürleri tanýSunuculuðunu gazeteci ve TV sunucusu Atilla Vurgun’un Almanca
malarýnýn
kendileri
için
zenginlik
kabul
ettiklerini
vurgulayarak, “yeter
ve Türkçe yaptýðý açýlýþa Almanya’nýn dört bir tarafýndan ve Hollanda
ki
burada
güzel
çalýþmalar
yapýn,
bizler
daima
yanýnýzda
olacaðýz” dedi.
baþta olmak üzere, diðer Avrupa ülkelerinden kiþi, kurum, kuruluþ ve
Diðer
konuþmacýlarýn
da
verdikleri
mesaj
daima
ortak
entegrasyonörgüt temsilcileri de konuk olarak katýldý.
dan
ve
bundan
böyle
burda
uyumlu
bir
þekilde
yaþamaktan
bahsedilerek,
Açýlýþ töreninde ilk konuþmayý yapan Bremen Cemevi Baþkaný Tekin
bundan kork sene önce bir traktör parasýný kazanmak için gelen göçmenBaytekin yaptýðý konuþmada, Bremen’de satýn aldýklarý binaya destek
lerin, artýk buranýn bir parçasý olduklarýný, artýk burda misafir olmadýksunanlara þükranlarýný sunarak, bu cemevi’nin eyalet ve belediye tarafýnlarýný ve buranýn yerlileri olduklarýný anlamalarý gerektiði, vurgulananlar
dan destek olunmasý neticesinde hizmete açýlmasýnýn entegrasyona büarasýnda idi.
yük bir katký saðladýðýný belirtti.
Saat 13:00’da baþlayan açýlýþ töreni 15:30’a kadar sürdü ve ardýndan
Daha sonra kürsüye gelen Alevi Akademisi Baþkaný Mustafa
da
bir
kokteyl ile konuklar 400 m2 kullaným alanýna sahip olan Alevi
Düzgün yaptýðý konuþmada Akademinin kuruluþu ve geliþimi hakkýnda
Akademisi
gezdirildi, Þah-ý Merdan Ali Kütüphanesi ve Arþivi, Þah
bilgi vererek, sözlerini þöyle sürdürdü:
Ýsmail Hatayi Konferans Salonu, iki odalý Seyyid Ý. Nesimi Dershanesi
tanýtýldý.
Bilim Kurulu
Yayýn Kurulu
Daha sonra ise saat 18:00’de düzenlenen konsere geçildi. Bin beþyüzü
aþkýn
katýlýmýn olduðu gecede Musa Eroðlu, Hasan Ali Ýçlek, Gani
Doç. Dr. Yaðmur Say
Baþkan:
Cansever, Hayri ve Azem ve Alevi Evi Korosu sahneye çýktýlar. Ýki saate
Dr. Kristina Kehl
Doç. Dr. Özgür Savaþçý
yakýn sahnede kalan Musa Eroðlu’nun seslendirdiði türküler dinleyicileri
Dr. Ýsmail Kaygusuz
kendilerinden geçirdi. Gece, geç saatlere kadar sürdü.
Dr. Özgür Savaþçý
Üyeler:
4 Aralýk günü Alevi Akademisi Yönetim Kurulu öðretim üyeleriyle
Ýsmail Bulut
Prof. Dr. Cengiz Güleç
bir toplantý yaptý ve yanda adlarý yazýlý olan Bilim ve Yayýn Kurulu oluþMustafa Düzgün
Prof. Dr. Ýþaya Üþür
turuldu.
Doç. Dr. Yaðmur Say
Yrd. Doç. Dr. Bülent Bilmez
Dr. Kristina Kehl
ALEVÝ AKADEMÝSÝ/ALEVITISCHE AKADEMIE
Dr. Ýsmail Kaygusuz
Breitenweg 41 28195 Bremen - Deutschland
Enis Emir
Tel:
+49.(0)421
165 30 60 Fax: +49.(0)421 165 32 33
Mustafa Düzgün
www.aleviakademisi.org
14
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 15
¸ E
SERÇESM
Alevi Akademisi’nin Baþkanýndan Mektup Var
Mustafa Düzgün,
Akademi Baþkaný,
Bremen, 13 Aralýk 2005
Saygýdeðer Dostlara!
Bilindiði gibi Akademi’miz, geçen Aðustos’ta anahtar teslimi yapýldýktan sonra baþlatýlan onarým
ve tadilat iþlemlerini en kýsa zamanda tamamlayarak, 3 Aralýk 2005 tarihinde Bremen’deki yeni
merkez binasýný görkemli bir tören ve müzik þöleni ile hizmete açtý. Binden fazla insanýn katýldýðý
geceyi taçlandýran ünlü sanatçý Musa Eroðlu ve diðer sanatçýlar büyük bir dikkat ve özenle
izlendiler.
Açýlýþ; Bremen’in eski ve yeni eyalet ve üniversite yöneticilerinin hemen hemen ful kadro
halinde katýlýmlarýyla geçekleþti. Yaptýklarý konuþmalarda, þimdiye kadar olduðu gibi bundan
sonra da Alevilerin etkinliklerine sýcak ilgi göstereceklerini vurgulayarak, çaba ve çalýþmalarýmýzý
kutladýlar...
Akademi katý ziyaret edilerek, Þah-ý Merdan Ali Kütüphane ve Arþivi, Seyyid Ýmadettin Nesimi
Dershanesi, Þah Ýsmail Hatayi Konferans Salonu ve diðer bölümleri sempatiyle gözlendi.
Binanýn yapýmý esnasýnda bizzat çalýþarak veya parasal katkýlarda bulunarak yükümüzü hafifleten dost ve üyelere, iþadamý ve özverili canlara ne kadar teþekkür etsek azdýr!
Deðerli Dostlar!
Akademi Yönetim Kurulu, açýlýþýn ertesi günü Türkiye, Ýngiltere ve Almanya’nýn çeþitli yerlerinden gelen bilim adamý ve uzmanlarla bir toplantý düzenleyerek, ortaya çýkan yeni olanak ve
gereksinimleri dikkate alarak yapýlacak yeni yapýlanmayý deðerlendirdi. Bununla baðlantýlý olarak
þu kararlarý aldý:
1) Bundan böyle Kütüphane ve Arþivimiz, Alevi Akademisi Þah-ý Merdân Ali Kütüphane ve
Arþivi; Konferans Salonumuz, Alevi Akademisi Þah Ýsmail Hatayi Konferans Salonu; bir dershanemizin de Alevi Akademisi Seyyid Ýmadettin Nesimi Dersanesi olarak adlandýrýlmalarý kararlaþtýrýlmýþtýr.
2) Sayýn Musa Eroðlu’nun yönetimi ve sorumluluðu altýnda ve yüksek statülü bir Müzik
Okulu’nun açýlmasýna karar verilmiþtir.
3) Bir süreden beri Arapça, Farsça ve Osmanlýca’dan çevirileri yapýlan ve yapýlmakta olan,
Aleviliðin en eski ve temel kaynaklarýnýn basýmýný gerçekleþtirmek amacýyla gerekli olanaklarýn
saðlanmasý için kapsamlý bir çalýþma baþlatýlmalýdýr. Bu; Aleviliði sözel kültür derekesine indiren
kimi maksatlý yaklaþým ve politikalarýn savunucularýnýn yanýldýklarýný ortaya koymayý kolaylaþtýracak, çalýþmalarýn saðlam bir zemin üzerinde ve doðru yolda geliþmesini saðlayacaktýr.
4) Çalýþmalarý birkaç yýl önceye uzanan, yýlda birkaç sayý olmak üzere, bilimsel ve kapsamlý
bir kitap-derginin yayýnlanmasý kararlaþtýrýlmýþtýr.
5) Aþaðýda adý geçen bilim adamý ve uzmanlardan oluþan bir Bilim Kurulu kurulmuþtur. (Liste
yan sayfamýzdadýr.) Alevi Akademisi Bilim Kurulu Baþkanlýðý görevine Doç. Dr. Özgür Savaþçý
seçilmiþtir.
6) Yine aþaðýda adý geçen kiþilerden bir Alevi Akademisi Yayýn Kurulu oluþturulmuþtur. (Liste
yan sayfamýzdadýr.)
7) Avrupa ve Türkiye’de gereken saygýnlýk ve güvene mazhar olmuþ þahsiyetlerden meydana
gelen bir Alevi Akademisi Danýþma Kurulu’nun oluþturulmasý amacýyla gerekli giriþimlerin
baþlatýlmasýna karar verilmiþtir.
Kamuoyun bilgisine iletir, dostça selam ve saygýlarýmýzý sunarým.
Mustafa Düzgün açýlýþ töreninde Bremen Belediye Baþkaný Jens Böhrnsen ile
Kasým 2005
Mustafa Düzgün açýlýþ töreninde konuþurken
Alevi Akademisi Bilim Kurulu Baþkanlýðý
görevine getirilen Doç. Dr. Özgür Savaþçý
açýlýþ töreninde konuþurken
15
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 16
¸ E
SERÇESM
ALEVÝ AKADEMÝSÝ VE CEMEVÝNÝN 3 ARALIK’TA BREMEN’DE YAPILAN AÇILIÞ TÖRENINDE YAPILAN KONUÞMA
Alevi-Bektaþi Ýnanç Toplumunun Avrupa Birliði Sürecinde
Güncel Durumuna Genel Bakýþ, Görüþ ve Öneriler
Ýsmail Kaygusuz
P
Fransa Olaylarý
ve
Köktendinci Tehlike
aris’te yaþanan olaylar, bizce Avrupa ülkelerinde gizli ve açýk
ýrkçýlýðýn yaný sýra dinsel þovenizmin de giderek yükselmiþ
olmasýnýn sonuçlarýdýr. Fransa’ya özgü deðildir, önlemler
alýnmazsa baþkalarýna da sýçrama olasýlýklarý vardýr. Bu
ülkelerin vatandaþlarý ve yönetimleri kendi (etnik temel
yapýsýyla birlikte) baskýn din ve inançlarýnýn -hangi nedenlerden olursa
olsun- yan yana yaþadýðý yabancý insanlarýnkiyle eþit görmeyip, daha
yüksek deðerde olduðunu varsayarak, onlarý aþaðýlamayý-hor görmeyi
sürdürür, gerekli toleransý yitirirse; dolaylý olarak varlýklarýyla dahi ülke
ekonomisinin geliþmesine, refahýnýn yükselmesine katkýda bulunan bu
insanlara refahtan pay verilmezse diðer Avrupa ülkelerine sýçramalarý
kaçýnýlmazdýr. Kuþkusuz ýrkçý ve dinsel þoven kaygýlarla hareket
etmeyen ve genelde ülkenin refahýndan daha az pay alan, “ekmeðimi
yabancýlar elimden alýyor, onlarýn yüzünden iþsiz kalýyorum” bahanesiyle sýradan vatandaþlarda geliþmiþ yabancý düþmanlýðýný (zenofobi) da
göz ardý etmemek gerekir.
Bu genel nedenler, özellikle de entegrasyona direnen göçmen asýllý
gençleri, kendi din ve inançlarýna sýðýnarak pasif direniþ ve savunmadan
baþlayýp, köktendinci akýmlarýn içinde en uç noktalara kadar savrulmasýna, yani kendi dini -açýkçasý köktendinci- radikal Ýslamiyet dýþýndaki din
ve inançlara mensup olanlarý kâfir görerek “katli vaciptir”e kadar
ulaþtýrýp, cihad terörizmine bulaþtýrabilme potansiyeline sahiptir.
Ortodoks Ýslam anlayýþýna, yani Sünnilik ve Þiiliðe aykýrý geliþmesini sürdürmüþ ve Ýslam dininin bâtýni yorumu olan Alevi-Bektaþi inancý,
dindeki cihad kavramýný, kiþinin kendi nefsiyle-özbenliðiyle vermesi
gereken bir savaþým olarak algýlamýþ ve uygulanmasýný öngörmüþtür.
Hangi ulustan, hangi din ve inançtan olursa olsun insanlarý sevmeyi,
onlara eþit gözle bakmayý “yetmiþ üç millete tek nazarla bak”; birey
olarak hiç kimseye zarar vermeme ve incitmemeyi, baþkasýna ait olan
þeye el uzatmamayý, kendi emeðiyle geçinmeyi ve herkesi kendisi gibi
bilmeyi, düþmanýný bile sevmeyi “eline, beline, eþine ve aþýna sadýk ol”,
“kendi nefsine yapýlmasýný istemediðini, baþkasýna yapma”, “incinsen de
16
incitme” biçiminde yol ve ahlak ilkelerine baðlý ailelerde yetiþme þansýný
yakalamýþ Alevi gençler köktendinci tehlikenin dýþýndadýr ve söz konusu
bile edilemez. Ancak kendi tarihini, öz inancýnýn yol ve erkânýný tanýmayan, kýsacasý inançsal baðlamda Alevice yaþama formasyonu alamamýþ
gençlerimiz için bu tehlike her zaman vardýr; gençlerimiz üzerine eðilmek zorundayýz.
Ý
Her Düþünce ve Ýnanca
Hoþgörü ve Çaðdaþ Anlayýþla Yaklaþmak
Uygar Olmanýn Gereðidir
çinde yaþadýðýmýz bilgi ve iletiþim çaðý 21.yüzyýlda, çaðýmýza
uygun dinler arasý diyalog kurulamýyorsa, egemen ortodoks dinlerin önderleri ve mensuplarýnýn iktidara getirdiði yönetimlerin
diðer dinlere ve ortodoks olmayan, doðru deyimle heterodoks
inançlara çaðdaþ deðil, ortaçað anlayýþýyla baktýðý, aþaðýladýðý
içindir. Eðer hala dýþýnýzdaki farklý din ve mezheplere hoþgörü göstermiyor, bu inanç sistemleri için kitaplarýnýzda, yazý ve konuþmalarýnýzda
hala “sapkýn, Rafýzi, bidat, zýndýk” nitelemelerini kullanýyorsanýz böyle
bir diyalogu gerçekleþtirmeniz olasý deðildir. Hiç bir kimsenin, bir baþkasýnýn din ve inançlarýna saygýsýzlýk etmesi, aþaðýlamasý, kara çalmasý
biçiminde bir davranýþ göstermeye hakký yoktur; bu tutum çaðýmýzýn
insan haklarý, düþünce ve inanç özgürlüðü ve demokrasi anlayýþýna aykýrýdýr.
Türkiye’de Yaþananlara
Gelince
Biz kendi ülkemizde, Türkiye’de, ülke nüfusunun üçte birini oluþturan
koskoca Alevi-Bektaþi inanç toplumu olarak bu saygýsýzlýðý, kara çalmalar ve aþaðýlanmalarla birlikte yok sayýlmýþlýðý yaþýyoruz.
Baþbakandan, bakanýndan tutunuz, laik bir cumhuriyette bulunmamasý
gereken bir ortaçað kurumu, Þeyhülislamlýðýn devamý ve bir teolojik
yapýlanma olan Diyanet Ýþleri Baþkanýna, anlý þanlý ilahiyatçýlarýna kadar
her kürsüye çýkan, verdikleri demeçlerde Aleviliðin bir inanç deðil
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 17
¸ E
SERÇESM
Aleviliðin Ýslam’la, dolayýsýyla Kuran’la ve de
tanrýsal mazhar görülen Ali ile iliþkisini kesen;
Muhammed peygamberden
binlerce yýl önce ortaya çýktýðýný ve
hatta Horasan’dan Türkler tarafýndan getirtilip
Anadolu’da Ýslam’ýn içine sokulduðunu;
Alevilerin Allah-Muhammed-Ali ve Ehlibeyti
zikretmelerinin, dillerinden düþürmemelerinin
takiyeden ibaret olduðunu ileri süren;
tarihsel bilgilerden zerrece nasip almamýþ
saçma görüþlerin bizzat bazý Alevi kitle örgütleri ve
vakýflarýndan gelmiþ olmasýna akýl sýr eresi deðil.
sadece kültür olduðunu söylemektedir; dolayýsýyla toplu ibadetlerimiz
cümbüþ-eðlence, Cemevlerimiz ise ibadet deðil cümbüþ ve eðlenme
yeridir onlara göre.
Ýnkarcý-yok sayýcý ve asimilasyoncu devlet ve hükümet politikalarý
çerçevesinde, týnaz makinasýna doldurmuþ harman savurur gibi savuruyorlar bizi. Elekten geçen taneler, kendilerini devletin temel felsefesi
Türk-Ýslam anlayýþýna uygun olan Ýslam’ýn özü kabul ederek, sözde birlik, beraberlik adýna, “namaz da niyaz da oruç ta bizim”, “Sünnilik ne
Alevilik ne? Hepimiz Türküz hepimiz kardeþiz” diyenlerdir. Bunlar Aleviliðin özüne yabancýlaþma ve asimilasyonun eþiðindedirler. Harman
makinasýnýn kanatlarýnýn yaptýðý rüzgarla uçuþan dövülmüþ buðday saplarýnýn oluþturduðu büyük saman yýðýný ise, makinanýn önünü ve üstünü
kapatmasýn diye tahta yabalar ve týrmýklarla karýþtýrýlýp daðýtýlmaktadýr.
Yani Alevi-Bektaþi halk yýðýnlarýnýn demokratik kitle örgütleri,
dernekler ve vakýflarýn daðýtýlýp birbirine düþürülmesi için Avrupa’da ve
Türkiye’de büyük çaba harcanmaktadýr. Sünniliðin, Þiiliðin tanýmlarýný
yapma ihtiyacý hiçbir þekilde duyulmazken, her nedense devlet ve hükümet temsilcileri dâhil olmak üzere, diyanetçisinden ilahiyatçýsýndan tutunuz da vakýf ve örgüt baþkalarýna dek herkes-hepimiz Aleviliði tanýmlama yarýþýna girdik.
Aleviliðin Ýslam’la, dolayýsýyla Kuran’la ve de tanrýsal mazhar görülen Ali ile iliþkisini kesen; Muhammed peygamberden binlerce yýl önce
ortaya çýktýðýný ve hatta Horasan’dan Türkler tarafýndan getirtilip Anadolu’da Ýslam’ýn içine sokan; Alevilerin Allah-Muhammed-Ali ve Ehlibeyti zikretmeleri, dillerinden düþürmemelerinin takiyeden ibaret
olduðunu ileri süren; tarihsel bilgilerden zerrece nasip almamýþ saçma
görüþlerin bizzat bazý Alevi kitle örgütleri ve vakýflarýndan gelmiþ olmasýna akýl sýr eresi deðil.
Öbür yandan Aleviliði Þiilikle birleþtirmeðe, Sünniliðe yamamaya
çalýþanlar da her türlü araçlarý kullanmaktadýrlar.
Alevilik Tanýmlamalarý Üzerinde
Bir Kaç Söz
Her Fýrsatta Yinelemenin Gerekli Olduðunu Düþünüyoruz: Alevilik,
Sünnilik ve Þiilik de Ýslam dininin birbirinden farklý yorumlarýdýr. Ancak
Sünnilik ve Þiilik aralarýndaki birçok farklýlýklarýna raðmen Ýslam dininin biçimsel, zâhiri/dýþsal kurallara baðlanmýþ yorumudur. Yani Kuran
ayetlerinin dýþsal yorum ve uygulanmalarý biçimsel tapýnmalara indirgenerek kurallaþtýrýlýp deðiþmezlik kazandýrýlmýþ olmasýdýr.
Alevilik ise Ýslam dininin, dolayýsýyla dinin kutsal kitabý Kuran ayetlerinin tevil-mecâzi, yani derinliklere inen bâtýni/içsel yorumudur. Ama
bununla da yetinilmemiþ Ýslam dýþýndaki baþka dinsel ve felsefi inançlardan da bazý ögeler alarak onlarý baðdaþtýrýp bütünleþtirerek (yani senkretize ederek), kaynaðýna yabancýlaþtýrmýþ ve özümsemiþtir.
Alevilik dinsel inanç temelli toplumsal, felsefi ve ahlaksal/etik bir
olgudur. Bu demektir ki bu alanlarda da tanýmlar üretilebilir. Hollanda
Alevi Vakfýnýn düzenlediði Dedeler Kurultayý’ndan çýkan taným, birlikte
inançsal baðlamda Anadolu’da yaþayan Aleviliðin tanýmýdýr. Ýran’da,
Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Endonezya-Lombok adasýndaki,
Yemen’deki, Irak, Suriye-Lübnan’daki, hatta Adana ve Hatay’daki yaþayan Alevilik inancýný da bu sloganlaþtýrýlan tanýmlama kapsamaz. Ama
“bizi Anadolu’da yaþayan Alevilik ilgilendirir, onlardan bize ne?” dersek
-ki dememek gerekir- o zaman Aleviliði dar bir bölgeye sýkýþtýrmýþ ve
evrenselliðine zarar vermiþ oluruz. Aleviliðin evrenselliðini vurgulamak
kesinlikle bir çeþit pan-Alevizm anlamýna gelmez.
Kasým 2005
Bir tanýmda uzlaþarak Aleviliði bir kalýba sokmak ve o tanýmlamanýn
ötesindeki yaklaþýmlara sýrt çevirmek de, bizce Aleviliðin özüne aykýrý
düþer. Çünkü gerçekte Aleviliðin tanýmý, tarihsel konumundan tutunuz,
dinsel inanç, toplumsal, siyasal, felsefi inanç ve düþünce baðlamlarýnda,
hukuksal duruþ ve adalet anlayýþý içeriðiyle, öyle bir-iki paragrafa deðil
birkaç sayfaya sýðmaz…
Avrupa Birliði’ne Girmemiz
Alevi-Bektaþi Toplumunun Çýkarlarýna Uygundur,
Bu Gözden Kaçýrýlmamalýdýr
Türkiye olarak girmiþ bulunduðumuz Avrupa Birliðine katýlým sürecinde, Alevi-Bektaþi inanç toplumunun demokratik hak ve isteklerini;
bireysel inanç, düþünce ve tapýnma özgürlüklerinin anayasal güvence
altýna alýnmasý taleplerini açýk-seçik belirlemesi ve Türkiye ve Avrupa’da kamuoyu desteði saðlayarak, (demokratik) baský gruplarý oluþturmasý zorunludur. Alevi-Bektaþi toplumunun temsilcisi olduklarýný ve þu
kadar binlere ulaþan üyeleri bulunduðunu söyleyen kitle örgütleri, eðitim
ve araþtýrma kurumlarý; baþta Hacý Bektaþ Dergâhý postniþini baþta
olmak üzere toplum içinde büyük saygýnlýk kazanmýþ bazý ocakzade
dedeler; dergâh ve vakýf adlarý altýnda oluþturulmuþ Alevi-Bektaþi birlik
ve dernekleri yöneticileri, her türlü çekiþmeyi-didiþmeyi býrakýp, bir araya gelerek bunlarý gerçekleþtirmelidir.
Þu andan itibaren çok deðerli bir mekâna kavuþmuþ bulunan Alevi
Akademisi, yeniden yapýlanmasý ve programýný tamamlar tamamlamaz,
sorumluluðu üstlenerek, bu amaç doðrultusunda ýsrarlý çaðrýlarýyla onlarý
bir araya getirmeyi saðlayabilir. Kardeþ üniversite ve kurumlarýn da bizleri bu konuda da yalnýz býrakmayacaklarýndan eminiz.
Gerçek Birliðin Saðlanmasýna Gelince: Türkiye nüfusunun üçte birini
oluþturan Alevi-Bektaþi inanç toplumunun birliðinin inançsal temelde
saðlanmasý dernekler ve vakýflar, diðer kitlesel örgütler aracýlýðýyla
olmayacaðý artýk iyice anlaþýlmýþ durumdadýr. Bu birliðin, Hacý Bektaþ
Veli Dergâhý çevresinde toplanarak saðlanmasý kaçýnýlmazdýr.
Öyleyse Ulu Dergâh’a toplum olarak sahip çýkýp, orasýnýn tarihsel
iþlevini kazanmasý saðlanmalýdýr. Bunun için de Hacý Bektaþ Seyyid
Ocaðýna geleneksel baðlýlýðýn, “el ele, el Hakk’a” ilkesi çerçevesinde
yeniden iþlerliðe kavuþturulmasý gerekmektedir.
17
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 18
¸ E
SERÇESM
EROL PARLAK SERÇEÞME’NIN 14 SAYISINDA YAYINLANAN CEMAL KENANOÐLU’NUN YAZISINI YANITLIYOR
Bir Anadolu Atalar Sözü
“Bilgisiz Bilgelik Cehaletin Aynasýdýr”
Erol Parlak
Deðerli Serçeþme okurlarý,
Bu yazýmýz Serçeþme dergisinin 14. sayýsýnda, sayýn Ahmet
Koçak’ýn benimle yapmýþ olduðu ve 8. sayýda yayýnlanmýþ olan söyleþi
ile ilgili eleþtiri sunan sayýn Cemal Kenanoðlu’nun yazýsýna yanýt olarak
yazýlmýþtýr.
Öncelikle kiþisel tavrýmý yakýndan bilmeyenler olabileceði düþüncesi ile, bir konudaki anlayýþýmý dile getirmem gerekiyor. Eleþtirinin üretimi besleyen önemli bir refleks olduðunu yýllara dayalý deneyimler ile
kazanmýþ biri olarak, eleþtiriye açýk olmanýn, geliþmeye açýk olmakla
eþdeðerliðine inanýrým. Bu nedenle bin tane methedene bir tane eleþtireni
yeðlerim. Zira, methiyeden geriye ruhunuzun okþanmýþlýðýndan gayrý bir
þey kalmaz. Oysa saðlýklý bir eleþtiri, size göremediðinizi gösteren,
konuya farklý açýlardan bakabilmenizi saðlayan deðerli ipuçlarý taþýr.
Methetmek kolay, eleþtiri ise zordur. Birinde duygularýnýzý söylemeniz
yeterlidir, diðeri ise; akýl, bilgi, birikim ve donaným gerektirir. Bu nedenle; alt yapýsýnda bu özellikleri barýndýrmayan çýkýþlar da, eleþtiri deðil
ancak ve ancak karalamadýr.
Alanýnda önemli bir hizmeti özveriyle ve demokrat bir tavýrla yerine
getirme anlayýþýnda olan Serçeþme dergisindeki bu durum bana
iletildiðinde ilk anda ‘acaba neyi atladým, hangi noktayý kaçýrdým’ diye
düþündüm. Ancak dikkatle okuduðum bu yazýdan dolayý yaþadýðým; yalnýzca vakit kaybýndan baþka bir þey olmamýþtýr. Zira, maalesef ortada
duran, dostumuzun ‘cehaleti, cesareti ve lügat paralama gayreti’nden
baþka bir þey deðildir. Belli ki; anlatýlanlarýn büyük bölümünü kavrayamamýþ, kendince anlayabildiði kýsýmlarýnda ise eðilmiþ, bükülmüþ ve
saptýrýlmýþ çýkarýmlar yaparak kafasýndakine uydurma yoluna gitmiþtir.
Zorlamalý bir tavýrla, müziðimizin kaynak kiþi, ozan, sanatçý, vb., kimi
deðerli simalarýný da yanýna iliþtirerek, ‘biz bu iþi biliriz’in vurgulanmaya çalýþýldýðý ve görüldüðü üzere kulak dolgunluðundan ve kaset
kapaklarýndan edinilen alýntýlardan öteye varmayan bu bilgi kýrýntýlarýný
dikkate almamýz elbette mümkün deðildir. Zaten müziði ve özellikle de
bizi az çok bilen hiç kimse ciddiye almamýþtýr. Ancak, içi tamamen boþ,
önyargýlarla dolu ve eleþtiriyi aþan bu metnin arka planýnda, her nedense
okuyucuya içten içe gizlice enjekte edilmeye çalýþýlan bir durumu, az da
olsa inanabilecekler bulunabileceði anlayýþýyla ortaya koymak adýna bu
yazýya yanýt verme gerek ve sorumluluðunu hissettim.
Eðitim ve kariyere saygýsýzlýk, bilimi-bilgiyi itici bulma ve yazýlmýþý
sevmeme, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma ve benzeri tutum,
günümüz geri kalmýþlýðýnýn, yaþamýný kulak dolgunluklarýyla sürdüren
‘okuyup da ne olacaksýn’ toplumlarýnýn kronik hastalýðýdýr. Öyle ya,
bütün bunlara ne gerek vardýr. Herkes zaten her þeyi biliyor. Ýþte bu
nedenle herkes birbirinin alanýna kolayca tecavüz etmekte sakýnca görmüyor. Mankenler sanatçý, sanatçýlar politikacý, eski futbol hakemleri
gýda uzmaný, futbolcular manken, talk show yapanlar, tiyatrocular ya da
sinema aktrisleri halk müziði ses yarýþmalarýnýn gedikli jüri üyeleri vb.
olarak karþýmýza çýkýveriyorlar ve de kabul görüyorlar. Bu sarhoþluk
zamanla öyle boyutlara ulaþýyor ki, iþ ‘þunu yap, bunu yapma!’, vb,
kabilinden adeta fetva vermeye kadar varýyor.
Doðal olarak merak ettik, acaba sayýn Kenanoðlu dostumuzun bu
engin birikimi hangi altyapýya dayanýyor. Ortaya koyduðu kadarýyla
‘eski dernek yöneticiliði’ dýþýnda baþka bir þey yok. Zira, ancak bu
geçmiþ sýfatýný adýnýn altýna iliþtirme gereði duyduðuna göre, olsa idi
elbetteki diðerlerini de konu ve kiþisel tavrý gereði gururla yazardý. Hal
böyle iken, böylesi bir alt yapý ve sýð bilgilerle insanlarý yönlendirme
ehliyet ve hakkýný kendinde görebilmesi, söylediklerine inanýlmasýný
beklemesi anlaþýlýr deðildir. Hele de uzmanlýk, derin müzik bilgisi ve
formal özellikler gerektiren konularda bu alanýn önde gelen, rüþtünü üretimleriyle her alanda ispatlamýþ simalarýný elinin tersiyle iterek iddialý
fikirler beyan etmesi nasýl bir akýl ve mantýðýn eseridir. Kendisine soruyorum; siz bir tarihçi mi, dilbilimci mi, etnomüzikolog mu, sosyolog mu,
antropolog mu, halkbilimci misiniz? Bu konuda ne ürettiniz, liyakatýnýz
nereden geliyor?
Anladýðýmýza göre, dostumuz bu özelliklerin tümünün kendisinde
fazlasýyla olduðuna inanýyor ki bu kadar ileri gidiyor. Dünün, bugünün
tüm bilimsel ve toplumsal verilerini biliyor, her nerde kim var ise tanýyor. Herkesin, hatta Hakk’a yürümüþlerin duygu ve düþünceleri bile
onun ipoteði altýnda. Hepsi ya onun gibi düþünüyor ya da düþünmek
zorunda. Eli biraz saz tutsa muhakkak ki söylediðimiz diðer þeyleri de
bir çýrpýda silip atacak.
18
Belirtelim ki; sayýn Ahmet Koçak’ýn bizimle yaptýðý söyleþi, yönünü
ve baþlýklarýný tamamen kendisinin belirlediði, özellikle ‘Baðlamada El
Tekniði( Þelpe)’ ve ‘Bozlak Müzik Kültü’ üzerine kurulu, teknik boyutu
önde, doðaçlama bir söyleþidir. Ne amaçta ne de sayýn Koçak’ýn yönlendirmelerinde ‘halk müziðine kim hizmet etmiþtir’ gibi bir soru yoktur.
Kaldý ki, bizim her fýrsatta ve her platformda vurgulayarak altýný
çizdiðimiz Anadolu gibi bir ‘Müzik Medeniyeti’nde kimin hangi
hizmette bulunduðunu saymaya bu derginin tüm sayfalarý bile yetmez.
Bu nedenle de dostumuzun ýsrarla koyduðu, þu simalarý neden
saymýyor, bunu neden söylemiyor ifadeleri bilgiçlik taslamak adýna kendi
mesnedini oluþturmak ve destek aramaktan baþka bir þey deðildir. Eðer
bizi biraz izlemiþ olsa üretimlerimizde, saydýðý deðerleri ve bizim çalýþmalarýmýzla yeniden hatýrlananlar da dahil olmak üzere çok daha
fazlasýný bulabilecektir. Dostumuza bu yönde küçük bir hatýrlatma;
aklýnca ‘bakýn sizi saymýyor’ oyununa getirerek arkalamayý, destek bulmayý umduðunuz ozan, araþtýrmacý, sanatçýlarýn büyük çoðunluðu bizim
sevgi, saygý ve muhabbetle görüþtüðümüz dostlarýmýzdýr. Bize olan
manevi destekleri de her gün artarak sürmektedir.
Sayýn Kenanoðlu, eksik, çarpýk ve yanlýþ fikirleri bir yana, önünde
duran üç sütunluk metnin yazý sütunlarý arasýnda tam bir hafýza kaybý
sergileyerek daha baþlangýçta kendi kendini çürütüyor. Birinci sütunda
önce, ozanýn yalnýzca þiir yazan kimse olduðunu, ülkemizde de genellikle toplumsal þiirler yazan Nazým Hikmet, Enver Gökçe, Ahmet Arif,
Hasan Hüseyin vb þairlerimiz için kullanýldýðýný söylerken, önünde
duran kendi yazdýðý metne baka baka ikinci sütunda ‘bu ifade Maraþ,
Sivas, Erzincan, Erzurum vb. illerde yýðýnla türkü (deyiþ, koþma, taþlama) üreten günümüz ozanlarýna haksýzlýk deðil mi? Çorum’dan Hüseyin
Çýrakman, Þekip Þahadoðru, Aþýk Gülabi, Aþýk Haþimi gibi ozanlarýmýzýn türküleri de mi abdallara ait’ cümlesi ile söylemeye çalýþtýklarýný yerle bir ediyor.
Ayrýca bu paragrafta yan yana kullandýðý ‘Erzurum ve ozan’ ifadesine
dikkatinizi çekmek isterim. Çünkü dostumuz birinci sütunda bizim
‘Kars, Aðrý, Artvin, Erzurum âþýklarý kendilerini daha çok ozan olarak
ifade ederler’ cümlemizdeki ozan adlandýrýþýnýn yanlýþ olduðunu kendi
örneðiyle sunarken, bunu da unutup ‘Erzurum’daki ozanlar’ ifadesini
kaçýrýveriyor.
Þunu açýkça belirtmeliyim ki; bizim bu doðaçlama röportaj sýrasýnda
‘âþýk’ kelimesinin Arapça yerine Farsça olduðunu söylememiz tazelenmemiþ bilginin hatýrlanmasý sýrasýnda yaþanýlan doðal küçük bir
sendelemeden baþka þey deðildir. Zaten ‘sanýrým Farsça’ deyiþimizde o
an ki yaþadýðýmýz ikilem belli oluyor. Ama dostumuz hazine bulmuþ gibi
sarýlýyor buna ve baþlýyor engin bilgileri ile hepimizi bilgilendirmeye.
Birazý konuyu örneklemek, birazý da solculuk çaðrýþýmlarý empoze
etmek adýna verdiði örnek ile Nazým Hikmet, Enver Gökçe, Ahmet Arif,
Hasan Hüseyin gibi genellikle toplumsal ve siyasal tavýrda þiirler yazan
þairlerimizin, kendi söyleyiþi ile unvaný olarak ifade ettiði ozan deyiminin tarihini belli ki yakýn dönemlere ait sanýyor. Kelime Anadolu
kökenliymiþ, þaman boyuyla ilgisi yokmuþ, Asya’daki karþýlýðý þamankam-baksý imiþ, anlamý da yalnýzca toplumsal þiirler yazan kimse imiþ,
vb. Eh, ne demeli? Bir þey ancak bu kadar bilinebilir! Yazýk, nasýl olmuþ
da bu memleket sizin gibi bir dil, tarih ve müzik uzmanýný göz ardý
etmiþ?
Sayýn Kenanoðlu, öncelikle Þaman ya da Þamanizm sizin sandýðýnýz
gibi yalnýzca Orta Asya’da görülen bir boy deðil, Asya’dan Anadolu’ya,
Balkanlara vb. kadar geniþ bir sahada izleri bulunan ve kalýntýlarý ile
geleneklerimiz, alýþkanlýklarýmýz ve davranýþlarýmýzda hâlâ bir çok unsurunu taþýdýðýmýz bir inanç sistemidir. Ozan terimi ve ozanlýk da Ýslamiyet’ten çok önceki devirlere ait, Þamanist inanç kültü ile direkt
baðlantýlý bir kavramdýr. Oðuz boylarýnýn diline ait bu kelime Türkçe
olup, yine sizin sandýðýnýz gibi yalnýzca Anadolu’da deðil küçük söyleyiþ farklarýyla Azerbaycan, Ýran, hatta Ermenistan (gusan), Gürcistan
(mgosani), vb., geniþ bir saha da görülmektedir. Çeþitli nedenlere baðlý
olarak yaklaþýk 15. yüzyýldan itibaren terk edilen bu deyimin yerini
‘âþýk’a býraktýðý; ozanýn da yaþayýþ ve tavýr olarak aþýðýn atasý olduðu
açýktýr.
Bunu kim mi söylüyor? Her biri donanýmlarý, bilimsel kariyerleri ve
eserleri ile itibar edilen bu alanýn önde gelen yerli ve yabancý bilim
adamlarý. Bu konuda ayrýntýlý bilgi sahibi olmak isteyen okuyucularýmýz
için bur kaynaklardan bir kaçýný vermek isterim:
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 19
¸ E
SERÇESM
Ord. Prof. Fuat Köprülü: ‘Ozan’, Edebiyat Araþtýrmalarý, Ankara
1966, TTK Yayýnlarý VII. Seri, Sayý 47, Makaleler Külliyatý-1, s.131134.
Prof. Dr. Karl Reichl: ‘Türk Boylarýnýn Destanlarý, Gelenekler,
Þekiller, Þiir Yapýsý’, Ankara 2002, S. 62-67. (Orijinal baský: ‘Turkic Oral
Epic Poetry: Traditions, Forms, Poetic Structure’, New York & London
1992) Çeviren: Doç. Dr. Metin Ekici, Türk Dil Kurumu Yayýnlarý: 805.
Mahmud Ragýp Gazimihal: ‘Ülkelerde Kopuz ve Tezeneli Sazlarýmýz’
Ankara 1975, TC Kültür Bakanlýðý Milli Folklor Araþtýrma Dairesi Yayýnlarý: 15, s.129-135.
Susanne Ziegler: ‘Armenien’, ‘Georgien’. MGG. Die Musik in
Geschichte und Gegenwart. Allgemeine Enzyklopädie der Musik, begründet v. F. Blume, 2. neubearb. Ausg. Hrsg. von L. Finscher. Sachteil,
Bd. 1, Bd 3, Kassel, Basel u.a.1994, 1995: Bärenreiter, Metzler, s. 847850, 1275-1276.
Kâþgarlý Mahmud: ‘Divânü Lugâti’t-Türk’, Ýstanbul 2005. Çeviri,
Uyarlama, Düzenleme: Seçkin Erdi, Serap Tuðba Yurteser; Kabalcý
Yayýnevi, s. 292-293 ve S. 630-631.
Ozan deyiminin Kuzeydoðu Anadolu âþýklarýnda kullanýmýna
gelince, tekrar vurguluyorum: bu bölge halk âþýklarý günümüzde hâlâ
kendileri için en az âþýk kadar ozan deyimini de kullanýrlar. Bizim
araþtýrmalarýmýz ve o yörenin çocuðu olmamýz bir yana, tüm veriler de
bunu ortaya koymaktadýr. Örneðin Murat Çobanoðlu ölünceye dek kendini hep ‘ben Karslý halk ozaný Murat Çobanoðlu’ diye anons etmiþtir.
Ayrýca hatýrlatmak isterim: TRT radyolarýnda 20 yýla yakýn bir süredir
‘Halk Ozanlarýmýz-Mahalli Sanatçýlarýmýz’ adlý bir araþtýrma inceleme
programý yayýnlanmaktadýr. Diyelim ki, sayýn Kenanoðlu bilgisizliðinden dolayý bunlarý bilmiyor. Ancak, meseleyi kotarmak için araya
iliþtirdiði eski bir dernek yöneticisi sýfatýyla, kendini halk ozaný olarak
tanýmlayanlarýn, çatýsý altýnda birleþtiði ve nicelerinden biri olan ‘OzanDer’ adlý derneði de mi duymamýþ? Belli ki ozan dostu uzmanýmýz bu
dernekten de bihaber. Bihaber olduðu gibi, gerek resmi gerekse özel
sýfatýyla da hiç bir iliþkisi olmamýþ.
Dostumuz çok da bonkör. Geleneðin en önemli deðerleri bile onun
dilinde geleneðin sýradan birer halkalarý durumunda. Herhalde bu deðerlerin gerçek niteliðinin ne olduðunu ve hangi koþullarda yetiþtiðini
kavrayamamýþ olmasýndan kaynaklanýyor. Ona göre hepsi sýralarýný
savmýþlardýr ve yenileri aynen gelecektir. Dostumuza göre; yazýsýnýn
baþýnda davasý yolunda verdiði mücadeleyi büyük bir kadirbilirlikle
deðerlendirdiði Pir Sultan Abdal da, sevginin dünyada en güzel ifade
bulduðu ve alimlerin ilminin önünde eðildiði umman-ý derya Yunus
Emre de sýradandýr. Ýlk zamanlar Köy Enstitüleri, zamanla da genç
cumhuriyetimizle bütünleþen ve ünü artýk dünyaya taþan Aþýk Veysel de
bu bakýþtan nasibini alýyor, son elli yýllýk süreci politik olarak vurgulayan
Aþýk Mahsuni de.
Sayýn Kenanoðlu cenaze törenleri ile aranýz nasýldýr bilmiyorum,
Mahsuni resimleri asýlý araçlarýmýzla Ýstanbul’dan baþlayýp Hacý
Bektaþ’a kadar süren kilometrelerce uzunluktaki araba konvoyuna ve
mahþeri kalabalýða dikkat ettiniz mi? Son yolculuðuna uðurlanan,
sýradan bir ozan mýydý ve yeri bir daha kolay kolay dolacak gibi miydi?
Deðerli okuyucular bilinmesini isterim ki; ülkemizde yalnýzca Muharrem Ertaþ, vb., açlýktan ölmedi. Aþýk Veysel ve daha niceleri de benzer
kafalar yüzünden açlýk, sefalet içinde yaþadý ve göçüp gitti. Çünkü onlar
bu geleneðin sýradan halkalarýydýlar, korumaya kollamaya ve hak ettikleri deðeri yaþarken vermeye ne gerek var ki? Çok çok ölünce birer
heykelini dikiverirsin, birkaç da süslü laf edersin olur biter.
Bir baþka konu: Biz, Abdallarýn yaþam felsefelerini, Anadolu sanatýna kattýklarýný bütün gerçekliðiyle anlatarak, ‘Abdal fýþkýdan türemedir’
diyebilen, bu insanlara her türlü kötü sýfatý yakýþtýran çaðdýþý kafaya
mesaj vermeye, uyandýrmaya ve bir anlamda da ülkemizin bu insanlara
olan vefa borcunu hatýrlatarak iade-i itibar tesis etmeye çalýþýyoruz; dostumuzun bundan anladýðý ayrýmcýlýk oluyor. Abdallarýn meslekten
sanatkar bir topluluk olarak Anadolu’nun büyük bölümüne daðýldýðýný ve
Anadolu’nun profesyonel müzik ustalarý olduðunu ifade ediyoruz; sayýn
Kenanoðlu buradan da yalnýzca Kýrþehirli Muharrem Ertaþ, Neþet Ertaþ,
Çekiç Ali ve Keskinli Hacý Taþan’ý anlýyor. Gerçekte neden deðerli
olduklarýný bilmediði bu ustalara aðzýnýn kenarýyla elbette deðerlidirler
lutfunda bulunarak, yanýna iliþtirdiði farklý yörelerden birkaç türkü için,
‘þimdi hepsini bunlar mý yaptý?’ diyor. Sonra da ‘Nida Tüfekçi yaþasaydý o da üzülürdü’ gibi saçmalýðýn sýnýrlarýný zorlayan bir kelamý bir çýrpýda terennüm ediveriyor.
Sayýn Kenanoðlu sizin gibilerin gerektiðinde kullanmak üzere yalnýzca adýný bildiðiniz Nida Tüfekçi benim hocamdý. Halk kültürü bilinci
kazanmamýzda, fikirlerimizin oluþmasýnda önemli payý vardýr. Benimle
hep gurur duydu ve bunu her fýrsatta dile getirdi. Bu müziðin Orta Anadolu müziði olmaktan çok, Orta Anadolu Abdal aþiretinin özel müziði
olduðunu bana ilk o öðretti. Muharrem ustanýn emsalsiz görkemini, Hacý
Kasým 2005
Taþan’ýn üstün sanatý yanýnda adamýn hasý oluþunu, Neþet Ertaþ’ýn billur
sesini, zengin türkü daðarcýðýný, Çekiç Ali’nin çaðlayýþýný öve öve bitiremez, ‘nereyi kaldýrsan altýndan bunlar (Abdallar) çýkar’ derdi. Biz
zaman içerisinde yaptýðýmýz bilimsel çalýþmalarla, þu veya bu nedenle
yok sayýlmaya çalýþýlan bu topluluðun kollarýnýn nerelerde neler yaptýðýný, Anadolu ses sanatýnýn neresinde bulunduðunu ve hocamýn ne
kadar haklý olduðunu daha iyi anladýk.
Bu konuda bizim bir baþka cümlemiz birebir þöyle; ‘Gidin abdallara
sorun Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Kazak Abdal onlarýn
dedeleridir, ocaklarý kuranlardýr, biz onlarýn ocaklarýndan geliriz derler.
Ýnanýn o felsefeye uygun yaþantý sürerler’. Ama sayýn Kenanoðlu bunu
da saptýrarak Pir Sultan Abdal ile günümüz abdallarýnýn ayný soydan
olduðunu bizim iddia ettiðimizi söylüyor ve çirkin bir üslupla bunu nerden bildiðimizi, böyle bir ilginin olamayacaðýný ve Pir Sultan’ýn inancý
uðruna ölüme gittiðine vurgu yaparak hangi deðer yargýlarý ile
örtüþtürdüðümüzü soruyor.
Sayýn Kenanoðlu, hadi Anadolu ses sanatýna getirdikleri boyutu
bilmiyorsunuz diyelim, ama bu engin gönüllü garipler her þeyden önce
insandýrlar ve tüm olumsuzluklara raðmen eline-diline-beline sahip,
hümanist, sevgi, barýþ ve paylaþýmcýlýk içeren bir yaþam sürme
gayretindedirler. Yoksa siz bu deðerlerin Pir Sultan yolunda bulunmadýðýný sanýyorsunuz? Yoksa, gerçekte abdallarý aþaðýlamanýzýn, onlarý
Pir Sultan yoluna yakýþtýrmayarak gerçek ayrýmcýlýðýn klasik örneðini
sergilemenizin nedeni beyninizin gerisinde gizlediðiniz muhtemelen
‘abdallar çingenedir’ takýntýsý mýdýr?
Deðerli okurlar,“her millete bir gözle bakýyor olma” söylemi
günümüzde, kendi adýnýza karþýdakine peþin hümanist-ilerici çaðrýþýmlar
empoze etmek yolunda en çok tüketilen, ancak çoðunlukla içi boþaltýlmýþ, amaca ve duruma göre kullanýlan maksatlý bir argümana dönüþmüþtür. Barýþ, sevgi ve hoþgörüyle yaþamanýn, uzlaþma kültürünün yüzlerce
yýl öncesinden baþarýldýðý bu topraklarda, nice zorluklarla oluþmuþ ve en
önemli kazanýmlarýmýzdan olan toplumsal dimaðýmýzýn, her biri mehdi
pozundaki rant organizatörleri tarafýndan paramparça edildiði ve hýzla
cemaatler ve ümmetler topluluðuna dönüþtürülen ülkemizde, böylesi
pýrýltýlý söylemler söyleyerek kendini peþinen hümanist ve ilerici empoze
etmek, adaletten yoksun ve sýzlama yetisini çoktan yitirmiþ bir vicdan ile
hiç tanýmadýðý ve anlayamadýðý birini ayrýmcý göstermeðe çalýþmak ne de
kolaydýr. Hele de, bizlerin yakýndan bildiði ve artýk topluma yansýmýþ
olan, ayný inanca hizmet için kurulmuþ farklý adlardaki kültür derneklerinde, kýyasýya kavgalarýn yaþandýðý ve kamuoyuna kendi içinde barýþýk olmadýðý ve birbirine bile tahammül edemediði izlenimi veren olumsuz görüntülerin odaðýndaki mutlak pay sahibi dernek yöneticilerinin
aðzýnda bu sözler ne kadar emanet ve sahte durmaktadýr. Böylesi süslü
laflarýn arka planýnda beyninin gerisindekileri saklamaya çalýþarak gerçekte Alevi-Sünni ayrýmcýlýðý da yaptýðý verdiði kulluk örneði ile de apaçýk ortadaki sayýn Kenanoðlu yanlýþ hedef seçmiþtir.
(Devamýý 20. Sayfada)
19
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 20
¸ E
SERÇESM
ÞAH HATAYÝ
(Baþtarafý 19. Sayfada)
Hacý Bektaþ
Bir Anadolu Atalar Sözü:
“Bilgisiz Bilgelik Cehaletin Aynasýdýr”
Gece gündüz hayaline yanarým
Bir gece rüyama gir Hacý Bektaþ
Günahkârým günahýmdan bizarým
Özüm dâr’a çektim sor Hacý Bektaþ
Yandý bu garip kul nedir çaresi
Yine tazelendi yürek yaresi
Onulmaz dertlere derman olasý
Bu senin bendin sar Hacý Bektaþ
Derdimin dermaný yaramýn ucu
Dört güruh mevcuttur güruh-ý Naci
Belinde kemeri baþýnda tacý
Yüzünde balkýyor nur Hacý Bektaþ
Sadýklarýn sýdký âþýkýn renci
Pirlerin pirisin gençlerin genci
Hem derya hem sedef hem dür hem inci
Hem umman hem ýrmaða göl Hacý Bektaþ
Gâhi bulut olup göðe aðarsýn
Gâhi yaðmur olup yere yaðarsýn
Ay mýsýn gün müsün kandan doðarsýn
Ilgýt ýlgýt esen yel Hacý Bektaþ
Arýnýn yaptýðý bala benzersin
Þu gurbet illerde gönlüm eðlersin
Bent edip de ikrarýna baðlarsýn
Sailin sattýðý kul Hacý Bektaþ
Derdiment Hatai eyler niyazý
Ulu Pir, katarýndan ayýrma bizi
Bu mahþer günüdür isteriz sizi
Muhammet önünde car Hacý Bektaþ
Kýrklar Meydaný
Biz yaklaþýk 20 küsur yýldýr müzik camiasýnda, 15 yýldýr da ulusal ve uluslararasý alanda göz
önündeyken, bu zamana kadar aklý nerdeymiþ de, þimdi çýkýp ‘yanlýþ bilgi verdiðimiz ve ayrýmcýlýk
yaptýðýmýz’ tohumunu ekmeye çalýþýyor. Yaþamý boyunca ayrýmcýlýðýn her türünü sözde deðil özde
reddeden ve üretimlerine zerresinin sýzmasýna izin vermeyen ve bu tavrýnýn bütün bedellerini ziyadesiyle ödeyerek örnek olan az sayýdaki sanatçýdan birine bunu yakýþtýrmasý, aslýnda bu camiayý
hiç tanýmadýðýnýn kanýtýdýr. Her þeyi bilip tanýdýðýný söyleyen dostumuzun bizi, bu ülkedeki duruþumuzu, üretimlerimizi, eylem ve söylemlerimizi de bilmek ve ona göre davranmak sorumluluðu
olduðunu hatýrlatmak isterim. Çünkü bizim üretimlerimizin kaynaðý; tevatürler, dogmalar, rivayetler deðil, bilimin aydýnlýðýnda her merhalesi adanmýþ bir ömürle, emek, çile ve bedel ödenerek
kazanýlmýþ bilgilerdir. Bizimle insanýmýz arasýndaki bað da organik ya da genetik deðil, hizmete
dayalý üretim ve Hacýbektaþ-Yunus sevgisiyle örülü gönül baðýdýr.
Bir baþka konu: sayýn Kenanoðlu, Arif Sað’ýn albümünde bir deyiþi kulaðýna çalýnan Dertli
Divani’de bizim bir þeyler bulmuþ olmamýzý yadýrgýyor. Vurgulamaya çalýþtýðýmýz Þanlýurfa Kýsas
müzik ve cem kültüründen, Divani’nin atasý Büryani Baba’dan gelen bireysel söz söyleme ve bunlarý Kýsas Aleviliðinin zengin ezgileriyle yan yana getirebilme özelliklerinden bihaber. Ama davranýþ biçimi ayný: Anlamak yerine yine kendini bilgiçliðe kaptýrýyor, hiç tanýmadýðý, dinlemediði
ve bilmediði bir baþka sima için de baþlýyor yoruma. Önce (hiç gerekmediði halde) sözlük bilgileri, divaninin ve divanenin anlamlarý ortaya konuluyor. Okuyucuya konuya hakim olduðu izlenimi
veriliyor. Sonra, bizim Divani kalitesinde henüz yeni bir simanýn çýkmadýðý tespitimizi onun ‘son
temsilci olduðunu iddia ettiðimiz’ þeklinde saptýrarak Divani’nin dedeliðinin ön planda geldiðini,
âþýk veya ozan olamayacaðýný öne sürüyor. Sonra da baltayý taþa vuruyor, Arif Sað albümünden
kulaðýnda kalan,
‘Ben bir günahkâr Kul Dertli
Divaneyim divaneyim’
dizelerindeki ‘kul’ sözcüðü’e takýlýyor. Alevilikte kulluðun olamayacaðý, bunun Sünni Ýslam
anlayýþýna has olduðu, bu nedenle yadýrgadýðý ve benzeri bir dolu argüman. Hýzýný alamýyor ve bu
dizelerin sahibine, ‘o da þimdi benim gibi düþünüyordur’ diyebilecek kadar ileri gidiyor.
Sayýn Kenanoðlu herhalde hiyerarþik yapýlanmalar içinde çokça mesai sarf etmiþ olmalý ki, bu
yapýlardaki kulluk kavramýndan sýyrýlýp Anadolu söz sanatýndaki kulluk ifadesinin anlamýna varamýyor. Kaldý ki dostumuzun ait olduðunu ve çok bildiðini söylediði kendi geleneðinden bile hiç mi
hiç haberi yok. Aleviliðin yedi ulu ozanýndan biri olan ‘Kul Himmet’ten, adýnýn önüne ‘kul’ ekleyerek bu mahlasla deyiþler, þiirler söyleyen ‘Kul Mustafa, Kul Hüseyin, Kul Hasan’dan bihaber.
Ne, Pir Sultan Abdal’ýn;
‘Kul olayým kalem tutan ellere
Katip arz-u halim yaz yare böyle’
dizesiyle baþlayan ve dillere destan olmuþ ünlü deyiþini, ne de Âþýki’nin;
Kýrklar meydanýna vardým
Gel beru ey can dediler
Ýzzet ile selam verdim
Gel iþte meydan dediler
Kýrklar bir yerde durdular
Otur deyu yer verdiler
Önüme sofra yazdýlar
El lokmaya sun dediler
Kýrklar’ýn kalbi durudur
Gelenin kalbi arýdýr
Geliþin kanden beridir
Söyle sen kimsin dediler
Gir semaa bile oyna
Silinsün açýlsun ayna
Kýrk yýl kazanda dur kayna
Dahi çið bu ten dediler
Gördüðünü gözün ile
Söyleme sen sözün ile
Andan sonra bizim ile
Olasýn mihman dediler
Düþme dünya mihnetine
Talip ol Hak hazretine
Ab-ý zemzem þerbetine
Parmaðýný ban dediler
Þah Hatayi’m nedir halin
Hakk’a þükr et kaldýr elin
Gaybetten kese gör dilin
Her kula yeksan dediler
20
‘Ben kuluyum Ali benim sultaným
Kul olan sultandan nasýl ayrýlýr’
dizelerini taþýyan deyiþi hiç bilmemektedir. Eh ne denir? Sizlerin takdirine býrakýyorum.
Biz deðiþen günün koþullarýnýn üretim iliþkisine yaptýðý olumsuz etkiyi vurgulamak adýna Âþýk
Daimi-Ýsmail Özden örneðini veriyoruz, Ýsmail Özden’in ‘Ýsmail’ mahlasý ile çok sayýda deyiþi
olduðunu bilmeyen dostumuz örneklememizi hatalý buluyor ve yine bir dolu yanlýþý hararetle savuruyor. Sonra da saygýlarýmla diye tamamladýðý yazýsýnda, gerçekte saygýnýn da yalnýzca dilinde
olduðunu sergileyen cümlelerini kuruyor.
Deðerli Serçeþme okuyucularý sizlere sormak isterim: Medyatik olmanýn ne anlama geldiðinin
herkesçe iyi bilindiði ülkemizde, bizim saydýðýmýz simalara medyatik demek hangi akýla, ahlaka
ve vicdana uygundur? Âþýk Veysel mi, Âþýk Mahsuni mi, Nesimi Çimen mi, Muharrem Ertaþ mý,
Neþet Ertaþ mý, Dertli Divani mi, Ramazan Güngör mü, Âþýk Daimi mi, Hasret Gültekin mi, Talip
Özkan mý hangisi medyatiktir? Kenanoðlu’na göre hepsi. Medyatik olmayanlar ise onun yalnýzca
adýný bildiði ve bizim konu gereði sayamadýklarýmýz.
Kenanoðlu bununla da kalmýyor. Bizim, ancak kasetine saz çalarak bir þekilde çýkar elde ettiklerimizi deðerli gösterebilecek bir anlayýþta olduðumuz, hatta ayrýmcýlýk yaptýðýmýz gibi haddini
misliyle aþan çirkin ifadelere de yöneliyor. Haklýsýnýz sayýn Kenanoðlu, biz bir diyalektiði bilmiyoruz. Ama bu, Anadolu halk diyalektiði deðil, sizin burada inceliklerini ziyadesi ile sergilediðiniz
‘Kahvehane aðzý’ diyalektiðidir.
Deðerli okuyucular, hep yalnýzca ürettiðini anlatmak adýna karþýnýza çýkan bendenizin böyle
bir nedenle bu yazýyý yazmaktan dolayý rahatsýzlýk duyduðumu bilmenizi isterim. Ama maalesef
zaman böyle bir zaman. Baþlarken dedik ya, herkesin her þeyi bildiðini, her þeye dil uzatýp her
konuda ahkam kesebileceðini sandýðý, eline baltayý alanýn ormana dibinden girdiði bir zamandayýz.
Yanýt vermek ile vermemek arasý ince bir çizgi. Ama sanýrým birilerine bir þeyleri bir kez de olsa
hatýrlatmak gerekli.
Sayýn Kenanoðlu, sonuç olarak fark þurada: Sizin, yaðlýboya tablo ile yaðlýboya duvara baktýðýnýzda göremediðiniz farký görüp yaratabilme yetisini kazanmak için ressam bir ömür veriyor.
Siz ve sizin gibilere düþen kendi sýðlýðýnýzý çirkin manevralarla fütursuzca dayatarak bilgiçlik
taslamak yerine, anlamaya ve gerçekten bilgilenmeye çalýþmak olmalýdýr. Ýþte size Anadolu’dan
anlayabilen için altýn deðerinde bir atasözü: ‘Bilgisiz bilgelik cehaletin aynasýdýr.’
Tüm okurlara özür ve saygýlarýmla…
„
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 21
¸ E
SERÇESM
Yazýk, Çok Yazýk
Av. Ali Timurtaþ Özmen
P
ir Sultan Abdal Kültür Derneði, “farklý” bir dernek. Bir yönüyle
“Alevi-Bektaþi” bir yönüyle de “sol” olduðu iddiasýný taþýyor. Yani
bir yönüyle “inanç-kültür” bir yönüyle de “demokratik kitle örgütü.” Ýþte bu nitelikleri ve dostlarýmýn da katkýsýyla üyesi olduðum bu
dernekte yaþadýklarýmý sizlerle paylaþmak istiyorum.
Üye olduðum dönem, Ali Balkýz’ýn Genel Baþkan seçildiði dönemdi.
Derneðin ve Alevi Örgütlenmesi’nin yabancýsýydým. Zamanla öðrenmeye baþladým. Hemen herkes, “bu iþ, gönül iþi” diyordu. Doðruydu, bu iþ
gönül iþiydi. Genel Merkez’de, deneyimli yöneticiler, en yeni üye olmama raðmen gönüllü olan beni Örgütlenme Sekreteri seçtiler. Örgütlenme
Sekreterliði’ni “býkmadan-usanmadan” yaptým. Hemen hemen bütün
þubelere gittim; eksikliklerini, sorunlarýný ve isteklerini yerinde tespit
ettim ve raporlar halinde Yönetim Kurulu’na sunuyordum. “Deneyimli
Yöneticiler” arasýnda ayrýþmalar vardý; zaman zaman da su yüzüne çýkýyordu. Þehit Aileleri ile Ali Balkýz arasýndaki gerginlik Yönetim Kurulu
toplantýlarýna da yansýyordu. Ali Balkýz, sürekli olarak, “ideolojik”
dediði bir davayý anlatýyordu. Anlattýklarýnda haklýydý; siyasal kimlikler
derneðin dýþýnda býrakýlmalýydý ve bu ilke mutlak olmalýydý. Bu ilkeyle
bazý þubelerin yönetimlerini görevden aldýk ve bu þubelere yeni yönetimler atadýk. Daha sonra bu þubeler, olaðan genel kurullarýnda yeni yönetimlerini seçtiler. Bazý þubeleri de iþlevini yitirdiði için kapattýk. Yani,
dönem, “düzene koyma” dönemiydi. Geceli gündüzlü çalýþýyorduk. Hele
Ýstanbul’da Kaya Uluyýlmaz’ýn özverili çalýþmalarý hiç unutulacak gibi
deðil. Bizce doðruydu yaptýklarýmýz. Amaç, “iktidarýmýzý saðlamlaþtýrmak” ya da “iktidarýmýz önündeki engelleri kaldýrmak” deðildi. Yönetim
Kurulu’ndaki herkesin içtenliðine inanýyordum. Amaç, “disiplinli ilkeli
ve dik duran” bir dernek yaratmaktý. Bu amacýn beni nasýl heyecanlandýrdýðýný keþke anlatabilsem. O kadar sýký çalýþýyorduk ki ailemizi,
iþimizi ihmal ediyorduk. Maddi ve manevi özverilerde bulunuyorduk.
Düþünüyorum da, eðrisiyle doðrusuyla Ali Balkýz’ýn baþkanlýðýndaki
yönetim kurulu “çalýþkan ve özverili” bir yönetim kurulu olarak anýmsanmalýdýr. Kimi “bireysel inisiyatifler” kimi de “keskin sirke küpüne zarar
aceleciliklerle” yapýlan iþler olmuþtur elbette. Bu tip iþlerin muhataplarý
da, yeterli ya da yetersiz özeleþtirilerde bulunmuþlardýr. Þimdi tekrar
tekrar bunlarý yazmanýn ya da saðda solda söylemenin ne söyleyene ne de
muhatabýna yararý olmadýðý gibi toplumsal bir yararý da yoktur. Söyleyenin ve yazanýn kiþisel tatmininden öteye geçmeyen bu “temcit pilavlarý”ndan da artýk vazgeçilmeli. Eleþtiriyi kin ve düþmanlýk boyutlarýnda yapmak doðru deðil. Ama kendi gerçeklerimizle de yüzleþmek gerekiyor. Gelecek kuþaklarýn, yanlýþlarýmýzý bilmesi, bizlerin sorumluluðunun da gereði…
li Balkýz döneminden sonra Kazým Genç dönemi baþladý. Kazým
Genç ve yönetimi göreve gelir gelmez hukuksal çerçevede gözüken bir kavga baþlattýlar ve bu hukuksal gözüken kavgayý da
Ýlhan Cem Erseven ve Bekir Arslan Ankara Þube’nin delegesi oluncaya
kadar sürdürdüler. Bu kavga, “Alevi aydýnlanmasý” için verilen örgütsel
duyarlýlýklar taþýyan bir kavga deðildi. Bu kavga “örgütsel disiplini”
saðlama iddiasý da taþýmýyordu. Kaðýt üzerinde, her ne kadar tüzüðe
aykýrý davranýþlarýn varlýðý iddia ediliyor idiyse de, bu kavga, kiþisel ve
Kamber Çakýr’a yönelik olarak baþlamýþtý ve zamanla tüm örgütü sardý.
Baþlangýçta, Kamber Çakýr ve Dertli Divani Dede’yi (Veli Aykut)
yaralayan ve örgüte küstüren bu kavga zamanla diðer birçok “gönül dostunu” da örgüte küstürdü. Kamber Çakýr’a yönelik giriþimlerimiz sonuçsuz kalýrken örgüt de Kamber Çakýr’a sahip çýkma refleksini gösteremedi. Kamber Çakýr’a duyarsýz kalýnmasý, kavgayý baþlatanlarý cesaretlendirirken duyarsýz kalanlarýn da “sýranýn kendilerine geleceði hesabýný”
yapamamalarýna neden oldu. Herkesin gözünün önünde gerçekleþen
olaylarý izleyenlerden bazýlarý “þubeyi teslim ettiniz” aymazlýðýný da
yapabildiler. Ümraniye’deki bir dostun dediði olmuþ ve içe dönük uzun
soluklu yýkýcý bir kavga baþlamýþtý. Kavganýn “ideolojik” bir nedeni var
mýydý? Yoktu. Emektar ve eleþtirel yaklaþýmlar sergileyen yöneticilere
karþý “ne pahasýna olursa olsun” güç birliði yapýlýyor, disiplin mekanizmasý iþletiliyor, “gönül adamlarý” sindirilmeye çalýþýlýyor ve þubelerdeki seçimlerde bu yöneticilerin yerine yeni yöneticiler geliyordu. Görünüþte demokratik ancak içten içe parçalanmaya ve ayrýþmaya neden olan
bu yöntemler, geri dönülmez yaralar açýyordu. Ümraniye, Kadýköy ve
Alibeyköy (Eyüp) Þubelerinde böyle geliþmeler olduðu anlatýldý. Diðer
þubelerdeki geliþmelerden haberdar deðilim, ama birçok þubede benzer
olaylar yaþandýðýna eminim. Serçeþme’nin satýr aralarýnda; Sultanbeyli’de de rahatsýzlýk olduðu anlatýlýyordu…
Derneðe ilk girdiðimde hissettiðim heyecan artýk yok. Bu heyecaný
öldürenler, kurnazca yöntemleri ile iktidarlarýný koruma gayreti ile hýrslarýna yenilenlerdir. Birçok üye dostumla ayný düþünceyi paylaþýyoruz.
A
Kasým 2005
Kimsenin, hangi nedenle olursa olsun, birlikteliði, huzuru ve barýþý bozmaya hakký olamaz. Saðduyu beklentisi de beklentiden öteye geçmedi;
asýl acý olan ise Ankara Þube’nin baþýna gelenler. Yazýlý örgütsel tarihimizdeki yerini almasý düþüncesiyle bunlarý da yazmak istiyorum:
Pir Sultan Abdal Kültür Derneði Ankara Þubesi, her þeyden önce
“Þehit Ailelerinin Þubesi.” Üyelerinin çoðunluðunun Genel Merkez Yöneticiliði yaptýðý bir þubeydi. Genel Baþkanlarýn çýktýðý bir þubeydi.
Diðer þubelerden çok daha fazla etkinlik düzenleyen ve katýlým saðlayan
bir þubeydi. Kýsacasý öncü bir þubeydi. Gözbebeðimizdi…
Kazým Genç ve yönetimi, önce þubenin baþkaný Kamber Çakýr’ýn
Dertli Divani Dede ile yurtdýþýna gidiþinin tüzüðe aykýrý olduðunu gerekçe gösterdi ve Kamber Çakýr hakkýnda soruþturma baþlatýldý; Ankara
Þube’nin yönetim kurulu görevden alýndý; Þubeyi teslim almaya gelenler
kimlerse, þubenin kapý ve dolap kilitlerini kýrarak defter ve belgelerine el
koydular. Bu “sert el koyma” olayýndan sonra Mahkeme’den aldýðýmýz
tedbir kararý ile þubeyi geri aldýk ve þubemize yapýlanlarý tutanakla da
tespit ettirdik. Tüm bu geliþmeler sonrasýnda Genel Merkez ile Ankara
Þubesi arasýnda birkaç mahkemede birden devam eden bir yargýlama
süreci baþladý. Bu yargýlama sürecinde çok yalnýz kaldýk. Birçok üyemiz
destek isteminde dahi bulunmadýlar; uzun bir dönem izlemekle yetindiler. Kazanýnca “sevindiler”, kaybedince “kaybetmiþsiniz” dediler. Diðer
þubelerimizden ve deneyimli yöneticilerimizden “sözlerden ve temennilerden öteye geçmeyen” bir destek gördük. Ancak yanlýþa karþý çýkarken
yeterli güçte olmak gerekiyor. Ýþte bu “yeterli gücü” yaratmak ve yaþama geçirmek için çok uðraþtýk. Hani bir slogan var ya zaman zaman söylediðimiz, “Susma, Sustukça Sýra Sana Gelecek!” Ýþte bu sloganý bilenler ve sokaklarda söyleyenler Ankara Þubesi’ni yalnýz býraktýlar; destek
olmaktan uzak durdular. Ankara Þube’nin kongresinde “Kýzýl Bayrak”lý
popülist slogan atanlara, “siyasal kimliklerini dýþarýda býrakmalarýný”
söylemediler, aksine bunlarý unuttular… Unuttukça da “vurdumduymaz
oldular”; “körleþtiler”. Sözle, temenniyle, yani kerhen, verilen destekler,
Ankara Þubesi’ne deðil, Genel Merkez’e yaradý ve Genel Merkez tüm
giriþimlerimize raðmen anlaþmayý-uzlaþmayý kabul etmedi. Seçildiði ilk
genel kurul sonrasý söz vermesine raðmen Kazým Genç de uzlaþmayý-anlaþmayý saðlamaktansa, ‘Ben, Genel Merkezim, bana uyacaksýnýz’ benzeri sözler söyledi. Aba altýndan gösterilen sopalarla örgüt yönetilmeye
çalýþýldý… Bu örgütsel yapýnýn, “gönül birlikteliði” olduðu unutuldu.
Sonuçta 28-29 Þubat 2004 tarihinde PSAKD’nin 8. Olaðan Kongresi’ne
Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 29.12.2003 tarih ve 2003/899
sayýlý Ýhtiyati Tedbir Kararý ile katýldýk.
sýl sorun, Kamber Çakýr deðildi. Kazým Genç ve yönetiminin aday
olduðu listenin karþýsýnda ve Ankara Þubesi baþta olmak üzere
diðer þubelerden dostlarýmdan oluþan bir liste vardý. Bu liste seçimi kaybetti ve planlý bir biçimde seçimi kaybeden bu listedeki kiþi ve
þubelere yönelik operasyonlar baþladý. Ankara Þube’de yaþananlar da bu
“ kurnaz yöntemlerden ” biridir. Kazým Genç ve yönetimi, ilk iki yýlýnda
Ankara Þubesi’ne karþý baþlattýðý operasyonlarda baþarýlý olamadý.
Ankara Þube’nin yönetimindeki iki arkadaþýmýzýn (Ýlhan Cem Erseven
ve Bekir Arslan), devam eden davalardan “vazgeçmemi istemeleri” hatta
þaka yollu da olsa “gerekirse azlederiz” içerikli sözlerinden sonra devam
eden davalardaki vekillik görevlerimden istifa ettim. Bu iki güzide arkadaþýmýz da uzlaþma ve anlaþma yapma iddiasýyla gittiler. Sonuç: Ýstifam
üzerine düþürülen ve vazgeçilen davalar; yaklaþýk altmýþ kiþi ile yapýlan
Ankara Þube Kongresi ve Ýlhan Cem Erseven ile Bekir Arslan’ýn Genel
Merkez Kongresi delegesi seçilme baþarýlarý… Yazýk, çok yazýk. Arkadaþlýða da yoldaþlýða da ayýp ettiler… Bekir Arslan, Ankara Þube’nin
olaðanüstü kongresinde, Genel Merkez tarafýndan sökülen kilitleri kürsüden sallarken neler düþündüðünü delege olduktan sonra düþünmüþ
müdür?
Dönem, derneðe sahip çýkma dönemi. Sesimizi çýkarmazsak daha
kötü günler kapýda demektir.
Madýmak Katliamý’nýn gerçekleþtiði 2 Temmuz 1993 tarihi, Pir Sultan Abdal Kültür Derneði’nin bugünü ve geleceði için bir milat olmuþtur: Bu tarihten itibaren, yaþanýlan katliama tepki duyanlarýn katýlýmý ve
desteði ile örgütün büyüdüðünü ve etki alanýnýn geniþlediðini görüyoruz.
Ama, bir süre sonra, derneðe gösterilen ilginin azaldýðý ve kimi þubelerde siyasal kimliklerin öne çýkarýldýðý görülüyor... Bu geliþmeler, ülkede
yaþanan toplumsal duyarsýzlýðýn da etkisiyle, örgütsel yapýyý yüreðinden
yakalýyor ve olduðu yerde býrakýyor. Örgüt, artýk kitleselleþme þansýný
yitirmiþ ve kitleselleþmekten uzak bir yapý içerisindedir. Kýsacasý, halký
önünde koþarken, onu izlemeyen ve bu “tepkisel yýðýnlarý” kendi potasýnda eritip içine alma becerisini de gösteremeyen ve yalnýz kalan örgüt,
halkýnýn önünde koþmaya baþlýyor... Örgüt, hâlâ, halkýn önünde koþmaya
devam ediyor.
2 Temmuz 1993 tarihinden bugüne her geçen gün kan kaybeden ve
kendisini tüketmekle uðraþan bir yapýya dönüþmüþ durumdayýz. Adýmýzýn büyüklüðü de olmasa vay halimize!
A
21
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 22
¸ E
SERÇESM
Mistisizmin Beyinsel Kaynaðý
Bölüm - I
Ýsmail Özmen, Yargýtay Üyesi
Tasavvuf her yönüyle hem gönül hem de beyin ürünüdür. Eðer yaþamýn
sýrrý kafalarýmýzda gizli ise fonksiyonel manyetik rezonans yöntemiyle
beynin iþleyiþinin görüntülenebilmesi, beyin araþtýrmalarýnýn çehresini
deðiþtirecek bir olaydýr.. Bu baðlamda, uzmanlarý tarafýndan bir devrim
ya da rönesans sayýlan bu çalýþmalardan bazýlarýna konumuz olan
tasavvuf kavramý kapsam ve gereði doðrultusunda özetle ve kalýn hatlarla deðinmek istiyoruz:
ABD’li nörolog James Austin bir gün, yapacaðý Budist Zen tarzý bir
dinlence için Londra trenini beklerken, aniden içinde daha önce hiç yaþamadýðý bir ‘aydýnlanma hissi’ duydu.Yine içinde eski tutku ve takýntýlarýndan, öfke, ölüm, korku, varlýðý üzerinde duyduðu kuþku gibi duygulardan kurtulduðunu, fiziksel dünyadan sýyrýlýp çýktýðýný hissetti, sanki
tüm benliði maddeden baðýmsýz varolmaya baþlamýþtý, ‘bir sonsuzluk’
hissetti. Kýsaca, içindeki eski tutkularýnýn yok olduðunu, þeylerin aþkýn
(trancendent) doðasýný anlayabilecek yeteneði elde ettiðini hissetti.
Bu anýsal deneyini dile getiren Dr. Austin, bu deneyiminin mistik ya
da dinsel bir yönü olmadýðýný belirterek, “duyduklarým, Tanrý’nýn varlýðýnýn deðil, beynin varlýðýnýn bir kanýtýydý” der. Bu uzman, zaman,
korku ve bilinç hissinin kaybolmasý için beynin bazý iþlevlerinin durmasý
gerektiðini vurgulayarak, “açýkça, bilincimizin üst iþlevleri olarak
adlandýrdýklarýmýz birden duruyor” ifadesini kullanarak bu konularda
yaptýðý araþtýrmalarýný ve kuramlarýný 1998 yýlýnda yayýnlanan “Zen ve
Beyin” adlý yapýtýnda dile getirdi.
Ona göre beyin, yön verme hissini kaybettiðinde, dinsel ve ruhsal
deneyimlerin nörobiyolojik yönlerini ve bu tür normal üstü gizemli olaylarý inceleyen bir bilim dalý olan nöroteoloji, meditasyonda yoðunlaþmýþ
ya da duaya, zikre dalmýþ insanlarýn beyinleri üzerinde yapýlan araþtýrmalar, mistik hallerin nörolojik nedenlerini açýða çýkarýrken, trans hali ve
tanrýsallýk duygusunun beyindeki etkilerini de görüntülendiðini ifade
etmektedir. Hattâ, mistik yoðunlaþma sýrasýnda, bir takým ‘sesler
duyma’, þakak (temporal lob) bölgesindeki bazý elektriksel faaliyetlere
baðlý olabilir derken, kiþinin meditasyon ya da dua, zikir esnasýnda kendi
içinden gelen bu sesleri dýþýndan gelen ‘ulvî’ sesler gibi algýlanýrken, bu
tip deneyimlerde, beyindeki dil yetisinden sorumlu konuþma bölgesinin
(Broca) faaliyete geçtiði tezini gündeme getirdi.
Benzer araþtýrmalar, beynimizin bilinmeyen yönlerini ortaya
çýkararak, normal üstü deneylere, mistik olgulara bilimsel bir dayanak ve
açýklama alaný hazýrlamýþ olmaktadýr kanýsýndayýz. Mistik alanda
“içinde bulunduðumuzdan farklý, günlük yaþamýn üstünde bir gerçeklik
duygusu söz konusu”dur diyen Massachussette Üniversitesi psikologu
David Wulff, hangi dönem ve çaðda yaþarsa yaþasýn, hangi kültüre ya da
dine, mezhep ve tarikata mensup olursa olsun, çokça insanýn baþýndan bu
tip bir deneyimin geçtiðini dile getirmektedir. Wulff, bu yüzden sosyal
etkilerden ayrý, ortak bir neden olmasý gerektiðini, bu nedenin insan
beyni olabileceðini açýkça vurguluyor.
Andrew Newberg ve yardýmcýsý Eugene d’Aquili, “Tanrý Neden Gitmiyor” adlý ortak yapýtlarýnda, beyindeki ruhsallýk duygusunu uyandýran
iþlevleri ortaya çýkarmak için yaptýklarý tüm çalýþmalarda bu gerçeði dile
getiriyorlar. Tarama (scanner) teknolojisini kullanan bilim adamlarý
Tibet tarzý meditasyon yapan arkadaþlarý Micheal J.Baime’i incelediler.
Kendisinden karanlýk bir odada yere oturmasý istenen Baime’in iki yanýna ip kondu ve sol kolundan gerektiðinde sývý enjekte edebilmek üzere
bir damar yolu açýldý. Bir görüntü üzerine yoðunlaþan Dr. Baime, bilincini zamanla susturdu ve içinde “gerçek ben” diye adlandýrdýðý bir duyum
oluþtuðunda ipi çekti. Olayý dýþardan gözlemleyen Newberg arkadaþýna
derhal radyoaktif bir iþaretleyici enjekte etti. Ardýndan basit ýþýnlar gönderen bir tomografi yöntemi (SPECT) sayesinde beynin nöronal
aktiviteleri, radyoaktif iþaretleyicinin izlenmesi ile durum incelenerek
harfiyen saptandý.
Araþtýrmacýlara göre, Baime’nin tam olarak yoðunlaþtýðý anda
kaydedilen SPECT görüntüleri transandantal deneyimin bir tür fotoðrafý.
Görüntü, alýn korteksinin normalin üzerinde etkinleþtiði anda ortaya
çýktý. Ayrýca, beynin diðer iþlevlerinin de en aza indiði gözlemlendi.
Beynin üst bölgesinde bulunan nöronlar önden arkaya etkinliklerini
tamamen durdurmuþlardý. Ýliþkilendirme ve yönlendirme görevleri üstlenen bu nöronlar deneðin, zaman ve mekân algýsýnýn durmasýna ve kendini maddi dünyadan baðýmsýz bir gerçekliðe ulaþmýþ hissetmesine yol
açmýþtý.
Newberg bu olayý þöyle anlamlandýrýr:
22
“Beyinde yön bulma bölgesinin etkinleþmesi o bölgeye bir takým
uyarýmlarýn ulaþmasýna baðlýdýr. Uyarýmlarýn söz konusu bölgeye
ulaþmalarýný önlersek, beyin, ‘ben’ ve ’ben olmayan’ arasýndaki
ayýrýmý yapamaz hale gelir. Meditasyonun yoðunlaþma etabýnda olan
da budur. Kiþi sýnýrsýzlýk ve evrenle bütünleþme duygusu hisseder.
Esasen beynin sol yön bulma bölümü mekân ve beden arasýndaki
sýnýrlarý algýlayamamaktadýr, duyulardan yeterli veri alamayan sað
bölüm ise, mekânda sýnýrsýzlýk hissi uyandýrmaktadýr.”
Newberg, nörolojik faaliyetlere baðlý aþkýn (tracendant) deneyimlerin beyin tarafýndan baþlatýlýp baþlatýlmadýðýný bilemeyeceðimizi de
ifade ediyor. Özetle, deneyimlerin kaynaðýnýn henüz keþfedilemediðine
dikkati çeken Newberg, bu bulgularýn bize din ve Tanrý’nýn varlýðý üzerine de bilgi verilemeyeceði olgusunun ayrýca altýný çiziyor. Ýnsan beyninde Tanrý’nýn izlerini aramayý ise sürdürüyor.
Mistik deneyimlere yol açan yalnýzca beynin yön bulma merkezleri
deðil, beþ duyu’ya iliþkin bölgelerde de bu tip algýlamalarýn cereyan
ettiðini belirtiyor.
San Diego’daki nörologlar, bazý hastalarda dinsel deneyimlere neden
epilepsi (sara) nöbetlerinin eþlik ettiðini anlamaya çalýþmýþlardýr. Hattâ
bazýlarý daha ileri giderek: “Peygamberlerin aldýklarý vahiyler bir sara
nöbeti olabilir mi? Tanrý’yla konuþma zihinsel bir yanýlma mýydý?” sorularýný gündeme getirmiþlerdir. Hattâ bazý insanlarýn kafalarýna manyetik
miðfer takarak mistik imajinasyonlar üreten Prof. Michael Persinger,
“Bazýlarý aðlýyor, bazýlarý Tanrý’nýn kendilerine dokunduðunu söylüyor,
bir kýsmý da korkuyor; þeytanlar ve kötü ruhlar gördüklerini anlatýyorlar” diyerek, “araþtýrmam gösterdi ki, din beynin bir ürünüdür. Yalnýzca
beynin bir ürünü olup dýþarýda olup bitenlerle pek alakalý deðildir” þeklinde vurgulama da yapýyor.
Duyu organlarýmýzýn algýladýðý her þey “limbik sistem”de toplanarak
oradan diðer bölümlere iletilir. Sigmund Freud’a göre, gündüz
öðrendiðimiz bir þeyi gece uykuda tekrar ediyoruz ve bu þekilde öðreniyoruz. Aslýnda hayatýmýz belleðimizi deðil, belleðimiz yaþamýmýzý þekillendirmektedir. Uzun süreli hafýza, sabit disk gibi; kýsa süreli hafýza ise
diskete ya da CD’ye kaydettiðimiz bir bilgi. Tekrar yapmak, sinir sisteminin sürekli aktif kalmasýný saðladýðý için bilgiler uzun süreli hafýzaya
aktarýlabilir. Beynimizin tam ortasýndaki bölümde (Amygdala) yaþananlar saklanýyor. Her türlü bilgi hafýzada toplanýp saklanýyor. Ruhanî bilgiler de öyle.
Ýngiltere’de insan aklýný inceleyen Prof. Steven Ray, “Beyinlerden
Bilince” adlý yapýtýnda, beyin denen esrarengiz, kolay ele geçmez, incelenemez bu organý ve insanýn kendine özgü kiþiliðini oluþturan anýlarý,
düþünceleri, kavram ve fikirleri incelerken, beyin için kullanýlan “bilgisayar metaforu” kavramýný kabullenmez, reddeder. Çünkü, “bilgisayarlar ölü bilgilerle ilgilidir.” der. Devamla: “Bilgisayara bir bilgi
koyarsýnýz, bir yýl sonra açýp baktýðýnýzda bu ayný bilgidir, hiç deðiþmeden kalmýþtýr. Beyin ise öyle deðil” demiþti.
Hollandalý fizyolog Jacob, 19. yüzyýlda “böbrekler nasýl idrar salgýlýyorsa, beyin de ayni þekilde düþünce salgýlar” demiþti. Ray, bu
düþüncenin 19. yüzyýlda pek yadýrganamayacaðýný söyler. Çünkü, o
zaman çoðu bilimci, yaþama iliþkin pek çok öðenin kimya parçalarýna
indirgenebileceðini düþünüyordu:
“O dönem için hiç de radikal olmayan bir görüþ bu. Beyin üzerine asýl
farklý analiz ve düþünceler çok sonra ortaya çýktý. Beynin
biyokimyasýný anlamak, beynin anlamýnýn sadece bir bölümünü anlamaktýr. Ama þimdi de beyin için bilgisayar metaforu kullanýlýyor.”
Ray, çoðu meslektaþýnýn tersine bu meteforu da reddettiðini söylüyor.
“Ýnsanlarýn hafýzasý var, evrim açýsýndan da bir hafýzasý var. Çünkü
hafýza yaþamý sürdürmeye yardým ediyor. Bazý þeylerin tehlikeli
olduðunu, diðerlerine tepki göstermemiz gerektiðini, veya þu ya da
bu þekilde hareket etmemiz gerektiðini anýmsatýyor. Yani bazý görevleri yerine getirmek için insanýn hafýzaya gereksinimi var.”
Ray þu benzetmeyi yapýyor:
“Bilgisayara karþý satranç ve poker oynadýðýnýzý varsayýn. Poker rekabet gerektiren psikolojik bir oyun; rakibe karþý oynuyorsunuz,
geçmiþte o insanýn oyununu anýmsayarak oynamanýz, mimiklerini
okumanýz lazým. Bilgisayarýn poker oynayacaðýný pek sanmýyorum.”
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 23
¸ E
SERÇESM
Pençe-i Al-i Aba biçiminde pirinç bir
mühür ve basýldýðý zaman kaðýtta
býraktýðý izi.
Ferit Edgü Koleksiyonu,
P Dergisi, Sayý 29, Bahar 2003.
çevre, veya doða ve yetiþme koþullarý gibi þeyler yok. Bunun yerine
yaþayan sistemleri bütün olarak anlamaya çalýþmalýyýz. Çok daha
bütüncül, uyumlu bir þekilde ve bu sistemler arasýndaki baðlantý ve
iliþkileri kavramak gerekiyor.”
Bugüne deðin insan beyninin gücünü küçümsüyorduk. Ama insan
aklýnýn önemini ve fonksiyonlarýný da abartmýþ olabilir miyiz? Ray:
“Bir nörobilimci olarak, insan aklý ve insan beyni, ayni þeyden bahsetmenin iki farklý yoludur diyebilirim. Tabii þu da ön koþul: Beyin
ve akýl bir beden içinde sarmalanmýþtýr, ve toplum içinde, ve tarih
içinde.”
Yine Ray’a göre
“Þizofreni gibi durumlar incelenerek, beynin nasýl çalýþtýðýný anlamak yanýltýcý olur. Çünkü þizofreni de beyin tahribat görmüþtür, týpký
felcin yarattýðý sonuçlar gibi. Alzheimer türü dejeneratif hastalýklarýn
yaratacaðý sonuçlar gibi. Bu hastalýklarýn henüz tedavisi yok. Bu da
halen beyin biliminin hangi aþamada olduðunu çok iyi ortaya koymaktadýr.
Gerçi nörolojik hastalýklar konusunda olumlu umutlar olduðu görülüyor; ama beyin yýkýmýnýn nasýl önleneceði, Alzheimer hastalýðýnýn
nasýl tedavi edileceði, konularýnda da bazý ipuçlarý mevcut ama
henüz elde bir þey yok. Þizofreniye gelince, bu daha karanlýk, çok
kollu ve esrarengiz bir hastalýk. Ýnsanlar olmayan sesleri duyduðunda, hayaller gördüðünde ya da olmayan düþmanlar icat ettiðinde, bilinç atlý un çuvalý gibi ters döndüðünde ortada beyin süreçleri var
tabii, bu kesin. Hatta bunlarý ayrýntýlý olarak incelemek de olanaklý.
Ama, þizofreni aslýnda beyinde oluþan birçok farklý sürecin adý
olarak kullanýlýyor.Bunun için karýþýk ve anlaþýlmasý çok daha zor,
çünkü her zaman baþka insanlarla iliþkileri, dýþ dünya ile baðlarý
içeriyor. Bu nedenlerle þizofreniyi ve beynin semptomlarýný tedavi
etmek üzere kullanýlan þizofreni ilaçlarýna bakýp ne olup bittiðini
anlamak iþin sadece bir parçasý. Biyolojik psikiyatri diye bir þey
olduðuna ve her hastalýðýn bir ilacý bulunduðuna tutkuyla inanlar, bu
iþteki müthiþ zorluklarý basitleþtirmeye, girift olaylarý sade bir noktaya koymaya, bir insanýn çok zor olarak yaþadýklarýný basit bir formüle indirgemeye çalýþanlar var, ancak iþ öyle kolay çözümler
bekleyen bir olgu sayýlamaz. Ben buna ‘aklî ve beyinsel sýkýntý’
demeyi tercih ediyorum. Çünkü buna þizofreni yaftasýný yapýþtýrýnca,
sanki tek bir olgu, tek bir fenomenmiþ gibi algýlanýyor, oysa deðil.
Elbetteki duygular insanýn hastalýðýný etkileyebilir.Böyle düþünen
doktorlar var; hatta son zamanlardaki araþtýrmalar da bunlarý doðruluyor. Beynin beden üzerindeki etkisi sizce gerçekten bugüne deðin
yeterince kaale alýnmadý mý? (...)
Ben bunun çok önemli olduðunu düþünüyorum. Beyni kafatasý içinde
yapayalnýz, yalýtýlmýþ bir organ olarak düþünmek çok yanlýþ.Beyin,
vücudun geri kalan bütün kýsýmlarý ile anýnda hemen iletiþime
geçer.Hatta bu, iki yollu bir iletiþimdir. Beyin vücutta hormonlarý
denetler. Adrenalin gibi, steroid hormonlarý gibi beyni geri besler.
Baðýþýklýk sistemi de beyin süreçleri ile yakýndan baðlantýlýdýr.
Bunun iki yönlü bir iliþki olduðunu vurgulamak gerekir. Tam da bu
nedenle, þimdi bir dolu melez bilim var: Psiko-nöro-immünoloji gibi,
vs. Bunun için artýk her þeyi parçalara ayýrmaktan vazgeçmek gerek:
Bir yandan akýl ve beyin, diðer tarafta beyin ve beden, veya genler ve
Kasým 2005
Bütün bu týbbî verileri anlatmaktaki temel amacým, tasavvufçularý
bilinen ve sezilen kiþisel ve toplumsal yaþamlarýyla birlikte kül halinde
bir kiþilik olarak; yapýtlarýný ise içerik, ileti ve görünüm olarak tarihsel
süreç içinde, dönemlerine göre, çýkýþ, konu ve konumlarýna perspektifsel
açýlardan bakarak felsefî ve edebî yönlerden tüm þiirsel renkleriyle daha
çok deðerlendirip, nesnel nitelendirmelerini çok yönlü, doðru ve derinlemesine yapmalarýný saðlamak üzere okura bir de bu açýdan yardýmcý
olmaya çalýþmaktýr. Artýk irdeleme iþlevi tamamen okura ait bir iþtir,
ama þunu da belirtmek isterim:
Iowa Üniversitesi’nden Prof. Dr. N. C Andreasen, 2000 yýlýnda, Antalya/Belek’te yapýlan 36. Ulusal Psikiyatri Kongresi’nde, tarihin ilk dönemlerinden beri “yaratýcýlýk ile ruhsal bozukluklar” arasýnda iliþki olup
olmadýðýnýn ortaya atýldýðýný belirterek, yaratýcýlarýn ruhsal açýdan “farklý” bulunduklarýný, onlarýn sýra dýþý davranýþlarýnýn dikkat çektiðini, kendilerinde ya da yakýnlarýnda ruhsal bozukluklar bulunduðunu, bu nedenle de bir çok uzman tarafýndan araþtýrýldýðýný; hatta 5. yüzyýlda Atina’nýn,
15. yüzyýlda Floransa’nýn, 9. yüzyýlda Paris’in yaratýcýlar açýsýndan dikkat çektiðini, sorularýn ancak anekdot biçiminde yanýtlandýðýný belirtir.
Karlsson, “yaratýcýlýkla ve yaratýcýlýk düzeyi ile ruhsal bozukluk arasýnda bir iliþki olduðunu, bunun da genetik bir özellik taþýdýðýný, hatta
yüksek yaratýcýlýk (giftedness) ile þizofreni arasýnda bir iliþki bulunduðunu” açýklar. Tasavvufçulara bu açýlardan hiç bakýlmamýþ, bilinçaltlarýnýn resimleri çekilmemiþ, evrenin en büyüðü olan aklýn orada nasýl
hapsedildiði, devre dýþý býrakýldýðý ya da alýþýlmýþýn dýþýnda kullanýlmýþ
olduðu konularý üzerinde derinlemesine bir inceleme yapýlmadýðý gibi
Platon’un yaptýðý þekilde soru-yanýt biçiminde de olsa hiç gözden geçirilmemiþtir. Elbette ki duvarlarý aþmak, giderek yýkmak zor. Akýl bulaþýcý
bir illet, adetâ çok tehlikeli bir virüs, ama tüm devrimlerin anahtarý, kendisi en büyük devrim. Görülen o ki tarih ve bilgi birikimi silinemiyor,
hiçbir önyargý ve dayatma olmadan nesnel deðerlendirmeleri bekliyor.
Dönüp konuya yeni açýlardan baktýðýmýzda, çaðdaþ bilimin Tanrý’nýn
var olmadýðýný kanýtladýðýný savunanlar, din savaþlarý, fanatizm ve hoþgörüsüzlüðün evrensel beyin kimyasýnýn parçasý olmaktan ziyade, belli
tanrýlar ve dinlerin tek olduðu yönündeki dogmatik inançlardan kaynaklandýðýný iddia ediyorlar. Prof. Persinger, kendisini ateist olarak nitelerken, “inanç nörolojisi” araþtýrmasý yapan birçok bilim adamý ise dindar
olduklarýný söylüyorlar. Beynin dinsel faaliyetlerdeki fonksiyonunu araþtýran bilim adamlarý, yaptýklarý araþtýrmalar sonucunda insanlarýn “ruhanî deneyimler” geçirdikleri sýrada, beyindeki belli merkezlerin deðiþimlere uðradýðýný saptamýþlardýr. Bu araþtýrmalar, yüzyýllardýr bitmeyen
“Tanrý’yý beyin mi yaratýyor” tartýþmasýný gündeme taþýyýp alevlendirmiþtir.
Þu sorular gün ýþýðýna çýkarýlarak sergilenmiþ, bu sorulara yanýtlar
aranmaya baþlanmýþtýr:
1) Evrenle tek vücut olmak gibi transandantal olgular nereden kaynaklanýyor? Araþtýrmalara göre bu, beynin kendi ve fiziksel eðilim duygusunu düzenleyen çeper lobundaki artan bir faaliyet olabilir.
2) Yine, din olgusu, aþk ve tutku gibi yüce duygularý nasýl körüklüyor? Büyük olasýlýkla bu, meditasyon sýrasýnda yükselen konsantrasyonun neden olduðu ön lobdaki deðiþikliklerden kaynaklanýyor.
3) Milyonlarca insan, neden dinin yaþamlarýna karýþýp deðiþtirdiði
duygusunu taþýyor? Belki de dinsel faaliyetler, kiþisel önemdeki deneyimleri tartan þakak lobunu harekete geçiriyor.
23
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 24
¸ E
SERÇESM
Alevilik ve Müslümanlýk
AHMET ARÝF
Hüseyin Ýlbey
Otuzüç Kurþun
1.
2.
Ýzmir, Eylül 2005
Ö
Bu dað Mengene daðýdýr
Tanyeri atanda Van’da
Bu dað Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karþý
Bir yanýn çýð tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanýn seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzullarýn salkýmý
Firari guvercinler su baþlarýnda
Ve karaca sürüsü,
Keklik takýmý...
Yiðitlik inkar gelinmez
Tek’e - tek döðüþte yenilmediler
Bin yýllardan bu yan, bura uþaðý
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü deðil bu
Gökte yýldýz burcu deðil
Otuzüç kurþunlu yürek
Otuzuç kan pýnarý
Akmaz,
Göl olmuþ bu daðda...
Yokuþun dibinden bir tavþan kalktý
Sýrtý alacakýr
Karný sütbeyaz
Garip, ikicanlý, bir dað tavþaný
Yüreði aðzýnda öyle zavallý
Tövbeye getirir insaný
Tenhaydý, tenhaydý vakitler
Kusursuz, çýrýlçýplak bir þafaktý
Baktý otuzüçten biri
Karnýnda açlýðýn aðýr boþluðu
Saç, sakal bir karýþ
Yakasýnda bit,
Baktý kollarý vurulu,
Cehennem yürekli bir yiðit,
Bir garip tavþana,
Bir gerilere.
Düþtü nazlý filintasý aklýna,
Yastýðý altýnda küsmüþ,
Düþtü, Harran ovasýndan getirdiði tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnýnda akýtma
Üç topuðu ak,
Eþkini hovarda, kývrak,
Doru, seglavi kýsraðý.
Nasýl uçmuþlardý Hozat önünde!
Þimdi, böyle çaresiz ve baðlý,
Böyle arkasýnda bir soðuk namlu
Bulunmayaydý,
Sýðýnabilirdi yüceltilere...
Bu daðlar, kardeþ daðlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandýrmaz adamý,
Yanan cýgaranýn külünü,
Güneþlerde çatal kývýlcýmlanan
Engereðin dilini,
Ýlk atýmda uçuran
Usta elleri...
Bu gözler, bir kere bile faka basmadý
Çýð bekleyen boðazlarýn kýyametini
Karlý, yumuþacýk hýyanetini
Uçurumlarýn,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktý,
Buyruk kesindi,
Gayrý gözlerini kör sürüngenler
Yüreðini leþ kuþlarý yesindi...
24
``
yle görünüyor ki, Türkiye’yi daha uzun bir süre meþgul edecek, temel deðilse de önemli
konulardan biri Alevilik ve Aleviliðin Müslümanlýkla iliþkisi olacak. Alevilerin, üzerinde
yaþadýklarý topraklarda, içinde yaþadýklarý toplumda sorun olma, sorun yaratma gibi dertleri yok. Alevilerin kendilerini yeniden ve yeterince tanýmlama ve ifade etme sorunlarý vardýr, ama
bu onlarýn iç sorunudur. Bu sorunun devleti ve toplumun baþka inanç kesimlerini ilgilendirmemesi gerekir. Aleviler kendi hallerine býrakýlsa, kendi iç sorunlarýný kazasýz belasýz, devleti de
toplumun baþka kesimlerini de rahatsýz etmeden bir çözüme kavuþturacaklardýr.
Fakat kervaný kendi haline býrakmýyorlar. kervanýn yolunu sýk sýk uðru ve harami kesiyor.
Bazen kervaný geri yönlendirmekteler, bazen de katarýn önde gelenlerini soygunun içine çekmeye
yelteniyorlar. Bazen de þiddete baþvurup katliama giriþiyorlar. Tarih bunun örnekleriyle dolu:
Osmanlý Þeyhülislamlarý, Alevilerin çoluk çocuk katlý vacip zýndýklar olduðuna dair fetvalar
verdiler. Bu destekle Yavuz, tahtýný güvenceye almak için doksan bin Aleviyi kýlýçtan geçirdi. Bir
o kadarýný Kuyucu Murat, diri diri kuyulara doldurarak katletti.
Cumhuriyet döneminde, hem ibadetleri hem de ibadet yerleri olan cemevleri yasaklandý. 12
Eylül faþizminde, köylerine zorla cami yapýlarak, zorunlu din dersleri dayatýlarak asimile edilmeye çalýþýldý. Son otuz yýlda uðradýklarý toplu saldýrýlarda yüzlercesi katledildi. Baþbakan Recep
Tayip Erdoðan ve partisinin yetkilileri, “Alevilik bir din ve mezhep deðildir” denilerek inançsýzlýk
ve dinsizlikle suçlandýlar.
Bazý Aleviler ise, siyasal ikbal ve parasal rant peþindeki bazý dedelerin peþine takýlarak þaþkýn
ördek misali, “Yok vallahý, en has Müslüman biziz” diye, suyu tükenmiþ, kokuþmuþ bir bataklýðýn
içinde kýçýn kýçýn yüzmeye debelenmektedirler.
Öyle sanýyorum ki, Alevilikte Müslümanlýðýn birbirleriyle ilgileri ve iliþkileri açýklýkla ortaya
konulabilirse, bu konudaki sorun önemli ölçüde hafifleyecektir.
Birkaç olguyu yanyana koyduðumuzda, taþýdýklarý niteliklere bakarak bunlarýn ayný ya da farklý þey, nesne ya da olgu olduklarýný söyleyebiliriz. Bu nesne yada olgular þu an farklý niteliklere
sahip iseler, bunlarýn birbirinden doðmuþ, birbirlerinden çýkmýþ olmalarý da sonucu deðiþtirmez:
sonuçta farklý olgularla karþý karþýyayýz demektir.
Musevilik, eski Uzakdoðu dinlerinden ve eski Mýsýr’daki inançlardan; Hýristiyanlýk Musevilikten;Müslümanlýk ise Hýristiyanlýk ve Musevilikten esinlenmiþtir. Her üç din de ayný kavme,
ama farklý tarihsel, kültürel ortam ve topluluklarýna hitap eder. O yüzden de her biri ayrý bir dindir.
Alevilerin oraya çýktýðý coðrafya ve kültürel ortam Ortadoðu ile Önasyadýr. Fakat geliþtiði,
kendini bulduðu ve esas yapýsýný oluþturduðu yer Anadolu’dur. Doðaldýr ki Alevilik de çeþitli dinlerden, inançlardan, kültürlerden esinlenerek oluþmuþtur. Bunlarýn içinde Þamanizmi, Zerdüþtlüðü,
Hürremiliði ve elbette Ýslamiyeti saymak mümkündür. Ama Alevilik bunlardan biri deðil, bu inanç
ve kültürlerin akýl ve bilimle çeliþmeyen yanlarýný alýp sentezleyen bir Anadolu mozaiðidir.
Ýslamiyet’e ve Peygamber Muhammed’e can düþmaný olan Emevi sülalesinin Halifeliði, yani
Ýslam Devleti’nin yönetimini ele geçirmesiyle birlikte, Müslümanlýk Aleviliði kendinden saymamýþ, onu dýþlamýþ, sapýklýk ve zýndýklýk olarak suçlamýþ ve ifþa etmiþtir.
Bugün de durum aynýdýr. Tekrar tekrar vurgulamak gerekiyor: Alevilik Müslümanlýk olmadýðý
gibi, has Müslümanlýk da deðildir. Öyleyse sorun ne? Sorun, bir deðil, birkaç tane.
Birincisi, bir kesim Alevi’nin kendini “ne has Müslüman” saymasý.
Ýkincisi, aðýz deðiþtiren ya da eski söylemini kamufle eden devletin, Aleviliði Müslümanlýðý alt
ve farklý bir yorumu olarak kabul ediyor görünmesi.
Üçüncüsü, Alevilerin bir inanç deðil, salt bir kültür olarak deðerlendirilmesi.
Dördüncüsü, Alevilik ne dindir, ne inançtýr, sapýklýk ve zýndýklýktýr denilmesi.
Beþincisi, Alevilik ayrý, kendine özgü bir dindir, bir inanç ve kültür bütünlüðüdür görüþü.
Herkes, bunlardan birini ya da bir kaçýný doðru bulabilir. Benim için hangisi doðrudur?
Benim için doðru olan, Aleviliðin kendine özgü, ayrý bir din, ayrý bir inanç ver kültür bütünlüðü olduðu görüþüdür. Bu nedenle de, bana göre Aleviliðin Ýslam içi ya da Ýslam dýþý olduðu
tartýþmasý beyhude bir tartýþmadýr. Ama elbette konu tartýþmalý, açýklýða kavuþturulmalýdýr.
Bir inancý, bir dini diðerlerinden ayýran göstergeler nelerdir? 1) Tanrý imajý, 2) Ýnanýlan kitabýn
hangisi olduðu, ne dediði, 3) Biat edilen peygamber, 4) Ýbadetin içeriði ve biçimi.
Bu göstergelere bakarak bir inancý, bir dini diðerlerinden ayýrmak gayet kolaydýr.
1) Tanrý anlayýþlar, Tanrý’yý algýlayýþlarý bazý farklýlýklar da gösterse, ayný Tanrý’yý kabul ettikleri halde, Musevilik, Hýristiyanlýk ve Müslümanlýk farklý dinlerdir. Öyleyse Tanrý imajý, aynýlaþtýrýcý bir gösterge deðildir.
2) Ýnanýlan kitap, inançlarý farklý kýlan bir gösterge olarak kabul edilebilir.
3) Biat edilen peygamber de farklýlýk yaratan önemli bir öðedir.
4) Ýbadetin içeriðinin ve biçiminin de dinleri ayýran bir gösterge olduðu zaten ortada.
Þimdi bu dört gösterge açýsýndan Alevilikle Müslümanlýðý yanyana koyduðumuzda ortaya
çýkan manzara nedir? Ýbadet biçimi ve içeriði hariç, her iki inancýn da ayný Tanrý’ya taptýðý, ayný
peygambere biat ettiði, ayný kitaba uyduklarý söylenecektir. Ýþte asýl yanýlgý buradan kaynaklanmaktadýr. Aleviliðin içine girdiðimizde, her dört öðenin(ya da göstergenin) çok farklý þekillerde ve
içeriklerde algýlandýðýný, deðerlendirildiðini ve uygulandýðýný çok rahatlýkla anlamak mümkündür.
1) Alevilerin Tanrý Ýnancý, Müslümanlýðýn Tanrý inancýndan farklýdýr. Müslümanlýðýn Tanrýsý,
evreni ve insan yaratan, ona hükmeden, cezalandýran ve ödüllendiren, her gün en az beþ kez kendisine yalvar yakar olmayan kullarýna iyi gözle bakmayan, durmadan kulaklarýný çeken, olmadý
tehdit eden, bu nedenle de kullarýný sürekli tarassut altýnda tutan bir Yüce Allah’týr.
Gelin bir de Alevilerin Tanrýsýna bakýn: O safi sevgidir. Bazen kendidir, bazen Muhammed’dir
fakat en çok da Ali ’dýr. Aslýnda o tümden Ali’dir, arasýra darda kalmýþlara yardým için Hýzýr
kýlýðýnda dolaþtýðý da çoktur. Öyle elinde defter kalem, kullarýn sevap ve günahlarýný yazdýðý da
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 25
¸ E
SERÇESM
yoktur. O yüzden, Alevi baþý sýkýþmadýkça onu ne anar, ne ona seslenir. Baþý sýkýþtý mýydý da zaten
önce “Medet ya Ali!” diye baðýrýr. Çünkü biliyor ki O Ali’dir, Ali de O’dur. Elbette ki burada Ali
bir semboldür. Alevilik Tanrýyý göklerdeki azap verici korkunç yalnýzlýðýndan kurtarýp yere indiren, onu yerde insanla, aþkla, sevgiyle onurlandýran bir inançtýr. Hem zaten,
Bakkal mýsýn teraziyi neylersin?
Kulun günahýný tartýp neylersin?
`` 3.
Vurulmuþum
Daðlarýn kuytuluk bir boðazýnda
Vakitlerden bir sabah namazýnda
Yatarým
Kanlý, upuzun...
Vurulmuþum
Düþüm, gecelerden kara
Bir hayra yoraným çýkmaz
Caným alýrlar ecelsiz
Sýðdýramam kitaplara
Þifre buyurmuþ bir paþa
Vurulmuþum hiç sorgusuz, yargýsýz
ya da,
Kýldan köprü kurdurmuþsun
Gelsin kullar geçsin diye
Hele biz þöyle duralým
Yiðit isen geç a Tanrý
diyen bir inancýn Tanrý’sýnýn neyi, neresi benziyor Müslümanlýðýn Yüce Allah’ýna, hey erenler?
2) Aleviler de Kuran’a inanýrlar. Fakat onlarýn inandýklarý Kuran Halife Ebubekir’le Osman
zamanýnda büyük oranda yakýlan, yok edilen, kim bilir ne kadarý ortadan kaldýrýlan Kuran’dýr. Þu
anki Kuran, Muhammet’in vahiy olarak naklettiklerinin çok azýný içermektedir. Aslý ise zorla, kan
dökülerek yok edilmiþtir. Alevilerin hemen tümü bu nedenle, Kuran’ý deðil, Cafer-i Sadýk’ýn
Buyruk’unu rehber kabul ederler. Ayrýca zaten Aleviler ibadetlerinde ayetlere deðil Þah Hatayi’nin, Pir Sultan’ýn, Kul Himmet ‘in, Kaygusuz’un deðiþlerine niyaz ederler.
3) Aleviler, Muhammed’i peygamber olarak kabul ederler. Ama Aleviliðin peygamberlikle
ilgili algýlanmasý ve görüþü de Müslümanlýktan çok farklýdýr. Kendi inanç sistemleri içinde,
“Allah, Muhammet, Ya Ali ” üçlemesi, Hýristiyanlýktaki “Baba, Oðul, Kutsal Ruh” üçlemesi gibi,
üçü de ayný bütünün farklý bir görünümündür. Önemli olan görünümler deðil, bütünün kendisidir.
4) Alevi ibadetinin biçimi ve içeriði ise zaten baþlý baþýna bir “âlemdir.” Alevi ibadetinin içinde
Ýslamiyet‘in yasakladýðý, günah saydýðý ne varsa, on katý fazlasýyla var: Bir defa ibadet dili, kendi
diliyledir; anladýðý dille dua eder. Ayrýca bu ibadette çalgý, deyiþ, dans, dünya nimetlerini lokma
olarak birlikte paylaþma, sarhoþ etmeyecek ölçüde içki, kadýn erkek birlikte cem olup semah
dönme vardýr. Müslümanlýðýn ibadetiyle en ufak bir benzerlik, ortaklýk var mý bu ibadette?
5) Aleviler ibadetlerinde, anlamadýklarý Arapça ayetlere deðil, her sözcüðünü ve anlamýný tamý
tamýna anladýklarý Hatayi, Pir Sultan, Kazak Abdal, Kaygusuz, Hacý Bektaþ Veli erenlerine, ermiþlerine ve onlarýn deðiþlerine niyaza durur, biat ederler. Aslýnda bu konu bir sosyolojik, psikolojik
ve tarihsel araþtýrma alaný olma özelliklerine sahiptir.
Durum, bazýlarýna epeyce vahim, bana göre oldukça rahim görünse de daha saðlam göstergelerle açýklýða ve berraklýða kavuþturulabilir: Kendini Müslüman olarak tanýmlayanlara beþ þart
(farz) vardýr: Kelime-i þahadet, namaz, oruç, zekat, hac.
Alevi olmak için Kelime-i Þahadetin bir anlamý yoktur. Aleviler, namaz kýlmamaktadýrlar.
Tuttuklarý oruç, Ýslam’ýn þart koþtuðu deðildir, Kerbela katliamýnýn yasýný tutma eylemidir. Ýbadetleri içinde zekat da yoktur; zekattan farklý bir anlama ve iþleyiþe sahip lokma ve hakullah vardýr.
Peki ya hac? Onlarýn hacca gitme gibi dertleri hiç yoktur:
4.
Kasým 2005
Ölüm buyruðunu uyguladýlar,
Mavi dað dumanýný
ve uyur-uyanýk seher yelini
Kanlara buladýlar.
Sonra oracýkta tüfek çattýlar
Koynumuzu usul-usul yoklayýp
Aradýlar.
Didik-didik ettiler
Kirmanþah dokumasý al kuþaðýmý
Tespihimi, tabakamý alýp gittiler
Hepsi de armaðandý Acemelinden...
Kirveyiz, kardeþiz, kanla baðlýyýz
Karþýyaka köyleri, obalarýyla
Kýz alýp vermiþiz yüzyýllar boyu,
Komþuyuz yaka yakaya
Birbirine karýþýr tavuklarýmýz
Bilmezlikten deðil,
Fýkaralýktan
Pasaporta ýsýnmamýþ içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrý eþkiyaya çýkar adýmýz
Kaçakçýya
Soyguncuya
Hayýna...
Hararet nardadýr sacda deðildi
Keramet baþtadýr taçda deðildir
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüs’te Mekke’de Hac’da deðildir.
Ýslam’ýn bu beþ þartýný yerine getirmeyen inancýn sahiplerine hangi verilere ve mantýða dayanarak Müslüman diyebilirsiniz? Ya da, “Biz Ýslamýn özüyüz” diyenler, ne mene Müslümandýr ki,
bunu açýklamak kendilerine düþer.
Ýnsan olmanýn, insanlaþmanýn en kalýn atardamarlarýndan biri sanattýr, sanatla uðraþmaktýr,
sanat alanlarýnda yaratmaktýr. Müslümanlýk ise, tef çalma, cami ve bina yapma dýþýnda neredeyse
bütün sanat alanlarýný, resmi, heykeli, dansý, müziði, tiyatroyu, fotoðrafý yasaklayarak, insanlýðýn
insanlaþmasýnýn bu en kalýn damarýný týkamýþ, insanlýða ket vurmuþtur. “Saz çalsak Allah’a ibadet
olur” diyerek müzik eþliðinde raks ile ibadet eden bir inancýn Müslümanlýkla ne ilgisi olabilir?
Konuyu ve sorunu deðil, bu yazýyý bitirirken, halihazýrda “Dede”lik yapmayan bir Alevi
Dedesi olarak Alevilere diyeceklerim kýsaca þunlardýr:
1) Aleviler “en has Müslüman” deðillerdir. En has Müslüman olmak Aleviliðe ve Alevilere bir
zerre katmaz, tam tersine onlarý, yani tarihin tanýdýðý bu en muhteþem inancý ve kültürü erozyona
uðratýr, Aczmendilerle, Talibanlara benzetir. Çünkü en has Müslüman Aczmendiler, Hizbullah,
Ýslami Cihad, Hamas, Taliban ve benzerleridir.
2) Parasal rant ve siyasi ikbal peþinde koþturan, 1950’lerde gerici Demokrat Parti’den, ülkeyi
belalara, darbelere, faþist cephelere sürükleyen, açtýðý yüzlerce Ýmam Hatip Okullarýnda
yetiþtirdiði yüz binlerce þeriatçýyla gericiliðe ve irticaya ordu hazýrlayan, “Baðýmsýz Türkiye”
diyen gençleri ipe götüren Süleyman Demirel’in partisinden Milletvekilliði yapan, 12 Eylül’ün
faþist MDP’sinden aday olaný, gözlerini Diyanet’te temsilden gelecek paralara dikmiþ bazý Alevi,
“büyükleri” ve “Dedeleri”, Sünni devletle elele vererek, “Alevi Ýslam” söylemiyle Alevilerin hýzla
Emevi Müslümanlýðýna doðru sürüklemektedir.
3) Aleviler, bin beþ yüzyýldýr çocuklarýna Bekir, Ömer, Osman adýný vermiyorlar. Bu üç adý
duyduklarýnda cin çarpmýþa döner þeytana lanet okurlar. Acaba neden?.
4) Son, somut bir örneklendirmeyle yazýyý bitirmek istiyorum. Þimdi karþýnýzda iki grup insan
olsun: Birinci grupta Fethullah Güven, Alevilere sapýk diyen Ýlahiyatçý Prof. Ramazan Ayvalý ile
Recep Tayip Erdoðan bulunsun. Ýkinci grupta ise Lütfü Kaleli, Ali Balkýz ile ben varým. Her iki
gruba birden, “Kim Müslümansa elini kaldýrsýn” diye seslenilsin. Hiç kuþku yok ki birinci gruptakiler sað ellerini göðüslerine bastýrýp, “Elhamdülillah Müslümaným” diyeceklerdir. Kimseye
zarar vermedikleri sürece Müslüman olmalarýna saygý duyarýz. Peki ikinci gruptakiler ne diyecek?
Aynen þöyle diyeceklerdir: “Ne güzel ki Aleviyim.”
Anlayana sivrisinek saz, anlamayana Mehter Marþý az.
Anlayan herkese günaydýn, anlamayan herkese zifir geceler.
Kirvem, hallarýmý ayný böyle yaz
Rivayet sanýlýr belki
Gül memeler deðil
Domdom kurþunu
Paramparça aðzýmdaki...
5.
Kirvem hallarýmý ayný böyle yaz
Rivayet sanýlýr belki
Gül memeler deðil
Domdom kurþunu
Paramparça aðzýmdaki...
Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiþ közüm,
Karnýmda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaþýný
Üç nazlý selvi,
Ömrüne doymamýþ üç dað parçasý.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hýsým, daðlarýn çocuklarý
Fransýz Kuþatmasýna karþý koyanda
Býyýklarý yeni terlemiþ daha
Benim küçük dayým Nazif
Yakýþýklý,
Hafif,
Ýyi süvari
Vurun kardaþ demiþ
Namus günüdür
Ve þaha kaldýrmýþ atýný.
Kirvem hallarýmý ayný böyle yaz
Rivayet sanýlýr belki
Gül memeler deðil
Domdom kurþunu
Paramparça aðzýmdaki...
25
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 26
Ýslamda Tragedya Kahramaný ve Tragedya Örnekleri
Bölüm - I
Metin And
Ý
Bu yazý ilk kez “Ulusal Kültür” dergisinin Ekim 1978 tarihli 2. sayýsýnda yayýnlanmýþtýr.
Halk Sahnesi Oyuncularý’nýn izminye kendilerinin internet sitelerinden alýnmýþtýr.
http://www.halksahnesi.org
slam dünyasý Aristoteles’in Poetika’sýný tanýyordu. Ya çeviri, ya
da özet yoluyla Arap yazarlarý buradaki çeþitli tragedya kavramlarýný deðiþik terimlerle karþýlamýþlardý; Sözgelimi, Ebu Biþr Metta
b. Yunus, ya da Ýbni Sina gibi. Bu tanýþýklýktan ne yazýk Ýslam dünyasýnda bir dramýn varlýðýný söyleyemeyiz. Ancak bir dramýn, bir
tragedyanýn doðumu için, ritüel ve mithos’a uygun ortam, ve koþullar
yeterliydi. Özellikle Þii’lerde Muharrem uygulamalarý ve buradan doðan
Taziye, denebilir ki Ýslam dünyasýnýn yaratabildiði tek dramdýr. Gerçi
ritüel ve mithos’un drama yani Taziye’ye dönüþmesi çok yakýn tarihte
gerçekleþmiþtir, ancak bu oluþumu hazýrlayan etkenlerin içinde gene dramatik öðeler buluyoruz. Konu Anadolu Türkiye’sini de yakýndan ilgilendirmektedir. Bunlar üzerinde çeþitli incelemelerimde durmuþtum.1
Taziye ne ölçüde Yunan tragedyasýna benzer, ne ölçüde ondan deðiþiktir? Temmuz 1977’de Atina’da toplanan Uluslararasý Kongre’nin konusu Yunan tragedyasýydý. Bu kongreye sunduðum uzun bildiride2
Taziye ile Yunan tragedyasýný gerek kökenleri ve oluþumu, gerekse dramatik yapýsý ve tekniði açýsýndan ayrýntýlý karþýlaþtýrmýþtým. Bu bildiri
henüz yayýmlanmadý ancak Yunanca’ya çevrilip resimli olarak Theatro
dergisinde yayýmlandý. Çok ayrýntýlý ve uzun bu karþýlaþtýrmaya burada
yeniden dönecek deðilim, ancak iki dram arasýndaki bir iki önemli noktaya kýsaca deðinmek isterim. En önemlisi trajik tersinleme (tragic irony)
bakýmýndandýr. Her iki dramýn seyircisi olaylar dizisini, öyküyü çok iyi
bilirler. Ancak Yunan tragedya kahramanýnýn yazgýsýný bilmemesine
karþýn, Taziye kahramanýnýn alýn yazýsýnýn, sonunun üzerine ön bilgisi
vardýr. Baþta eksen kiþi Hazret-i Hüseyin olmak üzere tüm kahramanlar
ne zaman, nasýl öleceklerini ya da sonlarýnýn ne olacaðýný bilirler.
Her iki dramda da insan yazgýsý önemlidir. Gerçi çektikleri onlarý yüceltirse de Yunan tragedya kahramanýnda insan, ne denli soylu, yüceltilmiþ olursa olsun, Tanrýlarýn istemine karþý eylemleri için cezalanacaklardýr. Oysa Taziye’de Hazret-i Hüseyin, Tanrýnýn istemine karþý çýkmaz,
öyle ki Tanrýnýn isteðini yerine getirmek uðruna, utkuya sýrtýný çevirir.
Hazret-i Hüseyin ve yandaþlarý Tanrýnýn deðil insanoðlunun istemine
baþkaldýrýr.
Yunan tragedyasýnda kahramanýn eylemi Tanrýnýn istemine karþýysa
kusurlarýnýn deðçesini ödemelidir. Taziye’de ise, kiþi ne denli haklý ve
kusursuz olursa olsun gene de acý çekmeli ve yok olmalýdýr. Yunan
tragedyasýnda kahraman, yýkýntýya götürmesine karþýn, gerçeði bulmak,
ona eriþmek ister. Oysa Taziye’de gerçek, kahraman için bellidir, Yunan
tragedyasýnýn tersine gerçeði baþkalarýnýn da öðrenmesini ister. Yunan
tragedyasýnda kahramanýn karþýtý yazgýsý, dolaylý olarak Tanrýlardýr.
Taziye’de Tanrý, Hüseyin’in yol göstericisi, koruyucusudur, karþýtý ise
insan oðludur. Yunan tragedyasýnýn Tanrýlarý acýmasýzdýr, hoþgörüleri
yoktur, öç alýcýdýrlar. Bunun gibi Taziye’de Suriye ordusu, onun komutanlarý Ýbn Saad ve Þimr, sanki Yunan tragedyasýndaki Tanrýlar gibidir.
Bu ordu ve komutanlarý Taziye’de en önemli dramatik karþý güçtür.
Yunan tragedyasýnda trajik kahramanýn Tanrýlara baþ kaldýrmasý, bunun
sonunda yok olarak yücelmesi, ululanmasý gösterilir. Taziye kahramaný,
kendi eliyle deðil fakat öteki insanlarýn eliyle yok olur. Yunan tragedyasý
dine, Tanrýya saygýlý ile günahlý ayrýmýný yapmaz. Seyirci bakýmýndan
kimin cennete kimin cehenneme gideceði üzerinde durulmaz. Taziye ise
seyirciye, kiþiler üzerine deðer yargýlarýyla sunulur. Yukarýda da belirttiðim gibi, bu benzeþmezliklerin yaný sýra Yunan tragedyasýyla Taziye
arasýnda çok yakýn ve benzeþen ortak noktalar bulunmaktadýr, ancak
burada konumuz bu deðil. Ayrýca buraya dek söylenenler aþaðýda özetle
verilecek Taziye örneklerinden de çýkarýlabilir.
Þimdi buradan tragedya ya da söylence kahramanýnýn nitelikleri
bakýmýndan Taziye’yi incelemeye geçelim. Taziye’nin eksen kiþisi Hazret-i Hüseyin’dir. Ancak binleri bulan Taziye metinlerinde baþka eksen
kiþiler de yer alýr; Adem, Musa, Yusuf, Ýbrahim, Ýsa, Nuh, Mansur’ilHallaç, Timurlenk ve baþkalarý. Kimi Taziye’de Hazret-i Hüseyin hiç gözükmez, ancak tüm Taziyeler dolaylý da olsa gene Hazret-i Hüseyin’in
ekseninde geliþir, yan olay ve yan kahramanlar hep onun kiþiliðine yöneliktir, anýþtýrmalar, anýmsatmalar, çaðrýþýmlar, vurgulamalar, karþýlaþtýrmalarla hep onun kiþiliði vurgulanýr. Ridgeway’in kahraman konusunda
Osiris ile Hazret-i Hüseyin arasýndaki ortak noktalarý belirleyiþini bir
yazýmda özetlemiþtim.3 burada Lord Raglan’ýn4 söylence kahramanýnda
bulunduðu yirmi iki nitelik bakýmýndan Hazret-i Hüseyin’i inceleye-
26
ceðiz. Bu yirmi iki nitelik ya da olguyu Raglan üç ana kümeye ayýrýyor;
Kahramanýn doðumuyla ilintili olanlar, kahramanýn hükümdarlýðý ele
geçiriþi ya da tahta geçiþiyle ilgili olanlar ve bir de ölümüyle ilgili olanlar.5 Bunlar insanoðlunun doðum, eriþtirme ve ölüm gibi geçiþ törenleri
(rites de passage) olarak da görülebilir. Raglan bu yirmi iki niteliðin
tümünü kiþiliðinde gösteren hiçbir kahraman bulamamýþtýr. En yüksek
sayýya Kral Oedipus yirmi bir ile ulaþmakta, onu yirmiyle Theseus izlemektedir. Raglan, Yunan ve Roma, Tevrat, Cava, Kuzey Avrupa ve Kelt,
Mýsýr ve Ýngiliz söylence kahramanlarýyla bu nitelikleri örneklemiþ olmakla birlikte Hazret-i Hüseyin’i ele almamýþtýr. Ýþte bu yazýda Raglan’ýn yirmi iki niteliðini Hazret-i Hüseyin’e uygulayacaðýz. Sonucu
hemen belirtelim; Sözlü geleneklerin yardýmýyla Hazret-i Hüseyin de
yüksek bir sayýya ulaþmakta, yirmi iki üzerinden on sekiz niteliði kiþiliðinde toplamaktadýr. Lord Raglan’ýn bu yirmi iki niteliði þunlardýr:6
1. Kahramanýn annesi hükümdarlýk ailesinden bir bakiredir; 2. Babasý
bir kral, bir hükümdardýr; 3. Babasýyla annesi arasýnda yakýn hýsýmlýk
baðý vardýr; 4. Kahramanýn ana rahmine düþüþü olaðandýþý koþullardadýr;
5. Tanrýnýn oðlu olarak ün yapmýþtýr; 6. Doðumunda genellikle annesinin
en yakýnlarýndan biri (annesinin babasý) onu öldürmeye kalkýþýr; 7. Ama
gizlice kaçýrýlýr, saklanýr, götürülür; 8. Uzak bir ülkede üvey ana babalarca büyütülür; 9. Çocukluðu üzerine bilgimiz yoktur; 10. Yetiþkin olduktan sonra hükümdar olacaðý ülkeye döner ya da gider; 11. Bir kral, bir
dev, bir ejderha ya da vahþi bir hayvaný yener, utkuya eriþir; 12. Bu utkudan sonra bir hükümdar ailesinden bir kýzla, genellikle yerini alacaðý
önemli kiþinin kýzýyla evlenir; 13. Hükümdar olur; 14. Bir süre olaysýz
hüküm sürer; 15. Yasalar getirir, kor; 16. Daha sonra ya tanrýlarýn ya da
halkýnýn gözünden düþer; 17. Tahtýndan indirilir ve kentten sürülür;
18. Yazgýsýndaki ölümle karþýlaþýr; 19. Ölümü genellikle bir daðýn tepesinde olur; 20. Çocuklarý, varsa, onun yerini almazlar; 21. Cesedi gömülmez; 22. Ama onun için bir ya da daha çok kutsal gömüt, kabir, yatýr
yapýlýr. Ýlerde Hazret-i Hüseyin’inkilerle karþýlaþtýrmak için Raglan’ýn
verdiði örnekleri sayýsal olarak bu nitelikleri nasýl deðerlendirdiðini
görelim.
Yunan ve Roma kahramanlarý: Romulus 18. Herakles 17. Perseus 18.
Jason 15. Belleophon 16. Pelops 13. Asklepios 12. Dionisos 19. Apollo
11. Zeus 15.
Tevrat’tan Kahramanlar: Yusuf 12. Musa 20. Ýlyas (Eliya) 9.
Cava Kahramanlarý: Watu Gunung 18.
Kuzey Avrupa Kahramanlarý: Sigurd ya da Siegfried 11.
Kelt Kahramanlarý: Llew Llawgffes 17.
Mýsýr Kahramanlarý: Nyikang 14.
Ýngiliz Kahramanlarý: Arthur 19. Robin Hood 13.
Ayrýca Taziye Kahramanlarý da olduðu için bunlardan Yusuf ile
Musa’yý, ve bir de Dionisos’u (bize göre Hazret-i Hüseyin de Adonis,
Osiris, Dionisos gibi bitkisel Tanrý inancýnýn bir kalýntýsýdýr7, yanlarýnda
Raglan’ýn sayýlarýyla gösterelim:
Yusuf:8 Tevrat’ýn Tekvin bölümünde Kuran’ýn da Yusuf Suresi’inde
yer alan Yusuf’un annesi Rahel (Kuran Yusuf’un annesini anmaz) bir din
önderinin kýzý 1; babasý Yakup da bir din önderidir 2; annesiyle babasý
kardeþ çocuklarýdýr 3. Annesinin ana rahmine düþmesi Rahel’in adamotu
yemesiyle olmuþtur 4. Çocukluðunda kardeþleri onu öldürmeye yeltenmiþler 6; fakat o bir dolantýyla kurtulmuþtur 7; ve Mýsýr’da büyütülmüþtür 8. Erginliðine eriþince bir düþ yorumu yarýþmasýnda ve hava
durumunu oranlamasýyla üstün gelmiþtir 11; ve soylu bir kadýnla evlenmiþtir 12; ve Mýsýr’da egemen yönetici olmuþtur 13; ve baþarýyla hüküm
sürmüþtür 14. Ve yasalar yapmýþtýr 15. Daha sonraki yýllar üzerine bilgimiz yok ama bir sözlü geleneðe göre sonra gözden düþmüþtür. Böylece
Yusuf yirmi iki üzerinden on iki niteliðe sahiptir.
Musa:9 Ana ve babasý Levi boyunun ileri gelenlerindendir (1-2), ve
yakýn akrabadýrlar 3; annesi Firavun’un kýzý olarak bilinir 5; Firavun onu
doðumunda öldürmek ister 6; fakat dalgalarla sürüklenir 7; ve gizlice
büyütülür 8; Çocukluðu üzerine bilgimiz yoktur 9; fakat yetiþkinliðinde
bir Mýsýrlýyý öldürür 11; ve Medyan’a gider, orada hükümdarlarýn kýzýyla evlenir (Tsippora) 12. Mýsýr’a döner 10; Firavun üzeride büyüsel utkular kazanýr 11; ve hükümdar olur 13. Hükümdarlýðý uzun sürer ve yasalar
koyar 15; ama daha sonra Yahova’nýn gözünden düþer 16; önderliðini
yitirir 17; esrarengiz bir biçimde bir daðýn tepesinde yok olur (18-19).
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 27
¸ E
SERÇESM
Çocuklarý onun yerine geçmezler 20. Cesedi gömülmez 21; fakat kutsal
gömütü Kudüs yakýnýndadýr 22. Görülüyor Musa 22 nitelikten yirmisini
kiþiliðinde topluyor, hem de kiminde ikiþer kez olarak.
Dionisos:10 Annesi Semele hükümdar ailesinden bir bakire 1. Babasý
Tanrý Zeus’dur 5. Zeus Semele’nin dayýsýdýr 3; ve Zeus ona bir kasýrga ile
gelmiþtir 4. Hera onu doðumunda öldürmeyi dener 6; fakat o bundan
olaðanüstü bir biçimde kurtulur 7; ve gizli bir yerde büyütülür 8. Çocukluðu üzerine bilgimiz yoktur 9; fakat yetiþkinliðinde Asya’ya yolculuk
yapar 10; çeþitli utkulara eriþir 11; ve hükümdar olur 13. Bir süre baþarýyla
yönetir 14; ve tarým ve baþkaca konularda yasalar kor 15; ama daha sonra
sürgüne gönderilir 17. Ölür 18; fakat sonra Olympus’a yükselir 19. Çocuklarý yoktur 20. Gömüldüðü yer bilinmez 21; ama onun için çeþitli yatýrlar
ve tapýnaklar yapýlmýþtýr 22. Böylece Dionisos on dokuz niteliðe sahiptir.
Þimdi Hazret-i Hüseyin’e gelelim. Lord Raglan’ýn yirmi iki niteliðini Hüseyin’e uygularken, kesin belgesel olgularýn yanýsýra Þii’lerde oluþturulan hadislerden, sözlü geleneklerden yararlanýlmýþ olmasý doðaldýr,
çünkü bu nitelikler zaten bir söylence kahramaný içindir.
1. Hazret-i Hüseyin’in annesi Fatma, Peygamber’in kýzýdýr. Bekarete
gelince, özellikle Nur öðretilerine göre Fatma olaðan bir anne olmayýp,
Hazret-i Hüseyin’in doðumu için Tanrýsal bir aracýdýr. Nur, Allah’ýn niteliklerindendir ve onun yazgýsý baþtan bellidir ve bitimsiz, sonsuz ýþýktan
doðmuþtur. Salman Farsi’nin bir hadisinde Peygamber’in Hüseyin için
onun da kendisi gibi Allah’ýn Nuru’ndan yaratýldýðýný söylemiþtir. Hazret-i Hasan da Ali ve Fatma’dan ayný ýþýktan doðmuþlardýr.
2. Hüseyin’in babasý yalnýz hükümdar deðil, ayný zamanda Halife ve
ilk imam’dýr, bu bakýmdan kraldan daha önemlidir.
3. Ali, Peygamber’in amca çocuðudur, bu bakýmdan Fatma ile Ali
arasýnda yakýn akrabalýk bulunmaktadýr.
4. Hüseyin’in doðumu altý ayda olmuþtur. Yalnýz o ve Ýsa kýsa sürede
doðmuþlardýr. Doðumu sezen Hurilerden biri Fatma’ya gelmiþ ve
Hüseyin’e dadýlýk etmiþ, göbeðini kesmiþ ve þehit olacaðýný simgeleyen
Cennetin bezlerinden birine sarmýþtýr. Bu konuda daha pek çok çeþitlemeli ve ayrýntýlý sözlü gelenek bulunmaktadýr. Ýslamda Betül niteliði yalnýzca Fatma ve Meryem için kullanýlýr.
5. Ýslam açýsýndan Hüseyin’in Allah’ýn oðlu olduðunu, ileri sürmek
hele anasý ve babasý belliyken, olanaksýzdýr. Ama gene sözlü geleneklere
göre Hüseyin Allah’ýn ýþýðýný taþýmakta ve onun gücünü Tanrýsal ýþýk
olarak paylaþmaktadýr.
(6), (7) ve (8) Yani doðumunda babasý ya da annesinin babasýnca
öldürülmeye yeltenilecek ve bundan kurtulup yok olacak ve uzak bir
yerde üvey baba analarca yetiþtirilecektir. Her üç nitelik de Hazret-i
Hüseyin’e uymamaktadýr, ayrýca bu Hazret-i Ali ve Peygamber bakýmýndan da kabul edilemez.
9. Hüseyin’in çocukluðu üzerine bilgimiz yoktur.
10. Hüseyin, babasý Ali öldürüldüðünde otuz yedi yaþýndaydý, aðabeyi Hasan ikinci imam oldu. Hüseyin tüm direnmesine karþýn Hasan Halifelikten çekildi. Hasan’ýn ölümünden sonra üçüncü Ýmam olmakla birlikte eðer Medine’de kalmýþ olsaydý öldürülmeyecekti, çünkü ailesinden
çok kiþi olduðundan Yezid öldürmeyi göze alamazdý. Onun hükümdarlýðý aslýnda sonsuza dek Kerbela’da baþlar, adalet yerini buluncaya dek
sürecektir.
11. Hüseyin’in durumunda eðer bir karþý gücü yenip ölürse, tragedyadaki etki azalacaktý. Sözlü geleneklere göre Hüseyin’in düþmaný yenecek üstün gücü vardý, ama istememiþtir. Taziye metinlerinde de birçok
olaðanüstü güç ona yardým önermiþtir. Bunlar arasýnda Cinler ordusu da
vardýr. Bundan örnekler aþaðýdaki Taziye özetlerinde bulunmaktadýr.
Bunlar sayýca pek çoktur ancak Hüseyin hepsini geri çevirmiþtir. Kýsaca
isteseydi bu dünyada utkuya eriþebilirdi, ama o Tanrýnýn istediðini yerine
getirerek öteki dünyada utkuya eriþmiþtir.
12. Hüseyin son Ýran kralý Yezdegird’in kýzý Þehribanü ile evlenmiþtir. Ýranlýlar baðýmsýzlýklarýný yitirdiklerinde hükümdarlýk için en
uygun aday olarak Hüseyin’i görmüþlerdi. Hem son kralýn kýzý ile evlenmiþ olmasý, hem de Ýran’ý elinde tutan Araplara baþkaldýrmasý bakýmýndan en uygun adaydý. Nitekim Þahrbanu’dan oðlu Zeynelabidin’in en
uygun Ýmam adayý olarak görülmesi de gene bu nedenledir.
13. Þiiler için, özellikle Ýranlýlar için Hüseyin gerçek kral, þahtýr.
Belki bu geçici bir krallýk deðil, sonsuza dek ölümsüz þahlýktýr.
14. Hasan Hicri yýl 50’de öldükten sonra Hüseyin üçüncü imam
olarak on bir yýl Þiileri yönetmiþ, ama bu yýllar üzerinde bilgi yoktur.
Yalnýz ölümünden on gün öncesi çok iyi bilinmektedir.
15. Gerçi sözlü geleneklere göre onun Ýmamlýðý (hükümdarlýðý) üzerine çok bilgi yok, ama ölümüne yakýn son günlerde bir çok yasalar ve
uygulamalar getirmiþtir.
16 Kufe’den Hüseyin’e onu baþlarýnda görmek için yüzlerce mektupla çaðrý gelmiþ, ama Kufe yakýnlarýna gelince Hüseyin’i istemediklerini
belirtmiþlerdir. Ve onu ölüme býrakmýþlardýr. Bu da Raglan’ýn halkýn
gözünden düþmesi koþuluna uygundur.
Kasým 2005
17. Hüseyin Medine’den sürülmemiþ kendi isteðiyle ayrýlmýþtýr,
amacý Kufe’de hüküm sürmek böylece Yezid’e baþarýyla karþý koyabilmekti. Bu bakýmýndan onun kenti Medine deðil istenmediði, girmesine
izin verilmediði Kufe’ydi.
18. Hüseyin’in ölümü esrarengizden de öteye þehitlikti. Ölümü üzerine pek çok sözlü gelenek vardýr, hemen tümü olaðanüstü ölümlerdir.
Bunlardan biri aþaðýdaki Taziye’de örneklenmiþtir. Söz gelimi Hüseyin’in aldýðý yaralarýn sayýsý 33 ile 1900 arasýnda deðiþmektedir. Gene bu
geleneklere göre Hüseyin tek baþýna 22 bin düþman askeri öldürmüþtür.
19. Gerçi Kerbela çölünde tepe, dað yoktur, ama bir sözlü geleneðe
göre Allah Hüseyin’e artýk düþman öldürmekten vazgeçmesini, þehitliðe
hazýr olmasýný, “savaþmayý býrak, yüksek bir yere çýk, alýn yazýný kabul
et” demiþtir. Gene bir geleneðe göre attan düþünce yere eðilip kumdan bir
tepe yapmýþ, baþýný üstüne koymuþtur.
20. ve 22. Raglan’ýn söylence kahramanlarýnýn çocuklarýný yerini alamayacaðý niteliði Hazret-i Hüseyin’e uygulanamaz, çünkü oðlu Zeynelabidin dördüncü imam olarak onun yerini almýþtýr. Bu Þiiler ve Nur
öðretisi bakýmýndan çok önemlidir.
21. Hüseyin öldürüldükten sonra baþý kesilip Yezid’e götürülmüþ, bedenini de atlar çiðnemiþtir. Bir kaynaða göre hemen gömülmüþtür. Ancak
baþý konusunda deðiþik söylenceler vardýr. Kimine göre baþý ile gövdesi
daha sonra Kerbela’da kimine göre Halep’te gömülmüþtür. Ýslam’a göre
baþýn da birlikte gömülmesi gerekir, eðer baþ Kerbela’ya getirilmemiþse
bu gömülme tam sayýlmayacaktýr.
Böylece Hazret-i Hüseyin söylence kiþisi ve tragedya kahramaný olarak Raglan’ýn yirmi iki niteliðinden en az on sekizini karþýlamaktadýr,
ayrýca Hazret-i Hüseyin’in gerçek bir tarih kiþisi olmasý da bu sayýnýn
daha yükselmesini kýsýtlamaktadýr. Ancak söylenceler, þair ve yazarlarýn
yapýtlarý ve çeþitli sözlü geleneklerin tümü ele alýnýrsa bu sayý daha da
yükselebilir.
Hazret-i Hüseyin’in ölümü üzerine yapýlan anma, acý çekme törenlerinin gerçekte Ýslam öncesi kahramanlara yapýlan törenlerin bir sürüncemesi olduðunu Adonis, Osiris gibi kahramanlarla, Tanrýlarla iliþkisini
daha önceki yazýlarýmda incelediðimden burada bu konuya kýsaca deðinmekle yetineceðim. Bunlarýn özellikle Ýslam öncesi Ýran’daki söylence
ve ritüellerle iliþkisi vardýr. Sözgelimi Cemþid’i ucu iðneli bir sopa ile
öldüren þeytan dev söylencesi, ya da Siyavuþ’un Efrasiyab eliyle öldürülmesi gibidir. Efrasiyab bir bakýma Yezid’in karþýlýðýdýr. Buhara halký
Siyavuþ’un ölümünü aðýtlarla kutlarlar ve bu törene “Siyavuþ’un öcünün
alýnmasý” denilir. Buhara ‘da gömülü olan Siyavuþ’a Buharalý büyücü
rahip mazdekler burayý kutsal sayarlar ve Nevruz’un birinci günü güneþ
doðmadan ona bir horoz kurban ederler, Buharalý halk bu törende çok acý
çeker. Olaydan üç bin yýl geçmesine karþýn gene de kutlanmaktadýr. Bu
haksýz dökülmüþ kanýn bir simgesidir. Kimine göre Siyavuþ Orta Asya
tarým türünün eski kutsal bir görüntüsüdür. Ayrýca Attis, Adonis ve
Dionisos’un karþýlýðýdýr. Çinli gezgin Wei Tsu VII. Yüzyýlda Ýran Orta
Asyasý’nda bir Tanrý’nýn ölümünün anýldýðýný bildirir. Kerbela olaylarýnýn da ayný yüzyýla rastlamasý da ayrýca ilginçtir. Semerkandlýlara
göre de Kutsal Oðul yedinci ayda (bu Eylül’e rastlar) ölmüþ ve kemikleri yitirilmiþtir. Bu ayýn baþýnda halk, siyah giysilerle dövünüp aðlarlar,
Yitik cesedi aramaya koyulurlar. Tören yedinci gün sona erer. Þehit
kavramý, yeni bir yaþam sayýlan, ölüm ve kan ve bunun bir kurtarýcýlýk
sayýlmasý, Mevlana Celalettin Rumi’ye göre kýrmýzýnýn renklerin en iyisi
olduðunu söylemesi, ayrýca Mansur’il-Hallac’ýn Baðdat’ta þehit olmasý
bir bakýma Ýsa’nýn simgelliðine bir koþutluk gösterir. Nitekim aþaðýda
verilen, Taziye örneklerinden biri Mansur’il-Hallac, Mevlana Celaleddin
Rumi ve Þems-i Tebrizi’i bir araya getirmektedir; özellikle bu Taziye’de
kan simgesi yeni bir yaþamýn baþlangýcý, bir kurtuluþtur.
Gezgin Adam Olearius, 1637 yýlýnda Erdebil’de bir Muharrem törenine tanýk olmuþtu.11 Bu törende Ali ve oðullarý Hasan ve Hüseyin’in tabutlarýnýn geçit alayýnda geçirildiðini anlatýlmýþtýr. Bu tabutlarla yapýlan
geçit alayý Osiris ve Adonis için yapýlan törenleri çok andýrmaktadýr.
Nitekim Arapça’da tabut sözcüðü eski Mýsýr dilinden gelmektedir.12
Burada sayýsý binleri bulan Taziye konularýndan örnekler vereceðim.
Bunlar, Kerbela olaylarýný anlatanlar, Kerbela’dan önceki olaylar ve
Kerbela’dan sonraki olaylar olmak üzere üç kesimde verilecektir. Daha
önce bir yazýmda yüz kadar Taziye’yi kýsaca özetlemiþtim.13 Ýlk olarak
Taziye kümelerinin en önemli konusu Hüseyin’in ölümü Taziyesini
alalým. Aslýnda bu Taziye’nin pek çok metni elimizde bulunmakla birlikte Ýran’ýn Hur bölgesinden alýnma çeþitlemesini özetlemeyi uygun buldum.14 Söz konusu Taziye’yi ayrýca 1976 yýlýnýn Aðustos ayýnda
Þiraz’da iki kez seyretme olanaðýný da bulmuþtum. Burada Hur bölgesinden derlenmiþ metni ele almamýn nedeni çok ayrýntýlý olduðu, içinde
baþka Taziyelere konu olan ayrýntýlarý da içermesindendir. Sözgelimi
Abis ile Þuzat, cinlerin önderi Zafer, Sultan Gays oluntularý ayrý birer
Taziye konusu olmaktadýr. Bu Taziye her yýl Ýran’ýn Hur kentinde
(Devamý 28. Sayfada)
27
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 28
(Baþtarafý 27. Sayfada)
Muharremin onuncu günü oynanýr, öðleden önce 11.30’da baþlayýp,
öðleden sonra üç ve dörde kadar sürer.
Kiþiler þöyledir: Ýmam Hüseyin, Zeynep (kýz kardeþi), Habib b. Müzahir (Hüseyin’in arkadaþý, Kerbela þehitlerinden), Abis (Hüseyin’in
arkadaþý, Kerbela þehitlerinden), Þuzeb (Abis’in uþaðý), Ýmam Zeynelabidin, Sekine (Hüseyin’in kýzý), Fatma Sugra (Hüseyin’in kýzý), bir
Arap, Zeyneb’in oðullarý, Rebab (Hüseyin’in karýsý), Ümmü Gülsüm
(Hüseyin’in kýz kardeþi), Zafer (cin ordusunun baþý), Sultan Gays (Hint
kralý), Veziri, bir derviþ, Ýbn Sa’ad ve Timr (Suriye ordusunun komutanlarý). Bu Taziye Medine’de baþlar, burada Fatma Sugra Kerbela’ya giden
Ýmam Hüseyin ve ailesini merak ediyor, ve bir haberci ile mektup ve
çiçek gönderiyor. Bunu izleyen sahneler Kerbela’ya geçer. Ýbn Sa’ad,
Þimr’e Hüseyin’le savaþmasý için ona karþýlýðýnda Rey kentinin yönetimini verecektir. Þimr, Hüseyin’in yanýna giderek ailesini susuz býrakacaklarýný haber verir. Zeynep, Hüseyin’le söyletmesinde yalnýz kaldýklarýný, Þimr ve Ýbn Saad’ýn ordusu saldýrýya geçiyor. Þimr Zeyneb’ten
Hüseyin’i uyandýrmasýný istiyor. Hüseyin düþünde atalarýný görmüþ ona
ertesi gün öleceðini söylemiþler. Hüseyin, Ýbn Sa’ad’a Kufe’yi almak
istemediðini, yollarýna gitmek istediklerini söylüyor, Sa’ad ise, biyat
etmesini istiyor Yezid’e. Hüseyin’in isteði yalnýzca çocuklar için su verilmesidir. Hüseyin Zeynep’e üç vasiyetini söylüyor. Bunlar ölümünden
sonra çadýrdan dýþarý çýkmamalarý; çocuklarýna bakmasý; ve çok üzülmeyip, üzüntüsünü düþmana belli etmemesidir.
Zeynep ondan ölümünü bildirecek üç belirti ister. Bunlar atýndan düþünce yer kiþneyecek, güneþ gökte kanlý olacak, atýnýn yelesi kanlar içinde tek baþýna çadýrlara dönecektir. Hüseyin kefen giyinir (kefenin üzerine
kýrmýzý boya sürülür), kýlýç kuþanýr, çizmeleri çeker. Herkes þehit olmuþ,
yalnýz Hüseyin’in oðlu Zeynelabidin hasta olduðu için kalmýþtýr. Zeynelabidin hastalýk ateþi ile babasýný bile tanýmaz, Abbas’ýn, Ali Ekber’in,
Kasým’ýn ölümlerini öðrenir. O da savaþa gitmek isterse de, Hüseyin ona
kalmasýný, yerine imam olacaðýný söyler. Hüseyin yaþlý arkadaþý Habib b.
Müzahir’le görüþür o da savaþa gitmek ister. Hüseyin önce karþý çýkar
ama direnmesi üzerine izin verir; o da kefen giyinir, kýlýç kuþanýr. Düþmana meydan okuduktan sonra þehit olur. Hüseyin arkadaþý Abis ile
Abis’in uþaðý Þuzeb de Hüseyin’den savaþa katýlmak için izin isterler.
Onlar da þehit olur. Zeyneb’in iki çocuðu da þehit düþer. Bu sýrada Keþmir’den bir derviþ gelir, Ali’nin çocuklarýna su vermeye gelmiþtir. Hüseyin’i tanýmaz, Hüseyin artýk suya gereksinmeleri kalmadýðýný, Kevser
suyu içeceklerini söyler. Hüseyin derviþin keþkülüne kum doldurur, kum
altýna dönüþür. Derviþ onun Ali’nin oðlu Hüseyin olduðunu öðrenir.
Derviþ düþmana gider, onlara yanlýþ iþ yaptýklarýný anlatýr, Hüseyin, kýzý
Sekine ile uzun bir söyleþme yapar. Sekine çok susuzdur, su ister. Arap,
Medine’den Hüseyin’e mektup getirir. Bu sýrada baþlarýnda Zafer olarak
cin ordusu Hüseyin’e yardýma gelirler. Hüseyin onlarýn yardýmýný istemez. Hüseyin, Ýbn Sa’ad ile konuþur, yollarýndan alýkoymamalarýný,
çocuklara su vermesini ister, düþmana kabul etmez. Hazret-i Hüseyin
ailesiyle vedalaþýrken Hint Kralý Gays ve veziri gelir. Üzerlerine bir aslan
saldýrýr, Hüseyin’den yardým isterler, Hüseyin kanlý kefeni içinde gelir,
aslanla konuþur, Müslüman eti yemenin haram olduðunu söyler, aslan
Hüseyin’in elini öper. Sultan Gays, Hüseyin’e savaþtan vazgeçmesini
söyler, Hüseyin, Ali Ekber’in ölümünden sonra artýk gözünde bir þey
olmadýðýný söyler. Sultan, veziri ve aslan çekilir. Savaþ baþlar, Hüseyin
yalnýzdýr, Hüseyin þehit düþer. Bu arada Hasan’ýn oðlu Abdullah gelir,
Hüseyin ölmek üzereyken Abdullah’ýn neden geldiðini sorar, Abdullah
amcasýna þehitlere selam için gelmiþtir, Þimr onu da öldürecektir. Abdullah da susuzdur, Þimr Abdullah’ý da öldürür. Þimr, Hüseyin’e hançerini
her vuruþunda onun ailesinden biri anýlýr. Þimr Hüseyin’in baþýný keser.
Aðýtlar okunur, buna seyirciler de katýlýr.
Kerbela olaylarýyla ilgili pek çok Taziye vardýr. En ünlüleri Kasým’ýn
Düðünü, Abbas’ýn, Ali Ekber’in þehit olmalarýyla ilgilidir. Þimdi de
Kerbela’dan önceki olaylarla ilgili örnekler görelim. Denebilir ki, Tevrat,
Ýncil ve Kuran’da ortak konularda hemen her olay Taziye konusu olmuþtur. Bu küme Adem ile Havva ile baþlar. Burada kýsaca özetlenen Adem
ü Havva çeþitli Adem ile Havva Taziyelerinden biridir.15
Taziye’de hemen eylem yok gibidir. Kiþiler Adem, Havva, Cebrail ve
Þeytan’dýr. Bu baðýmsýz bir Taziye olmakla birlikte eylemsizliði bakýmýndan daha çok bir baþka Taziye için öndeyiþ yerine geçebilir. Taziye
iki ana kesimden oluþur. Ýlk kesimde Adem, Havva, Cebrail ve þeytan
her biri yaratýlýþ söylencesini anlatýrlar, ikinci kesimde ise, cennetin
bahçelerinde dolaþan Adem ile Havva en deðerli taþlarla bezeli görkemli bir yapý görürler, burada ne olduðunu Cebrail’e sorarlar. Cebrail onlara
gökte parlak bir yýldýz bulduðunu, bunun otuz bin yýlda bir kez görüldüðünü, kendi uzun ömründe bunu üç bin kez gördüðünü, bu gizi ancak
Tanrýnýn açýklayabileceðini söyler. Sonra Tanrý’nýn izin verdiðini bildirir.
Burada beþ ýþýk vardýr, bunlar Peygamber, Ali, Hasan, Hüseyin ve Fat-
28
ma’dýr. Burada doðum konusunda da Cebrail, “annesidir, ama doðurmamýþtýr, Tanrý’nýn isteðiyle, yardýmýyla doðum olmuþtur” der. Cebrail onlara tüm ayrýntýlarýyla Kerbela olaylarýný anlatýr, Þiiliði açýklar. Adem’de
Þiiler için Tanrýya yakarýr.
Þimdi de Hazret-i Ýbrahim’in oðlu Ýsmail’i kurban etmesi Taziyesini
görelim. Bunun da çeþitli metinleri vardýr. Buraya alýnan metin Litten’in
taþbaskýsýndandýr.16 Taziye, Ýbrahim’in Tanrý’ya yakarýþýyla baþlar. Cebrail Tanrý’dan ona bir ileti getirir. Ýletide oðlunu Kabe’de kurban etmesi
istenmektedir. Ýbrahim Tanrý’nýn her buyruðuna boyun eðecektir ama
nedenini sorar. Cebrail ona Yaradan’ý gerçekten seviyorsa, ona sevgisini
baþka sevgilerle karýþtýrmamasýný söyler. Cebrail ona peygamberler içinden en çok kimi sevdiðini sorar, yanýt da Muhammed’dir. Cebrail de ona
Kerbela olaylarýný, Muhammed’in çok sevdiði Hüseyin’in insanlarýn
kurtulmasý için nasýl öldürüldüðünü anlatýr. Tanrý’nýn gözünde Hüseyin
için aðlamak Ýsmail’in kurban edilmesine eþittir. Kerbela olaylarýný
öðrendikten sonra deðil Ýbrahim yüz oðlu olsa hepsini seve seve kurban
edeceðini söyler. Cebrail, Ýbrahim’i aðlarken býrakýr, Ýbrahim’in karýsý
Hacer kocasýna üzüntüsünün nedenini sorar. Ýbrahim karýsýna açýklayamaz, yalnýz Ýsmail’i getirmesini, Tanrý’nýn çaðrýsýna gideceklerini söyler.
Hacer, Ýsmail’i almak için ders gördüðü okula gider. Hacer oðluna
Ýbrahim’in iletisini ulaþtýrýr. Eve dönerler, Ýsmail en iyi giysilerini giyer.
Ýbrahim karýsýndan bir ip ve bir kýlýç ister. Hacer bunlarý istemesi üzerine
kuþkulanýr. Ýbrahim onu avutur, bunun gizli olduðunu karýsýna söyler.
Sonunda istemeyerek Tanrý’nýn Ýsmail’in kurban edilmesini istediðini
söyler. Hacer annelik duygularýyla oðlunu kurtarmak ister. Ýbrahim ona
bunun bir cezalandýrmak deðil tersine bir yüceltme olduðunu anlatýr.
Ýbrahim’in istediði iple kýlýcý getirir. Ýsmail’de döner, o da kýlýçla ipi
sorar. Ýsmail gerçeði babasýndan öðrenince Tanrýya yakarýr, mutluluðunu
belirtir. Hacer de üzüntüsünü dile getirir, burada da Kerbela’nýn acý olaylarýna koþutluk vardýr. Ýsmail öðretmen ve arkadaþýyla vedalaþmak üzere
okula gider. Onlar da ayrýlmaktan ötürü üzüntülerini belirtirler. Sonra
Ýsmail annesine veda eder. Kabe’ye doðru yola çýkarlar. Ýsmail babasýna
“gecikme iþte baþým” diyerek hazýr olduðunu belirtir. Ýbrahim dua eder.
Ýsmail de karanlýktan korktuðunu, annesi ve okul arkadaþlarý mezarýna
geldiklerinde mezarýnda yanan bir mum bulunmasýný ister. Babasýna da
gözlerini baðlamasýný söyler. Bu arada Hacer gelir, bir deve ya da koyun
bile kurban edilirken ona su verildiðini, oðlunun bir koyun ya da deve
kadar deðerli olup olmadýðýný sorar. Burada Kerbela olaylarý, özellikle
oradaki susuzluða anýþtýrma vardýr. Oyun burada sona ermektedir. Gökten bir koç inecek midir? Ya da oyunun bundan sonra Kerbela olaylarýyla ilgili bir ana taziyeye mi baðlanacaktýr, burasý bilinmemektedir.
NOTLAR
1. Bu konuda þu yazýlara bakýlmasý: Metin And, “Ýslam Folklorunda
Muharrem ve Taziye”, Türkiye Folkloru Araþtýrmalarý Yýllýðý III, 1976,
s. 1-38; “Dramatik Köylü Oyunlarý Açýsýndan Muharrem, Aþure ve
Taziye”, Tiyatro Araþtýrmalarý Dergisi, VI, 1977, s. 49-83. Þiraz’da
1976 yýlýnda toplanan I. Uluslararasý Taziye Sempozyumuna sunduðum
“The Muharrem Observances in Anatolian Turkey” (söz konusu bildirinin
tam metnini New York Üniversitesi yayýna hazýrlamýþtýr); “Çaðcýl
Tiyatro Açýsýndan Geleneksel Bir Kaynak”, Türk Tiyatrosu, Ekim-Aralýk
1976, Sayý 422, s. 55-60
2. 4-10 Temmuz 1977 tarihinde Atina’da toplanan Uluslararasý Tiyatro
Eleþtirmenleri Birliði’nin (AICT) “Antik Dramýn Yaratýcý Biçimde
Yeniden Canlandýrýlmasý” konusundaki V. Kongresine “Taziye: Tragedy in
Islam. Its Conventional and Ritualistic Elements, Its Dramatic Values with
reference to Greek Tragedy, and Its Significance for the Modern Theatre”
baþlýklý uzun bildiri sundum. Söz konusu bildirinin Ýngilizcesi henüz
yayýnlanmamakla birlikte, Atina’da yayýmlanan Theatro dergisi 59-60,
1977; sayýsýnda bildirinin tümünün Yunanca çevirisini resimlerle yayýnladý.
3. “Dramatik Köylü Oyunlarý...”, s. 59.
4. Fits Roy Richard Somerset Raglan, The Hero. A Study in Tradition, Myth,
and Drama, Oxford University Pres, 1937.
5. Raglan, s. 186.
6. Raglan, s. 179-180.
7. Yukarýda verilen yazýlarýma bakýlmasý.
8. Raglan s. 180.
9. Raglan, s. 180-181.
10. Raglan s. 179.
11. Adam Olearius, The Voyages and Travels.....(çeviri John Davies), London
1662, s. 217.
12. Karl Lokotach, Etymologisches Wörterbuch Der Europaischen,
Heidelberg 1927, s. 156.
13. 99 taziye özeti bkz. “Ýslam Folklorunda....”, s. 31-34.
14. Honari, Taziye der Hur, Tahran 1354, s. 163-230.
15. Yazma metni Vatikan kitaplýðýnda 74. no’dadýr. Ýtalyanca çevirisi için
bkz. A. Bausani, Persia Religiosa, Milano 1959, ss. 438-453.
16. Wilhelm Litten, Das Drama in Persien, Leipzig 1929, no. I.
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 29
¸ E
SERÇESM
TRAKYA YÖRESÝNÝN ÝNANÇLARI ÜZERÝNE ÇALIÞAN ARAÞTIRMACI
Refik Engin ile Söyleþtik
Bölüm - I
Ayhan Aydýn
Uzun yýllardan beri Trakya’da, bu yörenin inançlarý ile ilgili araþtýrmalar
yapan bazý çalýþmalarý yayýmlansa da, yayýmlanmayanlarý yayýmlananlardan daha fazla olan, deðerli araþtýrmacý Refik Engin’le söyleþimde
Trakya’daki Alevi/Bektaþi inanç ve kültürdünyasýnýn boyutlarýný ortaya
koymaya çalýþtýk.
Refik Engin kendini bize tanýtýr mýsýnýz?
„ 7 Eylül 1956 tarihinde Tekirdað’ýn Kýlavuzlu köyünde doðmuþum.
Ýlkokulu Kýlavuzlu köyünde, orta okulu Namýk Kemal Lisesi’nde, lise
öðretimini Tekirdað Endüstri Meslek Lisesi’nde bitirdim. Çiftçilik ve
hayvancýlýk ile geçimimi saðlamaktayým. Amatör olarak araþtýrmalarýma
devam etmekteyim. Askerlik sonrasý kýsa bir süre mobilya imalatý yaptým. 1980 sonrasý köye gelince kendimi boþlukta hissettim. 1987 yýlýnda
Bektaþiliðe intisap edince topladýðým bilgileri paylaþmak istedim. Trakya Bektaþiliðini tanýtan ilk yazým 1994 Nisan ayýnda Cem dergisinde
yayýmnladý.
Daha sonra Nefes, Karaca Ahmet, Yol, Hacý Bektaþi Veli Araþtýrma
Dergisi, Folklor/Edebiyat ve Almanya’da Dr. Ýsmail Engin’in editörlüðünde yayýmlanan Aleviler/Alewiten kitabýnýn 1. cildinde yazýlarým yayýmlandý. Uluslararasý Anadolu Ýnançlarý Kongresi (2000), Ürgüp/Göreme, Uluslararasý Türk Dünyasý Ýnanç Önderleri Kongresi, (2001 Ankara)
ve Edirne/Keþan’da yapýlan Keþan Sempozyumu’nda (2004) Trakya ve
Balkanlar’daki Bektaþiler üzerine bildiriler sundum. Þu an Trakya ve
Balkanlar Bektaþiliði ve Trakya ve Balkanlar’da yatýr, tekke, zaviye türbeler hakkýnda kendi çabamla çalýþmalarýma devam ediyorum.
Kültür Bakanlýðý’na, “Amuca Kabilesi’nde ve Trakya’da Kurban Geleneklerimiz” isimli eserimi sunacaðým. “Trakya, Anadolu ve Balkanlar’da Amucalar” çalýþmalarýmý Ankara Gazi Üniversitesi Türk Kültürü
ve Hacý Bektaþi Veli Araþtýrma Merkezi’ne verdim. Halen bitmiþ durumdaki “Yaþayan Þeyh Bedreddin Tarikatý, Ayin, Adap ve Erkân” çalýþmam
da vardýr.
Trakya’da amatör olarak baþladýðým ve hâlâ devam ettiðim araþtýrmalarým sýrasýnda insanlarýn bildiðini, güvendiði kiþilere vermek istediðini gördüm. Yalnýz bu araþtýrma iþinde günü birlik deðil defalarca
ayný yerde hatta yýllarca güven saðlayýp çalýþmak gerekmektedir.
Kabilede kim sorulursa sorulsun siz kimin soyundansýnýz denildiðinde “Biz Amuca Kabilesi’nden Ertuðrul Gazi soyundanýz” derler.
Net bir cevap almak için “Osman Gazi Babasý soyundan mý?” diye sorduðumuzda, “evet” denilmektedir.
Ben Amucalarýn kökenini araþtýrýrken bir olaya tanýk oldum. Amucalarýn Kayý Boyu’ndan Ertuðrul Gazi ile ayný toplumdan (halk hitabý ile
ayný kabileden) olduðumuzu söylediðimde, Osman Gazi’ye karþý bir so-
ðukluk hissettim. Halk Osman Gazi’yi bir türlü kabul etmek istememektedir. Herhalde dedim adýndan dolayýdýr. Kýrklareli’nin Deveçataðý köyünde bir yaþlýmýz bana: “Evlat biz onu adýndan dolayý deðil töreyi bozduðundan dolayý kabul etmiyoruz” demiþti.
Türkmen töresinde ikinci bir eþ almak, hele yabancý ile evlenmek,
hele bir Rum kýzýyla evlenmek törelere aykýrý diyorlar.1
Amucalarýn hâlâ 1500 yýllýk tarihi biliniyorsa tespit ettiðim ikinci
evlilik sadece üç tanedir. Ýkinci evliliði kabul etmiyorlar. Hele yabancý
almak yasak. Rahmetli babam Ýrfan Engin’in söylediði bir söz vardý:
“Tarikat mensuplarý kendi aralarýnda yedi nesil saymak þartý ile ve komþu almamak þartý ile biliniyor” demiþti.
Bizim, Anadolu Aleviliði ile en çok ters düþen tarafýmýz, biz de akraba evliliði yedi nesil saymak þartý ile olabilir. Bir de komþu olabilir ama
o da çok nadirdir. Bunlar Trakya’nýn en büyük özelliðidir.
Hatta “yedi soy ve yedi kapý öteden” sözü atasözü gibi bilinmektedir
Alevilik kavramýnýn tüm topluluklarý kapsar þekilde
kullanýlmasýna karþýsýnýz. Yaþanan bir Bektaþilikten bahsettiniz.
Ortak kültürel yapý ya da kültürel yapýda ortak yönler olsa bile
Bektaþilik ayrý bir inanç sistemidir diye mi düþünüyorsunuz?
„ Trakya’nýn özelliði erkânlarýndan ziyade kültürleri, Türkçe çok önemli. Bizde en azýndan Þamanist öðeler çok fazla. Amucalar’ý incelerken
bütün törelerin gelenekleri Þamanizm’e oturduðunu gördüm.
Ýkincisi; burada Arabi geleneklerinin olmayýþý. Trakya’da Arapça etkisi yoktur. Anadolu’daki geleneklerin çoðu Arapça ve erkânlarýn çoðu
bunun etkisinde. Hatta Balým Sultan Erkâný’nda Arapça fazla olmamak
kaydý ile yine de var. Bizde erkânlarýn Türkçe oluþu dikkat çeker. Balým
Sultan Erkâný’nda çok Türkçe var. Kýzýldeli Sultan’da var.
Bedreddiniler diyor ki, babadan oðulla geçiyor, ama büyük oðlanda
bir þey yok. Halka, “biz seyit deðiliz, biz seyitlerden el alan soyuz” diyorlar. Bugün biz istediðimiz ehil bir kiþiye babalýk veririz. Dýþarýdan
gelse bile nasip alsýn, bu yola hizmet etsin, biz ona dedelik veya babalýk
verebiliriz. Merhum Kýsmet Baba, günümüzdeki geliþmelerden dolayý
yolun yürümesi için “Kuran’da bile zamana göre yorum yapýlýyorken
bizim artýk ehline geçirmemizde sakýnca olmamalý” demiþti. Ali Koç Babalýlara baktýðýmýz zaman, Trakya’da hâlâ soy gütmekle beraber, halkýn
büyük çoðunluðu artýk ehline geçmesini istiyor. Ama bunun için bazý
þartlarýn oluþmasý da gerekmektedir.
Seyit Ali Sultan/Kýzýldeli’den daha geriye giderek bir araþtýrmayý
Müslüm Ulusoy yapmýþtýr. Ali Koç ve Kýzýldeli’nin esas baðlý olduðu
(Devamý 30. Sayfada)
Serçeþme Sizlerin Katkýsýyla Çýkýyor ve Daðýtýlýyor
Serçeþme’nin arkasýnda medya ve iþadamlarý yoktur. Gerçek sahibi
Serçeþme’den niyaz alan okuyucularýdýr. Serçeþme’yi çýkaranlar yurt
içinde ve dýþýnda çalýþan, emeðiyle geçinen insanlardýr. Serçeþme okuyucusunun özverisine, paylaþýmcýlýðýna, çalýþkanlýðýna güvenerek ve zorluklarý birlikte çalýþmayla aþma gücüne dayanarak yola çýkýyor.
Eli kalem tutan tüm canlardan yazý, haber, fotoðraf, yorum, yazýlar
ile nefeslerinizi, deyiþlerinizi bekliyoruz.
Tüm canlarý, Serçeþme’ye abone olmaya, abone yapmaya, temsilcilik
görevini üstlenmeye, bulunduklarý yöreye derginin toplu getirtilmesini,
elden daðýtýlmasýna el vermeye çaðýrýyoruz.
BUGÜNE DEK TEMSÝLCÝLÝK GÖREVÝNÝ ÜSTLENEN CANLAR:
Yurtdýþý - Almanya: Berlin Zeki Konuk +49.172.305 92 29; Darmstad Hüseyin
Akýn +49.179 107 88 56; Frankfurt Sedat Bican +49.170.751 25 35; Gladbach
Behçet Soðuksu +49.173.510 03 54; Hamburg A. Varol +49.172.453 14 62; Hanau
Kemal Nayman +49.173.667 72 91; Kassel Hüseyin Öztürk +49.162 153 33 20;
Kiel Erdoðan Aslan +49 174 484 18 34; Oberhausen Mehmet Kaz +49.173 612 01
95; Stuttgart Kýlavuz Bakýr +49.162 909 70 70; Avusturya: Tirol Hüseyin Polat
+43.650 841 55 99; Belçika: Brüksel Kazým Bakýrdan +32.473 49 37 12; Kanada:
Toronto Ahmet Akkuþ +1.416.652 98 54; Fransa: Paris Ahmet Kesik +33.672 96
33 44; Hollanda: Schieadam Halil Cimtay +31 619 92 22 84; Gelderland Ali Rýza
Aðören; +31.651 25 63 19; Ýsviçre: Basel Ýbrahim Bakýr +41.78 808 40 07.
Yurtiçi - Adýyaman: Merkez Ýmam Bakýr 0532.791 03 20; Gölbaþý Kenan Tezerdi
0535.949 43 13; Amasya: Merzifon Ali Kiziroðlu 0535.644 27 25; Ankara: Sýhhiye
Av. Timurtaþ Özmen 0312.231 24 08; Merkez Ýsmail Metin 0532.644 95 37;
Antalya: Merkez Gülçin Akça 0532.282 72 80; Burdur: Merkez Mehmet Turan
Kasým 2005
0248.234 37 17; Denizli: Merkez Tekin Özdil 0546.237 32 96; Diyarbakýr: Merkez
Mehtap Ürer 0535.872 63 03; Eskiþehir: Merkez Þenol Gündoðdu 0532.254 26
06; Gaziantep: Merkez Hüseyin Keskin 0537 242 38 42; Hatay Ýskenderun
Haydar Kalkan 0326-614 26 50; Ýstanbul: 4. Levent Hüseyin Düzenli 0555.204 73
79; Alibeyköy Veysel Köse 0544.305 39 23; Avcýlar Mustafa Kýlçýk 0536.552 68 75;
Beyazýt Bekir Delibaþ 0212.516 23 14; Çaðlayan Ali Ulvi Öztürk 0212.224 22 42;
Fatih Rukiye Delibaþ 0536.396 83 56; Ýçerenköy Yýlmaz Gürbüz 0535.524 49 12;
Kadýköy Kazým Erol 0533 556 33 86; Kayýþdað Veli Göynüsü 0532.687 31 09;
Sarýgazi-Taþdelen Ergül Þanlý 0532.410 51 79; Soðanlýk Hasan Harabati
0532.787 70 98; Sultanbeyli Sadegül Çavuþ 0535.491 07 58; Yenidoðan Salih
Arslan 0535.941 15 09; Ýzmir: Merkez, Hüsniye Çýnar 0532.512 59 62; Konya:
Beyþehir Salman Zebil 0542.431 56 91; Maraþ: Elbistan Derviþ Þahin 0544.217 98
05; Nurhak Hasan Çadýr 0535.511 12 99; Samsun: Terme Emrah Çolak 0542.341
33 03; Tekirdað: Merkez Hasan Arslan 0282.263 05 79; Urfa: Kýsas Ahmet Aykut
0536.777 63 47; Sýrrýn Sadýk Besuf 0537.392 63 75; Zonguldak Karadeniz-Ereðli
Cemal Kenanoðlu 0532 740 42 50.
29
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:52
Page 30
¸ E
SERÇESM
(Baþtarafý 29. Sayfada)
Koçlu Baba’dan el alýp gitmeleri, Kýzýldeli’nin babasýnýn babasý Koçlu
Baba’ya dayandýðýný, el alýp buraya geldiklerini söylüyor. Müslüm
Ulusoy’un çalýþmasý 2002 yýlýnda Koçu Baba: Anadolu’da ve Avrupa’da
Türk Damgasý-I adýyla yayýmlandý.
Trakya oluþumlarýnda özellik aile baðýndan çok kabile baðý var, toplum baðý var. Tekirdað’ýn Kayý köyü eski Bektaþi kökenli bir köyümüzdür. Þu an Sünnileþmiþtir. Hatta bizim Kýlavuzlu köyünün bugünkü yerine yerleþmesine yardým etmiþler. Köyün bugünkü yerini, Kayý köyünde
Ali Rýza oðlu Senayi Bey baðýþlamýþ. Kayý köyünde 1877 yýlýndan 2004
yýlýna kadar Kýlavuzlu’ya bir tek kýz alýp verilmemiþtir. Kayý köyünde
Kýlavuzlu kökenlilerden (1887-1892) beþ sene kalýp çalýþanlarýmýz olduðu halde, Kayý köyü buraya baðýþ yaptýðý halde, bir zamanlar Kayý
köyünde Bektaþi babasý olduðu halde, Kayý köyüne Kýlavuzlu köyünden
ne nasip verilmiþtir, ne de kýz alýnýp/verilmiþtir. Buradaki olay Bektaþilik
deðil, toplumun geleneklerine baðlý kalýþýdýr.
Amucalar’da ben bir özellik gördüm: Sünni var, Bektaþi var, Bedreddinî var, biriyle evlendiði zaman dýþarý gitmedi, diyor; yabancýya gitmedi, diyor. Sünni kýzýný Bektaþilere ya da Bedreddinîlere verebiliyor.
Bektaþi Sünnilere verebiliyor. Bir tek töre var: Gelenekler. Sünni de
düðün yapsa ayný töreyi uyguluyor, Bedreddinî de yapsa aynýný uyguluyor. Birbirine saygýlýlar.
Buradaki olay; Trakya’daki bütün Bektaþi ocaklarýn cümle evveli
bulunduðu yörelerde kendilerine dönük yaþam yaþamýþlar, ayný erkâna
baðlý olanlarýn bile, köyleri bile birbirinden ayrýdýr. Amuca Kabilesi’nin
Kýzýlcýkdere köyündeki toplumu ile Kýlavuzlu’daki toplumu bazý farklýlýklar göstermektedir. Kýzýlcýkdere köyü, Yumrukkaya ve Kaybýlar’dan
geldiði halde, Kýlavuzlu da ayný Kaybýlar’dan geldiði halde Yumrukkaya
köyünün fazla olmasý oradaki gelenek, göreneðin ve törenin farklýlýðýný
hâlâ yaþamaktadýr.
Bedreddiniler, Gülþeniler
Toplumlar hâlâ kendi geldiði yerlerin adýyla, sülaleleriyle anýlýyorlar.
Bulgaristan’daki insanlar mesela Alvanar’dan ise Ali Koçlulardan, eðer
diðer köylerden ise Amucalar’dandýr.
Devletliaðaç’ta dört toplum inancý, iki kabile var. Amucalarla, Ali
Koçlularýn olmasý ile dört tane inanç gurubu çýkýyor. Ali Koçlu, Bedreddinî, Bektaþi ve Sünni toplam altmýþ haneli Bektaþi köydür.
Kýrk beþ hanesi Amuca, Amucalar’ýn yarýsý Bedreddinî, on beþ hane
de Ali Koçlu. Ali Koçlu ve Bedreddinilere de halk Gülþeni demektedir.
Her iki halkýn ad benzerliði dýþýnda ortak yönleri yoktur. Biri Þeyh
Bedreddin inancý, diðeri ise Kýzýldeli evladiye Bektaþi koludur.
Ali Koçlulara Gülþeni denilmesi, erkân içinde görüþmelerinde gül
koklama olayýnýn olmasýdýr. Ama bu Bedreddinilerde de var. Bu konuda
çok bilgisi olan Kýsmet Aktaþ Baba 2002 Kasým ayýnda Hakk’a yürüdü.
Bize Þeyh Bedreddin Erkâný hakkýnda geniþ bilgi veren Muzaffer Sevgili
Dede 2001 Aðustos’unda, Yaþar Yaþa Dede ise 2003 Mart ayýnda Hakk’a
yürümüþlerdir. Ruhlarý þad olsun Hak katýnda hizmetleri kabul olsun.
1868 yýllarýna kadar tümü Bedreddini olan Amucalar senede bir defa
Hacý Bektaþ’a gider gibi Serez’deki Bedreddin türbesine gidiyorlarmýþ.
Eskiden ve günümüzde de Amuca toplumu gülü çok sever. Bugün
her eve gidin muhakkak gül vardýr. Bunlar giderken özellikle gül motifi
yapýp Bedreddin’in tekkesine asýyorlarmýþ, sadece bu geleneði Amucalar
icra ediyormuþ. O zaman da oraya gelen halk Gülcüler geldi, Gülþeniler
geldi, diyorlarmýþ. Amucalar Bulgaristan Kýzanlýk yöresinde eskiden
geçimini gül yaðýyla saðlýyorlarmýþ. Halk bunlara Gülþeniler dediði için
zaman içinde Bedreddin’i adý kaybolmuþ Gülþeni adý kalmýþ.
Ben ilk defa araþtýrmaya baþladýðým zaman Ýbrahim Gülþeni Tarikatý
ile bizim ne ilgimiz var, diye düþünürken gerçeklere ulaþtým. Ben Bedreddini olduðumuzu bilmiyordum. Daha sonra Muzaffer Sevgili dedemiz bu konuda çok aydýnlatýcý bilgiler verdi. Muzaffer Dedemiz geçen
sene vefat etti, nur içinde yatsýn, “biz Bedreddini’yiz, Gülþeni bizim lakabýmýz”, demiþti. Hatta Abdal Ahmet Baba’nýn mezar taþýnda bile gül
motifine yakýn bir þekil vardýr.
Kýzýlcýkdere Köyünün Kýsa Tarihçesi
Kýzýlcýkdere, II. Abdülhamit’in oðlu Prens Sabahattin’in oðlu (yani Abdülhamit’in torunu) Ertuðrul’un çiftliði imiþ. Ýlk önceleri adýnýn Ertuðrul
olduðu söylenmektedir. Buradan Balýkesir’e göç edenler eski köylerinin
adýný yeni köylerine vermiþler. Kýrklareli köy kayýtlarýnýn 46. cildinde
köyün adýnýn Ertuðrul olarak geçtiði yazýlýdýr.
30
Kýzýlcýkdere adýný ise o zaman derelerinde bol miktarda kýzýlcýk aðacýnýn olmasýndan dolayý almýþ. Köyü kuranlarýn Bulgaristan’ýn Yumrukkaya, Gündüzler, Belören, Dikence, Bokluca, Gaybýlar ve Çýrpan köylerinden gelenler olduðu anlaþýlmýþtýr. Köyün 1887 yýlýnda kurulduðu söyleniyor. 1900 yýlýnda köyden ayrýlan yirmi hane Anadolu’daki Ertuðrul
köyünü kurmuþlardýr. Gidenlerin çoðunluðu Yumrukkaya kökenliler
imiþ. Bugün 350 hanedir. Resmi olarak köyün kuruluþu 1897 yýlýnda
kayýtlara geçer.2
Ertuðrul Köyünün Kýsa Tarihçesi
Yirmi hane Kýzýlcýkdere köyünden, dört hane Deveçataðý köyünden ve
bir hane de Karýncak köyümüzden göç etmiþ. 93 Harbi sonrasý yaþanan
kýtlýk ve sefaletin yaný sýra gelecekten umut bekleyenler yeni yerleþimler
aramaya baþlamýþlar. O zamanýn gazetelerinden birinde Balýkesir’in
merkeze baðlý Hacý Ahmet köyü satýlýk ilaný vermiþ. Bunu duyan üç
köyün mensuplarý üç kiþilik bir heyeti bu köye göndermiþler. Kýsa bir
pazarlýktan sonra 200 Osmanlý altýnýna pazarlýk yapýlýyor. Hane baþý
sekiz altýn ödeniyor.
5 Nisan 1900 günü bu köylerimizden 25 hane hayvanlarý ile birlikte
yola çýkýyorlar. 8 Nisan günü Tekirdað limanýna varýyorlar. O zamanýn
ulaþým aracý ile denizden karþýya Erdek’e varýyorlar. Tekirdað limanýndan 8 Nisan’da yola çýkan kafile 12 gün sonra, 20 Nisan 1900 günü Hacý
Ahmet köyüne varýyor. Köyün kuruluþundan kýsa zaman sonra hükümetten adamlar geliyor, tespit yapýyorlar.
“Köyünüze yeni bir isim vermek ister misiniz? Yoksa eski adý ile mi
kalsýn?” diye soruyorlar. Bu soruyu beklediklerinden hep bir aðýzdan kararlaþtýrdýklarý ismi açýklýyorlar. “Atamýz ve ceddimiz Ertuðrul Gazi’nin
adýnýn yad edilmesi için köyümüzün adý Ertuðrul olacak” diyorlar. O
zaman gelen devlet idare heyeti adeta þok geçiriyor. “Demek ki siz o soydansýnýz” demekle yetiniyorlar.3
Bizim burada Ertuðrul Gazi’ye katýlmamýz Ertuðrul Gazi’nin aðabeyi Gündüz Alp’in ölümünden sonra olmalýdýr. Amucalar ilk önce Trakya’da on köy kuruyorlar. Bulgaristan’da kalan Kaybular, Dikence, Bokluca, Gündüzler, Türkiye sýnýrlarý içinde Ahmetler, Karaabalar, Ahlatlý,
Malkoçlar, Koca Tarla, Topçular ilk on köyümüzdür. Bu on köyden birinin adý Gündüzler. Ertuðrul Gazi’nin kardeþi Gündüz Alp’ten geldiðini
tahmin ediyoruz. Çünkü Gündüz Alp’in ölümünden sonra kabilesi Ertuðrul’a katýldý diyor tarihçiler. Amucalar da bunlardan bir parçadýr. Yani
biz Kayý Boyu’ndan bir ufak toplumuz.
Kayseri’nin Emmiler ilçesi bizim adýmýzdan. Kayseri’de yaþayan
Türk toplumlarý diye bir yazý vardýr.4 Oraya adýný veren kabileler de
yazdýðý zaman Emmiler köyünü Amucalý olarak geçmektedir. Niðde’nin
bir köyü de Emmiler. Kabile adý geçen iki yer vardýr. Ben oraya mektup
yazdýðým zaman oradaki toplumdan hiç kimsenin kalmadýðýný,
1700’lerde Uzunoðullarý diye bir toplumun yerleþtiðini, mektupla cevap
verdiler. Bu konuda 512 sayfaya yakýn bir araþtýrmayý resimler, belgeler
hariç Gazi Üniversitesi’ne teslim ettim.
Amuca ismi nereden geliyor?
„ Tarih kayýtlarýnda kabilenin adý Ammiler, Emmiler, Amuga, Amuca ve
Amuca Oðullarý olarak yer almaktadýr.5 Kabilenin ad hikayesi halk arasýnda iki þekilde anlatýlmaktadýr. Aslýnda her köyümüze gidilip sorulduðunda alýnan yanýtlar harici sadece Ahmetler köyündeki araþtýrmamýzda
duyduðumuz yakýþtýrmayý da yazmadan edemeyeceðiz. Zaman zaman
Türkmenlerin baskýn yapýp kaçtýklarý bilinmektedir. Zaman ile konar
göçerliði býrakan Türkmenler de bu tür baskýnlara uðramaya baþlamýþlar.
Bunu nasýl önleyeceklerini bilememektedirler. Zaten merkezden uzak
yerlerde bulunmaktadýrlar. Þikayet etseler devletin gözünde haysiyetleri
yok.
Kabilenin ileri gelenlerini aklý çalýþanlarý bir araya toplayýp çare
aramýþlar. “En sonunda eþkýyalarýn baþý kim ise, biz onu bulalým ona
baskýn payýndan fazlasýný verecek olalým, o da bize baskýn zamanýný bildirsin ona göre tedbirler alalým” denmiþ. Kaybedecekleri fazla bir þeyleri olmadýðýndan denize düþen yýlana sarýlýr misali, eþkýya baþýný bulup
tekliflerini yapýyorlar.
Konuþulduðu gibi “bize yardým edilirse kendisinin payý fazlasý verilecek aksi halde her iki taraftan büyük kayýplar olacak” deniliyor. Eþkýya
baþý bu oyunu kabul edip uygulamaya baþlýyor. Yapýlan baskýnlar evvelden kabileye bildirildiðinden köylerde istediðini uygulayamayan eþkýya
çeteleri, “bunlar ile biz baþ edemeyeceðiz, bunlarýn Amucasý var, onlara
yardým ediyor” demeye baþlamýþlar. O günden sonra kabile adý Amuca
kalýyor.6
Sayý 16
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:53
Page 31
¸ E
SERÇESM
Amuca dediniz, Bedreddini dediniz, Ali
Koçlu dediniz?
„ Trakya’da halen devam eden yedi adet Ehlibeyt tarikatý bulunmaktadýr. Bunlar genelde ya
kabile ya da kabile liderleri veya toplumun
adlarý ile anýlmaktadýr. Trakya’da Kýzýldeli, Ali
Koçlu, Amuca (Bedreddini ve Bektaþi); Otman
Babalý (Musahipli ve Musahipsiz, Haskova ve
Deliorman’dan gelenler); Akyazýlýlar, Çarþambalýlar (Kýzýldeli erkâný uygulayan Bektaþiler);
ve Nakþi Bektaþileri var. Bektaþiliði Balým
Sultan evveli ve sonrasý diye ikiye ayýrýyoruz.
Balým Sultan evveli Bektaþiler:
1. Kýzýldeli Bektaþileri.
2. Ali Koç Baba Bektaþileri.
3. Otman Baba Babai Bektaþileri
4. Ak Yazýlý Babai Bektaþileri.
Kýzýldeli ve Kýzýldeli’den ayrýlan Ali Koç
ayný toplumdur. Bugün erkânlarý ve evlenmeleri inkâr etmiyorlar. Daha evvelden 1381 Niðbolu’nun alýnýþýndan sonra toprak veriliyor Ali
Koç’a.
Niðbolu’da bulunan Koç Ali Zaviyesi ve
Ali Koç Baba Türbesi Baþ Vekalet Arþivi’nde
124 numaralý Defterde 1070 (1659) tarihinde
20343, 21873 numaralarla kayýtlýdýr.7
Niðbolu’ya baðlý Derviþler köyü de þu þekilde teþekkül etmiþtir: Koyun Baba derviþlerinden Ali Koçlu namlý derviþin zaviyesinin
vaktiyle hiç bir evkafý varidatý yokmuþ. Bu zat
öldükten sonra ahbaplarý toplanýp kendi yetiþtirdikleri baðlardan ve bahçelerden hasýl eylediklerini zaviyede gelen geçene sarf etmeye
baþlamýþlar. Bu mýntýkada boþ ve defterden
hariç bir mezrayý tapulayýp senede 200 akçe
bedel-öþür vermek üzere, padiþahtan hüküm
almýþlar. Ondan sonra bu mezra içinde iki
deðirmen bina etmiþler ve bu suretle zaviyenin
vakfý olan mezra yavaþ yavaþ büyümeye baþlamýþ.
Hariçten kimsenin yazýsý olmayan “kâfirlerden on dört nefer kadar kafir toplanarak
mezra kýrk beþ hanelik köy haline gelmiþ” ve
zamanýn Padiþahý da bu köyü bütün hukuku
rüsumu ile nüfuz ve kudretini bu suretle göstermiþ olan zaviyeye vakýf etmiþ.8
Ali Koç Baba’ya ait bir Osmanlý kaydýný,
1826 yýlýnda 9771 no’lu defterden kýsaltýlarak
aktaralým:
“Ber-Mantûki emr-i ali zevaya-yý merkumeden Niðbolu haricinde kain Ali Koç
Baba Zaviyesi’nin fürüht olunmuþ olan
2.900 guruþ hayvanat-ý bahasý mukata’at
hazinesinden 45 senesi gayetine deðin hasýlatlarý her kimlerin yed ve zimmetlerine
geçmiþ ise tahsili babýnda Niðbolu muhafýzýna hitaben emr-i ali ve mukata’at hazinesine ilmühaberi verilmiþtir. Fi 14 Þevval
sene 1246.”9
Koç Ali Baba Zaviyesi 1600 sonlarýnda
kayda geçmiþ, Ali Koç Baba’nýn mezarý Niðbolu’dadýr. Bir ara kale komutanlýðý yaptýðý
söyleniyor.
Kýzýldeli’nin 1396’da geçtiði söyleniyor.
1402’de zaten Kýzýldeli ölüyor. Kýzýldeli’nin
geçiþinden sonra Ali Koç’un Niðbolu’da yararlýlýk gösterdiði hatta Bulgar Kralý Þiþman’ý öldürerek yararlýlýk gösterdiði için, ona üç köyün
verildiði söyleniyor.
Kasým 2005
Ali Koç’tan hariç Balým Sultan evveli
erkânýný uygulayan Babailerimiz var, Otman
Babalýlarýmýz var, Yunus Abdallýlarýmýz var.
Ayrýca Çarþambalý, Perþembeli dediðimiz ama
tam bilemediðimiz Yeþil Abdallýlar var, yine
Babailik içinde çýkma iki grup olduðunu
düþündüðüm Hasköy grubu ile Koçaþ Aþireti
var.
Koçaþlý merkezinin adýnýn Cevdet Türkay’ýn kitabýnda yer almasý akla bu toplumun
Koçaþlý (Koçaþlu) Aþireti olmasýný getirmektedir. Kaydý aynen yazýyoruz: Koçaþlý (Koçaþlu)
Hezargrad Kazasý (Niðbolu Sancaðý)10
Bu aþiretin adýnýn baþka bir yörede geçmemesi ve Babailerin Hasköy ile Deliorman bölgelerinin farklý yerlerinden olmasý Koçaþlý
Aþireti’nin mensuplarý olduðu izlenimini veriyor. Bir baþka kayýt da Koçaþlu olarak þu bilgiler verilmektedir:
“Hani Hatun’un bir de Kýrkilise de mülkü
vardý (Koçaþlu köyü) ki, bunun muallimhaneye 935 de vakfedip edilmediðini bilemiyoruz”
Hicri 935 yýlý miladi olarak 1514 yýlýna isabet etmektedir. O halde Koçaþlý Aþireti’nin de
1500 yýlý evveli Balkanlara geldiðini söyleyebiliriz. Çünkü Osmanlý kayýtlarýna kaç yýlýnda
geçtiklerini bilemiyoruz. Ayný kaydýn altýnda
Arap harfleri ile þu bilgilerin düþüldüðünü
görüyoruz:
“Emlakdýr, kaza Kýrkkilise (Kýrklareli)
mülk Hani Hatun bint Sutan Mustafa Kariye (köyü) Koçaþlu tab, Kýrkkilise mülk
mefruz el kelim serbest hane 24 mecrut 10
hasýl 3640.”11
Koçaþ veya Koçaþlý adýna ait bilgilere ek
olarak Koçaþ yerleþimindeki hane ve mücerret
sayýlarýný veriyoruz: 1515 yýlý hane 27, 10 mücerret; 1530 yýlý 21 hane, 14 mücerret; 1577
yýlý 17 hane, 4 mücerret. Sadece 1577 yýlýnda
13 hane gayrimüslim gözükmektedir.12
5
Bakýnýz: Cevdet Türkay. Baþbakanlýk Arþiv
Belgelerine Göre Osmanlý Ýmparatorluðunda
Oymak ve Cemaatler. Tercüman Kaynak
Eserler Dizisi 1, 1979, Ýstanbul, s. 202; Nejat
Birdoðan. Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik,
Berfin Yayýnlarý, 2. Basým, 1994 s. 216.
6 Kaynak kiþi. Ali Yýldýz. Ahmetler. Kýrklareli.
Ýlkokul. 1923.
7 Dr. Ekrem Hakký Ayverdi, Avrupa’da Osmanlý
Mimari Eserleri, 4. cilt, s. 73.
8 Müslüm Ulusoy. Koçu Baba. Anadolu ve
Avrupa da Türk Damgasý-I, s. 188-9.
9 Kemal Daþtan, 1827 Tarihli Muhallefat Defteri
Bektaþi Zaviyeleri, Basýlmamýþ yüksek lisans
tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Isparta,. 1996, Belge s. 10.
10 Cevdet Türkay. Agy. s. 108.
11 Tayyib Gökbilgin, Edirne Paþa ve Livasý, S.
380, Tercüme: Fazlý Ertekin. 1944. Ordu.
Öðretmen.
12 Yusuf Hacýoðlu, “16. Yüzyýlda Sosyal,
Ekonomik ve Demografik Bakýmdan
Balkanlarda Bazý Osmanlý Þehirleri”, Belleten,
C. 53. Sayý 42. s. 654.
Avrupa’dan abone olmak isteyen canlar,
abone bedelini aþaðýdaki adrese
yollayabilir:
Avrupa Baþ Temsilciliði
Tel: +49.179.107 88 56
Hüseyin Akýn
Postbank
Kontonummer: 826 857 303
Bankleitzahl: 25 01 00 30
¸ E
SERÇESM
Yýllýk Abone Bedeli
Türkiye 40 YTL-Avrupa Birliði 50 Euro
Adý
Soyadý
Kuruluþ
Telefon - Ýþ
NOTLAR
1
2
3
Refik Engin, “Amucalar: Kimlik Köken”,
Aleviler/Alewiten, 2000, s. 163.
Kaynak kiþiler: Enver Solak.
Kýrklareli/Kýzýlcýkdere. (1917-2003) Ortaokul;
Hasan Aktý: Kýrklareli/Deveçataðý. 1922.
Ýlkokul; Ahmet Sayan: Balýkesir/Ertuðrul.
1926. Ýlkokul; Ali Açýl: Kýrklareli/Deveçataðý.
(1930-1998) Ýlkokul; Sami Doðancýlar.
Balýkesir/Ertuðrul. 1935. Emekli Ast Subay.
Kayýtlar için bakýnýz: Baþbakanlýk Arþivi/ÝD.
Ýrade Tasnifi Tahliye. BA-AD Nr.-1537/85,
Vilayetlere gönderilen Þukka-90 ve 91 No’lu
notlar: BAS. ÝD. Nr. 93387, 81719, 71812,
73714, 83176, 83741, 83710, 77379. Aktaran:
Tayyip Gökbilgin, Edirne Paþa ve Livasý, s.
303. Tercüme: Dr. Burhan Terzioðlu, Ýstanbul
Edebiyat Fak Yayýný, 1952, Ýstanbul.
Kaynak Kiþi: Ahmet Ayar. Balýkesir/ Ertuðrul.
1927. Ýlkokul.
4 Emir Kalkan, “Kayseri’ye Yerleþen Türk
Topluluklarý”, Türk Dünyasý
Araþtýrmalarý, 1982, s. 87.
Telefon - Ev
Telefon - Cep
Faks
E-posta
Posta Adresi
Sokak No
Semt - Ýlçe
Posta Kodu
Þehir - Ýl/Eyalet
Ülke
Abone bedelini Genel Ajans Basým Daðýtým
Organizasyon Ltd Þti adýna Posta Çeki
Hesabýna (No 1629127) yollayýn.
Lütfen yukarýdaki formu okunaklý doldurun ve
ödeme dekontu ile birlikte bize fakslayýn:
+90.(0)212.519 5635
31
Sercesme 16.qxd
02.01.2006
16:53
Page 32
SERÇESM
¸ E
BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR
HER ARALIK AYINDA KUBÝLAY’I ANARKEN KAHRAMANMARAÞ KATLÝAMINI UNUTANLAR
Ýrticaya Karþý mýsýnýz? Hadi Caným Sende!
Esen Uslu
T
ürkiye’nin resmi Aralýk ayý takviminde Kubilay anmasý önemli bir
yer tutar. Ayýn 23’ünde bilcümle resmi kuruluþlar ile laik cumhuriyet aydýnlarý 1930 yýlýnda Menemen’de zuhur ve huruç etmeye
kalkýþan bir þeriatçý güruhun önüne tek baþýna dikilen ve baþý kesilerek
katledilen yedek subay öðretmen Kubilay’ý resmi törenlerle anar. Hamasi demeçlerle þeriatçý irtica kýnanýr. Bu yýl da Menemen olaylarýnýn 75.
yýldönümünde de ayný ritüel tekrarlandý. Ordu ve devlet mesajlarýnda
“gericilik”, “irticai faaliyetlerde gözlenen artýþ” ve “cumhuriyet karþýtlýðý” gibi sözler yer aldý. AKP tarafýndan gelen mesajlarda, “milli birlik
ve beraberliði” korumak için “canýný feda etmekten çekinmeyen” evlatlarýmýza sahip çýkmak sözleri yer alýyordu. Genel Kurmay Baþkaný’nýn
mesajý þöyle diyordu:
“23 Aralýk 1930 tarihi Türk Devrim Tarihinde bir dönüm noktasýdýr.
Özellikle; bu tarihten sonra her fýrsatta yüce dinimizi ve halkýn dini
inançlarýný istismar etmeyi düþünenler, Türk ulusunun sergilediði kararlý tutumu dikkate alarak benzer bir eylemde bulunmaktan daima
çekinmiþlerdir.”
Bu sözler geçmiþe gözlerini kapatmaktadýr. Kubilay olayýndan sonra
nice irtica kýrýmlarý yaþanmýþtýr. Ama bu olaylarda direkt olarak devletin
kolluk güçleri deðil, Kýzýlbaþ, Alevi, Bektaþi halk hedef alýnmýþtýr. Böyle
olunca, devlet bu kýrýmlara gözlerini kapatmaktadýr. Mesajda deðinilen
“kararlý tutum” Kubilay olayýndan beri irticaya deðil, sola, Kürtlere ve
Alevi-Bektaþi halka karþý gösterilmiþtir.
Kubilay olayýnda “kararlý tutum”, Atatürk’ün orduya zehir-zemberek
bir “taziye” mesajý yayýnlamasýyla baþlar. Ýnönü hükümeti, Menemen ile
Manisa ve Balýkesir’in merkez ilçelerinde sýkýyönetim ilan eder. Kurulan
“Sýký Yönetim Harp Divanýnýn Baþkanlýðýna Birinci Kolordu Komutaný
Vekili Mirliva Mustafa Paþa” getirilir. Bu Divan, yüz beþ sanýðý yargýlar.
Bir ay bile sürmeyen yargýlama sonunda 21 Ocak1931 günü 37 sanýðý
idama mahkûm eder, altýsýnýn cezasýný hapse çevirir. 41 sanýðý da hapis
cezalarýna mahkûm eder. 27 sanýk delil yetersizliðinden beraat eder.
31 sanýða verilen idam cezalarý 31 Ocak’ta mecliste görüþülür. Biri
ölen sanýklarýn ikisinin cezasý hapse çevrilir ve 28 sanýðýn idamý onaylanýr. Ýdam cezalarý 3 Þubat 1930 günü Menemen’in kamu alanlarýnda ve
olayýn geçtiði, Ýslam’ýn yeþil sancaðýnýn çekildiði ve Kubilay’ýn baþýnýn
kesildiði caminin avlusunda infaz edilir.
K
Gericilik ‘Kararlý Tutumu’ Affetmedi
ararlý tutumu uygulamasý için Harp Divanýný baþýna geçirilen
Mustafa Muðlalý Paþa, on üç yýl sonra benzer bir “kararlý tutumu” 30 Temmuz 1943 günü Van’ýn Özalp ilçesinde 33 Kürt köylüsünü kurþuna dizdirerek sürdürür. Ancak gericilik Menemende kendisine yönelen “kararlý tutumu” unutmamýþtýr. 1948 yýlýnda Demokrat Parti milletvekilleri, aðýzlarýna almaktan çekindikleri Menemen harp divaný
olayý yerine, Özalp katliamýný mecliste gündeme getirir. Soðuk savaþta
ABD’nin yanýnda saf tutmaya, NATO’ya girmeye ve “uyum” için çok
partili demokrasiye geçmeye hazýrlanan Ýnönü hükümeti Muðlalý Paþayý
Genelkurmay Askeri Mahkemesinde yargýlamak zorunda kalýr. Muðlalý
Paþa, kendini, “Kürtler, Ruslara gönüllü casusluk ediyordu. Bu nedenle
Kürtlere iliþkin olaylarý normal ölçüler ve devlet anlayýþý içinde yürütmek mümkün deðildi” diye savunur, ama idama mahkûm olur. Cezasý
yirmi yýl hapse çevrilir. Temyizden dönen dava yeniden görülemeden
Muðlalý Paþa Aralýk 1951’de hapiste ölür.
Konu burada kapanmaz. 6-7 Eylül olaylarýnýn ardýndan CHP milletvekilleri DP hükümetini suçlayýnca, DP’liler misilleme olarak “otuz
üç kurþun olayý”ný yeniden meclis gündemine getirir. Baþta Ýnönü olmak
üzere olayýn geçtiði dönemindeki tüm CHP yönetimine ve milletvekillerine dava açýlmasý ister. Konu 1956 ve 1958’de iki kez gündeme gelir,
“komisyona havale” edilip unutturulur. Muðlalý Paþa olayýnýn askerin ne
kadar içine iþlediðini en iyi gösteren 1960 askeri darbesinin ardýndan
cuntacýlardan Orhan Erkanlý’nýn sözleri olur:
“Demokratlar, bitmez tükenmez müsademelerde, eþkýya takiplerinde
þehit düþen Türk ordusunun evlâtlarýnýn hesabýný soracak yerde;
kendi siyasi çýkarlarý uðruna, Kazým Karabekir’den sonra Doðu’da
ilk defa nisbi bir sükunet saðlayan büyük kumandan Muðlalý’yý mahkeme huzuruna çýkarmayý tercih ettiler.”
1960 sonrasý göreceli demokratik anayasa devrinde askerlerde
“Muðlalý Sendromu” sürer. Ama Mustafa Muðlalý’nýn “itibarý” ancak
dinci gericilikle ittifak kurmayý marifet bilen 12 Eylül cuntacýlarý tarafýndan iade edilebilir. Mezarý Ankara’daki Devlet Kabristaný’na nakledilir.
1997 yýlýnda büstü Genel Kurmay bahçesinde dikilir. 6 Mayýs 2004 tarihinde, Muðlalý Paþa’nýn “33 Kurþun Katliamý”nýn emrini verdiði Van’ýn
Özalp ilçesinde konuþlanmýþ birliklerin adý “Mustafa Muðlalý Kýþlasý”
olarak deðiþtirilir.
P
Ýrtica ile Kavgada Tutarsýzlýk
artizanca Kubilay olayýna, sýkýyönetim ve hukuk tanýmaz idari uygulama anlamýna gelen “kararlý tutum”a sahip çýkanlar ve buna
gerekçe olarak “gericilik” ve “irtica”yý gösterenler, neden 1978
yýlýnda Aralýk ayýnýn ayný günlerinde Kahramanmaraþ’ta sahneye konan
ve kadýn-erkek-çocuk yüzü aþkýn canýn yitirildiði örgütlü-planlý Alevi
katliamýný lanetleyemezler? Neden Alevi katliamlarý laik cumhuriyete
yönelik bir saldýrý sayýlmamaktadýr?
Bu tutarsýzlýkta suça ortak olmanýn vicdan yükü vardýr “Kararlý
tutum” almaya niyetli devlet güçlerinin, Kubilay’ýn Menemen’de yaptýðý
gibi, belki kendine aþýrý güvenle, ama cesaretle gericiliðin önüne dikilmediði gerçeði unutturulmaya çalýþýlmaktadýr.
Kahramanmaraþ katliamýnýn ve sonra gelen Alevi katliamlarýnýn
planlanmasýnda, düzenlenmesinde, uygulamaya konmasýnda devlet güçlerinin yer aldýðý; en azýndan aymazlýkla, en kötüsünden tarafgirlikle
olaylarý önlemeye yönelik önlem almadýðý; orada hazýr bulunan devlet
görevlilerinin görevlerini yapmadýðý açýktýr.
Alevi köylerine zorla cami yaptýranlarýn, tüm yýldýrýmlar yaratan gökgürültülü sözlerine karþýn irticaya gerçekten karþý çýkmasý olasý mýdýr?
Böyle durumlarda “karalý tutum” gösterisi yapanlara Paþalarýn Paþasý
Ýnönü Paþa’nýn söylediði ünlü söz akýllardadýr: “Hadi caným sende!”

Benzer belgeler