08 - Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı
Transkript
08 - Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI T.C. MALİYE BAKANLIĞI SAYI 7 BÜLTEN AĞUSTOS 2007 “Daha İyi Bir Dünya İçin Daha Güçlü Bir Birlik”: Portekiz AB Dönem Başkanlığı Portekiz, 1 Temmuz 2007 tarihi itibariyle AB Dönem Başkanlığı’nı Almanya’dan devraldı. “Daha İyi Bir Dünya İçin Daha Güçlü Bir Birlik” sloganını benimseyen Portekiz, bu amaçla 3 ana hedef belirledi. Bu hedefler: → Anlaşmaların Reformu → Avrupa Ekonomilerinin ve toplumlarının modernleştirilmesi → Avrupa’nın dünyadaki rolünün güçlendirilmesidir. BU SAYIDA: AVRUPA TOPLULUKLARININ MALİ ÇIKARLARININ KORUNMASI VE OLAF AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI-ıı AVRUPA KOMŞULUK POLİTİKASI BİRLEŞMİŞ MİLLETLER BİN YIL KALKINMA HEDEFLERİ İRLANDA “BAŞARI HİKAYESİ” SÜRDÜRÜLEBİLİR Mİ? 2 5 8 13 16 Portekiz’in, bu hedefleri gerçekleştirmek amacıyla belirlediği 4 temel konu başlığı şunlardır: 1. Birliğin Geleceği 2. Lizbon Stratejisi 3. Özgürlük, Güvenlik ve Adalet alanını güçlendirmek 4. Avrupa ve Dünya Aynı zamanda genişlemeye de sıcak bakan Avrupa Birliği’nin yeni dönem başkanı, Portekiz başbakanı, Jose Socrates Fransa’nın itirazlarına rağmen Türkiye ile müzakereleri sürdürmeyi amaçladıklarını söyledi. AB başkanlığını Almanya’dan alacağı günün arifesinde Socrates, her şeyden önce taahhüt ettiklerine sadık kalmaları gerektiği şeklinde konuştu: “En önemlisi müzakerelerde sadık olmamız gerektiğidir. Dengeli ve ılımlı olmalıyız.” Socrates iki yıl önce Türkiye ile katılım müzakerelerini başlattıklarında grubun Ankara ile yaptıkları anlaşmaya dayanarak bütün AB liderlerinin sorumlu bir şekilde davranmaları ve Avrupa’nın güvenilirliğine saygı duymaları gerektiğini söylemişti. Socrates, AB’nin Sarkozy’nin Türkiye ile müzakerelere engel teşkil edecek taleplerini yerine getirmesi durumunda, 27 üyeli birliğin dünya çapında, özellikle İslam dünyasında, imajına büyük zarar getireceğini söyledi. Portekiz’in altı aylık başkanlık dönemini müzakereleri daha da genişletecek şekilde kullanacağını ekledi. Portekiz AB Dönem Başkanlığı, 1 Ocak 2008 tarihinde AB Dönem Başkanlığı’nın Slovenya’ya devri ile son bulacaktır. AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI BÜLTEN AVRUPA TOPLULUKLARININ MALİ ÇIKARLARININ KORUNMASI VE OLAF NİHAL SAMSUN KARABACAK AB Uzmanı AB ile müzakerelere açılan fasıllardan biri olan ve koordinatörlük görevini Maliye Bakanlığının yürüttüğü “Mali Kontrol” faslı, kamu iç mali kontrol ve dış denetimin yanı sıra, AB’nin mali çıkarlarının korunması hususunu da kapsamına almaktadır. Avrupa Topluluklarının mali çıkarlarının korunması; AB tarafından yapılan mali yardımların kötüye kullanılması, gümrük alanında dolandırıcılığın tespiti ve izlenmesi, Topluluk bütçesini etkilediği ölçüde vergi kaçırma ve ayrıca Topluluğun mali çıkarları için zararlı diğer yasadışı ve dolandırıcılıkla mücadeleye ilişkin faaliyetleri kapsamaktadır. OLAF, Avrupa Topluluklarının mali çıkarlarının korunması yolunda dolandırıcılıkla mücadelede idari soruşturmaları yürütmek üzere, Avrupa Komisyonu bünyesinde 1999 yılında kurulmuş olan bağımsız bir soruşturma birimidir. OLAF yasal dayanağını AT Antlaşması’nın 280. maddesinden almaktadır. Söz konusu maddede Topluluk ve üye devletlerin Topluluğun mali çıkarlarını etkileyen dolandırıcılık ve her türlü yasa dışı faaliyetle mücadele etmek için gerekli önlemleri alacağı karara bağlanmıştır. Aynı maddeye göre üye ülkeler kendi mali çıkarlarını korudukları gibi Topluluk mali çıkarlarını da koruyacaklardır. Antlaşma’nın diğer hükümleri saklı kalmak kaydıyla, üye devletler Topluluğun mali çıkarlarını dolandırıcılığa karşı korumak üzere Komisyon ile birlikte yetkili merciler arasında yakın ve düzenli bir işbirliği sağlayacaklardır. Bakanlar Konseyi Avrupa Sayıştayı’na danışarak dolandırıcılıkla mücadelede gerekli önlemleri karara bağlayacaktır. Bu önlemler ulusal ceza kanunlarına veya yargı idaresine ilişkin değildir. OLAF’ın misyonu, Avrupa Birliği’nin çıkarlarının korunması, dolandırıcılık (fraud), yolsuzluk (corruption) ve AB kurumları içerisinde görevi kötüye kullanma (misconduct) vakaları da dahil diğer her türlü usulsüzlükle (irregularity) mücadele etmektir. OLAF, bu misyonunu, Topluluk mevzuatının verdiği yetkiyle tam olarak bağımsız bir şekilde içeride ve dışarıda yürüttüğü soruşturmalarla yerine getirmektedir. Bunu yaparken, üye devletlerin faaliyetlerini koordine etmek üzere, bu ülkelerin yetkili makamları arasında yakın ve düzenli bir işbirliği sağlamaktadır. OLAF, üye devletlere gerekli destek ve teknik bilgi sağlayarak, dolandırıcılıkla mücadele faaliyetlerinde yardımcı olmaktadır. OLAF ayrıca, Avrupa Birliği’nin dolandırıcılıkla mücadele stratejisini oluşturmaya katkı sağlamakta ve ilgili mevzuatın güçlendirilmesi için gerekli girişimlerde bulunmaktadır. OLAF, suçlular ve dolandırıcılara karşı en iyi şekilde mücadele edebilmek amacıyla, üye ülkelerdeki partnerleriyle (soruşturma birimleri, polis, yasal ve idari yetkililer, vb.) işbirliği içerisinde çalışmaktadır. OLAF, dolandırıcılıkla mücadelesini güçlendirmeye yönelik olarak, AB mevzuatının kendisine verdiği yetkiye istinaden, üye ülkelerde dış soruşturmalar yürütmektedir. Uygulamada, dolandırıcılık ve diğer usulsüzlükler hemen hemen her zaman OLAF ve ulusal soruşturma birimlerinin yakın işbirliği sonucu tespit edilmektedir. OLAF ayrıca, Topluluk bütçesi ile ilgili bir dolandırıcılık durumunda, AB kurumlarında çalışanlara yönelik olarak görevi kötüye kullanma konusunda soruşturma yürütme yetkisine de sahiptir. OLAF, Topluluğun mali çıkarlarını etkileyen ve Topluluk bütçesine etkisi olan her türlü usulsüzlükle mücadele etmektedir. Bunlar, Topluluk mevzuatının veya bir yasanın ihlali veya kamu ya da özel sektördeki bir ekonomik operatörün ihmali sonucu ortaya çıkabilmektedir. Dolandırıcılık ise, maksatlı 2 AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI BÜLTEN olarak yapılan usulsüzlüktür. Yanlış veya eksik bilgiyi içeren kasıtlı bir hareket ya da ihmalden doğabilmektedir. OLAF, yürüttüğü soruşturmalarla, olayda bir dolandırıcılık unsuru olup olmadığını tespit etmeye çalışmaktadır. OLAF şüpheli vakaları savcıya sunmakta ve olayın gerçekten dolandırıcılık olup olmadığı mahkeme tarafından belirlenmektedir. OLAF raporları yüksek kalitede hazırlanmakta ve mahkeme karşısında ulusal raporlarla aynı muameleye tabi olmaktadır. OLAF, soruşturmalarını bağımsız bir şekilde yürütmektedir. OLAF’ın bağlı olduğu Genel Müdür, bir soruşturmanın açılmasına, kapanmasına ya da yürütülmesine bağımsız olarak karar verebilmektedir. Bu bağımsızlık mevzuatta da yer almaktadır. Ayrıca, OLAF’a özgü olarak, bu bağımsızlığı güvence altına almak üzere bir Denetleyici Komite oluşturulmuştur. Üye devletler OLAF’a tabi iken, OLAF üye devletlere tabi değildir. OLAF üye ülkelerde yürüteceği tüm soruşturmalardan önce bu ülkenin yetkililerine işbirliği çağrısı yapmaktadır. Üye ülkenin işbirliği yapma mecburiyeti bulunmaktadır, ancak işbirliği yapılmasa bile OLAF soruşturmaya devam edebilmektedir. Üye ülkelerin işbirliğinde bulunma ve istendiğinde delilleri gönderme zorunluluğu bulunmasına rağmen, bunun yapılmaması durumunda herhangi bir ciddi yaptırım bulunmamaktadır. Bugüne kadar OLAF ülkelerle oldukça iyi bir işbirliği içerisinde çalışmıştır. OLAF iki tür soruşturma yürütmektedir: Birincisi, yeterince bilgiye sahip olduğu ve kendi başına yürütmesi için önünde yeterince büyük bir davanın olduğu soruşturmalardır. İkincisi ise, üye ülkelerin yetkilileri ile işbirliği içerisinde yürütülen soruşturmalardır. OLAF soruşturmalarının sonucunu sıkı bir şekilde takip etmekte ve operasyonel olarak tüm ülkelerde yürüttüğü soruşturmalara ilişkin istihbarat bilgisini bir araya getirmektedir. OLAF’ın yetkilerine ilişkin başlıca AB mevzuatı, 1996 yılında kabul edilen 2185 sayılı Tüzüktür. 1996 yılında ilk defa üye devletler bir Komisyon birimine kendi alanı içerisinde önceden izin almadan soruşturma yapma yetkisi vermiştir. Bunun sebebi AB bütçesine karşı yapılan dolandırıcılıkla mücadele etmeyi gerçekten istemeleridir. OLAF bu Tüzük sayesinde bir üye ülkede kendi soruşturmasını yürütebilmektedir. Bu soruşturmalar harcama ve gelirleri ilgilendiren tüm alanlardaki ciddi boyutlardaki usulsüzlüklerle ilgilidir. Dolandırıcılık konusu üye ülkelerin de sorumluluğu altında olmakla birlikte, OLAF yalnızca büyük bir olay olduğunda soruşturma yetkilerini kullanmaktadır. Olayın adli boyutu OLAF’ın değil üye ülkenin yetki alanına girmekte olup, OLAF’ın yetkisi yalnızca idari soruşturmaları kapsamaktadır. OLAF bir takım dosyaları ve belgeleri açtırma konusunda ulusal idarelerle eşit yetkiye sahiptir. Avrupa Komisyonu’nun farklı genel müdürlüklerinde veya diğer AB kurumlarında çalışanlar, üye devletler, özel sektör temsilcileri veya anonim kişiler herhangi bir usulsüzlük şüphesi ile karşılaştıklarında OLAF’ı bu konuda bilgilendirmektedir. Üye ülkelere Topluluk bütçesinden aktarılan bir kaynağın ne şekilde kullanılacağına ilişkin kapsamlı bir mevzuat bulunmaktadır. Üye ülkeler bu mevzuatta yer alan kuralları doğru bir şekilde uygulamadıkları takdirde, bunun bir yaptırımı bulunmaktadır. Komisyon Genel Müdürlüklerinin kontrolör ve denetmenleri bunu tespit ederse AB fonlarının geri verilmesini istemektedir. Burada kontrol edilen, üye devletlerdir. OLAF ise, usulsüzlükle ilgili soruşturmalarını AB bütçesinin nihai faydalanıcıları olan kişilere yönelik olarak yürütmekte, diğer bir deyişle üye devletleri değil bireyleri kontrol etmektedir. OLAF’ın amacı AB fonlarını geri almak değil, usulsüzlük yapan kişilerin mahkeme karşısına 3 AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI BÜLTEN çıkarılmasıdır. Bu anlamda da OLAF üye devletlerin işbirliğine ihtiyaç duymaktadır. Eğer OLAF bulguları sonucu bir dolandırıcılık vakasının sistematik bir şekilde gerçekleştiği ve bunun, üye devletin bu alandaki kontrolünün iyi bir şekilde yapılamamasından kaynaklandığını tespit ederse, bu dosyayı Avrupa Komisyonu’nun ilgili Genel Müdürlüğü’ne havale etmektedir. OLAF denetim ve soruşturmayı iki ayrı alan olarak kabul etmektedir. OLAF çalışanları denetmen değildir. OLAF’ın amacı denetim yapmak değil, dolandırıcılıkla mücadeledir. Sistemin mevzuata uygunluğu, Komisyon Genel Müdürlüklerinde çalışan denetçiler tarafından kontrol edilmektedir. OLAF’ın faaliyetleri sisteme değil bireylere yöneliktir. OLAF’ın çalışma usulü de farklıdır. Denetim uzun vadeli bir plan sonucu yapılmakta iken, OLAF muhtemel dolandırıcılık vakalarına ilişkin bir bilgi edindiğinde faaliyete geçmekte ve bu konuda delil toplamaya çalışmaktadır. İdareye değil, usulsüzlük yapan kişiye yönelik soruşturma açmaktadır. OLAF raporlarını üye ülkelerle paylaşmaktadır. OLAF, AB mali çıkarlarının korunması alanındaki mevzuatın izlenebilmesi için yeni üye ve aday ülkelerle yakın ilişki kurmaktadır. Bu amaçla söz konusu ülkelerde AFCOS (Dolandırıcılıkla Mücadele Koordinasyon Birimi) kurmakta ve yeni üye ülkelere dolandırıcılıkla mücadele kapasitelerini artırmak için yardım etmektedir. Toplulukların mali çıkarlarının korunması, ortak bir sorumluluk alanıdır. Üye devletlerin AB bütçesini uygulamakta olduğu alanlarda (tarım politikası, yapısal fonlar ve katılım öncesi fonlar) ve Topluluk bütçesi için gerekli öz kaynakların tahsilatı kapsamında, Topluluk mevzuatı üye devletlerin Topluluğun mali çıkarlarını etkileyen şüpheli dolandırıcılık ve diğer usulsüzlük vakalarını derhal rapor etmesini gerektirmektedir. Topluluk bütçesinin yaklaşık %80’i üye uygulanmaktadır. devletler tarafından OLAF’ın Temmuz 2007’de yayımladığı Toplulukların mali çıkarlarının korunması ve dolandırıcılıkla mücadele hakkındaki yıllık raporuna göre, 2006 yılında öz kaynaklar alanında 5243, tarım alanında 3249, yapısal fonlar alanında 3216 ve katılım öncesi mali yardımlar alanında 384 usulsüzlük rapor edilmiştir. Tüm bu şüpheli vakaların mali etkisi yaklaşık 323 milyon Avro’dur. En fazla usulsüzlük tespit edilen alanlar, öz kaynaklarda tütün ürünleri ve TV; tarımda kırsal kalkınma, büyükbaş hayvanlar, meyve ve sebze; yapısal fonlarda bölgesel kalkınma ve sosyal fonlar; katılım öncesi yardımlarda ise Topluluk kurallarına uygun olmayan harcamalar konusunda olmuştur. 2006 yılında, OLAF tarafından gerçekleştirilen soruşturmalar neticesinde, 114 milyon Avro kurtarılmıştır. Dolandırıcılığın önlenmesi ve AB içerisindeki vergi mükelleflerinin parasının doğru bir şekilde harcanmasını teminen, risk değerlendirme ve yönetim sistemleri kontrol sisteminin bir parçası olarak kullanılmaktadır. Hem Komisyon hem de üye devletler tarafından bu alan geliştirilerek önleyici ve hedefe yönelik olarak harekete geçilebilmesi amaçlanmaktadır. Komisyon ayrıca, Avro’nun sahteciliğe karşı korunması için, Europol ve Avrupa Merkez Bankası ile işbirliği halinde üye devletlerin çabalarını koordine etmeye devam etmektedir. Avrupa Birliği, katılım sürecinde yer alan ve katılım öncesi mali yardımlardan yararlanan ülkemizde de AT'nin mali çıkarlarını etkili ve ülke çıkarları ile eşit bir şekilde savunacak idari kapasiteye sahip olunmasının gerekli olduğunu vurgulamaktadır. KAYNAKÇA OLAF, The European Anti-Fraud Office, http://ec.europa.eu/anti_fraud/index_en.html <23.07.2007> - European Commission, “Protection of the Financial Interests of the Communities-Fight Against Fraud-Annual Report 2006, COM(2007)390, Brussels, 6.7.2007 4 AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI BÜLTEN AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI-II ÖZGÜR ÜTÜK AB Uzman Yardımcısı 1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan Körfez Savaşı sonrası Ortadoğu barış sürecini canlandırmaya yönelik girişimler tekrar ivme kazanmıştır. 1991 yılının Ekim ayında ABD ve SSCB’nin sponsorluğunda Madrid’de Ortadoğu Barış Konferansı toplanmıştır. Ancak Avrupa Topluluğu’nun bu sürece tam olarak dahil edildiği söylenemez. İkili görüşmelere katılamayan Topluluk, silahlanmanın kontrolü, bölgesel güvenlik, su kaynakları, çevre, mültecilerin durumu ve bölgesel ekonomik kalkınma gibi konuların ele alındığı ve çalışma gruplarının oluşturulduğu çok taraflı görüşmelerde yer almış ve oluşturulan bu çalışma gruplarının içinde en büyük ve en aktif olan Bölgesel Ekonomik Kalkınma Çalışma Grubu’nun sorumluluğunu üstlenmiştir. 1993 yılının başında Filistin Kurtuluş Örgütü(FKÖ) ve İsrail arasında Norveç’in girişimleri ile gizli görüşmeler başlamış ve 13 Eylül 1993 tarihinde “Prensipler Deklarasyonu” imzalanmıştır. Deklarasyonun ardından Avrupa Birliği’ne üye ülkeler Filistin’in imarı ve ekonomik kalkınması için yarısı uzun dönemli kredi yarısı bağış olmak üzere 500 milyon ECU’luk bir kaynak tahsis etmiştir. Avrupa Birliği’nin Ortadoğu’da etkili bir aktör olma amacını da yansıtan Barselona Süreci’nin oluşturulmasının ardından 3 Kasım 1995 tarihinde Madrid’de AB-ABD Ortak Eylem Planı kabul edilmiştir. Bu plan ile Filistin Özerk Yönetimi’ne desteğin devam ettirilmesi, Filistin halkının refahı için ekonomik yardımların sürdürülmesi ve Ürdün, Filistin, Mısır ve İsrail arasında ticaretin geliştirilmesinin teşvik edilmesi kararlaştırılmıştır. Bu girişimin yanı sıra İsrail ve FKÖ arasında imzalanan geçici anlaşma barış sürecinin başarılı bir şekilde tamamlanmasına yönelik umutları arttırsa da İsrail başbakanı İshak Rabin’in suikast sonucu yaşamını yitirmesi ve ardından Benyamin Netanyahu’nun iktidara gelmesi barış sürecini büyük ölçüde sekteye uğratmıştır. Jacques Chirac döneminde Fransa ABD ve AB’den bağımsız bir Ortadoğu politikasının sinyallerini vermiştir. Chirac’ın 1996 yılının Nisan ve Ekim aylarında bölgeye gerçekleştirdiği ziyaretler ve Fransa Dışişleri Bakanı Herve de Charette’ın Nisan 1996’da İsrail’in Lübnan operasyonuna yanıt olarak mekik diplomasisi Fransa’nın bölgeye yönelik aktif politikalarını yansıtmaktadır. Chirac’ın bu çabaları Avrupa Birliği’ni tetiklemiş ve bu bağlamda Ekim 1996’da toplanan Genel İşler Konseyi’nde barış sürecindeki gelişmeleri yakından takip etmek ve taraflar arasındaki görüş ayrılıklarında arabuluculuk yapmak üzere İspanya’nın İsrail büyükelçisi Miguel Angel Moratinos özel temsilci olarak atanmıştır. 24-25 Mart 1999 tarihlerinde Berlin’de gerçekleştirilen Bakanlar Konseyi toplantısında Avrupa Birliği Filistin Devleti’nin kurulmasına yönelik desteğini tekrar etmiş ve barışçıl çözümün “barış için toprak” prensibine dayanması gerektiğinin altını çizmiştir. Ayrıca Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin hakkını(selfdetermination) destekleneceğinin ve Birliğin kurulacak bağımsız Filistin Devleti’ni tanıyacağının sinyalleri verilmiştir. Her ne kadar bu açıklamalar Arap yanlısı politikalar olarak değerlendirilebilirse de Avrupa Birliği İsrail’in güvenliği ve bütünlüğünün korunması gerektiğine de atıfta bulunarak dengeleri bozmaktan kaçınmaya çalışmıştır. 1999 yılında Ehud Barak’ın İsrail başbakanı olmasıyla barış için umutlar daha da artmıştır. Oluşan bu olumlu havaya bağlı olarak taraflar Mısır’da bir araya gelmiş ve 4 Eylül 1999 tarihinde Sharm el Sheikh Anlaşması imzalanmıştır. 11–26 Temmuz 2000 tarihlerinde Barak ve Arafat mültecilerin durumu, Kudüs’ün statüsü, sınır 5 AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI BÜLTEN problemleri, yerleşim birimleri gibi konuları Camp David zirvesinde ele almışlardır. Ancak nihai çözüme ulaşılamaması ve muhalefet lideri Ariel Şaron’un Müslümanların kutsal mekânı Harem-ül Şerifi ziyareti sonrası başlayan El Aksa İntifadası ilişkileri yeniden gerginleştirmiş ve 6 Şubat 2001’de Şaron’un başbakanlık koltuğuna oturmasıyla barış süreci çıkmaza girmiştir. Bu dönemde AB’nin geçmişte olduğu gibi bölgeye yönelik çalışmaları devam etmiştir. Filistin Devleti’nin inşa sürecine destek devam ettirilmiş ve El Aksa İntifadası sırasında ve sonrası süreçte AB kanlı çatışmaların durdurulması ve kriz yönetimi konularında daha aktif bir rol oynamaya başlamıştır. Ancak tarafların tutumundan ötürü bu çabalar daha öncekiler gibi istenilen sonucu verememiştir. Elbette tarafların uzlaşmaz tutumu önemli bir engel olmakla birlikte AB yayınladığı deklarasyonları somut politikalarla, adımlarla destekleyememiştir. Örneğin, İsrail’in El Aksa İntifadası sırasında aşırı güç kullanımı kınanmış ama İsrail’e silah satışının durdurulması gündeme bile gelmemiştir. 10 Nisan 2002 tarihinde Ortadoğu Dörtlüsü’nün oluşturulması ile birlikte Arap-İsrail çatışması yeniden uluslar arası toplumun en öncelikli konuları arasındaki yerini almıştır. “Dörtlü” adı verilen bu grup ABD, AB, Birleşmiş Milletler ve Rusya’dan oluşmaktadır ve Arap-İsrail çatışmasının barışçıl çözümüne ilişkin “Yol Haritası”nı hazırlamakla görevlendirilmiştir. Çeşitli değişiklikler yapıldıktan sonra “Yol Haritası” 30 Nisan 2003 tarihinde yayınlanmış ve Akabe Zirvesi’nde (4 Haziran 2003) Filistin Özerk Yönetimi Başbakanı Mahmut Abbas ve İsrail Başbakanı Ariel Şaron Yol Haritası’nın uygulanması için gerekli koşulları sağlayacaklarını taahhüt etmişlerdir. Yüksek Temsilci Javier Solana’nın çok önemli katkılarına rağmen bu önemli toplantıya davet edilmemesine karşın Avrupa Komisyonu Yol Haritası’nın hayata geçirilmesi için Filistin Yönetimi’ne 100 milyon Euro’luk bir kaynak aktarılacağını ilan etmiştir. Yol Haritası’nın oluşturulması AB açısından başarı olarak kabul edilebilir çünkü bu plan ile birlikte çözümün AB’nin başından beri çok önem verdiği iki ilkeye; bölge ülkelerinin, İsrail dahil, güvenli bir şekilde var olma hakkı ve Filistin halkının meşru haklarının tanınması, dayandırılması gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca Yol Haritası ile birlikte barış sürecinde tek taraflı dayatmaların önlenmesi hedeflenmiş ve uluslararası işbirliğinin gerekliliğinin altı çizilmiştir. 2003 yılı sonlarına doğru İsrail Gazze Şeridi’nden tek taraflı olarak çekileceğini ve “ayrım duvarı” inşa edeceğini açıklamıştır. AB çekilme planını Yol Haritası’nın uygulanmasına yönelik olumlu bir adım olarak değerlendirirken “ayrım duvarı” konusundaki çekincelerini İsrail yönetimine iletmiştir. Ayrıca Filistin lideri Yaser Arafat’ın ölümü sonrası gerçekleştirilecek seçimlerin demokratik ve adil bir biçimde gerçekleştirilebilmesi için Filistin ve İsrail yönetimlerine çağrıda bulunmuş ve seçimleri izlemek üzere 260 kişiden oluşan bir heyeti Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ne göndermiştir. Seçim sonucu Mahmud Abbas’ın iş başına gelmesiyle birlikte barış sürecinde önemli adımlar atılmaya başlanmış ve AB bu dönemde Filistin yönetimine finansal anlamda oldukça destek vermiştir. Ancak Ocak ve Mart 2006’da sırasıyla Filistin ve İsrail’de yapılan seçimlerde iki karşıt görüş iktidara gelmiştir; Filistin tarafında İsrail’i tanımayan Hamas, İsrail’de ise Hamas’ı terörist örgüt olarak gören Ehud Olmert’in liderliğindeki Kadima Partisi. Ancak Hamas’ın iktidara gelişi ile birlikte ABD ve AB ekonomik yardımları durdurmuş ve Hamas hükümeti iç ve dış sorunlarla boğuşmaya başlamıştır. Bir süre sonra El-Fetih ve Hamas arasında gerginlik başlamış ve bu iki grup Suudi Arabistan’ın arabuluculuğunda bir araya gelerek 17 Mart 2007’de Birlik Hükümeti’ni kurmuştur. Ama iki grup arasında tam olarak uzlaşı sağlanamadığı için bir süre 6 AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI BÜLTEN sonra yeniden çatışmalar başlamış ve Filistin’de iki başlı bir yönetim ortaya çıkmıştır. Yaşanan bu gelişmeler karşısında ABD gibi AB de tavrını Mahmud Abbas’tan yana koymuş ve ekonomik yardımları İsrail’in tanınması ve şiddetten vazgeçilmesi gibi şartlara bağlamış bulunmaktadır. 1970’lerin başından itibaren AB’nin Ortadoğu sorununa olan ilgisi ve çözüme yönelik çalışmaları artarak devam etmiştir. Geçen bu sürede AB Ortadoğu Barış sürecinde ortak bir tutum belirlemiş; çözümün için toprak karşılığı barış, Filistin halkının meşru haklarının tanınması ve bölge devletlerinin birbirlerinin mevcudiyetine ve güvenliklerine saygı göstermesi gerektiği vurgulanmıştır. Ancak konu ile ilgili yayınlanan deklarasyonların somut politikalarla desteklenememesi ve zaman zaman üye devletler arasında yaşanan görüş farklılıkları AB’yi Ortadoğu Barış sürecinde ABD’nin gölgesinde bırakmıştır. AB’nin bölgedeki etkinliğini arttırmak için başarılı bir şekilde izlediği ve ekonomik ve sosyal politikalara dayanan Avrupa Komşuluk Politikası ve Avrupa-Akdeniz Ortaklığı (EuroMed Partnership) sürdürülmeli ve Ortak Dış ve Güvenlik Politikasının geliştirilmesine ağırlık verilerek deklarasyonlara dayalı politikalar yerine daha aktif bir strateji izlenmesi gerekmektedir. EN AZ GELİŞMİŞ ÜLKELER KONFERANSI İSTANBUL’DA En az Gelişmiş Ülkeler Konferansı 9–10 Temmuz 2007 tarihlerinde Türkiye’nin daveti üzerine İstanbul’da gerçekleşti. “Küreselleşmenin En az Gelişmiş Ülkeler Yararına İşletilmesi” başlıklı konferansın ana gündem maddeleri, ticaret, yatırım, enerji, teknoloji ve tarım ile ilgili konu ve sorunlara ilişkindi. Aynı zamanda Türkiye’nin 2009–2010 yılları için BM Güvenlik Konseyi’ne geçici üyelik adaylığı ve Türkiye’nin adaylığına destek talepleri de tartışılan konular arasındaydı. Her yıl gerçekleştirilen bu konferans, BM En Az Gelişmiş Ülkeler, Denize Çıkışı Olmayan Ülkeler ve Küçük Ada Devletleri (OHRRL) Yüksek Temsilciliği Ofisi ve BM Kalkınma Programı (UNDP) ile ortaklaşa düzenlenmektedir. Çoğunluğu Afrika ve Asya ülkesi olmak üzere toplam 50 ülkeden oluşmakta olan En az Gelişmiş Ülkeler, kişi başına gayrı safi milli hasılası 750 dolardan az olma, beslenme, sağlık ve eğitim koşullarında ise yetersiz kalma ve ekonomik kırılganlıklara açık olma gibi özelliklere sahiptir. Konferansa, bu 50 ülkenin yanında, BM Genel Kurulu Başkanı, BM Kalkınma Programı (UNDP) Başkanı, BM En Az Gelişmiş Ülkeler, Denize Çıkışı Olmayan Ülkeler ve Küçük Ada Devletleri (OHRRL) Yüksek Temsilcisi, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Genel Direktörü, Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Genel Direktörü, BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) Genel Sekreteri, BM Asya-Pasifik Ekonomik ve Sosyal Konsey (UNESCAP) İcra Sekreteri, BM Afrika Ekonomik Komisyonu (UNECA) İcra Sekreteri, BM Afrika Ekonomik Komisyonu (UNECA) İcra Sekreteri ve Uluslararası Odalar Birliği Genel Sekreteri katılmaktadır. 7 AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI BÜLTEN AVRUPA KOMŞULUK POLİTİKASI AYŞENUR ONUR AB Uzman Yardımcısı Avrupa Komşuluk Politikası (European Neighbourhood Policy-ENP), AB’nin beşinci genişlemenin ortaya çıkardığı etkilerle baş edebilmek üzere oluşturmuş olduğu en yeni dış politika aracıdır. Genişleme sonrası AB’nin yeni sınır komşularıyla olan ilişkilerinin düzenlenmesi fikri, çerçeve şeklinde ilk kez İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw’un, İspanya AB dönem başkanlığı sırasında Nisan 2002’de gerçekleşen Genel İşler Konseyi toplantısına gönderdiği mektup ile ortaya atılmıştır. Straw bu mektubunda, AB’nin doğu komşuları olan Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya ve Moldova’yı kapsayan bir yakınlık politikası oluşturulması gerekliliğini gündeme getirmiştir. Bu fikri temel alarak Avrupa Komşuluk Politikası’nın (ENP) resmi temelini, doğu komşularıyla ilişkilerin düzenlenmesine yönelik Chris Patent ve Javier Solana’nın hazırladıkları ve aynı yıl Ağustos ayında Avrupa Konseyi’ne sundukları “Daha i Geniş Avrupa” (Wider Europe) planı oluşturur. Aynı yıl Aralık ayında Avrupa Konseyi tarafından onaylanarak güney Akdeniz ülkelerinin de bu girişime dâhil edilmelerine karar verilmiştir. Aslında alınan bu karar, Karen Smith’in de belirttiği gibi Birliğin, güney ve doğu ülkeleri arasında bir denge oluşturma ii gayesinin bir sonucudur. ENP’nin taslağının çizilmesine yönelik kapsamlı ilk girişim ise Mart 2003’te Komisyon’un AB Bakanlar Konseyi’ne ve Avrupa Parlamentosu’na sunduğu “Daha Geniş Avrupa-Komşuluk: Doğu ve Güneydeki Komşularımızla İlişkilerimizde Yeni Bir Çerçeve” dökümanı (Wider EuropeNeighbourhood: A Framework for Relations iii with our Eastern and Southern Neighbours ) olmuştur. ENP’nin aynı zamanda Avrupa Güvenlik Stratejisi’ni de desteklemesi öngörüldüğünden bu dokümana ek olarak “Daha Geniş Avrupa Görev Gücü” iv oluşturulmuştur. Bunu ise Mayıs 2004’te kabul edilen ve yine Komisyon tarafından hazırlanan ve Avrupa Komşuluk Politikası’na nihai şeklini veren “Avrupa Komşuluk Politikası Strateji Belgesi” (Strategy Paper on the v European Neighbourhood Policy ) takip etmiştir. AB’nin Komşuluk Politikası, AB’nin aday statüsünde olmayan yakın komşuları olan: İsrail, Ürdün, Moldova, Fas, Tunus, Filistin, Ukrayna, Ermenistan, Azerbaycan, Mısır, Gürcistan, Lübnan, Cezayir, Suriye, Libya ve Beyaz Rusya olmak üzere toplam on vi altı ülkeyi kapsamaktadır. Avrupa Komşuluk Politikasının Amaçları Avrupa Komşuluk Politikasının temel amacı, beşinci genişleme dalgasının ardından AB’nin yeni komşularıyla ilişkilerinin derinleştirilmesi ve böylelikle Avrupa kıtasını derin çizgilerle bölen sınır çizgilerinin oluşmasını engellemektir. Bu arada altı çizilmesi gereken önemli bir husus da ENP’nin yeni bir genişleme stratejisi olmadığıdır; amaç yeni komşular arasındaki bağların güçlendirilmesidir. ENP, var olan işbirliklerinin ötesinde, daha derin bir politik ilişki ve ekonomik entegrasyonun geliştirilmesine yönelik ayrıcalıklı bir ilişki olanağı sunmaktadır. Politikanın temel amacı; reformların, hukukun üstünlüğünün, istikrarlı demokrasilerin ve refahın arttırılması yolunda AB’nin ve komşularının ortak çıkarlarının desteklenmesidir. Bu anlamda ENP kapsamında ortak amaçlar üç ana başlık altında toplanabilir: • Önemli boyutta ekonomik bütünleşme sağlamak ve ekonomik reform süreçlerini desteklemek yoluyla komşu ülkelerde refah düzeyini arttırmak, • Ortak değerler ve çıkarlar çerçevesinde siyasi işbirliğini derinleştirerek komşu ülkelerde özgürlük ve demokrasiyi yaymak, • Avrupa Güvenlik Stratejisi’yle de paralel olarak komşu ülkelerle kalkınma, çevre, silahsızlanma ve terörizm konularında ortak çalışmalar yürüterek, istikrar ve vii güvenliği arttırmak. 8 AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI BÜLTEN Bu bağlamda AB, komşularına, ortak sorunların üstesinden gelinmesi hususunda refah, istikrar, güvenlik, demokratik reformlar (özellikle temel haklar ve hukukun üstünlüğü üzerine), pazar ekonomisi, sürdürülebilir kalkınma (ticaret, rekabet, enerji ve ulaşım, çevre sektörlerindeki reformlar dâhil) gibi ortak değerlere ve çıkarlara dayanan yoğunlaştırılmış politik diyalog ve derin ekonomik işbirliği fırsatı sunmaktadır. Avrupa Komşuluk Politikasının Ayırt Edici Özellikleri ENP’nin, AB’nin komşularıyla olan ilişkilerinde yeni bir yöntem oluşturması açısından AB’nin diğer girişimlerinden farklı olduğunun belirtilmesi gereklidir. Nitekim ENP, AB’nin doğu komşularıyla imzaladığı Ortaklık ve İşbirliği Anlaşmaları’ndan (Partnership and Cooperation Agreements) ve güney komşularıyla imzaladığı Ortaklık Anlaşmaları’ndan (Association Agreements) ayrılır. ENP’nin ayırt edici özellikleri şu şekilde sıralanabilir: • ENP, AB’nin temel politika araçlarını daha yoğunlaşmış bir şekilde bir araya getirmektedir; bu yolla ortaklığın geliştirilmesi için klasik dış politika yöntemlerinin ötesine geçilerek komşu ülkelerdeki reformlara ve modernleşme süreçlerine daha fazla destek sağlanması imkânını sunmaktadır, • ENP, mevcut ikili ilişkiler ile karşılaştırıldığında, daha fazla konuyu, daha derin ve bütün yönetişim alanlarını kapsayacak bir şekilde kapsamakta, bu çerçevede Birlik, politika kapsamındaki komşu ülkeler tarafından atılan somut adımlara paralel olarak ekonomik bütünleşme ve daha yakın siyasi işbirliğini önerebilmektedir, • Eşleştirme ve TAIEX gibi programlar komşu ülkelerin kullanımı için hazırlanmakta, politika geliştirilen mali ve teknik yardımlarla desteklenmektedir, • ENP, AB’nin Orta ve Güneydoğu Avrupa’daki geçiş süreçlerini destekleme konusunda başarısı kanıtlanmış metotları üzerine kurulmuş bir politika niteliğindedir; bu bağlamda da daha açık ve somut öncelikler belirlenmesi ve uygulamaların daha yakından takip edilmesi suretiyle komşu ülkelerdeki reformlara destek arttırılmaktadır, • ENP’nin uygulanması komşu ülkelerin Avrupa pazarında daha çok yer almalarını sağlayacak şekilde, işbirliğinin ötesinde bir viii ekonomik bütünleşmeyi getirmektedir. Fakat bu noktada belirtilmesi gereken bir diğer husus da AB’nin ENP yoluyla komşu ülkelere önerdiği bu yeni işbirliği usulünün tam üyeliği öngörmeyen fakat ortaklık prosedürünün de önüne geçen bir uygulamayı öngördüğüdür. Kısacası, Karen Smith’in de ifade ettiği gibi; ENP, “genişleme yorgunluğu”nu yaşayan AB’nin, genişleme tartışmalarının önüne ix geçmek ve Michelle Pace’in de eklediği gibi ileride tam üyeliği umut eden çevre ülkelere x nazik bir biçimde “hayır” demek , ve aynı zamanda da Birliğin sınırlarının kesin bir şekilde “içeridekiler” ve “dışarıdaki diğerleri” şeklinde ayrılmasını engellemek amacıyla oluşturulmuş bir politikadır. Avrupa Komşuluk Politikasının Uygulanması ENP’nin temel politika enstrümanı, AB ve komşu ülke arasında imzalanan iki taraflı ENP Eylem Planları’dır. Bu planlar, AB ile komşu ülke arasındaki geleceğe yönelik ilişkileri belirleyen gündemi, amaçları ve öncelikleri düzenleyen siyasi bir belgedir. Ancak esas itibariyle bu planlar yeni yasal düzenlemeler değildir. Eylem Planlarına dayanak olan ikili ilişkiler, komşu ülke ile AB arasında mevcut bulunan ve yoğunlaştırılmış işbirliği için gerekli olan yasal ve kurumsal çerçeveyi sağlayan Ortaklık ve İşbirliği Anlaşmaları’nın ya da Ortaklık Anlaşmaları’nın sağladığı akdi ilişki 9 AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI BÜLTEN temeline dayanır. Her ne kadar ENP, genişleme mantığında kullanılan araçların ve enstrümanların bir devamı şeklinde görülse de varılmak istenen politik hedef daha önce de belirtildiği gibi farklıdır; çünkü ENP, ortak üyelere tam üyelik perspektifi sunmaz. Eylem Planları, ülke bazlı olarak hazırlanan ve söz konusu ülkeye özgü olarak yapılması gereken siyasi, ekonomik ve sektörel reformların neler olduğunu belirleyen dokümanlardır. Eylem Planlarının içeriğini AB ve komşu ülke temsilcilerinden oluşan İşbirliği Konseyi belirler. Komşu ülkenin benimsemesi gereken ve AB tarafından ikili görüşmeler sonrası belirlenen değerler ve standartlar, 3 ila 5 yıl arasında değişen kısa ve orta vadeli öncelikler şeklinde ortaya konulur. Her ne kadar komşu ülkeye özel olarak hazırlansalar da ENP Eylem Planlarının ihtiva ettiği bazı temel başlıklar vardır. Bunlar: • Daha etkili siyasi diyalog ve reform, • Ekonomik ve sosyal işbirliği ve kalkınma, • Ticaretle ilgili konular, pazar ve düzenleyici reformlar, • Adalet, Özgürlük ve Güvenlik konularında işbirliği, • Ulaşım, enerji, bilgi toplumu, çevre, araştırma ve geliştirme gibi sektörel konular, ve Bireyler arası ilişkiler, sivil toplum, eğitim ve kamu sağlığı gibi insani boyutu olan konular, olmak üzere sıralanabilir. Ancak, Eylem Planları ülkeye özel olarak tasarlandığından bu başlıklar içerik olarak ülkenin durumuna, çıkarlarına, ihtiyaçlarına ve kapasitesine uygun olarak düzenlenmektedir. Bu arada belirtilmesi gereken bir diğer önemli nokta, Eylem Planlarında belirtilen taahhütlerin yerine getirilmemesi durumda ortaya yasal bir yaptırımın çıkmadığıdır. Söz konusu durumda sonuçlar daha çok politik anlamda ikili ilişkilerin tümden etkilenmesi ya da finansal anlamda komşu ülkeye sağlanan finansal desteğin kesilmesi şeklinde olabilecektir. • Bu noktada kısaca Eylem Planlarının hazırlanılması sürecinden de bahsetmek gerekir. Öncelikle, Komisyon komşu ülkedeki politik ve ekonomik süreci değerlendiren ülke raporunu hazırlar ve söz konusu ülke ile ilişkilerin ne zaman ve ne şekilde derinleştirileceğine karar verir. Bunu, ilgili ülke ile AB arasında kısa ve orta vadeli önceliklerin belirlenmesi ve bu sayede de Eylem Planının müzakere edilmesi aşamaları takip eder. Uygulama aşamasında ise, oluşturulan ortak alt komiteler ve Komisyon’un yıllık raporları yoluyla ilgili ülkenin Eylem Planlarını uygulayıp uygulamadığı gözetlenir. Bu izleme sonucunda ülkenin, belirlenen öncelikleri yerine getirdiği ve ilerleme sağladığı kaydedilirse Eylem Planlarının yerini Komşuluk Anlaşmaları (Neighbourhood Agreements) alır. Komisyon, 2004 Aralık’ta, AB ile önceden imzalanmış ikili anlaşmaları yürürlükte olan İsrail, Ürdün, Moldova, Fas, Filistin Otoritesi, Tunus ve Ukrayna’yı kapsayan yedi ülke için taslak Eylem Planlarını yayınlamıştır. 2005’te kabul edilen bu planlar uygulamaya konulmuştur. Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan da yine aynı yıl ENP’ye dâhil edilmiş olup bu üç ülke ile Eylem Planları 14 Kasım 2006’da kabul edilmiştir. Buna ek olarak, Avrupa-Akdeniz Anlaşmaları 2004’te yürürlüğe giren Mısır ve Lübnan ile de Eylem Planları üzerinde anlaşma sağlanmış durumdadır. Son olarak Beyaz Rusya demokratik bir hükümet kuramadığından, Libya henüz Barselona Sürecine katılmadığından ve Suriye ile de bir Eylem Planının oluşturulmasına imkân verecek Ortaklık Anlaşması imzalanmadığından bu üç ülke ENP sürecine tam olarak dâhil xi edilmemiştir. Avrupa Komşuluk Politikasının Finansmanı Politikanın etkili uygulanabilmesi hiç şüphesiz AB tarafından sağlanan fonlara bağlıdır. 20002006 bütçe döneminde AB tarafından politika kapsamındaki doğu komşu ülkelere ve 10 AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI BÜLTEN Rusya’ya yönelik TACIS (Technical Assistance for the Commonwealth of Independent StatesBağımsız Devletler Topluluğu için Teknik Destek), güney Akdeniz komşularına MEDA (Euro-Mediterranean Partnership-AvrupaAkdeniz Ortaklığı) ve batı Balkan ülkelerine CARDS (Community Assistance for Reconstruction, Development and Stabilisation- Batı Balkanlarda Yeniden Yapılanma, Kalkınma ve İstikrara Yönelik Topluluk Yardımı) gibi çeşitli bölgesel programlar ile EIDHR (Demokrasi ve İnsan xii Hakları Konusunda Avrupa Girişimi ) gibi xiii tematik programlar uygulanırken , 1 Ocak 2007’den itibaren AB’nin bu yardım araçları, ENPI (European Neighbourhood and Partnership Instrument- Avrupa Komşuluk ve Ortaklık Aracı) ile tek bir çatı altında xiv birleştirilmiştir. Daha esnek ve politika güdümlü olan bu araç özellikle sürdürülebilir kalkınmanın ve AB politikalarına ve standartlarına uyumun sağlanabilmesi için ENP Eylem Planlarında kabul edilen önceliklerin desteklenmesine yönelik olarak tasarlanmıştır. Bu bağlamda 2007–2013 bütçe döneminde AB tarafından komşu ülkelere sağlanacak yardım yaklaşık olarak 12 milyar avro olup hedeflenen temel amaç, komşu ülkelere tek bir düzenleme çerçevesinde yardımların sağlanması ve sınır ötesi işbirliğinin geliştirilerek AB’nin sınırlarında yeni ayrımcı sınır çizgilerinin oluşmasını xv engellemektir. Nitekim enstrümanın en önemli özelliği de bölgede yer alan AB üye ülkeleri ile komşu ülkeleri bir araya getirerek ortak programların uygulanması sayesinde ortak bir sınırın paylaşılmasının sağlamasıdır. Avrupa Komşuluk Politikasının Geleceği Bu başlık altında ENP’nin ne derece başarılı olabileceği sorusuna bir cevap aranacaktır. Her ne kadar ENP, ortak değer ve çıkarların sınır ötesi işbirliği çerçevesinde geliştirilerek beşinci genişleme sonrası AB’nin sınırlarında yeni ve ayrımcı sınırların oluşmasına engel olmak amacına hizmet etse de politikanın komşu ülkelerdeki etkisi ve bu ülkelerin AB’den beklentileri de politikanın geleceğini belirleyen en önemli faktördür. Hatta, genişleme sürecindeki gibi aday ülkelere nihai olarak tam üyeliği öngörmeyen ve Avrupa bütünleşmesi sürecinin derinleştirilmesi hedefini katılım dışındaki diğer yollarla gerçekleştirmek isteyen AB’nin bu yeni dış politika aracı, belki de “içeridekiler/dışarıdakiler” ayrımını daha da belirginleştirerek “dâhil olma ve dışarıda kalma” tartışmalarını daha da körükleyebilecektir. Çünkü “katılım olmaksızın Avrupalılaşmayı” hedefleyen ve sonuçta da Birliğe üye olunmaksızın sadece geliştirilmiş işbirliğini sunan bu politika, AB’nin genişleme metoduna ve kullandığı katılım araçlarına tabii olan ve yukarıda da bahsi geçen 16 komşu ülkede hoşnutsuzluğa neden olmaktadır. Nitekim politikanın gerçekleştirmeye çalıştığı reformların genişlemede yaşandığı gibi komşu ülkelerde aynı etkiye yol açması ya da bu ülkelerde aynı hevesi yaratması da pek mümkün gözükmemektedir ki bu durum en somut şekilde Ukrayna örneğinde yaşanmaktadır. AB ile ilişkilerinde ENP’nin sağladığı faydaları yetersiz bulan Ukrayna’nın temel gayesi AB’ye tam üye olabilmektir. Bu çerçevede, komşu ülkelerin, Ukrayna örneğinden yola çıkarak AB ile ilişkilerinde ENP’nin rolünü sorgulayarak politikanın geleceğine ilişkin çok büyük etkiler yaratabilme kapasitesini gözden kaçırmamak gereklidir. 11 AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI BÜLTEN KAYNAKÇA Balfour, Rosa and Alessandro Rotta, “Beyond Enlargement. The European Neighbourhood Policy and Its Tools”, The International Spectator, Vol. 1, No. 2, 2005, pp. 7-21. COM (2003) 104, COMMUNICATION FROM THE COMMISSION TO THE COUNCIL AND THE EUROPEAN PARLIAMENT “Wider Europe-Neighbourhood: A New Framework for Relations with our Eastern and Southern Neighbours”, Brussels, 11.03.2003, COM(2003) 104 final. COM (2004)373, COMMUNICATION FROM THE COMMISSION, European Neighbourhood Policy, STRATEGY PAPER, Brussels, 12.05.2004, COM (2004) 373 final. European Neighbourhood Policy Website, http://ec.europa.eu/world/enp/index_en.htm Kahraman, Sevilay, “The European Neighbourhood Policy: The European Union’s New Engagement Towards Wider Europe”, Perceptions, Winter 2005, pp. 1-28. Pace, Michelle, “The European Neighbourhood Policy: A Statement about the EU’s identity?”, International Dialogue 12, 2005, pp.1-11. Smith, Karen, “The Outsiders: The European Neighbourhood Policy”, International Affairs 81, (4), 2005, pp. 757-773. i Bu girişimin adı, listeye eklenen ülkelerin sayısı arttıkça değişikliğe uğramıştır. Şöyle ki, ilk zamanlarda “daha geniş Avrupa” diye nitelendirilirken zamanla “yakınlık politikası”, “yeni komşuluk politikası” ve son olarak da “Avrupa komşuluk politikası” şeklinde nitelendirilmiştir. ii Karen Smith, “The Outsiders: The European Neighbourhood Policy”, International Affairs 81, (4), 2005, pp. 757-773, p. 759. iii COM (2003) 104, COMMUNICATION FROM THE COMMISSION TO THE COUNCIL AND THE EUROPEAN PARLIAMENT “Wider Europe-Neighbourhood: A New Framework for Relations with our Eastern and Southern Neighbours”, Brussels, 11.03.2003, COM(2003) 104 final. iv AB’nin ve komşularının istikrarlı ve güvenli bir bölge yaratılması ortak çıkarına yönelik olduğundan ve bu bağlamda da bölgesel ve küresel istikrar ve güvenliğin sağlanmasına katkıda bulunmasından dolayı Avrupa Komşuluk Politikası’nın Avrupa Güvenlik Stratejisi’nde özellikle bahsi geçmektedir. v COM (2004)373, COMMUNICATION FROM THE COMMISSION, European Neighbourhood Policy, STRATEGY PAPER, Brussels, 12.05.2004, COM (2004) 373 final. vi Avrupa Birliği’nin en büyük komşusu olmasına rağmen Rusya, kendini diğer komşulardan farklılaştırabilmek ve böylece daha eşit bir zeminde AB ile ilişkilerini sürdürebilmek amacıyla Avrupa Komşuluk Politikasının dışında kalmayı ve “stratejik ortaklık” çerçevesi altında belirlenen ekonomi (çevre ve enerji dâhil); özgürlük, güvenlik ve adalet; dış güvenlik; araştırma ve eğitim (kültürel programlar dâhil) olmak üzere dört temel ortak alan üzerinden ikili ilişkileri yürütmeyi tercih etmiştir. vii European Neighbourhood Policy Website, http://ec.europa.eu/world/enp/index_en.htm viii http://ec.europa.eu/world/enp/faq_en.htm ix Karen Smith, “The Outsiders: The European Neighbourhood Policy”, International Affairs 81, (4), 2005, pp. 757-773, p. 758. x Michelle Pace, “The European Neighbourhood Policy: A Statement about the EU’s identity?”, International Dialogue 12, 2005, pp.1-11, p.7. xi Avrupa Komşuluk Politikasının kapsadığı 16 ülkenin Eylem Planları takvimi konusunda daha detaylı bilgi almak için bakınız Avrupa Komşuluk Politikası Web sitesi (European Neighbourhood Policy Website), http://ec.europa.eu/world/enp/index_en.htm xii Her ne kadar önceleri MEDA ve TACIS gibi EIDHR’nin de ENPI altında birleşmesi öngörülmüş iken daha sonra EIDHR’nin ayrı bir enstrüman olarak kalmasına karar verilmiştir. xiii 2000-2006 bütçe döneminde AB, MEDA’ya 5.3 milyar avro, TACIS’e 3.1 milyar avro fon ayrılmış olup buna ek olarak Avrupa Yatırım Bankası da MEDA’dan faydalanacak ülkelere 2 milyar avro ve TACIS’ten yararlanacak ülkelere 500 milyon avro borç verilmek üzere mali yardım olanakları sağlamıştır. xv Rosa Balfour and Alessandro Rotta, “Beyond Enlargement. The European Neighbourhood Policy and Its Tools”, The International Spectator, Vol. 1, No. 2, 2005, p. 19; in Sevilay Kahraman, “The European Neighbourhood Policy: The European Union’s New Engagement Towards Wider Europe”, Perceptions, Winter 2005, p.16. 12 AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI BÜLTEN BİRLEŞMİŞ MİLLETLER BİN YIL KALKINMA HEDEFLERİ İBRAHİM BARIŞ ŞAYLAN AB Uzman Yardımcısı 20. yüzyıl ile birlikte uluslararası ilişkiler alanında tartışılan konuların başında, küreselleşme ve beraberinde getirdiği olumlu ve olumsuz etkiler gelmektedir. Gerçekten de günümüz dünyası, tartışılamayacak düzeyde siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve teknolojik anlamda küreselleşmeye şahit olmuş ve bu süreçten herkes bir şekilde etkilenmiştir. Bu açıdan bakıldığında, 1990’lı yıllar uluslararası düzeyde önemli gelişmelere yol açmıştır. 1990’lı yıllarda küresel boyutta düzenlenen toplantı ve konferanslarda küreselleşmenin hem gelişmekte olan ülkelere hem de gelişmiş ülkelere getirdiği ekonomik, sosyal ve çevresel sorunlar sık olarak tartışılmış ve bununla ilgili olarak gerekli önlemlerin alınması hakkındaki talepler daha yüksek sesle duyurulmaya başlanmıştır. Bu bağlamda, 6-8 Eylül 2000 tarihlerinde New York’ta 189 BM üye ülkesinin toplanması ile Binyıl Zirvesi düzenlenmiştir. Bu zirvede barış, güvenlik, çevre, yardıma muhtaç grupların korunması, insan hakları ve yönetişim konuları ile ilgili kararlar alınmış ve bu kararlar Binyıl Bildirisi olarak kabul edilerek dünyaya duyurulmuştur. Aynı zamanda bu bildiri ile başlıca 8 hedef ve çeşitli göstergeler belirlenmiştir. İşte bu hedefler, BM Binyıl Kalkınma Hedefleri olarak bilinmektedir. • BM Binyıl Kalkınma Hedefleri şunlardır: • Kurallara bağlı, öngörülebilir ve ayrımcılıktan arınmış açık bir ticari ve mali sistem geliştirilmesi. Ulusal ve uluslararası düzeyde iyi yönetişim, kalkınma ve yoksullukla mücadele taahhüdü de buna dahildir. • En az gelişmiş ülkelerin özel ihtiyaçlarının ele alınması. Bu ülkelerin ihracatına gümrük vergisi ve kota bağışıklığı sağlanması; ağır borçlu yoksul ülkelere ödeme kolaylığı sağlanması; resmi iki taraflı borçların iptal edilmesi ve yoksullukla mücadele eden ülkelere daha eli açık resmi kalkınma yardımı yapılması 1. Mutlak yoksulluk ve kaldırmak; • Beş yaşından küçük çocuklar arasındaki ölüm oranının üçte iki azaltılması 5. Anne sağlığını iyileştirmek; • • Anne ölüm oranının dörtte üç azaltılması 6. HIV/AIDS, sıtma ve diğer salgın hastalıklarla ile mücadele etmek; • Günde bir dolardan az bir parayla geçinmek zorunda bulunan nüfusun yarı yarıya azaltılması Tüm kız ve erkek çocukların ilköğretimlerini eksiksiz tamamlamaları 3. Kadınların durumunu güçlendirmek ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak; HIV/AIDS’in yayılmasının durdurulması ve geri döndürülmeye başlanması Sıtma ve öteki önemli hastalıkların görülme sıklığının durdurulması ve geri döndürülmeye başlanması 7. Çevresel sürdürülebilirliği sağlamak; • • Sürdürülebilir kalkınma ilkelerinin ulusal politika ve programlarla bütünleştirilmesi; çevresel kaynakların kaybının kazanıma dönüştürülmesi • Sağlıklı içme suyuna sürdürülebilir biçimde ulaşamayan nüfusun yarı yarıya azaltılması 2020 yılına kadar en az 100 milyon gecekondu sakininin yaşamının önemli ölçüde iyileştirilmesi 8. Kalkınma için küresel ortaklıklar geliştirmek; • açlığı ortadan • Açlık çeken nüfusun yarı yarıya azaltılması 2. Tüm bireylerin temel eğitim almasını sağlamak; • İlköğretim ve orta öğretimde kız-erkek öğrenci dengesizliğinin her düzeyde giderilmesi 4. Çocuk ölümlerini azaltmak; 13 AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI BÜLTEN • Denize çıkışı olmayan gelişmekte olan ülkelerle gelişmekte olan ada devletçiklerinin özel ihtiyaçlarının ele alınması • Borcun uzun vadede sürdürülebilir kılınmasına yönelik ulusal ve uluslararası önlemler aracılığıyla gelişmekte olan ülkelerin borç sorununun kapsamlı biçimde ele alınması • Gelişmekte olan ülkelerle işbirliği içinde, gençler için düzgün ve üretken iş olanakları sağlanması • İlaç şirketleri ile işbirliği içinde, gelişmekte olan ülkelerde zorunlu ilaçlara makul fiyatlarla ulaşılabilmesinin sağlanması • Özel sektör ile işbirliği içinde, yeni teknolojilerin, özellikle bilgi ve iletişim teknolojilerinin yararlarının yaygınlaştırılması. Bu hedeflerin, 1990 yılındaki göstergeler temel alınarak, 2015 yılına kadar belirli aşamalar ile gerçekleştirilmesi planlanmaktadır. Bu doğrultuda BM Kalkınma Programı (UNDP); Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve BM çatısı altındaki diğer uluslararası kuruluşlar ile işbirliği içinde çalışmaktadır. Ayrıca, BM Genel Sekreteri konuyla ilgili gelişmeleri yakından takip edebilmek için yıllık raporlar hazırlamaktadır. Aynı zamanda hedefleri kabul eden ülkelerin de hedeflerin gerçekleştirilme düzeyi ile ilgili ulusal raporlar hazırlamaları gerekmektedir. Türkiye de bu konu ile ilgili üzerine düşen görevi yerine getirmiş ve 2003 yılında hazırlıklara başlamış, 2005 yılında ilk Binyıl Kalkınma Hedefleri Raporu’nu yayımlamıştır. Bu rapor, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) ve BM Mukim Koordinatörlüğü öncülüğünde çeşitli kamu kurum ve kuruluşların katılımı ile hazırlanmıştır. Raporda, hedeflerin tanımı, bunları ölçme yöntemleri ve veri kaynakları belirtilmiş, şimdiki durum ortaya konularak hedefler kapsamında Türkiye ile ilgili göstergeler ve gelişmelere değinilmiş ve bunlarla ilgili gelecekteki plan, beklentiler ve olası eksiklikler tespit edilmiştir. Raporda belirtildiği üzere, bu hedeflerin çoğunda çeşitli ilerlemeler sağlanmıştır; ancak toplum, cinsiyet ve coğrafyaya bağlı olarak beliren yapısal eşitsizlikler ve yoksullukla ilgili sorunlara özel önem verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Özellikle, eğitim ve sağlık konuları en büyük zorlukların yaşanacağı alanlar olarak görülmektedir. Örneğin, Türkiye’nin, Binyıl Kalkınma Hedeflerini başarılı bir şekilde yerine getirebilmesi için, kız çocuklarının eğitimi ve sağlık gibi belli alanlardaki kalkınma çalışmalarını dört kat daha arttırması gerektiği vurgulanmıştır. Ancak, yukarıda belirtilen çeşitli olumsuzluklara rağmen, Türkiye’nin bu hedefleri 2015 yılına kadar başarabileceği ve hatta aşabileceği tahmin edilmektedir. BM Genel Sekreterliği’nin her sene düzenli olarak yayımladığı Binyıl Kalkınma Raporlarının sonuncusu 2007 yılı içinde yayımlamıştır. Bu raporda çeşitli gelişmelerin yaşandığı belirtilse de, daha katedilecek çok yolun olduğu belirtilmiştir. Rapor, ilk olarak Binyıl Kalkınma Hedefleri doğrultusunda elde edilen bazı başarılardan bahsetmektedir. Örneğin, 1990-2004 yılları arasında mutlak yoksulluk içinde yaşayan insan nüfusunun dünya nüfusuna oranının 1/3’ten 1/5’e düştüğü belirtilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde 1991’de % 80 olan ilköğretime kayıt oranının, 2005’te %88 olarak gerçekleştiği vurgulanmıştır. Kadınların parlamentoda temsil oranının yavaş bir düzeyde de olsa yükseldiği belirtilmiştir. Aynı zamanda, çocuk ölümlerinin bir miktar azaldığı ve sıtma gibi bulaşıcı hastalıklarla mücadelede yararlanılan yöntemlerin yaygınlaştırıldığı açıklanmıştır. Bununla birlikte rapor, mevcut sorunların ve başlıca engellerin üzerinde durup, özel önem verilmesi gereken konuları gündeme taşımıştır. Raporda, hedeflerin gerçekleştirilmesi açısından en sorunlu bölgenin Sahra-altı Afrika 14 AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI BÜLTEN ülkeleri olduğu belirtilmiştir. Genç nüfusa yönelik yaratılan iş fırsatlarının azlığı, cinsiyet eşitsizlikleri, gelir dağılımındaki dengesizlik, hızlı ve plansız şehirleşme, ormansızlaşma, artan su kıtlığı, uygun sağlık koşullarına erişimdeki yetersizlik (Binyıl Kalkınma Hedeflerine çerçevesinde, 2005-2015 arasında 1 milyar 600 milyon kişinin yeterli düzeyde sağlık koşullarına ulaştırılması gerekmektedir), HIV gibi bulaşıcı hastalıkların yaygınlığı (örneğin 2006 yılında sadece AIDS’ten dolayı 2 milyon 900 bin kişi hayatını kaybetmiştir) başlıca sorunlar olarak vurgulanmıştır. Sonuç olarak, uluslararası toplum 2000’li yıllar ile birlikte küresel düzeyde var olan sorunları tespit etmiş ve bu sorunları çözmek için gerekli çabaları 8 hedef altına toplamıştır. 2007 yılı itibariyle bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için belirlenen 2000-2015 yılları arasındaki süreci kapsayan 15 yıllık dilimin tam ortasında bulunmaktayız. Bu doğrultuda, ülkelerin kalkınma stratejilerini bu 8 hedefi göz önünde bulundurarak hazırlamaları; özellikle G-8 ve AB ülkeleri dahil olmak üzere, gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere destekte bulunmaları ve aynı zamanda uluslararası örgütlerin ve sivil toplum kuruluşlarının devletler ile işbirliği içinde çalışmaları bu hedeflerin gerçekleştirilmesinde yeni ufuklar açacaktır. MALTA VE GÜNEY KIBRIS RUM YÖNETİMİ 2008’DE AVRO ALANINDA 21 Haziran 2007 tarihinde Brüksel’de toplanan AB liderleri, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Malta’nın 1 Ocak 2008 tarihi itibariyle 13 üyeli Avro alanına dahil olmalarına yeşil ışık yaktı. AB liderleri, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Malta’nın Avro’yu kendi para birimleri olarak kabul edebilmeleri için gerekli tüm uyum kriterlerini ve yasal yükümlülükleri yerine getirdiklerini belirterek, bu ülkelerin 1 Ocak 2008 tarihinden itibaren Avro alanının bir parçası olabileceklerini belirtmiştir. Bu doğrultuda, 10 Temmuz 2007’de toplanan AB Maliye Bakanları da bu yönde karar almış ve iki ülkenin para birimlerinin Avro’ya sürekli dönüşüm oranını belirlemiştir (Malta lirası için 0,4293; Rum Yönetimi için 0,585274). Bu karar aynı zamanda Avro alanına iki ülkenin aynı anda dahil olmaları açısından tarihte bir ilki temsil etmektedir. Avro alanına en son olarak Ocak 2007’de Slovenya dahil olmuştu. 15 AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI BÜLTEN İRLANDA “BAŞARI HİKAYESİ”: SÜRDÜRÜLEBİLİR Mİ? HÜLYA SOYLU AB Uzmanı İrlanda 1980’lerde ekonomik gerileme yaşadıktan sonra birtakım atılımlar yapma yoluna gitmiş ve AB’nin en zengin ülkeleri grubuna dahil olmayı başarmıştır (Lüksemburg’tan sonra ikinci sırada yer almaktadır). Yaşanan değişim yabancı yatırımcıları etkilemiş ve doğrudan yatırımlar, servet arttırımı ve ihracat en üst seviyelere tırmanmıştır. Ancak, bu değişimin getirdiği birtakım sosyal sonuçlar, olumsuz sinyal vermeye başlayan bazı makroekonomik göstergeler, uluslararası piyasada rekabet edebilirlik düzeyinde gerilemeler başarının “sürdürülebilirliği” konusunda endişelere sevk etmektedir. İlk olarak yaşanan değişimlere baktığımızda Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) içerisinde kamu sektörünün ağırlığının, 1980 yılında %50 düzeyinden 2007 yılında %34 düzeyine düştüğünü görmekteyiz. Aynı şekilde, ülkenin büyüme performansı %5’in üzerinde gerçekleşmektedir. Büyümede ihracatın önemli bir payı bulunmaktadır. İhracatın %80’i ve işgücünün %29’u hizmetler sektöründe yer almaktadır. Ekonomi, ihracatın yanısıra hanehalkı tüketim harcamaları ve inşaat sektörüne yatırımdaki artışlarla da i canlılığını sürdürmektedir. İrlanda’nın gösterdiği ekonomik performans, hem iç hem dış faktörlerin yardımıyla gerçekleşmiştir. Küresel faiz oranlarının ve enflasyonun düşmesi ve düşük reel faiz oranlarına Avro bölgesine katılım da eklenince, ülkede son derece olumlu bir yatırım ortamı doğmuştur. Söz konusu ortam, mali politikalar ve yabancı yatırımı teşvik edecek bir sanayi politikası ile yoğun bir şekilde desteklenmiştir. İrlanda modeli, diğer ülkelerde gördüğümüz modellerden farklılıklar göstermektedir. Şöyle ki, gelişmiş ülkeler eğitim ve teknolojiyi geliştirmeye odaklı araştırmaya yatırım yaparken, diğer taraftan da ağır vergi yükü ve karmaşık bir kamu hukuk sistemini getirmektedir. İrlanda ise, vergi oranlarında önemli ölçüde indirime gitmiştir. Gelir vergisi oranı 1985’te %65 iken; 2007 itibariyle bu oran %42 düzeyindedir. 1999 yılında sermaye kazançları üzerindeki vergi oranı, %40 düzeyinden %20 düzeyine indirilmiştir. İrlanda’nın başarısında en kilit nokta, iş kesimi için yaratılan vergi kolaylıklarıdır. 1980 yılında, İrlanda imalat sektörü için şirketler vergisi oranını sadece %10 olarak belirlemiştir. Söz konusu oran, ileri teknoloji, finansal hizmetler ve diğer sanayileri de kapsam dahiline almıştır. Son zamanlarda da, İrlanda tüm şirketler için tek oranlı vergi uygulaması getirerek, şirketler vergisi oranını %12,5 olarak belirlemiştir. İmalat sektörü için %10 oranı, 2010 yılına kadar uygulanmaya ii devam edecektir. Diğer makroekonomik göstergelere bakıldığında ise faiz oranları, 2006 yılı başında %2 düzeyinde iken; bu yıl %3,25 düzeyine yükselmiştir. Artışın devam etmesi beklenmektedir. Aynı şekilde, enflasyon yukarıya doğru gitme eğilimi göstermektedir. Ortalama Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE), %5’ler düzeyinde bulunmaktadır. Bu oran, konut, su, elektrik ve gaz giderlerinin artması ile desteklenmektedir. Ancak, AB’de dikkate alınan Harmonize Tüketici Fiyatları Endeksi hesaplandığında söz konusu oranın daha düşük olduğu ve endişe konusu olmaktan çıktığı görüşleri de dile iii getirilmektedir. Burada sorulan temel 2 soru bulunmaktadır: İrlanda hızlı ekonomik büyümesini sürdürebilecek midir?, toplum bu gelişmeden kazanç sağlayabilecek midir? İrlanda’nın ekonomik büyümesinin sürdürülebilirliği konusunda şüpheler bulunmaktadır. Şöyle ki; genel olarak yurtiçi sanayi “durgunluğa girmiş” durumda iken; 16 AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI BÜLTEN inşaat sektörünün fazla ısınması ve bunun da enflasyonu tetiklemesi söz konusudur. Enflasyon düzeyi, özellikle emlak piyasasındaki farklılık gösteren artışlar nedeniyle AB ortalamasının üstünde seyrederek kaygı verici bulunmaktadır. İrlanda, Avro alanına dahil olmasından dolayı fiyat artışlarını engellemek amacıyla, faiz oranı artırma gibi bir para politikası enstrümanına sahip bulunmamaktadır. Bu nedenle İrlanda, yeni vergi politikaları ve kamu harcamaları projelerinin zamanlamasında değişiklikler yaparak enflasyonla mücadele etmeye çalışmaktadır. Öte yandan, İrlanda sanayisi pek çok zorlukla karşı karşıyadır. Ülkede faaliyet gösteren çok uluslu şirketlerle karşılaştırıldığında, yerli şirketlerin çalışanlarına daha az ödeme yaptıkları, daha yavaş büyüdükleri ve Ar-Ge’ye çok daha az yatırım yaptıkları ifade edilmektedir. Ancak, çoğu şirket hali hazırdaki portföyünü ve hizmetler sektörü kazançlarını devam ettirmekte ve farklı bir yol izlemek için herhangi bir neden görmemektedir. Hükümetin ekonomik büyüme ve sermaye yaratımının devam edeceğine dair beklentileri bir şekilde sınırlaması gerekmektedir. Buna ilaveten, 2007 Dünya Rekabet Edebilirlik Yıllık Raporu’na göre, İrlanda rekabet edebilirlik açısından 2006 yılında aldığı 11. sıradan bu yıl 14. sıraya düşmüştür. Söz konusu raporda rekabet edebilirlik derecesinde dikkate alınan 4 temel kriter bulunmaktadır: Ekonomik performans, hükümetin etkili olma durumu, iş etkililiği ve altyapı. Verimlilik artış düzeyi, yüksek maliyetleri karşılayamamaktadır. Ortalama ücret artışı %5’ler düzeyinde iken, verimlilik artışının %1’lerin altında olması sürdürülebilirlik iv problemini ortaya çıkarmaktadır. Toplumsal sonuçları açısından bakıldığında, sağlanan başarının bazı yönlerden zayıf olduğu görülmektedir. Birleşmiş Milletler’in raporuna göre ülke, İnsani Gelişim Endeksi (yaşam beklentisi, eğitim ve yaşam standartlarını içeren yaşam kalitesine ilişkin ölçüm yöntemi) açısından 177 ülke arasında 4. sırada yer almaktadır. Ancak, bu genel durum ekonomik başarının getirdiği bir durumdur ve ekonomik başarı sosyal eşitsizlikleri gidermede yetersiz kalmıştır. Fakirliğin azaltılması, cinsiyet eşitliği açısından ülke, çok daha aşağı sıralarda yer almaktadır. Sağlık harcamaları, diğer Avrupa ülkelerine göre düşük seviyededir. Hollanda ve Danimarka gibi Avrupa ülkelerinde kamu harcamalarının ve vergi gelirlerinin GSMH’ye oranı yüksek düzeydedir; çünkü kamu harcamaları küreselleşmenin olumsuz etkisini gidermek için kullanılmaktadır. İrlanda’da uygulanan salt piyasa ekonomisi yaklaşımı, küreselleşmenin olumsuz etkileri arttıkça eleştiri almaktadır. Bu nedenle, İrlanda ekonomisinin değişimi çarpıcı olmuştur; ancak, aynı durum sosyo-ekonomik v gelişim açısından söylenememektedir. Sonuç olarak; küçük, dışa açık bir ülke olarak İrlanda’nın birtakım atılımlar yaparak gösterdiği yüksek ekonomik performans yadsınamaz bir gerçektir. Ancak, ülkenin sağladığı ekonomik başarının birtakım olumsuz toplumsal sonuçlarını bertaraf etmede yetersiz kaldığı gözlenmektedir. Buna ilaveten, rekabet edebilirlik seviyesinde gerilemeler ve yüksek enflasyon, başarı hikayesinde bazı soru işaretleri bırakmaktadır. Söz konusu durumun, İrlanda hükümeti programlarında da ele alındığı görülmektedir. Önümüzdeki dönemlerde, sorunların aşılıp aşılamayacağına hep birlikte tanık olacağız. 17 AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI BÜLTEN i CIA, The World FactBook- Ireland, July 2007 (https://www.cia.gov/library/publications/the-worldfactbook/geos/ei.html, 23 Temmuz 2007) ii Edwards, Chris, “Emerald Miracle”, National Review Online, 16 March 2007 (http://article.nationalreview.com/?q=NzUzMzA0N2UxM2E0MTg4Mzk5YmI1Zjk3YzU4ZGVlZmE=, 23 Temmuz 2007) iii Verhulst, Eric, “Warning to Brussels – Don’t be seduced by the Nordic model and other stories on Ireland's Miracle”, European Policy, 9 June, 2007 (http://www.workforall.org/drupal/?q=en/node/103, 23 Temmuz 2007) iv O’Sullivan, Michael J, “Why Ireland’s economic miracle isn’t a global model yet”, Europe’s World, Spring 2007, s2. (http://www.europesworld.org/) v O’Sullivan, 2007, s. 3 AB PARLAMENTOSU ÜYELERİ MALİ HİZMETLER POLİTİKASI İÇİN ÖNCELİKLER OLUŞTURDU Komisyonun çıkardığı Beyaz Kitap’a karşılık AB Parlamentosu 11 Haziran 2007’de pazar konsolidasyonu, perakende hizmetleri ve hedge fonları (Yüksek Riskli Yatırım Fonları) gibi birliğin gelecekteki mali hizmetler politikasıyla ilgili bir rapor hazırladı. Bankacılık, takas ve hesaplaşma, hedge fonları ve ödeme sistemleri politik önceliklere sahip konular olarak yer aldı. Beyaz Kitap, uygulama, yürürlüğe koyma ve denetim yakınlaşması konularına odaklanarak sanayinin dinamik konsolidasyonu üzerine vurgu yapmaktadır. • Pazar konsantrasyonu Parlamento özellikle kredi derecelendirme kuruluşları ve denetim firmaları tarafından birçok firmaya verilen üst segment mali hizmetlerde oluşan yüksek pazar konsolidasyonuna yönelik endişelerini dile getirmektedir. • Perakende Mali Hizmetler Rapor, daha bütünleşik olan toptan piyasalarla karşılaştırıldığında perakende hizmetlerde daha fazla sınır ötesi engellerin olduğunu kabul etmektedir. Buna karşın uyumlaştırmanın “her ölçüye aynı beden” yaklaşımına karşı çıkmaktadır. • Hedge Fonları Rapor hedge fonları ve girişim sermayesi gibi alternatif yatırım araçlarının pazarda likidite ve çeşitlilik sağlaması açısından olumlu etkiye sahip olduğunu kabul etmektedir. 18 T.C. MALİYE BAKANLIĞI AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI İlkadım Caddesi No:2 Kat:6 06450 Dikmen/ANKARA Telefon: (312) 415 23 38 Faks: (312) 417 11 72 e-posta: [email protected] http://www.maliye-abdid.gov.tr/ © 2007 T.C. Maliye Bakanlığı Tüm hakları saklıdır.