08 - Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı

Transkript

08 - Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
T.C.
MALİYE
BAKANLIĞI
SAYI 7
BÜLTEN
AĞUSTOS 2007
“Daha İyi Bir Dünya İçin Daha Güçlü Bir Birlik”: Portekiz AB Dönem Başkanlığı
Portekiz, 1 Temmuz 2007 tarihi itibariyle AB Dönem Başkanlığı’nı Almanya’dan devraldı.
“Daha İyi Bir Dünya İçin Daha Güçlü Bir Birlik” sloganını benimseyen Portekiz, bu amaçla
3 ana hedef belirledi.
Bu hedefler:
→ Anlaşmaların Reformu
→ Avrupa Ekonomilerinin ve toplumlarının modernleştirilmesi
→ Avrupa’nın dünyadaki rolünün güçlendirilmesidir.
BU SAYIDA:
AVRUPA
TOPLULUKLARININ MALİ
ÇIKARLARININ
KORUNMASI VE OLAF
AVRUPA BİRLİĞİ’NİN
ORTADOĞU
POLİTİKASI-ıı
AVRUPA KOMŞULUK
POLİTİKASI
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER
BİN YIL KALKINMA
HEDEFLERİ
İRLANDA “BAŞARI
HİKAYESİ”
SÜRDÜRÜLEBİLİR Mİ?
2
5
8
13
16
Portekiz’in, bu hedefleri gerçekleştirmek amacıyla belirlediği 4 temel konu başlığı
şunlardır:
1. Birliğin Geleceği
2. Lizbon Stratejisi
3. Özgürlük, Güvenlik ve Adalet alanını güçlendirmek
4. Avrupa ve Dünya
Aynı zamanda genişlemeye de sıcak bakan Avrupa Birliği’nin yeni dönem başkanı,
Portekiz başbakanı, Jose Socrates Fransa’nın itirazlarına rağmen Türkiye ile müzakereleri
sürdürmeyi amaçladıklarını söyledi.
AB başkanlığını Almanya’dan alacağı günün arifesinde Socrates, her şeyden önce
taahhüt ettiklerine sadık kalmaları gerektiği şeklinde konuştu: “En önemlisi müzakerelerde
sadık olmamız gerektiğidir. Dengeli ve ılımlı olmalıyız.”
Socrates iki yıl önce Türkiye ile katılım müzakerelerini başlattıklarında grubun Ankara ile
yaptıkları anlaşmaya dayanarak bütün AB liderlerinin sorumlu bir şekilde davranmaları ve
Avrupa’nın güvenilirliğine saygı duymaları gerektiğini söylemişti.
Socrates, AB’nin Sarkozy’nin Türkiye ile müzakerelere engel teşkil edecek taleplerini
yerine getirmesi durumunda, 27 üyeli birliğin dünya çapında, özellikle İslam dünyasında,
imajına büyük zarar getireceğini söyledi. Portekiz’in altı aylık başkanlık dönemini
müzakereleri daha da genişletecek şekilde kullanacağını ekledi.
Portekiz AB Dönem Başkanlığı, 1 Ocak 2008 tarihinde AB Dönem Başkanlığı’nın
Slovenya’ya devri ile son bulacaktır.
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
AVRUPA TOPLULUKLARININ MALİ ÇIKARLARININ KORUNMASI VE OLAF
NİHAL SAMSUN KARABACAK AB Uzmanı
AB ile müzakerelere açılan fasıllardan biri olan
ve koordinatörlük görevini Maliye Bakanlığının
yürüttüğü “Mali Kontrol” faslı, kamu iç mali
kontrol ve dış denetimin yanı sıra, AB’nin mali
çıkarlarının
korunması
hususunu
da
kapsamına almaktadır.
Avrupa Topluluklarının mali çıkarlarının
korunması; AB tarafından yapılan mali
yardımların kötüye kullanılması, gümrük
alanında dolandırıcılığın tespiti ve izlenmesi,
Topluluk bütçesini etkilediği ölçüde vergi
kaçırma ve ayrıca Topluluğun mali çıkarları için
zararlı diğer yasadışı ve dolandırıcılıkla
mücadeleye ilişkin faaliyetleri kapsamaktadır.
OLAF, Avrupa Topluluklarının mali çıkarlarının
korunması yolunda dolandırıcılıkla mücadelede
idari soruşturmaları yürütmek üzere, Avrupa
Komisyonu bünyesinde 1999 yılında kurulmuş
olan bağımsız bir soruşturma birimidir. OLAF
yasal dayanağını AT Antlaşması’nın 280.
maddesinden
almaktadır.
Söz
konusu
maddede Topluluk ve üye devletlerin
Topluluğun
mali
çıkarlarını
etkileyen
dolandırıcılık ve her türlü yasa dışı faaliyetle
mücadele etmek için gerekli önlemleri alacağı
karara bağlanmıştır. Aynı maddeye göre üye
ülkeler kendi mali çıkarlarını korudukları gibi
Topluluk mali çıkarlarını da koruyacaklardır.
Antlaşma’nın diğer hükümleri saklı kalmak
kaydıyla, üye devletler Topluluğun mali
çıkarlarını dolandırıcılığa karşı korumak üzere
Komisyon ile birlikte yetkili merciler arasında
yakın ve düzenli bir işbirliği sağlayacaklardır.
Bakanlar
Konseyi
Avrupa
Sayıştayı’na
danışarak dolandırıcılıkla mücadelede gerekli
önlemleri karara bağlayacaktır. Bu önlemler
ulusal ceza kanunlarına veya yargı idaresine
ilişkin değildir.
OLAF’ın misyonu, Avrupa Birliği’nin çıkarlarının
korunması, dolandırıcılık (fraud), yolsuzluk
(corruption) ve AB kurumları içerisinde görevi
kötüye kullanma (misconduct) vakaları da dahil
diğer her türlü usulsüzlükle (irregularity)
mücadele etmektir. OLAF, bu misyonunu,
Topluluk mevzuatının verdiği yetkiyle tam
olarak bağımsız bir şekilde içeride ve dışarıda
yürüttüğü soruşturmalarla yerine getirmektedir.
Bunu yaparken, üye devletlerin faaliyetlerini
koordine etmek üzere, bu ülkelerin yetkili
makamları arasında yakın ve düzenli bir
işbirliği sağlamaktadır. OLAF, üye devletlere
gerekli destek ve teknik bilgi sağlayarak,
dolandırıcılıkla
mücadele
faaliyetlerinde
yardımcı olmaktadır. OLAF ayrıca, Avrupa
Birliği’nin dolandırıcılıkla mücadele stratejisini
oluşturmaya katkı sağlamakta ve ilgili
mevzuatın
güçlendirilmesi
için
gerekli
girişimlerde bulunmaktadır.
OLAF, suçlular ve dolandırıcılara karşı en iyi
şekilde mücadele edebilmek amacıyla, üye
ülkelerdeki partnerleriyle (soruşturma birimleri,
polis, yasal ve idari yetkililer, vb.) işbirliği
içerisinde çalışmaktadır. OLAF, dolandırıcılıkla
mücadelesini güçlendirmeye yönelik olarak, AB
mevzuatının
kendisine
verdiği
yetkiye
istinaden, üye ülkelerde dış soruşturmalar
yürütmektedir. Uygulamada, dolandırıcılık ve
diğer usulsüzlükler hemen hemen her zaman
OLAF ve ulusal soruşturma birimlerinin yakın
işbirliği sonucu tespit edilmektedir. OLAF
ayrıca, Topluluk bütçesi ile ilgili bir
dolandırıcılık durumunda, AB kurumlarında
çalışanlara yönelik olarak görevi kötüye
kullanma konusunda soruşturma yürütme
yetkisine de sahiptir.
OLAF, Topluluğun mali çıkarlarını etkileyen ve
Topluluk bütçesine etkisi olan her türlü
usulsüzlükle mücadele etmektedir. Bunlar,
Topluluk mevzuatının veya bir yasanın ihlali
veya kamu ya da özel sektördeki bir ekonomik
operatörün
ihmali
sonucu
ortaya
çıkabilmektedir. Dolandırıcılık ise, maksatlı
2
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
olarak yapılan usulsüzlüktür. Yanlış veya eksik
bilgiyi içeren kasıtlı bir hareket ya da ihmalden
doğabilmektedir.
OLAF,
yürüttüğü
soruşturmalarla, olayda bir dolandırıcılık
unsuru olup olmadığını tespit etmeye
çalışmaktadır. OLAF şüpheli vakaları savcıya
sunmakta ve olayın gerçekten dolandırıcılık
olup
olmadığı
mahkeme
tarafından
belirlenmektedir. OLAF raporları yüksek
kalitede hazırlanmakta ve mahkeme karşısında
ulusal raporlarla aynı muameleye tabi
olmaktadır.
OLAF, soruşturmalarını bağımsız bir şekilde
yürütmektedir. OLAF’ın bağlı olduğu Genel
Müdür,
bir
soruşturmanın
açılmasına,
kapanmasına ya da yürütülmesine bağımsız
olarak karar verebilmektedir. Bu bağımsızlık
mevzuatta da yer almaktadır. Ayrıca, OLAF’a
özgü olarak, bu bağımsızlığı güvence altına
almak
üzere
bir
Denetleyici
Komite
oluşturulmuştur. Üye devletler OLAF’a tabi
iken, OLAF üye devletlere tabi değildir.
OLAF
üye
ülkelerde
yürüteceği
tüm
soruşturmalardan önce bu ülkenin yetkililerine
işbirliği çağrısı yapmaktadır. Üye ülkenin
işbirliği yapma mecburiyeti bulunmaktadır,
ancak
işbirliği
yapılmasa
bile
OLAF
soruşturmaya devam edebilmektedir. Üye
ülkelerin işbirliğinde bulunma ve istendiğinde
delilleri gönderme zorunluluğu bulunmasına
rağmen, bunun yapılmaması durumunda
herhangi bir ciddi yaptırım bulunmamaktadır.
Bugüne kadar OLAF ülkelerle oldukça iyi bir
işbirliği içerisinde çalışmıştır. OLAF iki tür
soruşturma yürütmektedir: Birincisi, yeterince
bilgiye sahip olduğu ve kendi başına yürütmesi
için önünde yeterince büyük bir davanın olduğu
soruşturmalardır. İkincisi ise, üye ülkelerin
yetkilileri ile işbirliği içerisinde yürütülen
soruşturmalardır. OLAF soruşturmalarının
sonucunu sıkı bir şekilde takip etmekte ve
operasyonel olarak tüm ülkelerde yürüttüğü
soruşturmalara ilişkin istihbarat bilgisini bir
araya getirmektedir.
OLAF’ın yetkilerine ilişkin başlıca AB mevzuatı,
1996 yılında kabul edilen 2185 sayılı Tüzüktür.
1996 yılında ilk defa üye devletler bir Komisyon
birimine kendi alanı içerisinde önceden izin
almadan soruşturma yapma yetkisi vermiştir.
Bunun sebebi AB bütçesine karşı yapılan
dolandırıcılıkla mücadele etmeyi gerçekten
istemeleridir. OLAF bu Tüzük sayesinde bir
üye
ülkede
kendi
soruşturmasını
yürütebilmektedir. Bu soruşturmalar harcama
ve gelirleri ilgilendiren tüm alanlardaki ciddi
boyutlardaki
usulsüzlüklerle
ilgilidir.
Dolandırıcılık konusu üye ülkelerin de
sorumluluğu altında olmakla birlikte, OLAF
yalnızca büyük bir olay olduğunda soruşturma
yetkilerini kullanmaktadır. Olayın adli boyutu
OLAF’ın değil üye ülkenin yetki alanına
girmekte olup, OLAF’ın yetkisi yalnızca idari
soruşturmaları kapsamaktadır. OLAF bir takım
dosyaları ve belgeleri açtırma konusunda
ulusal idarelerle eşit yetkiye sahiptir.
Avrupa
Komisyonu’nun
farklı
genel
müdürlüklerinde veya diğer AB kurumlarında
çalışanlar, üye devletler, özel sektör temsilcileri
veya anonim kişiler herhangi bir usulsüzlük
şüphesi ile karşılaştıklarında OLAF’ı bu konuda
bilgilendirmektedir.
Üye ülkelere Topluluk bütçesinden aktarılan bir
kaynağın ne şekilde kullanılacağına ilişkin
kapsamlı bir mevzuat bulunmaktadır. Üye
ülkeler bu mevzuatta yer alan kuralları doğru
bir şekilde uygulamadıkları takdirde, bunun bir
yaptırımı bulunmaktadır. Komisyon Genel
Müdürlüklerinin kontrolör ve denetmenleri bunu
tespit ederse AB fonlarının geri verilmesini
istemektedir. Burada kontrol edilen, üye
devletlerdir.
OLAF ise, usulsüzlükle ilgili soruşturmalarını
AB bütçesinin nihai faydalanıcıları olan kişilere
yönelik olarak yürütmekte, diğer bir deyişle üye
devletleri değil bireyleri kontrol etmektedir.
OLAF’ın amacı AB fonlarını geri almak değil,
usulsüzlük yapan kişilerin mahkeme karşısına
3
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
çıkarılmasıdır. Bu anlamda da OLAF üye
devletlerin işbirliğine ihtiyaç duymaktadır. Eğer
OLAF bulguları sonucu bir dolandırıcılık
vakasının sistematik bir şekilde gerçekleştiği
ve bunun, üye devletin bu alandaki kontrolünün
iyi
bir
şekilde
yapılamamasından
kaynaklandığını tespit ederse, bu dosyayı
Avrupa
Komisyonu’nun
ilgili
Genel
Müdürlüğü’ne havale etmektedir.
OLAF denetim ve soruşturmayı iki ayrı alan
olarak kabul etmektedir. OLAF çalışanları
denetmen değildir. OLAF’ın amacı denetim
yapmak değil, dolandırıcılıkla mücadeledir.
Sistemin mevzuata uygunluğu, Komisyon
Genel Müdürlüklerinde çalışan denetçiler
tarafından kontrol edilmektedir. OLAF’ın
faaliyetleri sisteme değil bireylere yöneliktir.
OLAF’ın çalışma usulü de farklıdır. Denetim
uzun vadeli bir plan sonucu yapılmakta iken,
OLAF muhtemel dolandırıcılık vakalarına ilişkin
bir bilgi edindiğinde faaliyete geçmekte ve bu
konuda delil toplamaya çalışmaktadır. İdareye
değil, usulsüzlük yapan kişiye yönelik
soruşturma açmaktadır. OLAF raporlarını üye
ülkelerle paylaşmaktadır.
OLAF, AB mali çıkarlarının korunması
alanındaki mevzuatın izlenebilmesi için yeni
üye ve aday ülkelerle yakın ilişki kurmaktadır.
Bu amaçla söz konusu ülkelerde AFCOS
(Dolandırıcılıkla
Mücadele
Koordinasyon
Birimi) kurmakta ve yeni üye ülkelere
dolandırıcılıkla
mücadele
kapasitelerini
artırmak için yardım etmektedir.
Toplulukların mali çıkarlarının korunması, ortak
bir sorumluluk alanıdır. Üye devletlerin AB
bütçesini uygulamakta olduğu alanlarda (tarım
politikası, yapısal fonlar ve katılım öncesi
fonlar) ve Topluluk bütçesi için gerekli öz
kaynakların tahsilatı kapsamında, Topluluk
mevzuatı üye devletlerin Topluluğun mali
çıkarlarını etkileyen şüpheli dolandırıcılık ve
diğer usulsüzlük vakalarını derhal rapor
etmesini gerektirmektedir. Topluluk bütçesinin
yaklaşık %80’i üye
uygulanmaktadır.
devletler
tarafından
OLAF’ın
Temmuz
2007’de
yayımladığı
Toplulukların mali çıkarlarının korunması ve
dolandırıcılıkla mücadele hakkındaki yıllık
raporuna göre, 2006 yılında öz kaynaklar
alanında 5243, tarım alanında 3249, yapısal
fonlar alanında 3216 ve katılım öncesi mali
yardımlar alanında 384 usulsüzlük rapor
edilmiştir. Tüm bu şüpheli vakaların mali etkisi
yaklaşık 323 milyon Avro’dur. En fazla
usulsüzlük tespit edilen alanlar, öz kaynaklarda
tütün ürünleri ve TV; tarımda kırsal kalkınma,
büyükbaş hayvanlar, meyve ve sebze; yapısal
fonlarda bölgesel kalkınma ve sosyal fonlar;
katılım öncesi yardımlarda ise Topluluk
kurallarına
uygun
olmayan
harcamalar
konusunda olmuştur. 2006 yılında, OLAF
tarafından
gerçekleştirilen
soruşturmalar
neticesinde, 114 milyon Avro kurtarılmıştır.
Dolandırıcılığın önlenmesi ve AB içerisindeki
vergi mükelleflerinin parasının doğru bir şekilde
harcanmasını teminen, risk değerlendirme ve
yönetim sistemleri kontrol sisteminin bir
parçası olarak kullanılmaktadır. Hem Komisyon
hem de üye devletler tarafından bu alan
geliştirilerek önleyici ve hedefe yönelik olarak
harekete geçilebilmesi amaçlanmaktadır.
Komisyon ayrıca, Avro’nun sahteciliğe karşı
korunması için, Europol ve Avrupa Merkez
Bankası ile işbirliği halinde üye devletlerin
çabalarını koordine etmeye devam etmektedir.
Avrupa Birliği, katılım sürecinde yer alan ve
katılım öncesi mali yardımlardan yararlanan
ülkemizde de AT'nin mali çıkarlarını etkili ve
ülke çıkarları ile eşit bir şekilde savunacak idari
kapasiteye sahip olunmasının gerekli olduğunu
vurgulamaktadır.
KAYNAKÇA
OLAF,
The
European
Anti-Fraud
Office,
http://ec.europa.eu/anti_fraud/index_en.html <23.07.2007>
- European Commission, “Protection of the Financial
Interests of the Communities-Fight Against Fraud-Annual
Report 2006, COM(2007)390, Brussels, 6.7.2007
4
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ORTADOĞU POLİTİKASI-II
ÖZGÜR ÜTÜK AB Uzman Yardımcısı
1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan
Körfez Savaşı sonrası Ortadoğu barış sürecini
canlandırmaya yönelik girişimler tekrar ivme
kazanmıştır. 1991 yılının Ekim ayında ABD ve
SSCB’nin sponsorluğunda Madrid’de Ortadoğu
Barış Konferansı toplanmıştır. Ancak Avrupa
Topluluğu’nun bu sürece tam olarak dahil
edildiği
söylenemez.
İkili
görüşmelere
katılamayan Topluluk, silahlanmanın kontrolü,
bölgesel güvenlik, su kaynakları, çevre,
mültecilerin durumu ve bölgesel ekonomik
kalkınma gibi konuların ele alındığı ve çalışma
gruplarının
oluşturulduğu
çok
taraflı
görüşmelerde yer almış ve oluşturulan bu
çalışma gruplarının içinde en büyük ve en aktif
olan Bölgesel Ekonomik Kalkınma Çalışma
Grubu’nun sorumluluğunu üstlenmiştir. 1993
yılının başında Filistin Kurtuluş Örgütü(FKÖ)
ve İsrail arasında Norveç’in girişimleri ile gizli
görüşmeler başlamış ve 13 Eylül 1993
tarihinde
“Prensipler
Deklarasyonu”
imzalanmıştır. Deklarasyonun ardından Avrupa
Birliği’ne üye ülkeler Filistin’in imarı ve
ekonomik kalkınması için yarısı uzun dönemli
kredi yarısı bağış olmak üzere 500 milyon
ECU’luk bir kaynak tahsis etmiştir.
Avrupa Birliği’nin Ortadoğu’da etkili bir aktör
olma amacını da yansıtan Barselona Süreci’nin
oluşturulmasının ardından 3 Kasım 1995
tarihinde Madrid’de AB-ABD Ortak Eylem Planı
kabul edilmiştir. Bu plan ile Filistin Özerk
Yönetimi’ne desteğin devam ettirilmesi, Filistin
halkının refahı için ekonomik yardımların
sürdürülmesi ve Ürdün, Filistin, Mısır ve İsrail
arasında ticaretin geliştirilmesinin teşvik
edilmesi kararlaştırılmıştır. Bu girişimin yanı
sıra İsrail ve FKÖ arasında imzalanan geçici
anlaşma barış sürecinin başarılı bir şekilde
tamamlanmasına yönelik umutları arttırsa da
İsrail başbakanı İshak Rabin’in suikast sonucu
yaşamını yitirmesi ve ardından Benyamin
Netanyahu’nun iktidara gelmesi barış sürecini
büyük ölçüde sekteye uğratmıştır.
Jacques Chirac döneminde Fransa ABD ve
AB’den bağımsız bir Ortadoğu politikasının
sinyallerini vermiştir. Chirac’ın 1996 yılının
Nisan
ve
Ekim
aylarında
bölgeye
gerçekleştirdiği ziyaretler ve Fransa Dışişleri
Bakanı Herve de Charette’ın Nisan 1996’da
İsrail’in Lübnan operasyonuna yanıt olarak
mekik diplomasisi Fransa’nın bölgeye yönelik
aktif politikalarını yansıtmaktadır. Chirac’ın bu
çabaları Avrupa Birliği’ni tetiklemiş ve bu
bağlamda Ekim 1996’da toplanan Genel İşler
Konseyi’nde barış sürecindeki gelişmeleri
yakından takip etmek ve taraflar arasındaki
görüş ayrılıklarında arabuluculuk yapmak
üzere İspanya’nın İsrail büyükelçisi Miguel
Angel
Moratinos
özel
temsilci
olarak
atanmıştır.
24-25 Mart 1999 tarihlerinde Berlin’de
gerçekleştirilen Bakanlar Konseyi toplantısında
Avrupa Birliği Filistin Devleti’nin kurulmasına
yönelik desteğini tekrar etmiş ve barışçıl
çözümün “barış için toprak” prensibine
dayanması gerektiğinin altını çizmiştir. Ayrıca
Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin hakkını(selfdetermination) destekleneceğinin ve Birliğin
kurulacak
bağımsız
Filistin
Devleti’ni
tanıyacağının sinyalleri verilmiştir. Her ne
kadar bu açıklamalar Arap yanlısı politikalar
olarak değerlendirilebilirse de Avrupa Birliği
İsrail’in güvenliği ve bütünlüğünün korunması
gerektiğine de atıfta bulunarak dengeleri
bozmaktan kaçınmaya çalışmıştır. 1999 yılında
Ehud Barak’ın İsrail başbakanı olmasıyla barış
için umutlar daha da artmıştır. Oluşan bu
olumlu havaya bağlı olarak taraflar Mısır’da bir
araya gelmiş ve 4 Eylül 1999 tarihinde Sharm
el Sheikh Anlaşması imzalanmıştır. 11–26
Temmuz 2000 tarihlerinde Barak ve Arafat
mültecilerin durumu, Kudüs’ün statüsü, sınır
5
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
problemleri, yerleşim birimleri gibi konuları
Camp David zirvesinde ele almışlardır. Ancak
nihai çözüme ulaşılamaması ve muhalefet
lideri Ariel Şaron’un Müslümanların kutsal
mekânı Harem-ül Şerifi ziyareti sonrası
başlayan El Aksa İntifadası ilişkileri yeniden
gerginleştirmiş ve 6 Şubat 2001’de Şaron’un
başbakanlık koltuğuna oturmasıyla barış süreci
çıkmaza girmiştir. Bu dönemde AB’nin
geçmişte olduğu gibi bölgeye yönelik
çalışmaları devam etmiştir. Filistin Devleti’nin
inşa sürecine destek devam ettirilmiş ve El
Aksa İntifadası sırasında ve sonrası süreçte
AB kanlı çatışmaların durdurulması ve kriz
yönetimi konularında daha aktif bir rol
oynamaya başlamıştır. Ancak tarafların
tutumundan ötürü bu çabalar daha öncekiler
gibi istenilen sonucu verememiştir. Elbette
tarafların uzlaşmaz tutumu önemli bir engel
olmakla birlikte AB yayınladığı deklarasyonları
somut
politikalarla,
adımlarla
destekleyememiştir. Örneğin, İsrail’in El Aksa
İntifadası sırasında aşırı güç kullanımı
kınanmış
ama
İsrail’e
silah
satışının
durdurulması gündeme bile gelmemiştir.
10 Nisan 2002 tarihinde Ortadoğu Dörtlüsü’nün
oluşturulması ile birlikte Arap-İsrail çatışması
yeniden uluslar arası toplumun en öncelikli
konuları arasındaki yerini almıştır. “Dörtlü” adı
verilen bu grup ABD, AB, Birleşmiş Milletler ve
Rusya’dan
oluşmaktadır
ve
Arap-İsrail
çatışmasının barışçıl çözümüne ilişkin “Yol
Haritası”nı hazırlamakla görevlendirilmiştir.
Çeşitli değişiklikler yapıldıktan sonra
“Yol
Haritası” 30 Nisan 2003 tarihinde yayınlanmış
ve Akabe Zirvesi’nde (4 Haziran 2003) Filistin
Özerk Yönetimi Başbakanı Mahmut Abbas ve
İsrail Başbakanı Ariel Şaron Yol Haritası’nın
uygulanması
için
gerekli
koşulları
sağlayacaklarını taahhüt etmişlerdir. Yüksek
Temsilci Javier Solana’nın çok önemli
katkılarına rağmen bu önemli toplantıya davet
edilmemesine karşın Avrupa Komisyonu Yol
Haritası’nın hayata geçirilmesi için Filistin
Yönetimi’ne 100 milyon Euro’luk bir kaynak
aktarılacağını ilan etmiştir. Yol Haritası’nın
oluşturulması AB açısından başarı olarak kabul
edilebilir çünkü bu plan ile birlikte çözümün
AB’nin başından beri çok önem verdiği iki
ilkeye; bölge ülkelerinin, İsrail dahil, güvenli bir
şekilde var olma hakkı ve Filistin halkının
meşru haklarının tanınması, dayandırılması
gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca Yol Haritası ile
birlikte barış sürecinde tek taraflı dayatmaların
önlenmesi
hedeflenmiş
ve
uluslararası
işbirliğinin gerekliliğinin altı çizilmiştir.
2003 yılı sonlarına doğru İsrail Gazze
Şeridi’nden tek taraflı olarak çekileceğini ve
“ayrım duvarı” inşa edeceğini açıklamıştır. AB
çekilme planını Yol Haritası’nın uygulanmasına
yönelik olumlu bir adım olarak değerlendirirken
“ayrım duvarı” konusundaki çekincelerini İsrail
yönetimine iletmiştir. Ayrıca Filistin lideri Yaser
Arafat’ın ölümü sonrası gerçekleştirilecek
seçimlerin demokratik ve adil bir biçimde
gerçekleştirilebilmesi için Filistin ve İsrail
yönetimlerine çağrıda bulunmuş ve seçimleri
izlemek üzere 260 kişiden oluşan bir heyeti
Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ne göndermiştir.
Seçim sonucu Mahmud Abbas’ın iş başına
gelmesiyle birlikte barış sürecinde önemli
adımlar atılmaya başlanmış ve AB bu
dönemde Filistin yönetimine finansal anlamda
oldukça destek vermiştir. Ancak Ocak ve Mart
2006’da sırasıyla Filistin ve İsrail’de yapılan
seçimlerde iki karşıt görüş iktidara gelmiştir;
Filistin tarafında İsrail’i tanımayan Hamas,
İsrail’de ise Hamas’ı terörist örgüt olarak gören
Ehud Olmert’in liderliğindeki Kadima Partisi.
Ancak Hamas’ın iktidara gelişi ile birlikte ABD
ve AB ekonomik yardımları durdurmuş ve
Hamas hükümeti iç ve dış sorunlarla
boğuşmaya başlamıştır. Bir süre sonra El-Fetih
ve Hamas arasında gerginlik başlamış ve bu iki
grup Suudi Arabistan’ın arabuluculuğunda bir
araya gelerek 17 Mart 2007’de Birlik
Hükümeti’ni kurmuştur. Ama iki grup arasında
tam olarak uzlaşı sağlanamadığı için bir süre
6
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
sonra yeniden çatışmalar başlamış ve
Filistin’de iki başlı bir yönetim ortaya çıkmıştır.
Yaşanan bu gelişmeler karşısında ABD gibi AB
de tavrını Mahmud Abbas’tan yana koymuş ve
ekonomik yardımları İsrail’in tanınması ve
şiddetten vazgeçilmesi gibi şartlara bağlamış
bulunmaktadır.
1970’lerin başından itibaren AB’nin Ortadoğu
sorununa olan ilgisi ve çözüme yönelik
çalışmaları artarak devam etmiştir. Geçen bu
sürede AB Ortadoğu Barış sürecinde ortak bir
tutum belirlemiş; çözümün için toprak karşılığı
barış, Filistin halkının meşru haklarının
tanınması ve bölge devletlerinin birbirlerinin
mevcudiyetine ve güvenliklerine saygı
göstermesi gerektiği vurgulanmıştır. Ancak
konu ile ilgili yayınlanan deklarasyonların
somut politikalarla desteklenememesi ve
zaman zaman üye devletler arasında yaşanan
görüş farklılıkları AB’yi Ortadoğu Barış
sürecinde ABD’nin gölgesinde bırakmıştır.
AB’nin bölgedeki etkinliğini arttırmak için
başarılı bir şekilde izlediği ve ekonomik ve
sosyal politikalara dayanan Avrupa Komşuluk
Politikası ve Avrupa-Akdeniz Ortaklığı (EuroMed Partnership) sürdürülmeli ve Ortak Dış ve
Güvenlik Politikasının geliştirilmesine ağırlık
verilerek deklarasyonlara dayalı politikalar
yerine daha aktif bir strateji izlenmesi
gerekmektedir.
EN AZ GELİŞMİŞ ÜLKELER KONFERANSI İSTANBUL’DA
En az Gelişmiş Ülkeler Konferansı 9–10 Temmuz 2007 tarihlerinde Türkiye’nin daveti üzerine
İstanbul’da gerçekleşti. “Küreselleşmenin En az Gelişmiş Ülkeler Yararına İşletilmesi” başlıklı
konferansın ana gündem maddeleri, ticaret, yatırım, enerji, teknoloji ve tarım ile ilgili konu ve
sorunlara ilişkindi. Aynı zamanda Türkiye’nin 2009–2010 yılları için BM Güvenlik Konseyi’ne
geçici üyelik adaylığı ve Türkiye’nin adaylığına destek talepleri de tartışılan konular
arasındaydı. Her yıl gerçekleştirilen bu konferans, BM En Az Gelişmiş Ülkeler, Denize Çıkışı
Olmayan Ülkeler ve Küçük Ada Devletleri (OHRRL) Yüksek Temsilciliği Ofisi ve BM Kalkınma
Programı (UNDP) ile ortaklaşa düzenlenmektedir. Çoğunluğu Afrika ve Asya ülkesi olmak
üzere toplam 50 ülkeden oluşmakta olan En az Gelişmiş Ülkeler, kişi başına gayrı safi milli
hasılası 750 dolardan az olma, beslenme, sağlık ve eğitim koşullarında ise yetersiz kalma ve
ekonomik kırılganlıklara açık olma gibi özelliklere sahiptir. Konferansa, bu 50 ülkenin yanında,
BM Genel Kurulu Başkanı, BM Kalkınma Programı (UNDP) Başkanı, BM En Az Gelişmiş
Ülkeler, Denize Çıkışı Olmayan Ülkeler ve Küçük Ada Devletleri (OHRRL) Yüksek Temsilcisi,
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Genel Direktörü, Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Genel
Direktörü, BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) Genel Sekreteri, BM Asya-Pasifik
Ekonomik ve Sosyal Konsey (UNESCAP) İcra Sekreteri, BM Afrika Ekonomik Komisyonu
(UNECA) İcra Sekreteri, BM Afrika Ekonomik Komisyonu (UNECA) İcra Sekreteri ve
Uluslararası Odalar Birliği Genel Sekreteri katılmaktadır.
7
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
AVRUPA KOMŞULUK POLİTİKASI
AYŞENUR ONUR AB Uzman Yardımcısı
Avrupa
Komşuluk
Politikası
(European
Neighbourhood Policy-ENP), AB’nin beşinci
genişlemenin ortaya çıkardığı etkilerle baş
edebilmek üzere oluşturmuş olduğu en yeni dış
politika aracıdır. Genişleme sonrası AB’nin
yeni sınır komşularıyla olan ilişkilerinin
düzenlenmesi fikri, çerçeve şeklinde ilk kez
İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw’un, İspanya
AB dönem başkanlığı sırasında Nisan 2002’de
gerçekleşen Genel İşler Konseyi toplantısına
gönderdiği mektup ile ortaya atılmıştır. Straw
bu mektubunda, AB’nin doğu komşuları olan
Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya ve Moldova’yı
kapsayan bir yakınlık politikası oluşturulması
gerekliliğini gündeme getirmiştir. Bu fikri temel
alarak Avrupa Komşuluk Politikası’nın (ENP)
resmi temelini, doğu komşularıyla ilişkilerin
düzenlenmesine yönelik Chris Patent ve Javier
Solana’nın hazırladıkları ve aynı yıl Ağustos
ayında Avrupa Konseyi’ne sundukları “Daha
i
Geniş Avrupa” (Wider Europe) planı oluşturur.
Aynı yıl Aralık ayında Avrupa Konseyi
tarafından
onaylanarak
güney
Akdeniz
ülkelerinin de bu girişime dâhil edilmelerine
karar verilmiştir. Aslında alınan bu karar, Karen
Smith’in de belirttiği gibi Birliğin, güney ve doğu
ülkeleri arasında bir denge oluşturma
ii
gayesinin bir sonucudur. ENP’nin taslağının
çizilmesine yönelik kapsamlı ilk girişim ise Mart
2003’te Komisyon’un AB Bakanlar Konseyi’ne
ve Avrupa Parlamentosu’na sunduğu “Daha
Geniş Avrupa-Komşuluk: Doğu ve Güneydeki
Komşularımızla
İlişkilerimizde
Yeni
Bir
Çerçeve”
dökümanı
(Wider
EuropeNeighbourhood: A Framework for Relations
iii
with our Eastern and Southern Neighbours )
olmuştur. ENP’nin aynı zamanda Avrupa
Güvenlik
Stratejisi’ni
de
desteklemesi
öngörüldüğünden bu dokümana ek olarak
“Daha
Geniş
Avrupa
Görev
Gücü”
iv
oluşturulmuştur. Bunu ise Mayıs 2004’te
kabul edilen ve yine Komisyon tarafından
hazırlanan ve Avrupa Komşuluk Politikası’na
nihai şeklini veren “Avrupa Komşuluk Politikası
Strateji Belgesi” (Strategy Paper on the
v
European Neighbourhood Policy ) takip
etmiştir. AB’nin Komşuluk Politikası, AB’nin
aday statüsünde olmayan yakın komşuları
olan: İsrail, Ürdün, Moldova, Fas, Tunus,
Filistin, Ukrayna, Ermenistan, Azerbaycan,
Mısır, Gürcistan, Lübnan, Cezayir, Suriye,
Libya ve Beyaz Rusya olmak üzere toplam on
vi
altı ülkeyi kapsamaktadır.
Avrupa Komşuluk Politikasının Amaçları
Avrupa Komşuluk Politikasının temel amacı,
beşinci genişleme dalgasının ardından AB’nin
yeni komşularıyla ilişkilerinin derinleştirilmesi
ve böylelikle Avrupa kıtasını derin çizgilerle
bölen
sınır
çizgilerinin
oluşmasını
engellemektir. Bu arada altı çizilmesi gereken
önemli bir husus da ENP’nin yeni bir genişleme
stratejisi olmadığıdır; amaç yeni komşular
arasındaki bağların güçlendirilmesidir. ENP,
var olan işbirliklerinin ötesinde, daha derin bir
politik ilişki ve ekonomik entegrasyonun
geliştirilmesine yönelik ayrıcalıklı bir ilişki
olanağı sunmaktadır. Politikanın temel amacı;
reformların, hukukun üstünlüğünün, istikrarlı
demokrasilerin ve refahın arttırılması yolunda
AB’nin ve komşularının ortak çıkarlarının
desteklenmesidir.
Bu
anlamda
ENP
kapsamında ortak amaçlar üç ana başlık
altında toplanabilir:
•
Önemli boyutta ekonomik bütünleşme
sağlamak ve ekonomik reform süreçlerini
desteklemek yoluyla komşu ülkelerde
refah düzeyini arttırmak,
•
Ortak değerler ve çıkarlar çerçevesinde
siyasi işbirliğini derinleştirerek komşu
ülkelerde özgürlük ve demokrasiyi yaymak,
•
Avrupa Güvenlik Stratejisi’yle de paralel
olarak komşu ülkelerle kalkınma, çevre,
silahsızlanma ve terörizm konularında
ortak çalışmalar yürüterek, istikrar ve
vii
güvenliği arttırmak.
8
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
Bu bağlamda AB, komşularına, ortak
sorunların üstesinden gelinmesi hususunda
refah, istikrar, güvenlik, demokratik reformlar
(özellikle temel haklar ve hukukun üstünlüğü
üzerine), pazar ekonomisi, sürdürülebilir
kalkınma (ticaret, rekabet, enerji ve ulaşım,
çevre sektörlerindeki reformlar dâhil) gibi ortak
değerlere
ve
çıkarlara
dayanan
yoğunlaştırılmış politik diyalog ve derin
ekonomik işbirliği fırsatı sunmaktadır.
Avrupa Komşuluk Politikasının Ayırt Edici
Özellikleri
ENP’nin, AB’nin komşularıyla olan ilişkilerinde
yeni bir yöntem oluşturması açısından AB’nin
diğer
girişimlerinden
farklı
olduğunun
belirtilmesi gereklidir. Nitekim ENP, AB’nin
doğu komşularıyla imzaladığı Ortaklık ve
İşbirliği Anlaşmaları’ndan (Partnership and
Cooperation
Agreements)
ve
güney
komşularıyla
imzaladığı
Ortaklık
Anlaşmaları’ndan (Association Agreements)
ayrılır. ENP’nin ayırt edici özellikleri şu şekilde
sıralanabilir:
•
ENP, AB’nin temel politika araçlarını daha
yoğunlaşmış bir şekilde bir araya
getirmektedir;
bu
yolla
ortaklığın
geliştirilmesi için klasik dış politika
yöntemlerinin ötesine geçilerek komşu
ülkelerdeki reformlara ve modernleşme
süreçlerine daha fazla destek sağlanması
imkânını sunmaktadır,
•
ENP,
mevcut
ikili
ilişkiler
ile
karşılaştırıldığında, daha fazla konuyu,
daha derin ve bütün yönetişim alanlarını
kapsayacak bir şekilde kapsamakta, bu
çerçevede Birlik, politika kapsamındaki
komşu ülkeler tarafından atılan somut
adımlara
paralel
olarak
ekonomik
bütünleşme ve daha yakın siyasi işbirliğini
önerebilmektedir,
•
Eşleştirme ve TAIEX gibi programlar
komşu
ülkelerin
kullanımı
için
hazırlanmakta, politika geliştirilen mali ve
teknik yardımlarla desteklenmektedir,
•
ENP, AB’nin Orta ve Güneydoğu
Avrupa’daki geçiş süreçlerini destekleme
konusunda başarısı kanıtlanmış metotları
üzerine kurulmuş bir politika niteliğindedir;
bu bağlamda da daha açık ve somut
öncelikler belirlenmesi ve uygulamaların
daha yakından takip edilmesi suretiyle
komşu ülkelerdeki reformlara destek
arttırılmaktadır,
•
ENP’nin uygulanması komşu ülkelerin
Avrupa pazarında daha çok yer almalarını
sağlayacak şekilde, işbirliğinin ötesinde bir
viii
ekonomik bütünleşmeyi getirmektedir.
Fakat bu noktada belirtilmesi gereken bir diğer
husus da AB’nin ENP yoluyla komşu ülkelere
önerdiği bu yeni işbirliği usulünün tam üyeliği
öngörmeyen fakat ortaklık prosedürünün de
önüne geçen bir uygulamayı öngördüğüdür.
Kısacası, Karen Smith’in de ifade ettiği gibi;
ENP, “genişleme yorgunluğu”nu yaşayan
AB’nin, genişleme tartışmalarının önüne
ix
geçmek ve Michelle Pace’in de eklediği gibi
ileride tam üyeliği umut eden çevre ülkelere
x
nazik bir biçimde “hayır” demek , ve aynı
zamanda da Birliğin sınırlarının kesin bir
şekilde “içeridekiler” ve “dışarıdaki diğerleri”
şeklinde ayrılmasını engellemek amacıyla
oluşturulmuş bir politikadır.
Avrupa Komşuluk Politikasının
Uygulanması
ENP’nin temel politika enstrümanı, AB ve
komşu ülke arasında imzalanan iki taraflı ENP
Eylem Planları’dır. Bu planlar, AB ile komşu
ülke arasındaki geleceğe yönelik ilişkileri
belirleyen gündemi, amaçları ve öncelikleri
düzenleyen siyasi bir belgedir. Ancak esas
itibariyle bu planlar yeni yasal düzenlemeler
değildir. Eylem Planlarına dayanak olan ikili
ilişkiler, komşu ülke ile AB arasında mevcut
bulunan ve yoğunlaştırılmış işbirliği için gerekli
olan yasal ve kurumsal çerçeveyi sağlayan
Ortaklık ve İşbirliği Anlaşmaları’nın ya da
Ortaklık Anlaşmaları’nın sağladığı akdi ilişki
9
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
temeline dayanır. Her ne kadar ENP,
genişleme mantığında kullanılan araçların ve
enstrümanların bir devamı şeklinde görülse de
varılmak istenen politik hedef daha önce de
belirtildiği gibi farklıdır; çünkü ENP, ortak
üyelere tam üyelik perspektifi sunmaz. Eylem
Planları, ülke bazlı olarak hazırlanan ve söz
konusu ülkeye özgü olarak yapılması gereken
siyasi, ekonomik ve sektörel reformların neler
olduğunu belirleyen dokümanlardır. Eylem
Planlarının içeriğini AB ve komşu ülke
temsilcilerinden oluşan İşbirliği
Konseyi
belirler. Komşu ülkenin benimsemesi gereken
ve AB tarafından ikili görüşmeler sonrası
belirlenen değerler ve standartlar, 3 ila 5 yıl
arasında değişen kısa ve orta vadeli öncelikler
şeklinde ortaya konulur. Her ne kadar komşu
ülkeye özel olarak hazırlansalar da ENP Eylem
Planlarının ihtiva ettiği bazı temel başlıklar
vardır. Bunlar:
•
Daha etkili siyasi diyalog ve reform,
•
Ekonomik ve sosyal işbirliği ve kalkınma,
•
Ticaretle ilgili konular, pazar ve düzenleyici
reformlar,
•
Adalet, Özgürlük ve Güvenlik konularında
işbirliği,
•
Ulaşım, enerji, bilgi toplumu, çevre,
araştırma ve geliştirme gibi sektörel
konular, ve
Bireyler arası ilişkiler, sivil toplum, eğitim
ve kamu sağlığı gibi insani boyutu olan
konular,
olmak üzere sıralanabilir. Ancak, Eylem
Planları ülkeye özel olarak tasarlandığından bu
başlıklar içerik olarak ülkenin durumuna,
çıkarlarına, ihtiyaçlarına ve kapasitesine uygun
olarak düzenlenmektedir. Bu arada belirtilmesi
gereken bir diğer önemli nokta, Eylem
Planlarında belirtilen taahhütlerin yerine
getirilmemesi durumda ortaya yasal bir
yaptırımın çıkmadığıdır. Söz konusu durumda
sonuçlar daha çok politik anlamda ikili ilişkilerin
tümden etkilenmesi ya da finansal anlamda
komşu ülkeye sağlanan finansal desteğin
kesilmesi şeklinde olabilecektir.
•
Bu noktada kısaca Eylem Planlarının
hazırlanılması sürecinden de bahsetmek
gerekir. Öncelikle, Komisyon komşu ülkedeki
politik ve ekonomik süreci değerlendiren ülke
raporunu hazırlar ve söz konusu ülke ile
ilişkilerin
ne
zaman
ve
ne
şekilde
derinleştirileceğine karar verir. Bunu, ilgili ülke
ile AB arasında kısa ve orta vadeli önceliklerin
belirlenmesi ve bu sayede de Eylem Planının
müzakere edilmesi aşamaları takip eder.
Uygulama aşamasında ise, oluşturulan ortak
alt komiteler ve Komisyon’un yıllık raporları
yoluyla ilgili ülkenin Eylem Planlarını uygulayıp
uygulamadığı gözetlenir. Bu izleme sonucunda
ülkenin, belirlenen öncelikleri yerine getirdiği ve
ilerleme
sağladığı
kaydedilirse
Eylem
Planlarının yerini Komşuluk Anlaşmaları
(Neighbourhood Agreements) alır.
Komisyon, 2004 Aralık’ta, AB ile önceden
imzalanmış ikili anlaşmaları yürürlükte olan
İsrail, Ürdün, Moldova, Fas, Filistin Otoritesi,
Tunus ve Ukrayna’yı kapsayan yedi ülke için
taslak Eylem Planlarını yayınlamıştır. 2005’te
kabul
edilen
bu
planlar
uygulamaya
konulmuştur. Ermenistan, Azerbaycan ve
Gürcistan da yine aynı yıl ENP’ye dâhil edilmiş
olup bu üç ülke ile Eylem Planları 14 Kasım
2006’da kabul edilmiştir. Buna ek olarak,
Avrupa-Akdeniz Anlaşmaları 2004’te yürürlüğe
giren Mısır ve Lübnan ile de Eylem Planları
üzerinde anlaşma sağlanmış durumdadır. Son
olarak Beyaz Rusya demokratik bir hükümet
kuramadığından, Libya henüz Barselona
Sürecine katılmadığından ve Suriye ile de bir
Eylem Planının oluşturulmasına imkân verecek
Ortaklık Anlaşması imzalanmadığından bu üç
ülke ENP sürecine tam olarak dâhil
xi
edilmemiştir.
Avrupa Komşuluk Politikasının Finansmanı
Politikanın etkili uygulanabilmesi hiç şüphesiz
AB tarafından sağlanan fonlara bağlıdır. 20002006 bütçe döneminde AB tarafından politika
kapsamındaki doğu komşu ülkelere ve
10
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
Rusya’ya yönelik TACIS (Technical Assistance
for the Commonwealth of Independent StatesBağımsız Devletler Topluluğu için Teknik
Destek), güney Akdeniz komşularına MEDA
(Euro-Mediterranean
Partnership-AvrupaAkdeniz Ortaklığı) ve batı Balkan ülkelerine
CARDS
(Community
Assistance
for
Reconstruction,
Development
and
Stabilisation- Batı Balkanlarda
Yeniden
Yapılanma, Kalkınma ve İstikrara Yönelik
Topluluk Yardımı) gibi çeşitli bölgesel
programlar ile EIDHR (Demokrasi ve İnsan
xii
Hakları Konusunda Avrupa Girişimi ) gibi
xiii
tematik programlar uygulanırken , 1 Ocak
2007’den itibaren AB’nin bu yardım araçları,
ENPI
(European
Neighbourhood
and
Partnership Instrument- Avrupa Komşuluk ve
Ortaklık Aracı) ile tek bir çatı altında
xiv
birleştirilmiştir.
Daha esnek ve politika
güdümlü olan bu araç özellikle sürdürülebilir
kalkınmanın
ve
AB
politikalarına
ve
standartlarına uyumun sağlanabilmesi için
ENP
Eylem
Planlarında kabul
edilen
önceliklerin desteklenmesine yönelik olarak
tasarlanmıştır. Bu bağlamda 2007–2013 bütçe
döneminde AB tarafından komşu ülkelere
sağlanacak yardım yaklaşık olarak 12 milyar
avro olup hedeflenen temel amaç, komşu
ülkelere tek bir düzenleme çerçevesinde
yardımların sağlanması ve sınır ötesi
işbirliğinin geliştirilerek AB’nin sınırlarında yeni
ayrımcı
sınır
çizgilerinin
oluşmasını
xv
engellemektir.
Nitekim enstrümanın en
önemli özelliği de bölgede yer alan AB üye
ülkeleri ile komşu ülkeleri bir araya getirerek
ortak programların uygulanması sayesinde
ortak bir sınırın paylaşılmasının sağlamasıdır.
Avrupa Komşuluk Politikasının Geleceği
Bu başlık altında ENP’nin ne derece başarılı
olabileceği sorusuna bir cevap aranacaktır. Her
ne kadar ENP, ortak değer ve çıkarların sınır
ötesi işbirliği çerçevesinde geliştirilerek beşinci
genişleme sonrası AB’nin sınırlarında yeni ve
ayrımcı sınırların oluşmasına engel olmak
amacına hizmet etse de politikanın komşu
ülkelerdeki etkisi ve bu ülkelerin AB’den
beklentileri de politikanın geleceğini belirleyen
en önemli faktördür. Hatta, genişleme
sürecindeki gibi aday ülkelere nihai olarak tam
üyeliği öngörmeyen ve Avrupa bütünleşmesi
sürecinin derinleştirilmesi hedefini katılım
dışındaki diğer yollarla gerçekleştirmek isteyen
AB’nin bu yeni dış politika aracı, belki de
“içeridekiler/dışarıdakiler” ayrımını daha da
belirginleştirerek “dâhil olma ve dışarıda
kalma”
tartışmalarını
daha
da
körükleyebilecektir. Çünkü “katılım olmaksızın
Avrupalılaşmayı” hedefleyen ve sonuçta da
Birliğe üye olunmaksızın sadece geliştirilmiş
işbirliğini sunan bu politika, AB’nin genişleme
metoduna ve kullandığı katılım araçlarına tabii
olan ve yukarıda da bahsi geçen 16 komşu
ülkede hoşnutsuzluğa neden olmaktadır.
Nitekim politikanın gerçekleştirmeye çalıştığı
reformların genişlemede yaşandığı gibi komşu
ülkelerde aynı etkiye yol açması ya da bu
ülkelerde aynı hevesi yaratması da pek
mümkün gözükmemektedir ki bu durum en
somut
şekilde
Ukrayna
örneğinde
yaşanmaktadır. AB ile ilişkilerinde ENP’nin
sağladığı faydaları yetersiz bulan Ukrayna’nın
temel gayesi AB’ye tam üye olabilmektir. Bu
çerçevede,
komşu
ülkelerin,
Ukrayna
örneğinden yola çıkarak AB ile ilişkilerinde
ENP’nin rolünü sorgulayarak politikanın
geleceğine ilişkin çok büyük etkiler yaratabilme
kapasitesini gözden kaçırmamak gereklidir.
11
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
KAYNAKÇA
Balfour, Rosa and Alessandro Rotta, “Beyond Enlargement. The European Neighbourhood Policy and
Its Tools”, The International Spectator, Vol. 1, No. 2, 2005, pp. 7-21.
COM (2003) 104, COMMUNICATION FROM THE COMMISSION TO THE COUNCIL AND THE
EUROPEAN PARLIAMENT “Wider Europe-Neighbourhood: A New Framework for Relations with our
Eastern and Southern Neighbours”, Brussels, 11.03.2003, COM(2003) 104 final.
COM (2004)373, COMMUNICATION FROM THE COMMISSION, European Neighbourhood Policy,
STRATEGY PAPER, Brussels, 12.05.2004, COM (2004) 373 final.
European Neighbourhood Policy Website, http://ec.europa.eu/world/enp/index_en.htm
Kahraman, Sevilay, “The European Neighbourhood Policy: The European Union’s New Engagement
Towards Wider Europe”, Perceptions, Winter 2005, pp. 1-28.
Pace, Michelle, “The European Neighbourhood Policy: A Statement about the EU’s identity?”,
International Dialogue 12, 2005, pp.1-11.
Smith, Karen, “The Outsiders: The European Neighbourhood Policy”, International Affairs 81, (4),
2005, pp. 757-773.
i
Bu girişimin adı, listeye eklenen ülkelerin sayısı arttıkça değişikliğe uğramıştır. Şöyle ki, ilk zamanlarda “daha geniş Avrupa”
diye nitelendirilirken zamanla “yakınlık politikası”, “yeni komşuluk politikası” ve son olarak da “Avrupa komşuluk politikası”
şeklinde nitelendirilmiştir.
ii
Karen Smith, “The Outsiders: The European Neighbourhood Policy”, International Affairs 81, (4), 2005, pp. 757-773, p. 759.
iii
COM (2003) 104, COMMUNICATION FROM THE COMMISSION TO THE COUNCIL AND THE EUROPEAN PARLIAMENT
“Wider Europe-Neighbourhood: A New Framework for Relations with our Eastern and Southern Neighbours”, Brussels,
11.03.2003, COM(2003) 104 final.
iv
AB’nin ve komşularının istikrarlı ve güvenli bir bölge yaratılması ortak çıkarına yönelik olduğundan ve bu bağlamda da
bölgesel ve küresel istikrar ve güvenliğin sağlanmasına katkıda bulunmasından dolayı Avrupa Komşuluk Politikası’nın Avrupa
Güvenlik Stratejisi’nde özellikle bahsi geçmektedir.
v
COM (2004)373, COMMUNICATION FROM THE COMMISSION, European Neighbourhood Policy, STRATEGY PAPER,
Brussels, 12.05.2004, COM (2004) 373 final.
vi
Avrupa Birliği’nin en büyük komşusu olmasına rağmen Rusya, kendini diğer komşulardan farklılaştırabilmek ve böylece daha
eşit bir zeminde AB ile ilişkilerini sürdürebilmek amacıyla Avrupa Komşuluk Politikasının dışında kalmayı ve “stratejik ortaklık”
çerçevesi altında belirlenen ekonomi (çevre ve enerji dâhil); özgürlük, güvenlik ve adalet; dış güvenlik; araştırma ve eğitim
(kültürel programlar dâhil) olmak üzere dört temel ortak alan üzerinden ikili ilişkileri yürütmeyi tercih etmiştir.
vii
European Neighbourhood Policy Website, http://ec.europa.eu/world/enp/index_en.htm
viii
http://ec.europa.eu/world/enp/faq_en.htm
ix
Karen Smith, “The Outsiders: The European Neighbourhood Policy”, International Affairs 81, (4), 2005, pp. 757-773, p. 758.
x
Michelle Pace, “The European Neighbourhood Policy: A Statement about the EU’s identity?”, International Dialogue 12, 2005,
pp.1-11, p.7.
xi
Avrupa Komşuluk Politikasının kapsadığı 16 ülkenin Eylem Planları takvimi konusunda daha detaylı bilgi almak için bakınız
Avrupa Komşuluk Politikası Web sitesi (European Neighbourhood Policy Website), http://ec.europa.eu/world/enp/index_en.htm
xii
Her ne kadar önceleri MEDA ve TACIS gibi EIDHR’nin de ENPI altında birleşmesi öngörülmüş iken daha sonra EIDHR’nin
ayrı bir enstrüman olarak kalmasına karar verilmiştir.
xiii
2000-2006 bütçe döneminde AB, MEDA’ya 5.3 milyar avro, TACIS’e 3.1 milyar avro fon ayrılmış olup buna ek olarak Avrupa
Yatırım Bankası da MEDA’dan faydalanacak ülkelere 2 milyar avro ve TACIS’ten yararlanacak ülkelere 500 milyon avro borç
verilmek üzere mali yardım olanakları sağlamıştır.
xv
Rosa Balfour and Alessandro Rotta, “Beyond Enlargement. The European Neighbourhood Policy and Its Tools”, The
International Spectator, Vol. 1, No. 2, 2005, p. 19; in Sevilay Kahraman, “The European Neighbourhood Policy: The European
Union’s New Engagement Towards Wider Europe”, Perceptions, Winter 2005, p.16.
12
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER BİN YIL KALKINMA HEDEFLERİ
İBRAHİM BARIŞ ŞAYLAN AB Uzman Yardımcısı
20. yüzyıl ile birlikte uluslararası ilişkiler
alanında
tartışılan
konuların
başında,
küreselleşme ve beraberinde getirdiği olumlu
ve olumsuz etkiler gelmektedir. Gerçekten de
günümüz dünyası, tartışılamayacak düzeyde
siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve teknolojik
anlamda küreselleşmeye şahit olmuş ve bu
süreçten herkes bir şekilde etkilenmiştir. Bu
açıdan bakıldığında, 1990’lı yıllar uluslararası
düzeyde önemli gelişmelere yol açmıştır.
1990’lı yıllarda küresel boyutta düzenlenen
toplantı ve konferanslarda küreselleşmenin
hem gelişmekte olan ülkelere hem de gelişmiş
ülkelere getirdiği ekonomik, sosyal ve çevresel
sorunlar sık olarak tartışılmış ve bununla ilgili
olarak gerekli önlemlerin alınması hakkındaki
talepler daha yüksek sesle duyurulmaya
başlanmıştır. Bu bağlamda, 6-8 Eylül 2000
tarihlerinde New York’ta 189 BM üye ülkesinin
toplanması ile Binyıl Zirvesi düzenlenmiştir. Bu
zirvede barış, güvenlik, çevre, yardıma muhtaç
grupların korunması, insan hakları ve
yönetişim konuları ile ilgili kararlar alınmış ve
bu kararlar Binyıl Bildirisi olarak kabul edilerek
dünyaya duyurulmuştur. Aynı zamanda bu
bildiri ile başlıca 8 hedef ve çeşitli göstergeler
belirlenmiştir. İşte bu hedefler, BM Binyıl
Kalkınma Hedefleri olarak bilinmektedir.
•
BM Binyıl Kalkınma Hedefleri şunlardır:
•
Kurallara
bağlı,
öngörülebilir
ve
ayrımcılıktan arınmış açık bir ticari ve mali
sistem geliştirilmesi. Ulusal ve uluslararası
düzeyde iyi yönetişim, kalkınma ve
yoksullukla mücadele taahhüdü de buna
dahildir.
•
En az gelişmiş ülkelerin özel ihtiyaçlarının
ele alınması. Bu ülkelerin ihracatına
gümrük vergisi ve kota bağışıklığı
sağlanması; ağır borçlu yoksul ülkelere
ödeme kolaylığı sağlanması; resmi iki
taraflı
borçların
iptal
edilmesi
ve
yoksullukla mücadele eden ülkelere daha
eli açık resmi kalkınma yardımı yapılması
1. Mutlak yoksulluk ve
kaldırmak;
•
Beş yaşından küçük çocuklar arasındaki
ölüm oranının üçte iki azaltılması
5. Anne sağlığını iyileştirmek;
•
• Anne ölüm oranının dörtte üç azaltılması
6. HIV/AIDS, sıtma ve diğer salgın
hastalıklarla ile mücadele etmek;
•
Günde bir dolardan az bir parayla
geçinmek zorunda bulunan nüfusun yarı
yarıya azaltılması
Tüm
kız
ve
erkek
çocukların
ilköğretimlerini eksiksiz tamamlamaları
3. Kadınların durumunu güçlendirmek ve
toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak;
HIV/AIDS’in yayılmasının durdurulması ve
geri döndürülmeye başlanması
Sıtma ve öteki önemli hastalıkların
görülme sıklığının durdurulması ve geri
döndürülmeye başlanması
7. Çevresel sürdürülebilirliği sağlamak;
•
•
Sürdürülebilir kalkınma ilkelerinin ulusal
politika ve programlarla bütünleştirilmesi;
çevresel kaynakların kaybının kazanıma
dönüştürülmesi
•
Sağlıklı içme suyuna sürdürülebilir biçimde
ulaşamayan
nüfusun
yarı
yarıya
azaltılması
2020 yılına kadar en az 100 milyon
gecekondu sakininin yaşamının önemli
ölçüde iyileştirilmesi
8. Kalkınma
için
küresel
ortaklıklar
geliştirmek;
•
açlığı ortadan
• Açlık çeken nüfusun yarı yarıya azaltılması
2. Tüm bireylerin temel eğitim almasını
sağlamak;
•
İlköğretim ve orta öğretimde kız-erkek
öğrenci dengesizliğinin her düzeyde
giderilmesi
4. Çocuk ölümlerini azaltmak;
13
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
•
Denize çıkışı olmayan gelişmekte olan
ülkelerle
gelişmekte
olan
ada
devletçiklerinin özel ihtiyaçlarının ele
alınması
•
Borcun
uzun
vadede
sürdürülebilir
kılınmasına yönelik ulusal ve uluslararası
önlemler aracılığıyla gelişmekte olan
ülkelerin borç sorununun kapsamlı biçimde
ele alınması
•
Gelişmekte olan ülkelerle işbirliği içinde,
gençler için düzgün ve üretken iş
olanakları sağlanması
•
İlaç şirketleri ile işbirliği içinde, gelişmekte
olan ülkelerde zorunlu ilaçlara makul
fiyatlarla ulaşılabilmesinin sağlanması
•
Özel sektör ile işbirliği içinde, yeni
teknolojilerin, özellikle bilgi ve iletişim
teknolojilerinin
yararlarının
yaygınlaştırılması.
Bu hedeflerin, 1990 yılındaki göstergeler temel
alınarak, 2015 yılına kadar belirli aşamalar ile
gerçekleştirilmesi
planlanmaktadır.
Bu
doğrultuda BM Kalkınma Programı (UNDP);
Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF)
ve BM çatısı altındaki diğer uluslararası
kuruluşlar ile işbirliği içinde çalışmaktadır.
Ayrıca, BM Genel Sekreteri konuyla ilgili
gelişmeleri yakından takip edebilmek için yıllık
raporlar hazırlamaktadır. Aynı zamanda
hedefleri kabul eden ülkelerin de hedeflerin
gerçekleştirilme düzeyi ile ilgili ulusal raporlar
hazırlamaları gerekmektedir. Türkiye de bu
konu ile ilgili üzerine düşen görevi yerine
getirmiş ve 2003 yılında hazırlıklara başlamış,
2005 yılında ilk Binyıl Kalkınma Hedefleri
Raporu’nu yayımlamıştır. Bu rapor, Devlet
Planlama Teşkilatı (DPT) ve BM Mukim
Koordinatörlüğü öncülüğünde çeşitli kamu
kurum
ve
kuruluşların
katılımı
ile
hazırlanmıştır. Raporda, hedeflerin tanımı,
bunları ölçme yöntemleri ve veri kaynakları
belirtilmiş, şimdiki durum ortaya konularak
hedefler kapsamında Türkiye ile ilgili
göstergeler ve gelişmelere değinilmiş ve
bunlarla ilgili gelecekteki plan, beklentiler ve
olası eksiklikler tespit edilmiştir. Raporda
belirtildiği üzere, bu hedeflerin çoğunda çeşitli
ilerlemeler sağlanmıştır; ancak toplum, cinsiyet
ve coğrafyaya bağlı olarak beliren yapısal
eşitsizlikler ve yoksullukla ilgili sorunlara özel
önem verilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Özellikle, eğitim ve sağlık konuları en büyük
zorlukların
yaşanacağı
alanlar
olarak
görülmektedir. Örneğin, Türkiye’nin, Binyıl
Kalkınma Hedeflerini başarılı bir şekilde yerine
getirebilmesi için, kız çocuklarının eğitimi ve
sağlık
gibi
belli
alanlardaki
kalkınma
çalışmalarını dört kat daha arttırması gerektiği
vurgulanmıştır. Ancak, yukarıda belirtilen çeşitli
olumsuzluklara
rağmen,
Türkiye’nin
bu
hedefleri 2015 yılına kadar başarabileceği ve
hatta aşabileceği tahmin edilmektedir.
BM Genel Sekreterliği’nin her sene düzenli
olarak
yayımladığı
Binyıl
Kalkınma
Raporlarının sonuncusu 2007 yılı içinde
yayımlamıştır. Bu raporda çeşitli gelişmelerin
yaşandığı belirtilse de, daha katedilecek çok
yolun olduğu belirtilmiştir. Rapor, ilk olarak
Binyıl Kalkınma Hedefleri doğrultusunda elde
edilen bazı başarılardan bahsetmektedir.
Örneğin, 1990-2004 yılları arasında mutlak
yoksulluk içinde yaşayan insan nüfusunun
dünya nüfusuna oranının 1/3’ten 1/5’e düştüğü
belirtilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde
1991’de % 80 olan ilköğretime kayıt oranının,
2005’te
%88
olarak
gerçekleştiği
vurgulanmıştır. Kadınların parlamentoda temsil
oranının yavaş bir düzeyde de olsa yükseldiği
belirtilmiştir. Aynı zamanda, çocuk ölümlerinin
bir miktar azaldığı ve sıtma gibi bulaşıcı
hastalıklarla
mücadelede
yararlanılan
yöntemlerin yaygınlaştırıldığı açıklanmıştır.
Bununla birlikte rapor, mevcut sorunların ve
başlıca engellerin üzerinde durup, özel önem
verilmesi gereken konuları gündeme taşımıştır.
Raporda,
hedeflerin
gerçekleştirilmesi
açısından en sorunlu bölgenin Sahra-altı Afrika
14
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
ülkeleri olduğu belirtilmiştir. Genç nüfusa
yönelik yaratılan iş fırsatlarının azlığı, cinsiyet
eşitsizlikleri, gelir dağılımındaki dengesizlik,
hızlı ve plansız şehirleşme, ormansızlaşma,
artan su kıtlığı, uygun sağlık koşullarına
erişimdeki
yetersizlik
(Binyıl
Kalkınma
Hedeflerine çerçevesinde, 2005-2015 arasında
1 milyar 600 milyon kişinin yeterli düzeyde
sağlık koşullarına ulaştırılması gerekmektedir),
HIV gibi bulaşıcı hastalıkların yaygınlığı
(örneğin 2006 yılında sadece AIDS’ten dolayı 2
milyon 900 bin kişi hayatını kaybetmiştir)
başlıca sorunlar olarak vurgulanmıştır.
Sonuç olarak, uluslararası toplum 2000’li yıllar
ile birlikte küresel düzeyde var olan sorunları
tespit etmiş ve bu sorunları çözmek için gerekli
çabaları 8 hedef altına toplamıştır. 2007 yılı
itibariyle bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için
belirlenen 2000-2015 yılları arasındaki süreci
kapsayan 15 yıllık dilimin tam ortasında
bulunmaktayız. Bu doğrultuda, ülkelerin
kalkınma stratejilerini bu 8 hedefi göz önünde
bulundurarak hazırlamaları; özellikle G-8 ve AB
ülkeleri dahil olmak üzere, gelişmiş ülkelerin
gelişmekte olan ülkelere destekte bulunmaları
ve aynı zamanda uluslararası örgütlerin ve sivil
toplum kuruluşlarının devletler ile işbirliği içinde
çalışmaları bu hedeflerin gerçekleştirilmesinde
yeni ufuklar açacaktır.
MALTA VE GÜNEY KIBRIS RUM YÖNETİMİ 2008’DE AVRO ALANINDA
21 Haziran 2007 tarihinde Brüksel’de toplanan AB liderleri, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve
Malta’nın 1 Ocak 2008 tarihi itibariyle 13 üyeli Avro alanına dahil olmalarına yeşil ışık yaktı. AB
liderleri, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Malta’nın Avro’yu kendi para birimleri olarak kabul
edebilmeleri için gerekli tüm uyum kriterlerini ve yasal yükümlülükleri yerine getirdiklerini
belirterek, bu ülkelerin 1 Ocak 2008 tarihinden itibaren Avro alanının bir parçası
olabileceklerini belirtmiştir. Bu doğrultuda, 10 Temmuz 2007’de toplanan AB Maliye Bakanları
da bu yönde karar almış ve iki ülkenin para birimlerinin Avro’ya sürekli dönüşüm oranını
belirlemiştir (Malta lirası için 0,4293; Rum Yönetimi için 0,585274). Bu karar aynı zamanda Avro
alanına iki ülkenin aynı anda dahil olmaları açısından tarihte bir ilki temsil etmektedir. Avro
alanına en son olarak Ocak 2007’de Slovenya dahil olmuştu.
15
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
İRLANDA “BAŞARI HİKAYESİ”: SÜRDÜRÜLEBİLİR Mİ?
HÜLYA SOYLU AB Uzmanı
İrlanda
1980’lerde
ekonomik
gerileme
yaşadıktan sonra birtakım atılımlar yapma
yoluna gitmiş ve AB’nin en zengin ülkeleri
grubuna
dahil
olmayı
başarmıştır
(Lüksemburg’tan sonra ikinci sırada yer
almaktadır).
Yaşanan
değişim
yabancı
yatırımcıları etkilemiş ve doğrudan yatırımlar,
servet arttırımı ve ihracat en üst seviyelere
tırmanmıştır. Ancak, bu değişimin getirdiği
birtakım sosyal sonuçlar, olumsuz sinyal
vermeye başlayan bazı makroekonomik
göstergeler, uluslararası piyasada rekabet
edebilirlik düzeyinde gerilemeler başarının
“sürdürülebilirliği” konusunda endişelere sevk
etmektedir.
İlk olarak yaşanan değişimlere baktığımızda
Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) içerisinde
kamu sektörünün ağırlığının, 1980 yılında
%50 düzeyinden 2007 yılında %34 düzeyine
düştüğünü görmekteyiz. Aynı şekilde,
ülkenin
büyüme
performansı
%5’in
üzerinde gerçekleşmektedir. Büyümede
ihracatın önemli bir payı bulunmaktadır.
İhracatın %80’i ve işgücünün %29’u hizmetler
sektöründe yer almaktadır. Ekonomi, ihracatın
yanısıra hanehalkı tüketim harcamaları ve
inşaat sektörüne yatırımdaki artışlarla da
i
canlılığını sürdürmektedir.
İrlanda’nın
gösterdiği
ekonomik
performans, hem iç hem dış faktörlerin
yardımıyla gerçekleşmiştir. Küresel faiz
oranlarının ve enflasyonun düşmesi ve düşük
reel faiz oranlarına Avro bölgesine katılım da
eklenince, ülkede son derece olumlu bir yatırım
ortamı doğmuştur. Söz konusu ortam, mali
politikalar ve yabancı yatırımı teşvik edecek bir
sanayi politikası ile yoğun bir şekilde
desteklenmiştir. İrlanda modeli, diğer ülkelerde
gördüğümüz
modellerden
farklılıklar
göstermektedir. Şöyle ki, gelişmiş ülkeler
eğitim ve teknolojiyi geliştirmeye odaklı
araştırmaya yatırım yaparken, diğer taraftan da
ağır vergi yükü ve karmaşık bir kamu hukuk
sistemini getirmektedir.
İrlanda ise, vergi oranlarında önemli ölçüde
indirime gitmiştir. Gelir vergisi oranı 1985’te
%65 iken; 2007 itibariyle bu oran %42
düzeyindedir. 1999 yılında sermaye kazançları
üzerindeki vergi oranı, %40 düzeyinden %20
düzeyine indirilmiştir. İrlanda’nın başarısında
en kilit nokta, iş kesimi için yaratılan vergi
kolaylıklarıdır. 1980 yılında, İrlanda imalat
sektörü için şirketler vergisi oranını sadece
%10 olarak belirlemiştir. Söz konusu oran, ileri
teknoloji, finansal hizmetler ve diğer sanayileri
de kapsam dahiline almıştır. Son zamanlarda
da, İrlanda tüm şirketler için tek oranlı vergi
uygulaması getirerek, şirketler vergisi oranını
%12,5 olarak belirlemiştir. İmalat sektörü için
%10 oranı, 2010 yılına kadar uygulanmaya
ii
devam edecektir.
Diğer
makroekonomik
göstergelere
bakıldığında ise faiz oranları, 2006 yılı
başında %2 düzeyinde iken; bu yıl %3,25
düzeyine yükselmiştir. Artışın devam
etmesi beklenmektedir. Aynı şekilde,
enflasyon yukarıya doğru gitme eğilimi
göstermektedir. Ortalama Tüketici Fiyat
Endeksi
(TÜFE),
%5’ler
düzeyinde
bulunmaktadır. Bu oran, konut, su, elektrik ve
gaz giderlerinin artması ile desteklenmektedir.
Ancak, AB’de dikkate alınan Harmonize
Tüketici Fiyatları Endeksi hesaplandığında söz
konusu oranın daha düşük olduğu ve endişe
konusu olmaktan çıktığı görüşleri de dile
iii
getirilmektedir.
Burada
sorulan
temel
2
soru
bulunmaktadır: İrlanda hızlı ekonomik
büyümesini sürdürebilecek midir?, toplum
bu gelişmeden kazanç sağlayabilecek
midir?
İrlanda’nın
ekonomik
büyümesinin
sürdürülebilirliği
konusunda
şüpheler
bulunmaktadır. Şöyle ki; genel olarak yurtiçi
sanayi “durgunluğa girmiş” durumda iken;
16
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
inşaat sektörünün fazla ısınması ve bunun da
enflasyonu
tetiklemesi
söz
konusudur.
Enflasyon
düzeyi,
özellikle
emlak
piyasasındaki
farklılık
gösteren
artışlar
nedeniyle
AB
ortalamasının
üstünde
seyrederek kaygı verici bulunmaktadır. İrlanda,
Avro alanına dahil olmasından dolayı fiyat
artışlarını engellemek amacıyla, faiz oranı
artırma gibi bir para politikası enstrümanına
sahip bulunmamaktadır. Bu nedenle İrlanda,
yeni vergi politikaları ve kamu harcamaları
projelerinin
zamanlamasında
değişiklikler
yaparak
enflasyonla
mücadele
etmeye
çalışmaktadır. Öte yandan, İrlanda sanayisi
pek çok zorlukla karşı karşıyadır. Ülkede
faaliyet gösteren çok uluslu şirketlerle
karşılaştırıldığında,
yerli
şirketlerin
çalışanlarına daha az ödeme yaptıkları, daha
yavaş büyüdükleri ve Ar-Ge’ye çok daha az
yatırım yaptıkları ifade edilmektedir. Ancak,
çoğu şirket hali hazırdaki portföyünü ve
hizmetler
sektörü
kazançlarını
devam
ettirmekte ve farklı bir yol izlemek için herhangi
bir
neden
görmemektedir.
Hükümetin
ekonomik büyüme ve sermaye yaratımının
devam edeceğine dair beklentileri bir şekilde
sınırlaması gerekmektedir. Buna ilaveten, 2007
Dünya Rekabet Edebilirlik Yıllık Raporu’na
göre, İrlanda rekabet edebilirlik açısından 2006
yılında aldığı 11. sıradan bu yıl 14. sıraya
düşmüştür. Söz konusu raporda rekabet
edebilirlik derecesinde dikkate alınan 4 temel
kriter bulunmaktadır: Ekonomik performans,
hükümetin etkili olma durumu, iş etkililiği ve
altyapı. Verimlilik artış düzeyi, yüksek
maliyetleri karşılayamamaktadır. Ortalama
ücret artışı %5’ler düzeyinde iken, verimlilik
artışının %1’lerin altında olması sürdürülebilirlik
iv
problemini ortaya çıkarmaktadır.
Toplumsal sonuçları açısından bakıldığında,
sağlanan başarının bazı yönlerden zayıf
olduğu görülmektedir. Birleşmiş Milletler’in
raporuna göre ülke, İnsani Gelişim Endeksi
(yaşam
beklentisi,
eğitim
ve
yaşam
standartlarını içeren yaşam kalitesine ilişkin
ölçüm yöntemi) açısından 177 ülke arasında 4.
sırada yer almaktadır. Ancak, bu genel durum
ekonomik başarının getirdiği bir durumdur ve
ekonomik başarı sosyal eşitsizlikleri gidermede
yetersiz kalmıştır. Fakirliğin azaltılması,
cinsiyet eşitliği açısından ülke, çok daha aşağı
sıralarda yer almaktadır. Sağlık harcamaları,
diğer
Avrupa
ülkelerine
göre
düşük
seviyededir. Hollanda ve Danimarka gibi
Avrupa ülkelerinde kamu harcamalarının ve
vergi gelirlerinin GSMH’ye oranı yüksek
düzeydedir;
çünkü
kamu
harcamaları
küreselleşmenin olumsuz etkisini gidermek için
kullanılmaktadır. İrlanda’da uygulanan salt
piyasa ekonomisi yaklaşımı, küreselleşmenin
olumsuz etkileri arttıkça eleştiri almaktadır. Bu
nedenle, İrlanda ekonomisinin değişimi çarpıcı
olmuştur; ancak, aynı durum sosyo-ekonomik
v
gelişim açısından söylenememektedir.
Sonuç olarak; küçük, dışa açık bir ülke olarak
İrlanda’nın birtakım atılımlar yaparak gösterdiği
yüksek ekonomik performans yadsınamaz bir
gerçektir. Ancak, ülkenin sağladığı ekonomik
başarının
birtakım
olumsuz
toplumsal
sonuçlarını bertaraf etmede yetersiz kaldığı
gözlenmektedir. Buna
ilaveten, rekabet
edebilirlik seviyesinde gerilemeler ve yüksek
enflasyon, başarı hikayesinde bazı soru
işaretleri bırakmaktadır. Söz konusu durumun,
İrlanda hükümeti programlarında da ele
alındığı
görülmektedir.
Önümüzdeki
dönemlerde, sorunların aşılıp aşılamayacağına
hep birlikte tanık olacağız.
17
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
BÜLTEN
i
CIA, The World FactBook- Ireland, July 2007 (https://www.cia.gov/library/publications/the-worldfactbook/geos/ei.html, 23 Temmuz 2007)
ii
Edwards,
Chris,
“Emerald
Miracle”,
National
Review
Online,
16
March
2007
(http://article.nationalreview.com/?q=NzUzMzA0N2UxM2E0MTg4Mzk5YmI1Zjk3YzU4ZGVlZmE=,
23 Temmuz 2007)
iii
Verhulst, Eric, “Warning to Brussels – Don’t be seduced by the Nordic model and other stories on
Ireland's Miracle”, European Policy, 9 June, 2007
(http://www.workforall.org/drupal/?q=en/node/103, 23 Temmuz 2007)
iv
O’Sullivan, Michael J, “Why Ireland’s economic miracle isn’t a global model yet”, Europe’s World, Spring
2007, s2. (http://www.europesworld.org/)
v
O’Sullivan, 2007, s. 3
AB PARLAMENTOSU ÜYELERİ MALİ HİZMETLER POLİTİKASI İÇİN ÖNCELİKLER
OLUŞTURDU
Komisyonun çıkardığı Beyaz Kitap’a karşılık AB Parlamentosu 11 Haziran 2007’de pazar
konsolidasyonu, perakende hizmetleri ve hedge fonları (Yüksek Riskli Yatırım Fonları) gibi
birliğin gelecekteki mali hizmetler politikasıyla ilgili bir rapor hazırladı. Bankacılık, takas ve
hesaplaşma, hedge fonları ve ödeme sistemleri politik önceliklere sahip konular olarak yer
aldı.
Beyaz Kitap, uygulama, yürürlüğe koyma ve denetim yakınlaşması konularına odaklanarak
sanayinin dinamik konsolidasyonu üzerine vurgu yapmaktadır.
• Pazar konsantrasyonu
Parlamento özellikle kredi derecelendirme kuruluşları ve denetim firmaları tarafından birçok
firmaya verilen üst segment mali hizmetlerde oluşan yüksek pazar konsolidasyonuna yönelik
endişelerini dile getirmektedir.
• Perakende Mali Hizmetler
Rapor, daha bütünleşik olan toptan piyasalarla karşılaştırıldığında perakende hizmetlerde
daha fazla sınır ötesi engellerin olduğunu kabul etmektedir. Buna karşın uyumlaştırmanın “her
ölçüye aynı beden” yaklaşımına karşı çıkmaktadır.
• Hedge Fonları
Rapor hedge fonları ve girişim sermayesi gibi alternatif yatırım araçlarının pazarda likidite ve
çeşitlilik sağlaması açısından olumlu etkiye sahip olduğunu kabul etmektedir.
18
T.C.
MALİYE BAKANLIĞI
AB VE DIŞ İLİŞKİLER DAİRESİ BAŞKANLIĞI
İlkadım Caddesi No:2 Kat:6 06450 Dikmen/ANKARA
Telefon: (312) 415 23 38
Faks: (312) 417 11 72
e-posta: [email protected]
http://www.maliye-abdid.gov.tr/
© 2007 T.C. Maliye Bakanlığı
Tüm hakları saklıdır.

Benzer belgeler