Tavır Dergisi 131. sayısını pdf formatında görmek için tıklayınız
Transkript
Tavır Dergisi 131. sayısını pdf formatında görmek için tıklayınız
t av ı r hazi r ant emmuz2013 k ü l t ü rs a n a t y a ş a mı n d a ı s s n1 3 0 3 9 1 1 32 0 1 3 / 0 6 0 7s a y ı : 1 3 12 . 2 5T L( KDV’ l i ) b ud a h ab a ş l a n g ı ç . . . 01 merhaba_sablon 7/15/13 3:13 AM Page 9 Merhaba Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Genel Yayın Yönetmeni Gamze Keşkek Sorumlu Yazıişleri Müdürü Yeliz Yılmaz Yayın Danışmanı Veysel Şahin Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Paşa Mah. Mektep Sk. No: 4-B Okmeydanı - Şişli - İstanbul Tel: (212) 238 81 46 Fax:238 82 49 e-posta: [email protected] www.tavirdergisi.org Ankara İdilcan Kültür Merkezi Eski 1. Cadde 636. Sk. No: 207/2 Tel: 0 541 336 65 37 Hesap no (TL) 1042-0596147 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST Hesap No (EURO) 1042-0129062 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST Fiyatı (DÖVİZ) Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro İsviçre: 7,5 Frank İngiltere: 4 Sterlin Posta Çeki Hesap No Selma Altın 515 72 82 Baskı Ezgi Matbaa Sanayi C. Altay Sk. No: 10 Çobançeşme/İstanbul Tel: (0 212) 452 23 02 Yayın Türü: Yerel Süreli Umudumuz hep vardı... Devrimciler hiçbir zaman umutlarını yitirmedi. “Umut, fakirin ekmeği” misali, halkın ekmeği de oldu, geleceği de. Devrimciler yıllar boyunca halka gitmeyi, halka ısrarla, yılmadan anlatmayı, halka bu ekmeği vermeyi hep görev bildiler. Şimdi görüyoruz ki, anlatılanlar boşa değil, verilen emekler boşa değil. Ödenen bedeller, göze alınan ağır yaşam koşulları, uğruna ölünen idealler boşa değil. İşte Ethem, işte Abdullah, işte Mehmet, idealleri için öldüler. Orada vurulan herhangi birimiz olabilirdik. Hepimiz oradaydık, yanımızdaki vuruldu biz yola devam etme cüretini gösterdik. İşte böyle yüce bir direniş... İşte şimdi koskoca bir halk direndi aynen bizim gibi. Direndi aynı bedelleri göze alarak, coşkusunu hiç kaybetmeden. Direnişini mizahla taçlandırarak zalimin yüreğine korku salarken, bir yandan da ideolojik olarak egemenlerin düşüncesinin, üretkenliklerinin, ufuklarının nasıl kof olduğunu ortaya çıkardı bu halk. Herkesin birbirinden öğrendikleri var artık. Ön yargılar kırılıyor. Halkın çeşitli, farklılıklar taşıyan kesimleri şimdi ortak noktada buluşmanın yollarını zorluyor ve bir kültür oluşuyor. Bir toplumsal bilinç değişimi yaşanıyor. Tarihi bir dönemeçten geçiyoruz. 21.yüzyıl ayaklanmalar yüzyılı olacak dedi devrimciler yüzyıllar öncesinden bugüne uzanan bir sesle adeta. Bütün çekilen acılardan hesapları soracağız bir bir. Şimdi dünya halkları dört bir yanda ateşler yakıyor, Gezi direnişini, Taksim ayaklanmasını alkışlıyor, selamlıyor. Direniş dünyanın her yerinde aynı. Halkın kullandığı yöntemler, yaratıcılığı devreye giriyor. Demek ki; bir halk tüm duygu ve düşüncesiyle devrime yöneldiğinde bütün güçler onun hiddetinin ve coşkusunun karşısında eğilmeye mahkum oluyor. Görüyoruz işte, bir halkın aynı düşündüğünde, birlik olduğunda ortaya çıkardığı enerjiyi. Yazılan duvar yazılarından, internetten yaygınlaşan cümlelere kadar, atılan sloganlardan, barikatlarda, çatışmalarda kullanılan yöntemlere kadar, hem psikolojik olarak, hem ideolojik olarak egemenlere çoktan galip geldi. Bir halk sahaya indi, kapitalistler, sömürücü asalaklar yürekleri hoplayarak izliyor. Bu sayımızı Taksim Ayaklanması’na ayırdık. Haziran sayımızı Temmuz sayımızla birleştirerek, bu sayıyı “Haziran-Temmuz 2013” olarak çıkarıyoruz. Bir sonraki sayımızda görüşmek dileğiyle. Dostlukla... 02 icindekiler_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:15 AM Page 30 3 4 7 10 15 16 17 18 19 21 24 25 27 29 DEĞERLENDİRME levent karakaya bize her yer taksim DENEME hüsnü yıldız gaz bombaları altında taksim direnişi DEĞERLENDİRME sinan gümüş damla damla biriken, dalga dalga yayılan taksim direnişimiz DENEME hüsnü yıldız tarihe tanıklık eden meydanlar MAKALE selin toprak gaz bombosı KELİMELERİN DİLİ işte gerçek çapulcu, işte gerçek marjinal deniz ekin ELEŞTİRİ erdal özkaya halk kapına dayandı, hesap vereceksin DEĞERLENDİRME serhat soylu ayaklanmanın sanatçılara öğrettikleri DENEME ümit ilter sana bin teşekkür DEĞERLENDİRME vahit çapa futbol taraftarları akp faşizmine karşı birleşti DENEME devrim savaş şiddete meyilimiz faşizmdendir İZLENİM deniz ekin dayanışmanın günü DENEME gürhan torun adalet dediğin ekmek su misali ÖYKÜ hazal kara oysa şimdi meydanda 31 33 34 38 39 40 44 45 48 50 51 54 56 58 60 64 RÖPORTAJ tavır halk ne diyor? MEKTUP tekirdağ 2 no’lu f tipi hapishanesi-özgür tutsaklar merhaba sevgili berkin ELEŞTİRİ güzin ergenç “halk için emniyet adalet için hizmet”, kalsın istemez... AÇIKLAMA grup yorum suriye halkının yanındayız ŞİİR nazım gerileyen türkiye DİRENİŞTEN KARELER DEĞERLERİMİZ deniz ekin fedakarlık İZLENİM m. selim karayel ırkçılığa karşı tek ses tek yürek DENEME sevim meşe bir türküdür haziran’da ölmek DENEME tavır okuru adalılara baskın var yine MAKALE mehmet esatoğlu nazım olmak da kolay değil ANI nergis yiğit selam olsun idil’e DEĞERLENDİRME fazıl aktaş herhangi bir ülkede herhangi bir toplantı KİTAP fazıl aktaş tütün 1-2 SİNEMA hasan bakır çayırların türküsü: gada meilin HABER 03 her yer taksim_sablon 7/15/13 3:16 AM Page 3 değerlendirme değerlendirme bize her yer taksim levent karakaya Bir türkü başlar, direnişler içinde harmanlanan… On yılların, yüz yılların birikmişliği ve bilgeliğiyle. Sarar bütün dinleyenleri ve milyonların korosuyla, büyülü ezgisiyle güçlü bir haykırışa dönüşür. Öfkesidir söyleyenlerin, yaşanmışlıklarıdır, çektikleri acılardır, yapmak isteyip yapamadıkları, söylemek isteyip söyleyemedikleri, uğruna hapisler yatıp, ölümleri göze aldıkları bir türküdür. Bugün bu türkünün adı Taksim’dir. Bu türkü milyonların türküsüdür. Bazılarının “çapulcu, marjinal” dediği milyonlardır. Bu türkü için gözler kaybedilir, kollar-bacaklar sakat kalır, ölüler verilir toprağa, kafalarda mermiler uçuşur, nefesler gazlarda boğulur… Çünkü bu türkü yasaklı türküdür. O kadar ki; bunu yasaklayanların kudretleri o kadar tükenmiştir ki korkularından ne çare bulacaklarını şaşırırlar. En büyük korkuları, bunu duyanların hep beraber söylemek istemesidir. Ve korkulan olur… Bunu bir kez söyledin mi, hep söylemek istersin. İşte biz o gün orada milyonlar olup hep birlikte yasaklı türküleri söyledik. Birbirimizin gözlerinin içine bakarken, barikatlar ortasında omuz omuzaydık. Direniş herkese öğretti, birlikte kardeş- çe düşmana karşı nasıl savaşılır? Vurulurken illa ki birinin ellerine düştük, omzuna yaslandık. Ama hiç coşku ve umudumuzu yitirmedik. Faşizm önümüzde diz çökerken bir yandan da korku duvarları yıkılıyordu. 31 Mayıs gecesi, Anadolu’nun tüm acıları, dertleri birikip öfke oldu, sımsıkı bir yumruk gibi savruluyordu yasakçılarının, sahte demokratlarının, ağlak yöneticilerinin, yalancı valilerinin, işbirlikçi başbakanının üstüne. Her yumrukta deliye dönüyorlar, onlar deliye döndükçe daha çok saldırıyorlar, saldırdıkça, halkın barikatı daha yükseklere kuruluyordu. En aşılmaz barikat oluyordu. Çünkü ellerinde sorunları çözecek ilaçları yoktu, tek bildikleri daha fazla saldırmaktı. Bu da “son”u işaret ediyordu. Halkın öfkesi ise; bir yandan büyük bir coşkuyla, umutlu direnişe dönüşürken, bir yandan da mizahıyla, yaratıcılığıyla ilkler yaratıyordu. Dünyanın her yerinin buradan öğrenecekleri vardı. Şimdi konuşsun bakalım,“bu halktan adam olmaz” diyenler. Gençlerimizi “işe yaramaz” ilan edenler. Bütün umutlardan ümidini kesenler. 90’larda Sovyetler’in yıkılışıyla birlikte “sosyalizmin bittiğini” ilan edenler. Biten nedir, yoksa sizin ideolojiniz mi?.. Umut nedir, öfke nedir? Bunları bir daha tanımlasınlar. Şimdi yaklaşık 20 gün süren Taksim Meydanı direnişinin sonrasında arta kalan neydi dediğimizde… Halk hala her gün sokaklarda. Tencere tava, ışık söndürmeleriyle katılıyorlar eyleme. Ekmek, adalet ve özgürlük için yollara dökülüyor, sokakları dolduruyor, parklarda buluşuyor, geleceklerini tartışıyor, hesap soruyor, hesap sormak istiyor, adalet istiyor. Herkes bir şeyler yapmak istiyor ve bir şeylerin değişmesini istiyor. İşte bu talepler ortaklaşıyor ve somutlaşıyor. Şimdi ülkenin parklarında, mahallelerinde halk toplantıları yapılıyor ve düzenli yaratıcı eylemler devam ediyor. Bir bilinç değişiminin eşiğinden geçtik. Herkes öğrendi Taksim’den, ayaklanmadan. Yaşlısı gencinden, genci çevrecisinden, çevrecisi devrimcisinden, devrimcisi halktan… Halk, talepleri kabul edilene kadar peşini bırakmayacak davasının. Böyle öğrenecek milyonlar, örgütlü davranmayı, hakkını zorla almayı. Devrimcilerin yöntemleri, yarattıkları gelenek şimdi tüm halkta yansımasını buluyor. Bir türkü başladı, direnişler içinde harmanlanan...Ve halk bu türküyü haykırmaya devam edecek! HAZİRAN-TEMMUZ 2013 | TAVIR | 3 04-06 taksim direnisi_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:25 AM Page 4 deneme deneme gaz bombaları altında taksim direnişi! hüsnü yıldız Bir Mayıs gününü Taksim’de kutlamak isteyenler sadece marjinal gruplardı. Halk bu konuda ısrar etmedi ve yapılan eylemlere de itibar etmedi. AKP sözcüleri konumundaki İstanbul valisi, emniyet müdürü, içişleri bakanı, başbakan yardımcıları ve başbakan kendisi koro halinde böyle söylemişlerdi. Utanmaz, arlanmaz, kemik yalayıcı medyada tüm gerçekleri görmezden gelmişti. Hep birlikte, kocaman bir yalandı söyledikleri. Günler öncesinden, her türlü kirli propaganda yapanlar, 1 Mayıs 1977 katliamını emekçilere ve devrimcilere mal edenler, 1 Mayıs günü geldiğinde metro, metrobüs, otobüs, vapur seferlerini gece yarısından önce neden kaldırdıklarını ise hiç açıklamadılar, açıklayamadılar. “Saf ve hiçbir şey bilmeyen” halkın vicdanının buna inanacağını düşündüler. Peki aslında öylemiydi. Nüfusu 17 milyona dayanan yığınla işçiyi, emekçiyi, öğrenciyi, esnafı, işsizi bağrında barındıran İstanbul halkı buna inanmışmıydı. Kentsel dönüşümle evi barkı alınmak istenenlerle, kıdem ve ihbar tazminatları ödenmeden bir sabah kapının önüne konan babalar mı inanmıştı? Böyle olmadığını aradan daha bir ay bile geçmeden acınacak bir şekilde başbakan ve kurmayları öğrendi. 4 | TAVIR | HAZİRAN-TEMMUZ 2013 SABAHIN BİR SAHİBİ VAR SORARLAR BİR GÜN SORARLAR hikmet gelmiş olacak ki ilk defa doğru söylemeye başladılar. Burnundan kıl aldırmayan kibiri ve etrafındaki dalkavuk şakşakçıların pohpohlamasıyla başbakan yine “ben yaptım oldu” dedi. ’Bu eylemler üç beş ağaç işi değil, bunlar ideolojik” dediler. Olmadı başbakan bu kez olmadı. Satın aldığın ya da korkuttuğun burjuva medyanın hiçleri oynayıp, gözlerini tamamen kapatmasına rağmen, 1 Mayıs 2013’ten dersler alarak çıkan malum marjinal guruplar, 1 Mayıs günü kullandığın gaz bombalarının ve biber gazının, yüz misline rağmen her türlü gösteri ve yürüyüş yapmak yasak dediğin Taksim Meydanı’nda karizmanı çizdi. O Taksim Meydanı ki 1 Mayıs’tan beri adalet arayan emekçiye, sanatçıya, öğrenciye muhalif olan herkesin biber gazı ve gaz bombalarıyla işkence edildiği bir yer olarak anılmaya başlanmıştı. Yıldıramadın maalesef kimi zaman günde birkaç kez kimyasal gazla boğmaya çalıştığın “marjinal”leri. Üstelik bir slogan tutturdu ki Taksim alanının sahipleri iktidarın uykusunu kaçıracak cinsten. “HER YER DİRENİŞ! HER YER TAKSİM!” Her yer direniş her yer taksim olunca, Evet, bu eylemler ideolojikti. İdeolojik olarak ezilen, horlanan, dışlanan, aşağılanan, hakları gasp edilenlerin karşı çıkışıydı. Yaşam biçimlerine despotça müdahale edilen küçük burjuvazinin, kentsel dönüşüm aldatmacasıyla büyük rantının olduğu öngörülerek Taksim ve Tarlabaşı bölgesinden sökülüp atılmak istenen yoksul Kürt ve Roman halkının itirazıydı. Simgesel olarak adalet arayışı için toplantı ve gösteri yapılan Taksim ve İstiklal Caddesi’ne sahip çıkanların başkaldırısıydı. İrili ufaklı beş binden fazla kafesiyle, nispeten daha ucuz olduğu için tercih edilen eğlence yerlerine sahip çıkanların hissiyatlarıydı. Son dönemlerde sayısı ve niteliği azalsa da sinemacıları, tiyatrocuları, müzisyenleri, yazar ve sanatçıların yok olmamak için statükoya direnmeleriydi. Bu meydanda müvekkillerinin hakkını savunan avukatların, halk için sanat yapan tiyatrocuların, parasız eğitim hakkı için direnen öğrencinin, örgütlü mücadeleyi seçtiği için tutuklanıp f tipi 04-06 taksim direnisi_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:25 AM Page 5 mapushanelere atılan tüm tutsakların, Taksim 1 Mayıs alanı olsun diye kavgada yaşamını kaybedenlerin başkaldırısıydı. Öyle görkemli bir isyandı ki benzerini hatırlamakta zorlanıyoruz. Bir arada asla olamazlar denilen siyasi gurupların, çeşitli futbol takımı taraftarlarının, etnik ve mezhepsel farklılıkların direniş alanları boyunca nasıl yardımlaşma ve dayanışma içinde olduklarını görünce. Gaza boğulmuş birine birçok el yardıma koşarken, yaralanan bir başkasının boşalttığı yeri ise cesurca bir başkası doldurmak için yarışıyordu. Günlerdir alanı terk etmemesine rağmen İstiklal Caddesi girişinde polisin attığı gaz bombalarını avuçlayıp tekrar onlara göndereni gördüğümüz gibi dizi filmlerin aranan oyuncularından bazılarının ellerinde ki limonlarla barikatların ön saflarında görmek de mümkün. Polisin attığı gaz bombalarının sayısı neredeyse bir yılda kullandığından daha fazla olmasına rağmen direnen kitleye bir adım dahi arttıramıyor. Polisin gaz bombası işkencesi kimi zaman öylesine vahşi bir hal alıyor ki bir dakikada aynı noktaya 36 adet gaz bombası atılıyor. Ana akım medyanın olan her şeye kayıtsız kalmasıyla haberleşme- yi sosyal medya aracılığıyla yapan direnişçiler arasında gaz bombası ile ilgili bilgileri tam çatışmanın ortasında birbirlerine aktarıyorlar. Gaz bombasını ithal eden şirketin ortağı TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in oğluymuş. Kulaktan kulağa bu fısıltı dolaşırken, ‘’ arkadaşlar direnişimiz çok uzun sürerse meclis başkanı gelip saflarımızda yer alabilir.” Bir başka söylem de çok manidar. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad Tayyip’i arayıp ‘’ Ey Tayyip halkına zulmedip dakka dukka etme’’ diyormuş. Saldırının boyutları alabildiğince artınca espriler de uluslar arası boyut kazanıyor. Tabi Obama’da aramış ‘’Tayyip ben bu halkı bölmek için kırk yıldır uğraşıyorum sen üç beş ağaçla nasıl birleştirdin’’ diye azarlıyormuş. Kitlelerin öfkesi büyüdükçe bazen ahlak sınırlarını zorlayan sloganlar da yükseliyor İstiklal Caddesi’ndeki on binlerce insanın ağzından. Saatler ardı ardına sıralanırken, geceyi yeni bir haber direnci ve kararlığı güçlendiriyor. Çok büyük bir kalabalık Kadıköy’den yola çıkıp, Boğaz Köprüsü’nü yürüyerek geçmeye başlamışlar. Kısa zamanda İstanbul’un başta Bakırköy, Beşiktaş ilçeleri olmak üzere birçok noktadan hareketle Taksim’e ulaşmaya çalıştıklarını öğreniyoruz. Yine Gümüş- suyu, Harbiye, Tarlabaşı’ndan alanın zorlandığı haberi yayılıyor. Hemen hemen her noktadan saldırının boyutunun büyümesiyle yaralılar da gaz bulutunun arasından alınıp en yakın hastahanelere götürülüyor. Polis şiddeti gaz bombalarıyla hastahane çevresinde devam ederken, hastahane personeli ve hastalar da bundan nasibini alıyor. Boğaziçi Köprüsü’nü yürüyerek geçip Beşiktaş’a ulaşanlara da polisin orantılı! bir şekilde müdahalesi gecikmiyor. Tüm gece boyunca süren çatışmalarda kararlı bir direniş sergileniyor. Polisin tüm gücüyle direnişi sonlandırmak amacıyla her seferinde şiddetini artırması da bir sonuç vermeyince devlet yetkilileri nihayet öğleye doğru ilk açıklamalarını da yapıyorlar peş peşe. Cumhurbaşkanı, başbakan, iç işleri bakanı, bakanlar, vali hep bir ağızdan itidal çağrıları yapıyorlar. Polisin varsa orantısız güç kullanımı bunu araştıracaklarını, sorumluların cezalandırılacağını, yanlış anlaşılmaların olduğunu, niyetlerinin AVM yapmak olmadığını utanmazca tekrarlıyorlar. Polisi alandan çektiklerini, Gezi Parkı’na girişlerin serbest bırakıldığını, vatandaşın zarar görmemesi için gerekeni yapacaklarını, şiddeti tasvip etmediklerini, amaçlarının sadece marjinal grupların provakasyonunu engellemek olduğunu tekrarlıyorlar. Aslında söylemek istediklerini özetlersek; “DİRENİŞİN GÜCÜNE VE DİRENİŞÇİLERE SAYGI DUYUYOR , BOYUN EĞİYORUZ, ISRARINIZDA DEVAM EDERSENİZ AVM FALAN DA YAPMAYIZ YETER Kİ BİZİ AFFEDİN HER ŞEY ESKİSİ GİBİ DEVAM ETSİN” Söylediklerinin açılımı tamamen bu. Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak istemiyorlar. HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK TAYYİP! HAZİRAN-TEMMUZ 2013 | TAVIR | 5 04-06 taksim direnisi_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:25 AM Page 6 Bu yazı yazılırken Gezi Parkı eyleminin rini aynı ölçüde yakmaktadır. Artaltıncı, polisin faşizanca müdahalesi- vin’deki, orman köylüsü ile Bergama’daki köylünün ortak noktası yediknin ikinci günü. leri gazlı dayak ile kaybettikleri cennet DALGA DALGA GELİYORUZ BARİKA- ormanlarından başka ne ki. Kürt bölgelerindeki sigortasız, güvencesiz TIN ARDI VATANDIR.. mevsimlik işçiler ile Zonguldak’taki . Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Muğla, maden göçüklerinin altında kalan Eskişehir, İzmit, Bursa, Trabzon, Rize, Di- emekçinin bir farkının olmadığı gibi, yarbakır, Van, Dersim başta olmak yurdumuzun neredeyse her bölgeüzere 48 şehirde, “Her yer Taksim, her sindeki bu ortak kaderler olarak bilinen yer direniş” şiarıyla polisin Taksim’i gerçekler kabına sığmamaktadır artık. aratmayacak şekildeki gaz bombaları- Birileri, yani AKP yöneticileri, her dem na, biber gazı çeşitlerine karşı sokak- din vurgusu yaparken yoksul halka, larda geceli gündüzlü direnişlerine işin rant kısmını kendi ceplerine indirdevam etmekteler. Her şehirden yüz- mekten de geri durmuyorlar. Her taşın lerce yaralı ve sayıları binleri bulan göz- altında altın aramak sevdasıyla satmaaltı haberleri gelmekle birlikte direniş dıkları orman kalmamış gibi Taksim gücünden bir şey kaybetmiyor, daha gibi büyük bir nufus yoğunluğunun olda büyüyor. Bu kadar birbirinden uzak duğu yerdeki üç beş ağacı keserek kentin ortak isyanı faşizmin dayatma- AVM yapmak istemelerinin sebebi larının tahammül edilemeyecek ka- para hırsından başka nasıl açıklanabidar yaygın olmasından. Karadeniz’in, lir ki. Tüm bu doğa katliamlarını yaparderesine sahip çıkmasına sıkılan biber ken şanlı bir ecdattan bahsedip din gazı ile gaz bombasının dumanı, Der- vurgusu da yapmayı ihmal etmiyorlar. sim’deki Munzur vadisi insanın ciğe- BİR MİLYON ALTI YÜZ BİN ağacı kese6 | TAVIR | HAZİRAN-TEMMUZ 2013 rek üçüncü köprü ve yol güzergahını açıklarken köprü adının Yavuz Sultan Selim olduğunu söylüyorlar. BU HALK SİZE UTANMAYI ÖĞRETEMEZSE SİZDEN HESAP DA SORACAKTIR.. Kimlerden mi? Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, işadamları, bürokratlar yani 1.600.000 ağaçtan nasiplenen herkes. Her, Ya Allah Bismillah deyip halkın inançlarını kullanan, bir yerlerin ya açılışını yapan ya da temelini atan, attıkça zenginleşen, zenginleştikçe kendilerine oy verenleri aşağılayıp horlayan, yoksullaştırdıklarını sadaka kültürüne alıştıran, en nihayetinde fakirden nefret ettiğini yaşam tarzıyla belli eden bu din sömürücüleri saldırılardan sonra henüz hiç konuşmadılar. 07-09 damla damla_sablon 7/15/13 3:29 AM Page 7 değerlendirme değerlendirme damla damla biriken dalga dalga yayılan taksim direnişimiz sinan gümüş Her şey Gezi Parkı'nın yıkılıp yerine bir AVM dikileceği açıklanınca başladı. Şehir plancılarının buna itiraz etmesi bir işe yaramıyordu. Ne yapılırsa yapılsın, ne söylenirse söylensin, iktidar orayı yıkacağız diyor, başka bir şey demiyordu. Buna karşı eylemler başladı. İstanbul'un orta yerinde, şehrin göbeğinde adeta tek yeşil alan burası kalmıştı. Tayyip Erdoğan bırakın İstanbul'un içini, şehrin dışında bile doğru dürüst yeşil alan bırakmamıştı. Hatta 3. köprü inşaatı ile yine devasa ormanlık alanlar yok edilecekti. İstanbul dışında da ne dere kalmıştı, ne sahil, ne orman. Akarsular, dağlar, sahiller, ormanlık alanlar ya koca koca şirketlere satılıyordu, ya emperyalist ülkelere. Satılmayan alanlara da HES'ler, barajlar yapılıyordu. Yani bu iktidar kadar vatan toprağını yağmalayan başka bir iktidar gelmemişti. Bu satış ve yağma işini o kadar sıradanlaştırmışlardı ki, gözleri hiçbir şeyi, hiçbir protestoyu görmüyordu. HES'lere karşı yapılan protestoları görmezden gelen, kentsel dönüşüm adı altında evlerinin yıkılmasına, topraklarının talan edilmesine karşı direnenlere aldırış etmeyen Tayyip Erdoğan, Gezi Parkı'nın yıkılmasına karşı yapılan protestoları da görmedi. Bu protestoyu yapanları da azarladı, aşağıladı, küçümsedi. Tıpkı kendisini eleştiren işçiye 'ananı da al git' demesi gibi, tıpkı hakkımızı alana kadar sokaklara dökülürüz diyen memurlara 'nereye dökülürlerse dökülsünler' dediği gibi. Gezi parkı için de 'hiç kimse kusura bakmasın, oraya AVM yapılacak' diyordu. Memleketin her karış toprağını babasının malı sanan Erdoğan, şehrin haziran-temmuz 2013 | taVir | 7 07-09 damla damla_sablon 7/15/13 3:29 AM Page 8 merkezindeki bu son yeşil alanı da yok etmek, orayı da bir rant kapısına çevirmek için kararlıydı. Rahat konuşuyordu. Çünkü yaptığı her şeyin yanına kar kalacağından emindi. Yıllardır halka uygulamadığı zulüm kalmamıştı. Ve halk hiçbir şey demiyordu. Halka meydanları yasaklıyor, basın açıklamalarını yasaklıyor, yürüyüşlerini engelliyordu. Ülkeyi gaz bombasından geçilmeyen bir cehenneme çevirmişti. İnsanları komplolarla göz altına almayı, tutuklamayı rutin bir uygulamaya dönüştürmüştü. Kendisi dışındaki her sesi zor kullanarak yok etmeyi adet haline getirmişti. Hastalanan tutukluları hapishanelerde katlediyordu. Kendisi gibi yaşamayanların dilini, kültürünü, dinini, inancını, yaşam biçimini sürekli olarak aşağılıyor ve sadece kendi istediği inanç ve yaşam biçimlerine hayat hakkı tanıyordu. Herkese, her kesime düşmanca saldırıyordu. Ve bütün bu yaptıklarının unutulup gittiğini sanıyordu. Ancak bu defa evdeki hesap çarşıya uymadı. Bu pervasızlık, halk nezdinde 8 | taVir | haziran-temmuz 2013 öyle bir öfke seli yarattı, öyle büyük bir fırtına kopardı ki, Türkiye ve dünya mücadele tarihine çok özel şeyler kazandırdı. Gezi Parkı’na yapmak istediği müdahale, bu park üzerinden halka açıktan meydan okuması, artık bardağı taşırmıştı. Yıllardır gördüklerini, yaşadıklarını, gözlediklerini biriktiren halk, çıktı sokağa. Gezi Parkı’nı korumak isteyenlere polisler saldırmıştı. Çadırlar yakılmıştı. Park izole edilmişti ve inşaat çalışması da başlamıştı. Halkın tepkisini önlemek için, Taksim’e çıkan yollar polis barikatlarıyla kapatılmıştı. Yine her zamanki gibi “gazla dağıtırız” diye düşünüyorlardı. Ama öyle bir halk deryası aktı ki o gün Taksim’e, hepsi de çatışmak için, Taksim’i ve Gezi Parkı’nı kurtarmak için yeminli… Yüzbinlerce kişi İstiklal Caddesi’ni boydan boya doldurmuş; Harbiye’den gelen ana yolu yüzlerce metre boyunca doldurmuş; Gümüşsuyu, Maçka, Sıraselviler yönle- rinden gelen ana yollarını kuşatmıştı. Taksim halkın kuşatması altındaydı. Bu kuşatmanın ortasında kalan polis, çaresizce gaz bombalarını savurdu halkın üzerine. Taksim’i bu ülke halkından ‘korumak’ için gaz bombalarıyla, ses bombalarıyla, TOMA’larla, plastik mermilerle saldırıyordu polis. Halkın elinde taş ve sapan. Vurdukça vuruyor, vurdukça vuruyordu. Yılların ahıyla vuruyordu. Tayyip Erdoğan’ın yıllar boyu yaptıkları gözünün önüne geldikçe vuruyordu. AKP faşizmine karşı özgürlük için, her geçen gün daha da artan yoksulluğuna karşı ekmek için, yerlerde süründürülen ve yeniden elde etmek istediği adalet için dövüyordu. İktidar ve onun kolluğu neye uğradığını şaşırmıştı. Sabaha kadar yediği dayağın sersemliğiyle, pılını pırtını toplayamadan, ardına bile bakmadan kaçıp gitmişti meydandan. Halkın birleşik, örgütlü gücü karşısında hiçbir güç galip gelemez sözü, bir kez de Türkiye’den ilan edilmişti. 07-09 damla damla_sablon 7/15/13 3:29 AM Page 9 Taksim Meydanı da, Gezi Parkı da halkındı artık. Halkın isyanı ve zaferi, meydanın her karışında kendisini gösteriyordu. On binlerce insan, flamalar, bayraklar, pankartlar, çekilen halaylar, atılan sloganlar, bu zaferin haklı gururunu yansıtıyordu. İnsanlar kendi gücünü görmüş, keşfetmişti. Birbirlerine olan ön yargılarını parçalamışlardı. Bu yanıyla beyinlerde bir devrim zaten yaşanmıştı. Bundan sonra hiçbir şeyin aynı gitmeyeceğinin, iktidarın öyle pervasızca saldıramayacağının farkındaydı herkes. Halkı aşağılamak, küçük görmek neymiş, yediği okkalı şamarla öğrenmişti iktidar. Halk meydana çıkan bütün yolları barikatlarla kapatarak, korumaya aldı. Kendi güvenlik birimlerini oluşturuyordu. Kurallar koyuyordu. Parkın içindeki sahneden her gün şarkılar söyleniyor, filmler izleniyor, paneller düzenleniyordu. Parkı ülkenin birçok aydını, sanatçısı, edebiyatçısı ziyaret ediyordu. Bu düzenin kurulmasında, sağlamlaştırılmasında devrimciler başrolü oynuyordu. Halk, gençler, yepyeni bir yaşam biçimi ile tanıştırılıyordu. Hem bu güzel dayanışmayı korumak, hem parkı korumak, hem bu parktan başlayıp bütün ülkeye dalga dalga yayılan direnişin bütün halkı ilgilendiren taleplerini kazanmak, bütün direnişçilerin ortak duygusuydu. Halka güvenmeyen, kendine güvenmeyen, korkan, ön görüsüz çeşitli sivil toplumcular, reformist hareketler halkın da çok gerisinde kalabiliyor, eylemi bir an önce daraltmanın ve bitirmenin hesabını yapıyordu. Gezi Parkı’nda da yepyeni bir yaşam kuruldu. Yüzlerce çadır iç içe, parkı korumaya almıştı. Binlerce insanı ağırlayan, akşamları dolup taşan parkın da kendi yaşam biçimi şekillenmeye başlamıştı. Ama devrimciler buna izin vermedi. Halka güvenen, halkla birlikte çok şey kazanacağına emin olan devrimciler, parkta ve meydanda kurulan yaşamın ısrarla savunucusu oldular. Ülkenin dört bir yanından halkın yardımları yağıyordu parka. Yiyecekler, içecekler, giyecekler, battaniyeler, çeşitli araç-gereçler, parktakilerin olası polis saldırısından korunması için gaz maskeleri, baretler, gözlükler… Başbakan’la yapılan ve hiçbir somut kazanım elde edilemeden noktalanan görüşmenin ardından, reformistler yine eylemi daraltma ve bitirme hamlesine başvurdular. Bunun üzerine halka danışma, halkla birlikte karar verme kararı alındı. Bir komün kuruldu. Komüne gelen her şey, ücretsiz olarak dağıtılıyordu. Sabah kahvaltısı, öğlen ve akşam yemekleri, günün her saati çay, bisküvi… Hiç kimse ihtiyacından fazlasını almıyordu. Bu kararla birlikte, yine bir ilk yaşandı. Parkın 7 ayrı noktasında forum yapıldı. Parktaki bütün direnişçiler bu forumlardan birine katılarak fikirlerini söylediler ve direnişin geleceğini tartıştılar. Demokrasi en güçlü şekli ile işliyordu. Halk hiçbir müdahaleye maruz kalmadan duygularını ifade ediyordu. Kurulan revirde gönüllü doktorlar, hemşireler, yaralananlara anında müdahale ediyordu. İlaç yönünden oldukça zengindi. Bu forumların tamamından, ezici bir çoğunlukla direnişe devam kararı çıktı. Halk reformizmin, sivil toplumculuğun çok önündeydi. Kendi gücüne güveniyordu. Her gün mahallelerde sokaklara inen yüz binlere güveniyordu. Anadolu’nun bütün şehirlerinde meydanları zapt eden milyonlara güveniyordu. Gezi Parkı artık ülkenin en demokratik taleplerinin kalesiydi. Yıkılamazdı. Yıkılmamalıydı. Tüm direnişçiler bu fikirdeydi. Ve içeride de yapılan yoğun mücadeleler sonucu direnişe devam kararı alındı. Artık 3. hafta bitmek üzereydi. Ve iktidar yine en bilindik yönteme sarıldı; gaz bombası, plastik mermi, TOMA’lar… Gezi Parkı’na ve meydana, kadın erkek demeden, genç yaşlı demeden, çocuk, engelli demeden saldırdılar. Yüzlerce insanı yaraladılar. Ülke genelinde 3 insanı katlettiler. Ve yine bütün ülke yangın yerine döndü. Halk artık umutsuz değil. Halk artık çaresiz değil. Halk artık ön yargılı değil. Gezi Parkı’nın yıkılmasını engelledi bu halk. Ama yetmez diyor. Özgürlük, Ekmek ve Adalet için her gün sokaklara inmeye devam edeceğiz, AKP’nin yaptıklarından hesap soracağız diyor. Bizden çaldığınız meydanlarımızı geri alacağız diyor. Tahliye edilmeyen hasta tutsaklar için, gaz bombasını yasaklatmak için, halkı katledenlerin cezalandırılması için meydanlarda olacağız diyor. Tazyikli sularla ve gaz bombalarıyla halkı durduracağını sananlara da omuz omuza haykırıyor: BU DAHA BAŞLANGIÇ, MÜCADELEYE DEVAM! haziran-temmuz 2013 | taVir | 9 10-14 ülkelerin meydanları_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:30 AM Page 34 deneme deneme tarihe tanıklık eden meydanlar hüsnü yıldız Ülkelerin meydanları vardır tarihe tanık- lışma saatlerinin düzenlenmesi, grev lık eden. Bazen hüznün, bazen sevincin haklarının genişletilmesi öne çıkan tayansımalarını görürsünüz elinizde tari- leplerdi. hi bir kartpostalı olduğunda. İşgal altında 1 Mayıs kutlamaları bağımNiye Taksim’de bunca ısrar, hem de iki sızlık mitinglerine dönüştü. taraftan gelen. 1912 yılında başlayan Balkan Savaşla1 Mayis 1886’da Amerika’da işçiler ‘se- rı ve I.Dünya Savaşı süresince İttihat ve kiz saatlik işgücü’talebiyle bir yürüyüş Terakki yönetimi, ilan ettiği sıkıyönetim yaptılar. Burjuvazi bu yürüyüşe işçilerin ile 1 Mayıs işçi bayramının kutlanmasıüzerine ateş açarak karşılık verdi ve 6 işçi nı ve işçilerin grevlerini yasaklattı. katledildi. 4 işçi önderi ise tutuklandık- 1.Dünya Savaşı’nın ertesinde Mütaretan bir süre sonra idam edildi. İşçilerin ke Dönemi’nde ise (1918-1922) yıllardirenişleri sonucunda 1 mayıs 1889’da dır söz hakkından mahrum olan işçiler tüm dünya işçilerinin birlik, dayanışma, hızlı bir şekilde tekrar örgütlenmeye mücadele günü ilan edildi. O zamanlar başladılar. Bu örgütlenmelerle 1 Mayıs bütün işçiler günde 15, 16 saat çalıştı- kutlamaları tekrar başladı. 1919, 1920, rılıyordu. Bu gün 8 saatlik çalışma koşul- 1921 yıllarındaki 1 Mayıs işçi bayramları uygulanmasa da yasalarda varsa, ları işgal altındaki İstanbul’da bağımsızsendika örgütleri, grev hakkı varsa lık mitinglerine dönüştü. İşgal güçleribunu yıllarca 1 Mayıslar’da mücadele nin yasaklamalarına, yapılacak olan iş eden ve yaşamlarını kaybedenlere borç- bırakmanın askeri suç sayılacağı ve askeri mahkemede yargılanacakları gibi luyuz. tehditlerine karşın 1 Mayıs kutlamalaOsmanlı’da ilk işçi bayramı 1909 tarihin- rına katılımlar yoğun bir şekilde gerçekde Üsküp’te kutlandı. Bulgar, Sırp, Türk leşti. kökenli bir grup işçinin talep ettikleri hakları için yürüyüş yaparak kutladıkla- Yakın tarih sayılabilecek 1921 yılında rı bu bayram Osmanlı’da bir ilk oldu. tersane, tütün, tranvay ve elektrik işçiDaha sonra 1910, 1911 ve 1912 yılında- leri kırmızı atkılarıyla alanlara çıkıp ki 1 Mayıs işçi bayramı farklı etnik grup- kutladıkları 1 Mayıs, tarihin sayfalarına ların katılımı ile başta İstanbul olmak onurla yazılmıştır. 1922, 1923, 1924.. ve üzere Selanik ve bazı Balkan şehirlerin- sonraki tüm yıllarda 1 Mayıs yasaklande kutlandı. Tabii ki bu kutlamalarda mış, kutlamak isteyenler ise tutuklanaaynı zamanda işçiler yönetimden talep- rak kürek cezasına çarptırılmıştır. 1925 lerini dile getiriyorlardı. İşçi hakları ile yılında işçilere mücadelelerinde önilgili yasal düzenlemelerin yapılması, ça- derlik eden Ameli Teali Cemiyeti , Tak- 34 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013 rir-i Sükun Yasası’yla kapatılacak 150 önder işçi de tutuklanacaktı. TKGB'nin 1 Mayıs Beyannamesi 1 Mayıs 1929 Bu seneki 1 Mayıs bütün dünya işçileri ve bütün dünyanın ezilmiş halkı için olduğu kadar Türkiye'nin işçi, köylü ve fakir halkı için de fevkalade ehemmiyeti haizdir. Çünkü İngiltere ve Amerika rekabetinin ışıkları elbette yeni bir emperyalist harbi hazırlamaktadır. Halbuki böyle bir harp her şeyden evvel işçi, köylü ve fakir halkın gençliğini ölüme sürükleyecektir. Yoldaşlar! Birkaç seneden beri ceplerini şişirmek ve zenginleşmek için her nevi soygun sistemini takip eden Halk Fırkası hükümeti artık her sahada işçi, köylü ve fakir halk kitlelerinin aleyhinde yürüdüğünü açıktan açığa göstermektedir. ... Türkiye burjuvazisi, dahili siyasetinde olduğu gibi harici siyasetinde de geniş kitlelere karşı ihanet etmiş ve emperyalizmle anlaşma yolunu tutmuştur. Türkiye Komünist Gençler Birliği (TKGB) her sahada foyası meydana çıkan Türkiye burjuvazisinin bütün bu hareketlerini şiddetle protesto eder. TKGB burjuvazinin bu hareketlerine karşı mücadele için işçi, köylü ve inkılapçı gençliğini kendi bayrağı altına davet eder. (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, c. 6, Ek bölüm, s. 444) Bundan sonraki yıllarda işçi sınıfının önlenemeyen yükselişi karşısında 1 Mayıs 10-14 ülkelerin meydanları_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:30 AM Page 35 günü ülkemizde Bahar Bayramı yalanıyla geçiştirilmeye çalışıldı. Tüm bunlardan da sonuç alınamayınca 1964 yılında Türk – İş “Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası”nın kabul edildiği gün olan 24 Temmuz’u “İşçi Bayramı” ilan ettiler. Tarihe utançla yazılan bu manevralar işbirlikçi düzen sendikacılığının önsözüne de yazılmıştır. 1967 yılında Türk İş’in teslimiyetçi düzen sendikacılığına karşı Devrimci İşçi Sendikaları Konfedarasyonu “DİSK” kuruldu. 1 Mayıs yasal olarak kabul edilmese de Türk İş 24 temmuz’u işçi bayramı olarak kabul ederken DİSK 1 Mayıs’ı işçi bayramı olarak kabul eder ve alanlara çıkmasa da kapalı mekanlarda kutlamayı gelenek haline getirir. Grev ve direnişlerin yaygınlaştığı 1976 başlarında, DİSK, 1 Mayıs'ı gösterilerle kutlayacağını açıkladı. 1 Mayıs, 50 yıllık bir aradan sonra yeniden alanlarda kutlanacaktı. DİSK'in 1 Mayıs öncesi yayınladığı bildiride şunlar söyleniyordu: "1 Mayıs, birleştiğinde dünya emekçilerinin yenilmez gücünü burjuvaziye dayattığı ve tüm çalışanlara örnek olduğu bir gündür. 1 Mayıs 'Bahar ve Çiçek Bayramı' değildir. O gün kırlarda eğ- lenmeyi, çiçek toplamayı biz burjuvaziye ve sınıf uzlaşmacısı sendikalara, Türkİş'e bırakıyoruz." 1 Mayıs günü on binler Taksim Alanı'na yürüdüler. "Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin" pankartı altında yüz bine yakın emekçi toplandı. Taksim Alanı artık 1 Mayıs Alanı olacaktı. 1 Mayıs 1976’dan itibaren halk muhalefeti daha da yükselen bir ivme kazanıyordu. 1 Mayıs 1977 yılı öncesi DİSK, Demokratik Kitle Örgütleri ve 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen tüm gruplar toplantılar yapıp hazırlıklarını sürdürüyordu. Oportünist ve revizyonistler de iki ayrı blok oluşturup birbirlerini “Maocu Bozkurtlar” ve ”Sosyal Faşistler” olarak suçlayıp, 1 Mayıs’ı hesaplaşacakları gün olarak ilan ediyorlardı. Tüm bu gelişmeler burjuvazinin kontrgerillasına provokasyon zemini oluşturacağı söylense de, bu gruplar tavırlarında bir değişikliğe gitmediler. O gün alan, pankartlar, bayraklarla kızıla boyanmıştı. İstanbul; tarihinde ilk defa bu kadar insanı bir arada görüyordu. Emekçiler, oligarşiye gücünü ve birliğini göstermişti. Ancak mitingin sonuna gelindiğinde, öncesinden hazırlanan katliam saldırısı yaşama geçirildi. Alanı dolduran 500 bin emekçinin üzerine sürülen panzerlerden, çevre binaların üzerinden açılan ateşlerle 37 emekçi şehit oldu. Kayıpların daha fazla olmasına engel olan ise alanda paniği önlemek için olağanüstü bir çaba harcayan DEV-GENÇ’liler oldu. Böylece ‘77 1 Mayıs’ı, ülkemiz mücadele tarihine en kanlı 1 Mayıs olarak geçti. Ancak katliam amacına ulaşamadı, halk muhalefeti büyümesini sürdürdü. Bugün Taksim ısrarını anlamayanlar, anlamak istemeyenler, anlamış da bedel ödemek zorunda kalırım diye gözlerini başka meydanlara çevirenler bu tarihi bir kez daha dikkatli okumaları gerekiyor. Çünkü zaman ilerledikçe emekçilerin kanı Taksim meydanını sulamaya devam edecekti. 1978 yılı, ‘77 erken seçimlerinden sonra işbaşına gelen CHP hükümeti ve Ecevit’in umut olamayacağının geniş kesimler tarafından görüldüğü bir yıl oldu. Bu yıl içinde de faşist katliamlar ve bu katliamlara verilen cevaplar arka arkaya geldi. 16 Mart katliamına gösterilen kitlesel tepki, gençliğin işgal ve boykotları, DİSK’in çağrısıyla katliama karşı yapılan iş bırakma eylemleri yaşandı. hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 35 10-14 ülkelerin meydanları_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:30 AM Page 36 1 Mayıs 1978’e böyle gelindi. Devlet yine bildik 1 Mayıs’a karşı propagandalarına hız verdi. Başta Tercüman olmak üzere burjuva basın provokatif yayınlar yapmaya başladı. Oligarşinin tüm baskı ve karalamalarına, on binlerce asker ve polisi harekete geçirmesine rağmen, ‘78 1 Mayıs’ında yaklaşık 250 bin kişi Taksim’e, 1 Mayıs Alanı’na çıktı. (1 Mayıs ‘77’de katledilenlerin anısına Taksim Meydanı’na 1 Mayıs Alanı ismi verilir.) Oligarşinin tehdit ve gözdağlarına güçlü bir cevap verdi. tingleri düzenlendi. Ülke genelinde 1 Mayıs tüm baskı ve yasaklara rağmen kutlandı. 1980 1 Mayıs’ında da oligarşinin tavrı değişmez. Ecevit hükümeti yerini Demirel hükümetine bırakır. Revizyonistlerin yönetimindeki DİSK, İstanbul’da 1 Mayıs’ın kutlanması için hiçbir girişimde bulunmaz. Ancak 1 Mayıs’ın gerçek sahiplerinin devrimciler olduğunu bilen oligarşi, 1 Mayıs Alanı’nı yine işgal altına alacaktır. 1 Mayıs öncesinde İzmit’te yapılan miting kitlesel olarak ger1979 Yılında 13 şehirde sıkıyönetim ilan çekleşir. edilmiş bir şekilde 1 Mayıs’a gelinir. Sıkıyönetim, 1 Mayıs günü sokağa çıkma Sıkıyönetimin olduğu İstanbul’da ise 1 yasağı ilan eder ve İstanbul’un merke- Mayıs günü her tür gösteri yasaklanzi yerleri asker ve polisler tarafından iş- mıştır. Buna rağmen oligarşi, 1 Mayıs’tan günlerce öncesinden başlayan gal edilir. gösterileri, asılan pankartları ve 1 Ma1 Mayıs alanına çıkılamaz ama devrim- yıs’ın yasaklanamayacağını dile getiriciler İstanbul’un her yerini 1 Mayıs len binlerce bildirinin dağıtılmasını alanına dönüştürerek yaygın şekilde engelleyemez. Devrimci hareket taragösteriler düzenlediler. Sıkıyönetim fından İstanbul’un değişik bölgelerindışında kalan İzmir, İskenderun, Mersin, de gösteriler yapıldı. 12 Eylül cuntasınTarsus vb. yerlerde kitlesel 1 Mayıs mi- dan sonra uzun süre 1 Mayıs kutlana- 36 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013 maz. MİGROS grevi cunta sonrası işçi hareketinin en güçlü çıkışıdır. Ve grev sonucunda yapılan sözleşmeye 1 Mayıs; "işçilerin ve emekçilerin bayramı" olarak geçti ve ciddi bir kazanım ve moral yarattı. 88, 1 Mayısı da bu coşku ile devrimciler; "1 Mayıs Salonlarda Değil, 1 Mayıs Alanlarda Kutlanmalıdır" sloganı ile çıktılar. Ve 1 Mayıs’ın tekrar alanlarda kutlanması sürecini de başlattılar. Devlet 1 Mayıs’ı engellemek için, 1 Mayıs hazırlığı yapan Öztürk Acari ve Salih Kul isimli Devrimcileri Okmeydanı’nda kaldıkları evi yakarak katletti. Tüm baskılar, yüzlerce gözaltı ve baskılara rağmen 1 Mayıs günü 5 bin kişi 1 Mayıs alanına yürüdü. Alana ulaşılamasa da 1 Mayısı kutlama kararlılığı bir kez daha gösterildi. 1 Mayıs 1988’de gösterilen kararlılık 89 yılında ellerde taş, sokak, sokak barikat ve çatışma oldu. Her koşulda Taksim’e çıkma kararlılığındadır devrimciler. Reformistler ise Abide-i Hürriyet’te yapılacak ‘yasal miting’de ısrarlıdır. Aynı 10-14 ülkelerin meydanları_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:30 AM Page 37 süreçte, Türk-İş içindeki sol etiketli bir kaç sendika dışında kalan tüm sendikalar ya 1 Mayıs’ı yok saymakta, ya da salonlara hapsetmeye çalışmaktadır. Devlet ise saldırılarına ve 1 Mayıs’ı unutturma, yok sayma çabasına devam eder. Dönemin Devlet Bakanı Cemil Çiçek şu sözleriyle itiraf eder bunu: "Tarihi takvimlerden değil, zihinlerden çıkarmak gerekir..." Ama 1 Mayıs zihinlerden çıkarılamaz. 1 Mayıs günü, devrimci hareket düzenli kortejler halinde 1 Mayıs Alanı’na girmek için önce İstiklal Caddesi’nden ardından da Tarlabaşı ve Şişhane’den yüklendi. Polisin dağıttığı her mevzi başka bir caddeye taşındı ama yüzler hep 1 Mayıs Alanı’na dönüktür. Tarlabaşı, Şişhane, Kasımpaşa... çatışmalar sokak sokak sürdü. Taksim çevresinde aciz kalan polis hedef gözetmeden kitleyi silahla taramaya başladı. Mehmet Akif Dalcı, hedef gözetilerek yapılan ateşle şehit düştü. Artık M. Akif Dalcı her 1 Mayıs’da dalgalanan pankartlarla alandaki yerini alacaktı. 1989’da,Türk-İş’in salonda kutlama çabası dışında herkes Taksim konusunda hemfikirdi. Ancak 1 Mayıs öncesi ANAP hükümeti 1 Mayıs kutlamalarına izin vermeyeceğini açıkladı. Bununla da yetinmeyip göstericilere ateş açılacağı, gözaltına alınacağı tehditlerini savurdu. Bu tehdit bazı sendikaların üzerinde etkili oldu. Tehditlere aldırmayan sendikacılara yönelik ise gözaltı furyası başlatıldı. 1 Mayıs sabahı İstanbul’un değişik yerlerinden, yollardan 1 Mayıs’a gittiğinden şüphelenilen herkes gözaltına alındı. Gözaltı sayısı 5 bin kişi olmuştu. Devrimciler polisin tüm saldırılarına rağmen, Tarlabaşı’ndan Şişhane’ye kadar yürüyerek 1 Mayıs’ı kutladılar. Ancak binlerce kişinin gözaltına alınması ve polisin ateş açması sonucu 1 Mayıs Alanı’na girilemedi. Polisin açtığı ateşte çok sayıda insan yaralandı. Gülay Beceren isimli öğrenci sırtından vurulması sonucu felç oldu. 1993 1 Mayıs öncesi Uğur Yaşar Kılıç ve Şengül Yıldıran isimli iki devrimci öğrenci bulundukları evde katledilirler. Bu katliama rağmen 1978 yılından sonra kutlanan en kitlesel 1 Mayıs eylemi tüm yurtta gerçekleştirilir. 1994 Yılında 1 Mayıs Çağlayanda kutlandı. Kortejin arkasına bilerek bırakılan devrimciler alana girişte üst arama bahanesiyle alana alınmak istenmemesine rağmen kararlılık sayesinde alandaki yerini alıyordu. 1995 ve 1996 yıllarında1 Mayıs kutlamalarına Kadıköy iskele meydanında 100 binlerce kişinin katılmasını hazmedemeyen iktidarın, kitleler dağılırken ateş açması sonucu, Hasan Albayrak, Dursun Odabaş, ve Levent Yalçın isimdi devrimci işçiler katledildi. Söğütlü Çeşme civarında gerçekleştirilen bu katliama karşı alanda bulunan halk ve devrimciler polisle gün boyu canları pahasına çatıştı. Medyanın bu günkü ahlaksızlığına eşdeğer haberler o günlerde ‘’ marjinal gruplar çiçeklere, duraklara, banka şubelerine saldırdı’’ diye verilir. Devlet eliyle katledilen işçiler ise görmemezlikten gelindi. Bu tarihten 2004 yılına kadar Kadıköy meydanı da işçilere yasaklanır. 1997 ve 2004 yılları arasında Şişli Abidei Hürriyet Caddesi ve Saraçhanede kutlanan bir Mayıs DİSK, KESK ve Devrimcilerin Taksim taleplerinin daha fazla yükseltmeleri sonucu, 2005 ve 2006 yılında Kadıköy Meydanı işçilere yeniden açılıyordu. 2007 yılında Türk İş ve Reformist Partiler 1 Mayıs kutlamaları için Kadıköy meydanını seçerken, DİSK, KESK, TTB, TMMOB ve Devrimciler Taksim’in tek seçenek olduğunu söylediler. 1 Mayıs 1977 yılından 30 yıl sonra yüzlerce yaralı, binlerce gözaltına rağmen sokak, sokak çatı- şarak, adım, adım ilerleyerek taksim alanına girerek 77 şehitlerini anıp, 1 Mayısı kutladılar. Yoğun gaz bombası sonucu İbrahim Sevindik adlı yaşlı vatandaşımız. Taksim direniş halkasına hayatıyla katkıda bulunuyordu. 2008 sendikaların ve devrimcilerin Tek talebinin 1 Mayıs alanının Taksim olmasını hazmedemeyen devlet eşi benzeri görülmemiş bir terör uyguladı. İstanbul’da Taksim İstikametine çıkan, tüm toplu taşıma araçları, otobüs, metrobüs, metro, vapur seferleri iptal edilip adı konulmamış bir sıkıyönetim ilan edildi. Sokaklardan ev ve işyerlerine, sendikalara, derneklere gaz bombalarıyla, vahşice baskınlar düzenleyip binlerce insanı gözaltına alsa da, Taksim alanı devrimcilerin kuşatmasına alındı. Bu yılın bir diğer özelliği de, AKP iktidarı Nisan 2008’de 1 Mayıs’ın ‘’ Emek ve Dayanışma Günü’’ olarak kutlanmasını kabul ederken, Taksim yasağında ki ısrarında devam etti. İlk 1 Mayıs için kanlarını dökenlerin üzerinden geçen 100 yıl sonra 2009’da yine kanlarını dökenlerin sayesinde Taksime valinin deyimiyle makul! Sayıda çıkıldı. Çıkılmasına izin verilmeyen işçi, emekçi, Sosyalist ve devrimciler İstanbul’un her sokak, cadde ve meydanını Taksim 1 Mayıs alanına çevirmek için fedekarca canları pahasına direnerek çatıştılar. 1977 yılından sonra Taksim’de yasaksız kutlanan 1 Mayıs, emek ve ödenen bedellerin karşılığında tüm devrim ve 1 Mayıs şehitlerini anarken geleceğe de büyük moral taşıyordu. 2010 1 Mayıs’ı ezilen, horlanan, dışlanan emekçilere, işçilere, öğrenciye, kadınlara direnilerek kazanılan zaferin hazzını çoşkuyla yaşattı. Bu büyüyen özgüven karşısında iktidarı boyunca, halkına zulumlerin katmerlisini yaşatan faşist AKP iktidarına 1 Mayıs’ı, Taksim’de kutlanmasına biz izin verdik! Yalanını söyletiyordu. Polisin olmadığı Taksim alanında, provakasyon olmadığı gibi 2011 ve hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 37 10-14 ülkelerin meydanları_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:30 AM Page 38 2012 yıllarında artan kitlesellikte emek düşmanı AKP iktidarının gözünü korkutuyordu. Taksim alanının 1 Mayıs olarak kabul edilmesinin ezikliği zaten büyük bir yenilgiydi. Marjinal illegal örgütler dediği, yakıp yıkan diyerek halkın gözünde itibarsızlaştırmaya çalıştığı devrimcilerin öncülüğünde Taksim üzerinde ki yasağın direnilerek kazanılmasını hazmedemiyordu. Her sene yaptığı gibi 1 Mayıs sonrası devrimci kurum, ve derneklere satılmış medya ile birlikte gece yarısı operasyonlar yapıp onlarca devrimciyi tutuklayıp F tipi hapishanelere attı. Devrimci sanata ve sanatçıya olan düşmanlığı ile müzisyenlere, tiyatroculara saldırıp hukuksuzca tutuklattı. Muhalif kalabilen sınırlı sayıdaki gazeteciyi hapishanelere atıp gazete ve dergilerine cezalar yağdırdı. Adalet savunusu avukatları, baro başkanlarını büro ve evlerini ahlaksızca medya eliyle servis ederek bastı F Tipi hapishanelere göndermekten çekinmedi. Kıdem tazminatını, birikmiş maaşlarını almadan işten çıkarılan işçiye karşı işverene hizmet başarı madalyası verdi. Taşeronlaşmayı teşvik edip iş güvencesini ortadan kaldırdı. Sağlıkta, eğitimde, hizmeti paralı hale getirip yoksullaşan halkı biat etmeye teşvik etti. Mezhep kışkırtıcılığı yapıp sarih bir şekilde Alevilerin rencide olmasına aldırmadı. Kürt halkının haklı taleplerini lutuf gibi görüp binlerce insanın ölümüne sebep oldu. Kadın cinayetlerinin, cezaevlerindeki çocuk tecavüzlerinin tarafı olup sebep sonuç ilişkisine aldırmadı. AKP iktidarı döneminde tüm cumhuriyet tarihi kadar orman ve toprak talanı gerçekleştirip kentsel dönüşüm adı altında arazi mühendisliğinden kendi yandaşlarına rant kapısı açtılar. Hes’lere karşı çıkan kendi oy potansiyeli olan bölgelerde bile insanlara acımasızca saldırıp doğayı tahrip ettiler. Müslümanlar arasında yatayda dini teşvik edici söylemler kullanırken, sadece ceplerini doldurup dikine elit yeni bir tabaka oluşturdular. Emperyalist ülke- 38 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013 lerin Suriye’ye açtıkları haksız savaşta taraf olmaları medyanın çabalarına rağmen bir türlü halkın vicdanında karşılık bulmuyordu. Reyhanlı’daki patlamadan sonra savaşın ülke topraklarına sıçraması ise AKP faşizminin altına kendi bombasını koymasından başka bir şey değildi. 2013 1 Mayıs’a gelmeden önce memleketin hali böyle dersek abartmış olmayız. Üstelik başta Taksim olmak üzere, demokratik taleplerini dile getirmek istenenlere ülkenin meydanlarını bir süredir de kapatmışlardı. Kapatmışları da, yinede o meydanlara gelip toma’lardan sıkılan ilaçlı ! suya, biber gazına, polis terörüne rağmen hak arama eylemlerinden vazgeçmemiş kendi adalet arayışlarını dillendirmeye başlamışlardı. 2013 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanılmasına valisi, emniyet müdürü, bakanları ve başbakanı izin vermeyeceklerini açıklamalarına rağmen emek cephesi de başta DİSK, KESK, TTB, TMMOB, sosyalistler, devrimciler ve birçok yapı Taksim’de olunacağını günler öncesinden ilan ettiler. Taksim ve 1 Mayıs arasındaki diyalektiği kuramayıp, oligarşik sermayeye karşı Türkiye halkalarının onur mücadelesi olduğunu göremeyen bazı reformistler dışında herkes AKP faşizmine meydan okudu. Gece yarısından evvel Taksim ve çevresine çıkan tüm yolları kapatıp, köprüleri açtırmak ve neredeyse tüm ulaşım araçlarının seferlerini iptal etmesinin pek de işe yaramadığı sabahın ilk saatlerinde kendisini gösterdi. Sabah 08. 00 da Şişli’de, Beşiktaş’ta, Mecidiyeköy’de polisin gaz bombaları ve tazyikli suyla saldırıya geçtiği haberleriyle birlikte İstanbul’un her meydan ve sokağı binlerce insanla dolmuş dünya direniş tarihine yeni bir sayfa yazılmaya başlanmıştı. On binlerce insan bir fiil barikat başlarında omuz omuza direniyor yeni yeni barikatlar inşa ediyordu. İstanbul’un her meydanı ayağa kalkıp Taksim olup, faşist AKP iktidarının vahşi saldırılarını püskürtüyordu. Direnenler kazanır şiarı bir kez daha işleyip bir çok noktada polis barikatları yerle bir edildi. Direnip kazanan halktı. Halka rağmen İstanbul’u gaz bulutu altında bırakan devlet ve Taksim’in işçi sınıfına mal olmuş ruhuna ihanetle Kadıköy’ü seçenler kaybetmişti. Devlet terörü televizyonlarda bilumum akademisyen bozuntusunun çabasına ve gazeteci kılığında köşe tutan satılık kalemlere rağmen deşifre ediliyordu. Hiç kimse başbakana, valiye, içişleri bakanına inanmadı. Ülkelerin meydanları vardır tarihe tanıklık eden. Bazen hüznü, bazen sevincin yansımalarını görürsününüz elinizde tarihi kartpostalı olduğunda. 1 Mayıs ile ilgili değerlendirmesinde faşist başbakan Tayyip Erdoğan, Taksim’in yayalaştırma çalışmalarının bitmesiyle birlikte gösteri ve yürüyüşlere yine de kapatıldığını söylerken kibrinden geçilmiyordu. Kentsel dönüşüm adı altında İstanbul’da rantın çok yüksek olması iştahını o kadar kabartmış ki gözü de bir şey görmez olmuş. En büyük rant da ülkenin tarihine mal olmuş günde milyonlarca insanın ziyaret ettiği Taksim ve çevresi, özelde de Taksim Gezi parkı. Her gün bilgiçlik taslayarak Belediye başkanının yapılmayacak dediği Gezi parkındaki Topçu kışlasını da, içine AVM’yide yapacağını söylerken emrindeki belediye başkanın yalancı çıkmasına aldırmıyordu. Ama yanıldı. Toplumun en geniş katmanlarıyla milyonlarca insan hep birlikte geçmişine ve ona yön verecek bu gününe, meydanına sahip çıktı. Taksim Gezi Parkı direnişi bir ay önce yazılan 1 Mayıs direnişinin de üzerinde de bir zafer etkisi bırakarak dünya halklarına bırakılmak üzere tarih sayfalarına yazıldı. 15 gaz bombası_sablon 7/15/13 3:32 AM Page 15 makale makale gaz bombası selin toprak Önce yüzüne bir şeyin değdiğini hissedersin. Sonra 1 saniye içinde müthiş bir yanma. Sanırsın ki derin akıyor ve yok oluyorsun. Üflersin geçmez, su dökersin daha da yanar, yapışır yakar seni. Bir an düşünürsün acaba ne iyi gelir diye? Sonra "neden?" dersin "Neden böyle yanıyorum? Neden bana sıktılar? Bu insanlar bana neden bu kadar kinli de beni yakarak öldürmeye çalışıyor?" Ardından öyle bir liste sıralanır ki dillere destan. Çünkü senden çalınan ekmeğin peşine düşmüşsündür. Çünkü elinden alınan eğitimin peşine düşmüşsündür. Çünkü gözaltında kaybedilen evladının peşine düşmüşsündür. Çünkü kanser hastası gencecik bir tutsağı o zindanlardan çıkarmanın peşine düşmüşsündür. Çünkü ahlaksızlığın, kumarın, uyuşturucunun, düzenin her türlü pisliğinin-yozluğunun karşısına adam olup dikilmişsindir. Bundan sevmezler seni. Saldırmaları da korkularındandır. Sen onun karşısına kurşun gibi sözleri olan pankartınla-sloganınla dikilirsin, o ise senin karşına insana bile benzemeyen üstü başı kapalı her yeri zırhlı kıyafetiyle çıkar. Sen dişe diş bir kavga beklerken karşında acz içinde korkak ama saldırgan bir cellat görürsün. Aslında buram buram mizah kokar görüntü. Çünkü akıl almaz bir durumdur. İşte o mizahın içinden herkesin sokaklarda haykırdığı şu sözler çıkar: "Sık bakalım! Sık bakalım! Biber gazı sık bakalım! Kaskını çıkar copunu bırak, delikanlı kim bakalım!" diye. Bu halk acılardan her zaman güzellikler çıkarmayı bilmiştir. Hani Ahmed Arif demiş ya: "Erkekçe olsun isterim, Dostluk da düşmanlık da" İşte bu kadar net aslında. Madem bu kavga ta ezelden beri var. O zaman yiğitçe çarpışmak gerek meydanda. Ama kahpece sokaklarda gerçek mermilerle insanları katledenler, gaz bombalarıyla halkın beynini patlatanlar, daha 14'ündeki Berkin'i acımadan vuranlardan ne erkeklik beklersin ne adam gibi bir kavga. Hepsi tarihin o kirli çöplüğünde yerini almak için sırasını bekliyor. Ve zamanın daraldığını meydanlarda görü- yoruz. "Bu halktan adam olmaz" diyenler şimdi bir halkın nasıl dimdik, inançla-yılmadan, tüm baskılara rağmen zulmün karşısında durduğunu görüyor.Ve bu halk bu hesap soracak. Bunu kafasına gaz bombası yiyen gencecik insanlar yapacak, bunu gaz bulutunun içinde kalıp fenalaşan amcalar-teyzeler yapacak, bunu üstlerine acımadan plastik mermi sıkılan, coplarla dövülen kadın erkek tüm halk yapacak. Bunu bu gazın kimyasal bir silah olduğunu bilenler yapacak. Dünyada kullanımı yasak olmasına rağmen halkın üstüne üstüne sıktıkları portakal gazlarının, hastanelerde, kurulan revirlerde kimyasal gazdan dolayı moraran bacakların, kolların hepsinin hesabını verecekler. Ve insanları yer ayırt etmeksizin, evinde, sokakta, mahkeme salonlarında gaza boğanlar! Elbet bir gün bu devran dönecek. Bu halk bir kere ayaklandı. Bundan sonrasını varsın düşman düşünsün. Nice gaz bulutlarından sonra apaydınlık bir gökyüzü çıkar karşımıza... hazİran-temmuz 2013 | taVIr | 15 16 marjinal_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:33 AM Page 16 kelimelerin dili kelimelerin dili işte gerçek çapulcu, işte gerçek marjinal deniz ekin Recep Tayyip Erdoğan 11 yıllık iktidarı boyunca halkın kimliğine ve değerlerine savurduğu hakaretlere yenilerini ekledi geçenlerde... Kendi faşist düzenine karşı ayağa kalkan yüz binlerce insanı "çapulcular" diye nitelendirdi. İktidarlar tarihine halkın yaratıcı mizah duygusuyla en büyük mizahi tepkiyi gören başbakan olarak geçen Recep Tayyip Erdoğan bu süreçte adeta mahallede oyundan dışlanan geçimsiz çocuğun ağzından salyalar akıtarak önüne gelene tekme atıp küfretmesi gibi Türkiye halklarına saldırdı. Çapulcu diyerek nitelendirdiği yüzbinlerce insan o sıfatı yere çalarak adeta gerçek çapulcuları ortaya koydu. Daha sonrasında Erdoğan ikinci silahını "marjinal" kelimesini kullandı. Marjinal kelimesini daha öncesinde 1 Mayıs 2013'te başından biber gazı fişeğiyle vurulan Dilan Alp'in durumunu izah eden İstanbul Valisi H. Avni Mutlu'nun "Dilan kızımız tam bir marjinal" cümleleriyle duymuştuk. Peki, sahiden de Recep Tayyip Erdoğan'ın ve iktidar partisinin tamamının halklara savurduğu bu hakaretler yalnızca savunma psikolojisinden miydi yoksa daha derinleşmiş bir zemine mi oturuyordu?.. İktidarın faşist politikalarını sürdürebilmesi için her dönem çeşitli yöntemleri vardır. Kendine karşı ayaklanan halklara, değerlere hakaret etmek içini boşaltmak, değersizleştirmek, bir avuçmuş gibi göstermeye çalışmak kendi varlığı- 16 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013 nı sürdürebilmesi için bir koşuldur. Bugün direnen halkların "marjinal" olarak nitelendirilmesi de bundandır. Marjinal kelime itibariye "var olan güncel değerlerin haricinde ya da karşıtında bir felsefik görüşe ve yaşam biçimine sahip olmak" anlamına gelir. Yani Tayyip Erdoğan tamamen ideolojik temelli sarf ettiği bu kelimeyle kendine karşı direnen yüz binleri halktan kopuk, kendi halinde, meczup kimseler gibi göstermeye çalıştı. Fakat yanıldı çünkü bu ayaklanan yüz binler halkın ta kendisiydi, her sokakta, her barikatta, her dayanışmada bir kez daha asıl marjinalin, asıl çapulcunun ve asıl teröristin devlet olduğu ortaya çıktı. Recep Tayyip Erdoğan'ın kelimelerin diliyle açtığı ideolojik savaş kendi safında kayıplarla ilerledi. Ne zaman ki halka hakaret etti, onurunu kırdı o zaman bir kez daha yüzbinler sokaklara döküldü. Fakat o, marjinal demeye devam etti. Bir diğeri ise, oyunu tükenmeyen Osmanlı'dan miras kalan bir yöntemdi. Tayyip Erdoğan bu kez direnen halkları bölmeye çalışarak marjinaller ve çevreciler diye nitelendirdi. Bu yöntem, yıllarca "çok yaşa" mantığıyla halkları sömüren padişah atalarından mirastı ona. Çevreciler iyi çocuklar, marjinaller ise teröristlerdi ve fakat bu yalanıyla da kimse bölünmüyordu ve yine her sokakta insanlar bağırıyordu polislere "defolun gidin, siz yokken hiç böyle değildi bu sokak" diye, her duvarda yazıyordu kendisiyle alakalı yaratıcı slo- ganlar ve dahası o ayırmaya çalıştığı kitleler birlikte çatışıyor, dayanışarak yaşıyordu. Tayyip Erdoğan'ın söylemlerinin hiçbirinin ardı boş değildir. Aksine her kelimesi Amerikan emperyalizminin detaylıca düşündüğü ve Tayyip Erdoğan'a ezberlettiği cümlelerdir. Evet bugün onuruyla, aydın vasfıyla direnen, bu ülkenin çoğu üniversite mezunu ya da öğrencisi insanına Tayyip Erdoğan gönül rahatlığıyla çıkıp çapulcu, marjinal diyebilir. Çapulcu, marjinal dediklerinin karşısına koyduğu kitle ise daha birkaç gün evvel gerçekleştirdiği mitingde konuşmaya çalışan fakat hede hödö dedikten sonra adeta kuyruğuna basılmış kediler gibi yalnızca bağırabilen AKP'li vatandaşlarıdır. Tayyip Erdoğan bugün marjinal diyerek devrimcileri, ayaklanan halka önderlik edip bilinç taşıyabilecek kitleleri hedef gösteriyor. Çünkü milyonlar olmamızdan, milyonları örgütlememizden gerçek marjinalin, gerçek çapulcunun ve gerçek teröristin kendisi ve beraberindekiler olduğunu ortaya çıkarmamızdan korkuyor. Bundan ötürü, biz bir kez daha haykırıyoruz. Ne marjinal sıfatını ne çapulcuyu kabul ediyoruz. Biz halkız uğrunda alın teri döktüğümüz her şeyi bizden çalan bir avuç asalak, sömürücü, çapulcu teröristin düzenini viran edene kadar alanlarda, meydanlarda mücadele etmeye devam edeceğiz. 17 basın_sablon 7/15/13 3:34 AM Page 17 eleştiri eleştiri halk kapına dayandı hesap vereceksin erdal özkaya Bir halkın açlığa, yoksulluğa, aşağılanmaya karşı başkaldırısına, ayaklanmasına tanık oluyoruz haftalardır. Halkın öfkesinin nelere kadir olduğunu görüyoruz bir kez daha. Ağacın ve yeşilin ötesinde ülkesinin geleceği için ayaklanan bir halkı görüyoruz. Kadını, erkeği, genci, yaşlısı, çocuğu, her meslekten, her din ve dilden halkı görüyoruz. Nazım’ın “toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar” dediği halkı görüyoruz. İçindeyiz biliyoruz öfkesini, gözlüyoruz. Onunla birlikte patlıyor ağzımızda sloganlar "Faşizme Karşı Omuz Omuza" diye. Evet haftalardır sokaklarda Türkler, Kürtler, Araplar... , aleviler sünniler ... , kimisinin elinde Türk bayrağı kimisinin elinde kızıl bayrak. Kimi başı açık, kimi kapalı yürüyorlar ekmek, adalet ve özgürlük için İstanbul’da, Adana’da, Ankara’da, İzmir’de, Eskişehir’de... Biz görüyoruz, içindeyiz ama birileri hala görmezlikten geliyorlar bilerek, kasten. Birileri sırça köşkleri için görmüyor, yazmıyor, duymuyor. Birileri iktidarın gazabından korunmak için yok sayıyor. Gazeteler, televizyonlar yalanda yarış halinde. Düşünebiliyor musunuz yüzbinlerce insan sokaklarda çatışıyor, direniyor, katlediliyor, gözleri çıkıyor, gazdan boğuluyor ama o gazete ve televizyonlar tam 4 gün boyunca sanki hiç bir şey olmamışçasına yazmıyor, yayınlamıyor. Kiminin logosu Habertürk gibi “ gücü özgürlüğünde”. Ama özgürlüğü iktidarın çizdiği sınırlar ile sarılı işte. Haftalar geçti, ayını dolduracak halk ayaklanması. Ama bu televizyon kanalları bu ayaklanma içinde yer alan tek bir insana bile mikrofon uzatmadı, gazeteler röportaj yapmadı. Ekranları AKP yanlısı gazeteci bozuntuları; Fatih Altaylılar, Nagehan Alçılar, Yeni Şafakçı, Starcı, Zamancı, Bugüncü AKP borazancıları ile doldurdular. Habertürk’ü açıyorsunuz marjinaller, Vandallar, polisimiz AKP haklı; CNN’i açıyorsunuz Penguen belgeseli, NTV’de Oğuz Hakseverler’in canhıraş AKP yalakacılığı, halk düşmanlığı var. Utanmazlar. Siz göstermeyeceksiniz, yazmayacaksınız, işinize geleni yazacaksınız herkes de buna inanacak, öyle mi? Tayyip Erdoğan’ı günde 80 kere ya- yınlayacaksınız, halkı karalayacaksınız öyle mi? Türkiye’nin dört bir yanında milyonlarca insan kah sokakta, kah evinde tencere tava çalarak, ışıkları kapatarak tepkisini gösterdi. Türkiye tarihinin en büyük, en kitlesel ayaklanmasını yazmayacak ve göstermeyeceksiniz, ama AKP’nin mitinglerini şişireceksiniz. Muhabirleriniz yanı başında gaza boğulan halkı görmezlikten gelip, halkı kışkırtıcılıkla, tahrikle suçlayacak, herkes yutacak öyle mi? İnsan azıcık düşünür, kim baki halktan başka? Ne olacak AKP gidince? Halkın yüzüne nasıl bakacaksınız? Ama eminiz umurlarında değildir bunlar. Onlar günün ve iktidarın keyfini çıkarıyorlar, cebimizi ne kadar doldurursak o kadar iyidir, gerisi boş diyorlar. Sizin için öyle olsun ama bu halk emin olun sizi hiç unutmayacak. Ve artık size kimse güvenmiyor, bunu da bilin. Yalanlarınız ve halk düşmanlığınızla baş başasınız artık, yolunuz karanlık olsun. haziran-temmuz 2013 | taVir | 17 18 sanatcılar_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:35 AM Page 18 değerlendirme değerlendirme ayaklanmanın sanatçılara öğrettikleri serhat soylu AKP faşizminin sömürü ve zulüm politikalarının 10 yılda halkta biriktirdiği öfke 31 Mayıs günü patlayarak tüm ülkeye dalga dalga yayıldı. Anadolu halkları “gayrı yeter” deyip yürüdüler alanlara, meydanlara. Yasak, baskı, korku duvarı aşıldı; direniş barikat barikat günlere, haftalara yayıldı. Evet bu bir birikimin patlamasıydı. Demokratik taleplerini dile getirirken bile gazlanan, coplanan, gözaltına alınan, işkencelerden geçirilen, tutuklanan, katledilen insanların ayaklanmasıydı bu. İnançları, değerleri, kültürleri, yaşamları aşağılanan ve baskı altına alınan milyonların ayaklanması… Halkın her kesiminden insanımız vardı bu ayaklanmada. İşçisi, işsizi, emeklisi, öğrencisi, ev kadını, memuru, esnafı, futbol taraftarı, doktoru, avukatı, sanatçısı… Ezilen, sömürülen onlardı çünkü. Onlardı 1 yılda 840 kez kaza(!) ile katledilen. Onlardı geleceksiz, umutsuz bırakılan. Onlardı paralı, ezberci eğitimle yaşayan ölü haline getirilen. Onlardı kan ağlayan, onlardı hakları bir bir gasp edilen. Onlardı heykeli yıkılan, kültür merkezleri basılan, filmleri sansürlenen, gözaltına alınan, tutuklanan… Söyleyecek sözü olan herkes meydanlardaydı, barikatlardaydı. Faşizm bu! Yönetebilmesi için sömürdüğü öfkeli milyonları, baskı altına alması gerekir. Baskının olduğu yerde de direniş boy verir elbet en tazesinden. Bir kez bile slogan atmayanımız, bir kez bile talepleri için adımlamayanlarımız meydanları sel olup akarlar ya ülkenin yüreğine; tap taze olan budur işte… 18 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013 Genç yaşlı demeden halkımız sokaklara döküldü, alev alev yanan barikatlar arkasından haykırıldı talepler; Ekmek, Özgürlük, Adalet İstiyoruz! Tüm bu olup bitenlere “şaşıran”larımız da vardı elbette. Bu halktan adam olmazdı ya hani… Hani insanlar duyarsızdı ya… Hani cahildi ya halkımız, doğruyu yanlışı göremiyordu ya… Tüm bu sahte, hayatın gerçekleriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan tanımlamalar, düşünceler yerle bir oldu. Bu düşünce ve söylemlerin sahipleri halkı tanımaz çünkü. Onların yaşamı da, “üretimleri” de içinde yaşadıkları halkın duygu ve düşüncelerinden, acılarından ve sevinçlerinden kopuktur. Bilmezler halkımız nasıl yaşar, nasıl düşünür… Susarsa niye susar? Patlarsa birikmiş suskunluk, etkisi ne kadar olur bilmezler onlar. Ülkemizde yaşananlar maskeleri indirdi, ak ile karayı birbirinden ayırdı, ayırmaya da devam edecek. NTV, CNN TÜRK, SHOW TV, KANAL D, STAR, HABER TÜRK… niye var? Hülya Avşar, İbrahim Tatlıses, Necati Şaşmaz ve bilcümle saray soytarısı ne işe yarar? Bu sorular cevaplarını buldu, halkımız eğriyi doğruyu gördü. Bu süreç genel olarak aydın sanatçılar açısından bir sınavdı. Tarihsel ve siyasal misyonunu yerine getirebilecek sanatçılar direnişin yanında yer alacak, getiremeyenler ise tarihin çöplüğünün derinliklerine biraz daha fazla ineceklerdi. Kendinden başkasını düşünmeye yüreği, beyni yetmeyen burjuva sanatçılar direnişin dışında kalarak daha da yalnızlaştılar. Milyonların zulme karşı başkaldırısına sessiz, kayıtsız kalarak nesnel olarak zalimlere, halkımıza zulmedenlere hizmet etmiş oldular. Halkın haklı taleplerini sahiplenen, dile getiren, direnişe kültür-sanat alanından omuz veren Sanat Cephesi pratiğiyle, söylemleriyle bu süreçte halkın sanatçısının, aydınının alması gereken tavrı göstermiş oldu. Her koşulda direnişi büyütmeyi, faşizmin krizini derinleştirmeyi, halkın mücadelesinin önünü açmayı hedefleyen bu pratik, ülkemiz aydın sanatçıları açısından da önemli bir deneyimdir. Elbette bu direnişten öğrenilmesi gereken birçok şey var. Bunlardan en önemlisini; birlikte olunduğunda, örgütlü olunduğunda, mücadele edildiğinde olmazların olur kılınabildiği gerçeğini görmemiz olarak ifade edebiliriz. Halkın sanatçısı halkından öğrenir, halkına öğretir. Halkının aydını olabilmesi için ilk adım onun öğrencisi olmayı başarabilmektir.Halkımız direnişiyle, coşkusuyla, dinamizmiyle, militanlığıyla biz aydın sanatçılara nasıl mücadele etmemiz gerektiğini öğretti. İnançsızlaşmış, umutsuz insanlarımıza güç oldu, umut oldu. Bize düşen üretimlerimizle bu günleri tarihe not düşmek, geleceğe aktarmak ve zulme karşı direnişi büyütmek için örgütlenmek, örgütlenmek, örgütlenmek… Şunu çok iyi gördük; örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez! Hayatın her alanında olduğu gibi kültür sanat alanında da örgütlenmeli, mücadeleyi büyütmeliyiz. Er ya da geç faşizmi yeneceğiz. Son sözü kanımızı emenlere, karanlık beyinlere bırakmayacağız. Haklıyız, Kazanacağız! 19-20 ümitabi_sablon 7/15/13 3:36 AM Page 19 deneme deneme sana bin teşekkür ümit ilter aa"sana bin teşekkür büyük ızdırap bana sevmeyi bana hakikati bana insanları öğrettin" Her yer Taksim her yer direniş şiarıyla ülkeye yayılan halk direnişi içinde yer alıp çatışan halkla birlikte Taksim’e çıkan sinema emekçisi yönetmen Zeki Demirkubuz eskiden halka güvenmiyordum şimdi o duygularımdan dolayı utanıyorum diyor. Elbette halkımızın zulme karşı ayaklanması halkın gücü ve gerçeğini en net haliyle meydana çıkarmıştır. Zeki Demirkubuz'un sözlerinden hareketle eskiden niçin güvenilmediği irdelenebilir. Ki ülkemiz aydınının 1980'lerden 90'lardan bu yana geçmeyen hastalığı budur. Peki ama neden? Burada bu soruya dair teorik bir cevap verilmeyecek, bunun yerine bir temel fıkrası paylaşalım ne dersiniz. BizimTemel bir gün doktora gitmiş çok hastayım doktor, vücudumun neresine dokunsam çok fena canım yanıyor, demiş. Doktor bizim temeli bir güzel muayene etmiş, ben pek bir hastalık bulamadım sağ- lamsın, deyince Temel vücudunu bir daha yoklamış ve olur mu doktor işte nereye dokunsam canım yanıyor diye inlemiş. Günlerce hastalık aramışlar, sonunda bulmuşlar. Doktor açıklamış, yahu Temel senin parmağın kırık. Aydının görevi, halka gücünü göstermek ufkunu aydınlatmaktır ama bilincinizin parmağı kırıksa hayatın ve halkın neresine dokunsanız can yakıcı biçimde halka güvensizleşirsiniz. Oysa aydınımız halka her koşulda güvenmelidir umut halkın kendisinden umudu kesmemesidir. Aydınsanatçılarımız işte bu umudu dokumalıdır halkın içinde, halk gerçeğine kırık parmak ile dokunma lüksü yoktur aydınımızın. Hiç unutulmasın ki halka güven duymak ile "bu halktan adam olmaz" safsatası arasındaki mesafe iki göz arasındaki mesafe kadardır. Aydın, sanatçılarımızın işaret parmağı sağlam olacak ki hala gerçeği, yarını, iyiyi, güzeli dosdoğru gösterebilsin. Aydın olmanın tarihsel misyonudur söz konusu olan. Değilse aydının halka güvensizliğinin özünde kendine güvensizliği vardır. Sanatçılarımız halk aydını olmayı başarmalıdır. İşte o zaman kırık parmak ile dokunmak zorunda kalmazlar hayata. Her yönden empoze edilen burjuva ideolosinin köhneliğinden sıyrılmak mümkün olur. İşte o zaman halka dokundukça karamsarlık değil umut tazelenir. Umut halkın gücü ve gerçeğindedir. Halk aydını bunu bilir ve en umutsuz tabloya bile umudun rengini sürer. Ki halk aydını, György Lukacs'ın "Çürümenin en büyük olduğu yerde, yeniden doğma arzusu da en güçlüdür.” deyişindeki diyalektiğin farkındadır. O “arzu”ya kulak verip sesi olur. O arzunun sanatını yapar. İşte o “yeniden doğma arzusu”na sanatıyla ebelik yapmaya cüret eder. Aydının tarihsel misyonunu kuşandığı, sanatın devrimleştiği işlevdir sözkonusu olan. “Çürümenin en büyük olduğu yerde yeniden doğma arzusunun en güçlü olduğu”nu görmek devrimci bakış açısına sahip olmakla mümkündür. Şimdi, sanatını övüp ideolojisini eleştiren Halide Edip'e Nazım Hikmet’in verdiği şu cevabı hatırlamanın tam vaktidir: “... Hey sersem bayan, dedim. Ben bir dahi değilim fakat iyi sanatkarım ve bunu her şeyden önce ideolojime borçluyum. Eğer sizin iyi sanatkarınız yoksa bu ideolojinizin bugün artık iyi sanatkarlara muhteva olmayacak kadar tefessüh ethaziran-temmuz 2013 | taVir | 19 19-20 ümitabi_sablon 7/15/13 3:36 AM Page 20 miş olmasındandır. (tefessüh: bozulma, çürüme) Halk tarihsel tabiatı gereği daima yarına yürür. En durgun zamanlarda bile boş durmayıp adım biriktirir. Ki zamanı geldiğinde sıçramalı hareket etmesi işte o durgun göründüğü zamanlarda biriktirdiği adımların eseridir. Malum diyalektik ve sözkonusu olan nicel birikimdir. Halk aydınının bunun farkında olması devrimci felsefeye sahip olmasındandır. O halka baktıkça dayatılan çürüme kuşatmasını görüp karamsarlaşmaz. Yeniden doğma arzusunu sezip umudu büyütür. 2.. Halkımızın “her yer taksim her yer direniş” şiarıyla ayaklanması sanatçılarımıza halk gerçeğimizi en açık biçimde göstermiştir. Meydana çıkan bu gerçeklik aynı zamanda sanatçılarımızın omuzlarına sorumluluk yüklemiştir. Ki sanatçılarımızın yüzü işte bu halk gerçeğimize dönük olmalıdır. Halk ayaklanması sanatçılarımızın halk aydını olmaları gerektiğini en net biçimiyle göstermiştir. Evet halka güveneceğiz. İşte bu halk için üreteceğiz. Ödülümüz, halkımızın sevgisi, sahiplenmesidir. Halkımızn omuz omuzalığıdır. Eğer halka güvenmezsek yeniden doğma arzusuna ebelik edebilecek eserler de üretemeyiz. Dahası ”anlamıyorlar” deyip halka küseriz. Ve giderek burjuvazinin bu halk adam olmaz safsatasına değişik biçimlerde ortak olunur. Halkımızın gerçeği ortadadır. Sanatımız bu gerçeklikten kaynağını alıp halkın tarihsel ilerleyişine, direngenliğine, özgürlük kavgasına hizmet etmelidir. Halk ayaklanmasının sanatçılarımızın önüne koyduğu görev, hatırlattığı sorumluluk işte budur. Sanatçılarımız bu sorumluluğu yerine getirdikleri oranda halk aydını olma misyonunun da gereğini ya- 20 | taVir | haziran-temmuz 2013 pıyorlar demektir. Bakın devrimci şairlerimizden Enver Gökçe sanatçının görevini nasıl özetliyor: "... Bu fikir ve eylem yüzyılında, sosyal ilerlemenin, insanlığın mutluluğu yollarında; insanın birey olarak ödevi ne ise, sosyal toplulukların, örgütlerin, politikacıların ödevleri ne ise, sanatçının da ödevi odur: Sosyal gelişmeyi hızlandırmak, köhnemiş gerçekleri değiştirmek, insanın insanca yaşamasını sağlayarak, şartları hazırlamak ve sosyal görevde bilfiil vazife almak, hayata bilfiil katılmak." (Bütün Şiirleri - Enver Gökçe - Evrensel Yayınları) 3.. Sanatımızı meşaleye çevirmeliyiz. Karanlığı aydınlatan bir meşaleye. Böylece aydınlanır hayat. Böylece birbirimizin yüzünü görürüz. Böylece karanlığa hapsedilen ne varsa görürüz. Söz konusu olan sanatın devrimcileşmesidir. Ki devrimci sanat halkın ufkunu aydınlatır. Halk ayaklanması, sanatçılarımızın önüne işte bu ihtiyacı ve görevi koymuştur. Zeki Demirkubuz başbakanın "çapulcular" deyişini protesto etmek için sinemayı bıraktığını açıklamış. Umarız öyle değildir. Elindeki ateşi söndürmeye kalkmak kendisine, sanatına ve halkımıza haksızlık olacaktır oysa, şimdi sanatın meşale ve sanatçının da Prometheus olmasının tam zamanıdır. Hayat ağacının kurutulmaya, halkın zorbalıkla yola getirilmeye çalışıldığı koşullarda sanat, görmedim, bilmedim, duymadım'ın sanatı olursa kendisini inkar etmiş olur. Ki bugün sanatçıya hem de en yüksek perdeden üç maymunu oynaması dayatılıyor. Sanatçının bir aydın olarak sorumluluğu; görmek ve göstermek, duymak ve duyurmak, bilmek ve bildirmektir. Hayat verir bu görevi, sanatçıya. Görmek ve göstermek duymak ve duyurmak bilmek ve bildirmek için halkın içinde olacaktır sanatçı halkıyla omuz omuza olacaktır. Hem de faşizme karşı “Yeni” bir şey söy- lemiyoruz sanatçının tarihsel sorumluluğuna dikkat çekiyoruz sadece bakın Enver gökçe ne diyor: “…Sanatçıyı sosyal problemlerin halk hayatının sosyal davaların dışında görenler menfaatlari icabı rahata alışık olanlardır sosyal gelişmenin hızlandırılmasından korkanlardır taşlamış yosun tutmuş değerleri muhafaza etmek isteyenlerdir hastalıklı melankoliklerdir. Oysaki hayat bütün hareketi aktivitesi ileri atılışlarıyla diri canlı ve değişiktir hayat dinamizmine can katan hayatı öven kötülükleri protesto eden insanlığımızı yükselten sanatçılardan huylananlar onları fildişi kulede tutmak istiyorlarsa korktukları içindir. (age. Sayfa: 21) Zalimler, sanatçıyı fildişi kulede tutmak ister. Halk ise omuz başında görmek ister daima. Ki direnişin estetiği ve bir sanata dönüşen ayaklanmanın kendisi, sanatçıya neyi, nasıl yapması gerektiğinin ipucunu verir. Pablo Nerudo “Dünyanın burnu geleceğin kokusunu alır” derken haklıdır. O “burun” sanatçılarımızın sezgisidir. Sanatçı olanca duyarlılığı ile “geleceğin kokusu”nu alır. Bunu sağlayacak olan halkın ve hayatın diyalektiğini anlamaktır. “Anlamak özgürlük” der Nazım Hikmet. Ve ardından ekler: “Anladığını anlatmayan alçaktır.” Biz, gerçekleri anlatmamanın alçalışını değil, anlıyor oluşumuzun özgürlüğünü paylaşıyoruz halkımızla. Hiçbir engel, bu paylaşımın önüne geçemez. Hiç unutulmasın ki, sanat faşizme karşı bir cephedir ve sanat cephesi,faşizme karşı sanatı örgütlemektir. Son sözü, Ruhi Su ustamıza bırakalım: Sabahın bir sahibi vardır... *enver gökçe 21-23 futbol_sablon 7/15/13 3:37 AM Page 21 değerlendirme değerlendirme futbol taraftarları akp faşizmine karşı birleşti vahit çapa Portekiz diktatörü Salazar'ın ünlü 3 F sözü hala hafızalarda; Fado, (müzik) Fiesta, (dans) ve Futbol. Halkını uyutmak için bu 3 F yöntemini kullandığını söylüyordu faşist Salazar. Futbol, sistemli olarak 1863 yılında İngiltere'de ortaya çıkmış ve günümüzde 250 milyon sporcunun oynadığı dünyanın en popüler sporu olmuştur. Popüler olmasıyla birlikte kapitalizmin göz diktiği ve endüstriyelleştirdiği, paranın egemen kılınmaya çalışıldığı bir spor olduğu da aşikar. Futbol endüstrisi, bir yılda yaklaşık 230 milyar dolar gelir ediyor. Dünyada günde 25 bin kişi açlık ve ona bağlı nedenlerden dolayı hayatını kaybederken, kapitalizm böylesine dev bir ekonomiyi yönetiyor. Bir avuç sermayedar, farklı statülerde bu geliri paylaşıyor. Kulüp yöneticileri, yayıncı kuruluş, sponsor firmalar, reklam verenler, bahis şirketleri, devletler, futbol medyası.. Liste uzadıkça uzuyor. Geçmişte toprak sahalarda yırtık ayakkabılarla ve olanca amatör ruhla oynanan futbol, artık kapitalizmin gölgesinde bir eğlence sektörü halini aldı ve giderek büyümeye devam ediyor. Bu da futbolu doğalında politik yoğunluktan arındırılmış, sadece eğlence aracı olarak kılmak isteyen egemen ideolojinin bir parçası haline getiriyor. Peki futbol sadece bir eğlence aracı mı? Kapitalizm doğası gereği rekabetçi ve halkın kültürünü yok eden bir yayılma politikası izler. Halkın kültürünü alt üst ederek kendi yoz kültürünü dayatır. Bizler biliriz ki kapitalizm nereye el atsa orayı bencilleştirir, sömürür. Kulüpler arası sermaye çatışmasından tutun da, bahis şirketlerinin futbola müdahili, şike teklifleri, vergi kaçakçılığı, kara para aklamalar.. Bunun yanında egemenlerin bir eğlence aracı olarak haziran-temmuz 2013 | taVir | 21 21-23 futbol_sablon 7/15/13 3:37 AM Page 22 kullanmaya çalıştığı futbolda da amaç insanların varolan sorunlarını ertelemesi ve gündelik problem ve çözümlerle avunması. İnsanların ülke ekonomisinin kötü gidişatını konuşması yerine "bizim takım akşam kazanır", "şu transferi yapsak iyi olur" gibi futbola yönelik konuşmalar yapması kapitalizmin arzuladığı ve istediği bir şeydir. Bir nevi toplumun gündemini ele alır ve futbol izleyicisi takımı kazandığında mutlu olur, kaybettiğinde üzülür. Kapitalizm insanların futbolla yatıp kalkmasını, işçilerin, öğrencilerin; kısacası yoksulların bir araya geldiğinde konuşacağı konunun futbol olmasını ister. Bu boyutu holiganlık düzeyine vardırır ki, insanların ekmek kavgası yerine takım kavgasına girişmesini, uluslararası maçlarda milliyetçilik rüzgarı estirmesini ister. Holiganlık, takım taraftarları arasında şiddet, şiddetin kendilerine yönelmesini istemeyen egemenler tarafından bilerek ve isteyerek pompalanan bir şeydir. Gezi parkı direnişiyle birlikte çArşı grubunun barikatlarda yer alması, AKP 22 | taVir | haziran-temmuz 2013 faşizmine karşı taraftar gruplarının da tepkisinin arttığının göstergesidir. Kapitalizmin gölgesi altında endüstriyel futbola karşı dik duruş sergileyebilen ender oluşumlardan olan çArşı, direnişin başından itibaren duruşunu net bir şekilde ortaya koydu ve direnişçilerin safında yer aldı. Bu yazıyı kaleme aldığımız sıralarda "muhalif" faaliyetlerinden ötürü 12 üyesi gözaltındaydı çArşı'nın. En temel demokratik hakkını kullanan çArşı üyelerine yönelik "çıkar amaçlı suç örgütü kurmak" suçlaması yöneltiliyor. Dünden bugüne duruşuyla ve yapmış oldukları toplumsal kampanyalarla (Van depremine yardım/ mavi kapak toplama vs.) adından sıkça söz ettiren çArşı'ya yönelik bu faşist tutumun aslında futbol severlere bir mesaj olduğu apaçık ortada. Aslında politik tavırdan yoksun bırakılmaya çalışılan taraftar gruplarına karşı politik gücünün farkında olan ve bu gücünü en iyi şekilde kullanan taraftar grupları da mevcut. Genellikle işçi kentlerinde ortaya çıkan takımların etrafında onların ideolojisiyle harmanlanan taraftar grupları, endüstriyel futbola karşı simge olmaya devam ediyorlar. Örneğin Liverpool taraftarları; liman işçilerinin yoğunluklu olarak desteklediği bir taraftar grubudur. Liverpool'un Efsane teknik direktörü Bill Shankly'in "inandığım sosyalizm herkesin herkes icin calistigi ve herkesin ödullerden pay aldığıdir" şeklinde söylediği söz ve takımı baştan aşağı kırmızı renklerle sahaya çıkartması, takım taraftarlarının daha da politik olmasını sağlamıştır. Örneğin Almanya'dan St. Pauli takım taraftarları. St. Pauli Almanya’nın liman kentlerinden Hamburg’da 1910 yılında kuruldu. St Pauli futbolcuları, Türkiyelileri hedef alan Solingen Katliamı’nın ardından da Türkçe yazılmış, “Faşistleri Defedin, biz hepimiz kardeşiz!” pankartı taşımışlardı. Örnek vereceğimiz taraftar grupları arasında En "kızıl" duruşu İtalya'nın liman kenti Livorno'nun taraftar grubu olacaktır. Livorno şehri İtalya Komünist Partisi'nin 21-23 futbol_sablon 7/15/13 3:37 AM Page 23 kurulduğu yer olarak da ön plana çıkmakta. Livorno takımı ve taraftarları özellikle faşist Lazio S.S. takımına ve taraftarlarına aldıkları tutum ile dünyada kendinden söz etti. Livorno taraftarları maçlarda Ciao Bella'yı, Bandierra Rossa'yı hep bir ağızdan söylemesiyle, orak çekiçli logolarıyla dünyada adından söz ettiren taraftar grupları arasında yer aldı. İspanya'dan Barcelona, ayrılıkçı Katalunya bölgesinin takımı. Faşist Franco'ya karşı Barcelona şehrinin direnişin merkezi olması sebebiyle öne çıkan Barcelona, 2012 senesine kadar formasına reklam almamasıyla dikkat çekiyordu. Barcelona taraftarları hemen hemen her maçta "Burası Katalunya, İspanya değil" diye pankart açmakta. Taraftarlarının bu ayrılıkçı duruşuna rağmen Barcelona futbol endüstrisi bakımından en fazla kazanan takımlardan birisi. Endüstriyel futbola karşı direniş cephesinde yer alan daha bir çok takım var. Fransa'dan Marsilya, Türkiye'den Adana Demirspor, İspanya'dan Betis, Arjantin'den Boca Juniors.. Bahsettiğimiz bütün takımlar elbette ki kapitalizmin o kirli yüzünden payını almışlar. Kapitalizm doymak bilmez bir açlıkla takımlara ve sektöre saldırıyor. Tuttukları takımlar futbol endüstrisinde söz sahibi iken bazı taraftar oluşumları bunu protesto edip endüstriyel futbola karşı bir tavır alabiliyor. Örneğin Fenerbahçe içinde Vamos Bien ve Sol Açık, Galatasaray içinde Tek yumruk. Futbol endüstrisinin bir de sporcu yönünü ele alalım. Dudak uçuklatan fiyatlarla bir takımdan başka bir takıma transfer olanlar, lüks arabalarla, villalarla, yazlıklarla para para demeyenler... İnsanı para ile satın alınabilecek bir meta haline dönüştüren kapitalizm, futbol söz konusu ise bunu en çok da futbolcular üzerinden gerçekleştiriyor. Aldığı yüksek ücretlerle kendini kapitalizmin kollarına bırakan, düşünmeyen, sorgulamayan futbolcular. Fakat bu cephede de futbolun bu kirli yüzüne direnen nice futbolcular olmuştur, olacaktır da. Örneğin "Defans oyuncularına çalım atmak, diktatörlere çalım atmaktan daha kolay" diyen Brezilya'lı Socrates, futbolda sendikalaşma faaliyeti yürüttüğü için aforoz edilen ilk futbolcu olan, "halka yakın olmak için kanat oynuyorum" diyen Metin Kurt, Meksika'daki Marcos önderliğindeki zapatistalar için yardım maçı düzenleyen Zanetti, "Futbol, ezilen halkların mutluluğudur" diyen George Weah, İtalya milli takımında gol attıktan sonra formasını çıkarıp Che Guevara resmini gösteren Lucarelli, bacağındaki Che dövmesi için "bana güç veriyor" diyen Miccoli, her türlü kötü alışkanlığına rağmen kolundaki Che dövmesi ve Filistin halkı ile dayanışmak için kampanyalar yürüten, Roma'da yılın futbolcusu ödülünü "“Arjantin halkına, Küba halkına, Fidel Castro’ya ithaf ediyorum ve dünyanın en ünlü Arjantinlisine! Ernesto Che Guevara’ ya!” adayan Diego Armando Maradona ve daha nice futbolcu. Belirttiğimiz gibi bu futbolcular da kapitalizmin kirli yüzüne maruz kalmışlardır fakat düşünmeyen ve üretmeyen diğer futbolculara nazaran farklarını ortaya koymuşlardır. Tribün, insanların sosyal olarak birbirleriyle rahatça iletişime geçebildiği ender yerlerden biri. Böyle olduğu için başlı başına ayrı bir kültüre ve kimliğe sahip. Binlerce insanın birden aynı anda tezahürata başlaması, bir anda susması, ayağa kalkması, zıplaması, bunların hepsi insanların bir anda nasıl harekete geçtiğinin göstergesi. Bunun için futbolun kapitalist yüzüne ters düşüyor bu kültür. Onun içindir ki futbol takımları stadlarının farklı yerlerini ayrı ayrı fiyatlandırıyor, zenginlere localar kiralıyor, görece stadın uzak yerlerini daha ucuz fiyata satıyor. Bu her şeye parasal karşılık biçen, bencil futbol tekeline karşı halkın kendi dayanışma kültürünü yükseltmek taraftarların görevidir. Dünyadaki bir çok direnişte yer almış bir çok taraftar grubu var, Türkiye'deki gezi parkı dire- nişinde de taraftar gruplarının dayanışmasını ve birlikteliğini bir kez daha görmüş olduk. Egemenler taraftarlar arasındaki holiganlık ve şiddet olaylarını şiddetin kendilerine yönelmemesi için beslediğini ve körüklediğini biliyoruz. Buna karşı taraftarların birleşik gücüyle mücadele etmesi gerekiyor. Çünkü taraftarları düşmanca saflaştırmaya çalışan egemenlerle mücadele için birleşmek ve tek güç olmak şart. Bir Fenerbahçeli için esas düşman Galatasaray değildir. Uyutulan ve birbirlerine düşman edilen taraftarların tek bir güç olduğunda iktidarların nasıl korktuğunu gezi parkı direnişinde gördük. Bu yüzden tüm taraftar gruplarının faşizm karşısında birleşik mücadele etmesi şarttır. Ancak bu şekilde faşist rejimden kurtulunabilir. her alanın kendi örgütlenmesi olmalı. Ama ortak çıkarlar çerçevesinde birleşmeli. Yani devrimciler ile birlikte mücadele edildiğinde ancak sonuç alabilirler. Tek başına bir taraftar grupubunun zafere ulaşması mümkün değildir. Halk anayasası taslağında; demokratik halk cumhuriyeti, spor ve dinlenmenin doğal olduğu anlayışıyla, halkın spor, dinlenme, tatil ihtiyaçlarını karşılayacak tesisler kurar. Çünkü; spor ülkemizde dinamizm kazandıran bir araç olmaktan çıkıp, adeta ülkenin kanayan yarası haline gelmiştir. belli bir azınlığın para kazanmak için kurduğu klüpler çevresinde odaklaşan spor, geniş kitlelerin apolitikleşmesinin, ülke sorunlarından uzaklaştırılmasının ve birbirine düşürülmesinin aracı haline gelmiştir. futbol fanatikliğinin kıydığı can sayısı bile durumun vehametini ortaya koymaktadır. Biz, sporu kitlelere yayarak, onun özünde varolan, bedenin eğitimi ve insanların kardeşliği düşüncesini öne çıkararak bu tabloyu değiştirmeyi hedeflemek durumundadır. Tavır dergisi olarak bütün ilerici demokrat futbol taraftar gruplarını ortak anayasa taslağı çalışmasına çağırıyoruz. haziran-temmuz 2013 | taVir | 23 24 siddet_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:37 AM Page 24 deneme deneme şiddete meyilimiz faşizmdendir devrim savaş Zulmün zorbalığın hesabıdır bu Ekmeğin toprağin hesabıdır bu Hasretin sevdanın hesabıdır bu Gayrı dur durak yok yoldaşlar Çınlasın doruklarda kavga borusu Döne döne yane yane geliriz Biz dostu da düşmanı da biliriz Gelir günler gelir günler Silahta çeker ölürüz. rışmasını sağlar. İşte o nehirler yüz binler olup meydanlara akacaktır. Ülkemizde yaşanan ayaklanmanın karşılığı da budur. Halk susmuş susmuş ve artık patlamıştır. On yılların hesabıdır bu patlama. Maraş’ın, Çorum’un, Sivas’ın, Gazinin, 19 Aralık’ın açlığın yoksulluğun yozluğun hesabıdır. Zulmün zorbalığın hesabıdır bu. Ve halk dostunu düşmanını iyi bellemişFaşizmin en fazla kullandığı yöntemdir tir. şiddet. İnsana ve insana dair her şeye düşmandır, saldırır.. Haklarımızı gasp Yani kafalara sokulmak istendiği gibi iki eder insanlığımızı onurumuzu gasp ağaç değildir mesele. Vatan toprakları eder ama susmamızı ister. Halkın siste- parsel parsel satılırken AKP ‘nin zulmü me karşı her başkaldırışı katliamlarla ağır her geçen gün daha da katmerleşirken bedellerle bastırılmaya çalışılır. Dünya- yüz binler iki ağaç için tek vücut olmada halk için var olmayan her sistem böy- mıştır. Hoşa gitsin ya da gitmesin bu ledir. Eğer bir avuç egemenin çıkarı ayaklanma politik bir ayaklanmadır. için kuruluysa düzen ilk isyan eden kö- AKP’nin tomasına suyuna copuna gazılenin direnişi gibi direnişler hep var na karşı atılan her taş kurulan her bariolacaktır. Öyle de olmuştur. kat halk savaşının meşruluğudur. Emperyalizmin işgal ettiği ülkelerin, ırzına geçip öldürdüğü insanların hesabı halkın adaleti tarafından görülür. Bu yadırganacak kınanacak bir durum değildir. Vatan topraklarını işgal edip halkını katledene teşekkür edemezsiz. Ya da canın sağ olsun diyemezsin. Amerikan köpeklerine değecek her kurşun helaldir. İnsan onuru bunu gerektirir. İnsan onuru halk düşmanlarının yaşamasına izin veremez. Yürütülen psikolojik savaşta AKP bizi marjinallikle yani halka aykırı olmakla suçluyor. Koca halkı, halka aykırı olmakla suçlayan Tayyip gülünç durumda olduğunun ne kadar farkında acaba? Bu psikolojik savaşa aldananlar ise biz marjinal değiliz mesajı vererek kendilerini kurtarmaya devrimcileri saf dışı bırakmaya çalışıyorlar. AKP’ den daha iyi çalışan bu zihniyet; o gezi parkına, provokatör dediği insanların 36 saat boyunca düşmanla kafası gözü dağılmak Ve bu onur bir gün mutlaka uyanır. Bir pahasına çatışması sonucu girebildiğidamla ki o bardağı taşırır ve nehirlere ka- ni bilmiyor mu acaba? 24 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013 Ama korkaklık onları direnişin gerisine atıyor. Oturdukları yerden direnişi bitirme kararı alanlara, halk gösteriyor doğruyu. Sen nereye gidersen git bu ayaklanmayı sen başlatmadın sen bitiremezsin diyor. Zamanında bu halktan adam olmaz diyenleri halkta adam yerine koymuyor. ‘Barışçıl eylemler yapalım’ ‘sağduyulu olalım’ diyorlar. Nedir barışçıl eylem? Seni katledene boyun eğmek midir barışçıl eylem? Biber gazı kapsüllerini nişan alarak atıp insanların ölümüne sebep olanlara ses etmemek midir barışçıl eylem? 14 yaşındaki Berkin’i ekmek almaya giderken kafasından vuranlarla masaya oturmak mıdır barışçıl eylem? Biz öyle eylem istemiyoruz. Yere batsın sizin sağduyunuz. Siz kime sağduyulusunuz? Bu ayaklanmada ölen, sakat kalan her insanın hesabı sorulacaktır. İnsanlar bunun özlemiyle yanıp tutuşuyorlar. Balkonundan barikata çekyat atan teyze bunun göstergesidir. 60 yaşında elinde sapanla polise bilye atan teyze bunun göstergesidir. Tomanın altına yatan amcalar taş atan çocuklar bunun göstergesidir. Halk adaletini arıyor. Ve bunu kimin sağlayacağını da çok iyi biliyor. Devrimcilere güveniyor. Devrimcilerde halka güveniyor… Gayrı durdurak yok… 25-26 dayanısma_sablon 7/15/13 3:38 AM Page 25 izlenim izlenim dayanışmanın gücü deniz ekin 28 Mayıs'ta İstanbul'un orta yerinde Taksim Gezi Parkı'nda yaklaşık otuz kişi iktidarın kendi çarkına uydurduğu yeni bir projesine karşı çadırlarıyla direnişe geçti. İktidar korkaktı ve nasıl ki yıllardır bu ülkenin devrimcilerini sabaha karşı yaptığı büyük "terör operasyonlarıyla" gözaltına almış, tutuklamışsa Gezi Parkı'nda çadır kurup Topçu Kışlası projesine engel olmak isteyenlere de öyle saldırdı. Fakat bu sefer yanıldı, bu sefer artık sabrın sonuydu ve yüz binlerce insan artık yeter diyordu. Sonraki günlerde gerek internetten gerek okullarından mahallelerinden örgütlenen onlarca insan bunun bir direniş olduğunu ve devam edeceğini haykırıyordu. Bunun üzerine iktidarın faşist saldırıları daha da arttı. Fakat 31 Mayıs sabahı her şey daha farklıydı, Gezi Parkı'na bir kez daha saldırılmış yine onlarca kişi gaza boğulmuştu. 31 Mayıs Cuma günü, okullarda iş yerlerinde akşam saat 19.00'da Taksim'de olmak üzere sözleşiyordu insanlar ve akşam vakitlerinde artık tüm haftanın yorgunluğu yerini büyük bir coşkuya bırakıyordu. Binlerce insan Taksim Meydanı'na akıyordu. 31 Mayıs saat 19.00'da İstiklal Caddesi'nde yüzbin insan vardı.. Takım elbiseli insanlar, gençler, orta yaşlılar, yaşlılar... İstiklal Caddesi'ndeydik ve polis aralıksız biber gazı atıyordu. Normal koşullarda yüz bine yakın insanın İstiklal Caddesi'nde durması çok zordur fakat o gün aralıksız atılan biber gazlarına rağmen kimse paniklemiyor, kimse ezilmiyor ya da kimse bir yere sıkışmıyordu. Her şey daha farklıydı sanki, gözlerimiz kapalı biber gazından geriye çekilirken bir genç önündekine çarptığında "pardon" diyordu ve ara sokaklarda avukatların, doktorların olduğu bilgisi geliyordu. Bu daha öncesinden alışık olduğumuz bir durum değildi ve gözlerimiz kapalı bir ara sokağa doğru çekilirken önümüze iki kişinin çıktığını fark ettik. Ellerinde ilaçlı bir su ve havlu var. Biri yüzümüze ilaçlı suyu sıkarken öbürü elindeki havluyla yüzümüzü temizliyor. Gözlerimizi biraz açtığımızda birçok insanın birbirine bu şekilde yardım ettiğini görüyoruz. Ve o gün dayanışmanın direnişi ne kadar büyüteceğini fark ediyoruz. O gece sabaha kadar süren direnişte, barikatlar hazırlanırken yüzlerce insan birlikte mücadele ediyor. Barikatlar birlikte kuruluyor ve barikatın ardında cephe gerisi oluşturuluyor. Doktorlar hemşireler harıl harıl çalışıyor.. Bundan sonraki günlerde direniş daha da büyüyor, inşaat işçileri barikata malzeme taşıyor, tırlar tomaların önünü kesiyor ve direnişi büyüten en büyük etkenlerden biri dayanışma oluyor. Taksim'in yakınlarındaki insanlar evlerini açıyor, yaralılar için revirler kuruluyor, gönüllü doktorlar her an barikatın ardında bekliyor, barikata evlerden eşyalar geliyor, gün- haziran-temmuz 2013 | taVir | 25 25-26 dayanısma_sablon 7/15/13 3:38 AM Page 26 düz çalışan insanlar akşam işten çıkıp barikata çatışmaya gidiyor. Herkesin öfkesi ortak, sömürüye, zulme, hor görülmeye karşı artık yeter diyen yüzbinler pes etmemek üzere ayağa kalkıyor. Bu öyle bir direniş ki artık tüm Anadolu'ya yayılıyor. Bir halkın öfkesinin karşısında dağ olsa durmaz yıkılır gider. Öyle de oluyor Taksim Meydanı kazanılıyor ve halkın oluyor. Taksim Meydanı'nda ve Gezi Parkı'nda tutulan nöbetlerde çadırlara o kadar çok yiyecek, içecek geliyor ki çoğunu yiyip, içmeye sıra gelmiyor.. Öyle bir dayanışma ki bu sanki artık sokaktaki herkes arkadaş. Taksiler para almadan çalışıyor, dükkanlar para kabul etmiyor, yaşlı kadınlar makarna yapıp direnişçilere dağıtıyor, diğer apartmanlar makarna yapan kadınlara paket paket makarna alıp yemek yapmaya devam etmesini istiyor, İstanbul'un her sokağı bir mevzi oluyor ve her ev revire dönüşüyor.. Polisin her saldırısında dayanışma galip geliyor. 11 Haziran Salı 20.15, katliam emri alan polis bir kez daha sahnede... Yüz binlerce insan saat 19.00'da Taksim 26 | taVir | haziran-temmuz 2013 Meydanı'nda toplanıyor, sloganlar, marşlarla tüm meydan inliyor. Bir saat on beş dakika boyunca polisin herhangi bir saldırısı söz konusu değil, öyle ki artık herhangi bir şey olmayacağına eminiz biber gazından korunmak için taktığımız deniz gözlüğünü çantamıza koyuyoruz, gaz maskesini de boynumuza indiriyoruz.. Fakat katliamlarla örülü tarihini taçlandırmak üzere bir kez daha saldırı emrini veriyor devlet ve tepemizden biber gazı fişekleri geçiyor. Anlayamadığımız yalnızca Atatürk Kültür Merkezi'nin önünde polis bulunmasına rağmen biber gazları her yerden geliyor. Kısa süre sonra fark ediyoruz ki bu bir katliam provası ve bütün binaların üstlerine konuşlanmışlar. Gafil avlanıyoruz işte.. Bir süre gözlüğü ve maskeyi takmaya çalışıyoruz fakat art arda gelen yüzlerce biber gazından bu olanaksızlaşıyor.. En son tomanın su sıktığını ve insanların çığlık attığını hatırlıyorum.. Sonrası az evvel birbirimize sarıldığımız hiç tanımadığım bir kadının dizindeyim, adımı ve kan grubumu soruyor, kan grubumu koluma yazdığını fark ediyorum bayılıp bayılmadığımı soruyorum meydandayız henüz, kadının beni konuşturmaya çalıştığını fark ediyorum fakat ona cevap veremiyorum daha.. Bir süre sonra iki kişi olduklarını fark ediyorum. Parka doğru çekiyorlar beni ve Gezi Parkı'nın revirinde birçok insanın yaralı olduğunu ve herkesin kötü olmasına rağmen birbirine yardım ettiğini fark ediyorum. Kendime geldiğimde kadına teşekkür etmek istiyorum, o da çok kötü gözüküyor.. Beni bırakmadığı için teşekkür ediyorum ve yanındaki arkadaşıyla konuşurken beni orada bırakmamak için uğraşırken telefonunu düşürdüğünü öğreniyorum.. Bu duruma üzüldüğümü ifade ediyorum ve "senin canın sağolsun" cevabını alıyorum.. O akşam Taksim'de herkesin birbirine bir kez daha nasıl yardım ettiğini görüyoruz. Ve bu dayanışma öyle içten ki yine herkes hiç tanımadığı insanlar için bedel ödüyor ve yine herkes faşizmi bir kez daha yere çalıyor.. Binlerce insanın yaralanmasına, sakat kalmasına ve üç kişinin ölmesine rağmen direniş hız kaybetmeden devam ediyor.. Direniş dayanışmayla örülüyor ve büyüyor...Bir halk artık nankör suskunluğunu bir daha asla zulmün önünde susmamak üzere yere çalıyor.. Direnerek, dayanışmayla, hep birlikte... 27-28 adalet dedigin_sablon 7/15/13 3:43 AM Page 27 deneme deneme adalet dediğin ekmek su misali gürhan torun Bir tohum düştü toprağa, milyonlar filiz oldu taştı, aktı meydanlara. Mesele elbette üç ağaç değildi, yılların öfkesi, sınıfsal ayrımın yaşandığı kindi. Ülkemiz topraklarında emperyalist işbirlikçiler kol gezerken, sömürge yolunda yeni yeni adımlar atılıp, ülke talan edilirken elbette mesele üç ağaç değildir. Çocuk yaşta kızlarımızın rızası var denilip, tecavüzcüleri koruyan savcı ve hakimlerin olmayan adaletidir mesele. Önüne gelen; doktor, öğretmen, sanatçı, işçi emekçi, mualif tüm kesimleri, faşizan uygulamalarla gözaltına alıp tutuklamaktır mesele. Siz hangi üç ağaçta takılıp kaldınız, biz sınıfsal bilincin, bilimselliğin savunucularıyız ve biliriz ki bu bir rastlantı değildir. Yarattığınız tüm hukuksuzlukların, sokak ortasında öldürülen, sakat bırakılan insanlarımızın, üç kuruşa reva görülen yoksul halkımızın, size duyduğu nefretin göstergesidir. koyun değil, gelir sizin tüm planlarınızı alt üst eder. Üç beş günle bitecek sandığın, ortalığın durulacağı, umduğun günler daha gelmedi, gelmeyecekte… Ta ki o güzel güne duyulan özlem bitmediği sürece, durulmayacak bu halk biline. Padişahlığa özenip de geldin, alaşağı olacaksın. Arada burjuva babalarını dinliyorsun sakinlik olsun, ortalık durulsun diye. Unutma bu halk uyandı! Verdiğin fetvalar işe yaramaz artık. Faturan da kabardı, senden adalet bekleyecek de değiliz, Nenemin bir sözü vardır: ‘’ Nerede bir adaletsizlik varsa dön yüzünü halkın adaletine bak ’’ der. O gün bugündür, çocuk yaşımdan beri bu cümleyi idrak etmeye çalışırdım. Şimdi anlıyorum, adaletsizlik bunca Ey Efendiler! Çoban olmayı bile beceremezsiniz siz. Onun onuruna, doğanın kokusuna, kavalın sesine elde değnek koyunlarını güden çobanın tırnağı olamazsınız. Kaldı ki halkı koyun edip sürmeye yeltenirsiniz, bu halk haziran-temmuz 2013 | taVir | 27 27-28 adalet dedigin_sablon 7/15/13 3:43 AM Page 28 insana yaşatılırken, kimden adalet bekleyecektik ki, Bu düzenden değildi elbette, her sistem kendi hukukunu uygulardı çünkü. Tekelci burjuvanın korunması demek; ona göre yasalar çıkartmak, hukuk sistemini ona göre ayarlamak, yeri geldiğinde korumak için düşmana saldırır gibi halk ile savaşmaktı. O zaman biz yüzümüzü hep halkın adaletine döneceğiz. Adalet dediğin ekmek su gibi! Bizim oralarda adalet dedin mi, Baba İshak gelir akla Dönemin Selçuklu devletini halka teşhir etmiştir. Ahlaksızlıklarını, talancı ve sömürücü olduklarını, halka yapılan zulmü anlatıp bilinçlendirip bir halk örgütlenmesi yaratmıştır… Ve Türkmenlere, Kürtlere, Hıristiyanlara, kurtuluşun yolunu göstermiştir:‘’Silahlanın, hazırlanın, işaretimi bekleyin! Bizim de günümüz gelecek…’’ demiştir. Tarih, 3 Ağustos 1239’u gösterirken elli bin Babai, Selçukluya karşı ayaklanmıştır! Amasya’dan Tokat’ a Sivas’ dan Malatya’ ya halkın öfkesi isyan ateşini korlamış Selçuklu’ nun kalelerini birer birer düşürmüştür. Baba İshak halkın adalet sesi olmuş, adaletin adı; kurtuluşa kadar savaş olmuştur. Adalet dediğin ekmek su gibi, Osmanlının zulmüne karşı Bedreddin çıkar, Anadolu’nun dört bir yanında örgütlenmeye gider. Aydın ve Tire arasında ki, Cuma Dağların’ da Börklüce Mustafa Karargahını kurar ve halka zulmeden, aşını, ekmeğini elinden alan bey ve adamlarına, askerlerine karşı vur kaç taktiği uygular, düşmanı defalarca yenilgiye uğratır. Manisa’ da Torlak Kemal’ in önderliğinde Ahiler ve Yahudiler Osmanlı’nın zulmüne karşı ayaklanır. Ege bölgesinde birçok 28 | taVir | haziran-temmuz 2013 yeri halk ile denetime almışlardır. Adalet halkın elinde, kurtuluşa kadar savaşmak olmuştur. ‘’ Ve her baş düşerken yere Çarmıhından Mustafa Baktı son defa. Ve her yere düşen başın Kılı depremedi: -İriş Dede Sultanım iriş! Dedi bir, başka bir söz demedi ‘’ * Onların açtığı yolda halkın adaleti süregelmiştir. Osmanlının; dağ hırsızları, haydutlar dediği, dağların efeleridir. Haklının yanında, haksıza karşı duran eşkiyalar, Anadolu halkının dilinde masal, türkü, ağıt olup akmıştır tarihe. Atçalı Kel Mehmet Efeden, Çakırcalı Mehmet Efe’ye halkın adalet sağlayıcıları olmuş, günümüze kadar yayılmıştır. Adalet dediğin ekmek su gibidir, o olmadan zulümdür insana hayat. İhtiyaçtır, olmadı mı yaşayamaz insan. Kızıldere’ den bugünlere Mahir olmaktır, halkın adaleti. Onlar ki gökte yıldız, yerde Mahirce, elde mavzer Şanlı Alişan’ dır. Onlar halkın adaleti, özlemlerine sestir… Şimdi; Ankara’nın orta yerinde, Kızılay da bir genci vurdu, yezidin dölleri. Adı: Ethem Sarısülük; yiğit, elleri heybetli, şekil verir demire. Bir işçi, emeği alınteridir. Sol yumruğunu sıktı mı, korku salar düşmana, yürür üstüne üstüne… Yüreğinin sesidir Adaleti, dinledi taştı yüreği, çıktı meydana, durdu zulmün karşısında… Varsa cesaretiniz gelin dedi. Ankara Kızılay'da, bir kahpe, vurdular ETHEM’İ! Kalleşçe! Yığıldı yere, aktı kanı, milyonlar oldu ETHEM… Katlettiler; Katilleri belli, ülkemizi adeta satılığa çıkaranlar, dünya halklarına savaş açan ABD emperyalizminin işbirlikçileri. Biliriz aklarlar katilleri, biliriz yoktur onların adaleti. Sözün sonu yerine gele ve biline, amma velakin durduğunuz yerde korkun,vardır halkın ADALETİ!!! 29-30 oysa simdimeydanda_sablon 7/15/13 3:45 AM Page 29 öykü öykü oysa şimdi meydanda hazal kara Sobanın içinde yanan bir tahtasın sanki. Yandıkça, kül oldukça soba borusundan yukarıya doğru ilerliyorsun adım adım. Ve ışığı gördün. Gökyüzü masmavi, bulutlar var beyaz... Ve sen nefes almak için çıkıyorsun bacadan. Yukarıda kuşlar var. Daha önce hiç böyle sevdalı uçmamışlar. Oysa sen onları daha önceden tanıyorsun. Yemyeşil dallarının olduğu zamanlardan tanıyorsun. Dalına konup dertleşen kuşlar değil mi onlar? Yeniden karşılaşıyorsunuz... Şimdi o sevdalı kuşun kanadına renk katacaksın. Kuşun kanatları havalanıyor. Ve uçmaya başlıyor. Tepesinde, tam tepesinde bir helikopter var. Nedir diye anlamaya çalışıyor kuş. Ne nedir derken kafasını kaldırmasıyla gözlerinin yanması bir oluyor. Telaşa kapılıyor. İşin doğrusu daha önce böylesine yanmamış canı. Gözlerini zor açıyor. Hava kararmaya başlamış. Bir alev yükseliyor gökyüzüne doğru. Alevin içinden koşup gelen bir delikanlı... Yürekli bir slogan atıyor. Aşağıya bakıyor kuş. Aşağısı kalabalık. Bir tane araç tepesinden su fışkırtıyor. Kuş önceleri biraz şaşırsa da araba suyu kasıtlı şekilde insanların üzerine fışkır- tıyor. Etraf sanki savaş alanı... Sanki her şey bir anda olmuş gibi geliyor ona dün böyle bir şey yoktu bugün ne oldu diyor kendince... Merak ediyor sebebini. Bir yere konup beklemeye karar veriyor. Bir yandan da olanları anlamlandırmak istiyor aslında. Sonra kasklı üniformalı adamlar geliyor. Elindeki silahı sıkmaya başlıyor. Tetiği çekince etraf toz duman oluyor. Birinin omzuna geliyor attığı fişek. Yere yığılıyor, yanındaki tutup kaydırıyor vurulanı. Can havliyle koşuyorlar. Sanki arkalarından azgın bir canavar koşuyor. Dar atıyorlar kendilerini barikatın haziran-temmuz 2013 | taVir | 29 29-30 oysa simdimeydanda_sablon 7/15/13 3:45 AM Page 30 arkasına. Barikat yanıyor alev alev. Bir zincir kurulmuş. Elden ele taş taşıyorlar barikata. Genç yaşlı herkesi görüyor orada. Birden balkonunda beklediği Ayşe teyzesini görüyor barikatın arkalarında. Ayşe teyze tanınmaz halde. Gözünü karartmış, tüm korkularını balkonunda bırakmış gelmiş meydanlara. Oysa daha dün gibi geliyor tanık olduğu sohbetler. Ayşe teyzenin kapısını aşındıran bir kız vardı. Gelir gider anlatır dururdu. “ Ayşe teyzeciğim sen bugün inanmıyorsun, güvenmiyorsun ama bu 30 | taVir | haziran-temmuz 2013 adam olmaz dediğin insanlarla hep birlikte omuz omuza savaşacağız gün gelecek. Güven onlara... El ele vermezsek nasıl yıkarız zülmu. Evimizi yıkmaya geldiklerinde kimle kırarız düşmana atılacak taşı?” Böyle demişti. “Olsun kızım kaderdir hem onlar gelene kadar...” dedi durdu hep Ayşe teyze. Oysa şimdi emzirecek sütü olmayan genç kadınların gözyaşlarını biliyor. Paramparça ayakkabısıyla kara kışta okula giden ilkokul çocuklarını biliyor. Tanıyor çünkü akşam evine ekmek getirmek için çalışan işçileri. Hepsinin balkonuna konmuşluğu, dertlerini dinlemişliği var gri kanatlarının... meydanda. Sokak sokak, barikat barikat savaşıyor yıkılası düzenle. Yanarken kanatları, ve yanarken tüm şehir, insanlar yaralanır ölürken anlıyor tüm yaşanan acıları... Sesler duyuyor hala... Derken kuş havalanıyor, gökyüzünün karanlığına karışıyor... Gördükleri yetti aslında ona. Tüm bu savaş havasını solumak yetiyor küçük kuşa. Ayşe teyzenin sorunlarını anlıyor. Yıllardır canına tak etmişliğini görüyor. Göğsünde bebesine Arkadaşlar barikata... Gel gel gel... Polis simit sat onrlu yaşa!! 31-32 röportaj_sablon 7/15/13 3:52 AM Page 31 röportaj röportaj halk ne diyor? tavır Taksim nedir? Faşizm nedir? Adalet nedir? 1. Taksim bizim daha önce yürüyüşlere, mitinglere gittiğimiz bir yerdi. Sonra ne olduysa oldu, kapattılar. Biz de daha gidemedik. Ama bundan sonra tutamazlar hep gideceğim. 2. Kardeşi kardeşe kırdırmaktır. Halkın karşısına halk çıkartılır mı hiç? Hep yalan söylüyor o hep yalan. 3. Gireceğiz taksime adalet o olacak. Biz onu istemiyoruz Tayyip daha neler yaptı ki kötülükten başka, yalandan başka, hırsızlıktan başka. O gitsin, biz başımıza getirecek birini buluruz. tencereden taşar. bu halk da öyle, taştık tencereden artık. Bektaş Amca: 1. Tertemiz çocuklar, çıkmışlar oraya çarpışıyorlar. Aferin onlara aklım hep orda ama hastalıktan gidemiyoruz ki. 2. Pişirdiği yemeği aşçı başı yemezse kimse yemez. Tutmuş kendi yemediği yemeği bize yedirmeye çalışıyor. Halk oylaması diyorsun yanaşmıyor, yasaya kendi uymaz. Bütün suçun başı Tayyip Erdoğan. Hiç başka bir yerde aramayın o da bizim için faşizmdir. Adam diktatörlük yapıyor. 3. Yargıyı falan tanımıyoruz. Tayyip bizi Suriye gibi çarpıştırmak istiyor. Adalet biziz. Mustafa Amca: 1. Gençken Taksim'de kız arkadaşlarımızla buluşmak için randevu ayarlardık, sonra ben iş yerinde devrimcilerle tanıştım. Taksim'e hep yürüyüşe gider olduk. Taksim o gün bugündür benim için eylem yeridir. 2. Polis devleti demek faşizm demek. Devamlı yaptıkları iş, bölmeye çalışıyorlar, yalan söylüyor. Şimdi onun askeri polis. Faşizm bu. Kasım amca: 1.Ben 40 senedir bu mahallede oturuyorum. Taksim demek çok güzel çatışmalar demek bizim için. 2. Halkı kışkırtmaktır faşizm. Halkı uçuruma sürüklemektir. Yalan söyleye söyleye, kötülük yapa yapa nereye kadar. Bölücülük yapıyor. Ama başbakanı da istemiyoruz bunda da netiz. 3. 11 senedir bizi perişan etti. Halka yazık o gitsin adaleti sağlayanlar muhakkak olur. Mahallemizin gençleri sağlar adaleti. Su kaynarsa ne olur, haziran-temmuz 2013 | taVir | 31 31-32 röportaj_sablon 7/15/13 3:52 AM Page 32 3. Adalet devrimcilerde, bir de biz o kadar. Bak 44 yıldır Okmeydanı'nda oturuyorum. Hep yazar bizim çocuklar adalet adalet diye. Aha git onlara sor adalet nerde diye. Anlatırlar sana hemen halkın adaletini. Safiye Abla: 1. Taksim uyandığımız son noktaydı. Evvelinde FSM'yi yıka yıka geldiler uyanamadık ama Taksim uyandığımız, son damla olan yerdi. 11 yılın birikimi bir yerden patlak vereceği belliydi. Buradan patladı. 2. O polislerin de anneleri var. Onların hiç vicdanları sızlamıyor mu? Sen milyonlarca insana işkence edeceksin, onların hayatlarını söndüreceksin. Vicdanın sızlamayacak hem de bunun üstüne para alacaksın işte faşizm budur kızım. 3. Ben bu adama başbakan diyemiyorum, böyle adamdan başbakan olmaz. Vatanını, milletini satan adamdan başbakan olmaz. Adalet cumhurbaşkanının, başbakanın, bütün hükümetin istifa etmesi demek şimdilik. Etmezlerse daha beter olur onlar için. 32 | taVir | haziran-temmuz 2013 Berber Abi: 1. Taksim bizim için insanların patlama noktasını ifade ediyor şu an. Biz esnafız insanlara da soruyoruz, görüyoruz. 2. Faşizm insanları insan olarak görmeyen, insanları ezmeye çalışan, sömüren bir sistemdir. 3. Adalet benim için hakça paylaşımdır. Cd'ci abi: 1. Benim için eskiden gezmeye gittiğim yerdi, şimdi çatışmaya gittiğim yer. 2. Faşizm bu mahalleye polisin girmeye çalışması demek. 3. Ben burada kar kış soğukta cd satarken o adamların gezmesi adaletsizlik. Onların da bizim çektiğimiz gibi yoksulluk çekmesi, yokluk çekmesi adalet olur. Hakkı abi: 1. Taksim direniş artık bizim için. 2. Faşizm ırkçılığı ifade ediyor. Nazi Almanya'sındaki yapılanlar aklıma geliyordu şimdi AKP geliyor. 3. Adalet herkese lazım ama unutmasınlar bugün başta olanlar için de sonradan onlara lazım olacak. Biz de onlara adaletli olacağız ne yapalım. Değil mi? Satı teyze: 1. Taksim harabeye dönmüş durumda. Çok mu lazımdı böyle yapmaya. 2. insanları halkı ikiye bölmektir. Ayırmaktır ayrımcılık yapmaktır, kendi etrafındaki insanları koruyup diğer insanları yadırgamaktır. 3. Adalet deyince aklıma halkın kararı gelir. Tayyip'in kararı gelmez. Söylemek istediğim bir şey daha var halkın zayıf düştüğü nokta yarım kilo zeytin, bir kilo peynir. Bir esnaf: 1. Tayyip'in satmak isteyip de satamadığı yerdir Taksim. 2. Kendisini düşünmektir, halkı düşünmemektir. Halkın malını halka sormadan satmak, talan etmektir. 3. Adalet o boyu devrilesice adama çok lazım olacak. Bir tek bunu söylüyorum. 33 tutsaklardan_sablon 7/15/13 3:47 AM Page 33 mektup mektup merhaba sevgili berkin... tekirdağ 2 no’lu f tipi hapishanesi özgür tutsaklar Sen şimdi 14 yıllık ömrünün en derin uykusundasın. Rüyanda neler görüyorsun bilinmez. Lakin biz seni görüyoruz Berkin. Yüzünde ışıldayan gözlerinde umudu görüyoruz çünkü. Ve umudu gördüğümüz her yerde yarınlara dair filizler yeşeriyor yüreğimizde. Ne varsa korktukları, kilit altında olsun isterler. Sokaklar kilit kilit kapansın üstüne insanların, meydanlar yalnız gökdelenlerden görünen süslü havuzlardan ibaret olsun ve yürekler bile kilitlensin açılmasın bir daha, çoraklaşsın, ıssız bir çöle dönüşsün isterler. Onlar, Berkin, onlar beton imparatorluğunun tahtına kurulmuşlardır ve yeminlidirler gölgesini satamadıkları ağaçları kesmeye. En çok da yüreğimizde yeşeren filizlere düşmandırlar. Oysa halk bir deryadır ki, engel tanımaz Berkin, kilit vurulmaz dalgalarına. En öfkeli haykırışlarla döver zulmün kıyılarını ve parçalar prangalarını. Yalnız yeşile mi? Sarısına, kırmızısına bayraklarımızın, göğün mavisine, senin gözlerinin karasına... Hayatı halkça renklendiren her şeye düşmandırlar. Zırhları, kalkanlarıyla meydanları kuşatmaları şehirleri gaz bulutlarıyla boğmaları bundan. Ve bundan kara gözlü kardeşlerimizi gördükleri her yerde kırmak istemeleri. Büyük korkularından! Ya büyürseniz diye, ya dalga dalga yürürseniz diye!.. Boşuna, parmak ile sayılmayan kırmak ile tükenmeyen halkız biz! Yalanlarını aşıp geçeceğiz. Kilitlerini kırıp geçeceğiz. Kar etmeyecek zırhları kalkanları... Söz sana! Seni bekliyoruz Berkin. Uyan ki yeniden koşalım Okmeydanı sokaklarında, her daim yürekli, mert, özgür sokaklarımızda. Sevgili Gülsüm ana Sami baba duvarlar ve tel örgüler engel değil, aynı göğün altında Berkin’in başucundayız sizinle. Yüreklerimiz onun yeniden sağlığına kavuşması umuduyla çarpıyor. Ve elbette bunun sorumlularına olan öfkeyle... Geçmiş olsun dileklerimizi; umut ve direnç yüklü selamlarımızı yolluyoruz. haziran-temmuz 2013 | taVir | 33 34-37 dizi _29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:48 AM Page 34 eleştiri eleştiri “halk için emniyet, adalet için hizmet” kalsın istemez halkın adaleti yeter bize güzin ergenç 168 yıldır varlığını sürdüren bir teşkilat polis teşkilatı. Yani bu demek oluyor ki memleket topraklarımızda 168 yıldır resmi işkence kurumudur polis teşkilatı. Kayıplar, katliamlar, işkenceler, infazlar, gözaltılar, rüşvet, tecavüz ve daha niceleri. Polis dendi mi Türkiye halklarının aklına ilk bunlar gelir. Çünkü polis teşkilatı sadece devletin çıkarlarını, doğalında Türkiye hükümetinin uşaklık ettiği emperyalizmin çıkarlarını korumak için kurulmuştur. Tüm bunların meşruluk kazanması ve yasallaşması için evvelinde kampanyalar gerekecek. Çünkü hiçbir silah, hiçbir bomba öfkeden daha hissedilir veya öc alma duygusundan daha üstün değildir. Adalettir bunun adı ve adaleti sağlamak yalnız ve yalnız ezilenlerin hakkıdır. Bu sebeptendir ki bir meşrulaştırma kampanyasına ihtiyaç var, esasında hep vardı ve meşrulaştırmak, sevimli göstermek için ellerinden gelen her türlü aracı kullandılar. Bir ülkeye tankınızla, topunuzla, ağır silahlarınızla girebilirsiniz ama hiçbiri kültür silahı kadar etkili olamaz. Şayet etkili olsaydı Amerika zaten Türkiye'ye tankıyla, topuyla girmişti bile çünkü, bu ülkenin iktidarlığına soyunmuş her uşak 34 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013 vatanı anahtar teslim eder gibi satmaya dünden razı. Ne demiştik kültür silahtan daha etkili. Öyle ya hem halkın düşünmesini istediği fikirleri, inanması istediği düşünceleri empoze ediyor hem de insanlar bunu kendi izliyor. Tercih meselesi haline getiriyor ki ’yaptık izleyeni oldu’ desinler. Bunun için Anadolu kültürümüzü yok etmek, beyinlerimizi yıkamak, düşüncelerimizi kirletmek için diziler aracılığıyla bir kültür şekillendiriyorlar. Bu kültür burjuvazinin kültürü, halkların kültürü değil. Bu kültür burjuvazinin rahat rahat beyinlerimizde, fikirlerimizde, yaşamlarımızda, vatan topraklarımızda, evlerimizde cirit atmak için yaygınlaştırdıkları bir kültür, dizi kültürü. Öncesinde de dizi kültürüyle ilgili dergimizde yazılarımız olmuştu. Diziler, filmler aracılığıyla yalanlar doğru, gerçekler yalan hale getirilmeye çalışılıyor. Yıllardır dünyanın her yerinde işkenceci, katil polis teşkilatı aklanmaya çalışılıyor. Bunun için yapılıyor tüm bu polisiye diziler. Komiser Kolombo vardı 1980’lerde. 90’larda ise en çok bilinen ve sevdirilen yedi bölüm şeklinde çekilen Polis Akademisi filmi oldu. Neden? Çünkü; gençler, delikanlılar, ülkelerini seviyorlar ki polis olmak istemişler, istese- ler başka şeyler de yapabilirler ama onlar ölmeyi göze alarak seçiyorlar bu mesleği. Üstelik çok da zekiler, espriler havalarda uçuşuyor. Namuslular, ahlaklılar, çalışkanlar, hiçbirinin dini, dili, ırkı belirleyici değil öyle değil mi? Böyle göstermiyorlar mı dizilerde, filmlerde? Evet, böyle gösteriyorlar. Peki gerçekten böyle mi? Hayır, değil! Ama buna inandırmak, güven sağlamak, sevdirmek, aileden biri gibi (esasından insan evladı gibi) göstermek için değil mi tüm bu diziler, filmler? Bizim ülkemizde ise 2006’dan bu yana Arka Sokaklar dizisi ve şimdilerde ise Show Tv’de yayında olan Herşey Yolunda Merkez var. Biz Polis Akademisi filmine benzer olan Her Şey Yolunda Merkez’i ele alacağız. Dizinin ilk bölümü her telden değişik gençlerin polis akademisine başvuru yaptıkları ve mülakata girdikleri günü anlatır. Gerçekten de her teldendir bu gençler; zengin kız, babası polislik yaparken ölmüş genç, süslü, şişman ama polis olmak için canını dişine takmış genç kız, erkek fatma, birinci sınıflarla uğraşan ikinci sınıflar, bir Karadenizli, bir doğulu Kürt genci, yetiştirme yurdunda büyümüş yetim genç kız (devleti ona 34-37 dizi _29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:48 AM Page 35 bakmış o da devletine olan borcunu ödemek istiyor), dersi kaynatan haylaz, her cümlesi teknolojik olan efe genç.. bu liste uzadıkça uzuyor. Çünkü memleketimizin her köşesinden polis olmak için gelen güzide halk çocukları görüntüsü verilmeye çalışılıyor. Zengin kız Yasemin, paraya pula tamah etmeyen, zeki, güzel ve polis olmak için tüm gemileri yakmış. Babasının servetinden, villalarda yaşamaktan, nerde akşam orada sabah eğlencelerden her şeyden soyutlamış kendini, çünkü dünyanın en kutsal işini, polisliği okuyup, vatanına milletine hayırlı bir ‘türk polisi’ olacak. Bir de Selçuk var; fakir ama gururlu genç, babası polislik yaparken ölmüş. Şehit demiyoruz çünkü şehitlik konusuna birazdan geleceğiz. Bir anacığı, bir de kız kardeşi kalmış geriye. Kız kardeşi tam bir özenti, burjuva özentisi abisi de kardeşini kaptırmak isteme- diği burjuvaziye hizmet için polislik okuyor. Karadenizli, zeki mi, değil mi belli değil. Şive olunca hemen gülmelik bir sahne olur gibi seviyesizce bir düşünceyle, karşısına bir de Kürt genci konmuş. Bu da her Kürt kötü değildir gibi aşağılıkça bir oyunla ekleniyor dizi ekibine. Süslü var bir de tek derdi kırışmamak, yaşlanmamak, kilo almamak, bir başka anlatımla düzenin yaratmaya çalıştığı güzel olma tekniklerini kullanan kız. Erkek fatma, en kavgacı erkekten daha kavgacı, en maço erkekten daha maço, sokak kültürüyle büyümüş genç bir kız. Yemek yemekten başka bir şey düşünmeyen, duyduğu her kelime ona bir yemeği çağrıştıran genç bir kız. Korkak, duyduğu her sesten korkan, talihsiz, her türlü kaza, bela başına gelen tırsak delikanlı. Doğal halk tiplemeleri olmadan bir dizi, dizi olabilir mi? Dalga geçecek karakterlere ihtiyaç var. Bu tiplemelerde okulun hademeleri Sıdıka ve Şakir. Yöresel konuşmaları, peltekleşme- leri, saf sevgileri, her şeyleri dalga malzemesi. Halktan insanlar ya, gerçekler, aşağılanmayı hak ediyorlar o yüzden. E tabi bu polis okulunun bir de müdürleri var. Asi, cesur, hiçbir şeyden korkusu olmayan müdür yardımcısı. Bir müdür yardımcısı daha var o da kaypak, çıkarcı, küçük hesaplar peşinde. Bir de müdire var o da cesur, korkusuz, teşkilatına ölümüne bağlı. Bu idari komiserler gibi olmak lazım mesajı var ortada. Haksızlığa gelmezler, hak yemezler, hak yedirtmezler, cesurdurlar, vatanlarını tehdit eden her şeyin üstüne ölümüne giderler. Öyle ya onlar TÜRK POLİSİ, onlardan daha cesur, onlardan daha korkusuz, onlardan daha ahlaklı, daha onurlu, daha... var mıdır? İmkansız! Olamaz! Sizlere ilk bölümden bir örnek verelim. Mülakat sırasında her gelen genç polis adayları onurlarıyla, namuslarıyla geli- hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 35 34-37 dizi _29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:48 AM Page 36 yorlar. Ama bir tanesi var ki, milletvekili amcasının kartının masanın üzerine koyuyor ve amcasından selam getiriyor. Diyalog şöyle; "Bu amcamın kartı, amcamın size selamı var.” Kadın olan müdür kartı eline alır ve alaycı bir edayla; “demek amcan selam söyledi” der. - Evet, şu an seçim bölgesinde kendisi, yoksa muhakak o da burada olurdu, der. - Hoş geldin yavrum, ben Vakıf Bilir, amcana sevgilerimi iletirsen sevinirim. - Yorulduysan otur çocuğum. - Yok, amcam selamımı söyle onlar anlar dedi. Diğer müdür; “ Ya anlayışımız kıtsa” diye atlar söze. Kadın müdür hemen araya girer; “Bir dakika bir dakika, müdürüm” der. - Hıhh, çıkabilirsin. - Aday; “Bu kadar çabuk mu?” - Evet bu kadar çabuk, hem de bir an önce amcana gider selamımı söylersin, polis okulunu kazanamadığını iletirsin. - Ne yani, kazanamadım mı? - Aynen öyle kazanamadın. Polis olmak için önce yürek gerek yürek, torpil değil. Git bunu da söyle. - Bakın yanlış yapıyorsunuz. - Çık dışarı çık. - Buna pişman olacaksınız, amcam size haritadan yer beğendirecek. - Bu haritadaki her yer bizim için kutsaldır, bu vatanın her bir karışını beğeniriz biz delikanlı. - Bakalım Allah’ın dağına da gidince öyle konuşacak mısın? Erkek müdür araya girer: “Çık dışarı terbiyesiz, saygısız çık. Kadın müdür: “Sakin olun müdürüm, lütfen lütfen. Ateş olsa cürümü kadar yer yakmaz. Biz buraya namusumuzla, şerefimizle geldik. Namusumuzla gitmek bize dokunmaz.” diyor memleketlerini, vatanlarını, halkını bu kadar çok seviyorlar yani! Halkını seven polisler öyle mi? Yıkımlarda iki göz kondusunu yıktırmak istemeyen yoksul halkın karşısına coplarıyla polis çıkmıyor, emeklerinin karşılığını alamayan milyonlarca işçinin grev ka- rarını aldığında karşısına kimyasal gazlarıyla çıkanlar da polis değil! Ve polisler vatanlarını, Türkiye halklarını öyle çok seviyorlar ki halkı sömürene karşı, zulmedene karşı halkı koruyorlar öyle mi? Bu yalana inandırmak için mi yapılıyor tüm bu diziler? Yapmayın boşuna, halkı katlettiğiniz yetmiyormuş gibi bir de aptal yerine koymaya çalışıyorsunuz. Halkımız bilmiyor mu zannediyorsunuz sizlerin kim olduğunu, sizlerin kimleri koruduğunuzu? Tekel grevinde milyarca doları saklayıp işçilere vermeyen patronun kapısının önünde sıra sıra dizilmiş, saldırı emrini ağzınızdan salyalar aka aka bekleyen siz değil miydiniz? Amerika’nın gelip bayrağını vatan topraklarının orta yerine dikip, cumhurbaşkanının bile Amerikalı komutandan izin almadan giremediği Adana İncirlik Üssü’nün kaldırılması için kampanya başlatan ülke gençlerinin üzerine kimyasal gazlarla, coplarla, TOMA’larla saldıran siz değil miydiniz? Hakkı olan parasız eğitimi istediği için gençleri işken- 34-37 dizi _29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:48 AM Page 37 celerden geçirmediniz mi? Kendi vatan topraklarımızda yasal hakkını kullanan emeklilere, memurlara, avukatlara, işçilere, sanatçılara, öğrencilere, halka saldıran hangi ülkenin polisi?“HALK İÇİN EMNİYET, ADALET İÇİN HİZMET” halkın sizden emniyetlerini sağlamasını istediğinizi nereden çıkardınız? Ama yok, İstanbul Valisi çıkıp diyor ya“Burası kimsenin ahırı değil” diye. İşte memleketi, vatan topraklarını ahır diye nitelendirecek kadar seviyorsunuz siz memleketinizi. Sizlere de bunu öğretiyorlar zaten, önce vatan topraklarının nasıl satıldığını, sonra katilliği, işkenceciliği, tecavüzcülüğü. Bu öğrendiklerinizle vatan, millet demagojilerine ancak siz ve sizin gibi vatan hainleri inanır. Başka da kimseyi inandıramazsınız. Her uyuşturucu mafyasının başında muhakkak ya eski ya da hala görevde olan emniyet müdürleri var, organ mafyalarının, çetelerin, katil sürülerinin, faşist saldırı yapılanmalarının hepsinin başında emniyet müdürlüğüyle ilişkisi olan birileri var mutlaka. Bu tesadüf mü? Bunları da anlatsanıza o çektiğiniz dizilerde. Seher Şahin’den, Mehmet Akif Dalcı’dan, Hasan Selim Gönen’den de bahsetsenize. İrfan Ağdaş’tan bahsetsenize. Yoksa cesaretiniz mi yok bahsetmeye? Oysa ki halkı katledenlere güzellemeler yapmaya, methiyeler düzmeye cesaretiniz var. Senaryoyu kim yazıp veriyor sizlere? İstanbul valiniz mi, emniyet müdürünüz mü, başbakanınız mı? Kim verirse versin, isterse mitinge adam toplamak için paralar saçtığı gibi dizileri izletmek, insanları kandırmak için de para saçsın. Halkımız bu yalanlara inanmıyor. İnanmadı, inanmayacak da! http://www.iem.gov.tr/iem/ bu siteye bir girin bakın, sayfanın en başında animasyon spotları var. Halkı kandırmaya çalışmanın böylesi pervasızlıkları daha aymazca olamazdı. Diyorlar ki; “Polis gittiğiniz maçta güvendir” daha yeni İkitelli Spor Klübü’nde futbol maçı sonrasın- da 18 yaşın altında gencecik çocuklara gazlarla, coplarla saldırmadınız mı? Beşiktaş maçını bekleyen taraftarlara Dolmabahçe’de, Fenerbahçe taraftarlarına Kadıköy’de saldırmadınız mı? diyorlar ki: “Polis, yürüdüğünüz caddede güvendir.” Gezi Parkı direnişleri sırasında ülkemizin her caddesinde TOMA’larla, kimyasal gazlarla, coplarla saldırmadınız mı halka? Dört insanı katletmediniz mi? “Polis, çocuklarınızın okulunda güvendir” 17 Kasım 1992’de Küçükarmutlu’da okulda konuşlanan panzerle 7 yaşındaki Sevcan kızımızı ezmediniz mi? Okmeydanı Tülin Manço İlk Öğretim Okulu’nda 24 saat çocuklarımızın oyun oynadığı okul bahçesinde beklemiyor musunuz? Okul bahçesini, caddeyi, sokakları gaza, plastik mermiye boğmuyor musunuz? “Uykusuz gecelerimiz sizin içindir” kimin içindir, uykusuz kaldığınız gecelerde o çok büyük devletinizin korktuğu devrimcilerin evlerini, demokratik kurumlarını basmakla meşgulsunüz, işkencelerle kafalarını, gözlerini kıra kıra evlerden aldığınız gençlerimize işkence etmekle meşgulsünüz. Daha hangi güvenden bahsediyorsunuz? Polis hiçbir yerde, hiçbir koşulda güven teşkil etmez, etmedi, etmeyecek! Halkımız bu yalanlarınızı görmüyor mu zannediyordunuz? 11 yıl boyunca sustu, çekindi belki ama görün şimdi halkın ayaklanmasını. Sokaktan geçerken bile halkın öfkesine maruz kalıyorsunuz. Pencerelerden, balkonlardan bağırıyorlar size. Katilliğinizi, işkenceciliğinizi, tecavüzcülüğünüzü artık saklayamıyorsunuz. Milyonlarca insanın öfkesi, kini üzerinizde. Katliamlarınızı daha kolay, daha rahat yapasınız diye kimyasal gazlarınıza her gün bir yenisi daha ekleniyor. Biber gazı, portakal gazı, içeriği ağırlaştırılmış gaz, sis gazı, ses bombaları, TOMA’lar, akrepler, MP5’ler, plastik mermiler size onlarca teçhizat sağlanmasına rağmen hala korkuyorsunuz. Hala halkın yanına silahlarınız olmadan, kasklarınız, kalkanlarınız, coplarınız olmadan yanaşamıyorsunuz. Siz de biliyorsunuz, halkın ellerine geç- tiğinizde sizleri bir kaşık suda boğacak kadar öfkeli olduğunu. Hani nerede güven abidesi polis teşkilatı? O büyük emniyet müdürlüğü? Güven propagandası yapmak için kullandıklarınız neredeydiler? Rıza Baba’larınız ortaya çıkmadı nedense, o polise güven reklamlarında oynayan, İstanbul’un her yerinde billboardları süsleyen popçularınız da yoktu ortada. Sinan Akçıl’larınız, Ziynet Sali’leriniz, Hande Yener’leriniz, Hadise’leriniz, Rıza Baba’larınız neredeydiler? Neden çıkmadılar ortaya? Korktular mı? halkın ayaklanması tüm dünya emperyalistlerini korkuttuğu gibi, onları koruyamayacağınızdan mı korktular? Korkmakta haklılar bir halk ayaklandı. 11 yıldır susan, ağzını açmayan ama tüm yaşananların öfkesini yüreğinde, bilincinde toplayan halk ayaklandı. Kiralık katillik yapanlar da köşe bucak kaçacak delik aradılar. Güven propagandaları tutmayınca şehitlik girdi bu defa devreye. Sizler şehitlikten ne anlarsınız? Şehit; inançları uğrunda can verenlere denir. Şehitlik mertebesi kutsaldır, bu mertebeyi kirletmeye hiç kimsenin hakkı yok. Parayla katillik, işkence yapanlardan şehit olmaz. Vatanı sevmenin ustaları yalnızca şehitlik mertebesine yaraşır. Hiçbir reklam, hiçbir propaganda, karalama çabaları bunun üstünü örtemez. Dizi-film yapımcıları! sizler de çok iyi biliyorsunuz, polislerin kim olduğunu fakat buna rağmen katliamlara, işkencelere ortak oluyor, meşrulaştırmalarına izin veriyorsunuz, buna çanak tutuyorsunuz. Halkın kanını ellerinize sürüyorsunuz. Halkımız vebali boynuna der ama halkın adaleti öyle bir yerde vurur, öyle bir yerde patlar ki ayaklanmaları bastırma çabalarınız, demagojileriniz bir yana dursun, kimse ağzını açacak hale gelemez. Bundan mütevellit halkı karşınıza almak yerine, halkın yanında olun. Kazanacağınız hiçbir miktardaki para halkın sevgisinden, halkın adaletinden daha üstün değildir. hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 37 38 suriye_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:49 AM Page 18 direnen suriye halkının yanındayız grup yorum 26 Haziran 2013 tarihinde Suriye'nin Tartus kentinde Suriye halkının onurlu mücadelesini desteklemek amacıyla bir konser gerçekleştirdik. Yaklaşık iki yıldır emperyalist saldırı altında olan Suriye topraklarına ayak basmak, kardeş Suriye halkının mücadelesine omuz vermek demekti aynı zamanda. Bu bilinçle, istekle, coşkuyla Suriye'deydik. Neden Suriye'deydik? Suriye'de yaşananlar üzerinden burjuva basın etkin bir şekilde kullanılarak at izi it izine karıştırılmaya, gerçekler karartılmaya çalışılıyor. Biz devrimci sanatçılarız. Gerçeklerin halka ulaştırılması devrimci görevlerimiz arasındadır. Hiçbir zaman emperyalist tekellerin propaganda aracı olan burjuva basından duyduklarımızla, öğrendiklerimizle hareket etmedik. Biliyoruz ki onların işi yalan dolandır. On yılları aşan mücadele deneyimimiz bunu bize defalarca kanıtladı. En son Anadolu'nun dört bir yanında ayaklanan halkımızın büyük direnişinin karşısında aldığı tavır, burjuva medyanın ipliğini pazara çıkarmıştır. 2 milyon kişi bir gecede meydanlara çıkmışken saatlerce "penguen belgeseli" yayınlayan satılık medyadan mı öğrenecektik Suriye'de yaşananları? BM raporlarıyla sabit olan Özgür Suriye Ordusu denen hainler sürüsünün kullandığı kimyasal silahları, emperyalizmin uşağı çetelerin açık açık düzenlediği katliamları dahi Suriye'nin meşru iktidarının üzerine yıkmaya çalışırken defalarca suçüstü(!) yakalanan sahtekarlardan mı öğrenecektik doğruyu, yanlışı? Hayır! Gerçekler tüm çıplaklığıyla Suriye topraklarında varlığını koruyor. Bu gerçekleri yerinde görmek Suriye'ye gidiş nedenlerimizden birisidir. İki cephe var. Birinde emperyalistler ve onların işbirlikçileri, diğerinde ise ezilen halklar… Temel çelişki bu iki cephe arasındadır. Biz devrimci sanatçılar olarak elbette emperyalizmin karşısında, ezilen halkların safındayız. Ezilen halkların mücadelesinin sıra neferleriyiz. Söylemimiz, duruşumuz, eylemlerimiz, üretimlerimiz emperyalizme vurur, vurmak zorundadır. Bu bizim tarihsel ve siyasal sorumluluğumuzdur. Emperyalistler milyonları sömürerek, katlederek, baskı altında tutarak nasıl görevini yerine getiriyorsa biz de bu katillere direne- 38 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013 rek görevimizi yerine getirebiliriz. Suriye'de yaşananları da böyle değerlendiriyoruz. "Irak'ta diktatör var, demokrasi götüreceğiz" dediler, 1 milyon 800 bin insanı katlettiler, 14 yaşında kızların ırzlarına geçtiler. Irak halkına kalan kan, gözyaşı oldu. Bunlar yaşanırken biz canlı kalkan olarak Irak'taydık. Direnen Irak halkının yanında yerimizi aldık, tarihsel sorumluluğumuzu yerine getirmiş olmamızın onurunu yaşadık, yaşıyoruz. O zaman da diktatör Saddam’ı destekliyorsunuz demişlerdi devrimcilere. Şimdi akıllarda kalan onların yalanları olmadı, devrimcilerin emperyalizme karşı Irak halkının yanında olduğuydu. Bugün de tarihe bu kalacak. Afganistan'da ABD başta olmak üzere emperyalistler bütün bir halkı işkenceden geçirirken, katlederken, soykırıma tabi tutarken Afganistan'a, işgalci Amerikan ordusunun emrinde çalışmak üzere asker gönderilmesine karşı alanlara çıktık. Her yerde Afganistan halkının yanında olduğumuzu, emperyalistlerin Ortadoğu'dan defolup gitmeleri gerektiğini haykırdık. Emperyalizmin Ortadoğu politikaları halklarımızın katledilmesi demektir. Ortadoğu’nun yer altı yer üstü tüm zenginliklerinin, akarsularının, madenlerinin emperyalist tekellere rahatça peşkeş çekilebilmesi için akıtılıyor Ortadoğu halklarının kanı. Suriye'de yaşananlar da bunun bir parçasıdır. Biz devrimciyiz. Devrimci sanatçıyız. Marksist-Leninistsiz. Bir halk hareketini, her hangi bir kişinin, kurumun eylemini, duruşunu değerlendirirken şu soruyu sorarız;"emperyalizme mi hizmet ediyor, ezilen halklara mı?". Cevap "ezilen halklar" ise tereddütsüz destekleriz. Şarkılarımızla, eylemlerimizle bu direnişin yanında oluruz. Suriye'de bir emperyalist saldırı var. ABD ve Avrupa emperyalizmi yanına Türkiye oligarşisi başta olmak üzere bölgedeki işbirlikçi uşaklarını da alarak Suriye topraklarına saldırıyor. Şimdiden yüz binlerce insanın katledilmesinin ilk ve tek sorumlu- su işte bu emperyalist cephedir. Suriye halkı ise meşru iktidarı önderliğinde bu emperyalist haydutlara karşı açıktan bir vatan savunması veriyor! Bunun başka bir adı yok! Suriye'de yaşanan emperyalist saldırıya karşı vatan savunmasıdır. Bu onurlu direniş emperyalizmin Ortadoğu'daki politikalarını geriletmekte, emperyalizme karşı öfke duyan, direnen tüm dünya halklarına moral olmaktadır. Emperyalistler Suriye halkının onurlu direnişi karşısında diz çökmüş, Suriye ile ilgili gerçekler birer birer ortaya çıkmıştır. Emperyalistler hala Suriye'ye saldırısını sürdürmekte, imajını(!) kurtarmaya çalışmaktadır. Suriye halkının emperyalizme ve onun uşaklarına karşı savaşının yanındayız! Şarkılarımızı, Suriye'nin meşru iktidarının önderliğinde direnen Suriye halkı için söylemeye devam edeceğiz! Bu tavrımız elbette birçok tartışmaya yol açıyor ve tek tek kişilerin, kurumların bu onurlu direniş karşısındaki tavrını tarihe not düşüyor. Biz emperyalist katillere karşı vatanını savunan Suriye halkının yanında olarak tarihimize onur duyacağımız bir sayfa daha açarken, herhangi bir konuda kendi düşüncelerini dahi sonuna kadar savunma cesareti göstermekten aciz Ahmet Hakan, Mehmet Y. Yılmaz gibi köşe yazarlarının tarihineyse emperyalist katillerin yanında yer almak gibi utanç vesilesi belge eklenecektir. Ahmet Hakan ne demiş, Mehmet Y. Yılmaz ne yazmış, bazı türkücü ve sol adına sanat yaptığını savunan kişiler neyi yadırgamış umurumuzda bile değil! Bizim yüzümüz halkımıza dönüktür. Suriye halkının mücadelesine verdiğimiz destek de halkların mücadelesini büyütmeye hizmet etmektedir. Emperyalist katillerin yanında saf tutarak utanç ile yaşamayı tercih edenler bu dik ve zorlu duruşu sergileyemeyenlerin ta kendisidir. Kimse bize zalimi, mazlumu öğretmeye kalkmasın! Biz 40 yıldır zalimlere karşı mücadele ediyor, tutsaklıklar yaşıyor, işkencelerden geçiriliyor, katlediliyoruz. 28 yıldır bu onurlu mücadelenin türkülerini, marşlarını söylüyoruz. Aklını, namusunu, kalemini, sanatını çoktan zalimlere satmış beyinlerin nasihatlerine ihtiyacımız yok! 39 siir_sablon 7/15/13 4:44 AM Page 39 şiir şiir gerileyen türkiye nazım hikmet Nev York Times gazetesi 29 Aralık 1954 tarihli sayısında "Türkiye Geriliyor" başlıklı bir baş yazı yayımladı. Bu baş yazıda şöyle satırlar var : "O - Adnan Menderes - Basın hürriyetini yok ediyor... Basında kendisini tenkit edenleri hapse atıyor... Siyasi muhalefeti eziyor... Menderes işçilere grev hakkını tanıyacağını vaad etmişti... Halbuki en kısa grevler için işçileri takip ediyor..." Ben, Nâzım Hikmet, Nev York Times gazetesinin satırları arasında kalan yazıları da okudum. Bu satırların arasındaki satırları aynen aşağıya geçiriyorum. GERİLEYEN TÜRKİYE YAHUT ADNAN MENDERES'E ÖĞÜTLER Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes. Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes. İlle de asıp kesmek geliyorsa içinden Ezmekte devâm et Barışçılar'ı, ama sen Meselâ Yalçın'ı da tıkıyorsun deliğe (1) İhtiyarcık sana azıcık cilve yaptı diye, Git, koş, elini öp, af dile, yüzünü güldür, O, yalnız altın kafeslerde öten bülbüldür. O, matbaalar yıktırıp kitaplar yaktıran, (2) O, büyük demokrat, O, hürriyetçi kahraman, Moskova'yı atomlayalım diyen insancı... Kendine acımazsan bize bir parça acı. A be Adnan Menderes, böyle bir dal kesilmez, Böyle şaşkınlıkların sonu da iyi gelmez... Şu muhalefetle de alıp veremediğin ne? Niye öyle hışımla yürüyorsun üstüne? Kore'ye asker gönderdin de "Hayır" mı dedi? "Kan aktı hesabı sorulmalıdır!" mı dedi? Orduyu emrimize verdin, ses çıkardı mı? "Olmaz olsun" mu dedi Amerikan yardımı? Feryat mı etti "İstiklâl elden gitti" diye? Zavallı, sımsıkı sarılmış demokrasiye : "Başvekil merasimsiz karşılanmalı" diyor. (3) Bir de bazan coşarak "Hayat pahalı" diyor. Bu aksoylu muhalefeti ezilir görmek Türkün Batılı dostlarını pek üzüyor pek. (4) Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes. Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes. Hani, her işte bizden örnek alacaktın ya? Hürriyet nizamına sâdık kalacaktın ya? Vaadettin tanımadın işçinin grev hakkını. O hakkı bizim tanıdığımız gibi tanı. Elli istiyorlarsa ateş aç, sonra beş ver. Ama ufak tefek grevlerde anlayış göster. Sendika liderlerinizin birçoğu zaten bizde olduğu gibi emir alır polisten. Niye telaşlanıp kaybedersin vekarını? Hem de kırarsın liderlerin itibarını? Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes, Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes. Senin bindiğin dallar ve bindiğimiz dallar, Unutma bu dallardan başka asıl ağaç var, öfkeyle homurdanan yarı çıplak, yarı aç, bizi silkip atmaya fırsat kollıyan ağaç... 1955 (1) Adnan Menderes tevkif ettiği gazeteciler arasında Hüseyin Cahit Yalçın'ı da hapise attı. (2) 1945 yılında Tan gazetesi başta olmak üzere birçok gazete, dergi matbaası yıkılıp yağma edilmiş, meydanlarda kitaplar yakılmıştı. Bu faşist sürülerine "İleri" emrini Yalçın vermişti. (3) Burjuva muhalefet gazeteleri ve partileri, Adnan Menderes'e İstanbul'a filan gelip gidişlerinde merasim yapılmasına itiraz ediyorlar. (4) Nev-York Tayms yazısını şöyle bitiriyor: "Bu durum Türkiye'nin Batıdaki dostlarını kederlendirmektedir." haziran-temmuz 2013 | taVir | 39 40-43 direnisten kareler_29-30 ellerimi tut 7/15/13 6:18 PM Page 40 40 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013 40-43 direnisten kareler_29-30 ellerimi tut 7/15/13 6:18 PM Page 41 hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 41 40-43 direnisten kareler_29-30 ellerimi tut 7/15/13 6:18 PM Page 42 ANIT Halkın ulusu, rüzgârın kardeşiydi onlar ateşin övündüğü üç alınteri nebisi bir şafak vakti zulmün dehlizinde yiğitlik anıtı süsledi bedenleri Biri engin denizlerle arkadaş biri inancın cömert efendisi biri sabrın korkusuz aslanıydı onurun mescidi şimdi cesetleri Halkın ulusu, rüzgârın kardeşiydi onlar ölüme taviz vermedi hiç biri Refik Durbaş 42 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013 40-43 direnisten kareler_29-30 ellerimi tut 7/15/13 6:18 PM Page 43 hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 43 44 fedakarlık_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:33 AM Page 44 değerlerimiz değerlerimiz fedakarlık deniz ekin Değerlerimizi incelemeye devam ettiğimizde, karşımıza fedakârlık çıkıyor. Fedakarlık en temelde, bir başkası veya bir şey uğruna kendini ya da kendinden bir şeyi feda etmek anlamına gelir. Anadolu halklarının yüzyıllardır taşıdığı öz değerleri bugün artık hükmünü yitirmiş davranışlarmış gibi yansıtılmaya çalışılsa da işin aslı öyle değildir. Hayatın her alanında fedakârlık örnekleriyle karşılaşabiliriz ve gerçek fedakârlık altında hiçbir kar beklentisi barınmaz. Emperyalizm tüm dünya halklarına kendinden başkasını düşünmemeyi, kendi gemisini kurtarmayı, kimseye güvenmemeyi aşılamaya çalışır. Çünkü bu sayede ancak kendi çarkını döndürecek, kendi kültürünü yayacaktır. Fakat bizim kültürümüz değerlerimiz bunu kaldırmaz. Bizim kültürümüzde, Anadolu’da “iyilik yap/denize at” denilmiştir. Ve öyle ki yapılan iyiliklerin, karşılıksız davranışların lafı edilmez. İmece vardır mesela bizde, köy yerlerinde ya da yoksul gecekondu mahallelerinde birinin damı akıyorsa hep birlikte onarılır ya da birinin evinde yiyeceği yoksa her haneden katık edilip ona verilir. Ve bu fedakârlık, devrimciliğin de damarlarını oluşturur. Devrimciler fedakâr, özverili bir hayat yaşar. Bunu kendileri tercih etmiştir. Ve bu fedanın karşılığındaki en büyük 44 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013 kazanım, Türkiye ve dünya halklarına eşit, özgür bir ülke armağan etmektir. Bu kazanım uğrunda mücadele eder devrimciler.. Kimi zaman bu fedakârlık, kimi zaman sabahın ilk ışıklarıyla yollara koyulup halklara gerçekleri anlatmak için yollar aşmak, kimi zaman hiç tanımadığın insanlar için ölümü göze almak olsa da devrimciler bu fedakârlığı bir gereklilik olarak görür. Bugün, başbakanın emrindeki katliam orduları ülkenin her yerinde faşizm uygulamakta, işçiye, emekçiye, öğrenciye, memura, yaşlıya, sakata ayrım yapmaksızın herkese hunharca saldırmaktadır. Bu saldırılar karşısında geri durmamak, bir adım dahi çekilmeden saldırıları püskürtmek için ise zulme karşı duran herkesin bir kere daha fazla fedakârca davranması gerekir. Bugün artık fedakârlık AKP’nin biber gazları, portakal gazları, gazlı tazyikli suları, copları karşısında dimdik durmaktır. Çünkü bu işkenceci düzenin viran olması için bu gerekir. Bu devrim ve sosyalizm için ödenmesi gereken bir borçtur. AKP’nin işkenceleri karşısında bizim halkımız daima direnenleri sahiplenmiştir. Alanlarda, meydanlarda polisin biber gazlarının, coplarının karşısında devrimcilerin önüne geçer ve polise“önce bana vurun” diyerek haykırır. Kendisi cop da yiyecek olsa, hiç tanımadığı insanların önünde siper olmuştur. Çünkü halktır o siper olan, karşısındaki ise bir halka düşman, yalnızca aldığı emre itaat eden robot.. Fedakârlık nedir görmemiştir onlar ve halkın direnen insanları koruyor olmasına şaşırırlar. Fedakârlık geleneği yalnızca insanlara özgü değildir. Doğadaki birçok canlı bunu düşünceden bağımsız olarak içgüdüsel olarak gerçekleştirir. Misal somon balıkları tatlı sularda doğarlar ve birkaç yıl sonra okyanusa açılırlar. Fakat öleceklerini hissettiklerinde, doğdukları nehire geri döner ve türlerinin devam etmesi adına yumurtalarını oraya bırakarak ölürler. Devrimciler Anadolu halklarından öğrendikleri değerleri yaşatmakla mükelleftir ve fedakarlık elleri nasır tutmuş analardan, alnından akan terle toprağı işleyen ırgatlardan, günün ilk ışıklarında işe gidip gecenin ayazında işten dönüp aldığı parayla çocuğu çok istediği için o kırmızı arabayı alanlardan miras kalmıştır fedakârlık. Ve gerçek fedakârlığı devrimciler kendi elleriyle yeniden yaratıp 122 kere feda demiştir adına, Çuhadarca selam etmiştir kendinden önce toprağa düşen Fidan’lara, ABD emperyalizminden katlettiği halkların hesabını sormuştur Alişanca ve uğruna ölüp dirilmek olmuştur o görkemli halaylar kurulacak yarın adına. 45-47 almanya konseri_sablon 7/15/13 4:35 AM Page 45 izlenim izlenim ırkçılığa karşı tek ses tek yürek m.selim karayel 8 Haziran günü Almanya’nın Oberhausen kentinde “Irkçılığa karşı tek ses tek yürek” diyen 13 bin kişiyle birlikte türküler söyledik. Evet, konserimizin ana konusu ırkçılıktı. Bu yüzden konserin amacını ve Avrupa’da yaşayan insanlarımızın sorunlarını en iyi ifade edecek cümle de buydu bizce: “Irkçılığa karşı tek ses tek yürek”… Çünkü ırkçılık gördüğümüz, incelediğimiz ve dinlediğimiz kadarıyla Avrupa’da emeği ile yaşayan insanlarımızın en büyük sorunudur bugün. Bir gelecek sorunu, bir yaşayış sorunu, var olma hatta hayatta kalma sorunudur. Kapitalizmin başı sıkıştıkça başvurduğu bir politika olan ırkçılık dün olduğu gibi haziran-temmuz 2013 | taVir | 45 45-47 almanya konseri_sablon 7/15/13 4:35 AM Page 46 bugünde hayatımızı, çocuklarımızın geleceğini tehdit ediyor. Artık bütün dünyanın bildiği ve Alman Devleti’nin daha fazla gizleyemediği ve “dönerci cinayetleri” diye bilinen katliamlar, yakılan evler, basılıp talan edilen dükkanlar; sokakta, markette, kamu kurumlarında “karakafalı*” denerek aşağılanmamız, hep bu politikaların ürünüdür. İşte bu yüzden “ırkçılık” dedik. Bu yüzden “tek yürek” olmalıyız dedik. Çağrımız Almanya başta olmak üzere Avrupa’da yaşayan herkeseydi. Yalnızca Türkiyeli insanlarımız değil. Yahut yalnızca belli bir kesim değil. Türk, Kürt, Arap, Yunan, Alman; Alevi, Sünni, Hıristiyan, inançsız tüm halklaraydı. Irkçılığa karşı duran herkeseydi. Ve bu çağrımızı bizzat biz, Grup Yorum elemanları olarak yapmak istedik. Yıllardır birlikte konserler verdiğimiz, bizi misafir eden ve bir aile olduğumuz insanlarımızla dertleşmek; hem onlardan öğrenmek hem de gözlemlerimizi aktarmak için istedik bunu. Ve bir ay içinde tam otuz sekiz söyleşi yaptık. Bunların büyük bir çoğunluğu Alevi 46 | taVir | haziran-temmuz 2013 Kültür Merkezleri, Dernekler ve Üniversitelerde gerçekleşti. Yıllardır burada verdiğimiz konserlerde elbette dinleyenlerimizle Avrupa’dan ve memleketten sohbetler ediyorduk. Fakat bu söyleşiler bize daha sıcak ve derin bir paylaşım sağladı. Genç yaşlı herkes vardı söyleşilerde. Büyük çoğunluk Grup Yorum’u iyi tanıyan türkülerini iyi bilen insanlarımızdı. Bunun yanında Yorum’u hiç tanımayan ve merak edip söyleşilere gelen genç arkadaşlarımız da vardı. Özellikle üniversitelerdeki söyleşilerde Alman dostlarımız da Yorum’la sohbet etmeye ve sorular sormaya geldi. Neredeyse tüm söyleşiler farklı bir şehirde yapıldı ve bizde ırkçılık konusunda önemli etkiler bıraktı. Anadolu’dan göçen insanlarımız elli yılı geride bıraktılar. Bugün kucağımıza beşinci kuşak çocuklarımızı aldık Almanya’da. Elli yıl evvel davul zurnayla karşılamıştı bizi savaş yorgunu Almanya. Ve biz buraya gelirken sadece “Gastarbeiter**” değildik. Kol gücümüzün yanında dilimizi, inançlarımızı, değerlerimizi ve yaşayış biçimimizi de getirmiştik. Bir Al- man sosyologun adeta bir özeleştiri olan sözlerini paylaştık söyleşiye gelen dostlarımızla. “Biz işçi çağırmıştık ama gelenler insandı” diyor sosyolog. Elbette emekleriyle var olan insanlar alın teri döktükleri topraklarda kültürlerini de yaşatacaklardır. Ancak bugün Avrupa’da yükselen ırkçılık göçmenlerin kendi kültürlerini terk etmelerini, asimile olmalarını ve kendilerine biçilen tarzda yaşamalarını dayatıyor. Bunun altında yatan neden halkların birbirleriyle olan sorunları değildir. Irkçılığın kökeninde Burjuvazinin emekçi halka karşı duyduğu sınıfsal öfke vardır. Yıllardır Almanya’da yaşayan bir abimiz anlatıyor: Son yıllarda Alman tekelleri doğu Avrupa’da fabrikalar açtı ve daha az ücretle işçi çalıştırarak karlarını artırdı. Ve böylelikle Almanya’da yaşayan göçmenlere ihtiyacı kalmadı. Hatta işsiz göçmenlerin devletten aldığı işsizlik maaşlarına, sosyal yardımlara göz dikti bu tekeller. Ve göçmenleri sindirmek ve hatta ülkelerine geri dönmelerini sağlamak amacıyla ırkçı saldırılar örgütlüyorlar. 45-47 almanya konseri_sablon 7/15/13 4:35 AM Page 47 Avrupa’daki katliamlar ırkçılığın ne boyutlarda yaşandığının göstergesidir. Solingen katliamının üzerinden yirmi yıl geçti. Fakat yirmi yılın ardından değişen tek şey ırkçılığın daha da yükselmesi oldu. İşte 2011 yılında ifşa olan, devletle ve devletin gizli servisiyle ilişkileri gözler önüne serilen NSU (Nationalsozialistischer Untergrund-Nasyonal Sosyalist Yeraltı) örgütün bu yükselişin bir parçasıdır. Ortaya çıkmıştır ki Alman Devletinin gizli servisi olarak çalılşan “Anayasayı Koruma Örgütü” NSU örgütünü kullanarak katliamlar planlamıştır. Hatta katliamları gerçekleştiren Nazileri bizzat olay yerinde izledikleri ortaya çıkmıştır. Bugün NSU örgütünün lideri konumunda olan Beate Zschäpe tesadüf eseri polise yakalandığında söylediği ilk şey “beni Anayasayı Koruma Örgütü’ne vermeyin, yoksa beni öldürebilirler” olmuştur. Bu da Anayasayı Koruma Örgütü’nün nasıl bir yapıya sahip olduğunu anlatıyor. NSU ile birlikte son on yılda katledilen dokuz esnafın da katilleri ortaya çıkmış oldu. Hepsi de aynı silahla öldürüldü. Türk, Kürt, Çerkes, Yunan’dılar. İçlerinde Alevi de vardı, Sünni de… Yani ortak noktaları milliyetleri, inançları değil ait oldukları sınıftı. Biz onların türkülerini yaktık. Onlar bizim türkülerimizi dinlediler. Belki de bir konserde göz göze geldik onlarla. Belki dükkanlarının önünden geçtik. Yani onlar bizim insanlarımızdı. Yıllardır en ağır işlerde çalışan, en uzun saatler çalışan, vatanından çok uzakta, ama aklının ve yüreğinin yarsı hala orada olan insanlarımız. Bu yüzden onların yanında olmalıydık. Onların mücadelesi için söylemeliydik türkülerimizi. Sadece türkü söylemek de yetmez elbette. Devrimci sanatçı, örgütlü sanatçı mücadelenin içinde olmalıdır. Biz de bu yüzden 4 Haziran günü Münih Eyalet Mahkemesinde görülen NSU davasını izlemek için bağlamamızı gitarımızı alarak yola koyulduk. Avrupa’da ya- şayan bütün insanlarımız adına sormak için oradaydık: Nazi katilleri kim eğitti, kim korudu, kim saklıyor? Ve bu davanın sahipsiz olmadığını göstermek için oradaydık. Mahkeme önünde basınla röportaj yaparken polisin keyfi tavırlarıyla karşılaştık. Polisin bu tutumu gün boyu her yerde devam etti. Biz şarkılarımızı marşlarımız katledilen insanlarımız için söyledik. Irkçılığa karşı verilen mücadelede tarihi bir anlam taşıyan bu mahkemeyi salonda izlemek için içeri girdik. Ve daha önce basından izlediğimiz, rahat tavırlarıyla adeta katlettiği insanların aileleriyle dalga geçen Nazileri gördük. Beate Zschäpe yine aynı rahat tavırlarla salona girdi. Oyun oynanmaya devam etti. Söyleşilerimizde üzerinde durduğumuz konu ırkçılıkla mücadele etmenin en etkili yolunun birlikte mücadele etmek olduğuydu. Ve bir konser bu birlikteliğin bir adımı olabilirdi. Böylesi bir önem taşıyordu konserimiz. Söyleşilerimizin hepsi farklı şehirlerde ve kasabalarda oldu. Hatta bazı köylerde bile söyleşiler gerçekleştirdik. İstisnasız hepsinde coşkuyla karşıladı bizi Grup Yorum ailesi. Önce İstanbul’dan selamlar ilettik ve biraz memleketi konuştuk söyleşilerde. Ardından Avrupa’da yaşadıklarımız ve konserimizin önemini anlattık. Elimizde çok güncel ve güçlü örnekler vardı. Bağımsız Türkiye konserlerinin amacı ve örgütlenmesi üzerine uzun uzun sohbet ettik. Ve İstanbul’daki bu büyük konserlerin en önemli çalışma biçimi olan komiteleri tartıştık. Bunun dışında Türkiye gündemine dair birçok konu da tartışıldı. Özellikle Grup Yorum’un siyasi gündeme ilişkin düşünceleri en çok sorulan sorular arasındaydı. Bu siyasi gündem kimi zaman Suriye meselesi, kimi zaman Barış süreciydi. Ve elbette 31 Mayıs’tan sonraki bütün söyleşilerin neredeyse ana konusu Türkiye’deki ayaklanmaydı. Anadolu halklarının bu görkemli direnişi, kararlılığı, yaratıcılığı, mizahı Avrupa’yı da o kadar etkilemişti ki sözler dönüp dolaşıp sürekli ayaklanmaya geliyordu. Barikatların binlerce kilometre uzağında olmak herkeste biraz burukluk yaratıyordu elbette ama İstanbul’dan yayılan “her yer Taksim her yer direniş” sloganı Avrupa’daki bizi de meydanlara indirmişti. Hemen her ülkede yapılan yüzlerce eylemle bu büyük direniş selamlandı. Konser günü geldiğinde Almanya’nın çeşitli şehirlerinden, Belçika’dan Hollanda’dan Fransa’dan İngiltere’den Avusturya’dan ve daha birçok yerden onlarca otobüs konser salonunun önüne geldi. Salon yavaş yavaş doluyordu. Sahne arkasında bütün Yorumcular, sanatçı dostlarımız Niyazi Koyuncu ve Erdal Bayrakoğlu, Yorum Korosu, dans gösterisi yapacak arkadaşlar herkes heyecanla başlama saatini bekliyordu. Ve ilk şarkıyı çalmaya başladığımızda perdelerde Taksim barikatlarında çatışan ve tazyikli sulara, gaz bombalarına direnen halkın görüntüleri yer aldı. Ve yine o slogan bir ağızdan atıldı “Her yer Taksim Her yer Direniş”. Konserimizde sahneyi birçok konuşmacıyla da paylaştık. Anadolu Federasyonunun konuşması alkışlarla sloganlarla karşılandı. Büyük bir kucaklaşmaydı 8 Haziranda yaşadığımız. 13 bin kişilik muazzam bir koronun direnişi selamlaması, ırkçılığa geçit vermeyeceğiz demesi unutulmazdı. Ve ayrılık vakti gelip çattığında bütün hissettiklerimiz bize şimdiden önümüzdeki yıl yapacağımız konseri düşündürüyordu. Hem de sadece biz değil bu konseri büyük emeklerle örgütleyen bütün Grup Yorum ailesi de bu düşü paylaşıyordu. Karakafalı*: (schwarzkopf) Almanya’da ırkçıların Türkiyelileri, Arapları yada diğer halkları aşağılamak için kullandıkları bir söz. Gastarbeiter**: Misafir İşçi. haziran-temmuz 2013 | taVir | 47 48-49 bir turkudur_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:01 AM Page 48 deneme deneme bir türküdür haziranda ölmek... sevim meşe ''Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi Ben de söyledim o türküyü'' Bir türküdür Haziran... Coşku lu, çağıldayan, gürüldeyen bir türküdür. Sıcacıktır, ki her anında ısıtır, ışıtır Haziran türkülerine katılanların yüre ğini. Taze, yeşil, meyveye dur muş ağaç nohut yenilenmenin, daimi değişimin timsali tohu ma durmuş çiçektir... Umut tur, direniştir, adalettir... Ve hiç bitmeyen, umuda her tutunanın haykırışı ile daha, daha büyüyen, çoğalan. Halkı, yürekleri ve bilinçleri sarmalayan bir türküdür Haziran... ''Yüreğimiz topraktan aldı hızını altın yeleli aslanların ağzını yırtarak gerindik Sıçradık; Şimşekli rüzgarlara bindik! Kayalardan Kayalara kopan kartallar çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını Alev bilekli süvariler kamçılıyor Şaha kalkan atlarını !'' 48 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013 Toprağının altı üstü bin hareketli, zengin... İşte bu tapılası bu uğruna ölünesi toprak kabartır haramilerin iştahını akıtırlar kanlı salyalarını. Ama bu toprağın insanları almıştır ondan alacağını, ki Cevahirdir onun adı. Alır Cevahirini, dikilir zorbanın, zalimin (…..),vermek zerre kadar bir parçasını... Cevahir'i bol olur da, türküsü olmaz mı böylesi değerli bir vatanın, halkın, destanın... Kim mi yakar bu türküleri? Kesinlikle kartallarla, fırtınalar yaratırken rüzgarla, meydan okumadan aslanlarla, dimdik dururken asil taylarla kardeş yiğitler yakar elbet. Türkü gibi yaratıp, türkü gibi yaşarlar o kurdukları hayatı ve mutlaka bir türküye varıp verirler, kavga bayrağını kendilerinden sonra taşıyacak olan yeni yiğitlere... Kartallara, aslanlara, rüzgara ve asi taylara... Bundandır susmaz, sesi kısılmaz, yok olmaz; İlle uzanır, taşınır geleceğe bu türkü...Haziran gün gün cenk olur. Cenk, baştan sona türkü olur yüreği Cevahirlerle... Türkü türkü direnen Anadolu toprağıdır. 48-49 bir turkudur_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:01 AM Page 49 ''Biz topraktan,ateşten,sudan,demirden doğduk Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız Toprak kokuyor bakır sakallarımız (….) sıcak ! Kan kadar sıcak delikanlıların rüyalarında yanan o an kadar sıcak!... Güneşi içtiğimiz sesinde Coşuyoruz, coşuyor ! Yangınlı ufukların dumanlı perdesinden Mızraklı göğü yırtan atlılar koşuyor...'' Ezgisinde güneşi içtiğimiz bir türküdür Haziran… Öyle kudretlidir ki, her de- Delikanlı yüreklerimizin kanı bindokuzyüzyetmişbir yılının ilk Haziran şafağında karıştı toprağa. Artık Cevahir hiç çıkmamacasına karıştı toprağa. Bu topraktan doğanlar, görkeminde halaya duracağımız, kızıl şafakları, bunca tutkuyla bu sebepten arzuladılar. Kavuşamayan sevdalıların dilinden düşürmediği yar kokulu türküler gibi yerleşti damağımıza Cevahirce Haziran... İlk Mahir içti o topraktan güneşi, ardı sıra bilekleri kandan kızıl Ulaş, o toprağın çelikleştirdiği yüreği ile aldı eline mavzerini... Gidilen ama dönülmeyen, bükülen ama kırılmayan, ölünen ama teslim olunmayan bir iradenin türküsünü bestelediler. Güneşten bir parça, toprakta Cevahir, kavgada Mahir, dirençte Ulaştı artık türkünün adı. “Mahir, Hüseyin, Ulaş; kurtuluşa kadar savaş!” şiarı... Gücü halkına, vatanına sevda; gücü direniş; gücü adalet olan bir türkü. ''Emret ki ölelim emret ! toplatan... Zaptettiği geleceğe uzanan... Uzanır zindanlara, dört kızıl karanfil olur ''bir türküdür direniş... diye gür sesle Haziran'da. Paramparça eder karanlığı, yayar adaletsizin ümüğüne çökerken gelip de gözlerine oturan alınlarından taşan umudun ışıltısını... Taşar tel örgülerden, duvarlardan alır götürür türküyü Dersimin dağlarına... ''Bir türküdür Dersim dağlarında ''diye söylenir yeni eklenen seslerle, sözlerle; harcına katılan kanla, canla büyür türkü... Varır Okmeydanı’na; ''asıl siz teslim olun !'' diye haykırır Sibel, Cevahirce... Alır sesini Erdal; teslim alınacak düşmanın, cezalandırılacak işkencecinin, zaptedilecek karakolun ve görülecek hesabın inişli çıkışlı notalarını ekleyip türküye, dalar Haziran militanlığıyla pusulara... Hiç bitmez bir türkü. Bitmeyen, bitmeyecek; Cevahirden devralındığınca, Sibelce, Erdalca, Haziranca; kurtuluşa varıncaya dek söylenecek bir türkü. fasında susturur faşist namluları! Türküyü söylemeye, yaşamı türkü eylemeye devam edeceklere bırakılmış bir Cevahirdir, bir türkü Haziran şafağında. Bir türkü, Haziran'ı, sonra tüm zamanları gün gün kuşatan, bütün bir hayatı bizim yapmak için akan, coşan, ardından nal ''Bu bir türkü toprak çanaklarda güneşi içenlerin türküsü … Haykır güneşi içenlerin türküsünü Haykır Haykıralım!..'' *Nazım Hikmet hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 49 Te pki l e ryi neYORUM' c aol du. El l e r i nine r e yea t s a l a r , ha ng it a ş ıka l dı r s a l a ra l t ı nda nbunl a rç ı kı yor . Çokol dua mabunl a r ! S e ndi kaba s kı nı ndabunl a r Hukukbür ol a r ıba s kı nı ndabunl a r Ge nç l i kFe de r a s yonu, S a na tCe phe s i , " koz mi koda l a r "yi nebunl a r . . . Eve te ve tç okol uyorbunl a r . . . Aç l ı kg r e vl e r i , öl üm or uç l a r ı , f e dae yl e mibunl a r Ame r i ka yadüş ma nl ı kbunl a r da Ant i e mpe r ya l i s tt a vı r( S ur i ye ' de , Li bya ' da , I r a k' t a , Yug os l a vya ' daveda habi l c üml ee mpe r ya l i s ti ş g a lves a l dı r ı l a r ) yi nebunl a r , yi nebunl a rvehe pbunl a r . Yı kı ml a r dabunl a r İ ş t e nç ı ka r ma l a r da Öz e l l e ş t i r me l e r de AKPpr ot e s t ol a r ı nda S e ndi ka s ı z l a ş t ı r ma l a r dabunl a r , Ve l ha s ı lneva r s aha ya t t a Ada l e t t e n, ha kt a n, a ş kt a numut t a nya na Bunl a rvehe pbunl a rva r . . . Neç ok, neka da rdaç okbunl a r , ma nt a rg i bit ür üyor , oğ uloğ ulç oğ a l ı yor l a r . Bi rdeöyl ei na t ç ı l a rki , ka pı yıka pa t s a npe nc e r e de n, pe nc e r e yika pa t s a nba c a da ng i r i yor l a r . Te s l i m deol muyor l a r , öyl edeköt übi rhuyl a r ıdava rt a m4 5yı l dı r . Bi rs öz l e r iva r , dönüpdönüps öyl üyor l a r " Bi zbur a yadönme yede ğ i l , öl me yeg e l di k"di yor l a r . Bi rs öz l e r ida hava r , oda " S i zbi z i mt e s l i m ol duğ umuz une r e deg ör dünüz , s i zt e s l i m ol un"di yor l a r . Ba khe l ebuc ür e t e , bupe r va s ı z l ı ğ a . BUNLARVARYABUNLAR, ÇOKAMAÇOKOLUYORLAR, BUNLARVARYABUNLAR Bİ RGİ Dİ PBİ NGELİ YORLAR VE ÇOKİ YİEDİ YORLAR. . 51-53 nazim_sablon 7/15/13 4:02 AM Page 51 makale makale olmak da kolay değil mehmet esatoğlu Şair, yazar, kavga adamı Nazım Hikmet aramızdan gideli oluyor bir 50 yıl kadar. Bu geçen 50 yılda ülke halkı bir büyük şairi yeniden ve yeniden tanıdı. Şiirlerini, romanlarını, düzyazılarını ve oyunlarını okuyabildi-çünkü yasaklar kalkmıştı- Ona yeniden ve yeniden hayran oldu. Ama Nazım ölmüştü. Yani o, bu büyük sevgiyi göremedi, yaşayamadı doya doya. Nazım’ın yaşamının uzun bir bölümü cezaevinde geçmiştir. Hakkında açılan tüm davalar da uyduruktur. Amaç Nazım’ı susturmaktır. Onu da düzene ayak uydurucuların arasına katmaktır. Cumhuriyet yönetimi 1937’ye kadar değişik davalar açarak ona tehditlerini yaptı ama susmadığını ve geri adım atmadığını görünce de o yıl “Harp Okulu Davası” ve “ Askeri İsyana Kışkırtma” davalarını açarak birinde 15 diğerinde 20 yıl hapis cezasıyla onu demir parmaklıklar ardına tıktı. Nazım’ı mahkum edenler kimlerdi? Bugün yaşanan demokrasiden, ada- letten, ezilen ulusların sorunlarına dek ne varsa onları o günden çözmeyerek katlana, katlana üzerimize yığılmasına yol açanlar. Şairin gençlik yıllarında ülkenin başında yeni cumhuriyeti kuranlar var. Bir yanıyla batılı olmak istiyorlar öte yandan Osmanlı ruhundan ödleri patlıyor. Nazım’ın ise yazdığı şiirden, giyimine, davranışlarından inançlarına her yanı onları ürkütüyor. Halk kültürü araştırmacısı Pertev Naili Boratav o yıllarda ilk kez gördüğü Nazım’la ilgili bir anısını şöyle anlatıyor: Herhalde Sakarya Savaşı’ndan sonra idi. Bir gün Türk Ocağı’nın açılış töreni yapıldı. Nutuklar söylendi, milli marşlar çağrıldı. Genç öğretmenlerle Sultani’nin yetişkin öğrencileri coşkun şiirler okudular. Bunlardan bir tanesinin, kıvırcık sarı saçlı, mavi gözlü, uzun boylu bir delikanlının okuduğu şiirin adı “Kırk Haramilerin Esiri idi. Şiir kadar onu okuyanın okuyuşunda da başka bir güç vardı. Sa- rışın delikanlı şiiri okumamış, onda dile gelen, ayaklanmış esir Anadolu’nun dramı oynanmıştı. Onun kollarının geniş hareketleri, sıçrayışları, dizlerini yere vuruşları hala gözümün önündedir” Nazım o günlerde esir Anadolu’nun emperyalizme karşı ayağa kalkışının ruh haliydi adeta. Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere gittiği Ankara’da yazdığı şiirde Osmanlı hünkarına “satılmış” demesi cumhuriyetin kurucularını yerinden hoplatmaya yetmişti. Nazım’ın ikinci rotası Ekim Devrimi oldu. Binbir serüvenle Batum’dan Moskova’ya geldiğinde ilk gördükleri şöyle dizelere dökülür: “Balık çorbası, tüfek talimi, tiyatro, balet, kitap Patates kamyonu başında süngü tak, bekle nöbet kitap, kitap madde, şuur, istismar, fazla kıymet haziran-temmuz 2013 | taVir | 51 51-53 nazim_sablon 7/15/13 4:02 AM Page 52 kitap, kitap manikür hayır diş fırçası evet kitap, kitap, kitap Bu ne 24 saat Bu ne 24 saattir ahbap” Marksizm’le tanışmak üzere KUTV* okulunun yolunu tutar. Okulun en renkli öğrencisidir. Tabii KUTV da çok ilginç bir okuldur. Dünyanın dört bir yanından 84 ayrı ulustan devrimci gençlerin Ekim Devrimi ışığıyla aydınlanmak için bir araya geldiği bir okul. Nazım “Bazı Anılar” şiirinde o günleri şöyle anlatıyor: “Henüz değiştirmemişti Puşkin yerini. Yine böyle omuzunda pelerini, yine böyle baş açıktı. Yine böyle siyah, uzun böyle akıllı, böyle mahzun, kibar bir Petersburglu gibi şıktı. Ben haftada bir kaç kere sabah sabah erkenden, yahut akşamüzeri koltuğumda büyük kitaplarımızdan biri ayçiçeği çekirdeğiyle dolu avurdum, yakınında bir sıraya otururdum, soldan ikinci sıraya. Kışları taze taze kar kokardı yazları serin serin yaprak. Buranın bir de kerameti vardı: kitabımı açarım, KUTV’de, derste anlamadıklarım, orda girerdi zihnime şıppadak…” Nazım Sovyetler Birliği’ne girerken “1922’ydi yıllardan o yıl, hey gidi gençlik hey, yüreğim suda balık misali kıvıl kıvıl, loşluk da şarap gibi vurmuş başa. Batum yoluyla gelmişim Anadolu’dan. Bir sualciğim var Lenin Yoldaşa…” diyordu. Orada kaldığı yıllarda Nazım, Lenin’i göremedi ama Lenin’e ve devrime dair sorularının yanıtlarını bulmaya çalıştı. Aradan beş yıl geçtikten sonra KUTV’da 52 | taVir | haziran-temmuz 2013 öğrenim gören gençler birer ikişer dönmeye başlarlar ülkelerine. Nazım ülkesine döndüğünde Türkiye, cumhuriyetini kurmuş, İzmir de iktisat kongresini yapmıştır. Seçtiği yol insan sömürüsüne dayanan kapitalizmin yoludur. Kapitalist alt yapının olmadığı ülke, ancak bunu kapıdan attığı emperyalizmi pencereden içeri alarak yapacaktır. İktidarın sofrasında oturan aydınlar “çok yaşa Cumhuriyet” nidalarıyla düzenden paylarını almakta, Kurtuluş Savaşı için kanını canını ortaya koyan yığınların çektiği sıkıntıları ise görmezden gelmektedirler. Geniş köylü yığınlarının yol vergisi, hayvan vergisi ödemekten canları çıkmaktadır. “Bir tahsildar, bir jandarma, bir ağa” zulmü o yıllara damgasını vurmaktadır. Ekim Devrimi’ni yaşamış Nazım’ın ise böyle bir düzeni desteklemesi mümkün değildir. Nazım cumhuriyetin sözde aydınlarını Kabe’nin putları gibi görmektedir. Resimli Ay Dergisi’nde onların düşüncelerini ve yapıtlarını inceleyen yazılar yayınlar. “Putları Yıkıyoruz” kampanyası iktidardan pay alan aydınları ve yöneticileri hedef alır. Onuncu yılına varmış cumhuriyetin ortasında Nazım Hikmet dönemin aydınlarına “ Behey! Kara boynuz gibi kaşlı Mukaddes Apis başlı Adam Behey! Kara maça bey! Sen şiirin asil kamusuyla konuşuyorsun B e n asaletten anlamam Şapka çıkarmam konuştuğun dile Düşmanıyım asaletin kelimelerde bile” diye seslenerek sınıfsal safını ilan eder. Ülkede Cumhuriyet on yaşına varmıştı. Ülkenin egemenleri madeninden hammaddesine her şeyi emperyalistlere sunarak palazlanmaya çalışıyorlar. Nazım’ın kaleme aldığı “Memleketimden İnsan Manzaraları” bu türedi sınıfı, ilişkilerini, dünyaya bakışını baştan sona ayrıntılarıyla anlatıyor. İktidarda kanlı bir burjuvazi vardır. Para kazanmak uğruna her yol mubahtır. Her türlü mal alınır ve satılır. Nazım dönemin kapitalistini şöyle tanımlar “İnsan Manzaraları”nda. “Bay Hikmet Alpersoy. Müteahhit. Hatta fabrikatör. Dehşetli zampara. Fransızların dediği gibi: “Bon enfan bon vivör.” Devletin tüm çarkları para babalarının çıkarları için işletilmektedir. Bir de bu kirli oyunun içinde hakkını aramaya çalışan emekçiler vardır. Onlar içinse işkence ve demir parmaklıklardan başka bir yol yoktur. Onlardan birinin öyküsünü şöyle anlatıyor şair baba: “Konserve fabrikasında çalışıyordu ölen, Hikmet Alpersoy’la Bulgarın fabrikasında. Yirmi beş kuruştu gündelik. İş müddeti on dört saat.” “Rezalet.” “Yok canım mesele-i fazla-ı kıymet.” “Anlamadım.” “ Bunu Öztürkçe söylesem de anlamazsınız. Biz hikayemize gelelim. Selim 51-53 nazim_sablon 7/15/13 4:02 AM Page 53 (ölünün adı) yirmi beş kuruşa on dört saat dayanamadı. Elli kuruş ve on saat dedi. Öteki işçiler de aynı fikirdeydiler. Derin, felsefi bir fikir değil elbet. Fakat tehlikeli bir fikir. Ve bundan dolayı Bulgarla Hikmet hemen polise ihbar ettiler bu fikri. Derhal tevkifat yaptı polis. Müdüriyete on kişi götürüldü: dört kadın, altı erkek (elebaşılar) ve Selim-kominist. Halbuki kominist değildi Selim. Düşünmemişti kominizmin ne olduğunu bile. O sadece on sekiz yaşındaydı ve yirmi beş kuruş yerine elli kuruş istiyordu ve on dört saat yerine on saat Polis bu kanaatte değildi fakat. Yatırdılar Selim’i yere. Selim kalktığı zaman basamıyordu döşemelere Yatırdılar Selim’i yere, Selim kalktığı zaman göremiyordu önünü artık. Yatırdılar Selim’i yere Selim kalktı ve yığıldı. Selim’im koltuklarına girip karanlık bir odaya götürdüler. Ve duvarda bir çiviye bağladılar saçlarından, o suretle ki döşemeye ancak ayak parmaklarının ucu dokunuyordu. Bir tramvay geçti sokaktan gıcırtılarla. Yakın bir yerde yatsı ezanı okunuyordu. Çözdüler Selim’i çividen, yatırdılar Selim’i yere. Ve Selim kalktığı zaman bir pencere gördü uzaktan çok uzaktan ama perdesiz karanlık bir pencere. Atıldı ona doğru. Camlar kırıldı şangırdayarak. İlk önce kayboldu bir insan başı sonra kayboldu iki ayak.” Nazım’ın insan manzaralarında anlattığı türedi, işbirlikçi burjuvazi ve onun sömürüsü, işkenceci yönetimi 90 yıllık Cumhuriyet’in değişmez parçaları olmuştur. 1930’lu yıllardan itibaren Nazım’a saldırılar başlar. Yazdığı kitaplara açılan davaların yanı sıra “harp okulu öğrencilerini örgütlemek”ten “askeri isyana teşvik” e bir dolu davalar açılır şaire. 35 yıl hapse mahkum olan şair 1950’li yıllarda ancak açlık grevi yaparak ve bu eylemini uluslararası çapta ve ülke çapında büyüterek parmaklıkların ardından kurtulabilir. Nazım’ın yaşamının son bölümüne damgasını vuran yan ise emperyalist savaşlara karşı mücadelesidir. Cezaevinde yattığı günlerde “Ben içeri düştüğüm sene, ikincisi başlamamıştı henüz Daşav kampında fırınlar yakılmamış, atom bombası atılmamıştı Hiroşimaya Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman Sonra kapandı resmen o fasıl, şimdi üçünden bahsediyor Amerikan doları” diye endişelen- diği bir dönemin üstüne yürür adeta. Dünyanın dört bir yanına koşan Nazım Hikmet Asya’dan Afrika’ya her yanda emperyalizmin kanlı planlarını anlatır. 3 Haziran 1963 sabahı evinin kapısının üzerindeki posta kutusu dünyanın dört bir yanından gelen mektuplarla, gazetelerle doludur. Elini uzatıp onları alırken yere yuvarlanır. Büyük yaşamını noktalar. Mücadele edecek her sanatçıya önemli bir modeldir Nazım’ın yaşamı. Öncelikle öğren der insana. Dünyaya nasıl bakılacağını öğren. Oku, incele araştır. Sanatçıysan yapacağın sanatta yetkinleş der. Salt sanatını üretmekle yetinme. Sanat alanını da yaşadığın dünya gibi savun, değiştir ve güzelleştir der. Yollara düş der Nazım’ın yaşamı. Tanı dünyayı. İnsanlarla tanış. Anlat onlara. El ele ver, kendi toprağının ve yeryüzünün insanıyla. Koca şair hani bir şiirinde “Tahir olmak ta ayıp değil Zühre olmak da Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte yani yürekte.” diyor ya. Biz de ölümünden 50 yıl sonra anlıyoruz ki Nazım olmak da kolay değil. haziran-temmuz 2013 | taVir | 53 54-55 selam olsn idile_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:03 AM Page 54 anı anı selam olsun idil’e nergis yiğit 1996'da Ölüm Orucuna başlamadan önce büyük bir yarış vardı aramız-da.Herkes günlerce bunun heyecanını taşıdı yüreğinde.Sonunda gönüllüler ar-asından kimlerin direnişçi olacağı belli oldu ve hazırlıklara başlandı.Hızla hazır-lanan alın bantları ve yakılan kınaların ardından yola koyulduk. Biz kadınlar için '96 Ölüm Orucu'nun yeri ayrıydı.Direnişte yer alan kad-ınların sayısı epey fazlaydı.Ogüne kadar Türkiye'de şehit düşen kadın direnişçi olmamıştı.Klavuzumuz 1984'te şehit düşen Apo,Fatih,Hasan,Haydar'dı. Olağanüstü bir dönemdeydik.Bütün oklar üzerimize yağıyordu.Saldırıları püskürtmek için ölümüne direnmeliydik.İktidar direnişi kırmak için her türlü oy-unu oynuyor,her türlü yalanı söylüyordu.Biz hücre hücre erirken karşımızdakiler ''yiyorlar'' yalanına sarılmıştı. Direnişçiler birbirleriyle yarışıyordu.Mümkün olduğunca ihtiyaçlarımızı kendimiz karşılamaya gayret ediyor,bilincimizi açık tutmaya çalışıyor- 54 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013 duk.Yolda-şlarımız ne kadar üzerimize titrerse titresin biz de o kadar yoldaşlarımıza ''yük'' olmamaya çabalıyorduk.Ancak günler ilerledikçe bu pek mümkün olmuy-ordu. İrademizi sonuna kadar zorlamaya çalışsak da bazen bedenimize söz geçiremiyorduk.Baş dönmesi,mide bulantıları,güçsüzlük,yürüyememe... Artık vakit geliyordu.Başka hapishanelerdeki canlarımız bire birer topra-ğa düşmeye başladı.O günlerde kulağımıza gelen her slogan bir direnişçinin d-aha aramızdan ayrıldığı anlamına geliyordu. ''Kim,kim!'' diyorduk, ''Şehit düşen kim ?'' Koğuşumuzdaki yoldaşlarımızla beraber saygı duruşunda bulunmak iç-in ayağa kalkmaya çabalıyorduk.Sonra kalkamaz olduk.Yataklarımızda oturur vaziyette saygı duruşunda bulunuyor,yumruklarımızı haada tutmak için uğraşı-yorduk.Bu,karanfilleşen yoldaşımıza kar- 54-55 selam olsn idile_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:03 AM Page 55 şı son görevimizdi.Asli görevimizse on-lara layık olmak ve peşleri sıra izlerini sürmekti. Artık adım adım zafere yaklaştığımızı hissediyorduk. Bir direnişçi için zafer,kazanmayı ifade eder.Eğer kazanmanın henüz v-akti gelmediyse,zafer karafilleşmekteydi.Senden sonrakiler için canından vaz-geçmekti zafer.Bu yüzden unutulmazdır şehitler,bu yüzden ölümsüzlük iksiri onların ellerindedir. Derken havalandırmaların birinden bir slogan daha patladı.Kim ? Kimdi acaba bu defaki şehidimiz ? ''Ayçe İdil Erkmen şehit düşmüş yoldaşlar.'' İlk kez bir kadın yoldaşımız şehit düşmüştü.Onun şehitliğinden biz kad-ın direnişçiler daha fazla etkilenmiştik.Artık o,kadınların önünü açmıştı.Sonraki yıllarda pek çok kadını peşisıra saflarına çekecek,örnek olacaktı. İdil için yumruklarımızı daha bir gayretle kaldırdık.İçten içe sözler ver-dik ona.26 Temmuz'da idil şehit düşmüştü Çanakkale Hapishanis'nde.Bizse 27 Temmuz'da,direnişin 69.gününde ''Zafer bizim kazandık İdil !''dedik. Ayçe İdil'le beraber 12 canımız bu zaferin bedeli olmuştu.A.Berdan Ke-rimgiller,İlginç Özkeskin,Müjdat Yanat,Ayçe İdil Erkmen,Yemliha Kaya,Aygün Uğur,Hüseyin Demircioğlu,Ali Ayata,Tahsin Yılmaz,Hicabi Küçük,Osman Akgün, Hayati Can,onları asla unuttturmayacak,unutmayacaktık. Garip bir haldeydik.Kazandığımıza tam sevinemiyorduk.Can bedeli gel-en zaferlerin mutluluğu biraz da buruk olurdu.Zafer sevinci ise bir o kadar co- -kun... … Aslında sözü İdil'e getirmek istiyorum. Aradan 17 sene geçti.O yıl doğan bebeler bugün 17 yaşında birer gen-çkız,delikanlı. İdil adı dillerden hiç düşmedi.Çünkü o,nasıl yaşamak,nasıl mücadele e-tmek gerektiğini geride kalanlara miras bıraktı. Sadeliği;tavır ve davranışlarıyla içimizden biriydi o.Bu yüzden yakın g-elir herkese.Devrimci yaşamı sahiplenişi örnek olur. İdil çok şey söyler halkına ve devrimcilere. Hele de devrimci sanatçılara...Onun tavrı,düzende yer edinip kendini kurtarma-k değildir.Ya da mücadeleye kıyısından köşesinden tutunup kendini tatmin et-mek hiç değildir.Bir ayağı devirmci mücadelede bir ayağı düzende olmadı hiç. İdil'in şehitliği küçük burjuva aydın ve sanatçı tavrına vurulan bir darbeydi aynı zamanda.İşte bu yüzden nasıl ki Şili'nin Victor Jara'sı halkının onuruysa Ayçe İdil Erkmen'de ülkemiz halklarının onurudur. 17 yıl boyunca onun yolunda ilerledi halkın sanatçları.Onun gözlerind-en baktılar hayata.Onun gibi sivrilttiler kalemlerini.Onun gibi sahnede yumru-klarını kaldırdılar.Onun gibi kucakladılar halklarını.Bu yüzden bugün onbinler yüzbinler sahipleniyor kendi sanatçılarını. İdil'in yolundan ilerlemek,İdil olmak böyle bir şeydi: Birken iki,beşken on,onbinlerken yüzbinler olabilmekti. 1996'da halkı vatanı ve yoldaşları için fedanın adı İdil olmakla özdeşti. Sonra Fidan,İbili oldu fedanın adı.Şimdiyse İdil olmak,Erdal,Hasan Selim,Çuha-dar ve Alişan olmaktır. Fedaların boyverdiği bu topraklarda ezenle ezileni ''barış'' adı altında her ne kadar kolkola girmeye zorlasalar da,eşit ve adil bir düzen kurulmadıkça, baskıya zulme son verilmedikçe,barış,sahte yapay bir gülüş olarak kalacaktır. Aradan 17 sene geçti.İdil kendini yeniden ve yeniden yaratmaya deva-m ediyor. Selam olsun İdil'e. Selam olsun İdil'in soluğunu sokaklara,meydanlara taşıyanlara! hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 55 56-57 tiyatro_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:47 AM Page 56 tiyatro tiyatro herhangi bir ülkede herhangi bir toplantı fazıl aktaş -Bu nedir ya bu nedir biri bana açıklasın çabuk! -Neyi efendim? -Elinin körü! Her şeyi ben mi söyleyeceğim size ya? -Evet efendim -Tamam söylüyorum tabi neyi yapacağınızı da neyi söyleyeceğinizi de ama alın biraz yükü canım. Açıklayın hadi! -Afedersiniz ama hiçbirimiz müneccim değiliz efendim. Bu kez da siz söyleyin biz yapalım. -İnceden bir eleştiri mi sezinliyorum ben bu laflardan Bülent abi? Acaba eleştiriliyor muyum? -Haşa efendim zinhar ne haddimize o nasıl söz öyle öyle anlaşıldıysa özür dilerim. -Ya bi sus ya zırt pırt özür diliyorsun zaten ben dışarıdayken bir özür diledin hala düzeltemedik. karizmayı sana vekalet veririm lan benim özür dilediğim nerde görülmüş? Benim gölgem bile özür dilemez kimseden. -Af buyurun efendim ben ortamı yumuşatayım diye şey ettiydim. -Ya biz yumoş muyuz bırak sertleşsin, çapulcular senin özründen cesaret aldılar, 25 gündür sokaktalar. -Dilerseniz istifa edeyim başbakan yar- 56 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013 dımcılığından efendim. -Nah istifa edersin kimse istifa edemez ancak ben kovarsam gidersin zaten elimi sallasam bir yardımcıya çarpıyor aha şunları da partinin genel başkan yardımcısı yaptık naber yeni transferler? Bunların bonservislerini almıştık değil mi? Nasıl espri ama gülün gülün izin veriyorum gülmenize siz de gülün lan Süleyman, Numan size söylüyorum. -Sayenizde yüzümüz hep gülüyor efendim(birlikte). -Sayemde tabi! Ben olmasam yüzde sıfır virgül bilmem kaçlık partilerde yok olup gidecektiniz. Ayrıyetten benim hakkımda daha önce söylediklerinizi unutmadım ben hiçbir şeyi unutmam. Bırakın ayaklarımı öpmeyi de geçin yerinize. Hoşlanmam öyle şeylerden tamam affettim sizi ama gözüm üzerinizde olacak. Evet şimdi söylesin biri, dışarda neler oluyor kim bunlar, ne istiyorlar? -Üç beş çapulcu işte efendim. -Benim sözlerimi kullanıp prim yapmaya kalkma boyunsuz canavar! Ya Muammer bu çapulcular bazen güzel espriler buluyorlar ben bile gülüyorum. Hele şuna bak hahaha adamda bir santim boyun yok ya kafayı getirip omza direk monte etmişler. Ha ha ha -Kırılıyorum ama efendim. Babam ben bebekken kafa üstü düşürmüş yer o yüzden böyleyim. -Tamam be tamam kes ağlamayı demeyim bir daha büyüyün artık biraz. -Büyüyoruz efendim büyüme hızımız yüzde 14. -Kendini muhabirlerin karşısında sandın herhalde Mehmet rahat ol bunları da bize değil külahıma pardon gazetecilere anlat ama söylediğine kendin inanıyormuş gibi söyledin he güzel hep böyle ol yahu millet şeyiyle güler sana şu dönüşte havalimanında beni niye o kadar insan karşıladı kim bunun müsebbibi. -Efendim siz telefonda çağırmayın kimseyi dememiş miydiniz? -Lan Hüseyin sen de şeye sürülecek kadar bile beyin yok dinime imanıma ben o lafı basına öyle deyin diye ettim. Bizim partililere niye öyle diyorsunuz çapulcular güldü bize sizin yüzünüzden bunları biriktiriyorum hepsinin hesabını sorcam sizden. On beş yaşındaki çocuklar yüzlerce polisin üstüne yürüyor. hiçbiriniz tek başına sokakta gezemiyorsunuz, etrafınızda onlarca koruma, tırsaklar. ne var Beşir abi niye dikiliyor- 56-57 tiyatro_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:47 AM Page 57 sun başımda? -Efendim bu korumalarınızın sayısını 1500'e çıkaracak kanun teklifi bir tek sizin imzanız kaldı imzalasınız da meclise göndersek diyorum. -Sırası mı şimdi Beşir abi sonra sonra. -Emredersiniz sultanım. -Sultanım mı? Ulan kulağıma nasıl da güzel geldi. Bir daha de bakim. -Sultanım. -Bir daha de. -Sultanım. -Bunu cidden hissederek mi söylüyosun yoksa benimle dalga mı geçiyorsun Beşir? -Gönlümden öyle geçti efendim estağfurullah dalga geçmek ne demek ben aklımı peynir ekmekle yemedim. -Zıkkım yiyin. Durduramadınız gitti şu ayaklanmayı her gün kabuslar görüyorum. Gezi parkında bir ağaçmışım ben çarşılılar gelip üzerime işiyorlar. Güleni anasından doğduğuna pişman ederim. -Efendim boş verin bakın artık gezi parkı bizim kovduk tüm çapulcuları, oraya ancak sizin rüyanızda işerler bundan sonra. -Tamam kapat artık şu işeme meselesini zaten sana kızgınım Yalçın gözüme gözükme sakın. -Neden efendim -Bak bir de soruyor o "white sea"yı nerenden uydurdun terbiyesiz. -Dünya aleme rezil ettin beni sanal medyada gene trend topic oldum hakkımda üretilmeyen espri kalmadı. Seni danışman yaptık bi kamyon da para ödüyoruz sana ama beş kuruşluk faydan yok bize zarardan başka paramızla rezil oluyoruz resmen. -Aldırmayın o çapulcuların sözüne efendim ben hemen aldırırım evlerinden onları. -Al al nereye kadar boyunsuz? Bitmiyorlar ki her gün başka başka biçimde karşımıza çıkıyorlar. Şimdi de öylece duruyorlar dünyanın her yerinde bunların koşanından da yüreyeninden de duranından da nefret ediyorum. -Tırsıyorum diyecek ama dili varmıyor -Ne dedin? Kim o densiz ben izin vermeden kim konuştu -Valla öyle sultanım bunların hepsini hapse atsak gene de kurtulamayacağız galiba -Gene biri sultanım dedi. Allahım söyletiyor bunları biliyorum bunları hepsi bir işaret sen miydin be Davutoğlu? Sen de mi tırstın yoksa? Senden beklemezdim doğrusu. -(mırıldanır) sen sanki tırsmıyorsun -efendim duyamadım -efendim bunlardan tırsılmayacak gibi değil gerçekten bakınız o marjinal örgütün tüm kadrolarını attık F tipine onlara selam verenleri bile attık ama gene de çıkıyorlar karşımıza. -neredeler, hani, çabuk talimat ver Boyunsuz gitsin alsınlar onları. -Efendim şu "boyunsuz"u fazla kullanmasak -lan sus dediğimi yap hemen. -Valla evinde tweet atanları hemen gidip alırlar ama bu marjinalleri almaya giderler mi bilmem. -Ne yani talimatımı dinlemeyecekler mi ben diyeceğim de yapmayacaklar yani yerim ben onları doğduklarına pişman ederim gaz odalarına atarım toplama kamplarına yollarım valla bu aralar öyle güçlü hissediyorum ki kendim hitler ya- nımda kıytırık mahalle çetesi üyesi kalır. -Eeeh yeter be senin hırsın yüzünden hepimizi tepeleyecek bu baldırıçıplaklar gözümüzü oyacaklar gecekondulardan gelip sen daha sultanlıktasın padişahlıktasın git sen uğraş bu halkla marjinallerle ben istifa ediyorum arkadaş canımı sokakta bulmadım arkadaş. -Aa delirdi Boyunsuz gitti canım nazırım bak gördün mü korku neler yaptırıyor insana korkmayın nazırlarım arkanızda ben varım bakın Motherfull'u şehir şehir dolaşıyorum İngilizce Anadolu demektir bilmeyenler için söyleyeyim, bunları biz teperiz alimallah. Benim valim benim jandarmam benim reji asistanım benim tesviyecim benim manavım mahveder bu çapulcuları hiç korkmayın. -Ne diyorsun Bülent abi çağırayım mı abulansı? Gönderelim artık şu çakma Führer'i hastaneye. Yoksa bizim sonumuz hiç hayırlı olmayacak. -Durduğun hata hemen ara acil servisi alsın götürsünler şunu. iki hasta bakıcı arasında götürülürken hala "benim---benim---benim" demeye devam etmektedir. hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 57 58-59 tütün_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:04 AM Page 58 kitap kitap tütün 1-2 fazıl aktaş Kitaplık Kitabın adı: tütün 1-2 Kitabın yazarı dimitır dimov Yayınevi: evrensel ağustos 2004 Bulgaristan devriminin sarı dünyası: tütün vaşı hitlerin komutasında patlamak üzeredir. Tütün bize sınıf çatışmasında düşman saflardaki öz kardeşleri onların bencilce ihtiraslarla ve temelinde emek vatan ve halk sevgisi olan devrimci duygularDevrimler biribine benzer ama asla bir- la bağlandıkları aşklarıyla birlikte anlabirinin aynısı değildir, olamaz. Aslolan tıyor. insandır her devrimde. İnsanlardan oluşan parti ilkeler kurallar kapitalizmin ya- Latince öğretmeni redingot’un pavel, rattığı kültür vb hemen hemen her ül- baris ve stepan adında üç oğlu vardır pakede aynıdır. Coğrafi şekiller kültür ah- vel ve stepan yüreklerindeki tertemiz lak gelenek görenek vb işe bambaşka- duygularla bağlandıkları devrim kavgadır o sebepten her ülkenin devimi ken- sında birer sıra neferi olma yoluna ilerdine özgü olmak zorundadır. lerken boris’in tek düşüncesi kapitalist dünyanın nimetlerine bir an önce kavuşBulgaristan’ı okuyoruz tütün’de dün- maktır. Başarır da nikotiana tröstünün yayı kasıp kavuran on milyonlarca insa- sahibi baba pierr’nin kızı olan marnı Pazar kavgasında katleden nazizimin la’nın da yardımıyla önce tröstte çalışpençesine değmeden hemen önceden maya başlar sonra maris ile maris ile evbaşlayıp devrime kadar olan süreçte Bul- lenip yükselmeye başlar. Baba pierre ölgaristan seriliyor önümüze iki cilt halin- dükten sonra koca törstün tek sahibidir de toplam 742 sayfa boyunca. artık. Bir tekel patronudur artık Latince öğretmeninin yoksul gecekondusunda Alman sigara tnöstlerine ucuz tütün yırtık ayakkabılarla dbüyümeye çalıştıgerekmektedir. En ucuzları da balkanlar- ğı yıllardaki baris değildir. Kapitalizdadır tütünlerin alman tröstlerinin tem- min kurallarını eksiksiz uygulayacak bir silcileri bulgaristan’ın en büyük tütün karaktere sahip biridiri baris ve insanın tröstü olan Nikotiana ile anlaşırlar. Alman yaşadığı gibi düşüneceği gerçeğinden emperyalizmi tütünle başlattığı sömü- hareketle hiç kimseye acımaz. Rakiplerüyü çok yakın bir tarihte açık işgale de rini her türlü iğrenç yöntemle kimi zaçevirecektir elbette çünkü ıı. Paylaşım sa- man rüşvetle kimi zaman tuzağa düşü58 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013 rerek kimi zaman da ayak oyunları ile birer birer ortadan kaldırır. Alman emperyalizmiyle açık işbirliği içine girmiş bir vatan haini olan Boris içinden geldiği sınıfın düşmanıdır artık hem de azılısından küçük kardeşi stepan’ın devrimci eylemlerden dolayı gözaltına alındığında içişleri bakanına emniyet müdürlerine verdiği rüşvetlerle özgürlüğüne kavuşturduğunda vicdanını temizlediğini düşünür sırf annesine olan pamuk ipliği kalınlığındaki sevgi dışında ne babasıyla ne de kardeşleriyle ne de Bulgar emekçi halkıyla hiçbir bağı kalmamıştır oysa. Başta nikotiana olmak üzere tüm Bulgar tütün tröstleri fabrikalarda otomasyona geçmek isteyince işçiler bunun kendileri için ölüm olacağını düşünür ve vatan cephesi’nin öncülüğünde direnişler başlatırlar. Vatan cephesi içinde yer alan komünist parti’nin önemli kadrolarından olan pavek direnişe işçilere ve kadrolarına yönelik politiklarını eleştirir partisinin. Bunun sonucunda da partiden atılır. Çok sevdiği ülkesinden uzaklaşır aynı zamanda ülkesi kadar sevdiği liladan. Arjantine oradan da ispanya iç savaşında partizanlarla birlikte savaşmak için ispanyaya gider yıllar sonra ülkesine döndüğünde partisi de artık doğru politikalar sayesinde halkın 58-59 tütün_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:04 AM Page 59 içinde kök salmayı daha önce attığı pavel’i bu kez önder bir kadro olarak bağrına basmıştır. Bulgaristandaki faşist hükümet devrimcilere karşı polisiye tedbirleri haf safhada alıyor baskı ve sömürüyü katmerli bir şekilde sürdürüyordu bu süreçte stepan bu süreçte tekrar tutuklanır hapishanede sorgular kendini ağabeyi boristen etkilenmiştir onun paralı paralı pullu şaşalı yaşamış cezp etmiştir stepanı devrimciliğin her gün bir şeyler katılmadında nedenleri her gün biraz daha çoğaltılmadıkça biteceğini kavrayamayan stepan’ın çürümesi kaçınılmazdır. Yoldaşlarından gizli olarak ağabeyi boris e yazdığı ve yardım dilendiği mektup onun devrimciliğinin de ölümüdür gerçek yaşamının da aynı zamanda Kapitalizmin nimetlerine olan düşkünlük insanı baştan ayağa çürüten bir duygudur. Bencillik insanda tek bir değer bile bırakmaz ben duygusu dışında greve çıkan işçilerin üzerine saldırırken bir kadın işçinin kafasına vurduğu koca bir veya ile hayatını kaybeden polis şefi çakır’ın tıp fakültesi mezunu doktor kızı irinanın borisin kapatması olarak hayatına devam etmesinde bunları kaybetmemek için alman tröstlerinin temcilsiyle bile düşüp kalkacak kadar alçalmasında çürümesinde gördüğümüz gibi.. oysa irina idealist bir doktor olmayı istiyordu öğrenciyken borisin daha köyde işsiz güçsüz dolanırken ona olan ilgisini sevgisini hissettirmesi çok sora bir tesadüf eseri bu kez nikotiana patronu olarak gördüğü boris in ihtişamlı yaşamına özenmesi onun da insanlığını yitirmesine yol açacaktır gün gün. Gerçek budur kapitalizm çürütür. Hitlerin Avrupa imparatorluğu hayali Sovyetler birliği duvarına çarpınca Almanya için tehlike çanları çalmaya başlamıştır bugaristandaki alman işgalciler tröst temcileri paçalarını kurtarmak için her şeyi yapacak durumdadır. Bul- garistan partizanlar da vatan cephesi önderliğinde hem Almanlarla hem de işbirlikçi faşist Bulgar hükümetiyle kapışmakta her ikisinin de sonunu getirmek için savaşı büyütmektedir. Bu görev başarılacak ve işbirlikçi vatan hainleri bulgaristandan atıalcaktır. Tütün bulgaristanın sarı dünyanın namanı bir yanda çürüme yozlaşma öye yanda yeni insanı bir yanda insani değerleri hiç sayan sistem öte yanda insana yaraşır güzel bir dünya sosyalizm. Bir yada öz kardeşleri bile düşman kamplara koyan acımasız sınıf kavgası öte yanda bu eşitsiz kavgada inancın umudun yarının zaferi insanın iç ve dış düşmanla savaşımının vatan ve halk sevgisinin korkunun ve cesaretin paranın satır aldığı değerlerin ve hiçbir maddi değerle satın alınmayan onurun namusun ahlakın öyküsü Dimitır dimov insanların kendi devrimlerini bunun yanında da Bulgaristan devrimini nasıl başardıklarını derinlemesine ortaya konulan karakterlerle güçlü bir edebi anlatımla anlatıyor bize. Herkesin kitaplığında mutlaka olması gereken bir kitap armağan ediyor bize dimov usta hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 59 60-61 gada meilin_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:07 AM Page 60 sinema sinema çayırların türküsü: gada meilin hasan bakır Gada, sonsuz bir maviliğin altında uçsuz bucaksız parıldayan çayırlığın ortasında duruyordu. Burası Gada’nın vatanı ve Gada’nın halkı, yoldaşları aynı maviliğin altında onun arkasında bekliyorlardı. Hepsinin yüzünde yaşanan tüm acıların gerginliği vardı. Ve hepsinin gözlerinde aynı çığlık vardı. Hepsi güneşin kolları arasındaydı. Güneş sanki gökyüzünün her yerindeydi. Nereye bakarsan bak güneş, altın bir tepsiden saçılan alevler gibi alıyordu insanın gözünü. Gada yüzünü rüzgara döndü ve yoldaşlarına seslendi: Rüzgarı karşımıza alarak geri çekiliyoruz! Ve bataklığa doğru geri çekilmeye başladılar. Hiç kimse ne olduğunu sormadı. Hiç kimse bir adım dahi geri adım atmadı. Vatanını ölüm pahasına savunan bir avuç adam ve kadın yüzlerini rüzgara dönerek bataklığa doğru ilerlemeye devam ettiler. Önlerinde“Meilin” yani kılıcını hal- 60 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013 kın mutluluğu için kullanan önderleri olduktan sonra ölümün her türlüsü vız gelirdi onlara. Ve elbet bir bildiği vardı Gada’nın. Yoksa düşman kuvvetleri tepelerin ardına toplarını dizip beklerken kolay hedef olmak akıl karı değildi. Ve amansız top atışları başladığında yeterince uzaklaşmışlardı. Gada’nın çocukluğundan bu yana duyduğu bir atasözü vardı: “Çayırlar yalnızca sürüleri beslemez, aynı zamanda ateşi de besler”. Vatanlarını işgal edenlere, yalınkılıç savaşanların karşısına topla tüfekle çıkanlara elbette ateşle karşılık ve- receklerdi. Çünkü ateş onların dostuydu. Tıpkı rüzgarın da olduğu gibi. Kendisini aşağılayıcı gözlerle izleyen düşman ordusunun komutanının gözlerinin içine baktı Gada. Sonra yayının ucuna yerleştirdiği ateş topunu çayırlığın orta yerine gönderdi. Rüzgar atının üstünde dörtnala giden bir süvari gibi topçuların ve komutanın üzerine doğru gidiyordu. Ve rüzgarın peşinde güneşin sıcağını ve aydınlığını geride bırakacak bir alev topu büyüdükçe büyüyordu. Vatanını savunan bir avuç karşısındaki silahlıüniformalı bir orduyu yuttu alev topu. Gada’nın ve yoldaşlarının zaferini ateş, rüzgar ve toprak doğurmuştu. Gada Meilin, 2002 yılı Çin yapımı bir film. 1930’lu yıllarda geçen filmde Moğolistan’ın sonsuz çayırlıklarında yaşa- 60-61 gada meilin_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:07 AM Page 61 yan yoksul insanların arazilerini ve köylerini nasıl ölümü göze alarak savunduğunu anlatıyor. Filmin kahramanı ise Gada. Gada, çocukluğundan bu yana “meilin” yani halkının huzuru ve mutluluğu için kılıç kuşanıp adalet dağıtan bir savaşçı olmayı düşler. Çünkü yaşadığı yeri ve insanlarını çok sevmektedir Gada. Onun bu isteği feodal beyin yanında korumalık yaparken gerçekleşir ve bey onu “meilin” yapar. O artık Gada Meilin’dir. Büyük bir coşkuyla halkın içinde çalışır onları dinler. Bu arada evlenir ve ona destek olan bir eşi olur. Fakat Gada’nın gördükleri duydukları hiç de tahmin ettiği gibi değildir. Yaşadıkları toprakların satılacağını öğrenen halk huzursuzdur ve Gada Meilin’den bir çare beklerler. Gada ise bey ile görüşüp bu konuyu çözebileceğine emindir. Ama Gada’nın bilmediği bir şeyler vardır. Emperyalizm beyleri satın almıştır ve bu feodal beyler büyük bir ihanet içindedirler. Vatanlarını parça parça satarlar. Yasalar, kanunlar sadece göstermeliktir. Halkın en temel talepleri kurşuna boğulur. Gada’nın aklında tek bir şey vardır: Eğer o bir ‘meilin’ olmuşsa, her ne pahasına olursa olsun halkı için mücadele etmesi gerekir. Öyle de yapar. Beyin karşısına dikilir halkı adına bu yanlıştan vazgeçmesini söyler. Bey ise cevabını Gada’yı zindana attırarak verir. Tutsak düşen Gada’yı eşi ve yoldaşları zindanlardan çekip alırlar. Ve artık geriye kalan tek şey, beylerin ve hükümetin halkı mecbur bıraktığı tek şey, kılıç kuşanarak düşmanı alt etmektir. Bunu başarırlar da. Ancak direniş yeni başlar. Bundan sonra her şey daha zor olacaktır. Ve büyük bir mücadele başlar. Gada, savaşın içinde kurmaylığı öğrenir, savaşmayı öğrenir, nasıl yaşanılacağını, nasıl ölüneceğini öğrenir. En büyük destekçisi eşi ve çocukluk arkadaşı usta güreşçi Bater’dir. Her ikisiyle de beraber dövüşmüş, beraber ölümlerden dönmüştür. Büyük alevler düşmanı yuttuktan sonra daha gerilimli, daha politik bir savaş bekler onları. Gada Meilin; sömürüyü, zulmü, çıkar uğruna vatanı satmayı, ihaneti ve savaş gerçeğini başarılı bir şekilde işleyen bir film. Anlatmak istediğini iyi anlatıyor. Özellikle filmin detaylarında gizli bazı unsurlar çok düşündürücü ve öğretici. Filmin başından beri bozkırın ortasında enstrümanıyla hüzünlü ezgiler çalan bir adam yer alıyor. Akıp giden zamanı ve yaşananlara yapılan tanıklığı simgeliyor bu. Dökülen ezgilerin hüzünlü olması ise halkın çektiği acıları çağrıştırıyor izleyenlere. Bunun dışında filmin içinde birçok imge var. Ve bunlar filmin daha etkileyici olmasını sağlıyor. Yönetmen bu öğeleri ustaca kullanmış. Sonuç olarak filmin ardından zihnimizde ölümüne vatanına bağlılık ve feda ruhu yer ediyor. Günümüze ve ülkemize dönersek filmin bize anlattıklarını birçok olayla somutlayabiliriz. Bugün emperyalizmin saldırıları katmerlenmiş durumda. Zalim daha zalim ve halkın direnişini kırmada biraz daha ustalaşmış durumda. Ama bir de büyük bir gerçek var ki günümüz emperyalistleri ve onların işbirlikçileri bunu duymak bile istemiyorlar ama Gada Meilin’ler bugün çoğaldılar ve rüzgar hala bizim arkamızdan esiyor. Künye: Gada Meilin 2002,Çin Yönetmen: Feng Xiaoning 115 dk. hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 61 62-64 haber _29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:59 AM Page 62 haberler haberler Tüm Türkiye AKP’ye Karşı Direniyor İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Topçu Kışlası Projesi hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi. Polisin tüm Türkiye’de eylemlere katliam yapmak amacıyla saldırması üzerine eylemler daha da çoğaldı. 1 Haziran sabahı Anadolu Yakası’nda toplanan binlerce kişi Boğaziçi Köprüsü üzerinden yürüyüşe geçti. Grup Beşiktaş’a vardığında ise polis gaz bombaları ve tazyikli suyla saldırdı. Kadıköy ve Anadolu yakasının diğer kesimlerinden de halk Taksim’e varmak için yürüyüşe başladı. Taksim’deki Gezi Parkı’nın yıkılıp yerine Topçu Kışlası ve büyük bir Alışveriş Merkezi’nin inşaa edilmesini kapsayan Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında 27 Mayıs’ta Gezi Parkı’nın duvarının yıkılması ve ağaçların sökülmesi üzerine Taksim Dayanışma grubu 40-50 kişiyle parka giderek çadır kurup sabahladı. Bunun üzerine 28 Mayıs günü parkta bekleyişe geçenlerin sayısı arttı ve milletvekili Sırrı Süreyya Önder’de Taksim Dayanışma’ya destek vermek için parka geldi. İlerleyen saatlerde zabıta ve polis yıkım için parka geldi ve kitleye biber gazı ve coplarla saldırdı. Yaşanan çatışma ve direniş sonrası Taksim açıldı. Ancak kısa bir sonra olaylar Beşiktaş'ta başladı. Polis yeniden kitleye saldırdı. Bu esnada Ankara, izmir, Antakya, Mersin, Adana birçok ilde de çatışmalar ve polisin saldırıları devam etti. Gece boyunca Beşiktaş’ta devam eden çatışamalar sonucu 2 Haziran Pazar sabahı adeta bir halkın zaferi vardı. Ters çevrilmiş trafik polisi arabaları, kullanılamaz hale gelmiş tomalar ve anıtın etrafında siyasi hareketlerin pankartları… Bu esnada bir yandan da herkes Taksim’i temizlemek için uğraşıyordu. 2 Haziran Pazar günü Taksim Meydanı’nda yüz binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen mitingde Grup Yorum, Kardeş Türküler, Hilmi Yarayıcı, Pınar Aydınlar, Nejat Yavaşoğulları gibi birçok sanatçı sahne aldı. Bu saldırıların üzerine parkta çekilen fotoğraflar, polisin yakın mesafeden eylemcilere biber gazı sıkması tüm dünyanın gündemi oldu. 29 Mayıs günü artık parkta bekleyenlerin sayısı daha da arttı, polis bir kez daha parka saldırdı ve bu saldırıda çadırlar yandı. 30 Mayıs günü sabaha karşı 05.00 sularında polis parktaki eylemcilere bir kez daha müdahale etti. Bu saldırıdan sonra parkta bekleyenlerin sayısı giderek arttı. Birçok sol hareket, taraftar grupları, halktan insanlar herkes nöbet için Gezi Parkı’na geldi. 2 Haziran gecesi, Beşiktaş’ta devam eden çatışmalarda kamusallaştırılan iş makinesi tomanın üzerine sürüldü. 3 Haziran’da eylemler Ankara, İzmir, Hatay, Dersim gibi pekçok ilde devam etti. Recep Tayyip Erdoğan ise yaptığı açıklama ile tüm Türkiye’de devam eden çatışmalar ve tencere tava eylemleri için “çapulcular” ifadesini kullanarak “tencere tava hep aynı hava” açıklamasında bulundu. 15 Haziran’da devlet bir kez daha halka saldırdı ve bu saldırılar sonucunda yeniden çatışmalar başladı. 31 Mayıs Cuma günü ise polisin biber gazları ve coplarla bir kez daha saldırması üzerine yüz binlerce kişi Taksim’e akın etti. Giderek daha da artan kalabalık akşam saatlerinde İstiklal Caddesi’nde yürüyüşe geçti. Polisin kitleye biber gazı ve tomayla saldırması üzerine kitle geri çekilmedi ve ara sokaklarda polisle çatışmaya başladı. Sabaha kadar süren çatışmalar internet üzerinden anında bilgi paylaşımıyla daha da yayıldı ve medyanın tüm sansürüne rağmen tüm Türkiye ve Dünya’nın gündemi oldu. Yaklaşık 20 gün süren direnişte yaklaşık iki buçuk milyon insan eylemlere katıldı, milyonlarca tweet atıldı ve Bayburt ve Bingöl hariç 79 ilde yaklaşık iki buçuk milyon insan AKP’ye karşı direndi. Eylemlerde binlerce insan yaralanırken Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük ve Mehmet Ayvalıtaş polisin biber gazı fişeğiyle şehit düştü. Okmeydanı’nda ki direnişte 14 yaşındaki Berkin Elvan biber gazı fişeğiyle başından vuruldu ve hayati tehlikeyi atlatamadı. Sabaha kadar geri çekilmeyen halk Beşiktaş’a, İstiklal Caddesi’ne, tüm ara sokaklara barikatlar kurarak polisi püskürttü. İstanbul’daki bu eylemler tüm Türkiye’ye yayıldı. Ankara, İzmir, Mersin, İzmit, Konya, Manisa gibi birçok şehirde eylemler yapıldı. Bu eylemlerde yüzlerce kişi biber gazı fişeğinin yakından hedef alınarak sıkıldığı için yaralandı. Aynı gün 62 | TAVIR | HAzİRAn-Temmuz 2013 Tüm Türkiye’de devam eden eylemlerde Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük ve Mehmet Ayvalıtaş polisin doğrudan hedef alarak attığı biber gazı fişeğiyle vurularak şehit düştü.İnşaa edilmek istenen Topçu Kışlası Projesi ise mahkeme kararıyla iptal edildi. 62-64 haber _29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:59 AM Page 63 GRUP YORUM GÜNCE 48 Haziran 8 Haziran’da ırkçılığa karşı 2.kez Tek Ses Tek Yürek konseri düzenlendi.13 bin kişinin katıldığı konserde Grup Yorum’a Niyazi Koyuncu ve Erdal Bayrakoğlu da eşlik etti. 422 Haziran 22 Haziran’da Toulouse Alevi Kültür Derneği’nin düzenlediği Sivas Katliamı’nı anma etkinliğinde sahne aldı. 424 Haziran 24 Haziran’da Suriye Tartus kentinde Gezi Parkı ve Taksim Direnişini selamlamak üzere gerçekleştirilen konsere katıldı ve türkülerini seslendirdi. 44 Temmuz Direnişteki Kazova işçilerini ziyaret etti ve türkülerini söyledi. 46 Temmuz Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda Barikatın Ardı Vatandır başlığıyla yaklaşık 3000 kişiye seslendi. 411-12 Temmuz 12 Temmuz şehitlerini anmak için 11 Temmuz’da Karacaahmet Mezarlığı’na gidildi ve mezar başında marşlar seslendirdi. 12 Temmuz’da Sibel Yalçın Parkı’nda yapılan anma etkinliğinde ise yaklaşık 300 kişiye seslendi. 4444 428-29 Haziran 28 ve 29 Haziran’da Yunanistan’da ırkçılık karşıtı düzenlenen konsere katılarak iki gün boyunca türkülerini seslendirdi. 4 30 Haziran 30 Haziran’da Kuşadası’nda Sivas Katliamı’nı anmak üzere düzenlenen etkinliğe katılarak türkülerini seslendirdi. KONSER TAKVİMİ 414 Temmuz- Mersin Kazanlı Evvel Temmuz Festivali 416 Temmuz-Hatay Samandağ Evvel Temmuz Festivali 418 Temmuz- Dersim 3. “Devrim Yürüyüşümüz Sürüyor” konseri 424-29 Temmuz-Munzur Festivali Konserler ücretsiz gerçekleşecektir. Bilgi için: 0 212 238 81 46 Taksim Direnişine Destek Veren Sanatçılar İşten Atıldı Taksim Gezi Parkı direnişinde yer alan sanatçılardan Mehmet Ali Alabora’nın twitter hesabından “Mesele yalnızca iki ağaç meselesi değil hala anlamadın mı?” yazması üzerine Tayyip Erdoğan meclis kürsüsünden kendisini provokatör ilan etti ve adeta hedef gösterdi. Melih Gökçek ise twitter hesabından twitter hesabından “O daha başına gelecekleri bilmiyor, onu cezaevinde görmek istiyorum.” şeklinde yazdı. Mehmet Ali Alobara ise bir açıklama yaparak söz konusu tweette mesele “sadece” Gezi Parkı değil derken, meselenin Gezi Parkı kadar Emek Sineması’nın yok edilişi, Şehir Tiyatroları’ndaki yönetmelik değişikliği, Devlet Tiyatroları’nın kapanmak üzere oluşu, Kadıköy’deki Kuşdili Çayırı, Haydarpaşa Garı ‘da olduğunu ifade etti. AKP iktidarı direnişe katılan sanatçıları kara listeye alırken hükümete yakınlığıyla bilinen kanallar da direnişe katılan sanatçıların işlerine son verdi. ATV’de yaz döneminde yayınlanacak ve Oktay Kaynarca’nın sunacağı program 20 bölümü çekilmesine ragmen Kaynarca’nın direnişe destek vermesi üzerine yayından geri çekildi ve Oktay Kaynarca’nın işine son verildi. Yine ATV’de Huzur Sokağı isimli dizinin senaristlerinden Alev Toprakoğlu’da başbakanın açıklamalarını twitterdan değerlendirdiği için işinden atıldı. Saba Tümer’in programı Yaşar Nuri Öztürk’ün hükümeti eleştiren ifadeleri nedeniyle reklama girdikten sonra yarıda kesildi ve program yayından kaldırıldı. Direnişe destek vermek için Kanal T’de yayımlanan programını iptal eden Yıldız Tilbe’nin ise işine tammaen son verildi ve program yayından kaldırıldı. Twitter adresinden eylemlere destek veren Gülben Ergen’in de Büyük Ankara Festivali kapsamında vereceği konser de belediye tarafından iptal edildi. Sevcan Orhan da 21. Malatya Fuarı Uluslararası Kültür Sanat ve Kayısı Festivali programında yer aldığını ancak Gezi olaylarına verdiği destek nedeniyle festival programından çıkarıldığını açıkladı. Konseri iptal edilen sanatçılardan bir diğeri de Aylin Aslım oldu. Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı 17. Akdeniz Oyunları töreninde sahneye eline çizdiği Çarşı simgesiyle çıkan ENBE orkestrasının solisti Berkay Özideş de işsiz kaldı. HAzİRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 63 62-64 haber _29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:59 AM Page 64 haberler haberler kısa... kısa... kısa... kısa.. kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa...kısa... 4Bakırköy Hapishanesi’nde Sanat Yapmak Yasak Bakırköy Hapishanesi’nde aylardır uydurma gerekçelerle tutsak bulunan memurlar, avukatlar, İdil Kültür Merkezi çalışanları, hemşireler ve devrimci gençlik çeşitli kitaplar eşliğinde bir drama eğitimi başlattı. Bu drama eğitimi kapsamında kullanılan ampüle, hukuksuz yapılan koğuş araması esnasında el koyuldu. El koyma gerekçesi olarak Bakırköy Hapishanesi Müdürü tutsaklara “Burası eğitim yeri değil” şeklinde bir açıklamada bulunarak, el koymanın keyfi olduğunu ispat etti. Ayrıca tutsaklara yakınları tarafından yatırılan kitaplar da hapishanece teslim edilmedi. 4Grup Yorum Elemanı Seçkin Aydoğan Tahliye Edildi Yaklaşık 2 yıldır hukuksuz bir şekilde Tekirdağ 1 No'lu F Tipi hapishanesinde tutuklu bulunan Grup Yorum üyesi Seçkin Aydoğan hakkında 6 yıl hapis cezası verildi. Ancak 17 Mayıs’ta görülen karar mahkemesinde hapiste yattığı süre yeterli görülerek Seçkin Aydoğan tahliye edildi. Seçkin Aydoğan ile birlikte tutsak Cemray Baş ve Melis Ciddioğlu da serbest bırakıldı. 4Polis Grup Yorum Eylemlerine Defalarca Saldırdı İstanbul’da 1 Mayıs 2013’ten itibaren, merkezi meydanlarda düzenlenen yürüyüşler ve basın açıklamaları devlet tarafından yasaklandı. Grup Yorum ve dinleyicileri her cuma tutuklananların serbest bırakılması talebiyle gerçekleştirdikleri Taksim Meydanı’ndan Galatasaray Lisesi önüne kadar süren yürüyüşlerini yapmak için yasağın uygulandığı ilk hafta da meydanda toplandı. Ve yürüyüşü gerçekleştireceği sırada polisin saldırısına maruz kaldı. İlk haftadan itibaren yüzlerce çevik kuvvet coplarla, biber gazlarıyla, tomalarla kitleyesal- 64 | TAVIR | HAzİRAn-Temmuz 2013 dırdı. Bu saldırılara rağmen geri durmayan kitle her hafta cuma günü Galatasaray Lisesi’ne kadar yürümek üzere Taksim Meydanı’nda bir araya geldi. Çevik kuvvetin saldırılarına rağmen eylemi terk etmeyen Grup Yorum’a ve dinleyicilerine Taksim esnafı, orada bulunan insanlar ve turistler sahip çıktı. 4Alpay’dan Ethem İçin Şarkı Pop müziği sanatçısı Alpay, Ankara'daki Gezi eylemlerinde başından vurularak öldürülen Ethem Sarısülük için bir şarkı besteledi. İnternette yayınlanan şarkının sözlerinin bır kısmı şöyle: "Tamam tamam ben yenildim, siz yendiniz Ama ben kazandım, siz kaybettiniz." 4Genco Erkal Yeni Sahnesine Taşındı Beyoğlu Belediyesi, Genco Erkal'ın tam 23 yıl sahne aldığı Muammer Karaca Tiyatrosu'nu Kasım ayında kapattı. Aylarca gezici tiyatro yaparak mesleğini sürdüren Genco Erkal 18. Yüzyıldan kalma, Eminönü'ndeki aile yadigârı Ali Paşa Hanı'nı tiyatroya çevirdi. 16 Mayıs 2013, Perşembe akşamı ise Ali Paşa Han’ın açılışını Nazım Hikmet’in 50. yıldönümü için uyarladığı “Yaşamaya Dair- Bursa Cezaevinden Mektuplar”la gerçekleştirdi. 4 Joan Baez’den Direniş Mesajı Joan Baez direnen Türkiye halkı için İmagine şarkısını seslendirdi ve Türkçe bir mesaj okudu. Okuduğu mesajda “Merhaba, ben Joan Baez. Sevgili Türkiye halkı, kültürünüzdeki çok renkliliği, toprağınızdaki güzelliği, insanınızdaki iç zenginliği canlı tutmak için verdiğiniz mücadeleyi, bu yürekli ve barışçıl mücadeleyi sürdüren vatandaşlara, avukatlara, doktorlara, gençlere, ailelere, öğrencilere, inançlı olan insanlara desteğimi tüm kalbimle ifade etmek istiyorum. Dünya sesinizi duydu ve ben de buradan sizleri selamlıyorum" dedi. 4Direnen Sanatçılar AKP’nin Kara Listesinde Gezi Parkı ve Taksim Direnişi’ne destek veren sanatçılar; Mehmet Ali Alabora, Berna Laçin, Can Bonomo, Okan Bayülgen, Halit Ergenç, Hayko Cepkin gibi isimleri başbakan açıkça tehdit etti ve “10 yıllık iktidarımızda bizden ne istediniz de almadınız. Ama bundan sonraki süreç böyle çalışmayacak. Çok daha farklı çalışacak” dedi. AKP iktidarının kara liste hazırladığı ve bu listeye gore direnişe katılanların TRT’de iş bulamayacağı ortaya çıktı. 4NTV Tarih Direnişi Anlattığı İçin Yayından Kaldırıldı Doğuş Yayın Grubu tarafından çıkarılan NTV Tarih dergisi bu ay ki sayısında Taksim Direnişi’ni anlattığı için yayından kaldırıldı. NTV Tarih'in Yayın Yönetmeni Gürsel Göncü, "Dergi içeriğinin internet ortamında, herkese ulaşmasını sağlamak istiyorum. Hemen olmasa da, derginin yayınını da sürdürmek arzusundayım" şeklinde açıklamada bulundu. 4Grup Yorum Taksim Direnişi İçin Söyledi Grup Yorum hazırlıkları devam eden yeni albümünde yer alacak “Yeni Baştan” isimli şarkıyı Taksim Direnişçilerine armağan etti. Youtube üzerinden yayınlanan şarkıyı yüz binlerce insan dinlerken Grup Yorum yaptığı açıklamayla şöyle dedi: Tayyip Erdoğan’a sesleniyoruz. 1 Mayıs’ta öldüresiye saldırdığınız engellemeye çalıştığınız meydan şimdi bizim. 1 Mayıs’tan itibaren her gün gazlarla, bombalarla saldırarak yasakladığınız sokaklar, İstiklal Caddesi şimdi bizim. Şimdi, bu ülkenin dört bir yanında size karşı ve yarattığınız faşizme karşı yürüyen ve korkmayan öfkeli kalabalıklar biziz.Yoksa korkuttuk mu sizi? Daha çok korkacaksınız. Artık bu ülkenin bütün meydan ve sokakları bizim.