Tavır Dergisi 131. sayısını pdf formatında görmek için tıklayınız

Transkript

Tavır Dergisi 131. sayısını pdf formatında görmek için tıklayınız
t
av
ı
r
hazi
r
ant
emmuz2013
k
ü
l
t
ü
rs
a
n
a
t
y
a
ş
a
mı
n
d
a
ı
s
s
n1
3
0
3
9
1
1
32
0
1
3
/
0
6
0
7s
a
y
ı
:
1
3
12
.
2
5T
L(
KDV’
l
i
)
b
ud
a
h
ab
a
ş
l
a
n
g
ı
ç
.
.
.
01 merhaba_sablon 7/15/13 3:13 AM Page 9
Merhaba
Sahibi
Tavır Yayınları adına
Bahar Kurt
Genel Yayın Yönetmeni
Gamze Keşkek
Sorumlu Yazıişleri Müdürü
Yeliz Yılmaz
Yayın Danışmanı
Veysel Şahin
Yazışma Adresi
İstanbul
Mahmut Şevket Paşa Mah.
Mektep Sk. No: 4-B
Okmeydanı - Şişli - İstanbul
Tel: (212) 238 81 46 Fax:238 82 49
e-posta: [email protected]
www.tavirdergisi.org
Ankara
İdilcan Kültür Merkezi
Eski 1. Cadde
636. Sk. No: 207/2
Tel: 0 541 336 65 37
Hesap no (TL)
1042-0596147
Gamze Mimaroğlu
İş Bankası Parmakkapı/İST
Hesap No (EURO)
1042-0129062
Gamze Mimaroğlu
İş Bankası Parmakkapı/İST
Fiyatı (DÖVİZ)
Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro
Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro
İsviçre: 7,5 Frank İngiltere: 4 Sterlin
Posta Çeki Hesap No
Selma Altın
515 72 82
Baskı
Ezgi Matbaa
Sanayi C. Altay Sk. No: 10
Çobançeşme/İstanbul
Tel: (0 212) 452 23 02
Yayın Türü: Yerel Süreli
Umudumuz hep vardı... Devrimciler hiçbir zaman umutlarını yitirmedi. “Umut, fakirin ekmeği” misali, halkın ekmeği de oldu, geleceği de. Devrimciler yıllar boyunca halka gitmeyi, halka ısrarla, yılmadan anlatmayı, halka bu ekmeği vermeyi hep görev
bildiler. Şimdi görüyoruz ki, anlatılanlar boşa değil, verilen emekler boşa değil. Ödenen bedeller, göze alınan ağır yaşam koşulları, uğruna ölünen idealler boşa değil. İşte
Ethem, işte Abdullah, işte Mehmet, idealleri için öldüler. Orada vurulan herhangi birimiz olabilirdik. Hepimiz oradaydık, yanımızdaki vuruldu biz yola devam etme cüretini gösterdik. İşte böyle yüce bir direniş...
İşte şimdi koskoca bir halk direndi aynen bizim gibi. Direndi aynı bedelleri göze alarak, coşkusunu hiç kaybetmeden. Direnişini mizahla taçlandırarak zalimin yüreğine
korku salarken, bir yandan da ideolojik olarak egemenlerin düşüncesinin, üretkenliklerinin, ufuklarının nasıl kof olduğunu ortaya çıkardı bu halk.
Herkesin birbirinden öğrendikleri var artık. Ön yargılar kırılıyor. Halkın çeşitli, farklılıklar taşıyan kesimleri şimdi ortak noktada buluşmanın yollarını zorluyor ve bir kültür oluşuyor. Bir toplumsal bilinç değişimi yaşanıyor. Tarihi bir dönemeçten geçiyoruz.
21.yüzyıl ayaklanmalar yüzyılı olacak dedi devrimciler yüzyıllar öncesinden bugüne
uzanan bir sesle adeta. Bütün çekilen acılardan hesapları soracağız bir bir. Şimdi dünya halkları dört bir yanda ateşler yakıyor, Gezi direnişini, Taksim ayaklanmasını alkışlıyor, selamlıyor. Direniş dünyanın her yerinde aynı. Halkın kullandığı yöntemler, yaratıcılığı devreye giriyor.
Demek ki; bir halk tüm duygu ve düşüncesiyle devrime yöneldiğinde bütün güçler
onun hiddetinin ve coşkusunun karşısında eğilmeye mahkum oluyor. Görüyoruz işte,
bir halkın aynı düşündüğünde, birlik olduğunda ortaya çıkardığı enerjiyi. Yazılan duvar yazılarından, internetten yaygınlaşan cümlelere kadar, atılan sloganlardan, barikatlarda, çatışmalarda kullanılan yöntemlere kadar, hem psikolojik olarak, hem ideolojik olarak egemenlere çoktan galip geldi. Bir halk sahaya indi, kapitalistler, sömürücü asalaklar yürekleri hoplayarak izliyor.
Bu sayımızı Taksim Ayaklanması’na ayırdık. Haziran sayımızı Temmuz sayımızla birleştirerek, bu sayıyı “Haziran-Temmuz 2013” olarak çıkarıyoruz.
Bir sonraki sayımızda görüşmek dileğiyle.
Dostlukla...
02 icindekiler_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:15 AM Page 30
3
4
7
10
15
16
17
18
19
21
24
25
27
29
DEĞERLENDİRME
levent karakaya
bize her yer taksim
DENEME
hüsnü yıldız
gaz bombaları altında taksim direnişi
DEĞERLENDİRME
sinan gümüş
damla damla biriken, dalga dalga yayılan taksim
direnişimiz
DENEME
hüsnü yıldız
tarihe tanıklık eden meydanlar
MAKALE
selin toprak
gaz bombosı
KELİMELERİN DİLİ
işte gerçek çapulcu, işte gerçek marjinal
deniz ekin
ELEŞTİRİ
erdal özkaya
halk kapına dayandı, hesap vereceksin
DEĞERLENDİRME
serhat soylu
ayaklanmanın sanatçılara öğrettikleri
DENEME
ümit ilter
sana bin teşekkür
DEĞERLENDİRME
vahit çapa
futbol taraftarları akp faşizmine karşı birleşti
DENEME
devrim savaş
şiddete meyilimiz faşizmdendir
İZLENİM
deniz ekin
dayanışmanın günü
DENEME
gürhan torun
adalet dediğin ekmek su misali
ÖYKÜ
hazal kara
oysa şimdi meydanda
31
33
34
38
39
40
44
45
48
50
51
54
56
58
60
64
RÖPORTAJ
tavır
halk ne diyor?
MEKTUP
tekirdağ 2 no’lu f tipi hapishanesi-özgür tutsaklar
merhaba sevgili berkin
ELEŞTİRİ
güzin ergenç
“halk için emniyet adalet için hizmet”, kalsın istemez...
AÇIKLAMA
grup yorum
suriye halkının yanındayız
ŞİİR
nazım
gerileyen türkiye
DİRENİŞTEN KARELER
DEĞERLERİMİZ
deniz ekin
fedakarlık
İZLENİM
m. selim karayel
ırkçılığa karşı tek ses tek yürek
DENEME
sevim meşe
bir türküdür haziran’da ölmek
DENEME
tavır okuru
adalılara baskın var yine
MAKALE
mehmet esatoğlu
nazım olmak da kolay değil
ANI
nergis yiğit
selam olsun idil’e
DEĞERLENDİRME
fazıl aktaş
herhangi bir ülkede herhangi bir toplantı
KİTAP
fazıl aktaş
tütün 1-2
SİNEMA
hasan bakır
çayırların türküsü: gada meilin
HABER
03 her yer taksim_sablon 7/15/13 3:16 AM Page 3
değerlendirme
değerlendirme
bize her yer taksim
levent karakaya
Bir türkü başlar, direnişler içinde harmanlanan… On yılların, yüz yılların birikmişliği ve bilgeliğiyle. Sarar bütün
dinleyenleri ve milyonların korosuyla,
büyülü ezgisiyle güçlü bir haykırışa dönüşür. Öfkesidir söyleyenlerin, yaşanmışlıklarıdır, çektikleri acılardır, yapmak
isteyip yapamadıkları, söylemek isteyip
söyleyemedikleri, uğruna hapisler yatıp, ölümleri göze aldıkları bir türküdür.
Bugün bu türkünün adı Taksim’dir.
Bu türkü milyonların türküsüdür. Bazılarının “çapulcu, marjinal” dediği milyonlardır. Bu türkü için gözler kaybedilir, kollar-bacaklar sakat kalır, ölüler
verilir toprağa, kafalarda mermiler
uçuşur, nefesler gazlarda boğulur…
Çünkü bu türkü yasaklı türküdür. O kadar ki; bunu yasaklayanların kudretleri o kadar tükenmiştir ki korkularından
ne çare bulacaklarını şaşırırlar. En büyük korkuları, bunu duyanların hep beraber söylemek istemesidir. Ve korkulan olur… Bunu bir kez söyledin mi,
hep söylemek istersin.
İşte biz o gün orada milyonlar olup hep
birlikte yasaklı türküleri söyledik. Birbirimizin gözlerinin içine bakarken, barikatlar ortasında omuz omuzaydık.
Direniş herkese öğretti, birlikte kardeş-
çe düşmana karşı nasıl savaşılır? Vurulurken illa ki birinin ellerine düştük, omzuna yaslandık. Ama hiç coşku ve umudumuzu yitirmedik. Faşizm önümüzde diz
çökerken bir yandan da korku duvarları yıkılıyordu.
31 Mayıs gecesi, Anadolu’nun tüm acıları, dertleri birikip öfke oldu, sımsıkı bir
yumruk gibi savruluyordu yasakçılarının,
sahte demokratlarının, ağlak yöneticilerinin, yalancı valilerinin, işbirlikçi başbakanının üstüne. Her yumrukta deliye
dönüyorlar, onlar deliye döndükçe daha
çok saldırıyorlar, saldırdıkça, halkın barikatı daha yükseklere kuruluyordu. En
aşılmaz barikat oluyordu. Çünkü ellerinde sorunları çözecek ilaçları yoktu, tek bildikleri daha fazla saldırmaktı. Bu da
“son”u işaret ediyordu. Halkın öfkesi ise;
bir yandan büyük bir coşkuyla, umutlu
direnişe dönüşürken, bir yandan da mizahıyla, yaratıcılığıyla ilkler yaratıyordu. Dünyanın her yerinin buradan öğrenecekleri vardı.
Şimdi konuşsun bakalım,“bu halktan
adam olmaz” diyenler. Gençlerimizi “işe
yaramaz” ilan edenler. Bütün umutlardan
ümidini kesenler. 90’larda Sovyetler’in yıkılışıyla birlikte “sosyalizmin bittiğini”
ilan edenler. Biten nedir, yoksa sizin
ideolojiniz mi?.. Umut nedir, öfke nedir?
Bunları bir daha tanımlasınlar. Şimdi
yaklaşık 20 gün süren Taksim Meydanı direnişinin sonrasında arta kalan
neydi dediğimizde… Halk hala her
gün sokaklarda. Tencere tava, ışık söndürmeleriyle katılıyorlar eyleme. Ekmek,
adalet ve özgürlük için yollara dökülüyor, sokakları dolduruyor, parklarda
buluşuyor, geleceklerini tartışıyor, hesap soruyor, hesap sormak istiyor, adalet istiyor. Herkes bir şeyler yapmak istiyor ve bir şeylerin değişmesini istiyor.
İşte bu talepler ortaklaşıyor ve somutlaşıyor. Şimdi ülkenin parklarında, mahallelerinde halk toplantıları yapılıyor
ve düzenli yaratıcı eylemler devam
ediyor. Bir bilinç değişiminin eşiğinden
geçtik. Herkes öğrendi Taksim’den,
ayaklanmadan. Yaşlısı gencinden, genci çevrecisinden, çevrecisi devrimcisinden, devrimcisi halktan…
Halk, talepleri kabul edilene kadar peşini bırakmayacak davasının. Böyle öğrenecek milyonlar, örgütlü davranmayı, hakkını zorla almayı. Devrimcilerin
yöntemleri, yarattıkları gelenek şimdi
tüm halkta yansımasını buluyor.
Bir türkü başladı, direnişler içinde harmanlanan...Ve halk bu türküyü haykırmaya devam edecek!
HAZİRAN-TEMMUZ 2013 | TAVIR | 3
04-06 taksim direnisi_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:25 AM Page 4
deneme
deneme
gaz bombaları altında
taksim direnişi!
hüsnü yıldız
Bir Mayıs gününü Taksim’de kutlamak
isteyenler sadece marjinal gruplardı.
Halk bu konuda ısrar etmedi ve yapılan eylemlere de itibar etmedi. AKP
sözcüleri konumundaki İstanbul valisi, emniyet müdürü, içişleri bakanı,
başbakan yardımcıları ve başbakan
kendisi koro halinde böyle söylemişlerdi. Utanmaz, arlanmaz, kemik yalayıcı
medyada tüm gerçekleri görmezden
gelmişti. Hep birlikte, kocaman bir
yalandı söyledikleri. Günler öncesinden, her türlü kirli propaganda yapanlar, 1 Mayıs 1977 katliamını emekçilere ve devrimcilere mal edenler, 1 Mayıs günü geldiğinde metro, metrobüs, otobüs, vapur seferlerini gece
yarısından önce neden kaldırdıklarını
ise hiç açıklamadılar, açıklayamadılar.
“Saf ve hiçbir şey bilmeyen” halkın
vicdanının buna inanacağını düşündüler. Peki aslında öylemiydi. Nüfusu 17
milyona dayanan yığınla işçiyi, emekçiyi, öğrenciyi, esnafı, işsizi bağrında
barındıran İstanbul halkı buna inanmışmıydı. Kentsel dönüşümle evi barkı
alınmak istenenlerle, kıdem ve ihbar tazminatları ödenmeden bir sabah kapının
önüne konan babalar mı inanmıştı?
Böyle olmadığını aradan daha bir ay bile
geçmeden acınacak bir şekilde başbakan ve kurmayları öğrendi.
4 | TAVIR | HAZİRAN-TEMMUZ 2013
SABAHIN BİR SAHİBİ VAR SORARLAR
BİR GÜN SORARLAR
hikmet gelmiş olacak ki ilk defa doğru söylemeye başladılar.
Burnundan kıl aldırmayan kibiri ve
etrafındaki dalkavuk şakşakçıların
pohpohlamasıyla başbakan yine “ben
yaptım oldu” dedi.
’Bu eylemler üç beş ağaç işi değil,
bunlar ideolojik” dediler.
Olmadı başbakan bu kez olmadı.
Satın aldığın ya da korkuttuğun burjuva medyanın hiçleri oynayıp, gözlerini tamamen kapatmasına rağmen, 1
Mayıs 2013’ten dersler alarak çıkan
malum marjinal guruplar, 1 Mayıs
günü kullandığın gaz bombalarının ve
biber gazının, yüz misline rağmen
her türlü gösteri ve yürüyüş yapmak
yasak dediğin Taksim Meydanı’nda
karizmanı çizdi. O Taksim Meydanı ki
1 Mayıs’tan beri adalet arayan emekçiye, sanatçıya, öğrenciye muhalif
olan herkesin biber gazı ve gaz bombalarıyla işkence edildiği bir yer olarak
anılmaya başlanmıştı. Yıldıramadın
maalesef kimi zaman günde birkaç
kez kimyasal gazla boğmaya çalıştığın
“marjinal”leri. Üstelik bir slogan tutturdu ki Taksim alanının sahipleri iktidarın uykusunu kaçıracak cinsten.
“HER YER DİRENİŞ! HER YER TAKSİM!”
Her yer direniş her yer taksim olunca,
Evet, bu eylemler ideolojikti. İdeolojik
olarak ezilen, horlanan, dışlanan, aşağılanan, hakları gasp edilenlerin karşı çıkışıydı. Yaşam biçimlerine despotça müdahale edilen küçük burjuvazinin, kentsel dönüşüm aldatmacasıyla büyük rantının olduğu öngörülerek Taksim ve Tarlabaşı bölgesinden sökülüp atılmak istenen yoksul Kürt ve
Roman halkının itirazıydı. Simgesel
olarak adalet arayışı için toplantı ve
gösteri yapılan Taksim ve İstiklal Caddesi’ne sahip çıkanların başkaldırısıydı. İrili ufaklı beş binden fazla kafesiyle, nispeten daha ucuz olduğu için tercih edilen eğlence yerlerine sahip çıkanların hissiyatlarıydı. Son dönemlerde sayısı ve niteliği azalsa da sinemacıları, tiyatrocuları, müzisyenleri, yazar ve sanatçıların yok olmamak için
statükoya direnmeleriydi. Bu meydanda müvekkillerinin hakkını savunan avukatların, halk için sanat yapan
tiyatrocuların, parasız eğitim hakkı
için direnen öğrencinin, örgütlü mücadeleyi seçtiği için tutuklanıp f tipi
04-06 taksim direnisi_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:25 AM Page 5
mapushanelere atılan tüm tutsakların,
Taksim 1 Mayıs alanı olsun diye kavgada yaşamını kaybedenlerin başkaldırısıydı. Öyle görkemli bir isyandı ki
benzerini hatırlamakta zorlanıyoruz.
Bir arada asla olamazlar denilen siyasi gurupların, çeşitli futbol takımı taraftarlarının, etnik ve mezhepsel farklılıkların direniş alanları boyunca nasıl yardımlaşma ve dayanışma içinde
olduklarını görünce. Gaza boğulmuş
birine birçok el yardıma koşarken, yaralanan bir başkasının boşalttığı yeri
ise cesurca bir başkası doldurmak
için yarışıyordu. Günlerdir alanı terk etmemesine rağmen İstiklal Caddesi girişinde polisin attığı gaz bombalarını
avuçlayıp tekrar onlara göndereni
gördüğümüz gibi dizi filmlerin aranan
oyuncularından bazılarının ellerinde
ki limonlarla barikatların ön saflarında görmek de mümkün. Polisin attığı
gaz bombalarının sayısı neredeyse
bir yılda kullandığından daha fazla olmasına rağmen direnen kitleye bir
adım dahi arttıramıyor. Polisin gaz
bombası işkencesi kimi zaman öylesine vahşi bir hal alıyor ki bir dakikada
aynı noktaya 36 adet gaz bombası atılıyor. Ana akım medyanın olan her
şeye kayıtsız kalmasıyla haberleşme-
yi sosyal medya aracılığıyla yapan direnişçiler arasında gaz bombası ile ilgili
bilgileri tam çatışmanın ortasında birbirlerine aktarıyorlar. Gaz bombasını ithal eden şirketin ortağı TBMM Başkanı
Cemil Çiçek’in oğluymuş. Kulaktan kulağa bu fısıltı dolaşırken, ‘’ arkadaşlar direnişimiz çok uzun sürerse meclis başkanı gelip saflarımızda yer alabilir.” Bir
başka söylem de çok manidar. Suriye
Devlet Başkanı Beşşar Esad Tayyip’i arayıp ‘’ Ey Tayyip halkına zulmedip dakka
dukka etme’’ diyormuş. Saldırının boyutları alabildiğince artınca espriler de
uluslar arası boyut kazanıyor. Tabi Obama’da aramış ‘’Tayyip ben bu halkı
bölmek için kırk yıldır uğraşıyorum sen
üç beş ağaçla nasıl birleştirdin’’ diye
azarlıyormuş. Kitlelerin öfkesi büyüdükçe bazen ahlak sınırlarını zorlayan
sloganlar da yükseliyor İstiklal Caddesi’ndeki on binlerce insanın ağzından.
Saatler ardı ardına sıralanırken, geceyi
yeni bir haber direnci ve kararlığı güçlendiriyor. Çok büyük bir kalabalık Kadıköy’den yola çıkıp, Boğaz Köprüsü’nü
yürüyerek geçmeye başlamışlar. Kısa zamanda İstanbul’un başta Bakırköy, Beşiktaş ilçeleri olmak üzere birçok noktadan hareketle Taksim’e ulaşmaya çalıştıklarını öğreniyoruz. Yine Gümüş-
suyu, Harbiye, Tarlabaşı’ndan
alanın zorlandığı haberi yayılıyor. Hemen hemen her noktadan saldırının boyutunun büyümesiyle yaralılar da gaz bulutunun arasından alınıp en
yakın hastahanelere götürülüyor. Polis şiddeti gaz bombalarıyla hastahane çevresinde
devam ederken, hastahane
personeli ve hastalar da bundan nasibini alıyor. Boğaziçi
Köprüsü’nü yürüyerek geçip
Beşiktaş’a ulaşanlara da polisin
orantılı! bir şekilde müdahalesi gecikmiyor. Tüm gece boyunca süren çatışmalarda kararlı bir direniş sergileniyor.
Polisin tüm gücüyle direnişi
sonlandırmak amacıyla her seferinde şiddetini artırması da bir sonuç
vermeyince devlet yetkilileri nihayet
öğleye doğru ilk açıklamalarını da
yapıyorlar peş peşe. Cumhurbaşkanı,
başbakan, iç işleri bakanı, bakanlar, vali
hep bir ağızdan itidal çağrıları yapıyorlar. Polisin varsa orantısız güç kullanımı bunu araştıracaklarını, sorumluların cezalandırılacağını, yanlış anlaşılmaların olduğunu, niyetlerinin AVM
yapmak olmadığını utanmazca tekrarlıyorlar. Polisi alandan çektiklerini,
Gezi Parkı’na girişlerin serbest bırakıldığını, vatandaşın zarar görmemesi
için gerekeni yapacaklarını, şiddeti
tasvip etmediklerini, amaçlarının sadece marjinal grupların provakasyonunu engellemek olduğunu tekrarlıyorlar. Aslında söylemek istediklerini
özetlersek; “DİRENİŞİN GÜCÜNE VE
DİRENİŞÇİLERE SAYGI DUYUYOR , BOYUN EĞİYORUZ, ISRARINIZDA DEVAM EDERSENİZ AVM FALAN DA YAPMAYIZ YETER Kİ BİZİ AFFEDİN HER
ŞEY ESKİSİ GİBİ DEVAM ETSİN” Söylediklerinin açılımı tamamen bu. Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak istemiyorlar.
HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK
TAYYİP!
HAZİRAN-TEMMUZ 2013 | TAVIR | 5
04-06 taksim direnisi_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:25 AM Page 6
Bu yazı yazılırken Gezi Parkı eyleminin rini aynı ölçüde yakmaktadır. Artaltıncı, polisin faşizanca müdahalesi- vin’deki, orman köylüsü ile Bergama’daki köylünün ortak noktası yediknin ikinci günü.
leri gazlı dayak ile kaybettikleri cennet
DALGA DALGA GELİYORUZ BARİKA- ormanlarından başka ne ki. Kürt bölgelerindeki sigortasız, güvencesiz
TIN ARDI VATANDIR..
mevsimlik işçiler ile Zonguldak’taki
.
Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Muğla, maden göçüklerinin altında kalan
Eskişehir, İzmit, Bursa, Trabzon, Rize, Di- emekçinin bir farkının olmadığı gibi,
yarbakır, Van, Dersim başta olmak yurdumuzun neredeyse her bölgeüzere 48 şehirde, “Her yer Taksim, her sindeki bu ortak kaderler olarak bilinen
yer direniş” şiarıyla polisin Taksim’i gerçekler kabına sığmamaktadır artık.
aratmayacak şekildeki gaz bombaları- Birileri, yani AKP yöneticileri, her dem
na, biber gazı çeşitlerine karşı sokak- din vurgusu yaparken yoksul halka,
larda geceli gündüzlü direnişlerine işin rant kısmını kendi ceplerine indirdevam etmekteler. Her şehirden yüz- mekten de geri durmuyorlar. Her taşın
lerce yaralı ve sayıları binleri bulan göz- altında altın aramak sevdasıyla satmaaltı haberleri gelmekle birlikte direniş dıkları orman kalmamış gibi Taksim
gücünden bir şey kaybetmiyor, daha gibi büyük bir nufus yoğunluğunun olda büyüyor. Bu kadar birbirinden uzak duğu yerdeki üç beş ağacı keserek
kentin ortak isyanı faşizmin dayatma- AVM yapmak istemelerinin sebebi
larının tahammül edilemeyecek ka- para hırsından başka nasıl açıklanabidar yaygın olmasından. Karadeniz’in, lir ki. Tüm bu doğa katliamlarını yaparderesine sahip çıkmasına sıkılan biber ken şanlı bir ecdattan bahsedip din
gazı ile gaz bombasının dumanı, Der- vurgusu da yapmayı ihmal etmiyorlar.
sim’deki Munzur vadisi insanın ciğe- BİR MİLYON ALTI YÜZ BİN ağacı kese6 | TAVIR | HAZİRAN-TEMMUZ 2013
rek üçüncü köprü ve yol güzergahını
açıklarken köprü adının Yavuz Sultan
Selim olduğunu söylüyorlar.
BU HALK SİZE UTANMAYI ÖĞRETEMEZSE SİZDEN HESAP DA SORACAKTIR..
Kimlerden mi? Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, işadamları, bürokratlar
yani 1.600.000 ağaçtan nasiplenen
herkes.
Her, Ya Allah Bismillah deyip halkın
inançlarını kullanan, bir yerlerin ya
açılışını yapan ya da temelini atan, attıkça zenginleşen, zenginleştikçe kendilerine oy verenleri aşağılayıp horlayan, yoksullaştırdıklarını sadaka kültürüne alıştıran, en nihayetinde fakirden
nefret ettiğini yaşam tarzıyla belli
eden bu din sömürücüleri saldırılardan
sonra henüz hiç konuşmadılar.
07-09 damla damla_sablon 7/15/13 3:29 AM Page 7
değerlendirme
değerlendirme
damla damla biriken
dalga dalga yayılan
taksim direnişimiz
sinan gümüş
Her şey Gezi Parkı'nın yıkılıp yerine
bir AVM dikileceği açıklanınca başladı.
Şehir plancılarının buna itiraz etmesi
bir işe yaramıyordu. Ne yapılırsa yapılsın, ne söylenirse söylensin, iktidar
orayı yıkacağız diyor, başka bir şey
demiyordu.
Buna karşı eylemler başladı. İstanbul'un
orta yerinde, şehrin göbeğinde adeta
tek yeşil alan burası kalmıştı. Tayyip
Erdoğan bırakın İstanbul'un içini, şehrin
dışında bile doğru dürüst yeşil alan
bırakmamıştı. Hatta 3. köprü inşaatı
ile yine devasa ormanlık alanlar yok
edilecekti. İstanbul dışında da ne dere
kalmıştı, ne sahil, ne orman. Akarsular,
dağlar, sahiller, ormanlık alanlar ya koca
koca şirketlere satılıyordu, ya emperyalist
ülkelere. Satılmayan alanlara da HES'ler,
barajlar yapılıyordu. Yani bu iktidar
kadar vatan toprağını yağmalayan başka
bir iktidar gelmemişti. Bu satış ve yağma
işini o kadar sıradanlaştırmışlardı ki,
gözleri hiçbir şeyi, hiçbir protestoyu
görmüyordu. HES'lere karşı yapılan protestoları görmezden gelen, kentsel dönüşüm adı altında evlerinin yıkılmasına,
topraklarının talan edilmesine karşı
direnenlere aldırış etmeyen Tayyip Erdoğan, Gezi Parkı'nın yıkılmasına karşı
yapılan protestoları da görmedi. Bu
protestoyu yapanları da azarladı, aşağıladı, küçümsedi. Tıpkı kendisini eleştiren işçiye 'ananı da al git' demesi
gibi, tıpkı hakkımızı alana kadar sokaklara dökülürüz diyen memurlara
'nereye dökülürlerse dökülsünler' dediği gibi. Gezi parkı için de 'hiç kimse
kusura bakmasın, oraya AVM yapılacak'
diyordu. Memleketin her karış toprağını
babasının malı sanan Erdoğan, şehrin
haziran-temmuz 2013 | taVir | 7
07-09 damla damla_sablon 7/15/13 3:29 AM Page 8
merkezindeki bu son yeşil alanı da
yok etmek, orayı da bir rant kapısına
çevirmek için kararlıydı.
Rahat konuşuyordu. Çünkü yaptığı her
şeyin yanına kar kalacağından emindi.
Yıllardır halka uygulamadığı zulüm
kalmamıştı. Ve halk hiçbir şey demiyordu. Halka meydanları yasaklıyor,
basın açıklamalarını yasaklıyor, yürüyüşlerini engelliyordu. Ülkeyi gaz bombasından geçilmeyen bir cehenneme
çevirmişti. İnsanları komplolarla göz
altına almayı, tutuklamayı rutin bir uygulamaya dönüştürmüştü. Kendisi dışındaki her sesi zor kullanarak yok etmeyi adet haline getirmişti. Hastalanan
tutukluları hapishanelerde katlediyordu. Kendisi gibi yaşamayanların dilini,
kültürünü, dinini, inancını, yaşam biçimini sürekli olarak aşağılıyor ve sadece kendi istediği inanç ve yaşam
biçimlerine hayat hakkı tanıyordu.
Herkese, her kesime düşmanca saldırıyordu. Ve bütün bu yaptıklarının unutulup gittiğini sanıyordu.
Ancak bu defa evdeki hesap çarşıya
uymadı. Bu pervasızlık, halk nezdinde
8 | taVir | haziran-temmuz 2013
öyle bir öfke seli yarattı, öyle büyük bir
fırtına kopardı ki, Türkiye ve dünya mücadele tarihine çok özel şeyler kazandırdı.
Gezi Parkı’na yapmak istediği müdahale,
bu park üzerinden halka açıktan meydan
okuması, artık bardağı taşırmıştı.
Yıllardır gördüklerini, yaşadıklarını, gözlediklerini biriktiren halk, çıktı sokağa.
Gezi Parkı’nı korumak isteyenlere polisler
saldırmıştı. Çadırlar yakılmıştı. Park izole
edilmişti ve inşaat çalışması da başlamıştı.
Halkın tepkisini önlemek için, Taksim’e
çıkan yollar polis barikatlarıyla kapatılmıştı. Yine her zamanki gibi “gazla dağıtırız” diye düşünüyorlardı.
Ama öyle bir halk deryası aktı ki o gün
Taksim’e, hepsi de çatışmak için, Taksim’i
ve Gezi Parkı’nı kurtarmak için yeminli…
Yüzbinlerce kişi İstiklal Caddesi’ni boydan
boya doldurmuş; Harbiye’den gelen ana
yolu yüzlerce metre boyunca doldurmuş;
Gümüşsuyu, Maçka, Sıraselviler yönle-
rinden gelen ana yollarını kuşatmıştı.
Taksim halkın kuşatması altındaydı.
Bu kuşatmanın ortasında kalan polis,
çaresizce gaz bombalarını savurdu
halkın üzerine. Taksim’i bu ülke halkından ‘korumak’ için gaz bombalarıyla,
ses bombalarıyla, TOMA’larla, plastik
mermilerle saldırıyordu polis.
Halkın elinde taş ve sapan.
Vurdukça vuruyor, vurdukça vuruyordu. Yılların ahıyla vuruyordu. Tayyip
Erdoğan’ın yıllar boyu yaptıkları gözünün önüne geldikçe vuruyordu. AKP
faşizmine karşı özgürlük için, her geçen
gün daha da artan yoksulluğuna karşı
ekmek için, yerlerde süründürülen ve
yeniden elde etmek istediği adalet
için dövüyordu.
İktidar ve onun kolluğu neye uğradığını
şaşırmıştı. Sabaha kadar yediği dayağın
sersemliğiyle, pılını pırtını toplayamadan, ardına bile bakmadan kaçıp gitmişti meydandan.
Halkın birleşik, örgütlü gücü karşısında
hiçbir güç galip gelemez sözü, bir kez
de Türkiye’den ilan edilmişti.
07-09 damla damla_sablon 7/15/13 3:29 AM Page 9
Taksim Meydanı da, Gezi Parkı da halkındı artık.
Halkın isyanı ve zaferi, meydanın her
karışında kendisini gösteriyordu. On
binlerce insan, flamalar, bayraklar,
pankartlar, çekilen halaylar, atılan sloganlar, bu zaferin haklı gururunu yansıtıyordu.
İnsanlar kendi gücünü görmüş, keşfetmişti. Birbirlerine olan ön yargılarını
parçalamışlardı. Bu yanıyla beyinlerde
bir devrim zaten yaşanmıştı. Bundan
sonra hiçbir şeyin aynı gitmeyeceğinin,
iktidarın öyle pervasızca saldıramayacağının farkındaydı herkes. Halkı aşağılamak, küçük görmek neymiş, yediği
okkalı şamarla öğrenmişti iktidar.
Halk meydana çıkan bütün yolları barikatlarla kapatarak, korumaya aldı.
Kendi güvenlik birimlerini oluşturuyordu. Kurallar koyuyordu.
Parkın içindeki sahneden her gün şarkılar
söyleniyor, filmler izleniyor, paneller
düzenleniyordu.
Parkı ülkenin birçok aydını, sanatçısı,
edebiyatçısı ziyaret ediyordu.
Bu düzenin kurulmasında, sağlamlaştırılmasında devrimciler başrolü oynuyordu. Halk, gençler, yepyeni bir yaşam
biçimi ile tanıştırılıyordu.
Hem bu güzel dayanışmayı korumak,
hem parkı korumak, hem bu parktan
başlayıp bütün ülkeye dalga dalga yayılan direnişin bütün halkı ilgilendiren
taleplerini kazanmak, bütün direnişçilerin
ortak duygusuydu.
Halka güvenmeyen, kendine güvenmeyen, korkan, ön görüsüz çeşitli sivil toplumcular, reformist hareketler halkın
da çok gerisinde kalabiliyor, eylemi bir
an önce daraltmanın ve bitirmenin hesabını yapıyordu.
Gezi Parkı’nda da yepyeni bir yaşam
kuruldu. Yüzlerce çadır iç içe, parkı
korumaya almıştı. Binlerce insanı ağırlayan, akşamları dolup taşan parkın
da kendi yaşam biçimi şekillenmeye
başlamıştı.
Ama devrimciler buna izin vermedi.
Halka güvenen, halkla birlikte çok şey
kazanacağına emin olan devrimciler,
parkta ve meydanda kurulan yaşamın
ısrarla savunucusu oldular.
Ülkenin dört bir yanından halkın yardımları yağıyordu parka. Yiyecekler,
içecekler, giyecekler, battaniyeler,
çeşitli araç-gereçler, parktakilerin
olası polis saldırısından korunması
için gaz maskeleri, baretler, gözlükler…
Başbakan’la yapılan ve hiçbir somut kazanım elde edilemeden noktalanan görüşmenin ardından, reformistler yine
eylemi daraltma ve bitirme hamlesine
başvurdular. Bunun üzerine halka danışma, halkla birlikte karar verme kararı
alındı.
Bir komün kuruldu. Komüne gelen
her şey, ücretsiz olarak dağıtılıyordu.
Sabah kahvaltısı, öğlen ve akşam yemekleri, günün her saati çay, bisküvi… Hiç kimse ihtiyacından fazlasını
almıyordu.
Bu kararla birlikte, yine bir ilk yaşandı.
Parkın 7 ayrı noktasında forum yapıldı.
Parktaki bütün direnişçiler bu forumlardan birine katılarak fikirlerini söylediler
ve direnişin geleceğini tartıştılar. Demokrasi en güçlü şekli ile işliyordu. Halk
hiçbir müdahaleye maruz kalmadan
duygularını ifade ediyordu.
Kurulan revirde gönüllü doktorlar,
hemşireler, yaralananlara anında müdahale ediyordu. İlaç yönünden oldukça zengindi.
Bu forumların tamamından, ezici bir
çoğunlukla direnişe devam kararı çıktı.
Halk reformizmin, sivil toplumculuğun
çok önündeydi. Kendi gücüne güveniyordu. Her gün mahallelerde sokaklara inen yüz binlere güveniyordu.
Anadolu’nun bütün şehirlerinde meydanları zapt eden milyonlara güveniyordu.
Gezi Parkı artık ülkenin en demokratik
taleplerinin kalesiydi. Yıkılamazdı. Yıkılmamalıydı. Tüm direnişçiler bu fikirdeydi.
Ve içeride de yapılan yoğun mücadeleler sonucu direnişe devam kararı
alındı. Artık 3. hafta bitmek üzereydi.
Ve iktidar yine en bilindik yönteme
sarıldı; gaz bombası, plastik mermi,
TOMA’lar…
Gezi Parkı’na ve meydana, kadın erkek
demeden, genç yaşlı demeden, çocuk,
engelli demeden saldırdılar. Yüzlerce
insanı yaraladılar. Ülke genelinde 3
insanı katlettiler.
Ve yine bütün ülke yangın yerine döndü.
Halk artık umutsuz değil. Halk artık
çaresiz değil. Halk artık ön yargılı değil.
Gezi Parkı’nın yıkılmasını engelledi bu
halk. Ama yetmez diyor. Özgürlük, Ekmek ve Adalet için her gün sokaklara
inmeye devam edeceğiz, AKP’nin yaptıklarından hesap soracağız diyor. Bizden çaldığınız meydanlarımızı geri alacağız diyor. Tahliye edilmeyen hasta
tutsaklar için, gaz bombasını yasaklatmak için, halkı katledenlerin cezalandırılması için meydanlarda olacağız
diyor.
Tazyikli sularla ve gaz bombalarıyla
halkı durduracağını sananlara da omuz
omuza haykırıyor:
BU DAHA BAŞLANGIÇ, MÜCADELEYE
DEVAM!
haziran-temmuz 2013 | taVir | 9
10-14 ülkelerin meydanları_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:30 AM Page 34
deneme
deneme
tarihe tanıklık eden meydanlar
hüsnü yıldız
Ülkelerin meydanları vardır tarihe tanık- lışma saatlerinin düzenlenmesi, grev
lık eden. Bazen hüznün, bazen sevincin haklarının genişletilmesi öne çıkan tayansımalarını görürsünüz elinizde tari- leplerdi.
hi bir kartpostalı olduğunda.
İşgal altında 1 Mayıs kutlamaları bağımNiye Taksim’de bunca ısrar, hem de iki sızlık mitinglerine dönüştü.
taraftan gelen.
1912 yılında başlayan Balkan Savaşla1 Mayis 1886’da Amerika’da işçiler ‘se- rı ve I.Dünya Savaşı süresince İttihat ve
kiz saatlik işgücü’talebiyle bir yürüyüş Terakki yönetimi, ilan ettiği sıkıyönetim
yaptılar. Burjuvazi bu yürüyüşe işçilerin ile 1 Mayıs işçi bayramının kutlanmasıüzerine ateş açarak karşılık verdi ve 6 işçi nı ve işçilerin grevlerini yasaklattı.
katledildi. 4 işçi önderi ise tutuklandık- 1.Dünya Savaşı’nın ertesinde Mütaretan bir süre sonra idam edildi. İşçilerin ke Dönemi’nde ise (1918-1922) yıllardirenişleri sonucunda 1 mayıs 1889’da dır söz hakkından mahrum olan işçiler
tüm dünya işçilerinin birlik, dayanışma, hızlı bir şekilde tekrar örgütlenmeye
mücadele günü ilan edildi. O zamanlar başladılar. Bu örgütlenmelerle 1 Mayıs
bütün işçiler günde 15, 16 saat çalıştı- kutlamaları tekrar başladı. 1919, 1920,
rılıyordu. Bu gün 8 saatlik çalışma koşul- 1921 yıllarındaki 1 Mayıs işçi bayramları uygulanmasa da yasalarda varsa, ları işgal altındaki İstanbul’da bağımsızsendika örgütleri, grev hakkı varsa lık mitinglerine dönüştü. İşgal güçleribunu yıllarca 1 Mayıslar’da mücadele nin yasaklamalarına, yapılacak olan iş
eden ve yaşamlarını kaybedenlere borç- bırakmanın askeri suç sayılacağı ve askeri mahkemede yargılanacakları gibi
luyuz.
tehditlerine karşın 1 Mayıs kutlamalaOsmanlı’da ilk işçi bayramı 1909 tarihin- rına katılımlar yoğun bir şekilde gerçekde Üsküp’te kutlandı. Bulgar, Sırp, Türk leşti.
kökenli bir grup işçinin talep ettikleri
hakları için yürüyüş yaparak kutladıkla- Yakın tarih sayılabilecek 1921 yılında
rı bu bayram Osmanlı’da bir ilk oldu. tersane, tütün, tranvay ve elektrik işçiDaha sonra 1910, 1911 ve 1912 yılında- leri kırmızı atkılarıyla alanlara çıkıp
ki 1 Mayıs işçi bayramı farklı etnik grup- kutladıkları 1 Mayıs, tarihin sayfalarına
ların katılımı ile başta İstanbul olmak onurla yazılmıştır. 1922, 1923, 1924.. ve
üzere Selanik ve bazı Balkan şehirlerin- sonraki tüm yıllarda 1 Mayıs yasaklande kutlandı. Tabii ki bu kutlamalarda mış, kutlamak isteyenler ise tutuklanaaynı zamanda işçiler yönetimden talep- rak kürek cezasına çarptırılmıştır. 1925
lerini dile getiriyorlardı. İşçi hakları ile yılında işçilere mücadelelerinde önilgili yasal düzenlemelerin yapılması, ça- derlik eden Ameli Teali Cemiyeti , Tak-
34 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013
rir-i Sükun Yasası’yla kapatılacak 150 önder işçi de tutuklanacaktı.
TKGB'nin 1 Mayıs Beyannamesi
1 Mayıs 1929
Bu seneki 1 Mayıs bütün dünya işçileri ve bütün dünyanın ezilmiş halkı için
olduğu kadar Türkiye'nin işçi, köylü ve
fakir halkı için de fevkalade ehemmiyeti haizdir. Çünkü İngiltere ve Amerika
rekabetinin ışıkları elbette yeni bir emperyalist harbi hazırlamaktadır. Halbuki böyle bir harp her şeyden evvel
işçi, köylü ve fakir halkın gençliğini
ölüme sürükleyecektir. Yoldaşlar! Birkaç
seneden beri ceplerini şişirmek ve zenginleşmek için her nevi soygun sistemini takip eden Halk Fırkası hükümeti artık her sahada işçi, köylü ve fakir halk
kitlelerinin aleyhinde yürüdüğünü açıktan açığa göstermektedir. ... Türkiye burjuvazisi, dahili siyasetinde olduğu gibi
harici siyasetinde de geniş kitlelere
karşı ihanet etmiş ve emperyalizmle anlaşma yolunu tutmuştur. Türkiye Komünist Gençler Birliği (TKGB) her sahada
foyası meydana çıkan Türkiye burjuvazisinin bütün bu hareketlerini şiddetle protesto eder. TKGB burjuvazinin
bu hareketlerine karşı mücadele için
işçi, köylü ve inkılapçı gençliğini kendi
bayrağı altına davet eder.
(Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler
Ansiklopedisi, c. 6, Ek bölüm, s. 444)
Bundan sonraki yıllarda işçi sınıfının önlenemeyen yükselişi karşısında 1 Mayıs
10-14 ülkelerin meydanları_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:30 AM Page 35
günü ülkemizde Bahar Bayramı yalanıyla geçiştirilmeye çalışıldı. Tüm bunlardan da sonuç alınamayınca 1964 yılında Türk – İş “Toplu İş Sözleşmesi Grev
ve
Lokavt
Yasası”nın kabul edildiği gün olan 24
Temmuz’u “İşçi Bayramı” ilan ettiler. Tarihe utançla yazılan bu manevralar işbirlikçi düzen sendikacılığının önsözüne de yazılmıştır.
1967 yılında Türk İş’in teslimiyetçi düzen sendikacılığına karşı Devrimci İşçi
Sendikaları Konfedarasyonu “DİSK” kuruldu. 1 Mayıs yasal olarak kabul edilmese de Türk İş 24 temmuz’u işçi bayramı olarak kabul ederken DİSK 1 Mayıs’ı işçi bayramı olarak kabul eder ve
alanlara çıkmasa da kapalı mekanlarda
kutlamayı gelenek haline getirir.
Grev ve direnişlerin yaygınlaştığı 1976
başlarında, DİSK, 1 Mayıs'ı gösterilerle
kutlayacağını açıkladı. 1 Mayıs, 50 yıllık bir aradan sonra yeniden alanlarda
kutlanacaktı. DİSK'in 1 Mayıs öncesi yayınladığı bildiride şunlar söyleniyordu:
"1 Mayıs, birleştiğinde dünya emekçilerinin yenilmez gücünü burjuvaziye
dayattığı ve tüm çalışanlara örnek olduğu bir gündür. 1 Mayıs 'Bahar ve Çiçek Bayramı' değildir. O gün kırlarda eğ-
lenmeyi, çiçek toplamayı biz burjuvaziye ve sınıf uzlaşmacısı sendikalara, Türkİş'e bırakıyoruz."
1 Mayıs günü on binler Taksim Alanı'na
yürüdüler.
"Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin" pankartı altında yüz bine yakın emekçi toplandı. Taksim Alanı artık 1 Mayıs Alanı olacaktı. 1 Mayıs 1976’dan itibaren halk muhalefeti daha da yükselen bir ivme kazanıyordu.
1 Mayıs 1977 yılı öncesi DİSK, Demokratik Kitle Örgütleri ve 1 Mayıs’ı kutlamak
isteyen tüm gruplar toplantılar yapıp hazırlıklarını sürdürüyordu. Oportünist ve
revizyonistler de iki ayrı blok oluşturup
birbirlerini “Maocu Bozkurtlar” ve ”Sosyal Faşistler” olarak suçlayıp, 1 Mayıs’ı hesaplaşacakları gün olarak ilan ediyorlardı. Tüm bu gelişmeler burjuvazinin
kontrgerillasına provokasyon zemini
oluşturacağı söylense de, bu gruplar
tavırlarında bir değişikliğe gitmediler. O
gün alan, pankartlar, bayraklarla kızıla
boyanmıştı. İstanbul; tarihinde ilk defa
bu kadar insanı bir arada görüyordu.
Emekçiler, oligarşiye gücünü ve birliğini göstermişti. Ancak mitingin sonuna
gelindiğinde, öncesinden hazırlanan
katliam saldırısı yaşama geçirildi. Alanı dolduran 500 bin emekçinin üzerine sürülen panzerlerden, çevre binaların üzerinden açılan ateşlerle 37 emekçi şehit oldu. Kayıpların daha fazla olmasına engel olan ise alanda paniği önlemek için olağanüstü bir çaba harcayan DEV-GENÇ’liler oldu. Böylece ‘77 1
Mayıs’ı, ülkemiz mücadele tarihine en
kanlı 1 Mayıs olarak geçti. Ancak katliam amacına ulaşamadı, halk muhalefeti büyümesini sürdürdü. Bugün Taksim ısrarını anlamayanlar, anlamak istemeyenler, anlamış da bedel ödemek zorunda kalırım diye gözlerini
başka meydanlara çevirenler bu tarihi
bir kez daha dikkatli okumaları gerekiyor. Çünkü zaman ilerledikçe emekçilerin kanı Taksim meydanını sulamaya
devam edecekti.
1978 yılı, ‘77 erken seçimlerinden sonra işbaşına gelen CHP hükümeti ve Ecevit’in umut olamayacağının geniş kesimler tarafından görüldüğü bir yıl
oldu. Bu yıl içinde de faşist katliamlar
ve bu katliamlara verilen cevaplar arka
arkaya geldi. 16 Mart katliamına gösterilen kitlesel tepki, gençliğin işgal ve
boykotları, DİSK’in çağrısıyla katliama
karşı yapılan iş bırakma eylemleri yaşandı.
hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 35
10-14 ülkelerin meydanları_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:30 AM Page 36
1 Mayıs 1978’e böyle gelindi. Devlet
yine bildik 1 Mayıs’a karşı propagandalarına hız verdi. Başta Tercüman olmak üzere burjuva basın provokatif yayınlar yapmaya başladı. Oligarşinin
tüm baskı ve karalamalarına, on binlerce asker ve polisi harekete geçirmesine rağmen, ‘78 1 Mayıs’ında yaklaşık
250 bin kişi Taksim’e, 1 Mayıs Alanı’na
çıktı. (1 Mayıs ‘77’de katledilenlerin
anısına Taksim Meydanı’na 1 Mayıs
Alanı ismi verilir.) Oligarşinin tehdit
ve gözdağlarına güçlü bir cevap verdi.
tingleri düzenlendi. Ülke genelinde 1
Mayıs tüm baskı ve yasaklara rağmen
kutlandı.
1980 1 Mayıs’ında da oligarşinin tavrı
değişmez. Ecevit hükümeti yerini Demirel hükümetine bırakır. Revizyonistlerin yönetimindeki DİSK, İstanbul’da
1 Mayıs’ın kutlanması için hiçbir girişimde bulunmaz. Ancak 1 Mayıs’ın gerçek
sahiplerinin devrimciler olduğunu bilen oligarşi, 1 Mayıs Alanı’nı yine işgal
altına alacaktır. 1 Mayıs öncesinde İzmit’te yapılan miting kitlesel olarak ger1979 Yılında 13 şehirde sıkıyönetim ilan çekleşir.
edilmiş bir şekilde 1 Mayıs’a gelinir. Sıkıyönetim, 1 Mayıs günü sokağa çıkma Sıkıyönetimin olduğu İstanbul’da ise 1
yasağı ilan eder ve İstanbul’un merke- Mayıs günü her tür gösteri yasaklanzi yerleri asker ve polisler tarafından iş- mıştır. Buna rağmen oligarşi, 1 Mayıs’tan günlerce öncesinden başlayan
gal edilir.
gösterileri, asılan pankartları ve 1 Ma1 Mayıs alanına çıkılamaz ama devrim- yıs’ın yasaklanamayacağını dile getiriciler İstanbul’un her yerini 1 Mayıs len binlerce bildirinin dağıtılmasını
alanına dönüştürerek yaygın şekilde engelleyemez. Devrimci hareket taragösteriler düzenlediler. Sıkıyönetim fından İstanbul’un değişik bölgelerindışında kalan İzmir, İskenderun, Mersin, de gösteriler yapıldı. 12 Eylül cuntasınTarsus vb. yerlerde kitlesel 1 Mayıs mi- dan sonra uzun süre 1 Mayıs kutlana-
36 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013
maz. MİGROS grevi cunta sonrası işçi
hareketinin en güçlü çıkışıdır. Ve grev
sonucunda yapılan sözleşmeye 1 Mayıs; "işçilerin ve emekçilerin bayramı"
olarak geçti ve ciddi bir kazanım ve moral yarattı. 88, 1 Mayısı da bu coşku ile
devrimciler; "1 Mayıs Salonlarda Değil,
1 Mayıs Alanlarda Kutlanmalıdır" sloganı ile çıktılar. Ve 1 Mayıs’ın tekrar alanlarda kutlanması sürecini de başlattılar.
Devlet 1 Mayıs’ı engellemek için, 1
Mayıs hazırlığı yapan Öztürk Acari ve
Salih Kul isimli Devrimcileri Okmeydanı’nda kaldıkları evi yakarak katletti.
Tüm baskılar, yüzlerce gözaltı ve baskılara rağmen 1 Mayıs günü 5 bin kişi 1
Mayıs alanına yürüdü. Alana ulaşılamasa da 1 Mayısı kutlama kararlılığı bir kez
daha gösterildi.
1 Mayıs 1988’de gösterilen kararlılık 89
yılında ellerde taş, sokak, sokak barikat
ve çatışma oldu. Her koşulda Taksim’e
çıkma kararlılığındadır devrimciler. Reformistler ise Abide-i Hürriyet’te yapılacak ‘yasal miting’de ısrarlıdır. Aynı
10-14 ülkelerin meydanları_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:30 AM Page 37
süreçte, Türk-İş içindeki sol etiketli bir
kaç sendika dışında kalan tüm sendikalar ya 1 Mayıs’ı yok saymakta, ya da
salonlara hapsetmeye çalışmaktadır.
Devlet ise saldırılarına ve 1 Mayıs’ı
unutturma, yok sayma çabasına devam
eder. Dönemin Devlet Bakanı Cemil Çiçek şu sözleriyle itiraf eder bunu: "Tarihi takvimlerden değil, zihinlerden çıkarmak gerekir..."
Ama 1 Mayıs zihinlerden çıkarılamaz.
1 Mayıs günü, devrimci hareket düzenli kortejler halinde 1 Mayıs Alanı’na girmek için önce İstiklal Caddesi’nden
ardından da Tarlabaşı ve Şişhane’den
yüklendi. Polisin dağıttığı her mevzi
başka bir caddeye taşındı ama yüzler
hep 1 Mayıs Alanı’na dönüktür. Tarlabaşı, Şişhane, Kasımpaşa... çatışmalar sokak sokak sürdü. Taksim çevresinde aciz
kalan polis hedef gözetmeden kitleyi
silahla taramaya başladı. Mehmet Akif
Dalcı, hedef gözetilerek yapılan ateşle
şehit düştü. Artık M. Akif Dalcı her 1 Mayıs’da dalgalanan pankartlarla alandaki yerini alacaktı.
1989’da,Türk-İş’in salonda kutlama çabası dışında herkes Taksim konusunda
hemfikirdi. Ancak 1 Mayıs öncesi ANAP
hükümeti 1 Mayıs kutlamalarına izin
vermeyeceğini açıkladı. Bununla da
yetinmeyip göstericilere ateş açılacağı, gözaltına alınacağı tehditlerini savurdu. Bu tehdit bazı sendikaların üzerinde etkili oldu. Tehditlere aldırmayan
sendikacılara yönelik ise gözaltı furyası başlatıldı. 1 Mayıs sabahı İstanbul’un
değişik yerlerinden, yollardan 1 Mayıs’a
gittiğinden şüphelenilen herkes gözaltına alındı. Gözaltı sayısı 5 bin kişi olmuştu.
Devrimciler polisin tüm saldırılarına
rağmen, Tarlabaşı’ndan Şişhane’ye kadar yürüyerek 1 Mayıs’ı kutladılar. Ancak binlerce kişinin gözaltına alınması ve polisin ateş açması sonucu 1 Mayıs Alanı’na girilemedi. Polisin açtığı
ateşte çok sayıda insan yaralandı. Gülay
Beceren isimli öğrenci sırtından vurulması sonucu felç oldu.
1993 1 Mayıs öncesi Uğur Yaşar Kılıç ve
Şengül Yıldıran isimli iki devrimci öğrenci bulundukları evde katledilirler. Bu
katliama rağmen 1978 yılından sonra
kutlanan en kitlesel 1 Mayıs eylemi tüm
yurtta gerçekleştirilir.
1994 Yılında 1 Mayıs Çağlayanda kutlandı. Kortejin arkasına bilerek bırakılan
devrimciler alana girişte üst arama bahanesiyle alana alınmak istenmemesine
rağmen kararlılık sayesinde alandaki
yerini alıyordu.
1995 ve 1996 yıllarında1 Mayıs kutlamalarına Kadıköy iskele meydanında 100
binlerce kişinin katılmasını hazmedemeyen iktidarın, kitleler dağılırken ateş açması sonucu, Hasan Albayrak, Dursun
Odabaş, ve Levent Yalçın isimdi devrimci işçiler katledildi. Söğütlü Çeşme civarında gerçekleştirilen bu katliama karşı
alanda bulunan halk ve devrimciler polisle gün boyu canları pahasına çatıştı.
Medyanın bu günkü ahlaksızlığına eşdeğer haberler o günlerde ‘’ marjinal gruplar çiçeklere, duraklara, banka şubelerine saldırdı’’ diye verilir. Devlet eliyle katledilen işçiler ise görmemezlikten gelindi. Bu tarihten 2004 yılına kadar Kadıköy
meydanı da işçilere yasaklanır.
1997 ve 2004 yılları arasında Şişli Abidei Hürriyet Caddesi ve Saraçhanede kutlanan bir Mayıs DİSK, KESK ve Devrimcilerin Taksim taleplerinin daha fazla yükseltmeleri sonucu, 2005 ve 2006 yılında
Kadıköy Meydanı işçilere yeniden açılıyordu.
2007 yılında Türk İş ve Reformist Partiler
1 Mayıs kutlamaları için Kadıköy meydanını seçerken, DİSK, KESK, TTB, TMMOB
ve Devrimciler Taksim’in tek seçenek
olduğunu söylediler. 1 Mayıs 1977 yılından 30 yıl sonra yüzlerce yaralı, binlerce gözaltına rağmen sokak, sokak çatı-
şarak, adım, adım ilerleyerek taksim alanına girerek 77 şehitlerini anıp, 1 Mayısı kutladılar. Yoğun gaz bombası sonucu İbrahim Sevindik adlı yaşlı vatandaşımız. Taksim direniş halkasına hayatıyla katkıda bulunuyordu.
2008 sendikaların ve devrimcilerin Tek
talebinin 1 Mayıs alanının Taksim olmasını hazmedemeyen devlet eşi benzeri görülmemiş bir terör uyguladı. İstanbul’da Taksim İstikametine çıkan, tüm
toplu taşıma araçları, otobüs, metrobüs,
metro, vapur seferleri iptal edilip adı
konulmamış bir sıkıyönetim ilan edildi. Sokaklardan ev ve işyerlerine, sendikalara, derneklere gaz bombalarıyla,
vahşice baskınlar düzenleyip binlerce
insanı gözaltına alsa da, Taksim alanı
devrimcilerin kuşatmasına alındı. Bu yılın bir diğer özelliği de, AKP iktidarı Nisan 2008’de 1 Mayıs’ın ‘’ Emek ve Dayanışma Günü’’ olarak kutlanmasını kabul
ederken, Taksim yasağında ki ısrarında
devam etti.
İlk 1 Mayıs için kanlarını dökenlerin üzerinden geçen 100 yıl sonra 2009’da yine
kanlarını dökenlerin sayesinde Taksime
valinin deyimiyle makul! Sayıda çıkıldı.
Çıkılmasına izin verilmeyen işçi, emekçi, Sosyalist ve devrimciler İstanbul’un
her sokak, cadde ve meydanını Taksim
1 Mayıs alanına çevirmek için fedekarca canları pahasına direnerek çatıştılar.
1977 yılından sonra Taksim’de yasaksız
kutlanan 1 Mayıs, emek ve ödenen bedellerin karşılığında tüm devrim ve 1
Mayıs şehitlerini anarken geleceğe de
büyük moral taşıyordu. 2010 1 Mayıs’ı
ezilen, horlanan, dışlanan emekçilere,
işçilere, öğrenciye, kadınlara direnilerek kazanılan zaferin hazzını çoşkuyla
yaşattı. Bu büyüyen özgüven karşısında iktidarı boyunca, halkına zulumlerin katmerlisini yaşatan faşist AKP iktidarına 1 Mayıs’ı, Taksim’de kutlanmasına biz izin verdik! Yalanını söyletiyordu. Polisin olmadığı Taksim alanında,
provakasyon olmadığı gibi 2011 ve
hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 37
10-14 ülkelerin meydanları_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:30 AM Page 38
2012 yıllarında artan kitlesellikte emek
düşmanı AKP iktidarının gözünü korkutuyordu. Taksim alanının 1 Mayıs olarak kabul edilmesinin ezikliği zaten büyük bir yenilgiydi. Marjinal illegal örgütler dediği, yakıp yıkan diyerek halkın gözünde itibarsızlaştırmaya çalıştığı devrimcilerin öncülüğünde Taksim
üzerinde ki yasağın direnilerek kazanılmasını hazmedemiyordu. Her sene
yaptığı gibi 1 Mayıs sonrası devrimci
kurum, ve derneklere satılmış medya
ile birlikte gece yarısı operasyonlar
yapıp onlarca devrimciyi tutuklayıp F
tipi hapishanelere attı. Devrimci sanata ve sanatçıya olan düşmanlığı ile müzisyenlere, tiyatroculara saldırıp hukuksuzca tutuklattı. Muhalif kalabilen sınırlı sayıdaki gazeteciyi hapishanelere atıp gazete ve dergilerine cezalar
yağdırdı. Adalet savunusu avukatları,
baro başkanlarını büro ve evlerini ahlaksızca medya eliyle servis ederek
bastı F Tipi hapishanelere göndermekten çekinmedi. Kıdem tazminatını, birikmiş maaşlarını almadan işten
çıkarılan işçiye karşı işverene hizmet
başarı madalyası verdi. Taşeronlaşmayı teşvik edip iş güvencesini ortadan
kaldırdı. Sağlıkta, eğitimde, hizmeti
paralı hale getirip yoksullaşan halkı biat
etmeye teşvik etti. Mezhep kışkırtıcılığı yapıp sarih bir şekilde Alevilerin
rencide olmasına aldırmadı. Kürt halkının haklı taleplerini lutuf gibi görüp
binlerce insanın ölümüne sebep oldu.
Kadın cinayetlerinin, cezaevlerindeki
çocuk tecavüzlerinin tarafı olup sebep
sonuç ilişkisine aldırmadı. AKP iktidarı döneminde tüm cumhuriyet tarihi kadar orman ve toprak talanı gerçekleştirip kentsel dönüşüm adı altında
arazi mühendisliğinden kendi yandaşlarına rant kapısı açtılar. Hes’lere
karşı çıkan kendi oy potansiyeli olan
bölgelerde bile insanlara acımasızca
saldırıp doğayı tahrip ettiler. Müslümanlar arasında yatayda dini teşvik
edici söylemler kullanırken, sadece
ceplerini doldurup dikine elit yeni bir
tabaka oluşturdular. Emperyalist ülke-
38 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013
lerin Suriye’ye açtıkları haksız savaşta
taraf olmaları medyanın çabalarına
rağmen bir türlü halkın vicdanında karşılık bulmuyordu. Reyhanlı’daki patlamadan sonra savaşın ülke topraklarına sıçraması ise AKP faşizminin altına
kendi bombasını koymasından başka
bir şey değildi.
2013 1 Mayıs’a gelmeden önce memleketin hali böyle dersek abartmış olmayız. Üstelik başta Taksim olmak
üzere, demokratik taleplerini dile getirmek istenenlere ülkenin meydanlarını bir süredir de kapatmışlardı. Kapatmışları da, yinede o meydanlara gelip
toma’lardan sıkılan ilaçlı ! suya, biber
gazına, polis terörüne rağmen hak
arama eylemlerinden vazgeçmemiş
kendi adalet arayışlarını dillendirmeye başlamışlardı.
2013 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanılmasına valisi, emniyet müdürü, bakanları ve başbakanı izin vermeyeceklerini açıklamalarına rağmen emek cephesi de başta DİSK, KESK, TTB, TMMOB,
sosyalistler, devrimciler ve birçok yapı
Taksim’de olunacağını günler öncesinden ilan ettiler. Taksim ve 1 Mayıs
arasındaki diyalektiği kuramayıp, oligarşik sermayeye karşı Türkiye halkalarının onur mücadelesi olduğunu
göremeyen bazı reformistler dışında
herkes AKP faşizmine meydan okudu.
Gece yarısından evvel Taksim ve çevresine çıkan tüm yolları kapatıp, köprüleri açtırmak ve neredeyse tüm ulaşım araçlarının seferlerini iptal etmesinin pek de işe yaramadığı sabahın ilk
saatlerinde kendisini gösterdi. Sabah
08. 00 da Şişli’de, Beşiktaş’ta, Mecidiyeköy’de polisin gaz bombaları ve
tazyikli suyla saldırıya geçtiği haberleriyle birlikte İstanbul’un her meydan
ve sokağı binlerce insanla dolmuş
dünya direniş tarihine yeni bir sayfa yazılmaya başlanmıştı. On binlerce insan
bir fiil barikat başlarında omuz omuza direniyor yeni yeni barikatlar inşa
ediyordu. İstanbul’un her meydanı
ayağa kalkıp Taksim olup, faşist AKP iktidarının vahşi saldırılarını püskürtüyordu. Direnenler kazanır şiarı bir kez
daha işleyip bir çok noktada polis barikatları yerle bir edildi. Direnip kazanan halktı. Halka rağmen İstanbul’u
gaz bulutu altında bırakan devlet ve
Taksim’in işçi sınıfına mal olmuş ruhuna ihanetle Kadıköy’ü seçenler kaybetmişti. Devlet terörü televizyonlarda bilumum akademisyen bozuntusunun
çabasına ve gazeteci kılığında köşe tutan satılık kalemlere rağmen deşifre
ediliyordu. Hiç kimse başbakana, valiye, içişleri bakanına inanmadı.
Ülkelerin meydanları vardır tarihe tanıklık eden. Bazen hüznü, bazen sevincin yansımalarını görürsününüz elinizde tarihi kartpostalı olduğunda.
1 Mayıs ile ilgili değerlendirmesinde
faşist başbakan Tayyip Erdoğan, Taksim’in yayalaştırma çalışmalarının bitmesiyle birlikte gösteri ve yürüyüşlere yine de kapatıldığını söylerken kibrinden geçilmiyordu. Kentsel dönüşüm
adı altında İstanbul’da rantın çok yüksek olması iştahını o kadar kabartmış
ki gözü de bir şey görmez olmuş. En
büyük rant da ülkenin tarihine mal olmuş günde milyonlarca insanın ziyaret ettiği Taksim ve çevresi, özelde de
Taksim Gezi parkı. Her gün bilgiçlik taslayarak Belediye başkanının yapılmayacak dediği Gezi parkındaki Topçu
kışlasını da, içine AVM’yide yapacağını söylerken emrindeki belediye başkanın yalancı çıkmasına aldırmıyordu.
Ama yanıldı. Toplumun en geniş katmanlarıyla milyonlarca insan hep birlikte geçmişine ve ona yön verecek bu
gününe, meydanına sahip çıktı.
Taksim Gezi Parkı direnişi bir ay önce yazılan 1 Mayıs direnişinin de üzerinde de
bir zafer etkisi bırakarak dünya halklarına bırakılmak üzere tarih sayfalarına
yazıldı.
15 gaz bombası_sablon 7/15/13 3:32 AM Page 15
makale
makale
gaz bombası
selin toprak
Önce yüzüne bir şeyin değdiğini hissedersin. Sonra 1 saniye içinde müthiş
bir yanma. Sanırsın ki derin akıyor ve
yok oluyorsun. Üflersin geçmez, su
dökersin daha da yanar, yapışır yakar
seni.
Bir an düşünürsün acaba ne iyi gelir
diye? Sonra "neden?" dersin "Neden
böyle yanıyorum? Neden bana sıktılar?
Bu insanlar bana neden bu kadar kinli
de beni yakarak öldürmeye çalışıyor?"
Ardından öyle bir liste sıralanır ki
dillere destan. Çünkü senden çalınan
ekmeğin peşine düşmüşsündür. Çünkü elinden alınan eğitimin peşine
düşmüşsündür. Çünkü gözaltında kaybedilen evladının peşine düşmüşsündür. Çünkü kanser hastası gencecik
bir tutsağı o zindanlardan çıkarmanın
peşine düşmüşsündür. Çünkü ahlaksızlığın, kumarın, uyuşturucunun, düzenin her türlü pisliğinin-yozluğunun
karşısına adam olup dikilmişsindir.
Bundan sevmezler seni. Saldırmaları
da korkularındandır. Sen onun karşısına kurşun gibi sözleri olan pankartınla-sloganınla dikilirsin, o ise senin
karşına insana bile benzemeyen üstü
başı kapalı her yeri zırhlı kıyafetiyle
çıkar. Sen dişe diş bir kavga beklerken
karşında acz içinde korkak ama saldırgan
bir cellat görürsün. Aslında buram buram mizah kokar görüntü. Çünkü akıl
almaz bir durumdur. İşte o mizahın
içinden herkesin sokaklarda haykırdığı
şu sözler çıkar:
"Sık bakalım! Sık bakalım! Biber gazı
sık bakalım! Kaskını çıkar copunu bırak,
delikanlı kim bakalım!" diye. Bu halk
acılardan her zaman güzellikler çıkarmayı bilmiştir.
Hani Ahmed Arif demiş ya:
"Erkekçe olsun isterim,
Dostluk da düşmanlık da"
İşte bu kadar net aslında. Madem bu
kavga ta ezelden beri var. O zaman yiğitçe çarpışmak gerek meydanda. Ama
kahpece sokaklarda gerçek mermilerle
insanları katledenler, gaz bombalarıyla
halkın beynini patlatanlar, daha 14'ündeki Berkin'i acımadan vuranlardan ne
erkeklik beklersin ne adam gibi bir kavga. Hepsi tarihin o kirli çöplüğünde yerini almak için sırasını bekliyor. Ve zamanın daraldığını meydanlarda görü-
yoruz. "Bu halktan adam olmaz" diyenler şimdi bir halkın nasıl dimdik,
inançla-yılmadan, tüm baskılara rağmen zulmün karşısında durduğunu
görüyor.Ve bu halk bu hesap soracak.
Bunu kafasına gaz bombası yiyen gencecik insanlar yapacak, bunu gaz bulutunun içinde kalıp fenalaşan amcalar-teyzeler yapacak, bunu üstlerine
acımadan plastik mermi sıkılan, coplarla dövülen kadın erkek tüm halk
yapacak. Bunu bu gazın kimyasal bir
silah olduğunu bilenler yapacak. Dünyada kullanımı yasak olmasına rağmen
halkın üstüne üstüne sıktıkları portakal
gazlarının, hastanelerde, kurulan revirlerde kimyasal gazdan dolayı moraran bacakların, kolların hepsinin hesabını verecekler.
Ve insanları yer ayırt etmeksizin, evinde,
sokakta, mahkeme salonlarında gaza
boğanlar!
Elbet bir gün bu devran dönecek. Bu
halk bir kere ayaklandı. Bundan sonrasını varsın düşman düşünsün. Nice
gaz bulutlarından sonra apaydınlık bir
gökyüzü çıkar karşımıza...
hazİran-temmuz 2013 | taVIr | 15
16 marjinal_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:33 AM Page 16
kelimelerin dili
kelimelerin dili
işte gerçek çapulcu,
işte gerçek marjinal
deniz ekin
Recep Tayyip Erdoğan 11 yıllık iktidarı
boyunca halkın kimliğine ve değerlerine savurduğu hakaretlere yenilerini ekledi geçenlerde... Kendi faşist düzenine
karşı ayağa kalkan yüz binlerce insanı
"çapulcular" diye nitelendirdi. İktidarlar
tarihine halkın yaratıcı mizah duygusuyla en büyük mizahi tepkiyi gören başbakan olarak geçen Recep Tayyip Erdoğan
bu süreçte adeta mahallede oyundan
dışlanan geçimsiz çocuğun ağzından
salyalar akıtarak önüne gelene tekme
atıp küfretmesi gibi Türkiye halklarına
saldırdı. Çapulcu diyerek nitelendirdiği
yüzbinlerce insan o sıfatı yere çalarak
adeta gerçek çapulcuları ortaya koydu.
Daha sonrasında Erdoğan ikinci silahını "marjinal" kelimesini kullandı. Marjinal kelimesini daha öncesinde 1 Mayıs
2013'te başından biber gazı fişeğiyle vurulan Dilan Alp'in durumunu izah eden
İstanbul Valisi H. Avni Mutlu'nun "Dilan
kızımız tam bir marjinal" cümleleriyle
duymuştuk. Peki, sahiden de Recep
Tayyip Erdoğan'ın ve iktidar partisinin
tamamının halklara savurduğu bu hakaretler yalnızca savunma psikolojisinden miydi yoksa daha derinleşmiş bir zemine mi oturuyordu?..
İktidarın faşist politikalarını sürdürebilmesi için her dönem çeşitli yöntemleri
vardır. Kendine karşı ayaklanan halklara, değerlere hakaret etmek içini boşaltmak, değersizleştirmek, bir avuçmuş
gibi göstermeye çalışmak kendi varlığı-
16 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013
nı sürdürebilmesi için bir koşuldur. Bugün direnen halkların "marjinal" olarak
nitelendirilmesi de bundandır. Marjinal
kelime itibariye "var olan güncel değerlerin haricinde ya da karşıtında bir felsefik görüşe ve yaşam biçimine sahip olmak" anlamına gelir. Yani Tayyip Erdoğan tamamen ideolojik temelli sarf ettiği bu kelimeyle kendine karşı direnen
yüz binleri halktan kopuk, kendi halinde, meczup kimseler gibi göstermeye
çalıştı. Fakat yanıldı çünkü bu ayaklanan
yüz binler halkın ta kendisiydi, her sokakta, her barikatta, her dayanışmada
bir kez daha asıl marjinalin, asıl çapulcunun ve asıl teröristin devlet olduğu
ortaya çıktı. Recep Tayyip Erdoğan'ın kelimelerin diliyle açtığı ideolojik savaş
kendi safında kayıplarla ilerledi. Ne zaman ki halka hakaret etti, onurunu kırdı o zaman bir kez daha yüzbinler sokaklara döküldü. Fakat o, marjinal demeye
devam etti. Bir diğeri ise, oyunu tükenmeyen Osmanlı'dan miras kalan bir
yöntemdi. Tayyip Erdoğan bu kez direnen halkları bölmeye çalışarak marjinaller ve çevreciler diye nitelendirdi. Bu
yöntem, yıllarca "çok yaşa" mantığıyla
halkları sömüren padişah atalarından
mirastı ona. Çevreciler iyi çocuklar, marjinaller ise teröristlerdi ve fakat bu yalanıyla da kimse bölünmüyordu ve yine
her sokakta insanlar bağırıyordu polislere "defolun gidin, siz yokken hiç böyle değildi bu sokak" diye, her duvarda
yazıyordu kendisiyle alakalı yaratıcı slo-
ganlar ve dahası o ayırmaya çalıştığı kitleler birlikte çatışıyor, dayanışarak yaşıyordu.
Tayyip Erdoğan'ın söylemlerinin hiçbirinin ardı boş değildir. Aksine her kelimesi Amerikan emperyalizminin detaylıca düşündüğü ve Tayyip Erdoğan'a
ezberlettiği cümlelerdir. Evet bugün
onuruyla, aydın vasfıyla direnen, bu
ülkenin çoğu üniversite mezunu ya da
öğrencisi insanına Tayyip Erdoğan gönül rahatlığıyla çıkıp çapulcu, marjinal
diyebilir. Çapulcu, marjinal dediklerinin
karşısına koyduğu kitle ise daha birkaç
gün evvel gerçekleştirdiği mitingde
konuşmaya çalışan fakat hede hödö dedikten sonra adeta kuyruğuna basılmış
kediler gibi yalnızca bağırabilen AKP'li
vatandaşlarıdır. Tayyip Erdoğan bugün
marjinal diyerek devrimcileri, ayaklanan
halka önderlik edip bilinç taşıyabilecek
kitleleri hedef gösteriyor. Çünkü milyonlar olmamızdan, milyonları örgütlememizden gerçek marjinalin, gerçek çapulcunun ve gerçek teröristin kendisi ve beraberindekiler olduğunu ortaya çıkarmamızdan korkuyor. Bundan ötürü,
biz bir kez daha haykırıyoruz. Ne marjinal sıfatını ne çapulcuyu kabul ediyoruz. Biz halkız uğrunda alın teri döktüğümüz her şeyi bizden çalan bir avuç
asalak, sömürücü, çapulcu teröristin
düzenini viran edene kadar alanlarda,
meydanlarda mücadele etmeye devam edeceğiz.
17 basın_sablon 7/15/13 3:34 AM Page 17
eleştiri
eleştiri
halk kapına dayandı
hesap vereceksin
erdal özkaya
Bir halkın açlığa, yoksulluğa, aşağılanmaya karşı başkaldırısına, ayaklanmasına tanık oluyoruz haftalardır. Halkın öfkesinin nelere kadir olduğunu
görüyoruz bir kez daha. Ağacın ve yeşilin ötesinde ülkesinin geleceği için
ayaklanan bir halkı görüyoruz. Kadını,
erkeği, genci, yaşlısı, çocuğu, her meslekten, her din ve dilden halkı görüyoruz. Nazım’ın “toprakta karınca, suda
balık, havada kuş kadar çokturlar” dediği halkı görüyoruz. İçindeyiz biliyoruz
öfkesini, gözlüyoruz. Onunla birlikte
patlıyor ağzımızda sloganlar "Faşizme
Karşı Omuz Omuza" diye.
Evet haftalardır sokaklarda Türkler,
Kürtler, Araplar... , aleviler sünniler ... ,
kimisinin elinde Türk bayrağı kimisinin
elinde kızıl bayrak. Kimi başı açık, kimi
kapalı yürüyorlar ekmek, adalet ve özgürlük için İstanbul’da, Adana’da, Ankara’da, İzmir’de, Eskişehir’de...
Biz görüyoruz, içindeyiz ama birileri
hala görmezlikten geliyorlar bilerek,
kasten. Birileri sırça köşkleri için görmüyor, yazmıyor, duymuyor. Birileri
iktidarın gazabından korunmak için yok
sayıyor. Gazeteler, televizyonlar yalanda
yarış halinde. Düşünebiliyor musunuz
yüzbinlerce insan sokaklarda çatışıyor,
direniyor, katlediliyor, gözleri çıkıyor,
gazdan boğuluyor ama o gazete ve televizyonlar tam 4 gün boyunca sanki
hiç bir şey olmamışçasına yazmıyor, yayınlamıyor. Kiminin logosu Habertürk
gibi “ gücü özgürlüğünde”. Ama özgürlüğü iktidarın çizdiği sınırlar ile sarılı
işte. Haftalar geçti, ayını dolduracak
halk ayaklanması. Ama bu televizyon
kanalları bu ayaklanma içinde yer alan
tek bir insana bile mikrofon uzatmadı,
gazeteler röportaj yapmadı. Ekranları
AKP yanlısı gazeteci bozuntuları; Fatih
Altaylılar, Nagehan Alçılar, Yeni Şafakçı,
Starcı, Zamancı, Bugüncü AKP borazancıları ile doldurdular. Habertürk’ü açıyorsunuz marjinaller, Vandallar, polisimiz
AKP haklı; CNN’i açıyorsunuz Penguen
belgeseli, NTV’de Oğuz Hakseverler’in
canhıraş AKP yalakacılığı, halk düşmanlığı
var. Utanmazlar. Siz göstermeyeceksiniz,
yazmayacaksınız, işinize geleni yazacaksınız herkes de buna inanacak, öyle
mi? Tayyip Erdoğan’ı günde 80 kere ya-
yınlayacaksınız, halkı karalayacaksınız
öyle mi?
Türkiye’nin dört bir yanında milyonlarca
insan kah sokakta, kah evinde tencere
tava çalarak, ışıkları kapatarak tepkisini
gösterdi. Türkiye tarihinin en büyük,
en kitlesel ayaklanmasını yazmayacak
ve göstermeyeceksiniz, ama AKP’nin
mitinglerini şişireceksiniz. Muhabirleriniz yanı başında gaza boğulan halkı
görmezlikten gelip, halkı kışkırtıcılıkla,
tahrikle suçlayacak, herkes yutacak
öyle mi? İnsan azıcık düşünür, kim
baki halktan başka? Ne olacak AKP gidince? Halkın yüzüne nasıl bakacaksınız? Ama eminiz umurlarında değildir
bunlar. Onlar günün ve iktidarın keyfini
çıkarıyorlar, cebimizi ne kadar doldurursak o kadar iyidir, gerisi boş diyorlar.
Sizin için öyle olsun ama bu halk emin
olun sizi hiç unutmayacak.
Ve artık size kimse güvenmiyor, bunu
da bilin. Yalanlarınız ve halk düşmanlığınızla baş başasınız artık, yolunuz
karanlık olsun.
haziran-temmuz 2013 | taVir | 17
18 sanatcılar_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:35 AM Page 18
değerlendirme
değerlendirme
ayaklanmanın sanatçılara öğrettikleri
serhat soylu
AKP faşizminin sömürü ve zulüm politikalarının 10 yılda halkta biriktirdiği öfke
31 Mayıs günü patlayarak tüm ülkeye dalga dalga yayıldı. Anadolu halkları “gayrı
yeter” deyip yürüdüler alanlara, meydanlara. Yasak, baskı, korku duvarı aşıldı;
direniş barikat barikat günlere, haftalara
yayıldı.
Evet bu bir birikimin patlamasıydı. Demokratik taleplerini dile getirirken bile gazlanan, coplanan, gözaltına alınan, işkencelerden geçirilen, tutuklanan, katledilen
insanların ayaklanmasıydı bu. İnançları,
değerleri, kültürleri, yaşamları aşağılanan
ve baskı altına alınan milyonların ayaklanması…
Halkın her kesiminden insanımız vardı bu
ayaklanmada. İşçisi, işsizi, emeklisi, öğrencisi, ev kadını, memuru, esnafı, futbol taraftarı, doktoru, avukatı, sanatçısı… Ezilen, sömürülen onlardı çünkü. Onlardı 1
yılda 840 kez kaza(!) ile katledilen. Onlardı geleceksiz, umutsuz bırakılan. Onlardı
paralı, ezberci eğitimle yaşayan ölü haline getirilen. Onlardı kan ağlayan, onlardı hakları bir bir gasp edilen. Onlardı
heykeli yıkılan, kültür merkezleri basılan,
filmleri sansürlenen, gözaltına alınan,
tutuklanan… Söyleyecek sözü olan herkes meydanlardaydı, barikatlardaydı.
Faşizm bu! Yönetebilmesi için sömürdüğü öfkeli milyonları, baskı altına alması gerekir. Baskının olduğu yerde de direniş boy
verir elbet en tazesinden. Bir kez bile slogan atmayanımız, bir kez bile talepleri için
adımlamayanlarımız meydanları sel olup
akarlar ya ülkenin yüreğine; tap taze
olan budur işte…
18 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013
Genç yaşlı demeden halkımız sokaklara
döküldü, alev alev yanan barikatlar arkasından haykırıldı talepler; Ekmek, Özgürlük, Adalet İstiyoruz!
Tüm bu olup bitenlere “şaşıran”larımız da
vardı elbette. Bu halktan adam olmazdı
ya hani… Hani insanlar duyarsızdı ya…
Hani cahildi ya halkımız, doğruyu yanlışı göremiyordu ya… Tüm bu sahte, hayatın gerçekleriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan tanımlamalar, düşünceler
yerle bir oldu. Bu düşünce ve söylemlerin sahipleri halkı tanımaz çünkü. Onların yaşamı da, “üretimleri” de içinde yaşadıkları halkın duygu ve düşüncelerinden,
acılarından ve sevinçlerinden kopuktur.
Bilmezler halkımız nasıl yaşar, nasıl düşünür… Susarsa niye susar? Patlarsa birikmiş suskunluk, etkisi ne kadar olur bilmezler onlar.
Ülkemizde yaşananlar maskeleri indirdi,
ak ile karayı birbirinden ayırdı, ayırmaya
da devam edecek. NTV, CNN TÜRK,
SHOW TV, KANAL D, STAR, HABER
TÜRK… niye var? Hülya Avşar, İbrahim
Tatlıses, Necati Şaşmaz ve bilcümle saray
soytarısı ne işe yarar? Bu sorular cevaplarını buldu, halkımız eğriyi doğruyu
gördü.
Bu süreç genel olarak aydın sanatçılar açısından bir sınavdı. Tarihsel ve siyasal
misyonunu yerine getirebilecek sanatçılar direnişin yanında yer alacak, getiremeyenler ise tarihin çöplüğünün derinliklerine biraz daha fazla ineceklerdi. Kendinden başkasını düşünmeye yüreği, beyni
yetmeyen burjuva sanatçılar direnişin
dışında kalarak daha da yalnızlaştılar.
Milyonların zulme karşı başkaldırısına
sessiz, kayıtsız kalarak nesnel olarak zalimlere, halkımıza zulmedenlere hizmet
etmiş oldular. Halkın haklı taleplerini sahiplenen, dile getiren, direnişe kültür-sanat alanından omuz veren Sanat Cephesi pratiğiyle, söylemleriyle bu süreçte
halkın sanatçısının, aydınının alması gereken tavrı göstermiş oldu. Her koşulda
direnişi büyütmeyi, faşizmin krizini derinleştirmeyi, halkın mücadelesinin önünü açmayı hedefleyen bu pratik, ülkemiz
aydın sanatçıları açısından da önemli
bir deneyimdir. Elbette bu direnişten
öğrenilmesi gereken birçok şey var. Bunlardan en önemlisini; birlikte olunduğunda, örgütlü olunduğunda, mücadele edildiğinde olmazların olur kılınabildiği gerçeğini görmemiz olarak ifade edebiliriz.
Halkın sanatçısı halkından öğrenir, halkına öğretir. Halkının aydını olabilmesi
için ilk adım onun öğrencisi olmayı başarabilmektir.Halkımız direnişiyle, coşkusuyla, dinamizmiyle, militanlığıyla biz aydın
sanatçılara nasıl mücadele etmemiz gerektiğini öğretti. İnançsızlaşmış, umutsuz
insanlarımıza güç oldu, umut oldu.
Bize düşen üretimlerimizle bu günleri tarihe not düşmek, geleceğe aktarmak ve
zulme karşı direnişi büyütmek için örgütlenmek, örgütlenmek, örgütlenmek…
Şunu çok iyi gördük; örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez!
Hayatın her alanında olduğu gibi kültür
sanat alanında da örgütlenmeli, mücadeleyi büyütmeliyiz. Er ya da geç faşizmi yeneceğiz. Son sözü kanımızı emenlere, karanlık beyinlere bırakmayacağız. Haklıyız,
Kazanacağız!
19-20 ümitabi_sablon 7/15/13 3:36 AM Page 19
deneme
deneme
sana bin teşekkür
ümit ilter
aa"sana bin teşekkür
büyük ızdırap
bana sevmeyi
bana hakikati
bana insanları öğrettin"
Her yer Taksim her yer direniş şiarıyla
ülkeye yayılan halk direnişi içinde yer
alıp çatışan halkla birlikte Taksim’e
çıkan sinema emekçisi yönetmen Zeki
Demirkubuz eskiden halka güvenmiyordum şimdi o duygularımdan dolayı
utanıyorum diyor.
Elbette halkımızın zulme karşı ayaklanması halkın gücü ve gerçeğini en
net haliyle meydana çıkarmıştır.
Zeki Demirkubuz'un sözlerinden hareketle eskiden niçin güvenilmediği irdelenebilir. Ki ülkemiz aydınının
1980'lerden 90'lardan bu yana geçmeyen hastalığı budur. Peki ama neden?
Burada bu soruya dair teorik bir cevap
verilmeyecek, bunun yerine bir temel
fıkrası paylaşalım ne dersiniz. BizimTemel bir gün doktora gitmiş çok hastayım
doktor, vücudumun neresine dokunsam
çok fena canım yanıyor, demiş. Doktor
bizim temeli bir güzel muayene etmiş,
ben pek bir hastalık bulamadım sağ-
lamsın, deyince Temel vücudunu bir
daha yoklamış ve olur mu doktor işte
nereye dokunsam canım yanıyor diye
inlemiş. Günlerce hastalık aramışlar, sonunda bulmuşlar. Doktor açıklamış, yahu
Temel senin parmağın kırık.
Aydının görevi, halka gücünü göstermek
ufkunu aydınlatmaktır ama bilincinizin
parmağı kırıksa hayatın ve halkın neresine
dokunsanız can yakıcı biçimde halka güvensizleşirsiniz. Oysa aydınımız halka her
koşulda güvenmelidir umut halkın kendisinden umudu kesmemesidir. Aydınsanatçılarımız işte bu umudu dokumalıdır
halkın içinde, halk gerçeğine kırık parmak
ile dokunma lüksü yoktur aydınımızın.
Hiç unutulmasın ki halka güven duymak
ile "bu halktan adam olmaz" safsatası
arasındaki mesafe iki göz arasındaki mesafe kadardır.
Aydın, sanatçılarımızın işaret parmağı
sağlam olacak ki hala gerçeği, yarını,
iyiyi, güzeli dosdoğru gösterebilsin. Aydın
olmanın tarihsel misyonudur söz konusu
olan. Değilse aydının halka güvensizliğinin
özünde kendine güvensizliği vardır.
Sanatçılarımız halk aydını olmayı başarmalıdır. İşte o zaman kırık parmak ile
dokunmak zorunda kalmazlar hayata.
Her yönden empoze edilen burjuva
ideolosinin köhneliğinden sıyrılmak
mümkün olur. İşte o zaman halka dokundukça karamsarlık değil umut tazelenir. Umut halkın gücü ve gerçeğindedir. Halk aydını bunu bilir ve en
umutsuz tabloya bile umudun rengini
sürer. Ki halk aydını, György Lukacs'ın
"Çürümenin en büyük olduğu yerde,
yeniden doğma arzusu da en güçlüdür.”
deyişindeki diyalektiğin farkındadır. O
“arzu”ya kulak verip sesi olur. O arzunun
sanatını yapar. İşte o “yeniden doğma
arzusu”na sanatıyla ebelik yapmaya cüret eder. Aydının tarihsel misyonunu
kuşandığı, sanatın devrimleştiği işlevdir
sözkonusu olan.
“Çürümenin en büyük olduğu yerde
yeniden doğma arzusunun en güçlü
olduğu”nu görmek devrimci bakış açısına sahip olmakla mümkündür.
Şimdi, sanatını övüp ideolojisini eleştiren
Halide Edip'e Nazım Hikmet’in verdiği
şu cevabı hatırlamanın tam vaktidir: “...
Hey sersem bayan, dedim. Ben bir dahi
değilim fakat iyi sanatkarım ve bunu
her şeyden önce ideolojime borçluyum.
Eğer sizin iyi sanatkarınız yoksa bu
ideolojinizin bugün artık iyi sanatkarlara
muhteva olmayacak kadar tefessüh ethaziran-temmuz 2013 | taVir | 19
19-20 ümitabi_sablon 7/15/13 3:36 AM Page 20
miş olmasındandır. (tefessüh: bozulma,
çürüme)
Halk tarihsel tabiatı gereği daima yarına
yürür. En durgun zamanlarda bile boş
durmayıp adım biriktirir. Ki zamanı geldiğinde sıçramalı hareket etmesi işte o
durgun göründüğü zamanlarda biriktirdiği adımların eseridir. Malum diyalektik ve sözkonusu olan nicel birikimdir.
Halk aydınının bunun farkında olması
devrimci felsefeye sahip olmasındandır.
O halka baktıkça dayatılan çürüme kuşatmasını görüp karamsarlaşmaz. Yeniden doğma arzusunu sezip umudu
büyütür.
2..
Halkımızın “her yer taksim her yer direniş” şiarıyla ayaklanması sanatçılarımıza halk gerçeğimizi en açık biçimde
göstermiştir. Meydana çıkan bu gerçeklik aynı zamanda sanatçılarımızın
omuzlarına sorumluluk yüklemiştir. Ki
sanatçılarımızın yüzü işte bu halk gerçeğimize dönük olmalıdır.
Halk ayaklanması sanatçılarımızın halk
aydını olmaları gerektiğini en net biçimiyle göstermiştir. Evet halka güveneceğiz. İşte bu halk için üreteceğiz. Ödülümüz, halkımızın sevgisi, sahiplenmesidir. Halkımızn omuz omuzalığıdır.
Eğer halka güvenmezsek yeniden doğma arzusuna ebelik edebilecek eserler
de üretemeyiz. Dahası ”anlamıyorlar”
deyip halka küseriz. Ve giderek burjuvazinin bu halk adam olmaz safsatasına
değişik biçimlerde ortak olunur.
Halkımızın gerçeği ortadadır. Sanatımız
bu gerçeklikten kaynağını alıp halkın
tarihsel ilerleyişine, direngenliğine, özgürlük kavgasına hizmet etmelidir. Halk
ayaklanmasının sanatçılarımızın önüne
koyduğu görev, hatırlattığı sorumluluk
işte budur. Sanatçılarımız bu sorumluluğu yerine getirdikleri oranda halk aydını olma misyonunun da gereğini ya-
20 | taVir | haziran-temmuz 2013
pıyorlar demektir. Bakın devrimci şairlerimizden Enver Gökçe sanatçının görevini
nasıl özetliyor:
"... Bu fikir ve eylem yüzyılında, sosyal
ilerlemenin, insanlığın mutluluğu yollarında; insanın birey olarak ödevi ne ise,
sosyal toplulukların, örgütlerin, politikacıların ödevleri ne ise, sanatçının da ödevi
odur: Sosyal gelişmeyi hızlandırmak, köhnemiş gerçekleri değiştirmek, insanın insanca yaşamasını sağlayarak, şartları hazırlamak ve sosyal görevde bilfiil vazife
almak, hayata bilfiil katılmak." (Bütün Şiirleri - Enver Gökçe - Evrensel Yayınları)
3..
Sanatımızı meşaleye çevirmeliyiz. Karanlığı
aydınlatan bir meşaleye. Böylece aydınlanır hayat. Böylece birbirimizin yüzünü
görürüz. Böylece karanlığa hapsedilen
ne varsa görürüz. Söz konusu olan sanatın
devrimcileşmesidir. Ki devrimci sanat
halkın ufkunu aydınlatır. Halk ayaklanması,
sanatçılarımızın önüne işte bu ihtiyacı
ve görevi koymuştur.
Zeki Demirkubuz başbakanın "çapulcular"
deyişini protesto etmek için sinemayı bıraktığını açıklamış. Umarız öyle değildir.
Elindeki ateşi söndürmeye kalkmak kendisine, sanatına ve halkımıza haksızlık
olacaktır oysa, şimdi sanatın meşale ve
sanatçının da Prometheus olmasının tam
zamanıdır.
Hayat ağacının kurutulmaya, halkın zorbalıkla yola getirilmeye çalışıldığı koşullarda sanat, görmedim, bilmedim, duymadım'ın sanatı olursa kendisini inkar
etmiş olur. Ki bugün sanatçıya hem de
en yüksek perdeden üç maymunu oynaması dayatılıyor.
Sanatçının bir aydın olarak sorumluluğu;
görmek ve göstermek, duymak ve duyurmak, bilmek ve bildirmektir. Hayat
verir bu görevi, sanatçıya. Görmek ve
göstermek duymak ve duyurmak bilmek
ve bildirmek için halkın içinde olacaktır
sanatçı halkıyla omuz omuza olacaktır.
Hem de faşizme karşı “Yeni” bir şey söy-
lemiyoruz sanatçının tarihsel sorumluluğuna dikkat çekiyoruz sadece bakın
Enver gökçe ne diyor:
“…Sanatçıyı sosyal problemlerin halk
hayatının sosyal davaların dışında görenler menfaatlari icabı rahata alışık
olanlardır sosyal gelişmenin hızlandırılmasından korkanlardır taşlamış yosun
tutmuş değerleri muhafaza etmek isteyenlerdir hastalıklı melankoliklerdir.
Oysaki hayat bütün hareketi aktivitesi
ileri atılışlarıyla diri canlı ve değişiktir
hayat dinamizmine can katan hayatı
öven kötülükleri protesto eden insanlığımızı yükselten sanatçılardan huylananlar onları fildişi kulede tutmak istiyorlarsa korktukları içindir. (age. Sayfa:
21)
Zalimler, sanatçıyı fildişi kulede tutmak
ister. Halk ise omuz başında görmek
ister daima. Ki direnişin estetiği ve bir
sanata dönüşen ayaklanmanın kendisi,
sanatçıya neyi, nasıl yapması gerektiğinin ipucunu verir.
Pablo Nerudo “Dünyanın burnu geleceğin kokusunu alır” derken haklıdır.
O “burun” sanatçılarımızın sezgisidir.
Sanatçı olanca duyarlılığı ile “geleceğin
kokusu”nu alır. Bunu sağlayacak olan
halkın ve hayatın diyalektiğini anlamaktır.
“Anlamak özgürlük” der Nazım Hikmet.
Ve ardından ekler: “Anladığını anlatmayan alçaktır.” Biz, gerçekleri anlatmamanın alçalışını değil, anlıyor oluşumuzun özgürlüğünü paylaşıyoruz
halkımızla. Hiçbir engel, bu paylaşımın
önüne geçemez.
Hiç unutulmasın ki, sanat faşizme karşı
bir cephedir ve sanat cephesi,faşizme
karşı sanatı örgütlemektir.
Son sözü, Ruhi Su ustamıza bırakalım:
Sabahın bir sahibi vardır...
*enver gökçe
21-23 futbol_sablon 7/15/13 3:37 AM Page 21
değerlendirme
değerlendirme
futbol taraftarları
akp faşizmine karşı birleşti
vahit çapa
Portekiz diktatörü Salazar'ın ünlü 3 F
sözü hala hafızalarda; Fado, (müzik)
Fiesta, (dans) ve Futbol. Halkını uyutmak için bu 3 F yöntemini kullandığını
söylüyordu faşist Salazar. Futbol, sistemli olarak 1863 yılında İngiltere'de
ortaya çıkmış ve günümüzde 250 milyon sporcunun oynadığı dünyanın en
popüler sporu olmuştur. Popüler olmasıyla birlikte kapitalizmin göz diktiği
ve endüstriyelleştirdiği, paranın egemen kılınmaya çalışıldığı bir spor olduğu da aşikar. Futbol endüstrisi, bir
yılda yaklaşık 230 milyar dolar gelir
ediyor. Dünyada günde 25 bin kişi
açlık ve ona bağlı nedenlerden dolayı
hayatını kaybederken, kapitalizm böylesine dev bir ekonomiyi yönetiyor. Bir
avuç sermayedar, farklı statülerde bu
geliri paylaşıyor. Kulüp yöneticileri, yayıncı kuruluş, sponsor firmalar, reklam
verenler, bahis şirketleri, devletler, futbol
medyası.. Liste uzadıkça uzuyor. Geçmişte toprak sahalarda yırtık ayakkabılarla ve olanca amatör ruhla oynanan
futbol, artık kapitalizmin gölgesinde bir
eğlence sektörü halini aldı ve giderek
büyümeye devam ediyor. Bu da futbolu
doğalında politik yoğunluktan arındırılmış, sadece eğlence aracı olarak kılmak
isteyen egemen ideolojinin bir parçası
haline getiriyor. Peki futbol sadece bir
eğlence aracı mı?
Kapitalizm doğası gereği rekabetçi ve
halkın kültürünü yok eden bir yayılma
politikası izler. Halkın kültürünü alt
üst ederek kendi yoz kültürünü dayatır.
Bizler biliriz ki kapitalizm nereye el
atsa orayı bencilleştirir, sömürür. Kulüpler arası sermaye çatışmasından
tutun da, bahis şirketlerinin futbola
müdahili, şike teklifleri, vergi kaçakçılığı,
kara para aklamalar.. Bunun yanında
egemenlerin bir eğlence aracı olarak
haziran-temmuz 2013 | taVir | 21
21-23 futbol_sablon 7/15/13 3:37 AM Page 22
kullanmaya çalıştığı futbolda da amaç
insanların varolan sorunlarını ertelemesi ve gündelik problem ve çözümlerle avunması. İnsanların ülke ekonomisinin kötü gidişatını konuşması
yerine "bizim takım akşam kazanır",
"şu transferi yapsak iyi olur" gibi futbola
yönelik konuşmalar yapması kapitalizmin arzuladığı ve istediği bir
şeydir. Bir
nevi toplumun gündemini ele alır
ve futbol izleyicisi takımı kazandığında mutlu
olur, kaybettiğinde üzülür. Kapitalizm insanların futbolla
yatıp kalkmasını, işçilerin, öğrencilerin; kısacası yoksulların bir araya geldiğinde konuşacağı konunun futbol
olmasını ister. Bu boyutu holiganlık
düzeyine
vardırır ki, insanların ekmek kavgası yerine takım
kavgasına girişmesini, uluslararası maçlarda milliyetçilik rüzgarı estirmesini
ister. Holiganlık, takım taraftarları arasında şiddet, şiddetin kendilerine yönelmesini istemeyen egemenler tarafından bilerek ve isteyerek pompalanan
bir şeydir.
Gezi parkı direnişiyle birlikte çArşı grubunun barikatlarda yer alması, AKP
22 | taVir | haziran-temmuz 2013
faşizmine karşı taraftar gruplarının da
tepkisinin arttığının göstergesidir. Kapitalizmin gölgesi altında endüstriyel
futbola karşı dik duruş sergileyebilen
ender oluşumlardan olan çArşı, direnişin
başından itibaren duruşunu net bir şekilde ortaya koydu ve direnişçilerin safında yer aldı. Bu yazıyı kaleme aldığımız
sıralarda "muhalif" faaliyetlerinden ötürü
12 üyesi gözaltındaydı çArşı'nın. En
temel demokratik hakkını kullanan çArşı
üyelerine yönelik "çıkar amaçlı suç örgütü
kurmak" suçlaması yöneltiliyor. Dünden
bugüne duruşuyla ve yapmış oldukları
toplumsal kampanyalarla (Van depremine yardım/ mavi kapak toplama vs.)
adından sıkça söz ettiren çArşı'ya yönelik
bu faşist tutumun aslında futbol severlere
bir mesaj olduğu apaçık ortada.
Aslında politik tavırdan yoksun bırakılmaya çalışılan taraftar gruplarına
karşı politik gücünün farkında olan ve
bu gücünü en iyi şekilde kullanan taraftar grupları da mevcut. Genellikle
işçi kentlerinde ortaya çıkan takımların
etrafında onların ideolojisiyle harmanlanan taraftar grupları, endüstriyel futbola karşı simge olmaya devam ediyorlar.
Örneğin Liverpool taraftarları; liman işçilerinin yoğunluklu olarak desteklediği bir taraftar grubudur. Liverpool'un Efsane
teknik direktörü
Bill
Shankly'in
"inandığım
sosyalizm herkesin herkes
icin calistigi ve
herkesin ödullerden pay aldığıdir" şeklinde söylediği
söz ve takımı
baştan aşağı
kırmızı renklerle sahaya çıkartması, takım
taraftarlarının
daha da politik
olmasını sağlamıştır. Örneğin Almanya'dan St. Pauli
takım taraftarları. St. Pauli Almanya’nın
liman kentlerinden Hamburg’da 1910
yılında kuruldu. St Pauli futbolcuları,
Türkiyelileri hedef alan Solingen Katliamı’nın ardından da Türkçe yazılmış,
“Faşistleri Defedin, biz hepimiz kardeşiz!” pankartı taşımışlardı. Örnek vereceğimiz taraftar grupları arasında
En "kızıl" duruşu İtalya'nın liman kenti
Livorno'nun taraftar grubu olacaktır.
Livorno şehri İtalya Komünist Partisi'nin
21-23 futbol_sablon 7/15/13 3:37 AM Page 23
kurulduğu yer olarak da ön plana çıkmakta. Livorno takımı ve taraftarları
özellikle faşist Lazio S.S. takımına ve
taraftarlarına aldıkları tutum ile dünyada kendinden söz etti. Livorno taraftarları maçlarda Ciao Bella'yı, Bandierra Rossa'yı hep bir ağızdan söylemesiyle, orak çekiçli logolarıyla dünyada adından söz ettiren taraftar grupları arasında yer aldı. İspanya'dan Barcelona, ayrılıkçı Katalunya bölgesinin
takımı. Faşist Franco'ya karşı Barcelona
şehrinin direnişin merkezi olması sebebiyle öne çıkan Barcelona, 2012 senesine kadar formasına reklam almamasıyla dikkat çekiyordu. Barcelona
taraftarları hemen hemen her maçta
"Burası Katalunya, İspanya değil" diye
pankart açmakta. Taraftarlarının bu
ayrılıkçı duruşuna rağmen Barcelona
futbol endüstrisi bakımından en fazla
kazanan takımlardan birisi.
Endüstriyel futbola karşı direniş cephesinde yer alan daha bir çok takım
var. Fransa'dan Marsilya, Türkiye'den
Adana Demirspor, İspanya'dan Betis,
Arjantin'den Boca Juniors.. Bahsettiğimiz bütün takımlar elbette ki kapitalizmin o kirli yüzünden payını almışlar. Kapitalizm doymak bilmez bir
açlıkla takımlara ve sektöre saldırıyor.
Tuttukları takımlar futbol endüstrisinde
söz sahibi iken bazı taraftar oluşumları
bunu protesto edip endüstriyel futbola
karşı bir tavır alabiliyor. Örneğin Fenerbahçe içinde Vamos Bien ve Sol
Açık, Galatasaray içinde Tek yumruk.
Futbol endüstrisinin bir de sporcu yönünü ele alalım. Dudak uçuklatan fiyatlarla bir takımdan başka bir takıma
transfer olanlar, lüks arabalarla, villalarla, yazlıklarla para para demeyenler...
İnsanı para ile satın alınabilecek bir
meta haline dönüştüren kapitalizm,
futbol söz konusu ise bunu en çok da
futbolcular üzerinden gerçekleştiriyor.
Aldığı yüksek ücretlerle kendini kapitalizmin kollarına bırakan, düşünmeyen, sorgulamayan futbolcular. Fakat
bu cephede de futbolun bu kirli yüzüne
direnen nice futbolcular olmuştur, olacaktır da. Örneğin "Defans oyuncularına
çalım atmak, diktatörlere çalım atmaktan
daha kolay" diyen Brezilya'lı Socrates,
futbolda sendikalaşma faaliyeti yürüttüğü için aforoz edilen ilk futbolcu olan,
"halka yakın olmak için kanat oynuyorum" diyen Metin Kurt, Meksika'daki
Marcos önderliğindeki zapatistalar için
yardım maçı düzenleyen Zanetti, "Futbol,
ezilen halkların mutluluğudur" diyen
George Weah, İtalya milli takımında gol
attıktan sonra formasını çıkarıp Che
Guevara resmini gösteren Lucarelli, bacağındaki Che dövmesi için "bana güç
veriyor" diyen Miccoli, her türlü kötü
alışkanlığına rağmen kolundaki Che
dövmesi ve Filistin halkı ile dayanışmak
için kampanyalar yürüten, Roma'da yılın
futbolcusu ödülünü "“Arjantin halkına,
Küba halkına, Fidel Castro’ya ithaf ediyorum ve dünyanın en ünlü Arjantinlisine! Ernesto Che Guevara’ ya!” adayan
Diego Armando Maradona ve daha nice
futbolcu. Belirttiğimiz gibi bu futbolcular
da kapitalizmin kirli yüzüne maruz kalmışlardır fakat düşünmeyen ve üretmeyen diğer futbolculara nazaran farklarını ortaya koymuşlardır.
Tribün, insanların sosyal olarak birbirleriyle rahatça iletişime geçebildiği ender
yerlerden biri. Böyle olduğu için başlı
başına ayrı bir kültüre ve kimliğe sahip.
Binlerce insanın birden aynı anda tezahürata başlaması, bir anda susması, ayağa kalkması, zıplaması, bunların hepsi
insanların bir anda nasıl harekete geçtiğinin göstergesi. Bunun için futbolun
kapitalist yüzüne ters düşüyor bu kültür.
Onun içindir ki futbol takımları stadlarının farklı yerlerini ayrı ayrı fiyatlandırıyor, zenginlere localar kiralıyor, görece
stadın uzak yerlerini daha ucuz fiyata
satıyor. Bu her şeye parasal karşılık
biçen, bencil futbol tekeline karşı halkın
kendi dayanışma kültürünü yükseltmek
taraftarların görevidir. Dünyadaki bir
çok direnişte yer almış bir çok taraftar
grubu var, Türkiye'deki gezi parkı dire-
nişinde de taraftar gruplarının dayanışmasını ve birlikteliğini bir kez daha
görmüş olduk. Egemenler taraftarlar
arasındaki holiganlık ve şiddet olaylarını
şiddetin kendilerine yönelmemesi için
beslediğini ve körüklediğini biliyoruz.
Buna karşı taraftarların birleşik gücüyle
mücadele etmesi gerekiyor. Çünkü taraftarları düşmanca saflaştırmaya çalışan egemenlerle mücadele için birleşmek ve tek güç olmak şart. Bir Fenerbahçeli için esas düşman Galatasaray değildir. Uyutulan ve birbirlerine
düşman edilen taraftarların tek bir güç
olduğunda iktidarların nasıl korktuğunu
gezi parkı direnişinde gördük.
Bu yüzden tüm taraftar gruplarının
faşizm karşısında birleşik mücadele
etmesi şarttır. Ancak bu şekilde faşist
rejimden kurtulunabilir. her alanın
kendi örgütlenmesi olmalı. Ama ortak
çıkarlar çerçevesinde birleşmeli. Yani
devrimciler ile birlikte mücadele edildiğinde ancak sonuç alabilirler. Tek
başına bir taraftar grupubunun zafere
ulaşması mümkün değildir.
Halk anayasası taslağında; demokratik
halk cumhuriyeti, spor ve dinlenmenin
doğal olduğu anlayışıyla, halkın spor,
dinlenme, tatil ihtiyaçlarını karşılayacak
tesisler kurar. Çünkü; spor ülkemizde
dinamizm kazandıran bir araç olmaktan
çıkıp, adeta ülkenin kanayan yarası
haline gelmiştir. belli bir azınlığın para
kazanmak için kurduğu klüpler çevresinde odaklaşan spor, geniş kitlelerin
apolitikleşmesinin, ülke sorunlarından
uzaklaştırılmasının ve birbirine düşürülmesinin aracı haline gelmiştir. futbol
fanatikliğinin kıydığı can sayısı bile
durumun vehametini ortaya koymaktadır. Biz, sporu kitlelere yayarak, onun
özünde varolan, bedenin eğitimi ve
insanların kardeşliği düşüncesini öne
çıkararak bu tabloyu değiştirmeyi hedeflemek durumundadır. Tavır dergisi
olarak bütün ilerici demokrat futbol
taraftar gruplarını ortak anayasa taslağı
çalışmasına çağırıyoruz.
haziran-temmuz 2013 | taVir | 23
24 siddet_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:37 AM Page 24
deneme
deneme
şiddete meyilimiz faşizmdendir
devrim savaş
Zulmün zorbalığın hesabıdır bu
Ekmeğin toprağin hesabıdır bu
Hasretin sevdanın hesabıdır bu
Gayrı dur durak yok yoldaşlar
Çınlasın doruklarda kavga borusu
Döne döne yane yane geliriz
Biz dostu da düşmanı da biliriz
Gelir günler gelir günler
Silahta çeker ölürüz.
rışmasını sağlar. İşte o nehirler yüz binler olup meydanlara akacaktır. Ülkemizde yaşanan ayaklanmanın karşılığı da
budur. Halk susmuş susmuş ve artık patlamıştır. On yılların hesabıdır bu patlama. Maraş’ın, Çorum’un, Sivas’ın, Gazinin, 19 Aralık’ın açlığın yoksulluğun
yozluğun hesabıdır. Zulmün zorbalığın
hesabıdır
bu.
Ve halk dostunu düşmanını iyi bellemişFaşizmin en fazla kullandığı yöntemdir tir.
şiddet. İnsana ve insana dair her şeye
düşmandır, saldırır.. Haklarımızı gasp Yani kafalara sokulmak istendiği gibi iki
eder insanlığımızı onurumuzu gasp ağaç değildir mesele. Vatan toprakları
eder ama susmamızı ister. Halkın siste- parsel parsel satılırken AKP ‘nin zulmü
me karşı her başkaldırışı katliamlarla ağır her geçen gün daha da katmerleşirken
bedellerle bastırılmaya çalışılır. Dünya- yüz binler iki ağaç için tek vücut olmada halk için var olmayan her sistem böy- mıştır. Hoşa gitsin ya da gitmesin bu
ledir. Eğer bir avuç egemenin çıkarı ayaklanma politik bir ayaklanmadır.
için kuruluysa düzen ilk isyan eden kö- AKP’nin tomasına suyuna copuna gazılenin direnişi gibi direnişler hep var na karşı atılan her taş kurulan her bariolacaktır. Öyle de olmuştur.
kat halk savaşının meşruluğudur.
Emperyalizmin işgal ettiği ülkelerin, ırzına geçip öldürdüğü insanların hesabı halkın adaleti tarafından görülür. Bu
yadırganacak kınanacak bir durum değildir. Vatan topraklarını işgal edip halkını katledene teşekkür edemezsiz. Ya da
canın sağ olsun diyemezsin. Amerikan
köpeklerine değecek her kurşun helaldir. İnsan onuru bunu gerektirir. İnsan
onuru halk düşmanlarının yaşamasına
izin veremez.
Yürütülen psikolojik savaşta AKP bizi
marjinallikle yani halka aykırı olmakla
suçluyor. Koca halkı, halka aykırı olmakla suçlayan Tayyip gülünç durumda olduğunun ne kadar farkında acaba? Bu
psikolojik savaşa aldananlar ise biz
marjinal değiliz mesajı vererek kendilerini kurtarmaya devrimcileri saf dışı bırakmaya çalışıyorlar. AKP’ den daha iyi
çalışan bu zihniyet; o gezi parkına,
provokatör dediği insanların 36 saat boyunca düşmanla kafası gözü dağılmak
Ve bu onur bir gün mutlaka uyanır. Bir pahasına çatışması sonucu girebildiğidamla ki o bardağı taşırır ve nehirlere ka- ni bilmiyor mu acaba?
24 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013
Ama korkaklık onları direnişin gerisine
atıyor. Oturdukları yerden direnişi bitirme kararı alanlara, halk gösteriyor doğruyu. Sen nereye gidersen git bu ayaklanmayı sen başlatmadın sen bitiremezsin diyor. Zamanında bu halktan
adam olmaz diyenleri halkta adam yerine koymuyor.
‘Barışçıl eylemler yapalım’ ‘sağduyulu
olalım’ diyorlar. Nedir barışçıl eylem?
Seni katledene boyun eğmek midir
barışçıl eylem? Biber gazı kapsüllerini
nişan alarak atıp insanların ölümüne sebep olanlara ses etmemek midir barışçıl eylem? 14 yaşındaki Berkin’i ekmek
almaya giderken kafasından vuranlarla masaya oturmak mıdır barışçıl eylem?
Biz öyle eylem istemiyoruz. Yere batsın
sizin sağduyunuz. Siz kime sağduyulusunuz?
Bu ayaklanmada ölen, sakat kalan her
insanın hesabı sorulacaktır. İnsanlar
bunun özlemiyle yanıp tutuşuyorlar.
Balkonundan barikata çekyat atan teyze bunun göstergesidir. 60 yaşında
elinde sapanla polise bilye atan teyze
bunun göstergesidir. Tomanın altına
yatan amcalar taş atan çocuklar bunun
göstergesidir. Halk adaletini arıyor. Ve
bunu kimin sağlayacağını da çok iyi biliyor. Devrimcilere güveniyor. Devrimcilerde halka güveniyor…
Gayrı durdurak yok…
25-26 dayanısma_sablon 7/15/13 3:38 AM Page 25
izlenim
izlenim
dayanışmanın gücü
deniz ekin
28 Mayıs'ta İstanbul'un orta yerinde
Taksim Gezi Parkı'nda yaklaşık otuz
kişi iktidarın kendi çarkına uydurduğu
yeni bir projesine karşı çadırlarıyla direnişe geçti. İktidar korkaktı ve nasıl
ki yıllardır bu ülkenin devrimcilerini
sabaha karşı yaptığı büyük "terör operasyonlarıyla" gözaltına almış, tutuklamışsa Gezi Parkı'nda çadır kurup
Topçu Kışlası projesine engel olmak
isteyenlere de öyle saldırdı. Fakat bu
sefer yanıldı, bu sefer artık sabrın sonuydu ve yüz binlerce insan artık
yeter diyordu. Sonraki günlerde gerek
internetten gerek okullarından mahallelerinden örgütlenen onlarca insan
bunun bir direniş olduğunu ve devam
edeceğini haykırıyordu. Bunun üzerine
iktidarın faşist saldırıları daha da arttı.
Fakat 31 Mayıs sabahı her şey daha
farklıydı, Gezi Parkı'na bir kez daha saldırılmış yine onlarca kişi gaza boğulmuştu. 31 Mayıs Cuma günü, okullarda
iş yerlerinde akşam saat 19.00'da Taksim'de olmak üzere sözleşiyordu insanlar
ve akşam vakitlerinde artık tüm haftanın
yorgunluğu yerini büyük bir coşkuya
bırakıyordu. Binlerce insan Taksim Meydanı'na akıyordu. 31 Mayıs saat 19.00'da
İstiklal Caddesi'nde yüzbin insan vardı..
Takım elbiseli insanlar, gençler, orta
yaşlılar, yaşlılar... İstiklal Caddesi'ndeydik
ve polis aralıksız biber gazı atıyordu.
Normal koşullarda yüz bine yakın insanın İstiklal Caddesi'nde durması çok
zordur fakat o gün aralıksız atılan
biber gazlarına rağmen kimse paniklemiyor, kimse ezilmiyor ya da kimse
bir yere sıkışmıyordu. Her şey daha
farklıydı sanki, gözlerimiz kapalı biber
gazından geriye çekilirken bir genç
önündekine çarptığında "pardon" diyordu ve ara sokaklarda avukatların,
doktorların olduğu bilgisi geliyordu.
Bu daha öncesinden alışık olduğumuz
bir durum değildi ve gözlerimiz kapalı
bir ara sokağa doğru çekilirken önümüze iki kişinin çıktığını fark ettik. Ellerinde ilaçlı bir su ve havlu var. Biri
yüzümüze ilaçlı suyu sıkarken öbürü
elindeki havluyla yüzümüzü temizliyor.
Gözlerimizi biraz açtığımızda birçok
insanın birbirine bu şekilde yardım
ettiğini görüyoruz. Ve o gün dayanışmanın direnişi ne kadar büyüteceğini
fark ediyoruz. O gece sabaha kadar
süren direnişte, barikatlar hazırlanırken
yüzlerce insan birlikte mücadele ediyor. Barikatlar birlikte kuruluyor ve
barikatın ardında cephe gerisi oluşturuluyor. Doktorlar hemşireler harıl
harıl çalışıyor.. Bundan sonraki günlerde direniş daha da büyüyor, inşaat
işçileri barikata malzeme taşıyor, tırlar
tomaların önünü kesiyor ve direnişi
büyüten en büyük etkenlerden biri
dayanışma oluyor. Taksim'in yakınlarındaki insanlar evlerini açıyor, yaralılar
için revirler kuruluyor, gönüllü doktorlar her an barikatın ardında bekliyor,
barikata evlerden eşyalar geliyor, gün-
haziran-temmuz 2013 | taVir | 25
25-26 dayanısma_sablon 7/15/13 3:38 AM Page 26
düz çalışan insanlar akşam işten çıkıp
barikata çatışmaya gidiyor. Herkesin
öfkesi ortak, sömürüye, zulme, hor
görülmeye karşı artık yeter diyen yüzbinler pes etmemek üzere ayağa kalkıyor. Bu öyle bir direniş ki artık tüm
Anadolu'ya yayılıyor.
Bir halkın öfkesinin karşısında dağ
olsa durmaz yıkılır gider. Öyle de
oluyor Taksim Meydanı kazanılıyor ve
halkın oluyor. Taksim Meydanı'nda ve
Gezi Parkı'nda tutulan nöbetlerde çadırlara o kadar çok yiyecek, içecek geliyor ki çoğunu yiyip, içmeye sıra gelmiyor.. Öyle bir dayanışma ki bu sanki
artık sokaktaki herkes arkadaş. Taksiler
para almadan çalışıyor, dükkanlar para
kabul etmiyor, yaşlı kadınlar makarna
yapıp direnişçilere dağıtıyor, diğer
apartmanlar makarna yapan kadınlara
paket paket makarna alıp yemek yapmaya devam etmesini istiyor, İstanbul'un her sokağı bir mevzi oluyor ve
her ev revire dönüşüyor.. Polisin her
saldırısında dayanışma galip geliyor.
11 Haziran Salı 20.15, katliam emri
alan polis bir kez daha sahnede... Yüz
binlerce insan saat 19.00'da Taksim
26 | taVir | haziran-temmuz 2013
Meydanı'nda toplanıyor, sloganlar, marşlarla tüm meydan inliyor. Bir saat on
beş dakika boyunca polisin herhangi
bir saldırısı söz konusu değil, öyle ki
artık herhangi bir şey olmayacağına eminiz biber gazından korunmak için taktığımız deniz gözlüğünü çantamıza koyuyoruz, gaz maskesini de boynumuza
indiriyoruz.. Fakat katliamlarla örülü tarihini taçlandırmak üzere bir kez daha
saldırı emrini veriyor devlet ve tepemizden biber gazı fişekleri geçiyor. Anlayamadığımız yalnızca Atatürk Kültür Merkezi'nin önünde polis bulunmasına rağmen biber gazları her yerden geliyor.
Kısa süre sonra fark ediyoruz ki bu bir
katliam provası ve bütün binaların üstlerine konuşlanmışlar. Gafil avlanıyoruz
işte.. Bir süre gözlüğü ve maskeyi takmaya çalışıyoruz fakat art arda gelen
yüzlerce biber gazından bu olanaksızlaşıyor.. En son tomanın su sıktığını ve
insanların çığlık attığını hatırlıyorum..
Sonrası az evvel birbirimize sarıldığımız
hiç tanımadığım bir kadının dizindeyim,
adımı ve kan grubumu soruyor, kan
grubumu koluma yazdığını fark ediyorum bayılıp bayılmadığımı soruyorum
meydandayız henüz, kadının beni konuşturmaya çalıştığını fark ediyorum
fakat ona cevap veremiyorum daha..
Bir süre sonra iki kişi olduklarını fark
ediyorum. Parka doğru çekiyorlar beni
ve Gezi Parkı'nın revirinde birçok insanın yaralı olduğunu ve herkesin kötü
olmasına rağmen birbirine yardım ettiğini fark ediyorum. Kendime geldiğimde kadına teşekkür etmek istiyorum,
o da çok kötü gözüküyor.. Beni bırakmadığı için teşekkür ediyorum ve yanındaki arkadaşıyla konuşurken beni
orada bırakmamak için uğraşırken telefonunu düşürdüğünü öğreniyorum..
Bu duruma üzüldüğümü ifade ediyorum ve "senin canın sağolsun" cevabını
alıyorum.. O akşam Taksim'de herkesin
birbirine bir kez daha nasıl yardım ettiğini görüyoruz. Ve bu dayanışma öyle
içten ki yine herkes hiç tanımadığı insanlar için bedel ödüyor ve yine herkes
faşizmi bir kez daha yere çalıyor..
Binlerce insanın yaralanmasına, sakat
kalmasına ve üç kişinin ölmesine rağmen direniş hız kaybetmeden devam
ediyor.. Direniş dayanışmayla örülüyor
ve büyüyor...Bir halk artık nankör suskunluğunu bir daha asla zulmün önünde susmamak üzere yere çalıyor.. Direnerek, dayanışmayla, hep birlikte...
27-28 adalet dedigin_sablon 7/15/13 3:43 AM Page 27
deneme
deneme
adalet dediğin ekmek su misali
gürhan torun
Bir tohum düştü toprağa, milyonlar
filiz oldu taştı, aktı meydanlara. Mesele
elbette üç ağaç değildi, yılların öfkesi,
sınıfsal ayrımın yaşandığı kindi. Ülkemiz
topraklarında emperyalist işbirlikçiler
kol gezerken, sömürge yolunda yeni
yeni adımlar atılıp, ülke talan edilirken
elbette mesele üç ağaç değildir. Çocuk
yaşta kızlarımızın rızası var denilip, tecavüzcüleri koruyan savcı ve hakimlerin
olmayan adaletidir mesele. Önüne gelen; doktor, öğretmen, sanatçı, işçi
emekçi, mualif tüm kesimleri, faşizan
uygulamalarla gözaltına alıp tutuklamaktır mesele. Siz hangi üç ağaçta
takılıp kaldınız, biz sınıfsal bilincin, bilimselliğin savunucularıyız ve biliriz
ki bu bir rastlantı değildir. Yarattığınız
tüm hukuksuzlukların, sokak ortasında
öldürülen, sakat bırakılan insanlarımızın, üç kuruşa reva görülen yoksul
halkımızın, size duyduğu nefretin göstergesidir.
koyun değil, gelir sizin tüm planlarınızı
alt üst eder. Üç beş günle bitecek sandığın, ortalığın durulacağı, umduğun
günler daha gelmedi, gelmeyecekte…
Ta ki o güzel güne duyulan özlem bitmediği sürece, durulmayacak bu halk
biline. Padişahlığa özenip de geldin,
alaşağı olacaksın. Arada burjuva babalarını dinliyorsun sakinlik olsun, ortalık
durulsun diye. Unutma bu halk uyandı!
Verdiğin fetvalar işe yaramaz artık. Faturan da kabardı, senden adalet bekleyecek de değiliz, Nenemin bir sözü
vardır: ‘’ Nerede bir adaletsizlik varsa
dön yüzünü halkın adaletine bak ’’
der. O gün bugündür, çocuk yaşımdan
beri bu cümleyi idrak etmeye çalışırdım.
Şimdi anlıyorum, adaletsizlik bunca
Ey Efendiler! Çoban olmayı bile beceremezsiniz siz. Onun onuruna, doğanın kokusuna, kavalın sesine elde
değnek koyunlarını güden çobanın
tırnağı olamazsınız. Kaldı ki halkı koyun
edip sürmeye yeltenirsiniz, bu halk
haziran-temmuz 2013 | taVir | 27
27-28 adalet dedigin_sablon 7/15/13 3:43 AM Page 28
insana yaşatılırken, kimden
adalet bekleyecektik ki, Bu
düzenden değildi elbette,
her sistem kendi hukukunu uygulardı çünkü. Tekelci burjuvanın korunması
demek; ona göre yasalar
çıkartmak, hukuk sistemini
ona göre ayarlamak, yeri
geldiğinde korumak için
düşmana saldırır gibi halk
ile savaşmaktı. O zaman
biz yüzümüzü hep halkın
adaletine döneceğiz.
Adalet dediğin ekmek su
gibi! Bizim oralarda adalet
dedin mi, Baba İshak gelir
akla Dönemin Selçuklu
devletini halka teşhir etmiştir. Ahlaksızlıklarını, talancı ve sömürücü olduklarını, halka yapılan zulmü
anlatıp bilinçlendirip bir
halk örgütlenmesi yaratmıştır… Ve Türkmenlere, Kürtlere, Hıristiyanlara, kurtuluşun yolunu göstermiştir:‘’Silahlanın, hazırlanın, işaretimi
bekleyin! Bizim de günümüz gelecek…’’ demiştir. Tarih, 3 Ağustos 1239’u
gösterirken elli bin Babai, Selçukluya
karşı ayaklanmıştır! Amasya’dan Tokat’
a Sivas’ dan Malatya’ ya halkın öfkesi
isyan ateşini korlamış Selçuklu’ nun
kalelerini birer birer düşürmüştür. Baba
İshak halkın adalet sesi olmuş, adaletin
adı; kurtuluşa kadar savaş olmuştur.
Adalet dediğin ekmek su gibi, Osmanlının zulmüne karşı Bedreddin çıkar, Anadolu’nun dört bir yanında örgütlenmeye gider. Aydın ve Tire arasında ki, Cuma Dağların’ da Börklüce
Mustafa Karargahını kurar ve halka
zulmeden, aşını, ekmeğini elinden alan
bey ve adamlarına, askerlerine karşı
vur kaç taktiği uygular, düşmanı defalarca yenilgiye uğratır. Manisa’ da
Torlak Kemal’ in önderliğinde Ahiler
ve Yahudiler Osmanlı’nın zulmüne
karşı ayaklanır. Ege bölgesinde birçok
28 | taVir | haziran-temmuz 2013
yeri halk ile denetime almışlardır. Adalet
halkın elinde, kurtuluşa kadar savaşmak
olmuştur.
‘’ Ve her baş düşerken yere
Çarmıhından Mustafa
Baktı son defa.
Ve her yere düşen başın
Kılı depremedi:
-İriş Dede Sultanım iriş!
Dedi bir, başka bir söz demedi ‘’ *
Onların açtığı yolda halkın adaleti süregelmiştir. Osmanlının; dağ hırsızları, haydutlar dediği, dağların efeleridir. Haklının
yanında, haksıza karşı duran eşkiyalar,
Anadolu halkının dilinde masal, türkü,
ağıt olup akmıştır tarihe. Atçalı Kel Mehmet Efeden, Çakırcalı Mehmet Efe’ye
halkın adalet sağlayıcıları olmuş, günümüze kadar yayılmıştır.
Adalet dediğin ekmek su gibidir, o olmadan zulümdür insana hayat. İhtiyaçtır,
olmadı mı yaşayamaz insan. Kızıldere’
den bugünlere Mahir olmaktır, halkın
adaleti. Onlar ki gökte yıldız, yerde
Mahirce, elde mavzer Şanlı Alişan’ dır.
Onlar halkın adaleti, özlemlerine sestir… Şimdi; Ankara’nın orta yerinde,
Kızılay da bir genci vurdu, yezidin dölleri. Adı: Ethem Sarısülük; yiğit, elleri
heybetli, şekil verir demire. Bir işçi,
emeği alınteridir. Sol yumruğunu sıktı
mı, korku salar düşmana, yürür üstüne
üstüne… Yüreğinin sesidir Adaleti,
dinledi taştı yüreği, çıktı meydana,
durdu zulmün karşısında… Varsa cesaretiniz gelin dedi. Ankara Kızılay'da,
bir kahpe, vurdular ETHEM’İ! Kalleşçe!
Yığıldı yere, aktı kanı, milyonlar oldu
ETHEM…
Katlettiler; Katilleri belli, ülkemizi adeta
satılığa çıkaranlar, dünya halklarına
savaş açan ABD emperyalizminin işbirlikçileri. Biliriz aklarlar katilleri, biliriz
yoktur onların adaleti. Sözün sonu yerine gele ve biline, amma velakin durduğunuz yerde korkun,vardır halkın
ADALETİ!!!
29-30 oysa simdimeydanda_sablon 7/15/13 3:45 AM Page 29
öykü
öykü
oysa şimdi meydanda
hazal kara
Sobanın içinde yanan bir tahtasın
sanki. Yandıkça, kül oldukça soba
borusundan yukarıya doğru ilerliyorsun adım adım. Ve ışığı gördün.
Gökyüzü masmavi, bulutlar var beyaz... Ve sen nefes almak için çıkıyorsun bacadan. Yukarıda kuşlar var.
Daha önce hiç böyle sevdalı uçmamışlar. Oysa sen onları daha önceden
tanıyorsun. Yemyeşil dallarının olduğu zamanlardan tanıyorsun. Dalına
konup dertleşen kuşlar değil mi onlar? Yeniden karşılaşıyorsunuz... Şimdi
o sevdalı kuşun kanadına renk katacaksın.
Kuşun kanatları havalanıyor. Ve uçmaya
başlıyor. Tepesinde, tam tepesinde bir
helikopter var. Nedir diye anlamaya
çalışıyor kuş. Ne nedir derken kafasını
kaldırmasıyla gözlerinin yanması bir
oluyor. Telaşa kapılıyor. İşin doğrusu
daha önce böylesine yanmamış canı.
Gözlerini zor açıyor. Hava kararmaya
başlamış. Bir alev yükseliyor gökyüzüne
doğru. Alevin içinden koşup gelen bir
delikanlı... Yürekli bir slogan atıyor.
Aşağıya bakıyor kuş. Aşağısı kalabalık.
Bir tane araç tepesinden su fışkırtıyor.
Kuş önceleri biraz şaşırsa da araba suyu
kasıtlı şekilde insanların üzerine fışkır-
tıyor. Etraf sanki savaş alanı... Sanki
her şey bir anda olmuş gibi geliyor
ona dün böyle bir şey yoktu bugün
ne oldu diyor kendince... Merak ediyor
sebebini. Bir yere konup beklemeye
karar veriyor. Bir yandan da olanları
anlamlandırmak istiyor aslında. Sonra
kasklı üniformalı adamlar geliyor. Elindeki silahı sıkmaya başlıyor. Tetiği
çekince etraf toz duman oluyor. Birinin
omzuna geliyor attığı fişek. Yere yığılıyor, yanındaki tutup kaydırıyor vurulanı. Can havliyle koşuyorlar. Sanki
arkalarından azgın bir canavar koşuyor. Dar atıyorlar kendilerini barikatın
haziran-temmuz 2013 | taVir | 29
29-30 oysa simdimeydanda_sablon 7/15/13 3:45 AM Page 30
arkasına. Barikat yanıyor alev alev.
Bir zincir kurulmuş. Elden ele taş taşıyorlar barikata. Genç yaşlı herkesi
görüyor orada.
Birden balkonunda beklediği Ayşe
teyzesini görüyor barikatın arkalarında.
Ayşe teyze tanınmaz halde. Gözünü
karartmış, tüm korkularını balkonunda
bırakmış gelmiş meydanlara. Oysa
daha dün gibi geliyor tanık olduğu
sohbetler.
Ayşe teyzenin kapısını aşındıran bir
kız vardı. Gelir gider anlatır dururdu.
“ Ayşe teyzeciğim sen bugün inanmıyorsun, güvenmiyorsun ama bu
30 | taVir | haziran-temmuz 2013
adam olmaz dediğin insanlarla hep birlikte omuz omuza savaşacağız gün gelecek. Güven onlara... El ele vermezsek
nasıl yıkarız zülmu. Evimizi yıkmaya
geldiklerinde kimle kırarız düşmana
atılacak taşı?” Böyle demişti. “Olsun kızım kaderdir hem onlar gelene kadar...”
dedi durdu hep Ayşe teyze. Oysa şimdi
emzirecek sütü olmayan genç kadınların gözyaşlarını biliyor. Paramparça
ayakkabısıyla kara kışta okula giden
ilkokul çocuklarını biliyor. Tanıyor
çünkü akşam evine ekmek getirmek
için çalışan işçileri. Hepsinin balkonuna
konmuşluğu, dertlerini dinlemişliği
var gri kanatlarının...
meydanda. Sokak sokak, barikat barikat
savaşıyor yıkılası düzenle.
Yanarken kanatları, ve yanarken tüm
şehir, insanlar yaralanır ölürken anlıyor
tüm yaşanan acıları... Sesler duyuyor
hala...
Derken kuş havalanıyor, gökyüzünün
karanlığına karışıyor... Gördükleri yetti
aslında ona. Tüm bu savaş havasını solumak yetiyor küçük kuşa. Ayşe teyzenin
sorunlarını anlıyor. Yıllardır canına tak
etmişliğini görüyor. Göğsünde bebesine
Arkadaşlar barikata...
Gel gel gel...
Polis simit sat onrlu yaşa!!
31-32 röportaj_sablon 7/15/13 3:52 AM Page 31
röportaj
röportaj
halk ne diyor?
tavır
Taksim nedir?
Faşizm nedir?
Adalet nedir?
1. Taksim bizim daha önce yürüyüşlere,
mitinglere gittiğimiz bir yerdi. Sonra
ne olduysa oldu, kapattılar. Biz de
daha gidemedik. Ama bundan sonra
tutamazlar hep gideceğim.
2. Kardeşi kardeşe kırdırmaktır. Halkın
karşısına halk çıkartılır mı hiç? Hep
yalan söylüyor o hep yalan.
3. Gireceğiz taksime adalet o olacak.
Biz onu istemiyoruz Tayyip daha neler
yaptı ki kötülükten başka, yalandan
başka, hırsızlıktan başka. O gitsin, biz
başımıza getirecek birini buluruz.
tencereden taşar. bu halk da öyle, taştık
tencereden artık.
Bektaş Amca:
1. Tertemiz çocuklar, çıkmışlar oraya
çarpışıyorlar. Aferin onlara aklım hep
orda ama hastalıktan gidemiyoruz ki.
2. Pişirdiği yemeği aşçı başı yemezse
kimse yemez. Tutmuş kendi yemediği
yemeği bize yedirmeye çalışıyor. Halk
oylaması diyorsun yanaşmıyor, yasaya
kendi uymaz. Bütün suçun başı Tayyip
Erdoğan. Hiç başka bir yerde aramayın
o da bizim için faşizmdir. Adam diktatörlük yapıyor.
3. Yargıyı falan tanımıyoruz. Tayyip
bizi Suriye gibi çarpıştırmak istiyor.
Adalet biziz.
Mustafa Amca:
1. Gençken Taksim'de kız arkadaşlarımızla buluşmak için randevu ayarlardık, sonra ben iş yerinde devrimcilerle
tanıştım. Taksim'e hep yürüyüşe gider
olduk. Taksim o gün bugündür benim
için eylem yeridir.
2. Polis devleti demek faşizm demek.
Devamlı yaptıkları iş, bölmeye çalışıyorlar, yalan söylüyor. Şimdi onun askeri polis. Faşizm bu.
Kasım amca:
1.Ben 40 senedir bu mahallede oturuyorum. Taksim demek çok güzel
çatışmalar demek bizim için.
2. Halkı kışkırtmaktır faşizm. Halkı uçuruma sürüklemektir. Yalan söyleye
söyleye, kötülük yapa yapa nereye
kadar. Bölücülük yapıyor. Ama başbakanı da istemiyoruz bunda da netiz.
3. 11 senedir bizi perişan etti. Halka
yazık o gitsin adaleti sağlayanlar muhakkak olur. Mahallemizin gençleri
sağlar adaleti. Su kaynarsa ne olur,
haziran-temmuz 2013 | taVir | 31
31-32 röportaj_sablon 7/15/13 3:52 AM Page 32
3. Adalet devrimcilerde, bir de biz o
kadar. Bak 44 yıldır Okmeydanı'nda
oturuyorum. Hep yazar bizim çocuklar
adalet adalet diye. Aha git onlara sor
adalet nerde diye. Anlatırlar sana hemen halkın adaletini.
Safiye Abla:
1. Taksim uyandığımız son noktaydı.
Evvelinde FSM'yi yıka yıka geldiler
uyanamadık ama Taksim uyandığımız,
son damla olan yerdi. 11 yılın birikimi
bir yerden patlak vereceği belliydi.
Buradan patladı.
2. O polislerin de anneleri var. Onların
hiç vicdanları sızlamıyor mu? Sen milyonlarca insana işkence edeceksin,
onların hayatlarını söndüreceksin. Vicdanın sızlamayacak hem de bunun
üstüne para alacaksın işte faşizm budur
kızım.
3. Ben bu adama başbakan diyemiyorum, böyle adamdan başbakan olmaz. Vatanını, milletini satan adamdan
başbakan olmaz. Adalet cumhurbaşkanının, başbakanın, bütün hükümetin
istifa etmesi demek şimdilik. Etmezlerse daha beter olur onlar için.
32 | taVir | haziran-temmuz 2013
Berber Abi:
1. Taksim bizim için insanların patlama
noktasını ifade ediyor şu an. Biz esnafız
insanlara da soruyoruz, görüyoruz.
2. Faşizm insanları insan olarak görmeyen, insanları ezmeye çalışan, sömüren
bir sistemdir.
3. Adalet benim için hakça paylaşımdır.
Cd'ci abi:
1. Benim için eskiden gezmeye gittiğim
yerdi, şimdi çatışmaya gittiğim yer.
2. Faşizm bu mahalleye polisin girmeye
çalışması demek.
3. Ben burada kar kış soğukta cd satarken
o adamların gezmesi adaletsizlik. Onların
da bizim çektiğimiz gibi yoksulluk çekmesi, yokluk çekmesi adalet olur.
Hakkı abi:
1. Taksim direniş artık bizim için.
2. Faşizm ırkçılığı ifade ediyor. Nazi Almanya'sındaki yapılanlar aklıma geliyordu şimdi AKP geliyor.
3. Adalet herkese lazım ama unutmasınlar bugün başta olanlar için de sonradan onlara lazım olacak. Biz de
onlara adaletli olacağız ne yapalım.
Değil mi?
Satı teyze:
1. Taksim harabeye dönmüş durumda.
Çok mu lazımdı böyle yapmaya.
2. insanları halkı ikiye bölmektir. Ayırmaktır ayrımcılık yapmaktır, kendi etrafındaki insanları koruyup diğer insanları yadırgamaktır.
3. Adalet deyince aklıma halkın kararı
gelir. Tayyip'in kararı gelmez. Söylemek
istediğim bir şey daha var halkın zayıf
düştüğü nokta yarım kilo zeytin, bir
kilo peynir.
Bir esnaf:
1. Tayyip'in satmak isteyip de satamadığı yerdir Taksim.
2. Kendisini düşünmektir, halkı düşünmemektir. Halkın malını halka sormadan satmak, talan etmektir.
3. Adalet o boyu devrilesice adama
çok lazım olacak. Bir tek bunu söylüyorum.
33 tutsaklardan_sablon 7/15/13 3:47 AM Page 33
mektup
mektup
merhaba sevgili berkin...
tekirdağ 2 no’lu f tipi hapishanesi
özgür tutsaklar
Sen şimdi 14 yıllık ömrünün en
derin uykusundasın. Rüyanda neler
görüyorsun bilinmez. Lakin biz seni
görüyoruz Berkin. Yüzünde ışıldayan
gözlerinde umudu görüyoruz çünkü.
Ve umudu gördüğümüz her yerde
yarınlara dair filizler yeşeriyor yüreğimizde.
Ne varsa korktukları, kilit altında olsun
isterler. Sokaklar kilit kilit kapansın
üstüne insanların, meydanlar yalnız
gökdelenlerden görünen süslü havuzlardan ibaret olsun ve yürekler
bile kilitlensin açılmasın bir daha, çoraklaşsın, ıssız bir çöle dönüşsün isterler.
Onlar, Berkin, onlar beton imparatorluğunun tahtına kurulmuşlardır
ve yeminlidirler gölgesini satamadıkları ağaçları kesmeye. En çok da
yüreğimizde yeşeren filizlere düşmandırlar.
Oysa halk bir deryadır ki, engel tanımaz Berkin, kilit vurulmaz dalgalarına.
En öfkeli haykırışlarla döver zulmün
kıyılarını ve parçalar prangalarını.
Yalnız yeşile mi? Sarısına, kırmızısına
bayraklarımızın, göğün mavisine,
senin gözlerinin karasına... Hayatı
halkça renklendiren her şeye düşmandırlar.
Zırhları, kalkanlarıyla meydanları kuşatmaları şehirleri gaz bulutlarıyla
boğmaları bundan. Ve bundan kara
gözlü kardeşlerimizi gördükleri her
yerde kırmak istemeleri. Büyük korkularından! Ya büyürseniz diye, ya
dalga dalga yürürseniz diye!..
Boşuna, parmak ile sayılmayan kırmak ile tükenmeyen halkız biz! Yalanlarını aşıp geçeceğiz. Kilitlerini
kırıp geçeceğiz. Kar etmeyecek zırhları kalkanları... Söz sana!
Seni bekliyoruz Berkin. Uyan ki yeniden koşalım Okmeydanı sokaklarında, her daim yürekli, mert, özgür
sokaklarımızda.
Sevgili Gülsüm ana Sami baba duvarlar ve tel örgüler engel değil,
aynı göğün altında Berkin’in başucundayız sizinle. Yüreklerimiz onun
yeniden sağlığına kavuşması umuduyla çarpıyor. Ve elbette bunun
sorumlularına olan öfkeyle... Geçmiş
olsun dileklerimizi; umut ve direnç
yüklü selamlarımızı yolluyoruz.
haziran-temmuz 2013 | taVir | 33
34-37 dizi _29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:48 AM Page 34
eleştiri
eleştiri
“halk için emniyet,
adalet için hizmet” kalsın istemez
halkın adaleti yeter bize
güzin ergenç
168 yıldır varlığını sürdüren bir teşkilat
polis teşkilatı. Yani bu demek oluyor ki
memleket topraklarımızda 168 yıldır
resmi işkence kurumudur polis teşkilatı. Kayıplar, katliamlar, işkenceler, infazlar, gözaltılar, rüşvet, tecavüz ve daha
niceleri. Polis dendi mi Türkiye halklarının aklına ilk bunlar gelir. Çünkü polis
teşkilatı sadece devletin çıkarlarını, doğalında Türkiye hükümetinin uşaklık
ettiği emperyalizmin çıkarlarını korumak
için kurulmuştur. Tüm bunların meşruluk kazanması ve yasallaşması için evvelinde kampanyalar gerekecek. Çünkü
hiçbir silah, hiçbir bomba öfkeden daha
hissedilir veya öc alma duygusundan
daha üstün değildir. Adalettir bunun adı
ve adaleti sağlamak yalnız ve yalnız
ezilenlerin hakkıdır. Bu sebeptendir ki bir
meşrulaştırma kampanyasına ihtiyaç
var, esasında hep vardı ve meşrulaştırmak, sevimli göstermek için ellerinden
gelen her türlü aracı kullandılar.
Bir ülkeye tankınızla, topunuzla, ağır silahlarınızla girebilirsiniz ama hiçbiri kültür silahı kadar etkili olamaz. Şayet etkili olsaydı Amerika zaten Türkiye'ye
tankıyla, topuyla girmişti bile çünkü, bu
ülkenin iktidarlığına soyunmuş her uşak
34 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013
vatanı anahtar teslim eder gibi satmaya dünden razı. Ne demiştik kültür silahtan daha etkili. Öyle ya hem halkın düşünmesini istediği fikirleri, inanması istediği düşünceleri empoze ediyor hem
de insanlar bunu kendi izliyor. Tercih meselesi haline getiriyor ki ’yaptık izleyeni oldu’ desinler. Bunun için Anadolu kültürümüzü yok etmek, beyinlerimizi yıkamak, düşüncelerimizi kirletmek için
diziler aracılığıyla bir kültür şekillendiriyorlar. Bu kültür burjuvazinin kültürü,
halkların kültürü değil. Bu kültür burjuvazinin rahat rahat beyinlerimizde, fikirlerimizde, yaşamlarımızda, vatan topraklarımızda, evlerimizde cirit atmak için
yaygınlaştırdıkları bir kültür, dizi kültürü. Öncesinde de dizi kültürüyle ilgili
dergimizde yazılarımız olmuştu. Diziler,
filmler aracılığıyla yalanlar doğru, gerçekler yalan hale getirilmeye çalışılıyor.
Yıllardır dünyanın her yerinde işkenceci, katil polis teşkilatı aklanmaya çalışılıyor. Bunun için yapılıyor tüm bu polisiye diziler. Komiser Kolombo vardı
1980’lerde. 90’larda ise en çok bilinen
ve sevdirilen yedi bölüm şeklinde çekilen Polis Akademisi filmi oldu. Neden?
Çünkü; gençler, delikanlılar, ülkelerini seviyorlar ki polis olmak istemişler, istese-
ler başka şeyler de yapabilirler ama
onlar ölmeyi göze alarak seçiyorlar bu
mesleği. Üstelik çok da zekiler, espriler
havalarda uçuşuyor. Namuslular, ahlaklılar, çalışkanlar, hiçbirinin dini, dili, ırkı
belirleyici değil öyle değil mi? Böyle göstermiyorlar mı dizilerde, filmlerde? Evet,
böyle gösteriyorlar. Peki gerçekten böyle mi? Hayır, değil! Ama buna inandırmak, güven sağlamak, sevdirmek, aileden biri gibi (esasından insan evladı gibi)
göstermek için değil mi tüm bu diziler,
filmler? Bizim ülkemizde ise 2006’dan bu
yana Arka Sokaklar dizisi ve şimdilerde
ise Show Tv’de yayında olan Herşey
Yolunda Merkez var. Biz Polis Akademisi filmine benzer olan Her Şey Yolunda
Merkez’i ele alacağız.
Dizinin ilk bölümü her telden değişik
gençlerin polis akademisine başvuru
yaptıkları ve mülakata girdikleri günü
anlatır. Gerçekten de her teldendir bu
gençler; zengin kız, babası polislik yaparken ölmüş genç, süslü, şişman ama
polis olmak için canını dişine takmış
genç kız, erkek fatma, birinci sınıflarla
uğraşan ikinci sınıflar, bir Karadenizli, bir
doğulu Kürt genci, yetiştirme yurdunda büyümüş yetim genç kız (devleti ona
34-37 dizi _29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:48 AM Page 35
bakmış o da devletine olan borcunu
ödemek istiyor), dersi kaynatan haylaz,
her cümlesi teknolojik olan efe genç.. bu
liste uzadıkça uzuyor. Çünkü memleketimizin her köşesinden polis olmak için
gelen güzide halk çocukları görüntüsü
verilmeye çalışılıyor.
Zengin kız Yasemin, paraya pula tamah
etmeyen, zeki, güzel ve polis olmak için
tüm gemileri yakmış. Babasının servetinden, villalarda yaşamaktan, nerde akşam orada sabah eğlencelerden her şeyden soyutlamış kendini, çünkü dünyanın en kutsal işini, polisliği okuyup,
vatanına milletine hayırlı bir ‘türk polisi’ olacak. Bir de Selçuk var; fakir ama gururlu genç, babası polislik yaparken
ölmüş. Şehit demiyoruz çünkü şehitlik
konusuna birazdan geleceğiz. Bir anacığı, bir de kız kardeşi kalmış geriye. Kız
kardeşi tam bir özenti, burjuva özentisi abisi de kardeşini kaptırmak isteme-
diği burjuvaziye hizmet için polislik okuyor. Karadenizli, zeki mi, değil mi belli değil. Şive olunca hemen gülmelik bir sahne olur gibi seviyesizce bir düşünceyle,
karşısına bir de Kürt genci konmuş. Bu da
her Kürt kötü değildir gibi aşağılıkça bir
oyunla ekleniyor dizi ekibine. Süslü var
bir de tek derdi kırışmamak, yaşlanmamak, kilo almamak, bir başka anlatımla
düzenin yaratmaya çalıştığı güzel olma
tekniklerini kullanan kız. Erkek fatma, en
kavgacı erkekten daha kavgacı, en maço
erkekten daha maço, sokak kültürüyle büyümüş genç bir kız. Yemek yemekten başka bir şey düşünmeyen, duyduğu her kelime ona bir yemeği çağrıştıran genç bir
kız. Korkak, duyduğu her sesten korkan, talihsiz, her türlü kaza, bela başına
gelen tırsak delikanlı. Doğal halk tiplemeleri olmadan bir dizi, dizi olabilir mi? Dalga geçecek karakterlere ihtiyaç var. Bu tiplemelerde okulun hademeleri Sıdıka ve
Şakir. Yöresel konuşmaları, peltekleşme-
leri, saf sevgileri, her şeyleri dalga malzemesi. Halktan insanlar ya, gerçekler,
aşağılanmayı hak ediyorlar o yüzden. E
tabi bu polis okulunun bir de müdürleri var. Asi, cesur, hiçbir şeyden korkusu olmayan müdür yardımcısı. Bir müdür yardımcısı daha var o da kaypak, çıkarcı, küçük hesaplar peşinde. Bir de
müdire var o da cesur, korkusuz, teşkilatına ölümüne bağlı. Bu idari komiserler gibi olmak lazım mesajı var ortada.
Haksızlığa gelmezler, hak yemezler,
hak yedirtmezler, cesurdurlar, vatanlarını tehdit eden her şeyin üstüne ölümüne giderler. Öyle ya onlar TÜRK POLİSİ,
onlardan daha cesur, onlardan daha
korkusuz, onlardan daha ahlaklı, daha
onurlu, daha... var mıdır? İmkansız!
Olamaz!
Sizlere ilk bölümden bir örnek verelim.
Mülakat sırasında her gelen genç polis
adayları onurlarıyla, namuslarıyla geli-
hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 35
34-37 dizi _29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:48 AM Page 36
yorlar. Ama bir tanesi var ki, milletvekili amcasının kartının masanın üzerine
koyuyor ve amcasından selam getiriyor.
Diyalog şöyle;
"Bu amcamın kartı, amcamın size selamı var.”
Kadın olan müdür kartı eline alır ve alaycı bir edayla;
“demek amcan selam söyledi” der.
- Evet, şu an seçim bölgesinde kendisi,
yoksa muhakak o da burada olurdu, der.
- Hoş geldin yavrum, ben Vakıf Bilir, amcana sevgilerimi iletirsen sevinirim.
- Yorulduysan otur çocuğum.
- Yok, amcam selamımı söyle onlar anlar dedi.
Diğer müdür; “ Ya anlayışımız kıtsa”
diye atlar söze.
Kadın müdür hemen araya girer; “Bir dakika bir dakika, müdürüm” der.
- Hıhh, çıkabilirsin.
- Aday; “Bu kadar çabuk mu?”
- Evet bu kadar çabuk, hem de bir an
önce amcana gider selamımı söylersin,
polis okulunu kazanamadığını iletirsin.
- Ne yani, kazanamadım mı?
- Aynen öyle kazanamadın. Polis olmak
için önce yürek gerek yürek, torpil değil. Git bunu da söyle.
- Bakın yanlış yapıyorsunuz.
- Çık dışarı çık.
- Buna pişman olacaksınız, amcam size
haritadan yer beğendirecek.
- Bu haritadaki her yer bizim için kutsaldır, bu vatanın her bir karışını beğeniriz biz delikanlı.
- Bakalım Allah’ın dağına da gidince
öyle konuşacak mısın?
Erkek müdür araya girer: “Çık dışarı
terbiyesiz, saygısız çık.
Kadın müdür: “Sakin olun müdürüm,
lütfen lütfen. Ateş olsa cürümü kadar
yer yakmaz. Biz buraya namusumuzla,
şerefimizle geldik. Namusumuzla gitmek bize dokunmaz.” diyor memleketlerini, vatanlarını, halkını bu kadar
çok seviyorlar yani!
Halkını seven polisler öyle mi? Yıkımlarda iki göz kondusunu yıktırmak istemeyen yoksul halkın karşısına coplarıyla
polis çıkmıyor, emeklerinin karşılığını
alamayan milyonlarca işçinin grev ka-
rarını aldığında karşısına kimyasal gazlarıyla çıkanlar da polis değil! Ve polisler vatanlarını, Türkiye halklarını öyle
çok seviyorlar ki halkı sömürene karşı,
zulmedene karşı halkı koruyorlar öyle
mi? Bu yalana inandırmak için mi yapılıyor tüm bu diziler? Yapmayın boşuna,
halkı katlettiğiniz yetmiyormuş gibi
bir de aptal yerine koymaya çalışıyorsunuz. Halkımız bilmiyor mu zannediyorsunuz sizlerin kim olduğunu, sizlerin kimleri koruduğunuzu? Tekel grevinde milyarca doları saklayıp işçilere vermeyen patronun kapısının önünde
sıra sıra dizilmiş, saldırı emrini ağzınızdan salyalar aka aka bekleyen siz değil
miydiniz?
Amerika’nın gelip bayrağını vatan topraklarının orta yerine dikip, cumhurbaşkanının bile Amerikalı komutandan
izin almadan giremediği Adana İncirlik
Üssü’nün kaldırılması için kampanya
başlatan ülke gençlerinin üzerine kimyasal gazlarla, coplarla, TOMA’larla saldıran siz değil miydiniz? Hakkı olan parasız eğitimi istediği için gençleri işken-
34-37 dizi _29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:48 AM Page 37
celerden geçirmediniz mi? Kendi vatan
topraklarımızda yasal hakkını kullanan emeklilere, memurlara, avukatlara,
işçilere, sanatçılara, öğrencilere, halka
saldıran hangi ülkenin polisi?“HALK
İÇİN EMNİYET, ADALET İÇİN HİZMET”
halkın sizden emniyetlerini sağlamasını istediğinizi nereden çıkardınız? Ama
yok, İstanbul Valisi çıkıp diyor ya“Burası kimsenin ahırı değil” diye. İşte memleketi, vatan topraklarını ahır diye nitelendirecek kadar seviyorsunuz siz memleketinizi. Sizlere de bunu öğretiyorlar
zaten, önce vatan topraklarının nasıl satıldığını, sonra katilliği, işkenceciliği, tecavüzcülüğü. Bu öğrendiklerinizle vatan, millet demagojilerine ancak siz ve
sizin gibi vatan hainleri inanır. Başka da
kimseyi inandıramazsınız.
Her uyuşturucu mafyasının başında
muhakkak ya eski ya da hala görevde
olan emniyet müdürleri var, organ
mafyalarının, çetelerin, katil sürülerinin,
faşist saldırı yapılanmalarının hepsinin
başında emniyet müdürlüğüyle ilişkisi olan birileri var mutlaka. Bu tesadüf
mü? Bunları da anlatsanıza o çektiğiniz
dizilerde. Seher Şahin’den, Mehmet
Akif Dalcı’dan, Hasan Selim Gönen’den
de bahsetsenize. İrfan Ağdaş’tan bahsetsenize. Yoksa cesaretiniz mi yok
bahsetmeye? Oysa ki halkı katledenlere güzellemeler yapmaya, methiyeler
düzmeye cesaretiniz var. Senaryoyu
kim yazıp veriyor sizlere? İstanbul valiniz mi, emniyet müdürünüz mü, başbakanınız mı? Kim verirse versin, isterse mitinge adam toplamak için paralar
saçtığı gibi dizileri izletmek, insanları
kandırmak için de para saçsın. Halkımız
bu yalanlara inanmıyor. İnanmadı,
inanmayacak da!
http://www.iem.gov.tr/iem/ bu siteye
bir girin bakın, sayfanın en başında animasyon spotları var. Halkı kandırmaya
çalışmanın böylesi pervasızlıkları daha
aymazca olamazdı. Diyorlar ki; “Polis gittiğiniz maçta güvendir” daha yeni İkitelli Spor Klübü’nde futbol maçı sonrasın-
da 18 yaşın altında gencecik çocuklara
gazlarla, coplarla saldırmadınız mı? Beşiktaş maçını bekleyen taraftarlara Dolmabahçe’de, Fenerbahçe taraftarlarına
Kadıköy’de saldırmadınız mı? diyorlar
ki: “Polis, yürüdüğünüz caddede güvendir.” Gezi Parkı direnişleri sırasında ülkemizin her caddesinde TOMA’larla, kimyasal gazlarla, coplarla saldırmadınız mı halka? Dört insanı katletmediniz mi? “Polis,
çocuklarınızın okulunda güvendir” 17
Kasım 1992’de Küçükarmutlu’da okulda
konuşlanan panzerle 7 yaşındaki Sevcan
kızımızı ezmediniz mi? Okmeydanı Tülin
Manço İlk Öğretim Okulu’nda 24 saat çocuklarımızın oyun oynadığı okul bahçesinde beklemiyor musunuz? Okul bahçesini, caddeyi, sokakları gaza, plastik mermiye boğmuyor musunuz? “Uykusuz
gecelerimiz sizin içindir” kimin içindir, uykusuz kaldığınız gecelerde o çok büyük
devletinizin korktuğu devrimcilerin evlerini, demokratik kurumlarını basmakla meşgulsunüz, işkencelerle kafalarını,
gözlerini kıra kıra evlerden aldığınız
gençlerimize işkence etmekle meşgulsünüz. Daha hangi güvenden bahsediyorsunuz? Polis hiçbir yerde, hiçbir koşulda güven teşkil etmez, etmedi, etmeyecek! Halkımız bu yalanlarınızı görmüyor
mu zannediyordunuz? 11 yıl boyunca
sustu, çekindi belki ama görün şimdi halkın ayaklanmasını. Sokaktan geçerken
bile halkın öfkesine maruz kalıyorsunuz. Pencerelerden, balkonlardan bağırıyorlar size. Katilliğinizi, işkenceciliğinizi, tecavüzcülüğünüzü artık saklayamıyorsunuz. Milyonlarca insanın öfkesi, kini
üzerinizde.
Katliamlarınızı daha kolay, daha rahat yapasınız diye kimyasal gazlarınıza her
gün bir yenisi daha ekleniyor. Biber gazı,
portakal gazı, içeriği ağırlaştırılmış gaz,
sis gazı, ses bombaları, TOMA’lar, akrepler, MP5’ler, plastik mermiler size onlarca teçhizat sağlanmasına rağmen hala
korkuyorsunuz. Hala halkın yanına silahlarınız olmadan, kasklarınız, kalkanlarınız,
coplarınız olmadan yanaşamıyorsunuz.
Siz de biliyorsunuz, halkın ellerine geç-
tiğinizde sizleri bir kaşık suda boğacak
kadar öfkeli olduğunu. Hani nerede
güven abidesi polis teşkilatı? O büyük
emniyet müdürlüğü? Güven propagandası yapmak için kullandıklarınız neredeydiler? Rıza Baba’larınız ortaya çıkmadı nedense, o polise güven reklamlarında oynayan, İstanbul’un her yerinde billboardları süsleyen popçularınız
da yoktu ortada. Sinan Akçıl’larınız,
Ziynet Sali’leriniz, Hande Yener’leriniz,
Hadise’leriniz, Rıza Baba’larınız neredeydiler? Neden çıkmadılar ortaya? Korktular mı? halkın ayaklanması tüm dünya emperyalistlerini korkuttuğu gibi, onları koruyamayacağınızdan mı korktular? Korkmakta haklılar bir halk ayaklandı. 11 yıldır susan, ağzını açmayan ama
tüm yaşananların öfkesini yüreğinde, bilincinde toplayan halk ayaklandı. Kiralık katillik yapanlar da köşe bucak kaçacak delik aradılar.
Güven propagandaları tutmayınca şehitlik girdi bu defa devreye. Sizler şehitlikten ne anlarsınız? Şehit; inançları uğrunda can verenlere denir. Şehitlik mertebesi kutsaldır, bu mertebeyi kirletmeye hiç kimsenin hakkı yok. Parayla katillik, işkence yapanlardan şehit olmaz.
Vatanı sevmenin ustaları yalnızca şehitlik mertebesine yaraşır. Hiçbir reklam,
hiçbir propaganda, karalama çabaları
bunun üstünü örtemez.
Dizi-film yapımcıları! sizler de çok iyi biliyorsunuz, polislerin kim olduğunu
fakat buna rağmen katliamlara, işkencelere ortak oluyor, meşrulaştırmalarına izin veriyorsunuz, buna çanak tutuyorsunuz. Halkın kanını ellerinize sürüyorsunuz. Halkımız vebali boynuna
der ama halkın adaleti öyle bir yerde vurur, öyle bir yerde patlar ki ayaklanmaları bastırma çabalarınız, demagojileriniz bir yana dursun, kimse ağzını açacak hale gelemez. Bundan mütevellit
halkı karşınıza almak yerine, halkın yanında olun. Kazanacağınız hiçbir miktardaki para halkın sevgisinden, halkın
adaletinden daha üstün değildir.
hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 37
38 suriye_29-30 ellerimi tut 7/15/13 3:49 AM Page 18
direnen suriye halkının yanındayız
grup yorum
26 Haziran 2013 tarihinde Suriye'nin Tartus
kentinde Suriye halkının onurlu mücadelesini desteklemek amacıyla bir konser gerçekleştirdik. Yaklaşık iki yıldır emperyalist saldırı altında olan Suriye topraklarına ayak basmak,
kardeş Suriye halkının mücadelesine omuz vermek demekti aynı zamanda. Bu bilinçle, istekle, coşkuyla Suriye'deydik.
Neden Suriye'deydik?
Suriye'de yaşananlar üzerinden burjuva basın
etkin bir şekilde kullanılarak at izi it izine karıştırılmaya, gerçekler karartılmaya çalışılıyor.
Biz devrimci sanatçılarız. Gerçeklerin halka ulaştırılması devrimci görevlerimiz arasındadır. Hiçbir zaman emperyalist tekellerin propaganda
aracı olan burjuva basından duyduklarımızla,
öğrendiklerimizle hareket etmedik. Biliyoruz
ki onların işi yalan dolandır. On yılları aşan mücadele deneyimimiz bunu bize defalarca kanıtladı. En son Anadolu'nun dört bir yanında
ayaklanan halkımızın büyük direnişinin karşısında aldığı tavır, burjuva medyanın ipliğini pazara çıkarmıştır. 2 milyon kişi bir gecede meydanlara çıkmışken saatlerce "penguen belgeseli" yayınlayan satılık medyadan mı öğrenecektik Suriye'de yaşananları? BM raporlarıyla
sabit olan Özgür Suriye Ordusu denen hainler sürüsünün kullandığı kimyasal silahları, emperyalizmin uşağı çetelerin açık açık düzenlediği katliamları dahi Suriye'nin meşru iktidarının üzerine yıkmaya çalışırken defalarca
suçüstü(!) yakalanan sahtekarlardan mı öğrenecektik doğruyu, yanlışı? Hayır! Gerçekler tüm
çıplaklığıyla Suriye topraklarında varlığını koruyor. Bu gerçekleri yerinde görmek Suriye'ye gidiş nedenlerimizden birisidir.
İki cephe var. Birinde emperyalistler ve onların işbirlikçileri, diğerinde ise ezilen halklar…
Temel çelişki bu iki cephe arasındadır. Biz devrimci sanatçılar olarak elbette emperyalizmin
karşısında, ezilen halkların safındayız. Ezilen
halkların mücadelesinin sıra neferleriyiz. Söylemimiz, duruşumuz, eylemlerimiz, üretimlerimiz emperyalizme vurur, vurmak zorundadır. Bu bizim tarihsel ve siyasal sorumluluğumuzdur. Emperyalistler milyonları sömürerek,
katlederek, baskı altında tutarak nasıl görevini yerine getiriyorsa biz de bu katillere direne-
38 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013
rek görevimizi yerine getirebiliriz.
Suriye'de yaşananları da böyle değerlendiriyoruz. "Irak'ta diktatör var, demokrasi götüreceğiz" dediler, 1 milyon 800
bin insanı katlettiler, 14 yaşında kızların
ırzlarına geçtiler. Irak halkına kalan kan,
gözyaşı oldu. Bunlar yaşanırken biz canlı kalkan olarak Irak'taydık. Direnen Irak
halkının yanında yerimizi aldık, tarihsel
sorumluluğumuzu yerine getirmiş olmamızın onurunu yaşadık, yaşıyoruz. O zaman da diktatör Saddam’ı destekliyorsunuz demişlerdi devrimcilere. Şimdi akıllarda kalan onların yalanları olmadı, devrimcilerin emperyalizme karşı Irak halkının yanında olduğuydu. Bugün de tarihe bu kalacak. Afganistan'da ABD başta
olmak üzere emperyalistler bütün bir halkı işkenceden geçirirken, katlederken,
soykırıma tabi tutarken Afganistan'a, işgalci Amerikan ordusunun emrinde çalışmak üzere asker gönderilmesine karşı alanlara çıktık. Her yerde Afganistan halkının yanında olduğumuzu, emperyalistlerin Ortadoğu'dan defolup gitmeleri
gerektiğini haykırdık. Emperyalizmin Ortadoğu politikaları halklarımızın katledilmesi demektir. Ortadoğu’nun yer altı
yer üstü tüm zenginliklerinin, akarsularının, madenlerinin emperyalist tekellere rahatça peşkeş çekilebilmesi için akıtılıyor Ortadoğu halklarının kanı. Suriye'de
yaşananlar da bunun bir parçasıdır.
Biz devrimciyiz. Devrimci sanatçıyız.
Marksist-Leninistsiz. Bir halk hareketini,
her hangi bir kişinin, kurumun eylemini,
duruşunu değerlendirirken şu soruyu sorarız;"emperyalizme mi hizmet ediyor, ezilen halklara mı?". Cevap "ezilen halklar"
ise tereddütsüz destekleriz. Şarkılarımızla, eylemlerimizle bu direnişin yanında
oluruz.
Suriye'de bir emperyalist saldırı var. ABD
ve Avrupa emperyalizmi yanına Türkiye
oligarşisi başta olmak üzere bölgedeki işbirlikçi uşaklarını da alarak Suriye topraklarına saldırıyor. Şimdiden yüz binlerce insanın katledilmesinin ilk ve tek sorumlu-
su işte bu emperyalist cephedir. Suriye halkı ise
meşru iktidarı önderliğinde bu emperyalist haydutlara karşı açıktan bir vatan savunması veriyor! Bunun başka bir adı yok! Suriye'de yaşanan
emperyalist saldırıya karşı vatan savunmasıdır.
Bu onurlu direniş emperyalizmin Ortadoğu'daki politikalarını geriletmekte, emperyalizme karşı öfke duyan, direnen tüm dünya halklarına
moral olmaktadır. Emperyalistler Suriye halkının onurlu direnişi karşısında diz çökmüş, Suriye ile ilgili gerçekler birer birer ortaya çıkmıştır. Emperyalistler hala Suriye'ye saldırısını sürdürmekte, imajını(!) kurtarmaya çalışmaktadır.
Suriye halkının emperyalizme ve onun uşaklarına karşı savaşının yanındayız! Şarkılarımızı, Suriye'nin meşru iktidarının önderliğinde direnen
Suriye halkı için söylemeye devam edeceğiz!
Bu tavrımız elbette birçok tartışmaya yol açıyor
ve tek tek kişilerin, kurumların bu onurlu direniş karşısındaki tavrını tarihe not düşüyor. Biz
emperyalist katillere karşı vatanını savunan Suriye halkının yanında olarak tarihimize onur duyacağımız bir sayfa daha açarken, herhangi bir
konuda kendi düşüncelerini dahi sonuna kadar
savunma cesareti göstermekten aciz Ahmet Hakan, Mehmet Y. Yılmaz gibi köşe yazarlarının tarihineyse emperyalist katillerin yanında yer almak gibi utanç vesilesi belge eklenecektir.
Ahmet Hakan ne demiş, Mehmet Y. Yılmaz ne
yazmış, bazı türkücü ve sol adına sanat yaptığını savunan kişiler neyi yadırgamış umurumuzda bile değil! Bizim yüzümüz halkımıza dönüktür. Suriye halkının mücadelesine verdiğimiz
destek de halkların mücadelesini büyütmeye
hizmet etmektedir. Emperyalist katillerin yanında saf tutarak utanç ile yaşamayı tercih edenler bu dik ve zorlu duruşu sergileyemeyenlerin
ta kendisidir.
Kimse bize zalimi, mazlumu öğretmeye kalkmasın! Biz 40 yıldır zalimlere karşı mücadele ediyor, tutsaklıklar yaşıyor, işkencelerden geçiriliyor, katlediliyoruz. 28 yıldır bu onurlu mücadelenin türkülerini, marşlarını söylüyoruz. Aklını,
namusunu, kalemini, sanatını çoktan zalimlere satmış beyinlerin nasihatlerine ihtiyacımız
yok!
39 siir_sablon 7/15/13 4:44 AM Page 39
şiir
şiir
gerileyen türkiye
nazım hikmet
Nev York Times gazetesi 29 Aralık 1954 tarihli sayısında
"Türkiye Geriliyor" başlıklı bir baş yazı yayımladı. Bu baş yazıda
şöyle satırlar var : "O - Adnan Menderes - Basın hürriyetini
yok ediyor... Basında kendisini tenkit edenleri hapse atıyor...
Siyasi muhalefeti eziyor... Menderes işçilere grev hakkını tanıyacağını vaad etmişti... Halbuki en kısa grevler için işçileri
takip ediyor..."
Ben, Nâzım Hikmet, Nev York Times gazetesinin satırları
arasında kalan yazıları da okudum. Bu satırların arasındaki
satırları aynen aşağıya geçiriyorum.
GERİLEYEN TÜRKİYE YAHUT
ADNAN MENDERES'E ÖĞÜTLER
Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes.
Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.
İlle de asıp kesmek geliyorsa içinden
Ezmekte devâm et Barışçılar'ı, ama sen
Meselâ Yalçın'ı da tıkıyorsun deliğe (1)
İhtiyarcık sana azıcık cilve yaptı diye,
Git, koş, elini öp, af dile, yüzünü güldür,
O, yalnız altın kafeslerde öten bülbüldür.
O, matbaalar yıktırıp kitaplar yaktıran, (2)
O, büyük demokrat, O, hürriyetçi kahraman,
Moskova'yı atomlayalım diyen insancı...
Kendine acımazsan bize bir parça acı.
A be Adnan Menderes, böyle bir dal kesilmez,
Böyle şaşkınlıkların sonu da iyi gelmez...
Şu muhalefetle de alıp veremediğin ne?
Niye öyle hışımla yürüyorsun üstüne?
Kore'ye asker gönderdin de "Hayır" mı dedi?
"Kan aktı hesabı sorulmalıdır!" mı dedi?
Orduyu emrimize verdin, ses çıkardı mı?
"Olmaz olsun" mu dedi Amerikan yardımı?
Feryat mı etti "İstiklâl elden gitti" diye?
Zavallı, sımsıkı sarılmış demokrasiye :
"Başvekil merasimsiz karşılanmalı" diyor. (3)
Bir de bazan coşarak "Hayat pahalı" diyor.
Bu aksoylu muhalefeti ezilir görmek
Türkün Batılı dostlarını pek üzüyor pek. (4)
Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes.
Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.
Hani, her işte bizden örnek alacaktın ya?
Hürriyet nizamına sâdık kalacaktın ya?
Vaadettin tanımadın işçinin grev hakkını.
O hakkı bizim tanıdığımız gibi tanı.
Elli istiyorlarsa ateş aç, sonra beş ver.
Ama ufak tefek grevlerde anlayış göster.
Sendika liderlerinizin birçoğu zaten
bizde olduğu gibi emir alır polisten.
Niye telaşlanıp kaybedersin vekarını?
Hem de kırarsın liderlerin itibarını?
Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes,
Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.
Senin bindiğin dallar ve bindiğimiz dallar,
Unutma bu dallardan başka asıl ağaç var,
öfkeyle homurdanan yarı çıplak, yarı aç,
bizi silkip atmaya fırsat kollıyan ağaç...
1955
(1) Adnan Menderes tevkif ettiği gazeteciler arasında Hüseyin
Cahit Yalçın'ı da hapise attı.
(2) 1945 yılında Tan gazetesi başta olmak üzere birçok gazete,
dergi matbaası yıkılıp yağma edilmiş, meydanlarda kitaplar
yakılmıştı. Bu faşist sürülerine "İleri" emrini Yalçın vermişti.
(3) Burjuva muhalefet gazeteleri ve partileri, Adnan Menderes'e
İstanbul'a filan gelip gidişlerinde merasim yapılmasına itiraz
ediyorlar.
(4) Nev-York Tayms yazısını şöyle bitiriyor: "Bu durum Türkiye'nin
Batıdaki dostlarını kederlendirmektedir."
haziran-temmuz 2013 | taVir | 39
40-43 direnisten kareler_29-30 ellerimi tut 7/15/13 6:18 PM Page 40
40 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013
40-43 direnisten kareler_29-30 ellerimi tut 7/15/13 6:18 PM Page 41
hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 41
40-43 direnisten kareler_29-30 ellerimi tut 7/15/13 6:18 PM Page 42
ANIT
Halkın ulusu, rüzgârın kardeşiydi onlar
ateşin övündüğü üç alınteri nebisi
bir şafak vakti zulmün dehlizinde
yiğitlik anıtı süsledi bedenleri
Biri engin denizlerle arkadaş
biri inancın cömert efendisi
biri sabrın korkusuz aslanıydı
onurun mescidi şimdi cesetleri
Halkın ulusu, rüzgârın kardeşiydi onlar
ölüme taviz vermedi hiç biri
Refik Durbaş
42 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013
40-43 direnisten kareler_29-30 ellerimi tut 7/15/13 6:18 PM Page 43
hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 43
44 fedakarlık_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:33 AM Page 44
değerlerimiz
değerlerimiz
fedakarlık
deniz ekin
Değerlerimizi incelemeye devam ettiğimizde, karşımıza fedakârlık çıkıyor. Fedakarlık en temelde, bir başkası veya bir
şey uğruna kendini ya da kendinden bir
şeyi feda etmek anlamına gelir. Anadolu halklarının yüzyıllardır taşıdığı öz
değerleri bugün artık hükmünü yitirmiş
davranışlarmış gibi yansıtılmaya çalışılsa da işin aslı öyle değildir. Hayatın her
alanında fedakârlık örnekleriyle karşılaşabiliriz ve gerçek fedakârlık altında
hiçbir kar beklentisi barınmaz.
Emperyalizm tüm dünya halklarına
kendinden başkasını düşünmemeyi,
kendi gemisini kurtarmayı, kimseye
güvenmemeyi aşılamaya çalışır. Çünkü
bu sayede ancak kendi çarkını döndürecek, kendi kültürünü yayacaktır. Fakat
bizim kültürümüz değerlerimiz bunu
kaldırmaz. Bizim kültürümüzde, Anadolu’da “iyilik yap/denize at” denilmiştir. Ve
öyle ki yapılan iyiliklerin, karşılıksız
davranışların lafı edilmez. İmece vardır
mesela bizde, köy yerlerinde ya da
yoksul gecekondu mahallelerinde birinin damı akıyorsa hep birlikte onarılır
ya da birinin evinde yiyeceği yoksa
her haneden katık edilip ona verilir. Ve
bu fedakârlık, devrimciliğin de damarlarını oluşturur.
Devrimciler fedakâr, özverili bir hayat
yaşar. Bunu kendileri tercih etmiştir.
Ve bu fedanın karşılığındaki en büyük
44 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013
kazanım, Türkiye ve dünya halklarına
eşit, özgür bir ülke armağan etmektir.
Bu kazanım uğrunda mücadele eder
devrimciler.. Kimi zaman bu fedakârlık,
kimi zaman sabahın ilk ışıklarıyla yollara koyulup halklara gerçekleri anlatmak
için yollar aşmak, kimi zaman hiç tanımadığın insanlar için ölümü göze almak
olsa da devrimciler bu fedakârlığı bir gereklilik olarak görür.
Bugün, başbakanın emrindeki katliam
orduları ülkenin her yerinde faşizm uygulamakta, işçiye, emekçiye, öğrenciye,
memura, yaşlıya, sakata ayrım yapmaksızın herkese hunharca saldırmaktadır.
Bu saldırılar karşısında geri durmamak,
bir adım dahi çekilmeden saldırıları
püskürtmek için ise zulme karşı duran
herkesin bir kere daha fazla fedakârca
davranması gerekir. Bugün artık fedakârlık AKP’nin biber gazları, portakal
gazları, gazlı tazyikli suları, copları karşısında dimdik durmaktır. Çünkü bu işkenceci düzenin viran olması için bu gerekir. Bu devrim ve sosyalizm için ödenmesi gereken bir borçtur. AKP’nin işkenceleri karşısında bizim halkımız daima
direnenleri sahiplenmiştir. Alanlarda,
meydanlarda polisin biber gazlarının,
coplarının karşısında devrimcilerin önüne geçer ve polise“önce bana vurun” diyerek haykırır. Kendisi cop da yiyecek
olsa, hiç tanımadığı insanların önünde
siper olmuştur. Çünkü halktır o siper
olan, karşısındaki ise bir halka düşman,
yalnızca aldığı emre itaat eden robot..
Fedakârlık nedir görmemiştir onlar ve
halkın direnen insanları koruyor olmasına şaşırırlar.
Fedakârlık geleneği yalnızca insanlara
özgü değildir. Doğadaki birçok canlı
bunu düşünceden bağımsız olarak içgüdüsel olarak gerçekleştirir. Misal somon balıkları tatlı sularda doğarlar ve
birkaç yıl sonra okyanusa açılırlar. Fakat
öleceklerini hissettiklerinde, doğdukları nehire geri döner ve türlerinin devam etmesi adına yumurtalarını oraya
bırakarak ölürler.
Devrimciler Anadolu halklarından öğrendikleri değerleri yaşatmakla mükelleftir ve fedakarlık elleri nasır tutmuş
analardan, alnından akan terle toprağı işleyen ırgatlardan, günün ilk ışıklarında işe gidip gecenin ayazında işten
dönüp aldığı parayla çocuğu çok istediği için o kırmızı arabayı alanlardan
miras kalmıştır fedakârlık. Ve gerçek fedakârlığı devrimciler kendi elleriyle
yeniden yaratıp 122 kere feda demiştir adına, Çuhadarca selam etmiştir
kendinden önce toprağa düşen Fidan’lara, ABD emperyalizminden katlettiği halkların hesabını sormuştur
Alişanca ve uğruna ölüp dirilmek olmuştur o görkemli halaylar kurulacak
yarın adına.
45-47 almanya konseri_sablon 7/15/13 4:35 AM Page 45
izlenim
izlenim
ırkçılığa karşı tek ses tek yürek
m.selim karayel
8 Haziran günü Almanya’nın Oberhausen kentinde “Irkçılığa karşı tek
ses tek yürek” diyen 13 bin kişiyle birlikte türküler söyledik. Evet, konserimizin ana konusu ırkçılıktı. Bu yüzden
konserin amacını ve Avrupa’da yaşayan
insanlarımızın sorunlarını en iyi ifade
edecek cümle de buydu bizce: “Irkçılığa
karşı tek ses tek yürek”…
Çünkü ırkçılık gördüğümüz, incelediğimiz ve dinlediğimiz kadarıyla Avrupa’da
emeği ile yaşayan insanlarımızın en
büyük sorunudur bugün. Bir gelecek
sorunu, bir yaşayış sorunu, var olma
hatta hayatta kalma sorunudur. Kapitalizmin başı sıkıştıkça başvurduğu bir
politika olan ırkçılık dün olduğu gibi
haziran-temmuz 2013 | taVir | 45
45-47 almanya konseri_sablon 7/15/13 4:35 AM Page 46
bugünde hayatımızı, çocuklarımızın
geleceğini tehdit ediyor. Artık bütün
dünyanın bildiği ve Alman Devleti’nin
daha fazla gizleyemediği ve “dönerci
cinayetleri” diye bilinen katliamlar, yakılan evler, basılıp talan edilen dükkanlar; sokakta, markette, kamu kurumlarında “karakafalı*” denerek aşağılanmamız, hep bu politikaların ürünüdür. İşte bu yüzden “ırkçılık” dedik.
Bu yüzden “tek yürek” olmalıyız dedik.
Çağrımız Almanya başta olmak üzere
Avrupa’da yaşayan herkeseydi. Yalnızca
Türkiyeli insanlarımız değil. Yahut yalnızca belli bir kesim değil. Türk, Kürt,
Arap, Yunan, Alman; Alevi, Sünni, Hıristiyan, inançsız tüm halklaraydı. Irkçılığa karşı duran herkeseydi. Ve bu
çağrımızı bizzat biz, Grup Yorum elemanları olarak yapmak istedik. Yıllardır
birlikte konserler verdiğimiz, bizi misafir
eden ve bir aile olduğumuz insanlarımızla dertleşmek; hem onlardan öğrenmek hem de gözlemlerimizi aktarmak için istedik bunu. Ve bir ay içinde
tam otuz sekiz söyleşi yaptık.
Bunların büyük bir çoğunluğu Alevi
46 | taVir | haziran-temmuz 2013
Kültür Merkezleri, Dernekler ve Üniversitelerde gerçekleşti. Yıllardır burada
verdiğimiz konserlerde elbette dinleyenlerimizle Avrupa’dan ve memleketten
sohbetler ediyorduk. Fakat bu söyleşiler
bize daha sıcak ve derin bir paylaşım
sağladı. Genç yaşlı herkes vardı söyleşilerde. Büyük çoğunluk Grup Yorum’u
iyi tanıyan türkülerini iyi bilen insanlarımızdı. Bunun yanında Yorum’u hiç tanımayan ve merak edip söyleşilere gelen
genç arkadaşlarımız da vardı. Özellikle
üniversitelerdeki söyleşilerde Alman
dostlarımız da Yorum’la sohbet etmeye
ve sorular sormaya geldi. Neredeyse
tüm söyleşiler farklı bir şehirde yapıldı
ve bizde ırkçılık konusunda önemli etkiler
bıraktı.
Anadolu’dan göçen insanlarımız elli yılı
geride bıraktılar. Bugün kucağımıza beşinci kuşak çocuklarımızı aldık Almanya’da. Elli yıl evvel davul zurnayla karşılamıştı bizi savaş yorgunu Almanya. Ve
biz buraya gelirken sadece “Gastarbeiter**” değildik. Kol gücümüzün yanında
dilimizi, inançlarımızı, değerlerimizi ve
yaşayış biçimimizi de getirmiştik. Bir Al-
man sosyologun adeta bir özeleştiri
olan sözlerini paylaştık söyleşiye gelen
dostlarımızla. “Biz işçi çağırmıştık ama
gelenler insandı” diyor sosyolog. Elbette emekleriyle var olan insanlar
alın teri döktükleri topraklarda kültürlerini de yaşatacaklardır. Ancak bugün
Avrupa’da yükselen ırkçılık göçmenlerin kendi kültürlerini terk etmelerini,
asimile olmalarını ve kendilerine biçilen
tarzda yaşamalarını dayatıyor. Bunun
altında yatan neden halkların birbirleriyle olan sorunları değildir. Irkçılığın
kökeninde Burjuvazinin emekçi halka
karşı duyduğu sınıfsal öfke vardır. Yıllardır Almanya’da yaşayan bir abimiz
anlatıyor: Son yıllarda Alman tekelleri
doğu Avrupa’da fabrikalar açtı ve daha
az ücretle işçi çalıştırarak karlarını
artırdı. Ve böylelikle Almanya’da yaşayan göçmenlere ihtiyacı kalmadı.
Hatta işsiz göçmenlerin devletten aldığı
işsizlik maaşlarına, sosyal yardımlara
göz dikti bu tekeller. Ve göçmenleri
sindirmek ve hatta ülkelerine geri dönmelerini sağlamak amacıyla ırkçı saldırılar örgütlüyorlar.
45-47 almanya konseri_sablon 7/15/13 4:35 AM Page 47
Avrupa’daki katliamlar ırkçılığın ne
boyutlarda yaşandığının göstergesidir.
Solingen katliamının üzerinden yirmi
yıl geçti. Fakat yirmi yılın ardından
değişen tek şey ırkçılığın daha da yükselmesi oldu. İşte 2011 yılında ifşa
olan, devletle ve devletin gizli servisiyle
ilişkileri gözler önüne serilen NSU (Nationalsozialistischer Untergrund-Nasyonal Sosyalist Yeraltı) örgütün bu
yükselişin bir parçasıdır. Ortaya çıkmıştır ki Alman Devletinin gizli servisi
olarak çalılşan “Anayasayı Koruma Örgütü” NSU örgütünü kullanarak katliamlar planlamıştır. Hatta katliamları
gerçekleştiren Nazileri bizzat olay yerinde izledikleri ortaya çıkmıştır. Bugün
NSU örgütünün lideri konumunda
olan Beate Zschäpe tesadüf eseri polise
yakalandığında söylediği ilk şey “beni
Anayasayı Koruma Örgütü’ne vermeyin, yoksa beni öldürebilirler” olmuştur.
Bu da Anayasayı Koruma Örgütü’nün
nasıl bir yapıya sahip olduğunu anlatıyor. NSU ile birlikte son on yılda
katledilen dokuz esnafın da katilleri
ortaya çıkmış oldu. Hepsi de aynı
silahla öldürüldü. Türk, Kürt, Çerkes,
Yunan’dılar. İçlerinde Alevi de vardı,
Sünni de… Yani ortak noktaları milliyetleri, inançları değil ait oldukları sınıftı. Biz onların türkülerini yaktık.
Onlar bizim türkülerimizi dinlediler.
Belki de bir konserde göz göze geldik
onlarla. Belki dükkanlarının önünden
geçtik. Yani onlar bizim insanlarımızdı.
Yıllardır en ağır işlerde çalışan, en
uzun saatler çalışan, vatanından çok
uzakta, ama aklının ve yüreğinin yarsı
hala orada olan insanlarımız. Bu yüzden
onların yanında olmalıydık. Onların
mücadelesi için söylemeliydik türkülerimizi. Sadece türkü söylemek de
yetmez elbette.
Devrimci sanatçı, örgütlü sanatçı mücadelenin içinde olmalıdır. Biz de bu
yüzden 4 Haziran günü Münih Eyalet
Mahkemesinde görülen NSU davasını
izlemek için bağlamamızı gitarımızı
alarak yola koyulduk. Avrupa’da ya-
şayan bütün insanlarımız adına sormak
için oradaydık: Nazi katilleri kim eğitti,
kim korudu, kim saklıyor? Ve bu davanın
sahipsiz olmadığını göstermek için oradaydık. Mahkeme önünde basınla röportaj yaparken polisin keyfi tavırlarıyla
karşılaştık. Polisin bu tutumu gün boyu
her yerde devam etti. Biz şarkılarımızı
marşlarımız katledilen insanlarımız için
söyledik. Irkçılığa karşı verilen mücadelede tarihi bir anlam taşıyan bu mahkemeyi salonda izlemek için içeri girdik.
Ve daha önce basından izlediğimiz,
rahat tavırlarıyla adeta katlettiği insanların aileleriyle dalga geçen Nazileri gördük. Beate Zschäpe yine aynı rahat tavırlarla salona girdi. Oyun oynanmaya
devam etti.
Söyleşilerimizde üzerinde durduğumuz
konu ırkçılıkla mücadele etmenin en
etkili yolunun birlikte mücadele etmek
olduğuydu. Ve bir konser bu birlikteliğin
bir adımı olabilirdi. Böylesi bir önem
taşıyordu konserimiz.
Söyleşilerimizin hepsi farklı şehirlerde
ve kasabalarda oldu. Hatta bazı köylerde
bile söyleşiler gerçekleştirdik. İstisnasız
hepsinde coşkuyla karşıladı bizi Grup
Yorum ailesi. Önce İstanbul’dan selamlar
ilettik ve biraz memleketi konuştuk söyleşilerde. Ardından Avrupa’da yaşadıklarımız ve konserimizin önemini anlattık.
Elimizde çok güncel ve güçlü örnekler
vardı. Bağımsız Türkiye konserlerinin
amacı ve örgütlenmesi üzerine uzun
uzun sohbet ettik. Ve İstanbul’daki bu
büyük konserlerin en önemli çalışma
biçimi olan komiteleri tartıştık. Bunun
dışında Türkiye gündemine dair birçok
konu da tartışıldı. Özellikle Grup Yorum’un siyasi gündeme ilişkin düşünceleri en çok sorulan sorular arasındaydı.
Bu siyasi gündem kimi zaman Suriye
meselesi, kimi zaman Barış süreciydi.
Ve elbette 31 Mayıs’tan sonraki bütün
söyleşilerin neredeyse ana konusu Türkiye’deki ayaklanmaydı. Anadolu halklarının bu görkemli direnişi, kararlılığı,
yaratıcılığı, mizahı Avrupa’yı da o kadar
etkilemişti ki sözler dönüp dolaşıp sürekli ayaklanmaya geliyordu. Barikatların binlerce kilometre uzağında olmak
herkeste biraz burukluk yaratıyordu
elbette ama İstanbul’dan yayılan “her
yer Taksim her yer direniş” sloganı Avrupa’daki bizi de meydanlara indirmişti.
Hemen her ülkede yapılan yüzlerce
eylemle bu büyük direniş selamlandı.
Konser günü geldiğinde Almanya’nın
çeşitli şehirlerinden, Belçika’dan Hollanda’dan Fransa’dan İngiltere’den
Avusturya’dan ve daha birçok yerden
onlarca otobüs konser salonunun önüne geldi. Salon yavaş yavaş doluyordu.
Sahne arkasında bütün Yorumcular,
sanatçı dostlarımız Niyazi Koyuncu ve
Erdal Bayrakoğlu, Yorum Korosu, dans
gösterisi yapacak arkadaşlar herkes
heyecanla başlama saatini bekliyordu.
Ve ilk şarkıyı çalmaya başladığımızda
perdelerde Taksim barikatlarında çatışan ve tazyikli sulara, gaz bombalarına
direnen halkın görüntüleri yer aldı. Ve
yine o slogan bir ağızdan atıldı “Her
yer Taksim Her yer Direniş”. Konserimizde sahneyi birçok konuşmacıyla
da paylaştık. Anadolu Federasyonunun
konuşması alkışlarla sloganlarla karşılandı.
Büyük bir kucaklaşmaydı 8 Haziranda
yaşadığımız. 13 bin kişilik muazzam
bir koronun direnişi selamlaması, ırkçılığa geçit vermeyeceğiz demesi unutulmazdı. Ve ayrılık vakti gelip çattığında bütün hissettiklerimiz bize şimdiden önümüzdeki yıl yapacağımız
konseri düşündürüyordu. Hem de sadece biz değil bu konseri büyük emeklerle örgütleyen bütün Grup Yorum
ailesi de bu düşü paylaşıyordu.
Karakafalı*: (schwarzkopf) Almanya’da
ırkçıların Türkiyelileri, Arapları yada
diğer halkları aşağılamak için kullandıkları bir söz.
Gastarbeiter**: Misafir İşçi.
haziran-temmuz 2013 | taVir | 47
48-49 bir turkudur_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:01 AM Page 48
deneme
deneme
bir türküdür haziranda ölmek...
sevim meşe
''Ben de içtim toprak çanaklarda
güneşi
Ben de söyledim o türküyü''
Bir türküdür Haziran... Coşku
lu, çağıldayan, gürüldeyen bir
türküdür. Sıcacıktır, ki her
anında ısıtır, ışıtır Haziran
türkülerine katılanların yüre
ğini. Taze, yeşil, meyveye dur
muş ağaç nohut yenilenmenin,
daimi değişimin timsali tohu
ma durmuş çiçektir... Umut
tur, direniştir, adalettir... Ve hiç
bitmeyen, umuda her tutunanın haykırışı ile daha, daha büyüyen, çoğalan.
Halkı, yürekleri ve bilinçleri
sarmalayan bir türküdür
Haziran...
''Yüreğimiz topraktan aldı hızını
altın yeleli aslanların ağzını yırtarak gerindik
Sıçradık;
Şimşekli rüzgarlara bindik!
Kayalardan
Kayalara kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
Şaha kalkan atlarını !''
48 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013
Toprağının altı üstü bin hareketli, zengin... İşte bu tapılası bu uğruna ölünesi toprak kabartır haramilerin iştahını
akıtırlar kanlı salyalarını.
Ama bu toprağın insanları almıştır
ondan alacağını, ki Cevahirdir onun
adı. Alır Cevahirini, dikilir zorbanın, zalimin (…..),vermek zerre kadar bir
parçasını... Cevahir'i bol olur da, türküsü olmaz mı böylesi değerli bir vatanın, halkın, destanın... Kim mi yakar
bu türküleri? Kesinlikle kartallarla,
fırtınalar yaratırken rüzgarla, meydan okumadan aslanlarla, dimdik dururken asil taylarla kardeş yiğitler yakar elbet. Türkü gibi yaratıp, türkü gibi
yaşarlar o kurdukları hayatı ve mutlaka bir türküye varıp verirler, kavga
bayrağını kendilerinden sonra taşıyacak olan yeni yiğitlere... Kartallara,
aslanlara, rüzgara ve asi taylara... Bundandır susmaz, sesi kısılmaz, yok olmaz; İlle uzanır, taşınır geleceğe bu
türkü...Haziran gün gün cenk olur.
Cenk, baştan sona türkü olur yüreği
Cevahirlerle...
Türkü türkü direnen Anadolu toprağıdır.
48-49 bir turkudur_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:01 AM Page 49
''Biz topraktan,ateşten,sudan,demirden doğduk
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız
Toprak kokuyor bakır sakallarımız
(….) sıcak !
Kan kadar sıcak
delikanlıların rüyalarında yanan o an
kadar sıcak!...
Güneşi içtiğimiz sesinde
Coşuyoruz, coşuyor !
Yangınlı ufukların dumanlı perdesinden
Mızraklı göğü yırtan atlılar koşuyor...''
Ezgisinde güneşi içtiğimiz bir türküdür Haziran… Öyle kudretlidir ki, her de-
Delikanlı yüreklerimizin kanı bindokuzyüzyetmişbir yılının ilk
Haziran şafağında karıştı toprağa. Artık Cevahir hiç çıkmamacasına karıştı toprağa.
Bu topraktan doğanlar, görkeminde halaya duracağımız, kızıl
şafakları, bunca tutkuyla bu sebepten arzuladılar. Kavuşamayan sevdalıların dilinden düşürmediği yar
kokulu türküler gibi
yerleşti damağımıza
Cevahirce Haziran...
İlk Mahir içti o topraktan güneşi, ardı sıra
bilekleri kandan kızıl
Ulaş, o toprağın çelikleştirdiği yüreği ile
aldı eline mavzerini...
Gidilen ama dönülmeyen, bükülen ama
kırılmayan, ölünen
ama teslim olunmayan bir iradenin türküsünü bestelediler.
Güneşten bir parça,
toprakta Cevahir, kavgada Mahir, dirençte
Ulaştı artık türkünün
adı. “Mahir, Hüseyin, Ulaş; kurtuluşa kadar savaş!” şiarı...
Gücü halkına, vatanına sevda; gücü direniş; gücü adalet olan bir türkü.
''Emret ki ölelim
emret !
toplatan... Zaptettiği geleceğe uzanan...
Uzanır zindanlara, dört kızıl karanfil
olur ''bir türküdür direniş... diye gür sesle Haziran'da. Paramparça eder karanlığı, yayar adaletsizin ümüğüne
çökerken gelip de gözlerine oturan
alınlarından taşan umudun ışıltısını...
Taşar tel örgülerden, duvarlardan alır götürür türküyü Dersimin dağlarına... ''Bir türküdür Dersim dağlarında ''diye söylenir yeni eklenen seslerle, sözlerle; harcına katılan kanla, canla büyür
türkü...
Varır Okmeydanı’na; ''asıl
siz teslim olun !'' diye
haykırır Sibel, Cevahirce...
Alır sesini Erdal; teslim
alınacak düşmanın, cezalandırılacak işkencecinin, zaptedilecek karakolun ve görülecek hesabın inişli çıkışlı notalarını
ekleyip türküye, dalar Haziran militanlığıyla pusulara...
Hiç bitmez bir türkü. Bitmeyen, bitmeyecek; Cevahirden devralındığınca, Sibelce, Erdalca, Haziranca; kurtuluşa varıncaya dek söylenecek bir türkü.
fasında susturur faşist namluları! Türküyü söylemeye, yaşamı türkü eylemeye
devam edeceklere bırakılmış bir Cevahirdir, bir türkü Haziran şafağında. Bir
türkü, Haziran'ı, sonra tüm zamanları
gün gün kuşatan, bütün bir hayatı bizim
yapmak için akan, coşan, ardından nal
''Bu bir türkü
toprak çanaklarda güneşi içenlerin türküsü
…
Haykır güneşi içenlerin türküsünü
Haykır
Haykıralım!..''
*Nazım Hikmet
hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 49
Te
pki
l
e
ryi
neYORUM'
c
aol
du.
El
l
e
r
i
nine
r
e
yea
t
s
a
l
a
r
,
ha
ng
it
a
ş
ıka
l
dı
r
s
a
l
a
ra
l
t
ı
nda
nbunl
a
rç
ı
kı
yor
.
Çokol
dua
mabunl
a
r
!
S
e
ndi
kaba
s
kı
nı
ndabunl
a
r
Hukukbür
ol
a
r
ıba
s
kı
nı
ndabunl
a
r
Ge
nç
l
i
kFe
de
r
a
s
yonu,
S
a
na
tCe
phe
s
i
,
"
koz
mi
koda
l
a
r
"yi
nebunl
a
r
.
.
.
Eve
te
ve
tç
okol
uyorbunl
a
r
.
.
.
Aç
l
ı
kg
r
e
vl
e
r
i
,
öl
üm or
uç
l
a
r
ı
,
f
e
dae
yl
e
mibunl
a
r
Ame
r
i
ka
yadüş
ma
nl
ı
kbunl
a
r
da
Ant
i
e
mpe
r
ya
l
i
s
tt
a
vı
r(
S
ur
i
ye
'
de
,
Li
bya
'
da
,
I
r
a
k'
t
a
,
Yug
os
l
a
vya
'
daveda
habi
l
c
üml
ee
mpe
r
ya
l
i
s
ti
ş
g
a
lves
a
l
dı
r
ı
l
a
r
)
yi
nebunl
a
r
,
yi
nebunl
a
rvehe
pbunl
a
r
.
Yı
kı
ml
a
r
dabunl
a
r
İ
ş
t
e
nç
ı
ka
r
ma
l
a
r
da
Öz
e
l
l
e
ş
t
i
r
me
l
e
r
de
AKPpr
ot
e
s
t
ol
a
r
ı
nda
S
e
ndi
ka
s
ı
z
l
a
ş
t
ı
r
ma
l
a
r
dabunl
a
r
,
Ve
l
ha
s
ı
lneva
r
s
aha
ya
t
t
a
Ada
l
e
t
t
e
n,
ha
kt
a
n,
a
ş
kt
a
numut
t
a
nya
na
Bunl
a
rvehe
pbunl
a
rva
r
.
.
.
Neç
ok,
neka
da
rdaç
okbunl
a
r
,
ma
nt
a
rg
i
bit
ür
üyor
,
oğ
uloğ
ulç
oğ
a
l
ı
yor
l
a
r
.
Bi
rdeöyl
ei
na
t
ç
ı
l
a
rki
,
ka
pı
yıka
pa
t
s
a
npe
nc
e
r
e
de
n,
pe
nc
e
r
e
yika
pa
t
s
a
nba
c
a
da
ng
i
r
i
yor
l
a
r
.
Te
s
l
i
m deol
muyor
l
a
r
,
öyl
edeköt
übi
rhuyl
a
r
ıdava
rt
a
m4
5yı
l
dı
r
.
Bi
rs
öz
l
e
r
iva
r
,
dönüpdönüps
öyl
üyor
l
a
r
"
Bi
zbur
a
yadönme
yede
ğ
i
l
,
öl
me
yeg
e
l
di
k"di
yor
l
a
r
.
Bi
rs
öz
l
e
r
ida
hava
r
,
oda
"
S
i
zbi
z
i
mt
e
s
l
i
m ol
duğ
umuz
une
r
e
deg
ör
dünüz
,
s
i
zt
e
s
l
i
m ol
un"di
yor
l
a
r
.
Ba
khe
l
ebuc
ür
e
t
e
,
bupe
r
va
s
ı
z
l
ı
ğ
a
.
BUNLARVARYABUNLAR,
ÇOKAMAÇOKOLUYORLAR,
BUNLARVARYABUNLAR
Bİ
RGİ
Dİ
PBİ
NGELİ
YORLAR
VE
ÇOKİ
YİEDİ
YORLAR.
.
51-53 nazim_sablon 7/15/13 4:02 AM Page 51
makale
makale
olmak da kolay değil
mehmet esatoğlu
Şair, yazar, kavga adamı Nazım Hikmet
aramızdan gideli oluyor bir 50 yıl
kadar. Bu geçen 50 yılda ülke halkı
bir büyük şairi yeniden ve yeniden
tanıdı. Şiirlerini, romanlarını, düzyazılarını ve oyunlarını okuyabildi-çünkü
yasaklar kalkmıştı- Ona yeniden ve
yeniden hayran oldu. Ama Nazım ölmüştü. Yani o, bu büyük sevgiyi göremedi, yaşayamadı doya doya.
Nazım’ın yaşamının uzun bir bölümü
cezaevinde geçmiştir. Hakkında açılan
tüm davalar da uyduruktur. Amaç Nazım’ı susturmaktır. Onu da düzene
ayak uydurucuların arasına katmaktır.
Cumhuriyet yönetimi 1937’ye kadar
değişik davalar açarak ona tehditlerini
yaptı ama susmadığını ve geri adım
atmadığını görünce de o yıl “Harp
Okulu Davası” ve “ Askeri İsyana Kışkırtma” davalarını açarak birinde 15
diğerinde 20 yıl hapis cezasıyla onu
demir parmaklıklar ardına tıktı.
Nazım’ı mahkum edenler kimlerdi?
Bugün yaşanan demokrasiden, ada-
letten, ezilen ulusların sorunlarına dek
ne varsa onları o günden çözmeyerek
katlana, katlana üzerimize yığılmasına
yol açanlar.
Şairin gençlik yıllarında ülkenin başında
yeni cumhuriyeti kuranlar var. Bir yanıyla
batılı olmak istiyorlar öte yandan Osmanlı ruhundan ödleri patlıyor.
Nazım’ın ise yazdığı şiirden, giyimine,
davranışlarından inançlarına her yanı
onları ürkütüyor.
Halk kültürü araştırmacısı Pertev Naili
Boratav o yıllarda ilk kez gördüğü Nazım’la ilgili bir anısını şöyle anlatıyor:
Herhalde Sakarya Savaşı’ndan sonra idi.
Bir gün Türk Ocağı’nın açılış töreni yapıldı. Nutuklar söylendi, milli marşlar
çağrıldı. Genç öğretmenlerle Sultani’nin
yetişkin öğrencileri coşkun şiirler okudular. Bunlardan bir tanesinin, kıvırcık
sarı saçlı, mavi gözlü, uzun boylu bir
delikanlının okuduğu şiirin adı “Kırk Haramilerin Esiri idi. Şiir kadar onu okuyanın
okuyuşunda da başka bir güç vardı. Sa-
rışın delikanlı şiiri okumamış, onda
dile gelen, ayaklanmış esir Anadolu’nun
dramı oynanmıştı. Onun kollarının geniş hareketleri, sıçrayışları, dizlerini
yere vuruşları hala gözümün önündedir”
Nazım o günlerde esir Anadolu’nun
emperyalizme karşı ayağa kalkışının
ruh haliydi adeta. Kurtuluş Savaşı’na
katılmak üzere gittiği Ankara’da yazdığı
şiirde Osmanlı hünkarına “satılmış”
demesi cumhuriyetin kurucularını yerinden hoplatmaya yetmişti.
Nazım’ın ikinci rotası Ekim Devrimi
oldu. Binbir serüvenle Batum’dan Moskova’ya geldiğinde ilk gördükleri şöyle
dizelere dökülür:
“Balık çorbası, tüfek talimi, tiyatro, balet,
kitap
Patates kamyonu başında süngü tak,
bekle nöbet
kitap, kitap
madde, şuur, istismar, fazla kıymet
haziran-temmuz 2013 | taVir | 51
51-53 nazim_sablon 7/15/13 4:02 AM Page 52
kitap, kitap
manikür
hayır
diş fırçası
evet
kitap, kitap, kitap
Bu ne 24 saat
Bu ne 24 saattir ahbap”
Marksizm’le tanışmak üzere KUTV*
okulunun yolunu tutar. Okulun en renkli öğrencisidir. Tabii KUTV da çok
ilginç bir okuldur. Dünyanın dört bir
yanından 84 ayrı ulustan devrimci
gençlerin Ekim Devrimi ışığıyla aydınlanmak için bir araya geldiği bir okul.
Nazım “Bazı Anılar” şiirinde o günleri
şöyle anlatıyor:
“Henüz değiştirmemişti Puşkin yerini.
Yine böyle omuzunda pelerini,
yine böyle baş açıktı.
Yine böyle siyah, uzun
böyle akıllı, böyle mahzun,
kibar bir Petersburglu gibi şıktı.
Ben haftada bir kaç kere
sabah sabah erkenden, yahut akşamüzeri
koltuğumda büyük kitaplarımızdan
biri
ayçiçeği çekirdeğiyle dolu avurdum,
yakınında bir sıraya
otururdum,
soldan ikinci sıraya.
Kışları taze taze kar kokardı
yazları serin serin yaprak.
Buranın bir de kerameti vardı:
kitabımı açarım,
KUTV’de, derste anlamadıklarım,
orda girerdi zihnime şıppadak…”
Nazım Sovyetler Birliği’ne girerken
“1922’ydi yıllardan o yıl,
hey gidi gençlik hey,
yüreğim suda balık misali kıvıl kıvıl,
loşluk da şarap gibi vurmuş başa.
Batum yoluyla gelmişim Anadolu’dan.
Bir sualciğim var Lenin Yoldaşa…” diyordu.
Orada kaldığı yıllarda Nazım, Lenin’i
göremedi ama Lenin’e ve devrime dair
sorularının yanıtlarını bulmaya çalıştı.
Aradan beş yıl geçtikten sonra KUTV’da
52 | taVir | haziran-temmuz 2013
öğrenim gören gençler birer ikişer dönmeye başlarlar ülkelerine.
Nazım ülkesine döndüğünde Türkiye,
cumhuriyetini kurmuş, İzmir de iktisat
kongresini yapmıştır. Seçtiği yol insan
sömürüsüne dayanan kapitalizmin yoludur. Kapitalist alt yapının olmadığı
ülke, ancak bunu kapıdan attığı emperyalizmi pencereden içeri alarak yapacaktır.
İktidarın sofrasında oturan aydınlar “çok
yaşa Cumhuriyet” nidalarıyla düzenden
paylarını almakta, Kurtuluş Savaşı için
kanını canını ortaya koyan yığınların
çektiği sıkıntıları ise görmezden gelmektedirler.
Geniş köylü yığınlarının yol vergisi, hayvan vergisi ödemekten canları çıkmaktadır. “Bir tahsildar, bir jandarma, bir
ağa” zulmü o yıllara damgasını vurmaktadır. Ekim Devrimi’ni yaşamış Nazım’ın
ise böyle bir düzeni desteklemesi mümkün değildir.
Nazım cumhuriyetin sözde aydınlarını
Kabe’nin putları gibi görmektedir. Resimli
Ay Dergisi’nde onların düşüncelerini ve
yapıtlarını inceleyen yazılar yayınlar.
“Putları Yıkıyoruz” kampanyası iktidardan
pay alan aydınları ve yöneticileri hedef
alır.
Onuncu yılına varmış cumhuriyetin ortasında Nazım Hikmet dönemin aydınlarına
“ Behey!
Kara boynuz gibi kaşlı
Mukaddes Apis başlı
Adam
Behey!
Kara maça bey!
Sen şiirin asil kamusuyla konuşuyorsun
B e n
asaletten anlamam
Şapka çıkarmam konuştuğun dile
Düşmanıyım
asaletin
kelimelerde
bile”
diye seslenerek sınıfsal safını ilan eder.
Ülkede Cumhuriyet on yaşına varmıştı.
Ülkenin egemenleri madeninden hammaddesine her şeyi emperyalistlere
sunarak palazlanmaya çalışıyorlar.
Nazım’ın kaleme aldığı “Memleketimden İnsan Manzaraları” bu türedi sınıfı,
ilişkilerini, dünyaya bakışını baştan
sona ayrıntılarıyla anlatıyor.
İktidarda kanlı bir burjuvazi vardır.
Para kazanmak uğruna her yol mubahtır. Her türlü mal alınır ve satılır.
Nazım dönemin kapitalistini şöyle tanımlar “İnsan Manzaraları”nda.
“Bay Hikmet Alpersoy.
Müteahhit.
Hatta fabrikatör.
Dehşetli zampara.
Fransızların dediği gibi:
“Bon enfan bon vivör.”
Devletin tüm çarkları para babalarının
çıkarları için işletilmektedir. Bir de bu
kirli oyunun içinde hakkını aramaya
çalışan emekçiler vardır. Onlar içinse
işkence ve demir parmaklıklardan başka bir yol yoktur. Onlardan birinin öyküsünü şöyle anlatıyor şair baba:
“Konserve fabrikasında çalışıyordu
ölen,
Hikmet Alpersoy’la
Bulgarın fabrikasında.
Yirmi beş kuruştu gündelik.
İş müddeti on dört saat.”
“Rezalet.”
“Yok canım
mesele-i fazla-ı kıymet.”
“Anlamadım.”
“ Bunu Öztürkçe söylesem de anlamazsınız.
Biz hikayemize gelelim.
Selim
51-53 nazim_sablon 7/15/13 4:02 AM Page 53
(ölünün adı)
yirmi beş kuruşa on dört saat
dayanamadı.
Elli kuruş ve on saat dedi.
Öteki işçiler de aynı fikirdeydiler.
Derin, felsefi bir fikir değil elbet.
Fakat tehlikeli bir fikir.
Ve bundan dolayı Bulgarla Hikmet
hemen polise ihbar ettiler bu fikri.
Derhal tevkifat yaptı polis.
Müdüriyete on kişi götürüldü:
dört kadın, altı erkek
(elebaşılar)
ve Selim-kominist.
Halbuki kominist değildi Selim.
Düşünmemişti kominizmin ne olduğunu bile.
O sadece on sekiz yaşındaydı
ve yirmi beş kuruş yerine elli kuruş istiyordu
ve on dört saat yerine
on saat
Polis bu kanaatte değildi fakat.
Yatırdılar Selim’i yere.
Selim kalktığı zaman
basamıyordu döşemelere
Yatırdılar Selim’i yere,
Selim kalktığı zaman
göremiyordu önünü artık.
Yatırdılar Selim’i yere
Selim kalktı ve yığıldı.
Selim’im koltuklarına girip
karanlık bir odaya götürdüler.
Ve duvarda bir çiviye bağladılar saçlarından,
o suretle ki
döşemeye ancak ayak parmaklarının ucu dokunuyordu.
Bir tramvay geçti sokaktan gıcırtılarla.
Yakın bir yerde yatsı ezanı okunuyordu.
Çözdüler Selim’i çividen,
yatırdılar Selim’i yere.
Ve Selim kalktığı zaman
bir pencere gördü uzaktan
çok uzaktan
ama
perdesiz karanlık bir pencere.
Atıldı ona doğru.
Camlar kırıldı şangırdayarak.
İlk önce kayboldu bir insan başı
sonra kayboldu iki ayak.”
Nazım’ın insan manzaralarında anlattığı
türedi, işbirlikçi burjuvazi ve onun sömürüsü, işkenceci yönetimi 90 yıllık
Cumhuriyet’in değişmez parçaları olmuştur.
1930’lu yıllardan itibaren Nazım’a saldırılar başlar. Yazdığı kitaplara açılan
davaların yanı sıra “harp okulu öğrencilerini örgütlemek”ten “askeri isyana
teşvik” e bir dolu davalar açılır şaire. 35
yıl hapse mahkum olan şair 1950’li yıllarda ancak açlık grevi yaparak ve bu
eylemini uluslararası çapta ve ülke çapında büyüterek parmaklıkların ardından
kurtulabilir.
Nazım’ın yaşamının son bölümüne damgasını vuran yan ise emperyalist savaşlara karşı mücadelesidir. Cezaevinde
yattığı günlerde
“Ben içeri düştüğüm sene, ikincisi başlamamıştı henüz Daşav kampında fırınlar
yakılmamış, atom bombası atılmamıştı
Hiroşimaya Boğazlanan bir çocuğun
kanı gibi aktı zaman Sonra kapandı
resmen o fasıl, şimdi üçünden bahsediyor Amerikan doları” diye endişelen-
diği bir dönemin üstüne yürür adeta.
Dünyanın dört bir yanına koşan Nazım
Hikmet Asya’dan Afrika’ya her yanda
emperyalizmin kanlı planlarını anlatır.
3 Haziran 1963 sabahı evinin kapısının
üzerindeki posta kutusu dünyanın dört
bir yanından gelen mektuplarla, gazetelerle doludur. Elini uzatıp onları
alırken yere yuvarlanır. Büyük yaşamını
noktalar.
Mücadele edecek her sanatçıya önemli
bir modeldir Nazım’ın yaşamı. Öncelikle
öğren der insana. Dünyaya nasıl bakılacağını öğren. Oku, incele araştır. Sanatçıysan yapacağın sanatta yetkinleş
der. Salt sanatını üretmekle yetinme.
Sanat alanını da yaşadığın dünya gibi
savun, değiştir ve güzelleştir der. Yollara
düş der Nazım’ın yaşamı. Tanı dünyayı.
İnsanlarla tanış. Anlat onlara. El ele
ver, kendi toprağının ve yeryüzünün
insanıyla.
Koca şair hani bir şiirinde “Tahir olmak
ta ayıp değil Zühre olmak da Hatta
sevda yüzünden ölmek de ayıp değil
Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte
yani yürekte.” diyor ya. Biz de ölümünden 50 yıl sonra anlıyoruz ki Nazım
olmak da kolay değil.
haziran-temmuz 2013 | taVir | 53
54-55 selam olsn idile_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:03 AM Page 54
anı
anı
selam olsun idil’e
nergis yiğit
1996'da Ölüm Orucuna başlamadan
önce büyük bir yarış vardı aramız-da.Herkes günlerce bunun heyecanını taşıdı yüreğinde.Sonunda gönüllüler ar-asından kimlerin direnişçi olacağı belli
oldu ve hazırlıklara başlandı.Hızla hazır-lanan alın bantları ve yakılan kınaların
ardından yola koyulduk.
Biz kadınlar için '96 Ölüm Orucu'nun
yeri ayrıydı.Direnişte yer alan kad-ınların sayısı epey fazlaydı.Ogüne kadar
Türkiye'de şehit düşen kadın direnişçi
olmamıştı.Klavuzumuz 1984'te şehit düşen Apo,Fatih,Hasan,Haydar'dı.
Olağanüstü bir dönemdeydik.Bütün
oklar üzerimize yağıyordu.Saldırıları
püskürtmek
için
ölümüne
direnmeliydik.İktidar direnişi kırmak için
her türlü oy-unu oynuyor,her türlü yalanı söylüyordu.Biz hücre hücre erirken karşımızdakiler ''yiyorlar'' yalanına sarılmıştı.
Direnişçiler birbirleriyle
yarışıyordu.Mümkün olduğunca ihtiyaçlarımızı kendimiz karşılamaya gayret
ediyor,bilincimizi açık tutmaya çalışıyor-
54 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013
duk.Yolda-şlarımız ne kadar üzerimize titrerse titresin biz de o kadar yoldaşlarımıza ''yük'' olmamaya çabalıyorduk.Ancak günler ilerledikçe bu pek mümkün olmuy-ordu.
İrademizi sonuna kadar zorlamaya
çalışsak da bazen bedenimize söz geçiremiyorduk.Baş
dönmesi,mide
bulantıları,güçsüzlük,yürüyememe...
Artık vakit geliyordu.Başka hapishanelerdeki canlarımız bire birer topra-ğa düşmeye başladı.O günlerde kulağımıza gelen her slogan bir direnişçinin d-aha aramızdan ayrıldığı anlamına geliyordu.
''Kim,kim!'' diyorduk, ''Şehit düşen kim
?''
Koğuşumuzdaki yoldaşlarımızla beraber saygı duruşunda bulunmak iç-in ayağa kalkmaya çabalıyorduk.Sonra
kalkamaz olduk.Yataklarımızda oturur
vaziyette
saygı
duruşunda
bulunuyor,yumruklarımızı haada tutmak için uğraşı-yorduk.Bu,karanfilleşen yoldaşımıza kar-
54-55 selam olsn idile_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:03 AM Page 55
şı son görevimizdi.Asli görevimizse on-lara layık olmak ve peşleri sıra izlerini sürmekti.
Artık adım adım zafere yaklaştığımızı hissediyorduk.
Bir direnişçi için zafer,kazanmayı ifade eder.Eğer kazanmanın henüz v-akti gelmediyse,zafer
karafilleşmekteydi.Senden sonrakiler için canından vaz-geçmekti zafer.Bu yüzden unutulmazdır şehitler,bu yüzden ölümsüzlük iksiri onların ellerindedir.
Derken havalandırmaların birinden bir
slogan
daha
patladı.Kim ? Kimdi
acaba bu defaki şehidimiz ?
''Ayçe İdil Erkmen
şehit düşmüş yoldaşlar.''
İlk kez bir kadın
yoldaşımız şehit düşmüştü.Onun şehitliğinden biz kad-ın direnişçiler daha fazla etkilenmiştik.Artık
o,kadınların önünü açmıştı.Sonraki yıllarda
pek çok kadını peşisıra
saflarına çekecek,örnek
olacaktı.
İdil için yumruklarımızı daha bir gayretle kaldırdık.İçten içe sözler ver-dik ona.26 Temmuz'da idil şehit düşmüştü Çanakkale Hapishanis'nde.Bizse 27
Temmuz'da,direnişin 69.gününde ''Zafer bizim kazandık İdil !''dedik.
Ayçe İdil'le beraber 12 canımız bu
zaferin bedeli olmuştu.A.Berdan Ke-rimgiller,İlginç
Özkeskin,Müjdat
Yanat,Ayçe İdil Erkmen,Yemliha Kaya,Aygün Uğur,Hüseyin Demircioğlu,Ali
Ayata,Tahsin Yılmaz,Hicabi Küçük,Osman Akgün,
Hayati
Can,onları
asla
unuttturmayacak,unutmayacaktık.
Garip bir haldeydik.Kazandığımıza
tam sevinemiyorduk.Can bedeli gel-en zaferlerin mutluluğu biraz da buruk
olurdu.Zafer sevinci ise bir o kadar co-
-kun...
…
Aslında sözü İdil'e getirmek istiyorum.
Aradan 17 sene geçti.O yıl doğan bebeler bugün 17 yaşında birer gen-çkız,delikanlı.
İdil adı dillerden hiç düşmedi.Çünkü
o,nasıl yaşamak,nasıl mücadele e-tmek gerektiğini geride kalanlara miras bıraktı.
Sadeliği;tavır ve davranışlarıyla içimizden biriydi o.Bu yüzden yakın g-elir herkese.Devrimci yaşamı sahiplenişi
örnek olur.
İdil çok şey söyler halkına ve devrimcilere.
Hele de devrimci sanatçılara...Onun tavrı,düzende yer edinip kendini kurtarma-k değildir.Ya da mücadeleye kıyısından
köşesinden tutunup kendini tatmin et-mek hiç değildir.Bir ayağı devirmci mücadelede bir ayağı düzende olmadı hiç.
İdil'in şehitliği küçük burjuva aydın ve sanatçı tavrına vurulan bir
darbeydi aynı zamanda.İşte bu
yüzden nasıl ki Şili'nin Victor Jara'sı halkının onuruysa Ayçe İdil
Erkmen'de ülkemiz halklarının
onurudur.
17 yıl boyunca onun yolunda ilerledi halkın sanatçları.Onun
gözlerind-en baktılar hayata.Onun gibi
sivrilttiler kalemlerini.Onun gibi
sahnede yumru-klarını kaldırdılar.Onun gibi kucakladılar halklarını.Bu yüzden
bugün onbinler yüzbinler sahipleniyor kendi sanatçılarını.
İdil'in yolundan ilerlemek,İdil
olmak böyle bir şeydi: Birken
iki,beşken on,onbinlerken yüzbinler olabilmekti.
1996'da halkı vatanı ve yoldaşları için fedanın adı İdil olmakla özdeşti.
Sonra Fidan,İbili oldu fedanın
adı.Şimdiyse İdil olmak,Erdal,Hasan Selim,Çuha-dar ve Alişan olmaktır.
Fedaların boyverdiği bu topraklarda ezenle ezileni ''barış'' adı altında her ne
kadar kolkola girmeye zorlasalar da,eşit
ve adil bir düzen kurulmadıkça,
baskıya zulme son verilmedikçe,barış,sahte yapay bir gülüş olarak kalacaktır.
Aradan 17 sene geçti.İdil kendini yeniden ve yeniden yaratmaya deva-m ediyor.
Selam olsun İdil'e.
Selam olsun İdil'in soluğunu sokaklara,meydanlara taşıyanlara!
hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 55
56-57 tiyatro_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:47 AM Page 56
tiyatro
tiyatro
herhangi bir ülkede
herhangi bir toplantı
fazıl aktaş
-Bu nedir ya bu nedir biri bana açıklasın
çabuk!
-Neyi efendim?
-Elinin körü! Her şeyi ben mi söyleyeceğim size ya?
-Evet efendim
-Tamam söylüyorum tabi neyi yapacağınızı da neyi söyleyeceğinizi de ama alın
biraz yükü canım. Açıklayın hadi!
-Afedersiniz ama hiçbirimiz müneccim
değiliz efendim. Bu kez da siz söyleyin
biz yapalım.
-İnceden bir eleştiri mi sezinliyorum
ben bu laflardan Bülent abi? Acaba
eleştiriliyor muyum?
-Haşa efendim zinhar ne haddimize o
nasıl söz öyle öyle anlaşıldıysa özür dilerim.
-Ya bi sus ya zırt pırt özür diliyorsun zaten ben dışarıdayken bir özür diledin
hala düzeltemedik. karizmayı sana vekalet veririm lan benim özür dilediğim
nerde görülmüş? Benim gölgem bile
özür dilemez kimseden.
-Af buyurun efendim ben ortamı yumuşatayım diye şey ettiydim.
-Ya biz yumoş muyuz bırak sertleşsin, çapulcular senin özründen cesaret aldılar,
25 gündür sokaktalar.
-Dilerseniz istifa edeyim başbakan yar-
56 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013
dımcılığından efendim.
-Nah istifa edersin kimse istifa edemez
ancak ben kovarsam gidersin zaten
elimi sallasam bir yardımcıya çarpıyor
aha şunları da partinin genel başkan yardımcısı yaptık naber yeni transferler?
Bunların bonservislerini almıştık değil
mi? Nasıl espri ama gülün gülün izin veriyorum gülmenize siz de gülün lan Süleyman, Numan size söylüyorum.
-Sayenizde yüzümüz hep gülüyor efendim(birlikte).
-Sayemde tabi! Ben olmasam yüzde
sıfır virgül bilmem kaçlık partilerde yok
olup gidecektiniz. Ayrıyetten benim
hakkımda daha önce söylediklerinizi
unutmadım ben hiçbir şeyi unutmam.
Bırakın ayaklarımı öpmeyi de geçin yerinize. Hoşlanmam öyle şeylerden tamam affettim sizi ama gözüm üzerinizde olacak. Evet şimdi söylesin biri, dışarda neler oluyor kim bunlar, ne istiyorlar?
-Üç beş çapulcu işte efendim.
-Benim sözlerimi kullanıp prim yapmaya kalkma boyunsuz canavar! Ya
Muammer bu çapulcular bazen güzel
espriler buluyorlar ben bile gülüyorum. Hele şuna bak hahaha adamda bir
santim boyun yok ya kafayı getirip
omza direk monte etmişler. Ha ha ha
-Kırılıyorum ama efendim. Babam ben
bebekken kafa üstü düşürmüş yer o
yüzden böyleyim.
-Tamam be tamam kes ağlamayı demeyim bir daha büyüyün artık biraz.
-Büyüyoruz efendim büyüme hızımız
yüzde 14.
-Kendini muhabirlerin karşısında sandın
herhalde Mehmet rahat ol bunları da
bize değil külahıma pardon gazetecilere anlat ama söylediğine kendin inanıyormuş gibi söyledin he güzel hep
böyle ol yahu millet şeyiyle güler sana
şu dönüşte havalimanında beni niye o
kadar insan karşıladı kim bunun müsebbibi.
-Efendim siz telefonda çağırmayın kimseyi dememiş miydiniz?
-Lan Hüseyin sen de şeye sürülecek kadar bile beyin yok dinime imanıma
ben o lafı basına öyle deyin diye ettim.
Bizim partililere niye öyle diyorsunuz çapulcular güldü bize sizin yüzünüzden
bunları biriktiriyorum hepsinin hesabını sorcam sizden. On beş yaşındaki çocuklar yüzlerce polisin üstüne yürüyor. hiçbiriniz tek başına sokakta gezemiyorsunuz, etrafınızda onlarca koruma,
tırsaklar. ne var Beşir abi niye dikiliyor-
56-57 tiyatro_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:47 AM Page 57
sun başımda?
-Efendim bu korumalarınızın sayısını
1500'e çıkaracak kanun teklifi bir tek sizin imzanız kaldı imzalasınız da meclise göndersek diyorum.
-Sırası mı şimdi Beşir abi sonra sonra.
-Emredersiniz sultanım.
-Sultanım mı? Ulan kulağıma nasıl da
güzel geldi. Bir daha de bakim.
-Sultanım.
-Bir daha de.
-Sultanım.
-Bunu cidden hissederek mi söylüyosun
yoksa benimle dalga mı geçiyorsun
Beşir?
-Gönlümden öyle geçti efendim estağfurullah dalga geçmek ne demek
ben aklımı peynir ekmekle yemedim.
-Zıkkım yiyin. Durduramadınız gitti şu
ayaklanmayı her gün kabuslar görüyorum. Gezi parkında bir ağaçmışım ben
çarşılılar gelip üzerime işiyorlar. Güleni
anasından doğduğuna pişman ederim.
-Efendim boş verin bakın artık gezi
parkı bizim kovduk tüm çapulcuları, oraya ancak sizin rüyanızda işerler bundan
sonra.
-Tamam kapat artık şu işeme meselesini zaten sana kızgınım Yalçın gözüme
gözükme sakın.
-Neden efendim
-Bak bir de soruyor o "white sea"yı nerenden uydurdun terbiyesiz.
-Dünya aleme rezil ettin beni sanal
medyada gene trend topic oldum hakkımda üretilmeyen espri kalmadı. Seni
danışman yaptık bi kamyon da para
ödüyoruz sana ama beş kuruşluk faydan
yok bize zarardan başka paramızla rezil oluyoruz resmen.
-Aldırmayın o çapulcuların sözüne efendim ben hemen aldırırım evlerinden onları.
-Al al nereye kadar boyunsuz? Bitmiyorlar ki her gün başka başka biçimde karşımıza çıkıyorlar. Şimdi de öylece duruyorlar dünyanın her yerinde bunların
koşanından da yüreyeninden de duranından da nefret ediyorum.
-Tırsıyorum diyecek ama dili varmıyor
-Ne dedin? Kim o densiz ben izin vermeden kim konuştu
-Valla öyle sultanım bunların hepsini
hapse atsak gene de kurtulamayacağız
galiba
-Gene biri sultanım dedi. Allahım söyletiyor bunları biliyorum bunları hepsi bir
işaret sen miydin be Davutoğlu? Sen de
mi tırstın yoksa? Senden beklemezdim
doğrusu.
-(mırıldanır) sen sanki tırsmıyorsun
-efendim duyamadım
-efendim bunlardan tırsılmayacak gibi değil gerçekten bakınız o marjinal örgütün
tüm kadrolarını attık F tipine onlara selam verenleri bile attık ama gene de çıkıyorlar karşımıza.
-neredeler, hani, çabuk talimat ver Boyunsuz gitsin alsınlar onları.
-Efendim şu "boyunsuz"u fazla kullanmasak
-lan sus dediğimi yap hemen.
-Valla evinde tweet atanları hemen gidip
alırlar ama bu marjinalleri almaya giderler mi bilmem.
-Ne yani talimatımı dinlemeyecekler mi
ben diyeceğim de yapmayacaklar yani
yerim ben onları doğduklarına pişman
ederim gaz odalarına atarım toplama
kamplarına yollarım valla bu aralar öyle
güçlü hissediyorum ki kendim hitler ya-
nımda kıytırık mahalle çetesi üyesi kalır.
-Eeeh yeter be senin hırsın yüzünden
hepimizi tepeleyecek bu baldırıçıplaklar gözümüzü oyacaklar gecekondulardan gelip sen daha sultanlıktasın padişahlıktasın git sen uğraş bu halkla marjinallerle ben istifa ediyorum arkadaş canımı sokakta bulmadım arkadaş.
-Aa delirdi Boyunsuz gitti canım nazırım bak gördün mü korku neler yaptırıyor insana korkmayın nazırlarım arkanızda ben varım bakın Motherfull'u
şehir şehir dolaşıyorum İngilizce Anadolu demektir bilmeyenler için söyleyeyim, bunları biz teperiz alimallah. Benim
valim benim jandarmam benim reji
asistanım benim tesviyecim benim
manavım mahveder bu çapulcuları hiç
korkmayın.
-Ne diyorsun Bülent abi çağırayım mı
abulansı? Gönderelim artık şu çakma
Führer'i hastaneye. Yoksa bizim sonumuz hiç hayırlı olmayacak.
-Durduğun hata hemen ara acil servisi alsın götürsünler şunu.
iki hasta bakıcı arasında götürülürken
hala "benim---benim---benim" demeye devam etmektedir.
hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 57
58-59 tütün_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:04 AM Page 58
kitap
kitap
tütün 1-2
fazıl aktaş
Kitaplık
Kitabın adı: tütün 1-2
Kitabın yazarı dimitır dimov
Yayınevi: evrensel ağustos 2004
Bulgaristan devriminin sarı dünyası:
tütün
vaşı hitlerin komutasında patlamak
üzeredir.
Tütün bize sınıf çatışmasında düşman
saflardaki öz kardeşleri onların bencilce ihtiraslarla ve temelinde emek vatan
ve halk sevgisi olan devrimci duygularDevrimler biribine benzer ama asla bir- la bağlandıkları aşklarıyla birlikte anlabirinin aynısı değildir, olamaz. Aslolan tıyor.
insandır her devrimde. İnsanlardan oluşan parti ilkeler kurallar kapitalizmin ya- Latince öğretmeni redingot’un pavel,
rattığı kültür vb hemen hemen her ül- baris ve stepan adında üç oğlu vardır pakede aynıdır. Coğrafi şekiller kültür ah- vel ve stepan yüreklerindeki tertemiz
lak gelenek görenek vb işe bambaşka- duygularla bağlandıkları devrim kavgadır o sebepten her ülkenin devimi ken- sında birer sıra neferi olma yoluna ilerdine özgü olmak zorundadır.
lerken boris’in tek düşüncesi kapitalist
dünyanın nimetlerine bir an önce kavuşBulgaristan’ı okuyoruz tütün’de dün- maktır. Başarır da nikotiana tröstünün
yayı kasıp kavuran on milyonlarca insa- sahibi baba pierr’nin kızı olan marnı Pazar kavgasında katleden nazizimin la’nın da yardımıyla önce tröstte çalışpençesine değmeden hemen önceden maya başlar sonra maris ile maris ile evbaşlayıp devrime kadar olan süreçte Bul- lenip yükselmeye başlar. Baba pierre ölgaristan seriliyor önümüze iki cilt halin- dükten sonra koca törstün tek sahibidir
de toplam 742 sayfa boyunca.
artık. Bir tekel patronudur artık Latince
öğretmeninin yoksul gecekondusunda
Alman sigara tnöstlerine ucuz tütün yırtık ayakkabılarla dbüyümeye çalıştıgerekmektedir. En ucuzları da balkanlar- ğı yıllardaki baris değildir. Kapitalizdadır tütünlerin alman tröstlerinin tem- min kurallarını eksiksiz uygulayacak bir
silcileri bulgaristan’ın en büyük tütün karaktere sahip biridiri baris ve insanın
tröstü olan Nikotiana ile anlaşırlar. Alman yaşadığı gibi düşüneceği gerçeğinden
emperyalizmi tütünle başlattığı sömü- hareketle hiç kimseye acımaz. Rakiplerüyü çok yakın bir tarihte açık işgale de rini her türlü iğrenç yöntemle kimi zaçevirecektir elbette çünkü ıı. Paylaşım sa- man rüşvetle kimi zaman tuzağa düşü58 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013
rerek kimi zaman da ayak oyunları ile birer birer ortadan kaldırır. Alman emperyalizmiyle açık işbirliği içine girmiş bir
vatan haini olan Boris içinden geldiği sınıfın düşmanıdır artık hem de azılısından küçük kardeşi stepan’ın devrimci eylemlerden dolayı gözaltına alındığında
içişleri bakanına emniyet müdürlerine
verdiği rüşvetlerle özgürlüğüne kavuşturduğunda vicdanını temizlediğini
düşünür sırf annesine olan pamuk ipliği kalınlığındaki sevgi dışında ne babasıyla ne de kardeşleriyle ne de Bulgar
emekçi halkıyla hiçbir bağı kalmamıştır oysa.
Başta nikotiana olmak üzere tüm Bulgar
tütün tröstleri fabrikalarda otomasyona geçmek isteyince işçiler bunun kendileri için ölüm olacağını düşünür ve vatan cephesi’nin öncülüğünde direnişler
başlatırlar. Vatan cephesi içinde yer
alan komünist parti’nin önemli kadrolarından olan pavek direnişe işçilere ve
kadrolarına yönelik politiklarını eleştirir partisinin. Bunun sonucunda da partiden atılır. Çok sevdiği ülkesinden
uzaklaşır aynı zamanda ülkesi kadar sevdiği liladan. Arjantine oradan da ispanya iç savaşında partizanlarla birlikte savaşmak için ispanyaya gider yıllar
sonra ülkesine döndüğünde partisi de
artık doğru politikalar sayesinde halkın
58-59 tütün_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:04 AM Page 59
içinde kök salmayı daha önce attığı pavel’i bu kez önder bir kadro olarak bağrına basmıştır.
Bulgaristandaki faşist hükümet devrimcilere karşı polisiye tedbirleri haf safhada alıyor baskı ve sömürüyü katmerli bir şekilde sürdürüyordu bu süreçte stepan bu süreçte tekrar tutuklanır
hapishanede sorgular kendini ağabeyi boristen etkilenmiştir onun paralı paralı pullu şaşalı yaşamış cezp etmiştir stepanı devrimciliğin her gün bir şeyler katılmadında nedenleri her gün biraz
daha çoğaltılmadıkça biteceğini kavrayamayan stepan’ın çürümesi kaçınılmazdır. Yoldaşlarından gizli olarak ağabeyi boris e yazdığı ve yardım dilendiği mektup onun devrimciliğinin de
ölümüdür gerçek yaşamının da aynı zamanda
Kapitalizmin nimetlerine olan düşkünlük insanı baştan ayağa çürüten bir
duygudur. Bencillik insanda tek bir değer bile bırakmaz ben duygusu dışında
greve çıkan işçilerin üzerine saldırırken
bir kadın işçinin kafasına vurduğu koca
bir veya ile hayatını kaybeden polis şefi
çakır’ın tıp fakültesi mezunu doktor
kızı irinanın borisin kapatması olarak hayatına devam etmesinde bunları kaybetmemek için alman tröstlerinin temcilsiyle bile düşüp kalkacak kadar alçalmasında çürümesinde gördüğümüz
gibi.. oysa irina idealist bir doktor olmayı istiyordu öğrenciyken borisin daha
köyde işsiz güçsüz dolanırken ona olan
ilgisini sevgisini hissettirmesi çok sora
bir tesadüf eseri bu kez nikotiana patronu olarak gördüğü boris in ihtişamlı
yaşamına özenmesi onun da insanlığını yitirmesine yol açacaktır gün gün.
Gerçek budur kapitalizm çürütür.
Hitlerin Avrupa imparatorluğu hayali
Sovyetler birliği duvarına çarpınca Almanya için tehlike çanları çalmaya başlamıştır bugaristandaki alman işgalciler
tröst temcileri paçalarını kurtarmak
için her şeyi yapacak durumdadır. Bul-
garistan partizanlar da vatan cephesi
önderliğinde hem Almanlarla hem de işbirlikçi faşist Bulgar hükümetiyle kapışmakta her ikisinin de sonunu getirmek
için savaşı büyütmektedir. Bu görev başarılacak ve işbirlikçi vatan hainleri bulgaristandan atıalcaktır.
Tütün bulgaristanın sarı dünyanın namanı bir yanda çürüme yozlaşma öye yanda yeni insanı bir yanda insani değerleri hiç sayan sistem öte yanda insana yaraşır güzel bir dünya sosyalizm. Bir yada
öz kardeşleri bile düşman kamplara koyan acımasız sınıf kavgası öte yanda bu
eşitsiz kavgada inancın umudun yarının
zaferi insanın iç ve dış düşmanla savaşımının vatan ve halk sevgisinin korkunun ve cesaretin paranın satır aldığı değerlerin ve hiçbir maddi değerle satın
alınmayan onurun namusun ahlakın öyküsü
Dimitır dimov insanların kendi devrimlerini bunun yanında da Bulgaristan
devrimini nasıl başardıklarını derinlemesine ortaya konulan karakterlerle güçlü bir edebi anlatımla anlatıyor bize. Herkesin kitaplığında mutlaka olması gereken bir kitap armağan ediyor bize dimov usta
hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 59
60-61 gada meilin_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:07 AM Page 60
sinema
sinema
çayırların türküsü: gada meilin
hasan bakır
Gada, sonsuz bir maviliğin altında uçsuz bucaksız parıldayan çayırlığın ortasında duruyordu. Burası Gada’nın vatanı ve Gada’nın halkı, yoldaşları aynı
maviliğin altında onun arkasında bekliyorlardı. Hepsinin yüzünde yaşanan
tüm acıların gerginliği vardı. Ve hepsinin gözlerinde aynı
çığlık vardı. Hepsi güneşin kolları arasındaydı. Güneş sanki
gökyüzünün her yerindeydi. Nereye bakarsan bak güneş, altın bir tepsiden saçılan alevler gibi alıyordu insanın gözünü. Gada yüzünü rüzgara döndü ve yoldaşlarına seslendi:
Rüzgarı karşımıza
alarak geri çekiliyoruz! Ve bataklığa
doğru geri çekilmeye başladılar. Hiç
kimse ne olduğunu sormadı. Hiç kimse bir adım dahi geri adım atmadı. Vatanını ölüm pahasına savunan bir avuç
adam ve kadın yüzlerini rüzgara dönerek bataklığa doğru ilerlemeye devam
ettiler. Önlerinde“Meilin” yani kılıcını hal-
60 | TAVIR | hAzIRAn-Temmuz 2013
kın mutluluğu için kullanan önderleri
olduktan sonra ölümün her türlüsü
vız gelirdi onlara. Ve elbet bir bildiği vardı Gada’nın. Yoksa düşman kuvvetleri
tepelerin ardına toplarını dizip beklerken kolay hedef olmak akıl karı değildi. Ve amansız top atışları başladığında
yeterince uzaklaşmışlardı. Gada’nın çocukluğundan bu yana duyduğu bir
atasözü vardı: “Çayırlar yalnızca sürüleri beslemez, aynı zamanda ateşi de
besler”. Vatanlarını işgal edenlere, yalınkılıç savaşanların karşısına topla tüfekle çıkanlara elbette ateşle karşılık ve-
receklerdi. Çünkü ateş onların dostuydu. Tıpkı rüzgarın da olduğu gibi. Kendisini aşağılayıcı gözlerle izleyen düşman ordusunun komutanının gözlerinin içine baktı Gada. Sonra yayının
ucuna yerleştirdiği ateş topunu çayırlığın orta yerine gönderdi. Rüzgar atının üstünde
dörtnala giden
bir süvari gibi
topçuların ve komutanın üzerine
doğru gidiyordu.
Ve rüzgarın peşinde güneşin sıcağını ve aydınlığını geride bırakacak bir alev
topu büyüdükçe büyüyordu.
Vatanını savunan bir avuç karşısındaki silahlıüniformalı bir orduyu yuttu alev topu.
Gada’nın ve yoldaşlarının zaferini ateş,
rüzgar ve toprak doğurmuştu.
Gada Meilin, 2002 yılı Çin yapımı bir
film. 1930’lu yıllarda geçen filmde Moğolistan’ın sonsuz çayırlıklarında yaşa-
60-61 gada meilin_29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:07 AM Page 61
yan yoksul insanların arazilerini ve
köylerini nasıl ölümü göze alarak savunduğunu anlatıyor. Filmin kahramanı ise
Gada. Gada, çocukluğundan bu yana
“meilin” yani halkının huzuru ve mutluluğu için kılıç kuşanıp adalet dağıtan
bir savaşçı olmayı düşler. Çünkü yaşadığı yeri ve insanlarını çok sevmektedir Gada. Onun bu isteği feodal beyin
yanında korumalık yaparken gerçekleşir ve bey onu “meilin” yapar. O artık
Gada Meilin’dir. Büyük bir coşkuyla
halkın içinde çalışır onları dinler. Bu arada evlenir ve ona destek olan bir eşi
olur. Fakat Gada’nın gördükleri duydukları hiç de tahmin ettiği gibi değildir. Yaşadıkları toprakların satılacağını öğrenen halk huzursuzdur ve Gada Meilin’den bir çare beklerler. Gada ise bey
ile görüşüp bu konuyu çözebileceğine
emindir. Ama Gada’nın bilmediği bir
şeyler vardır. Emperyalizm beyleri satın almıştır ve bu feodal beyler büyük
bir ihanet içindedirler. Vatanlarını parça parça satarlar. Yasalar, kanunlar sadece göstermeliktir. Halkın en temel talepleri kurşuna boğulur. Gada’nın aklında tek bir şey vardır: Eğer o bir ‘meilin’ olmuşsa, her ne pahasına olursa olsun halkı için mücadele etmesi gerekir.
Öyle de yapar. Beyin karşısına dikilir halkı adına bu yanlıştan vazgeçmesini
söyler. Bey ise cevabını Gada’yı zindana attırarak verir. Tutsak düşen Gada’yı eşi ve yoldaşları zindanlardan
çekip alırlar. Ve artık geriye kalan tek
şey, beylerin ve hükümetin halkı mecbur bıraktığı tek şey, kılıç kuşanarak
düşmanı alt etmektir. Bunu başarırlar
da. Ancak direniş yeni başlar. Bundan
sonra her şey daha zor olacaktır. Ve büyük bir mücadele başlar. Gada, savaşın
içinde kurmaylığı öğrenir, savaşmayı
öğrenir, nasıl yaşanılacağını, nasıl ölüneceğini öğrenir. En büyük destekçisi
eşi ve çocukluk arkadaşı usta güreşçi
Bater’dir. Her ikisiyle de beraber dövüşmüş, beraber ölümlerden dönmüştür.
Büyük alevler düşmanı yuttuktan sonra daha gerilimli, daha politik bir savaş
bekler onları.
Gada Meilin; sömürüyü, zulmü, çıkar
uğruna vatanı satmayı, ihaneti ve savaş
gerçeğini başarılı bir şekilde işleyen bir
film. Anlatmak istediğini iyi anlatıyor.
Özellikle filmin detaylarında gizli bazı unsurlar çok düşündürücü ve öğretici. Filmin başından beri bozkırın ortasında
enstrümanıyla hüzünlü ezgiler çalan bir
adam yer alıyor. Akıp giden zamanı ve yaşananlara yapılan tanıklığı simgeliyor bu.
Dökülen ezgilerin hüzünlü olması ise halkın çektiği acıları çağrıştırıyor izleyenlere. Bunun dışında filmin içinde birçok
imge var. Ve bunlar filmin daha etkileyici olmasını sağlıyor. Yönetmen bu öğeleri ustaca kullanmış. Sonuç olarak filmin
ardından zihnimizde ölümüne vatanına
bağlılık ve feda ruhu yer ediyor.
Günümüze ve ülkemize dönersek filmin
bize anlattıklarını birçok olayla somutlayabiliriz. Bugün emperyalizmin saldırıları katmerlenmiş durumda. Zalim
daha zalim ve halkın direnişini kırmada biraz daha ustalaşmış durumda.
Ama bir de büyük bir gerçek var ki günümüz emperyalistleri ve onların işbirlikçileri bunu duymak bile istemiyorlar
ama Gada Meilin’ler bugün çoğaldılar
ve rüzgar hala bizim arkamızdan esiyor.
Künye: Gada Meilin
2002,Çin
Yönetmen: Feng Xiaoning
115 dk.
hAzIRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 61
62-64 haber _29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:59 AM Page 62
haberler
haberler
Tüm Türkiye AKP’ye Karşı Direniyor
İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Topçu Kışlası Projesi hakkında
yürütmeyi durdurma kararı verdi. Polisin tüm Türkiye’de eylemlere katliam yapmak amacıyla saldırması üzerine eylemler daha da çoğaldı. 1 Haziran sabahı Anadolu Yakası’nda toplanan binlerce kişi Boğaziçi Köprüsü üzerinden yürüyüşe geçti. Grup Beşiktaş’a vardığında ise polis gaz bombaları ve tazyikli suyla saldırdı. Kadıköy ve Anadolu yakasının diğer kesimlerinden de halk Taksim’e varmak için yürüyüşe başladı.
Taksim’deki Gezi Parkı’nın yıkılıp yerine Topçu Kışlası ve büyük bir Alışveriş Merkezi’nin inşaa edilmesini kapsayan
Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında 27 Mayıs’ta Gezi Parkı’nın duvarının yıkılması ve ağaçların sökülmesi üzerine Taksim Dayanışma grubu 40-50 kişiyle parka giderek çadır kurup sabahladı. Bunun üzerine 28 Mayıs günü parkta bekleyişe geçenlerin sayısı arttı ve milletvekili Sırrı Süreyya Önder’de Taksim Dayanışma’ya destek vermek için parka geldi. İlerleyen saatlerde zabıta ve polis yıkım için parka geldi
ve kitleye biber gazı ve coplarla saldırdı.
Yaşanan çatışma ve direniş sonrası Taksim açıldı. Ancak kısa
bir sonra olaylar Beşiktaş'ta başladı. Polis yeniden kitleye saldırdı. Bu esnada Ankara, izmir, Antakya, Mersin, Adana birçok ilde de çatışmalar ve polisin saldırıları devam etti. Gece
boyunca Beşiktaş’ta devam eden çatışamalar sonucu 2
Haziran Pazar sabahı adeta bir halkın zaferi vardı. Ters çevrilmiş trafik polisi arabaları, kullanılamaz hale gelmiş tomalar ve anıtın etrafında siyasi hareketlerin pankartları… Bu esnada bir yandan da herkes Taksim’i temizlemek için uğraşıyordu. 2 Haziran Pazar günü Taksim Meydanı’nda yüz binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen mitingde Grup Yorum,
Kardeş Türküler, Hilmi Yarayıcı, Pınar Aydınlar, Nejat Yavaşoğulları gibi birçok sanatçı sahne aldı.
Bu saldırıların üzerine parkta çekilen fotoğraflar, polisin yakın mesafeden eylemcilere biber gazı sıkması tüm dünyanın gündemi oldu. 29 Mayıs günü artık parkta bekleyenlerin sayısı daha da arttı, polis bir kez daha parka saldırdı ve
bu saldırıda çadırlar yandı. 30 Mayıs günü sabaha karşı 05.00
sularında polis parktaki eylemcilere bir kez daha müdahale etti. Bu saldırıdan sonra parkta bekleyenlerin sayısı giderek arttı. Birçok sol hareket, taraftar grupları, halktan insanlar herkes nöbet için Gezi Parkı’na geldi.
2 Haziran gecesi, Beşiktaş’ta devam eden çatışmalarda kamusallaştırılan iş makinesi tomanın üzerine sürüldü. 3 Haziran’da eylemler Ankara, İzmir, Hatay, Dersim gibi pekçok
ilde devam etti. Recep Tayyip Erdoğan ise yaptığı açıklama
ile tüm Türkiye’de devam eden çatışmalar ve tencere tava
eylemleri için “çapulcular” ifadesini kullanarak “tencere tava
hep aynı hava” açıklamasında bulundu. 15 Haziran’da devlet bir kez daha halka saldırdı ve bu saldırılar sonucunda yeniden çatışmalar başladı.
31 Mayıs Cuma günü ise polisin biber gazları ve coplarla bir
kez daha saldırması üzerine yüz binlerce kişi Taksim’e akın
etti. Giderek daha da artan kalabalık akşam saatlerinde İstiklal Caddesi’nde yürüyüşe geçti. Polisin kitleye biber gazı
ve tomayla saldırması üzerine kitle geri çekilmedi ve ara sokaklarda polisle çatışmaya başladı. Sabaha kadar süren çatışmalar internet üzerinden anında bilgi paylaşımıyla daha
da yayıldı ve medyanın tüm sansürüne rağmen tüm Türkiye ve Dünya’nın gündemi oldu.
Yaklaşık 20 gün süren direnişte yaklaşık iki buçuk milyon insan eylemlere katıldı, milyonlarca tweet atıldı ve Bayburt ve
Bingöl hariç 79 ilde yaklaşık iki buçuk milyon insan AKP’ye
karşı direndi. Eylemlerde binlerce insan yaralanırken Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük ve Mehmet Ayvalıtaş polisin biber gazı fişeğiyle şehit düştü. Okmeydanı’nda ki direnişte 14
yaşındaki Berkin Elvan biber gazı fişeğiyle başından vuruldu ve hayati tehlikeyi atlatamadı.
Sabaha kadar geri çekilmeyen halk Beşiktaş’a, İstiklal Caddesi’ne, tüm ara sokaklara barikatlar kurarak polisi püskürttü. İstanbul’daki bu eylemler tüm Türkiye’ye yayıldı. Ankara, İzmir, Mersin, İzmit, Konya, Manisa gibi birçok şehirde eylemler yapıldı. Bu eylemlerde yüzlerce kişi biber gazı fişeğinin yakından hedef alınarak sıkıldığı için yaralandı. Aynı gün
62 | TAVIR | HAzİRAn-Temmuz 2013
Tüm Türkiye’de devam eden eylemlerde Abdullah
Cömert, Ethem Sarısülük ve Mehmet Ayvalıtaş polisin
doğrudan hedef alarak attığı biber gazı fişeğiyle vurularak şehit düştü.İnşaa edilmek istenen Topçu Kışlası Projesi ise mahkeme kararıyla iptal edildi.
62-64 haber _29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:59 AM Page 63
GRUP YORUM GÜNCE
48 Haziran
8 Haziran’da ırkçılığa karşı 2.kez Tek Ses Tek Yürek konseri düzenlendi.13 bin kişinin katıldığı konserde Grup Yorum’a Niyazi Koyuncu ve Erdal Bayrakoğlu da eşlik etti.
422 Haziran
22 Haziran’da Toulouse Alevi Kültür Derneği’nin düzenlediği
Sivas Katliamı’nı anma etkinliğinde sahne aldı.
424 Haziran
24 Haziran’da Suriye Tartus kentinde Gezi Parkı ve Taksim Direnişini selamlamak üzere gerçekleştirilen konsere katıldı ve
türkülerini seslendirdi.
44 Temmuz
Direnişteki Kazova işçilerini ziyaret etti ve türkülerini söyledi.
46 Temmuz
Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda Barikatın Ardı Vatandır başlığıyla yaklaşık 3000 kişiye seslendi.
411-12 Temmuz
12 Temmuz şehitlerini anmak için 11 Temmuz’da Karacaahmet Mezarlığı’na gidildi ve mezar başında marşlar seslendirdi. 12 Temmuz’da
Sibel Yalçın Parkı’nda yapılan anma etkinliğinde ise yaklaşık 300 kişiye seslendi.
4444
428-29 Haziran
28 ve 29 Haziran’da Yunanistan’da ırkçılık karşıtı düzenlenen
konsere katılarak iki gün boyunca türkülerini seslendirdi.
4 30 Haziran
30 Haziran’da Kuşadası’nda Sivas Katliamı’nı anmak üzere düzenlenen etkinliğe katılarak türkülerini seslendirdi.
KONSER TAKVİMİ
414 Temmuz- Mersin Kazanlı Evvel Temmuz Festivali
416 Temmuz-Hatay Samandağ Evvel Temmuz Festivali
418 Temmuz- Dersim 3. “Devrim Yürüyüşümüz Sürüyor”
konseri
424-29 Temmuz-Munzur Festivali
Konserler ücretsiz gerçekleşecektir.
Bilgi için: 0 212 238 81 46
Taksim Direnişine Destek Veren Sanatçılar İşten Atıldı
Taksim Gezi Parkı direnişinde yer alan sanatçılardan Mehmet
Ali Alabora’nın twitter hesabından “Mesele yalnızca iki
ağaç meselesi değil hala anlamadın mı?” yazması üzerine
Tayyip Erdoğan meclis kürsüsünden kendisini provokatör ilan
etti ve adeta hedef gösterdi. Melih Gökçek ise twitter
hesabından twitter hesabından “O daha başına gelecekleri
bilmiyor, onu cezaevinde görmek istiyorum.” şeklinde yazdı.
Mehmet Ali Alobara ise bir açıklama yaparak söz konusu
tweette mesele “sadece” Gezi Parkı değil derken, meselenin
Gezi Parkı kadar Emek Sineması’nın yok edilişi, Şehir Tiyatroları’ndaki yönetmelik değişikliği, Devlet Tiyatroları’nın kapanmak üzere oluşu, Kadıköy’deki Kuşdili Çayırı, Haydarpaşa Garı
‘da olduğunu ifade etti.
AKP iktidarı direnişe katılan sanatçıları kara listeye alırken
hükümete yakınlığıyla bilinen kanallar da direnişe katılan
sanatçıların işlerine son verdi. ATV’de yaz döneminde yayınlanacak ve Oktay Kaynarca’nın sunacağı program 20 bölümü
çekilmesine ragmen Kaynarca’nın direnişe destek vermesi
üzerine yayından geri çekildi ve Oktay Kaynarca’nın işine son
verildi. Yine ATV’de Huzur Sokağı isimli dizinin senaristlerinden Alev Toprakoğlu’da başbakanın açıklamalarını
twitterdan değerlendirdiği için işinden atıldı. Saba Tümer’in
programı Yaşar Nuri Öztürk’ün hükümeti eleştiren ifadeleri
nedeniyle reklama girdikten sonra yarıda kesildi ve program
yayından kaldırıldı. Direnişe destek vermek için Kanal T’de
yayımlanan programını iptal eden Yıldız Tilbe’nin ise işine tammaen son verildi ve program yayından kaldırıldı. Twitter
adresinden eylemlere destek veren Gülben Ergen’in de Büyük
Ankara Festivali kapsamında vereceği konser de belediye
tarafından iptal edildi.
Sevcan Orhan da 21. Malatya Fuarı Uluslararası Kültür Sanat
ve Kayısı Festivali programında yer aldığını ancak Gezi
olaylarına verdiği destek nedeniyle festival programından
çıkarıldığını açıkladı. Konseri iptal edilen sanatçılardan bir
diğeri de Aylin Aslım oldu. Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı 17.
Akdeniz Oyunları töreninde sahneye eline çizdiği Çarşı
simgesiyle çıkan ENBE orkestrasının solisti Berkay Özideş de
işsiz kaldı.
HAzİRAn-Temmuz 2013 | TAVIR | 63
62-64 haber _29-30 ellerimi tut 7/15/13 4:59 AM Page 64
haberler
haberler
kısa... kısa... kısa... kısa.. kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa...kısa...
4Bakırköy Hapishanesi’nde Sanat
Yapmak Yasak
Bakırköy Hapishanesi’nde aylardır uydurma
gerekçelerle tutsak bulunan memurlar, avukatlar, İdil Kültür Merkezi çalışanları, hemşireler ve
devrimci gençlik çeşitli kitaplar eşliğinde bir
drama eğitimi başlattı. Bu drama eğitimi kapsamında kullanılan ampüle, hukuksuz yapılan
koğuş araması esnasında el koyuldu. El koyma
gerekçesi olarak Bakırköy Hapishanesi Müdürü tutsaklara “Burası eğitim yeri değil” şeklinde bir açıklamada bulunarak, el koymanın
keyfi olduğunu ispat etti. Ayrıca tutsaklara yakınları tarafından yatırılan kitaplar da hapishanece teslim edilmedi.
4Grup Yorum Elemanı Seçkin Aydoğan
Tahliye Edildi
Yaklaşık 2 yıldır hukuksuz bir şekilde Tekirdağ
1 No'lu F Tipi hapishanesinde tutuklu bulunan
Grup Yorum üyesi Seçkin Aydoğan hakkında 6
yıl hapis cezası verildi. Ancak 17 Mayıs’ta görülen karar mahkemesinde hapiste yattığı süre
yeterli görülerek Seçkin Aydoğan tahliye edildi. Seçkin Aydoğan ile birlikte tutsak Cemray
Baş ve Melis Ciddioğlu da serbest bırakıldı.
4Polis Grup Yorum Eylemlerine Defalarca
Saldırdı
İstanbul’da 1 Mayıs 2013’ten itibaren, merkezi meydanlarda düzenlenen yürüyüşler ve basın açıklamaları devlet tarafından yasaklandı.
Grup Yorum ve dinleyicileri her cuma tutuklananların serbest bırakılması talebiyle gerçekleştirdikleri Taksim Meydanı’ndan Galatasaray
Lisesi önüne kadar süren yürüyüşlerini yapmak
için yasağın uygulandığı ilk hafta da meydanda toplandı. Ve yürüyüşü gerçekleştireceği sırada polisin saldırısına maruz kaldı.
İlk haftadan itibaren yüzlerce çevik kuvvet
coplarla, biber gazlarıyla, tomalarla kitleyesal-
64 | TAVIR | HAzİRAn-Temmuz 2013
dırdı. Bu saldırılara rağmen geri durmayan kitle her hafta cuma günü Galatasaray Lisesi’ne
kadar yürümek üzere Taksim Meydanı’nda bir
araya geldi. Çevik kuvvetin saldırılarına rağmen
eylemi terk etmeyen Grup Yorum’a ve dinleyicilerine Taksim esnafı, orada bulunan insanlar
ve turistler sahip çıktı.
4Alpay’dan Ethem İçin Şarkı
Pop müziği sanatçısı Alpay, Ankara'daki Gezi
eylemlerinde başından vurularak öldürülen Ethem Sarısülük için bir şarkı besteledi. İnternette yayınlanan şarkının sözlerinin bır kısmı şöyle: "Tamam tamam ben yenildim, siz yendiniz
Ama ben kazandım, siz kaybettiniz."
4Genco Erkal Yeni Sahnesine Taşındı
Beyoğlu Belediyesi, Genco Erkal'ın tam 23 yıl
sahne aldığı Muammer Karaca Tiyatrosu'nu Kasım ayında kapattı. Aylarca gezici tiyatro yaparak mesleğini sürdüren Genco Erkal 18. Yüzyıldan kalma, Eminönü'ndeki aile yadigârı Ali Paşa
Hanı'nı tiyatroya çevirdi. 16 Mayıs 2013, Perşembe akşamı ise Ali Paşa Han’ın açılışını Nazım Hikmet’in 50. yıldönümü için uyarladığı “Yaşamaya Dair- Bursa Cezaevinden Mektuplar”la
gerçekleştirdi.
4 Joan Baez’den Direniş Mesajı
Joan Baez direnen Türkiye halkı için İmagine
şarkısını seslendirdi ve Türkçe bir mesaj okudu. Okuduğu mesajda “Merhaba, ben Joan
Baez. Sevgili Türkiye halkı, kültürünüzdeki çok
renkliliği, toprağınızdaki güzelliği, insanınızdaki iç zenginliği canlı tutmak için verdiğiniz mücadeleyi, bu yürekli ve barışçıl mücadeleyi
sürdüren vatandaşlara, avukatlara, doktorlara,
gençlere, ailelere, öğrencilere, inançlı olan insanlara desteğimi tüm kalbimle ifade etmek istiyorum. Dünya sesinizi duydu ve ben de buradan sizleri selamlıyorum" dedi.
4Direnen Sanatçılar AKP’nin Kara
Listesinde
Gezi Parkı ve Taksim Direnişi’ne destek veren
sanatçılar; Mehmet Ali Alabora, Berna Laçin,
Can Bonomo, Okan Bayülgen, Halit Ergenç,
Hayko Cepkin gibi isimleri başbakan açıkça tehdit etti ve “10 yıllık iktidarımızda bizden ne istediniz de almadınız. Ama bundan sonraki süreç böyle çalışmayacak. Çok daha farklı çalışacak” dedi. AKP iktidarının kara liste hazırladığı ve bu listeye gore direnişe katılanların
TRT’de iş bulamayacağı ortaya çıktı.
4NTV Tarih Direnişi Anlattığı İçin Yayından
Kaldırıldı
Doğuş Yayın Grubu tarafından çıkarılan NTV Tarih dergisi bu ay ki sayısında Taksim Direnişi’ni
anlattığı için yayından kaldırıldı. NTV Tarih'in
Yayın Yönetmeni Gürsel Göncü, "Dergi içeriğinin internet ortamında, herkese ulaşmasını sağlamak istiyorum. Hemen olmasa da, derginin
yayınını da sürdürmek arzusundayım" şeklinde açıklamada bulundu.
4Grup Yorum Taksim Direnişi İçin Söyledi
Grup Yorum hazırlıkları devam eden yeni albümünde yer alacak “Yeni Baştan” isimli şarkıyı
Taksim Direnişçilerine armağan etti. Youtube
üzerinden yayınlanan şarkıyı yüz binlerce insan dinlerken Grup Yorum yaptığı açıklamayla şöyle dedi:
Tayyip Erdoğan’a sesleniyoruz. 1 Mayıs’ta öldüresiye saldırdığınız engellemeye çalıştığınız
meydan şimdi bizim. 1 Mayıs’tan itibaren her
gün gazlarla, bombalarla saldırarak yasakladığınız sokaklar, İstiklal Caddesi şimdi bizim. Şimdi, bu ülkenin dört bir yanında size karşı ve yarattığınız faşizme karşı yürüyen ve korkmayan
öfkeli kalabalıklar biziz.Yoksa korkuttuk mu sizi?
Daha çok korkacaksınız. Artık bu ülkenin bütün meydan ve sokakları bizim.

Benzer belgeler