POZİTİVİZM
Transkript
POZİTİVİZM
POZİTİVİZM SELDA KONAK MEHTAP ERDOĞAN ABSTRACT o Positivism is a philosophical approach, theory, or system based on the view that in the social, as well as in the natural sciences, sense experiences and their logical and mathematical treatment are the exclusive source of all worthwhile information. Introspective and intuitional attempts to gain knowledge are rejected. Though the positivist approach has been a recurrent theme in the history of western thought from the Ancient Greeks to the present day, the concept was developed in the early 19th century by the philosopher and founding sociologist, Auguste Comte. Positivism asserts that the only authentic knowledge is that which is based on sense, experience and positive verification. As an approach to the philosophy of science deriving from Enlightenment thinkers such as Henri de Saint-Simon and Pierre-Simon Laplace, Auguste Comte saw the scientific method as replacing metaphysics in the history of thought, observing the circular dependence of theory and observation in science. Sociological positivism was later reformulated by Émile Durkheim as a foundation to social research. At the turn of the 20th century the first wave of German sociologists, including Max Weber and Georg Simmel, rejected the doctrine, thus founding the antipositivist tradition in sociology. Later antipositivists and critical theorists have associated positivism with "scientism"; science as ideology. POZİTİVİZM Pozitivizm Türkçe de “olguculuk” olarak da isimlendirilen bu kelime, pozitiften gelir. Bizzat bu kuramı ortaya atanlarca, “negatif” kelimesinin karşıtı olarak kullanılmıştır. Onlara göre bu negatif, metafizik başta olmak üzere soyut tüm anlayışlardır. Bir düşüncenin pozitif olabilmesi için mutlak bilimsel verilere dayanması gerekir. Auguste Comte (1798-1857), hem sosyolojinin hem de pozitivizmin babası olarak kabul edilir. Aslen fizik ve matematik ile uğraşan Comte, zamanla sosyal bilim alanına yönelmiştir. Comte’un yaşadığı çağ, Fransa için önemli bir dönemdir. Fransız Devrimi ertesinde yaşanılan iktidar mücadelesi ve Napolyon Bonapart’ın iktidara gelişi, ülkeyi ve Avrupa’yı derinden etkilemiştir. Napolyon’un kaybettiği savaşlar sonrası Fransa dış güçlerce istila edilmiş, Krallık geri gelmiştir. 1820’lerden sonra ise Krallık ve Cumhuriyet Fransa için mücadele alanı olmuştur. Bu karmaşık ortamda Comte, toplumları incelemeye başlamıştır. Bir süre eğitime devam etmiş ardından da ünlü düşünür Saint-Simon’un yardımcılığını yapmıştır. (ki ilk Fransız sosyalistlerinden olan Saint-Simon ile Comte hakkında, hangisinin sosyolojiyi kurduğuyla ilgili bir tartışma vardır) Comte, sorunlu evlilikleri ve sevdiği kadının intihar etmesi gibi özel hayatında sorunlar yaşarken, bir yandan da parasızlıkla mücadele etmiştir. Bu dönemde ortaya koyduğu kuramları yeterince yayamadığını düşünmüş ve bunalıma girmiştir. Zamanla akıl sağlığını iyice yitirmiş ve akıl hastanesine yatırılmıştır. Başarısız bir intihar girişiminde bulunduktan sonra yeniden toparlanmış ve konferanslar vermeye başlamıştır. Yaşamının bu yeni döneminde inanılmaz bir ilgi ile karşılaşır. Özellikle İngiliz düşünürler, pozitivizm ile yakından ilgilenir. Bu dönemde John Stuart Mill gibi ünlü isimlerin desteğiyle ekonomik sorunlarının üstesinden gelmiştir. Düşüncelerini yaymak için dış ülkelerin önemli devlet adamlarına mektuplar göndermiştir. Bunlardan biride Osmanlı Devlet adamı Mustafa Reşit Paşa’dır. Comte’un düşünceleri, kendinden sonraki döneme damgasını vurmuştur. Pozitivizm'in bilgisel ve mantıksal yanları Comte ile yakın ilişkisi olan John Stuart Mili tarafından geliştirilmeye çalışıldı. İngiltere'de Pozitivizm'in bir başka temsilcisi olan Herbert Spencer, Darwin'in evrim kuramını da çalışmalarının kapsamı içine aldı. Daha sonra Pozitivizm Avusturya ve Almanya'da gelişti. Avusturyalı düşünür Ernst Mach tüm bilginin doğrudan deney yoluyla duyu verilerinden elde edilen öğelerden oluştuğunu ileri sürdü. 20. yüzyıl içindeyse Pozitivizm en güçlü anlatımına, demokrasinin eleştiricileri ve azınlık yönetiminin çeşitli kuramlarının savunucuları olarak tanınan bazı İtalyan ve Alman düşünürlerle ulaştı. Bunlardan İtalyan Vilfredo Pareto, bilimsel yöntemin her türlü bilgi alanına ısrarla uygulanması gerektiğini vurgulayarak, olguları ve olgular arasındaki ilişkileri bulup ortaya koymanın bir fizikçinin ya da kimyacının olduğu kadar bir sosyologun ya da iktisatçının da işi olduğunu öne sürdü. Felsefede geçerli olan deney öncesi düşüncelere karşı çıkan Pareto doğal hukuk, toplum sözleşmesi, adalet ve doğru düşünce konularında kuramlar ileri sürenlerle yaygın tartışmalara girdi. Ona göre doğal hukuk konusunda kurgusal düşünceler üretmek, değişik ülkelerin çeşitli dönemlerinin yasa kitaplarını araştırıp ortaya çıkarmaktan ve içlerinde gerçekten ne olduğunu göstermekten daha kolaydı. Pozitivizm, bilimsel verilerin ışığında dünyayı yorumlamaya çalışan bir görüştür. Pozitivizme göre, gerçek veriler yani olgular, gözlemleyebildiğimiz şeylerdir. Bir kavramın olgu olarak kabul edilebilmesi için onun somutlaştırılabilmesi gerekir. Yani üzerinde bilimsel deneyler yapabilecek güce sahip olduğumuz şeyler, gerçek kabul edilir. Soyut kavramlar tümden reddedilir. Kendinden önceki bilimsel akımlardan ve “Deneycilik” gibi felsefi kavramlardan etkilenen pozitivizm, metafiziği kabul etmez.Oysa idealist görüş açısına göre; “kutsal” kabul edilen soyut kavramlar başta olmak üzere doğaüstü güçler dünyaya şekil vermektedir. Bu açıdan materyalist görüşe yakınlaşan, pozitivizm; deney yapamadığı yani madde olarak kanıtlanamayan olguların geçerli olamayacağını, çünkü evreni ortak soyut kavramlar değil ortak somut verilerin kontrol ettiğini (veya etmesi gerektiğini) söylerler. Bu açıdan muhafazakârlarla büyük ölçüde tartışırlar. Pozitivizmin bir başka amacı “mutlak bilgi” anlayışıydı. Olgular, deneyler sonucunda kabul ediliyorlarsa, bu kabul edişin evrensel ve sonsuz süreli olması gerekirdi. Yani bir fizik deneyi, İngiltere’de de Afrika’da da aynı sonucu vermeliydi. Bir deney 1830 yılında ve 1984 senesinde aynı sonucu vermeliydi. Ancak bu gerçekleşirse olgular, olgu haline gelecekti. Bu derece kesin bilgiye ulaşmanın zorluklarını Comte da biliyordu. Bunun için sürekli araştırmalar yapılmalı ve en iyi sonuca ulaşılmalıydı. Hurafeler, varsayımlar, tesadüfler, rastlantısal değişimler, ahlak kuralları, dini yaptırımlar ve kişisel düşünceler “gerçek” kabul edilen olguyu değiştirememeliydi. Ancak bu sağlanırsa mutlak olguya ulaşılır. Mutlak olgular ise mutlak bilgiyi yaratacaktır. Bu açıdan bu yöntem bir tümevarım yöntemidir. İşte bu noktada pozitivizm devrimcidir. Kilise görüşleri başta olmak üzere metafizik düşünce “tümden gelimi” temel alır. Yani her şeyin kaynağının tek bir değer olması. Oysa pozitivizm bu kaynağı değil, tek gerçek sonucu bulma eğilimindedir. Bu yöntem çok daha önceleri ileri sürülse de bilim anlayışında kalıcı olması bu dönemde gerçekleşmiştir. (Önceden yapılan; Francis Bacon ve Thomas Hobbes gibi isimlerin çalışmaları da unutulmamalı) Pozitivizm, çağlar boyunca hurafelerin sorgulamadığı her türlü anlayışa karşı koyar. Bunu yaparken de öncelikle Comte’un sosyolojisine kafa yormuştur. İnsanların kültür ve toplum yapısını bilimsel analizler getirmek ister. Yani fizik, kimya, biyoloji gibi pozitif bilimler (ki hala kullandığımız bu isimlendirme de, pozitivizmin eseridir) sosyolojiye uyarlanabilir. Bu (pozitivistlerin o zamanlar şüphe ile yaklaştığı) matematikteki 2x2=4 gibi kesin bir sonucu almak değildir. Pozitif bilimde amaç, kimya da olduğu gibi deneylerce kanıtlanabilecek kanunların, sosyolojiye uyarlama arzusudur. Bunu başarmak o yıllar için bile zor olsa da “mükemmel toplum” ileride gerçekleşebilir. İşte tam bu nokta da, ütopyalara karşı olan pozitivizm bir ütopya yaratmaya başar.www.onurcoban.com Comte’a göre pozitif bilimler (deneyci bilimler) yaşamın her anında ön planda olmalıdır. Ona göre insanlık 3 aşamalı bir tarih geçirmektedirler. İlki Teolojik yani dinsel dönemdir. Bu aşamada toplumlar rahiplerden, şamanlardan etkilenmiştir. İkinci aşama metafizik dönemdir. Bu noktada bilim gelişmeye başlamış ancak soyut düşüncenin etkisi kırılamamıştır. Varsayımlar ve “benceler” bilime yön vermiştir. Son aşama ise pozitif aşamadır. Yani olguların yine olgularla açıklanabildiği salt bilimsel aşama. Bu günümüzde (19. yüzyılda) yaşamaya başladığımız çağdır. Bu aşamada Comte, evrimci bir görüş benimser. Ona göre doğal süreç işlemektedir. Şartlar pozitif bilime göre ilerlemeye devam etmektedir. Bilim adamları yeni buluşlar yapmakta, mutlak bilgiye ulaşmaya yaklaşılmaktadır. Tüm bu düşüncelerin etkisi büyük olmuştur. Bilim adamları, “benceler” içermeyen bilgiyi cazip bulmuştur. Comte sonrası bilim adamları, sübjektif bakış açısını bir yana bırakıp, objektif anlayışı savunmuşlardır. Günümüzde bile hala kabul edilen anlayış, bilim adamlarının objektif olma kuralıdır. Uygulamada tam olmasa da bir İranlı bilim adamıyla, İsrailli Bilim adamı, bilim konusunda ideolojik düşünceden sıyrılmalı ve objektif bir bilim için çabalamalıdır. Kübalı sosyalist bir biyolog ile ABD’li kapitalist bir biyolog için insan hücresi, insan hücresi olmalıdır. Pozitivizmin bir başka katkısı ise, eğitim alanında olmuştur. Birçok eğitimci, bilimsel eğitimi savunmuş, çağdaş okulların, deneysel derslerin ve uygulamaya dayalı ünitelerin daha başarılı olacağını ortaya koymuşlardır. Baskıcı ve dar kalıplı bir eğitimin sadece “ezber” olacağını savunmuşlardır. Bu amaçla modern üniversiteler kurulmuş, laboratuar deneyleri, tıp başta olmak üzere tüm alanlarda hız kazanmıştır. Direkt olmasa da sosyal bilimlerin diğer alanları da pozitivizmden ve dolayısıyla sosyolojiden etkilenmişlerdir. Psikoloji gibi disiplinlerin bilimsel olmasında önemli bir katkısı vardır. İletişim bilimi de, bir ölçüde Pozitivizmden etkilenmiştir. Neredeyse tüm Ana Akım İletişim kuramları (Lasswell, Newcomb, Festinger, Lerner vs.) pozitivist deneyci bir anlayış güder.www.onurcoban.com Görüldüğü gibi, belki de Comte'un ilk ortaya koyduğu halinden baya bir değişmiş olarak pozitivizm siyasi yapıya şekil vermiştir. Aslında başlangıçta Comte da siyasi yapıyı değiştirmeyi arzu etmekteydi. Hatta yaşadığı çağda güçlü devletlerin çoğu ile temas kurdu. Onların bilime önem vermesini ve gerekirse tüm sistemlerini değiştirmesinin önemini anlattı. Ancak bu aşamada Comte’un düşünceleri fazla ütopik kaldı. Comte, evresel mükemmel toplum anlayışı o kadar ileri boyuttaydı ki, yeni bir din bile yapmaya karar verdi. Bilimsel pozitif bir din, metafiziğe yem olmayan evresel bir insan temalı din olacaktı. Comte, bu ütopyasını gerçekleştiremese de, ardılları daha farklı bir biçimde bunu başardı. Comte’un kilise ve muhafazakâr karşıtı düşünceleri, önceleri ters düşseler de, burjuva anlayışına yaradı. Daha doğrusu, Fransız Devrimci Burjuvalardan çok, İngiliz Liberal AydınlaraS Çağı için ilerici olarak kabul edilen bu ilk Liberaller, insan hakları, kölelik karşıtı, özgür bilim ve demokratik seçimler gibi bugün ortak hale gelen değerleri savunuyorlardı. Bu açıdan bu liberaller bugünkü anlamda “sağ” kökenli değildiler. Liberaller, pozitivizme dört elle sarıldılar. Bu aşamada ulus devlet kavramı ortaya çıkarken, imparatorlara karşı, pozitif ilkeleri benimsediler. Ancak tarih bize gösterdi ki, bu liberal anlayış zamanla kapitalist bir çizgiye kavuştu. Kapitalist ideoloji ve onun sonucunda sömürgecilik bu devletlerin ortak özelliği haline geldi. Günümüzde birçok liberal ve kapitalistin pozitif düşünceye değer vermesinin temelleri buralarda yatmaktadır. Çünkü pozitif sosyoloji, şuan yaşadığımız kapitalist sistemi de yaratan unsurlarda biridir. Peki, Pozitivizm hep olumlu sonuçlar günümüzdeki sonucu ve olumsuz tarafları nelerdir? mı doğurmuştur? Bu akımın Pozitivizmin çıkış yıllarında ilk “sağ” kanattan tepki aldığı bir gerçektir. Ancak bu zamanla “sol” kanada ve ideolojiden bağımsız olarak, yeni bilim çevrelerine kaymıştır. Bu eleştirilerin bir kısmına bakalım. Comte, Fransız Devrimine karşıydı. Çünkü ona göre devrimler, olağan evrim sürecine karşı duruş demekti. Daha önce bahsettiğimiz gibi pozitivizmin temelinde çizgisel bir evrim anlayışı vardı. Bu açıdan süreci hızlandıran veya değiştiren devrimler hatalıydı. Comte’un burjuva Fransız devrimine ve Napolyon’a karşı olması bir başka, ironik durumdur. Çünkü aynı burjuvalar, pozitivizmi neredeyse “resmi tez” haline getirmişlerdir. Bu kurama en büyük eleştiriyi kuşkusuz Marx yapmıştır. Marx’ın materyalist ve devrimci anlayışı, Comte’un evrimci çizgisi ile uyuşmaz. Marx, toplumlarda ekonomik sürecin önemine vurgu yaparken, bir yanda da devrimlerin gerekliliğini açıklamıştır. Özellikle Comte, sonrası pozitivistler, sosyalizmle mücadeleye girişmişlerdir. Liberallerin Modernizm ile olan gönül bağları ile birlikte hareket eden pozitivizm, tüm sol hareketlere uzak durmuştur. Çünkü bu kişilere göre, doğal evrimini yaşayan sistem, en doğru yöntemle ilerlemekteydi. Mevcut liberal (sonradan kapitalist, daha sonra da emperyalist) yapı korunmalıydı. Pozitivist anlayışı güden tüm kuramcılar ve iletişim uzmanları sistemi korumak için onu revizyona sokma ülküsündeydiler. Sistemin yanlış olup olmadığını sorgulamadan yapılan bu işlem, neredeyse tüm bilim dünyasına yayıldı. Bu açıdan farklı düşünen tüm bilim adamları ya dışlandı ya da görmezden gelindi. Soğuk Savaş sırası sosyalistlerin pozitivizme olan en büyük karşıtlığı bu nedenledir. Ancak bu durumun tabu haline geldiği ve bir süre sonra neden karşı olduğunu bilmeden karşı olanların da var olduğunu söylemek gerekmekte. Bu durum günümüzde de devam etmektedir. Sistemin kolladığı pozitivizm, zamanla iyice emperyalizmin oyuncağı olmuştur. Belirttiğimiz gibi evrimci ve sistem yanlısı bir anlayış içinde olan bilim dünyası, emperyalizmi açıkça desteklemiştir. 1800’lü yıllarda hızla artan Afrika keşifleri, yeni toplumlarla Batı Dünyasının karşılaşmasına tanık olmuştur. Batı dünyasına göre “ilkel” olan bu insanların, en kısa süre de “çağdaşlaşması” gerekmekteydi. Bunun tek yolu birçok pozitiviste göre sömürgecilikti. Örneğin, İngiliz veya Fransız sömürgesi altında ki bir Afrika toprağı, hızla kalkınacak ve orada yaşayanlar örnek batı toplumunun seviyesine ulaşacaktı. Bu durumun böyle sonuçlanmadığını bugün biliyoruz. Her türlü doğal kaynağı sömürülen Afrika, günümüzde açlık ve (batının belirlediği) sınır çatışmaları yüzünden büyük bir yıkım içindedir. Belki de “çağdaşlaştıkları” tek konu, kıtanın neredeyse yarısının Fransızca bilmesidir. Pozitivizmin en büyük yanlışlarından biri “mutlak bilim” arayışıydı. Onlara göre bu evrensel kesin bilgiler, pozitif toplum için kaçınılmazdı. Soyut idealleri yıkmak için yola çıkan kuramın, kendi idealini yaratması bu aşamada kaçınılmazdı. Modern çağ adını verdiğimiz bir dönem yaşanmaktaydı. Ancak bugün batı dünyası, post-modern çağı yaşamaktaS Modern kuramlar artık eleştirilmektedir. Günümüzde modernliği aşamamış bir pozitif kuramın var olmadığı ise bir gerçektir. Birçok düşünüre göre (hatta destekleyenlere göre) pozitivizmin zamanını doldurmuş olmasının en büyük sebebi budur. Onlara göre pozitivizm yaşanması gereken bir süreç olsa da 2000’li yılların ihtiyaçlarına cevap verememektedir. 1970’li yıllardan beri ciddi bir pozitif bilim eleştirisi yapılmaktadır.www.onurcoban.com İdeolojik söylemden bağımsız olarak yapılan en başarılı eleştiri kuşkusuz Karl Popper tarafından yapılmıştır. Bilgi Felsefesi konusunda çalışmaları olan Popper, mutlak bilgiye ulaşılamayacağını belirtmiştir. Ona göre doğrular, kendinden önceki doğruları yanlışlayabilir. Bu durum sürekli bir hal kazanır. Yani sürekli “yeni” doğrular çıkabilir. Oysa pozitivistler doğrunun tek olduğuna inanıyorlardı. Yeterli bilimsel deneyler yapılır ve bir teori kanıtlanırsa, o teori artık doğru kabul edilirdi. Bu yeni doğru her yerde her zaman geçerli olurdu. Günümüzde doğru bilginin kalıcı olmadığını sadece Popper gibi filozoflardan değil, bizzat bilimin içerisinden de öğrenmiş bulunuyoruz. Comte’un yaşadığı çağ, bilimin sıçrama yaptığı bir çağdı. Örneğin, Newton, binlerce yıldır bilinen tüm teorileri çöpe attı. Fizik konusunda ortaya koyduğu kuramlar bilim dünyasını şekillendirdi. Tüm 19. yüzyıl çalışmaları gösterdi ki, Newton haklıydı. Ondan önceki bilimsel bilgi yanlıştı. Defalarca deney yapılıyor, farklı koşullarda farklı mekânlarda laboratuar incelemeleri gerçekleşiyor ve sonuçta Newton’un “kesin” sonucu doğrulanıyordu. Bu pozitivistlerce umut demekti. Çünkü binlerce yıldır yapılan çalışmalar artık sona ermişti. Bilimsel deney üzerine şekillenen sistem, bu sonucu neşeyle karşıladı. Oysa işler 20. yüzyılda değişti. Albert Einstein, neredeyse tüm Newton fiziğini çökertti. Onun teorileri açıkça daha önce kesin denilen tüm verileri yanlışlıyordu. Bilim adamları yine birçok deney yaptılar. Farklı yer ve zamanda yeni laboratuar incelemeleri gerçekleştirdiler. Gördüler ki, bu sefer de haklı olan Einstein. Daha önceki Newton Teorilerini deneylendirdiklerinde ise onun yanlış olduğunu fark ettiler. Bu durumun etkisi yıkıcı oldu. Kesin dediğimiz hatta bilimsel deneylerle kanıtladığımız şeylerin zamanla yanlışlayabildiğimizi fark ettik. Şu anda kesin olan Einstein fiziğinin bile, bir gün yanlışlanabileceğini varsayıyoruz. Peki, şu an bildiğimiz tüm fizik (veya diğer bilimler) yanlış olabilirse neye güveneceğiz? Yani şu an doğru diye yaptıklarımız, ilerde yanlış olabilecekse bilime yüzde yüz güvenebilir miyiz? Bu durum pozitivizme olan inancı kırdı. Günümüzde bilim adamları, yaşanılan zamandaki bilimsel verileri baz alma ama şüpheciliği de hiç bırakmama eğilimi gösteriyorlar. Hatta bilimsel çalışmalar yaparken bunun ilk önce yanlış olup olmadığının (sağlamasını) anlaşılması için çabalıyorlar. Bilim dünyasında pozitivizmin sevilmemesinin en büyük sebebi yukarıda saydığımız, mutlak bilgi anlayışıdır. Onlara göre bu anlayış bizzat bilim tarafından çürütülmüş durumdadır. Günümüzde hala bu anlayışa körü körüne bağlı olmak, bilime asıl ihanettir belki de. Ancak bu durumun bir ikilem yarattığı da gerçektir. Bazı kişiler, bilimin her zaman yanlış olabilme ihtimali sonucunda soyut kavramlara yönelmenin daha doğru olabileceğini söyler. Ki 21. yüzyılda metafiziğe toplumca bir geri dönüş gözlenmektedir. Oysa bu doğru bir tutum değildir. Bilim belki bir gün “mutlak doğruya” ulaşacaktır. Ya da “mutlak doğru” diye bir şeyin aslında olmadığını kabul edecektir. Ne olursa olsun, adımlarımızı bilime göre atmak, her durumda olumlu sonuç verecektir. Pozitivizmin kan kaybetmesi ile gözden düşmeye başlaması bir olmuştur. Üzerine kapitalist sistemin oyuncağı haline gelmesi ve faydacı yapının egemen olması, bu durumu hızlandırmıştır. Ancak felsefe de ve kısmen bilimde, pozitivizm şekil değiştirip kendini yenilemeyi başarmıştır. Günümüzde saf pozitivizmden daha “saygın” görülen bu akım Mantıksal Olguculuk (Mantıksal Pozitivizm) olarak bilinir. Analitik Felsefe akımına bağlı olan ünlü filozof Bertrand Russell ile başlayan bu süreç; Viyana Çevresi gibi felsefe gruplanınca sahiplenilmiştir. Mantık ile Pozitivizmi birleştirmeye çalışan bu akımı ayrı bir yazı konusu olarak ele almak gerekir. Ancak özellikle Russell’in çalışmalarının, eski pozitivizm gibi “sistem yanlısı” olmadığını da belirtmekte yarar vardır.www.onurcoban.com Sonuç olarak, Pozitivizmin çağımızın en önemli kavramlarından biri olduğu açıktır. Kendisinin isteyip istemediği meçhul olsa da, günümüzün sistem yapısı ile önemli bir entegrasyon sağlamıştır. Pozitivizm, modernleşme yolunda ilk hedef olarak görüldüğü zamanlarda, hurafelere karşı verilen savaşta hep ön planda olmuştur. Ancak ütopik kesinlik arayışının, en azında günümüz bilgisiyle, yanlış olduğu da bir gerçektir.