Dünyanın ucuna yolculuk

Transkript

Dünyanın ucuna yolculuk
UZAKLAR II
UZAKLARII
Dünyanın ucuna yolculuk...
Osman Atasoy www.osmanatasoy.org
Hedef Antarktika
Horn Burnu için yola çıkan
Osman Atasoy hedefine ulaştıktan sonra
şimdi de dümeni Antarktika’ya çevirdi. Ushuaia’dan yola çıkan Uzaklar II
ekibi Antarktika yolculuğunun iki ay sürmesini planlıyor.
Ş
ili Patagonyası’nda yapacağımız seyrin son
hazırlıklarını tamamlamak üzereyiz. Horn Burnu ile
Puerto Montt arasında, kanaviçe gibi birbiri içine
girmiş irili ufaklı yüzlerce koy, girinti, adacık
bulunuyor. Uzaklar II kışı işte bu sularda geçirecek.
Teknelerin çoğu Pasifik ve Atlantik Okyanusu’nun
sıcak sularına doğru yelken bastı bile. Büyük bir ihtimalle bin
millik yol boyunca başka tekne görmeyeceğiz.
Günler gittikçe kısalıyor. Gündüzleri tekneyi hazırlamakla
uğraşıyoruz. Akşamları burada kışlayan teknecilerle sohbet
ediyoruz. Üzerimize aborda olan Yeni Zelanda teknesinin
sahipleri Keri ve Greg yıllardır bu sularda dolaşıyorlarmış.
Birkaç kere Antarktika’ya da gitmişler. 15 metre boyundaki
‘Northanger’ keç armalı, sac gövdeli, oturaklı bir yelkenli.
Tekneci çiftlerden genellikle erkek olanı kaptandır, kadın
onun yardımcısıdır. Nadiren tersi görülür. Komşularımız işte
bu nadiren görülenlerden. Keri sportmen yapılı, baskın
karakterli bir kadın. Tekneyi o idare ediyor. Greg genç yaşına
rağmen saçlarına ak düşmüş, sessiz bir tip. Keri’nin her
konudaki komutlarına harfiyen riayet ediyor. Kaderine razı
olmuş…
Akşamları Keri’den bu sulara dair hikâyeler dinliyoruz.
Teknelerinin kapısı herkese açık, ikisi de son derece verici,
misafirperver denizciler. Genellikle Keri konuşuyor, dağarcığı
anılarla dolu. Ancak anlattıklarının çoğu adeta korku
hikâyeleri... Dinlerken tüylerimiz ürperiyor. Güney
Okyanusu’ndan zaten çekiniyorduk, o anlattıkça korkmaya
başlıyoruz.
KORKU HİKÂYELERİ
Bu sularda her sene bir tekne kaybolurmuş. Birçoğu da
alabora olurmuş. Onların da başına gelmiş. Bir seferinde
Antarktika’dan dönerlerken, Horn Burnu’nun 80 mil açığında
alabora olmuşlar. Tekne tepesi üstü 180 derece dönmüş.
Direkler suyun içine girmiş. İngilizce’de buna ‘big knock
down’ denirmiş. Mizana yelkeni açık olduğu için düzelmeleri
uzun sürmüş. Tam 45 dakika baş aşağı vaziyette kalmışlar.
Manikalardan, kaporta kapağının aralıklarından içeriye
sular dolmuş. Başını çarpıp sersemleyen bir arkadaşları az
daha teknenin içinde boğuluyormuş. Son anda fark edip
yattığı suyun içinden çıkarmışlar. Farş tahtaları, aküler, boya
kutuları, yerine bağlı olmayan ne kadar malzeme varsa hepsi
etrafa saçılmış.
Tekne doğrulurken mizana direği kırılmış. Canlarını zor
kurtarmışlar.
Keri, Uzaklar’ın güvertesindeki mutfak tüplerini göstererek
ikaz ediyor: “O sulara giderken güvertede hiçbir şey
bırakmayın.” Bir arkadaşlarının teknesine çarpan dalgalar
güvertede ne varsa süpürüp götürmüş. İki tane bot, kıçtan
takma motorlarıyla denize gitmiş. Dalgalar can salını da
yerinden koparıp sürüklemiş.
Keri anlatmaya devam ediyor. Hep kötü hikâyeler. Ağzından
bir de güzel bir laf çıksa ya… Dinledikçe içimiz kararıyor. Keri
200 ŞUBAT 2012
ŞUBAT 2012 201
UZAKLAR II
Geceleri dalgalar görünmüyormuş, ama tren katarları
gibi gümbürdeyerek üstlerine geliyorlarmış. Bu
dalgalara ‘Grand Daddy’ (büyükbaba) deniyormuş.
Greenland
AVRUPA
KUZEY
AMERİKA
ASYA
TÜRKİYE
AFRİKA
GÜNEY
AFRİKA
AVUSTRALYA
Antarktika ile Horn Burnu arasındaki sulara dair bilgisini
bulduğu bu toy denizcilere aktarmaya kararlı. Anlatıyor.
Geceleri dalgalar görünmüyormuş, ama seslerini
duyuyorlarmış. Tren katarları gibi gümbürdeyerek üstlerine
geliyorlarmış. Bu dalgalara ‘Grand Daddy’ (büyükbaba)
deniyormuş. Onu dinlerken içimden geçiriyorum: “Buraya
gelirken babayı gördük sanıyordum, meğer asıl babalar
bundan sonraymış!”
Büyükbabaların tanıdık birçok teknenin canını yaktığını
öğreniyoruz. Skip Novak’ın meşhur teknesi Pelagic Australis
de bunlardan biriymiş. 30 metrelik koca tekne devrilip
davlumbazını suya sokmuş. Bir başka büyük tekne fırtınanın
önünde kuru direk ilerlerken, sahibi pervanenin dönmesini
engellemek için vitesi geriye takmış. Ancak tekne dalgaların
üzerinden o kadar büyük bir süratle kayıyormuş ki, suyun
direncine karşı koyamayan mekanik şanzımanın dişlileri
parçalanmış ve şaft dönmeye başlamış. Sonra motor da
çalışmış!
KOYLARDA DEMİRLEME
ANTARKTİKA
YENİ ROTA
Osman Atasoy, Türk yapımı tekne,
Türk bayrağı ve Türk mürettebatıyla
Antarktika’ya ulaşan ilk Türk denizci
olmayı hedef seçti kendine. Ocak
2012’de yola çıkan Osman Atasoy ve
Sibel Karasu’nun yeni rotası
Antarktika Yarımadası, Atlantik
Okyanusu, St. Helena, Asencion
Adası, Azor Adaları ve Akdeniz.
Uzaklar II’nin sekiz ay sürecek
yolculuğu TRT Türk’te de
yayınlanacak.
202 ŞUBAT 2012
Beagle Kanalı boyunca batıya doğru ilerliyoruz. Akşam
olmadan gözümüze kestirdiğimiz bir koya, girintiye
demirliyoruz. Koylarda demirleme işlemi Ege’den alışık
olduğumuz sisteme benziyor. Demir üzerinde salınacak alan
sınırlı olduğundan, baştan demirleyip kıçtan karaya koltuk
alıyoruz. Bazı yerlerde baştan da iki koltuk almak gerekiyor.
Uzaklar II’de bu iş için üç parça halat takımı bulunuyor.
Takımların her biri 100 metre uzunluğunda, 18 milimlik
polysteel (suda yüzen) sentetik halattan oluşuyor.
Demirleyince Sibel halatlardan birinin çımasını alıp bota
atlıyor. Ben bir yandan tekneyi sabit tutmaya çalışıyor, bir
yandan da kıç üstündeki halat rodasını sağıyorum. Halatın
karaya rahat götürülmesi için suda yüzen cinsten olması
gerekiyor.
Demirlediğimiz yerlerin çoğu ıssız. Mejillones adlı koyda
Patagonya yerlisi bir aile yaşıyor. Aile reisi evlerinin yanına
atalarının çadırının benzerini kurmuş. ‘Yamana’ yerlileri
UZAKLAR II
Şili ve Arjantin’in uçsuz bucaksız pampalarında,
dağ yamaçlarında sığır güden gaucho’lar
bu ülkelerin efsanevi karakterleridir.
avladıkları hayvan derilerini çıplak tenlerine sarar, bu
çadırlarda kışı geçirirlermiş. Ağaç dallarından çatılmış çadırın
tepesi kubbe şeklinde. Üstü kuru yapraklarla örülü. İçeri
giriyoruz. Ortada ateş yakmak için büyücek bir ocak
bulunuyor. Dışarıda yağmur yağdığı halde içerisi kuru. Ateşin
dumanı yaprakların arasından çıkıyor, ama su damlaları içeri
giremiyor. Yamanaların yapraktan örme çadır bezi dağcılık
elbiselerinde kullanılan son teknoloji ürünü Gore-tex
kumaşlara benziyor.
BELÇİKALI KIZ VE GAUCHO
Patagonya sularının en
lezzetli balığı Mersula.
Hollanda buzulunun bulunduğu Olla koyundan demir
alıyoruz. Kuvvetli bir batı rüzgârına karşı bata çıka ilerleyerek
Yendegaia Körfezi’ne giriyoruz. Ferrari adlı küçük koyun
ortasında 9 metreyi bulunca funda demir… Burası şahane bir
yer. Etrafımız üstü karla kaplı yalçın dağlarla çevrili. Sahilde
terk edilmiş bir çiftliğe ait kulübeler görülüyor. Botu indirip
karaya doğru kürek çekiyoruz.
Ushuaia’dayken çiftliğin eski kâhyasıyla Belçikalı bir kız
arasındaki aşk hikâyesini diğer denizcilerden dinlemiştik. Beş
yıl kadar önce Belçika bayraklı bir tekne bu koya demirler.
Tekne sahibi Marcel kız arkadaşı Annemie’yle birlikte
Akdeniz’den gelmiştir. Kız karaya çıkar. Sahilde dolaşırken
Jose ile karşılaşır. Jose bu terk edilmiş çiftlikte yıllardır tek
başına yaşayan bir ‘gaucho’dur.
Şili ve Arjantin’in uçsuz bucaksız pampalarında, dağ
yamaçlarında sığır güden gaucho’lar bu ülkelerin efsanevi
karakterleridir. Ömürleri at sırtında geçmektedir. Az konuşan,
az gülen, sert mizaçlı, maço karakterli yalnız kovboylar…
Sahilde Jose’yle tanışan Belçikalı kız bir daha tekneye dönmez.
Kız arkadaşını gaucho’ya kaptıran Marcel üzgündür.
Yapabileceği bir şey yoktur. Bir süre sonra tek başına koydan
ayrılır.
Kulübelerden birinin önünden geçerken kapı açılıyor.
Annemie olduğunu anladığımız sarışın bir kız gülümseyerek
içeri davet ediyor. Kapıdan giriyoruz, tahta tabanlı oda sıcacık.
Med cezir nedeniyle botu karada da demirlemek gerekiyor.
Köşede kocaman bir kuzine sobası gürül gürül yanıyor. Duvar
dibinde birkaç köpek, diğer köşede ise bir kedi ailesi sıcaktan
gevşemiş uyuyorlar. Annemie soba fırınından muzlu kek
çıkarıyor, sobanın üstünde fokurdayan çaydanlıktan
bardaklara çay koyuyor. Erkeğinin avda olduğunu söylüyor.
Çaylarımızı bitirirken kapı açılıyor, Jose içeri giriyor.
Kafasında yassı bere, ayağında bilekten düğmeli siyah gaucho
şalvarı. Mor püsküllü kırmızı kuşağına hançere benzeyen bir
bıçak sokulmuş. Omzundaki tüfeği indirip ellerimizi sıkıyor.
Buz tutmuş avuçları pençe gibi, ellerim içinde kayboluyor.
Konuşmadan sandalyeye oturuyor, tütün tabakasını çıkarıyor.
O sigarasını sararken Annemie bir kupaya çay doldurup
erkeğinin önüne bırakıyor.
AT SIRTINDA
Annemie ve Jose ile iyi arkadaş oluyoruz. Terk edilmiş çiftliğin
arazisi 40 bin hektarmış. Annemie “Belçika’nın
yüzölçümünden büyük…” diyor. Memleket büyüklüğündeki
bu arazinin kralı Jose! Dağlardaki yabani atları ve sığırları
avlayıp sahile indiriyor. Etlerini bu sularda avlanan balıkçılara
satıyor. Bazen atları canlı yakalıyor, ehlileştirip kendi işinde
kullanıyor. Böyle 18 tane atı varmış.
Bir akşam teknede sohbet ederken yarın çıkacakları ava bizi
de davet ediyorlar. Toplam beş saat at sırtında gidilecekmiş.
Jose Annemie’ye İspanyolca bir şeyler diyor. At binmeyi bilip
bilmediğimizi soruyormuş. O sırada üçüncü şişenin mantarını
çıkarmaya çalışıyordum.
Jose atla giderken bile tavşan avlayabiliyor (üstte).
Erken ölen bir tayın derisini kurutmuş (altta).
Jose ve Annemie’ye
nargile ikram ediyoruz.
204 ŞUBAT 2012
UZAKLAR II
Sibel atıyla buz gibi sulara
girmek zorunda kalıyor.
Ayağımı üzengiye takıp, ya Allah, diyerek kendimi
yukarı savuruyorum. Eyerin üzerinden geçip öbür
tarafa düşecekken atın üstünde kalıyorum.
Tirbuşonu bırakıp Annemie’ye dönüyorum, nereden aklıma
geldiyse: “Türkler at sırtında doğarlar…” diyorum. Hızımı
alamayıp devam ediyorum: “Bizde at, avrat, silah kutsaldır. At
binmesini bilmeyene kız vermezler!..” Annemie söylediklerimi
Jose’ye tercüme ediyor. Gaucho’nun sert çizgileri yumuşuyor,
yüzüme saygıyla bakıyor. Karşılık olarak boşalan bardağına
şarap koyuyorum. Konuşmadan erkekçe anlaşıyoruz.
Ertesi sabah sözleştiğimiz gibi sahilde buluşuyoruz. Dört
tane at eyerlenmiş binicilerini bekliyor. Atlar kovboy
filmlerindeki Kızılderili atlarına benziyor. Anlaşılan Jose’nin
yakalayıp ehlileştirdiği atlar bunlar.
Annemie birini yularından tutup önüme getiriyor. “Bu
senin atın Osman, adı Kato Blanco! (Beyaz Ayak)” Bunları
Bir mola sırasında.
206 ŞUBAT 2012
söyledikten sonra dönüp kendi atına atlıyor. Sibel Antalya’da at
binmeyi öğrenmiş. O da atına biniyor. En önde Jose tırısa
kalkıyorlar.
Beyaz Ayak kafasını çevirmiş kocaman gözleriyle suratıma
bakıyor. Bir süre bakışıyoruz. Atın sırtı yüzüm hizasında,
oraya nasıl çıkacağımı düşünüyorum. Atçılık bilgilerimi
hatırlamaya çalışıyorum. Çocukken evimizin yakınında boş
bir arsa vardı. Yaşlı bir adam orada at kiralardı. Bir keresinde
kardeşim Seymen’le gitmiştik. Adam beni atın üzerine
oturtmuştu. Hayvanın yularından tutup arsanın etrafında bir
tur attırmıştı.
Bir kere de Doğanbey’deki bahçede binmiştim. Ama o at
değil topal bir eşekti. Keşke dün akşam o kadar
sallamasaydım. Boşuna mı, ‘şişede durduğu gibi durmaz’
demişler. Ayağımı üzengiye takıp, ya allah, diyerek kendimi
yukarı savuruyorum. Eyerin üzerinden geçip öbür tarafa
düşecekken, nasıl olduysa atın üstünde kalıyorum. Daha
dizginleri elime almadan Beyaz Ayak yürümeye başlıyor.
Öndeki atlıların peşine takılıyoruz. MBY
Nehirlerden geçerek
ilerliyoruz.

Benzer belgeler

Dünyanın ucuna yolculuk

Dünyanın ucuna yolculuk UZAKLARII Dünyanın ucuna yolculuk...

Detaylı

Her köşe başında karşımıza bir başka buzul

Her köşe başında karşımıza bir başka buzul oturduğumuzu görüyoruz. Demirlerken fark etmemişiz, koyun içi sahile doğru aniden sığlaşıyormuş. Teknenin başı derin suda olmasına rağmen kıçı kuma saplanmış. Gel-git tablosuna göre sular iki saat ...

Detaylı

devamı... - OsmanAtasoy.org

devamı... - OsmanAtasoy.org UZAKLARII Dünyanın ucuna yolculuk...

Detaylı

Eski bir cezaevi kolonisi olan Anchieta`da

Eski bir cezaevi kolonisi olan Anchieta`da ferahlayamıyor. Adeta suyun içinde terleyeceğiz. Denizden çıkıp tatlı suya giriyoruz. Gölün suyu buz gibi... Taşların arasından akan su vücudumuza çarpıp ferahlatıyor. Yanımızda sabun, kese getirmi...

Detaylı