Nisan 2014 Yıl: 1 Sayı: 4 Ücretsizdir

Transkript

Nisan 2014 Yıl: 1 Sayı: 4 Ücretsizdir
Değer
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Yayınıdır
Nisan 2014 Yıl: 1 Sayı: 4
Aylık Kültür ve Yaşam Dergisi
Sesleniş Gazetesi Ekidir
Ücretsizdir
04
SPOR VE
TUTUKLULUK
10
SAĞLIKLI
AİLE
18
KUTLU
DOĞUM
20
PİRİ
REİS
38
MAVİ-YEŞİL
KENT RİZE
Ağaç yoksa toprak yok,
Toprak yoksa su yok,
Su yoksa hayat yok.
Nisan 2014
D eğer
BAŞYAZI
Kıymetli okurlarım,
Her yanda çiçeklerin açtığı, kıştan kalan ataletin üzerimizden atılmasına vesile olan bu bahar
ayında sizlerle yeni bir sayımızda buluşmanın
mutluluğunu yaşıyorum.
Bu ayki sayımızın temasını sağlıklı yaşam olarak belirlememiz nedeniyle ceza infaz kurumlarında yürütülen sağlık hizmetleriyle sağlıklı yaşam faaliyetlerine değinmek istiyorum.
Hükümlü ve tutuklularımızın sağlık hizmetleri, Sağlık Bakanlığı ile Bakanlığımız arasında
imzalanan protokol çerçevesinde, aile sağlığı
merkezlerinde görev yapan hekimler eliyle yürütülmektedir. Hükümlü tutuklu sayısının yüksek olduğu kampüs ceza infaz kurumlarında ise
semt polikliniği statüsünde basit cerrahi müdahalelerinde yapılabildiği sağlık merkezleri oluşturduk. Bunları büyüterek devlet hastanelerine
dönüştürmeye yönelik çalışmalarımız devam
ediyor.
Ceza infaz kurumlarımızda bulunan hükümlü
ve tutukluların beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri, ayrıca hamile ve emzikli kadınlar ile
annesinin yanında kalan çocukların gelişimlerine uygun besinleri alabilmeleri için 2013 yılında
iaşe bedelinde %20 oranında artış sağladık.
Ceza infaz kurumlarımızda bulunan personel
ve hükümlülerin sağlıklı bir yaşamla hayatlarına
devam edebilmelerinin en önemli unsurlarından
olan sportif aktivitelere büyük önem veriyoruz.
Bu kapsamda yeni inşâ edilen L ve T tipi ceza
infaz kurumlarımızda en az bir açık ve bir de kapalı olmak üzere spor salonları oluşturuyoruz.
Eski kurumlarımızın da bu ihtiyaçlarını giderme
adına mekâna ilişkin engelleri aşıp ek bina ve
ek tesislerle yeni sportif alanlar oluşturuyoruz.
Ceza infaz kurumlarımızda bugün futbol, basketbol, voleybol, badminton, masa tenisi, satranç, dama, squash(duvar tenisi), dart, bocce
gibi sportif aktiviteler düzenli olarak yapılmaktadır. Dışarıdan antrenör ve beden eğitimi desteği alarak bu faaliyetlerimizi kurumlarımızda
mümkün olduğunca profesyonel bir şekilde yürütüyoruz. Ceza infaz kurumlarımızın eğitim ve
iyileştirme programları tüm hükümlü ve tutukluların sportif faaliyetlerden faydalanabilmelerini
sağlayacak biçimde şekillendirilmektedir.
Ülkemizde il bazında ve bölgesel olarak ceza
infaz kurumu personeli ve hükümlülerinin katılımı ile karma takımlarla sportif turnuvalar düzen-
Enis Yavuz YILDIRIM
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü
lenmektedir. Bu kapsamda Adana F Tipi Kapalı
Ceza İnfaz Kurumu koordinasyonunda, Adana,
Aksaray, Ceyhan, Ereğli, Gaziantep, Hatay, İskenderun, Konya, Kozan, Mersin, Niğde, Osmaniye, Silifke, Pozantı, Tarsus, Şanlıurfa ve
Kahramanmaraş ceza infaz kurumlarının ve
adliyelerinin personeli ve barolar ile bu illerde
bulunan kurumların hükümlülerin katılımıyla
geleneksel hale gelen ve rahmetle andığımız
büyüğümüzün adını taşıyan İhsan Eroğul Futbol Turnuvası her yıl Nisan-Mayıs aylarında yapılmaktadır. Yine 2013 yılına kadar Badminton
Federasyonu ile hükümlü ve tutuklularımızın
bedenen ve ruhen gelişimlerine destek olma
adına ortaklaşa kurumlar arası badminton şampiyonası düzenlenmiştir.
Bir sonraki sayımızda görüşmek ümidiyle sevgi
ve saygılarımla...
1
D eğer
D eğer
Aylık Kültür ve Yaşam Dergisi
Yıl: 1 Sayı: 4 Nisan 2014
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Yayınıdır
YAYIN KURULU
Burhanettin ESER
(Yayın Kurulu Başkanı)
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdür Yardımcısı
Vehbi Kadri KAMER
Eğitimden Sorumlu Daire Başkanı
Mustafa DOĞAN
Tetkik Hakimi
Ramazan GÜNŞAN
Şube Müdürü
Melike ÖNBAŞ
Alpaslan DEMİR
Tuncay KARACA
Evren TANRIKULU
Metin KARTAL
Mustafa Serdar ÖZGÜN
Süleyman KARAKUŞ
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Naci BİLMEZ
Editör
İlhan GÜLER
Grafik Tasarım
Fatih ŞAFAK
Sahibi
Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu Adına
Ali Turan KARADAĞ
Kurum Müdürü
Baskı
Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu Matbaası
İstanbul Yolu 15.Km Hava Müzesi Karşısı
Şaşmaz / Ankara
Tel: (0312) 278 7610 Faks: 278 25 68
Yayın Türü
Yerel Süreli Yayın
Basım Tarihi: 10/04/2014
İletişim
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü
Konya Yolu No:70 06330 Beşevler/ANKARA
Tel: 0312 204 13 75 Faks: 223 43 91
e-posta: [email protected]
Web: www.cte.adalet.gov.tr
Sesleniş Gazetesinin
Ayda Bir Yayımlanan Kültür Ekidir
2
Nisan 2014
İÇİNDEKİLER
07
08
12
15
17
18
28
30
34
38
50
YEMEĞİ AZ
ÇİĞNEMEK
İLK YARDIMIN
ÖNEMİ
HACI BAYRAM
VELİ
YALNIZ
ÇOCUKLAR
TOPLUMDA DIŞLANMA
KORKUSU
KUTLU
DOĞUM
UYKUDA NEDEN
KONUŞURUZ?
EBRU
SANATI
CAHİT SITKI
TARANCI
MAVİ-YEŞİL KENT
RİZE
KANSERİN
BELİRTİLERİ
Nisan 2014
D eğer
EDİTÖR’DEN
Merhaba Değerli Okuyucularımız, büyük bir sevinç ve heyecanla
derginizin dördüncü sayısını sunuyoruz. Bu sayıyı da öncekiler
gibi dolgun bir muhtevayla hazırlamaya çalıştık. Her sayıda farklı
bir temayı ele aldığımız ‘’Değer’’ dergisinin bu sayısında Sağlıklı
Yaşam konusunu ele aldık. Kişinin temizliğine, yedi yemeğe dikkat etmesi, spor yapması ile birlikte yaz kış hastalıklara yakalanmadan yaşamanı idam ettirebilmesidir. Sağlıklı yaşam kişinin
olmazsa olmazlarındandır.
04 SPOR VE TUTUKLULUK
Büyük Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman’ın hastalık anında söylediği;“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet
gibi, Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi”sözü, sağlık
hakkında söylenmiş çok önemli bir sözdür. Hayat, sevinç ve mutlulukla, acı ve sıkıntılarla iç içe yaşanır. Pek çok dert ve sıkıntı insanın karşısına çıkabilir. Ancak bütün bu problemler sağlık kadar
önemli değildir. Tek bir nefesin bile değeri bilinmelidir. Bütün
dünya insanın olsa bile sağlık olmayınca hiçbir önemi olmuyor.
Gerçekten de sağlığımızı kaybettiğimiz, geçici bir hastalık anında, basit bir soğuk algınlığı, grip gibi bir hastalıkta bile, gücümüzü kaybedince, acılarla baş başa kalınca bu sözün önemini daha
iyi anlıyoruz.
Bu kadar ciddi uyarılar almamıza rağmen ne ölmeden önce
hayatın, ne hastalıktan önce sağlığın, ne ihtiyarlamadan önce
gençliğin, ne fakirlikten önce zenginliğin kıymetini bilmek öyle
çok kişiye nasip olmamıştır.
Dergimize bu ay; Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu öğretim görevlisi Dr. Gökhan Çalışkan’ın ‘’Spor ve Tutukluluk’’ adlı makalesi ile başladık.Sayın Çalışkan, makalesinde
ceza infaz kurumlarında spor ve fiziksel aktivitelerin kişilere fiziksel ve ruhsal katkılarının yanında sosyal rehabilitasyonu gerçekleştirmeleri pozitif açısından da etkilerinin olduğuna vurgu
yapıyor.
10 SAĞLIKLI AİLE
20 PİRİ REİS
Evlilikte sağlıklı iletişimin 3 temel şartı olan empati, muhataba saygı ve doğal davranışın sağlam bir aile yapısında ne kadar
önemli olduğunu nazara veren bir yazı sunduk.
Genelde geçip gittikten sonra kıymeti anlaşılan bir nimet olan
zamanın göstergesi saatlerin geçmiş tarihine bir ışık tuttuk.Yön
bulabilmek için pusulaya ve haritaya ihtiyaç duymayan çalışkan
hayvanlar karıncaların yaratılışında var olan gözlerindeki pusulayı hayranlıkla gözler önüne serme gayreti içinde olduk.Teknolojinin çocuklarımızı nasıl yalnızlaştırdığını anne babasından ne
kadar kopardığını detayları ile anlatan bir yazı sunduk.Ayrıca
gezi sayfamızda 4.000 yıllık kentimiz Elazığ, kişisel gelişim sayfamızda toplumdan dışlanma korkumuza, edebiyat sayfamızda
ünlü şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı’nın hayatına, ebru sanatına ve
bazı türkülerimizin hikâyelerine yer verdik. Yine örnek hayatlar
sayfamızda Anadolu’nun ve Ankara’nın manevi büyüklerinden
Hacı Bayram Veli’nin hayatından bir kesit sunmaya çalıştık. Daha
nice birbirinden bilgilendirici ve öğretici konuları istifadenize
sunduk.
Bizlere destek verip katkıda bulunan herkese buradan teşekkürlerimizi iletiyoruz. Siz değerli okuyucularımızın istek ve önerilerinizi bekliyor ve bir sonraki sayımızda Aile teması ile karşınızda
olmayı umuyoruz…
3
Kapak
D eğer
Nisan 2014
Spor
ve fiziksel aktivite ile ilgili
araştırmalar, Yüksek seviyede
düzenli fiziksel aktiviteye katılım
ile düşük ölüm oranları ilişkilendirilmiştir. Hatta orta yoğunlukta
aktivitelere katılanlarda, egzersiz
ile kalp sağlığı ve diyabet arasındaki olumlu ilişki de gözlenmiştir.
Spor
ve fiziksel aktivite, mahkumların sağlığına katkıda bulunmasının ötesinde, çoğu ülkede cezaevleri sisteminin ana
amacı olarak sosyal rehabilitasyona hitap eden genel stratejilerin bir parçasıdır.
Dr. Gökhan Çalışkan*
Spor ve fiziksel aktivite, ruh ve beden sağlığımız üzerindeki olumlu etkilerinin çok ötesinde günlük yaşantımızı
etkileyen bir olgudur. Öyle ki sporla uğraşan insanların iletişim becerileri, sosyal ilişkileri ve kendilerine olan güven
duyguları daha güçlüdür.
Sporla uğruşanlar, başarıyı ve başarısızlığı yaşarak farklı duyguların farkına varma ve kendilerini kontrol edebilmeyi öğrenmektedirler.
Sokakta birbirini tanımayan insanlar memleketlerinin
takımlarının başarıları, okul takımı ya da tuttukları takım
hakkında konuşabilir. Tuttukları takımın önemli bir galibiyet elde etmesinin ardından gurur ile sabah uyanır ya da
kaybedilen mühim bir maç sonrasında eziklik hissederek
güne başlayabilirler. Aynı zamanda spor, insanları, birbirine
yaklaştırır, eskiden insanlar, Dünya Kupası ya da Muhammed Ali’nin boks müsabakalarını seyretmek için geceleri
birbirine misafir olur, televizyon başına geçerdi. Bugün ise
birbirini tanımayan insanlar dev ekranlı kafelerde biraraya
gelip keyifle maçları izlemektedirler. Çocukların spor kahramanlarına hayranlıkla bakmaları, onlarla ilgili her türlü
istatistiği hafızalarına kazımaları, birgün onlar gibi olmanın
hayali ile geleceğe bakarlar. Onlar büyüdükçe onlar duruşu,
tavırları ve onların kahramanları elbiselerinin taklit ederler.
Böylece spor toplumu kültürlerini, gelenekleri ve değerlerini etkileyen bir kavram olarak karşımıza çıkar. Dünya çapındaki büyük organizasyonlar sporda ırk, dil, din ve renk
ayrımı olmadan insanlar bir araya gelmekte ve sporun key-
4
Spor ve t
fini çıkarmaktadır.
Bugün uluslararası alanda, fırsat eşitliği, engellilerin
hakları ve üst vatandaşlıkları, sınıf hareketliliği, gençliğin
gelişiminin (Woods, 2007) yanı sıra son zamanlarda fiziksel aktivite ve spor yoluyla tutuklu ve mahkumların daha iyi
bir standartta sağlık ve fizik uygunluğunun sağlanmasına
yönelik projelere destek verilmektedir (Gehre, & Vonck,
2012).
Ülkelelerin ceza sistemi ile ilgili olarak, özellikle batı
toplumlarında cezaevi mevcudundaki büyük bir artış ile birlikte cezaevlerinde fiziksel aktivite ve sporun değeri ve kullanımına büyük oranda ilgi artmıştır. Mahkumların, fiziksel
aktivitiyeyi eğitim ve eğlence birlikte günlük yaşamlarının
bir parçası olarak görmeleri giderek artmaktadır. Bununla
birlikte, cezaevlerinde insanlar için bu aktivitelerin manası,
spor ve fiziksel aktivitenin cezaevi koşullarına nasıl uydurulacağı ve mahkumların bu aktivitelere katılımlarından
fayda ve deneyimlerinin neler olduğu konusunda oldukça az şey bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (2007)’nce
mahkumların sağlıklarına yönelik çeşitli dökümanlar ve
Nisan 2014
D eğer
utukluluk
aktivileri ise bireysel olarak yapılabilir, mesela koşmak,
yüzmek, tenis, vücut geliştirme gibi. İnsanlar spor yaparken yorulabilirler ama onların hayatlarına değer katan çok
onemli etkileri vardır. Spor ve fiziksel aktivite yaşam kalitesi artırmak için çok önemli bir potansiyele sahiptir (Cameron & MacDougall, 2000). Spora katılım sosyal aktiviteleri
artırma, arkadaş olma ve sosyal izalasyonu azaltmayı destekler. Spor, insanların yeteneklerini, kişisel ve kişilerarası
becerilerini geliştirmelerine katkı sağlar.
Spor ve fiziksel aktivite ile ilgili araştırmalarda, yüksek seviyede düzenli fiziksel aktiviteye katılım ile düşük
ölüm oranları ilişkilendirilmiştir. Hatta orta yoğunlukta aktivitelere katılanlarda, egzersiz ile kalp sağlığı ve diyabet
arasındaki olumlu ilişki de gözlenmiştir.Ayrıca araştırmalar, mahkumların ezersizlere katılımılarından fiziksel görünüş, fitnes seviyelerinin yanında depresyon, stres ve anxiety seviyelerinde düşüş algıladıklarını ortaya koymuştur.
Amerika’da yapılan bir araştırmada, egzersiz programlarına katılan mahkumlar, programa katılmayan mahkumlarla
karşılaştırıldıklarında, ruhsal yönden birçok olumsuz durumun (depresyon, stress ve anxiety) azalmasında öenmli
düzeyde farklılık olduğu bulunmuştur.
Sonuç olarak, spor ve fiziksel aktivite, mahkumların
sağlığına katkıda bulunarak, çoğu ülkede cezaevleri sisteminin ana amacı olarak sosyal rehabilitasyona hitap eden
genel stratejilerin bir parçası olmuştur. Bununla birlikte
spor ve fiziksel aktiviteler, bireylere sağladığı fiziksel ve
ruhsal katkıların yanında sosyal yönden pozitif etkileri ile
birlikte cezaevlerinde sosyal rehabilitasyonun gerçekleştirilmesine önemli katkıda bulunabilir (Hartman, S.J., 2006).
IL.
belgeler geliştirildi. Fiziksel aktivite ve spor, makumların
sağlığın korunması ve yararına olan araştırmaların tanıtımı
için anahtar faaliyetlerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Çünkü, spor ve fiziksel aktivite birçok alanda büyük bir
anlam taşır. İnsanlar gruplar halinde futbol, basketbol, voleybol gibi takım sporları için biraraya gelirler. Bazı spor
KAYNAKLAR
Woods, R.B. (2007). Social Issues in Sport, Human Kinetics, US, Campaign,
Cameron, M., & Macdougall, C. (2000). Crime Prevention Through
Sport and Physical Activity, Australian Institute of criminology Trends &
Issues, 165, 1-6.
Hartman, D., & Depro, B. (2006). Rethinking Sports-Based Community
Crime Prevention: A Preliminary Analysis of the Relationship Between Midnight
Basketball and Urban Crime Rates, Journal of Sport and Social Issues, 30 (2),
180-196.
(Gehre, G., & Vonck, E. (2012). Prisoners on the move, Directorat-General
Education and Culture of the European Commission.
*Gazi Üniversitesi. Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu
Ülkelelerin ceza sistemi ile ilgili olarak,
özellikle batı toplumlarında cezaevi populasyonlarında büyük bir artış ile birlikte cezaevlerinde fiziksel aktivite ve
sporun değeri ve kullanımına büyük
oranda ilgi artmıştır. Mahkumların, fiziksel aktivitiyeyi eğitim ve eğlence birlikte
günlük yaşamlarının bir parçası olarak
görmeleri giderek artmaktadır.
5
D eğer
Bilim
Eğitim
Teknoloji
Nisan 2014
Bilim
KARNE ELEŞTİRİSİNDE
DOZU KAÇIRMAYIN
Türk uzmanlardan ‘içimizi ısıtacak buluş’
Evrenin en eski galaksilerinden biri bulundu
Uzmanlar, bugün karne heyecanı
yaşayan ancak notları düşük olan
öğrencileri, “hesap sorar ve kişiliğini
eleştirir” tarzda değil yapıcı şekilde
eleştirmek gerektiğini söyledi.Kaynak: AA
Kalkınma Bakanlığı desteğiyle Dokuz Eylül
Üniversitesi bünyesinde kurulan Elektronik Malzeme Üretim ve Uygulama Merkezi
(EMUM), yarattığı patentlerle dikkati çekiyor.
Nanoteknoloji ve kimya teknolojileri konusunda dünyada ilk kez geliştirilen çok sayıda buluş
için patent alan merkez, ısı yayan nanokompozit film ve tekstil maddeleri geliştirilmesi
projesiyle ısınma teknolojisinde devrimsel bir
buluşa imza attı.Kaynak: AA
Bilim adamları, evrenin en eski galaksilerinden birini buldu. “AstronomyandAstrophysicsLetters” dergisinde yayınlanan
keşfe göre, Abell 2744_Y1 adı verilen galaksi, evrenin doğumundan 650 milyon
yıl sonra oluşmuş. Dünya’nın da yer aldığı
Samanyolu Galaksisi’nden 30 kez daha küçük olduğu belirlenen galaksinin çok sayıda yıldız doğurduğu öğrenildi.
Uzun bir ömür için hayat tarzı
kalıtımdan daha önemli olabilir
Çoğunlukla, ebeveynleri uzun yıllar yaşamış kişilerin de geç yaşlara kadar yaşayacağı varsayılır. Bir araştırmaya göre, kalıtımsal faktörlerin çok merkezi bir rol
oynamadığı, hayat tarzının en büyük etki sahibi olduğu anlaşıldı.
Öldüğünüzde kaç yaşınızda olacaksınız? Son yapılan
bir araştırmaya göre hayatınızı nasıl yaşadığınız, kalıtımsal
faktörlerden daha büyük bir belirleyici. İsveç’te Gothenburg Üniversitesi’ndeki araştırmacıların Journal of InternalMedicine’deki çalışmaları bu sonuçlara varıyor.
Çoğunlukla, ebeveynleri uzun yıllar yaşamış kişilerin
de geç yaşlara kadar yaşayacağı varsayılır. Bahsi geçen
araştırmaya kaynak olan 1913’lü Erkekler Araştırması*
yorumlayan profesorLarsWilhelmsen bunun doğru olmadığını ve çalışmalarında “kalıtımsal faktörlerin çok merkezi bir rol oynamadığını, hayat tarzının en büyük etki sahibi
olduğunu” dile getiriyor.
50 yaşına geldiğinde sigara içmeyen ve ortalama miktarda kahve tüketen iyi sosyo-ekonomik seviyeye sahip
ayrıca düşük kolestrol sahibi kişilerde ve 54 yaşında da iyi
fiziksel kapasiteye sahip kişiler de 90’ıncı doğum günlerini
kutlama şanslarının yüksek olduğu sonucuna varıldı.
Wilhelmsen, “Burada yeni bir çağ açıyoruz,” dedi.
“Buradaki faktörlerin çoğunun kardiyovasküler hastalıklarda rol oynadığı biliniyordu ama ilk defa, tüm bunların
genel olarak hayatta kalmak için önemli olduğunu gösteriyoruz.”
Araştırmadaki en önemli noktanın, ölüm yaşının kalıtımsal olarak geçmediği ama bizim kendi alışkanlıklarımızın toplamı tarafından belirlendiği olduğunu dile getiriyor.
Kısaca , “Ne kadar yaşlanmak istediğimize karar vermek için dikkat edebileceğimiz etkenler var,” diyor Wilhelmsen.
Kaynak: RickNauert, PhD; University of Gothenburg
6
Nisan 2014
D eğer
Bilim
Görme engelliler neden kanser olmaz
İngiltere’nin Newcastle Üniversitesi’nde
kanser araştırmaları yapan bir Türk doktor
Tevfik Dorak, karanlıkla-kanser arasındaki
ilişki olduğunu ortaya koydu. Dorak, vücudun hücre yenileyici ve bağışıklık sistemi
düzenleyici melatonin hormonunu gece
karanlıkta salgıladığını hatırlayıp uyarıyor:
“Karanlıkta uzun ve düzenli uyku bu salgıyı
ve kansere bağışıklığı artırıyor. Görme engelliler de kanser riski bu yüzden az.” belirtti.
Sağlık
Kültür
Denizli’de insanlık tarihini değiştiricek keşif
Türkiye’de bulunan en eski insan kalıntısının tarihlendirilmesi, Türkiye’nin Avrupa ve
Afrika arasında geçiş yolu olduğu teorisini
güçlendirdi. Türk ve Fransız bilim adamlarının ortak çalışması, Denizli’nin Kocabaş
bölgesinde bulunan insan kalıntısının en az 1
milyon-1,1 milyon yaşında olduğunu gösterdi. Bu tarihlendirme, insanların nereden dünyaya yayıldığına ve göç yoluna ışık tutuyor.
Ballı kahve öksürüğe
çok iyi geliyor
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta,
solunum yolları enfeksiyonunu takiben ortaya çıkan ve 3 haftadan uzun
süren öksürüğün tedavisinde ballı
kahvenin kortizondan bile etkili olduğunu açıkladı
Yemeği az çiğnemenin mideye
ne gibi zararları vardır?
Yiyeceklerin fazla miktarda ve/veya kısa bir zaman dilimi içerisinde tüketilmesi sindirim,
solunum, dolaşım, boşaltım gibi pek çok sistemi olumsuz yönde etkilemektedir.
Yemeği küçük lokmalar halinde ve ağır ağır
yemek, midenin sindirim için gerekli salgıları daha kolay üretmesinde önemli rol oynar.
Böylelikle midede gaz, şişkinlik ve hazımsızlık sorunu yaşanmaz. Besinlerin ağızda
iyice çiğnenmesi gereklidir. Tükürükte
bulunan amilaz enzimi karbonhidratların
sindirimini besin henüz ağızda iken
başlatmaktadır. Aynı zamanda iyice çiğnemek mekanik
olarak besinlerin sindirilmesini de sağlamaktadır.
Unutulmamalıdır ki tat
alma duyusu midede
değil, dildedir. Tokluk merkezi yaklaşık 20 dakikada
uyarılır. Kişi yavaş
yediği takdirde daha
azı ile yetinebilir. Aksi
halde mideye gereğinden fazla miktarda gönderilen besinler geç hazmedilir, mide ve bağırsak rahatsızlıklarına
neden olabilir. O nedenle ayaküstü değil, sofrada oturarak yemek yenilmelidir. Acele yemek mide işlevine zarar
vermektedir.
Gereğinden fazla yemenin kilo aldırdığı biliniyor,
fakat midede ne gibi hasarlara yol açıyor?
Yiyeceklerin fazla miktarda ve/veya kısa bir
zaman dilimi içerisinde tüketilmesi sindirim, solunum, dolaşım, boşaltım gibi pek çok sistemi
olumsuz yönde etkilemektedir. Çok fazla yiyerek mideyi doldurmamak gerekir. Mide gerginliği tansiyonunun yükselmesine, aşırı yemek
sonrasında kalbe daha fazla yük binmesine
ve kriz riskinin artmasına yol açmaktadır.
Midenin, sindirim için gerekli salgıları
üretmesi açısından bir kerede fazla
yemek yenilmemesi gerekir.
Yemeği çok sıcak yemenin sakıncaları nelerdir?
Yiyecek ve içeceklerin çok
sıcak ya da soğuk olması da
mide sıvısına zarar verebilir.
Özellikle gastrit veya ülser
problemi olan kişilerin bu
duruma daha bir dikkat etmesi gerekir. Halbuki hep sıcak
şeylerin mideye iyi geldiğini düşünülür, soğuk besinlerden kaçınılır. Bu durum sık yapılan yanlışlarından birisidir. Çok sıcak besinler vücuda zarar verir, çünkü kanlanmayı artırır. Bu da dolaşımı bozar ve vücutta ödem
oluşturur. Mesela Japonlarda ve Çinlilerde yemek borusu
kanseri ve mide kanserini daha çok görülmektedir. Çünkü
çok sıcak yiyorlar.
7
Toplum
D eğer
Nisan 2014
İLK YARDIMIN ÖNEMİ
Kazalar ve birdenbire hastalanmalar umulmadık anda ve yerde olduğuna göre zamanında ve yerinde yapılan basit ve etkili bir ilk yardımla hasta ve yaralının hayatını kurtarmak, sakat kalmasını önlemek ya da sakatlık derecesini azaltmak olanak içindedir.
İ
nsan, hayatı boyunca ilk yardımı gerektiren durumlarla karşılaşabilir. Savaşta henüz ateş hattında yaralıyı kendisinin ya da arkadaşının yaptığı ilk yardımla
hayatta tutmak ve savaşan insan gücünü yüksek düzeyde
bulundurmak olanak içindedir.
Barış evresinde ilk yardımı gerektiren değişik yaralanmalar olmaktadır. Bunların başında % 30 oranıyla
trafik kazaları gelmektedir. Tarım alanındaki kazalar ve
özellikle fosforlu tarım ilaçlarından ileri gelen zehirlenmeler % 20 ile ikinci sırayı almaktadır. Ev kazaları
da aynı oranda görülmektedir. Spor kazaları %
10 oranındadır. İntiharlar çeşitli memleketlere
göre değişik oranlarda olmaktadır.
Trafik kazalarında ölen ve yaralananların
sayısı da oldukça yüksektir.
Doğal afetler arasında özellikle deprem,
sel, toprak kayması, çığ altında kalma,
tayfun, volkan patlaması, şiddetli
hava kirlilikleri, ani ısı yükselmeleri, ileri derecede kuraklık ve açlık gibi nedenlerle de kitle halinde
yaralanmalar ve ölümler olmaktadır.
İlk yardım zamanında yapılmalıdır. Kazalarda ilk 5 dakika için
de yaralıların 2/3 ü, kazadan sonra
ilk yarım saat içinde yaralıların %
54′ü ölmektedir. Buna göre kazalardan sonraki ilk yarım saat,
yaralının etkin bir biçimde ilk
yardımın yapılarak hayatının
kurtarılması yönünden en değerli olan süredir. Savaşta olduğu kadar barışta da ilk yarım
saat içinde hasta ya da yaralı
acil yardım merkezine taşınmalıdır.
Kazalar ve birdenbire
hastalanmalar umulmadık anda ve
yerde oldu-
8
ğuna göre zamanında ve yerinde yapılan basit ve etkili
bir ilk yardımla hasta ve yaralının hayatını kurtarmak,
sakat kalmasını önlemek ya da sakatlık derecesini azaltmak olanak içindedir. Bu bakımdan yalnız doktor, hemşire ve sağlık memuru gibi sağlık personeli tarafından
değil, aynı zamanda herkes tarafından, bulunduğu yere,
elindeki olanaklara göre zarar vermeden ilk yardımın
uygulanması gerekmektedir.
Bu görüşün ışığı altında her toplum ve kurumda sağlık personelinin yanı sıra polis, öğretmen, öğrenciler, din adamları, askerler iş yerlerinde işçiler ve
halk için ilk yardım kurslarının düzenlenmesi,
ilk yardımla ilgili filmlerin işyerlerinde, sinemalarda ve televizyonda gösterilmesi, radyo
konuşmalarının yapılması ve bunların tekrarlanması şüphesiz ki çok yararlı olacaktır. Bütün bunlarla ve yapılacak olan sivil savunma
kursları ile barış ve savaş sırasında olabilecek her türlü felâketlere karşı önceden
örgütlenilmiş ve gerekli önlemler de
alınmış olacaktır.
Hastalık ve yaralanmaların değişik
şekil, derece ve nedeni yönünden ilk
yardımda da bazı ayrıcalıklar olacaktır.
Buna karşın hepsine uygulanacak bazı
ortak kurallar da vardır. Günümüzün koşullarında teknik alanda modern gelişmeler iş, spor ve özellikle trafik kazalarının
artması, savaşların cephe savaşlarından
çok tüm memleket düzeyinde ve çok kısa
zamanda olması, etkin yaralayıcı ve zarar
verici gücü fazla olan silahların kullanılmasının bir sonucu olarak kişinin gerek kendisine
ve gerekse toplumuna faydalı olabilmesi bakımından ilk yardımın önemi büyüktür ve herkes
tarafından öncelikle bilinmesi gerekmektedir.
www.nkfu.com
Nisan 2014
D eğer
Toplum
İyiliklerin dönüşü
Yapılan iyiliklerin karşılığını beklemeyerek yapmalı. Dünyayı bir tarla olarak
düşünmeli. Bu tarlaya sadece mısır, buğday ve ayçiçeği ekilmemeli; iyilik ve
hayırlar da ekilmeli. Ekilen mahsullerin bazıları dünyada verir meyvesini. Bir
kısmı da hem burada hem de ahirette gösterir semeresini.
İ
lk önce iyilik kelimesini ele alalım. İyilik kelimesinin sözlükte
birçok anlamı var. Burada sadece konumuzla ilgili olan anlamları
kullanacağım. Birinci anlamı hayır,
fayda; ikinci olarak da lütuf, ihsan,
karşılıksız yardım diye geçer.
İyilik kime yapılır? Niye yapılmalıdır?
İyilik dil, din, renk ve ırk ayrımı yapmadan herkese yapılmalıdır.
Bu gibi farklılıklara bakmadan her
insana fayda ve ihsanda bulunmalıdır. Çünkü insan dünyanın en aziz
ve üstün varlığıdır. Ona bu iyilik
yapma ve ihsanda bulunma duyguları, ihsan-ı ilahi (İlahi hediye)
olarak verilmişti. Daha nice güzel
duygular onun içinde mevcuttur.
Yapılan iyiliklerin karşılığını
beklemeyerek yapmalı. Dünyayı
bir tarla olarak düşünmeli. Bu tarlaya sadece mısır, buğday ve ayçiçeği ekilmemeli; iyilik ve hayırlar
da ekilmeli. Ekilen mahsullerin
bazıları dünyada verir meyvesini.
Bir kısmı da hem burada hem de
ahirette gösterir semeresini. Ama
mutlaka bir gün yapılan bu güzel
işlerin karşılığını göreceğiz
Bizim iyilik ve hayırlarımız
insanla sınırlı kalmamalı. Kitaplarda dünyada nebatat ve hayvanat
âleminin dört yüz bin çeşidi olduğundan bahsediyor. Bunca çok çeşit varlıkların her biri belki de, birinin onlara iyilik elini uzatmasını
bekliyor. O iyilik eli insan olacaktır. Belki hepsine birden erişmemiz
zor olacak. Ama en azından her fert
etrafındaki varlıklara önem verse,
kısa bir zamanda çevremizde yeşil
bahçeler, parklar ve küçük küçük
hayvanat bahçeleri oluşacak.
Bu nasıl mı olacak?
İsterseniz suya düşmüş bir bal
arısını kurtararak başlayalım güzelliklere. Ya da kurumaya yüz tutmuş bir meyve ağacını sulayarak.
Bunların hayatta kalmasıyla hiçbir
şey değişmez dememeli insan. Bakarsınız hiç ummadığınız ve beklemediniz bir zamanda, kurtardığınız
o bal arısının yapmış olduğu bal
sizin derdinize şifa olabilir. Bir gün
kurumaktan kurtardığınız o ağacın
gölgesinde gölgelenir ve meyvesinden yiyerek istifade edebilirsiniz.
Ama her zaman insan en güzel
surette yaratılan ve mükemmel bir
varlık olarak kalıyor. Ona yapılan
iyilik ve yatırım belki de dünyanın en büyük yatırımıdır, en büyük
hayrıdır.
Söz açılmışken iki üç hafta
önce bir arkadaşımın yaşamış olduğu hadiseyi sizlerle paylaşmak
istiyorum. Arkadaş, bir bayram
vesilesiyle komşularına ikramda
bulunmak istemiş. Fakat daha işin
başında çalınan ilk kapı yüzüne kapanmış. Gerisini ondan dinleyelim.
“Moralim bozuk bir şekilde
eve dönerken, içimde şöyle bir düşünce hasıl oldu: ‘Kendim yerim,
neden dağıtayım ki.’ dedim kendi
kendime. Sonra düşündüm ki, zorluklar karşısında yılmamak lazım.
Bu cesaretle, hangi kapıyı çaldıysam hepsi ardına kadar açıldı. İşin
neticesinde çok mutluydum. ‘İyi
ki vazgeçmemişim.’ dedim kendi
içimden.”
Tabi hayır işinde engeller çok
olabilir. Ama önemli olan doğru
bildiğin yolda devam etmek ve sabır göstermektir. İyilik eden iyilik
bulur. İkramlar az da olsa kalplerde
köprüler kurar, kabul edeni de vereni de mutlu eder. İyiliklerin dönüşü böyle olsa gerek…
Kaynak:www.umitdergisi.com
9
Aile
D eğer
Nisan 2014
SAĞLI
Sağlıklı bir evlilikte her kişi sorumluluk ve sınırlarının farkındadır. Mutluluğu kendi içinde yaşayabilir. Kendisiyle barışıktır ve yalnız kalmaktan korkmaz. Böyle özelliklere sahip iki insan¸ eksikliklerini tamamlamaktan çok¸ sevgi ekseninde bir araya gelirler.
S
ağlıklı bir evlilikte her kişi sorumluluk ve sınırlarının farkındadır. Mutluluğu kendi içinde yaşayabilir. Kendisiyle barışıktır ve yalnız kalmaktan korkmaz. Böyle özelliklere sahip iki insan¸ eksikliklerini tamamlamaktan çok¸ sevgi ekseninde
bir araya gelirler. Bu minval üzere şekillenen bilinçli ve sağlıklı
iletişim anlamlı bir hayatın¸ anlamlı hayat da sakin ve mutmain
ruh halinin gelişmesine yol açar. Ancak bunun için özgür ortam
şarttır. Özgür ortamda gerçekleşen iletişim¸ toplumsal sorunların
çözümüne olduğu kadar kişiler arası (özellikle aile içi) sorunların
çözümüne de katkıda bulunur.
Evlilikte sağlıklı iletişimin 3 temel şartı vardır:
1- Muhataba Saygı: Bu¸ insan-insan ilişkisinin olmazsa olmaz şartıdır. Saygı duymadığınız¸ varlığını kabullenemediğiniz¸
önem ve değer vermediğiniz hiç kimseyle sağlıklı ve başarılı bir
ilişki kuramazsınız. Nedense eşler¸ kimi kritik zamanlarda¸ insanlıkta birbirlerine eş ve dinde kardeş olduklarını unutup¸ yabancılara gösterdiklere asgarî saygıyı birbirlerine göstermekte cimri
davranırlar.
2- Doğal Davranış: Bu yol¸ yapmacık ve sentetik davranışlardan uzak durmaktan¸ muhatabınıza samimi ve dürüst davranmaktan geçer. Samimiyetsiz ve yapmacık davrananların ilişkileri
sağlıksız ve her iki tarafı da aldatan çürük ilişkilerdir. Böylesine
çürük bir insanî ilişki üzerine¸ değil bir aile¸ sıradan bir dostluk
bile bina edilemez.
3- Empati: Kısaca “kendimizi karşımızdakinin yerine
koymak”tır. Olaylara ve eşyaya bir de onun durduğu yerden bakmayı öğrenmek¸ muhatabımızı anlamanın en kestirme ve kesin
10
yoludur. Mümkündür ki onun penceresinden farklı göründüğü için
öyle algılamakta ya da öyle davranmaktadır. Eşler birbirlerini suçlayıp¸ yargılayıp¸ mahkûm etmeden önce¸ mutlaka anlaşmazlık
konusu olan şeye bir de karşı pencereden bakmayı denemeli ve
kendisini muhatabının yerine koymalıdır.
Dinleme ve Konuşmanın Niteliği
Yapılan bir araştırmaya göre insanlar birbirlerinin söylediklerini % 100 duysalar dahi¸ ancak % 65’ini dinlemektedirler. İnsanın¸
dinlediği her şeyi de anlamadığı hesaba katılırsa¸ kişinin muhatabının söylediklerinin ne kadar azını anladığı ortaya çıkar. İyi bir
dinleyici olmak bilinçli bir çabayı gerektirir. Ayrıca eşler “tuzak kurucu dinleme” diye tanımlanan dinlemeden de kaçınmalıdır. Eşlerin birbirlerini yanlış anlamamak için “aktif dinleme” yöntemini
kullanmaları yerinde olur. Aktif dinleme¸ dinleyen kimsenin dinlediğinden anladığı şeyi tekrar edip¸ doğru anlayıp anlamadığını
muhatabına onaylatmasıdır.
Geniş bir kesimde yapılan araştırma¸ kadınların % 98’inin
erkeklerden “daha fazla sözlü yakınlık” beklediklerini; en çok
kızdıkları davranışın ise erkeğin dinlememesi olduğunu ortaya
çıkarmıştır. Kadınların % 70’i¸ artık durumu kanıksayıp¸ kocalarını (kapanıklıklarından) dışarı çıkarmaya çaba harcamadıklarını
söylemişlerdir. Bu üzücü bir tablodur ve “hastalıklı” bir evliliğin kesin işaretidir. Oysa dinleme becerisinde ustalaşmak düşünüldüğü
kadar zor değildir. Bu konuyla ilgili olarak aile danışmanlarının
önerileri bize ışık tutabilir:
Eşinizle konuşurken göz temasını sürdürün:
Bu¸ zihninizi başka yerlere sürüklenmekten korur ve eşinize¸
Nisan 2014
D eğer
IKLI AİLE
tüm dikkatinizi kendisine verdiğinizi anlatır. Eşinizle göz göze
gelip dikkatinizi onda topladığınızda “Sen benim için önemlisin;
sözlerin ve fikirlerin de...” demiş olursunuz. Onu dinlerken başka
bir şey yapmayın. Eğer son derece ilginizi çeken bir şeyi okuyor¸
izliyor ya da yapıyorsanız eşinize bunu anlatın.
Vücut dilini gözlemleyin
Sıkılmış yumruklar¸ titreyen eller¸ gözyaşları¸ çatılmış kaşlar
ve göz hareketleri¸ diğer kişinin hissettikleri konusunda ipuçları
verir. Bazen sözler bir şey söylerken vücut dili başka bir mesaj
iletir. Gerçekten onun ne düşündüğünden emin olmak için açıklama isteyin.
İlginizi beden dilinizle gösterin
Eşiniz konuşurken onu özenli hareketlerle dinleyerek (mesela¸ dik oturup öne eğilerek) saygınızı gösterin. Bir aile olmanız
ona karşı nezaketsiz davranmanızı gerektirmez. Nice yıldan sonra eşiniz sizin için herkesten fazla anlam taşıyacaktır.
Duyguları dinleyin
Kendi kendinize sorun: “Benim eşim nasıl duygular hissediyor?” Yanıtı bulduğunuzu düşündüğünüzde bunu onaylatın. Bu¸
ona duygularını açığa vurma şansı verir. Aynı zamanda onun
söylediklerini dikkatle dinlediğinizi gösterir.
Bırakın eşiniz sözünü tamamlasın
Yakın zamanda yapılan bir araştırma¸ ortalama bir insanın¸
söz kesmeden ve kendi fikirlerini söylemeden yalnızca 17 saniye
dinlediğini gösteriyor. Oysa aklınızdaki şeylerle sözünü kesmeye
kalkmak ya da cümlesini tamamlamaya kalkmak iletişimi kopar-
manın en kestirme yoludur. Dinleyin¸ tekrar dinleyin. Ömür boyu
evli kalmayı planladığınıza göre cevap vermek için bol zamanınız
olacaktır. Dinlemek¸ en az konuşmak kadar önemlidir. Eşinizle
konuşurken zihninizi bütün kişisel tercih ve ön yargılarınızdan
arındırmaya çalışın. Eşinizi¸ kendi çerçevesine bağlı kalarak dinleyin. Bugün neler yaptı¸ ruhsal durumu nasıl? Kulaklarınız ve
gözlerinizle onu dinleyin.
Duygularınızı dile getirin:
Etkili iletişimin en önemli ve en kolay göz ardı edilebilen yönlerinden birisi¸ duyguların sade bir dille ifade edilmesidir. Duyguları dürüstlükle ifade etmek iyidir¸ ama kontrol altında tutmak
daha iyidir. Eşinizin karakteri ya da kişiliği hakkında hiçbir zaman
aşağılayıcı ifadeler kullanmayın: “Sen hiç...”¸ “Sen hep...”¸ “Sen
yapmazsın”¸ “Yapmalısın” ve “Yapmamalısın” gibi sözcükleri lügatinizden tamamen çıkarın. O zaman sağlıklı iletişimin sırlarını
çözeceksiniz…
Kaynak: Rukiye Karaköse
11
Örnek Hayatlar
D eğer
Nisan 2014
Hacı
Bayram-ı
Velî
İ
stanbul’u, Fâtih Sultan Mehmed Hanın
fethedeceğini müjdeleyen büyük velî.
Nûmân bin Ahmed bin Mahmûd, lakabı
Hacı Bayram’dır. 1352 (H. 753)de Ankara
ilinin Çubuk Çayı üzerindeki Zülfadl (SolFasol) köyünde doğdu. 1429 (H. 833)
senesinde Ankara’da vefât etti. Türbesi,
Hacı Bayram Câmiinin kenarında ziyârete
açıktır.
Nûmân, küçük yaşından îtibâren ilim
tahsîline başladı. Ankara’da ve Bursa’da
bulunan âlimlerin derslerine katılarak;
tefsîr, hadîs, fıkıh gibi din ilimlerinde ve o
zamânın fen ilimlerinde yetişti. Ankara’da
Melîke Hâtun’un yaptırdığı Kara Medresede müderrislik yaparak talebe yetiştirmeye
başladı. Kısa zamanda, halk arasında sevilip sayılan biri oldu.
İlimdeki bu üstünlüğüne rağmen Müderris Nûmân’ın rûhunda bir sıkıntı vardı.
O, bu sıkıntıdan ancak bir mürşid-i kâmilin
huzûruna varmakla kurtulabileceğini biliyor ve bir fırsat gözlüyordu. Nitekim bir
gün dersten çıktığında yanına birisi geldi
ve;
“Ben
Şücâ-i
Karamânî’yim.
12
Hacı Bayram-ı Velî, hocası ile hacca gitti. Hac vazîfelerini yaptıktan sonra Aksaray’a geldiler. Orada hocasının 1412 (H. 815) senesinde; “Halîfem, vekîlim sensin.” emri üzerine, bu ağır vazîfeyi
üzerine aldı. Aynı sene hocası vefât edince, defn işleriyle meşgûl
olup, cenâze namazını kıldırdı. Aksaray’da vazîfesini bitirdikten
sonra Ankara’ya döndü.
Kayseri’den senin için geliyorum. Sana bir
haberim ve dâvetim var.” dedi.
Nûmân, bu sözlerin sonunda kendisi
için mühim bir haberin olduğunu anlamıştı.
“Hoş geldin, safâlar getirdin. İnşâallah
hayırlı haberlerle gelmişsindir. Anlat! Anlat!”
diyerek hayretle sordu.
“Beni şeyhim ve mürşidim Hamîdeddîn-i
Velî hazretleri gönderdi ve; “Git Engürü’de
(Ankara’da) Kara Medresede Nûmân adında bir müderris vardır. Ona selâmımı ve
dâvetimi söyle. Al getir. O bize gerek...”
dedi. Ben de bu vazîfe ile huzûrunuza gelmiş bulunuyorum.”
Müderris Nûmân bu sözleri dinler dinlemez;
“Baş üstüne, bu dâvete icâbet lâzımdır. Hemen gidelim.” diyerek müderrisliği bıraktı. Şücâ-i
Karamânî ile Kayseri’ye gittiler. Kayseri’de Somuncu Baba diye meşhûr Hamîdeddîn-i Velî
ile bir kurban bayramında buluştular. O zaman
Hamîd-i Velî; “İki bayramı birden kutluyoruz.”
buyurarak, Nûmân’a Bayram lakabını verdi.
Hamîd-i Velî, Nûmân ile başbaşa sohbetlere başlayarak, onu kısa zamanda olgunlaştırdı.
Zâhirî ve bâtınî ilimlerde yüksek derecelere kavuşturduktan sonra ona;
“Hacı Bayram! Zâhirî ilimleri ve bu ilimlerde yetişmiş âlimleri ve derecelerini gördün.
Bâtınî ilimleri ve bu ilimlerde yükselmiş evliyâyı
ve derecelerini de gördün. Hangisini murâd
edersen onu seç!” buyurdu. Hacı Bayram da,
velîlerin yüksek hallerini görerek, kendisini ta-
Nisan 2014
savvufa verdi ve bu yolda daha yüksek
derecelere kavuşmak için çalıştı. Hocasının teveccühleri ile zamânının en büyük
velîlerinden oldu.
Hacı Bayram-ı Velî, hocası ile hacca gitti. Hac vazîfelerini yaptıktan sonra
Aksaray’a geldiler. Orada hocasının 1412
(H. 815) senesinde; “Halîfem, vekîlim sensin.” emri üzerine, bu ağır vazîfeyi üzerine
aldı. Aynı sene hocası vefât edince, defn
işleriyle meşgûl olup, cenâze namazını kıldırdı. Aksaray’da vazîfesini bitirdikten sonra Ankara’ya döndü. Ankara’da dînin emir
ve yasaklarını insanlara anlatmaya, onlara
doğru yolu göstermeye, yetiştirmeye başladı. Her gün pekçok kimse huzûruna gelir, hasta kalplerine şifâ bularak giderlerdi.
Talebeleri gün geçtikçe çoğalmaya, akın
akın gelmeye başladılar. Kısa zamanda
ismi her tarafta duyuldu.
Bilâhare İstanbul’un mânevî fâtihi olacak olan Akşemseddîn de Osmancık’ta
müderrisken şeyhin evliyâlık derecesini duymuş ve ona talebe olmak üzere
Ankara’ya gelmişti. Fakat şeyhin dükkan
dükkan dolaşıp para topladığını görünce,
yanına varıp hikmetini sormadan “Evliyâ
para mı toplar, buralara boşuna gelmişim.”
diyerek oradan ayrıldı. Zeynüddîn Hafî
hazretlerine talebe olmak üzere Mısır’a
doğru yola çıktı. Haleb’e vardığı gece bir
rüyâ gördü. Rüyâsında, boynuna bir zincir
takılmış ve zorla Ankara’da Hacı Bayram-ı
Velî’nin eşiğine bırakılmıştı. Zincirin ucu
ise Hacı Bayram’ın elindeydil. Bu rüyâ
üzerine, Akşemseddîn yaptığı hatâyı anlayarak derhal Ankara’ya geri döndü. Şehre
ulaştığında Hacı Bayram-ı Velî’nin talebeleriyle ekin biçmeye gittiğini öğrendi. Tarlaya gitti. Fakat Hacı Bayram hazretleri ona
hiç iltifat etmediler. Akşemseddîn, diğer
talebelerle birlikte ekin biçmeye başladı.
Yemek vakti geldiğinde, insanların ve orada bulunan köpeklerin yiyecekleri ayrıldı.
Hacı Bayram-ı Velî, talebeleriyle yemek
yemeye başladı. Yine Akşemseddîn’e
hiç iltifat etmeyip, yemeğe çağırmadı.
Akşemseddîn yaptığı hatâyı bildiği için,
kendi kendine;
“Ey nefsim! Sen, Allahüteâlânın büyük
bir velî kulunu beğenmezsen, işte böyle
yüzüne bile bakmazlar. Senin lâyık olduğun yer burasıdır.” diyerek, köpeklerin
yanına yaklaşıp, onlarla berâber yemeye
başladı.
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri,
Akşemseddîn’in bu tevâzuuna dayanamayarak; “Köse! Kalbimize çabuk girdin,
yanımıza gel.” buyurup iltifât etti, kendi
sofrasına oturttu. Sonra ona; “Zincirle
D eğer
zorla gelen misafiri, işte böyle ağırlarlar.”
diyerek, onun gördüğü rüyâyı, kerâmet
göstererek anladığını bildirdi.
Akşemseddîn bundan sonra hocasının yanından hiç ayrılmadı. Sohbetlerini
kaçırmayarak, kalplere şifâ olan nasihatlarını zevkle dinlemye başladı. Hacı
Bayram-ı Velî’nin teveccühleri altında,
kısa zamanda bütün talebe arkadaşlarının önüne geçti. Nefsini terbiye etmekte
herkesten ileri gitti.
Akşemseddîn’e icâzet, diploma verdiğinde, bâzıları;
“Efendim! Sizde yıllarca okuyan talebelere hilâfet vermediğiniz hâlde, bu yeni
gelen Akşemseddîn’i kısa zamanda hilâfet
ile şereflendirdiniz?” dediler.
Hâcı Bayram-ı Velî de;
“Bu öyle bir kösedir ki, bizden her ne
görüp duydu ise hemen inandı. Gördüklerinin ve işittiklerinin hikmetini de bizzât
kendisi anladı. Fakat yanımda yıllardır çalışan talebeler, gördüklerinin ve duyduklarının hikmetini anlayamayıp bana sorarlar.
Ona hilâfet vermemizin sebebi işte budur.”
diye cevap verdi.
O aradığınız Hacı Bayram
Hacı Bayram-ı Velî, hem talebelerini
yetiştiriyor, hem de belli saatlerde câmide
insanlara vâz ve nasîhat ediyordu. Herkes Hacı Bayram-ı Velî’nin vâzlarına koşuyor, bâzı kerâmetlerini görünce, ona
daha çok bağlanıyorlardı. Bu şekilde Hacı
Bayram’ın etrafında pekçok kimsenin toplandığını gören bâzı hasetçiler, Pâdişâh
İkinci Murâd Hana;
“Sultânım! Ankara’da Hacı Bayram isminde biri, bir yol tutturarak halkı başına
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri, Akşemseddîn’in
bu tevâzuuna dayanamayarak; “Köse! Kalbimize
çabuk girdin, yanımıza
gel.” buyurup iltifât etti,
kendi sofrasına oturttu.
Sonra ona; “Zincirle zorla
gelen misafiri, işte böyle
ağırlarlar.” diyerek, onun
gördüğü rüyâyı, kerâmet
göstererek anladığını bildirdi.
toplamış. Aleyhinizde bâzı sözler söyleyip
saltanatınıza kastedermiş. Bir isyân çıkarmasından korkarız!” diyerek iftirâlarda bulundular. Bunun üzerine sultan, durumun
tetkik edilmesi için iki kişi vazifelendirip;
“O kimseyi hemen gidip huzûrumuza
getirin. Emrimize baş kaldırıp isyân ederse, zincire vurarak getirin!” emrini verdi.
Vazifeli çavuşlar, ellerinde pâdişâhın
fermânı olduğu hâlde, Edirne’den kalkıp
süratle Ankara’ya gittiler. Şehre yaklaştıklarında önlerine, yaşlı, nûr yüzlü bir kimse ile bir genç çıktı. Selâmlaştıktan sonra
ihtiyâr zât;
“Evlâtlarım! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz?” diye sorunca, onlar da;
“Ankara’da Hacı Bayram isminde biri,
etrâfına adamlar toplayıp, Pâdişâhımıza
13
D eğer
başkaldırmış. Onu yakalayıp pâdişâhın
huzuruna götüreceğiz.” dediler. Çavuşların bu sözünü bekleyen ihtiyâr zât;
“O aradığınız Hacı Bayram bu fakîrdir.”
diyerek, kendisini gösterdi. Çavuşlar bir
fermâna baktılar, bir de Hacı Bayram-ı
Velî’ye. Aradıkları isyâncı bu olamazdı.
Bu nûr yüzlü, hoş sözlü zât, hiç isyân edecek birine benzemiyordu. Hacı Bayram-ı
Velî’ye tekrar tekrar dikkatle baktıktan
sonra, birbirlerine;
“Gidelim, Sultanımıza gidelim. Bu
zâtınmâsûm olduğunu, söylenilenlerin
yanlış olduğunu bildirelim.” dediler.
Hacı Bayram;
“Evlatlar! Sizin geleceğinizi biliyorduk. Onun için yola çıkıp sizi bekledik.
Pâdişâhımızın fermânı başımız üzerindedir. Haydi durmayınız, elimi zincirle
bğlayınız ve bir an önce buradan gidelim.”
buyurdu.
Bu sözlere iyice hayret eden çavuşlar;
“Sizi yanlış anlatmışlar efendim. Size
karşı edepsizlik etmeye hayâ ederiz. Hele
zincire vurmak hiç aklımızdan geçmez.
Mâdem ki emrediyorsunuz, buyurunuz gidelim.” dediler.
Hacı Bayram ile yanındaki genç talebesi Akşemseddîn, çavuşlarla birliket
Edirne’ye doğru yola koyuldular. Hacı
Bayram-ı Velî, yol boyunca çavuşlarla
sohbetler etti, onlar nasîhatlerde bulundu. Günler sonra Çanakkale Boğazından
geçip, Edirne’ye geldiler. Sarayda Sultan
İkinci Murâd Han, söylentilere göre devletin selâmetine kasdeden ve tahtına göz
diken bir eşkıyâ beklerken, karşısında;
nûr yüzlü, kâmil bir velî gördü. Hayretini
saklamayarak, onu baş köşeye oturttu.
Utancından bu büyük velînin yüzüne bakamadan;
“Yolculuğunuz zahmetli oldu herhalde.” dedi.
Hacı Bayram-ı Velî ise tebessümle;
“İyi bir vesîle oldu. Birçok yerde ve buralarda epeyce mâneviyât âşıkları gördük
ve tanıştık.” diyerek, pâdişâhı rahatlattı.
Sohbete başladılar. Sultan Murâd,
şehzâdeliğinden beri ilme pek meraklıydı
ve büyük bir âlim olarak yetişmişti. Hacı
Bayram-ı Velî konuştukça, ilminin yüksekliğini daha iyi anladı. Tâ Ankara’dan
buraya kadar getirttiğine çok üzüldü,
tanışmakla şereflendiği için de çok sevindi. Tasavvuftaki bâzımüşkillerini Hacı
Bayram-ı Velî’ye sordu. Aldığı cevaplardan ziyâdesiyle memnun oldu. Pek çok
ihsânda bulunup, hediyeler verdi. Fakat
Hacı Bayram-ı Velî;
“Sultânım! Bizim dünyâ malında gö-
14
zümüz yoktur. Siz onları, ihtiyâcı olanlara
veriniz.” diyerek nâzikçe reddetti.
Pâdişâh ısrar edince de;
“Mutlaka ihsânda bulunmak istiyorsanız, talebelerimizin, devlete vereceği
vergilerden muaf tutulmasını arzu ederiz.”
dedi.
Pâdişâh da memnuniyetle kabûl etti.
Hacı Bayram-ı Velî’yi günlerce sarayda
misâfir etti, izzet ve ikrâmda bulundu.
İstanbul’un Fethi
Başbaşa sohbet ettiği günlerden birinde; konu İstanbul’un fethine gelmişti.
Murâd Han Gâzi;
“Allahüteâlânın izniyle, evliyânın himmet ve bereketleriyle İstanbul’u almak istiyorum. Rahmetli dedem Yıldırım Bâyezîd
Han bu işe girişti. Fakat bir netice elde
edemedi. Devlet-i âl-i Osman’ın toraklarının ortasında bir Bizans Devletinin
olmasına hiç gönlüm râzı değil. Sevgili
Peygamberimizin de fethini müjdelediği
bu İstanbul bize lâzım. Bunu almak için de
himmetinizi, yardımınızı bekliyorum.” dedi.
Murâd Han bu sözleri söylerken, Hacı
Bayram-ı Velî derin bir tefekküre dalmış,
onu dinliyordu. Sultanın sözü bittikten bir
süre sonra şöyle konuştu:
“Sultânım! Bu şehrin alınışını görmek
ne size, ne de bize nasîb olacak. İstanbul’u
almak, şu beşikte yatan Muhammed’e
(Fâtih Sultan Mehmed Han) ve onun hocası, bizim Köse Akşemseddîn’e nasîb
olsa gerektir.” müjdesini verdi. Sonra geleceğin Fâtih’ini kucağına aldı. Onun gözlerine bakarak, uzun uzun teveccühlerde
bulunda. Sultan Murâd Han, bu müjdeye
çok sevindi. Oğlu şehzâde Muhammed’e
Nisan 2014
ve Akşemseddîn’e artık başka bir nazar ile
bakmaya başladı.
Bazı Nasihatleri
• Arkadaşlarınızın kusurları emanet gibidir. Onları sır gibi saklayınız.
• Çarşıda ve câmi avlusunda bir şey
yemeyiniz. Yol ortasında durmayınız.
Ticâret erbâbının dükkânlarında uzun
müddet oturmayınız.
• Hiçbir günâhı küçümsemeyin, çok
çalışın. Boş gezenler, zengin bile olsa, arkadaşları şeytan, kalbleri şeytanın konağı
olur.
• Helâlinden kazanıp, ondan fakirlere
cömertçe veriniz.
• Ölümü çok hatırlayınız. Ölüm gelmeden hesâbınızı yapınız. Tövbe ediniz ki,
affa kavuşasınız.
• Dünyâ gamından, nefsin sıkıştırmasından hafifleyip kurtulmak istiyorsanız,
kabristanları sık sık ziyâret ediniz.
• Âlim ve velîlerin kabirlerini ziyâret
ediniz. Zîrâ o büyükler, kendilerini ziyâret
edenlere şefâat ederler.
• Halk içinde Allah’ı çokça anınız.Bu
durum maneviyatı yükseltir, katı kalpleri
yumuşatır.
• Her nerede olursanız olunuz sizi
Allah’ın gördüğünü unutmayınız. Allah’tan
korkunuz, fenalıklardan sakınınız.
• Sakın dünyalığın varsa ona güvenmeyiniz, yoksa çalışıp helalinden elde
ediniz, kazandığından fakirlere cömertçe
payını veriniz.
• Başkalarından daha çok çalışıp çok
ilim sahibi olunuz.
• Önce ilim tahsil ediniz, sonra helalinden para kazanıp evleniniz.
www.biriz.biz.com
Nisan 2014
D eğer
Çocuk
Yalnız
çocuklar
Hangi bilgisayar oyunu hangi çocuğa annesinden dinlediği bir masalın verdiği mutluluğu verebilecek.. Hangi smackdown gösterisi (dövüş şovu) hangi çocuğa babasıyla birlikte geçirdiği nitelikli bir zamanın verdiği güven hissini verebilecek…
E
lektrikler kesilince üzerine yalnızlığın en çabuk ve en çok çöktüğü varlıklar; çocuklarımız.. Öyle ya gün içerisinde en çok
televizyon ve bilgisayarla beraberler..
Modern zamanlar sanırım çocuklara inanılmaz derecede oyunlar,
oyuncaklar hediye etti.. Onların ışıklı ve ışıltılı dünyasına sessizce
teknolojik aletlerini bırakırken; sımsıcak insan dokunuşunu, ninnileri,
masalları, huzur dolu yuvaları, öz güvenlerini ve aidiyet duygularını
alıp gitti..
Hangi bilgisayar oyunu hangi çocuğa annesinden dinlediği bir
masalın verdiği mutluluğu verebilecek.. Hangi smackdown gösterisi
(dövüş şovu) hangi çocuğa babasıyla birlikte geçirdiği nitelikli bir zamanın verdiği güven hissini verebilecek…
Çocukların yüzlerine bakmaya korkuyorum çoğu zaman… Gözlerinden yalnızlık süzülüyor bir çoğunun.. Bakışları umursamaz, heyecansız…
Okul çağında kimi çocuk test kitapçıklarının arasında adeta kendini kaybetmiş… Okuldan kursa, oradan özel derse, etüde…
Kimi çocukların hiç umurunda değil okul, öğretmen… En son
hangi oyunda kaç level geçti, Facebook’da kaç kişinin dikkatini çekebildi yahut bir günde kaç twit attı…
Yemeklerini bilgisayar masasında geçiştirenler, avatar olarak kendisine bir mafya babasının resmini uygun görenler, cinayet şebekelerinden, adi suç örgütlerinden kendine nick beğenenler…
Nereye bu gidiş?…
Çocuklar kendilerini terk eden, kendileriyle konuşmayan, sarılmayan, yaşamı tüm renkleriyle paylaşmayan, kendilerini çocuk
odasında bilgisayarın başında unutan, terk eden ailelerinden öç alıyorlar…
Onlar analı-babalı yetimler, öksüzler.. Onlar aslında öyle çok özlüyorlar ki birlikte bir iş yapmayı, sevinmeyi, üzülmeyi; aile olmayı…
“Teknoloji benden aldıklarını geri versin, ben onun bana kazandırdıklarını vermeye hazırım…” diyor bir yazar…
Öyle ya bizim çocukların sorunları yok… Bizim çocuklar diğer
çocuklardan daha iyi, daha sağlıklı ruhsal ve bedensel açıdan değil
mi?…
Değil aslında.. Kesinlikle değil..
Kaldı ki değişik projelerde yer alarak, nasıl daha iyi bir anne, nasıl
daha iyi bir baba olabilirim sorularını kendimize her zaman sorarak,
avucumuzdan kayıp giden çocuklarımızı en azından haftada birkaç
gün, birkaç saat vakit ayıracak kadar önemseyerek, hepsinden önemlisi bunu kendimize “sorun” edinerek, çözümün bir parçası olma yolunda güzel bir adım atmış olabiliriz…
Hiç kimse unutmasın; “Sorunlu çocuk yok; sorunlu aile var…”
Vakit çok geç olmadan bir şeyler yapalım.. Çocuklarımız buna değer!…
Kaynak: www.ailehaber.com
15
D eğer
Çocuk
Nisan 2014
Geleceğin suçlusunu
yetiştirmenin
8 basit kuralı…
1. Küçükken daha, çocuğa ne isterse vermeye
başla!
Ki herkesin onun geçimini sağlamakla mükellef
olduğuna inansın…
Asla kendi parasını kazanmanın ne demek olduğunu
öğrenmesin…
2. Fena sözler söylediğinde gül!
7. Yiyecekmiş, içecekmiş, konformuş, tüm arzularını
yerine getir!
Ki, kendisinin akıllı olduğuna inansın…
3. Ona düşünmeyi, beynini kullanmayı öğretme sakın!
Ki istediklerini her zaman elde etmeye şartlansın…
Bırak, on sekizine gelince kendisi karar versin…
8. Komşulara, öğretmenlere, polise, vs. karşı hep onun
tarafında ol!
4. Yerde bıraktığı her şeyi kaldır: kitaplarını, giysilerini,
pabuçlarını…Onun için her şeyi sen yap!
Ki hepsine karşı önyargılarla davransın…
Ki sorumlulukları hep başkalarına yüklesin…
KAFANIZ KARIŞTI DEĞİL Mİ?
Ki bir gün aile parçalanırsa pek de şaşırmasın…
BU ŞEKİLDE DAVRANIRSANIZ ŞUÇLU YA DA
HAYLAZ BİR ÇOCUK YETİŞTİRMİŞ OLURSUNUZ. SİZ TAM TERSİNİ YAPIN.
6. Ona istediği kadar harçlık vermekten kaçınma!
Kaynak: Üstün Dökmen
5. Onun önünde sık sık kavga et!
Kardeşler arası ilişkiler nasıl düzenlenir?
K
ardeşler arası ilişkileri bozan nedenler nelerdir? Kardeşler arası olumlu
ilişkiler nasıl sağlanır? Aileler bu konuda nelere dikkat etmelidir?
Ev içi davranış bütünlüğü önemlidir.
Adaletli ve sevecen olmalıyız. Birisine sanki
daha fazla ilgi varmış gibi olmaz. Hani hepimiz küçüklüğümüzde şu soruyla karşı karşıya
kalıyorduk ya ; “Anneni babanı mı daha çok
seviyorsun?” diye. Kardeşler arasında da bu tür
sorular kendi aralarında ortaya konmaktadır.
Hatta biraz daha ileri gidip; “Annem beni
daha çok seviyor!” ya da “Sanki ben onların
çocuğu değilim!” ifadelerine ve dönüşüyor.
İşte çocukları bu düşünceye iten nedenleri
hep biz oluşturmaktayız. Büyükler ölçüyü ve
düzen sağlamayı başaramıyor. Doğamız gereği
orta ayarımız yok. İfrat tefrit her yerde olduğu
gibi çocuk eğitiminde de tehlikelidir. Kızarken
hep beraber kızıyoruz, sesimizi hiç alçaktan
almıyoruz. Uyarı denen sistem avazınız çıktığı
kadar bağırmak değil karşınızdakinin bir çocuk
olduğu bilinciyle doğruyu yaşayarak göstermek demektir. Eşlerin uyumlu davranışları
16
çocukların ilişkilerine direkt yansıyacaktır.
Bu konuda da anneler ve babalar daha özenli
davranabilirler. Gelinen noktada böyle bir gereksinim duymuyorlar. Oysa ne kadar önemli.
Aile kavramını her ortamda hissettirmek ger-
ekir. Sürekli derim ben ; “BİR EVDE NE KADAR IŞIK YANIYORSA O KADAR AYRILIK VAR DEMEKTİR!” diye. Birlikte zaman
geçirmeyi denemeliyiz artık.
Kaynak:Fatih Akbaba
Nisan 2014
D eğer
Kişisel gelişim
Toplumda dışlanma korkusu...
Acaba ben niye böyleyim? Neden başkaları gibi duyarsız kalamıyorum? Herşeye bu kadar takıyorum ve sonunda incinen yine ben... yine ben oluyorum? Sebebi hepimize göre değişken ortak
noktamız ise kendimizi kabul ettirmek adına ve dışlanmamak için sineye çektiklerimizde gizli.
A
idiyet duygumuz bizi bir
yere bağlı olma, kendimizi
güvende hissetme ve sevilen bir kişi haline gelmemizde
büyük rol oynuyor. Davranışlarımızı hep bu yönde kontrol etmeye
çalışıyor ve kopmamak adına kendi
çizgimizden sapmalar yaşıyoruz.
Ailemizden, arkadaşlarımızdan
hatta sevdiğimiz insandan dahi
kopmamak adına karşı çıkamıyor,
önceki yaşanan tatsızlıkların tükettiği özgüvenimizi geri kazanamıyoruz. Sırf biz değil herkes kendi
açısından isteklerini kabul ettirmeyi kafasına çok takıyor. Çünkü
bir sonraki zaferine giden yol böyle
adım adım gelişiyor. Karşındakini
ezersen bir sonraki daha kolay ezilir mantığı...
Orta yol bulmak içinse verilen
uğraşlar nafile çünkü dışlanmaktan korkanların zaafı kendini belli
eder. Saygıya saygıyla cevap verilen
bir ortamdan gelmiyoruz. Sonsuz
itaat istekleri ve ilk isyanda ipin çekildiği ilişkilerin brezilya dizisi..
Zaman geçtikçe körelen istekler başkası için iyi dileklere dönüşen balkabağı misali inşallah olurlara dönüşür. Kimbilir, kısmetse
bizim içinde olur.
Uzun lafın kısası, hepimiz farklıyken kıymetliyiz. Aynılaştıkça şikayet ettiklerimizi bizler de yapıyor
ama at gözlüklerimiz yüzünden
fark edemiyoruz. Mecbur kaldım
ne yapayım demek marifet değil.
Bunu öngördüm ve önlemimi çoktan aldım zihniyetine sahip olmak.
Her şeyi yaşamayı çok istiyoruz
ama hayatı kıyısından değil tam
merkezinden en enerjik yerinden
yaşamalı.
Zorla değil sizin gibi güzel insanlarla bu mümkün.
Kaynak: www.bilincalti.com
17
Din
Y
• Ömer Bilgin
er Mekke. 1441 yıl öncesi, 20 Nisan 571
Pazartesi. Eğer sen olmasaydın âlemleri
yaratmazdım’ın muhatabı rahm-i maderden
yeryüzüne teşrif ediyor.
Annesi Amine, babası Abdullah. Doğmadan babasını kaybediyor ve yetim olarak dünyaya geliyor.
Vahşet diyebileceğimiz bir dönem; kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü sözde dayılarına
uğurlandıkları karanlık bir zaman dilimi. İnsanlar,
canavar misâli vahşîleşmiş, küfür, şirk ve cehalet
karanlığında boğulmaya yüz tutmuş. Kâinat hüzünlü,
insanlar kederli, gönüller harap ve yüzler ümitsizdi.
Bu ümitsizlik deryasında boğulan insanları ferahlatacak olan müjde, Mekke’den geliyordu.
Mekke'de mütevazi bir ev. Yüzler seher vakti
gülüyordu.
Kâinatın Efendisi Peygamberimiz (sav) dünyaya
geldiği sırada, dedesi Abdûlmuttâlib, Kureyş'in ileri
gelenleriyle oturmuş, sohbet ediyordu.
Kendisine müjdeli haber verildi. Bu habere çok
sevinen dede Abdûlmuttâlib, bir anda kendisini nur
18
D eğer
Nisan 2014
topu torununun yanında buldu: Kucakladı, öptü, öptü
kokladı. Sonra da, oğlu Ebû Tâlib'e teslim ederek,
"Bu çocuk, sana emanettir.” diyerek yetim olarak
dünyaya gelen misafiri amcasının ellerine verdi.
Ziyafetler verildi ve ardından adı konuldu; Muhammed.(s.a.v)
Bu yüce kamet yeryüzüne teşrif ettiği gece
İran hükümdarının sarayının 14 sütunu yıkılmış,
Sava Gölü kurumuş, Mecusilerin tapındıkları ateşler
birden bire sönmüş ve putlar devrilmiştir.
Allah Rasûlü’nün (sav) doğumu ve yeryüzünü
şereflendirmesi insanlığın yeniden dirilişidir.
O’nun doğduğu gün de bizim için kutlu bir bayramdır.
İnsanlık, Âlemlerin Rabbini O’nunla tanıdı. Nimete minnet ve şükran duygusunu O’nunla öğrendi.
Yaratan ve yaratılan arasındaki kul ve Mâbud münasebetlerini O’nun mesajlarıyla duyup anladı.
Abdullah b. Ömer (ra) anlatıyor:
- Peygamber (sav) bir hurma kütüğüne dayanarak hutbe verirdi. Minberi edinince o kütükten
ayrıldı. Bu sırada kütük bir inleme sesi çıkardı. Peygamber hemen onun yanına geldi ve elini o kütüğün
üzerine koyup sıvazladı. Böylece inlemesi durdu.
Bir kütük, kütük olarak O’ndan ayrılmanın
hüznünü yaşarken, insanın O’nun kıymetini idrakte
ihmalkâr davranması akıl ve izanla izahı mümkün
olmayan bir durum.
Her fırsatta, Peygamber Efendimiz’e (sav) salât
u selam getirmemiz ona karşı vefamızın gereği.
Çünkü salât u selamlarla onu her anışımız, hem onun
peygamberliğini bir tebrik, hem getirdiklerine karşı
bir teşekkür ve hem de bildirdiği fermanlara itaatimizi yenilememiz manasına gelmektedir.
Nisan 2014
D eğer
Efendiler Efendisi’ne salât u selâm okumakla,
ahd-ü peymanımızı yenilemiş, ümmeti arasına bizi
de dâhil etmesi için kendisine müracaat etmiş
oluyoruz. “Seni andık, Seni düşündük; Allah Teala’ya
Senin kadrini yüceltmesi için dua ve dilekte bulunduk” demiş ve “Bizi de nurlu halkana al ey Allah’ın
Rasulü!..” talebimizi tekrar ederek onun engin şefkat ve şefaatine sığınmış oluyoruz.
Dolayısıyla, salât u selama Efendimiz’den daha
çok biz muhtaçız. Bizi unutma ey Rasulullah (sav)
demektir salavat.
Allah’ın bize en büyük lütfu bizi yaratması değildir. Kâinatı yaratması değildir. Allah’ın en büyük
lütfu havayı suyu güneşi …yaratması değildir.
Allah’ın insanlığa en büyük lütfu; Alemlere rahmet olan Peygamberimiz (sav)’i bize lütfetmesidir.
Çünkü o olmasaydı biz nereden geldiğimizi, niçin
geldiğimizi ve nereye gideceğimizi bilemeyecektik.
O gelmeseydi dünya bir karanlıklar arenası olacaktı.
O gelmeseydi insanlık ışığı asla göremeyecekti.
O rahmet peygamberiydi (sav). O şefkat
peygamberiydi(sav). O gelmeseydi hala çöllerde
kız çocukları diri diri toprağa gömülmeye devam
edecek ve sabahlara kadar çığlık atacaklardı. O gelmeseydi hala kadının adı olmayacaktı. O gelmeseydi
hala kadınlar ana olduklarının farkına varamayacaklardı. Kısacası insanlık O’nunla kendini buldu.
O’nu bulan herşeyi bulmuş, O’nu kaybeden de
herşeyi kaybetmiştir.
8 Haziran 632 Pazartesi günüydü. Medine’ye
hüzün kaplamıştı.
Sahabe-i Kiram’ın yüzünde acı ve ızdırap vardı.
O sahabi ki peygamberimiz (sav)’in arkadaşlarıydı.
O ne buyurduysa emir telakki ederek itaat etmişlerdi. Cahiliye döneminden saadet asrına dönüşün
mimarlarıydı.
Peygamber Efendimiz (sav), nefes alıp vermekte
güçlük çekiyordu. Dili Allah'ı zikretmekle meşguldü:
"Allah'ım, beni Refik-i Âlâ'ya ulaştır!" duasını tekrarlayarak ümmetine sesleniyor ve: "Ellerinizdeki
kölelerinize iyi davranınız! Namaza, namaza dikkat
ve devam ediniz!" buyuruyordu.
Orada bulunan Hz. Fâtıma'nın yüreği dağlanıyor
ve Efendimizi bağrına basarak; "Vay, babamın çektiği ızdıraba!.." diyerek gözlerinden yaşlar boşanıyordu.
Peygamber Efendimiz(sav), "Bugünden sonra
baban hiçbir ızdırap çekmeyecektir." buyuruyor
ve: "Kızım, sakın ağlama! Ben vefat ettiğim zaman
'İnnâlillah ve İnnâileyhiraciûn.'de." diyordu.
Çocuklarımız futbolcu ve sanatçıları bildikleri
kadar âlemlerin yaratılışının sebebi hikmeti olan
zatı bilmezlerse bunun suçlusu bizler oluruz. Hepimize düşen görev O’nu tanımak ve tanıtmaktır.
Kutlu Doğum Haftası; Peygamber Efendimizin
dünyaya teşrifleri olan Mevlid-i Nebevî yani halk
dilinde bilinen adıyla Mevlid Kandili 14-20 Nisan
tarihleri arasında kutlanacaktır.
Kutlu doğum 20 Nisan’da. Her evde o gün Kutlu
Doğum kutlanmalı. Hoş geldin ey Rasulallah demeli
ve biatımızı yenilemeli ve sünnetine sımsıkı yapışmalıyız.
Kutlu Doğum’u idrak edip değerlendirenlerden
olmamız duasıyla…
Kaynak: www.yenimakale.com
19
D eğer
Tarih
Nisan 2014
PİRİ REİS
Bir Osmanlı Denizcisi
Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine Kaptanıderya
Cafer Bey kumandasındaki filoda bir gemi reisi olarak hazır bulunan Piri Reis,
Nil nehri üzerinden ulaştığı
Kahire’de meşhur 1513 tarihli ilk Dünya haritasını padişaha takdim etti (1517).
20
D
aha çok çizdiği dünya haritası ve Akdeniz’e dair Kitâb-ı Bahriye adlı eseriyle tanınan ünlü denizci Piri Reis, Osmanlı Kızıldeniz’inde Hint donanması komutanı iken idam edilerek
hayatına son verildiği için hafızalarda acı bir hatıra ile bilinmektedir.
Gelibolulu Piri Reis’in, tam adı Piri Muhyiddin b. Hacı
Mehmed’dir. Küçük yaştan itibaren amcası meşhur deniz gazisi/
korsan Kemal Reis’in yanında yetişti.
Kendisinin Kitâb-ı Bahriye’de anlattığına göre, amcasıyla birlikte İspanya ve Venedik’e ait kale ve sahiller başta olmak üzere
tüm Akdeniz’de 1495’e kadar korsanlık yapmış ve sonra devlet
hizmetine girmiştir. Bu faaliyetleri sırasında Mayorka yakınlarında
bir gözcü kalesini fethettikleri, Malta’nın güneyindeki Pantelarya
Adası’nı kuşattıkları, Korsika yakınlarındaki Pianosa adasını ele
geçirerek halkını esir ettikleri bilinmektedir. Piri Reis, Akdeniz’deki
gazaları sırasında ayrıca Toulon’un güneydoğusundaki İzledare/
Üçadalar yakınında üç tüccar barçasını zaptederek Tunus’ta sattıklarını, İspanya’nın Belensiye limanı önlerinde yedi barça, Sicilya’nın
batısında üç gemi ele geçirdiklerini ve benzeri olayları eserinde
anlatmaktadır. Tunus sahillerindeki Bûne ve Sefaks’da iki defa kışlayan ve Tunus sultanı Mevlây Muhammed’le görüşen Piri Reis,
Cezayir’in Bicâye şehrinde kaldıklarını ve yazın oradan denizlere
açıldıklarını belirtmektedir ki bu durum, Barbaros kardeşlerden
önce Kuzey Afrika’ya geldiklerini göstermektedir.
II. Bayezid’in çağrısına uyarak devlet hizmetine giren Kemal Reis’le birlikte Haremeyn Vakıf gelirlerinin deniz yoluyla
Nisan 2014
D eğer
İskenderiye’ye götürülmesinde ve dönerken Rodos şövalyeleriyle Piri Reis’e 100 bin akçelikterakkî verildi. Bu sırada Hindkapudanı
meydana gelen çarpışmalarda etkin rol oynadı. Piri Reis, İnebahtı, olarak rütbesi sancakbeyliğine yükseltildi ve Piri Bey oldu.
Piri Reis’in ikinci seferi Portekizliler’in Basra Körfezi’ndeki en
Moton, Koron ve Anavarin’in fethi savaşlarına (1499-1501) katıldıönemli üssü olan Hürmüz üzerine oldu. Bu sefer için kadırga, başğında Osmanlı donanmasında bir kadırga reisi konumundaydı.
tarda, kalyata ve kalyondan oluşan 30 gemilik donanmayla Cema1519’da Kızıldeniz’de Osmanlı ve Portekiz Gemileri
Kuzey Afrika’daki ve Endülüs’deki Müslümanların korunma- ziyelevvel 959 (Nisan 1552)’da Süveyş’den hareket eden Piri Reis,
sı ve İspanya sahillerine düzenlenen 1506 tarihindeki akınlarda, Bâbü’l-mendeb’i geçerek Hind Okyanusu’na çıktı ve Aden, Şihr,
Portekizliler’e karşı Memlükler’e yardım için sevkedilen asker, mü- Zufar limanlarına ulaştıktan sonra Re’sü’l-Hadd’e geldi. Bu sırada
himmat ve top yüklü filoyu Mısır’a elçilikle birlikte götüren amcası- 21 Şevval 959 (10 Ekim 1552)’da, muhtemelen oğlu Mehmed Bey
nın yanında Piri Reis de gitmişti. Kemal Reis’in ölümüyle Piri Reis’in idaresinde bir kalyatayı Basra’ya göndererek Basra Beylerbeyi Kubad Paşa’yı kendisine verilen görevden haberdar etti. Buna göre
hayatında yeni bir dönem başladı (1510).
Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine Kaptanıderya Cafer Bey Piri Reis, Hürmüz’ü ele geçirdikten sonra Bahreyn adalarına kakumandasındaki filoda bir gemi reisi olarak hazır bulunan Piri Reis, dar ilerleyerek Osmanlı hâkimiyeti altına alacak, sonra emrindeki
Nil nehri üzerinden ulaştığı Kahire’de meşhur 1513 tarihli ilk Dünya donanmayla isterse Basra’da kışlayacak veya on gemiyi burada
bırakarak Süveyş’e dönecekti (Orhonlu, Hint Kaptanlığı, s. 241) .
haritasını padişaha takdim etti (1517).
Kitâb-ı Bahriye’de Nil Nehri ve
Kanuni’nin 1521’deki Belgrad
Kahire
seferine Tuna Donanmasında ve
Piri Reis Umman denizine
1522’deki Rodos seferine donan1547’de onun için yeni bir dögirdikten sonra Maskat’ı kuşattı.
ma ile katıldı. Hâin Ahmed Paşa
nem başladı. FerhadPaşa‟nın
Bir hafta süren kuşatmadan sonisyanını bastırmak için 930’da
ra kale komutanı ile birlikte 128
(1524) deniz yoluyla Mısır’a giden
yerine getirildiği HindKapuPortekiz askerini esir alarak kaleSadrazam İbrahim Paşa’nın filodanlığı hayatının onur görevi
yi fethetti. Bundan sonra Hürmüz
sunda kılavuz olarak görev yaptı
olmakla beraber acı akıbetini
üzerine hareket eden Piri Reis, 28
ve onunla yakından görüşme fırgemiden oluşan donanma ve 850
satı buldu ve bu sırada sadrazam
de hazırlayacaktı.
askerle Portekizliler’in elinde buonun yazdığı ilk Kitâb-ı Bahriye
lunan Hürmüz’ü kuşatmaya başmüsveddesini gemide inceledi
ladı. Sürdürülen bombardıman ve
(Kitâb-ı Bahriye, s. 849-855). Hava
muhalefeti sebebiyle İbrahim Paşa Rodos’tan sonra yolculuğuna birbiri ardına düzenlenen taarruzlarda adanın hemen tamamını ele
karadan devam edince Piri Reis, Sadrazamın isteği üzerine kita- geçirmesine rağmen, kale komutanı D. Alvaro de Noronha dayanbını temize çekmek üzere Gelibolu’ya döndü. 932/1526’da Kitab-ı dığı için iç kale alınamadı. Çarpışmanın uzun sürmesinin OsmanBahriye’nin ikinci telifini, 935/1528’de ise, İkinci Dünya Haritasını lı kuvvetlerinin cesaretini kırdığı şüphesizdir. Piri Reis’in kuşatma
(TSMK, H. 1824) Kanuni’ye takdim etti. Bu sırada kendisinden devam ederken duyduğu en büyük endişe ise, bu sırada üstün bir
Portekiz donanması tarafından baskına uğratılmaktı (Orhonlu, Hint
“PîrîKethudâ” olarak bahsedilmesi (Kitâb-ı Bahriye, vr.)
Korfu kuşatması sırasında 22 Ağustos 1537 Avlonya’da topla- Kaptanlığı, s. 243-244). Bir Portekiz donanmasının yardıma gelmenan Barbaros Hayreddin Paşa’nın donanmasındaki gemi reisleri si ihtimali karşısında kuşatmayı kaldırarak Basra’ya doğru hareket
etti. Ancak bunun kendisine verilen altın ve mücevher karşılığında
arasında Piri Reis’e de bir hil’at giydirildi.
1547’de onun için yeni bir dönem başladı. Ferhad Paşa’nın ye- olduğu haberi Basra’da yayıldı (Celalzâde, vr. 482a-b) ve Kubad
rine getirildiği HindKapudanlığı hayatının onur görevi olmakla bera- Paşa bu durumu İstanbul’a bildirdi. Buna karşılık çok geçmeden bir
Portekiz Donanması’nın Hürmüz önlerine geldiği haberi ithamların
ber acı akıbetini de hazırlayacaktı.
Emrindeki 60 gemiyle Süveyş’den hareket ettiği 29 Ekim yersiz olduğunu göstermektedir.
Basra Körfezi’nin Portekiz Donanması tarafından kapatılma
1547’de Piri Reis, Moha Limanı’nda karaya çıktı. Amacı mahalli idarecilerin eline geçen Hind Okyanusu’ndaki tek Osmanlı üssü Aden’i tehlikesi karşısında asıl donanmasını Basra’da bırakarak üç kageri almaktı. Bu sırada Osmanlı donanması üç Portekiz gemisini dırgayla Süveyş’e hareket eden Piri Reis, gemilerden
ele geçirdi ve 120 gemici esir edildi. Piri Reis’in denizden yürüttü- birinin yolda karaya oturup parçalanması
ğü harekat karşısında yardıma gelen Portekiz donanması etkisiz yüzünden sadece iki kadırgaykaldı. Piri Reis’in Aden önlerinde iken karaya asker ve top çıkar- la Süveyş’e vardı ve
masıyla başlatılan genel hücümun ardından 14 Muharrem 956’da oradan ka(12 Şubat 1549) Aden yeniden fethedildi. Mısır Beylerbeyi Davud r a Paşa’nın Aden’in fethedildiği haberini İstanbul’a bildirmesi üzerine
21
D eğer
yoluyla Kahire’ye ulaştı.
Mısır Beylerbeyi Semiz Ali Paşa tarafından iyi karşılanmayan
ve ordusunu savaş meydanında bırakıp kaçan bir kumandan
gibi algılanan Piri Reis, Basra Beylerbeyisi Kubad Paşa tarafından da Hürmüz’deki müslümanların mal ve mülklerini yağma
ettirdiği ve rüşvet karşılığında kuşatmayı kaldırdığı konusunda
şikâyete uğradı. Bu sırada Kanuni Haleb’te bulunuyordu. Muhtemelen Dîvân-ı Mısır’da başı kesilerek katledildi (Aralık1553).
Piri Reis’in bütün mal ve eşyası Mısır’daki idareciler tarafından
müsadere edildi ve İstanbul’a gönderildi. Nitekim Mısır sancakbeylerinden İbrahim Bey, Piri Reis’in eşyasını İstanbul’a getirilirken koruma görevinde bulunduğu için 6 Cemaziyelevvel 961’de
(9 Nisan 1554) otuzbin akçe terakki aldı (KK. 211, s. 35). Bir
süre sonra Kubad Paşa’nın da Basra Beylerbeyliğinden uzaklaştırıldığı 15 Rebîülevvel 961(18 Şubat 1554)’de mazul olarak
İstanbul’da bulunmasından anlaşılmaktadır (KK. 1766, s. 43).
DÜNYA HARİTASI
Özellikleri
Pîrî Reîs’in bu ilk haritası deve derisi üzerine yapılmıştır. 87
cm. boyunda, üst kısmı 63cm. ve alt kısmı 41 cm. genişliğindedir. Dokuz renk kullanılan haritanın üst kısmının kopmuş ve
kayıp olduğu tahmin edilmektedir. Haritanın tamamı bugüne
ulaşmış olsaydı, yaklaşık 165x140cm. ölçülerinde olacaktı.
Haritada, kuzeyde ve güneyde otuzikili birer rüzgâr gülü bulunmaktadır. Üçü küçük ikisi büyük olan rüzgâr güllerinin toplam
sayısı beştir. Standart portolan(=limanları, sığlıkları ve benzeri
özellikleri gösteren deniz haritası. Liman anlamındaki porto kelimesinden gelmektedir ve deniz kıyılarını gösteren haritalar demektir) çizimlerinde rüzgâr güllerinin toplam sayısının 17 olduğu
bilindiğine göre, bunlar eklendiğinde haritanın tam bir dünya
haritasının parçası olduğu ortaya çıkmaktadır. Haritada Yengeç
ve Oğlak dönencelerine yakın olarak düzenlenmiş eğik iki mesafe ölçeği bulunmaktadır. Ayrıca haritada, dokuz adet gemi ve
sandal resmi ile, sahillerdeki ve karadaki şehirleri, hükümdarları,
burçları, hayvanları ve yerli halkları gösteren çizimler yer almaktadır. Gemicilerin burçlardan da yararlandıkları ve garip yaratıklar olarak görülen çizimlerin bunları gösterdiği anlaşılmıştır.
Muhtevası
PîrîReîs’in bu haritası, Atlas Okyanusu’nun iki kıyısını; İspanya, Fransa, Amerika’nın doğu bölümleri ile Florida kıyılarını
ve Antiller’i göstermektedir. Yani, Avrupa ve Afrika’nın Batı kıyılarını, Atlas Okyanusu’nu, Orta ve Kuzey Amerika’yı ihtiva etmektedir.
1513 Dünya Haritası, 20 kadar mappamundodan, aynı
anlamda olan ancak Araplar’ın yaptığı sekiz adet caferiyye-
22
Nisan 2014
den, Arapça bir Hindistan haritasından, yeni yapılmış ve Sind,
Hind ve Çin diyarlarını gösteren dört Portekizli haritasından ve
KristofKolomb’un Batı haritasından yararlanarak dünya haritasını meydana getirmiştir.
Bu kaynaklar arasında en çok dikkat çekenler,
KristofKolomb’un bugüne intikal etmeyen 1498 tarihli haritası ile
iki bin yıl öncesinin İskenderiye kütüphanesinden çıkdığı varsayılan harita olmuştur. Haritayı dünya ölçeğinde önemli kılan ve
gündemde tutan da daha çok birinci özelliğidir. Kolomb (ChristopherColombus), 1492-1504 tarihleri arasında, Amerika’ya 4
kez keşif seferi düzenlemiş ve kıyıların haritalarını yapmıştır.
Kolomb’un bu gezilerde çizdiği haritalarla ilgili sadece bir belge
bugün elimizdedir. Bu da Hispaniola (bugünki Haiti) adasının kuzey-batı kıyısını gösteren bir harita taslağıdır.
Atlas Okyanusu’nda keşf ve fethedilen yerlerin doğrulukla
gösterildiği haritayı önemli kılan ve hayranlık uyandıran diğer
özelliklerinin başlıcaları da kaynaklarının eskiliği ve orijinalliği,
çizimlerin ancak havadan yapılan çekimlerle XX. yüzyılın ortalarından itibaren yapılabilen haritalara benzerlik arzetmesi ve yine
sadece modern tekniklerle tesbit edilebilen Antartika kıyılarının
henüz buzullarla kaplı olmadığı zamandaki halinin verilmiş olmasıdır.
Özellikle son tesbit Pîrî Reîs‟in kaynakları arasında buzul
devrinden önce resmedilmiş haritaların da bulunabileceğine dâir
görüşlerin doğmasına yol açmış ve bu haritadan yola çıkılarak
kayıp olduğuna inanılan Atlantis kıtasının aranmasına kadar derinleştirilen çeşitli toplu çalışmalar ortaya konulmuştur.
Pîrî Reîs’in haritası, İspanya ve Portekizliler’in öncülük ettiği
keşif yolculuklarının Osmanlı ve dolayısla İslâm dünyasına duyurulması bakımından da ayrıca önemlidir. Dünya haritasında
Güney Amerika hakkında oldukça geniş bilgiler bulunmaktadır.
KristofKolomb tarafından buranın nasıl keşfedildiği aktarılmaktadır. Haritanın coğrafî keşifler bakımından en önemli kısmı ise
Orta Amerika’dır. Bu bölüm, Kolomb’un 1498’de çizip Avrupa’ya
gönderdiği harita ile,seyahata çıkarken elinde bulundurduğu
Toskanelli’nin haritasındaki bilgileri içermektedir. Kolomb‟un ilk
yaptığı haritada varolan, ancak gerçekte olmayan bu adaların
üzerine ikinci haritasında papağan resmi yapmış olduğu ileri sürülmüştür. Pîrî Reîs bu adaları tekrarlamıştır. Güney Amerika’da
La Plata nehrinin güneyinde kara, eski Dünya haritalarında olduğu gibi, aralıksız doğuya doğru uzatılmıştır.
Kaynak: Prof. Dr. İdris Bostan
Nisan 2014
D eğer
Araştırma
Zamanın tik takları
Saatler
Hayatî bir meselede son uçağı, otobüsü, treni dakika farkıyla kaçıran veya atletizmde salise farkıyla birinciliği
kaybeden insanlar için ‘zaman’ ne kadar kıymetliyse, aslında geçici olan insanoğlu için, her ân o kadar kıymetlidir.
Z
aman, insana verilmiş önemli nimetlerden biri… Fakat geçip
gittikten sonra kıymeti anlaşılan bir nimet… Hayatî bir meselede son uçağı, otobüsü, treni dakika farkıyla kaçıran veya atletizmde salise farkıyla birinciliği kaybeden insanlar için ‘zaman’ ne
kadar kıymetliyse, aslında geçici olan insanoğlu için, her ân o kadar
kıymetlidir. Belki de insanlığın saat gibi bir âleti icat edip, zamanı küçük dilimlere ayırması onun kıymetini kavramış olmasındandır. Hayatımızı tanzim etmemizde büyük faydaları olan saat, günümüze gelene
kadar çeşitli merhalelerden geçmiştir. İnsanoğlu zamanı ölçmek için eski çağlardan itibaren
güneş, su, kum, mum ve yağ lâmbası saatleri
gibi araçları geliştirip kullanmıştır.
Vaktin tespiti ve Güneş
Dünya, kendi etrafında döndükçe, yeryüzündeki cisimlerin gölgeleri gün boyunca uzar
ve kısalır. Mısırlı gökbilimciler, yere dikine bir
çubuk çakıp bunun oluşturduğu gölgenin konumuna bakarak günü belirli vakitlere ayırdılar. Böylece Güneş’in konumuna göre, vaktin
belirlenmesine yardımcı ilk basit ölçme tekniğini geliştirmiş oldular.
Ebu’l-Hasan el-Marakuşi 1200’li yılların
başlarında eşit saatlerle hesaplama sistemini bularak ‘horoloji’ (saat bilimi) tarihinin en
önemli adımlarından birini atmıştır. Ayrıca bu
değerli âlim; silindirik, konik, yatay ve dikey
güneş saatleri ile ilgili önemli bir kitap da yazmıştır.
Girift bir işleyiş sistemine dayanan güneş saatleri ancak bol güneşli ülkelerde ve sadece gündüzleri kullanılabiliyordu. Bu yüzden
daha basit sistemlere ve akşam saatlerini belirlemeye duyulan ihtiyaç,
insanları zamanı ölçebilmek için gökyüzüyle irtibatı olmayan başka
teknikler geliştirmeye yöneltti.
Kum saatleri
Zaman genel olarak kum saati ile sembolize edilmiştir. İlkçağ’dan
bu yana teknik özellikleri hiç değişmeyen, basit bir zaman-ölçer olan
kum saatinin ilk olarak Ortadoğu’da kullanıldığı tahmin edilmektedir.
Su saatlerinden ilham alınarak yapılmış kum saatlerinde dar bir
boru ile birleştirilmiş eşit büyüklükte iki çanak bulunuyordu. Kumun
üstteki çanaktan alttaki çanağa boşalmasına bakılarak zaman belirleniyordu. Kullanımı kolay olan kum saatini kurmak için, baş aşağı
çevirmek yeterliydi. Kum saatlerinde kumun su gibi akıcı olması arzu
edilen bir özelliktir. En iyi saat kumu, mermer tozundan elde edilmiştir.
Bu teknikte, kullanılan kumların benzer tane büyüklüğüne ve yuvarlanma derecesine sahip olması, ayrıca saatin içinde nem bulunmaması
önemli hususlardı.
Mekanik saatler
Batı’da ilk mekanik saatlerin 12. yüzyılda İtalya şehir devletlerinde ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Bunun sebebi, bu bölgelerin İslâm
dünyasıyla sıkı bağlantılarının olmasıdır.
Avrupa’da ilk mekanik saatler, zamanı duyurmak üzere yapılmıştı.
Bu yüzden belirli aralıklarla bir çekiç
aracılığıyla ses çıkarılıyordu.
Saatlerde süreyi göstermek
için kadranı ilk olarak kullanan
ve 1344’te 24 dilimlik saati yapan
GiovannidiDondi’dir.
1500’lerde
Nürnberg’de Peter Heinlein’in ‘zemberek’ adı verilen hareket ettirici mekanizmayı geliştirmesiyle, taşınabilir
küçük saatler üretilmeye başlanmıştır.
Saat gelişiminde atılan başka bir
büyük adım da ‘sarkaç’ın icat edilmesidir. Tarihte sarkacı ilk defa geliştiren
ve sonrakilere ilham kaynağı olan
Müslüman ilim adamı İbn Yunus’tur
(?-1009). Sarkaçlı ilk saati 1656’da
Hollandalı astronom ChristianHuygens yapmıştır. Sisteme sarkacın dâhil
edilmesinden sonra, saate dakika ve
saniye kolları eklenmiştir. Balans yayının geliştirilmesiyle de, gittikçe
küçülen saatler cepte taşınabilir hâle gelmiş,
Kuvars ve atom saatleri
Yirminci yüzyılda saat teknolojisinde büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. 1920’lerde enerjisini bir yıl veya daha uzun ömürlü pilden
sağlayan ve kurulmasına gerek olmayan kuvars (quartz) saatler geliştirilmiştir. Ancak daha hassas ve hata payı en aza indirgenmiş saat
arayışları devam ettirilerek 1949’da ABD’de ilk atom saati yapılabilmiştir. Günümüzde ise, 1/10 trilyonluk hatayla zamanı ölçebilen atom
saatleri geliştirilmeye çalışılmaktadır.
Kıymeti ne olursa olsun, bize hediye edilen bir saat karşısında ne
kadar çok seviniriz. Fakat çoğu zaman hayatımız için hazineler hükmünde olan ve akıp giden ömür sermayesinin ne kadar farkına varıyoruz? Oysa kalbin tik-taklarıyla tüketilen ömrün saatlerini değerlendirme konusunda daha hassas olmamız gerekmez mi?!..
Kaynak:ümitdergisi
23
Tarih
D eğer
Nisan 2014
KAÇ SENE
Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut
Özal’ın vefatının üzerinden 21 sene geçti.
15 Nisan 1931
17 Nisan 1993
Çernobil Nükleer Santralinde patlama meydana gelmesinin üzerinden 28 sene geçti.
Atatürk’ün teşvikleri ile kurulan Türk Tarih Kurumu kurulması üzerinden 83 sene geçti.
11 Nisan 1921
26 Nisan 1986
Türkiye’nin ilk paralı otoyolunun hizmete
girmesinin üzerinden 30 sene geçti.
Urfa’nın düşman işgalinden kurtuluşu üzerinden 93 sene
geçti.
7 Nisan 1984
23 Nisan 1920
Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nun kuruluşu
üzerinden 66 sene geçti.
7 Nisan 1948
24
TBMM’nin açılması üzerinden 94 sene geçti.
Nisan 2014
D eğer
GEÇTİ?
Türk şiirinin büyük dehalarından divan
edebiyatının da en büyük şairlerinden olan
Nabi’nin ölümü üzerinden 302 sene geçti.
24 Nisan 1920
10 Nisan 1712
Hayatı boyunca 81 cami, 51 mescit, 55 medrese, 26
mektep, 6 su kemeri, 7 büyük köprü, 3 hastane, 17
kervansaray, 33 saray, 35 hamam yapan ünlü mimarımız Mimar Sinan’nın vefatı üzerinden 426 sene geçti.
Mustafa Kemal’in TBMM Başkanı seçilmesinin üzerinden
94 sene geçti.
12 Nisan 1893
9 Nisan 1588
Türk hükümdarı Gazneli Mahmud’un ölümünün üzerinden 984 sene geçti.
Döneminin en büyük transatlantiği olan ve “asla batmaz” diye nitelendirilen Titanic’in bir buzdağına çarparak batması üzerinden 121 sene geçti.
10 Nisan 1845
30 Nisan 1030
Bursa Orhan Gazi tarafından Bizans’tan fethedilerek Türk topraklarına katılması üzerinden 988 sene geçti.
Emniyet Teşkilatı’nın kurulmasının üzerinden 169 sene
geçti.
5 Nisan 1026
25
D eğer
Din
Nisan 2014
Hadislerle doğru ve
BİR
DUA
“Allah’ım! Dinimi güzelce yaşat ki
o benim güvencemdir. Dünyamı düzelt ki o
benim geçim kaynağımdır. Ahretimi hazırlaki
o benim son durağımdır. Hayatımda her türlü
hayrı ziyadesiyle ihsaneyle.Ölümümü de her
türlü şerlerden muhafaza eyle.”
(Müslim,“Zikir”,71)
“Dünyada insanların en çok doymuş olanları, Kıyamet gününde en çok aç kalacaklar” hadisi; beslenmede
aşırıya kaçmanın zihinsel yapı üzerindeki etkilerini çok
geniş bir plan ve vadede düşündürmektedir.
Peygamberimiz, “Her iştah duyduğunu yemen israftandır” diyerek de söz konusu anlayışı pekiştirmiştir.
Burada israfın, yenen değil, yiyen yönünde olduğunu düşünmek gerekir. Zira gereğinden fazla gıda almak,
beyne zarar vermektedir ve beynin asıl gayesinin dışında, hammadde girdileriyle uğraşması israftır.
Az yemeyi salık vermekle birlikte, bazı öğünlere,
özellikle akşam yemeklerine özen gösteren Efendimiz,
“Akşam yemeğini bırakmayın, bir avuç hurma ile de
olsa akşam yiyin. Çünkü akşamın terki insana-(erken)
ihtiyarlık getirir” demektedir. .
O’nun asla değerlendiremeyeceğimiz yaşantısında,
fizyolojik yapısının ve şuur düzeyindeki potansiyelinin
bir anlamda beslenme şekli ile ilgisi bulunduğu, kendi
ifadelerinden açıklık kazanmaktadır.
Şartları çok iyi etüt edip uygulayan Hz. Peygamber,
bu nedenle, tek tip besin üzerinde ısrar ederek, diğerlerini men etme gibi bir davranış içine girmezdi.
Bölgesel koşullarda bulunabilen her türlü gıdayı bünyesinde uygun olacak şekilde alır; dengelenmesi gereken bir özellik olduğunda, onu alternatifli bir yiyecekle
kırarak bedeninde gerekli şartları oluştururdu. Nitekim
hurmanın sıcaklığını karpuzla dengeler, şayet zıt bir yiyecek yoksa yediğinden asgari düzeyde faydalanırdı.
Kesinlikle, balık, et ve asitli yiyeceklerle sütü; aynı
26
özellikteki (örneğin soğukların, sıcakların, tatlı, peklik
ya da ishal yapıcı, katı, sıvı gibi) yiyeceklerin ikisini aynı
öğünde bulundurmaz; çabuk ve geç sindirilen, peklik ve
ishal yapan, kızartma ile haşlama gibi farklı yiyecekleri
de bir arada yemezdi. Aşırı derecede sıcak ve bir gün
önce pişip geceleyen, ertesi gün ısıtılan yemeği de tavsiye etmemiştir.
Hurma, helva ve balı, glikoz temini için pek sever,
ekmeği az ve bulabildiği bir katıkla yerdi.
Bir Hadis-i Şerifinde: “Katığınızın efendisi tuzdur; et,
dünyada ve ahirette insanların yiyeceklerinin efendisidir” demiştir.
O, doyduktan sonra hemen uyumayı uygun görmemiş böyle yapmanın kalbi kararttığından bahsetmiştir.
Akşam yemeğinden sonra yürümeyi, ardından da namazı önermiştir.
Sağlıklı beslenme ile orucun da ayrılmaz bir bütün
olduğu da belirtilmelidir.. Her sözü ve davranışı ayrı
bir hikmete dayalı olan Allah Resulü’nün bu konudaki
“Oruç tutunuz ki, sağlık bulursunuz.” tavsiyeleri de iyi
değerlendirilmelidir.
Nisan 2014
D eğer
e sağlıklı beslenme
BİR
HADİS
“Eyİnsanlar!
Selamı aranızda yaygınlaştırın..
Sofranız herkese açık olsun, çokça ikram edin..
Sıla-ı rahimde de kusur etmeyin..
Bir de insanlar uykuda iken gecelerin karanlığını
namazla delin..
Böylece selametle Cennet’e girin!.” (İbn-i
Mâce, Sünen, Et’ime, 1; Dârimî,
Sünen, Salât, 156)
KISSA
Besmelenin fazileti
PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.)İN BESLENME TAVSİYELERİ:
* Çok sıcak ve çok soğuk yemeyiniz.
* Çok çiğneyiniz, yavaş yemek yiyiniz.
* Yemekten evvel ve yemekten sonra ellerinizi yıkayınız.
* Yemekten daima iştahlı olarak kalkınız, çok yemeyiniz.
* Yemeklerde çok su içmeyiniz.
* Kışın daha ziyade yağlı yemekler, yazın hafif yiyecekler ve sebze yiyiniz.
*Yemeklerde daima neşeli olunuz, yalnız yemek
yemeyiniz.
* Yemekten sonra daima dua ederek şükrediniz.
* Ayda bir gün muhakkak oruç tutunuz, vücudunuz
dinlensin.
* Bal yiyiniz, bin derde devadır.
Bir kadın her söze ve işe başlarken
besmele çekermiş. O kadının münafık bir
kocası varmış. Eşinin besmele çekmesine
çok kızarmış. Hanımını besmele ile ilgili bir
işte mahcup etmeye karar vermiş. Adam
bir gün hanımına, içerisinde para bulunan
bir kese vermiş, ‘’Bunu sakla, sonra senden
isterim.’’ demiş. Hanımı keseyi besmele
ile bir yere koyup üzerini örtmüş. Kocası hanımının haberi olmadan gidip keseyi
alıp kuyuya atmış. Sonra gelip hanımından
keseyi getirmesini istemiş. Kadın keseyi
koyduğu yere gidip, besmele çekmiş.
Allah-u Teâlâ o anda Cebrail Aleyhisselam’a, yeryüzüne inip keseyi
kuyudan alıp yerine koymasını emretmiş.
Cebrail Aleyhisselam keseyi kuyudan alıp
suları akar bir vaziyette yerine koymuş.
Kadın keseyi almak için elini uzatınca,
keseyi ıslak bir halde bulmuş ve ‘’ Bu kese
nasıl ıslandı?’’ diye hayretler içinde kalmış.
Hiçbir şeyden habersiz keseyi o şekilde
kocasına götürüp vermiş.
Bu durum karşısında hayretler içerisinde
kalan kocası da hemen tevbe edip salih bir
Müslüman olmuş.
Bundan sonra her işe başlarken ve bir şey
yaparken besmele çekmeye
başlamış.
Kaynak:www.sifanur.com
27
Psikoloji
D eğer
Nisan 2014
Uykuda neden
U
Uykunun aşırı bölünmüş olması, kişilerin uykuda konuşmasına neden olabilmektedir. Bu durum kişinin uykuda konuşma
olasılığını arttıran bir durumdur. Uykunun sık bölünmesine
yol açan nedenler ise; özellikle sıkıntılı durumlar, piskolojik
sorunlar ve gün içinde aşırı yorgunluk olabilir.
ykunun aşırı bölünmüş olması, kişilerin uykuda konuşmasına neden olabilmektedir. Bu durum kişinin uykuda konuşma
olasılığını arttıran bir durumdur. Uykunun sık bölünmesine yol
açan nedenler ise; özellikle sıkıntılı durumlar, piskolojik sorunlar ve
gün içinde aşırı yorgunluk olabilir. Gün içinde yoğun tempoda çalışan, aşırı strese giren bireyler diğer kişilere göre uykuda daha sık
konuşabilmektedirler. Özellikle depresif rahatsızlığı olanlar, işi nedeniyle beynini çok yoranlar ve kullananlarda uykuda beynin düşünce
yansıması yaptığından dolayı uyurken konuşurlar. Uykuda konuşmanın bir diğer nedeni ise; aşırı uykusuz kalmak yada uykunun sık
sık bölünmesidir. Uykusuz kalan kişilerde de uyku halinde konuşma
görülebilir.
Uyku esnasında kalkıp dolaşan kişinin, uyandırılmadan sakin
bir şekilde tekrar yatağa yatırılarak uyuması sağlanmalıdır. Uykuda
konuşma, tedavi edilmesi gereken bir durum değildir. Çünkü kısa
süreli ve sağlığa zararlı bir durum değildir. Fakat uykuda hem konuşup hem de kalkıyorsak, ya da kişi kendine zarar verecek hareketlerde bulunuyorsa, bu durum tedavi edilmesi gereken bir durumdur.
Çocuklarda ise; gece uykusunda bağırma, konuşma yada sayıklama gibi durumlarda ise; çocuğun gün içersindeki stresinin azaltılması gerekmektedir. Bütün uyku bozuklukları tamamen olmasa da
kısmen stres ve sinirliliğe bağlıdır denebilir.
Uykuda Konuşmak Neden Olur?
Uykuda konuşma, yürüme, diş gıcırdatma, kabus, korku, karabasan, altını ıslatma gibi tabloları içeren uyku bozuklukları (parasomnialar) tüm uyku bozukluklarının % 15’ini oluşturmaktadır.
Genellikle çocukluk ve ergenlik dönemde görülmektedir. Çocuk
ve ergenlerin yaklaşık dörtte birinde parasomnia görülmektedir.
Bu oran, erişkin dönemde % 1’e düşmektedir. Genellikle uykunun
başlangıç dönemindeki Non-REM uykusu sırasında görülmekte
olan parasomnia tablolarının genellikle psikolojik nedenlere dayalı
olduğu dikkati çekmektedir. Bu nedenle tedavinin temelini psikolojik
modeller oluşturmaktadır.
Uykusunda konuşan bazı çocuklar uyku esnasında pek de anlamı olmayan bir kelime söyledikten sonra sessizce uyumaya devam ederler. Bazı çocuklar ise aynı odada uyuyan bir başka kişi
ile uzun diyaloglara girerler (bu kişi de uyku esnasında uyanıp, uykusunda konuşan çocuğun sorularına cevaplar verir). Uyku esnasında, hayalinde canlandırdığı kişilerle konuşan çocuklar da vardır.
Çocuklar uyku esnasında konuşurken heyecanlanabilir, strese girebilir ve yorulabilir. Bu durum ise aileler için bir endişe kaynağı haline
gelmektedir. Uykuda konuşan çocuklar genellikle stresten, herhangi
bir hastalıktan, uyku apnesinden ya da gece kâbuslarından etkilenmektedir.
Uykuda konuşan çocuklar için endişelenilecek ciddi bir durum
28
söz konusu değildir. Bu nedenle ailelerin bu durumu sükûnetle karşılaması gerekmektedir.
Uykuda konuşmak, çocuğunuz için yorucu bir hal almışsa;
uyumadan önce çocuğunuzun zihnini boşaltmaya çalışın. Onunla
konuşarak her türlü endişesini ve korkusunu beyninden atmasını
sağlayın. Çocuğunuzun uyku saatlerini belirli bir düzene oturtun.
Onunla bol bol sohbetler edin. Çocuğunuzu rahatlatacak ve hissettiği gerilimi ya da stresi üstünden atmasını sağlayacak doğal sağlık
tedavilerini uygulayın. Çiçek esanslarının çocuğunuzun uyku düzeni
üzerinde önemli bir rol oynadığını unutmayın.
Uyurken Açığa Vurduğunuz Sırlar Mı Var?
Size hiç uyurken konuştuğunuz söylendi mi? Bu sizin farkında
olmadığınız, daha da kötüsü hiç hatırlamadığınız bir durum mu?
Yoksa siz karşı taraftan mısınız: uyuyan karınızın ya da kocanızın
yanıbaşında, uzun zamandır saklanan bir sırrın açığa vurulmasını
mı bekliyorsunuz?
Nisan 2014
D eğer
konuşuruz...
Öyleyse ona merak ettiğiniz bir şeyi sorun: cevap belki mırıltılar
eşliğinde gelecek ama şüphesiz ki dürüst olacak!
Uykuda konuşmak ne anlama geliyor?
Uykuda konuşmak, uyku esnasında olağandışı davranışları ifade eden parasomninin bir türüdür. Çok fazla insanda görülen bu
durum ekseriyetle bir sağlık problemi olarak kabul edilmemektedir.
Uykuda gevezelik genellikle zararsız olsa da, bazen çok acımasız
gerçeklerin açığa çıkmasını da sağlayabilir.
Bütün gece keyifle çene çalan insanlar görülse de, uykuda konuşma vakaları genellikle 30 saniyelik periyodlarda gerçekleşir. Uykusunda konuşan insanlar genellikle kendi kendilerine konuşsa da,
bazı durumlarda uykuda görülen kişiyle ya da kişinin yanında yatan
insanla konuştuğu da görülmektedir.
Kim bu uyuduğu halde gevezeliğe devam eden insanlar?
Aslına bakılacak olursa, birçok insan uykusunda konuşmaktadır. 3 ila 10 yaş arasındaki çocukların üçte birinin uykularında konuştuğu görülürken; bu oran yetişkinlerde ise %5’tir. Kişiye bağlı ve
cinsiyetten bağımsız olarak, çoğu vakada kısa periyodlar halinde
görülen uyku konuşmaları, bazı vakalarda ise tüm geceye yayılan
uzun konuşmalar olarak kendisini gösterir.
Uykuda konuşmaya neden olan etmenler nelerdir?
Bu durumun rüyalarla bağlantılı olduğunu düşünebilirsiniz ancak bilim adamları o kadar da kesin bir bulguya ulaşabilmiş değil.
Durum şu ki, uykuda konuşma durumu yalnızca rüya esnasında
değil, uykunun herhangi bir aşamasında görülebilmektedir. Söz konusu gece monologları kendiliğinden ortaya çıksa da, buna neden
olan başka etmenler de olabilir. Uyku düzensizlikleri, sağlık problemleri, ilaçlar, stres, yüksek ateş, uyuşturucu kullanımı, duygusal
durumlar vb...
Uyurken sırlarınızın açığa çıkmasını istemiyorsanız…
Bu konuda bir uzmana başvurun
Ancak uzman bir doktora başvurmanızı, kendinizi ciddi bir sıkıntı içinde hissediyorsanız tavsiye ediyoruz. Eğer uykunuzda konuşurken çığlık atmaya varacak ölçüde sert tepkiler veriyorsanız,
aşırı korku ya da şiddet söz konusuysa, gerçekten de bir uzmana
başvurmalısınız.
Sorunu yaşayan çocuğunuzsa ve bu durum kronik bir hal almışsa, bir pediyatriste danışabilirsiniz. Yaşadığınız durumun ne
kadar zamandır sürdüğünü hesaplamanız, doktorunuzun işini
kolaylaştıracak ve çok daha hızlı bir çözüme ulaşmasını sağlayacaktır.
Peki kendi başınıza neler yapabilirsiniz?
Günümüzde bu sorunun çözümü için belirlenmiş bir metot bulunmamaktadır. Üzgünüz.
Bununla birlikte aşağıda okuyacağınız tavsiyeler işinize yarayabilir.
• Stres yaşıyorsanız, stresten kurtulmanın yollarını araştırın
• Geceleri uykunuzu tam aldığınızdan emin olun.
• Uyku açıklarınızı kapatın. İki haftalık periyodlar halinde bir
uyku günlüğü tutun ve olanları kaydedin.
• Kullandığınız ilaçları ve kullanım sürelerinizi de kaydedin.
• Yediğiniz ve içtiğiniz şeylerin bir listesini yapın (özellikle de
alkol ve kahve kullanımınızı kontrol altına alın).
•Bir uzmana başvurmaya karar verdiğiniz takdirde, bu notlar
en uygun çözüm ya da tedavinin bulunmasına yardımcı olacaktır.
www.kisiselbasari.com
29
D eğer
Kültür
Nisan 2014
Ebru
Sanatı
Türk ebrû geleneğinde yalnızca suda erimeyen, tabiî boyalar kullanılır. Boyalar düz
bir mermer üzerinde, ‘destiseng’ denilen bir taş yardımıyla ezilerek kullanılır. Yeteri
kadar sulandırılıp kıvama geldiği tespit edilen boya, artık kullanıma hazırdır.
E
brû, günümüzde ilgilisi her geçen gün
artan, talihli bir Türk-İslâm sanatı dalıdır.
Öyle ki artık Türkiye’nin hemen her bölgesinde, şehrinde hatta ilçesinde bile bir ebrû
kursu bulmak mümkün hâle gelmiştir. İsterseniz şimdi Türk-İslâm sanatlarının bu dünya
güzeli şûbesini birkaç soru ışığında tanımaya
çalışalım.
Ebrû kelimesinin kaynağıyla alâkalı çok
sayıda görüş vardır. Bu görüşlerden en çok
Farsça ‘ebr’ kelimesinden türetilen ebrî (bulutumsu) kelimesi kabul görmüştür. Aslına bakarsanız bu pek de rastlantı olmasa gerektir.
Zira ebrû desenleri, gerçekten de bulutumsu
bir görünüş sergilemektedir.
Ebrû Anadolu’ya Nasıl Gelmiştir?
Elimizdeki tarihi tespit edilebilen ilk ebrû
örnekleri on beşinci yüzyıla aittir. Ebrû sanatının Anadolu’ya geçişiyle ilgili tespit 15. yüzyılda Japonya’dan Türkistan’a; 16. yüzyılda
Türkistan’dan İran’a ve nihâyet 16. yüzyılın
ortalarında da İran’dan Anadolu’ya geçtiği şeklindedir. Söz konusu asırdan bu yana
Anadolu’da icrâ edilen ebrû, buradan da Avrupa ve Amerika’ya kadar uzanmış ve bu coğrafyalarda ebrû, ‘TurkishPaper’ (Türk Kâğıdı)
olarak tanınmıştır.
Ebrû Nedir?
Ebrû, en basit tanımıyla, yoğunluğu artırılmış suya serpilen boyaların, çeşitli âletlerle desenlendirilerek kâğıda alınmasıyla elde edilen
bir sanattır. Her şeyden evvel şunu bilmeliyiz
ki, ebrû bir renk sanatıdır. Belki de bu sebeple,
kısaca ‘su yüzüne yapılan resim’ olarak tanımlanmaktadır. Fakat tanımı da yapımı gibi kolay
görünen ebrû, esasında oldukça çetin ve sabır
isteyen bir sanattır.
30
Mâlzemeleri Nelerdir?
Ebrûnun başlıca malzemeleri; su, boya,
tekne, kâğıt, kıvam artırıcı maddeler, biz(bir
alet) ve fırçadır. Bunlar, hemen her biri ebrû sanatçısı tarafından imâl edilen araç gereçlerdir.
Sözgelimi fırça. Yüzyıllar boyu ebrû sanatçıları kendi fırçalarını kendileri yapmıştır. Sapını
gül dalından, gerisini de atkuyruğundan imâl
etmiş ve kullanmışlardır. Hâkeza boyaları da.
Mesela maviyi çivitten, kırmızıyı çamlıca toprağından, siyahı isten, kahverengiyi topraktan
elde etmişlerdir. Fakat bugün bu malzemelerin
tamamını hazır olarak bulmak mümkün ve oldukça kolaydır.
Nasıl Yapılır?
Türk ebrû geleneğinde yalnızca suda
erimeyen, tabiî boyalar kullanılır. Boyalar düz
bir mermer üzerinde, ‘destiseng’ denilen bir
taş yardımıyla ezilerek kullanılır. Yeteri kadar
sulandırılıp kıvama geldiği tespit edilen boya,
artık kullanıma hazırdır. Boyanın kıvamlandırılması suda batmaması içindir. Bu özelliği
boyaya kazandıran sığır ödüdür. Doğru kıvamdaki boyalar, yoğunlaştırılmış suya farklı
ebatlardaki fırçalar yardımıyla serpilir ve biz,
tarak gibi âletler yardımıyla istenen desenler
meydana getirildikten sonra kâğıda geçirilir.
Nerelerde Kullanılır?
Kullanıldığı ilk asırlardan bu yüzyıla kadar
oldukça sınırlı alanlarda boy gösteren ebrû,
bugün pek çok alanda kullanılabilmektedir.
Evlerimizi, bürolarımızı, hatta bazen
kullandığımız yastık, çarşaf gibi bir tekstil
mâlzemesini bile süsleyebilmektedir. Bunların
yanı sıra çini ve seramiklerde de ebrû sanatının tesirlerine rastlamak mümkündür.
Ebrû Sözlüğü
Kitre: Üzerine boya serpilecek suya, kıvam ve yapışkanlık vermek üzere kullanılan
malzemedir. Türkiye’nin hemen her bölgesinde yabanî olarak yetişebilen geven otundan
elde edilir. Fakat bugün kitrenin yerine birçok
kimyasal malzeme kullanılabilmektedir.
Sığır Ödü: Kitre üzerine serpilen boyaların batmadan yüzebilmeleri için boyalara damlatılan malzemedir. Sığır ödü yerine kimyasal
kullanılanlar da vardır.
Biz: Tekneye boya damlatmak, yüzeyindeki boyaya şekil vermek için kullanılan muhtelif kalınlıklarda tellerden imal edilmiş malzemedir.
Tarak: Düz bir tahta üzerine çakılarak,
yapıştırılarak veya sıkıştırılarak yapılan malzemedir. Teknedeki boyaların şekillendirilmesinde kullanılır.
Nisan 2014
D eğer
Deyimler
Abayı Yakmak
Aba, dövme yünden değişik kalınlıklarda yapılan
bir tür kumaşın adı olup genellikle beyaz renkte imal
edilir. Siyah renklisine ise kebe denir.Bu cins kumaşın
kullanıldığı pek çok yer olmakla beraber, aba denilince
genellikle dervişlerin giydiği hırka anlaşılır. Vücudun tamamını örtecek kadar geniş ve uzun, yakasız ve yensiz
dikilen abanın özelliği, düğmesiz olup kuşak ile kullanılmasıdır.
Abanın tekke mensupları ve tasavvuf ehli olanlar
yanında diğer insanlar tarafından da kullanılan bir giyecek olması, aba hakkında dilimize pek çok deyim ve
atasözü kazandırmıştır.
Abalı: Fakir, kimsesiz.
Abacı: (Mecazen)Hazıra konmayı seven, bedavacı.
Abası kırk yerinden yamalı: Yırtık pırtık giyecek kadar fakir.
Alaca abalı: Hırkası yamalıklarla dolu olacak kadar
fakir.
Abaya bürünmek: Tasavvuf yoluna girmek.
Kaba (kebe) yerine aba giymek: Tasavvuf yoluna
girmek.
Başını abaya çekmek: (Mecazen) Ölmek.
Aba da bir kaba da bir giyene (Güzel de bir çirkin
de bir sevene): İnandığı şey adına her şeyi hoş gören;
ince eleyip sık dokumayan, meşrebince yaşamak için
başkalarının ayıplamalarını hiçe sayan.
Aba vakti yaba; yaba vakti aba (olmaz): Her işe
uygun bir araç veya yol yordam mevcuttur. (Yaba,
harmanda ekin savurmaya yarayan dört çatallı tırmık
çeşidi olup aba giymiş bir insan tarafından kullanılması
zordur. Bunun birinci sebebi, harman mevsiminin çok
sıcak olması; ikincisi de yaba sallarken abaya dolaşmasıdır. Buradan yola çıkarak atasözünden mecazen, ibadet zamanı ibadet; iş zamanı iş anlayışı çıkartılabilir.)
Abanın kadri yağmurda bilinir: Aba insanı yağmurdan koruduğu gibi abaya bürünen insanlar da belâ yağmurlarından korunur, (muş diye rivayet olunuyor!)
Aba yeninden yıldız gösterir: Maddî zenginlik veya
manevî kudret ile dileyeni muradına erdirecek kudrete
sahip kişileri anlatır.
Bir abam var atarım; nerde olsa yatarım: Gezginci dervişlerin hâlini anlatan bu söz, taşa toprağa, oduna tahtaya, çula çaputa ehemmiyet vermeyen kişilere
özgü anlayışın ifadesi olup gönül zenginliğini anlatır.
Zeyl: Aba ile alâkalı olarak üç deyim daha kaldı.
Tam da zamanımızı anlatıyorlar: Birincisini “Vur abalıya!” diye kullanıyorlar. İkincisine “Aba altından sopa
göstermek” diyorlar ki derviş geçinme iddiasında iken
dervişliğe yakışmayan işler yapmaktan kinaye olarak
“çok masum gibi görünüp de zorbalığa soyunma”yı
karşılıyor. Diğeri de üçüncü-kişiler için kullanılan “Abacı kebeci; bu neci (Abacı, kebeci, sen neci?)” sözüdür.
Sanırız, bunu izaha hacet yoktur. Şimdi gelelim abayı
yakmaya.Bu deyim mecazen “birisine âşık olmak, tutulmak, gönül vermek” gibi anlamlar ihtiva eder. Dervişler
arasında birilerinin aşkının büyüklüğünden bahsedilecekse eskiden, “Ooo! Abası hayli yanıktır!” gibi ifadeler
kullanılırmış.
Eski tekkelerin mimarî kompleksi içinde bir mescit
(veya cami), ortada şadırvanı olan bir avlu ve avluyu
çevreleyen derviş hücreleri, büyükçe bir dershane, mutfak, kiler, ambar, vs. bulunduğu bilinmektedir. Bilhassa
kış aylarında dershanenin ocağı harlı ateşle yakılarak
dervişanın burada toplanmaları sağlanır; böylece hem
iktisat yapılır, hem de uzun saatler mürşitten istifade
ortamı oluşturulurdu.İşte böyle bir kış gecesinde, yün
abalarına bürünmüş dervişler dershanede halka olup
şeyh efendiyi dinlemeye başlamışlar. Efendi hazretleri, coştukça anlatmış; anlattıkça coşturmuş ve dervişler
kendilerinden geçecek derecelere gelmişler. Bu sırada,
ocağa sırtı dönük dervişlerden birisinin abasına ateş
sıçrayıp dumanı tütmeye başlamışsa da dervişin sıcaklığı hissettiği yok!.. İçindeki ateş, dışındakinin sıcağını
bastırmış durumda. “Pir aşkına Yâr aşkına (Allah aşkına)!” yanmaya devam ediyor. Nihayet şeyh efendi,
dumanı fark edip bu müridini ikaz ile yanmaktan kurtarıyor ve arkadaşları arasında mahcup olmasın diye onu
diğerlerine “gerçek Hak âşıkı” olarak tanıtıyor. Şimdi
argo lisanda kullanılan “abayı yakmak” deyimi, işte o hadisenin
yadigârıdır.
31
Sağlık
D eğer
Nisan 2014
Zararlı alışkanlıklardan
korunmak
M. Necmeddin Dinç
Her insan hayatta başarılı ve mutlu olmak ister. İnsanın başarılı ve mutlu olabilmesi için başarısız ve mutsuz kılan nedenlerden
sakınması, başarılı ve mutlu kılan şartları yerine getirmesi gerekir.
İnsanı başarısız ve mutsuz kılan sebepler;
1- Olumsuz düşünmek,
2- Olumsuz dil kullanmak,
3- Olumsuz davranmaktır.
Olumsuz düşünmek, bizi güçsüz kılan ya da temel değerlere
aykırı olan duygu ve düşüncelere sahip olmaktır. Olumsuz dil, bizi
ve muhatabımızı güçsüz kılan veya temel değerlere aykırı olan dildir.
Olumsuz davranış, bizi ve muhatabımızı güçsüz kılan veya temel değerlere aykırı olan davranıştır.
Beş (görme, işitme, tat ve koku alma, dokunma) duyumuzla çevremizden aldığımız uyarılar olumlu ise, olumlu düşünür, olumlu dil
kullanır ve olumlu davranırız; bu uyarılar olumsuz ise olumsuz düşünür, olumsuz dil kullanır ve olumsuz davranırız. Olumlu düşünmek, olumlu dil kullanmak ve olumlu davranmak için çevremizden
aldığımız bütün uyarıların olumlu olması gerekir. Ancak o zaman
başarılı ve mutlu oluruz.
Başarılı ve mutlu olmanın şartları;
1- Olumlu düşünmek,
2- Olumlu dil kullanmak,
3- Olumlu davranmaktır.
Olumlu düşünmek, bizi güçlü kılan ve temel değerlere uygun
olan duygu ve düşüncelere sahip olmaktır. Olumlu dil, bizi ve muhatabımızı güçlü kılan ve temel değerlere uygun olan dildir. Olumlu
davranış, bizi ve muhatabımızı güçlü kılan ve temel değerlere uygun
olan dildir. Duygularımızın, düşüncelerimizin, dilimizin ve davranışlarımızın biz ve muhatabımızı güçlü kılması için; neşeli, iyimser,
azimli ve çalışkan kılması gerekir. Temel değerler toplumu ayakta
tutan ahlâki değerlerdir. Bu değerlerin bütünü genel ahlâktır. Genel
ahlâkı meydana getiren ahlâk türleri; bilim, basın, sanat, siyaset ve
meslek ve ticari ahlâkı ile cinsel ahlâktır. Başarılı ve mutlu olmamız
için dışarıdan aldığımız bütün uyarıların genel ahlâkı meydana getiren ahlâk türlerinin her birine uyması gerekir.
Olumsuz uyarılar insanı başarısız ve mutsuz kıldığı gibi, zararlı alışkanlıklar edinmesinde de büyük rol oynar. Eğer biz, her türlü
olumsuz uyarılardan uzak durursak, hem zararlı alışkanlıklardan
korunmuş hem de başarılı ve mutlu oluruz.
Adı ne olursa olsun, insanın ruh ve beden sağlığına zarar veren
her alışkanlık zararlıdır. İnsanları zararlı alışkanlıklara yönlendiren sebepleri üç grupta toplamak mümkündür:
1- Olumsuz çevreyle (özellikle arkadaş çevresiyle)
ilgili sebepler.
2- Merak, özenti, taklit duygularıyla ilgili sebepler,
3- Mutsuzluk sebepleri.
İnsanı etkileyen başlıca çevreler; aile,
okul, arkadaş, üniversite, medya, sanat ve
iş çevresidir. Günümüzde insanları en
çok etkileyen çevre medyadır. İnsanlar,
özellikle çocuklar ve gençler gördüklerini taklit eder, öğrendiklerini yapar,
öyle ise, insanlara gösterilenler ve
32
Adı ne olursa olsun, insanın ruh ve beden sağlığına
zarar veren her alışkanlık
zararlıdır.
öğretilenler öyle olmalıdır ki, bunlar taklit edilip yapıldıkları zaman,
insanlar yasalara ve genel ahlâka aykırı hiçbir şey yapmamış ve hiçbir zararlı alışkanlık edinmemiş olsunlar. Basın ahlâkı; yazılı, sesli ve
görüntülü bütün yayınların, toplum huzurunu ve genel ahlâkı koruyarak yapılmasıdır.
İnsan çevresinden gelen olumsuz uyarılara karşı korunmaya muhtaç bir varlıktır. Zihin mekaniği, zihnin iradeye
bağlı olmadan çalışmasıdır. Psikolojideki çağrışım kanunları zihin mekaniğini mümkün kılmaktadır. Gördüğümüz, duyduğumuz ya da okuduğumuz bir şeyin
daha sonra benzerini veya zıddını görür, duyar veya
okursak, onu hatırlarız. Belli bir yerde ya da belli bir
tarihte bir olay olduktan sonra, o yerde veya o tarihte
yaşanan başka bir olay, kendinden önceki olayı hatırlatır. Bu hatırlama çağrışım kanunları gereğidir.
Bunda irademizin ve mantığımızın bir rolü yoktur.
İnsan psikolojisinin bu özelliği, basın ahlâkının zararlı
alışkanlıklarla mücadelede ne kadar önemli olduğunu
göstermektedir.
İnsanın sağlıklı, başarılı ve mutlu olabilmesi için
beden ve ruh sağlığının her türlü zararlı şeylerden
korunması lâzımdır. İnsanın ruh ve beden sağlığını
bozan şeylerin başında zararlı alışkanlıklar gelir.
Başlıca zararlı alışkanlıklar; sigara, alkol, uyuşturucu ve kumar bağımlılığıdır.
Kaynak: Türkiye Yeşilay Cemiyeti Genel Merkezi
Nisan 2014
D eğer
Edebiyat
Bir Hikaye...
HAYATIN ANLAMI
Eski zamanların birinde bir adam hayatın
anlamının ne olduğuna takmış kafayı… Bulduğu hiç bir cevap ona yeterli gelmemiş ve
başkalarına sormaya karar vermiş…
Ama aldığı cevaplar da ona yetmemiş. Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş.
Herkese bunu sormaya karar vermiş…Köy,
kasaba, ülke dolaşmış bu arada zamanda
durmuyor tabi ki… Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona:
”Şu karşı ki dağları görüyor musun, orada
yaşlı bir bilge yaşar, istersen ona git belki
o sana aradığın cevabı verebilir” demişler.
Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin
yaşadığı eve ulaşmış adam. Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne
olduğunu sormuş… Bilge sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor demiş. Bilge bir çay kaşığı
vermiş adamın eline ve içine de silme bir
şekilde zeytinyağı doldurmuş. “Simdi çık
ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel…
Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin eğer bir damla eksilirse kaybedersin”.
Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp
gelmiş. Bilge bakmış:
” Evet, demiş kaşıkta yağ eksilmemiş,
peki bahçe nasıldı? Adam şaşkın…
”Ama demiş ben kaşıktan başka bir yere
bakamadım ki“.
Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık
yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip
gel, demiş bilge… Adam tekrar bahçeye
çıkmış gördüğü güzelliklerden büyülenmiş
muhteşem bir bahçedeymiş çünkü … Geri
geldiğinde bilge, adama bahçenin nasıl
olduğunu sorunca gördüğü güzelliklerden
büyülendiğini anlatmış adam. Bilge gülümsemiş, “ama kaşıkta hiç yağ kalmamış”
demiş ve eklemiş:
“Hayat senin bakışınla anlam kazanır. Sadece bir noktayı görürsen hayatın akıp
gider sen farkına varmazsın… Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında
hayatı yaşarsın; akıp giden zamanın anlam
kazanır…”
“Hayatının anlamı senin bakış açında gizlidir”
33
D eğer
Edebiyat
Nisan 2014
Cahit
Sıtkı
Tarancı
Cahit Sıtkı Tarancı
Bir kere sevdaya tutulmaya gör;
Ateşlere yandığının resmidir.
Aşık dediğin, Mecnun misali kör;
Ne bilsin alemde ne mevsimidir
HAYATI (1910 – 1956)
Diyarbakır’da doğdu, İlk öğrenimini aynı şehirde yaptı. Orta
öğrenimi için İstanbul’a gönderilerek, Kadıköy Fransız Saint
Joseph Lisesi’ne yazıldı. Burada
dört yıl okuduktan sonra Galatasaray Lisesi’ne geçti. Mülkiye
Mektebi’ne girdi. Buradaki öğrenimini tamamlamadan Paris’e
gitti.
İkinci Dünya Savaşı’nın çıkması
üzerine yurda döndü. Anadolu
Ajansı ve Çalışma Bakanlığı’nda
çevirmen olarak çalıştı. 1954’te
ağır bir hastalığa yakalandı.
Türkiye’de tedavisi sonuç vermeyince Viyana’ya götürüldü.
13 Ekim 1956’da orada bir hastanede öldü. Ankara’da toprağa
verildi.
‘Sanat için sanat’ ilkesine bağlı
kaldı. Ona göre şiir, kelimelerle
34
güzel şekiller kurma sanatıdır.
Vezin ve kafiyeden kopmamış;
ama ölçülü veya serbest, her
türlü şiirin güzel olabileceği inancını taşımıştır. Açık ve sade bir
üslubu vardır. Çoğu gerçeğe
bağlı olan mecazları, derin, karışık ve şaşırtıcı değildir. Uzak
çağrışımlara ve hayal oyunlarına pek itibar etmemiştir. Zaman
zaman bazı imaj ve sembollere
başvurmuştur.
Şiirlerinde en çok yaşama sevinci ve ölüm temalarına yer vermiş, nedense hep ölümün üstüne gitmiştir. Ayrıca yitik aşklar,
mutlu sevdalar, yalnızlık, yaşadığı bohem hayatın buruklukları, çocukluk özlemi de şiirlerine
konu olmuştur.
ESERLERİ
Şiir kitapları: Ömrümde Sükut
(1933) , Otuz Beş Yaş (1946),
Düşten Güzel (1952)
Nisan 2014
D eğer
OTUZ BEŞ YAŞ
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
TÜRKÜLERİMİZİN HİKAYELERİ
Zahide Kurbanım n’olacak Halim
Gene bir laf duydum kırıldı belim
Gelenden gidenden haber sorarım
Zahidem bu hafta oluyor gelin
Hezeli de deli gönül hezeli
Çiçekdağı döktü m’ola gazeli
Dolaştım alemi gurbet gezeli
Bulamadım Zahidem’den güzeli
…..
Halk arasında “Zahidem” adıyla ün yapan türkünün
şairi Aşık Arap Mustafa, 1901 yılında Çiçekdağı’na
bağlı Orta Hacı Ahmetli köyünde dünyaya gelmiştir. Babasını annesini çok küçük yaşlarda yitirdi. İlk
önce bir akrabasının himayesinde, daha sonraları
da onun bunun yanında büyüdü.
Arap Mustafa’nın babası düğünlerde, toplantılarda “Koca Oyunu” adı verilen oyunda “Arap” rölünü
üstlenirdi. Bu nedenle Mustafa’ya da “Arap” lakabı takılmıştır. Kimsesiz kalan Arap Mustafa 10 yaşına gelince Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Hacı
Bürozadeler’den Mehmet’e çiftçi durdu. Zaman
içinde çalışkan, babayiğit, giyimine özen gösteren
yakışıklı bir delikanlı olan Arap Mustafa, Ağasının
yeni yetişen Zahide’ye gönlünü kaptırdı. Fakir ve
kimsesiz olduğundan bu sırrını bir türlü açığa vuramadı.
20’sinde askere giden Mustafa’nın aklı, deliler gibi
sevdiği Zahide’de kalmıştı. Köydeki dostlarına
mektuplar göndererek Zahide’den haber almaya
çalışan Arap Mustafa, Zahide’nin başka biriyle evlendirildiğini ve düğünün’ün de bir hafta sonra olacağını duyunca üzüntüsünü aşağıda içli mısralara
dökmüştür. Türküyü Neşet Ertaş plağa okuyup tanıtmıştır.
Arapoğlu Mustafa’nın kendisine Mecnun gibi aşık
olduğundan etkilenen Zahide, Mustafa için şiirler
söylemiştir. Bu şiirin üç kıtasını H. Vahit Bulut, 1973
yılında Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Zahide’nin
yakın arkadaşı ve sırdaşı Fatik’ten derlemiştir. Baştaki iki kıta tarafımızdan derlenmiştir.
Kaynak: www.edebiyatdefteri.com
Cahit Sıtkı TARANCI
35
D eğer
Kişisel Gelişim
İnsan
dediğin
Nisan 2014
ÖZ’dür
Işığa doğru yürüyenlerin önünde her zaman engeller olacaktır kuşkusuz! Ama
onlar, bu engellere rağmen ışıktan ve aydınlıktan asla vazgeçmeyenlerdir.
B
ir grup arıyla, bir grup sineği bir şişeye koymuşlar. Şişenin kapalı olan tabanını –yani
dip tarafını- ışığa doğru gelecek şekilde,
açık olan ağız kısmını da karanlığa doğru gelecek
şekilde yerleştirmişler. İlginç olan şu ki, arıların
hepsi kapalı olduğu halde ışık olan tarafa doğru
üşüşmüşler. Vakıa, şişenin dip tarafı kapalı cam olduğundan, güzelim arılar sürekli şişenin kapalı olan
dip tarafına toslayarak bir türlü dışarı çıkmayı da
başaramamışlar. Bu arada şişedeki sinekler ise, şişenin açık olan ağzına doluşarak, şişenin karanlığa
açık olan bu tarafından dışarı çıkıp kaybolmuşlar.
İlginç olan şu ki; karanlık tarafa ağzı açık olan
şişeden, karanlığa doğru bir arı bile çıkmaya asla
yeltenmiyormuş. Tüm arılar camın önünde –yani
36
kapalı olan dip tarafta- ışığa doğru tekrar tekrar kanat çırparak ışığın kaynağına ulaşmaya çalışıyorlarmış.
İşte tam da bu noktada; hemencecik insanın aklına çok akılsızca davrandıkları geliyor olabilir! Ancak daha derinlemesine düşününce; karşımızda abide gibi duran gerçek ve bilgece bir ders, çok farklı
ve derin bir şekilde insanı büyülemektedir.
Denilebilir ki ilk izlenimlerimiz itibariyle bize
çok ama çok basitmiş gibi gözüken bu deney üzerinde düşünülünce, eşsiz bir hayat dersi karşı kaşıya
kaldığımızı itiraf etmek durumundayız. Gerçek şu
ki; arıların ne kadar akıllı varlıklar olduğunu pekala
hepimiz biliyoruz. Sinekler ise malum hayvanlar!
Arılar ne kadar temizse; sinekler de bir o kadar ha-
Nisan 2014
D eğer
bis ve zararlı hayvanlardır. Arılardan korkarız, belki bizi sokarlar diye ama, sineklerden korkmasak
da onlar her halükarda midemizi bulandırır ve bize
mütemadiyen mikrop bulaştırırlar.
Tüm bunlar bir tarafa, bu deneyden bence alınması gereken ders şu: Işığa doğru yürüyenlerin
önünde her zaman engeller olacaktır kuşkusuz!
Ama onlar, bu engellere rağmen ışıktan ve aydınlıktan asla vazgeçmeyenlerdir. Işığa ve aydınlığa
meftun olanların önlerinde ne tür engel olursa olsun, arılar veya arı gibi olan örnek ve çalışkan insanlar, çabalarını daima sürdürenlerdir. Ve onlar bu
uğurda, gerektiğinde ölebilenlerdir.
Onlara bunu yaptıran ülkü ise; yürekleri, azimleri, sevgileri, ilkeleri ve dürüstlükleridir. Onlar,
ayrıca kendilerine saygılı ve yaşadığı topluma
saygılıdırlar. Sinekler ise karanlığa ve belirsizliğe
sıvışan kaçaklardır. Onlar karanlığa yürüyenlerdir. Karanlık düşüncelilerdir. Şişenin açık ağzının
karanlığa bakmasının onlarca hiçbir önemi yoktur.
Sinsi, ilkesiz, yüreksiz, korkak varlıklardır onlar!
Sadece kendi yaşamları ve çıkarları söz konusudur
onlar için. Fırsatçı ve parazit ruhlu insanlar gibidir
onlar! Nerede yemek varsa, nerede rahat yaşayacaklarsa, nerede çok para kazanacaklarsa daima
oraya giderler. Onlar için çıkış yollarının karanlık
olması da önemli değildir. Ayrıca onlar her gittikleri yere pisliklerini de götürürler. Başka bir deyişle;
mikroplarını, zararlı davranışlarını ve düşüncelerini
her gittikleri yere bulaştırırlar.
Ama öte yandan bir arıyı kovalamak isterseniz
bile sizinle savaşır. Kovanının, değerlerinin
ve birikimlerinin samimi bekçileridirler,
onlar! Ayrıca arılar engellere aldırmazlar, amaçları sadece ışığa ulaşmaktır.
Arılar iğnelerini sapladıklarında, öleceklerini bilerek savaşırlar. Çünkü
onlar değerleri için ölürler. Ama
sinekler ise kaçarlar. Bir zaman
sonra tekrar sömürmek için veya
pisliklerini bulaştırmak için, en zayıf ve dalgın halinizdeyken, yılışık
yılışık kovalandıkları yere tekrar
dönerler... Kendileri gibi zararlı
yumurtalarını gelişi güzel her yere
bırakırlar. Arılar ise yumurtalarını
yalnızca kovanlarına bırakırlar.
İŞTE EY SEVGİLİ DOST!
Engellere rağmen daima ışığa yürüyenlerden ol!
Değerlerin için savaş!
Kendin gibi, tatlı mı tatlı şifa veren balın olsun!
Hayat’ta emeğim diyebileceğin ürünlerin olsun …
İnsanlara şifa ver, ilham ol, erdemli ol!
Asla yılışkan ve ilkesiz olma!
Sinekler gibi pinti ve sinsi olma; tersine ‘savaşçı’ ol!
Sinekler gibi parazit ruhlu olma! Aksine ‘üretici! ol!
Her şeye rağmen çalışkanlığınla yüksel!
Başkalarının emeğini sömüren tembellerden olma.
Üretmeden tüketen hazır yiyicilerden olma!
Kendi emeğinle, kendine yetebilen namuslu insanlardan ol!
Kendini keşfet, kendi tarzını bul! Kendi balını yap!
Karanlıklarda izini kaybettiren silik şahsiyet olma!
İz bırakanlardan, etrafını aydınlatandan ol!
Sakın hâ;
Sinekler gibi mikropların ve pisliğin taşıyıcı olma!
Arılar gibi baharın, bereketin ve çalışkanlığın müjdecisi ol!
Kaynak: Mehmet Hakan Alşan (Sûfi Terapi)
37
Gezi
D eğer
Nisan 2014
Mavinin
yeşille
buluştuğu
kent
Rize, dik yamaçlı vadileri, doruklara ulaşılabilir dağları, buzul gölleri, zümrüt
yeşili yaylaları, tarihi kemer köprüleri ve kaleleri, coşkun akan dereleri ile
çok özel bir turizm beldesidir. Rize’de yaz mevsimi ılık, sonbahar ve kış mevsimleri ise yağışlı geçer. Osmanlı döneminde liman, nahiye ve kaza merkezi
olarak önemini korumuştur. 1640 yılında buraya gelen Evliya Çelebi Rize’den
şöyle söz etmiştir: “Trabzon’a bağlı deniz kıyısında bahçeli güzel bir yerdir”.
R
ize,Türkiye’nin kuzeydoğusunda yeralır ve Karadeniz’e sahili
vardır. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yeralan Rize’nin batısında
Trabzon doğusunda Artvin, Güneybatısında Bayburt, güneyinde
Erzurum illeri bulunur. Türkiye’nin en çok yağış alan ilidir. En önemli
ürünü çay olan Rize’de kivi meyvesi yetiştiriciliği de başlamış durumdadır. Fakat kivi üretimi fazla olmadığı için ancak şehrin kendi ihtiyacını karşılar. Rize ilinin ilçeleri; Ardeşen, Çamlıheşin, Çayeli, Derepazarı,
Fındıklı, Güneysu, Hemşin, İkizdere, İyidere, Kalkandere ve Pazar’dır.
Rize, Karadeniz bölgesinin en karakteristik özelliklerini gösterir.
Anadolu’nun diğer bölgelerinden coğrafi yapısıyla olduğu gibi kültürel
yapısı ile de ayrılır. Dik yamaçlı vadileri, doruklara ulaşılabilir dağları,
buzul gölleri, zümrüt yeşili yaylaları, tarihi kemer köprüleri ve kaleleri,
coşkun akan dereleri ile çok özel bir turizm beldesidir. Osmanlı döneminde liman, nahiye ve kaza merkezi olarak önemini korumuştur. 1640 yılında buraya gelen Evliya Çelebi Rize’den şöyle söz etmiştir: “Trabzon’a
bağlı deniz kıyısında bahçeli güzel bir yerdir”. Osmanlı döneminde Batum Kalesi muhafızı Tuzcuoğlu Memiş Ağa (1814-1817) ve Trabzon
ağalarının isyanı (1835) gibi isyanlar olmuş ve bastırılmıştır. Rize 19.
yüzyılda önemli bir kaza merkezidir. Berlin Anlatmaşı ile (1878) Lazistan sancağının merkezi olan Batum Rusya’ya bırakılınca Rize Trabzon
Vilayetine bağlı sancağın merkezi olmuştur.
İLİN ADININ KAYNAĞI
Rize ilinin adı ile ilgili olarak değişik görüşler ileri sürülmüştür; Yunanca pirinç anlamına gelen Rhisos, Rumca’da “RIZA” olarak dağ eteği
anlamında kullanılmıştır. Osmanlıca’da ise “RİZE” ufak kırıntı, döküntü
anlamındadır. Ayrıca Erzincan’ın Sakalar dönemindeki “Eriza” olan adı-
38
nın başındaki “e” sesinin düşmesi ile adaş olarak Rize için de kullanıldığı
ifade edilmektedir.
Rize’nin İklimi ve Bitki Örtüsü
Rize ili Karadeniz Bölgesi’nin kıyı kesimine egemen olan ılık ve yağışlı yumuşak bir iklimin etkisi altındadır. Yıllık ortalama yağışlı gün sayısı 173 gün olan ve yağış miktarı 2.323 mm’ye ulaşan Rize yurdumuzun
en çok yağış alan ilidir. Rize ili, doğal bitki örtüsü bakımından oldukça
zengindir. İlin kıyı kesimi çay bahçeleri ve fundalıklarla kaplıdır. Rize
dağlarında ormanın üst sınırı 2.000 metreden geçer. Daha yükseklerde
ağaçsız yeşil çayırlar vardır.
Nisan 2014
D eğer
Rize
Ayder Yaylası
Ayder, Çamlıhemşin ilçesinin 19 km. güneydoğusunda 1350 m. yükseklikte çam ormanları ile kaplı daha ziyade yayla niteliğinde bir yerdir.
Fırtına deresi boyunca eşsiz doğa güzelliklerini izleyerek varacağınız
Çamlıhemşin ilçesi hudutları dahilinde yer alan Ayder gürgen dibiyle Aşağı ve Yukarı Ambarlık(Gelin Tülü) şelalesi, yayla evleri, çiçekli düzleri,
türlü çiçeklerden elde edilen balı ve şifalı kaplıcasıyla sırtını Kaçkarlar’a
dayamış, çam örtülü yamaçlarla kaplı cennet görünümündedir . Yaz aylarında yerli ve yabancı turistler 55 derece sıcaklıktaki yeraltından gelen,
şifalı kaplıca suyundan yararlanmaktadır. Kaplıca romatizmal hastalıklar,
iç hastalıkları, kadın hastalıkları ve cilt hastalıklarına iyi gelmektedir.
Fırtına Deresi
Doğu Karadeniz’de yer alan akarsularımızdan birisi olan Fırtına
deresi, Kaçkar dağlarının Karadeniz’e bakan yamaçlarındaki derelerin birleşmesi ile oluşmuştur. Rize Ardeşen’in yaklaşık 2 km batısında
Karadeniz’e dökülen Fırtına deresi, 57 km uzunluğundadır. Çay bahçeleri içerisinden geçen, üzerindeki kemer köprülerle süslü Fırtına deresi,
raftinge elverişli parkurlara sahiptir. Fırtına Deresi, Kaçkarlarda bulunan
ve yerli turistler kadar yabancı turistlerin ve doğa tutkunlarının uğrak
yeridir. Fırtına deresi yükseklerden inerken birçok kola ayrılır. Bu kollar
dağın yamaçlarında akarken ormanın içinde birçok irili-ufaklı göller ve
çağlayanlar meydana getirirler. Fırtına deresi özellikle son yıllarda rafting
sporuna meraklı olanlar için ideal bir merkez halini almıştır.
Kaçkar Dağları
Rize ili, Çamlıhemşin ilçesi sınırları içerisinde yer almaktadır. Milli
Park alanına, Çamlıhemşin ilçesinden 16 km’lik bir karayolu ile ulaşılmaktadır. Kaçkar Dağlarının batısındaki Fırtına Deresi ve doğusundaki
Hemşin Deresi zengin bir flora ile kaplıdır. Türkiye’de orman güllerinin
3000 m ye ulaştığı tek yer burasıdır. Ülkemizde buzul çağına ait buzul izleriyle beraber aktüel buzlaşmanın birlikte görüldüğü ender yerlerden birisi de Kaçkar Dağlarıdır. Bu sahada birçok buzullarla birlikte; buzul gölleri, buzul vadileri, sirkler bulunmaktadır. Genel olarak granit ve granitik
kayaçlardan meydana gelen jeolojik yapı üzerinde Alp Orojenezi’nin
derin etkileri görülmektedir. Fauna açısından da zengin olan Kaçkar Dağlarından kurt, ayı, domuz, tilki, yaban keçisi, geyik sansar, çakal, yaban
tavuğu vb. bulunmaktadır. Kaçkar Dağlarından yükseltinin kısa mesafede
artması yaylacılık etkinliklerine bağlı bir takım yayla yerleşim alanlarının
ortaya çıkmasına yol açmış, böylece Kaçkar Dağlarında ayrıca yayla yaşam kültürü ve sosyal yaşantısı artı bir değer olarak ön plana çıkmıştır.
Atatürk Evi Müzesi
Atatürk’e ait bazı eşyalar yanında, bölgeden çıkarılan etnografik
eserlerin de sergilendiği Mehmet Mataracı Konağı’nın (Atatürk Evi Müzesi) kuzeyinde geniş bir bahçesi vardır. 19. yüzyıl sonları sivil mimarisi
özelliklerini taşıyan yapı, iç sofalı planlı üç katlı bir evdir. İkinci katta,
kuzeydoğudaki oda, Atatürk’ün kaldığı odadır. Ulu Önder Atatürk 17 Eylül 1924 yılında Rize’yi ziyaret ettiği sırada Mataracı Mehmet Efendi’nin
evinde misafir edilmiş ve bu odada kalmıştır. Zemin katta Rize il merkezinden toplanan kitabeler ve mezar taşları, birinci katta ise bazı ahşap
oymalı mimari parçalar, dokuma araç gereçleri, etnografik eserler sergilenmektedir. İkinci katta ise Atatürk zamanından kalan eşyalar, Atatürk’e
ait giysiler, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk’e ait fotoğraflar bulunmaktadır.
Zil Kale
İlçe merkezinin 15 km güneyinde, Fırtına Deresi’nin batı yamaçları
üzerinde kurulmuştur. Kalenin üzerinde inşa edildiği sarp kaya kütlesi denizden 750 m dere yatağından yaklaşık 100 m yüksekliktedir. Kale; dış
surlar, orta surlar ve iç kaleden meydana gelmektedir. Kale doğal bir kaya
kütlesi üzerinde kurulmuştur. Dış kalenin kapısında kuzeybatı yönündeki
patika bir yolla ulaşılır. Kuzeydeki kapının söğe taşları sökülmüştür. Bir
teras yardımıyla orta surlar seviyesine çıkılır. Buradan ikinci kapı yardı-
39
D eğer
mıyla kale içerisine girilir. Orta kale içerisinde üç önemli yapı bulunmaktadır. Bunlar muhafız binası, şapel ve baş kuledir. Kulenin dört katlı
olduğu, duvarlardaki hatıl izleri ve kiriş deliklerinden anlaşılmaktadır.
İçerisinde ince bir bölüntü duvarı ve dolgu toprak vardır. Duvarlar üzerinde doğu yönünde kemerli pencereler, diğer taraflarda mazgal delikleri bulunmaktadır. Kulenin üstünün teras şeklinde olduğu belirlenmiştir
Kız Kalesi
Pazar İlçe merkezinin batısında küçük bir yarımada üzerinde kurulmuştur. Kayalık bir zemin üzerinde bulunan kalenin kara ile bağlantısı
kesilmiştir. Yaklaşık 7 metre eninde 7 metre boyunda olup kare plana
sahiptir. Kalenin duvarlarında muntazam taş işçiliği görülür. Giriş kapısı batıdadır. Güney surları yıkılmıştır. Sağlam kalan duvarlarda mazgal
pencereleri ve yuvarlak kemerli üst kat pencereleri yer alır. Kız kalesinin kesin olarak kimler tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. 13.
ve 14. yüzyıllarda Trabzon Devleti zamanında yapıldığı sanılmaktadır.
Kale, Osmanlılar zamanında da onarılarak kullanılmıştır.
Gezilecek Yerler
Rize Müzesi (Sarı Ev): Sarı Ev olarak bilinen ve 19. yüzyıl sivil
mimari örneği olan yapı, 1998 yılında müze olarak açılmıştır. Müzede
etnografik eserler sergilenmektedir.
40
Nisan 2014
Rize Kalesi: Rize kent merkezinin güneybatısında yer alan kale, iç
kale ve aşağı kaleden oluşmaktadır. İlk yapım tarihi konusunda kesin
bilgiler bulunmamaktadır. İç kale M.S. 6. yüzyılda yeniden inşa edilmiş, 14. yüzyıl başlarında da Cenevizliler tarafından aşağı surlar yapılmıştır. Kale, Osmanlı döneminde onarılarak kullanılmıştır. Kısmen
düzgün, kısmen moloz taşla yapılmış olan iç kale surları 1,5 m. kalındığındadır ve yarım daire planlı beş kuleye sahiptir.
Zamanında iç kaleden kuzeydoğu ve kuzeybatıya uzanan ve denize ulaşan aşağı kaleden günümüze batı surlarının bir bölümü ve bazı
kuleler kalmıştır.
Kale-i Bala: Çamlıhemşin ilçesinin 40 km. güneyindedir. 150 m.
yüksekliğinde bir tepenin üstünde kurulu kalenin MÖ. 200 yıllarında
yapıldığı sanılmaktadır.
Kız Kalesi Pazar ilçesinin batı girişinde denizin içerisine bir kaya
üzerine inşa edilmiş olup, Bizans döneminden (M.S. 8. yüzyıl) kalmadır. Bu yapı, günümüzde tek bir gözetleme kulesiyle ayakta durmaktadır. Zeleki Kalesi Çayeli ilçesinin doğusunda yer alan kale, 12. yüzyılda
Bizans döneminde inşa edilmiştir. Bu gün harap durumdadır.
Camiler
İslam Paşa Camii (Kurşunlu Cami): Rize kent merkezinde çarşı
Nisan 2014
D eğer
içindeki cami 16. yüzyıl yapısıdır. Kesme taştan dikdörtgen planlı olup,
24 pencereli bir kubbeye sahiptir.
Gülbahar Camii: Rize kent merkezinde bulunan cami 16. yüzyılda
Yavuz Sultan Selim’in annesi Gülbahar Hatun tarafından yaptırılmıştır.
1952 yılında bir onarım geçiren cami kare planlı olup, bir kubbeye ve tek
şerefeli bir minareye sahiptir.
Caferpaşa Camii: Çayeli ilçesinin girişinde yer alan cami, Rize Fatihi Cafer Paşa tarafından 16. yüzyılda yaptırılmıştır. Cami basit planlı ve
çatısı kiremitle örtülüdür. Girişinde mermer kitabesi vardır.
Kaplıca ve İçmeceler
Ayder Kaplıcası ülkenin önemli kaplıcaları arasındadır. Rize’ye 20
km. mesafedeki Andon İçmecesi yöre halkı tarafından ilgi görmektedir.
İçmecenin suyu renksiz, kokusuz ve berraktır. Ayrıca, İkizdere-Şimşirli
İçmecesi, Çayırlı Maden Suyu çeşitli hastalıklara iyi geldiği bilinmektedir.
Şelaleler
Ağaran Şelalesi: Çayeli’ne 12 km., Rize merkeze ise 30 km. mesafede olan ve Çayeli’nin içinden akan Şairler deresi üzerinde bulunan Şelale,
gerçek bir tabiat harikasıdır.
Yaylalar
Rize’nin iç kesimlerinde, zengin orman dokusu civarında yer alan
yaylalarda mevcut altyapıyı kullanarak yapılabilecek fazla yatırım gerektirmeyen bir turizm çeşididir. Bu aktivite için gerekli potansiyel tüm
yaylalarımızda mevcut olup, halen Ayder, Anzer, Çad, Elevit, Handüzü
gibi yaylalarımızda yapılmaktadır.Rize’nin güneyindeki Kaçkar Dağları ile yüksek dağların eteklerinde birbiriyle bağlantılı birçok güzel yayla
vardır. Bütün bu yaylalar yaz mevsiminde insanlarla dolup taşar. Olağanüstü güzellikteki bu yaylaların hemen hepsinde ot biçme şenlikleri
yapılmaktadır. Bu şenliklere katılmak mümkün olduğu gibi yayla eteklerindeki yamaçlarda rehberlerle birlikte doğa yürüyüşü yapma imkânı
da bulunmaktadır.
Sportif Etkinlikler
Rize, yaylaları ve sarp dağları ile doğa yürüyüşü ve dağcılığa, coşkun
nehirleri ile kano ve raftinge, 2400-3000 metre yükseklikte bulunan Buzulyalağı ve Moren göllerinin bazıları balıkçılığa elverişli bir coğrafyaya
sahiptir. Kaçkar Dağlan hızlı akışlı akarsuların kaynağıdır. Bunların en
önemlisi Çamlıhemşin’ den Ardeşen’ e doğru akıp denize dökülen Fırtına
Deresi, Taşlıdere ve İyiderelerdir. Bu derelere kanoculuk için gerekli debi
rejim miktarı yeterlidir. Bu akarsular dışında küçük büyük birçok dere
mevcuttur.
Ne Yenir?
Yörede lahana ve hamsinin özel bir yeri vardır. Çünkü bütün yemek çeşitleri bunlar etrafında yoğunlaşmıştır. Belli başlı yemek çeşitleri;
Ayran doğraması, çılbır, çırıhta, çirmulis, fasulye tavalisi, hamsili pilav,
hamsili ekmek, hamsi kuşu, hamsi tavalisi, herse, hoşme, kabak felisi,
kabak sütlisi lahana çorbası (vurma lahana), minci, muhlama, ormanlı
hamsi, paluze, papara pasmanika, pekmezli kabak , sarma (lahana sarması)dır.Orman üst zonunun üzerinde bulunan yaylalarda ve çayırlık alanda
arıcılık yapılmaktadır. Kimyevi maddenin henüz ulaşamadığı çiçek çeşitliliğinin ve diğer avantajların desteklediği üretim yörede “Anzer Balı” ile
dünyaca ünlüdür.
Ne Alınır?
Hala el sanatı üretimlerinin sürdürüldüğü yörede ahşap ve el örgü
ürünleri alınabilir. Hemşin çorabı, Rize bezi (feretiko) ünlü dokumalardır.
Çay sepeti, üzüm sepeti, meyve sepeti, piknik sepeti gibi hasır örme eşyalar yörede bol miktarda bulunmaktadır. Şimşir kaşık türleri, İskemleler,
kemençe ve maket taka alınabilecek diğer ahşap ürünlerdir. Yörenin ünlü
Anzer balı unutulmamalıdır.
Yapmadan Dönme...
Yaylalara çıkmadan,
Ayder’de kaplıcaya gitmeden,
16. yüzyıl İslam Paşa Camii ile Ceneviz kalesinin kalıntılarını görmeden,
Yörede eski bir gelenek olan ve özellikle Ardeşen İlçesinde yapılan
Atmaca avcılığını izlemeden,
Anzer Balını tatmadan,
Dönmeyin…
41
D eğer
Kitap
Nisan 2014
Kitap Tanıtımı
Ahmet MARANKİ
BEYAZ ÖLÜM
Süt, şeker, un, tuz, prinç, beyaz et, kimyasal ilaçlar, deterjanlar, boyalar, kozmetikler vb. Tabii olmayan,
konsantre, hibrit, rafine, en azından şüpheli dahi olan, beyaz un, beyaz şeker, kimyasal tuz, süt, yağ ve
ortak özellikleri “beyaz” olan işlenmiş gıdalar… Bu “Beyaz Çete” elemanlarının en büyük benzerlikleri,
yavaş yavaş ama kesinlikle insanlığın sağlığının bozulmasına ve yavaş yavaş sürünerek yok olmasına
yol açan besinler olması.
SAĞLIKLI ZAYIFLAMANIN YOLLARI
Ender SARAÇ
Aşırı kilo alma ve hatalı beslenme Türk toplumunun halen neredeyse tüm kesimlerini ilgilendirir. Tüm gelişmekte olan ülkeler gibi bizde de bu konu, gerek sosyoekonomik durumu iyi olan kentli halkın, gerek sosyoekonomik problemleri olduğu için karbonhidrata dayalı beslenen kırsal kesim insanını dikkatini çeker. Ayrıca,
toplumda yaşanan yoğun strese ve sıkıntıya bağlı yemek yeme, sağlıklı beslenme modelini bozar. Aslında
sağlıklı beslenebilmek için, çok iyi ekonomik duruma sahip olmak değil, konuyu bilmek yeterlidir. Ayurveda’da
bir söz vardır: “İnsan ne yerse odur”. Onun için beslenme konusuna bilinçli bir yaklaşım, sağlıklı yaşamamızı
sağlayabileceği gibi, ileride karşılaşacağımız birçok hastalığı da engelleyecektir.
CAN BOĞAZDAN ÇIKAR
Mehmet Ali BULUT
Beslenme şeklimiz hasta ediyor. Birçok insan hastalığı kaderimizin ya da genetik yapımızın kalıtsal bir sonucu olarak
kabul eder. Bu nedenle beslenme şeklimizin bizi hasta edebileceğini aklımıza getirmeyiz! Motorların farklı yakıtla çalıştığı gibi… Hastalıklarımızın büyük bir kısmının yediklerimiz ve içtiklerimizden kaynaklandığı bilimsel anlamda da ispat
edilmiştir. Kişilerin mizaçlarına uygun beslenmemesi, hastalıklara davetiye çıkarmaktadır. Yapılan bilimsel çalışmalarda,
farklı motorlarda farklı yakıtlar kullanıldığı gibi; insanların da birbirinden farklı mizaç ve yapılara sahip olduğu, alınan
gıdayı hazmettirecek enzimin her bünyede aynı güçte ifraz edilmediği belirlenmiştir.
ÜZÜNTÜYÜ BIRAK
YAŞAMAYA BAK
Dale Carnegie
Dale Carnegie’nin dünyanın her yerinde milyonlarca insan tarafından okunan kitabı Üzüntüyü Bırak Yaşamaya Bak
üzüntü alışkanlığının üstesinden gelmenize yardımcı olmayı amaçlamaktadır. Carnegie’nin formülleri 2000’lerin hızla
değişen dünyasında da gerçekten çok işe yarayacaktır. Bu formülleri uygulayarak;
• İşinizle ilgili üzüntü ve endişelerinizden hemen kurtulabilirsiniz.
• Maddi sorunlardan kaynaklanan üzüntülerinizi en aza indirebilirsiniz.
• Eleştirilerden yararlanmayı öğrenebilirsiniz.
• Kendinizi fazlasıyla yormaktan kaçınıp her zaman genç görünmeyi başarabilirsiniz.
42
Nisan 2014
D eğer
STRESLE BAŞA ÇIKMA YOLLARI
Açar BALTAŞ
Zuhal BALTAŞ
Yakın duygusal ilişkiler kuramıyorsanız, hayattan zevk alamıyorsanız, üretken olamıyorsanız, işinizde başarılı değilseniz, bunların sebebi büyük ölçüde strestir. Sağlığınızla
ilgili şikâyetleriniz varsa ve bu şikayetler ‘tam bir hastalık’ olarak teşhis edilemiyorsa,
hastalanmayı beklemeyin. Bu kitapta stresle başa çıkabilmenin, stres altında da başarılı olabilmenin ve sağlığınızı koruyabilmenin yollarını bulacaksınız. Baltaş’ların çalışmaları kendimizi de içeren “insan”la ilgili bir yığın perdeyi kalldırıyor karşımızda.
KARATAY DİYETİ
Canan Efendigil KARATAY
Bu kitap, klasik bir diyet kitabı değil. “Kibrit kutusu”, “iki yemek kaşığı” gibi anlamsız ölçülerle insanları strese sokmuyor. Karatay Diyeti bir yaşam biçimi. Yıllardır pazarlanan
beslenme balonlarını patlatıyor, doğru beslenmenin ne demek olduğunu anlatıyor.
Beslenme ile hücresel/hormonsal fonksiyon bozuklukları arasındaki yakın ilişkiye odaklanan Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay, kilo vermenin ABC’sini öğretiyor, hiç zorlanmadan zayıflamanın ve zayıf kalmanın sırrını açıklıyor.
İLAÇSIZ YAŞAM
Ümit AKTAŞ
Bağışıklığını günlerdir, ilaç mahkûmu olmaktan kurtul! ‘’Gereksiz ve bilinçsiz ilaç kullananların, hayat boyu ilaca mahkûm edilenlerin, hastane hastane gezip de derdine
derman bulamayanların ne çektiğini iyi biliyorum. Oysa çok basit, çok ucuz önlemler
alarak bu cefayı çekmemek mümkün!’’
KOD ADI İNSAN
Çağatay ÖZTÜRK
İnsanın, dünyadaki baş döndürücü değişimler karşısında giderek yalnızlaştığı, kendini
toplum içinde ifade edemediği veya yanlış ifade ettiği, farklılıkların yok sayıldığı ve çoğu
zaman cezalandırıldığı bir dönemde, sağlıklı bireyler olmak için yol işaretlerine ihtiyacımız
var: Bizi seçimlerimizden dolayı yargılayıp cezalandırmayacak, onlara saygı duyacak ve
bizi cesaretlendirecek… Fakat çoğu zaman hatalarımızdan ötürü yargılanır ve toplumdan
dışlanırız. Bu da bize kendimizi yalnız hissettirir. Böylece farkında olmadan daha çok hata
yaparız. Hataların alışkanlık haline geldiğinde zararlı olacağını, onlardan ders çıkardığımızda ise yaşamımızda önemli birer deneyim olacağını göz ardı etmememiz gerekir.
43
Değişim
D eğer
Nisan 2014
DEĞİŞEN YAŞAMLAR
SALIVERİLECEĞİM GÜNÜ
İPLE ÇEKİYORUM
Cezaevinde en büyük hazine boş zamandır. Dört duvar arasında ruh sağlığını korumanın en güzel
yolu da şüphesiz öğrenmedir. Kitap okumak, eğitim seviyemizi yükseltmek, sadece kelime dağarcığımızı geliştirmekle kalmaz toplumdaki statümüzü artırarak, kendimiz daha iyi hissetmemizi, güzel
konuşmamızı, doğru davranmamızı ve çok daha faydalı işlerin içinde bulunmamızı sağlar.
S
okrates, baldıran zehrini içmeden (idam edilmeden) az önce
bir öğrencisinin elinde daha önce görmediği, tanımadığı bir
müzik aleti görür. ‘Bana bunun nasıl çalınacağının anlat’
der. Öğrencisi üzgün bir şekilde; ‘öğreteyim ama
sanırım bunu çalıp keyif alacak zamanın olmayacak’ der. Sokrates ise; ‘evet bunu
çalıp keyif alacak zamanım yok ama
öğrenmenin keyfi var ya’ diye karşılık verir.
Gündüz sahilde kumdan
yaptığımız kaleyi, akşam deniz
dalgaları gelip bozacaktır ama
kaleyi yaparken aldığımız
hazzı kim veya ne bozabilir…
Hayat hiçbirimiz için bir
gül bahçesi değildir. Düşmemek gerekir ama gel gör ki,
düşüyoruz. Asıl önemli olan
her düştüğünde ayağa kalmayı
bilmektir galiba.
Şüphesiz bu yalan dünyada hiç
hata yapmamış insan, hiçbir şey denememiş demektir. Bu tekrarı mümkün olmayan yaşamda nerede ve nasıl olursak olalım,
nefes aldığımız hiçbir anımızda hayata küsmemeli, en
zor, en karamsar, en çaresiz olduğumuzu düşündüğümüz anlarımızda bile yaşama sımsıkı sarılmalıyız. Allah (cc) biz kullarına altından
44
kalkamayacağımız hiçbir yük vermiyor. Başımıza bir musibet geldiğinde onu karşılamayı bilmeli ve onun başımıza bir bela olmasına
engel olmalıyız. Zor anlarımızın, acı hissettiğimiz zamanlarımızın büyümemize çok şey kattığını görüyoruz. Ve
kötü ya da zor bir şey başımıza gelmeden önce
biz insanlar gerçekten büyümüyoruz. Bir
insandan ya da arkadaşım dediğiniz
kişiden size olumsuz bir davranış
ya da kötülük geldiğinde veya
yanlış bir işi ya da davranışı biz
yaptığımızda; işte bunlar başımıza gelen musibetlerdir ve
bizim bunlara önce şükretmemiz ve sonra da yaşadığımız
musibetten ders ve dersler çıkarmamız gerekir. Başımıza
gelen veya bizim yaptığımız
davranış ve hareketler tesadüf
değildir. Musibet dediğimiz
yanlış arkadaşta veya yaptığınız
davranışta ısrar ederseniz, bu artık
sizin için bela olacaktır. Akıl sağlığı
yerinde hiçbir insan hatada ısrarcı olmaz.
Mümkün olan en kısa sürede kişiden veya davranıştan uzak durur. Başımıza gelen musibetten ders
almış, hatalarını tekrar etmeyen daha tecrübeli bir insan olarak da
elbette yapabileceğimiz birçok şey var.
Nisan 2014
D eğer
Günümüzde en değerli ve biriktirilmesi mümkün olmayan
zaman elimizin altından su gibi akıp gidiyor. Günlük koşuşturma
ve hayat galesi denilen işlerin içinde zamanımızı pek de verimli
kullanamıyoruz. ‘Daha bir işi bitiremedim ama akşam olmuş’ diyerek buluveririz kendimizi zamanın bir diliminde. Cezaevinde
ise en büyük hazine boş zamandır. Dört duvar arasında ruh sağlığını korumanın en güzel yolu da şüphesiz öğrenmedir. Kitap okumak, eğitim seviyemizi yükseltmek, sadece kelime dağarcığımızı
geliştirmekle kalmaz toplumdaki statümüzü arttırarak, kendimiz
daha iyi hissetmemizi, güzel konuşmamızı, doğru davranmamızı ve çok daha faydalı işlerin içinde bulunmamızı sağlar. Yanlış
ve doğruyu gerçek anlamda ayırmamıza sebep olur. Televizyon
karşısında saatlerce oturmak, maksatsız sohbetlerin ve anlamsız
tartışmaların içinde bulunmak bizlere hiçbir şey kazandırmıyor.
Şimdi, ilkokul mezunu olarak cezaevine giren ve 5 yıl cezaevinde kalan Ali isimli birini örnekleyelim. Cezaevinde kaldığı
5 yıl içinde ortaokulu ve liseyi bitirdiğini, bilgisayar, girişimcilik
ve Tekstil gibi kurslara katıldığını, biraz roman ve kişisel gelişim kitabı okuduğunu düşünelim. Ali’nin bu yaptıklarının kime
ne zararı olabilir? Evet, kimseye zararı olmadığı gibi, Ali ilkokul
mezunu olarak girdiği cezaevinden, lise diploması ve birçok kurs
sertifikası alarak çıkmıştır. Boş zamanlarını kitap okuyarak geçirdiğinden, Ali daha kültürlü, bilgili ve donanımlı, eski hatalarını
tekrar yapmayacak olgunluğa erişmiş, ailesine ve çevresine daha
faydalı, güzel düşünen, doğru hedefler ve hayaller kurabilen, ruh
sağlığı yerinde, öz güveni çok daha kuvvetli bir kişi olmuştur.
Bu satırları okuduğunuzda Ali isimli birinin olup olmadığını ve
Bilgi
bunları yapıp yapmadığını merak edebilirsiniz. Ama bunun hiçbir
önemi yok. Çünkü, mum yakarsan aydınlanıyor karanlık. Ve sorumuz şu olmalı; ‘şimdi ben ne yapabilirim?’
Cezaevinde ruh sağlığını korumak, kendini çok daha iyi hissetmek için kurslara ve faaliyetlere katılmanın, eğitim almanın,
kitap okumanın, yeni bilgiler öğrenmenin sana ne kadar faydalı olacağını yapmadan bilemizsin. O kadar boş zamanın var ki;
bunu televizyon izleyerek, sandalyede oturarak geçirme. Ve şunu
da biliyoruz ki; ‘oturarak üreten ve kazanan sadece tavuklardır.’
Geçmiş zaten geçti. Ve hayatı yarına erteleme. İçinde bulunduğun
şartların iyileşmesini de bekleme. Çünkü şartlar hiçbir zaman ve
tam da istediğin gibi olmayacak. Hemen şimdi, olduğun yerden
bulunduğun an’dan başla.
Eğer kendinin tek sorumlu olduğuna inanırsan, eğer kendini
tek çare görürsen, inan istediğin her şeyi başarırsın. Sorunlarımızın çözümü çok kolay ama yeter ki görebilelim. Ve eğer sen
kendin için bir şey yapmıyorsan bir başkası senin için hiç bir şey
yapmaz. Ve ne yapıyorsan en iyisini yap.
Bu tekrarı mümkün olmayan zamanda vaktini televizyonla
veya anlamsız işlerle harcama. Bu sana göre olmamalı. Ben artık
değiştim ve değiş. İlk başlarda zor gelebilir ama göreceksin ki, her
şey ne kadarda kolay. Önceki yaptıklarını bir daha yapma, olsun
bitsin. Değişemeyecek kadar da güçsüz değilsin…
Hükümlü
Oğuzhan Gümüşel
Amasya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
45
Bilgi
D eğer
Nisan 2014
2015 BMW i8
Geleceğe hızlı bir
yolculuk sunuyor
Elektrikli otomobil serisine spor modeli i8'i de ekleyen BMW, Frankfurt Otomobil Fuarı'nda ilgi
çeken otomobillerin arasında yerini aldı.
Tamamen elektrik motoruyla da çalışabilen i8, küçük bir şehir otomobili
olarak tahmin edilirken, Frankfurt Otomobil Fuarı'ndaki haliyle beklentilerin bir kademe üzerine çıktı.
Klasikleşen BMW tasarımlarının miras olarak kaldığı fakat
geleceğin otomobili olma yolunda farklı çizgilere sahip olan
i8, yukarı doğru açılan kapılarıyla göz kamaştıran bir yapıya
sahip.
Karbon fiber gövde yapısı aracın oldukça hafif olmasını sağlarken, otomobil bu özellik sayesinde performansını daha üst seviyelere çıkarabiliyor. Arka tekerleklere 1.5 litrelik benzinli motor 231 beygir güç
gönderirken, elektrikli motoru ön tekerleklere 131
beygirlik gücü yansıtıyor. Toplamda 362 beygir güç
üretebilen BMW i8, 3 silindirli twin turbo motoru ile
0'dan 100 kilometre hıza 4.4 saniyede ulaşabilecek.
2014 yılının ilk aylarında piyasaya çıkması beklenen BMW i8, ilk olarak Avrupa ve ardından Amerika
piyasasında boy gösterecek
KAYNAK: http://www.otomobilgunlugu.net/2015-bmw-i8-gelecege-hizli-biryolculuk-sunuyor/
http://otomobil.milliyet.com.tr/elektrikli-motoruyla-uhtesem/yenimodel/detay/1764819/default.htm/
46
Nisan 2014
D eğer
Canlılar Alemi
Canlılar alemi
Karıncanın gözlerindeki pusula
Y
Karıncanın ne bir pusulası ne de haritası vardır. Ancak gözlerine Allah’ın yerleştirdiği yön tayin sistemi bütün bu aletlerden üstündür. Karıncanın gözleri insanların sahip olmadığı bir özelliğe sahiptir:
Çöl karıncası polarize edebilir.
ön bulabilmek için pusulaya, bir de haritaya ihtiyaç
vardır. Harita insana nerede olduğunu, pusulaysa
nereye gideceğini gösterir. Tunus’un Akdeniz kıyısındaki Mahore’s yakınlarında yaşayan siyah çöl karıncası
ise, bunların hiçbirini kullanmamasına karşın yönünü hatasız olarak belirleyebilmektedir. Karınca, sabah güneşinin
yükselmesiyle birlikte 70 °C kadar yükselen çöl kumunun
sıcağında, besin aramak için yuvasından çıkar.
Çöl karıncası yuvasından, 200 metre uzağa kadar varabilen bir alanda sık sık durarak ve olduğu yerde dönerek dolambaçlı bir yol izler. Ama bu zikzakların bütün karmaşıklığına rağmen, yiyeceğini bulduğunda, hemen yuvasına doğru
düz bir çizgi şeklinde bir rota izleyerek yola koyulur. Karıncanın bu yolculuğu, boyu ile kıyaslandığında, bir insanın
çölde 35-40 km. dolaştıktan sonra, pusula vs. kullanmadan
başladığı noktaya doğrudan dönmesine denk bir yolculuktur.
Çöl gibi bir arazide yön belirlemeye yarayan işaretlerin
azlığı düşünüldüğünde, ki karıncanın yolda gördüğü işaretleri hafızasında tutup, yolunu onlara bakarak bulması da başka
bir mucize olurdu karıncanın başardığı işin önemi daha iyi
anlaşılacaktır.Karıncanın ne bir pusulası ne de haritası vardır. Ancak gözlerine Allah’ın yerleştirdiği yön tayin sistemi
bütün bu aletlerden üstündür. Karıncanın gözleri insanların
sahip olmadığı bir özelliğe sahiptir: Çöl karıncası polarize
edebilir.
Bu işlem sırasında bizim göremediğimiz bazı ışınları
görür ve bunları kullanarak çevresine baktığı her an kuzeygüney şeklinde kesin bir yön tayini yapabilir. Böylece her
an yuvasının hangi tarafta olduğunu tahmin eder ve geri dönerken hiçbir zorluk çekmez. Bir karıncanın insanların bile
yeni haberdar olduğu ışığın polarizasyon özelliğini bilmesi
nasıl açıklanabilir? Üstelik karınca bundan bir pusula gibi
faydalanmaktadır. Bütün bunları karıncanın kendisinin biliyor olması elbette ki mümkün değildir.
Şüphesiz karıncanın sahip olduğu bu kompleks göz yapısını rastgele oluşan tesadüflerle açıklamak imkansızdır. Tüm
çöl karıncaları dünyadaki ilk günlerinden beri bu özellikte
gözlere sahiptir.
http://www.bilimveteknoloji.org
47
Bilim-Teknoloji
D eğer
Nisan 2014
Uçan araba
gerçek oldu
Slovakyalı mühendis, Aeromobil adını
verdiği uçan arabayı üretmeyi başardı.
S
lovakyalı mühendis Stefan Klein, uçan
aracın ıssız yerlerde yaşayan toplumlara yardımcı olmasını umut ediyor.
Slovakyalı mühendis Stefan Klein, 20 yılını
adadığı Aeromobil’i değerlendirdi. Aynı zamanda baş tasarımcısı olduğu uçan aracın,
küresel ulaşımın bütün sorunlarını çözmesini elbette beklemediklerini dile getiren
Klein, “Altyapının olmadığı ve aralarında
700 kilometre bulunan iki yerin yalnızca eğreti yollarla birleştirildiği ülkeler için yararlı
olabileceğini düşünüyoruz” diye konuştu.
Klein Aeromobil’in ayrıca, ulaşımın
küçük hava taşıtlarıyla sağlandığı; ABD,
48
Avustralya, Yeni Zelanda veya Afrika gibi
ülkelerde de yeni bir kalite etkisi oluşturacağını ve ulaşım koşullarını büyük ölçüde
değiştirebileceğini söyleyerek, “Aynı şey
küçük hava taşıtlarıyla ulaşımın yeni başladığı ve mesafelerin bir hayli uzak olduğu
ancak altyapının neredeyse var olmadığı
Çin ve Rusya gibi ülkeler için de geçerli”
dedi.
2 kişi kapasiteli Aeromobil, havada 700
kilometre, karada ise 500 kilometreye kadar yol kat edebiliyor. 100 beygir gücündeki uçan araç, karada saatte 160, havada ise
saatte 200 kilometre hıza ulaşabiliyor. Araç
havalanabilmek için saatte 130 kilometre
hıza ihtiyaç duyuyor.
Nisan 2014
D eğer
Evlilik
Hiç
hediye
aldınız mı?
Ne kadar dikkat edilse de her evlilikte gönül kırgınlıkları yaşanabilir. Kalbi kırmamak ne kadar önemliyse gönül almak da bir o kadar önemlidir. Karşınızdakinin gönlünü bazen bir özür cümlesiyle, bazen
davranışlarınızla, bazense eşinizin avcuna bıraktığınız küçük bir hediye kutusuyla alabilirsiniz. Verilen
hediye sadece maddi karşılığı olan ve hoşa giden bir
nesne değil aynı zamanda tüm samimiyetinizi, aşkınızı, pişmanlığınızı içinde barındıran bir sevgi kutusudur.
HEDİYE GÖNÜLLERDEKİ DARGINLIĞI GİDERİR
Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Hediyeleşiniz ki birbirinize olan muhabbetiniz artsın”
buyurmuştur. (Buhari) Eşlerin birbirlerine
verdikleri bu anlam yüklü hediyeler hem
kırılan bir kalbi onarır hem de eşlerin
birbirlerine olan aşkını ve sevgi bağlarını kuvvetlendirir. Gönül almak zor
gelir kimi zaman. “Pişman olduğumu
görmesin, şımarır” gibi evliliğin
ruhuna aykırı sözler gelir akıllara. Halbuki ailemizi mutlu
etmekten daha ne önemli
olabilir ki şu hayatta?
HEDİYE
ALMAK
İÇİN İLLA BİR NEDEN
Mİ LAZIM?
İlla kavga, tartışma sonrası yaşanan pişmanlık duygusu mu
götürmeli bizleri hediye dükkanlarına? Ya da yıl içinde sabırsızlıkla beklenen
doğum günleri, evlilik yıl dönümleri mi? Bazen
içinizden geldiği için de eşinize hoşça sürpriz yapabilirsiniz. Onun hayatınızdaki değerini belli etmek için, size yaşattığı hoş duygular için de eşinizi
sevindirebilirsiniz. Kısacası hediyeleşmek için belli
sebepleri beklemeye gerek yoktur.
MADDİ DEĞERİ OLMAK ZORUNDA DEĞİL
Karşınızdakini mutlu etmek adına pahalı hediyeler alıp maddi gücünüz yetmediği halde gösterişli
hediyeleri armağan etmek de sağlıklı bir davranış
olmaz. Bazen maddi değeri küçük ama manevi değeri büyük hediyeler de karşınızdakini havalarda uçurabilir. Örneğin küçük kağıt parçalarına ona olan
sevginizi ya da ondaki en sevdiğiniz şeyi yazarak
evinizin her yerine yapıştırabilirsiniz. Veya küçük
bir ayna hediye ederek aynada görünen suretin sizi
ne kadar mutlu ettiğini anlatabilirsiniz. Unutmayın
biraz romantizmden kimseye zarar gelmez.
ÖNEMLİ OLAN NİYET
Hediye konusunda bazen eşler beklenti
içerisine girebilirler. Gelen hediyenin
beklentilerin altında olması kimi
zaman eşlerin hoşuna gitmez;
sevinip mutlu olmaları gerekirken olumsuz tavırlara bile bürünebilirler.
Tahmin edersiniz ki
bu hiç hoş bir tutum değildir. Her işte olduğu gibi
hediyeleşme konusunda da
önemli olan niyettir. Mühim olan
eşinizin o hediyeyi hangi duygularla size ilettiğidir. Bu gibi durumlarda hediyeye değil hislere yoğunlaşmalısınız.
Bir kadın evlilik yıldönümünde sabah
uyanır uyanmaz eşine dönerek, “Rüyamda
senin bana inci kolye hediye ettiğini gördüm.
Sence bu rüyanın anlamı nedir?” diye sormuş.
Eşi de büyük bir heyecanla “Akşam öğrenirsin
hayatım” demiş ve gitmiş. Akşam olmuş evin beyi
elinde hediye paketiyle kapıyı çalmış. Kapıyı açan
hanımı hediye paketini görünce çok sevinmiş ve hemen eşinin elinden paketi alarak açmaya başlamış.
Ama gördüğü hediye karşısında hiç de hoşnut olmamış. Çünkü paketin içinden çıkan inci kolye değil
kadının, rüyalarını yorumlayabilmesi için alınan bir
“rüya tabirleri kitabı”ymış. Ama dedik ya önemli
olan niyet!
Kaynak: Esra KARADAĞ
49
Sağlık
D eğer
Nisan 2014
aaaaaaaaaaaaaaaaaa
Kansere işaret
eden belirtiler
Türkiye’de her yıl yaklaşık 175 bin kişiye kanser teşhisi konuluyor. Bu hastaların büyük bir çoğunluğu ise rahatsızlığın geç fark edilmesi nedeni ile hayatını kaybediyor.
T
ürkiye’de her yıl yaklaşık 175
bin kişiye kanser teşhisi konuluyor. Bu hastaların büyük bir
çoğunluğu ise rahatsızlığın geç fark
edilmesi nedeni ile hayatını kaybediyor. Kanserde erken tanı yaşam kalitesi
ve süresinin artması için çok önemli, bu
hastalığı yenmenin yolu ise onu tanımak ve doğru tedavi stratejisini belirlemekten geçiyor.
MemorialAtaşehir Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü’nden Prof. Dr.
Gökhan Kandemir, “4 Şubat Dünya
Kanser Günü” öncesinde kanser ile ilgili bilinmesi gerekenler hakkında bilgi
verdi. Kanserde risk faktörlerini tanıyın
Kanser, vücudumuzun çeşitli bölgelerindeki hücrelerin kontrolsüz bölünmeleri, çoğalmaları, çevre dokulara ve
vücudun diğer yerlerine yayılabilmeleri
sonucu oluşan hastalıktır. Tek bir hastalık olmayıp, 100’den fazla çeşidi olan
bir hastalıklar grubudur.
Genlerimizdeki değişiklikler, yaşam tarzı ve çevresel faktörler. Bu üç
ana faktörün etkileşimi kanser oluşma
riskini belirlemektedir. Radyasyon,
sigara içmek, alkol kullanımı, enfeksiyonlar, sağlıksız beslenme, fiziksel
aktivitenin azlığı dünya genelinde ana
risk faktörleridir. Kadın ve erkeklerde
sık görülen kanserler farklı Kadınlarda
meme kanseri ve tiroid kanseri en sık
50
görülen türlerdir.
Daha sonra kalın bağırsak, rahim,
akciğer kanseri gelmektedir. Erkeklerde
ise; akciğer kanserinden sonra en çok
prostat kanseri görülmektedir. Bunu idrar kesesi, kalın bağırsak, mide kanseri
takip etmektedir.
• Meme kanseri geliyorum diyor
Meme veya koltuk altında kitle, sertlik,
kalınlaşma, meme ucunda kaşıntılı, döküntülü yara ya da ağrı, meme derisinde
gamzeleşme veya çekinti, aniden başlayan meme başı akıntısı meme kanseri
konusunda önemli ipuçlarıdır.
• Uzun süren öksürük, sabit göğüs
ağrısı, kanlı balgam, nefes darlığı, hırıltı
veya boğuk seslilik akciğer kanserine
işaret ediyor olabilir. Tekrarlayan akciğer enfeksiyonları, boyunda ve yüzde
şişlik, iştahsızlık veya kilo kaybı ile
kronik yorgunluk da bu hastaların en sık
karşılaştığı belirtilerdir.
• Mesane (idrar kesesi) ve prostat
kanseri; idrar yaparken ağrı, sancı olması; idrarda kan görülmesi veya idrar
yapma sıklığının değişmesi ile görülebilir.
• Vücutta yeni oluşan benlerin
olması ya da yıllardır var olan bir ben
veya siğilde şekil, boyut veya renk değişikliği görülmesi cilt kanserini akla getirebilir. Benlerin bir dermatoloji uzmanı
tarafından düzenli takip altında olması
önemlidir. Bağırsak alışkanlıklarında
değişiklikler kalın bağırsak kanseri yönünden araştırılmalıdır
• İshal, kabızlık, bağırsakta tam
boşalmama hissi, dışkıda kan görülmesi, normalde olduğundan daha ince
dışkılama önemli belirtilerdir. Karında
gaz, şişkinlik hissi, krampların olması,
istemsiz kilo kaybı, uzun süren yorgunluk hissi, bulantı ve kusmalar görüldüğünde mutlaka bir uzmana başvurulmalıdır.
• Kişinin bedeninde ele gelen
kitleler ve şişlikler, deri değişiklikleri, iyileşmeyen yaralar, bağırsak ve
idrar alışkanlıklarındaki değişiklikler,
beklenmedik ve anormal kanamalar
ve akıntılar, yutma güçlüğü ve hazımsızlık, ses kısıklığı, açıklanmayan kilo
kaybı, ateş, halsizlik ve ağrı kanserin
belirtileri olabilmektedir.
• Sigara içmemek, alkol almamak
ya da miktarını en aza indirmek, radyasyondan uzak durmak, enfeksiyonlardan korunmak, sağlıklı beslenmek,
kilo dengesini korumak ve egzersiz
yapmak alınabilecek başlıca önlemlerdir. Kanserde erken belirti ve bulguları öğrenerek riskleri bilmek, kanser
tarama programlarına girmek de kanserden korunma konusunda önemli
adımlardır. .
www.ailemveben.com.tr
Nisan 2014
D eğer
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?
Dünyada insan başına düşen
karınca sayısı 1 milyondur.
Atlar bir ay kadar ayakta kalabilirler
Bir inek hayatı boyunca yaklaşık
200.000 bardak süt üretir.
Baykuş, mavi rengi görebilen
tek kuştur.
Bir köpekbalığı 100 milyon damla deniz
suyu içindeki bir damla kanı hissedebilir.
Bir insan hayatında ortalama
22 kg deri kaybetmektedir.
Eiffel Kulesi´nin tepesine çıkana
kadar 1792 basamak vardır.
Bir okyanusun en derin yerinde, demir bir
topun dibe çökmesi bir saatten uzun sürer.
Denizatları, erkekleri hamile
olan tek canlı grubudur.
Kağıt paraların yüzde 75’i pamuk, yüzde 25’i ketendendir.
Beynin % 80’ i sudur.
Değerli taşların çoğu birkaç elementten oluşur,
sadece pırlanta tamamen karbondan oluşur.
51
Edebiyat
D eğer
Nisan 2014
VAZGEÇİLMEZSİN
Kimse görmez,
Yokluğundan gecenin sessizliğinde,
Sessizce döktüğüm gözyaşlarımı.
Demire şekil veren ateş misali,
Hasretinin acısıyla olgunlaşır ruhum.
Varlığımdaki her zerre,
Hisseder özleminin yarattığı sızıyı.
Aşkın damından düşen bir,
Anlatsın Allah aşkına.
Her ayrılıkta yaşanan bu değişmez yazıyı,
Tecrübelerim yetersiz,
Öngöremiyorum çekilmez bu acıların sonrasını.
Belirleyemiyorum kaderimin derecesini sınırını,
Entellere sorsan ağır bir tranva.
Varoşa sorsan çekilen acıların yanında bunu
anlatmak hata.
Sevene sorsan,
Yüreği alışkındır bu acılara.
Eğer bana sorarsanız,
İnanın şeker bile tatsızdır,
O yarsız bana.
Bunun adı aşk olsa gerek,
Böyle bir aşk için ölmek ne demek.
Bin defada bu Dünya’ ya gelsem
Yine de tercihim olurdu seni sevmek.
Mehmet Canpolat
Trabzon E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
BEN SENDEN AYRILAMAM
Dayanacak gücüm sensin,
Her şeyimsin, malım sensin,
Nefesimsin, canım sensin,
Ben senden ayrılamam ki!
Sen kalbimsin, yüreğimsin,
Dünyada tek güvenimsin,
Hem canımsın ciğerimsin,
Ben senden ayrılamam ki!
Havam sensin suyum sensin,
Kanadımsın kolum sensin,
Damarımda kanım sensin,
Ben senden ayrılamam ki!
Adın yıldız ay gibisin,
Dilin tatlı bal gibisin,
Rüyalarda yar gibisin,
Ben senden ayrılamam ki!
Aşık Mustafam ne yapsın?
İster ateşlerde yansın,
Hiç gülmesin hep aglasın,
Ben senden ayrılamam ki!
Mustafa İnal
Hatay E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
52
YAZILARINIZI BEKLİYORUZ...
Dergimizde gelecek sayıdan itibaren
“Sizden gelenler” bölümünde yayınlamak
üzere “Ben Onu Sevdim” diye bir bölüm başlatıyoruz. Burada sevdiğiniz birini anlattığınız yazıları, hatıralarınızı yayınlayacağız.
Bu kişi eşiniz, anneniz, babanız, çocuğunuz,
arkadaşınız, kardeşiniz, hocanız, öğretmeniniz olabilir. Hayatta olabilir, olmayabilir. Onu
neden ve hangi huylarından dolayı sevdiğinizi
anlatın. Belki başkalarına da örnek olur.
Sizlerinde yazılarınızı bekliyoruz.
En çok onu sevdim…
Nisan 2014
D eğer
BİR YUDUM SEVGİYE
NELER VERİLMEZ
Köksüz ayrık otuna benzer,
Sevgisiz insan.
Yaz baharı zemheri'dir,
Hiç gelmez Nisan.
Şirkten sayılır;
Kaderine, ederse isyan.
Mutluluğun iksiridir,
Bir yudum sevgi.
Yaşamın anlamıdır.
Sevip sevilmek.
Şamda kaysıdır sevgiyle,
Yenilen kuru ekmek,
Her insanın arzusudur,
Mutlu edilmek.
Kurumuş gönül bağının,
Suyudur bir yudum sevgi.
Herkesin rüyasıdır,
Bir yuva kurmak.
Düşü, mali hülyasıdır;
Mesud, Bahtiyar olmak,
Bu zamanda çok zor,
Candan seveni bulmak.
Maddiyata değişilir ise,
Hiçbir işe yaramaz sevgi.
Kalpten kalbe giden yol,
Fizikte kanun.
Dillere destan değil mi?
Leyla'yla Mecnun.
Söyleyin ne götürdü?
Öbür dünyaya Kârun.
Karanlığın ışığıdır.
Bir yudum sevgi.
“Yorgun Ozan” der ki;
Ömür çok kısa.
Sevelim sevilelim,
Yaşam dönmesin Kış'a
Göç edip gitmeyelim,
Zamanı harcayıp boşa.
Hepimizin Ruh iksiridir,
Bir yudum sevgi.
Ali Rıza Çağlar
Kartal H Tipi Kapalı Ceza
İnfaz Kurumu
Mehmet Boğatekin
Kocaeli 1 No’lu Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
ÖZGÜRLÜK SEVDASI
Özgürlüğe bakmak,
Gökyüzüne bakmak gibi bir şey aslında,
Açık mavi kocaman bir gökyüzüne,
Gündüz yıldızları olan,
Heyecanını yitirmezsin hiçbir zaman,
Geçen yıllar beklediğin olmasada,
Özgürlüğe bakmak,
Gölde kayık olmak gibidir,
Kış günü köy evindeki soba kadar sıcak,
Yaz günü, sögüt ağacının gölgesinde uyumak,
Birde özgürlüğe kavuşmak varya,
İçindeki hasretten taburcu olmak,
Seçtiğin filmi izlemek,
İstediğin müziği dinlemek,
Adımlarını saymadan yürümek,
Bulunduğum beton yığınından çıkıpta, dörtnala,
Lunapark şenliğini koşmak gibidir,
Özgürlük demek, güzel olan herşeydir.
Ali demirelli
Silivri 2 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
53
D eğer
Nükte
Nisan 2014
Fıkra
BAŞKA ASKER YOK MU?
Yeni asker olan Temel’e komutanı sormuş: - “Savaşta siperdesin, sağ taraftan düşman askeri geldiğini gördün. Peki ne yaparsın?” Temel heyecanla cevap verir: - “Hemen çevirir silahımı
üzerlerine ateş açarım komutanım.” Komutan tekrar sormuş. “Peki, karşıdan geliyorsa?” - “Karşıya ateş açarım, komutanım.”
- “Arkadan geliyorsa?” deyince komutan, Temel dayanamamış:
- “Komutanım, bu ordunun benden başka askeri yok mu?”
BİLET
Temel’i ameliyat edecekler;
Doktorlar maskelerini takıyorlar. Temel
atılıyor:
- Poşuna maske
takmayun, pen sizi
taniyrum :))
OYUN
İşadamı tıraş olurken bir yandan da berberiyle sohbet etmektedir.
Derken, kapının önünden ağır ağır geçmekte olan paspal birçocuk görürler. Berber, işadamının kulağına fısıldar;
“Bu çocuk varya,dünyanın en aptal çocuklarından biridir! Bak; dikkat et şimdi…”
Berber çocuğa seslenir:
KARNE
Okul fıkralarıKarne günüydü.Küçük oğlan
okuldan döndü.
Annesi : Karnen nerede? diye sordu.
Çocuk güldü :
-Arkadaşıma ödünç verdim. Babasını korkutacak...
yüz bin, diğer elinde beşmilyonluk bir
banknot olduğu halde çocuğa sorar:
Hangisini istiyorsan alabilirsin?”
Çocuk dalgın dalgın bir beşyüz bine bir
de beş milyona bakar ve sonunda beşyüz
binlik banknotu hızlıca çekerek berberin
elinden alır. Berber işadamına döner ve
gülerek:
“Gördünmü? Sana söylemiştim.” der.
Bununüzerineçocuksakincedükkanagirerveyüzündekiaptalcasırıtmaylaberberiselamlar. Berber iş adamının kulağına sessizce,
Tıraş bitince işadamı sokağa çıkar ve az
ileride kendi kendine oynayan Ali’yi görür.
Yanına giderek, neden beş milyonluk değil
de, beşyüz binlik banknotu aldığını sorar.
Çocuk hiç de aptalca olmayan bir sırıtmayla yanıt verir :
“bakşimdi” diye fısıldar ve bir elinde beş-
- Eğer beş milyonluğu alırsam oyun biter!”
“Ali, buraya gel!”.
54
Karadenizlinin biri hemşerisine anlatıyor :
-Dün belediye otobüsüne bindim; yan
koltuktaki adam bilet almamışım gibi bana
anlamlı anlamlı baktı.
-Sen ne yaptın?
-Bende bilet almışım gibi anlamlı anlamlı
ona baktım.
Nisan 2014
D eğer
ÇENGEL BULMACA
Bulmaca: Mehmet Acar
Bulmaca: Mehmet Acar
GEÇEN AYKİ BULMACALARIN CEVAPLARI
55
D eğer
Bulmaca
Nisan 2014
SÖZCÜK BULMACA
SOLDAN SAĞA
1 - Ne kadar süreceği belli olmaksızın
sürüp giden, kronik -Güneş doğmadan
önceki alacakaranlık, fecir 2 - Avuç içi Aşağı derece. 3 - Nemi olan, az ıslak, rutubetli - Nezir. 4 - Sonra, sonradan, daha
sonra, sonraları. 5 - Sinirler - Bir Meyve. 6
- Tren vagonlarını çeken makine 7 - İşaret
- Yasaklama - Dar, uzun va hafif bir yarış
kayığı. 8 - Lezzet - Pamuktan dokunmuş
basma - Bir nota. 9 - Töre bilimi - Manevi
bakımdan. 10 - Görevden alma - Geniş
toprağı olan büyük konut.
YUKARIDAN AŞAĞIYA
1 - Anlayış. 2 - Aza - Badem şerbeti
3 - Güzel ve iri çiçekli, çok yıllık bir süs
bitkisi - İnce, keskin ses. 4 - Yağ uru - İlgi
eki. 5 - Kır hayatı içindeaşk konusunu
işleyen kısa şiir -Saçın küçük tutamlar
biçiminde değişik renklerde boyanmış durumu. 6 - Neonun sembolü - Çok ortaklı. 7 - İnsanda
üzüntü, sıkıntı olmama durumu, huzur - Mücevher-
KOLAY SUDOKU
56
lerde kullanılan yüksek değerli cevher. 8 - Sağlama,
elde etme - Sodyumun sembolü. 9 - Gelir getiren mülk
- Derinliği her yerinde aynı olan sığ su alanı. 10 - Cimri
- Kürekle yürütülen dar, uzun, hafif tekne.
ORTA SUDOKU
ZOR SUDOKU
İnsanlar önce para kazanmak için
sağlıklarını, sonra da sağlıklarını
korumak için paralarını harcarlar.
Goethe
Sağlığı olanın
umudu, umudu
olanın her şeyi
var demektir.