İndirmek İçin Tıklayınız

Transkript

İndirmek İçin Tıklayınız
AVRUPA BİRLİĞİ’NİN DIŞ İLİŞKİLER, GÜVENLİK VE SAVUNMA ALANINDA
ORTAK STRATEJİ EKSİKLİĞİ
ARŞ-ABUG/
1.
GİRİŞ :
Avrupa Dış İlişkiler Konseyi (European Council On Foreign Relations) adlı düşünce kuruluşu
tarafından yayımlanan “Avrupa’nın Stratejik Karmaşası” (Europe’s Strategic Cacophony) başlıklı
çalışmada Avrupa ülkeleri düzeyinde güvenlik ve savunma stratejileri bağlamında gözlemlenen
eksiklikler, koordinasyonsuzluk ve ortak bir strateji eksikliği ele alınmaktadır.
2. İNCELEME:
a. 2007 yılında kurulan ve Berlin, Londra, Madrid, Paris, Sofya, Roma ve Varşova’da ofisleri
bulunan Avrupa Dış İlişkiler Konseyi, internet sitesinde yer alan ifadelerle, “Avrupa değerlerine
dayalı tutarlı ve etkin bir dış politika geliştirilmesi için araştırmalar yürüten ve bu doğrultudaki
tartışmaları teşvik eden” bir düşünce kuruluşudur. AB kurumları ile bir bağlantısı bulunmayan
bahse konu kuruluşun, mütevelli heyeti tarafından davet edilen ve yenilenebilir şekilde 3 yıllık
süreler için AB’ye üye ya da aday ülkelerden seçilen katılımcıların oluşturduğu bir Konsey’i
bulunmaktadır. Türkiye’den de Dışişleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu, İbrahim Kalın, Kemal
Derviş, Hanzade Doğan Boyner, Suat Kınıklıoğlu, İpek Cem Taha ve Ekim Alptekin bahse konu
Konsey’in üyeleridir.
b. Avrupa Dış İlişkiler Konseyi tarafından yayımlanan ve güvenlik ve savunma alanlarında
AB’de gözlemlenen koordinasyonsuzluğu ve ortak bir strateji eksikliğini ele alan “Avrupa’nın
Stratejik Karmaşası” başlıklı çalışmada yer alan önemli hususlar özetle aşağıda sunulmaktadır:
(1) Mali’deki kriz, Avrupa’nın askerî alandaki iddialarının ne denli boş olduğunu bir kez
daha ortaya çıkarmıştır. Bahse konu kriz, Avrupa savunma işbirliğinin bir örneği ve testi olarak
Lizbon Antlaşması’nda yer alan muharebe gruplarından birini konuşlandırmak için uzun süredir
aranan fırsatı sunmaktaydı. Fransız/Alman/Polonyalı muharebe grubu beklemedeydi. BM ve
uluslararası toplum, askeri bir müdahale gerektiği hususunda hemfikirdi. Ancak, Avrupa
savunması ile ilgili konuşmalar gerçek dünyadaki herhangi bir fiili uygulamadan o denli ayrı
düşmüştü ki muharebe grubunu sevk etme seçeneği, gerçek anlamda mütalaa edilmeksizin göz
ardı edildi ve iş, Fransa’ya kaldı. Savunma alanındaki tartışmaların fiili durumdan bu denli ayrı
düşmesinin bir nedeni, Avrupa’nın ortak bir stratejik kültürden yoksun olmasıdır.
(2) Fransız Savunma Bakanlığı tarafından yapılan bir araştırma, bazı istisnalar
bulunmasına rağmen, AB ülkelerinin çoğunun millî savunma ve güvenlik stratejilerinin amaca
hizmet etmediğini, daha açık bir ifadeyle, savunma kaynaklarının dağılımı başta olmak üzere, millî
güvenlik kararlarının tutarlı bir stratejik vizyon ışığında alınmadığını ortaya koymuştur. Avrupa’da
gözlemlenen bu stratejik açık ve ortak vizyon eksikliği, stratejik miyopluğu ve karmaşayı
beraberinde getirmekte ve savunma bütçelerinde, Avrupa savunma yetenekleri bağlamında son
1/16
derece olumsuz uzun vadeli sonuçlar doğurabilecek şekilde, koordine edilmeksizin kesintiler
gerçekleştirilmektedir.
(3) Avrupa ülkeleri arasında savunma alanında daha fazla uyum ve karşılıklı bağımlılık
sağlanabilmesi, bu ülkelerin stratejik dünya görüşlerinin de daha uyumlu hale gelmesine bağlıdır.
Bu nedenle, Avrupa’nın küresel bir strateji tanımlaması, bir diğer deyişle, uluslararası platformda
nasıl bir aktör olmak istediğine karar vermesi ve savunma yetenekleri dâhil olmak üzere, sahip
olduğu imkânları arzu ettiği bu sonuca yönelik olarak kullanabileceği yollar belirlemesi gereklidir.
(4) Ortak amaç ve isteğin kaybedilmesi: Son on yılda AB, savunma alanındaki girişimin
başlatılmasına imkân sağlamış olan ortak amaç ve istek bilincini kaybetmiştir. 2003 yılında
İngiltere ve Fransa, acil müdahale imkânlarının geliştirilmesine yönelik yeni bir AB girişimi
başlatılması önerisinde bulunmuştur. Muharebe Grupları fikrini gündeme taşıyan 24 Kasım 2003
tarihli Fransa-İngiltere zirvesinin ardından, 12 Aralık 2003 tarihinde Brüksel’de bir araya gelen AB
Devlet Başkanları, Birliğin ilk Güvenlik Stratejisi’ni kabul etmişlerdir. Söz konusu dokümanda,
“Avrupa’nın, küresel güvenlik için sorumluluk üstlenmeye hazır olması” ve “erken, hızlı ve
gerektiğinde kuvvet kullanımını içeren müdahaleye imkân veren bir stratejik kültür geliştirmesi
gerektiği” beyan edilmektedir. Avrupa Güvenlik Stratejisi’nin kabulünün üzerinden 10 yıl
geçmişken, Der Spiegel’de yer alan bir makalede ifade edildiği üzere, “Almanya, yurtdışında
asker konuşlandırmaya karşı çıkarken ve bu durum Berlin’in güvenilirliğine olan inancı
sarsarken”1, ayrıca Birleşik Krallık da AB’den çıkmayı düşünürken, Güvenlik Stratejisi’nde ifade
bulan bu hususlar, ilham vermekten ziyade utanç vermektedir.
(5) Ortak bir stratejik kültür geliştirilememiş olması, Avrupa’nın, uluslararası arenada daha
fazla siyasi ağırlığı olan daha güvenilir ve etkili bir aktör olma arzusuna zarar vermekle kalmamış,
aynı zamanda, mali krizin ardından savunma yeteneklerini korumaya yönelik gayretlerini de
etkisiz bırakmıştır.
(6) Avrupalı liderler, bir yandan, azalan savunma bütçelerini “havuz oluşturup paylaşma”
(pooling and sharing) yöntemiyle telafi edeceklerini beyan ederken, diğer yandan, geleceğe
yönelik planlarını diğerlerine danışmaksızın şekillendirmektedirler. Ayrıca, savunma teknolojileri
ve sanayinin korunması gerektiğinin altını çizen liderler, savunma sanayinin ayakta kalması için
gerekli olan birleşmelere (merger) engel olmakta ve araştırma harcamalarını neredeyse
dondurmaktadırlar. Bu durum, Avrupa hükümetlerinin birçoğunun, savunma konusunda ya da bir
arada daha fazla adım atma hususunda ciddi olmadıklarını açıkça göstermektedir.
(7) Avrupalı liderler, küresel gelişmeleri şekillendirmede bir rol üstlenmeye devam etmek
istemeleri halinde Avrupalıların hangi alanlarda ve nasıl birlikte hareket edeceklerine ilişkin ortak
bir değerlendirme içeren ortak bir strateji üzerinde çalışmaya başlamadıkları müddetçe, yukarıda
25 Mart 2013 tarihli Der Spiegel dergisinde yayımlanan “Merkel’in İhtiyatlı Duruşu: Berlin, Askeri Misyonlarda Eski
Çekingenliğine Dönüyor” başlıklı bahse konu makalede, halihazırda yurtdışında 11 farklı misyonda 6.540 Alman
askerinin görev yaptığı; ancak mevcut yönetimin askeri misyonlara dahil olmaktan kaçındığı; bu yaklaşımın, Avro krizi
vesilesiyle ekonomi politikasında Avrupa’nın lider gücü haline gelen Almanya’nın uluslararası ününe ciddi zarar verdiği
ifade edilmektedir.
1
2/16
ifade edilen eksikliklerin giderilmesi ve işlerin iyiye gitmesi olası gözükmemektedir. Avrupa
Parlamentosu, Avrupa savunmasına ilişkin bir “Beyaz Kitap” hazırlanması ihtiyacını ısrarla
tekrarlamış ve bu alanda bazı akademik çalışmalar yapılmıştır. 2010 yılında, İspanya eski
başbakanı Felipe Gonzalez’in başında bulunduğu AB’nin Geleceğine İlişkin Düşünce Grubu da bir
stratejik envanter hazırlanması gerektiğini savunmuştur. Ancak, bu görüşlere rağmen ve Lizbon
Antlaşması ile AB’nin daha etkin bir küresel aktör olması hedeflenmişken, Brüksel, etkin bir
küresel aktörün izleyeceği stratejiyi formüle etmekten halen imtina etmektedir.
(8) AB, Avrupa Güvenlik Stratejisi dokümanının hâlihazırda zaten son derece iyi bir strateji
sunduğu düşüncesiyle, yeni bir strateji çalışmasına girmek fikrine direnç göstermektedir. Oysa
söz konusu dokümanın yazarları dahi, esasen Sovyetler sonrası dünyadaki güvenlik tehditlerine
yönelik
olarak
ortaya
konan
bir
dizi
ilkeden
oluşan
dokümanın,
“strateji”
olarak
isimlendirilmesinden rahatsızlık duymuşlardır. Üstelik Avrupa Güvenlik Stratejisi, 10 yıl önce, yani
dünyayı halen Batı’nın yönettiği, Çin ekonomisinin bugünkü büyüklüğünün yarısı kadar olduğu,
liberal müdahaleciliğin henüz Irak ve Afganistan’dan ders almadığı, Avrupa’daki mali ve ekonomik
krizin fazla olası görülmediği ve ABD’nin henüz Asya’ya yönelmediği bir dönemde hazırlanmıştı.
(9) Bu konuda inatçı davranan sadece Brüksel değildi; zira 2008 yılında Paris’ten gelen
“Avrupa Güvenlik Stratejisi dokümanını gözden geçirme” önerisine, diğer AB kurumları da benzer
şekilde ilgisiz kalmışlardır. Ancak asıl sonucu belirleyen muhalefet, bir strateji çalışmasının
Avrupa’nın konuşulmasını gerektireceğini haklı olarak hisseden İngilizlerden ve aynı şekilde haklı
olarak bu çalışmanın Rusya hakkında konuşulmasını gerektireceğini düşünen Almanlardan
gelmiştir. Londra ve Berlin, bu başlıklara alerji duydukları için proje ölü doğmuş ve Avrupa
Güvenlik Stratejisi’nin uygulamasını gözden geçirmekle iktifa edilmiştir.
(10) Neyse ki, Brüksel’in, Avrupa’nın dünyadaki konumunun iyileştirilmesine ve daha
kapsamlı ortak bir strateji geliştirilmesine ilişkin bir tartışma başlatmasını beklemekten bıkan artan
sayıda akademisyen ve yetkili, kendileri adım atmaya karar vermiştir. Çeşitli düşünce kuruluşları,
bazıları dışişleri bakanları düzeyinde desteklenen çalışmalar yürütmektedirler.
(11) 2013 yılı içinde bu kapsamda bazı resmi girişimler gerçekleşmesi de muhtemeldir.
2008 yılındaki girişimi akim kalan ve kendi “Beyaz Kitabı”nı tamamlamakta olan2 Fransa, Avrupa
savunma girişimine yeni bir ivme kazandırılıp kazandırılamayacağını yeniden denemeye hevesli
görünmektedir. Savunma konusunun Aralık 2013 tarihli AB Zirvesi’nin gündemine alınmış olması
da 2013 yılının bu bağlamda çeşitli faaliyetlere sahne olacağını düşündürmektedir.
(12) Avrupa’nın 27 Stratejisi: AB’nin 27 millî güvenlik stratejisi, birbirinden çok farklı
dokümanları ihtiva eden bir koleksiyondur. Öyle ki bu dokümanların isimleri dahi birbirinden
farklıdır: beyaz kitap, güvenlik stratejisi, savunma stratejisi, millî güvenlik kararı, savunma
politikası ilkeleri, askeri doktrin ve millî savunma kanunu bu isimlerden sadece bir kaçıdır.
Terminolojiye hâkim olan bu çeşitlilik, üye ülkelerin, bahse konu dokümanlarda strateji
2
Bahse konu Beyaz Kitap, 29 Nisan 2013 tarihinde yayımlanmıştır.
3/16
geliştirilmesinden kapasite oluşturulmasına, kuvvet planlamasından idari konulara kadar geniş bir
yelpazedeki farklı konulara yer verdiklerini ve stratejilerini farklı yöntemlerle belirlediklerini işaret
etmektedir.
(13) Beyaz kitap, millî güvenlik stratejisi vb. dokümanların belirli kurallar getirmesi
zorunluluğu izahtan varestedir. Bu dokümanlar; daha planlı bir şekilde oluşturulan dış politikaların
amaçları ile savunma imkânları/kapasiteleri arasında daha sıkı bir bağlantı kurulmasına hizmet
etmelidir. Bahse konu dokümanlar; bütçeleme, yatırım ve kuvvet planlaması ile ilgili millî kararları
yönlendirmeli ve hükümetlerin, savunmalarına ayırmaya hazır oldukları kaynaklar çerçevesinde,
silahlı kuvvetlerinin gelecekteki optimum büyüklüğü ve yapısını belirlemelerini mümkün kılmalıdır.
Bunu yapabilmesi için söz konusu strateji dokümanının; hem tehditleri hem de fırsatları
belirleyerek geleceğin stratejik ortamını değerlendirmesi, ülkenin üstleneceği rolü ana hatları ile
çizmesi ve bu rolü göz önünde bulundurarak silahlı kuvvetlerin gelecekte üstleneceği misyonları
ortaya koyması, tüm bu hususları belirlerken ilgili ülkenin imkân ve arzularını dikkate alması ve en
nihayetinde tüm bu konuları spesifik kuvvet yapıları, sayıları ve teçhizat ile ilişkilendirmesi
gerekmektedir.
(14) Gerçek dünyada bu tür tümden gelen süreçler; yanlış yerden başlandığı, yeterli mali
kaynak bulunamadığı ve sayısız çıkarlar işin içine girdiği için altüst olabilmektedir. Ancak bu
durum temel hususları değiştirmez: uygulamaya yönelik sonuçlar çıkarmadığınız takdirde
uluslararası ortamla ilgili ilginç denemeler yazmanızın pek bir anlamı yoktur; stratejik ortamı /
koşulları doğru dürüst değerlendirmediğiniz takdirde millî güvenliğe ilişkin temel hususlar ile ilgili
mantıklı kararlar almanız da olası değildir. Velhasıl, iyi bir millî güvenlik analizi, jeostratejiden
kaynaklara kadar bütün bir yelpazeyi göz önünde bulundurmalıdır.
(15) AB ülkeleri tarafından hazırlanan millî güvenlik stratejilerinin pek çoğu bu kriterlere
uymamaktadır. Bahse konu dokümanların çoğu güncelliğini yitirmiş olup; çok azı, transatlantik
güvenlik ilişkisinin değişen doğası da dâhil olmak üzere, hızlı bir şekilde dönüşen jeostratejik
durumu göz önünde bulundurmamaktadır. Söz konusu dokümanların hemen hemen hepsi
güvenlik risk ve tehditlerine ilişkin analiz içermesine rağmen, bu analizi silahlı kuvvetlerin rol ve
misyonlarıyla ilişkilendirmek yönünde fazla çaba sarf etmemektedir. Bu durumda da, bu sorunla
ordunun mu yoksa bir başka millî otoritenin mi ilgileneceği sorusunu cevapsız bırakırken, siber
güvenlik sorununu vurgulamanın pek faydası yoktur.
(16) Bahse konu dokümanların neredeyse tamamında imkânların birlikte kullanılması
desteklenmekte, ancak bunun ulusal özerkliklere halel getirmeksizin, hangi ölçüde ve hangi
alanlarda mümkün olabileceği sorusunun cevaplanmasına yönelik herhangi bir girişimde
bulunulmamaktadır. Dokümanların birçoğunda komşularla işbirliği genellikle desteklenmekte,
ancak bahse konu işbirliğini Avrupa ölçeğinde sağlamaya yönelik bir taahhüt ya hiç
bulunmamakta ya da çok zayıf bir şekilde gözlemlenmektedir. Dokümanların birçoğunda,
Avrupalıların aynı stratejik gemide olduklarına yönelik bir karşılıklı bağımlılık hissi de mevcut
değildir.
4/16
(17) Elbette bütün güvenlik stratejisi çalışmalarında bu eksikliklerin tamamı mevcut
değildir. Esasen dokümanların az da olsa bazıları oldukça iyidir. Ancak pek çoğunda, “strateji”
başlığını hak etmelerine engel olacak çeşitli eksiklikler bulunmaktadır. Hazırladıkları strateji
dokümanları
bağlamında
bakıldığında;
ülkeleri
şu
şekilde
sınıflandırmak
mümkündür:
“Küreselciler”, değişen güç dengelerine ve genel politika hedeflerine odaklanırken, bunların
gerektirdiği eylemsel sonuçlara değinmemektedir. Öte yandan kendi sınırlarıyla ilgilenen ve
toprak bütünlüklerini korumanın eylemsel yollarına odaklanan “yerelciler” ise, eylemsel
değerlendirmelerin daha geniş stratejik kaygılara yer bırakmadığı ülkelerdir. Bazı ülkeler ne
amaçlarını ne de araçlarını sistematik bir şekilde ortaya koyamamışlardır. Bu grupta yer alan
“çekimserler”, güvenlik meselelerinde stratejiyi ya kültür ya da içtihat gereği tamamen bırakmış
olan ülkelerdir. Öte yandan “avareler”, stratejileri güncelliğini yitirmiş ve mevcut gerçeklerle
örtüşmeyen, bu nedenle dolaylı olarak stratejiden yoksun olan ülkelerdir.
(18) Stratejistler: Avrupa’da gerçek stratejistler nadir bulunmaktadır. Fransa ve İngiltere,
Avrupa’daki en iyi stratejistlerdir; Finlandiya, İsveç ve Çek Cumhuriyeti’ni de bu tanımlamaya dâhil
etmek mümkündür. 2008 tarihli Fransız Beyaz Kitabı, üst düzey yönlendirme ile savunma
kaynaklarının dağılımı arasında net bir bağ kuran faydalı bir model sunmaktadır. Bahse konu
doküman; batılı aktörlerin gerileyişi, gücün doğuya kayışı, stratejik belirsizlik ve devlet dışı
aktörlerin artan rolünü içerecek şekilde son dönemdeki jeostratejik eğilimlerin kapsamlı bir
değerlendirmesi ile başlamaktadır. Doküman, değişen stratejik şartların muhasebesini yapmakta;
risk, tehdit ve fırsatları belirlemekte ve bu çerçevede gerekli dış politika hedeflerini çıkarsamaya
ve ülkenin silahlı kuvvetlerinin bu hedefleri en iyi şekilde nasıl gerçekleştirebileceğini belirlemeye
çalışmaktadır. Bu tarz bir yaklaşım, üst düzey hedeflerden eylemsel tavsiyelere varılmasını
mümkün kılmaktadır. Öte yandan Fransa’nın 2008 tarihli stratejisiyle ilgili en büyük mesele,
geçerliliğini koruyup korumadığıdır. Nitekim 2012/2013 tarihli gözden geçirme çalışması da bu
nedenle yapılmıştır.
(19) Strateji çalışmasında İngiltere de aynı yaklaşımı benimsemiş olmakla birlikte,
İngiltere’nin hazırladığı dokümanda, hedeflerle araçlar arasındaki bağın daha az açık olduğunu
söylemek mümkündür. İngiltere, siber güvenlik ve terörizmi, millî güvenliğe yönelik iki temel tehdit
olarak tanımladığı için takdir edilirken, çare olarak uçak gemilerini önermesi eleştirilere konu
olmuştur. Bununla birlikte; 2010 tarihli Stratejik Savunma ve Güvenlik Gözden Geçirme
Dokümanı, ülkenin, küresel sahnedeki rolüne ilişkin algılamasını ortaya koymakta ve uygulamak
istediği dış politika vizyonunu çizmektedir. İngiltere’nin millî güvenlik stratejisi, ülkenin “dünyadaki
hususi rolünden” bahsetmekte ve İngiltere’nin “küresel değişimi şekillendirmede aktif ve yoğun bir
rol oynamaya devam edeceğini” varsaymaktadır. Bu durumda İngiltere, değerlerini ve uluslararası
arenadaki stratejik çıkarlarını mümkün olan yer ve zamanlarda geliştirmeye çalışacaktır. Nitekim
İngiltere’nin millî güvenlik stratejisinde, “mukayeseli üstünlüğümüz olan alanlara ağırlık
vermeliyiz… Diğer ülkelerden görece güçlü olduğumuz tüm alanlara yatırım yapabiliriz ve
yapacağız” ifadelerine yer verilmektedir.
5/16
(20) İç ve dış güvenlik arasındaki ayırım gittikçe kaybolurken, stratejik çıkarların her
yönden korunması ve geliştirilmesi ihtiyacı daha zorunlu hale gelmektedir. Nitekim Fransız
dokümanında da bu durum, “iç ve dış güvenlik arasındaki geleneksel ayırım artık geçerli değildir;
Fransa ve Avrupa, güvenliğin farklı tüm boyutlarını tek bir yaklaşımda birleştirecek şekilde
kapsayıcı stratejiler tanımlamalıdır,” şeklinde ifade edilmektedir.
(21) İngiltere de Fransa da, kendi başlarına hareket edebilme, savunma yeteneklerinin
tümüne sahip olma ve gerekli olduğu zamanlarda sınırları dışında güç kullanabilme imkân ve
yeteneklerini saklı tutmayı hedeflemektedir.
(22) Gerekli tüm askeri vasıtalar ve kapsamlı bir ana strateji ile desteklenmedikleri
durumlar olsa dahi, diğer Avrupa ülkelerinin de güvenlik stratejileri bulunmaktadır. Çek
Cumhuriyeti’nin güvenlik stratejisi dokümanı; stratejik ortamı geniş ve detaylı bir şekilde
değerlendirmekte, millî stratejik hedefler ortaya koymakta ve silahlı kuvvetlerin rol ve misyonlarını
da,
belirlediği hedeflere
göre şekillendirmektedir.
Bahse konu doküman; kabiliyetlerin
geliştirilmesi, sanayi politikası, savunma piyasaları, bütçe tahminleri, insan kaynakları ve kuvvet
planlaması konularını da sistematik bir şekilde ele almaktadır.
(23) Siyasi tarafsızlık geleneklerine rağmen (belki de bu gelenekleri nedeniyle), İsveç ve
Finlandiya da tutarlı ve kapsamlı stratejilere sahiptir. Finlandiya tarafından hazırlanan doküman;
AB’nin; NATO, BM, Afrika Birliği, Balkanlar, Türkiye, Ukrayna ve Rusya Federasyonu gibi
uluslararası oyuncularla ilişkilerine yönelik bir değerlendirme içerecek kadar geniş kapsamlıdır.
Bahse konu dokümanda, AB, stratejik bir aktör olarak telakki edilmekte ve Birliğin dünyadaki rolü
de bu bağlamda değerlendirilmektedir. Bu kapsamda doküman; AB’nin genişlemesinden ve
komşuluk politikasından, Barselona Süreci ve Akdeniz İçin Birlik’ten, Kuzey Avrupa’da ekonomik
refah ve güvenliği ilerletmeyi amaçlayan ve AB, Rusya, Norveç ve İzlanda’yı içeren Kuzey Boyutu
Girişimi’nden de bahsetmektedir.
(24) İsveç tarafından hazırlanan strateji dokümanı, bölgedeki şartlara ve ortama ve
Rusya’nın bölgedeki rolüne ilişkin samimi değerlendirmeleri nedeniyle dikkate değer bir
dokümandır. Dokümanda; “Rusya’daki siyasi gelişmeler; yolsuzluk, sivil toplumun bağımsızlığının
sınırlandırılması ve yükselen milliyetçilik unsurlarıyla, gittikçe daha otoriter bir nitelik
kazanmaktadır. Moskova’da karar alma sürecini belirleyen milliyetçiliktir. Son yıllarda Rusya,
küresel jeopolitik arenada süper gücünü yeniden kazanmak için askeri imkânları da dâhil olmak
üzere tüm imkânlarını seferber etmiştir”, ifadelerine yer verilmektedir.
(25) Finlandiya ve İsveç, stratejik yelpazenin iki ucu olan jeostrateji ile tedarik, sanayipiyasalar ve AR-GE’yi, üst düzey yönlendirmenin vasıtalara ilişkin spesifik kararlara dönüşmesini
mümkün kılacak şekilde ele almaktadır.
(26) Küreselciler: Bu grupta yer alan İspanya’nın strateji dokümanında görüldüğü üzere,
küreselci yaklaşımda, operasyonel/eylemsel hususların aksine, jeostratejik hususlara çok fazla
odaklanılmaktadır. İspanya tarafından hazırlanan doküman; temel uluslararası eğilimleri; “risk
6/16
çarpanları”nı (küreselleşme, demografik asimetri, yoksulluk, eşitsizlik, iklim değişikliği, teknoloji ve
aşırıcılık) tanımlayarak ve tehditleri de deniz, hava, kara, uzay ve siber uzay olarak alanlara
bölerek analiz etmektedir. Bahse konu doküman bilahare, bu alanların her birine yönelik olarak
dış politika hedefleri belirlemektedir.
(27) Hollanda tarafından hazırlanan güvenlik stratejisi de jeostratejik ortamdaki
değişimleri değerlendirmek üzere karmaşık bir metot kullanmakta ve çok faktörlü bir yaklaşım
kullanarak stratejik öngörü, orta vadeli analiz, risk değerlendirmesi, kısa vadeli ufuk taraması ve
stratejik planlamayı süzgeçten geçirmektedir.
(28) Hollanda ve İspanya’nın stratejilerinde, kavramlar ve değerlere ilişkin tamamıyla
teorik tartışmalara yer verildiği göze çarpmaktadır. İspanya tarafından hazırlanan strateji, “2005
yılındaki BM Dünya Zirvesi’nde kabul edilen ve soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ya da
insanlığa karşı suçlar gibi aşırı durumlarda kendi devletleri tarafından korunamayan halkların
uluslararası
toplum
tarafından
korunması
sorumluluğunu
ifade
eden
koruma
sorumluluğu(responsibility to protect) ilkesini desteklediğini” teyit etmektedir. Hollanda’nın strateji
dokümanı ise demokratik değerler sistemini ele almaktadır: “Eşit muamele ve ayrımcılığın
yasaklanması; din ve inanç hürriyeti; ifade özgürlüğü; örgütlenme, toplantı ve gösteri özgürlüğü;
özel hayata saygı; kişisel bütünlük. Düzgün işleyen bir demokratik devlet için gerekli olan bazı
sosyal değerler de temel değerler arasında yer almaktadır. Bu kapsamda; doğruluk, diğerleri için
empati ve sempati, diğerlerinin fikrine saygı ve kişinin kendi görüşünü değiştirmeye istekli olması
gibi değerlerin yanı sıra esneklik, sorumluluk bilinci, belli bir ölçüde pragmatizm ve belirsizliğe ve
kararsızlığa katlanabilmek gibi sosyal değerler de göz önünde bulundurulmalıdır”.
(29) İspanya ve Hollanda tarafından hazırlanan dokümanlarda en azından yenilikçi bir
analiz görülürken, diğer küreselcilerde gözlemlenen stratejik düşünce tarzı daha az orijinal ve
daha fazla alıntıdır. Örneğin, bu ülkeler tarafından hazırlanan strateji dokümanlarında uluslararası
ortamın değerlendirilmesine ilişkin olarak yer alan hususların; AB, NATO ve BM dokümanlarında
var olan risk ve tehditler envanterine başvurma eğiliminde olduğu görülmektedir. Almanya’nın
politika dokümanı, “bugün, risk ve tehditler; özellikle başarısız devletlerden, uluslararası terör
eylemlerinden, terörist rejimler ve diktatörlüklerden, bu rejimlerin dağılmasının neden olduğu
karışıklıklardan, suç ağlarından, iklimsel ve doğal afetlerden, göçle ilgili gelişmelerden, doğal
kaynaklar ve hammaddelerin arzında yaşanan sıkıntılardan, salgınlardan ve bilgi teknolojisi gibi
kritik alt yapıya yönelik olası tehditlerden kaynaklanmaktadır”, şeklinde ifade bulan risk ve tehdit
dökümü ile başlamaktadır. Her ne kadar açık ve iyi kaleme alınmışsa da, Almanya’nın
dokümanının geri kalanında, sıralanan bu tehditlere yönelik olarak silahlı kuvvetlerin nasıl
kullanılacağı hususu tamamen dışarıda bırakılmıştır.
(30) Macaristan ve Slovenya tarafından hazırlanan stratejiler de benzer şekilde risk ve
tehdit envanteri etrafında şekillenmektedir. Bu risk ve tehditlere tam olarak nasıl karşılık verileceği
hususuna gelindiğinde ise, yapılan analizler basmakalıp bir hal almaktadır. Macaristan tarafından
hazırlanan ve siber güvenliği millî güvenliğe ilişkin hayati bir endişe kaynağı olarak tanımlayan
7/16
strateji dokümanında, bu endişeye yönelik olarak alınabilecek önlemler konusunda ise tamamen
kaçamak bir yaklaşım benimsenmektedir. Zira konuyla ilgili olarak dokümanda, “siber uzaydaki
mevcut ya da potansiyel tehdit ve riskleri sistematik bir şekilde tanımlamak ve önceliklendirmek,
koordinasyonu güçlendirmek, toplumsal bilinci arttırmak ve uluslararası işbirliğinin sunduğu
imkânlardan istifade etmek öncelikle ele alınması gereken konulardandır. Kritik bilgi altyapısına
yönelik korumayı güçlendirmeye ilave olarak Macaristan, bilgi sistemlerinin güvenliğini arttırmaya
ve uygun düzeylerde siber savunma yeteneklerinin geliştirilmesine katkı sağlamaya gayret
etmektedir,” ifadelerine yer verilmektedir. Söz konusu tehditlerin örgütlü bir biçimde nasıl ele
alınacaklarını ortaya koymadan, bu tür tehditlerin ne denli kötü sonuçlar doğurabileceğini
vurgulamanın pek bir anlamı yoktur.
(31) Avrupa’daki bu doküman birikimi içinde, neredeyse hiçbir yerde, bu tür tehditlere
karşılık verebilmek için silahlı kuvvetler ve ilgili diğer millî makamlar arasında gerekli olan iş
bölümü hakkında bir tartışma bulunmamaktadır. Daha sıkıntılı olan bu hususlardan uzak
durmanın
bir
yolu
olarak,
soyut
kavramlara
ya
da
AB’nin
“dişsiz”
yönlendirmesine
başvurulmaktadır. Özetle küreselciler, stratejik hedeflere ulaşmak için neden ve nasıl değişiklikler
yapılacağını ortaya koymak yerine, meseleleri olduğu gibi anlatma eğilimindedirler.
(32) Yerelciler: Yerelciler de küreselciler gibi, stratejik yelpazenin bir ucuna daha ziyade
yoğunlaşmaktadır. Ancak yerelciler, daha geniş kapsamlı olan sonuçlara yönelen küreselcilerden
farklı olarak, vasıtalara odaklanmaktadır. Bu kategoride yer alan ülkelerin hazırladıkları güvenlik
stratejilerindeki temel mesele, Rusya’nın bir yandan tehdit, diğer yandan potansiyel ortak olarak
zikredildiği ve değişmekte olan bölgesel ortamda, toprak bütünlüğünü korumaktır. Örneğin,
Litvanya’nın 2012 tarihli Savunma Konsepti’nde, “Rusya Federasyonu ile işbirliğinin geliştirilmesi,
Baltık bölgesinde güvenlik ve istikrarı güçlendiren bir husustur. Rusya Federasyonu ile ikili
ilişkilerinde ve AGİT, AB ve NATO çerçevesindeki temaslarında açıklık ve karşılıklı güvenin tesis
edilmesi Litvanya’nın çıkarınadır”, ifadelerine yer verilmektedir.
(33) Yerelcilerin strateji dokümanlarında görülen, “konvansiyonel bir askeri tehdidin söz
konusu olmadığı” yönündeki aşikâr ısrar, devlet istikrarının ortadan kalkması hususuna yapılan
mükerrer atıfla dengelenmektedir. Bulgaristan’ın Beyaz Kitabı’nda, millî egemenliğe yönelen
yakın bir askeri tehdit bulunmadığı uzun uzadıya vurgulanmakta ve bir çatışmaya çekilme
olasılığının çok cüzi olduğu ifade edilmekte; bilahare ülkenin doğusu ile güneyindeki güvenlik
durumu kapsamlı bir şekilde ele alınmaktadır.
(34) Danimarka’nın
strateji
dokümanı
da
bölgesel
değerlendirmeler
çevresinde
şekillendirilmiş olup, bilhassa Kuzey Kutbu’ndaki duruma ve bu bölgedeki gelişmelerin Danimarka
kuvvetleri için olası sonuçlarına odaklanılmaktadır. Danimarka’nın dokümanında bahse konu
husus dışında jeostratejiye fazla yer verilmediği, esasen belgenin geri kalanının tümüyle
operasyonel hususlara ağırlık verdiği görülmektedir. Polonya’nın savunma stratejisi de üst düzey
stratejiyi bir kenara bırakmakta ve daha ziyade, ülkenin savunma sistemi ile topraklarına yönelik
bir saldırı ile ilgilenmektedir.
8/16
(35) Yerelcilerin stratejisi, yerelin ya da bölgeselin ötesine geçtiği vakit ise alıntı/türev
olarak kalmaktadır. Dokümanların birçoğu göstermelik ya da gösterişli/abartılı analizler
içermektedir. Romanya tarafından hazırlanan doküman, “Romanya’nın Millî Güvenliği: Avrupalı
Romanya, Avro-Atlantik Romanya, Demokratik, Daha Güvenli ve Daha Müreffeh Bir Ülkede Daha
İyi Bir Yaşam İçin” başlığını taşımaktadır. Başlığından da anlaşılacağı üzere, bahse konu
doküman detaylara girmemekte ve oldukça sıkıcı bir içerik sunmakta, Romanya’nın Avro-Atlantik
alanındaki yerine ve ortak değerler topluluğuna yaptığı vurgu lütfeden bir üslup taşımaktadır.
(36) Esasen Baltık ve Doğu Avrupa ülkelerinin çoğu, üzerinde mutabık kalınan NATO ve
AB görüşlerine başvurmakla yetinmektedirler. Slovakya, Bulgaristan ya da Polonya’nın stratejileri
yeni risk ve tehditlere ilişkin standart bir liste sunarak başlamaktadırlar. Daha sonra ülke
savunmasına ilişkin hususlara ve zorunlu askerlik, savunmanın sürdürülebilirliği ve sağlık
hizmetleri gibi tamamen farklı hususlara yönelmektedirler.
(37) Yerelciler arasında daha geniş kapsamlı stratejik düşünmeye yönelenler ise
genellikle NATO’ya ya da ABD’ye atıfta bulunmaktadır. Litvanya tarafından hazırlanan strateji,
“ABD’nin, Litvanya’nın en önemli stratejik ortağı olduğunu ve hem Litvanya, hem de bütün bölge
için güvenliğin tesisi açısından gerekli olduğunu, savunma konularında ve askeri konularda
Litvanya’nın en önemli stratejik ortağı olmaya devam edeceğini” beyan etmektedir. Danimarka’nın
stratejisi ise, “Danimarka’nın egemenliğinin, NATO’nun 5’inci maddesinde yer alan kolektif
savunma taahhüdü vesilesiyle güvence altına alındığını ve NATO’nun, Danimarka Silahlı
Kuvvetleri’nin uluslararası misyonlara katılımı için bir çerçeve sunduğunu” ifade etmektedir.
Benzer şekilde Estonya’nın strateji dokümanında da “savunma harcamalarının belirlenmesi için
NATO metodolojilerinin kullanıldığı” ifade edilmektedir.
(38) Bu grupta AB’ye atıfta bulunan doküman sayısı oldukça azdır. AB’nin, zikredildiği
dokümanlarda ise ya tamamlayıcı ya da NATO’dan sonra ikincil olduğu görülmektedir. Örneğin
Litvanya’nın stratejisinde, “Avrupa’nın askeri yeteneklerinin geliştirilmesinin NATO’nun askeri
yeteneğine katkı sağlaması gerektiği” ifade edilmektedir. Esasen bu hassasiyet, stratejik
dokümanların birçoğunda yer almaktadır. Nitekim Hollanda, İngiltere, Çek Cumhuriyeti,
Macaristan, Slovenya ve Almanya tarafından hazırlanan strateji dokümanlarında da bu tercih bir
şekilde yer almaktadır.
(39) Strateji hazırlama konusundaki müşterek girişimler, yerel endişelerle bağlantı
kuramadıkları takdirde eksik kalmaktadır. AB’nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası gayretleri
bu bağlamda eksik görünmektedir. Nitekim, bu eksiklikten kaynaklanan endişe, Lizbon
Antlaşması’nın, silahlı bir saldırı durumunda saldırıya uğrayan devlete diğer üye devletler
tarafından her türlü yardım ve desteğin sağlanmasını öngören karşılıklı yardım maddesinden3
bahseden Litvanya Devlet Savunma Konsepti’nde, “bu madde, siyasi dayanışmayı ilerletme
Bahse konu karşılıklı yardım hususu, Lizbon Antlaşması’nın 42.7’inci maddesinde, “Bir üye devletin ülkesinin silahlı
saldırıya uğraması halinde, diğer üye devletler, Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51’inci maddesine uygun olarak, bu devlete
kendi imkanları dâhilindeki tüm araçlarla yardım ve destekte bulunmakla yükümlüdür”, şeklinde ifade edilmektedir.
3
9/16
rolünü üstlenmektedir, ancak, Lizbon Antlaşması’nda bu maddenin uygulanmasına ilişkin bir
mekanizma bulunmamaktadır. Bu durumda Litvanya için, AB Güvenlik ve Savunma Politikası’na
ilişkin hususlardaki karar alma sürecinde azami yetki elde etmek önem arz etmektedir”, ifadeleri
ile dile getirilmektedir.
(40) AB’nin havuz oluşturup paylaşma gayretleri de benzer şekilde geri plana itilmektedir.
Litvanya’nın savunma konseptinde, “askeri yeteneklerin edinilmesi ve geliştirilmesine yönelik en
etkin çözümler NATO içinde aranmaktadır. İttifakın, askeri yeteneklerin birleştirilmesi ve
paylaşılması yönündeki işbirliği vasıtasıyla, İttifak için gerekli olan yeteneklerin maliyeti düşmüş
ve bu yeteneklerin edinilmesi daha mümkün hale gelmiştir,” ifadesi yer almaktadır.
(41) Bu gruptaki dokümanlarda jeostratejik bakış çoğu zaman çok daha pragmatik bir hal
almaktadır. Bulgaristan’ın Beyaz Kitabı’nda yer alan, “kısa vadeli hedef, Bulgar vergi
mükelleflerinin parasının harcanmasında hızlı ve gözle görülür bir verimlilik ve etkinlik artışı
sağlanmasıdır. Bu hedefe yönelik olarak, savunma maliyetlerini paylaşmak ve etkinliklerini ciddi
biçimde arttırmak için imkânlar sunan NATO ve AB üyeliklerinden istifade edilecektir,” ifadeleri bu
pragmatik yaklaşıma örnek teşkil etmektedir.
(42) Çekimserler: Bazı Avrupa devletlerinin, güvenlikle ilgili meselelerde stratejik
düşünceyi büyük ölçüde bir kenara bıraktıkları görülmektedir. Öncelikle, bütün ülkelerin, savunma
ve güvenlik politikalarını tek bir resmi ve kapsayıcı dokümana bağlama ihtiyacı hissetmediklerini
ifade etmek gerekir. Esasen, bu gruptaki ülkeler tarafından hazırlanan dokümanlardan sadece
birkaç tanesi güvenlik stratejisine benzemektedir. Belçika ve Lüksemburg tarafından hazırlanan
resmi dokümanlar, geçtiğimiz yıllarda savunma bakanları tarafından yapılan beyanatlara ve birkaç
savunma yasasına indirgenmiş durumdadır. Bu gibi durumlarda ise, stratejik savunma
planlaması, birbirinden ayrı dokümanlardan oluşan bir karışım temelinde yürütülmektedir.
Sentezlenmiş tek bir doküman olduğu durumlarda ise, bahse konu doküman çoğu zaman gayri
resmi ya da son derece dar görüşlüdür. Örneğin, İrlanda’nın güvenlik stratejisi, balıkçılık mevzunu
uzun uzadıya ele alırken, savunma planlaması gibi daha temel konulara değinmemektedir.
(43) Güvenlik stratejisi farklı ülkelerde farklı kurumsal yapılar tarafından ele alınmaktadır.
Tüm AB ülkelerinde tam teşkilatlı savunma yapılanmaları bulunmamaktadır. Örneğin Avusturya,
Malta ve Lüksemburg’da tek resmi işi savunma olan bakanlıklar mevcut değildir. Farklı kurumların
işin içine girdiği durumlarda ise, millî stratejilerin alacağı şekil ve stratejinin ülkenin savunma
planlama sistemine nasıl dâhil edileceği hususlarında uzlaşma sıkıntısı çekilmektedir. Ülkelerin
yapılanmalarındaki bu farklılıklar, stratejik portföylerinin ağırlığını ve işlevini de etkilemektedir.
(44) Avusturya, Belçika, Lüksemburg ve Portekiz; strateji dokümanlarını İngilizceye
çevirmeye değecek kadar dahi önemli görmemektedir. Bu durum, bilgi paylaşımını engellemekte
ve Avrupalılar arasında konuyla ilgili tartışmalar gerçekleşmesini önlemektedir.
(45) Avareler: Bu stratejilerin pek çoğu acınacak kadar eski tarihlidir. Mali krizin başladığı
2007 yılından önce hazırlanan herhangi bir strateji dokümanının, savunma planlaması için
10/16
anlamsız bir temel olacağı kabul edilmelidir. Oysa 2012 yılında, güvenlik stratejilerinin neredeyse
yarısı bu durumdaydı. Bununla birlikte, bazı dokümanlar, ekonomik ve stratejik gelişmeleri dikkate
almak amacıyla 2012’den bu yana güncellenmiş olup, bu kapsamda Macaristan, Litvanya,
Letonya, Slovakya, Portekiz, İrlanda, Romanya, Fransa, Lüksemburg ve “Kıbrıs”ın bu yıl içinde
yeni dokümanlar hazırlamaları beklenmektedir. Güvenlik stratejisi bulunmayan yegâne ülke olan
“Kıbrıs”ın da bu yıl içinde strateji dokümanını tamamlaması beklenmektedir.
(46) Öte yandan güncellik bağlamında sıkıntı arz eden örnekler de bulunmaya devam
etmektedir. Bu kapsamda Yunanistan, 1997 tarihli en son strateji dokümanı ile uç bir örnek teşkil
etmektedir. İtalya da stratejik gayesizliğin bir diğer örneğini teşkil etmektedir. Zira en güncel
İtalyan Beyaz Kitabı, 11 Eylül saldırılarının ardından 2002 tarihinde yayımlanmış olup; ülkenin,
millî savunma ihtiyaçlarını sistematik bir şekilde ele alan bir dokümanı bulunmamaktadır.
Dolayısıyla, mevcut stratejik portföyünün, çok ciddi bütçe kısıtlamaları ve benzeri görülmemiş bir
küresel değişim yaşandığı bir dönemde, İtalya’yı, geleceğe ilişkin herhangi bir vizyondan mahrum
bıraktığı görülmektedir. Bu tarz bir stratejik vizyon yoksunluğunun, Avrupa’da askeri olarak
önemsiz sayılamayacak bir ülkeden gelmesi ise endişe vericidir.
(47) Sonuç olarak, Avrupa’daki strateji dokümanlarından sadece birkaç tanesi stratejik
hedefleri operasyonel araçlara bağlamak suretiyle, kapsamlı olma testini geçebilmiştir.
Dokümanların birçoğu güncellik testinden kalmıştır. Bu olumsuzluklarına rağmen bahse konu
dokümanların, sağladıkları demokratik hesap verebilirlik ya da güvenlik ve savunma meselelerine
kazandırdıkları görünürlük vesilesiyle faydaları olduğu söylenebilir. Ancak bu dokümanların
savunma kaynaklarının tahsisatı için sağlam bir temel sundukları söylenemez.
(48) Şayet stratejik vizyon, önündeki yolun görülmesi anlamına geliyorsa, Avrupa’daki
savunma ve güvenlik yapılanmalarının pek çoğu, gözleri dikiz aynasında sabitlenmiş bir şekilde
çalışmaktadır. Bu durum, etkin hız ve yön değişimini neredeyse imkânsız hale getirmektedir. Bu
nedenle de Avrupa ülkeleri tarafından gerçekleştirilen savunma planlamasının büyük bir bölümü
direksiyona mümkün olduğunca az dokunarak, durumu muhafaza etmeye yöneliktir. Bu nedenle
de AB ülkeleri, mali krize, havuz oluşturmak ve paylaşmak yerine; Avrupa’nın bütününe nasıl bir
etki yapacağını düşünmeksizin, ya sahip olduklarına tutunmak ya da bazı tek taraflı kısıtlamalara
gitmek suretiyle karşılık vermişlerdir.
(49) Bu miyopluğun sonuçları artık gayet iyi bilinmektedir. Avrupa’nın, toplam 200 milyar
Avro’ya yaklaşan ve Rusya ve Çin’in toplam harcamalarından fazla olan kaynaklarını faydalı bir
savunma çıktısına dönüştürmekteki verimsizliği artık açık bir şekilde görülmektedir. Çok fazla
sayıda asker bulunduran yapılar modern teçhizattan mahrum bırakılmakta ve tekrarlanan niyet
beyanlarına rağmen, araştırma ve teknoloji yatırımlarından kesinti yapılmaktadır. Bu durumun bir
sonucu olarak da, Avrupa’nın görece mütevazı bir hava harekâtı düzenleme ve sürdürme yetisi,
2011 yılında Libya’da ve bu yıl Mali’de gözler önüne serilmiştir.
11/16
(50) Avrupa’daki uyumun nasıl arttırılacağı: Aralık 2013 tarihli AB Zirvesi’nde savunma
konusunun görüşülmesi planlanmaktadır. Bu kapsamda Konsey Başkanı Rompuy tarafından
aşağıdaki önerilerin gündeme getirilebileceği akla gelmektedir:
(51) Bir Avrupa Savunma Sömestri: 17 Avrupa hükümetinin kendi bütçelerini Avro
bölgesindeki diğer ortaklarının incelemesine açması halinde, millî savunma planlamalarıyla ilgili
daha sistematik ortak bir hesap üzerinde anlaşılması mümkün olacaktır.
(52) Hantal savunma yapılanmasının yönünü değiştirmek kolay olmayacaktır. Baskın bir
şekilde millî olan bir yoldan, müşterek bir yola geçmek konusunda ciddi iseniz gerekli değişiklikleri
önceden planlanmak gerekecektir. Son yılların tecrübesinin de teyit ettiği şekilde, “bu yıl içinde
ortak bir projeye yatırmak üzere kimin fazla parası var?” diye sorduğunuzda cevap her zaman
olumsuz olacaktır. Dolayısıyla ilk olarak millî savunma planlarının paylaşılması, bir başka deyişle,
her bir üye ülkenin diğer üyelere, müteakip yıllarda savunmaya yapmayı planladığı harcamayı
söylemesi gerekmektedir. Avrupa Savunma Ajansı tarafından yönetilebilecek olan ve bilgi
paylaşımını içeren bu karşılıklı süreç; Avrupa savunma harcamalarındaki duplikasyonu ve israfı,
üye ülkeler arasındaki mevcut ve gelecekteki yetenek farklılıklarının büyüklüğünü ve doğasını,
millî programların birbirleriyle uyumsuzluğunu ortaya çıkaracak ve en önemlisi, işbirliğine dayalı
yeni projelerde gayretlerin ve kaynakların bir araya getirilmesi suretiyle, daha az harcama
yapılarak daha fazla sonuç elde edilmesini sağlayacak imkânlar sunacaktır.
(53) Örnek birleştirici projeler: Savunmaya ilişkin bir Avrupa sömestri başlatılsa dahi,
savunma konusunda mevcut olan kökleşmiş muhafazakârlık ve riskten kaçınma yaklaşımı ile
karşı karşıya kalınacaktır. Bu nedenle Aralık 2013 tarihli zirvede, bir ya da iki örnek ve birleştirici
proje taslağı talep edilmelidir. Bu kapsamda, Avrupa hava sahasının güvenliğinin ortak polisiye
çalışmalarla sağlanması, yüz milyonlarca Avro tasarruf ettirebilecek aday bir projedir. Burada
sağlanan tasarruflar, müşterek bir Avrupa Taarruz Gücü için kullanılabilir ki iki yıl önce Libya hava
harekâtı sırasında keşif, ikmal gibi konularda Amerikalılara ihtiyaç duyulmadan hava harekâtının
gerçekleştirilebilmesi için Avrupalıların böyle bir ortak yeteneğe ihtiyaçları bulunmakta idi.
(54) Burada önerilen, ortak finanse edilen ve uluslarüstü bir birim tarafından kumanda
edilen daimi bir ordu değildir. Daha ziyade, Avrupa’nın “bir diğer Libya” için nelere ne miktarda
(kaç seyir –cruise- füzesi, kaç insansız keşif uçağı) ihtiyaç duyacağını belirlemek; farklı üye
ülkelere farklı ihtiyaçların tedariki sorumluluğunu vermek ve hâlihazırdaki dengesiz ve yararsız
stok ve kuvvet yapılarından, bir araya getirildiklerinde etkin bir kapasite oluşturan ulusal katkılara
geçişi mümkün kılan bir dönüşüm sağlayacak toplu bir gayret gösterilmesidir.
(55) Havuz oluşturup paylaşma girişimi şu ana kadar başarılı olamamıştır, zira liderler,
ilkesel olarak bu girişimi onaylamakla yetinmiş, ardından ekiplerine görüşlerini sormuşlardır. Şu
andaki ihtiyaç, görüşlerine başvurulan ekiplerin önerilerde bulunmakla yetinmeyip, detaylı
değişiklikler içeren kesin planlar sunmalarıdır. Bu planlara yönelik çok ciddi itirazlar olması
halinde ise bu itirazlar ortaya konulmalı ve ciddi olarak değerlendirilmelidir. Örneğin, Almanlar
12/16
önemli bir rol üstleneceği için ve bu noktada gerçek bir güven sorunu bulunduğu için bir Avrupa
Taarruz Gücü’nün hiçbir zaman gerçekleştirilemeyeceği yönünde zımni bir kabul mevcuttur.
Ancak yapılması gereken, ümitsizliğe kapılmak yerine, bu sorunu bertaraf edebilecek yollar
bulmaktır. Bu kapsamda, Bundestag’ın, bu endişeleri önlemek üzere güvence verecek bir öneride
bulunması ya da Almanya’ya, havada yakıt ikmali gibi öldürücü niteliği bulunmayan bir rol
verilmesi gibi bu güven sorununu aşmaya yönelik alternatifler üzerinde düşünülmelidir.
(56) Strateji Zamanı: Savunma planlamasında karşılıklı hesap verebilirlik sağlanması
yönünde elde edilebilecek bir gelişme ve üye ülkelerin birlikte gerçekleştirecekleri birkaç büyük
projenin ciddi olarak ele alınması, mümkün olması halinde, Aralık 2013 tarihli AB Zirvesi için
önemli adımlar olacaktır. Ancak, Avrupa savunma projesinin başarılı olabilmesi için, 27 üye
ülkenin tamamının ya da çoğunluğunun, Avrupalıların dünyada belli bir ağırlığa sahip olmaya
devam etmesini istiyorlarsa işbirliği yapmak zorunda olduklarını; savaş için olduğu kadar güç ve
nüfuz için de etkin silahlı kuvvetlere sahip olmaları gerektiğini; etkin silahlı kuvvetlere sahip
olduktan sonra bu durumun devamlılığını sağlamanın çok daha fazla karşılıklı bağımlılığa razı
olmayı gerektireceğini kabul etmeleri gereklidir.
(57) Üye ülkelerin ortak bir savunma projesi üzerinde uzlaşmaya varabilmeleri için yoğun
bir çalışma süreci gerekecektir. Bu süreçte ortak bir çaba ile stratejik ortamın nasıl değiştiği ve
gelecekte nasıl değişebileceği; çıkarlarını ve değerlerini korumak ve gelecek nesillerin güvenliğini
ve refahını temin etmek için Avrupalıların hangi varlıklara sahip olmaları gerektiği; sahip olunan
varlıkların nasıl ve nerede en iyi şekilde kullanılacağı belirlenmelidir. Özetle, Avrupa için bir
strateji tanımlama, bir diğer deyişle küresel ortamda ne gibi bir rol üstlenmek istediğine karar
verme ve sahip olduğu vasıtaları belirlediği bu role uygun şekilde kullanacak yolları tespit etme
zamanı gelmiştir.
(58) Avrupa’nın bir strateji geliştirmesine ilişkin olarak çeşitli kurumlar ve analistler
tarafından gündeme getirilen öneriler bulunmaktadır. Bu yılın Aralık ayındaki AB Zirvesi’nde,
Konsey Başkanı Van Rompuy’un, var olan bu entelektüel momentumu, Avrupa için resmen kabul
edilmiş bir büyük strateji
(grand strategy) hazırlanmasını sağlayacak şekilde yönlendirmesi
faydalı bir adım olacaktır. Bilahare yapılacak hazırlık çalışmaları kapsamında, Brüksel
kurumlarının hantallığını bertaraf etmek üzere “akil adamlar grubu” oluşturulması gibi yöntemler
üzerinde durulabilir. Asıl mesele, bir strateji olmadan, savunma alanında yapılan girişimlerin
başarılı olamayacağı ve Avrupa’nın kendisine bir strateji hazırlamasının zamanının çoktan gelmiş,
hatta geçmiş olduğudur.
3. SONUÇ :
a. Avrupa Dış İlişkiler Konseyi adlı düşünce kuruluşu tarafından yayımlanan “Avrupa’nın
Stratejik Karmaşası” başlıklı çalışmada; hem üye ülkeler, hem de AB düzeyinde güvenlik ve
savunma stratejileri bağlamında yaşanan karmaşadan bahsedilmektedir. Bahse konu çalışma, AB
üyesi ülkelerin pek çoğunda, hedeflerle mevcut vasıtaların bu hedeflere yönelik olarak
13/16
kullanılması arasındaki bağı kuran güncel bir güvenlik stratejisi bulunmadığını dile getirmekte; bu
eksikliğin, Birlik düzeyinde bilgi paylaşımı sağlanamaması ve AB’nin küresel rolüne ilişkin ortak bir
vizyon oluşturulamaması ile birleşince, Avrupa’da güvenlik ve savunma konularında bir
karmaşaya neden olduğunu savunmaktadır.
b. Söz konusu karmaşanın bertaraf edilebilmesi için, AB’nin küresel sistemde bulunmak
istediği konumu ve bu konuma ulaşmak için mevcut ve edinilecek imkânların nasıl kullanılacağını
içeren ortak bir strateji geliştirilmesi gerektiğini savunan çalışmada, Aralık 2013 tarihinde
gerçekleştirilmesi planlanan AB Zirvesi’nin bu çerçevede bir fırsat sunabileceği ileri sürülmektedir.
c. AB, son mali ve ekonomik krizde yaşadığı önemli sıkıntılara rağmen, ortak para
kullanımına varan başarılı bir ekonomik entegrasyon örneğidir. Birliğin, benzer bir başarıyı siyasi
arenada da göstermek istediği, uluslararası arenada etkin bir aktör olmayı arzu ettiği aşikârdır. Bu
arzusu doğrultusunda tek ses olmanın ve krizlere zamanında ve etkili müdahalenin önemli bir
araç olduğunun farkında olan AB, Lizbon Antlaşması ile bu konuda elini güçlendirecek bazı
değişiklikler getirmiştir. Avrupa Konseyi Başkanlığı ile Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek
Temsilciliği makamlarının oluşturulması, Yüksek Temsilci’yi desteklemek üzere Avrupa Dış
İlişkiler Servisi’nin kurulması, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’nın Birlik politikası olma
niteliğini ön plana çıkarır şekilde Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası olarak adlandırılması,
Birliğin bu arzu doğrultusunda attığı adımlardır.
d. Gerçekleştirilen bu kurumsal değişikliklerin önemli adımlar olduğu açıktır. Ancak, AB’nin
uluslararası arenada etkin bir aktör olabilmesi için bu kurumsal düzenlemelerin başka adımlarla
desteklenmesi gerektiği değerlendirilmektedir.
Bu kapsamda atılması gereken öncelikli
adımlardan birinin, Avrupa’nın Stratejik Karmaşası başlıklı çalışmada da vurgulandığı üzere,
AB’nin, ortak ve güncel bir güvenlik stratejisi geliştirmesi olduğu düşünülmektedir. Zira AB halen,
2003 yılında hazırladığı ve 2008 yılında uygulamasını gözden geçirdiği bir güvenlik stratejisine
sahiptir4. Aradan geçen yaklaşık 10 yıllık zaman zarfında hem AB’de, hem de küresel düzeyde
Zamanın Ortak Dış ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Javier Solana’nın sorumluluğunda hazırlanan “Daha İyi
Bir Dünyada Güvenli Bir Avrupa - Avrupa Güvenlik Stratejisi” başlıklı doküman, 12 Aralık 2003 tarihli AB Zirvesi’nde
kabul edilmiştir. Söz konusu belgede, Avrupa’nın, terörizm, kitle imha silahlarının yayılması, bölgesel çatışmalar, kötü
yönetim ve organize suçlar gibi daha çeşitli, daha az görülebilir ve daha az tahmin edilebilir yeni risklerle karşı karşıya
olduğu ifade edilmektedir. Küresel boyutta düşünüp, bölgesel boyutta hareket edilmesi gerektiğini savunan belgede,
güvenliğini korumak ve değerlerini geliştirmek için AB’nin, tehditlerle mücadele etmek, komşu bölgelerde güvenliğin
sağlanması ve etkin çok taraflılığa dayalı uluslararası düzenin tesisi şeklinde üç stratejik hedefi olduğu belirtilmektedir.
Uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasında temel sorumluluğun BM Güvenlik Konseyi’ne ait bulunduğunun ve
uluslararası sistemin temel öğelerinden birinin Atlantik ötesi ilişkiler olduğunun altını çizen belgede, AB’nin, daha
yetenekli olabilmek için askeri güçlerini, yeni tehditlerle başa çıkabilecek daha esnek seyyar kuvvetler haline getirmesi;
savunmaya daha fazla kaynak ayırması ve kaynaklarını daha etkin bir şekilde kullanması gerektiği sonucuna
varılmaktadır.
Aralık 2007 Zirvesi’nde, ODGP Yüksek Temsilcisi’nden, Avrupa Güvenlik Stratejisi’nin uygulama durumunu
değerlendirerek, uygulamanın iyileştirilmesine yönelik önerileri de içerecek bir raporu Aralık 2008 tarihli Zirve’ye
sunması istenmiştir. Solana’nın, 11-12 Aralık 2008 tarihli Zirve’ye sunduğu raporda; geçen 5 yıllık zaman zarfında
Güvenlik Stratejisi’nin başarıyla uygulandığı; Gürcistan ve Afganistan örneklerinde görüldüğü üzere, AB’nin krizlere
müdahale konusunda ilerleme kaydettiği; güvenliğin muhafaza edilmesi ve vatandaşların beklentilerinin karşılanması
için Birliğin olayları şekillendirmeye hazır olması gerektiği, bunun ise ancak daha stratejik düşünerek ve tüm dünyada
daha etkin ve daha görünür olarak mümkün olabileceği; zamanında ve uyumlu bir şekilde hareket edildiği, doğru
imkânlar ve kamuoyu desteği bulunduğunda daha başarılı olunduğu; AB’nin daha uyumlu, daha ehil ve daha aktif
olması gerektiği; bu bağlamda sivil ve askeri yeteneklerin aşamalı olarak güçlendirilmesine ihtiyaç duyulduğu; AB ile
NATO arasındaki stratejik ortaklığın güçlendirilmesi gerektiği ifade edilmektedir. Bahse konu Zirve’nin Sonuç
4
14/16
yaşanan gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda, mevcut koşullar çerçevesinde Birliğe genel
bir yönelim kazandıracak güncel bir güvenlik stratejisinin gerekliliği daha iyi anlaşılmaktadır.
e. AB’nin, uluslararası arenada etkin olma hedefine yönelik müteakip adımlarının ise
uygulamaya yönelik olması gerektiği düşünülmektedir. Zira, Lizbon Antlaşması ile getirilen
değişikliklere rağmen, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile Ortak Güvenlik ve Savunma
Politikası’nı klasik anlamda Birlik “ortak politikaları”ndan ziyade üye ülkelerin dışişleri ve güvenlik
konularında koordinasyon ve işbirliği çabaları olarak değerlendirmek daha doğrudur. Ortak
Güvenlik ve Savunma Politikası alanında kullanılacak gerekli kaynakların tamamına yakınının üye
ülkelerin ulusal kontrolü altında bulunması, Lizbon Antlaşması’nda nitelikli oyçokluğu usulü genel
kural olarak kabul edilmesine rağmen, güvenlik ve savunma alanlarında oybirliği usulünün
korunması bu değerlendirmeyi teyit eden hususlardır. Şayet uluslararası sistemde belirleyici bir
küresel güç olmak istiyorsa, AB’nin; dış ilişkiler, güvenlik ve savunma alanlarında ortak hareket
etmesini sağlayacak yeni düzenlemeler getirmesi gerektiği açıktır.
f.
Uygulamaya dönük olarak atılması gereken bir diğer adım ise Avrupa Savunma Ajansı’nın
verileri incelendiğinde ortaya çıkmaktadır. AB bünyesinde faaliyet gösteren Avrupa Savunma
Ajansı’nın 07 Mart 2012 tarihli verilerine göre, 2010 yılında ABD tarafından gerçekleştirilen toplam
savunma harcamaları 520 milyar Avro iken, aynı dönemde Avrupa Savunma Ajansı üyesi 26 AB
ülkesi tarafından gerçekleştirilen savunma harcamaları 194 milyar Avro olarak kaydedilmiştir.
Ajansın verilerine göre ABD, gayrisafi yurtiçi hâsılasının %4,8’ini savunmaya ayırırken, AB için bu
oran %1,6’dır. 2010 yılında 26 AB üyesinin savunma alanında AR-GE’ye ayırdığı rakam 9 milyar
Avro olarak gerçekleşirken, ABD tarafından AR-GE’ye ayrılan rakam 58 milyar Avro olmuştur.
Ajansın, asker sayılarına ilişkin verilerine bakıldığında da benzer bir durum ortaya çıkmaktadır:
ABD’nin tek başına sahip olduğu askeri personel sayısı 1,4 milyon iken, Avrupa Savunma Ajansı
üyesi 26 AB ülkesinin asker sayısı 1,6 milyondur. AB’nin savunma harcamalarının son yıllardaki
değişimine bakıldığında ise 2007 yılında %1,5 artan savunma harcamalarında müteakip yıllarda
sırasıyla %-1,5, %-3,5 ve %0 değişim kaydedildiği görülmektedir. Bu veriler de göstermektedir ki
Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’nı geliştirmeye; gerek NATO imkân ve kabiliyetlerini
kullanarak, gerek otonom AB operasyonları düzenleyerek bölgesel ve küresel krizlere müdahil
olabilme yeteneğini güçlendirmeye çalışan AB, savunma harcamalarını artırmak konusunda bu
hedefi ile orantılı bir tutum sergilememektedir. Ancak, Avro bölgesinde yaşanan ekonomik kriz
göz önünde bulundurulduğunda, AB’nin yakın gelecekte savunma harcamalarında bir artışa
gitmesi olası görülmemektedir. Bunun farkında olan AB, eldeki kaynakların makul bir şekilde
harcanması yoluyla azami sonuçlara ulaşılmasını hedefleyen havuz oluşturup paylaşma (pooling
and sharing) yöntemini kullanmaya karar vermiş ve bu kapsamda bazı ortak projeler üzerinde
çalışmaya başlamıştır.
Bildirgesi’nde ise, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’na yeni bir ivme kazandırılması gerektiği; bu kapsamda, bu
politikanın, BM Şartı’ndaki ilkelere uygun olarak, NATO ile tamamlayıcılık çerçevesinde, AB ile NATO arasındaki
stratejik ortaklığa dair uzlaşılmış çerçeve içinde ve her iki örgütün karar alma otonomilerine uygun olarak geliştirilmeye
devam edilmesi gerektiği belirtilmekte, Solana’nın raporunda yer alan analizlerin paylaşıldığı ifade edilmektedir.
15/16
g. Sonuç olarak, küresel krizin olumsuz etkileriyle mücadele etmek için mali ve ekonomik
entegrasyonu derinleştirmeye çalışan AB’nin, dışişleri ve güvenlik konularında yukarıda arz edilen
eksikliklerin de farkında olduğu ve bu nedenle 13–14 Aralık 2012 tarihli AB Zirvesi’nde alınan
karar gereğince, Aralık 2013 tarihli zirvede Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’nın
güçlendirilmesi ve Birliğin sivil ve askeri yeteneklerinin geliştirilmesine yönelik önerilerin gündeme
getirilmesini kararlaştırdığı düşünülmektedir. Ancak; ekonomik ve mali kriz nedeniyle, Birliğin
dağılması, çok vitesli hale gelmesi ya da entegrasyon düzeyini artırması gibi geniş yelpazede
alternatiflerin gündeme geldiği bir dönem yaşanmaktadır. Böyle bir ortamda, Aralık 2013
tarihindeki Zirve’den olumlu mesajlar çıksa dahi, ancak, merkez ekonomilerinin yönlendirmeleri ve
özverileri ile bu krizden çıkılabildiği takdirde AB’nin mali anlamda olduğu kadar siyasi anlamda da
güçlenebileceği ve Birlik anlayışının çevre ülkeler tarafından daha fazla benimsenebileceği;
Birliğin, içinde bulunduğu stratejik karmaşadan çıkmasına yönelik somut adımların da ancak bu
durumda atılabileceği düşünülmektedir.
16/16

Benzer belgeler