Mayıs - Haziran 2009 Sayı:12
Transkript
Mayıs - Haziran 2009 Sayı:12
MAKRO | Editör Makro Vizyon’da özel günlerin heyecanı var Uzun ve sıcak günlere merhaba dediğimiz bugünler, aynı zamanda yıl içerisindeki en özel günleri de içine alıyor. Makro Vizyon da yine özel günlerinizi, dopdolu içeriğiyle, sizlerle paylaşmaya hazır. Mayıs ve Haziran ayları... Mübarek üç aylara girdiğimiz ve Regaip Kandili heyecanını yaşadığımız Mayıs ve Haziran ayları, aynı zamanda pek çok önemli günü de kapsıyor. Bizi büyüten, eğiten, bizimle ağlayıp bizimle gülen annelerimizin, yine aynı şekilde en zor anlarımızda bizlere kol-kanat geren babalarımızın en mutlu günlerini biz de unutmadık. Bir de tabi 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı var. Ulu Önder Atatürk ve silah arkadaşlarını, genç-yaşlı demeden vatan toprağını düşmandan kurtaran atalarımızı saygıyla anıyor, dünyada yaşanan tüm karışıklıkların arasında milli bayramımızı tüm içtenliğimizle kutluyoruz. Empatinin önemi Bayram, kandil, mübarek günlerin yanında, Makro Vizyon olarak bu sayıda insan ilişkilerinin ve empatinin önemine değindik. İletişim teknolojilerinin hızla geliştiği ancak insan ilişkilerinin ne yazık ki giderek daha da zayıfladığı günümüz dünyasında birbirimizi daha çok dinlemeye ve daha iyi anlamaya ihtiyacımız var. Geçim sıkıntısının arttığı, yoğun temponun bizi sarmaladığı uzun ve yorucu günler, ne yazık ki stresi arttırıyor ve bu da çevremizdeki insanlara karşı daha tahammülsüz olmamıza yol açıyor. İşte biz de bu yüzden, Makro Vizyon olarak, empati kurmanın kolay yollarını, bu sayıda sizlerle paylaşıyoruz. Makro Vizyon’da Eurovision heyecanı Tüm dünyanın heyecanla beklediği Eurovision Şarkı Yarışması, Mayıs ayında gerçekleşecek. Türkiye’nin kalbi ise Hadise ile “Düm Tek Tek” atıyor. Bugüne kadar bir kez birincilik kazandığımız Eurovision’da bu sene oldukça iddialıyız. Hatta dünya ülkelerinden aldığımız olumlu tepkiler, heyecanımızı daha da arttırıyor. Biz de hem Eurovision Şarkı Yarışması’nın şöyle bir tarihine uzandık, hem de Hadise’nin Eurovision heyecanını sizlerle paylaştık. Sıcak ve güneşli günler, keyifli okumalar dileriz. MAKRO | İçindekiler s 32 GÜNCEL 20 l Annenize özel bir gün l 19 Mayıs l Babalar Günü bir arada daha özel s GÜNDEM 28 l Uzmanlar uyarıyor: Domuz Gribi yayılıyor l Keneden korunma yöntemleri s RÖPORTAJ 36 Doç. Dr. Erol Göka s YORUM 42 Mehmet Songör: File bülbülüm file... s KONUK 44 Hadise s HABERLER 6-18 l l l l l l l l l l l l 4 | M ay ı s - H a z i ra n 2009 Makromarket’ten Kayseri’ye 2 mağaza daha Makromarket Çayyolu’nda Makromarket’ten Malatya’da bahar şenliği Samsunlu çocuklar Makro AVM’de şenlendi Makromarket’ten 1. Engelsiz Yaşam Şenliği’ne büyük destek Hayat Koleji ve Makromarket’ten şah ve mat Makro kaliteli hizmet, Kayseri’de yayılıyor Makromarket Mersin’deki yatırımlarına büyük hızla devam ediyor Makromarket’ten Ankara Site Yıldız’a bir mağaza TPF’den “Güvenilir Gıda Sağlıklı Yaşam” kampanyasına tam destek Makromarket’ten annelerimiz için anlamlı gün Makro AVM’de Anneler Günü’ne özel etkinlikler BİR PORTRE 48 Aşık Veysel s İnsan ilişkileri ve empati s s KAPAK 32 SAĞLIK 50 Bahar alerjilerine dikkat! s GÜNCEL 52 l Dikkat! Çevremiz kirleniyor l Sağlıklı yaşam için süt için, süt içirin l Trafik canavarı olmayalım! s ÜÇ AYLAR 58 Mübarek Üç Aylar başlıyor s 24 GIDA KÜLTÜRÜ 60 Kahvenin mis kokulu öyküsü s 46 RÖPORTAJ 62 Muhammet Fatih Dereli s RÖPORTAJ 64 Erol Bulut s DOĞADAN 66 Su hayattır! s PSİKOLOJİ 68 Sınav dönemi yaklaşıyor! s GIDA KÜLTÜRÜ 72 TUZ - Azı karar, çoğu zarar s DEKORASYON 74 Eviniz için aydınlatma önerileri s s 92 Makromarket Adına Sahibi Mustafa Songör Genel Yayın Yönetmeni Nuray Erdoğan Yazı İşleri Müdürü Hünkar Sibel Görel Yazı İşleri Bikem Öğünç Grafik Tasarım Murat Çakır Reklam Tasarım Zafer Mert Aydın Güdüllü Cenk Atarer Mücahit Aktaş Fotoğraf Salih Yılar Yayına Hazırlık SAĞLIK 76 Beslenirken sağlığınızdan olmayın 60 MAKRO VİZYON MAYIS-HAZİRAN 2009 SAYI: 12 GÜZELLİK 80 Saç bakım tüyoları s SPOR 86 Tarihte bir bisiklet turu... s s s 90 Pratik bilgiler 92 Lezzetli tarifler 94 Ödüllü bulmaca Bahçelievler Mh. Talatpaşa Cd. Köroğlu Sk. Keskin 2 Apt. No:9/2 Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 441 37 08 www.medyapan.com Renkayrım/Baskı ve Cilt Arkadaş Form Matbaa Yayın Türü Yerel Süreli Yönetim Yeri Şeref Makromarket A.Ş. Saray Mah. Gıdacılar Cad. No: 11 06980 Sarayköy - Kazan / Ankara www.makromarket.net [email protected] M ay ı s - H a z i ra n 2 0 0 9 | 5 MAKRO | Haberler Makromarket’ten Kayseri’ye 2 mağaza daha Makromarket Beyazșehir Makromarket Beyazșehir Makromarket, kaliteli hizmet anlayışını Türkiye ile buluşturmaya devam ediyor. Ofis-Evim mağazalarının Makromarket konseptine dönüşümü sürecinde Kayseri’de 2 mağazayı aynı gün açan Makromarket, açılışlarına hız kesmeden devam ediyor. Makromarket, 2 Mayıs Cumartesi günü Beyazşehir ve Sanayi mağazalarını yeni görünümüyle Kayserililerin hizmetine açtı. 6 | M ay ıs - Ha zira n Beyazşehir ve Sanayi mağazalarının açılış töreni, Makromarket Genel Müdürü Mustafa Songör, Yönetim Kurulu Üyeleri ve çok sayıda Makromarket müşterisinin katılımıyla gerçekleştirildi. Açılışta Makromarket müşterilerine, yine birçok üründe şok indirimler, özel promosyonlar, hediyeli satışlar Makromarket Sanayi 2009 ve ikramlar sunulurken, indirimli ürünlere müşterilerin yoğun ilgisi zaman zaman izdihama yol açtı. Makromarket Çocuk Tiyatrosu’nun gösterileri ve Grup Yağmur’un muhteşem konserinin yanı sıra, halk oyunları ekibinin gösterileri de açılışları renklendirdi. Makromarket, çizgi ötesi hizmet kalitesini Kayseri Sanayi mağazasında, 1600 metrekare alana sahip satış alanı, işinin uzmanı 16 çalışanı ve 3 kasasıyla ortaya koyarken; Beyazşehir mağazası da 1700 metrekare satış alanında, 24 çalışanı ve yine 5 kasasıyla kaliteli alışveriş farkını sunuyor. Rekabetin çok yoğun yaşandığı günümüz perakende sektöründe istikrarlı büyüme çizgisini sürdüren Makromarket, müşteri memnuniyetini en üst seviyede tutup sağlam ve güçlü altyapısıyla Türkiye’nin en büyük yerli markası olma yolunda ilerliyor. Makromarket Sanayi MAKRO | Haberler Makromarket Çayyolu’nda Anadolu’nun yerli markası Makromarket, Türk perakende sektöründe hızlı ve emin adımlarla büyüme devam ediyor. “Hizmet Tüm Türkiye’ye” sloganıyla Ankara’da Çayyolu Mağazası’nı hizmete açan Makromarket, hizmet ağını yaygınlaştırmaya devam ediyor. Makromarket Çayyolu Mağazası’nın açılışı, 11 Nisan Cumartesi günü, saat 13:00’de, Makromarket Yönetim Kurulu Başkanı Şeref Songör ve Yönetim Kurulu Üyelerinin katılımlarıyla gerçekleştirildi. Açılış dolayısıyla birçok üründe özel fiyat ve indirimler uygulanırken, açılışa gelen müşterilerin keyifli bir zaman geçirmeleri için tiyatro gösterileriyle birlikte Grup Yağmur da sahne alarak bir konser verdi. Makromarket Çayyolu Mağazası, 2300 metrekare satış alanı, 68 nitelikli personeli, 12 kasası ve 55 bini aşan geniş ürün portföyüyle bölgenin en büyük hipermarketleri arasında yer alıyor. Çayyolu Mağazası, tüm bu özellikleriyle birlikte bölge halkına modern ve ferah bir ortamda alışveriş yapma imkanı sunuyor. Hizmet ağına yeni illerde yeni mağazalar ilave etmek için çalışmalarını hız kesmeden sürdüren Makromarket, müşteri mutluluğunu ve memnuniyetini her şeyin üstünde tutuyor. Alışveriş dünyasına yenilikçi çalışmalarıyla farklılık getiren Makromarket, ülkemizin her köşesine ulaşmayı hedefliyor. Makromarket’ten Malatya’da bahar şenliği Anadolu’nun yerli markası Makromarket, Malatya’ya hizmette 1. yılını doldurdu. 1. yıl kutlamaları çerçevesinde, Makro Alışveriş Merkezi’nde muhteşem bir ‘Bahar Şenliği’ düzenlendi. 18-19 Nisan tarihlerinde gerçekleştirilen Makromarket Bahar Şenliği kapsamında, Makro Alışveriş Merkezi’nde rengarenk tiyatro gösterilerinin yanı sıra Grup Yağmur da muhteşem bir konser verdi. Makromarket, Malatyalı müşterilere bol eğlencenin dışında 2 hafta boyunca şok indirimler, özel promosyonlar ve zengin ikramlarla alışveriş dünyasında birbirinden güzel fırsatlar sundu. Perakende sektöründe öncü çalışmalarıyla fark oluşturan Makromarket, alışverişi keyfe çevir- 8 | M ay ıs - Ha zira n 2009 menin mutluluğunu yaşıyor ve müşterilerine yaşatıyor. Malatya Makromarket, 5.000 metrekare satış alanı, 55 bini aşkın ürün çeşidi, 20 kasası ve 80 çalışanıyla, Malatya Makro Alışveriş Merkezi’nde, makro kalite hizmeti mikro fiyatlarla sunuyor. Kaliteli hizmetten ödün vermeyen Makromarket, Malatyalı müşterilerinden aldığı güçle yaygınlaşıyor. MAKRO | Haberler MAKROMARKET’TEN 1. ENGELSİZ YAȘAM ȘENLİĞİ’NE BÜYÜK DESTEK Samsunlu çocuklar Makro AVM’de şenlendi Türkiye’nin yerli perakende zinciri Makromarket, Samsunlu çocukların yüzünü güldürdü. Makro AVM içinde organize edilen Samsun’un en büyük çocuk şenliğinde, çocuklar hem eğlenceli saatler geçirdi, hem de tüm hünerlerini sergiledi. Makromarket, 15 Mart tarihinde Samsun’da gerçekleştirdiği çocuk şenliğinde Samsunlu çocuklara unutulmaz bir gün yaşattı. Neşe Erberk Joyfull House Yetenek Geliştirme Kulübü ve Makro AVM işbirliğiyle gerçekleştirilen çocuk şenliği, ödüllü yarışmalara sahne olurken, çocuklara birbirinden güzel sürpriz hediyeler dağıtıldı. Neşe Erberk’in de katıldığı şenliğe, Samsunlu çocuklar ve velileri de oldukça yoğun ilgi gösterdi. İki gün boyunca süren çocuk şenliğinde, bale ve tiyatro gösterisi gibi kültürel etkinliklerin yanı sıra, eğlenceli yarışmalar ve pek çok farklı aktivite de düzenlendi. 10 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Makromarket, kurum olarak kendisini toplumun gerçeklerinden soyutlamayan ve bu gerçeklerle yoğrulmuş duyarlı bir kuruluş. Gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projeleri ve sivil toplum kuruluşlarına verdiği destekle bunu ortaya koyan Makromarket, hayatın sadece ticari ilişkilerden ve kaygılardan ibaret olmadığını bilen ve bunu da her fırsatta topluma gösteren bir kurum. Bu kapsamda Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği (TOFD) Ankara Şubesi’nden de desteklerini esirgemeyen Makromarket, TOFD’nin organize ettiği, Ankara Mogan Gölü’nde düzenlenen ve 1700 engelli vatandaşımızın ve ailelerinin katıldığı 1. Engelsiz Yaşam Şenliği’ne desteğini yine esirgemedi. Engellilerin bir gün de olsa normal kardeşleriyle kaynaşmasını sağlayan şenlik sonunda Makromarket’e teşekkür plaketi veren Omurilik Felçlileri Derneği Ankara Şube Başkanı Yıldırım Yılmazoğlu, bugüne kadar hiçbir yardım talebini geri çevirmeyen Makromarket’e teşekkür etti. Engelli vatandaşların zor hayatlarını bir nebze de olsa kolaylaştırabilmek, manevi güç ve yaşama azmi vermede bir parça destek olmak arzusunda olan Makromarket, “Engelsiz Bir Dünya” için tüm müşterilerini ve personelini, engelli insanlara destek vermek konusunda duyarlı olmaya davet ediyor. Makromarket, bundan sonra da gerçekleştireceği sosyal sorumluluk çalışmalarıyla müşterilerine ve topluma karşı sorumluluklarını eksiksiz yerine getirmeyi hedefliyor. MAKRO | Haberler Hayat Koleji ve Makromarket’ten şah ve mat Desteklediği etkinliklerle sosyal sorumluluk projelerinde de kendini gösteren Makromarket, aynı anlayışla yol almayı sürdürüyor. Hayat Eğitim Kurumları tarafından bu yıl 18-19 Nisan tarihlerinde 7.’si düzenlenen Altınşah Satranç Turnuvası’nın ana sponsoru olan Makromarket, perakende sektöründe şah ve mat demeye devam ediyor. Hayat Eğitim Kurumları tarafından bu yıl 17-18 Nisan tarihlerinde, Ankara Atatürk Kapalı Spor Salonu’nda yedincisi düzenlenen Altınşah Satranç Turnuvası, yine oldukça renkli geçti. Türkiye genelinden toplam 1577 ilköğretim öğrencisinin katıldığı turnuvanın ana sponsorluğunu ise Türkiye’nin ulusal perakende zinciri Makromarket üstlendi. Ankara Atatürk Kapalı Spor Salonu’nda düzenlenen ve iki gün 12 | M ay ıs-Ha zira n 2009 boyunca büyük çekişmelere sahne olan 7. Altınşah Satranç Turnuvası, şehitlerimiz için bir dakikalık saygı duruşu ve İstiklal Marşı’yla başladı. Saygı duruşunun ardından Hayat Eğitim Kurumları Yönetim Kurulu Başkanı ve Makromarket Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Songör konuşma yaparak emeği geçen herkese teşekkürlerini iletti. Konuşmasında bugüne kadar Türkiye’de satranca gereken önemin verilmediğinin altını çizen Mehmet Songör, “Zor bir spor olan ama zeka gelişimini çok olumlu yönde etkileyen satranç, çocukların sınavlardaki başarısında da son derece etkili oluyor” dedi. Türkiye Satranç Federasyonu’nun da desteklediği turnuva, büyükler, küçükler ve kızlar olmak üzere 3 kategoride gerçekleştirildi. Turnuva 2 gün boyunca yapılan toplam 9 maç ile sonuçlandı. Yarışmada, her kategoride ilk üçe giren yarışmacıya kupa ve dizüstü bilgisayar hediye edildi. Ayrıca 4 ila 10 arası dereceye giren yarışmacılara yarım Cumhuriyet Altını, 10 ila 30 arası dereceye giren yarışmacılara ise çeyrek Cumhuriyet Altını verildi. Turnuvaya katılan tüm öğrenciler, tişört ve katılım belgesi ile ödüllendirildi. Düzenlenen satranç turnuvasının büyükler kategorisinde, Volkan Sevgi, Murat Yanık ve Atakan Erdem ilk üçe girerken; küçüklerde Köksal Atilla Yüksel, Eren Gani Ererdem ve Buğra Çelik; kızlar kategorisinde ise, Başak Beste Abdimanoğlu, Gizem Kahya ve Buse Vatansever dereceye girerek kupa almaya hak kazandılar. MAKRO | Haberler Makro kaliteli hizmet, Kayseri’de yayılıyor Modern ve ferah mağazalarında A’dan Z’ye tüm temel gıda ve ihtiyaç ürünlerini bulunduran Talas ve Alpaslan mağazalarının açılış töreni, Kayseri Emniyet Müdürü Orhan Özdemir, Kayseri Vali Yardımcısı Mehmet Polat ve Melikgazi Belediye Başkanı Memduh Büyükkılıç’ın yanı sıra Makromarket Yönetim Kurulu Başkanı Şeref Songör, Yönetim Kurulu Üyeleri ve çok sayıda Makromarket müşterisinin katılımıyla gerçekleştirildi. Birçok üründe şok indirimler, özel promosyonlar ve hediyeli satışların uygulandığı açılışlarda, birçok farklı aktivitenin yanında, Makromarket Çocuk Tiyatrosu’nun gösterileri ve Grup Yağmur’un muhteşem konseri, açılışları renklendirdi. Makromarket, çizgi ötesi hizmet kalitesini Kayseri Talas mağazasında, 1650 metrekare alana sahip satış alanı, işinin uzmanı 32 çalışanı ve 6 kasasıyla gerçekleştiriyor. Alpaslan mağazasında da 3000 metrekare satış alanında 45 çalışanı ve 6 kasasıyla kaliteli alışveriş farkı sunuyor. Makromarket, kaliteli hizmet anlayışını Türkiye ile buluşturmaya devam ediyor. Kayseri’de 25 Nisan Cumartesi günü, saat 12:00’de, Alpaslan ve Talas mağazalarının resmi açılışlarını yapan Makromarket, “Hizmet Tüm Türkiye’ye” sloganıyla Türkiye genelindeki yatırımlarına büyük bir hızla devam ediyor. TPF’den “Güvenilir Gıda Sağlıklı Yașam” kampanyasına tam destek Türkiye Perakendeciler Federasyonu, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından başlatılan “Güvenilir Gıda Sağlıklı Yaşam” kampanyasına tam destek veriyor. Avrupa Birliği standartlarına uyum süreci için gıdaların tarladan sofraya kadar güvenilir gelmesi amacıyla başlatılan kampanyada tüketicilerin bilinçlenmesi hedefleniyor. Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca başlatılan ve Türkiye Perakendeciler Federasyonu’nun tam destek verdiği “Güvenilir Gıda Sağlıklı Yaşam 14 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Kampanyası” gıdaların tarladan sofraya gelişinde kontrolün en iyi şekilde sağlanmasını ve tüketicilerin haklarının korunmasını amaçlıyor. “Yediğine içtiğine dikkat et, güvenilir gıda tüket” sloganıyla yola çıkılan kampanyayla kayıt dışının önüne geçilmesi ve haksız rekabetin önlenmesi de öncelikli hedefler arasında yer alıyor. Kampanya kapsamında açılan 174 Alo Gıda Hattı ile Türkiye’nin her yerinden tüketiciler bundan böyle gıda güvenliği konusunda ihbarda bulunabilecek ve böylelikle gıdaların güvenliği konusunda riskli bölgeler ve ürünler kolaylıkla kontrol altına alınabilecek. Öte yandan gıda güvenliği konusunda şikayeti olan tüketiciler www.tarim.gov.tr veya www.174.gov.tr internet sitelerinden de yetkililere seslenebilecek. MAKRO | Haberler Makromarket Mersin’deki yatırımlarına büyük hızla devam ediyor Makromarket, makro kaliteyi ve mikro fiyatları Mersinlilerle buluşturmaya devam ediyor. Makromarket, Mersin’deki 4. mağazasını, Çağdaşkent’te hizmete açtı. Makromarket Çağdaşkent Mağazası’nın açılış töreni, 21 Mart Cumartesi günü Mersin İli Toroslar Belediye Başkanı Hamit Tuna, Tarım İl Müdürü Hasan Hüseyin Oluğ, Konya Bölge Müdürü Hamdi Cömert ve çok sayıda müşterinin katılımıyla gerçekleştirildi. 2009 yılının Şubat ayında Lider Güven Marketi’nin satın alınmasıyla birlikte başlatılan ve satışa ara verilmeden gerçekleştirilen dönüşüm çalışmalarını büyük bir hızla tamamlayan Makromarket, Mersin’de 4. mağazasını açarak Mersin’deki yatırımlarına büyük bir hızla devam ettiğini gösteriyor. Gıdadan temizliğe, manavdan züccaciye ürünlerine kadar geniş bir ürün yelpazesine sahip olan Makromarket Çağdaşkent Mağazası, modern, rahat ve 910 metrekarelik satış alanında müşterilerine makro hizmet kalitesi sunuyor ve eğitimli, profesyonel ve güler yüzlü 25 personeliyle ve 5 kasasıyla da bölge halkına hizmet veriyor. Makromarket, açılış dolayısıyla temel gıda, temizlik ve manav ürünlerinin birçoğunda özel fiyat indirimleri uyguladı ve müşterilerinin özellikle de küçük müşterilerinin hoşça vakit geçirmesini sağlamak için tiyatro gösterisi ve hediyeli yarışmalar düzenledi. Renkli anların yaşandığı açılış töreninde çocuklar eğlenerek vakit geçirdi ve müşteriler indirimli ürünlere büyük ilgi gösterdi. Müşteri odaklı hizmet ilkelerini prensip edinen Makromarket, rahat ve ferah mağazalarında profesyonel personel kadrosuyla, makro kalite ürünleri mikro fiyatlarla satışa sunuyor. Makromarket, hafta içi 758 bin, hafta sonu 1 milyon adetin üzerinde ürün satışı sağlıyor. Makromarket’ten Ankara Site Yıldız’a bir mağaza En kaliteli, en taze ve en hesaplı hizmet her zaman Makromarket’te. Makromarket, makro kaliteyi ve mikro fiyatları Ankaralılarla buluşturmaya devam ediyor. Makromarket, Ankara Site Yıldız’da yeni bir mağaza daha hizmete açtı. Makromarket Site Yıldız Mağazası’nın açılış töreni, 4 Nisan 16 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Cumartesi günü Makromarket Yönetim Kurulu Başkanı Şeref Songör, Yönetim Kurulu Üyeleri ve çok sayıda müşterinin katılımıyla gerçekleştirildi. Gıdadan temizliğe, manavdan züccaciye ürünlerine kadar geniş bir ürün yelpazesine sahip olan Site Yıldız Mağazası, modern, rahat ve 1400 metrekarelik satış alanında müşterilerine makro hizmet kalitesini sunuyor, eğitimli, profesyonel ve güler yüzlü 36 personeliyle ve 7 kasasıyla bölge halkına hizmet veriyor. Makromarket, açılış dolayısıyla temel gıda, temizlik ve manav ürünlerinin birçoğunda özel fiyat indirimleri uyguladı. Mağazanın açılışında, özellikle minik müşterilerinin hoşça vakit geçirmelerini sağlamak için Grup Yağmur konseri, tiyatro gösterisi ve hediyeli yarışmalar düzenlendi. Renkli anların yaşandığı açılış töreninde müşteriler bolca eğlendiler ve tüm gün mağazada yapılan indirimli ürün kampanyalarına büyük ilgi gösterdiler. MAKRO | Haberler Makromarket’ten annelerimiz için anlamlı gün Makromarket, Anneler Günü vesilesiyle düzenlediği yemekte, 600 anneyi ve eşlerini ağırladı. Anneler Günü kapsamında gerçekleştirilen bu özel yemekte, müzik ve eğlencenin yanı sıra annelere özel hediyeler de vardı. Kotex, Veet ve Orçay’ın destekleriyle hazırlanan organizasyon, Makromarket müşterisi annelerden yoğun bir ilgi gördü. Makromarket, geleneksel olarak düzenlediği Anneler Günü yemeği organizasyonunu bu yıl da Abidinpaşa’daki Lale Restoran’ın Orkide Düğün Salonu’nda, göz kamaştırıcı bir ortamda gerçekleştirdi. Müzik eşliğinde başlayan yemek, düzenlenen yarışmalarla devam etti. Yarışmaların sonucunda, 1. anneye, 70 ekran televizyon; 2. anneye, 55 ekran televizyon; 3. anneye 37 ekran televizyon ve 10 anneye de 18 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Sinbo’dan küçük ev aletleri hediye edildi. Hediyelerin dağıtılmasının ardından, anneler için özel olarak hazırlanmış görkemli Anneler Günü pastası kesildi. Anneler Günü’nün anlam ve öneminin anlatıldığı konuşmaların yapıldığı ve şiirlerin okunduğu etkinlik, Makromarket Tiyatro Ekibi’nin gösterileriyle ve Grup Yağmur’un muhteşem konseriyle devam etti. Anneler Günü Yemeği, davetli konukların eğlenceli danslarıyla sona erdi. Makromarket’in geleneksel olarak düzenlediği bu anlamlı etkinlik için anneler Makromarket’e teşekkürlerini sundular. Mağazalarında her zaman kaliteli hizmet sunan Makromarket, müşterilerinin özel günlerini kutlamayı ve onlarla birlikte olmayı ihmal etmiyor. Düzenlediği kampanyalar ve etkinliklerle müşterilerinin her zaman yanında bulunan Makromarket, yemeğin yanı sıra, mağazalarında da annelere özel indirimler uyguluyor. En değerli varlıklarımız olan annelerimizin bu en anlamlı gününde yanında bulunan Makromarket, her yıl düzenlediği yemek organizasyonuyla bu anlamlı günü daha anlamlı kılıyor. MAKRO | Haberler Makro AVM’de Anneler Günü’ne özel etkinlikler Anneler Günü dolayısıyla hafta sonu çeşitli aktiviteler düzenleyen Karaman ve Konya’daki Makro Alışveriş Merkezleri, 9 Mayıs Cumartesi günü ünlü yazar Yavuz Bahadıroğlu’nu ve 10 Mayıs Pazar günü de ezgi sanatçısı Umut Mürare’yi ağırladı. Makro AVM’de Umut Mürare’den konser Yavuz Bahadıroğlu Makro AVM’de Yazar, tarihçi, gazeteci ve radyo programcısı olan Yavuz Bahadıroğlu, Anneler Günü dolayısıyla Makro Alışveriş Merkezleri’nde gerçekleştirdiği söyleşide annelerin değeri üzerine durarak annelerin, sadece Anneler Günü’nde değil, her an hatırlanması ve el üstünde tutulması gerektiğini vurguladı. Osmanlı ve Türk tarihine de değinen Bahadıroğlu, geçmişte anneye verilen değer hakkında da örnekler verdi. Söyleşiden sonra Bahadıroğlu, sevenleriyle bir araya gelerek eserlerini imzaladı 10 Mayıs Anneler Günü’nde de genç seslerden Umut Mürare, Makro Alışveriş Merkezleri’nde anneler için en güzel parçalarını seslendirdi. Umut Mürare konseri, Makro AVM müşterilerinden büyük ilgi gördü. İki albümü bulunan Umut Mürare, her iki albümünden en sevilen parçalarını seslendirdi. Tüm annelerin “Anneler Günü”nü kutlayan Mürare, konser sırasında birbirinden güzel fıkralar ve hikayeler anlatarak konserine renk kattı. Anneler Günü dolayısıyla Konya Makro Alışveriş Merkezi’nde gerçekleştirilen etkinliklerin aynısı, Karaman Makro Alışveriş Merkezi’nde de düzenlendi. Malatya Makro AVM’de sıra geceleri Anneler Günü Malatya’da bulunan Makro AVM’de de coşkuyla kutlandı. Makro Alışveriş Merkezleri’nde Anneler Günü dolayısıyla düzenlenen etkinlikler çerçevesinde, 9 ve 10 Mayıs tarihlerinde Malatya Makro AVM’de sıra geceleri düzenlendi. Anneler için özel olarak düzenlenen sıra gecelerini binlerce anne izledi ve Makro AVM’de eğlendi. May ı s - Ha z i ra n 2009 | 19 MAKRO | Güncel Annenize özel bir gün... Bazı günler yaşantımızda çok daha özel bir anlama sahip. Ama bir tanesi var ki yaşamımızın şekillenmesinde en büyük paya sahip olan, bizi her zaman koşulsuz koruyup kollayan, en mutlu anlarımızda bizimle gülen, en üzgün zamanlarımızda kollarında daima yer bulduğumuz, annelerimizin günü... Evrensel bir gün olan ve her yıl Mayıs ayının ikinci pazarında kutlanan Anneler Günü’nü bu yıl siz de anneniz için daha anlamlı ve özel kılmaya ne dersiniz? Büyük ve pahalı hediyeler almak yerine gün boyu ona hazırlayacağınız ufak sürprizlerle bu yıl Anneler Günü’nde onun en içten gülümsemesine tanık olabilirsiniz. Nasıl mı? İşte sizin için Anneler Günü’ne özel ufak ipuçları… Her yıl Mayıs ayının ikinci pazarı, tüm dünyada Anneler Günü olarak kutlanıyor. Mutlaka sizin de anneniz sizden bir telefon, küçük bir armağan, bir demet çiçek ya da anlamlı sözler bekliyordur. Ertesi gün ona nasıl bir sürpriz hazırladığınızın heyecanıyla yatağa giren annenize bu yıl Anneler Günü’nü ileride daima çok daha farklı hatırlayacağı şekilde yaşatın. Neşeli bir müzik açın ve onu müzikle uyandırın Bu Anneler Günü’nde işe sabah herkesten önce uyanarak başlayın. Öncelikle geceden hazırladığınız küçük notları evin değişik yerlerine yerleştirin. İlk notunuz, yatak odasında uyanır uyanmaz göreceği 20 | M ay ıs-Ha zira n 2009 kısımda durmalı. Daha sonraki notları, uyandıktan sonra onu yönlendireceğiniz şekilde yerleştirin. Annenizin en keyif alarak dinlediği müziği yüksek sesle açın ve sevdiği melodilerle uyanmasını sağlayın. Uyanır uyanmaz karşısında sizin sabahın ilk günaydınını gönderen notunuzu görmesini sağlamayı da unutmayın. Şık bir kahvaltı sofrası Yataktan gülümseyerek kalkan anneniz, elbette yüzünü yıkamak için öncelikle banyoya gidecek. Banyo aynasına onun ne kadar güzel olduğunu ifade eden bir not yerleştirmeyi unutmayın. Sabah sürprizleriniz tam hızıyla devam ederken mutfağa gelen annenizi en sevdiği yiyecekler ve kır çiçekleriyle donatılmış bir kahvaltı sofrasıyla karşılayın. Onu masanın başköşesine oturtarak sıcacık çayını bardağına doldurun. Bir yandan müzik çalmaya devam ederken bir yandan da hep birlikte, keyifle kahvaltı edin. Anneler Günü pastası Keyifle yapılan bir kahvaltının ardından hiçbir şeye elini sürmesine izin vermeyin. Elbette içi rahat etmeyecek ve kahvaltılıkları dolaba yerleştirmeye başlayacak. Buzdolabını açtığında gece o uyurken sizin onun için hazırladığınız kocaman Anneler Günü pastasını görünce, işi bırakacağına ve gelip size sarılacağına emin olabilirsiniz. Pastanın üstüne, “senin kadar tatlı olmadı” yazmayı da unutmayın. Eski fotoğraflar her zaman işe yarar Kahvaltı faslını geçtikten sonra sıra annenize sizin için ne kadar değerli olduğunu hatırlatmaya geliyor. Hayatınızın en özel anlarına dair fotoğrafları, başarı belgelerinizi ve çocukluğunuza dair pek çok şeyi kutulardan ve albümlerden çıkartın. Türk kahvesi eşliğinde fotoğraflara, yazdığınız ilk kargacık burgacık yazılara ve karaladığınız ilk resim kağıtlarına bakarken annenizin yüzündeki gülümsemeyi sakın kaçırmayın. Tüm bunların sonunda bugüne gelmenizde size sağladığı destek için teşekkür etmeyi unutmayın ve ona tüm sıcaklığınızla sarılın. Yașlı annelerimizi unutmayalım! Elbette herkesin bir tane annesi var ve herkes için dünyadaki en değerli varlık, kendi annesi. Ancak aile büyüklerini de unutmamak gerekiyor. Özellikle yaşlandıkça yalnızlaştığını düşünen, elini-ayağını sosyal yaşamdan çeken ve yalnızca bayram gibi özel günlerde hatırlanmayı bekleyen babaannelerimiz ve anneannelerimizin de Anneler Günü’nü, onları en mutlu edecek şekilde kutlamayı ihmal etmemek gerekiyor. Sizin büyümenize tanıklık eden, her mutluluğunuzda içtenlikle gülen gözlerine ve giderek çocuklaşan ruhlarına bu Anneler Günü’nde dokunmayı sakın ihmal etmeyin. Huzurevi anneleri bizleri bekliyor Kendimize konduramadığımız pek çok şey, bir gün asla başımıza gelmeyecekmiş gibi yaşıyoruz. Ancak çat kapı başımıza geldiğinde de büyük hayal kırıklığına uğruyoruz. Adı her ne kadar huzurevi olsa da yaşlı kimseler için hayal kırıklıklarının sığınağıdır, huzurevleri. Unutulmaya terk edilişin ilk büyük adımı gibi gelir onlara. Belki en iyi şartlarda bakılırlar, en güzel yemekleri yerler, ilaçları saat sekmeden verilir ancak yine de ev gibisi, aile ortamı gibisi yoktur onlar için. Kimi, hayatta kimsesi olmadığı için zorunlu bir tercih yapmıştır, kimi de bakanı olmadığı için… Bu nedenle Anneler Günü’nde ziyaret edilmesi gereken başlıca yerlerden biri de huzurevleri… Sizin anneniz evinizde, yanı başınızda olsa bile, yıllarca emek vermiş ve sonunda yalnızlığıyla kalmış anneleri de mutlu etmeyi unutmayın. Huzurevi annelerinin de Anneler Günü’nü, onlara sımsıcak sarılarak ve bu hayatta yalnız olmadıklarını hissettirerek kutlayın. MAKRO | Güncel ‘Cumhuriyet’e atılan ilk büyük adım 19 Mayıs 1919 Şanlı tarihimizin dönüm noktalarından biri, 19 Mayıs 1919. Sömürülmüş, ezilmiş ve sindirilmiş bir halktan, çağdaş, bağımsız ve laik bir topluma doğru atılan ilk büyük adım… 16 Mayıs’ta Atatürk ve 18 silah arkadaşının Bandırma Vapuru’na binmesiyle başlıyor hikaye. 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a gelen 18 kişi, kentte coşkuyla karşılanıyor. Umut ışığı dalga dalga tüm yurda yayılırken, beli bükülen halk derin uykusundan uyanıp doğruluyor. Misak-ı Milli sınırları çerçevesinde Samsun’da başlayan mücadele, çağdaş Cumhuriyet yönetimine geçişle sonuçlanıyor. Muhtaç olduğu kudret damarlarındaki asil kanda mevcut olan Türk ulusu, o gün bugündür, her 19 Mayıs’ı büyük coşkuyla, Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutluyor. “Geldikleri gibi giderler!” Yıl 1919’du ve tablo son derece karamsardı. Ne de olsa 600 yıllık dev imparatorluk, haritadan silinmek üzereydi artık. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Türk milletini Sevr Antlaşması’yla iyiden iyiye bitirmeye niyetli olan işgal kuvvetleri, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde söylediği gibi, ulusun 24 | M ay ıs-Ha zira n 2009 tüm tersanelerine girmiş, tüm kalelerini zapt etmiş, orduyu dağıtmış ve silahlarını toplamıştı. Vatan toprakları İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlılar arasında çoktan paylaşılmıştı. Ancak 16 Mayıs 1919 günü, başta Atatürk olmak üzere Bandırma Vapuru’na binen 18 kişi için henüz hiçbir şey bitmemiş ve hatta yeni başlamıştı. Öyle ki Mustafa Kemal, Bandırma Vapuru İstanbul’dan hareket ederken limandaki işgal kuvvetlerine bakarak, “Geldikleri gibi giderler” demişti. Çağdaş Türkiye’nin başlangıç tarihi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının, her an batabilir gözüyle bakılan köhne bir gemiyle çıktıkları yol, yalnızca Türk ulusunun bağımsızlık mücadelesi vermesi açısından önem taşımıyor. Tüm dünyada yankı uyandıran bu direniş ve zafer, bugün dünyada ezilen ve sömürülen halklara örnek teşkil ediyor, emperyalizme karşı başlatılan en onurlu mücadele olarak kabul ediliyor, çağdaş Türkiye’nin başlangıç tarihi olarak görülüyor. Yenilenme, özgürlük ve bağımsızlık sembolü olan 19 Mayıs 1919, Türk ulusunu bugünlere getirmiş oluyor. Hürriyetin ve bağımsızlığın diğer adı Gün geldi, Mustafa Kemal ve 18 arkadaşını Samsun’a taşıyan Bandırma Vapuru Karadeniz’in zorlu dalgalarında yolculuğa başladı. Yolda çıkan fırtınalar yüzünden, Mustafa Kemal hariç gemideki herkes hasta olmuştu. Vapur, tüm çetin şartlara rağmen yolculuğunu tamamlayarak 19 Mayıs 1919 sabahı, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarını Samsun’a ulaştırmayı başardı. Bandırma Vapuru, sadece Mustafa Kemal ve arkadaşlarını Samsun’a çıkarmamıştı, aynı zamanda MAKRO | Güncel Samsun’dan tüm vatana yayılacak, bir milletin tarihini yeniden yazacak kurtuluş ruhunu Samsun’a taşıdı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun’da başlattığı bu büyük kurtuluş mücadelesi, kısa zamanda tüm vatanı sardı ve düşmanların İzmir’de denize dökülmesiyle sona erdi. Her yıl coşkuyla kutlanıyor Bir ulusun direnişine en güzel örneklerden birine dünya, 19 Mayıs 1919’da tüm dünyaya meydan okuyarak başlatılan Türk direnişiyle birlikte tanık oldu. Yoktan var ettiğimiz ulus ve kazandığımız şanlı zafer, tüm işgal kuvvetlerinde Türk’e karşı büyük bir hayranlık uyandırdı. 16 Mayıs 1919 sabahı Bandırma Vapuru’nun hareketiyle başlayan, 19 Mayıs 1919 günü Samsun’dan başlayarak Anadolu topraklarına hızla yayılan bağımsızlık savaşımız, 30 Ağustos 1922 günü, beklenen ve inanılan zaferle sona erdi. İşte bu nedenle bugün hala 19 Mayıs günü ilk günkü kadar büyük önem taşıyor. Türk ulusunun bağımsızlığına giden yolun başlangıcı olan 19 Mayıs 1919, her yıl artan bir coşkuyla kutlanmaya, Atatürk büyük bir özlemle anılmaya devam ediyor. Çünkü 19 Mayıs 1919, kurtuluş meşalesinin yakıldığı gün, hürriyetin ve bağımsızlığın diğer adıdır. Şu Sonsuz Koşu Samsun’a ayak basmış Kahraman bugün, Çayır, çimen yeşermiş zafer yolunda Davul zurna sesinde şahlanır düğün, Gönlüm coşup öter bir bahar dalında. Ata’nın rüyasına gelincikler sun, Emek bahçelerinin güzel gülünü... Biz sonsuz bir sabahtayız... O uyusun, Sevincimiz coşturur O’nun gönlünü. Nasıl çıkmış bir sabah Samsun’dan yola, Dağlardan dağlara o zafer türküsü, Şahlanıp bayrak çekmiş her eski kola, Taze bir bahar açmış yurdun gözünü. Al bayrağın Ankara Kalesi’nde hür, Dalgalanmakta altın bir çağa doğru, Yeni kahramanlar kol kol, boy boy yürür, Şu karlı dağlardaki bayrağa doğru. On Dokuz Mayıs’ın hür başına çelenk, Kiraz mevsimi, gençlik ay’ı, gül ay’ı, Bir bahar bahçesinde gönüller renk renk, Şu sonsuz koşuya bak, sarmış yaylayı. Ceyhun Atuf Kansu May ı s - Ha z i ra n 2009 | 25 MAKRO | Güncel Yanında olun! Babalar Günü bir arada özel... Yoğun yaşam tempomuzda geriye dönüp baktığımızda bizi gülümseten anlar ne yazık ki çok sınırlı. Ancak pek çoğu ailemizle geçirdiğimiz zamanları kapsıyor. En mutlu anlarımızı bir arada kutladığımız kalabalık sofralar ve sofranın başköşesinde oturan, dopdolu kahkahasıyla içimizi ısıtan babalarımızsa, hepimiz için ayrı bir önem taşıyor kuşkusuz. Yıllar geçiyor ve paylaşılan anlar da giderek kısıtlanıyor. Siz kendi kaygılarınızla yaşam mücadelesi verirken babanızsa hala yalnızca sizin için kaygılanıyor. Aynaya her baktığınızda kendinizde babanızdan bir iz buluyorsanız, bugün benim yerimde olsa babam da böyle yapardı dediğiniz anlar giderek çoğalıyorsa ve hala sığınacak bir liman aradığınızda soluğu babanızın yanında alıyorsanız, bu yıl Babalar Günü’nde onun yanında olmayı ihmal etmeyin. Yaşamımızda paylaşılan anlar azaldıkça özel günlerin anlamı da artıyor. O nedenle her yıl Babalar Günü bir öncekinden daha anlamlı. Gelecek yıl elbette daha da anlamlı olacak çünkü siz büyüyorsunuz, hatta yaşlanıyorsunuz. O ise sizin yaşamınızın her anına, attığınız her adıma sessizce tanıklık ediyor. 26 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Kararlar alıyorsunuz arkanızda duruyor, en küçük bir problemde desteğini hiç esirgemiyor ve en özel anlarınızda yanınızdaki yerini her ne olursa olsun alıyor. Yaşamımızda son derece büyük bir öneme sahip olan babalarımız, aldığımız her nefes için mutlu olmaya devam ediyor. Elbette önemli olan sadece bir gün hatırlamak değil. Ancak bazı özel günlerde sevildiğini duymak ve değer verildiğini hissetmek, çok daha önemli olabiliyor. Teknolojinin giderek geliştiği günümüzde birebir insan ilişkilerinin yerini alan sanal görüşmeler, bize vakit kazandırıyor olabilir ama doğallığımızı ve bir arada paylaşılan anları da yok ediyor. Bu nedenle bu yıl Babalar Günü’nde telefonla yapacağınız kutlamadan vazgeçin. Sabah erkenden, belki küçük bir hediyeyle babanızın kapısına dayanın. İnanın ki ona sarılarak söylediğiniz sözcükler, telefonla yapılan kuru kutlamalardan çok değerli olacak. Babanızla çocukluğunuzdaki gibi bir gün geçirin Çocukluğunuzda babanızla en çok ne yapmayı severdiniz? Kimimiz onunla yürüyüşe çıktığı anları, kimimiz bir el tavla atıp her seferinde yenildiği zamanları, kimimizse birlikte yaptığımız tatlı şakalarla annemizi kızdırdığımız zamanları kafasında canlandırıyordur şimdi. Özlediğiniz paylaşımları tekrar yaşayarak ona bu yıl Babalar Günü’nde çocukluğunuzdan bir gün yaşatın. Unutmayın ki, tüm yaşamımızda değişmez duruşuyla örnek bir rol oynayan babalarımız, bugün mutlu bireyler olarak yolumuza devam etmemizde oldukça büyük bir etken. MAKRO | Gündem Uzmanlar uyarıyor: ‘Domuz Gribi’ yayılıyor Dünya nüfusu arttıkça ölümcül hastalıkların sayısında da ciddi bir artış gözleniyor. Daha çok kısa bir süre önce dünya, Kuş Gribi salgınıyla boğuşuyor, kanatlı hayvanlar itlaf ediliyor ve tavuk çiftlikleri karantina altına alınıyordu. Kuş Gribi etkisini yitirdi diye sevinirken, acımasız virüsler yine rahat durmadı. Dünya şimdi de ‘Domuz Gribi’ diye adlandırılan H1N1 virüsünü yenmeye çalışıyor. Meksika’dan, dalga dalga dünya ülkelerine yayılan Domuz Gribi için uzmanlar her gün ciddi uyarılarda bulunuyorlar. çok domuz çiftliği karantina altına alındı. ABD’de birçok insan, benzer belirtiler nedeniyle hastanelere başvuruyor, Ukrayna’da ise ‘Alo Domuz Gribi Hattı’ oluşturuldu. Almanya’da da şu anda pek çok domuz çiftliği karantina altında bulunuyor. Öte yandan hastalık nedeniyle tüm dünyada domuz ve domuz ürünleri satışlarında yüzde yüze varan düşüşler yaşanıyor. Kuş Gribi’nden kurtulduk, neyse ki bize çok bulaşmadı diye sevinirken, şimdi de huzurlarımızda ‘Domuz Gribi’ var. Son günlerde haber bültenlerinde, gazetelerde ve dergilerde en çok dile gelen konu, ne yazık ki bu. Çünkü H1N1, ne yazık ki domuzdan insana ve insandan da insana bulaşabiliyor. Üstelik şu anda dördüncü aşamasında olan virüs, mutasyona uğramaya devam ederse dünya için çok daha büyük bir tehdit unsuru olabilir. Türkiye’de de gerekli önlemler alınıyor Belirtileri neler? Son günlerde dünyayı en çok tehdit eden ölümcül salgınlardan biri olan ‘Domuz Gribi’nin tipik belirtileri, aslında şu anda tam olarak belli değil. Ancak şunu bilmekte fayda var; bazen hiçbir şekilde kendini belli etmeyen hastalık, bazen de normal bir grip hastalığındaki 28 | M ay ıs-Ha zira n 2009 belirtilerle aynı şekilde ortaya çıkabiliyor. Ateş, baş ağrısı, kusma ve ishal gibi normal grip virüsüne benzer belirtilerle kendini gösterebilen ‘Domuz Gribi’, zatürre ve çoklu organ yetmezliği gibi sorunlara yol açabiliyor. Öte yandan hastalık, hızlı bir şekilde ilerleyerek kana bulaşabiliyor ve bu da tüm organları olumsuz etkilediğinden ölümlere yol açıyor. Dünyadaki son durum Domuz Gribi hayatımıza girdiği günden beri acaba bize de bulaşır mı diye düşünür olduk. Şimdilerde hastalıkta bir durgunluk süreci yaşansa da uzmanlar tehlikenin henüz geçmediği konusunda uyarılarını sürdürüyorlar. Meksika’da ortaya çıktığı günden bu yana 300’ü aşkın kişinin ölümüne yol açan virüs için dünya ülkeleri hızla önlem almaya başladı ve pek Domuz Gribi tehdidi başladığı günden beri Türkiye de alarma geçti. Hem Sağlık Bakanlığı ve uzman doktorlar, bilgilendirici uyarılarda bulunuyor hem de Türkiye’de sayıca az bile olsa domuz çiftlikleri karantina altına alındı. Öte yandan havaalanlarına yerleştirilen termal kameralar sayesinde ülkeye girişçıkış yapanlar kontrol altında tutuluyor. Şüpheli görülenler anında hastanelere ulaştırılıyor. Uzmanlar, “Domuz yemiyorum, bana bir şey olmaz” diye düşünmemek gerektiğinin altını ısrarla çiziyor. Çünkü virüsün en tehlikeli yanı, ufak bir temas halinde bile insandan insana bulaşabiliyor olması. Ancak Türkiye, virüs konusunda diğer dünya ülkelerine göre daha avantajlı. Çünkü soğuk havada barınabilen grip virüsünün, şu anda sıcak mevsim yaşanan ülkemizde yayılması ihtimali, diğer ülkelere kıyasla daha düşük. MAKRO | Gündem Keneden korunma yöntemleri Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA), son yıllarda, özellikle piknik sezonunun başlamasıyla beraber sıkça duyduğumuz bir hastalık. Hayvanlardan insanlara bulaşan, salgınlar yapabilen ve bazen ölümcül seyredebilen viral bir enfeksiyon olan KKKA keneden insanlara bulaşıyor. KKKA insanlara nasıl bulaşır? KKKA kenelerle bulaşır. KKKA’nın bulaşmasında 30 farklı kene türü rol oynayabileceği Dr. Kadri Demirel Akropol Hastanesi gibi, esas olarak Mikrobiyoloji Uzmanı “Hyalloma” türü kenelerle bulaşır. Hayvanlardaki hastalık infekte (vücudunda virüs bulunan) kenelerin ısırması ile başlar. Keneler kan emerken virüsleri alır, gelişme evrelerinde vücutlarında muhafaza ederler. Bir başka hayvandan veya insandan kan emerken virüsleri de bulaştırırlar. İnsanlar virüsü ya infekte kenelerin ısırmasıyla ya da bu virüsü taşıyan hayvanların kesilmesi sırasında hayvana ait kan ve dokulara temasla alırlar. Ayrıca hastane ortamında hastalara ait kan ve/veya hastanın kan içeren atıklarıyla direkt temas sonucu da bulaşabilir. Hava yoluyla (solunum yolu) bulaşmamaktadır. 30 | M ay ıs-Ha zira n 2009 KKKA hastalığının yayılmasında etkili olan faktörler Virüs, birçok evcil ve yabani hayvana bulaşır ve hafif bir hastalık meydana getirir. Birçok kuş türü virüse karşı dirençlidir, özellikle göçmen kuşlar virüsün ülkeler arası yayılmasında önemli rol oynarlar. Bir bölgede, kenelerin ve virüs bulunan (infekte) hayvanların bol olması, salgın için önemli bir faktördür. Küçük omurgalılar ve özellikle yerde beslenen kuşlar, keneleri infekte eden en önemli konak grubunu oluşturur. Ülkemiz kenelerin yaşamaları için coğrafi açıdan oldukça uygun bir yapıya sahiptir ve Hyalomma soyuna ait kenelerin yaşadığı geniş coğrafik alanın içinde yer alır. KKKA’nın görüldüğü mevsimler Değişik mevsimlerde görülebilmekle birlikte genel olarak Haziran ve Eylül arasında sık olarak görülür. Ülkemizde Nisan ayı ortalarından Ağustos ayı sonlarına kadar olan süre içinde görülmektedir. Hastalık için çiftlik çalışanları, çobanlar, kasaplar, mezbaha çalışanları, et ve et ürünleri market işçileri gibi tarım çalışanları ve hayvancılık ile uğraşanlar, veterinerler, hasta hayvan ile teması olan ve akut hastalarla temas olasılığı bulunan salgın bölgelerde görev yapan sağlık personeli, askerler ve kamp yapanlar yüksek risk altındadırlar. KKKA’dan korunmak için alınacak önlemler Hem mera hem de mesken keneleri, gelişmelerini sürdürebilmek ve nesillerini devam ettirebilmek için konakçılarından kan emmek zorundadırlar ve ne yazık ki birden fazla hayvan türünü konakçı olarak seçerler. Kısıtlı, özel bir hayvan grubunun olmaması keneyle mücadeleyi güçleştiriyor. Mümkün olduğu kadar kenelerin bulunduğu alanlardan kaçınılmalı. Hayvan barınakları veya kenelerin yaşayabileceği alanlarda bulunulması durumunda, vücut kene yönünden muayene edilmeli; vücuda yapışmamış olanlar dikkatlice toplanıp öldürülmeli, yapışan kenelerse kesinlikle ezilmeden ve bir uzman tarafından (bir pensle sağa sola oynatarak, çivi çıkarır gibi) alınmalıdır. Çalı, çırpı ve gür ot bulunan yerlerden uzak durulmalı, bu gibi yerlere çıplak ayakla veya kısa giysilerle girilmemeli. Piknik amaçlı olarak su kenarları ve otlak şeklindeki yerlerde bulunanlar döndüklerinde, mutlaka üzerlerini kene bakımından kontrol etmeli ve kene varsa usulüne uygun olarak vücuttan uzaklaştırmalı ve bir uzmana başvurmalılar. Pikniğe gidenlerin ve ava çıkanların lastik çizme giymeleri veya pantolonlarının paçalarını çorap içine almaları kenelerden koruyucu olabilir. MAKRO | Kapak insanlar konuşa konuşa... Yaşam koşulları karmaşıklaştıkça insanlar da giderek yalnızlaşıyor. Karşılıklı sağlıklı iletişim kurabilmek giderek bir mucizeye dönüşüyor. Artan stres, yoğun iş temposu ve zorlu kent yaşamı nedeniyle birbirimizi anlamakta günden güne daha da zorlanmaya başlıyoruz. Ötesi, karşımızdakini doğru anlayıp anlamadığımızı bile fark edemeden kırıcı olabiliyoruz. Kimi zaman bu durum, ilişkilerin kopma noktasına kadar gelmesine, küslüklere ve ne yazık ki ayrılıklara yol açıyor. Tüm bunları önlemek ise duygusal bir zeka gerektiriyor. Empati kurmaksa, hem ilişkilerimizi kurtarıyor hem de 21. yüzyılın yaşanması zor koşullarını kolaylaştırıyor. İnsan sosyal bir varlık… Ancak 21. yüzyılda gerçekten de öyle mi olduğu artık tartışılıyor. Günümüz insanının pek çoğu, başkalarıyla sağlıklı bir iletişime geçmeden günlerini kendi kendiyle geçirebiliyor. Bir süre sonra insan içine bile çıkmak istemeyecek kadar kötü bir hal alan bu durum, kazara iletişim haline geçilmesi gereken durumlarda felaketle sonuçlanabiliyor. Elbette bu işin abartılmış yanı… Ancak tabloya baktığımızda durumun buna doğru gittiğini görmemek mümkün değil. Artık birbirimizle daha az konuşuyoruz, sorunlarımızı daha seyrek paylaşıyoruz. Arkadaşlarımızla haftada birkaç kez yerine 2-3 haftada bir toplanıyoruz, akrabalarımızı ise ziyaret etme gereği bile duymuyoruz. Hatta sanal ilişkiler gerçek ilişkilerin önüne geçmeye başladı. Birbirimizi görmüyor ve duymuyoruz. En önemlisi de birbirimizi anlamıyoruz. Empati kurmanın güçlendirdiği insan ilişkileri, günümüzde giderek yok oluyor. Çünkü 21. yüzyıl insanı, yaşam koşulları nedeniyle kendini bile anlayamaz hale geliyor. Duygusal zekanı kullan, empati kur Her insan elbette birbirinden farklı… Bir kişiyle tıpatıp aynı olayları yaşamış olsak bile olaylara verdiğimiz tepkiler değişim 32 | M ay ıs-Ha zira n 2009 MAKRO | Kapak gösteriyor. Yaklaşımlarımız farklı oluyor. Aynı kitabı okuyan iki kişiden biri kitabı çok beğenip gözyaşlarına boğulurken, diğer kişi o kitaptan ve hatta verdiği mesajlar nedeniyle yazarından nefret edebiliyor. Bazı kişiler trafikte çılgına dönerken, bazıları müzik dinleyerek durumu keyif verici bir hale getirebiliyor. Burada önemli olan, kişinin kendi duygularını kontrol edebilmesi… Uzmanlar empati kurmaya ve kendi duygularını kavradıktan sonra iletişim kurulan kişiyi de sorunsuz anlama yeteneğine, duygusal zeka adını veriyorlar. Dünya sizin etrafınızda dönmüyor Elbette hepimizin yaşadıkları, kendimiz için son derece önemli. Yaşamayan kimse, bir olay hakkındaki düşüncelerimizi birebir anlayamaz. Ancak bu durum yine de sizi özel kılmıyor. Öte yandan her şey her an istediğimiz gibi olamayabiliyor. Bu gibi durumlarda sorun çıkarmaktansa, dünyanın sizin etrafınızda dönmediğini kabul edin ve duygularınızı kontrol altına alın. Siz karşınızdaki kişiyi ne kadar doğru anlarsanız, zamanla o da sizi o kadar doğru anlamaya başlayacaktır. Nasıl mı? Örneğin iş yerinde yoğun bir gün ve herkes gergin… Patronunuz size hiç olmadık bir sebepten dolayı çıkıştı. Karşılığında ya bunu sorun haline dönüştürür ve durumu işten ayrılma noktasına gelecek kadar büyütürsünüz. Ya da empati kurarak belki de patronunuzun güne çok kötü bir olayla başlamış olabileceği ihtimalini düşünerek sakin davranırsınız. Böylece karşılıklı ilişkinizi korumuş ve yalnızlığa doğru bir adım atmamış olursunuz. Aile içi iletişimi yüksek tutun Çağın en büyük sorunlarından biri ne yazık ki iletişimsizlik. İletişim çağında birbirimizle iletişim kurmadan ve birbirimizi anlayamadan yaşıyoruz. Bununla beraber kırıcı sözler, alınganlıklar, uzun süreli kırgınlıklar da ardı ardına sıralanıyor. İletişim kurmanın temeliyse aile içi ilişkilerinizde başlıyor. En yakınlarınızı ne kadar anlayabiliyor veya kendinizi onların yerine ne kadar koyabiliyorsunuz? Bütün gün ev işleriyle uğraştınız belki, ama eşiniz de bütün bir gün boyunca toplantıdan toplantıya koşturdu. Sizin dışarıda da pek çok işiniz vardı elbette ancak kızınız da üniversite sınavına hazırlanıyor. Öncelikle hayat koşullarının herkesçe zor olduğunu kabul etmek ve bunda yaşın hiçbir öneminin olmadığını bilmek gerekiyor. “Ben merkezciliğe” bir son vererek aile içi iletişimi yüksek tutmak, güne pozitif konuşmalarla başlayıp, pozitif konuşmalarla günü sonlandırmak, size huzurlu ve sağlıklı bir yaşamın anahtarını veriyor. Empati başarıyı getiriyor Yalnızca empati kurarak başarılı olunur mu, demeyin. Elbette başarının tek ölçütü bu değil ancak unutmamak gerekir ki sağlıklı ortamlarda yaşamak için insanların birbirini çok iyi anlayabilmesi gerekiyor. Bu da huzur dolu ve daha stressiz bir yaşamı beraberinde getiriyor. Bunların her biri bir zincirin halkalarını oluşturuyor. Örneğin, aile içi iletişimi yüksek olan bir aileyi ele alalım. Herkes birbirini May ı s - Ha z i ra n 2009 | 33 MAKRO | Kapak elinden geldiğince anlamaya çalışıyor, karşılıklı isteklere saygı duyuluyor ve birbirini memnun etmek için herkes büyük özen gösteriyor. Böyle bir aile ortamından çıkarak işe giden biri, güne ne kadar kötü başlayabilir ki? Ya da başka olaylara sinirlenmesi oldukça zorlaşır. Bu da iş yaşamında daha verimli çalışmaya ve başarılı olmaya giden yolun başlangıcıdır. Diğer açıdan bakılırsa aile baskısının olmadığı bir ortamda yaşayan bir genci düşünün. Üniversite sınavına hazırlanıyor ama ailesi tarafından ona bu sınavın dünyanın sonu olmadığı hatırlatılıyor. Sınava girerken son derece rahat olan ve çıktığında kendini güzel bir yaz tatilinin beklediğini bilen bu genç başarılı olmayacak da kim başarılı olacak? Burada gerçek gözler önüne seriliyor işte. Empati kurmak başarı getiriyor. İnsanlar konuşa konuşa... Empatinin ve iletişim kurmanın önemi atasözlerimizde bile vurgulanıyor. Atalarımız boşuna dememiş, “Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşır” diye… Ancak ne yazık ki, hızla gelişen kitle iletişim araçları, insanlar arasındaki yüz yüze iletişimi sekteye uğratıyor. Bu da kişiler arası 34 | M ay ıs-Ha zira n 2009 kopukluklara yol açıyor. Sanal ortamın kişiyi cezbeden büyüsü, iletişim çağında iletişim kurmadan yaşamamıza yol açıyor. Giderek sosyal bir varlıktan yalnız bir varlığa dönüşüyoruz. İşte bu nedenle, sorunlarınızı, sıkıntılarınızı ve mutluluklarınızı konuşun, anlatın ve paylaşmaktan çekinmeyin. Sizi dinlemeyenleri siz dinleyin ve anlamaya çalışın. Böylece, zamanla insan ilişkilerinizin nasıl da güçlendiğini siz de fark edeceksiniz. uykuya tanık oluyoruz. Böyle bir hayat içinde “Ben ilişkilerimi nasıl güçlendirebilirim ve karşımdaki insanı daha iyi anlayabilirim” diyorsanız, küçük fırsatları değerlendirmeye özen gösterin. Sabah 15 dakika erken uyanın. Pazar günleri gazetelerinizi daha kısa sürede okuyun. Televizyonu kapatın, çayınızı demleyin, toplayın çoluğu çocuğu da; ne var ne yoksa konuşun, tartışın ve anlaşın. İnanın, hayat sizin için çok daha kolay olacak. Zaman sınırlandıkça anlayış da sınırlanıyor Gülümseyin! Hızlı yaşıyoruz ve zamanla yarışıyoruz. Gün çok erken başlıyor. Trafikte işe yetişmek zor. Gün içerisine bütün işleri sığdırmak zor. Bu nedenle birbirimizi anlamaya vaktimiz olmuyor. Çünkü çoğu zaman birbirimizi göremiyoruz bile. Evlerimize çok geç saatlerde gelebildiğimiz için sohbet edilen akşam yemeklerine bile yetişemiyor, çocuğumuzun büyümesine uykudan Güne önce aynada kendinize gülümseyerek başlayın. Bu, kendinizi mutlu hissetmeniz için başlangıç noktanız olmalı. İfadenizi değiştirmeden evdeki tüm bireyleri gülümseyerek karşılayın. Unutmayın ki, her insanın karşısındakine verebileceği en önemli şey gülümsemektir. İnsan ilişkilerinde pozitif davranışlar, mutlu ve anlayış dolu bir yaşamın ve arkadaşlıkların da temelini oluşturuyor. MAKRO | Röportaj İnsan ilişkilerinde iyi olmanın sırrı: Anlamaya ve anlaşılmaya çalışmak Ankara Numune Hastanesi 1. Psikiyatri Kliniği Şefi Doç. Dr. Erol Göka ile insan ilişkileri üzerine çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Psikiyatri alanında yayınladığı kitaplarıyla dikkat çeken Göka, ilişkilerimizi kurarken “anlamaya ve anlaşılmaya” odaklı olmamız gerektiğini vurguluyor. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? 50 yaşındayım ve yaklaşık yirmi yıldır doçentim. Bir üniversiteye geçip kadro almazsam galiba hep doçent olarak kalacağım. Tıp doktoruyum ve 11 yıldır da psikiyatri klinik şefi olarak görev yapıyorum. 21 ve 15 yaşlarında iki oğlum var. Psikiyatride uzmanlığım, daha çok felsefe, gençlik, davranışlarımızın psikodinamikleri ve toplum psikolojisi üzerine. Uzun yıllar grup psikoterapisi eğitimi aldım. Gençlik yıllarımda daha çok psikiyatri ile düşünce dünyası arasındaki ilişki noktalarını araştıran kitaplar çıkardım. Son 10 yıldır, bilimsel dikkatim, özellikle iki alana yoğunlaşmış durumda. Bunlardan birincisi, Türklerin tarihsel psikolojisi, diğeri ise kadın-erkek 36 | M ay ıs-Ha zira n 2009 ilişkileri, aşk, ölüm, özgürlük gibi varoluşsal konular. Türklerin psikolojisiyle ilgili kitaplarım, 2006 yılında “Yılın Fikir Adamı” seçilmemi, 2007 yılında “Ziya Gökalp İlim Teşvik Armağanı” kazanmamı sağladı. İnsan ilişkileri, üzerinde pek çok çalışmalar yapılan ve önemi her geçen gün artan önemli bir konu. Bir kişinin insan ilişkilerinin doğru olup olmadığını ne tür kriterlere bağlı kalarak söyleyebiliriz? Davranışlarımızı, “kendi kişilik yapımızın içinde”, “insan ilişkilerinde” ve “bulunduğumuz gruplarda” olmak üzere üç boyutta değerlendirmek gerekiyor. Bunlar birbirleriyle çok yakından ilişkili ama aynı zamanda farklı ve özerk alanlar. Bir insan ruhsal bakımdan herhangi bir rahatsızlık göstermeyebilir ama insan ilişkilerinde pek çok sorunlar yaşayabilir. Yine aynı şekilde kişisel bakımdan oldukça sağlıklı bir ruhsal yapıya sahip olan birisi, grup içinde kendisinden hiç beklenmedik hareketler yapabilir. Yani bizim sakin, huzurlu, sağlıklı bir ruhsal dünyamızın olması, insan ilişkilerinde ve grup davranışlarında da aynı şekilde sağlıklı olacağımızı garanti etmiyor. İnsan ilişkilerinin, o ilişkinin kendine ve kültüre özgü değerlendirme ölçütleri var. Siz iyi bir yönetici olabilirsiniz ama bu iyi bir eş, iyi bir ebeveyn, iyi bir evlat, iyi bir arkadaş olmanız demek değildir. Demek ki insan ilişkilerini, her ilişkinin kendi özellikleri, ilişki kişilerinin birbirlerinden beklentileri içinde değerlendirmek gerekiyor. Bana sorarsanız bu kadar karışık olmasına rağmen insan ilişkisinde doğru bir yolda olup olmadığımızın oldukça geçerli bir ölçütü var. Bir ilişki sırasında muhatabımız anlaşıldığını ve kendisiyle dayanışma içinde olduğumuzu hissediyorsa, siz o ilişkide başarılısınızdır. İnsan ilişkilerinde iyi olmanın sırrı nedir? Tek bir cümleyle söyleyecek MAKRO | Röportaj olursak, “anlaşılmaya ve anlamaya çalışmak”. Freud, insanların doyum aradığını sanıyordu ama kendisinden sonra gelen psikoloji araştırmacıları, buna “Hayır” dediler, insanın en büyük ihtiyacının bir başka insanla ilişki olduğunu, zira varlık olarak kendini anlatmaya muhtaç olduğunu ileri sürdüler. Kendimizi bir ilişkide bir başkasına anlatabilmek için, onun da bizden böyle bir beklenti içinde olduğunu, dolayısıyla anlamayı da bilmemiz gerekiyor. İnsan ilişkilerinde iyi olmanın sırrı bence budur; anlamayı bilmek. Biz hep ilişkileri iyi olan, herkesin sevdiği insanlarda “şeytan tüyü” olduğuna inanırız. Peki, aslında nedir bu şeytan tüyü? Şeytan tüyü, insan ilişkilerinde iyi olmanın sırrına göre davranmakla çok ilişkilidir; kendisini anlatmada sergilenen maharet ve başkasını anlamaya çalışmada gösterilen hünerdir. Bu maharet ve hünere ancak duyarlı, içten, önyargılarından kaçınabilen insanlar sahip olabilirler; şeytan tüyü o insanlardadır. Her toplumun kendine özgü davranış biçimleri ve insan ilişkileri düzeni olduğunu söyleyebiliriz. Sizin de “Türklerin Psikolojisi” adlı bir kitabınız mevcut. Türklerin psikolojisi nasıl? Biz insan ilişkilerimizi genel olarak nasıl ve neye göre kuruyoruz? Hepimiz kendi bireysel psikolojimizi biliyor, daha doğrusu seziyoruz. Diğer insanları da bireysel psikolojileriyle tanıyoruz. Her birimiz ayrı ayrı, tıpkı parmak izimiz gibi birbirimizden bambaşka psikolojik özelliklere sahibiz. Böyle 38 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Bana göre toplumun hastalıklarını ayrı bir kavram çatısı içinde ele almak gerekir yaşayıp giderken ilk anda “Türkler” gibi çok büyük bir topluluğun psikolojisinden bahsetmek, tuhaf gelebilir. Ama insan yalnızca birey değil bir grup-varlık aynı zamanda. Bir topluluğun, bir dilin, bir kültürün içine doğuyoruz, başka insanlarla aynı çocuk yetiştirilme pratiklerinden geçiyoruz. Tüm bunlar bizde, birbirimizle ortak bir davranış ve zihniyet yapısı oluşturuyor. Ne yaparsak yapalım, bu topluluk psikolojisinin çerçevesinin dışında davranamıyoruz. Ben bugün insanlarımızı niteleyen ortak davranış ve düşünce biçimlerinin neler olduğunu saptamaya çalıştım ve bunların geçmişe doğru izini sürdüm. Gördüklerim enteresandı. Elbette dünyadaki her şey gibi toplumlar da değişiyor. Bu değişimin en yavaş işleyen yanını psikolojilerimizdeki değişim oluşturuyor. Bu anlamda Anadolu’da yaşayan bir Türk, 1500 yıl önce Göktürk İmparatorluğu’na benzer davranışlar ve düşünceler gösterebiliyor. Türkler hala, çağlar boyu, daha düne kadar göçebe bir hayat sürmüş olmanın psikolojisiyle hareket ediyorlar. Hala tam kentli olamadık, büyük kentlerimizde bile oradan oraya göçüp duruyoruz. Dilimizi “Mal canın yongasıdır” gibi hayvancı özelliklerimizden kaynaklanan deyimler dolduruyor. Evlerimizi bile çadır hayatı yaşıyormuşçasına döşüyoruz. Yazıyla, kitapla asla dost değiliz; hem çocukları okumuş adam olmak istiyoruz hem de yazıdan, kitaptan hoşlanmıyoruz. Türk’üz türkü çağırıyoruz, herkesle muhabbet etmek istiyoruz. Türkler, gösterişe ve şatafata çok düşkünler, diğer insanlarla ve eşyalarla ilişkilerinde bu merakları çok belirleyici. Gösteriş ve şatafata düşkünlüğümüz nedeniyle her alanda inanılmaz israf manzaraları sergiliyoruz. Otoriteyle de ilişkimiz ikircimli, hem itaatkar bir topluluğuz hem de karşı çıkmak için fırsat kolluyoruz. Türkler, sanılanın aksine asla ırkçı ve dinsel fanatik değiller. Diğer topluluklara, dinlere hem çok kolay uyum sağlıyorlar hem de enteresan bir biçimde kendilerini dünyanın efendisi gibi görüyorlar. Kadın-erkek ilişkilerinde dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen kendine özgü tutumlar sergiliyoruz. Hem kadınlara çok değer veriyoruz hem de adeta maçoluğu destekleyen bir kültürel altyapıya sahibiz. Mafiyöz oluşumlara çanak tutan segmenter toplumsal yapımız, savaşçı ruh halimizle birleşince, ortaya pek güzel olmayan toplum manzaraları çıkabiliyor. Batının teknolojisini neredeyse onlardan da hızlı benimsiyoruz ama bir türlü modern, hukuk ilkelerine göre hareket eden bir yaşama tarzı kuramıyoruz; her yerden mafya fışkırıyor, hemşericilik, iltimas, adam kayırma büyük dertlerimiz… MAKRO | Röportaj Daha devam edeyim mi? Bıraksanız bu konuda sabaha kadar konuşabilirim. Biz en iyisi şimdilik meraklı okuyucumuza, “Türk Grup Davranışı”, “Türklerin Psikolojisi”, “Türklerde Liderlik ve Fanatizm” kitaplarımızı önermekle yetinelim. Son birkaç yıldır “empati” kelimesini çok sık duyar olduk. Empatinin insan ilişkilerindeki önemi nedir? Bu kavramın çok önemli olduğunu ama henüz yeterince bilimsel bir kullanıma kavuşmadığını söyleyebilirim. Kendisini başka birinin yerine koyabilme yeteneğini anlatmak istiyor kavram. Ama bunu nasıl yapacağız, bu yeteneğimiz hangi psikolojik özelliğimizden kaynaklanıyor, bebekliğimizden itibaren nasıl bir gelişim çizgisi izliyor, “zeka” gibi beynin bir özelliği mi yoksa “terbiye” gibi ailede öğreniliyor mu, bilmiyoruz! Birçok kimse biliyormuşuz gibi yapıyor ama ben içtenlikle söylüyorum bilmiyoruz. Ben o nedenle empati kavramını çok sık kullanmam, daha ziyade “anlamak”tan, “anlaşılmak”tan, “anlaşmak”tan bahsederim. Empati insanlarla ilişki kurarken her zaman işe yarayan bir kavram mıdır? Eğer insanlar olarak “kendimizi bir başkasının yerine koyabilmek” gibi bir hasletimiz varsa, bu haslet geliştirilebiliyorsa, bu müthiş bir şey ve bu durumda elbette her zaman gerekli olan ve işe yarayan bir kavram olur. Empati kavramının ne kadar moda olduğunu, yerli yersiz her yerde kullanıldığını biliyorum, kendim de birçok empati çalışmasına katıldım ama benim bilimsel olarak çok fazla soru işaretim var. Onun için biz böyle ne olduğu belirsiz büyük büyük laflar etmek yerine “birimizi anlamaya çalışalım”, 40 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Hepimiz kendi bireysel psikolojimizi biliyor, daha doğrusu seziyoruz. Diğer insanları da bireysel psikolojileriyle tanıyoruz. Her birimiz ayrı ayrı, tıpkı parmak izimiz gibi birbirimizden bambaşka psikolojik özelliklere sahibiz “karşımızdakini anladığımızdan emin olalım, bunun için ona sormaktan çekinmeyelim” gibi herkesin anlayabileceği ve insan ilişkilerinin sağlıklı olmasında gerçekten işimize yarar cümlelerle konuşalım derim ben. Sizin “Toplum Ruhsal Bir Hastalığa Yakalanabilir mi?” adlı bir makaleniz var. Bize kısaca bahsedebilir misiniz? Toplum ruhsal bir hastalığa yakalanabilir mi? Ben bu başlıklı makalemde, insanın toplum içindeki davranışlarının bireysel davranışlarından bambaşka olduğunu ama toplumun davranışlarını değerlendirirken biz profesyonellerin hala bireysel psikolojinin ve psikiyatrinin kavramlarıyla hareket ettiğimizi vurgulamaya çalıştım. Bana göre topluluklar da özellikle kriz dönemlerinde, ruhsal bakımdan sağlıksız davranışlar gösterebilirler ama onları indirgemeci bir biçimde “paranoya”, “şizofreni” gibi kavramlarla değerlendirmemek, bu alanda uzmanlaşarak toplumun hastalıklarını ayrı bir kavram çatısı içinde ele almak gerekir. Kadın-erkek ilişkileriyle ve aşk hastalıklarıyla da ilgilendiğinizi biliyoruz. “Eşiniz psikiyatri uzmanı Dr. Sema Hanımla birlikte yazdığınız kitabınız geçenlerde yayınlandı… Evet, evet! Oldukça ses getirdi ve olumlu eleştiriler aldı “Kadınlar Erkekler Aşıklar” adlı kitabımız. Kadınların Venüs’ten erkeklerin Mars’tan gelmişçesine ayrı varlıklar olduğu görüşüne bu kitapta şiddetle karşı çıkıyor ve eşitlikçi bir bakışı savunuyoruz. Aşkın hangi durumlarda sağlıklı, hangi durumlarda hastalıklı olduğunu ayrıntılı biçimde ele almaya çalışıyoruz. Bunları da başka bir zaman konuşalım olmaz mı? Biz yine de kadın-erkek ilişkileriyle ilgili son bir soru sorarak bitirmek istiyoruz. Günümüzde arkadaşlıklar da evlilikler de eskiye oranla daha kısa sürüyor. Bunu ilişkilerimizin sağlam olmayışına bağlayabilir miyiz? Bir kere öncelikle kabul etmek zorundayız ki, günümüzün tarihin önceki zamanlarından çok ama çok büyük farklılıkları var. Her şeyden önce insanlar, bugün çok uzun yaşıyorlar. Daha 200 yıl öncesine kadar ortalama insan ömrü sadece 35 idi. İnsanlık tarihinin en kalabalık zamanlarında yaşıyoruz. Yine tarihin hiçbir döneminde kadınlar ve erkekler kamusal hayatta şimdiki kadar yan yana, karşı karşıya gelmediler. Kadınlar ve genel olarak insanlar, çok daha özgürler. Bu kadar çok değişimin olduğu bir dünyada, ilişkilerimiz eskisi gibi sağlam değil diyemeyiz bence. Evet, doğru, ABD ve İngiltere gibi ülkelerde artık sık boşanmak ve yeniden evlenmek adeta ortalama vatandaşın yaşam tarzı oldu. Ama bunun kötü bir şey olduğunu nereden çıkardınız? Ben bilim insanı olarak daha titiz ve sorgulayıcı olmak zorundayım. MAKRO | Yorum File bülbülüm file... MEHMET SONGÖR Makromarket Yönetim Kurulu Üyesi 42 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Perakendenin kanayan bir yarası var: Naylon poşetler… Hammaddesi petrol olan alışveriş poşetlerinin sağlığa ve doğaya ne kadar zararlı olduğunu, hatta kanserojen madde içerdiğini bilmeyenimiz yoktur. Naylon poşetlerin doğada erimeleri için yüzlerce yıl gerekiyor. PVC’deki klorun da atmosferdeki zararı yüz yıldan fazla sürüyor. Her gün binlerce ton poşet, doğaya yayılıyor. Çevreyi ve geleceğimizi böylesine tehdit eden ve ekonomik olarak da ülkemize zarar veren poşet kullanımının bu kadar yaygın oluşunu anlamakta zorlanıyorum. Oysa birçok ülkede naylon poşet kullanımı yasaklanmış bulunuyor. Yasak olmayanlarda ise poşet parayla satılarak, özellikle gereksiz kullanımı ortadan kaldırılıyor. Bazı ülkelerde, poşet başına yaklaşık 25 kuruş isteyen dükkanlar var. Bu konu değişik mercilerce sık sık masaya yatırılıp feveran edilmesine rağmen bugüne dek bir çözüm ortaya konabilmiş değil. Geçen yıllarda Türkiye Belediyeler Birliği’nin, poşetlerin doğayı ve insan sağlığını tehdit ettiği gerekçesiyle yasaklanmasını gündeme getirmesi, ülke genelinde yankı bulmuş ancak bir sonuç alınamamıştı. Poşet yasağı getirilmesi beklentisiyle sık sık gündeme gelen plastiğin zararları konusunu, bugüne dek sadece konuşmakla yetindik. Konu hakkında, bizim de ilgili kurum ve kişilere yaptığımız başvuru ve çalışmalar, maalesef bir sonuç vermiş değil. Ülkemizdeki asıl problem, alışveriş yerlerinde ücretsiz poşet verilmesi. Bu durum, ihtiyaç fazlası poşet kullanımını körüklüyor. “Nasıl olsa bedava” anlayışıyla fazladan poşet talebi had safhaya ulaşıyor. Yaptığımız değerlendirmeler sonunda alışveriş yerlerinde ücretsiz verilen poşet kullanımının, ihtiyacın üç katını bulduğu görülüyor. Toplumsal zararları bu kadar büyük olan bir konunun yasaklarla değil, toplumsal bilincin oluşmasıyla, yani halkın isteğiyle çözülmesini tercih ederim. Bu nedenle yasak beklemeden toplumsal bilinci artırıcı çalışma ve kampanyalar yapmak gerektiğini düşünüyorum. Bu hassasiyetle, Makromarket bünyesinde bu amaca yönelik bir kampanya başlatma ve alternatif taşıma araçları oluşturma kararı almış bulunuyoruz. Eğer tüketici bilinçli olur poşet kullanımından kaçınırsa, sorun kendiliğinden çözülmüş olacak. Anneannemizin filesi Peki, çözüm ne? Kağıda mı dönelim? Kağıt da ehven-i şerdir, yani kötünün iyisi… Kağıt üretiminde de kilolarca karbondioksit ortaya çıkıyor ve tonlarca ağaç, litrelerce su harcanıyor! Bu da çözüm değil. Aslında çözüm çok basit: Anneannemizin filesi… Evet, basit bir file ile atmosferin karbon yükünü kolayca azaltabiliriz. Çevre bilincinden bahsediyorsak, sağlığımızı ve çocuklarımızın geleceğini düşünüyorsak, anneannemizin nostaljik pazar filesine dönmek zorundayız. Almanya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde gördüm ki, insanlar marketlere giderken yanlarında biz Türklerin çok iyi tanıdığı fileleri götürüyorlar ve aldıklarını, bu filelerle taşıyorlar. Evet, bildiğimiz anneannelerimizin filelerini kullanıyorlar. Bu durumu görünce “Neden biz bunu MAKRO | Yorum yapamıyoruz!” diye hayıflandım. Birdenbire heyecanlandım ve “Neden olmasın?” dedim. Evet, ben bu naylon poşet belasından kurtuluşun, “anneannemizin filesi”ni kullanmaktan geçtiğine inanıyorum. O zaman kendiliğinden bu sorun çözülecektir. Biraz araştırdığımda, Türkiye’de file konusunda bir şeyler yapıldığını gördüm ve daha da sevindim. Balıkesir’in Edremit ilçesine bağlı Akçay Belediyesi Kültür Sanat Evi kursiyerleri, “Dünya Çevre Günü”nde, alışverişlerde poşet yerine geleneksel filelerin kullanılmasını isteyerek file örmeye başlamışlar. Kurs eğitmeni Gülseren Akti, “Kursiyerlerimiz ve bizler, çevreye karşı duyarlı yurttaşlarız. Arkadaşlarımız ördükleri filelerle bu duyarlılıklarını ortaya koydular. Tüm hanımlarımıza alışverişte poşet yerine file kullanmayı öneriyoruz” diyor. Türk filesi olarak tanınıyor! Yaptığım araştırma sonucunda çok enteresan bir şeyle karşılaştım. İngiltere’den bir internet sitesinde “Avoid plastic with a Turkish stitch string bag” (Plastikten Türk filesi ile kurtulun) başlıklı yorumu görünce çok şaşırdım. Evet, dünya fileyi Türk filesi olarak biliyor ve onlar da poşetten kurtuluş için fileyi çare olarak görüyor. Gerçekten de filenin bizler için nostaljik bir önemi var. Hepimizin hatıralarında da yeri vardır. Yaşları 30’un üzerinde olanlar, çocukken annemizle birlikte gittiğimiz o pazar alışverişlerini hatırlayacaklardır. Şimdilerde sadece deyim olarak kullanılıyor, “fileler dolusu alışveriş”... O zamanlar herkesin cebinde bir file bulunurdu; ufacık bir mendil gibi, her an kullanılmaya hazır... Ve inanın, ortaokulda el işi derslerinde pek çok şeyin yanında “pazar filesi” örmeyi de öğretirlerdi... Mağazalarda satışa sunmak için araştırdığımda, şaşırdım. Ne yazık ki, filenin fabrikasyon üretimi yok. File sadece el işçiliğiyle örülerek üretiliyor. Bu da maliyeti arttırıyor. Mahkumlara ördürmek suretiyle, file üreten bir firmayla anlaşıp satışa sunmaya başladık. Cazibe oluşsun diye, fileyi mağazalarımızda, maliyetine, kar etmeksizin satışa sunduk. Filenin yanı sıra, başka ebatlarda farklı çanta modellerini de araştırıyoruz. Sosyal sorumluluk anlayışımız gereği, bu konuda elimizden geleni yapmaya kararlıyız. Aynı duyarlılığı başta sayın müşterilerimiz olmak üzere, tüm halkımızdan bekliyoruz. Cebimize boş bir pazar filesi koyalım, arabaya da 2 tane alalım ve onları kullanalım. Hanımlara da bir tavsiyede bulunuyorum; boş vakitlerinizde file örmeyi öğrenip kendi filenizi kendiniz örün. Emin olun, bunu yapabilirsiniz. Son derece güzel bir iş yapmış olacaksınız. En yakınınızdaki el sanatları kurslarına müracaat edin. Bilmiyorlarsa mutlaka bilen birini bulacaklardır. Mahallenizden 5’er, 10’ar hanım, toplanın, katılın bu kursa. Ben bile ortaokuldaki “el işleri” dersinden hatırlıyorum. İnanın, bir, bilemediniz iki günde öğrenirsiniz. Çok kolay! Ördüğünüz fileleri değişik renklere boyayın. Bu, albenilerini arttıracaktır. Mesela tuttuğunuz takımın renklerine… Çocuklarınıza, biraz da kazak yerine file örüp hediye edin. Belki de satışını yapıp ek gelir bile elde edebilirsiniz. Biz alışveriş merkezi yöneticileri de, çevre bilincimizi arttırıp, bol keseden çevre katili poşetleri dağıtmaktan vazgeçmeliyiz. 1 poşetlik mal alıp 3 poşetle eve taşımakla kimse bir şey kazanmaz, inanın hep birlikte kaybederiz! Sadece kendi bindiğimiz dalı kesiyoruz! Dünyamızı kirletiyoruz. Eminim, zamanla bu konuya duyarlılık artacaktır. Tüketicinin konuya duyarlılığı arttıkça, ambalaj sanayi de anlamlı bir değişime uğrayacak ve hepimizin şaşacağı bir süreç yaşayacağız, inşallah. Bu ülke ve bu dünya hepimizin, ona sahip çıkalım. Haydi hanımlar, pazar filesi kullanmaya… Temiz bir doğa için file kullanalım, hatta örelim. File örecek hanımlara mırıldanmak için bir de şarkı buldum: “File bülbülüm file…” Hepinize temiz ve sağlıklı bir gelecek diliyorum. May ı s - Ha z i ra n 2009 | 43 MAKRO | Konuk Eurovision’da bir Hadise 44 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Dünya üzerinde tek evrensel dil, müzik. Öyle ki sözlerini hiç anlamadığımız bir şarkının müziği bizi çok etkileyebiliyor. Kendi müzik kültürünüz dışındaki bir bestenin sözleri sizi birden bire çok uzaklara götürebiliyor. Birbirine yabancı iki insanın ortak noktası aynı şarkı olabiliyor, çoğu zaman. İşte bu fikirden yola çıkarak başlayan Eurovision Şarkı Yarışması heyecanı 1956 yılından bu yana tüm dünyada coşkuyla devam ediyor. Dünya ülkelerini aynı dilde ekran başına toplayan bu yarışma, ülkelerin birbirlerine barış mesajları vermelerine de yardımcı oluyor. Eurovision tarihinde çok istikrarlı bir başarı grafiği olduğu söylenemeyen Türkiye ise bu yıl yarışmaya Hadise ile katılarak ortalığı kasıp kavuracağa benziyor. MAKRO | Konuk Ortak canlı yayından evrensel bir yarışmaya Her yıl heyecanla beklediğimiz Eurovision Şarkı Yarışması’nı bu yıl da aynı heyecanla beklediğimiz bir gerçek. Ancak Eurovision’un da ilginç bir çıkış hikayesi var. Avrupa Yayın Birliği’nin her yıl Avrupa ülkeleri arasında düzenlediği ve dünyanın en uzun soluklu şarkı yarışması olan Eurovision fikri, 1956 yılında Sen Remo Şarkı Festivali’nde ortaya çıktı. Yarışmanın ana amacı dünyada ilk defa tüm ülkeler arası ortak bir canlı yayın gerçekleştirebilmekti. Böylece 1956 yılının 24 Mayısı’nda İsviçre’de ilk yarışma düzenlendi ve Hollanda, Belçika, Almanya, Fransa, Lüksemburg ve İtalya arasından İsviçre’yi temsil eden Lys Assia “Refrain” isimli şarkıyla Eurovision tarihinin ilk birincisi oldu. Her yıl milyonlarca insanı ekranlara kilitliyor Avrupa Yayın Birliği’nce yapılan araştırmalara göre Eurovision Şarkı Yarışması dünyada olimpiyatlardan sonra kitleleri ekrana toplayan ikinci yarışma. Öyle ki Eurovision Şarkı Yarışması’nı her yıl ortalama 600 milyon kişinin izlediği tahmin ediliyor. Yarışma tarihine bakıldığında en çok birincilik alan ülke İrlanda. İrlanda 1956 yılından bu yana tam 7 kere birinciliği göğüsledi. 1974 yılından bu yana Eurovision’a katılma hakkı elde ettikten sonra pek çok soruyla karşı karşıya kalan Hadise, şarkısını kitlelere sevdirmeyi başardı. Öyle ki yalnızca Türkiye’den değil dünyadan da oldukça olumlu mesajlar yağıyor yarışmaya katılan Türkiye ise bir kere 3.’lük bir kerede birincilik şansı elde etti. Türkiye’nin Eurovision tarihi O dönem siyasi anlamda zor bir süreç yaşayan Türkiye, Eurovision’a ilk olarak Kıbrıs Barış Harekatı’nın sonrası, yani 1975’te katıldı. TRT’nin aldığı ani karar doğrultusunda yarışmaya katılan Türkiye’yi o yıl Semiha Yankı “Seninle Bir Dakika” isimli bugün hala severek dinlediğimiz ancak ne yazık ki o yıl başarı getirmeyen şarkıyla temsil etti. 1978 yılında ikinci kez yarışan Türkiye, 1979 yılında yarışmadan çekildi. Daha sonraki her yıl, yani günümüze kadar Türkiye, Eurovision’da sesini duyurmayı sürdürdü. 1997 yılında Şebnem Paker’in seslendirdiği “Dinle” isimli şarkıyla ilk kez üçüncü olan Türkiye, 2003 yılında Demir Demirkan’nın bestelediği ve Sertab Erener’in seslendirdiği “Everyway That I Can” isimli şarkıyla 48. Eurovision Şarkı Yarışması’nda nihayet birinci oldu. Hadise ile Eurovision hakkında kısa kısa… Bu yıl 18-19 Mayıs tarihlerinde Rusya’da düzenlenecek olan Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi Hadise temsil ediyor. “Düm Tek Tek” isimli şarkıyla TRT’de yayınlandığı günden beri May ı s - Ha z i ra n 2009 | 45 MAKRO | Konuk yüreğimizi hoplatan Hadise, bu yıl yarışmada “hadise” çıkaracağa benziyor. temsil edeceğim. Hala inanamıyorum. Coşkulu bir sevinç duyuyorum, hatta çıldırıyorum.” Hadise: “Evimizde gelenekti” Eurovision Şarkı Yarışması’na katılma hakkı elde ettikten sonra pek çok soruyla karşı karşıya kalan Hadise, şarkısını kitlelere sevdirmeyi başardı. Öyle ki yalnızca Türkiye’den değil dünyadan da oldukça olumlu mesajlar yağıyor. Hadise ise ne hissettiğini şu cümlelerle anlatıyor: “Koltuklarımıza kurulup Eurovision Şarkı Yarışması’nı beklemek benim ailemde bir gelenekti. Çayımızı demler, ailece ekran başına geçerdik ve çok heyecanlanırdık. Bugünse 3 dakikalık bir şarkı söyleyeceğim ve Türkiye’yi ben Hangi ülkelerin tam oy vereceği, komşu ülkelerden nasıl puan alacağımız günlerdir konuşuluyor. Siz ne düşünüyorsunuz? Ben özellikle Belçika’dan tam puan almak istiyorum. Hatta oradaki pek çok gazete şimdiden Hadise’ye tam puan diye yazıyorlar. Onun dışında elbette her yerden tam puan almak isterim. Bakalım yarışma sonuçları ne gösterecek. “Kötü sonuç alırsam kader kısmet derim” Ön elemeleri çok düşünüyorum. Kendime güvenim tam ama sonuçları belirlemek benim işim değil. Kötü sonuç alırsam Türkiye adına çok üzülürüm ama kader kısmet diyerek kendimi rahatlatmaya çalışırım. Ancak elbette duygusal olarak kolay anlar olabileceğini düşünmüyorum. Ben birinci olacağım diye iddia etmiyorum ama orada Türkiye’yi iyi temsil edeceğimi iddia ediyorum. Her şey kader kısmet. Bu yarışma sizin için ne ifade ediyor? Eurovision benim için çok şey ifade ediyor. Dolayısıyla 2009 yılında bu yarışmaya katılmak ve ülkemi temsil etmek benim için çok heyecan verici. Yüküm ne kadar ağır da olsa bu yolculuğun tadını çıkarmaya çalışacağım. “Bana verilen destek için herkese teşekkür ederim.” “Düm Tek Tek” şarkısı TRT ekranlarında yayınlandığından bu yana her yerde çalınmaya başladı. Hemen herkes tarafından sevilmesi ise elbette Hadise’ye yarışmada ayrı bir heyecan yükledi. Bu nedenle üzerinde baskı hissedip hissetmediğini ise Hadise şöyle açıklıyor: “Şarkımın ve sahne performansımın bu kadar beğenilmesi beni elbette çok mutlu ediyor. Ben mükemmel bir gösteri yapıp, sahneden inerken de, “Bu işi hakkıyla yaptım” demek istiyorum. Bana verilen destek için herkese bir kez daha teşekkür ediyorum.” 46 | M ay ıs-Ha zira n 2009 MAKRO | Bir Portre Aşık Veysel bugün yok belki ama unutulmaz deyişleri aramızda. Ve ayrı ayrı yerlerde, sazların tellerinden dökülüyor ezgileri... Zaman değişiyor, modern dünyanın ezgileri daha çok çalınır oluyor kulağımıza. Ancak eskinin saf tınısına duyulan özlem de giderek artıyor. Bu yüzdendir ki, şimdilerde Aşık Veysel türküleri yeniden düzenleniyor. Peki, pek çok deyişini ezbere bildiğimiz, nerede duysak “Aşık ne güzel söylemiş” dediğimiz Veysel Şatıroğlu’nu, nam-ı diğer Aşık Veysel’i ne kadar tanıyoruz? Bir teselliyle başlayan şiir ve müzik tutkusu, zamanla aşka dönüşen Aşık Veysel’in uzun ince hayat öyküsünü paylaşıyoruz bu defa sizlerle… Hikayesi, yolda başlıyor Uzun ince bir hayat öyküsü... Aşık Veysel Dünyaya geldiği anda, yürüdü aynı zamanda, iki kapılı bir handa, gidiyordu gündüz-gece… Ne zaman biri, uzun ince bir yol hikayesi anlatsa, Aşık Veysel geliyor akla. Sazının tınısı, kendine has tekniği ve unutulmaz dizeleriyle “Aşık” geleneğimizin en önemli temsilcilerinden biriydi o. Anadolu’nun tozlu yollarında geçen ömründe, o anlattı, biz dinledik. Sadık yari toprağa kavuştuğu günden beri de dizeleri bizlere yadigar… 48 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Sivas’ın Sivrialan Köyü’nde, 1894’te başlıyor hikayesi. Kaderi de doğarken oracıkta çiziliveriyor aslında. Annesi Gülizar’ın, karnı burnunda koyun sağmaya giderken tutuyor sancıları ve büyük ozan, yolun ortasında açıyor gözlerini dünyaya. Koyun sağmaya diye yola çıkan Gülizar, çaputa sardığı bebeğiyle dönüyor köyüne, göbek bağı elinde. O, dünyayı gönül gözüyle görüyordu Köyündeki salgın nedeniyle yakalandığı çiçek hastalığı, 7 yaşındayken dünyasını karartıyor Aşık’ın. Önce sol gözüne bir perde iniyor. Yaşadığı yıllarda yaptığı bir röportajda, şu sözlerle anlatıyor yakalandığı hastalığı ve dünyasının kararışını: “Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım. Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme MAKRO | Bir Portre de solun zorundan olacak, perde indi. O gün bugündür dünya başıma zindan.” İşte böyle anlatıyor karanlık günlerinin başlayışını… Daha sonra bir kaza sonucu diğer gözünü kaybetmesi yine de ona engel olmuyor. Dünyayı gözleriyle göremiyor belki ama yaşamı boyunca artık gönül gözüyle bakıyor her şeye ve gönül gözüyle seviyor herkesi. Bir teselliden aşıklığa uzanan yol Uğradığı kaza sonucu diğer gözünden de olan Aşık Veysel, bu olay nedeniyle içine kapanıyor. Parasızlık nedeniyle oğlunu bir türlü tedavi ettiremeyen ve üzüntüden kahrolan babası ise, çareyi aşıkların şiirlerinde buluyor sonunda. Veysel’i teselli etsin diye fırsat buldukça aşıkların şiirlerini okumaya başlıyor ona ve bir de saz tutuşturuyor eline. Böylece Veysel, aşık oluyor şiire ve müziğe... En çok Pir Sultan Abdal’ı, Karacaoğlan’ı ve Yunus Emre’yi seviyor, henüz bu tutkunun onu yollara düşüreceğinden habersiz… Zaman zaman köyüne uğrayan aşıklardan etkilendiği de söylenenler arasında. İz bırakan yolculuklar başlıyor sonunda Aşık Veysel köyünden ilk olarak, Kasım adında bir arkadaşını, Baleni Köyü’ne ziyarete gitmek için ayrılıyor. Bir süre orada kalan Aşık Veysel, parasızlık nedeniyle dönüş yolunda uğradığı Zara’nın Girit Köyü’nde köy halkına saz çalıyor ve 9 lira kazanıyor. Derken başlıyor, Anadolu’yu diyar diyar gezmeye... Durduğu her yerde sazını çalıyor ve arkasında deyişlerini bir iz gibi bırakarak yoluna devam ediyor. Bu yolculuk onu, dönemin Köy Enstitülerinde saz hocalığına ve elbette Aşık geleneğinin önemli temsilcilerinden biri olmaya götürüyor. Aşık Veysel’den bize kalanlar… “Dost dost diye nicesine sarıldım Benim sadık yarim kara topraktır Beyhude dolandım boşa yoruldum Benim sadık yarim kara topraktır.” “Uzun ince bir yoldayım Gidiyorum gündüz gece Bilmiyorum ne haldayım Gidiyorum gündüz gece Dünyaya geldiğim anda Yürüdüm aynı zamanda İki kapılı bir handa Gidiyorum gündüz gece” “Güzelliğin on par’etmez Bu bendeki aşk olmasa Eğlenecek yer bulaman Gönlümdeki köşk olmasa Tabirin sığmaz kaleme Derdin dermandır yareme İsmin yayılmaz aleme Aşıklarda meşk olmasa” Ahmet Kutsi Tecer ile hayatı değişiyor Aşık Veysel, ismini duyurmaya Ahmet Kutsi Tecer ile tanışması sonucunda başlıyor. Bir Aşık bayramında, Ahmet Kutsi Tecer Aşık Veysel’den çok etkileniyor ve böylece onun ülke genelinde tanınması için yolunu açıyor. Zamanla tekniğini ve şiirini iyice geliştiriyor ve radyo ve televizyon programlarına katılmaya başlıyor. Mahsuni Şerif, Fikret Kızılok ve Esin Afşar gibi pek çok sanatçıyı etkileyen ve bildiklerini de aktaran Aşık Veysel, ülke kültürüne damga vuran bir aydın olarak anılmaya başlıyor. 1965 yılında da Türkiye Büyük Millet Meclisi, anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü Aşık Veysel’e 500 lira aylık bağlıyor. Deyişlerinde toprağa bağlılık var Şiirlerinde yalın bir Türkçe kullanan Aşık Veysel gösterişsiz ama kusursuz bir teknik kullanıyordu. Dili ustalıkla kullanmasının yanı sıra şiirlerinde toprağa olan bağlılığı hemen göze çarpıyordu. Daha çok köy yaşamına ilişkin örnekler içeren deyişlerine, yaşama sevinci yansıyordu. Aşık Veysel, hüzünle yaşama sevincini, umutsuzlukla iyimserliği harmanlıyor ve bizlere uzun yolculuğundan edindiklerini gönül gözüyle aktarıyordu. Kızılırmak gibi bir yaşam Erdoğan Alkan, Aşık Veysel’in yaşamını şu güzel betimlemeyle özetliyor: “Kızılırmak soru işaretine benzer, Zara’dan doğar, Hafik ve Şarkışla’dan sonra Sivas topraklarını terk eder. Bir yay çizip Kayseri’yi, Nevşehir’i, Kırşehir’i, Ankara’yı ve Çorum’u sular, Samsun’un Bafra ilçesinde denize dökülür. Aşık Veysel’in yaşam öyküsü Kızılırmak gibidir. Bir ucu Bafra’dadır, bir ucu da Zara’da. Bafra’ya dek uzanan acılı yaşam, Zara’nın doğusundaki Kızıldağ’ın gür sularıyla beslenip sona erer.” İşte böyle, bir nehir gibi akıp giden, geçtiği toprakları besleyen yaşamı, 21 Mart 1973 günü akciğer kanseri nedeniyle noktalanıyor, Aşık Veysel’in. Dost dost diye nicesine sarılıyor yaşamı boyunca, ama sonunda sadık yarine kavuşuyor. May ı s - Ha z i ra n 2009 | 49 MAKRO | Sağlık Bahar alerjilerine dikkat! Güzel bahar aylarının gelmesiyle birlikte, kış rehavetini üzerimizden atmak için açık havada gezip tozmak hepimizin isteği… Baharın gelmesiyle birlikte burun akıntısı, hapşırma, öksürük, kaşıntı gibi alerjik şikayetler ortaya çıkabiliyor. Alerji, bağışıklık sisteminin aslında vücuda zararlı olmayan maddelere karşı başlattığı abartılı ve şiddetli bir savunmadır diyor, Sema Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayşe Türközü. En sık karşılaşılan alerjenleri ise ev tozu akarları, polenler, otlar, hayvan epiteli, küf ve besinler olarak tanımlıyor. 50 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Polen alerjisi nedir? Özellikle bahar aylarının gelmesiyle bitkilerin polenleri bol miktarda havaya salınıyor. Polen alerjisi, ağaçların, otların ve daha az sıklıkla da çiçeklerin polenlerinden kaynaklanıyor. Polenler ön planda nefes yoluyla vücudumuza girdiği için “inhale alerjenler” olarak adlandırılıyorlar. Polenler üst solunum yolları ve solunum sisteminde, boğazda yanma, kaşıntı, kuru öksürük ve nefes darlığı şikayetlerine neden oluyor. Polen mevsimlerinde; ağaçların çoğunlukla Mart ayından Mayıs’a, çayırların Nisan’dan Haziran’a, otların ise Haziran sonundan Eylül’e kadar havaya polen saldığı biliniyor. Aynı zamanda tek başına polen mevsimleri ve polenlerdeki artışlar, iklime ve yöresel faktörlere göre de değişim gösterebiliyor. Polen maruziyetini nasıl azaltabiliriz? Bitkilerin çiçeklenme döneminde, yüksek miktarda polen oluşuyor. Polen düzeyleri; kırlık bölgelerde gün içi en yüksek düzeyken, şehirlerde ise akşama doğru en yüksek düzeyine ulaşıyor. Dağlık ve deniz kenarı bölgelerde ise polen miktarı daha az olup, yağmur ve bulutlu havalarda bu miktar daha da azalıyor. Dr. Ayşe Türközü, polen alerjisi olan kişilerin bu dönemlerde bazı önlemler alarak şikayetlerini azaltabileceklerini söylüyor ve polenlerin azaldığı saatlerde dışarı çıkmayı tercih etmek gerektiğini ifade ediyor. Bunun yanı sıra; l Uyumadan önce pencereleri kapatmanın, l Yatmadan önce saçları yıkayarak polenleri uzaklaştırmanın, l Eve gelindiğinde kıyafetleri havalandırmanın, l Giysileri dışarıda kurutmanın, l Tatil için daha çok dağlık bölgeleri veya deniz kenarını tercih etmenin, polen maruziyetini azaltacağını belirtiyor. Alerji tedavisi önemli! Alerjik reaksiyonlar, insanların yaşam kalitesini düşürebildiği gibi, hayati tehlikeye de yol açabilen çok geniş yelpazeli bir hastalık. Bu yüzden alerjik hastalıkların tedavisi de zor ve zahmetli olabiliyor. Bu nedenle bir uzmana başvurarak alerjinizin nedeninin tespit edilmesi ve alerjene yönelik tedavi yapılması gerekiyor. MAKRO | Güncel Her gün farkında olmadan yaptıklarımız, çevremizi olumsuz yönde etkileyebiliyor. Başlıca çevre sorunları arasında yer alan hava, su ve toprak kirlenmesini önlemek için önlemler alabilir ve çevreye verdiğimiz zararı azaltabiliriz. Nelere yol açıyoruz? Ne yapıyoruz da çevre bu kadar zarar görüyor diye düşünüyor olabilirsiniz. Ancak günlük yaşantımızı kolaylaştıran, hayat akışımızda işimize yarayan pek çok şey, ne yazık ki çevreye ciddi anlamda zarar veriyor. Örneğin musluk giderlerine akıttığımız kullanılmış yağlar, yer altı sularını kirletiyor. Öte yandan denizlere gönderilen atıklar, denizlere ulaştığında deniz canlılarının doğal yaşam alanlarını da bozmuş oluyoruz. Bu hem canlıların neslinin tükenmesine yol açıyor hem de çevre güzellikleriyle birlikte besin kaynaklarımızı da tüketmiş oluyoruz. Kullandığımız doğa karşıtı deodorantlar hava kirliliğinde büyük rol oynarken, toplu taşımayı tercih etmeyip her yere kendi araçlarımızla gitmemiz de havayı kirletiyor. Tabi kirli hava en çok da solunum yoluyla ilgili ciddi hastalıklara yol açıyor. Bunun bir zincir olduğunu düşünürsek çevreye verdiğimiz tahribat, ekonomik anlamda da bizleri etkilemeye devam ediyor. Tarım alanında kullanılan ilaç ve gübreler, toprakların kirlenmesine ve elverişsiz hale gelmesine neden oluyor. Bu bitki 52 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Dikkat! Çevremiz kirleniyor, yaşantımız tehdit altına giriyor Oturduğunuz apartmanın penceresinden baktığınızda kaç tane ağaç görüyorsunuz? Cıvıl cıvıl kuş sesleriyle uyanmayalı kaç yıl oldu, saydınız mı? Musluğunuzdan su yerine çamur aktığında ne hissediyorsunuz? Ya temiz ciğerlerinize temiz hava yerine karbondioksit çektiğinizde… Peki, tüm bunlarda sizin de payınız olduğunun farkında mısınız? Dünya, doğal güzelliklerini yavaş yavaş yitiriyor ve bizler de yaşanılır bir dünyayı her gün biraz daha kaybediyoruz. İşte bu nedenle, 1972 yılından bu yana her yıl 5 Haziran günü Dünya Çevre Günü olarak kabul ediliyor ve doğadaki tahribata dikkat çekmeye çalışılıyor. Çünkü çevre bilincini kazanarak bu gidişe bir dur demek ve tertemiz bir dünyada yaşamak için sınırlı da olsa hala vaktimiz var. hastalıklarını ortaya çıkarırken, bitki örtüsüne de kalıcı zararlar veriyor. Türkiye’de çevre sorunu ciddi boyutlara ulaşıyor Her gün çevreyle ilgili yapılan çeşitli uyarılar, siyah bir tablo çizmek için değil. Hepsi birer gerçek ne yazık ki. Öyle ki hava, su ve toprak kirliliğinin giderek daha da arttığı ve küresel ısınmanın çoğaldığı bugünlerde, Türkiye karbondioksit salımında Avrupa Birliği üyesi ülkelerle karşılaştırılırsa 215,9 milyon tonla yedinci sırada yer alıyor. Üstelik bu rakamlar, 2005 yılında yapılan araştırmanın verilerine göre belirlenen rakamlar. Öte yandan 20 yıl öncesinin Türkiye’sinde kişi başına 4 bin metreküp su düşerken bugün yalnızca 1,4 metreküp su düşüyor. Tablo yalnızca bununla da sınırlı değil. Su yoksulu ülkeler arasına girmiş olan Türkiye’de erozyon nedeniyle yılda yaklaşık 500 milyon ton verimli toprak kaybediliyor, 80-100 bin dönüm arası orman, yangınlarda kül oluyor ve plansız kentleşme nedeniyle de 57 bin dönüm arası verimli toprak insan eliyle yok ediliyor. MAKRO | Güncel Sağlıklı yaşam için süt için, süt içirin Hayatımızın her döneminde, bedenimiz için en gerekli besinlerden biri, süt. Anne sütüyle başlayan süreçte, çocukluktan ergenliğe, yetişkinlik döneminden yaşlılığa kadar her dönemde düzenli olarak süt tüketmemiz gerekiyor. Zengin bir besin kaynağı olması nedeniyle bağışıklık sistemini, kemik yapısını güçlendiren süt, ileriki yaşlarda ortaya çıkan hastalıkların önlenmesinde de birebir etkili. Öte yandan pürüzsüz ve parlak bir cilde sahip olmanın yolu da yine süt içmekten geçiyor. Bu nedenle her yıl 21 Mayıs, tüm dünyada Dünya Süt Günü olarak kutlanıyor. Tüm bunlara rağmen, Türkiye, süt tüketiminde ne yazık ki dünyanın oldukça gerisinde kalıyor. Sağlıklı beslenmede oldukça önemli bir yeri olan süt, hepimiz için büyük bir hayati değere sahip. Bedenimiz için en gerekli besinleri bünyesinde barındıran süt, organizmanın gelişimi açısından her gün tüketilmesi gereken besinler arasında baş sırada yer alıyor. Bu nedenle Uluslararası Sütçülük Federasyonu’nun 1956 yılında aldığı kararla her yıl 21 Mayıs günü federasyona üye olan tüm ülkelerce Dünya Süt Günü olarak kutlanıyor. Sütün faydalarının anlatıldığı, süt tüketiminin arttırılması ve süt içme alışkanlığı kazandırılması amaçlanan gün boyunca, lider süt firmaları ve kurumlar tarafından çeşitli etkinlikler düzenleniyor. 54 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Derdinize derman bir besin, süt Elbette hemen hemen hiçbirimiz çocukluğumuzda tükettiğimiz kadar süt tüketmiyoruz. Zaman içinde süt yerini farklı besin kaynaklarına bırakıyor ve süt içme alışkanlığımızı giderek yitiriyoruz. Alternatif içecekler, pratik besinler yaşamımızda daha çok yer kazanmaya başlıyor. Ancak bununla beraber bazı hastalıklara da kapı açılıyor. İçeriğinde bulunan vitamin ve minerallerle sihirli bir iksir olarak kabul edilen süt, her yaşta düzenli olarak tüketilmezse, başta kemik erimesi olmak üzere çeşitli hastalıklara yakalanma riskimiz de her gün biraz daha artıyor. Kahvenin içinde tükettiğimiz süt miktarı yeterli olmadığı gibi, sütlü tatlılar, süt ürünleri ve yoğurt gibi gıdalar da bir bardak sütten sağlayacağımız faydanın yanından geçmiyor. Bu nedenle kalsiyum, protein, A, B, D ve E vitamini yönünden zengin olan sütün gelişme çağındaki çocuklar, ergenlik dönemindeki gençler, anne adayları, yaşlılar, kısacası her yaştan insan tarafından mutlaka tüketilmesi gerekiyor. Süt neden mi önemli? Belki de bugüne kadar sütün yaşamımızda neden bu kadar önemli olduğunun farkında değildiniz. Oysaki “zamanında yeterince içtim” diye ihmal ettiğimiz süt tüketimi, dişimizden tırnağımıza kadar vücudumuzun her bir parçası için ayrı bir değer taşıyor. İçeriğinde bulunan bol miktardaki kalsiyumun kemiklere ve dişlere olan olumlu etkisini hatırlatmakta fayda var. Her daim sağlıklı bir gülümsemeye sahip olmak isteyenler, süt içmeyi kesinlikle ihmal etmemeli. Öte yandan sütün içinde bulunan A vitamini, göz sağlığı için son derece önemliyken E vitamini de bağışıklık sisteminin güçlenmesine büyük katkı sağlıyor. Öyle ki düzenli süt tüketenlerin kış aylarında soğuk algınlığı, grip gibi hastalıklara yakalanma riskleri tüketmeyenlere kıyasla çok daha az. B2 vitamini çocuklarda büyümeyi hızlandırırken, içeriğindeki biotin, saç ve deri sağlığına olumlu etkide bulunuyor. Parıldayan saçlara ve pürüzsüz bir tene sahip olmak isteyen herkesin zaman kaybetmeden süt içmeye başlaması gerekiyor. Sağlıklı nesiller için çok daha fazla süt tüketilmesi gerektiğinin altını ısrarla çizen uzmanlar, özellikle kadınların korkulu rüyası olan osteoporoza karşı yine sütü öneriyor. MAKRO | Güncel Trafik canavarı olmayalım! Her gün gazetelerde ve televizyonlarda sık sık karşılaştığımız ve ne yazık ki artık kanıksadığımız haberler arasında yer alıyor, trafik kazaları. Trafik terörü her gün onlarca can almaya devam ederken, uygulanan cezalar da ne yazık ki caydırıcı etkide bulunmuyor. Yapılan araştırmalardan çıkan sonuçlar, bu gerçeği açıkça ortaya koyuyor. Meydana gelen kazaların bilançosu oldukça ağır. Bu nedenle 1-7 Mayıs tarihleri arası, Uluslararası Karayolu Güvenlik Haftası olarak kabul ediyor ve trafik sorunlarına ilişkin görüşmeler ve eğitimler gerçekleştiriliyor. ve trafik sorunlarına ilişkin görüşmeler ve eğitimler gerçekleştiriliyor. Türkiye’deki manzara iç açıcı değil Son yıllarda dünyada ve Türkiye’de hem araç teknolojisi çok gelişti hem de trafikteki araç sayısı oldukça arttı. Bununla beraber gerek ekonomik gelişmeler ve gerekse hızlı kentleşmenin bir getirisi olarak şahsi araçlarımız yaşamımızın değişmez bir parçası oldu. Öte yandan dünyadaki ve ülkemizdeki manzaraya baktığımız zaman trafik kazalarında da oldukça fazla bir artış gözleniyor. Yıllardır kan ve gözyaşının aktığı yollarda, trafik terörü gerçeği açıkça gözler önüne seriliyor. İşte bu nedenle Türkiye’nin de aralarında yer aldığı birçok Avrupa ülkesinin oluşturduğu konsey, 1-7 Mayıs tarihleri arasını Uluslararası Karayolu Güvenlik Haftası olarak kabul ediyor 56 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Türkiye’de her yıl ortalama 10 bin insan yaşamını yollarda kaybediyor. Her gün yaklaşık 25-30 arası kişi trafik kazalarına bağlı olarak yaşamını yitirirken birçok insan da yaralanıyor veya sakat kalıyor. Trafik kazalarında ölenlerin ya da yaralananların çoğunu ise ne yazık ki 5-14 yaş arasındaki çocuklar oluşturuyor. Araçlar hem yaşamımızı kolaylaştırıyor hem yaşamımıza mal oluyor Ankara Ticaret Odası tarafından yapılan araştırmalara göre bir yılda ortalama 500 bin civarında trafik kazası meydana geliyor. Kazalarla ilgili 1955 yılından bu yana yapılan araştırmalara bakıldığında bugüne kadar ortalama 300 bin vatandaşımız yaşamını yollarda yitirmiş durumda. Bu da gösteriyor ki, her gün onlarca kişinin yaşamına mal olmasına karşın trafik konusunda herhangi bir ilerleme kaydedilmiyor. İzlediğimiz can sıkıcı haberler, döktüğümüz gözyaşı bile ne yazık ki trafik kurallarını ihlal etmemize engel olamıyor. Ekonomiyi de olumsuz etkiliyor Trafik kazaları yalnızca kişisel olarak üzülmemize yol açmakla kalmıyor, aynı zamanda ülke ekonomisini de son derece olumsuz yönde etkiliyor. Örneğin Türkiye’nin son 10 yılda trafik kazaları nedeniyle 100 milyar dolarlık ciddi bir kayba uğradığını biliyor muydunuz? Kazalarda sahip olunan araçlar hurdaya dönünce maddi kayba uğradığımız gibi, yaralanan, ölen ve sakat kalan kişiler de kalifiye iş gücüne olumsuz etkide bulunuyor. Yaralıların tedavisine milyarlarca lira harcanırken, böylesine ciddi boyutlarda trafik kazası yaşanan bir ülkeye gelen turist sayısı da her geçen gün azalıyor. Sebepler aynı ama cezalar etkili değil Türkiye’de her gün meydana gelen onlarca trafik kazasının sebepleri yıllardır aynı. Eğitimsizlik, dikkatsizlik, alkollü araç kullanımı, aşırı hız, kendine trafikte fazla güven duyma, hatalı sollama, uzun süre direksiyonda kalma ve uykusuz araç kullanma gibi sebeplerin yanında son yıllarda günlük yaşamda artan stres de kazaların oluşmasına yol açıyor. Tüm bunların yanında, ceza sisteminin yetersiz olması ve caydırıcı ceza uygulamalarının gerçekleştirilmemesi de kurallardaki ihlali arttırıyor. Kazaları sonlandırmak ve bilançoyu hafifletmekse, yine sürücülerin dikkatli olmasına kalıyor. MAKRO | Üç Aylar Regaip Kandili’yle mübarek ‘Üç Aylar’ başlıyor “Ey Allah’ım bizi Ramazan’a kavuştur.” Hz. Muhammed (S.A.V.) 58 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Üç Aylar başlıyor. Regaip Kandili’nin müjdecisi olduğu ve İslam alemi için oldukça büyük bir önem taşıyan bu aylar, Müslümanlar arasında manevi duyguları arttırmak, insani ilişkileri güçlendirmek ve dini görevleri yerine getirmek için son derece önemli bir dönem. Müslümanlarca özlemle beklenen Regaip Kandili ve Üç Aylar, hem dini açıdan hem de geleneklerin devam ettirilmesi anlamında oldukça kıymetli bir yere sahip. Recep, Şaban, Ramazan… Recep ayının ilk Cuma gecesi olan Regaip Kandili’yle beraber başlıyor, Üç Aylar. Bu mübarek aylardan ilki olan Recep ayı için Hz. Muhammed (S.A.V.) şöyle buyurdu; “Recep Allah’ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan da ümmetin ayıdır. Ey Allah’ım Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl, bizi Ramazan’a kavuştur.” Üç Ayları diğer aylardan farklı kılan en önemli sebep olarak, Recep ayının başında Hz. Muhammed’e (S.A.V.) peygamberlik vahyinin gelmeye başlaması gösteriliyor. Şaban ayında gelmeye devam eden vahiylerden sonra, MAKRO | Üç Aylar inanca göre Ramazan ayı itibariyle de Kuran-ı Kerim’in ayetleri inmeye başlıyor. Berat Kandili olarak, yani günahlardan arınma gecesi olarak kabul ediliyor. Üç Ayların habercisi, Regaip Kandili Üç Ayların sonuncusu, Ramazan ayı Hicri takvimde Recep ayının ilk Cuma gecesine denk gelen gece, Regaip Kandili olarak kabul ediliyor. “Arzulamak, meyletmek” anlamlarına gelen “regaip”, Kuran-ı Kerim’de geçmiyor ancak yine de Müslümanlar için bu gece, gerek ilk kandil gecesi olması, gerekse de Üç Ayların habercisi olması nedeniyle oldukça büyük bir önem taşıyor. Müslümanlar, Üç Ayların başladığı ilk perşembeyi cumaya bağlayan bu geceyi, tüm ruhların beraber yaratıldığı ve ilk olarak da Hz. Muhammed’in (S.A.V.) ruhunun yaratıldığına ve Peygamberimizin yeryüzüne, insanların arasına geldiği gün olmasına duyulan inançla, coşkulu bir şekilde kutluyorlar. Üç Ayların sonuncusu olan ve bitiminde tüm İslam dünyasında bayram olarak kutlanan Ramazan ayı ve bu ay içerisinde bulunan Kadir Gecesi de yine dinimizde oldukça özel bir öneme sahip. Ramazan ayı yoksullara yardım, ibadet ve Kur’an ayı olarak kabul ediliyor. Kadir Gecesi’nin bu ay içinde bulunması, İslam’ın beş şartından biri olan oruç ayının da Ramazan ayı olması, üç ayların önemini daha da arttırıyor. Ramazan’a hazırlık başlıyor Günahlardan arınma ve sevaplarla bezenme mevsimi olarak kabul gören Üç Aylar, manevi kazanç elde etmek isteyenler için son derece önemli. Geçmişin muhasebesini yapıp geleceğini düzenleme yolunda fırsat olarak görülen Üç Aylarda, önemli mübarek gecelerin bulunmasının yanı sıra Ramazan ayına hazırlıklar da başlamış oluyor. Regaip ve Miraç gibi önemli kandillerin de içinde bulunduğu Recep ayı, Üç Aylar geleneğiyle birlikte asırlardır Ramazan’a hazırlık için başlangıç olarak kabul ediliyor. Şaban ayı ve Berat Kandili Pek çok kaynakta, Hz. Muhammed’in (S.A.V.) Ramazan dışında en çok Şaban ayında oruç tuttuğu kaydediliyor. Bununla beraber, bu ayın İslam alemi açısından bir önemi daha var. Şaban ayının 15. gecesi, İslam aleminde Üç Aylarda Konya’ya özgü bir gelenek, Şivlilik Günü Üç Ayların ve Regaip Kandili’nin Müslümanlar açısından ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Bununla beraber, yıllardır süregelen ve Konya yöresine özgü bir gelenekten bahsetmemek de olmaz elbette. Konya’da her yıl Regaip Kandili’nin gündüzü, “Şivlilik Günü” olarak kutlanıyor. Konya halkı tarafından “ilk namaz” olarak da adlandırılan bu gün, iki aşamalı olarak kutlanıyor. Burada bir diğer önemli noktaysa o sene Üç Ayların hangi mevsime denk geldiği… Çünkü kutlamalar Üç Ayların denk geldiği mevsime göre şekilleniyor. Kutlamalarda ilk aşama, Bir mani örneği... “Şivli şivli şişirmiş Erken kalkan pişirmiş İki çörek bir börek Bize şivlilik gerek Şivliii” bir önceki geceden itibaren başlıyor. Akşam namazının ardından çocuklar, gençler ve gelinler, en uygun noktada bir araya geliyorlar. Fener alayı olarak anılan bu kutlamada en büyük rol çocuklara düşüyor. Çocuklar satın aldıkları, ortasında mum bulunan kağıttan fenerleriyle kutlama alanında toplanıyorlar. Daha sonra toplanılan meydanda büyük bir ateş yakılıyor ve gençler ateşin üstünden atlamaya başlıyorlar. ‘Şivlilik Günü’nde evlerde şenlik oluyor Kutlamaların ikinci aşamasında yani Regaip Kandili’nin gündüzünde, evlerde hareketlilik başlıyor. Burada da devreye giren çocuklar, ellerine aldıkları torbalarıyla kapı kapı gezip şivlilik topluyorlar. Kadınlar ise “bişi” denilen ve yağda kızartılan hamurları hazırlamaya başlıyorlar. Marketlerde şivliliğe özel reyonlar hazırlanırken günümüzde Şivlilik Günü’nde daha çok sakız, çikolata ve şekerlemeler dağıtılıyor. Kapı kapı dolaşan çocuklar, hep bir ağızdan “şivlilik” diye bağırıyorlar ve maniler söylüyorlar. Geçmişten bugüne süregelen bu gelenekte, çocukların hep bir ağızdan söylediği maniler de kutlamalara eğlence katıyor. May ı s - Ha z i ra n 2009 | 59 MAKRO | Gıda Kültürü Kahvenin mis kokulu öyküsü Hemen hiçbirimizin evimizden eksik etmediğimiz ve mis kokusuyla misafirlerimizi ağırladığımız kahve, bugün evrensel bir içecek olarak kabul edilebilir. Pek çok türü bulunan, içimiyle kişiye enerji veren, soğuk günlerde içimizi ısıtan, uyanamadığımız zamanlarda kendimize gelmemizi sağlayan ve en önemlisi sohbetlerimizi tatlandıran kahvenin uzun bir hikayesi var. Tarihte kimi zaman soyluların içeceği olarak kabul gören, kimi zaman yasaklarla içimi engellen kahve, geçen zaman boyunca yine de tercih edildi ve en keyifli anların tanığı olmayı başardı. 60 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Çoban Khaldi kahveyi keşfediyor Bugün her köşe başında kahvehaneler, kafeler ve kahve evleri var. Üstelik hepsi de tıklım tıklım dolu. Dünya kahvelerinin lezzeti neredeyse her köşe başında… Ancak geçmişe şöyle bir uzandığımızda, kahvenin geçmişte bugünkü kadar çok tüketilemediğini ama yine de çok sevildiğini görebiliyoruz. Etiyopya’dan Yemen’e ve sonra tüm dünyaya yayılan kahvenin öyküsü, 14. yüzyıla kadar dayanıyor. Dünya yolculuğuna Güney Etiyopya’dan başlayan kahve hakkında pek çok farklı efsane bugün dillerde dolaşıyor. Ancak anlatılan en ilginç hikaye, Habeşistan’ın Kaffa yöresinde yaşayan Khaldi isimli bir çobana ait olanı… Sıcaktan hep uyuşuk olan ve koyunlarının da uyuşuk olduğuna üzülen çoban, bir gün koyunların bir ağacın meyvelerini yedikten sonra hareketlendiğini görmüş. Bunu mucize olarak nitelendiren çoban, ağacın meyvelerini toplamış ve suda kaynatarak içmiş. Bir süre sonra kalp atışları hızlanan ve enerjisi artan çoban Khaldi, bugün kahvenin kaşifi olarak kabul ediliyor. MAKRO | Gıda Kültürü Mekke’de Hayr Bey tarafından 1511’de keyif verici madde olduğu iddiasıyla yasaklanmış. Ancak içimiyle kişiyi cezbeden kahve, Arabistan’da gizli gizli tüketilmeye devam ederken Kızıldeniz ticaretiyle Kahire’ye doğru yayılmaya devam etmiş. Mekke’de yasaklanan ancak aynı dönemde Kahire sokaklarında ilgi odağı olan ve serbestçe tüketilebilen kahve, böylece zamanla ticari bir tüketim maddesine dönüşmüş. Kahve dünyaya yayılıyor Güney Etiyopya’dan yayılan kahvenin bugün tüm dünyanın vazgeçilmez keyiflerinden biri olduğu inkar edilemez bir gerçek. Ancak kahve, dünyaya o kadar da kolay yayılmıyor. Bugünkü teknoloji ve iletişim olmadığı düşünülürse, bu mis kokulu içeceği dünyanın tanıması epeyce zaman alıyor. Kahvenin kokusu, dünyayı yavaş yavaş sarıyor. Kahvenin Etiyopya’dan sonraki ilk durağı Yemen… Yemen’den sonra Arabistan’ın iç kesimlerine de yayılan kahve, tarihi bilgilere göre Kanuni, kahveye hayran kalıyor Türklerin kahveyle tanışması 16. yüzyıla, yani Kanuni Sultan Süleyman dönemine denk geliyor. Kendisine sunulan bu eşsiz tada hayran kalan Kanuni sayesinde kahve kısa zamanda tüm Osmanlı’ya yayılıyor. 1554 yılında da İstanbul Tahtakale’de ilk kahvehane hizmet vermeye başlıyor. Hatta öyle ki, Topkapı Sarayı’nda “kahvecibaşılık” görevi bile tahsis ediliyor. Kanuni’nin ölümünden sonra tahta geçen Sultan 2. Selim ise kahvenin halkın kültürel yaşamında önemli bir yere sahip olduğunu görüyor ve içilmeye devam edilmesini sağlıyor. Ancak yasaklarıyla ünlü 4. Murat tahta geçince işler değişiyor ve kahveye yasak geliyor. Kahvehaneler kapatılıyor. Halk kahve içebilmek için gizli toplantılar düzenlemeye başlıyor. Buna da “Koltuk Kahvehaneleri” deniyor. Avrupa’da Venedik’le başlayan kahve alışkanlığı Avrupa’da kahve içme alışkanlığının merkezi Venedik olarak biliniyor. Venedik’te 1615 yılında açılan kahvehanelerden sonra bu kültür 1645’te İtalya’ya yayılıyor. 1644’te Marsilya’dan Fransa’nın iç kesimlerine yayılmaya başlayan mis gibi kahve kokusu, 1669’da da Türk Elçisi Süleyman Ağa tarafından Paris sosyetesine sunuluyor. Hoşsohbet Süleyman Ağa olarak tanınan o dönemin Osmanlı elçisinin, küçük fincanlarda törensel kahve ikram ettiği biliniyor. Bu nedenle de özellikle Fransız kadınlar ve Paris sosyetesi arasında bu keyif “Türk Kahvesi” diye ünlenerek moda olmuş. Kahve ve kahvehanelerin yayılması, İngiltere’de 17. yüzyıla denk geliyor. İngiliz aristokratlar tarafından beğeniyle karşılanan bu yepyeni lezzet, 17. yüzyılın ortalarından itibaren hızla günlük yaşamın bir parçası durumuna geliyor. Hatta öyle ki, Londra’da uzun süre kişiye enerji veren bir ilaç olarak tüketildiği söylenenler arasında… May ı s - Ha z i ra n 2009 | 61 MAKRO | Röportaj POLATLI MÜŞTERİLERİNİN TERCİHİ MAKROMARKET “Hizmet Tüm Türkiye’ye” sloganıyla her geçen gün büyüyen ve kaliteli hizmet anlayıșını yurdun dört bir yanına tașımak için çabalayan Makromarket’in, Polatlı’da da 4 tane mağazası bulunuyor. Makromarket mağazalarının Polatlı’daki durumunu ve gelecek hedeflerini Makromarket Polatlı Bölge Müdürü Muhammet Fatih Dereli’den dinledik. Bize biraz kendinizden ve Makromarket’teki görevinizden bahseder misiniz? Şereflikoçhisar doğumluyum. Değişik sektörlerde görev yaptıktan sonra Makromarket şirketinde görev yapmaya başladım. Ankara’nın merkezinde değişik mağazalarda görev yaptıktan sonra şu anda Genel Koordinatörlüğe bağlı Polatlı Bölge Müdürü olarak görev yapıyorum. Makromarket’in Polatlı’da bulunan mağazaları hakkında bilgi verir misiniz? Polatlı Bölge Müdürlüğü olarak, Atatürk Caddesi, Turan Caddesi, İnönü Caddesi ve Şehitlik Mahallesi’nde olmak üzere 4 farklı noktada mağazalarımız var. Polatlı halkına, 1 tanesi hipermarket, 2 tanesi ekspres ve 1 tanesi de market olan mağazalarımızla hizmet veriyoruz. Polatlı bölgesinin sosyoekonomik durumu göz önüne alınarak, Makromarket’in diğer 62 | M ay ıs-Ha zira n 2009 mağazalarına göre ne gibi farklılıklara gidiyorsunuz? Polatlı halkının sosyo-ekonomik durumu büyük oranda tarıma dayalı. Bu sebeple tarımla uğraşan insanların talepleri de farklı oluyor. Biz de Makromarket olarak halkın bu istek ve ihtiyaçlarını gözeterek ürün çeşitlerimizi belirliyoruz. Özellikle gıda çeşitlerimizde, Polatlı insanının talepleri, bizim için öncelik taşıyor. Ayrıca Polatlı halkının gelir zamanlarını dikkate alarak kampanyalarımızı bu zamanlara göre düzenliyoruz. Polatlı’da bulunan 4 Makromarket mağazasında çalışan personelin, koordinasyonunu ve motivasyonunu sağlamak için nelere dikkat ediyorsunuz? 4 mağazamızda, toplam 59 personelimiz görev yapıyor. Bu personellerimizden alabileceğimiz en üst seviyedeki performansı almak, asıl hedefimiz. Bunun için yaptığımız bireysel ve grup görüşmelerimizde personelimizin Muhammet Fatih Dereli motivasyonunu canlı tutmaya çalışıyoruz. Hedefimiz, güler yüzlü, düzgün konuşan ve her zaman “bu mağaza benim mağazam” düşüncesinde olan personeller yetiştirmeye gayret ediyoruz. Mağazalarımızda çalışan personellerimizi zaman zaman yer değiştirerek müşterinin karşısına yeni yüzlerle çıkmaya çalışıyoruz. Polatlı bölgesi olarak hedefleriniz nelerdir? Bizim öncelikli hedefimiz, “Polatlı’da tercih edilen mağazalar” olmak. Müşterilerimizin gezen müşteri değil alan müşteri olmasını istiyoruz. Polatlı’da görev yapmaktan dolayı neler hissediyorsunuz? Polatlı, Türk tarihinde bir önemli yeri olan ve yüz binin üzerinde nüfusu bulunan bir coğrafya. Türk’ün kader savaşı olan Sakarya Savaşı, burada yapılmış. Dünyanın incisi olan yurdumuzu işgal eden düşmanlara burada “Dur” denilmiş. Tarihimizde bu kadar büyük öneme sahip olan Polatlı’mızda görev yapmak, benim ve iş arkadaşlarım için büyük bir onur. MAKRO | Röportaj KIRIKKALE MAKROMARKET’İ SEVİYOR! Makromarket, hizmet verdiği her ilde olduğu gibi Kırıkkale’de de “Hizmette Çizgi Ötesi” sloganıyla yol alıyor ve Kırıkkale halkına makro kaliteli hizmeti mikro fiyatlarla sunuyor. Kırıkkale’nin en büyük hipermarketi olan ve Makro AVM içerisinde hizmet veren Kırıkkale Makromarket’in Mağaza Müdürü Erol Bulut ile Makromarket’in Kırıkkale’deki hizmetleri ve gelecek hedefleri üzerine bir söyleși gerçekleștirdik. elemanı olarak çalışmaya başladığım günden bugüne kadar, değişik mağazalarda, şef, müdür yardımcısı ve müdür olarak çalıştım. Nisan 2008’den beri de Kırıkkale’nin ilk ve tek, büyük alışveriş merkezi olan ve Makro AVM içerisinde bulunan Makromarket’in mağaza müdürlüğü görevini yürütüyorum. Makromarket’in Kırıkkale’de bulunan mağazası hakkında bilgi verebilir misiniz? Kırıkkale’de 4.000 metrekare satış alanında, 92 kalifiye personel, 18 kasa ve 250 araçlık kapalı ve açık otoparkımızla müşterilerimize en iyi Erol Bulut hizmeti sunmak için özen gösteriyoruz. Mağazamız, bulunduğu Bize biraz kendinizden ve bölgede tek hipermarket olduğundan, Makromarket’teki görevinizden Kırıkkale halkı için birçok ayrıcalıklar bahseder misiniz? sunuyoruz. Nezih ve ferah ortamıyla 1980, Ankara doğumluyum. hizmet sunan mağazamızda, gıda İlköğretim ve liseyi Ankara’da ürünlerinin yanı sıra, çok geniş tamamladıktan sonra, 2001 yılında çeşitlilikte gıda dışı ürün seçenekleri Erciyes Üniversitesi’ni bitirdim. Askerlik hizmetimi tamamladıktan ve bulunuyor. Kırıkkale halkı, gıda reyonunda da binlerce ürün çeşidiyle, bitirdiğim bölümle alakalı başka ayrıca taze olarak sunulan balık, şirketlerde çalıştıktan sonra, 2005 sebze-meyve, kasap, şarküteri, yılında Makromarket’te çalışmaya pastane, kuruyemiş ve kendi başladım. Makromarket’te reyon 64 | M ay ıs-Ha zira n 2009 üretimimiz olan 25’e yakın ekmek çeşitleriyle, temiz ve hijyenik bir mağazada, hesaplı ve dinamik kampanyalarla hizmet almanın ayrıcalığını yaşıyor. Mağazanın ürün portföyünü belirlerken nelere dikkat ediyorsunuz? Müşterilerimizin farklı isteklerine duyarlı olabilmek için elimizden geleni yapıyoruz. Bölgesel alışkanlıkları olan müşterilerimize cevap verebilmek adına diğer mağazalarımızda olmayan ürünlerin, satınalma kategori yöneticileriyle görüşerek, mağazamız için tedarik edilmesini sağlıyoruz. Kırıkkale’de müşteri profili oldukça geniş. Mağazamızın büyük olması avantajını da kullanarak, ürün yelpazesini olabildiğince büyütüyoruz. Kırıkkale’ye ürün tedariki nasıl gerçekleştiriliyor? Ürünlerimiz, Ankara’daki merkez depomuzdan ulaştırılıyor. Gıda, sebze-meyve ve balık, her gün taze olarak satışa sunuluyor. Ankara Et İşleme Tesisimizde işlenen et ürünleri de, frigofrik araçlarla, soğuk zincir kırılmadan, iki günde bir sevkiyat yapılmak suretiyle mağazamıza ulaşıyor. Kırıkkale mağazası olarak hedefleriniz neler? Makromarket’in şehir dışında açtığı ilk mağaza olarak sorumluluklarımız çok büyük. Hedeflerimiz, müşterilerimize en iyi hizmeti sunabilmek ve markamızın, bulunduğumuz her ilde en iyi hizmeti veren ve bu işi en iyi yapan örnek bir kurum olarak anılmasını sağlamak. Konseptimiz dahilinde uygun görülen bir yer olduğu takdirde, başka mağazalar da açılacak ve Türkiye’de olduğu gibi Kırıkkale’de de Makromarket büyümeye devam edecek. MAKRO | Doğadan SU Böbreklerden toksik maddelerin temizlenmesi ve idrarla zararlı maddelerin vücuttan uzaklaştırılmasını da su sağlar. Kan basıncının kontrol Seçil Kenar edilmesinde Diyetisyen görevlidir. Hücre içi ve dışı elektrolit dengesinin kurulmasında yardımcıdır. Göz, ağız ve burun kanallarının nemlendirilmesine yardımcıdır. Vücut ısısını ayarlamada yardımcıdır; egzersiz ve sıcak havalarda terleme yoluyla vücut ısısının sabit kalmasını sağlar. Vücut sıvılarının oluşumuna katılır. Ayrıca suyun içerisinde bulunan minerallerin de vücut sağlığı açısında büyük önemi vardır. HAYATTIR Su, canlılığın devamı için büyük öneme sahip. İnsanda kanın yüzde 92’si, kemiklerin yüzde 22’si, beynin yüzde 75’i ve kasların yüzde 75’i sudan oluşur. Suyun vücutta birçok işlevi var; su, hücrelerin yapısına katılır, kanla hücrelere besin ve oksijen taşınmasında, vücutta açığa çıkan zararlı maddelerin vücut dışına atılmasında görevlidir. Böylece vücuda canlılık verir ve besler. 66 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Cilt sağlığında etkili Suyun özellikle cildin elastikiyetini koruduğu ve vücuttan toksinlerin atımına yardımcı olduğu için cilt sağlığı üzerinde oldukça olumlu etkileri vardır. Selülit tedavisinde de kullanılır. Özellikle enfeksiyon hastalıklarında vücuttan zararlı bileşenlerin uzaklaştırılmasına etken olduğundan, enfeksiyon sırasında bol su tüketimi, daha kısa sürede iyileşmeyi sağlar. Zayıflama diyetlerinde de suyun önemi sürekli vurgulanır. Yemek esnasında alınan MAKRO | Doğadan su, mide hacmini arttıracağından doygunluk sağlar, vücudun temizlenmesine yardımcı olur. Günlük yaşamımızda özellikle egzersiz yaptığımızda, sıcak günlerde ve sauna gibi yerlerde sıcağa maruz kaldığımızda, vücudumuzda aşırı su kaybı meydana gelir. Burada en büyük tehlike, vücudun ihtiyacı olan su miktarının altına inmesidir. Bu Vücudun su kaybetmesi sonucunda... • %1: Susuzluk hissi, ısı düzeninin bozulması, performans azalması • %2: Isı artması, artan susuzluk hissi • %3: Vücut ısı düzeninin iyice bozulması, aşırı susuzluk hissi • %4: Fiziksel performansın %20-30 düşmesi • %5: Baş ağrısı ve yorgunluk • %6: Halsizlik ve titreme • %7: Fiziksel etkinlik sürerse, bayılma • %10: Bilinç kaybı • %11: Olası ölüm duruma dehidratasyon adı verilir. Ağız kuruluğu, baş dönmesi, bayılma hissi, göz kararması, idrara çıkamama gibi belirtileri olan dehidratasyon, ani ölümlere bile sebep olabilir. Bu yüzden spor sırasında, aşı öncesinde ve sonrasında, aşırı terleme esnasında her 15 dakikada bir yarım bardak su içilmesi gerekir. Çay, kola ve kahve, suyun yerini tutmaz Yapılan en büyük hatalardan birisi, gün içerisinde çay, kahve, kola tüketiyorum, bunlar da sıvı ihtiyacımı karşılıyor düşüncesiyle az su tüketilmesidir. Oysa bu tür içecekler, tam tersi olarak vücuttan suyun atılmasına sebep olurlar yani sıvı tüketimi yerine geçmezler. Vücudun günlük su ihtiyacı, kişinin fiziksel şartlarına göre değişim gösterir ancak ortalaması 2-2.5 litre kadardır. Ayran, komposto, bitki çayları, sıvı tüketim miktarına sayılabilir. Ne zaman su içeceğiz? Üzerinde konuşulan konulardan biri de suyu ne zaman içeceğimizdir. Suyun yemekle içilmemesi, 1 bardaktan fazla suyun bir kerede içilmesinin yanlış olduğu, günde 6-7 litre içilirse zayıflanacağı gibi birçok yanlış inanışı, hepimiz duymuşuzdur. Suyun ne zaman içildiği önemli değildir; yemekten önce, esnasında, sonrasında, aralarda… İstediğiniz zaman içebilirsiniz, yeter ki su için! Aşırı su içmek zayıflatmaz. Özellikle günde 4-5 litre üzerinde tüketilen su, yapılan araştırmalara göre böbreklerde çeşitli problemlere Suyun ne zaman içildiği önemli değildir; yemekten önce, esnasında, sonrasında, aralarda… İstediğiniz zaman içebilirsiniz, yeter ki su için! sebep olabilir. En fazla 4 litre su içimi, günde yeterlidir. Eğer yoğun fiziksel aktivite yapıyorsanız bu miktar artabilir. Gün içerisinde idrarın miktar ve renginin kontrolü de önemlidir. İdrar rengi koyulaşıyorsa içtiğiniz su miktarını arttırınız. May ı s - Ha z i ra n 2009 | 67 MAKRO | Psikoloji Sınav dönemi yaklaşıyor! Alanur Özalp | U z m a n P si k o l o g Hayatımızın her döneminde sınav ve stres var. Sınav konusu açıldığında korku, panik, heyecan gibi stres oluşturan durumlar aklımıza gelir. Sınava girecek olan gence stresten kurtulması için birçok yöntem tavsiye edilir. İşin gerçeği, stres de sevgi ve korku gibi doğal bir duygu. Bunun doğal olduğunu kabul etmek ve herkesin bu duyguyu yaşayabileceğini bilmek, sınava girecek olan insanları rahatlatacaktır. Hayatımızda pek çok sınava giriyoruz. Mezuniyet, iş, ehliyet, sertifika sınavları gibi… Liste böyle devam edip gidiyor. Gençleri, dış uyaranlar sınav stresi konusunda etkiler. Örneğin, annenin ve babanın doktor olmak istediği halde olamamış olması, annenin okutulmamış olması, akraba çocukların şu veya bu üniversiteyi kazanmış olması gibi çevresel faktörler, genci özellikle sınav dönemi yaklaşırken etkiler. Okul ve ya öğretmenlerin iddialı ve hırslı olması, bazen motive edici olurken bazen de paniğe ve sıkıntıya neden olabilir. Sınava girecek olan genç, kardeşleriyle, arkadaşlarıyla ve de en önemlisi kendisiyle iddialaşır. Bu durum da onu strese sokar. Sınav kaygısı yaşayan gençlerde, saç dökülmeleri, kaşıntılar, mide ve baş ağrıları, mide bulantıları da sıkça görülür. Tüm bu sorunlar, sınav stresinden dolayı ortaya çıkar. Bu dönemde bazı gençler sınav stresinin etkisiyle, aşırı hırçın, söz dinlemez ve saldırgan tepkiler gösterebilirler. Bir grup gençler ise, tepkisizleşir ve vurdumduymaz, isteksiz, bıkkın bir hale gelir. Gençlerin bu halleri, sınav kaygılarını daha da arttırabilir ve ders çalışma isteklerini azaltabilir. Sınava girecek gençlerin dikkat etmesi gerekenler Sınav ne sınavı olursa olsun, sınavlarda stres her zaman vardır. Sınava girmeden önce gençlerin dikkat etmesi gereken konuları sıralayalım: l Aç karnına sınava girilmemeli. l Sınav öncesinde uykusuz kalmak, dikkat bozukluğuna neden olur. l Olumlu düşünceler ve güzel hayaller bizi motive eder. l Sınavdan önceki son gün biraz eğlenmek güç toplamamızı sağlar. 68 | M ay ıs-Ha zira n 2009 MAKRO | Psikoloji Sınava girecek gencin ailesine tavsiyeler l Siz de heyecanlı l l Sınavda rahat kıyafetler giymek işimizi kolaylaştırır. Dua etmek bizi rahatlatır. Sınav stresi kazalara neden olabilir İstatistiklere göre, özellikle sınavlardan önce, ilköğretim öğrencilerinde ve üniversite sınavı arifesinde, trafik kazalarından ölümlerin ve yaralanmaların arttığı gözleniyor. Bu saptamaya göre sınava girme düşüncesi, hem çocuk hem de gençler için panik, korku, kaygı, endişe ve stres yaşanmasına neden oluyor. Çocuklar iki konuda zorlanıyorlar. Birincisi, sınav stresinden dolayı dikkatleri azalıyor. İkincisi ise, fazla ders yapmaya zorlandıklarından sıkılıyorlar ve bu da çocuğun ruh sağlığını zorluyor. Bazen de aileler çocuklarının sınavı kazanmasını çok istedikleri için çocuklara hava, su kadar gerekli olan oyun, oyuncak, bahçe, spor ve çizgi 70 | M ay ıs-Ha zira n 2009 filmleri tamamen yasaklıyor ya da ceza olarak kullanıyorlar. Bu tavır, çocuğun doğasına uygun değil. Çocuk, sınava hazırlanırken zevk aldığı şeyler tamamen ortadan kaldırılmamalı, ölçülü olarak çocuğun hayatı renklendirilmeli. Çocuğunuza yol gösterici olun Çocukların etkilendikleri diğer bir konuysa, ailelerin sınavı kazanamadıkları takdirde onlara nasıl davranacağı korkusu. Çocuk veya genç sürekli bu korkuyla savaşır. “Kazanamazsam ailemin yüzüne nasıl bakarım?”, “Ailemin emeklerini nasıl öderim?”, “Onları çok üzmüş olurum” gibi kaygılar yaşarlar. Hatta “Çevreme, öğretmenlerime ve arkadaşlarıma ne derim?” korkusu doğar. Sınavlarda kazanamamak da kazanmak kadar doğaldır. İnsanın hayatta başka şans ve seçenekleri olabilirsiniz ancak bunu, elinizden geldiğince belli etmemeye çalışın. l Sınav öncesinde olumsuz durumları konuşmayın; sınav sonrasına bırakın. l Kendiniz sınava girdiğinizde neler hissettiğinizi ve yaşadıklarınızı ona anlatın ve gülünç taraflarını ön plana çıkarın. l Ona daha fazla dokunun ve yakın olun. l “Olmazsa yeniden deneriz” demeyi unutmayın. olacaktır. Aileler çocuklarına bunu anlatmalı ve onları rahatlatmalılar. Bu tip korku ve kaygılar, sınavın sonucunu olumsuz yönde etkiler. Bundan da öte, çocuğu intihara kadar götürebilir. Sonuçta çocuğuna değer veren, yardımcı ve yol gösterici olan ailelerin çocukları da daha başarılı olur. MAKRO | Gıda Kültürü Azı karar çoğu zarar Yemek tariflerinin demirbaşları arasında yer alıyor, tuz. Öyle ki yemek pişirirken bile herkesin en önem verdiği nokta, yemeğin tuzunun nasıl olduğu. Baştan tuzu fazla kaçırınca yemek yenmez bir hal alıyor, eksik koyunca da yemeğin lezzeti kaçıyor. Öyle ya da böyle bir yemek, tuzsuz asla istenen lezzette olmuyor. Ancak siz de yemeğin tadına bakmadan hemen tuz ekleyenlerdenseniz dikkatli olmanızda büyük yarar var. Yemeğe lezzet veren bu önemli gıda, fazla kaçırılsa son derece ciddi sağlık sorunlarına yol açıyor. Bu nedenle azı karar çoğu zarar olan tuzun kullanımında çok dikkatli olmak gerekiyor. 72 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Yemeklerimizden eksik etmediğimiz tuzun, yalnızca yemeklere tat veren, et, balık ve sebzeleri koruyan bir besin maddesi olmakla kalmadığını biliyor muydunuz? Antik Yunan’dan bu yana tuz aynı zamanda sembolik bir öneme de sahip. Tarih sayfalarında yer alan bilgilere göre tuz, toprak, hava, ateş ve suyun tümünü içerdiği düşüncesiyle ayrı bir önem kazanıyor. Öte yandan günümüzde tuz, sağlık da dahil olmak üzere pek çok alanda 14 bin ayrı ürünün imalatında kullanılıyor. Yemeklerimizi tatlandırmasının yanı sıra tuz, güzelliğimiz için de önemli bir madde. Tuzla yapılan güzellik ritüellerinin çok eski tarihlere kadar gittiği ve günümüzde de etkisini yitirmediği bir gerçek. Günlük ihtiyacın fazlası tüketiliyor Yetişkin bir insanın günlük tuz ihtiyacı 6-8 gram arasında değişiyor. Ancak, çalışma koşulları, hava koşulları gibi etkenlerle bu ihtiyaç zaman zaman artabiliyor. İhtiyacımız olan tuz miktarı, gün içinde tükettiğimiz besinlerde bulunsa bile yemeklerimize yine de tuz ekleme ihtiyacı duyabiliyoruz. Fakat her ne olursa olsun tuz MAKRO | Gıda Kültürü tüketimini dengelemek ve yüksek miktarda tuz kullanmamaya özen göstermek gerekiyor. İdeal düzeyde kullanılmayan tuz, sağlık açısından ciddi sorunlar yaşanmasına yol açabiliyor. Tuz kullanımı kısıtlanmalı mı? Günümüzde pek çok sağlık uzmanı tuz tüketiminin sınırlandırılması konusunda uyarılarda bulunuyor. Ancak tuzu azaltmak herkes için geçerli değil. Tuza karşı aşırı hassas olan kişilerin beslenme biçimlerinde tuza son derece az yer vermeleri elbette onlara yarar sağlıyor. Sağlık problemleri olmayanlarınsa tuzu sınırlandırmalarına gerek yok. Yalnızca aşırıya kaçmadan tuz tüketerek önlem alınabiliyor. Kalp hastaları tuza dikkat etmeli Kalp ve damar hastalıklarını tetikleyen tuz, buna bağlı olarak yüksek tansiyon, böbrek ve diyabet gibi hayati sorunlara da davetiye çıkarıyor. Vücutta biriken tuz, ağırlıkla hangi organda birikiyorsa oraya zarar veriyor. Hatta öyle ki, tuz beyinde birikiyorsa beyin kanamalarına bile yol açabiliyor. Bu nedenle de yiyeceklere, tuz yerine köri, kimyon, karabiber, kekik gibi baharatlarla lezzet vermek sağlık açısından çok daha faydalı oluyor. Tarihte tuz... Tuzun tarihine şöyle bir uzandığımızda tek önemli özelliğinin lezzet veren bir madde olması olmadığını görüyoruz. Balık, et ve sebze gibi besinleri koruyucu madde olarak kullanılan tuz çağlar boyunca kötü geçeceği tahmin edilen kış ayları için gerekli malzeme olarak kullanılmış. Öyle ki Roma İmparatorluğu askerleri tuz sayesinde Filistin’e kadar uzanmış. Antik Yunan düşüncesine göre ise toprak, hava, su ve ateşin tümünü içerdiği için tuz, kutsal bir sembol olarak kabul edilmiş. Antik çağdaki tuzun tanımı, “buharlaşma sayesinde toprağın sularından serbest bırakılmış ateş” olarak biliniyor. 12. yüzyıldaysa rahiplerin tanrıya hizmet için tuz üretimini ellerinde tuttukları biliniyor. Ancak tarihi bilgilere göre 13. yüzyıl sonlarına doğru rahipler tuz üretimini bırakıyor. Böylece tuz üretimine ve dağıtımına “tuz efendisi” diye adlandırılan baronlar hakim oluyor. O tarihten itibaren 18. yüzyılın sonuna kadar tuz sadece yemekleri tatlandırıcı ve besinleri koruyucu bir madde olarak kullanılmaya devam ediyor. Ancak İsveçli bir fizikçi olan Scheele’nin klorini ve Nicolas Leblanc’ın sodayı bulmasıyla tuz pek çok alan için ayrı çeşitleriyle üretilmeye ve kullanılmaya başlanıyor. Cildiniz için yenileyici Tuz, aynı zamanda doğal güzellik formüllerinden biri olarak kabul ediliyor. Özellikle kristal tuz, vücudu sıkılaştırıyor, enerji veriyor ve tendeki pürüzlerin giderilmesine yardımcı oluyor. Kristal tuzun içeriğinde bulunan mineraller ve kalsiyum sayesinde, insan vücudu daha da güzelleşiyor. Tuz, kuru ve yağlı ciltlerin dengelenmesi için de en ideal çözüm olarak karşımıza çıkıyor. Tuzlu suyu yüzünüze, boynunuza ve dekolte bölgenize maske olarak uygulayın ve kurumaya bırakın. Duru suyla yıkadıktan sonra vücudunuzdaki farkı siz de göreceksiniz. Tuzun güzelleştirici etkisi, cildin yenilenmesini sağlıyor. May ı s - Ha z i ra n 2009 | 73 MAKRO | Dekorasyon Eviniz için doğru aydınlatma önerileri Işığın insan psikolojisi üzerinde çok önemli etkileri olduğu tartışmasız bir gerçek. Güneşli günlerde kendimizi daha mutlu ve enerjik, bulutlu ve yağmurlu günlerdeyse, neşesiz ve halsiz hissederiz. Aynı durum, evimizdeki ışık miktarı için de geçerli. İyi aydınlatılmış bir ev, göz konforu sağlamasının yanında ruh halimizi de olumlu yönde etkiler. İyi planlanmış bir aydınlatma düzeni, hayatımızı pratik bir hale getirmesinin yanı sıra, evimize dekoratif bir hava katar. Evinizde aydınlatma planı yaparken, öncelikle her bir odanızın aydınlatmasının nasıl olması gerektiği konusunda bir düşünün. Her odanın fonksiyonunun ne olduğunu belirleyin ve aydınlık düzeyini ona göre ayarlayın. Yemek yediğiniz ya da yaptığınız, kitap okuduğunuz ve televizyon seyrettiğiniz odaların aydınlatma düzeyleri de birbirinden farklı olmalı. Genel aydınlatma çok önemli Tavan lambaları, avizeler ve spot lambaları, oda içerisinde, gölge yapmadan bütünlük oluşturacak bir aydınlatma sağlamalı. Gölge yapan ışık kaynakları gözü yorar ve göz konforunu azaltır. Kendi imzanızı atın! Yatak odasında dekoratif çözümler Yatak odanızda yatak başınıza asacağınız bir okuma lambası, hem dekoratif bir görünüm sağlar hem de rahat kitap okumanıza yardımcı olur. 74 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Evinizde kullanacağınız duvar, yer ve masa lambaları, odalarınıza hoş bir atmosfer kazandırmanıza yardımcı olur. Farklı renk ve ebattaki bu tip lambalar, eviniz için hoş bir dekoratif ayrıntı olurken sizin de evinize kendi imzanızı atmanıza yardım eder. Evinizde aydınlatma planı yaparken, öncelikle her bir odanızın aydınlatmasının nasıl olması gerektiği konusunda bir düşünün. Her odanın fonksiyonunun ne olduğunu belirleyin ve aydınlık düzeyini ona göre ayarlayın. Yemek yediğiniz ya da yaptığınız, kitap okuduğunuz ve televizyon seyrettiğiniz odaların aydınlatma düzeyleri de birbirinden farklı olmalı. Genel aydınlatma çok önemli Tavan lambaları, avizeler ve spot lambaları, oda içerisinde, gölge yapmadan bütünlük oluşturacak bir aydınlatma sağlamalı. Gölge yapan ışık kaynakları gözü yorar ve göz konforunu azaltır. Kendi imzanızı atın! Evinizde kullanacağınız duvar, yer ve masa lambaları, odalarınıza hoş bir atmosfer kazandırmanıza yardımcı olur. Farklı renk ve ebattaki bu tip lambalar, eviniz için hoş bir dekoratif ayrıntı olurken sizin de evinize kendi imzanızı atmanıza yardım eder. Banyo için en uygunu... Banyonuzda kullanacağınız aydınlatmaların ve elektrik tesisatının çok fazla olmamasına ve ortalıkta bulunmamasına dikkat edin. Bu tesisat su girmesine ve neme karşı kesinlikle korunaklı olmalıdır. Kapaklı tavan lambalarını açık olanlara tercih edebilirsiniz. Dikkat • Evinizde kullandığınız ampullerin aynı renk değerlerine sahip olmasına özen gösterin. Beyaz ve sarı ışık birlikte kullanılmamalı. • Odalarınızda kullandığınız ışıkların gözünüzü yormaması gerekiyor. • Lambalarınızı bilgisayar ve televizyon ekranına göre, doğru konumlandırmaya dikkat edin. Bu ekranlardan ışığın yansımasını engelleyin. • Kullandığınız lambaların ışığı direkt gözünüze gelmemeli. Bu durum, gözlerinizi yorar. MAKRO | Sağlık Beslenirken sağlığınızdan Evimize aldığımız yiyecek ve içeceklerin saklanma, hazırlama ve sunma aşamalarında gerekli sağlık koşullarına uyulmaması, beraberinde besin zehirlenmelerini getiriyor ne yazık ki. Süt ve süt ürünleri, mayonezli, kremalı ve yumurtalı yiyecekler, tavuk ve et ürünleri ile deniz mahsulleri, bozulma riskleri oldukça yüksek olan besinler arasında yer alıyor. Mikroorganizmalar iş başında Besinlerin hazırlanmasında hijyen kurallarına gereken önemin verilmemesi bazı yiyeceklerde ve içeceklerde enfeksiyona yol açan mikroorganizmaların ortaya çıkmasına neden oluyor. Öte yandan yenilmemesi gereken bir bitki veya hayvanın yenmiş olması da besin zehirlenmesine neden olabiliyor. Bu nedenle en başta, neyi, ne kadar ve ne zaman tüketmemiz gerektiğini çok iyi bilmemiz gerekiyor. Hijyen kurallarına uyulmalı Pek çok sağlık sorununun başlıca nedeni, hijyenik ortamlarda bulunmuyor oluşumuz. Besin zehirlenmelerinde de durum bundan farklı değil. Yemeklerin hazırlık ve sunum aşamalarında uyulmayan hijyen kuralları, bizleri sağlığımızdan edebiliyor. İlk olarak kişisel hijyene çok fazla önem verilmesi gerekiyor. Bunun yanı sıra yemek hazırlanan suyun kirli olmaması, musluk suyu kullanılmaması ve mutfak eşyalarının dezenfekte edilmesi gibi konularda dikkatli davranmak gerekiyor. 76 | M ay ıs-Ha zira n 2009 olmayın Sağlıklı beslenme kuralları yalnızca mevsiminde doğru sebze ve meyveleri tüketmekle sınırlı değil elbette. Meyve ve sebzelerin temizliğinden yemek pişirilen ortamın hijyen koşullarına kadar pek çok unsur da sağlıklı beslenme kuralları içerisinde yer alıyor. Üstelik bu kurallara uyulmadığı takdirde, durumun vahameti artıyor ve besin zehirlenmesi şeklinde daha tehlikeli boyutlara ulaşabiliyor. Bu nedenle, yemek pişirirken nelere dikkat edilmesi ve hangi besinleri bir arada tüketmemek gerektiğini çok iyi bilmek gerekiyor. Zehirlenmeden korunmak için neler yapmak gerekiyor? Besinlerde ne tür önlemler almalıyız? l Çatlak ve çok kirli olan yumurtaları kullanmayın. Mayonez gibi yumurta ile yapılan özel sosları açıkta değil dolapta bekletin ve tarihinin geçmemesine özen gösterin. l Pişirmek için günlük, parlak, sert görünüşlü ve temiz kokan balıkları seçin. Balıklar çok çabuk mikrop kapabildikleri için satın alındıktan sonra çok kısa bir süre içinde tüketilmeli. l Tavuk eti ve diğer kümes hayvanları da mikrop kapmaya oldukça elverişli besinler arasında yer alıyor. Bu nedenle tavuğu buzdolabınızın daha soğuk yerlerinde veya buzlukta saklayın. l Parça etlere nazaran kıyma, mikrop kapmaya çok daha elverişli. Çünkü et kıyma haline gelirken etin yüzeyindeki bakteriler, kolaylıkla içine girebiliyor. Bu nedenle kıymayı pişirirken hiç pembe yeri kalmayıncaya kadar pişirmeye özen gösterin. Belirtilere dikkat! Besin zehirlenmeleri, tüketimden sonra 24 saat içinde ortaya çıkabiliyor. Rahatsızlık, hafif ve ciddi olmak üzere iki şekilde seyredebiliyor. Hafifçe geçirilen bir besin zehirlenmesinin en 78 | M ay ıs-Ha zira n 2009 tipik belirtisi, mide bulantısı, kusma ve ishal oluyor. Ancak bazı besin zehirlenmeleri çok ciddi boyutlara ulaşabiliyor. Böyle bir besin zehirlenmesinde ise ishal 48 saat sürebiliyor, çok şiddetli bulantı ve kusmaların yanı sıra şiddetli bir karın ağrısı da baş gösteriyor. Ateş ise 38,5’in üzerine çıkıyor. Böyle bir durumda en yakın sağlık kurumuna başvurmak gerekiyor. Zehirlenme sonrası... Besin zehirlenmelerinden en çok bebekler, çocuklar ve yaşlılar etkileniyor. Dolayısıyla çocuk ve yaşlı beslenmesine daha büyük özen göstermek gerekiyor. Besin zehirlenmesi geçiren bir kişinin bir süre süt ve sütte bulunan laktozlu gıdalarla kafeinli içecekler tüketmemesi gerekiyor. Zehirlenme sonrası tüketilmesi gereken gıdalarsa şöyle; tuzlu kraker, çorba, yoğurt, kola türü içecekler, hazmı kolaylaştıran pirinç, patates ve yeşil elma. Tüm bunların yanı sıra, evinizde hijyen kurallarına uyarken alışveriş esnasında aldığınız her ürünün tarihine de göz atmayı sakın ihmal etmeyin. Çünkü dünya genelindeki besin zehirlenmelerinin başlıca sebebi, ne yazık ki tarihi geçmiş bozuk ürünler. l Besinler hazırlanırken yeteri kadar ısıtılmalı. l Besin pişirildikten sonra bir saat içinde tüketilmeli. l Yiyecek ve içecekler mümkün olduğunca açıkta bırakılmamalı. l Sebze ve meyveler bol suyla yıkanmalı. l Etler iyice pişirilmeli. l Alışveriş yaparken ürünlerin son kullanma tarihleri kontrol edilerek alınmalı. l Konserve alınacaksa kutusu ezik, kapağı şişmiş olmamalı. l Depolanacak besinler en kısa zamanda soğutulmalı (1-1,5 saatten önce) ve saklanacak yerin sıcaklığı 4°C’den az olmalı. l Yiyecekler yeniden ısıtıldığında kaynama noktasına kadar ısıtılmalı. l Mutfak ve depoların temizliği/uygunluğu sağlanmalı. l Özellikle toplu yemek veren yerlerdeki aşçılar ve personel eğitilmeli. l Mikroorganizma bulaşmış yiyeceklerin hemen toplanması için piyasa kontrolü yapılmalı. l Salgınlar erken tanımlanarak gerekli önlemler alınmalı. MAKRO | Güzellik Mükemmel kimya! Saçlarınıza doğru bakım yapabilmeniz için öncelikle saçınızın yapısının ne olduğunu bilmeniz gerekiyor. Çünkü, saçlarınızı boyatırken, düzleştirirken veya perma yaptırırken bu nokta çok önemli. Bu tip uygulamaları daha önce yaptırdıysanız ve herhangi bir sorunla karşılaştıysanız mutlaka bir bilene danışın. Eğer saç tipinizin ne olduğunu bilirseniz, saçınıza uygulanacak olan malzemelerle ilgili daha kolay karar verebilirsiniz. Saçlarınızı anlamanız ve parlatmanız için, öncelikle saçınızın kimyasını çözmeniz gerekiyor. Saç dökülmesine savaş açın! Saç dökülmesi, özellikle saçlarını seven kadınlar için en büyük sorunların başında geliyor. Saç dökülmesi, insanları, görselliği bozulduğu için rahatsız etse de aslında bir sağlık sorunu da olduğu hiçbir zaman unutulmamalı. Saç dökülmesini durdurmak ve dökülen saçları geri kazanmak, ancak bir uzmandan yardım alarak mümkün olabiliyor. Yani “Saçlarım dökülüyor” diye paniğe kapılmak yerine bir uzmana başvurmak gerekiyor. Saç dökülmesinin en önemli sebeplerinden biri, stres. Saçlarınız döküldüğü için strese girmek saçlarınızın daha çok dökülmesine neden olabilir. Bunun için bir an önce önlem alın. Siz sağlıklıysanız saçlarınız da sağlıklı! Dengeli ve düzenli beslenen insanlar, saçları için gerekli olan maddeleri zaten alıyor ve sağlıklı saçlara sahip oluyorlar. Düzensiz beslenme alışkanlıkları, saç sağlığını da olumsuz yönde etkiliyor. Saçınız için en iyi koruma, C ve A vitaminleri, B5 vitamini, biyotin, ve çinkoda bulunuyor. Çinko: Baklagiller, sığır eti, 80 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Parlak, sağlıklı ve canlı... Saç bakım tüyoları Parlak, sağlıklı ve canlı saçlara, hangi kadın sahip olmak istemez ki? Görüntümüzde çok önemli bir yeri olan saçlarımız, özellikle mevsim geçişlerinde bizden daha büyük bir özen bekliyor. İster düz olsun ister dalgalı, her saç mükemmel bakımı ister ve bunu hak eder. Sağlıklı saçlara sahip olmak sizin elinizde! MAKRO | Güzellik karaciğer, pekmez, süt ve süt ürünleri, yumurta sarısı, kuzu eti, yer fıstığı, susam, soya fasulyesi, ay çekirdeği ve kabak çekirdeğinde bulunur. Biyotin: B kompleks vitaminlerinden olan biyotin, sebzelerde, meyvelerde, ette ve sütte bulunur. B5 vitamini: Pek çok besinin içinde bulunan B5 vitamini, özellikle kırmızı et, karaciğer, tavuk, tahıllar, baklagiller ve kuruyemişlerde bulunur. C vitamini: İçeriğinde C vitamini bulunan meyveleri oda sıcaklığında tutmak önemlidir. Yoksa içindeki vitamin oranı bir günde yarıya inebilir. En iyisi bu meyveleri en taze haliyle tüketmektir. Doğada çok yaygın şekilde bulunan bu vitamin, turunçgillerde, kivi ve domateste bulunur. A vitamini: Havuç, ıspanak, lahana, biber, brokoli gibi koyu yeşil sebzeler, A vitamini içeren yiyecekler arasında sayılabilir. Saçların ruh haliyle ilişkisi Saç rengini ve modelini değiştirmek isteyenlerin günlük yaşamlarından pek memnun olmadıkları hep söylenir. Bunun doğru olup olmadığı hala tartışma konusu ancak, hayatından memnun Saçlarınızdan memnun olmak için... l l l l l Haftada en az iki kere, kökleri güçlendiren bir şampuanla masaj yaparak saçlarınızı yıkayın. Saçınıza ve saç derinize zarar veren ürünlerden ve durumlardan kesinlikle uzak durun. Sigara ve alkol kullanımını kesinlikle alışkanlık haline getirmeyin. Bir günde dökülen saç miktarı, 50 ile 100 tel arası olmalıdır. Dökülenlerin yerine yenileri çıktığından, bu sayı saçta herhangi bir seyreklik oluşturmaz. Saçlarınız matlaştıysa, bunun sebebi yanlış ürün kullanmanız olabilir. Saç bakım ürünlerinizi değiştirmenin vakti gelmiş! olan insanların dış görünümlerinden memnun oldukları su götürmez bir gerçek. Pek çoğumuz, moralimiz düzgünken saçlarımızın da canlı ve parlak göründüğünü, moralimiz bozukken de saçlarımızın bir türlü şekle girmediğini görürüz. Belki de ahenkle dans eden saçlar için, kuaföre gitmek yerine, ilk önce hayatımızı ve alışkanlıklarımızı gözden geçirmemiz ve bir düzene koymamız gerekiyordur. maskelerle saçlarınızı her anlamda güçlendirmek elinizde. Dolgun saçlar için maske: 2 yemek kaşığı bal ve 1 adet limon. 2 yemek kaşığı balı, 1 limonun suyuyla bir kasede iyice karıştırın. Karışımı, kuru saçlarınıza sürüp 10 dakika bekletin. Saçınızı iyice durulayın. Evde saç bakımı Artık hepimiz evde yapılan cilt ve saç maskelerinden haberdarız. Bu şekilde doğanın gücü, kendini hissettiriyor. Her saç tipi için farklı maskeleri, evinizde bulunan çeşitli malzemeleri karıştırarak siz de yapabilirsiniz. Haftada bir veya iki defa uygulayabileceğiniz bu May ı s - Ha z i ra n 2009 | 81 MAKRO | Beslenme Ferah bir bahar için beslenme önerileri Yılın en güzel günleri… Uzun bir kıştan sonra dört gözle beklediğimiz bahar ve yaz ayları artık bizimle. Pırıl pırıl aydınlatan bir güneş ve hafif bir akşam meltemi… Bahar aylarında da her zaman olduğu gibi beslenmemize dikkat etmeliyiz ancak artık yaz yaklaştığı için biraz daha fazla dikkat etmemiz gerekiyor. Ne de olsa kışın alınan fazla kiloların artık verilmesi gerekiyor. Bol su, sebze ve meyve, az et ve ızgara… Güneşin tatlı tatlı aydınlattığı ve içimizi ısıttığı bugünlerde, sizin için taze beslenme önerileri… Sebze yemekleri ve zeytinyağlılar Bahar ve yaz, pek çok sebze ve meyvenin taze olarak bulunduğu mevsimler. Bol bol sebze ve meyve tüketmek bu ayların en güzel ve faydalı taraflarından. Bu aylarda özellikle hafif bir akşam yemeği için zeytinyağlıları tercih edebilirsiniz. Izgara ya da haşlama Bahar aylarında yemeklerinizi ızgara ya da haşlama olarak hazırlamaya dikkat edin. Tava ya da fritözde kızartılan besinlerden olabildiğinde uzak durmaya çalışın. Yağlı et ve kızartmalar yerine, sebzeli ve salatalı hafif menüleri tercih edin. 82 | M ay ıs-Ha zira n 2009 MAKRO | Beslenme BAHARLIK VE YAZLIK ÖNERİLER Vücut direnci için... Balık, et, fındık, fıstık ve ceviz tüketimi, vücudun direnci için oldukça önemli. Vücut direncini arttıran bu gıdalar, hafif menümüzün de ayrılmaz parçaları olabilir. Cevizli ve ızgara etli bir yeşil salataya kim hayır diyebilir ki? Ayrıca şeker düşmesi için, şekerleme gibi basit şekerler yerine kuru üzüm, erik ya da A ve C vitaminlerinin zengin olduğu taze meyve ve sebzeler tüketebilirsiniz. Su tüketmeye dikkat edin! Bahar ve yaz aylarında herkes daha fazla terler ve su kaybeder. Eğer sıcaklarda kaybettiğimiz su ve mineralleri su içerek telafi etmezsek çeşitli rahatsızlıklar baş gösterebilir. Halsizlik, yorgunluk, tansiyon düşmesi gibi… Günde en az 2.5-3 litre su içerek bu tehlikenin önüne geçebilirsiniz. Ayrıca limonata tüketmek de keyifli ve bahar için anlamlı olabilir. Limonata yapalım! Malzemeler: 5 limonun suyu, yarım su bardağı toz şeker, 1.5 su bardağı soğuk su, 7-8 buz kalıbı, taze nane. Hazırlanışı: Bir tavaya yarım su bardağı toz şeker ve 1 su bardağı suyu koyun. Orta hararetli ateşte devamlı karıştırarak şekerin erimesini sağlayın. Şeker eriyince altını kapatın. Su 84 | M ay ıs-Ha zira n 2009 l Bolca meyve tüketin. l Pamuklu ve keten giysiler giyin. l Mümkün olduğu zamanlarda ayaklarınızı uzatın ve sık sık yıkayın. l Doğrudan güneş ışığına maruz kalmamaya özen gösterin. Kalırsanız bile şapka ve güneş gözlüğü olmadan dolaşmayın. l Açık renkli giysiler giyin. tamamen soğuyana kadar bekleyin. Limonların suyunu, şerbeti ve 1 su bardağı soğuk suyu sürahiye alın. Üzerlerine buz kalıplarını ve naneyi ekleyerek servis edin. Kahvaltısız asla! Kahvaltı her mevsimde çok önemli ve asla atlanmaması gereken bir öğün. Özellikle çocukların ve gençlerin sağlığı için büyük önemi olan kahvaltı, zinde bir gün geçirmek isteyen herkesin imdadına yetişiyor. Günlük beslenme programı hiçbir zaman iki öğünle geçiştirilmemeli ve güne muhakkak sıkı bir kahvaltıyla başlanmalı. MAKRO | Spor Bugün dünya üzerinde yüz milyondan fazla bisiklet var. Pek çok farklı bisiklet çeşidi de… Her gün yeni ulaşım araçlarının hayatımıza katılmasına, kilometreleri saniyelerle aşmamıza ve son teknolojilere rağmen, bisiklet hala her birimiz için vazgeçilmez bir ulaşım aracı. Aslına bakılırsa son teknoloji ulaşım araçlarına kıyasla hala pek çok avantajı var. Çok basit bir mekanizması olan bisiklet, pek çok önemli avantaj sağlıyor: Uzun süren ve pahalı bir bakımı gerektirmiyor ve vergisi yok. Yakıtla ya da elektrikle çalışmadığı için cebimizi de yakmıyor. Çok az yer tutması, park sorunu yaşamamamızı sağladığı gibi, bizi trafikte sıkışma derdinden de kurtarıyor. Tüm bunların yanı sıra en azından kısa mesafelerde bisiklet kullanımını yaygınlaştırmak, doğal güzellikleri korumak ve çevreye zarar vermemek anlamında da büyük katkı sağlıyor. Geçmişten bugüne, insan gücüyle ulaşım sağlayan ilk araç olan bisiklet, günümüz dünyası insanları için de ruhsal huzur ve özgürlük gibi anlamlar taşıyor. Sırtına çantayı yükleyen bisiklet tutkunları, kendini yeşile ve maviye teslim ediyor. Günlerce süren bisiklet turları bugün hala turizme hizmet ediyor. Şehrin tozunu, dumanını ve karmaşasını unutup gözlükle, kaskla ve eldivenle, iki tekerlek üzerinde doğanın tadını çıkarmak… 86 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Tarihte bir bisiklet turuna ne dersiniz? MAKRO | Spor Leonardo Da Vinci’nin çizimlerinden ilk bisiklet Bisikletin tarihine ilişkin pek çok kaynakta farklı bilgilere rastlanıyor. Bazı kaynaklar ilk bisikletin ilkel şekilde Çin’de görüldüğünü iddia etse de çizimlerini ilk olarak Leonardo Da Vinci’nin yaptığı da söylentiler arasında yer alıyor. Çizimlerden yararlanarak ilk kez pedallı bisiklet yapanın ise Kirkpatrick Mac Mullan olduğu belirtiliyor. İskoçya’da yapılan bu bisiklet, bugün Londra Science Museum’da sergileniyor. Bisiklet ulaşım aracı oluyor Mac Mullan’dan önce Fransız Sirvac tarafından yapılan bisikletin ayakları sürterek kullanıldığı ve gidonu bile olmadığı, yazılı kaynaklarda açıkça vurgulanıyor. 1816 yılında daha biçimli ve daha hareketli bir bisiklet modeli geliştiren Boran Karl Von Drais’in bisikleti ise bugünkü modern bisikletin tohumlarını atıyor. 1818 yılında ise bisiklet yapımında tahta kullanımından vazgeçilip madeni yapıma geçiliyor. 1860’ta arka frenler ekleniyor. Bisikletin ilk seri olarak üretimine, Michaux Company firması başlıyor. Ülkemize gelen ilk bisikletli: Mösyö Tomas Amerikalı olan Tomas, 31 Ağustos 1885 tarihinde İstanbul’a geliyor ve dönemin gazetelerinden Tarik, Thomas’in “velespid”iyle İstanbul’a geldiğini okurlarına şöyle duyuruyor: “Mösyö Tomas Stefans isminde bir Amerikalı, velespid ile önce İstanbul’a gelmiş, buradan da İzmit’e geçmiştir. İzmit’ten 5 günlük bir yolculuktan sonra, Ankara’ya ulaşan Stefans’ı şehirde Vali Paşa Hazretleri, memurlar ve bini aşan Ankaralı yollara çıkarak seyretmişlerdir.” Haberin devamında Stefans’ın Ankaralılarla vedalaşarak Yozgat’a doğru hareket ettiği bildiriliyor. Dönemin gazete ve dergilerinden, bisikletin 1890-1895 yılları arasında özellikle İstanbul’da yaygın bir şekilde kullanıldığını öğreniyoruz. Bisiklet tutkunlarına öneriler… l Kısa mesafelerde mutlaka bisiklet kullanın. l Bisikletinizin tamiratını mümkün olduğu kadar kendiniz yapmayı öğrenin. Bu hem sizi masraftan uzak tutar hem de uzun yollara çıktığınızda faydalı olur. Bisiklet tamiratıyla ilgili kitaplar edinebilirsiniz. l Ayrıca apartmanlarımızda ya da sık kullanılan kamusal alanlarda bisiklet park yerleri yapılması için çalışmalar gerçekleştirebilirsiniz. l Bisiklet yolları için de belediye ve valiliklerin ilgili birimleriyle temasa geçilebilir. l Farlarınızın gece açık olmasına özen gösterin. Tarihsel süreç 1817- İki tekerlekli taşıtın üstüne ‘Badois’li Baron Drais gidon ve sele oturttu ve bu taşıt yavaş yavaş Ülkemizde diğer ülkelere göre pek de bisiklete bindiğimiz söylenemez. Ama bisikleti bizim kadar seven ve bu sevgiyi sürekli yaşatan başka bir millet de var mıdır, bilinmez! Bisiklet üzerinde denge sağlayabilmek ve pedalları çevirebilmek ilk zaferiydi pek çoğumuzun. Arkadaki ek tekerlekleri atıp da kim ilk önce iki tekerlek üzerinde dengede durabiliyorsa mahalle arkadaşları arasında önemli bir yer edinirdi. Çocukluğun basit mutlulukları arasındaki en eğlenceli oyundu, bisiklete binmek. Şimdilerde ise şehir trafiğinden bisiklete binilecek alan kalmadı. Evin içinde, sabit bisikletlerle zayıflamaya çalışıyoruz; eğlencesindense eser yok... Oysa bisiklet, geçmişten bugüne en eski tekerlekli araçlardan biri ve hala fırsat bulunduğu her an tercih edilen bir ulaşım aracı. Bisikletin geçmişine uzanıyoruz ve iki teker üzerinde bir yolculuğa çıkıyoruz. May ı s - Ha z i ra n 2009 | 87 MAKRO | Spor dünyada moda olmaya başladı. 1861- Pierre ve Ernest Michaux adındaki baba-oğul, ön tekerlek göbeğine pedal taktılar. Bu gelişme gerçek bisikletin keşfi olarak kabul edildi. 1866- Patentin verilmesiyle birlikte Amerika’da bisiklet, cinsiyet, ırk ve sosyal sınıf farklılığı gözetmeden herkes tarafından kullanılmaya başlandı. 1869- İlk bisiklet dergisi Veleocipede Illustre yayın hayatına başladı. İngiltere ve Fransa’da düzenlenen tasarım yarışmalarının yanı sıra ilk yarış pisti açıldı. 1875- Bu tarihe kadar pedalın bir dönüşü, bisikleti yalnızca bir defa döndürebiliyordu. Hızın tekerleğin büyüklüyle ilgili olduğu sanıldı. Düşünceye göre tekerlek ne kadar büyürse, bisiklet de o kadar hızlı gidecekti. Bu nedenle ön tekerleğin çapı 75 cm’den 162 cm’e çıkarıldı. Ancak bu durum, kısa boylu kişilerin bisiklete binmesine engel oluyordu. Ayna dişlisinde yapılan değişiklik, sorunun önüne geçilmesini ve bir pedal çevirmeyle tekerleğin çok daha fazla dönmesini sağladı. 1888- 19. yüzyılda, çukur ve hendekli yollarda tahta bisiklet kullanmak bir hayli zordu. Bu nedenle bisiklet yapımında tahta kullanımından vazgeçildi. 1891- Yılda 25 bin adet bisiklet üretilmeye başlandı. 1960- İlk vitesli bisiklet üretilerek piyasaya sürüldü. Gary Fisher ve Charles Kelly, dağ bisikletini keşfetti. Faydalı bisiklet siteleri www.yesilbisiklet.com Her tutkulu bisiklet kullanıcısının mutlaka ziyaret edeceği bir site. Site, bisiklet satışının yanı sıra bakım ve onarım hizmetleri de veriyor. Ayrıca hizmetin yanı sıra pek çok faydalı bilgi bulmak da mümkün. Dağ bisikletinin püf noktaları, yarışlarda bisiklet kullanımı, hava koşullarının önemi gibi konuları ziyaretçilerine aktarmaya çalışıyor. www.bisikletfederasyonu.gov.tr Bisiklet Federasyonu, Türkiye’de bisiklet sporunu yöneten bir kurum. Bisiklet Federasyonu, yaş, cinsiyet ve yetenek gözetmeksizin, bisiklet sporunu seven ve destekleyen ülkemiz insanı adına bisiklet sporunu, ülkemizde tüm disiplinleriyle geliştirmeye ve desteklemeye odaklanıyor. Oldukça faydalı bilgiler içeren federasyonun sitesi, pek çok önemli ‘link’i de içeriğinde barındırıyor. Gökhan Akçura’dan bisiklet meraklılarına… Evvel Zaman Bisiklet, bisiklet meraklılarına bir yadigar. İlk bisiklet seyyahının İstanbul, İzmit ve Ankara ziyaretinden sonra yayınlanan çeşitli bisiklet ilanlarıyla pekiştirilen bisikletle tanışıklığımız sayesinde, 1800’lerin sonunda ilk bisikletler “velosiped” adıyla en azından Beyoğlu Caddesi’inde arzı endama başladı. Evvel Zaman Bisiklet, bu frenk icadina yönelik tepkileri İstanbul Ansiklopedisi’nin yazarı Reşad Ekrem Koçu ve Servet-i Fünun gazetesinin sahibi ve başyazarının kaleminden aktarıyor. Ayrıca Ahmet Rasim’in Malûmat gazetesindeki “Şehir Mektupları” köşesinde bisikletten ilk söz ettiği mektubu ve bisiklete ilgisini anlattığı diğer mektupları da dönemi yansıtmak için kitaptaki yerini alıyor... 88 | M ay ıs-Ha zira n 2009 MAKRO | Püf Noktası Pratik bilgiler l Kaşar peyniriniz şu ya da bu nedenle kurumuş olabilir. Yenmeyecek kadar sert olan bu peynirlerinizi atmanıza gerek yok. Rendeleyerek çeşitli yemeklerde kullanabilirsiniz. Ayrıca kaşar peynirini bir süre sütün içinde bekletirseniz, yenebilecek kadar yumuşadığını göreceksiniz. l Halıdaki lekenin kalıcı hale gelmemesi için leke oluşur oluşmaz anında müdahale, büyük önem taşıyor. Leke oluşmaya başladığı an üzerine evdeki leke çıkarıcı deterjanlardan birini dökmekte fayda var. l Camlarınızı silmek için en uygun zaman, kapalı havalardır. Hava güzelken camlar çok çabuk kurur ve bu da lekelerin ve parmak izlerinin kalmasına sebep olur. l Kekler iyi bir şekilde muhafaza edildiklerinde uzun süre tazeliklerini korur. Keklerinizin sertleşmemesi için saklama kabına yarım elma koyun. l Lezzetli çorba pişirmenin yolu, l Karnabahar, lahana gibi haşlarken kötü kokan sebzelerin suyuna 2 tane defne yağrağı koyarsanız, kokuyu yok edebilirsiniz. l Eğer tavuğu fırına vermeden içine et ya da tavuk suyu koymaktan geçer. Kullanacağınız et suyu için iri sığır kemiklerinden faydalanabilirsiniz. önce tuz, karabiber ve limonla ovarsanız, hem daha lezzetli hem de nar gibi kızarmış olduğunu göreceksiniz. l Eğer fırında et l Bulaşıklarınızı makinede yıkayın. Böylece bulaşıklarınız hem daha iyi temizlenir hem de her yıkamada enerji tasarrufu yapmış olursunuz. 90 | M ay ıs-Ha zira n 2009 pişiriyorsanız, yanına koyacağınız herhangi bir sebze de aynı sıcaklıkta pişebilir. Örneğin fırında tavuk yapıyorsanız, patateslerinizi yağda kızartmak yerine aynı sürede pişebileceği için tavuğun yanına koyabilirsiniz. Böylece enerji kaybını da önlemiş olursunuz. l Peynirin kurumaması için yarısına kadar su dolu bir kapta saklayabilirsiniz. Ayrıca peyniri önce yağlı kağıt sonra da streç filme sararak kurumasını önleyebilirsiniz. MAKRO | Tarif Düğün Çorbası (4 kişilik) Malzemeler 50 gram haşlanmış dana eti, 2 yemek kaşığı un, yarım limon suyu, 1 tutam dereotu, 50 gram margarin, 1 tatlı kaşığı krema, et suyu, tuz ve su. Hazırlanışı Tencereye yağ konularak eritilir ve un ilave edilerek pembeleşinceye kadar kavrulur. Soğuk suyla açılarak et suyu ilave edilir ve çırpma teliyle karıştırılarak kaynatılır. Etle birlikte limon suyu, dereotu, krema ve tuz ilave edilerek 2 dakika daha kaynatılır ve ocaktan alınarak servis edilir. Mantar Beğendi (4 kişilik) Malzemeler 4 adet orta boy patlıcan, 14 adet orta boy mantar, 2 adet orta boy kuru soğan, 4 adet çarliston biber, 2 adet orta boy kabuğu soyulmuş domates, 40 gram margarin, yeteri kadar tuz, (patlıcanları kızartmak için) sıvı yağ. Hazırlanışı Derin bir tencerede sıvı yağ kızdırılır ve bıçakla birkaç yerinden çizilmiş olan patlıcanlar kızartılarak kabuğu soyulur. Limonlu su içerisine alınır. Ayrı bir tavada margarin eritilip ince kıyılmış soğan renk alana kadar kavrulur. Küp şeklinde doğranmış mantarla iri doğranmış biber ilave edilerek kavurmaya devam edilir. Küp doğranmış ve kabuğu soyulmuş domates ve tuz ilave edilerek sotelenir ve ocaktan alınır. Patlıcanlar limonlu sudan çıkartılarak ince ince doğranır. Tabağa alınarak üzerine hazırlanmış olan mantar sote konularak nane ile süslenip servis edilir. 92 | M ay ıs-Ha zira n 2009 MAKRO | Tarif Roka Domates Salatası (4 kişilik) Malzemeler 4 adet kabuğu soyulmuş orta boy domates, 1 bağ roka, yarım çay bardağı haşlanmış tane mısır, zeytinyağı ve limon suyu. Hazırlanışı Domatesler ve roka, iri dilimlenerek karıştırılır ve servis tabağına alınarak üzerine mısır, zeytinyağı ve limon ilave edilerek servise sunulur. İncir Tatlısı (4 kişilik) Malzemeler 16 adet iri boy kuru incir, 2 çay bardağı toz şeker, 16 adet yarım ceviz içi, 1 su bardağı su, 1 çorba kaşığı Hindistan cevizi ve yarım limonun suyu. Hazırlanışı İncirler yıkanıp ılık suda 1 saat kadar bekletilir. Sudan çıkartılan incirler süzdürülüp sap kısmından açılarak içlerine ceviz konulur ve kapatılıp fırın tepsisine dizilir. Toz şeker, limon suyu ve su, ayrı bir tencerede kaynatılır ve incirlerin üzerine dökülür. İncirler önceden ısıtılmış 180 derece fırında 10 dakika kadar pişirilir ve fırından çıkartılarak soğumaya bırakılır. Üzerine Hindistan cevizi veya toz ceviz içi dökülerek servis edilir. May ı s - Ha z i ra n 2009 | 93 MAKRO | Bulmaca 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 Soldan sağa: 1. Bir atasözümüz. 2. Makromarket’in de şubesinin bulunduğu Kayseri’nin bir ilçesi Parlak olmayan donuk - Lahza. 3. Dili tutulmuş, dilsiz - Bir duygu, tasarı, güzellik vb.’nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı Yüzyıl, çağ. 4. Bir bağlaç - Yapıt Soyadı Alanson olan ünlü sanatçımız. 5. Dünyanın uydusu Büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan olay veya durum - Gram’ın kısaltması. 6. Yasa koyma, yasa yapma - Tekerlekli ve motorlu kara taşıtı. 7. Bildik, tanıdık Mesafe - Utanma, utanç duyma Bir olumsuzluk ön eki. 8. Bir kimsenin, bir tüzel kişinin mülkiyeti altında bulunan, taşınır veya taşınmaz varlıkların bütünü - Fotoğrafta baskı - Katıksız. 9. İlaç, merhem - Geri çevirme Kısaca Anadolu Ajansı - Acı, üzüntü. 10. İnsanın kötü, güç durumlara karşı koyabilme gücü, katlanma 94 | M ay ıs-Ha zira n 2009 Başkaları tarafından bilinmesi sakıncalı görülen bir gerçeği saklamaktan vazgeçip açıklama. Bulmacay› do€ru çözüp gönderen 30 flansl› okuyucumuza sürprizlerle dolu bir hediye paketi armağan ediyoruz. Yukarıdan aşağıya: 1. Bir binek hayvanı - Dünyanın sonu. 2. Bir ilde devleti temsil eden en yetkili yönetim görevlisi - Rütbe, mertebe. 3. Karışık renkli - Soylu. 4. Coşma - Eski Mısır’da güneş tanrısı. 5. Duman lekesi - Yas. 6. Eğlence, zevk, neşe - Kısaca otomatik para çekme makinesi. 7. Belirti, iz - Eski dilde su. 8. Eski dilde ekmek - Mitolojik bir müzik aleti - Kırmızı. 9. Tayin - Baston. 10. Doğu Karadeniz Bölgesi’ne özgü yelkenli bir tür kıyı teknesi. 11. Bir nota - İncelik, güzellik, zariflik. 12. Kilidi açıp kapamak için kullanılan araç - Lityumun simgesi. 13. Bir iyelik eki - Baş, kafa. 14. Saç dökülmesini önleyen ve şampuanlarda kullanılan yabani bir ot - Eski dilde su. 15. İskambilde birli. Ad, Soyad Doğum Tarihi Meslek Adres : : : : Telefon (cep) : (iş) (ev) E-mail : POSTA ADRESİ: Şeref Makromarket San. ve Tic. A.Ş. Saray Mah. Gıdacılar Cad. No:11 PK: 06980 Kazan-Ankara / Tel: (0312) 815 47 05