kendilik ve güdülenme sistemleri

Transkript

kendilik ve güdülenme sistemleri
KENDİLİK VE GÜDÜLENME SİSTEMLERİ
Psikanalitik Teknik Kuramına Doğru
Joseph D. LICHTENBERG
Frank M. LACHMANN
James L. FOSSHAGE
Çeviri:
Kübra Kelebekoğlu
Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları: 206
Kendilik ve Güdülenme Sistemleri
Joseph D. Lichtenberg, Frank M. Lachmann, James L. Fosshage
Özgün adı:
Self And Motivational Systems
Toward a Theory of Psychoanalytic Technique
Copyright©1992 by The Analytic Press. All rights reserved.
Authorized translation from English language edition published by Routledge, part
of Taylor & Francis Group LLC.
ISBN 978-605-9137-28-7
Türkçe yayın hakları Psikoterapi Enstitüsü’ne aittir.
Birinci baskı: Nisan 2016
Editör: Tahir Özakkaş
Çeviri: Kübra Kelebekoğlu
Yayıma hazırlayan: Menekşe Arık & Sevgi Akkoyun
Baskı: Acar Matbaacılık Prom. ve Yayın. San. ve Tic. Ltd. Şti.
Litros Yolu Fatih Sanayi Sitesi No:12/243 Zeytinburnu - İstanbul
Tel: 0212 613 40 41
PSİKOTERAPİ ENSTİTÜSÜ EĞİTİM ARAŞTIRMA SAĞLIK ORG. VE
DANIŞMANLIK LTD. ŞTİ.
Eğitim ve Kongre Merkezi: Fatih Sultan Mehmet Caddesi No:285
Darıca-KOCAELİ
Tel : 0262 653 6699 Fax : 0262 653 5345
Merkez: Bağdat Caddesi No: 540/8 Bostancı-İSTANBUL
Tel : 0216 464 3119 Fax : 0216 464 3102
www.psikoterapi.com - www.psikoterapi.org - www.hipnoz.com
ii
KENDİLİK VE GÜDÜLENME SİSTEMLERİ
Psikanalitik Teknik Kuramına Doğru
Joseph D. LICHTENBERG
Frank M. LACHMANN
James L. FOSSHAGE
Editör:
Uz. Dr. Tahir ÖZAKKAŞ
Çeviri:
Kübra Kelebekoğlu
iii
iv
SUNUŞ
P
sikoterapi Enstitüsü olarak, öncelikle ruh sağlığı profesyonellerinin ya da ruh sağlığı ile ilgilenen kişilerin ihtiyaç
duyacağı teorik bilgileri ve pratik/uygulamaya yönelik deneyimleri paylaşan özgün ve çeviri yayınlar ile literatüre katkıda
bulunmayı hedefliyoruz. Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları,
Psikoterapi Enstitüsü’nün çalışmaları kapsamında gerçekleştirilen
atölye çalışmaları, uluslararası konferanslar ve dünya literatüründen seçkileri içermektedir.
Bütün ruh sağlığı profesyonelleri için ilham kaynağı olacak bu
kitapta, güdülenme kuramı, birlikte çalıştığımız gerçek insanlarla
örtüşecek şekilde yeniden bir çerçeveye oturtuluyor. Kişisel olanla
kişilerarası olan arasında tatmin edici bir denge kuran yazarlar,
terapi müdahalelerimiz için hassas bir pusula yaratmışlar.
Konuya ilgi duyan okuyucuların yanı sıra klinisyenler, psikoterapistler ve araştırmacılar için başvuru kitabı niteliği taşıyan bu
yayını sizlerle buluşturmaktan kıvanç duyarız.
Tahir ÖZAKKAŞ
Psikoterapi Enstitüsü Başkanı
v
vi
İÇİNDEKİLER
1
Güdülenme Sistemleri ve Diğer Temel Öğeler ....................... 1
2
Model Sahneler: Psikanalitik Tedavi İçin Bazı Çıkarımlar .... 12
3
Model Sahneler ve Klinik Hakikatin Araştırılması ............... 36
4
İnsanın Gelişimi ve Örgütleyici Prensipler ........................... 61
5
Bilinçdışı Düşünme .............................................................. 107
6
Farkındalık Güzergâhı .......................................................... 145
7
Yorumlama Sekansı ............................................................. 172
8
Kendiliknesnesi Deneyimi ................................................... 217
9
Savunma, Çatışma ve İstismar ............................................. 266
10 Değerler ve Ahlak ................................................................ 304
11 Teknik Üzerine Bir Kurama Doğru ...................................... 356
Kaynakça ............................................................................. 395
vii
1. Bölüm
Güdülenme Sistemleri ve
Diğer Temel Öğeler
B
ize öyle geliyor ki kendilik ve güdülenme sistemleri teorisi,
psikanalitik tekniğe ilişkin olarak geliştirilmiş teorilerin
gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Elinizdeki kitap,
Psikanaliz ve Güdülenme (Lichtenberg, 1989a) adlı kitapta açıklanmış kavramlara dayanarak irdeleyici bir psikanalitik tekniğe
temel hazırlamaktadır. Bu kitapta klinik vaka örneklerinden de
yararlanarak kendiliğe ve güdülenme sistemlerine dayalı bir tekniğin biçim ve yöntemlerini ifade edebilmeyi amaçlıyoruz.
Psikanaliz ve Güdülenme’de önerilen teoriyi kısaca gözden geçirmekle başlayalım. Psikanaliz teorisi esasında yapılandırılmış
güdülenme hakkında geliştirilmiş bir teoridir. Bu teori kapsamında temel ihtiyaçların giderilmesini ve düzenlenmesini sağlamak
üzere tasarlanmış beş sistem tarif edilmiştir. Her sistemin güdülenme ve işlevsellik yönleri kendine özgüdür. Her sistem (muhtemel nörofizyolojik bağlantılara sahip) psikolojik bir birimdir. Bu
sistemlerin her biri temel bir ihtiyaç etrafında gelişmiştir. Her
sistem yenidoğan döneminden itibaren açıkça gözlemlenebilen
davranışlara dayanmaktadır. Söz ettiğimiz bu beş güdülenme sis-
temi şunlardır: (1) fizyolojik gereksinimlerin psişik olarak düzenlenmesi ihtiyacı, (2) bağlanma ve daha sonrasında ilişkilenme ihtiyacı, (3) keşfetme-ortaya koyma ihtiyacı, (4) zıtlaşma veya geri
çekilme yoluyla (veyahut da her ikisini birden gerçekleştirerek)
kaçınmacı bir şekilde tepki verme ihtiyacı, (5) duyusal keyif ve
cinsel heyecan ihtiyacı.
Bebeklik dönemi boyunca her bir sistem kendiliğin düzenlenmesine bakıcıyla girilen düzenleyici etkileşimler aracılığıyla katkıda bulunur. Yaşamın her döneminde, her bir sistemdeki temel ihtiyaçlar ve bu temel ihtiyaçlardan türeyen
istekler, arzular, amaçlar ve hedefler bilinçli ve bilinçdışı
farklı tercihler, seçimler ve eğilimler tarafından farklı hiyerarşiler oluşturacak şekilde yeniden düzenlenebilir. Zaman
zaman herhangi bir sistemin faaliyeti, kendiliğin baskın güdülenmesini oluşturabilecek düzeyde yoğunlaşabilir. “Kendilik” ise güdülenmeyi başlatan, örgütleyen ve bütünleştiren
bağımsız bir merkez olarak gelişir. Kendilik hissi, söz konusu başlatma, örgütleme ve bütünleme deneyiminden doğar.
Deneyimlemenin etken (eyleyen) ve edilgen (alıcı) olmak
üzere iki farklı biçimi vardır.
Yeni bir güdülenme teorisine neden ihtiyacımız var? İnsanda güdülenmenin canlılığı içgüdüler veya içgüdüsel dürtüler
tarafından güvence altına alınmamış mıdır? [Biz] güdülenmelerin yalnızca yaşanmış deneyimlerden kaynaklandığını
ileri sürüyoruz. Güdülenmeler, yaşanmış belirli deneyimlere
dayalı olarak uygun düzeyde bir canlılığa erişebilir yahut
erişemez. Psikolojik güdülenmelerin altında hangi biyofizyolojik öncelikler ve doğuştan gelen nörofizyolojik tepki
örüntüleri yatarsa yatsın, güdülenme deneyiminin canlılığı
ilk başlarda bebek ile bakıcısı arasında gelişen alışverişin biçimine bağlı olacaktır. Daha sonra, sembolik temsilin geli-
2
KENDİLİK VE GÜDÜLENME SİSTEMLERİ
şimi, yaşanmış deneyimlerin esnek bir biçimde kendi kendine yeniden örgütlenebilmesi ihtimalini arttırır. Uyum sağlayıcı ve uyum bozucu güdülenme işleyişine dair geliştirilen
bir psikanaliz teorisi, hayat boyunca yaşanmış deneyimlere
dayanır. Yaşanmış deneyimler ise biz insanların bilinçli ve
bilinçdışı olarak ihtiyaçlarımızı ve arzularımızı tatmin etmeye çalıştığımızı, bunun için de muhtemel olaylarda bize
söz konusu deneyimsel tatmini edindiğimizi gösterecek
duygulanımlar peşinde koştuğumuzu göstermesi açısından
önemlidir (Lichtenberg, 1989a, s. 2).
Bu beş güdülenme sistemi birçok deneysel bulgudan çıkarsanmıştır. Söz konusu deneysel bulgular, dinamik psikanalizin
bakış açısından bakılarak anlamlandırılmaya çalışılmış ve bu doğrultuda toparlanmıştır; bahsettiğimiz beş güdülenme sistemi de
bu çabanın bir temsilidir. Bu beş sistem, insan güdülenmesi hususundaki görüş alanımızı resmetmektedir. Yine de şunu sorabiliriz:
İnsan güdülenmesi bu beş sistemden mi ibarettir? Bu güdülenme
sistemleri, Eliza Doolittle’ın nasıl “işi çözüp” başarıya ulaşabildiğini de açıklayabilir mi? Peki, Richard Nixon’ın “dibe vurduğu”
günlerdeki ıstırabını? Peki ya orgazmın verdiği zevki veya uzun
mesafe koşucunun yalnızlığını? Bu sorulara mütevazı bir “evet” ile
cevap verebiliriz, fakat şunu da hemen belirtmek gerekir ki soğuk,
deneysel bir tavırla yaklaşıldığında, güdülenmeler Freud’un “at
üstündeki binici” metaforunun yarattığı güçlü etkiyi yaratamayabilir.
Güdülenme sistemleri hakkındaki incelememizi takip etmek,
size başka birçok getirinin yanı sıra mantıksal, gözlemsel ve deneysel çıkarsamalarla atılan küçük adımlara değer veren bir psikanaliz topluluğuyla yakınlaşma fırsatı sunacaktır. Kaynayan kazanlar veya geri çekilirken erzakı geride bırakan ordular gibi he-
Güdülenme Sistemleri ve Diğer Temel Öğeler
3
yecan verici metaforlardan hazzetmiyor değiliz. Fakat bize kalırsa, psikanaliz, kişinin fizyolojik gereksinimleri baskın olmadığında ve incelemeler analiz edilenin duygusal bakımdan zengin olan
öznel yaşamına yönlendirildiğinde en iyi şekilde anlaşılabilir, analitik sürece en iyi şekilde böyle iştirak edilebilir. Daha sonra da
analist ile analiz edilen ortaklaşa çalışarak özgün bireysel imgeler
ve metaforlar, bilinçdışı fanteziler ve inançlar ve model sahneler
keşfeder ve bunları biçimlendirir. Bu ortak inşaların ortaya çıktığı
analitik alışverişi anbean anlatan tasvirler, Eros ile Thanatos’un ve
diğer genel metafizyolojik kurguların ihtişamından yoksundur.
Biz güdülenme deneyiminin özgül niteliklerini ve bunların psikanaliz teorisinde doğuracağı olası sonuçları araştırırken, şairin ruhu bazen deneycinin ayakları altına alınıyor gibi görünebilir.
Kitabın bölümlerini okurken bilinçdışı, savunma, çatışma ve
direnç gibi tanıdık terimlerin deneyimlenebilir olana mümkün
olduğunca yaklaşmalarını sağlamak amacıyla yeniden tanımlanmış olduklarını fark edince şaşırabilirsiniz. Bu terimleri yeniden
tanımlayarak ve üçlü yapısal hipotezin bileşenlerini (ikili dürtüler, alt benlik, benlik ve üst benlik) teorimizden çıkarak, o meşhur
hikâyedeki küçük çocuğun aksine, biz şunu söylemiş oluyoruz:
“Kıyafetlerin içinde kral yok!” Elinizdeki kitap, klinik psikanalize
demokratik yollardan seçilmiş “yeni bir kral” (deneysel ve gelişimsel yollarla tasarlanmış bir güdülenme sistemleri modeli) kazandırma yönündeki süregiden çabamızı temsil etmektedir.
Biz psikanalist klinisyenlere seslenmek, onlara teorik modellerin titiz kısıtlamalarından veya klinik olguların empati sayesinde
kazandırdığı zenginliklerden yoksun kalmaksızın teorik modeller
ile klinik olgular arasında nasıl hareket edebileceklerini gösteren
bir yol önermek istiyoruz. Teori ile olgular arasındaki etkileşimi
sağlamak amacıyla kullandığımız –sistemler, boyutlar, bakış açıla4
KENDİLİK VE GÜDÜLENME SİSTEMLERİ
rı ve düzenlenme gibi– terimlerin görece nötr olduğuna, psikanalitik tekniği kendi imgeleriyle şekillendirmeyeceklerine inanıyoruz. Kullandığımız dilin anımsattıkları arasında kaybolan kimi
unsurları ise analiz edilenin çağrışımlarından, anılarından ve model sahnelerden çıkarsanabilen nevi şahsına münhasır öznelliğini
yaratıcı şekillerde keşfedecek klinisyenlerin telafi edeceğine inanıyoruz.
Bahsettiğimiz beş güdülenme sistemi dört başı mamur bir kavramlaştırma değildir. Bu sistemler arasındaki çıkarımsal adımlar
ve analitik durumun kendisi kolayca detaylandırılabilir. Yine de
biz bu beş sistemin tamamının tutarlı bir kendiliğin veya kendilik
örgütlenmesinin gelişmesinde, sürdürülmesinde ve onarılmasında
işlev gördüğünü ileri sürüyoruz. Güdülenme ile kendilik arasındaki karşılıklı ilişkiyi nasıl anladığımızı anlatarak nihayetinde
belki bir teori inşa edecek kavramsal destekleri biçimlendirdiğimize inanıyoruz. Bizim psikanalitik felsefemizi şekillendiren şey
işte bu inançtır. Kavramlaştırmalarımızı deneysel olarak kanıtlayamasak da bu inançla öne sürüyoruz. Bu inançla şekillenen psikanalitik felsefemizin kullanışlı ve kapsayıcı bir klinik perspektif
sağladığını savunuyoruz. Ele aldığımız bu beş güdülenme sistemi
muhtemelen başka bir psikanalitik felsefe sistemine de dahil edilebilir, fakat bizim buradaki meselemiz bu değildir. Biz yeni bir
psikanaliz teorisi geliştirmiyoruz. Burada bir teori oluşturabilme
arzusuyla kimi kavramsal destekler öne sürmüş olsak da son biçimini almış bir teori önermiş değiliz. Biz uygulayıcısına psikanalitik işleyişin her aşamasında kavramsal düzeyde yoldaşlık edebilecek bir teknik teorisi oluşturmaya yönelik olarak çalışıyoruz.
Bu kitaptaki incelemelerimiz boyunca halihazırda revaçta olan
veya teoriden türetilmiş tedavilerin birikimiyle desteklenen birçok teorik kurguyla sık sık zıt düştük. Böyle durumlarda, örneğin
Güdülenme Sistemleri ve Diğer Temel Öğeler
5
bilinçdışı fanteziyi ve yorumsal “derinliği” ele aldığımız yerlerde,
mevcut önermelere meydan okuyarak kendi bakış açımızı geliştirmeye, geliştirdiğimiz bakış açısının klinik için ne anlama geldiğini de mümkün olduğunca ifade etmeye çalıştık. Dolayısıyla teorinin metapsikolojik yönlerinden ziyade klinikle alakalı yönlerine
odaklandık.
Beş güdülenme sistemini daha detaylı olarak ele aldığımız bölümlerde psikanalist klinisyenlere hem bir dizi birincil güdülenmeden bahseden hem de bütün güdülenmelerin hoşlanılmayan
deneyimlerin farkındalığını sınırlandırmak amacıyla devreye sokulabileceğini ima eden bir kavramsal araç sunuyoruz. Örneğin
cinsellik veya bağlanma güdülenmeleri, keşfetme imkânlarının
kışkırttığı yalıtılma ve yalnızlık deneyimlerinden kaçınmak için
devreye sokulabilir. Bu beşli sistem dahilinde yapılacak analizlerde, sistemler arasındaki ilişki, her vakaya özel olarak özgün bir
biçimde ele alınmalıdır. Bu sistemde cinsellik ve saldırganlık artık
indirgenemez temel dürtüler değildir veya kendiliğin çöküntüye
uğraması daima bu dürtülerin patolojisine yol açmaz, dolayısıyla
analistler hastalarının anlatılarını deneysel olarak doğrulanamayan yerleşik bir güdüler hiyerarşisine bağlı kalmak zorunda olmaksızın serbestçe dinleyebilirler.
Farklı psikanalitik teorilerin taraftarları arasındaki tartışma,
hangi güdülenmelerin birincil güdülenmeler olduğu, hangilerininse türetilmiş veya ikincil güdülenmeler olduğu konusunda yürütülen bir tartışma olarak anlaşılabilir. Bebeklerle yapılan deneysel araştırmaların bulguları çözümlenirse, çeşitli teorilerin önerdiği güdülenme hiyerarşilerinin desteksiz kaldığı görülecektir.
Bizim önerdiğimiz beş güdülenme sisteminin hepsi de doğumdan
itibaren etkili olmakta, bütün sistemler birbiriyle etkileşime girerek deneyimin şekillenmesinde rol oynamakta, dolayısıyla kendi6
KENDİLİK VE GÜDÜLENME SİSTEMLERİ
lik hissinin şekillenmesine yol açmaktadır. Bu bulgular teorik tartışmalarda karşımıza çıkabilen hırçınlığı anlamsız kılar. Biz herhangi bir psikanaliz teorisi dahilinde ortaya konan klinik bulgularının, beş güdülenme sistemi ve kendilik tutarlılığı üzerinden
açıklanabileceğini iddia edebilmek arzusundayız. Bununla birlikte, bu kitapta sunduğumuz önerinin, klinisyenlere, teorik varsayımların evvelce önünü tıkadığı araştırmaları yapabilmelerini sağlayacak bir bakış açısı sunabilmesi gerektiğine inanıyoruz. Örgütleyici prensipler ile temaların önemini vurgulamamız ve kendimizi hastalarımızın hikâyelerine açmamız gerektiğine inanmamız,
araştırma ve soruşturma atmosferi yaratarak araştırma coşkusunu
daimi kılma amacımızı yansıtmaktadır.
Bu serbestlik sonucu kliniğe yönelik olarak ortaya çıkabilecek
bir talimat varsa, o da analistlerin içebakışçı empatik duruşlarını
daha istikrarlı bir şekilde muhafaza etmeleri gerektiğidir. Ne var
ki analizlerin müdahaleleri itki-savunma, istek-direnç, ihtiyaçengelleme gibi terimler içeren bir dilden çıkarak temaların, örgütleyici prensiplerin, yorumlama sekanslarının, model sahnelerin ve
öz tutarlılığa ilişkin güdülenmelerin açıklanmasını içeren bir dile
kayacak ve kendiliknesnesi deneyimlerini araştırmaya yönelecektir.
Sırtımıza deneycinin pelerinini geçirmiş olsak da şairi unutmuş değiliz. Nasıl ki doğa Romantik şairlere metaforlar, aliterasyonlar ve yansıma sözcükler kullanma konusunda ilham kaynağı
olmuşsa, klinik alışveriş de dikkatleri analist ile analiz edilen arasında işleyen dinamik yaratıcılığa yöneltmektedir. Hem şair hem
de birlikte çalışan analist ile analiz edilen yaratıcılıklarını çubuğun sembolik oyun sayesinde kaşığa, ayıcığın ise anne-kendilik
tarafından beslenen kendiliğe “dönüştüğü” çocukluğun o büyülü
anlarından devşirirler. Biz de model sahnelerin inşasını, “bilinçdıGüdülenme Sistemleri ve Diğer Temel Öğeler
7
şı” fantezinin ortaya çıkışını ve analiz edilenin analiste atfettiği
tavır ve değerlerin detaylarını yorumlarken, psikanaliz sırasında
sarf edilen işbirlikçi çabanın yaratıcı gücünü takdir etmekten yanayız. Birinin diğeriyle konuştuğu, ona isteklerini yönelttiği aktif
bir iletişim ve dinleme sürecinde, klinik alışverişin özne-nesne
boyutunun farkına varırız. Bu durum da bizi analist ile analiz edilenin bireysel öznelliklerine yöneltir. Psikolojimizin yalnızca intrapsişik olarak örgütlendiği yönündeki yaygın düşünce kaçınılmaz surette ötekinin tepki verme ve güdülenme kapasitesine sahip olduğunu varsayan öznelerarası bağlamın izlerini taşımaktadır. Dolayısıyla biz analiz edilenin çağrışımlarını ve iletişimini
örgütlerken onun analistten kendiliknesnesi deneyimi uyandırması yönündeki beklentilerini bu sürecin merkezine koyarız; analistin çağrışımları ve iletişimi örgütleyiş sürecinin merkezine de
onun analiz edilenle birlikte yürüttüğü işten kendiliknesnesi deneyimi uyandırması yönündeki beklentilerini koyarız ki klinik
alışverişin bu ikinci yönü pek göz önünde bulundurulmamıştır.
Burada genellikte görmezden gelinen bir meseleyi gündeme
getirme fırsatı bulmuş oluyoruz: analistin çabası. Bu çabanın en
uygun biçimi keşfetme güdülenme sisteminin bir sonucu olarak
ortaya çıkmış olanıdır. Klinik araştırma isteksizlikten mustaripse,
analistin empatik bir algılama tarzına sadık kalabilmesi mümkün
olmayabilir. Dolayısıyla analiz edilenin güdülenmesine artık onun
bakış açısından iştirak edilmediği için araştırma asıl amacından
sapabilir. Bunun sonucunda analiz edilen genellikle üstü örtülü
veya açık bir şekilde tedaviye direnç göstermekle suçlanır, analiz
edilen ise kendini savsaklanmış hisseder ve böylece iletişimin sınırları daralır. Herhangi bir güdülenme sistemi analistin irdeleyici
çabasını asimile edebilir. Analist, hastasıyla karşılaşmalarında yaşayabileceği bu türden ince farklılıklara karşı tetikte olursa, opti-
8
KENDİLİK VE GÜDÜLENME SİSTEMLERİ
mal yanıt verebilme kapasitesindeki kırılmaları da kendi kendine
fark edebilir.
Elinizdeki kitap için düşündüğümüz planlama zorlayıcı bir sunuş gerektiriyor. Model sahne inşası, yorumlama sekansları, kırılma-onarılma sekansları, farkındalık güzergâhı ve empatik algılama tarzı gibi tekniğe ilişkin prensipler ile teknik önerilerimiz
için temel oluşturacak araştırma bulguları ve kavramsal çerçeve
sunumları kitap boyunca birbirini izleyecek. Okura, benimsediğimiz yöntemlere ilişkin olarak sunacağımız önerilerle beraber,
bu önerilerin arkasında yatan teorik çerçeveyi de açıklamayı
amaçlıyoruz. Eskiden yaklaşım yöntemlerinin, bizim artık demode bulduğumuz ikili dürtü teorisiyle ilişkili olarak düşünülmesi
öngörülüyordu. Fakat biz güdülenmelerin temel ihtiyaçlara yanıt
verebilmek için oluşturulan beş sistem aracılığıyla örgütlendiğini
savunduğumuzdan, tekniğe dair yeni sorular sorup yeni cevaplar
önermek durumundayız. Tekniğe dair sorduğumuz sorulara
önerdiğimiz cevaplar, güdülenme hipotezimizle uyum gösteren
gelişimsel prensiplerle benzer frekanstadır. Gelişimsel prensipler
bilinçdışı düşünme, çatışma, savunma, değerler, ahlak ve aktarım
gibi birçok tanıdık psikanalitik kavramı yeniden mercek altına
almamıza yol açmaktadır. Bunun yanında, kendilik örgütlenmesinin gelişimi, muhafazası ve onarımı konusunda da süregiden
araştırmalar yürütmekteyiz. Kitabın köşe taşı olan bir bölümde,
kendiliknesnesi deneyimlerini araştırmanın merkezi bir öneme
sahip olduğunu savunuyor, bu savımızın bağımlılık bozukluklarının tedavisiyle olan bağlantısını açıklamaya çalışıyoruz. Klinik
bulguların intrapsişik veya öznelerarası bir perspektiften araştırılmasına dayanan geleneksel yöntemin, durum değerlendirmelerine de benzer bir önem atfedilmediği sürece eksik kalacağına
inanıyoruz. Bizim durum değerlendirmelerini bunca önemseme-
Güdülenme Sistemleri ve Diğer Temel Öğeler
9
mizin nedeni; bebeklikteki durum geçişleri, patolojik şartlardaki
durum değişimleri ve rüyalar (özellikle de kendilik durumu rüyaları) hakkında kendilik psikolojisi alanında yürüttüğümüz çalışmalardır. Durum kavramını, hem analiz edilen ile analistin psikanalitik bir seans sırasındaki optimal zihin durumunu hem de
dengesizleşmiş öz tutarlılık, panik, istismar ve nefret gibi patolojik koşulları tanımlamak için kullanıyoruz.
Kendiliğin ve güdülenme sistemlerinin kavramlaştırılmasını
başlangıç noktamız olarak belirlediğimizden, gelişimsel olayları
kendilik örgütlenmesi, kendilik istikrarının sağlanması, diyalektik
gerilim ve hiyerarşik yeniden düzenleme süreçlerinin intrapsişik
örgütleyici prensipleri üzerinden incelememiz gerekmektedir.
İntrapsişik gelişimin doğası itibarıyla öznelerarası bir perspektifle
iç içe geçtiği yönündeki görüşümüz, analistin terapötik sürece
sunduğu katkıların altını kalın bir çizgiyle çizmemizi gerektiriyor.
Okura, psikanalitik yorumlamayı analistin müdahalelerinin veya
müdahale etmeyişlerinin bir sıralanımı olarak resmedecek alışverişi harfi harfine detaylı bir şekilde sunacağız. Öncelikli olarak ne
analiz edilenin çağrışımlarına ne de analistin yorumlamalarına
odaklanıyoruz; biz daha ziyade analistin ve analiz edilenin birbirini izleyen kararsızlıklarıyla ve gittikçe gelişen farkındalıklarıyla
bir arada var olan alışverişe odaklanıyoruz.
Analizin nasıl derinleştiği kitap boyunca ele alınan bir meseledir. Analizin derinleşmesi, empatik algılama tarzının uygulanmasına ve analiz edilenin zihin durumuna girilmeye çalışılmasına
sıkı sıkıya bağlıdır. Analistin analizi derinleştirebilmesi için analiz
edilenin her anına baskın çıkan güdülenme hedeflerini hissedebilmesi gerekir. Güdülenme hedeflerine odaklandığımızda, duygulanımlar empatik algımıza kılavuzluk edecek unsurlar olarak
dikkat gerektirecek, öz tutarlılık durumu düzenlemeyi ve topar10
KENDİLİK VE GÜDÜLENME SİSTEMLERİ
lanmayı (kendiliğin düzeltilmesi) önceleyen bir bakış açısından
incelenecektir. Güdülenme hedeflerine odaklanılması kendilik
deneyimini genişletecek, kendilik bilgisini arttıracaktır. Bilinçdışı
ve bilinçli düşünme, farkındalık güzergâhı, kendiliğin değişen
sembolik temsilleri veya şemaları gibi konular hakkında yürüttüğümüz tartışmalar da klinikteki odak noktamızın kavramsal ve
deneysel temellerini oluşturur. Hastanın algıladığı haliyle analist,
hastanın kendiliknesnesi deneyimleri hakkında yürütülen araştırmaya dair farkındalığını derinleştiren en anlamlı “öteki”dir. Dolayısıyla bizim vurgulamak istediğimiz nokta, analiz edilenin analiste dair görüsünün, analist ile analiz edilen tarafından (genellikle model sahneler aracılığıyla) birlikte inşa edilmesinin teknik
açıdan sahip olduğu önemdir.
Kitabımız kendi üzerine de düşünen meraklı klinisyenler içindir. Bu kitapta kimi zaman psikanaliz camiasında uzun süredir
mevcut olmasına rağmen canlılığını yitirmiş bazı soruların ve zorlukların peşine düştüğümüze, kimi zaman da pek aşina olunmayan ama sorulması gereken soruları gündeme getirdiğimize inanıyoruz. Psikanalitik soruşturmayı, eski teorisyenlere duyulan sadakat ve bilinen teorilere bağlı kalmaktan devşirilen güvenlik hissi
yüzünden şu zamana kadar kapalı kalmış alanlara açtığımızı
umut ediyoruz. Okurlarımıza bize meydan okumaları için meydan okuyabilirsek, bir fikrin hem taraftarlarını hem de muhaliflerini psikanaliz ruhu etrafında en iyi şekilde toplayabilmiş oluruz.
Güdülenme Sistemleri ve Diğer Temel Öğeler
11
2. Bölüm
Model Sahneler: Psikanalitik Tedavi
İçin Bazı Çıkarımlar
P
sikanalitik tedavi sırasında analist ile hasta önceleri kafa
karıştırıcı görünen bilgileri örgütlemek, geliştirilen ilk fikirleri oturtmak ve analiz edilenin deneyimleri ile güdülenmeleri konusunda daha ileri düzeyde bir irdeleme başlatmak
için model sahneler kurgularlar. Analist ile hastanın analitik irdeleme süresince kurgulayıp tadil ettiği model sahneler, analiz edilenin hayatındaki önemli ve tekrarlanan olayları canlı ve metaforik biçimlerde hem analiste hem de analiz edilene aksettirir. Model sahnelerin oluşturulmasında kullanılan bilgi, hastanın anlatılarından, aktarımın gittikçe belirginleşen yapılanışlarından veya
canlandırılan rollerden çıkartılır. Model sahneler, hem bilinçli
hem bilinçdışı belirgin güdülenme temalarını temsil eden deneyimleri öne çıkarır ve özetler. Hasta ile analistin etkileşimi dahilinde kurgulanan model sahneler, bir “resim” gibi iş görür ve deneyimlenir, bu yüzden de “bin söze bedeldir”.
“Model sahne” ifadesi (Lichtenberg, 1989a,b) üç farklı kurguya
işaret edebilir: (a) analist ile analiz edilen tarafından oluşturulan
ve analiz edilenin hayatı hakkında aktardığı bilgileri örneklendi-
ren bir kurgu; (b) psikanalitik teorisyenler ile bebek gözlemcileri
tarafından oluşturulan ve önemli gelişimsel deneyimleri örneklendiren bir kurgu; (c) analiz edilenin, geçmişte yaşadığı önem
arz eden sorunlu deneyimleri örneklendiren bir kurgusu (bilinçdışı fantezisi veya patojenik inancı).
Bu bölümde model sahne kavramını (1) herhangi bir yaşta edinilmiş deneyimlerin kavramlaştırılmasında kullanılabilecek bir
yol, (2) genel teorilerden bireysel hastaların kendilerine özgü veya
tikel deneyimlerine doğru ilerlememizi sağlayacak değerli bir klinik araç, (3) psikanalizdeki son gelişmelerin sunduğu katkıları
içerebilecek teorik bir kurgu ve (4) geçmiş ile geleceğin, ön plan
ile arka planın, aktarım sürecine yapılan empatik giriş ile psikanalizin yanıt verebilme kapasitesinin bütünleştirileceği analitik bir
illüstrasyon ortaya koyacak şekilde geliştirmeyi amaçlıyoruz.
Freud, erkek çocuğun annesini sahiplenici ve erotik bir biçimde arzuladığı, babasıyla ise yoğun bir rekabet yaşadığı model sahne olan ödipus kompleksini tanımladığında, psikanaliz tarihi kritik bir dönemece girmiştir. Ödipal sahnenin, Freud’un (1900, s.
xixn) bebek cinselliğinin varlığını kanıtlamasına yol açmış yaygın
bir gelişimsel değişim olduğunu düşünür, ona teorik bir önem
atfederiz. Bu noktada, Freud’un, klinik çalışmalar sırasında hem
kendisinin hem de hastalarının çağrışımları ve rüyalarının Yunan
yazarları tarafından anlatılmış Kral Oedipus mitinde geçen ilişki
ve arzu örüntüleri aracılığıyla anlaşılabileceğini keşfettiğinde yaşadığı heyecanı düşünmemiz anlamlı olacaktır. Kral Oedipus miti
sayesinde, önceleri kafa karıştıran bölük pörçük sözlü çağrışımlar,
rüya imgeleri, özellikle de aktarım yapılanışları açıklanabilir bir
bütünlüğe erişmiştir.
Model Sahneler: Psikanalitik Tedavi İçin Bazı Çıkarımlar
13
Freud’un Oedipus hikâyesiyle kurduğu analoji, basitçe hikâyede resmedilen üçlü ilişkiye değil, daha ziyade “oyundaki devinimin, Oedipus’un tarihinin kurnazca geciktirmeler ve yükselen
heyecanla birlikte gittikçe ifşa edilmesi sürecinden ibaret olmasına” (s. 261-262) yaslanır. Hem Oedipus hem de seyirci, yavaş yavaş ifşa edilen hikâye unsurlarını yorumlayarak geçmişin ve kaderin gizemini çözer. Freud, oyunda sergilenen bu “kurnazca geciktirmelerle birlikte süren ifşa” sürecinin “psikanaliz işine benzetilebileceğine” (s. 262) dikkat çekmiştir, zira psikanalizde de analist
ile analiz edilen bilinmeyenin peşindedir. Ödipal ilişkinin normal
ve patolojik gelişim şemamızda tuttuğu önemli yerden ötürü şunu gözden kaçırma tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliriz: Freud, bu
keşfini klinik ortamda uygularken, söz konusu üçlü ilişkinin ve
duygulanımsal karışımın tikel yapılanışını her hastasıyla birlikte
yeniden çözümlemiştir.
Bebeklikteki ve çocukluktaki normal veya patolojik deneyimleri nakleden model sahneler, yetişkin ilişkilerinin ve güdülenmelerinin özünü yansıtabilir. Lichtenberg (1989a), bir hastasının model sahnesini, annesinin bacağını veya eteğini çekiştiren küçük bir
kızın bir yandan da kendisinin dırdırından kurtulmak için direnen annesinin gerilen bedenini hissetmesi olarak tasvir etmiştir.
Bu model sahne, etkileri daha sonra da devam eden ve hastanın
yetişkinlik yaşamını şekillendiren karşılıksız sevgi ve dikkat tekrarlarının özgül bir örneğini resmeder. Analistlerin yetişkinlerle
yürüttükleri analizlerden elde ettikleri bulguları örgütleyip açıklayabilmek için kullandıkları çocuklukla alakalı diğer model sahne örnekleri arasında kakasını tutmak ve tuvalet eğitimine direnmek için kasılan küçük çocuklar (Abraham, 1923; Erikson,
1950) ile çevreyi keşfetmek için annelerinden uzaklaşan ama
uzaklaştıklarını fark edince korku dolu gözlerle arkaya bakıp en-
14
KENDİLİK VE GÜDÜLENME SİSTEMLERİ
dişelerini gidermeye çalışan (Mahler, Pine ve Bergman, 1975) veya
heyecan dolu gözlerle arkaya bakıp maceraperestliklerini onaylatmak isteyen (Kohut, 1984) küçük çocuklar vardır.
Model sahneler bebeklikte, çocuklukta, ergenlikte ve halihazırdaki yetişkinlik hayatında edinilen gelişimsel deneyimlerin
kavramsal bir temsilini yakalayıp sunar. Buradaki temsil, yaşanmış gerçek bir olay olabilir de olmayabilir de, zira daha sonraki
deneyimlerin etkisi ve ayrıntıları yüzünden önceki ile sonraki
olaylar hafızada birbirine karışır. Model sahneler, bütün deneyimlerin tabi olduğu fantezi ayrıntılarını ve dönüşümlerini içerir.
Model sahne kavramı, perde anıları (Freud 1899, 1918) da içerir
ama onlarla sınırlandırılamayacak daha geniş bir kavramdır, ayrıca olayların teleskoplanması süreçleriyle (Kohut, 1971) bazı ortak
işlevler taşır.
Model Sahneler ve Perde Anılar
Freud (1899) perde anıları, içeriği veya konusu bakımından
önemsiz olmasına rağmen çoğunlukla net bir şekilde hatırlanan
canlı sahneler olarak tasvir etmiş, iki tür perde anı tanımlamıştır.
İlkinde, daha sonraki olaylar, bastırılmış olan daha önceki deneyimlerle bağlantılı olduğu için önem arz eder; ikincisinde ise çocukluk sahnelerinin önemli olmasının nedeni daha sonraki deneyimlerdir. Perde anılar, tam da gizledikleri önemli şeyleri işaret
etmeleri bakımından görünür içerikli rüyalarla eş tutulabilirler.
Analist, perde anı tarafından gizlenmiş önemli çocukluk vakasını
veya saplanmayı canlandırıp yeniden kurguladıkça perde anının
kendisini ve barındırdığı “alakasız” içeriği bir kenara bırakır. Analist, tıpkı bir film kurgucusu gibi, sonradan oluşan birikimlerin ve
dönüşümlerin gizleme sürecine sağladığı katkıyı ortadan kaldırdıktan sonra, söz konusu birikimleri ve dönüşümleri kurgu oda-
Model Sahneler: Psikanalitik Tedavi İçin Bazı Çıkarımlar
15
sında bırakıp çıkar. Yani perde anının bütün versiyonlarında bulunan potansiyel temsili mesaj, cinayet aydınlatıldıktan sonra ortaya çıkan bir parmak izi veya ipucu kadar önemsiz addedilir.
Dahası, Freud’un (1899) “analist” ile “hasta” arasındaki paslaşmalı
işleyişe dair sunduğu muhteşem örneğe rağmen (zira Freud hem
analist hem hastaydı), bu iki partner arasındaki alışverişin iyileşme sürecine sunduğu katkılar daha sonraları görmezden gelinmiştir. Hasta ile analist arasındaki etkileşimin, hem alakasız görünür içeriklere sahip anılar tarafından perdelenen bastırılmış
çocukluk anılarının ortaya çıkartılmasına hem de çocukluk anılarının kapsayıcı bir temayla biçimlendirilmesine sunduğu katkı
pek hesaba katılmamıştır. Kris (1956) perde anıların öne çıkan
işlevinin olup bitmiş bir olayı yeniden kurgulamak olduğunu belirtmiştir. Model sahneler ise olmakta olanı da yeniden kurgulama
konusunda aynı ölçüde işlevseldir.
Perde anıların analiz esnasındaki tipik kullanımı ve model
sahne kavramının getirileri Mahler (1971) tarafından ortaya konmuştur. Mahler, bir borderline hastasının analizi esnasında iki
perde anının ortaya çıktığından bahsetmiştir: “ilkokul yıllarında
tekerlekli sandalye üstünde ailesinden uzaklaştırılarak ameliyathaneye götürülürken hissettiği yalnızlık ve çaresizlik hissi ile ebeveynlerinin yatağında yatması yasaklanınca (…) henüz 3 yaşında
bile değilken deneyimlediğini iddia ettiği başka bir tramvatik
olay” (s. 418-419). Mahler, bu anılardan “perde anılar” olarak bahsederek, Glover (1929) ile Greenacre’ın (1949) tramvatik anıların
perdeleme işlevi görebileceği yönündeki gözlemlerine riayet etmiştir. Bu anıların görünür içerikleri dolayısıyla değil, daha önce
yaşanmış patojenik olayları örtme işlevleri dolayısıyla önemli olduklarını düşünmüştür. Yukarıda bahsedilen hastanın hatırladığı
kadarıyla, annesi henüz üç yaşında bile olmayan oğlunun kendi-
16
KENDİLİK VE GÜDÜLENME SİSTEMLERİ
sine sarılmasına ve babasının yatağını işgal etmesine izin vermiş
ama daha sonraları bunu yasaklamış, zira oğlunun bu türden bir
samimiyet için fazlasıyla büyümüş olduğunu düşünmüştür. Bu
perde anıda asıl dikkat edilmesi gereken şey ise bir zamanlar deneyimlenmiş, bir hayli tatmin edilmiş ama sonra hızla engellenmiş güçlü sembiyotik arzulardır.
Perde anılar yalnızca önceki patojenik olayların hatırlanmasını
engelleyen bir “perde” veya siper olarak tanımlanırsa, yukarıda
bahsedilen hastanın her iki anısı da hastanın daha önceleri ayrılma-bireyleşme sürecinde yaşadığı belirli rahatsızlıklar dolayısıyla
önemli addedilmiş olur. Söz konusu anılardaki temanın etkilerine
ve sonrasında meydana gelmiş dönüşümlere, anıların varsayılan
nedensel öncülleriyle kıyaslandığında daha az yer verilir. Üç yaşında gelen bu yasaklama, çocuğun deneyimlediği ayrılmabireyleşme süreci açısından ifade ettikleri ve daha öncesinde haz
alınan bir kaynağın varlığını ortaya çıkarması bir kenara bırakılırsa, daha sonraları gelişen baştan çıkarma, reddetme, samimiyet
kurma konusunda ihtiyatlı olma ve büyümenin yasak, kayıp ve
yalıtım anlamına gelebileceğinden korkma gibi temaların yapılanışını anlayabilmemizde yararlı olabilir. Dahası, bu temaların her
biri aktarımın halihazırdaki örgütlenişini anlayabilmemizde de
yararlı olacaktır (Stolorow ve Lachman, 1984/1985). Dolayısıyla
perde anıların analizi analist ile hastayı genel olarak belirli bir
zamansal boyutta geriye götürerek önceden ve sonradan gelişmiş
çeşitli temaların hem birbiriyle ilişkisini hem de aktarım dahilindeki etkisini önemsizmiş gibi gösterir.
Mahler’in hastasını ebeveynlerinden koparılarak ameliyathaneye götürülen çaresiz bir çocuk olarak resmedişini bir model
sahne olarak ele alırsak, söz konusu sahne her şeyden evvel hastanın analistten kaçınarak aktarımın yapılanışını etkin olarak şeModel Sahneler: Psikanalitik Tedavi İçin Bazı Çıkarımlar
17

Benzer belgeler

ROBERT D. STOLOROW ile RÖPORTAJ Düzenleyen

ROBERT D. STOLOROW ile RÖPORTAJ Düzenleyen Tabi. Gerçekten etkili olan iki danışmanım vardı. Birisi Massachusetts Akıl Sağlığı Merkezi’nde düzenlenen klinik eğitim programı müdürü Justin Weiss’tı. Esasında psikanalist değildi ama çok iyi ps...

Detaylı