04.05.2015

Transkript

04.05.2015
1
Bextiyar Elî
SÖYLEŞİ
Kürdçe’nin
Nobel
adayı
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:52
4 - 10 Mayıs 2015
S13
basnews.com
Peşmerge’nin dağlı
hüznü ve ovanın
asimetrisi
S08 - 09
Altan kardeşler ve
S11
Fuat Masum
Washington’a bağımsızlık dosyası
Ankara Marşı da
Hesen Zirek’ten
Şakran, yeni
‘5 Nolu’ mu
oluyor?
S12
ABD Başkanı Barack Obama’nın resmi davetlisi
olarak pazar günü Washington’a giden KBY Başkanı
Mesud Barzani’nin gündemindeki en önemli konu
bağımsızlık. Barzani’nin Kürdlerin bağımsızlık konusundaki kararlılığını bir kez daha ifade edeceği, bu
konuda hiçbir engel tanımayacaklarını vurgulayacağı
bildiriliyor.
7 Haziran, Ortadoğu’da Kürdler
1915 ve ‘Kürdler’
S06
MESUT YEĞEN
Barzani, Washington ziyareti öncesi topladığı Kürd
siyasi parti liderlerine ABD yönetiminin Kürdistan’ın
bağımsızlığı konusunda ılımlı bir noktaya geldiği ve
çekincelerinden vazgeçtiğini söyledi. ABD Kongresi’nin
de Kürdlere doğrudan silah verilmesi kararının bağımsızlık konusunda siyaset değişikliği anlamına geldiği
S02 - 03
vurgulanıyor.
s07
HAKAN TAHMAZ
AB, Kürdistan’ın
bağımsızlığına sıcak bakıyor
‘Sanatın doğası
muhaliftir’
S16
Avrupa ülkeleri ile diplomatik ilişkilerini arttıran Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY), bu ilişkilerin bağımsızlık talebi
konusunda da işlevsel hale gelmesi için Avrupa Birliği (AB)
nezdinde sıkı bir mesai harcıyor. KBY Başkanı Barzani’nin
talebi üzerine AB yetkilileri KBY Temsilciliğinin Avrupa’da
gerçekleştirilen tüm toplantılara her düzeyde katılım göstermesine razı oldu.
S04 - 05
s09
HDP ve Türkiyelileşme
BİLAL SAMBUR
s11
02
BasHaberSÖYLEŞİ
4 - 10 Mayıs 22015
MANŞET
MANŞET
BasHaber
4 - 10 Mayıs 2015
3
SÖYLEŞİ
Barzani, bağımsızlık ısrarı ile Beyaz Saray’da
P
azar günü ABD Başkanı Barack
Obama’nın resmi davetlisi olarak
Washington’a giden KBY Başkanı
Mesud Barzani’nin gündemindeki en
önemli konunun bağımsızlık odluğu, Kürd
liderin bağımsızlık konusundaki kararlılığını bir kez daha ifade edeceği, bu konuda
ABD dahil hiçbir engel tanımayacaklarını
vurgulayacağı bildiriliyor.
Barzani, Washington ziyareti öncesi
topladığı Kürd siyasi parti liderlerine ABD
yönetiminin Kürdistan’ın bağımsızlığı
konusunda ılımlı bir noktaya geldiği ve
çekincelerinden vazgeçtiğini söyledi. ABD
Kongresi’nin de Kürdlere doğrudan silah
verilmesi kararının bağımsızlık konusunda siyaset değişikliği anlamına geldiği
vurgulanıyor. Washington’un Irak’ın
birliği konusundaki siyasetinde ısrar
etmekten vazgeçtiği, ancak Irak’ın 3 ayrı
bölgeye ayrılması konusunda yumuşak bir
geçişten yana olduğu bildiriliyor. Irak’tan
ayrılamanın medeni yöntemlerle olması
gerektiğini ifade eden Barzani de bu konuda Çekoslovakya modelinin esas alınacağını ifade etmişti.
IŞİD savaşında tehlikenin büyük oranda
bertaraf edildiği Kürdistan’da aynı hafta
içerisinde 3 önemli gelişme yaşanıyor.
Devletleşme yolunda önemli lobi faaliyeti
olarak değerlendirilen Barzani’nin ABD
gezisinin yanı sıra, Avrupa Birliği’nde de
önemli bir gelişme yaşandı. Barzani’nin
daha önce dile getirdiği talep üzerine AB,
bundan sonraki toplantılara Kürdistan
temsilcisini resmen çağırmayı kabul
etti. Beri yandan içeride de yeni anayasa konusunda ilk aşama geçilmiş oldu.
Parlamento’nun kabul ettiği yeni anayasa
hazırlık komitesine dair tasarı Barzani
tarafından onaylandı. Böylece Kürdistan Bölgesi her kesimin dahil edildiği
ve demokrasi çıtasını evrensel seviyeye
çıkarmak amacıyla yeni anayasanın yazılması konusunda ilk adımı atmış oldu. Her
fırsatta bağımsızlık ısrarını dile getiren
Barzani’nin bu ziyaretinde bağımsızlık
dosyasıyla Obama’nın karşısına çıkacağı
konuşulurken, beraberindeki heyette
Peşmerge Bakanı Mustafa Seyid Qadir’ın
da bulunması, IŞİD’e karşı mücadeleyle
ilgili askeri konuların da görüşme gündeminin temel konularından biri olacağını
gösteriyor.
ABD bağımsız Kürd devleti
çekincesinden vazgeçti
Barzani’nin ziyareti ile ilgili açıklama
yapan Kürdistan Bölgesi Başkanlık Divanı
Başkanı Fuad Hüseyin, KYB Başkanının
Washington ziyaretinin esas gündeminin
Kürdistanın bağımsızlığı olacağını vurguladı. Hüseyin, “Başkan Barzani net bir
şekilde Kürdistan’ın bağımsızlık talebini
Obama’nın önünde koyacak” dedi. Hüseyin, IŞİD’in Kürdistan saldırısı ile birçok
şeyin değiştiğini bu nedenle bu ziyaretin
diğerlerinden daha özel bir içerikte olduğunu söyledi.
Barzani Washington gezisi öncesinde
Kürd siyasi parti liderlerini toplamış,
ardından Süleymaniye’ye giderek YNK
Lideri Celal Talabani’yi ziyaret ederek,
ABD gezisi hakkında görüşlerini almış ve
gündemini iletmişti.
Barzani Kürd siyasi partilerin liderleri
ile yaptığı toplantıda, ABD’de iktidardaki
Demokratların da IŞİD saldırıları sonrasında Kürdistan’ın bağımsızlığı konusundaki çekincelerini yumuşattıklarını
ve artık bir Kürt devletinin kurulmasına
karşı olmadıklarını ifade etmişti.
ABD Kongre’sinin geçtiğimiz hafta Kürdistan Bölgesi’ne Bağdat’ın aracılığı olmadan doğrudan silah yardımı yapma kararı
alması da bu konudaki siyasi değişikliğin
bir işareti olarak değerlendiriliyor.
Barzani’nin ajandasında Musul operasyonu, Bağdat ile ilişkiler ve IŞİD ile
savaşın seyri ile silah yardımı ve petrol
satışı gibi konular da bulunuyor.
Pazar günü Washington’a varması beklenen Barzani’nin, ziyaretinde ABD Başkanı Barack Obama, Başkan Yardımcısı Joe
Biden ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Tomy
Bliken ile görüşme gerçekleştirecek. Üç
gün sürecek bu ziyarette KBY Başkanı
Mesud Barzani’ye Peşmerge Bakanı’nın
yanı sıra dış İlişkiler Sorumlusu Felah
Mustafa ve Bölge Başkan Yardımcısı
Kosret Resul ve Kürdistan Asayiş Müşaviri Masrur Barzani’nin de eşlik etmesi
bekleniyor. Ziyaretle ilgili açıklamalarda
bulunan Hükümet sözcüsü Sefin Dizeyi
ziyaretin IŞİD’le savaşın sürdüğü böylesi
kritik bir süreçte gerçekleşiyor olmasının ziyareti çok daha önemli kıldığını ve
ziyarette Irak, Kürdistan ve bölgeyle ilgili
gelişmelerin görüşüleceğini vurguladı.
KBY Başkanı’nın bir önceki ABD ziyaretini iptal etmesine sebep olan terör listesi
hadisesinin ardından Washington tarafından yapılan bu davet sonucu gerçekleşecek bu ziyarette Barzani’nin Irak ordusu
ve Heşdi Şabi milis güçlerinin IŞİD’den
geri alınan Sünni bölgelerle ilgili de bir
öneride bulunacağı gelen bilgiler arasında. ABD ziyareti öncesi Süleymaniye’ye
geçip eski Irak Cumhurbaşkanı ve YNK
Genel Sekreteri Celal Talabani ile görüşen
KBY Başkanı Mesud Barzani, ziyaret
sonrası da Talabani’yi ziyaret edip ziyaret
hakkında kendisini bilgilendirecek.
Barzani’nin ziyareti
Bağımsızlık için bir aşamadır
Barzani’nin ABD ziyareti hakkında
sorularımızı yanıtlayan uluslararası
ilişkiler uzmanı Eski Irak Parlamentosunun Kürd Listesi Üyesi Sirwan Abdula,
Ortadoğuda’ki rolü ve terörizme karşı
verdiği mücadeleden dolayı ABD’nin daha
erkenden Kürd halkının bağımsızlık istemine gereken desteği vermesi gerektiğini
ama KBY ve Başkanı Mesud Barzani’nin
bu konuda taviz vermeden her platformda
bunu dillendirdiğini ve eninde sonunda
bağımsızlığın ilan edileceğini söyledi.
IŞİD ile mücadelede dünyanın güvenlik
yükünü sırtlaması ve bağımsız bir devletten daha güçlü bir duruş sergileyerek
yonu tarafından sunulan tasarıda Irak
Merkezi Yönetimine aktarılacak yüzde
75’lik silah yardımı payının Irak’ta barışın
sağlanması için yapılacak faaliyetlerde
kullanılması şartı da söz konusu. Buna
göre bu tür faaliyetlerde kullanılmaması
durumunda bu payın yüzde 60’ının tekrar
Peşmerge ve Sünni güçlere aktarılması
maddesi de yer alıyor. Tasarının Irak
Başbakanı ve hükümetinin karşı çıkmalarına rağmen ABD Kongresi’nden geçmesi
ABD’nin Irak’ın Kürd, Şii ve Sünni olmak
üzere üç farklı bölge olarak yönetilmesi
fikrini güncelinde tuttuğu yönünde yorumlanmasına sebep oldu. Kürd yetkililer
daha önce de defalarca yapılan yardımların Bağdat üzerinden Peşmerge’ye
aktarılmasının sakıncalarını dile getirmiş
ve Bağdat üzerinden yapılan yardımların
Peşmergeye ulaşması sürecinde elekten
geçirildiğini ve Peşmerge’ye etkili silahların ulaştırılmadığını aktarıyorlardı.
dünyanın takdirini kazanması Kürdistan’ın
bağımsızlığı için büyük bir birikim elde
edildiğini dile getiren Abdula şöyle dedi:
“Barzani, ABD ziyaretinde Başkan Barack
Obama ve diğer yetkililere Kürdlerin
teröre karşı amansız bir mücadele verdiğini, büyük bedeller ödediğini, Kürdlerin
bağımsızlık haklarının olduğunu ve bu
konuda ABD’nin Kürdlerin bu istemine
desteklerini sunmasını isteyecek” dedi. Bu
istemin bir halkın en doğal hakkı olduğunu ve ABD’nin bunu saygıyla karşılaması
gerektiğini vurgulayan Abdula, Saddam
Hüseyin diktatörlüğünün yıkılmasında
büyük rolü olan ABD’nin Kürdistan’ın
bağımsızlığı konusunda da rol üstlenmesi
gerektiğini söyledi.
Petrolde günlük 850 varil rekoru
IŞİD’in Kürdistan Bölgesi’ne saldırıları ardından durma noktasına
gelen petrol üretimi, Bağdat’ın da
bölgenin bütçe payını göndermemesinden dolayı büyük bir ekonomik
krizin eşiğine gelinmişti. Halkın
ve varlık sahibi kişi ve kurumların
seferberlik ruhuyla ellerindeki birikimi krizin giderilmesi için KBY’ye
aktarmalarıyla üstesinden gelinen
kriz, ardından IŞİD’in Kürdistan’ın
bir çok bölgesinden çıkartılması ve
özellikle petrol kuyularından uzaklaştırılmasıyla beraber petrol üretimi de
artmaya başladı. Mart ayı itibariyle
günlük 550 bin varil petrol ihraç eden
KBY, Haziran itibariyle bu ihracat
potansiyelini 625 bin varile çıkarmaya hazırlanıyordu. Gelen bilgiler bu
öngörünün ötesinde petrol üretimi
potansiyeline ulaşıldığı ve günlük
850 bin varil petrol üretimi seviyesine ulaşıldığı bildirildi. Erbil, Bağdat
arasında varılan anlaşma gereğince
KBY’nin günlük 550 bin varil petrolü
Irak Petrol Ajansı gözetiminde ihraç
etmesi gerekiyordu. Üretimin bu kapasitede gerçekleşmemesinden dolayı
merkezi yönetim KBY’ne yüzde 17’lik
bütçe payını göndermede sorunlar çıkartması üzerine harekete geçen KBY
petrol üretimini günlük 850 bin varile çıkartarak rekor kırdı. Bu üretim
artırımı sayesinde KBY, hem Bağdat
yönetiminin yüzde 17’lik bütçe payını
göndermeme gerekçesini ortadan
kaldırıyor hem de iç piyasadaki petrol
ihtiyacını gidermiş oluyor.
Kürdistan Bölgesi 45 milyar varil
petrol potansiyeliyle dünyanın petrol
potansiyelinin yüzde 8,7’sine sahip
Irak petrolünün yüzde 20’sine sahip.
Halen Kerkük-Yumurtalık petrol boru
hattından günlük 550 bin varil petrolü dünya pazarlarına ihraç ediyor. İhraç edilen bu petrolün 300 bin varili
Kerkük’ten 250 bin varili de KBY’nin
diğer bölgelerinden sağlanıyor.
‘Bağdat rahatsız’
Barzani’nin ABD ziyareti ve ABD
Kongresi’nin Peşmerge’ye doğrudan silah
yardımı konusunda Bağdat’ın tavrını sorduğumuz Sirwan Abdulla şunları söyledi:
“Hem Barzani’nin Washington’un resmi
daveti vesilesiyle yapacağı ABD ziyareti
hem de Kongrenin aldığı doğrudan silah
yardımı kararı, kuşkusuz Bağdat nezdinde hoş karşılanmayacak gelişmelerdir.
Kürdlerin herhangi bir konuda söz sahibi
olmaları tabi ki Bağdat’ın hoşuna gitmiyor ve bundan rahatsızlık duyuyor. Ama
bazı gelişmeleri önlemede çaresizdir ve
karşı çıkmasına rağmen engel olabilecek kudrete sahip değil. Hem Başkan
Barzani’nin Washington ziyareti hem
de ABD Kongresi’nin aldığı doğrudan
silah yardımı kararı Kürdler açısından
olumlu gelişmelerdir ve bu gelişmeler
Kürdistan’ın bağımsızlığı için aşılması
gereken aşamalardır.”
Kongre’den doğrudan silah
Irak hükümetinin karşı çıkışmasına
rağmen ABD Kongresi, Irak’ta IŞİD’e karşı
savaş yürüten güçlere yönelik silah yardımını Peşmerge ve Sünni güçlere doğrudan
aktarılmasını öngören yasa tasarısını ikiye
karşı 60 oyla onayladı. 715 milyon dolarlık
yardımın yüzde 25’i Peşmerge ve Sünni
güçlere geri kalan yüzde 75’i de Merkezi
yönetime aktarılacak.
Kongre’nin Askeri Çalışmalar Komis-
ABD ziyareti öncesi
Talabani ziyareti
ABD ziyareti öncesi sürpriz bir şekilde Süleymaniye’ye geçen KBY Başkanı
Mesud Barzani, Süleymaniye’de Irak Eski
Cumhurbaşkanı ve YNK Genel Sekreteri
Celal Talabani’yi ziyaret etti. Sıcak bir
havada gerçekleşen Barzani, Talabani
görüşmesinde Bölge Başkanı Yardımcısı Kosret Resul, YNK Genel Sekreter
Yardımcısı Berhem Salih, Talabani’nin
eşi Hêro İbrahim Ehmed ve YNK Merkezi
Komitenin bazı üyeleri de hazır bulundu.
Barzani’nin Talabani’ye şifa dilekleriyle
başladığı konuşmasında, Talabani’nin
Kürdistan Bölgesi’nin yaşadığı değişim ve
gelişimindeki rolüne vurgu yaparak, “Ben
sizi ziyaret etmek, hal hatırınızı sormak
ve önümüzdeki günlerde resmi davetli
olarak gerçekleşecek ABD ziyaretimle ilgili
sizi bilgilendirmek için Süleymaniye’ye
geldim” dedi. Konuşmasının devamında savaş cephelerinde IŞİD’in belinin
kırılmasından sonra Kürdistan Bölgesi’nin
hızla kendini toparlamaya başladığını ve şiddeti teşvik eden düşüncelerin
mahkûm edilmesi gerektiğini dile getirdi.
Barzani’nin ardından Celal Talabani’de
ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile
getirerek Kürdistan Bölgesi’nin biran
önce kendisini toparlayacağını söyledi.
Talabani, Barzani’nin ABD ziyaretinin
çok önemli olduğuna vurgu yaparak bu
ziyaretin yararlı geçmesi temennisinde
bulundu. Görüşmenin sonunda KBY
Başkanı Mesud Barzani Mam Celal’in bir
an önce sağlığına kavuşması temennisini
dile getirerek ABD ziyareti sonrası da
Süleymaniye’ye gelip kendisini ziyaret
edeceğini ve ziyaretle ilgili gelişmeleri
aktaracağını söyledi.
03
Anayasa tasarısı onaylandı
Bağımsızlık konusunda önemli gelişmelerin yaşandığı Kürdistan’da bir başka
önemli açılım ise Anayasa konusunda
yaşanıyor. Toplumun tüm kesimlerinin
ihtiyacını karşılayacak, tüm vatandaşları
hukuk önünde eşitleyecek ve demokrasi çıtasını yükseltmek amacıyla yeni bir
anayasanın hazırlanması çalışmaları bir
süre önce başlatılmıştı. Anayasa yazımı
için gerekli Anayasa Hazırlık Komisyonunun kurulması, yapısı ve çalışma işleyişini
belirleyen ve 13 Nisan’da Parlamento
tarafından 77 oyla onaylanan yasa tasarısı
KBY Başkanı Mesud Barzani tarafından
da onaylandı. Kürdistan Bölge Parlamentosu tarafından yapılan yazılı açıklamada 11 maddeyi içeren yasa tasarısının
KBY Başkanı Mesud Barzani tarafından
onaylandığını duyuruldu. Resmi Gazetede
yayınlanmasının ardından 30 gün içerisinde parlamento üyeleri, anayasa ve hukuk
uzmanları ve toplumun farklı kesimlerinin
temsilcilerinden oluşan Anayasa Hazırlık
Komisyonu kurulacak. Hazırlık Komisyonunun oluşturulacağı 30 günlük süreç sonunda komisyon yeni anayasanın yazımına
geçecek. Üç aylık bir zaman diliminde
yazımı tamamlanması öngörülen yeni anayasanın parlamentonun onayından sonra
Kürdistan Parlamentosuna sunulacak.
Parlamentonun onayı alındıktan sonra
Parlamento Başkanı ve Bölge Başkanı
toplanıp 30 günü aşmayacak bir zaman
diliminde anayasayı halkoyuna sunmak
için tarih belirleyecek ve belirlenen tarihte
referandum gerçekleşecek.
İngiliz komutan Erbil’de
KBY Başkanı Mesud Barzani ABD ziyareti öncesi Erbil’de de diplomasi mesaisini
sürdürüyor. KBY Başkanlığı resmi sitesinden yapılan açıklamada Selahadin’deki
ofisinde Birleşik Krallık Ortak Kuvvetler
Komutası Kumandan General Sir Richard
Barrons ve beraberindeki İngiliz heyeti
kabul eden Barzani’nin, heyetle Kürdistan’daki savaş cephelerinin yanı sıra Musul operasyonu ve operasyon sonrası olasılıkları görüştüğü bildirildi. İngiltere’nin
Erbil Başkonsolosu Engos Miky ve bazı
İngiliz ordu danışman ve uzmanlarından
oluşan heyet adına konuşan Barrons,
IŞİD’e karşı verdikleri üstün mücadeleden dolayı KBY Başkanı Mesud Barzani
ve Peşmergeler’den övgüyle bahsederken,
Peşmerge güçleri ile uluslararası ittifak
arasındaki koordinasyonun başarılı bir
şekilde yürüdüğünü ve bu koordinasyonda
Peşmergenin göstermiş olduğu uyumun
örnek alınması gerektiğini söyledi. Barrons
ayrıca İngiltere’nin Kürdistan Bölge ve
Peşmergesine desteğinin her şartta devam
edeceğini yineledi.
Cephelerde Durum
Kürdistan Bölgesi’ndeki cephelerde
Peşmerge’nin savunma stratejisi karşısında
saldırı ve sızma girişimleri gerçekleştiremeyen IŞİD, güç yoğunluğunu Irak ordusu
ile Heşdi Şabi milis güçlerinin operasyonlar gerçekleştirdiği Ramadi, Felluce ve
Ambar bölgelerine kaydırdığı bildiriliyor.
Cephelerle ilgili BasHaber’in sorularını
yanıtlayan Peşmerge’nin Zêrevan Birlikleri
Musul Bölgesi Komutanlarından Kamran
Hawrami Kürdistan’daki cephelerde çatışmaların çok azaldığını, en uzun çatışmaların 40 dakikadan fazla sürmediğini ve
IŞİD’in Peşmerge’ye saldırı girişimlerinin
Peşmerge güçleri ile ittifak uçakları tarafından bozguna uğratıldığını söyledi. Musul
operasyonu hazırlıklarının devam ettiğini
aktaran Hawrami, Irak ordusu ile Peşmerge arasındaki koordinasyonu sağlamakla
görevli komisyonun operasyonla ilgili
görüşmelerinin devam ettiğini, hazırlıklarla ilgili Peşmerge’nin bir kaygısının
olmadığını ancak Irak ordusunun hazır olamamasının söz konusu olduğunu belirtti.
Hawrami, Ramadi, Felluce ve Ambar’da
çatışmaların yoğunlaşarak sürdüğünü, bu
merkezlerin düşmesi durumunda IŞİD,
Musul’a hapsolacağını bildiği için yoğunluğunu bu bölgelere aktardığını ama gelişmelerin IŞİD’in zayıfladığını ve Musul’un geri
alınması ardından yok olma evresinin başlayacağını söyledi. Heşdi Şabi milislerinin
Kerkük’te herhangi bir faaliyetlerinin söz
konusu olup olmadığı yönündeki sorumuza karşılık ise Hawrami, “Şu an itibariyle
Kerkük’te Peşmerge ile Heşdi Şabi arasında
herhangi bir sorun yok” dedi.
04
BasHaberSÖYLEŞİ
4 - 10 Mayıs 42015
HABER
HABER
BasHaber
4 - 10 Mayıs 2015
5
SÖYLEŞİ
AB-KBY ilişkileri
AB, Kürdistan bağımsızlığına sıcak
A
İsmail Yıldız
vrupa ülkeleri ile diplomatik ilişkilerini arttıran Kürdistan Bölge
Yönetimi (KBY) bu ilişkilerin
bağımsızlık talebi konusunda da işlevsel
hale gelmesi için Avrupa Birliği (AB)
nezdinde sıkı bir mesai harcıyor. KBY
Başkanı Barzani’nin talebi üzerine AB
yetkilileri KBY Temsilciliğinin Avrupa’da
gerçekleştirilen tüm toplantılara her düzeyde katılım göstermesine razı oldu.
AB ile Irak arasında 2012 yılında imzalanan karşılıklı işbirliği ve dayanışmayı
kapsayan bir anlaşma imzalanmıştı. Bu
anlaşmada KBY’nin ismi zikredilmemiş
ve KBY temsilcisinin katılımı da sağlanmamıştı. KBY, AB Temsilciliği’nin lobi
faaliyetleri kapsamında her düzeydeki
resmi toplantıya çağrılması konusunda anlaşmaya varıldı. Bu çerçevede AB
bölgeye ilişkin toplantı ve diğer çalışmalarına Kürdistan Temsilciliği’ni muhatap
olarak kabul edip davet edecek. Bağımsızlık yolunda önemli bir kazanım olarak
değerlendirilen bu gelişmeyi BasHaber’e
değerlendiren KBY AB Temsilcisi Dilaver
Ajgeyi, “Başkan Barzani’nin konuyla
alakalı Avrupalı yetkililer nezdinde gerçekleştirdiği görüşmeler neticesinde, KBY
Temsilciliğinin Avrupa’da gerçekleştirilecek tüm toplantılara her düzeyde katılım
göstermesinin önü açıldı ve KBY Temsilcisinin Avrupa’da gerçekleştirilecek
uzman, komisyon ve bakanlar düzeyindeki tüm toplantılara iştirak etmesi kararını
verdi” dedi.
AB’nin bu kararını “Şüphesiz bu adım
dünyada Kürdler adına diplomatik alanda
elde edilmiş çok büyük bir başarıdır”
şeklinde değerlendiren Ajgeyi, “Bu AB ile
yapılmış bir anlaşmadır. Onlar böyle bir
çağrı yapmışlardı. Irak ve AB’nin 2012’de
imzaladığı anlaşmaya Kürdler dahil
olmamıştı. Petrol, doğalgaz ve benzer
konularda görüşmeye Irak katılıyordu.
Irak’ta Bağdat Hükümeti ve KBY var.
Görüşmeler yaptık. Kürd temsilcilerin
de yapılan tüm toplantılara katılmalarını
istedik.19 Mayıst’ta Brüksel’de Irak ile
Belçika arasında gerçekleşecek enerji
ve ticaret anlaşmasına KBY Dış İlişkiler
Bakanlığı’ndan bir temsilci de katılacak.
Yine 27 Mayıs’ta Brüksel’de gerçekleşecek enerji toplantısına KBY temsilcisi de
katılacak. Temsilcilerimiz bu tür toplantılara katılacaklar bunu büyük bir kazanım
olarak değerlendiriyoruz. Eğer Irak razı
olmazsa Irak da gelişemez. Bu anlaşma
KBY ile AB arasında yapılan bir antlaşmadır ve bizim bu toplantılara katılma
hakkımız artık vardır” diye konuştu.
Anlaşmanın KBY ile AB arasındaki resmi önemine de değinen Ajgeyi, “Anlaşmaya göre AB, KBY’yi siyasi bir güç olarak
tanımıştır. Bağdat Hükümeti katıldığı bu
tür toplantılara Kürdler’in temsiliyetini
yapmamaktadır. Bu toplantılarda Kürdler
kendilerini temsil edeceklerdir” ifadelerini kullandı.
Bu anlaşmanın AP’yi etkileyip etkilemeyeceği ve noktasında ise Ajgeyi,
“Avrupa Parlamentosu (AP) ile resmi
ilişkilerimiz var zaten. AP, AB’den farklı
bir oluşum bunun için de yasaların olması lazım. AB’ye devlet olarak üye olmadan
temsilcin olmuyor. Ama AP Dış İlişkiler
Konseyi’nin bizimle KBY temsilcileri
ile ilişkileri var. AP’de birçok çalışmamız oldu. AP’de KBY’yi destekleyen bir
komisyon kurduk bu komisyon 25 kişiden
oluşuyor. Bu komisyonun üyeleri 15 ülkenin temsilcilerinden oluşuyor. Komisyonun başkanı ve başkan yardımcısı var
bu komisyon AP’de Kürdistan’ın çıkarlarını savunuyor. KBY’deki sıkıntıları bu
komisyon üzerinden AP’nin gündemine
taşıyoruz. Özellikle Şengal’de yaşananların jenosid olarak tanınması için çalışmalar yapıyoruz. Bu konuda lobi çalışmaları
var. Irak temsilcileri ile de görüşmeler
var. KBY’nin bir sürü dostu var. Kürdlere daha çok destek verilmesi gerektiğini
söylüyorlar. Peşmerge’ye askeri yardımın
devam etmesi ve KBY’deki demokrasi kazanımının savunulması gerektiğini ifade
ediyorlar. Kürdistan’ı ziyaret ediyorlar.
Çok iyi ilişkilerimizin olduğunu söyleyebilirim” yorumunda bulundu.
“Bağımsızlığı da etkileyecek”
Söz konusu anlaşmanın bağımsızlık
sürecine de katkı sunacağını sözlerine
ekleyen Ajgeyi, “AP’nin halkların kendi kaderlerini tayin etme hakları var.
Onlarla yaptığımız tartışmalarda Kürdlerin bağımsızlık haklarının olduğunu ve
bağımsızlık talebinin Kürdlerden gelmesi
gerektiğini ifade ediyorlar. Bağımsızlığın
gelecek ve istikbal için iyi olacağını ve
savaşın olmayacağını düşündüklerinden
parlamento olarak bağımsızlığa destek
oluyorlar. Bağımsızlığın Kürdlerin kararı
olduğunu ifade ediyorlar. Tabi komisyon
arasında farklı düşünenler de var. Çünkü
kendi devletlerinde, kendi ülkelerinde
farklı etnik unsurlar olan ve bağımsızlık isteyen halklar var. Örneğin İspanya
öyledir. Kürdistan’a bağımsızlık desteği
yapamayacaklarını söylüyorlar. Prensip
olarak da hiçbir devlet bir başka devletin
parçalanmasından yanayız demezler ve
biz bu ülkenin bağımsızlığını destekliyoruz demezler. Böyle dedikleri zaman
onlar için problem oluyor. Halk olarak
toplum olarak değerlendirecek olursak
Avrupa halkı Kürdlerin bağımsızlığını doğal hak olarak değerlendiriyorlar. Kürdler
çok zülüm çektiler, hala işkence görüyorlar ve bunun son bulmasını istiyorlar.
Çoğu zaman AP’de açıkça bu dillendiriliyor. Kürdlere büyük destek var. Bir
devlet açıkça biz Kürdlerin bağımsızlığını
destekliyoruz diyemez. Diplomasinin bir
kuralıdır bu. Eğer yarın Kürdistan bağımsız olursa o da başka bir devlet için böyle
bir şey söylemeyecektir. Kürd halkının
vereceği karara saygı duyacaklar. Ama o
kararın da savaş ve çatışmayı artırmaması
gerektiğini ifade ediyorlar. Bizim istediklerimiz Ortadoğu’da demokrasi ve barışın
yerleşmesi için ön adım olacaktır. KBY
Başkanı Mesud Barzani, ‘Biz Irak Hükümeti ile oturarak bağımsızlığı tartışacağız.’ Bağımsızlığı savaş ile değil barış ile
inşa edeceğiz.’ diyor. Bu çok önemlidir.
Kürdlerin buna karar vermesi gerektiğini
ifade ediyorlar. AP’de bu sorun çokça
tartışılıyor ve büyük sorunlardan biridir.
Kürdlerin kendi kaderlerini tayin etmelerini, kendilerini yönetmelerini ve bu
zulmün son bulması gerektiğini ifade ediyorlar. Kürdistan coğrafyasını ve tarihini
çok iyi biliyorlar” diye konuştu.
ABD, AB’yi etkiler
KBY Başkanı Barzani’nin bağımsızlık
gündemiyle ABD’ye yapacağı ziyaretin
AB ülkeleri nezdinde yaratacağı etkiye
de cevap veren Ajgeyi, ABD’nin pozitif
“Ezdilerin jenosid yaşadığını kabul ettirmeye çalışıyoruz”
Geçtiğimiz günlerde AP’nin resmi
davetlisi olarak Strasburg’a giden,
IŞİD’den kaçarak kurtulan Ezdi bir
kadın ile Zumar’da hayatını kaybeden
3 Peşmerge’nin annesi Ayşe Osman’ın
ziyareti konusunda da bilgi veren Ajgeyi,
“Ezdi genç kız ve şehit ailesinden oluşan
heyet burada ve Strasburg’ta yapılacak
toplantılar için davet edildiler. Bu toplantı Kürdistan’a daha çok yardımın yapılması için gerçekleştirildi. AB’nin daha
çok desteğinin alınması ve Şengal’deki
dramın anlatılması için gerçekleşti bu
toplantı. Kaç Ezdi kaçırıldı, kaçı infaz
edildi, buna dair toplantı oldu. Genç
kız yaşadıklarını aktardı. Genç kızın
orada konuşması da önemliydi. AB’nin
ve parlamentonun Peşmerge’ye daha
çok destek sunmasını ve Peşmerge’nin
Ezdiler dahil bölgede yaşayan diğer
etnik unsurları koruması için yardımların arttırılması gerektiğini dile getirdik.
Genç kızın bu yönde talebi oldu. Biz de
bu yönde taleplerde bulunduk.
AP Başkanı Martin Schulz 3 şehit annesini ve KBY heyetini samimi bir şekilde karşıladı. Bir baba olarak bir kardeş
olarak durumu anladığını, Peşmerge’nin
demokrasi barış ve insanlık onurunu
korumak için İŞİD ile mücadele ettiğini ve İŞİD ile mücadelede sonuna
kadar Peşmerge’yi destekleyeceklerini
ifade etti. Schul, ‘Peşmerge teröristlerle mücadele ediyor bu mücadelenin
devam etmesi için Peşmerge’nin önemli
olduğunu düşünüyorum’ ifadelerini
kullandı. KBY’nin de daha çok desteklenmesi gerektiğini ifade ettiler.
Strasburg’daki toplantıda Peşmerge’ye
ve KBY’ye yapılması gereken yardımlar
tartışıldı. KBY’nin mültecilere yaptığı
yardımlar konuşuldu. Parlamentonun o
günkü gündemi Kürdistan’dı” şeklinde
konuştu.
Ajgeyi ayrıcı, AB’ye Ezdilerin yaşadığı
durumun jenosid olarak kabul edilmesi için baskı uygulamaya çalıştıklarını
söyledi.
05
Kamp Armen
FERHAT KENTEL
bir tutum belirlemesinin Avrupa’da
işleri daha da kolaylaştıracağını
söyledi. Ajgeyi şöyle devam etti;
“Ben de basından okuyorum evet
böyle bir tartışma var. Eğer Amerika
bunu kabul ederse ve desteklerse bu
konunun Avrupa’da tartışılması ve
gündemleşmesi daha kolay olacaktır. Çünkü Kürdistan, Avrupa’ya
daha yakın ve Avrupa’daki halk
Kürdistan’ı destekliyor. Avrupa’daki
siyasi parti temsilcilerinin de daha
çok desteği var. Amerika bu tür
konularda biraz ekonomik geleceği
düşünerek kararlar alıyor. Avrupa
öyle değil. AB demokrasi ve insan
haklarına önem veren toplumları
daha çok destekliyor ve bu konuda
çalışmalar yürütüyor. Avrupa’nın
desteğinin daha fazla olacağını düşünüyorum.”
AB – Kürd ilişkileri
Bilindiği gibi Avrupa Birliği ile
Kürdlerin ilişkileri uzunca bir arka
plana sahip. Kürd partilerinin yanı
sıra KBY’nin AB ve AP nezdinde
yürüttüğü lobi faaliyetleri her dönem
canlılığını korumuştu. IŞİD saldırıları ve Bağdat ile düşülen ihtilaflar
gündeme geldiğinden beri ise ilişkilerin sürmesi konusundaki çaba,
deyim yerindeyse saf değiştirdi. Bu
güne kadar Kürd tarafının ısrarlı
davranıp yoğun mesai harcadığı
ancak AB ve AP’nin iç dengelerini
ön plana alarak duruma yaklaştığı
biliniyor. Ancak IŞİD tüm dünyayı
tehdit etmeye başladıktan sonra ve
AB kamuoyu buna karşı en ciddi
direnişi gösteren tek gücün Kürdler olduğunu idrak ettiğinden beri
mesai ve ısrar bu kez AB ülkelerinden gelmeye başladı. Başta Almanya
olmak üzere Avrupa’nın neredeyse
tüm ülkeleri hem Peşmerge’ye silah
desteği sağlamak konusunda yeri
geldiğinde yasalarını bile göz ardı
etmeye, hem de diplomatik bağlamda KBY’ye özel bir ilgi göstermeye
başladı.
Bu tabloya gaz ve petrol meselelerinin de eklenmesiyle AB’nin bazı
ülkeleri bir süredir fiilen Kürdistan’a
bağımsız devlet muamelesi yapmaya
başladığı biliniyor. Birçok AB ülkesi
Erbil’de konsolosluk açarken, her ülkeden de başbakan, devlet başkanı,
bakan ve daha alt düzeyde heyetlerin ardı ardına ziyaretleri gündeme
geldi. Irak’ın toprak bütünlüğü
konusunun daha önceki diplomatik
ilişkilenmelerde gündemden düşürülmediği KBY-AB ilişkilerinde artık
Kürdistan’ın her açıdan kendi kararını verme hakkına sahip olduğuna
dair söylemler ön plana çıkıyor.
Bir çok AB ülkesi, Bağdat-Erbil ve
kısmen Erbi-Washington arasında
krize neden olan Kürd petrolünü de
satın almaya başlayarak önümüzdeki yıllarda Kürdistan’a dair politikalarda alacakları rotanın işaretini
vermiş oldular.
Öte yandan AP’deki birçok toplantı ve çalıştaya da KBY yetkilileri
davet edilerek hem AB’nin bölgeye
dair planlamasından haberdar edilip
görüşleri alınmaya başlandı hem de
bazı kararların alınması öncesinde
KBY’nin hassasiyet ve çıkarları dikkate alındı. Daha önce AP’ye davet
edilen KBY Başkanı Mesud Barzani,
Kürdistan Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mesrur Barzani ve Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana ile de diplomatik ilişkiler konusunda Kürdistan’ın
önemli bir partner olduğu, olacağının konuşulduğu biliniyor.
Barzani’nin geçtiğimiz yılın yaz
aylarında hemen tüm AB ülkelerini
kapsayan bir aylık ziyareti kapsamında da bir çok liderle bağımsızlık,
ekonomi ve petrol gibi konular-
da görüşmeler yaptığı biliniyor.
Barzani’nin ziyareti ardından Avrupa Parlamentosu Savunma Komitesi,
Dışişleri Komitesi üyeleri ve AB Irak
Büyükelçisi Cana Hebaskova’nın
yer aldığı AB heyeti Erbil’i ziyaret
etmişti.
Heyet, Kürdistan Bölgesi’nin
kaydetmiş olduğu gelişmeler ve
güvenliğin devam etmesi için AB’nin
yardımlarının devam edeceğini belirterek AP’nin, Kürdistan Bölgesi’ne
insani, askeri yardımlarının devam
etmesi için destek sözü vermişti.
Kısa bir süre önce AP’ye davet edilen Mesrur Barzani de Kürdistan’ın
beklentileri ve IŞİD karşısındaki
ihtiyaçları ile Bağdat ilişkileri konusunda detaylı bir sunum yaparak,
AB’den beklentilerini dile getirmişti.
Gerek IŞİD ile mücadele konusunda
ihtiyaç duyulan ağır silahların sevkiyatı, gerek petrol ve gaz konusunda
ve gerekse de bağımsızlık konusunda Kürdlerin taleplerinin dikkate
alınması konusunda AB ve AP yetkilileriyle uzun bir mesai yapmıştı.
Barzani’nin AP’nin resmi davetlisi
olarak katıldığı etkinlik ve toplantılarda gündeme gelen maddeler
basında da geniş yer bulmuştu. Mesrur Barzani hem AB vatandaşı IŞİD
üyeleri, hem Ezdilerin maruz kaldığı
trajedi ve insani yardım konusunda
da beklentilerini iletmişti. Bilindiği
gibi KBY’nin AB ile yürüttüğü diplomatik ilişkiler sonucunda Koalisyon ülkelerine ait hava gücünün
hem Güney Kürdistan’da ve hem de
Rojava bölgesinde IŞİD’i vurması
gündeme gelmişti.
Bazı olaylar, bazı mekanlar çok
semboliktir. Küçüktürler ama çok
şey saklar, okuyabilirsek, duymayı
ve hissetmeyi becerebilirsek çok şey
anlatırlar.
İşte “Kamp Armen” olarak
bilinen Tuzla Ermeni Çocuk Kampı
böyle bir yer.
Kamp Armen’i ilk defa Hrant
Dink’ten dinlemiştim.
Hrant’ı da yanılmıyorsam 90’lı yılların ikinci yarısında,
Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin Kafkasya’dan Bosna felaketine, Kürd meselesinde barıştan (ta o zamandan beri konuşuyoruz!) gayrimüslim azınlıkların sorunlarına uzanan dünyanın
meseleleri üzerine yapılan zihin açıcı üye toplantılarından
birinde tanımıştım.
Toplantıya elinde Tuzla Çocuk Kampı dosyasıyla gelmişti. O zaman anlatmıştı bu “Atlantis Uygarlığı’nın hikâyesini”...
1915’ten sonra, yıllar boyunca tam anlamıyla yoklukla başbaşa
kalan Ermeni kuşaklarının yoksul, öksüz ve yetim çocuklarının Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi vasıtasıyla, yaz aylarında da sosyalleşebilmeleri için 1962’de bu kampın açıldığını
ve kendisinin yöneticilik yaptığını anlatmıştı.
Eşi Rakel Dink ile birlikte o kampı elbirliğiyle, bütün çocuklarla birlikte, küçücük çocuk elleriyle, bütün yaz çalışarak,
kampı kendi elleriyle nasıl varettiklerini anlatmıştı.
İşte ben “36 Beyannamesi” diye özetlenen olayı ve bu
beyannameye dayanan ucube yargı kararını da Hrant’tan
öğrenmiştim. O gün Hrant’ı dinleyen diğer arkadaşlarımla
birlikte...
Bu karara göre, 1936’da azınlık vakıflarından talep edilen
mülk listesinin verilmesinden yıllar sonra, 1971’de, Yargıtay
2. Hukuk Dairesi, cemaat vakıflarının doğrudan ya da vasiyet
yoluyla gayrimenkul edinemeyeceklerine –kurnazca- karar
verdi. 1974’te, Yargıtay Genel Kurulu’nun, Yargıtay 2.
Hukuk Dairesi’nin verdiği kararı onamasının ardından açılan
davalarla, cemaat vakıflarının 1936’dan sonra edindikleri
taşınmazların büyük çoğunluğuna el kondu. Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün 1979’da açtığı ve dört yıl süren dava sonunda,
Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı’nın Tuzla kamp
tapusu iptal edildi ve arazi 1962’den önceki sahibine geri
verildi.
O kadar emeğin, terin, işbirliğinin, yıllar içinde 1500 çocuğun neşesinin, oyunlarının bir anda nasıl havaya uçtuğunu
ve nasıl çaresizlik içinde kaldıklarını anlatmıştı Hrant...
Ve çaresizliğini anlatırken, sessiz Türkiye sivil toplumunun desteğini isterken gözyaşlarını tutamamıştı. Onun
çaresizliği bize, bir utanç eşliğinde geçmişti. Toplantı masasındaki ağır havada, zor tuttuğumuz gözyaşlarımızı ve kızarmış
gözlerimizi sağa sola kaçırmak istemiştik.
Hiçbirimizin “36 Beyannamesi” diye bir meseleden
haberimiz yoktu. “Mantıken” Ermenilerin hâlâ sorunları
olduğunu “düşünebiliyorduk”. Ama bu sorunları hiç bu kadar
avucumuzun içinde tutabilecek kadar, duygularımızla yakalayabilecek kadar hissetmemiştik. İşte o gün Hrant bize bir
çocuk kampı üzerinden nasıl bir memlekette yaşadığımızı, bir
kamp vasıtasıyla Türkiye’de azınlıkların nasıl hem “dışarısı”
olduğunu, hem de nasıl dışarıda bile faaliyet göstermesine
tahammül edemediğini anlatmıştı aslında...
Devletimizin, emir-komuta zinciri içinde işleyen bir
eğitim sistemi karşısında alternatif olan, eşitliği ve özgürlüğü
pratiklerde öğrenen küçücük çocukların kurdukları dünyayı
istemediğini –Ermeniler özelinde- anlamıştık bir kere daha.
Ermeni çocukların ellerinden zorla alınan, el konulan ve
şimdiye kadar yedi defa el değiştiren kampın bürokrasinin ve
sıradan çıkarların koridorlarından kurtarmak gerekiyor.
Eğer bu memleket kendini aşmak istiyorsa, yapabileceği
en önemli şey önünde duruyor: Kamp Armen’i yeniden
gerçek hak sahibine –Gedikpaşa Vakfı’na ya da bir Ermeni
cemaat vakıfına- iade etmek.... Sembolik anlamı çok güçlü
olan yerlerden biri olan Kamp Armen’i gerçek sahiplerine
iade etmek, Ermenilerin yaralarına merhem olması için de
çok sembolik bir adım olacak. Ama bu ayanı zamanda Türkiye toplumuna da çok iyi gelecek...
06
HABER
BasHaber
4 - 10 Mayıs 2015
BasHaber
HABER
4 - 10 Mayıs 2015
Kobanê yaralıları
hapiste tedavi bekliyor
K
Berfîn Mijdar
Şakran yeni ‘5 Nolu’ mu oluyor?
İ
Rabia Çetin
zmir Aliağa’da bulunan Şakran
Cezaevi’ne ilişkin skandallar bir
türlü bitmiyor. Kadın ve çocukların
kaldığı cezaevinde daha önce çocuklara
şiddet uygulandığı ve tecavüz edildiği
ortaya çıkmıştı. Konuya dair soruşturma
başlatıldığı söylense de 16 ve 17 yaşında
4 ve 7 aylık iki hamile kız çocuğunun da
gardiyan şiddetine maruz kaldığı ortaya
çıktı. Tutukluların mektupları ve avukatların anlatımları akıllara Diyarbakır 5
Nolu Cezaevi’nde yaşananları hatırlatır
cinsten.
Şakran Cezaevi’nde daha önce çocukların istismara uğradığı ve şiddete
maruz kaldığına dair gerçekler kurum
içi yazışmalarla ortaya çıkmıştı. Çocukların idari baskıdan dolayı yaşananları
anlatamadığını ifade eden avukatlar
ve İHD, olayın izini sürerken bir başka
tutuklunun gönderdiği mektupla yeni bir
skandal ortaya çıktı. Tutuklardan gelen
mektupta, cezaevinde 16 ve 17 yaşında iki
kız çocuğunun hamile olduğu ve tecavüz
şüphesi taşıdığını yazması üzerine İzmir
İHD ve Özgürlükçü Hukukçular Derneği
(ÖHD) harekete geçti. Cezaevine giderek
çocuklarla görüşen İHD Şube Başkanı Ali
Aydın ve ÖHD avukatı Fatma Demirer,
kız çocuklarının cezaevine girmeden önce
hamile kaldığını ancak hamileliklerine
rağmen cezaevinde özellikle psikolojik
şiddete maruz bırakıldıklarını açıkladı.
Pozantı’dan Şakran’a tablo hep aynı
Daha önce Sincan, Maltepe, Van, Antalya, Muğla ve Pozantı gibi cezaevlerinde
çocuklara ilişkin yaşanan gerçekler ortaya
çıkmış ancak yaşanan ihmale rağmen sorumlular değil çocuklar cezalandırılmıştı.
Ardından Şakran Cezaevi’nde çocukların
tecavüze uğradığı ortaya çıkmış ancak
cezaevi yönetimi bunu çocukların kendi
aralarında yaptığını ileri sürmüştü. Adalet Bakanlığı’nın “24 saat izliyoruz” dediği
Şakran Cezaevi’nde kameralara rağmen
yaşananlara ilişkin bilgileri olmadıklarını
açıklasalar da İHD ve ÖHD çocuklarla
yaptığı görüşmede tecavüzün yaşandığını
açıklamıştı. Cinsel istismarın yanında
işkence ve psikolojik şiddetin de yaşandığı Şakran Cezaevi’nde gardiyanların
cezaevine uyuşturucu madde aldıkları ve
süngerli oda diye bilinen ceza odası Mavi
Oda’da kan izlerinin olduğu da ortaya çıkmıştı. Şakran’da yaşanan ihlaller bununla
da sınırlı kalmadı. Kadın ve Çocuk bölümünde kalanlardan 10 kişinin 3’er kişilik
iki koğuşa bölündüğü üstelik bu bölümde
kalanlardan ikisinin hamile bir tutuklunun da 8 aylık bebeği olduğu öğrenildi.
“İyi misin işkencesi”
Çocuklarla yaptığı görüşmeyi
BasHaber’e anlatan ÖHD üyesi Avukat
Fatma Demirer, çocuklara hukuk dilinde
“iyi misin” diye adlandırılan psikolojik
şiddet uygulandığını söyledi. Adeta “Düşman hukukunun” uygulandığı Şakran
Cezaevinde yaşanan hak ihlallerini aktaran Demirer, “Gece tutuklular uyudukları
sırada hamile olanlar sık sık uyandırılıyorlar. ‘İyi misin’, ‘ayağa kalk’ gibi
komutlar veriliyor çocuklara. Çocuklar
sistematik bir şekilde korkutuldukları ve
kendilerini rahatlıkla ifade edemedikleri
için de bu tür uygulamalara sürekli maruz
kalıyorlar” dedi.
Annesinin cezasını çeken çocuklar
Şakran Cezaevinde kadın ve çocukların yaşadıklarına benzer olayları bir de
anneleriyle kalan çocuklar da yaşıyor.
Gelişimlerini annelerinin cezalarından
dolayı hapishanede tamamlayan çocukların sağlıklı beslenme, oyun, oyuncak
gibi ihtiyaçları giderilmiyor. Şakran’da
da aynı durumun yaşandığına dikkat
çeken Demirer, 18 yaşındaki bir tutuklunun 8 aylık bebeğiyle birlikte kaldığını
söyledi. Genç annenin 7 aylık bebeğiyle 2
kişilik yatakta 3 kişiyle beraber kaldığını
belirten Demirer, “Kadınlara uygulanan
yöntemler beraberindeki çocuklara da uygulanıyor. Y. İsimli tutuklu bebeğine süt
yapmak için istediği sıcak suyu alamıyor.
Diğer mahkûmların kullandığı çeşmeden
soğuk suyla bebeğini besliyor” dedi.
A Takımı işkencesi
Cezaevlerinde özellikle siyasi mahkumlara yönelik psikolojik şiddet ve baskı
kurmaları için özel eğitilen A Takımı Gardiyanları diye isimlendirilen gruptan gardiyan Güneş Ateş hakkında kadınlar ve
çocuklar şikayette bulunmuştu. Şikâyetin
ardından cezaevi yönetimi Ateş hakkında
soruşturma başlatıldığını açıklasa da Ateş
halen görevine devam ediyor. Kadınların
hastaneye gitmelerine de Güneş Ateş’in
engel olduğunu söyleyen Fatma Demirer,
“Hamile olan çocuklar sancıları olduğu
halde hastaneye götürülmüyor. Çocuklar
durumu Ateş’e söylüyor ancak Ateş onları
6 kişi hastalanmadan götüremeyeceğini
söylüyor. Özellikle hamile olanların hastaneye gidebilmesi için 6 kişinin birden
hastalanması lazım” diye konuştu.
Tutuksuz yargılanma talep edilecek
İHD İzmir Şube Başkanı Ali Aydın da
tutuklu çocukların genellikle İzmir’in
yoksul mahallelerinde yaşayan ve çoğunluğunun parçalanmış aile yapılarına
mensup olduklarını söyledi. Çocukların
yaşadıklarının da bu nedenle aile şikayetleriyle değil mahkumların gönderdiği
mektuplarda ortaya çıktığını belirtti.
Özellikle hamile olan iki kız çocuğu ile 7
aylık bebeğiyle kalan genç annenin kesinleşmiş cezaları olmadığı için hüküm giymedikleri halde tutuklu bulunduklarını
vurgulayan Fatma Demirer ve İHD Şube
Başkanı Ali Aydın, çocukların durumları
dikkate alınarak tutuksuz yargılama talep
edeceklerini söyledi. Aydın ve Demirer
hak ihlallerine karşı sorun çözülünceye
kadar konunun takipçisi olacaklarını
ifade etti.
Hastalanmak suç
sayıldı
7 aylık hamile olan 17 yaşındaki B.K’nin
de daha önce hastaneye gitmek istediği ancak götürülmediği için cezaevinde bulduğu
bir ilaç içtiğini aktaran Demirer, revirdeki
doktorun bu durumu suç sayarak tutanak
tuttuğunu söyledi. Demirer, “B.K, daha
önce defalarca sancısı olduğu halde hastaneye götürülmüyor. O da koğuşta bulduğu
ilacı alarak ağrılarını dindirmeye çalışıyor.
Ancak merdivenlerde olduğu sırada düştüğü
için revire götürüldüğünde durumu doktora
anlattığında doktor B.K’nin bebeğini öldürmeye çalıştığı için böyle yaptığını söyleyerek
tutanak tutuyor. Yani gardiyanından doktoruna cezaevinde herkes tarafından psikolojik baskı ve şiddet uygulanıyor” dedi.
Camları kırık
hücrede ıslak
battaniyeli ceza
Çocukların ceza olarak Mavi Oda’ya
kapatıldığını belirten Fatma Demirer bu
tutuklulardan birinin de H.B. isimli çocuk
olduğunu söyledi. H.B.’ye 14 defa hücre
cezası verildiğini aktaran Demirer, cezaevi
yönetiminin H.B.’yi raporu olmadığı halde
akli dengesinin yerinde olmadığı gerekçesiyle Mavi Oda’ya kapattıklarını söyledi.
H.B’nin hücrede yaşadıklarını da anlatan
Demirer, sözlerini şöyle sürdürdü; “H.B’nin
üzerine sıcak su döküldüğü için kasten yaptığı ileri sürülerek hücre cezası veriliyor. Ve
kapatıldığı hücrede cam kırık olduğu halde
bir de ıslak battaniyeyle uyuması isteniyor.
H.B. daha önce de defalarca kan izlerinin
bulunduğu Mavi Oda’ya kapatılmış. Çocuklara yönelik her türlü psikolojik şiddet
uygulandığı gibi kadınlara yönelik de çıplak
arama işkencesi yapılıyor.”
obanê’de IŞİD’e karşı yaşanan 4 aylık zorlu
savaşın izleri kentte olduğu gibi Türkiye’de her
açıdan canlılığını korumaya devam ediyor. Temmuz ayında kuşatmaya alınan ve Eylül ayından itibaren
yoğun saldırılara maruz kalan Kobanê savunmasına
katılan Türkiye vatandaşı Kürd gençler yaralanıp
Türkiye’ye geri getirildiklerinde tutuklanıyor. 3’ü ağır
olmak üzere 30’un üzerinde Kobanê’den gelen yaralı
tedavi edilmeyi bekliyor.
Kobanê’de IŞİD’e karşı verilen 4 aylık savaşın izleri
silinmeye, yaraları sarılmaya çalışılıyor. Ancak büyük
yıkıntıların yaşandığı kentte hayatın normale dönmesi
için uzun bir süre gerekirken savaşın bir de bu yakasında bıraktığı izler söz konusu. Kobanê’ye geçip IŞİD’e
karşı mücadele eden TC vatandaşı gençler çatışmalarda
yaralanınca Türkiye’ye getirilerek tedavi altına alındı.
Ancak o dönem Kobanê’de IŞİD’in yoğun saldırıları
karşısında Türkiye’nin tavırsız kalması ve 6-7 Ekim
olayları sonrasında yaşanan sıkı uygulamalar yaralanan
gençleri de etkiledi. Savaşta yaralanan gençler ‚PKK
üyesi olmak’ iddiasıyla önce gözaltına alınmış ardından
tutuklanmıştı. Yaralı halde tutuklananların sayısı 30’un
üzerindeyken 3’ünün durumunun ağır olduğu ifade
ediliyor.
Hasta tutsaklara Kobanê yaralıları eklendi
Çözüm Süreci’nin bir parçası olarak sürekli gündeme
getirilen hasta tutuklular meselesi çözüm beklerken
yüzlerce tutuklu da cezaevinde hayatını kaybetmemek
için serbest bırakılıp tedavi edileceği günü bekliyor.
Ancak hasta tutsaklar meselesi çözülmeden bir de
Kobanê’den gelen yaralıların tutuklanması ve tedavilerine hastanelerde devam edilememesi endişelere yolaçıyor. Kobanê yaralılarının en büyük sorunu ise kelepçeli
muayeneye maruz kalmak, hastaneye götürülmemek ve
gerekli ilaçları zamanında alamamak.
“İlaçlar bile suç unsuru”
Kobanê’de savaşın en yoğun yaşandığı dönemde
çatışmalar sırasında yaralanan birçok genç tedavi için
Urfa’ya getirildi. Burada çeşitli hastanelerde tedavileri
yapılanlardan durumu iyi olanlar taburcu edilirken,
durumu kötü olanların ise tedavileri Urfa ve çevre kentlerdeki hastanelerde devam etti. Ancak tam bu sırada
yaşanan 6-7 Ekim olayları 40’ı aşkın sivilin hayatını
kaybetmesine çok sayıda insanın tutuklanmasına neden
olurken, yaralıların tedavilerini de etkiledi. Olaylar
sonrasında alınan sıkı güvenlik önlemleri gerekçesiyle Urfa’da önce Suruç Devlet
Hastanesi’ne düzenlenen baskın
ile yaralılar gözaltına alındı.
Ardından tedavileri evde devam
edenlere yönelik operasyonlar
gerçekleşti. Böylece Kobanê’den
tedavi için gelen 30’u aşkın kişi
tutuklandı. Kamuoyunda büyük
yankı uyandıran tutuklamalara
karşın birçok kentte eylem ve
basın açıklaması düzenlenirken
yaralılar ise Urfa’dan başka kent-
lerdeki cezaevlerine sevk edildi. O dönemde yapılan
baskınlarda sadece yaralılar değil onlara refakat eden
ya da evlerinde kalmalarına izin verenler de tutuklandı.
Bu operasyonlarda tutuklananların sayısının 30 olduğunu ifade eden Avukat Bekir Benek, tutuklama gerekçelerinin Türkiye’de hiçbir eyleme katılmadıkları halde
“Örgüt üyeliği ve Türkiye’ye karşı eylem girişiminde
bulunmak” olduğunu söyledi. Yaralıların ilaçlarının
dahi suç unsuru olarak kabul edildiğini söyleyen Benek,
“Tutuklananlar bir de tedavilerinin yapıldığı Urfa’daki
cezaevine değil Osmaniye’deki cezaevlerine gönderildiler. Bu keyfi tutum tedavilerine engel olurken,
yakınlarından uzak bırakılarak sahip çıkılamaz bir hale
getiriliyorlar. Oysa sadece tedavi gördükleri hastaneler değil mahkemeleri de Urfa’da devam ediyor. Tüm
girişimlerimize rağmen bu yaralıların tedavileri için
yeniden Urfa’ya sevklerini sağlayamadık” diye konuştu.
“Suçlamanın TCK’da karşılığı yok”
Ekim ve Kasım ayında yaşanan tutuklamaların ardından geçtiğimiz günlerde yaralılara yönelik yeniden
operasyonlar başlatılırken bu kez durumu ağır olan
Özgül Yaşa Karataş, Erkin Selanik ve Savaş Sönmez
tutuklandı. Urfa E Tipi cezaevine konulan Karataş,
Selanik ve Sönmez daha sonra diğer yaralılar gibi
Osmaniye T Tipi cezaevine gönderildi. Durumları
ciddiyetini koruyan Karataş, Selanik ve Sönmez’in de
tutuklanma sebebi TCK’ya göre “Örgüt üyesi olmak,
Türkiye’ye karşı eylem girişiminde bulunmak ve sınır
ihlali.” Tutuklanan yaralılar hakkında bilgi veren Adana
Barosundan Avukat Tugay Bek, “Bu tutuklamalar örgüt
üyeliği ve propagandası gerekçesiyle olsa da YPG ya da
Türkiye’nin deyimiyle PYD’de Türkiye’de kurulan bir
örgüt olmadığı gibi Türkiye’ye karşı bir eylem girişiminde de bulunulmamıştır. Üstelik örgüt olarak kabul
edilen YPG’nin TCK kanunda bir karşılığı da yok. Yani
bu tutuklamalar keyfidir” dedi.
“Bir an önce tedavi edilmeleri gerekiyor”
Özgül Yaşa Karataş’ın çatışmada çenesinin parçalandığını, Savaş Sönmez’in de yüzünden yaralandığını,
Özgür Selanik’in ise yine yüzüne değen kurşun ile sol
gözünü kaybettiğini ve şu anda Osmaniye’de tutuklu
bulunduklarını ifade eden Tugay Bek, şöyle konuştu: “Daha önce tutuklananlar gibi bu üç yaralının
da tek suçu Kobanê direnişine katılmak. Üçünün de
Türkiye’ye karşı herhangi bir eylemi olmamış. Cezaevi koşullarında tedavileri yapılmadığı gibi sağlıklı bir
şekilde beslenemiyorlar da. Defalarca tedavilerinin
devam etmesi için tutuksuz yargılama talebinde bulunduk. Ancak her seferinde talebimiz
reddedildi. Tek yapılan kelepçeli bir
şekilde muayeneden geçirilmeleridir.
Oysa üçünün de bir an önce tedaviye
yeniden başlaması gerekiyor. Erkin
Selanik tedavi edilmezse diğer gözünü de kaybetme tehlikesi ile karşı
karşıya. Savaş Sönmez ise çenesi
kırık olduğundan dolayı beslenemiyor. Bu sebeple sağlık durumları her
geçen gün daha kötüye gidiyor. Bir
an önce tedavi edilmeleri gerekir.”
07
1915 ve ‘Kürdler’
MESUT YEĞEN
Çok değil yüz sene önce
Türkiye’de ve Kürdistan’da Ermeniler, bir Ermeni milleti vardı.
1915 civarında zamanın Türkiye
nüfusunun yüzde onunu oluşturan bir buçuk milyonluk bir
millet... Bugün yoklar ya da yok
denecek kadar azlar.
Günümüzün hazmı zor, çıplak gerçeği bu. Anadolu’daki, bugün Kuzey Kürdistan sayılan yerlerdeki mevcudiyetleri
Türkleri de Kürdleri de önceleyen Ermeniler, Ermeni
milleti 1915’ten beridir yok. Ermenilerin kazınmış olduğu, Ermenisizleştirilmiş yerler Türkiye ve Kürdistan. Tam yüz senedir.
Bir zamandır bu çıplak gerçeğe, bu çıplak gerçeğin ‘nedenlerine’, sonuçlarına, karar alıcılarına ve faillerine dair iyi kötü bir tartışma yürüyor hem Türkiye
hem de Kürdistan kamuoyunda. Mevzuya dair bilgiyi
artıran ve mevzuya bakışı çeşitlendiren bu tartışmanın
Kürdleri ve Kürdistanı da ilgilendiren önemli bir alt
başlığı var: ‘1915’te, Ermeni Soykırımında Kürdlerin
rolü.’
Büyük kısmı Kürdistan’da, Kürdlerin yanı başında,
Kürdlerin ‘tanıklığında’ gerçekleşen bu büyük felakete
Kürdler nasıl dahil oldu, nasıl ortak oldu, nasıl karşı
çıktı...? Bütün bunlar cevaplanması gereken önemli
sorular olarak karşımızda duruyor.
Az biraz hep var olan cevaplama girişimleri şimdi şimdi çeşitleniyor. Bildiğim kadarıyla ‘Kürdlerin bu
işlerden haberi olmadı’ ya da ‘Kürdler bu işlerin zinhar içinde olmadı’ diyen pek olmadı ve halen de yok.
Kürdlerin bu işler üzerine düşünmüşleri ya ‘Kürdler
dahil oldu ama kendi iradeleriyle değil’; ya ‘Ermeniler
Kürdlerden, Kürdler de Ermenilerden öldürdü’; ya da
‘dedelerimiz yaptı, biz masumuz’ gibi cevaplar veriyor
daha çok.
Çoklukla duyuma, kanaate dayalı bu pozisyonların
haricinde bir de bir kısım tarihçi, sosyal bilimci bu işler üzerine çalışıp 1915’in Kürdistan’da cereyan etme
biçimlerine dair bir şeyler ortaya koymaya çalışıyor.
Bu da şu demek: 1915’e Kürdlerin dahli ve soykırımın
Kürdistan’daki tezahürlerine dair pek de yüz ağartıcı
olmayan mevcut bilgimiz, malumatımız büyük ihtimalle yakında biraz daha çoğalacak.
Bu durumda emareleri zaten mevcut olan ‘Kürdler böyle işlerin içinde olmaz’ türünden inkarcı ya da
mukatele tezi savunucusu pozisyonlar haliyle belirginleşip, güçlenecektir şüphesiz. Keza, yine bu durumda
fırsat bu fırsat deyip, 1915’in sorumluluğunu Kürdlere
yıkmaya matuf entelektüel stratejiler de daha bir kıvraklık kazanacaktır, buna da şüphe yok.
Kürdlerin ve Kürdistan’ın akillerine, adil olanlarına bu beklenen pozisyonların dışında bir pozisyon
almak düşüyor. 1915’e Kürdlerin dahli konusundaki
yüz ağartıcı olmayan bilgimizi çoğaltması muhtemel
bu tartışmayı serinkanlılıkla ve sorumlulukla izlemek,
mevzuya dair bilgimizin çoğalması için teşvik edici olmak. Kürdistan’ı Ermenisizleştiren bu büyük felakete
dair bilgimizi artıran her çalışmayı, her müdahaleyi
kompleksiz ve serinkanlı bir biçimde karşılamak. Akil
ve adil olanlara düşen bu...
(1915 ve ‘Kürdler’ tartışmasının yürüdüğü birkaç önemli mecra, birkaç önemli kaynak halihazırda
mevcut. Hrant Dink Vakfınca yayımlanan Diyarbakır
Tebliğleri, Adnan Çelik ve Namık Kemal Dinç’in yazdığı ve İsmail Beşikçi Vakfınca yayımlanan Yüz Yıllık
Ah! 1915 Diyarbekir, Fırat Aydınkaya’nın Birikim’de
(no. 312) yayımlanan ‘Sıradan Kürdlerin Ermeni
Soykırımı’na İştiraki Meselesi’ başlıklı yazısı ve Kürd
Tarihi dergisinin bu hafta içinde yayımlanacak 1915
ve Kürdler başlıklı 18. sayısı 1915 ve ‘Kürdler’ bahsine
ilişkin üvertür çalışmalar olarak okunabilir.)
08
BasHaberSÖYLEŞİ
4 - 10 Mayıs 82015
DOSYA
DOSYA
BasHaber
4 - 10 Mayıs 2015
9
SÖYLEŞİ
09
Cepheden izlenimler
Peşmerge’nin dağlı hüznü ve ovanın asimetrisi
B
Rawîn Stêrk
ir süre önce yazdığı bir makalede,
“Sizler kimsiniz ey yiğitler” demişti
Alman BİLD gazetesi yazarı Franz
Josef Wagner. Kürdlerin IŞİD karşısında
verdiği savaşın yabancısı olduğu, bir algı
kırılması haliyle karşıladığı her kelimesinde
göze çarpan Wagner’in sorusunun yanıtını
bulmak için Kürdistan’daki herhangi bir
cephede birkaç saat zaman geçirmek yeterli.
O cephelerde yaşananları ve Kürdlerin
hangi saiklerle, nasıl bir savaş verdiğini
tüm çıplaklığıyla anlayabilmek için öncelikli
yapılması gereken, medya ve sanal alemin
bilgi ya da bilgisizlik bombardımanına
küçük bir mola vermek olsa gerek. Başlarken
şunu belirtmeli ki IŞİD karşısında verilen
savaş konusunda realitenin milyonda birini
dahi enformasyonel aygıtlar üzerinden
anlayabilmek neredeyse imkansız. Bir insan
olarak herkes gibi, dünyanın tüm ezberlerini
yerle bir eden IŞİD’e karşı savaşan Peşmerge
konusunda hepimizin yığınla soru işareti
vardır kuşkusuz. Ancak bir Kürd olarak bu
sorulara özel birçok nokta daha ekleniyor.
İnsanı en çok düşündüren noktalardan biri,
Peşmerge’ye dair edinilmiş ‘Peşmerge ve
dağ’ bağlamı olsa gerek. Herkesin malumu
Kürdün tarihi dağa kazılıdır ve dağa dağ ile
yazılıdır. Peşmerge ise ilk günden itibaren
neredeyse tüm varlık sahasını dağ bağlamıyla oluşturmuştu. Dağda doğan, dağda
büyüyen, dağda savaşan, dağda gizlenebilen, zaferlerini dağa yazan bir güç, ovada
nasıl savaşacaktı. Doğa ya da kâinatla baş
edebilmek için filolog ve etnologlara göre
bulunulan coğrafyanın dilini bilmek tek ve
olmazsa olmaz biricik yöntemdir. Denizde
var olabilmek için denizin dilini bilmek,
çölde yaşayabilmek için çölün dilini bilmek
ve dağda yaşayabilmek için de dağın dilini
bilmek gibi. Harold Pinter’in Kürdçe için
‘Dağ Dili’ tanımlaması yapmasının altındaki şifreyi anlamaya da bu düstur yardımcı
oluyor.
Bilindiği gibi IŞİD yüzünü Kürdistan’a
çevirdiğinden beri olağanüstü bir hal yaşanıyor. Girdiği ülkeleri deyim yerindeyse yerle
bir eden, hiçbir şeyi eskisi gibi olamayacağı
ölçüde sarsan, sosyal ve siyasal atmosferi
karanlık bir dehlize sürükleyen ve başta
demografik yapı olmak üzere toplumsal
tüm sistemi alt üst eden IŞİD için Kürdistan
adeta ABD’nin Vietnamı oldu. Çölün dilini
çok iyi bilen bu Arabi gücün kelimeleri, dağ
dilliler karşısında işe yaramazken, Peşmerge
ise dünyanın bozulan ezberlerini toparlamaya devam ediyor. Peki, düzenli bir ordu
olmaktan uzak, silah ve teçhizat konusunda
IŞİD’in çok gerisinde ve ova savaşına yabancı olan Peşmerge, dünyanın başına bela olan
bu fırtınayı nasıl durduruyor, dahası kademe
kademe nasıl ilerliyor?
Savaşın seyri ve Irak ile ihtilaflı bölge sayılan Kerkük’teki gelişmeleri konuşmak üzere
randevulaştığımız Kerkük Cephesi Komutanı
Dr. Kemal Kerkuki ile buluşmak üzere yola
çıktığımız Erbil, adeta bir Avrupa kentini
andırıyordu. Etrafında kıyamet koparken bu
kadar sakin ve her şeyin olanca doğallığıyla
akıyor olmasının arkasında önemli bir güvence olsa gerek diye düşünmeden edemiyor
insan… Birkaç kilometre kentten uzaklaştıktan sonra da bu güvencenin kaynağını
görmek mümkündü.
Baba evinde savaş koordinasyonu
Kerkük’e doğru yola çıktıktan sonra uçsuz
bucaksız ovadaki dinginlik ve yaşam canlılığı
insanı tedirgin edici bir havaya sahipti.
Petrol kuyuları etrafındaki alev bacalarıyla sanki kenar süsü yapılmış bir tablonun
ortasındaydık Kerkük’e vardığımızda...
Şehirde yaşam sakin, insanlar yanı başlarındaki savaşa ve patlamalara alışmışçasına
bir doğal devinim sergiliyordu. Kerkük’ten
Musul yönüne doğru yaklaşık 30 kilometre
saptıktan sonra hem sıklaşan güvenlik hem
de görünmeye başlayan karmaşık hendekler
adeta dünya değiştiriyor olduğumuza işaret
ediyordu. Yarım saatlik yolculuktan sonra
bir köyün yakınındaki tepelikte bulunan ve
ilk bakışta sade bir aile evi görüntüsündeki
yerleşkeye varıyoruz. Etrafta kazılmış irili
ufaklı hendekler, Peşmerge’nin konakladığı
konteynerler, seyyar tuvalet ve banyolar.
Kürdistan’ın en büyük cephelerinden birinin
koordinasyon merkezindeydik.
Bilindiği gibi Dr. Kerkuki eski Kürdistan
Parlamentosu başkanı ve Kürdlerin yakinen
tanıdığı bir siyasetçi. Savaş başlar başlamaz
Barzani’nin verdiği talimata uyarak soluğu
cephelerde alanlardan. Kerkuki eski bir
Peşmerge. Yıllarca dağlarda Peşmergelik
yaptıktan sonra siyasete atılan ve yeniden
savaşa dönen etkili bir isim. Geldiğimiz yer
her ne kadar savaş koordinasyon merkezi
olsa da her şey bir aile evinin ihtiyaçları
doğrultusunda dizayn edilmiş... Zira burası
Kerkuki’nin ailesine ait bir ev, yakındaki
köy de kendi köyü… Duvarlarda dev cephe
haritaları, haritalar üzerinde IŞİD’in konumlandığı yerleri gösteren kırmızı yapışkan
noktalar, Peşmerge’nin bulunduğu mavi
noktalar… Haritalar ilk etapta insanın cesaretini kıran bir ayrıntıya sahip. Peşmerge’nin
konumlandığı yerleri gösteren mavi noktalar
minik adaları andırıyor. Her yanı IŞİD tarafından sarılmış adacıklar... Ancak kendisinden aldığımız bilgiler, yaptığı slayt sunumu
ve sonrasında şahit olduklarımız, IŞİD’in
rüyalarını bölenin ise işte tam da bu adacıklar olduğunu anlıyoruz. 7 kez yaralanmasına
rağmen gerek deneyimlerini yeni Peşmergelerle paylaşmak gerekse de savunmada yardımcı olmak için yeniden Peşmerge elbisesini giyen Kerkuki’nin yanı başındaki Karnas
da eski Peşmergelik yıllarından kalma. Eski
silahını bir an yanından ayırmayan siyasetçi
ve komutan, eski Peşmerge kıyafetlerinin ise
‘maalesef’ diyerek evde olduğunu, zira artık
kendisine dar geldiğini söylüyor.
Bir siyasetçinin hedefleyeceği tüm mevkilere ulaştıktan sonra yeniden en mütevazı
noktaya, üstelik de savaş cephesine dönüşünün bütün ayrıntılarını mahcubiyet sağanağı
altında hissettiğimiz bu karargâhtaki uzun
söyleşi sonrasında cepheye doğru yola çıkıyoruz. Tabi çıkmadan önce Peşmerge yemeği
yemenin adetten olduğunu söylüyor Kerkuki. Kuru fasulye ve pilavın yanında nanê
sêlê… Hem cephelerde hem de karargâhta
yemek, ekmek ve diğer tüm ihtiyaçlar
Peşmerge’nin kendisi tarafından gideriliyor.
Romantize edilecek bir durum yok ama, Beyaz Saray başta olmak üzere dünyanın önde
gelen üst siyaset saraylarının restoranlarında dünyanın siyasetine yön veren kimselerle
epeyi mesai yapmış birinin bunca mütevazı
bir sofrada Peşmerge ile birlikte aynı tabakta
yemek yiyor olmasının altında azımsanmayacak bir ruh olduğu aşikar…
Ovanın her yanından akan hendekler
Söyleşi sırasında Kerkuki, Peşmerge’nin
nasıl bir yöntemle savaştığını ve karşıdaki
gücün insanın algılarını gerçekten sarsan
taktikleri konusunda da bilgiler veriyor
slayt sunumu eşliğinde. Kısa bir süre önce
IŞİD’in çok yakında bulunduğu bir noktayı ele geçirmişler. IŞİD noktayı hiçbir
yöntemle alamayacağını anladıktan sonra
Peşmerge’nin bulunduğu noktanın altından
çıkacak şekilde bir tünel kazıyor. 150 metre
geçildikten sonra saldırı başlatan Peşmerge, orayı da ele geçirdikten sonra tünel ile
karşılaşıyor. “Biraz daha geç kalmış olsaydık
IŞİD bu tünelden bizim bulunduğumuz
noktanın altından çıkıp belki de Kürdistan’ın
en büyük kaybına neden olabilecekti” diyor
Kerkuki. Tünelin büyüklüğü, patlayıcılar ve
daha birçok nokta insanı ürperten cinsten.
Karargâhtan çıktıktan sonra Havice Kasabası yönünde ilerliyoruz. Belli aralıklarla
sık sık Peşmerge noktalarıyla karşılaşıyoruz
doğal olarak. Kürdistan bayrağı hemen her
kilometre karede bir kez görülecek şekilde
asılmış durumda. Köylerde neredeyse tüm
evlerin damında aynı manzara… Daha önce
Irak Ordusu’nun bulunduğu ancak şimdi
Peşmerge’nin kontrol ettiği bölgedeyiz.
Havice’ye doğru dümdüz ovada yol alırken
kafamızdaki Kürdistan Coğrafyası ezberi
bir kez daha bozuluyor. Dağ bildiğimiz ülke
meğerse ne kadar büyük bir ovaymış… Göz
görebildiğince düzlük ve o düzlüğün her
yanından başka bir yana doğru uzayan uçsuz
bucaksız mevziler. Tepeden bakma imkânı
olsa, aşağısı rast gele karalanmış bir sayfa
gibi. Kesişen, ayrılan birbirine paralel akan,
kısacası her yerden her yere doğru sonsuz
uzayan hendek ve mevziler. Kepçelerle derin
yarıklar ve yüksek tümsekler. Toprak yeni
bir ezgi fısıldıyor adeta. Zaxo’dan sonra
hissetmeye başladığımız Kürdistani özgüven
buralarda toprağın kendi sesinden dile
geliyor adeta. Yol boyu savaş izleri, yıkılıp
boşaltılmış köyler, patlamalarla harabeye
dönmüş evler, derin çukurların sıralandığı
yollar ve yer yer ovanın değişik yerlerinde
yükselen dumanlar…
Akıllara ziyan bir savaş stratejisi
Yukarıda da değinildiği gibi Peşmerge’nin
düzenli bir ordu kabiliyetine sahip olmayışı
ve teknik olanaksızlıkları insanda savaş
stratejisi konusunda da soru işaretleri uyandırıyor. Ancak tablonun tamamına çıplak
gözle şahit olunca, Peşmerge’nin başarısının
altında ayrıca muazzam bir savaş stratejisinin de yattığını anlamak zor değil. Uzayan
bu hendekler ve mevziler de bu stratejinin
bir parçası. Peşmerge bulunduğu ilk noktayı
garantiye aldıktan sonra IŞİD’in
geri çekildiği son noktaya yeni bir hendek ve tümsek
inşa ederek biraz daha ilerlemiş.
Böylece her birkaç kilometrede yeni
bir tümsek ve sıralı mevziler eşilerek,
kademeli şekilde ilerleme sağlanmış.
Bu şeklide hem IŞİD’in bomba yüklü
araçlarının girişi durduruluyor hem
de olası geri çekilmede hazır mevziler
oluşturulmuş oluyor.
Bu arada en göze çarpan Peşmerge
yığınaklarının da petrol kuyularının
bulunduğu noktalara yapıldığını
belirtmek lazım. Daha önce Kürdlerin
elinde olmayan çok sayıda petrol tesisi
bölgesi ele geçirildikten sonra, bir daha
kaybedilmeyecek derecede güvene
alınmış durumda. Ovada yol aldıkça
savaşın izleri de daha ağırlaşmaya ve
ürkütmeye başlıyor. Yol boyu telefonda
komutanlarıyla bilgi alış verişi yapıyor
Kerkuki, bir yandan da hangi noktada
nasıl bir manevra yapıldığını, hangi
yerin neresi olduğunu aktarıyor bize.
Mele Abdurrahman Köyü’ne vardığımızda ise TV ve sosyal medyada alışık
olduğumuz vahşet görüntülerinin
yaşandığı bir manzarayla karşılaşıyoruz. Burası IŞİD’in sosyal tesisiymiş.
Kerkuki’nin deyimiyle ‘tatil beldesi’.
Geri çekilirken köye girişi sağlayan
köprüyü havaya uçuran IŞİD üyeleri burada uzun süre kontrolü elde
tutmuş. Anlatılanlara göre köy IŞİD’e
destek sağlayan bir köy. Şimdi Peşmerge dışında kimseyi bulmak mümkün
değil. Her taraf yıkılmış, yakılmış ve
her yanda şarapnel parçaları, yangın
ve yıkıntı izleri. Kaleyi andıran bir
yapının önünde duruyoruz. Bu yapı köy
ağasının eviymiş. Evini IŞİD’e karargâh
olarak kullanması için tahsis etmiş ağa.
Ancak Peşmerge burayı ele geçirdiğinde ağanın evi bu kez Peşmerge’nin
karargâhı olmuş. Burası aynı zamanda
Peşmerge’nin ulaştığı en ileri uç. Derin
hendekler, yüksek tümsekler oluşturulmuş ve Peşmerge bir sonraki noktaya
ulaşmak üzere hazırlık içinde. Yolda
ilerlerken dümdüz ovanın ortasında
Musul yönüne doğru ilerleyen sıralı tepelikler dikkat çekiyor. Brawin Tepeleri
Peşmerge’nin ele geçirdiği en stratejik
noktaları barındırıyor. 25-30 kilometre boyunca uzanan tepelerin tamamı
kontrol edilmiş durumda. Havice’ye
bakan bütün yamaçlarda Peşmerge
konumlanmış durumda.
Baba oğul aynı cephede
Kerkuki’nin koordine ettiği birinci
ve ikinci Akrep Operasyonları sırasında ilkin bu tepelerin ele geçirilmesi
sağlanmış. 9 Martta yapılan bu ikinci
büyük operasyonda IŞİD adeta şaşkına
çevrilmiş ve tepe tamamen ele geçirilmiş. Bulunduğumuz köyün komutanı
Hacı Muhammed Bêgır’ı tanıştırıyor
Kerkuki, “O bizim kahramanımız”
diyor. Bêgır, Mao’yu andırıyor. Onun
komutasındaki birliğin başarıları tüm
cephelerde konuşuluyormuş. Sıkça
duyduğumuz baba-oğul durumuna
burada da karşılaşıyoruz. Bêgır’ın
komutasındaki genç Peşmergelerden
biri de oğlu Zagros. Zagros’un son
derece yetenekli bir sneiper olduğunu
söylüyor etraftaki Peşmergeler. Şahit
olduğumuz atmosfer, Peşmerge’nin her
an tetikteki hali, emir komuta işleyişindeki bariz uyum ve ‘dağlı Peşmerge
ruhu’ her yanıyla hissediliyor ve bu da
soruların neredeyse tamamını cevaplar
nitelikte...
PAK Peşmergeleri 24 saat tetikte
Bulunduğumuz ova köyünden
yüzümüzü bu kez Brawin Tepelerine
çeviriyoruz. Zar zor seçilen hareketlenmeye yaklaştığımızda Kürd’ün dağ
dili ustalığını açık seçik görebilme
olanağı buluyoruz. Tepe boyunca
uzanan çeperler ve yükselen siperler.
Burası Doğu Kürdistanlı Peşmergelerin kontrol ettiği bir nokta. Bilindiği
gibi savaş başlar başlamaz PAK bütün
gücünü Güney Kürdistan’a aktara-
rak IŞİD karışışında verilen savaşa
katılmıştı. Hiçbir koşul öne sürmeden,
Peşmerge’nin emir komuta zincirine
tabi olan PAK Peşmergelerinin disiplin
ve canlılığı dikkat çekiyor. Termal
kameralarla IŞİD kontrolündeki ilçe 24
saat gözleniyor. Ne olursa olsun doçka
ve diğer ağır silahların başındaki PAK
Peşmergeleri istiflerini bozmadan hazır
kıta beklemeyi sürdürüyor. Konuşma
tekliflerimizi bile görevleri icabı reddederek tetikte olmayı sürdürüyorlar.
Aldığımız bilgilere göre şu an yüzlerce PAK Peşmergesi IŞİD karşısında
Kürdistan savunmasında yer alıyor
ve tamamen Peşmerge Bakanlığı’nın
belirlediği savaş stratejisine göre
hareket ediyor. Onların bulunduğu
tepe Kürdistan’da en ağır kayıpların
yaşandığı noktalardan biri. Kerkuki onlardan bahsederken hem mahcup hem
de müthiş bir saygı ile konuşuyor.
Mevzilerde konuşma fırsatı bulduğumuz tüm Peşmergelerin yüz ifadelerinde sayısız anlam bulmak mümkün.
Dağlarda edindikleri mütevazılık ve
hüzün eşliğinde ovayı bir resim defterine çevirmiş Peşmergeler… Hepsinin ağzında tek bir cümle var o da
Kürdistan’ın bağımsızlığına dair. IŞİD
karşısında, bütün olanaksızlıklar ve
dezavantajlara rağmen tüm cephelerde
Peşmerge’nin elde ettiği üstünlüğün
kriptosunun da bu olduğunu anlıyoruz.
Kürdün yüzyıllarca biriken bağımsızlık
özleminin ilk kez pratik sahada vücut
buluyor olması araziye bile bambaşka
bir ruhun sirayet etmesini sağlıyor.
Savaş sahasında zihinlerin net olması
en önemli şey olsa gerek. İşte Peşmerge
cephelerinde bu netliktir ki dünyanın
ezberlerini bozan, ülkeleri yerle bir
eden bir gücün bataklığa saplanması.
Herkesin, tüm Peşmergelerin bildikleri
ve odaklandıkları ortak tek bir mana
var, o da bağımsızlık. Bu gerçek de hem
yığınla sorunun cevabı, hem de Erbil’in
sakin ve güvende olduğu hissinin
arkasındaki en önemli gerekçe. Dağ
dilliler ovada hazır bir düşmanla savaşmıyor ayrıca, deyim yerindeyse ovaya
taşıdıkları bu dilden konuşuyorlar çöl
saldırganlarıyla ve önlerine önce onların aşması gereken dağlar koyuyorlar.
Lakin aşmak pek de mümkün olmuyor.
‘Gelecek Uzun sürer’ diyordu Althusser, evet geleceğin çok ama çok uzun
süreceği belli ama o gelecek yüzyıllarca
biriken bir umudun ilmek ilmek örülmesiyle inşa ediliyor şimdi. O ilmekler
birleşip, Kürde bağımsızlık hırkası,
bağımsızlık düşünün vücut bulmuş hali
olarak dünyaya deklere ediliyor.
7 Haziran, Ortadoğu’da
Kürdler
HAKAN TAHMAZ
Bu seçimler Ortadoğu’da yaşanan
süreç açısından da özel önem arz ediyor.
Türkiye’deki rejim tartışmaları ve Kürd
sorununun alacağı yeni hal Ortadoğu
ülkeleriyle ilişkilerimizde belirleyici olacak.
Meclisteki partilerin bunun farkında olmadığını veya yeterince önemsemediklerini seçim beyannamelerinden
anlıyoruz.
AK Parti’nin, Türkiye’nin uzunca bir dönemdir izlediği
mezhep eksenli bölge politikasına devam edeceğini beyannamesinden anlıyoruz. Bölgenin kaderini belirlemede asli unsur
olan Kürdlere dönük politikalarında da yeni bir şey yok.
AK Parti 12 yıllık politikasının rotasında bir değişiklik
öngörmüyor ve başarısızlığını masaya yatırmıyor.
Ancak AK Parti politikalarını haklı olarak eleştiren, CHP
ve HDP’nin de genel geçer laflar ötesinde yeni ve somut bir
politika önermesi bulunmuyor.
Her şeyden önce her iki partinin Kürd sorununun çözümüne ilişkin önermelerinin gerçekleşmesini kolaylaştıracak
Kürd ve Kürdistan gerçekliğine ilişkin yeni açılımlara ihtiyaçları var.
CHP, bölgenin kaderini ellerine almış olan Kürd realitesini görmemezlikten gelerek, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi
ile iyi ilişkiler geliştirmeden, Rojava politikasını değiştirmeden Kürd sorunu konusunda sonuç alıcı bir açılım yapamaz.
İlginç olan HDP’nin bildirgesinde de durum neredeyse
aynı. İlginçlik bizim beklentimizle ilgili değil. Bizzat Kürd siyasal hareketinin kendi yönelimiyle ilgili.
PKK lideri Abdullah Öcalan, Çözüm Süreci’ne paralel
Kürd siyasal güçler arasındaki ilişkide yeni bir milat başlattı.
Bu doğrultuda Öcalan, Kürdistan Bölgesel Başkanı ve KDP
lideri Mesut Barzani ve YNK lideri Celal Talabani arasında
mektup trafiği olduğu biliniyor.
Son iki yıldır bölgede yaşan gelişmelerin ve yürütülen tartışmaların hiç kuşkusuz bölgenin Kürd sorununu, Kürdistan
meselesinin çözümü noktasına sıçradığı bir dönemde bunlara
çözüm önerisi geliştirmeden AK Parti alternatifi olma konusunda eksik kalmak kaçınılmazdır.
Kürd Siyasal Hareketi’nin bu konuyu seçim beyannamesinde es geçmesi izaha muhtaçtır.
Çünkü Kürd sorunu bölgedeki yaygınlığıyla, derinliğiyle
yeni Ortadoğu’nun oluşumunun kilit konusu. Her platformda,
temel bir gündem olmaya başlaması, bölgesel düzlemdeki her
konuda ağırlıklı yer işgal etmesi sadece bölgesel güç ilişkilerinin bir sonucu değil, küresel politikaların da bir sonucudur.
Bölgede etkin aktör olma iddiasında siyaset yapanların,
ajandaların da ne olduğunu bilmenin seçmenin ve siyasal aktörlerin beklentisi olması doğaldır. Hele de bu aktör bölgedeki
bir dizi sorunun ve konunun parçasıysa bu bir zorunluluktur.
Bu düzlemden baktığımızda, Kürd siyasal güçler arasındaki ilişkilerin sağlıklı bir zemine oturması, güçlenerek gelişmesi hiçbir Kürd siyasetinin etrafından dolaşacağı bir konu
olamaz.
Rojava’da Kürd güçleri arasında yaşanan tartışma ve sorunlar, Güney Kürdlerin ana gündemi olan yeni anayasa ve
Irak’la birlikte yaşama konusu gibi bir dizi konu dört parçadaki Kürd siyasal güçlerin ilişkilerinin hızla normalleşmesini, dayanışma ve işbirliğinin gelişmesinin mecburiyetini gösteriyor.
Hiç kuşkusuz, Kürd güçlerin her birinin kendi öznel ağırlıkları ve konumları, her birine farklı düzlemde sorumluluk
yüklüyor. KDP siyasal geleneği ve Barzani ailesinin Kürd
hayatiyeti üzerindeki etkisini ve rolünü dikkate almayan yaklaşımların bu sürece katkısı olamaz. Bu dikkate alındığında
Öcalan’ın çabaları daha iyi anlaşılabilir. Küçük ve gündelik
hesaplarla Kürdler arası ilişkileri zedeleyen polemiklerden,
yersiz ve anlamsız suçlamalardan uzak durmak Kürd siyasal
güçlerin tarihsel sorumluluğudur.
HDP’nin “Yeni Yaşam Çağrısı” Kürdler arası dayanışma
ve işbirliğini güçlendiren bir yaklaşımla daha fazla anlamlı
olabilir. Bunun için 7 Haziran fırsatının kaçırılmasına izin verilmemeli.
10
HABER
BasHaber
4 - 10 Mayıs 2015
BasHaber
HABER
4 - 10 Mayıs 2015
“İmar, tarihi
yok edecektir”
Tarihi mekanların soyu kırılıyor!
E
Yağmur Çetin
rmenilere yönelik 1915 yılında yapılan
kırımın 100. yılında yaşananların
Türkiye tarafından tanınması ve
özür dilenmesi beklenirken bir yandan da
bu kırım kültürel boyutta devam ediyor.
Türkiye’de Ermenilerin yaşadığı dil, inanç
kültür gibi sorunlar devam ederken 1915’in
izlerini taşıyan yapıtlar da yok edilmeye
çalışılıyor. Bunlardan biri de Urfa’da bulunan Germuş Köyü. Eski Ermeni köyü olan
Germuş, sit alanı olduğu halde imara açıldı.
Köy de bulunan kilise de restore edilmek
yerine köylüler tarafından hayvanlar için
kullanılıyor. Gayrimüslimlere yönelik
1915’te gerçekleştirilen kırımın izleri bugün
de canlılığını koruyor. 24 Nisan’da 100. Yılına giren “Büyük Utanç” için Gayrimüslimler
gibi toplumun tüm duyarlı kesimleri tanınmasını ve özür dilenmesini istediklerini bir
kez daha dile getirdiler. Ancak kırım, inkâr
ve katliam sadece 1915 ile sınırlı kalmadı.
Tıpkı Kürdlere yönelik asimilasyon ve inkâr
politikaları gibi özellikle Ermenilere yönelik
de bu tür politikalar devam ediyor. Nasıl ki
Kürdçe bir zamanlar yasaklı diller arasında
yer alıyordu Ermenilerin de kültürleri yok
edilmeye çalışılıyor.
Urfa’da “Beyaz Soykırım”
Katliam sonrası Ermenilere ait mallara el
konulması talan edilmesi halen tartışılırken
Ermenilere ait mülklerin korunması da gün-
deme gelmişti. Ancak bu yönde alınan kararların uygulanmasına dair pratikte bir şey
yaşanmadı. Bu da Gayrimüslimlere yönelik
kırımın “Beyaz soykırım” ile devam ettiğini
gösteriyor. “Beyaz Soykırımın” bir örneği de
geçtiğimiz günlerde Urfa’da yaşandı. Urfa’ya
10 Km uzaklıkta bulunan ve eski Ermeni
Köyü olan Germuş Köyü’ndeki Germuş Kilisesi Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın teklifiyle
ve Bakanlar Kurulunun kararı Turizm Merkezi olarak ilan edilmişti. Karar 2011 yılında
resmi gazetede yayımlandığı halde ne kilise
korunmaya alındı ne de restore edildi. Bunlar yapılmadığı gibi kilisenin çevresindeki
alan yani Germuş Köyü de imara açıldı. Tarihin yıkımını yaşayan Germuş Kilisesi ile köy
şimdi de imara kurban edilmek isteniyor.
Sit alanı harabe oldu Urfa’da kiliseler cami oldu
Urfa Büyükşehir Belediyesi
Meclis Üyesi Aliye Kızıldamar
da sit alanı olarak ilan edilen
bölgede restorasyon beklerken
harabeyle karşılaştıklarını söyledi. Germuş Köyü ve Kilisesinin bulunduğu alan Dağeteği
olarak adlandırıldığını ifade
eden Kızıldamar, “Dağ Eteği
geçtiğimiz yıl imara açılmıştı. İmar çalışmaları için köye
gidildiğinde sit alanı olarak ilan
edilen bölgenin de kilisenin de
harabeye dönüştüğünü gördük.
Bunu meclis toplantısında
gündeme getirdiğimizde oraya
ilişkin çalışmanın olduğunu
söylediler. Ancak kilise hayvanlar için kullanıldığından berbat
bir hale getirilmiş. Burası eski
bir Ermeni Köyü bu kadar tahribatı hak etmiyor” dedi.
“Tarihi ve inançlara
saygısızlık var”
“Tarihe ve inançlara saygısızlık var” diyen Kızıldamar,
“Güya orada restorasyon
yapılacaktı. 2013 yılından bu
yana orada restorasyon olacağı
söyleniyor ancak ortada hiçbir
çalışma olmadığı gibi alan da
kaderine terk edilmiş. Özellikle kilisede doku ve taşlar
dağılmış pencereleri tuğlalarla
kapatılmış. Ve karşı tarafında
imar çalışmaları başlamış bile.
Bölgede restorasyon yerine
imar çalışmaları var. Dağeteği
köyü ve kiliseyi de içerisine aldığı için karşı tarafta başlayan
çalışmalar yakında kilisenin
olduğu bölgeye de gelecektir.
Kilisenin bir an önce korunmaya alınması gerekiyor.
Germuş Kilisesi’nin olduğun
alana dair restorasyon yerine
imar çalışmaları başlatılırken
kent merkezindeki iki Ermeni
kilisesi de camiye çevrilmişti.
Ermeni kiliselerinin camiye çevrilmesinin Ermenilerin yaşamış
olduğu hemen her kentte görmek
mümkün. Ancak restorasyon
kararı alınan ve doğasına uygun
davranılacağı söylenen kilisenin olduğu alanda yaşananları
Ermeni Kültür ve Dayanışma
Derneği’nden Sayat Tekir “Beyaz
Soykırım” olarak adlandırıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ve Urfa’daki yerel kurumlarım turistik tanıtım
broşürlerinde yer alan kilisenin halen
restore edilmediği gibi bir de etrafının
imara açılmasını köylüler de şaşkınlıkla
karşıladı. Germuş Köyü sakinlerinden
Mustafa Suyun ise köyün ve kilisenin
daha önce definecilerin talanına uğradığını define arayanların hem tarihi yapıların bulunduğu köye hem de kiliseye zarar
verdiğini söyledi. Kilisenin etrafının ve
köyün sit alanı olarak ilan edilmesinin
ardından kilise için bekçi tahsis edildiğini ancak bekçinin köye bile uğramadığını belirten Suyun, “Kilise böylece
korunmaya alınacaktı. Ama kiliseyi şuan
koruyan kimse olmadığı gibi köyden
bazıları da tarihi dokusuna ve yapısına
ters bir şekilde hayvanlar için kullanıyor.
Burası sit alanı ilan edildiğinde kiliseyi
restore edeceklerini söylediler. 3 yıldır
beklediğimiz restore yerine köyün imara
açıldığını öğrendik. İmar kararı tarihi
yok edecektir” diye konuştu.
Sit alanıydı
Daha önce 900 hane olan ancak
zamanla yaşanan göçlerle 20 haneye
düşen Germuş Köyü hakkında bilgi veren
Arkeolog Özlem Ekinbaş, Köyün hem Ermeni Köyü olması dolayısıyla korunmaya
alınması gerektiğini söyledi. Germuş
Kilisesi’nin Kilisenin kitabesi olmadığı
için inşa tarihinin bilinmediğini ancak
yapılan araştırmalara göre Ortaçağa
dayanan bir tarihi olduğunu söyleyen
Ekinbaş köydeki yapıların da tarihi olduğunu söyledi. Köyün daha önce “Kentsel
arkeolojik sit alanı” olarak ilan edildiğini
ifade eden Ekinbaş, bu karara rağmen
köyün imara açılmasının kanuna aykırı
olduğunu söyledi. Halk arasındaki ismiyle Germuş Kilisesi’nin köylüler tarafından hayvanlar için kullanıldığını belirten
Ekinbaş, kiliseye dair alınan karar gereği
2013 yılında restorasyonun yapılması
gerektiğini ancak hazırlanan projeye
yeterli kaynak verilmediği için kilisenin
yıkılmaya terk edildiğini ifade etti.
11
HDP ve Türkiyelileşme
açılımının değeri
BİLAL SAMBUR
Fuat Masum ve Altan kardeşler
Tercüman aracılığıyla
konuşan dayı ve yeğenler
’’Irak Cumhurbaşkanı Fuad Masum, İstanbul ziyareti sırasında akrabalarıyla buluştu’’ Bu cümlenin belki ilk bakışta bir
haber değeri yok, ama hüzünlü bir öykü olduğu, mutlulukla
karışık buruk bir parçalanmış yaşamlar kesiti olduğu kuşkusuz. Bir süre önce Türkiye’yi ziyaret eden Masum, gittikten
sonra aile hikayesi konuşulmaya başlandı. Buna göre Masum
ve Türkiye kamouyunun yakından tanıdığı Altan ailesi yakın
akraba. Bu gerçeğe ragmen ancak tercüman aracılığıyla
anlaşabilen tarafların hikayesi, sınırların böldüğü coğrayanın
da adeta trajedisi. Öyküye göre Çetin Altan’ın eşi Kerime
Hanım, Irak Cumhurbaşkanı Fuat Masum’un yakın akrabası.
Kerime Hanım Ankara’da Çetin Altan’ın babasının sekreterliğini yaptığı yıllarda tanışıp evlenmiş Çetin Altan ile. Mehmet
ve Ahmet Altan kardeşlerin de yakın zamanda öğrendiği bu
gerçek, Masum’un Altan kardeşlerle buluşmasından sonra
daha çok konuşulmaya başlanmıştı.
Yakın akrabalarından birinin bu gerçeğin peşine düşmesinin ardından Irak’ta bulunan akrabalarına ulaşmasıyla
gerçeği kısmen öğrenmeye başladıklarını aktaran Mehmet
Altan, konu hakkında BasHaber’in sorularını yanıtladı.
Fuad Masum’la tam olarak akrabalık ilişkiniz
nedir?
Fuad Masum 1993 yılında ölen annem Kerime Altan ile
kardeş çocukları. Şöyle de söyleyebilirim, benim anneannem Fuad Masum’un halası.
ailemizin hikayesini anlatı. Anneannemi, büyük dayımı,
kuzenlerimizi…
Siz ne zaman ve kimden öğrendiniz bu akrabalık meselesini?
Epey eskilerde, kuzenlerimden biri anne tarafımızın
Irak’ta kalan akrabalarının peşine düştü ve sonunda onlara ulaştı. Akrabalar arası gelip gitmeler, ziyaretler oldu.
Böylelikle birbirimizden haberdar olduk.
Fuad Masum’un daha önce annenizle
İstanbul’da görüştükleri doğru mu?
Evet, o ziyaretlerden birinde de Fuad Masum annemi
Basınköy’de ziyaret etmişti. Malesef bizler o görüşmede
bulunamadık.
Annenizin Kürdçe bildiğini bilir miydiniz?
Bir aylık bile değilken Ankara’ya gelen annem maalesef Kürdçe bilmezdi. Türk basınında çıkan o detay doğru
değil. Annemler Türkiye’ye geldiği sırada, Türkiye Irak’tan
gelen Kürdleri kabul etmiyormuş, o yüzden uzun zaman
Kürd olduklarını saklamak zorunda kalmışlar.
İstanbul’da nerede, nasıl görüştünüz, kimler
vardı?
Fuad Masum, Barış Zirvesi için İstanbul’a geldiğinde çok
gecikmiş saydığımız sıcak bir aile yemeği yedik. Kardeşi
Maksud ve kızı Nesrin de yemekteydi. Bize Kürdistan’daki
Neler hissettiniz?
Doğrusu çok mutlu oldum. Annem de keşke görebilseydi
diye düşündüm. Çok değerli bir buluşmaydı.
Ahmet Altan bu görüşmede neler hissetti?
Sanırım aynı şeyleri. O ayrıca büyük dayımın yani Fuad
Masum’un babasının hikayesiyle de çok ilgilendi.
Bizim anne tarafımızın erkekleri on iki kuşak boyunca
din adamı olmuşlar. Büyük dayım hem din adamı hem
de bir mücadeleci. Bize babasının Barzani ve Talabani ile
katıldığı toplantılardaki resimlerini gösterdi. Büyük dayım
Kürd mücadelesine katıldığı için bir yıl hapis yatmış ve o
süreyi hücrede geçirmiş.
Oraya gitmeyi, annenizin akrabalarının olduğu yerleri ziyaret etmeyi düşünüyor musunuz?
Tabii, ilk fırsatta.
Fuad Masum neler söyledi?
Kendi yaşam hikayesi de olağanüstü zengin olan Fuad
Masum anne tarafıyla ilgili bilmediklerimizi tüm ayrıntılarıyla anlattı. Ailemiz üzerinden geçmişin izlerini sürdük.
Dünü bugüne bağladık.
Belki de bu meselenin özü bu soruya vereceğniz
cevapta gizli. Tercüman aracılığıyla mı anlaşıyordunuz?
Evet.
Türkiye, çok sert bir iktidar mücadelesinin yaşandığı bir dönemden geçmektedir. Seçim ve iktidar mücadelesi,
birbirinin içine geçmiş durumdadır.
Ak Parti hükümeti, Paralel yapı dediği Gülen örgütüyle mücadelesini son
hız sürdürmektedir. Samanyolu medya grubu başkanı ve 75 kişi hakkında
tahliye kararı verildi. Bu tahliye kararının Paralel yapının yargıdaki uzantıları tarafından verildiğine inanan hükümet, bunu yeni bir
paralel operasyonu olarak değerlendirdi. Paralel yargının
Pensilvanya’nın kontrol ve kumandasında olduğunu ifade
eden hükümet yetkilileri, verilen kararın korsan bir yargı
operasyonu olduğunu ifade ettiler. Verilen tahliye kararı,
bir başka mahkemenin verdiği kararla iptal edildi. Hükümet ve paralel yapı arasında gerçekleşen iktidar mücadelesi, açık bir şekilde devlete kimin sahip olacağı kavgasının
yansımasıdır. Paralel yapı, devlet içinde elde etmiş olduğu
güç alanlarını bırakmaya niyetli olmadığını, son yargı operasyonuyla göstermiş olmaktadır.
HDP, seçim sürecinde kendisinden en çok söz edilen
parti konumundadır. HDP’nin parti olarak seçime katılma kararı vermesi, birçok kişi ve kesim tarafından şüpheyle karşılandı ve sorgulandı. HDP’nin Türkiyelileşmek
açılımı ve bu açılımın çerçevesi olarak hazırlanan Yeni
Yaşam isimli seçim bildirgesi kamuoyunda çok ilgi gördü ve tartışıldı. HDP’nin dış politika, çevre, din ve vicdan
özgürlüğü, insan hakları, Ortadoğu, AB gibi birçok konu
hakkında görüşlerini ifade ettiği çok boyutlu bir bildirge
ortaya koyması, kamuoyunda sürpriz olarak karşılandı.
HDP, direkt Kürt sorunuyla kendisini sınırlamak yerine
Kürt sorununun çözümünü de kapsayan ilkeler ve anlayışlar çerçevesinde bütün Türkiye’ye hitap eden bir söylem
ortaya koymaya çalışmaktadır. HDP’nin bu söylemi, Kürt
hareketi Kürt sorunundan niye söz etmiyor eleştirilerine
hedef olmakta, Türkiyelileşmeyi önüne hedef olarak koyan HDP’nin Kürdistani kimliğini unuttuğu şeklinde ağır
itirazlara maruz kalmaktadır.
Ak Parti, Yeni Türkiye Sözleşmesi adını verdiği seçim
beyannamesinde çözüm sürecine hiç yermemekle eleştirildi. Daha sonra metinde çözüm sürecinin yer almaması teknik bir aksaklık olarak ifade edildi. Mevcut durumda Ak
Parti, Kürt sorunu kavramını anlamsız bulmaktadır. Kürt
sorunu çözülmüş bir sorundur ve bu kavramla bir sorundan bahsetmek bölücülük ve ayrımcılık anlamına gelmektedir. Ak Parti’nin gelmiş olduğu pozisyonu Kürt vardır,
Kürt sorunu yoktur şeklinde ifade etmek mümkündür.
Ağrı-Diyadin çatışması, çok kaygı yarattı ve birçok sorunun zihinlere takılmasına neden oldu. Bugünlerde Selahattin Demirtaş’ın abisi Nurettin Demirtaş’ın Kandil’deki
resimleri yayınlanmaktadır. Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçiminden beri kamuoyunda oluşturduğu
olumlu algı, samimiyetsiz ve ikiyüzlü şeklinde yeniden kurgulanmaya çalışılmaktadır. HDP’ye Batı illerinde siyasi çalışma yapma imkanlarının ortadan kaldırılmak istendiğine
dair bir kanaat giderek kamuoyunun önemli bir bölümünde oluşmaktadır. HDP, Cihangir partisi veya dışarıdan dizayn ve kontrol edilen bir proje olarak etkisizleştirilmeye
çalışılmaktadır. Mevcut şartlar altında HDP’nin barajı aşmasını istemeyen birçok güç ve odak bulunmaktadır.
Partiler arasında siyasi rekabet normaldir ve gereklidir. Ancak siyasi partiler arasındaki rekabetin düşmanlığa
dönüştürülmesi, çözüm süreci başta olmak üzere ülkenin
geneline çok olumsuz yansımaktadır. Kişisel suçlamalar,
karalamalar ve çekişmeler yerine, politikalar ve problemler üzerine yoğunlaşılmalı, bunlar üzerinden partiler birbiriyle yarışmalıdır. HDP’nin önünün kapatılması, seçim
sonrası çözüm sürecinde tıkanmalara ve yeni problemlerin ortaya çımasına neden olabilir. Çözüm sürecinin çok
önemli bir aktörü olan HDP’nin Türkiyelileşme açılımı,
sadece bugün için değil, seçim sonrası içinde önemli imkanlar sunacaktır.
12
BasHaberSÖYLEŞİ
4 - 10 Mayıs12
2015
ARAŞTIRMA
Şu feleğin işine bak!
Ankara Marşı da Hesen Zirek’ten intihal
Y
Sedat Ulugana
akın tarihe kadar yasaklar ve baskılara maruz kalan Kürd müziği,
hakim devletlerin asimilasyoncu
kültürleri tarafından talan edildi. Diğer
parçalara nispeten biraz daha serbestiyet
tanınan İran Kürdlerinden meşhur Kürd
politikacılar, sanatçılar ve edebiyatçılar
yetişti. Bunlardan biri de ses sanatçısı
Hesen Zîrek.
1921 yılında Doğu Kürdistan’ının Bokan şehrinde doğan Hesen Zîrek, okuma
yazma bilmiyordu. Kürdçe şarkı söylemenin yanı sıra bestecilik de yapıyordu.
Dengbêjlik tarzının İran Kürdlerine has
gırtlak yapısıyla şarkılar söyleyen Hesen
Zîrek’in kurdo-arabesk türü bir müzik
tarz yarattığı söylenebilir.
Bu özgün Kürd sanatçının yaşamı
da da en az sanatı kadar ilginç. Çocuk
yaşta babası ölen ve annesi başkasıyla
kaçan Zîrek sahipsiz kalır. Bir müddet
köy köy dolaşıp karın tokluğuna şarkılar
söyler. Gençliğinde ağa divanlarından
dengbêjlik, muavinlik, meyhane garsonluğu gibi işler yapan Zîrek, yeteneğinin
keşfedilmesiyle birlikte Irak’ta Kürdçe
yayın yapan Bağdat Radyosu’na yönelir.
Daha sonra İran’a dönüp Tahran Radyosu Kürdçe bölümünde çalışır. Yüzlerce
şarkı ve beste yapar. Hayatında birkaç
defa evlenen Zîrek, politikaya her zaman
yakın durur. Bir süre hapiste de kalan
Zîrek 1972 Haziranı’nda kanserden ölür.
Tahran radyosunun sağladığı imkanlar Zîrek’in yaşam kalitesini yükseltse
de, o içinde bulunduğu
ruhsal buhranı atlatamaz. Doğduğu topraklara geri döner. 1940’lı
yıllarda Hesen Zîrek
Mahabad’tadır ve bir
çayhane işletmektedir.
Aynı zamanda şarkılarını taş plaklar aracılığı
ile sevenlerine ulaştırabilmektedir. Mahabad’ta
bulunduğu süre içinde, Qazî Mihemmed
önderliğinde 1946’da
kurulan Mahabad
Kürd Cumhuriyeti’nin
kuruluşuna da tanıklık
etmiştir. İşte bu tanıklık
üzerine bir taş plağında,
daha önce bestelediği ve Mahabad Kürd
Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Faysal Dağlı
Editörler: İsmail Yıldız, Yeter Polat
Haber Merkezi: Özcan Şahin, Çimen Gümüş,
Rabia Çetin / Diyarbakır: Mustafa Turan /
Ankara: Salih Batırhan
Ruhi Su, Ankara marşı
Hesen Zirek, Ey Niştîman
Cumhuriyeti’ne ithaf ettiği “Ey Niştiman”
(Ey Vatan) marşını okur. Marş içerik itibariyle ulusaldır. içerdiği, “Aryan Ülkesi”
, “Ulus” , “Vatan” , “ Kürdistan Toprağı”
, “Kahraman Peşmerge” , “ Zafer” gibi
ifadeler itibariyle modern, seküler bir
görünüme ve şekil olarak pek de seri
olmayan bir söyleyiş tarzına sahiptir.
Aslında Hesen Zîrek’in büyüleyici sesinin
özgün bir ahenk kattığı ve böylece onunla
özdeşleşen birkaç eserinden bir tanesidir
“Ey Niştiman.”
Ama gelin görün ki, Meşhur ‘Ankara
Marşı’nın bestesi ile ‘Ey Niştiman‘nın
bestesi tıpatıp aynıdır. Atatürk mitosunun yaratılmasından sonra bir çeşit, kendisine “marş ithaf etme
yarışı” başlatan Kemalist rejimin türettiği söz
konusu marşın sözleri
için her ne kadar “anonim” denilse de marşın
içerdiği sözcüklerin bir
kısmı TDK’nin 1950
sonrası “öz Türkçeleştirme” envanterine
mensup… Yani marş
pek de masum görünmüyor. Marş son
40 yılda Ruhi Su’dan
tutun Zülfü Livaneli’ye
kadar bir dizi Türk
sanatçı tarafından
okunmuş. Türkiye’de
yolu ilkokuldan geçen
her vatandaş bu marşı
ezberlemiş, an itibari
İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına
Faysal Dağlı
Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi
İdare Müdürü: Esin Alp
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
ile hepsini değilse de ilk kıtasını söz
konusu kitle ezbere bilir.
Ankara’nın taşına bak
Gözlerimin yaşına bak
Anonim denilse de, ‘Ankara Marşı’,
TRT Ankara Radyosu’nun folklor derleyicisi Muzaffer Sarısözen tarafından
derlenmiş ve Cengiz Kurt tarafından notalanmıştır. Radyo arşivinde ise, marşın
“kaynak şahıs” hanesinde “Konservatuar
İnceleme Heyeti” yazıyor.
Ankara marşının derleyicisi Muzaffer
Sarısözen’in 1940 yılından sonra TRT’de
işe başladığını ve besteci Cengiz Kurt’un
da 1960 doğumlu olduğunu göz önüne
aldığımızda , marşın iddia ettiğimiz intihal olma durumu kuvvetleniyor. Kaldı ki
hiçbir yerde, bestenin sahibinden bahsedilmiyor. Anlayacağınız, Neşat Ertaş’ın
Sovyet Kürdü Rustemê Îsko’ya yaptığını,
Ankara Radyosu da Hesen Zîrek’e yapıyor. Bestesini kendisine mal ediyor.
Hesen Zîrek’in çalınan tek eseri bu değil… Zîrek’in “Yallah Şofêr” adlı şarkısı
da İbrahim Tatlıses tarafından okunmuş, şarkının kaynak şahıs hanesine de
“anonim” ibaresi yazılmıştır. Araştırma
sonucu belirledik ki, bu şarkının derleyicisi olarak, 1970’li yıllarda Türk vatandaşlığına geçip TRT’de çalışan ünlü
sanatçı Kerküklü Türkmen Abdurahman Kızılay’ın ismi geçmektedir. Yani
anlayacağınız, Kerküklü Abdurahman
Kızılay Hesen Zîrek’in şarkısını “derleme” olarak gösterip Türkçeleştirmiş ve
şarkının “hak sahibi” olmuştur. İbrahim
Tatlıses’in bu şarkı için kendisine telif
Tel: +90 212 243 27 60
Fax: +90 212 243 27 79
E-mail: [email protected]
www.basnews.com
Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
hakkı ödeyip ödemediğini de şimdilik
bilmiyoruz.
Yine Zîrek’in “Eman Doxtor” adlı
şarkısı da meçhul şahıslar tarafından
Türkçeleştirilip aynı ezgi ile söylenmiştir. Her geçen gün Kürdolojiye dair
çalışmalar biraz daha artmaktadır.
Bu gidişle, çalışmalara paralel olarak
böylesi tespitlerin sayısı da gün geçtikçe artacaktır. Bu tespitlerimiz “iddia”
mahiyetinde kime ya da kimlere havale
edilecek göreceğiz… Cengiz Kurt’a mı
yoksa İbrahim Tatlıses’e mi? Bence
ikisi de yetmez, TRT radyosu ve emekli
olmuş sabık “folklor derleme heyeti” ne
de havale etmeliler…
Hesen Zîrek’in söz konusu eserlerinin
Kürdçe orijinalleri ile ‚intihal halleri’
için aşağıdaki linklere bakılabilir.
Hesen Zirek’in “Ey Niştiman“ marşı
https://www.youtube.com/
watch?v=058LEPNppjw
Ruhi Su’yun okuduğu Ankara Marşı:
https://www.youtube.com/
watch?v=39SjiwAxrQg
Zülfü Livaneli’nin okuduğu Ankara Marşı:
https://www.youtube.com/
watch?v=DbAN3LpCClg
Hesen Zirek’in “Yallah Şöfür“ şarkısı
https://www.youtube.com/
watch?v=5baAUdoinoQ
Yallah Şöfür“ şarkısı İ. Tatlıses’in sesi ve
Türkçesi ile
https://www.youtube.com/
watch?v=JAlnpmae-1c
Hesen Zirek’in “Eman Doktor“ şarkısı
https://www.youtube.com/
watch?v=fT9Ouhatxpw
“Doktor Civanim“ şarkısı Yaprak Çetin’in
sesi ve Türkçesi ile
https://www.youtube.com/
watch?v=zTBwAACZIZQ
HABER
BasHaber
4 - 10 Mayıs 2015
13
SÖYLEŞİ
Bextiyar Eli
Kürdçe’nin Nobel adayı
S
üleymaniye Kürdlerinden olan
ve Kürdlerin en ünlü romancısı
kabul edilen Bextiyar Eli, geçtiğimiz günlerde Ankara’da BasNews
ve Avesta Yayınları’nın ortak düzenlediği söyleşinin konuğu oldu.
‘Şiddet Çağında Edebiyat’ konulu
söyleşide Eli, dünya romanlarından örneklerle edebiyata konu olan
şiddete dikkat çekiyor. Kürd öykücü
Şêrzad Hesen’in ‘Nobel almayı hak
ediyor’ dediği Eli, şiddet dilinin
dünya edebiyatının tamamında
kullanıldığını ve bugünkü şiddeti
beslediğini savunuyor. Romanlarını
Soranice yazan Eli’nin Kurmanciye çevrilen 4 romanı bulunuyor.
Kuzey Kürdistan’da da geniş bir
okur kitlesine sahip olan Eli, BasHaber Gazetesinin Şubat 2015’te
Diyarbakır’da düzenlediği “SykesPicot Anlaşması’nın 100.yılında
Ortadoğu ve Kürdistan Perpektifleri“ konulu uluslararası panele de
katılmıştı.
Beşikçi: Ulus inşasında
tercüme önemli
Bextiyar Eli’nin kitaplarının
Kurmanci’ye çevrilmesinin Kürd dili
ve edebiyatı konusundaki önemini,
Ankara’daki söyleşiye katılan Sosyolog-Yazar İsmail Beşikçi’ye de sorduk. Beşikçi ulus inşa süreçlerinde
tercüme faaliyetlerinin rolüne vurgu
yaparak İngilizce, Almanca, Rusça,
İspanyolca ve İtalyanca dillerinden
Kürdçe’ye, Kürdçe’den de bu dillere
tercümelerin yapılmasının önemli
olduğunu belirtti.
Beşikçi şunları söyledi: “Bu tercümeler Kürd dilinin gelişmesinde etkili olacaktır. Bu arada Soranice’den,
Kurmanci’ye, Kurmanci’den
Soranice’ye tercümeler yapılması da ulusal bilincin gelişmesini
sağlayacaktır. Romancı Bextiyar
Eli’nin kitaplarını okumadığım için
romancılığına dair fikir ileri sürmem
mümkün değil. Ancak söyleşide dile
getirdiği, şiddet kavramını çeşitli
süreçler içinde değerlendirmek
gerekir. Örneğin, ulusal kurtuluş mücadelelerinde de şiddet
vardır. Bu kanımca haklı
bir şiddettir. Daha doğrusu
gösterilmesi gereken bir
şiddettir.”
Baxtiyar Eli’nin kitapları
yakında Türkçe’de
Bextiyar Eli’nin kitaplarının geç çevrilmesi özellikle
Kurmanci okur açısından
büyük bir boşluk olarak nitelendiriliyordu. Kürd yayınevlerinin tamamının çevirip basmak konusunda bir
iştaha sahip olduğu Eli’nin kitapları
Soranice dışında bazı dünya dillerine de çevirilmişti. Kurmanci’ye
ise Avesta Yayınları tarafından
kazandırıldı. Şu ana kadar 3 eseri
Kurmanci’ye kazandırılan Bextiyar
Eli, yakında Türkçe okurun da beğenisine sunulacak. Alınan bilgilere
göre Doğan kitap, Eli’nin kitaplarını
Türkçe basmak konusunda hazırlık
yapıyor.
Avesta Kitap tarafından yayınlanan 3 kitabı kısa sürede yoğun
ilgi ile karşılanan Bextiyar Eli’nin
iki kitabınının da yayına hazırlandığını ifade eden Avesta Yayınları
Yönetmeni Abdullah Keskin ise,
bir boşluğu doldurmanın sevincini
yaşadıklarını ifade ediyor. Bextiyar
Eli’nin Kurmanci yayınlanmasının
Kürd edebiyatına ilgiyi de arttırdığını
Bextiyar Eli İsmail Beşikçi ile
ve Eli’nin yoğun bir takipçi kitlesi
olduğunu aktaran Keskin, tanıtım ve
reklam konusundaki sıkıntıların bu
heyecanı zayıflattığına dikkat çekti.
Basılan kitaplara ilginin bu güne
kadarki Kürd edebiyatı ilgisinin çok
üzerinde olduğunu sözlerine ekleyen
Keskin, lehçeler arasındaki çevirinin
yetersiz olduğunu ve bu anlamda
daha çok iş yapılmasına ihtiyaç olduğunu söyledi. Eli, eserlerinin yayınlanmasıyla birlikte Türkiye ve Kuzey
Kürdistan’daki edebiyat çevresine
renk kattıklarını dile getiren Keskin
şu ana kadar, “Qesra Balindeyên
Xemgîn”, “Apê Min Cemşîd Xan ku
hertim bê ew li ber xwe xwe Dibir” ve
“Êvara Perwaneyê” isimli kitaplarını Kurmanci’ye kazandırdıklarını
söyledi. Keskin, iki kitabın da yayına
hazırlandığını aktardı.
Bextiyar Eli’nin Kuzey’de pek fazla
bilinmemesinin, kültürel meselelere
değinen medya haberlerinin eksikliği
ve kullanılan alfabelerin farklı olmasından kaynaklandığına dikkat çeken
Keskin, “Bextiyar burada olmamasına rağmen ve kitabı çeviri olmasına
rağmen, kısa sürede ciddi bir ilgi
ile karşılaştı. İlk kitap bitti, ikinci
baskıya geçtik. Diğerlerinin de
çalışmalarına başlandı. Çok
büyük bir çaba gösterilmeden bütün bu kitaplar tek
tek okurun kendisinin gidip
alması ile tükendi” diyerek
bunun Kürd edebiyatı için
önemli bir gelişme olduğunu sözlerine ekledi. Bu
arada internet ortamındaki en büyük kitap sitelerinin verilerine göre Eli’nin
basılan kitapları tamamen tükenmiş durumda.
13
Kaza sonucu
SENNUR BAYBUĞA
‘Suyun balığı balığın suyu kirlettiği bir
denizin ortasında’ böyle başlayan bir şiir
okumuştum tam 21 yıl evvel, bir hastanede
doktoru beklerken bulduğum tıp dergisinde. Yazarının doktor olduğunu sanıyorum
uzunca bir şiirdi neredeyse tümünü ezbere
hatırlıyor gibiyim. Pek bir korkutucu gelmişti o zamanlar, bulunduğum atmosferden olsa gerek.
Şimdi ve yıllar sonra bu dize nereden
aklıma geldi, bugün 1 Mayıs, ayağımın kırıldığı altı yıl evveli saymazsak 18 yaşından beri tüm 1 Mayıslarım sokakta geçti, korsan
eylemlerde, Taksim’e çıkmaya çalıştığımız gençlik yıllarımda, sonra ilk izin verilen yasal mitingler, Pendik, Gaziosmanpaşa, sonra
Taksim yasal mitingleri ve sonra bugün. Ofisim Osmanbey’in hemen orta yerinde cadde üstünde. Birkaç yıl caddeden yaralı topladık büroya. Kendi deneyimlerimden biliyorum, bir eylem sahasında evlerden birinden birisi, sizi içeri alıyorsa saldırı anında işte
orada o kadar çok inanırsızınız ki yaptığınız işe, öyle bir ruh hali
içinde olursunuz ki adeta devrim, sizi ve halkı oluşturur. Büroma
yaralı gençleri alırken yaşattığımı sandığım duygu bu idi. Gazla yaralanmış, sıkışmışlar. Bir kapı açılıyor, birileri onları içeri alıyor,
girdikleri dairede 1 Mayıs marşları, çaylar, kahveler ve onlar gibi
insanlar.
Ve bugün; başka bir şey yazmak isterken, ellerimin beni götürdüğü 1 Mayıs yazısına doğru gidiyor muyum. Sosyalizmin eğitiminden geçmiş benim gibi bir küçük burjuva ne kadar hakikatın peşine sığ bir yolculuk yapmaya çalışırsa çalışsın, iki şarkı, üç
eylem, bir resmi günde bu hale gelir.! Mayıs bizim bayramımızdı,
ama direniş var ise, neşe var ise değil. Bunun anlamı bizim için çatışmadır, devletle karşı karşıya gelmedir, halaydır ama isyanı olan
halaydır, başka miting alanlarının halaylarına benzemez 1 Mayısın
halayları, oradaki isyanı başka yerde kodlayamazsın, kodlamaya
kalkarsan ben eve kapanırım, buradan katılmadığım bir mayısın
yazısını yazarım.
Son zamanlarda ülkede yükseldiği söylenen muhalefet etme
biçimine itirazlarımın olduğunu saklamayacağım, huzursuzluk benim gibi insanların peşini bırakmayan bir garip ruh halidir. Siyasetin insan denen hakikatle arasına hamaset mesafesini koyduğu her
durumun beni bu alandan uzaklaştırdığını da gizleyecek değilim.
Ölümün rekabet haline dönüştürüldüğü ve ölülerin açtığı yolun
siyasetinin yapıldığı her duruma itirazım var, yaşayanlara söz söylemeyen ve sözünün arkasında da durmayı başaramayan her işe
de itirazım var.
Bu hafta tüm dergilerde yine 1 Mayıs yazılarını okudum, bana
hangisinde ne okudun diye sorarsanız cevap verebilecek durumda
bile değilim, bir tek Aydemir Güler’in tüm Türkiye soluna cahil
dediği yazıyı hatırlıyorum, en eğitimsiz, gizlemeden yazmayı başaranı oydu sanırım. Herkes aşağı yukarı aynı şeyi söyler, bizim
solun dergileri ve yazarlarının tümünde tarihi kendi ile tanımlama
hastalığı bilinmeyen bir şey değildir. Birlik, mücadele ve dayanışma günü ile ilgili olarak yazılan bu yazıların bile birbirini ne kadar
mahkum ettiğine bakarsak, işçilerin çalıştıkları yerlerde gidin la
başımızdan demekte ne kadar haklı olduklarını anlamak mümkündür. Solun, işçi ile kurduğu ilişki de birbiri ile kurduğu ilişkinin
aynısıdır, ne siyaset ediş biçimimizde işçi vardır—teorisinden bağımsız olarak söylüyorum biçim diyorum dikkat ediniz lütfen- ve
ne de dayanışma anlayışımızda biz varızdır. Her tarih kendi küçük
kabilesinde yazılır bu ülkede, ben de yazdım, yıllarca da okudum
yalan değil. Ama şimdi, başarabilme yeteneğimi kaybettim sanki.
Bir yandan televizyonda İstanbul 1 Mayıs sokaklarını izliyor,
bir yandan da bu yazıyı yazmaya çalışıyorken, hem orada olmanın
gerçeği ile bağlantısız özlemi ve arzusu ve hem de orada olanlara karşı duyduğum garip bir kırgınlık içindeyim. Birbirimize ve
yıllardır yaptığımız her şeye ve herkese rağmen yaptığımız her
şeyin, hayatımızı bizi riske atan her şeyin ama her şeyin ne kadar niyetimiz ortada olursa olsun onu aşan ve git gide bir başka
şeye dönüşen, beni yabancılaştıran ruh hali içindeyim. Birbirine
sürekli düşman sola, kırıldım ben, birbirine sürekli düşman siyaset, birbirine sürekli yabancılaşan insanın, yaptığı her işe kırıldım
ben.‘Eleştirilerin silahı, silahların eleştirisine dönüştüğü zaman’
böyle de bir sözü hatırladım devrim ve sosyalizm tarihinden şimdi.
Bu kırgınlık elbette geçecek ama kırıp dökmemek için çekilmek
gerek. Yaşasın 1 Mayıs.
14
BasHaberSÖYLEŞİ
4 - 10 Mayıs14
2015
HABER
Japonya Kürdleri
D
Kürdleri
tanıdılar
ülkesi Japonya’da başlangıçta en ağır işlerde
çalışarak, sonraları ise evlilik yoluyla Japonlarla kaynaştılar. Genellikle Saitama Eyaleti
Kawaguchi İlçesi ve Warabi istasyonuna yakın
bölgelerde yoğunlaşan Kürdlerin büyük bir
bölümü Maraş, Adıyaman, Urfa, Ağrı, Iğdır,
Diyarbakır, Hakkari, Batman gibi illerden göç
edenlerden oluşuyor. Bugüne kadar çeşitli
sosyal, siyasal ve kültürel faaliyetler yürüten
Kürdler ilk Newroz Bayramı kutlamasını ise
1995 yılında gerçekleştirdi.
Japonya’ya Kürd Enstitüsü Kürdistan’a
Japonoloji Projesi
Japonya’da bulunan ve 6 yıldan beridir aktif
bir şekilde bir takım diplomatik çalışmalar
başta olmak üzere çeşitli çalışmalar yürüten
Japon Kürd Dostluk Derneği, Kürdler açısından son yıllarda ciddi çalışmalar yürütüyor. Erbil’de de bir şubesi bulunan derneğin
kurucu üyesi ve sekreteri Vakkas Çolak, şu an
Selahaddin Üniversitesi’nde Japon merkezi,
Japonoloji bölümlerinin açılması için çalışmalar yürüttüklerini söyledi. Bunun için bir
gramer kitabı yazdıklarını ve sözlük çalışması
yaptıklarını dile getiren Çolak, ayrıca Tokyo
veya Japonya Kürd Enstitüsü kurmayı planladıklarını söyledi. Aynı zamanda lobi faaliyetleri de yürüten Çolak, Arap ve Türk lobilerinin
çok güçlü olmasından dolayı onların gözüyle
Kürdlerin değerlendirildiğine dikkat çekti. Bu
konuda yapılan çalışmalardan sonuç aldıklarını belirten Çolak, yürüttükleri çalışmaların
yavaş yavaş sonuç vermeye başladığını ve
karşılıklı olarak temsilcilikler açmaya çalıştıklarını kaydetti.
Kürd çocuklara seçmeli Kürdçe ders
Yaklaşık 100 Kürd çocuğunun ilkokula gittiğini belirten Çolak, Kürdçe eğitim konusunda
belediye ile görüştüklerini ve öğrencilerin
bir arada olması durumunda anadillerinde
seçmeli ders verme imkanı tanıdıklarını söyleyerek, “Bir plan veya taslak yapıp sunmalıyız.
O konuda destek verecekler. Kültür hususunda engelleyici bir durum söz konusu değil.
Çocuklarımız ağırlıklı olarak iki okula gidiyor.
Planlamamızı bitirirsek bu iki okulda Kürdçeyi
seçmeli ders yapacağız” dedi.
‘Japonya ile diplomatik ilişkilerimizi
geliştiriyoruz’
Japonya’nın Kürdistan ile petrol alışverişi
konusunda merkezi hükümeti dikkate aldığını kaydeden Çolak, “Ekonomik çıkarlar ön
planda. Bir diğeri dışişlerinde Arapları seven
ve bağlantıları yıllarca devam edenlerin sayısı
çok olduğundan Kürdlere yönelik siyasette
de etkili oluyorlar” dedi. Japonların, Kürdleri
IŞİD saldırıları ve Kobanê direnişi vesilesiyle
tanımaya başladıklarını sözlerine ekleyen
Çolak, şöyle devam etti: “Diplomatik ilişkilerimizi geliştiriyoruz. Fakat ekonomik ilişkiler
sıfır noktasında. Basra’ya milyarlarca dolarlık
yatırım yaptığı için diğer bölgelere karşı gözü
kapalı. Bu nedenle Kürdlerle herhangi bir ticari alış verişi yoktur. Ama Hewler’in su arıtma
ve kanalizasyon sistemini yapmak için bir anlaşma sağlandı. Hastane, birkaç küçük ölçekli
elektrik santrali ve bir de baraj var. Maddi
yardımları var bunu ise sadece merkezi hükümet ve BM aracılığıyla yapıyor. Şu ana kadar
doğrudan yardım söz konusu değil. Fakat
geçtiğimiz günlerde görüştüğümüz hükümet
sözcüsü bu yıl ki bütçeden 90 milyon dolarlık
bir yardımda bulunacaklarını söyledi.” Petrol
alışverişi konusunda ileride Kürdlerle işbirliği
yapabilirler mi şeklindeki soruya, kısa bir süre
önce gerçekleştirdikleri görüşmeden edindiği
izlenimi aktaran Çolak, “Öyle bir düşünceleri
var. Ama şu andaki bütün siyasetleri merkezi
hükümet üzerindedir. Bizim görüştüğümüz
bakanlık yetkilileri bize ‘eğer boru hatları
Bağdat üzerinde olursa veya Kürdistan petrolü Basra’ya gelirse oradan alabiliriz’ diyor.
Ceyhan’dan almak gibi bir fikirleri yok. Fakat
ileride kendileri alıp başka ülkelere satma gibi
bir fikirleri var” yanıtını verdi.
2009 yılında kurulan Japonya Kürdistan Dostluk Derneği,
siyasi ilişkileri yürütme rolü
almış. Japonya ile KBY arasındaki sosyal, siyasi, kültürel ve
ekonomik ilişkileri geliştirmeyi
hedefleyen derneğe daha önce
ticaret ve maliye bakanlığı,
parti başkanlığı yapmış kişiler
destek veriyor. Japonya’da
Kürdlerin bağımsızlığını ilan
etmeleri için lobi oluşturulduğunu kaydeden Çolak, “Artık
Japonya Parlamentosu’nda
Kürdleri tanıyan insanlar var.
Japonya’nın dış politikasının
Amerika’ya endeksli olması ve
özellikle Arap ülkeleri ile olan
ekonomik ve enerji ilişkileri
Kürdlerin önemini arka plana
itmiş. Fakat IŞİD saldırılarından sonra Kürdlerin demokrasisiyle, parlamenter sistemi ve
hiçbir etnik, dini ayrımcılığın
olmadığını ve bir model olduğunu görmeye başladılar. Kürdleri
bütünlüklü olarak değil de daha
ziyade İran, Irak, Türkiye ve Suriye ile ilgili ele alıyorlar” dedi.
‘Bağımsızlık
istiyoruz’
Japonlar olarak Kürdlerle
ilgili yeterince bilgi sahibi olmadıklarına işaret eden Japonya Kürdistan Dostluk Derneği
Başkanı Akinobu Kinoshita ise,
“Japon toplumunun anlamasına yönelik bir kitap projem var.
Bunu ilgili yerleri aydınlatmak
için kullanacağız. 2. Dünya
Savaşı’ndan sonra emperyalist
ülkelerin sömürgesi altında
bulunan bütün Asya ülkeleri
bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Sadece Kürdler bunu gerçekleştiremedi. Biz bunun gerçekleşmesini istiyoruz. Kürdler Ortadoğu için bir model. Kürdistan
Bölgesi’nde dini, etnik, kültürel
bir ayrımcılık yok. Parlamentoda temsiliyetleri var. Okullarda herkesin eğitim hakkı
var. Kürdistanı Ortadoğu için
bir demokrasi modeli olarak
görüyor ve bağımsız olmasını
istiyoruz” diye konuştu.
15
ÇAÇAV
Samurayların 2 bin Kürd konuğu
ünyanın farklı bölgelerine dağılan
Kürd toplulukları arasında en ilginçlerinden biri Japonaya’da yaşayan Kürd
diasporası. Uzak Doğu’ya göç eden Kürdlerin
binlerce kilometre uzaktaki yaşamları ve
kültürel ısrarları dikkat çekiyor. Japonya’ya
yerleşen, kendi dil ve kültürleri ile asimilasyona direnen Kürdlerin gözü kulağı ise Kürdistan
ve bağımsızlıkta.
Yerleşik yaşam tarzları ile bilinen ancak
maruz kaldıkları politik şiddet ve işgal nedeni
ile nüfuslarının büyük kısmı kendi ülkesi
dışına göçen Kürd topluluklarınından biri de
Japonya’ya yerleşmiş duruda. Dünyanın 6
kıtasındaki birçok ülkede görmenin mümkün
olduğu Kürdler Uzak Doğu’da da gelenek
ve kültürlerini koruma savaşı veriyor deyim
yerindeyse.
Sayıları 2 bini aşan Japonya’daki Kürdler, kendi ananeleri ve dilleri ile yaşamlarını
sürdürüyor. Japonya’dan Kürdistan’daki
gelişmeleri dikkatle izleyen Kürdler, yürüttükleri lobi çalışmaları ile de büyük bir yol kat
etmiş görünüyor. Japonya Kürd Kültür Derneği ile Japonya Kürdistan Dostluk Derneği
gibi kurumları olan Kürdler, bu derneklerde
Kürdçe dil eğitiminin yanı sıra kimi kültürel çalışmalar da yürütüyor. Japonlar, genel
olarak Kürdlerden pek haberdar olmasalar
da Kürdlere özel ilgi duyanları da var. 30 yıla
yakın bir süredir Japonya’da yaşayan Kürdlerin sıkıntılarının başında ise, ülkenin mülteci
politikasından dolayı hala oturum alamamaları geliyor.
Bazı Kürd dostu Japonlar ise Kürd Edebiyat
Araştırma Grubu gibi çalışmalar başlatarak,
Japonları adını duymadıkları, bilmedikleri Kürdlerden haberdar etmeye çalışıyor.
Bunların başında araştırmacı gazeteci Kiyoshi
Nakagawa, Ayumi Takeda, Akihiko Yamaguci
ve fotoğrafçı yazar Noriko Matsuura geliyor.
Araştırmacılar, Kürdler ile ilgili çok sayıda
kitap, çeviri, teks, film ve farklı etkinlikler
yapıyor. Japonya Kürdleri, IŞİD’in Japon bir
gazeteciyi katletmesi sonrasında yeniden gündeme geldi. Kürdlerin IŞİD’e karşı mücadeleleri bu ülkede hayranlıkla karşılanıyor.
Japonya’ya çoğunlukla Kuzey Kürdistan’dan
göç eden Kürdler, burada da dünyanın herhangi bir yerinde Kürdlere karşı geliştirilen
saldırılara tepki göstermekte tereddüt etmiyor.
“Dünyanın neresinde olursa olsun, Kürdlere
yapılan zulme karşılık vereceğiz” mesajları
veren Japonya Kürdlerinin bu günlerdeki
en önemli gündemi bağımsızlık meselesi.
Şimdilerde Türkiye’deki seçimlerden dolayı
kendi içlerinde seçim hazırlığı yapan Japonya
Kürdlerinin, Kobanê için başlattıkları yardım
kampanyası da devam ediyor. Öte yandan
mültecilik hakları mücadelesi de yürüten
Kürdler, yasal göçmenlik statüsü kazanmak
için mahkemelerde uzun yıllar süren hukuk
mücadelesi veriyor. Yaklaşık 30 yıldır Kürdlerin göç ettiği bir ülke olan Samurayların
HABER
BasHaber
4 - 10 Mayıs 2015
15
SÖYLEŞİ
Çocukların yargıdaki nöbetçisi!
T
Laser Mario
ürkiye’de kendini ifade edecek alan
bulamayan ve toplumsal bilinçsizliğin sonucu olarak en çok bedel
ödeyen kesim kuşkusuz çocuklar. Savaşın
ve siyasetin doğurduğu olumsuz sonuçlardan ve toplumsal olaylardan, dolaylı veya
doğrudan en çok etkilenenler çocuklar
olmasına rağmen onların psikolojik, pedagojik ve sosyal anlamda bu açığını kapatacak yeterli alan bulunmuyor.
Duyarsızlık ve kendilerini yeterince
koruyamamanın getirdiği olumsuz sonuçlardan biri de çocukların ‘suç’ işlemeye
itilmesi. Gerek yasaların çocuklar hesaba
katılmadan hazırlanması gerekse eğitim
ve çalışma alanlarındaki yetersizlikler
sonucunda Türkiye’de suça itilen çocukların sayısı, 2014 verilerine göre 21 bin 661
olarak tespit edildi. Korkutucu boyutlara
ulaşan bu rakam kendisiyle birlikte suça
itilen çocuğun geri kazanımı ve yargılama aşamasında çocuğa yaklaşımın nasıl
gerçekleştiği tartışmalarını da beraberinde
getiriyor.
Yargılama aşamasında çocuğa karşı ceza
odaklı bir yaklaşım sergileyen yargı mekanizması, önleyici tedbir almak yerine tersine bir tavır sergiliyor. Kimi zaman çocuğa
karşı yetişkinlere uygulanan mekanizmalar
devreye sokuluyor, kimi zaman çocuğa
uygulanan şiddeti görmezden gelerek ve
bunu cezasız bırakarak çocukların mağdur
edilmesine yol açılıyor. Türkiye’nin de
taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk
Hakları Sözleşmesi’nin ise ne kadar uygulandığı ve sorumlulukların ne kadar yerine
getirildiği ise tartışma konusu. Suça itilen
çocukların sayısının giderek arttığı gözlemlenirken, hukuki açıdan yaklaşımların
ne derecede yeterli olduğu ve duyarlılık ise
tartışılmıyor. Bu konudaki eksiklikleri gidermek, adalet sistemine katılan çocuğun
maruz kaldığı haksızlıkları dile getirmek
için yakın zamanda Çocuk Alanında Çalışan Avukatlar Ağı (ÇAÇAV) adıyla çalışma
yürütecek bir girişim işe başladı. Kısa
sürede olumlu tepkiler alan ve 100’e yakın
üyeye ulaşan bu ağ ile hukuk sisteminde
çocukların daha görülebilir kılınması için
çalışmalar yürütülüyor. ÇAÇAV Genel Koordinatörü Şahin Antakyalıoğlu, ÇAÇAV’ın
kuruluş amacını, kurulmasında etkili
olan ihtiyacı ve yargı sisteminde çocukların uğradıkları haksızlıklar konusunu
BasHaber’e değerlendirdi.
Amaçlarının çocuk haklarının savunuculuğunu yapmak olarak ifade eden Antakyalıoğlu, bu hakların uygulanabilir olması
için çalışacaklarını, çocuğa ve ailesine hak
ihlalleri kapsamında destek vereceklerini
söyledi. Barolarda çocuklara yönelik kurul
ve komisyonların eksikliğine dikkat çeken
Antakyalıoğlu, çocuk alanında çalışan
avukatların az olduğunun altını çizerek,
“Bu alanda çalışan üye sayısını arttırmak,
meslektaşlarımızın ilgisini çekmek ve
kapasitesini arttırmak, barolarda çocuk
hakları kurul ve komisyonları kurulmasını
sağlamak istiyoruz. Çocuk alanında çalışan
avukat sayısı yetersiz. Bu alanda, uzman
ve mevzuata hakim avukat sayısı az olduğu
için böyle bir ihtiyaç hissettik. Aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarına danışmanlık
hizmeti verecek ve bu yönde ağ ve platformları güçlendirmeye çalışacağız” dedi.
Çocuk alanında çalışan avukat az
Çocuk alanında çalışan avukat sayısının
az olması ve ÇAÇAV’ın henüz kurulmuş
olması nedeniyle şimdilik Türkiye genelinde 100’e yakın üyesi bulunuyor. Kısa
sürede üye sayısının artması beklenirken
şimdiden birçok ilin barosunda eğitimler
verilmeye başlanmış bulunuyor. Üyelerin
hepsinin gönüllü olarak çalıştığını aktaran
Antakyalıoğlu, “Bunların bir kısmı pasif
ama çeşitli illerde hak ihlallerini tespit edip
raporluyorlar. Gerektiğinde bu çocuklara
destek verilmesi için çalışıyorlar. Meslektaşlar arasında bir destek sağlanıyor ve birbirimize, bu yönde bilgi ve tecrübelerimizi
aktarıyoruz. Çocuk adalet sistemine giren
çocuklar güçlendiriliyor” diyerek farklı hak
ihlallerine uğramalarının engellendiğini
dile getirdi.
Özellikle CMK kararlarının mağduru
olan çocukların birçok kez yetişkinlere
uygulanan yargılama tutumunun çocuklara da uygulandığına şahit oluyoruz. ‘Taş
atan çocuklar’ sıfatıyla Türkiye gündeminde sıkça yer alan mağdur çocuklara
verilen cezaların kimi zaman yetişkinlere
uygulanandan daha fazla olması ise adalet
sisteminde çocuk olmanın herhangi bir şey
değiştirmediğini gösteriyor.
Çocuklar yetişkin gibi yargılanıyor
Çocuk ve yetişkin yargılama sistemlerinin birbirinden farklı olduğunu ama yargı
mensuplarının çoğu zaman yetişkinlere
dönük uyguladıkları tutumu çocuklara da
sergilediklerini hatırlatan Antakyalıoğlu,
çocukların ulusal ve uluslararası hak ve
anlaşmalardan kaynaklanan farklı haklara
sahip olduğunu ifade ediyor. Çocuğun yargı sisteminde yüksek yararını sağlamaya
çalışacaklarının altını çizen Antakyalıoğlu
konuyla ilgili, “ÇAÇAV olarak çocuk adalet
Uygulayıcıların eksiklikleri cezasızlığı getiriyor
Uygulayıcıların eğitim almadıklarını,
alanların ise yasanın özünü ve felsefesini
anlamadan çeşitli hak ihlalleri gerçekleştirdiğini söyleyen Antakyalıoğlu, bunun
özümsetilmesi ve felsefesinin anlatılması
gerektiğini vurguladı. Antakyalıoğlu, uygulayıcıların eksikliklerini şöyle ifade etti;
“Birebir sadece maddeyi okumak yetmiyor. Yani çocuğa şiddetin yasak olduğunu
bilmesine rağmen, bir kurumdaki idari
çalışanlar, şiddet uygulayabiliyor ve bir
cezasızlık ortaya çıkıyor. Bazıları ise bir
tokat atmak veya kulak çekmeyi şiddet
olarak görmeyebiliyor ve esnek davrandığı
için bu olay cezasız kalabiliyor. Maalesef
bu alanda yer alan uzmanlar da çocuğa
yardım etmiş gibi davranıyorlar. Halbuki
gerçekten yardım etmiş değil. Sadece kanun
öyle emrediyor diye orada fiziksel olarak
bulunuyor, dolayısıyla bir hizmet kusuru
ortaya çıkıyor.”
sistemi temel ilkelerinin uygulanmasını
sağlamaya çalışıyoruz. Çocuğa duyarlı ve
çocuk dostu tutum ve davranışlar sağlanmalı, çocuğa özgü yapılar oluşturulmalıdır.
Bu yüzden çocuğu mümkün mertebe daha
fazla yıpranmadan sistemin dışına çıkarmak gerekiyor” dedi.
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin
uygulamada nasıl bir işlev gördüğünü de
değerlendiren Antakyalıoğlu, bu anlaşmayla çocuğun her türlü ihmal ve istismardan korunması için adli sorumluluklar
yüklendiğini ama bunun birçok kez ihmal
edildiğini söyledi. Antakyalıoğlu konuşmasının devamında, “Bu hükümleri içeren
temel ilkeler içerisinde doğru düzgün uygulanan yok. Çocukların yararı için birçok
yenilik yapılması gerekiyor. Yönergelerin
buna göre düzenlenmesi gerekiyor. Çocukların mağduriyetine neden olan birçok hak
ihlali söz konusu, bunların değiştirilmesi
gerekir. Anayasada yer alan çocuk haklarına ilişkin maddelerin de düzenlenmesi
gerekiyor” diyerek bununla yetinilmemesi
ve uygulayacak kişinin de eğitim alıp denetlenmesi gerektiğini vurguladı.
Yargıda hizmet
kusuru var
Çocuklara yönelik koruyucu ve destekleyici bir müdahale planının olması
gerektiğine dikkat çeken Antakyalıoğlu,
bu eksikliğin çocuğu tekrar suça sürüklediğini söylüyor. Çocukların tekrar suça
itilmesine de değinen Antakyalıoğlu, “Çocuklar için doğru bir müdahale programı
uygulansa, çocuk desteklense, tekrar böyle bir şey olmayacak. Bu yargının ve diğer
hizmet verenlerin bir hizmet kusurudur.
Sen çocuğun tekrar suça yönelmesine bir
engel olamıyorsan, bunu beceremiyorsun
demektir. Yani oradaki suçlu çocuk değil.
Bunu önleyemeyen kamu personelidir”
diyerek, çocuklarla ilgili yargı sisteminde
bir farkındalık yaratacaklarını ve meslektaşlarını çocuk alanında çalışmak için
daha çok teşvik edeceklerini söyledi.
16
BasHaberSÖYLEŞİ
4 - 10 Mayıs16
2015
MÜZİK
Müzisyen Mem Ararat
‘Sanatın doğası muhaliftir!’
K
Zerya Nergis
endi deyimliyle müzik hayatına
başlangıcı “şaka gibi” olan Mem
Ararat, müziğini icra ederken yaşadıklarından yola çıktığını ve müziğini her
dinleyenin kendisinden bir şey bulmasını
amaçladığını söylüyor. Albümü çıktığı
andan itibaren, sosyal medya yoluyla
sesini duyuran ve her dinleyeni kendisine
bağlayan kadife yumuşaklığında bir sese
sahip Ararat. Dinleyenin dinlendikçe daha
çok bağlandığı, sesinin rengi ve yumuşaklığı ile adeta kendisine müptezel bir
hayran kitlesi yaratmayı başaran Ararat,
şu sıralar Kürdlerin en revaçta seslerinden biri konumunda. Uygarlığın her şeyi
ve herkesi standartlaştırdığını ifade eden
Ararat, politikaya ise sanatla muhalefet
edilebileceğini savunuyor.
Geçtiğimiz yıl “Quling, Ewr û Baran”
adlı ilk albümünü kendi ifadesiyle ‚evden
bozma bir stüdyoda, imkansızlıklar içinde
ve bu noktaya geleceğini hayal bile edemezken‘ çıkaran müzisyen Mem Ararat,
kısa sürede birçok kişinin gönlünde yer
edinmeyi başardı. Yaşamı, her Kürdün
yaşadığı gibi trajedilerle dolu geçen
Ararat’ın, şarkılarında kendisi ve tanık
olduğu, sürgün, aşk, hüzün, yaşam ve
ölüm yani yaşama dair ne varsa bir parça
bulabilirsiniz. Albümündeki 8 eserin
tamamının söz ve müzikleri kendisine ait
olan Ararat, henüz bir yıllık profesyonel
müzik hayatında sıfır reklam ile yoğun
bir dinleyici kitlesine ulaştı. Profesyonel
müziğe kendi deyimiyle “evden bozma
bir stüdyoda, şaka gibi” başlayan Ararat,
ikinci albüm için kolları sıvamış.
Sosyal medya üzerinden dinleyiciyle
buluştu
Arkadaşlarının yoğun talebi ve yardımıyla ilk albümünü çıkaran Ararat,
enstrümanları da yine kendisinin çaldığını
söylüyor. “İmkânsızlıklar içinde bu albümü çıkardık” diyen Ararat, “Büyük bir iddiamız yoktu. Kendimiz için yaptık. Ama
şu açıdan bir meydan okumaydı. Herkes
gelişmiş stüdyolarda, büyük imkanlarla
albüm yapıyor. Biz bunun tam tersini
yaptık. Kürdçede bir atasözü var, diyor ki,
“Giya di binê kevir de namîne.” Yani hiçbir ot taşın altında kalmaz. Tohum yeşerir
ve bir şekilde dışarı çıkar” diyerek müzik
serüvenini anlatıyor. Reklam yapamadıklarını ve televizyon kanallarının da ticari
kaygılarla davranmasından dolayı albümün tanıtımını yapamadıklarını kaydeden
Ararat, “Tamamen dinleyicilerin sosyal
medya üzerinden kendi aralarındaki paylaşımlarıyla dinlendi. Biz de beklemiyorduk. Şaşkınlık ve mutluluk yarattı. Daha
Sanat yaşamı
anlamlandırma
teşebbüsüdür
iyi şartlarda daha iyi çalışmalar yapmayı
umut ediyorum. İlk albümümün tüm
söz ve müzikleri bana ait. İkincisinde de
bir-iki parça dışında hepsi bana ait olacak.
Aralık ayında çıkmasını öngörüyoruz.
Ama net değil. Bunu biraz daha profesyonel bir stüdyoda yapmak istiyoruz” diyor.
‘Ruhuma ve vicdanıma
dokunuyorum’
Yumuşak sesi ve özgün tarzı ile kısa
sürede sosyal medya üzerinden büyük bir
dinleyici kitlesine ulaşan Ararat, büyük
beğeni toplayan tarzı ve müziği ile ilgili
özgünlüğünü korumaya çalışacağını belirterek, “Hepimiz, tek tek, farklıyız. Birbirimize çok benzememizin nedeni uygarlığın
kendisidir. Uygarlık bizi standartlaştırıyor. İnançlarla, okullarla, geleneklerle,
otoritelerle yapıyor. Bence kişi kendi içine
bakar ve sesini duyar. Herkesin sesi ve
tarzı özgündür. Herkesin duygusu kendisine özgüdür. Birbirimize çok benzesek
de, ortak cennet ve cehennemlerimiz olsa
da, her birimiz farklı dünyalarız. Benim
yaptığım tek şey ise kendi sesime kulak
vermek. Kendi ruh dünyama, vicdanıma
dokunuyorum. Acının, sevincin, kederin, en saf haline bakmaya çalışıyorum.
Mümkün mü bilemiyorum ama yapmaya
çalıştığım bu. Belki de bu yüzden insanlar
farklı buluyorlar. Tam olarak kendimi
bir müzisyen olarak ifade edemem ama
kendimi müzikle ifade etmeye çalışıyorum. Bu nedenle tarzım budur veya şudur
diyemiyorum, tarzımı, kendimi böyle tarif
ediyorum” şeklinde devam etti.
Sanat sınıflar ve sınırları ötesidir
Müzik çalışmalarında yeniyi yaratmak
ve iyi işler yaparak bir adım öteye gitmeyi
hedeflediğini dile getiren müzisyen Ararat, kendisince ‘iyi’nin tarifini yaparken,
“Ruhu olan, yaşayan, estetik, anlam ve gücün birleştiği bir şey. Yaşarken paylaşmak
istiyorum. Bu biçimde anlamlı olabilir.
Bu bir tutunma biçimidir de. İçtenlikle
söyleyebilirim ki uzun bir süredir bütün
eylemlerim bu arayışa dairdir” ifadelerini
kullandı. Kürdçe müzik yapan Ararat, müziğin Kürt, Türk, Laz gibi etnik kimliklerle
sınıflandırılmaması gerektiğine vurgu
yaparak, “Bence ne zaman sanatı etnik
sınıflandırmalardan kurtarabilirsek, o zaman çok daha anlamlı olacak. Hem estetik, hem anlam, hem istenç ve güç yönüyle
daha zengin bir çizgi yakalayacaktır. Sanat
sınırlar, sınıflar ötesi bir şeydir” dedi.
‘Politikanın muhalefeti sanattır’
“Politikanın muhalefeti yine politika
olamaz. Sanat çok anlamlı bir muhalefettir” diyen Ararat, “Sanat tertemiz bir
vicdandır. İktidardan arınmış ise tertemizdir. Bu anlamda sanatçılar kendilerini iktidarlardan korumayı öğrenmeli.
İktidar sanatı siparişçiliğe yönlendiriyor.
Bu sanatın can düşmanıdır. Bu sanat
değil ticarettir. Sanatın ticareti olur ama
bunu sanatçı yapmamalı. Sanatçı tüccar
değildir. Ticaret yapmamalı. Sanatçı çiftçidir. Tabi ki para kazanmalı ki iktidarın
boyunduruğu altına girmeye ihtiyaç duymasın. Aksi taktirde vasıflarını kaybeder”
şeklinde devam etti.
Birçok insanın sanat yapmaktan daha
ziyade şarkı söylemek ve işin zanaatını
yapmaya çalıştığını vurgulayan Ararat,
“İnsanın yaptığı işi bilmemesi büyük bir
eksikliktir. Bu kişinin yaptığı işe saygısı
ile ilgilidir. Hatta bu bir yaşam biçimidir.
Kişinin kendi yaşamına veya başkalarının yaşamına olan ilgisi ile alakalıdır.
Saygımızı yitirmemeliyiz. Çünkü bizimle
başlayan bizimle kalmıyor. Şarkıyı söyledikten sonra o şarkı size ait olmaktan
çıkıyor. Artık onu seven ve dinleyen
herkesindir” şeklinde konuştu. Sanatın
bir arz etme biçimi olduğunu kaydeden
Ararat, sözlerine şunları ekledi: “Özellikle toplum için olması için sanat yapılmaz.
O gelip almak isteyen içindir. Çünkü
sanatın birinci adımı toplumsal değil bireyseldir. İcra edildikten sonra toplumsal
bir hal alır. Sanatçı kendini anlatır. Sanat
daha iyi yaşama arzusu, yaşamı anlamlandırma teşebbüsüdür. Anlam, estetik,
güç, hayatı parlatan, onu bir yıldıza
dönüştüren ne var ise onunla ilgilidir.”
Film müzikleri
yapmak istiyor
Kısa sürede reklamsız bir şekilde bu kadar büyük bir dinleyici kitlesine ulaşmış
olmanın mutluluğunu ve gururunu yaşadığının altını çizen Ararat, “Kendi kendime birbirimize ne kadar çok benziyoruz
diyorum” dedi. Profesyonel müzik hayatı
yeni başlayan ancak bundan sonra çıktığı
bu yola devam edeceğini aktaran Ararat,
ikinci albümünün hazırlık çalışmalarına
başladığını belirtti. Geçmişte öykü yazdığını ve şimdilerde bir deneme çalışması
olduğunu sözlerine ekleyen Ararat, yıllar
önce Kovara W ve Jiyana Rewşen dergilerinde ise şiirlerinin yayınlandığını aktardı. Çalışmalarının sonunda şiirlerini bir
kitapta toplayacağını dile getiren Ararat,
birikmiş bir arşivi olduğunu da sözlerine
ekledi. Ararat, ilerleyen dönemlerde film
müzikleri yapmak istediğini kaydetti.
Köylerinin yakılmasının ardından ailesi
ile birlikte 17 yıl boyunca sürgün gibi
Marmara ve Ege bölgelerinde yaşayan
Ararat, 2007 yılında yeniden Mardin’in
Kızıltepe İlçesi’ne dönerek yaptığı çiftçilik
ile yaşamını idame ettirmeye çalışıyor.

Benzer belgeler

16.02.2015

16.02.2015 Şakran, yeni ‘5 Nolu’ mu oluyor?

Detaylı

04.04.2016

04.04.2016 da bulunması, IŞİD’e karşı mücadeleyle ilgili askeri konuların da görüşme gündeminin temel konularından biri olacağını gösteriyor. ABD bağımsız Kürd devleti çekincesinden vazgeçti Barzani’nin ziyar...

Detaylı

13.09.2014

13.09.2014 Peşmerge ve Sünni güçlere aktarılması maddesi de yer alıyor. Tasarının Irak Başbakanı ve hükümetinin karşı çıkmalarına rağmen ABD Kongresi’nden geçmesi ABD’nin Irak’ın Kürd, Şii ve Sünni olmak üzer...

Detaylı

26.01.2015

26.01.2015 Kürdistan Bölgesi’ndeki cephelerde Peşmerge’nin savunma stratejisi karşısında saldırı ve sızma girişimleri gerçekleştiremeyen IŞİD, güç yoğunluğunu Irak ordusu ile Heşdi Şabi milis güçlerinin opera...

Detaylı