En masum anılarım - Atlantis

Transkript

En masum anılarım - Atlantis
En Masum Anılarım
Yazan: Bedriye Aksakal
Binbir düşünce peş peşe belleğimde. Kimi acılı, kimi bol kahkahalı. Bende
başladım anılarımı yazmağa hem de noktasına, virgülüne dek. En masum
anılarım çocukluğumdan kalanlar. Ne güzel çocukluk yılları yaşamışım.
Çocukluğumda koşup oynadığım, sokak artık o sokak değil. Bizlere kol kanat
geren teyzeler, amcalar yok artık. Komşularımız tamamen yabancılaştı. Fırıncı
Hatice Teyze’nin bağırması, Osmaniyeli Halanın: “ Bre kızlar kapımın önünü
yine kirlettiniz,” diyerek süpürgesiyle kapıya çıkması bir hayal artık.
Sokağımızda iki katlı bizim ev ile, Eczacı Ahmet- Malik Biber kardeşlerin
evlerinin dışında tüm evler tek katlıydı. Evimizin karşısı ise boş bir arsaydı.
Sabah annemin söylediği işleri yaptıktan sonra kilimimizi, bezden yapılmış
bebeklerimizi alarak arkadaşlarımızla evcilik oynardık. O günden öğrendiğim
çocuk şarkılarını da hiç; ama hiç unutmadım. Bir tanesini arada bir söyleyerek
çocukluğuma sığınırım
“Dostluğun bir sevgisiyle
Toplandık her an burada”
Bu sevgi bağı kopmaz hiç
Dağılsak bir gün yurda.”
Oynadığımız oyunları da unutmuyorum. Ne çok saklambaç, körebe... Fidanlıkta
Tarzancılık oynardık. İp atlamayı bayılırdım. Bir gün top oynarken, düşerek ön
dişlerim kırılmıştı. Bizler oyun oynarken de annelerimiz kapı önlerinde,
serdikleri kilimlerde otururlar, bir yandan da ellerindeki oyaları yaparlarken,
sohbetlerini sürdürürlerdi.
Saat tam on iki de topu patlatan Tarzan’ı görmek için tüm mahalle çocukları
onun geçeceği sokak başında toplanır, Tarzan’ın inmesini beklerdik. O koşarak
inerken bizlerde Tarzan’ı alkışlardık.
Mahallemizde çok güzel genç kızlar vardı. Hele bir tanesi vardı ki, çok güzel bir
kişiydi. . Tarzan, ona her gün beyaz gül getirirdi. O abla evlenince, Tarzan’ın
çiçek getirme faslı da bitmiş oldu. Tarzan evli kişilere çok saygılıydı. Evli
kadınlara yan gözle dahi bakmazdı.
Tarzan Kerkük Türklerindi. Yaşamını sorduğumuzda, hep nişanlısı Meral’i
anlatırdı. Manisa’yı yangınlar içersinde gördükten sonra Manisa’ya gelerek
dağları mesken tutmuş. Bu gün Manisa yeşil sanını aldıysa onun diktiği
fidanların ağaç olmasındandır. Manisa daki tüm ağaçları o yetiştirdi. Tarzan bir
yerde “Yeşilin Atası”
İlk önce Dağcılığı Manisalı gençlere sevdiren Halit Değirmenciler, Araştırmacı
Yazar Sadık Karaözler, Emlak Müdürü Abidin Seziciler, Tuzcuların Emine
Teyzeler, Fakir Işıklar... Mahallemize taşındı.
Okulda yapamadığım derslerim oldu mu Sadık Karaöz’e gidip sorar, daha sonra
onunla birlikte ders çalışırdık. Abidin Amca(Sezici) güzel konuşan birisiydi. Her
konuşmasının sonunu deyişle bitirirdi. Ondan çok deyişler öğrenmiştim
Örneğin:
“Kızım var deme el koynuna girmedikçe
Arkadaşım var deme borç para almadıkça
Oğlum var deme muhtaç olmadıkça
Karım var deme yoksulluk görmedikçe.”
Mahallemiz bir okul gibiydi. Büyükler, çocukları korur, evlerde yapılan tatlılar,
börekler, sokağın tüm çocuklarına verilirdi. Paylaşım fazlaydı. Birimizin yanlış
bir tutumu olsun, annelerimizden önce, mahallenin büyükleri bizlere karışırdı.
En çokta Tuzcuların Emine Teyze’den çekinirdik. O,kaşlarını çattı mı, bilirdik
ki bizim bir hareketimizi beğenmedi. Hulo hoplar çıktığında, hulo hopu
döndürürken eteklerimiz açılıp, bacaklarımız görünüyor diye Emine Teyze’den
çok azar işitmiştik..
Mahallemizin en espirili insanı Malik Amca(Biber)’dı. Akşamüzeri oldu mu,
sokağın köşesinde durur, gelene geçene enfiye tutardı: “Hapşırın ki ciğeriniz
genişlesin” derdi. Enfiyeyi çekenin hapşırması ard arda olurken, Malik Amca da
kıs kıs gülerdi.
Malik, Ahmet Biber’in anneleri Zümrüt Teyze çok hoş görülü bir insandı. Savaş
ve yıkım gördüğünden anılarında hep Rumeli’den göçüş öyküleri vardı. Doğup
büyüdükleri topraklarını bebeleriyle terk ederken, yollarda çektiği sıkıntılarda aç
susuz kalmışlar. Bir de bir buçuk yaşanda ki çocuğu kucağında ölüp,
bulundukları yerde bebesini gömdüğünü anlatırken, yüzündeki evrensel
çizgilerden yol alan göz yaşları içimi acıtırdı.
Zümrüt Teyze’ye babam çok takılırdı. Zümrüt Teyze sakın ola Pazar günün
dışında başka gün ölme. Dükkanımızı kapatıp, cenazeye gelemeyiz, derdi. O da
kıs kıs gülerek, kendine has şivesiyle: Bre Hasan Efendi. Ülüceği mi nerden
bilem.diyerek yanıtını verirdi. Allah’ın takdirine bakın ki Zümrüt Teyze bir
Pazar günü öldü.
Dip komşumuz, Dursun Teyze ile gelini Güzin Abla çok ehli keyif insanlardı.
Sabahleyin ikisi de süslenip pencere kenarında gelene geçene bakarken bir
yandan da sigaraları ellerinden hiç düşmezdi. Mahallemizde Kürt komşularımız
vardı. Kürt Şöhret Abla çok güzeldi. Kömür gibi gözleri, simsiyah gür uzun
saçları vardı. Epey Manisalı delikanlı, kapısının önünden geçti; ama o kimsenin
kalbini çalmadı. Birde Kürt Zeberce vardı. Türkçe bilmediğinden ne o bizim
dilimizi, ne biz onun dilini anlardık. Oğlu, artist olacağım diye evlerini terk etti
gitti, gidiş o gidiş, bir daha da Manisa’ya dönmedi. Zeberce sonunda aklını
yitirdi, sokaklarda ağıt yakarak dolaşır dururdu. Onu tüm mahalle kollayarak,
maddi ve manen yardım etmişti.
Arabacıların Hatice Teyze’nin kızı Bedriye Teyze ile konuşabilmek, ondan
Manisa ile ilgili deyişleri dinlemek çok hoşuma giderdi. O deyişleri söyledikçe,
bende not alırdım. Ne diyor Bedriye Teyze:
“Kızım değirmen damı karanlıktır ama
Dönüşünden belli olmaz.
Bir köpekte keramet çoktur ama
Uluyuşundan belli olmaz.
Bir kadın kocasına düşmandır ama
Gülüşünden belli olmaz.
Telaldan müezzin olmaz.
Minareyi yıkar, sesinen.
Hizmetçiden hanım olmaz,
Kurnayı kırar tasına
Daha sonraki yıllarda da Rıfat Canuyar, bizim evin bir sokak aşağısında, çok
güzel bir köşk yaptı. Bahçenin ortasında büyük bir havuz vardı. Bu köşkte daha
sonraki yıllarda, beton yığınları arasında yok olup gitti.
Sokağımızın doğu kısmında da büyük bir köşk vardı cumbalıydı. Sahibi Akide
Hanımlardı. Kendisi bütün gün cumbalı yerde otururdu. Oğlu İzzet Ağabey her
gün darbuka çalardı. Onlarda İzmir’e gittikten sonra o güzelim köşk yoklar
arasına girdi.
Mahallemizde benim akranlarımdan olan, Güneş Polat bizim evin karşısında
otururdu. Alımlı bir kızdı. Güzel resim yapardı, Liseyi bitirdikten sonra, güzel
sanatlara giderek oradan mezun oldu. Evde tüm duvarları rengârenk boyardı.
Onun renkler içinde yaşamasını bazen kıskanırdım. Özgür bir kızdı. Sonradan
kendisinden yaşça büyük olan tiyatro sanatçısı olan Erol Günaydın’la evlendi.
Türkiye’de ilk Ağrı Dağı’na çıkan kız sanını alan Yıldız Değirmencioğlu’da can
dostumdu Yalnız o mu? Bebek yüzlü Zübeyde Işık’da en yakın arkadaşımdı.
Üçümüzün dostluğu bugün de devam ediyor. İstanbul’a gittiğimde Yıldızlar da
kalır, saatlarce konuşarak çocukluğumuza, delicoş günlerimize yol alırız.
Şair arkadaşım Ahmet Yeşilyurt, akşamüzerleri kapımızın önünde bizlere şiir
okumadan evlerine gitmezdi.
Sonradan mahallemize Semra ve Sema kardeşler kiracı olarak geldiler. Bir ara
mahallemize Yeşilçam denmeye başlandı. Bu kardeşlerden bir tanesi derler ya
artist gibi kız öyle bir şey, Semra artist gibi kızdı. Bıyığı yeni terlemiş gençler
onların kapısından geçerdi. Liseyi bitirmeden Semra, Manisa’nın tanınmış bir
ailenin oğluyla evlenerek, İzmir’e taşındılar.
Mahallemizde üç Belediye Başkanımız da yetişti. Mustafa Çapra karşı
komşumuzdu. Onun Belediye Başkanlığı zamanında, Süleyman Demirel
Başbakan iken onlara gelmişti. Mahallemizde çoluk çocuk, kadın, erkek
Demirel’i görmek için, sokağın başında saatlerce beklemiştik. Zafer Ünal , Adil
Aygün, Halim Sezici... De bizim mahallemizin insanıydı.
Sokağımızdaki tüm arkadaşlarımız, kardeşlerimiz okuyarak, Manisa’da ve
dışarıda iş güç sahibi oldu. Gençlerin çoğu bir taraftan da dağcılık yaptı.
Dağcılığı sevdiren, Halit Değirmencioğlu oldu. Halit Bey Amca, Sadık, Erdoğan
Karaöz kardeşler, ağabeyim, Türkiye’de çıkmadıkları dağ kalmadı. Bugün
doğayı seviyorsam dağcılığı aşılayan Halit Bey Amca sayesindendir.
Yazı yazmaya başladığım an nedense hep geçmiş günlere sığınıyorum.
Arkadaşlarımı, teyzeleri, amcaları anıyorum.
Yaş ilerledikçe insan anılarına sığınıyor. Anılar bir yerde arınmamızı sağlıyor.
Dostoyevski der ki:
Hayatımızda en yüce, en güçlü ve faydalı dayanağımız ana, baba evinden kalma
hatıralarımızdır.

Benzer belgeler