Sayi 1/Yil 1

Transkript

Sayi 1/Yil 1
‫سطأل َ َط َي ْطِْ ح َ ْا ِم اِأ َ ْم‬
َ ‫ َا َي َ َاا ح نْ َِ لَ ا َا َأط ْح َي ِ ََط ْح ع َ َط َي ِ ََط ْح حْ نم‬.‫ل حْ نم ِِ ِم‬
ِ ‫ِ حْ نم ِْا‬
Sayi 1/Yil 1
YIL 3/ SAYI 25
REBIULEVVEL 1435/ OCAK 2014
‫ب ِ ْس ِم‬
Hediyemiz olsun!
MÜSLÜMANLAR IMHA EDILIYOR...
Aylık;
Islami,
Siyasi
ve
kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
GEZI
kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
k
AFGANISTAN
Ilmi
Dergimiz..
SURIYE...
LIBYA
MISIR
FILISTIN
ÇÖZÜM; TEK IMAM + ŞERIAT NIZAMI
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Fihrist
Dersler
Konular
Yazarlar
Sayfa
—
—
2
Erdoğanla Gülen arasında neler oluyor?
Ve Gülenin Bedduası!
Editör
3
Tefsir Dersleri
TEKVÎR SÛRESİ (15-29)
Ebu Abdurrahman
4
Tefsir Dersleri (devam)
TEKVÎR SÛRESİ (15-29)
Ebu Abdurrahman
5
MÜDAFAA -SAVUNMA (2)
M. Metin Müftüoğlu
6
İkinci Delil:S ÜNNET(4)
Ibni Abdulhalim
7
İslâm Fıkhı Açısından Sigara(3)
Ebu Ensar
8
İMKÂNLAR ve HAMLELER (1)
Cemaleddin Hocaoğlu
9
Islam/Ibadet
Kelime-i Şahadetle çelişen tutumlar(5)
Said Havva
10
Siyer/Davet
Peygamberimizin Hayatı;
Sosyal Ve Ekonomik Boykot(2)
B. Çobanoğlu
11
Kadın-Erkek eşitliği (4)
Misafir Kalemler
12
Kur´anda Gençler ve Gençlik değerleri(10);
Öğrenmede Tekrar
Ibni Abdulhalim
13
Müslüman Çocuğun edebi,
Bunları Biliyormusunuz?
Anonim
14
İslami Cephe ile IŞİD Çatışmasında 700
Ölü...
Budist Rahipler Müslümanlara Karşı Güç
Birliği Yapıyor...
—
15
Fihrist
Gündem/Yorum
Gençlerle Başbaşa
Suffa Mektebi
Fetva Köşesi
Beyyineler
Hanımlar Köşesi
Sohbetler/Düşünceler
Yarının Büyükleri
Basından Seçmeler
Muhacirun Dergisi:
www.muhacirun.net
Yazışma Adresimiz:
[email protected]
Sayfa 2
MUHACIRUN DERGISI–
Doğrular Islamın doğrulardır,
hatalar/yanlışlar bizim
yanlışlarımızdır. Okuyucularımızdan
(Islama göre varsa) Hatalarımızın
düzeltilmesini istirham ediyoruz.
YIL-3/ SAYI– 25
REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Gündem/Yorum
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Editör
de herhangi bir dini kural olmadığına göre, Sizin ancak Kendi Sahibinize şikayet hakkınız var.
Evvelen, kendisine en son böyle bedduayı nezaman Hee Kasımpaşalı Erdoğan mı?
Partimin menfaati için Papaz elbisesi giyerim diyen
kim için yaptığını sormak isterim…
birinden, Kendi Partisine, Başkanına, Dava arkadaşBazıları gibi gündem değiştirmek için Haksız beddua tutar mı tutmaz mı? sorusunu ortaya atacak deği- larına makam/menfaat için ihanet eden bir Kimseden
ne beklenir?
lim…
Bakın Islama/Şeriata göre bu yaptıklarınızın çoğu
Belki size göre kim haklı?...
Allaha ve Rasulüne ihanettir. Çünkü Islamda Kafir
Iş bu raddeye nasıl geldi. Kimler tarafından getirildi
rejimle uzlaşma yoktur. Islamda Allahın verdiği hüve bu olayın sonu ne olacak, kim Karlı/Zararlı çıkaküm bağlayıcıdır(Referanduma sunulamaz). Islama
cak, ceza/fatura kime kesilecek?...
göre Demokrasiyi ve partiyi kabul etmek/
Konuya Eceviti (1993 de olsa gerek) evinde ziyaret desteklemek Şirktir.
eden Gülenle görüştükten sonra Hanımı Rahşana
Gülen hoca yıllardır Kitmir olmayı istediğini söylüysöylediği şu sözle başlayalım; Hanım, hanım Türki
ordu. Biliyorsunuz Kitmir Ashab-ı Kehfin KöpeğiCumhuriyetlerde Okullarımız
nin ismidir. Cennete girecek olan birvarmış…
kaç hayvandan birisidir. Bu hayvan
Önce Turgut Özalla anlaştılar, sonra
rivayetlere göre Musa (as)mı menfaati
Ecevitle, sonra DYP, sonra AKP/
için satan, Musa (as)a beddua eden
Erdoğanla…Bir toplantıda BartoleBel´am bin Bauranın yerine Cennete
meosla beraber aynı duayı (?) okugirecektir. Bu Bel`am ‚Alim olup 700
muşlardı…Hatta bir aralar onu Vatimüridiyle havada uçan bir kimseydi‘
kanda dahi görmüştük…Maslahat
rivayetleri var.
icabı…
Insan önce kaliteli/delikanlı olacak,
Belki bütün bu anlaşmalar ne
menfaatine göre dost/düşman değişkarşılığında oluyordu? Kim kime
tirmeyecek hele hele bir Lider pozisyneler veriyordu, hangi tavizleri veonunda bir kimse ise..
riyorlardı…Ilişkileri ne iliskişi idi?
Bir Kafir delikanlı/kaliteli olabilir,
Hoca-Talebe iliskişi değildi herhalde…
fakat bir Mü`min kalitesiz bukalemun olamaz, olmamalı. Eğer olabiliyorsa o zaman bu Kimsenin IslamEvet, bu ilişkilerin hepsi Menfaat ilişkileridir. Her- daki ismi Münafıktır.
kes kendisinin Menfaatına olan kimselerle ve kuru- Sakın Erdoğanı savunduğum zannedilmesin(Allah
luşlarla/partilerle anlaştı. Daha sonra bu işin menkorusun/aramızda din farkı var) o herzaman demofaatı/karı az olunca daha fazla kazançlı anlaşmalara krat olduğunu/Islami bir parti olmadıklarını söylüygirdiler ve diğer anlaşmaları bozdular… Kimse ku- or…
sura bakmasın menfaat ilişkisinde herhangi bir dini
Onlar Demokrasi icabı, Menfaatleri icabı,(nurcularin
kural veya etik yoktur. Bunu siz baştan biliyordudeyimiyle) Maslahat icabı Güleni ve Nurcuları kulnuz.
landılar. Herkesi/Tüm halkı/Medyayı Para, Mal, MaSizin o menfaat anlaşmasına göre; kar getiren her
kam vererek kullandıkları gibi…
şey helal, menfaatinize engel olan herşey/herkes düşmandır…Çünkü siz Yahudinin menfaat Ahlakını
Bu Laik devlete tabi olanların bir makam/menfaat
uyguluyordunuz ve Karşılığında sana bu çıktı. Bu
Kavgasıdır diye düşünüyorum…
ihanet bile değildir. Siz yıllardır hemen hemen her
seçimde başka Partiyle anlaştınız. Faydalandıktan
sonra değiştirdiniz. Daha iyisini bulunca öbüründen Islamın Devlet olması yolunda mücadele veren Muvazgeçtiniz değil mi?
vahhid Müslümanlar olarak biz Makam/Menfaat için
Şimdi kızmaya hakkınız yok…Bedduya hiç… Bed- iman etmedik, Makam/menfaat için de kimseyi satdua Kulun birisini Rabbine/Mevlasına/Sahibine şimadık, bu başkalarının sıfatıdır…
kayetidir. Yani Dini bir meseledir. Menfaat ilişkisin-
Erdoğanla Gülen arasında neler oluyor?
Ve Gülenin Bedduası!
Sayfa 3
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-3/ SAYI– 25
REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
TEFSIR DERSLERI
ِ ‫) َوقن ِي ُل قُ َاق َع‬16( ُ ‫) قَ ِن َج َوق ُر ق ِن ْن‬15( ُ ‫م ْ ُُْ ِن ْس‬
َ َ‫م‬
ُ ‫فَ ََل قْ ِس‬
َ
‫) ُاى‬19( ‫ٍو ر ٍَ ُ ر‬
ْ ‫) قُنهْ نَوَ ِو ْ َر‬18( َ َ َ‫ح قُاق ف‬
ُّ ‫) َو‬17(
ُ ‫قنص ِب‬
َ
َ
ِ
ُ َ ‫) َو‬21( ‫ُع م قَ ُ ي ر‬
ُ ِ َ ‫سْو رة ُع ِ َ ُاى قن‬
‫) ْ ط ر‬20( ‫ِ َ ُني ر‬
‫) َو َ ُ و َْو‬23( ُ ‫ل ق ِن ْجبُي‬
َ
ُ ‫ص‬
ُ ْ‫) َونَوَ ِ َرقَ ْ ُْ ُُِْف‬22( ‫ُحبْ ْن ِ ُْ َج ِج ْو ر‬
َ ُ ‫) َو َ ُ و َْو ُْوَ ِو‬24( ‫ي ُي ر‬
َ ِ َ َُ‫) ف‬25( ‫ا ِيطَُ ر َر ُ ي ر‬
َ ُْ ُ ‫َعلَى ق ِن َي ِي‬
ِ َ‫) نُ َج ِ اَُ َ ُ ِ ْن ِ ق‬27( َ ‫) قُ ِ و َْو قُُ ُا ٍِ ع نُ ِل َُنَ ُجي‬26( َ ‫ف َِذ َوبْو‬
)29( َ ‫اُنْ َ قُُ قَ ِ َاَُ َ لْ َر ُِّ ق ِن َُنَ ُجي‬
َ َ‫) َو َ ُ ف‬28( َ ‫متَوُي‬
ِ َ
81-TEKVÎR SÛRESİ
Mushaftaki Sıralamaya Göre 81.Sûredir. Mufassal
Sûreler Kısmının Dokuzuncu Grubundaki Üçüncü
Sûredir. 29 âyettir. Mekke'de nâzil olmuştur.
Dikkat çeken husus; et-Tekvîr Sûresi'nin iki bölümden
meydana gelmesidir. Birinci bölüm 14. âyetle sona erer.
Bu bölümde âhiret gününden söz edilir ve bu bölüm;
"Kişi önceden ne hazırladığını görecektir" (âyet 14)
âyetiyle son bulur. Burada insan nefsine o gün için
çalışması hatırlatılmaktadır. Daha sonra sûrenin İkinci
bölümü gelir. Bu bölümde cevabını: "Şüphesiz ki bu çok
şerefli bir elçinin getirdiği sözdür" âyetinin teşkil ettiği
bir yemin vardır. Sonra sûrenin akışı devam eder ve: "O,
ancak âlemler ve sizden doğruluk isteyenler için bir
öğüttür" (âyet 19) mealindeki âyetler gelir.
İKİNCİ BÖLÜM (15-29. ÂYETLER)
15. Andolsun geri dönenlere, 16. Akıp akıp yuvalarına
girenlere, 17. Kararmaya yöneldiği zaman geceye, 18.
Ağarmaya başladığı dem sabaha, 19. Şüphesiz ki bu
(Kur’ân) çok şerefli bir elçinin getirdiği sözdür. 20. Bir
elçi ki Arş’ın sahibi (Allah) katında değerli ve güçlü. 21.
Orada kendisine uyulandır, emin birisidir. 22. Sizin
arkadaşınız asla bir deli değildir. 23. Andolsun ki
(arkadaşınız) onu apaçık ufukta görmüştür. 24. O
gaybdan (verdiği haberlerde) asla cimri de değildir. 25.
Bu (Kur’ân) kovulmuş bir şeytan sözü değildir. 26.
Böyleyken nereye gidiyorsunuz? 27. O, ancak âlemler
için bir öğüttür; 28. Sizden doğruluk isteyenler için. 29.
Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler bir şey
dileyemezsiniz.
Andolsun ki Kur'ân Şerefli Bir Elçinin Getirdiği
Sözdür (Âyet 15-19)
"Andolsun geri dönenlere, akıp akıp yuvalarına
girenlere." Tercih edilen görüşe göre bunlardan maksat
gezegenlerdir. Âlûsî şöyle der: "İbn Ebî Hatim'in Ali'den
rivayet ettiğine göre o: Bunlar beş yıldızdır. Zühal,
Utârid, Müşteri, Behram yani Mirrîh ve Zühre
gezegenleridir, demiştir."
Sayfa 4
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Ebu Abdurrahman
Zikredilen gezegenler o zaman Araplarca biliniyordu. Bu
yıldızların gündüz gizlenip gece geri dönmesi insana
göredir. Yahut da bu âyetlerde onların devamlı bir şekilde
hareketleri sırasında geri dönmeleri ve saklanmaları
kastedilmiştir.
"Kararmaya yöneldiği zaman geceye, ağarmaya başladığı
dem sabaha. Şüphesiz ki bu (Kur'ân) çok şerefli bir
elçinin getirdiği sözdür." Son âyet önceki yeminlerin
cevabıdır. Hiç şüphesiz bu Kur'ân, çok şerefli bir elçinin
Cebrail'in getirdiği bir sözdür. Nesefî şöyle der:
"Kur'ân'ın Cebrail'e nisbet edilmesi, onun indirmiş
olmasından dolayıdır." İbn Kesîr de şöyle der: "Şüphesiz
bu Kur'ân, değerli bir elçinin; yaratılışı güzel, manzarası
göz alıcı, şerefli bir meleğin tebliğ ettiği sözlerdir. Bu
melek de Cebrail (a.s)'dır."
Cebrail (a.s)'ın Güvenilir Oluşu (Âyet 20-21)
"Bir elçi ki, Arş'ın sahibi (Allah) katında değerli ve
güçlü." Yani yüklenen görevi yerine getirmeye gücü
yeten, ondan âciz kalmayan bir elçi. İbn Kesîr der ki:
"Yaratılışı, yakalaması ve fiili şiddetli bir elçi. Onun
Allah katında yüksek bir mevkii vardır."
"Orada kendisine uyulandır." Gökyüzünde Mele-i
A'lâ'dan olan melekler ona itaat eder. İbn Kesîr şöyle der:
"Gökyüzünde kendisine itaat edilir. O sıradan bir melek
değildir. Bilâkis o seçkin, şerefli ve kendisine önem
verilen bir melektir. Bu büyük mesaj için seçilmiş bir
melektir." "Emin birisidir." Vahyi tebliğ konusunda
kendisine güvenilir. Yahut her konuda güvenilirlik
vasfını taşıyan bir melektir. İbn Kesîr der ki: "Burada
güvenirlik niteliği ile anılma çok önemlidir. Çünkü Allah
kulu ve melekler içinden seçtiği elçisi Cebrail'i övüyor."
Rasûlullah'ın (s.a.v) Cebrail (a.s)'ı Görmesi (Âyet 2223)
"Sizin arkadaşınız..." Muhammed (s.a.v), kâfirlerin iddia
ettiği gibi "...asla bir deli değildir. Andolsun ki
(arkadaşınız) onu apaçık ufukta görmüştür." İbn Kesîr
şöyle der: "Muhammed (s.a.v), kendisine Allah'tan mesaj
getiren Cibril'i, Allah'ın onu yaratmış olduğu şekilde 600
kanatlı olarak "apaçık ufukta" görmüştür. Bu el-Bathâ
denilen yerde gerçekleşen ilk görmedir." Nesefî, "apaçık
ufku" Güneşin doğuş yeri şeklinde açıklamıştır.
Rasûlullah'ın Vahyi Ulaştırmada Cimri Olmayışı
(Âyet 24)
"O gaybdan (verdiği haberlerde) asla cimri de değildir."
Muhammed (s.a.v) kendisine gelen vahiyde cimrilik
yapmaz. Aksine herkese onu sunar. Vahyi tebliğ ve onu
öğretme konusunda ihmalkâr davranmaz. Kendisinde
bulunan bütün bilgileri başkalarına verir.
Bu Kur'ân Asla Bir Şeytan Sözü Değildir (Âyet 25-26)
"Bu (Kur'ân) kovulmuş bir şeytan sözü değildir." Kur'ân,
kulak hırsızlığı yapıp bunu kâhin dostlarına ulaştıran
bazılarının sözü değildir. "Böyleyken nereye
gidiyorsunuz?" İbn Kesîr der ki: "Bu Kur'ân'ın Allah
katından gelen bir gerçek olduğu apaçık ortada iken onu
yalanlama konusunda aklınız nerelere gidiyor?" Katâde
YIL-3/ SAYI– 25
REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
ise âyete: "Böyleyken Allah Teâlâ'nın kitabını ve O'na
itaat etmeyi bırakıp nereye gidiyorsunuz?" anlamını
vermiştir.
Kur'ân Âlemler İçin Öğüttür (Âyet 27-28)
"O, âlemler için bir öğüttür." Nesefî burada: "Kur'ân
sadece yaratıklar için bir öğüttür" der. İbn Kesîr de: "Bu
Kur'ân bütün insanlar için öğüt kabul edebilecekleri bir
zikirdir" der. "Sizden doğruluk isteyenler için." Nesefî
der ki: "Kur'ân, doğruluk isteyenler için bir öğüttür. Yani
İslâm dinine girerek doğruluk isteyenler zikirden
(Kur'ân'dan) faydalanırlar. Her ne kadar o, bütün
insanlara öğüt olarak verilmiş olsa da İslama girenlerin
dışındakiler! sanki ondan öğüt almamış gibidirler." İbn
Kesîr burada: "Hidayet isteyenlerin bu Kur'ân'a
sarılmaları gerekir" der.
Allah'ın İradesi ve İnsanın İradesi (Âyet 29)
"Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler bir şey
dileyemezsiniz." Siz doğruluğu mahlukatın mâliki olan
Allah dilemedikçe dileyemezsiniz.
İbn Kesîr der ki: "Dileme işi size bırakılmamıştır. Evet;
dileyen hidayete erer, isteyen de
sapıklığa gider. Ancak bunların hepsi
yine de âlemlerin Rabbi Allah'ın
dilemesine bağlıdır. Süfyân es-Sevrî'nin
Süleyman b. Mûsa'dan naklettiğine
göre, "O, ... sizden doğruluk isteyenler
için bir öğüttür" âyeti nazil olunca Ebû
Cehil: - İş bizim elimizde. İstersek
doğru oluruz, istersek doğru olmayız,
dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ:
"Âlemlerin Rabbi olan Allah
dilemedikçe sizler bir şey
dileyemezsiniz" âyetini indirdi."
Bu âyetin nüzul sebebi vasıtasıyla
birçoklarını şaşırtan "meşîet =dileme"
meselesinin en önemli noktasını kavrayabiliriz. Bu da
insan iradesinin ilâhî iradeye bağlı bulunmasıdır. Konuyu
şöyle özetleyebiliriz: Herşey Allah Teâlâ'nın
dilemesiyledir. Bunun böyle olması insan iradesine ters
düşmez. Bu meseleye birçok defa temas ettik. Allah
birini saptırırsa, o bunu hakettiği için Allah adaletiyle ona
muamele edip saptırmıştır. Şayet birini hidayete
ulaştırmışsa ona da lütfü ile muamele etmiştir. Eğer her
şey Allah Teâlâ'nın dilemesiyle olmasaydı o zaman Allah
Teâlâ günaha yenik düşmüş olurdu. Halbuki bu olamaz.
Allah hiçbir şeye yenik düşmez. Dolayısıyla herşey
Allah'ın dilemesiyledir. Bu bir zorlama anlamı taşımaz.
Allah bilmiş ve istemiş ve kudretiyle onu açığa
çıkarmıştır. Bilme bir şeyi ortaya çıkarır, onu herhangi
bir şeye zorlamaz. Allah falan kimsenin ne işleyeceğini
bilmiş, o işi dilemiş ve kudretiyle onun yapacağı işi
ortaya çıkarmıştır.
olarak yorumlamışlardır. Nitekim âyetin tefsîrinde
bunları gördük. Ancak Süfyân b. Uyeyne ( ‫ )ض ي‬ve ( ‫)ظ ي‬
kelimelerinin aynı mânaya geldiğini söylemiştir. Bu
görüşe göre cimrilikle suçluluk arasında bir ilişki vardır.
Muhammed (s. a) tebliğ konusunda suçlu ve cimri
değildir.
Benî Hanife Heyetine Hz. Ebû Bekir'in Sözü
"Böyleyken nereye gidiyorsunuz?" (âyet 26) âyetleriyle
ilgili olarak İbn Kesîr şöyle der: "Ebû Bekir Sıddîk (r. a),
müslüman olarak geldikleri zaman Benî Hanife heyetine
emretmiş, onlar da son derece bozuk ve saçma ifadeler
bulunan yalancı Müseyleme'nin Kur'ân'ından bir şeyler
okumuşlar. Bunun üzerine Ebû Bekir (r.a) onlara şöyle
demiştir: "- Yazıklar olsun size! Akıllarınız nereye
gitmiş? Allah'a andolsun ki bu sözler bir tanrıdan
çıkmamıştır."..."
İnsanın İradesi (Âyet 25-29)
"Kur'ân ... sizden doğruluk isteyenler için bir öğüttür.
Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler birşey
dileyemezsiniz." (âyet 25-29) âyeti
hakkında Seyyid Kutub şöyle der:
"Allah Teâlâ, insanların kendi
iradelerinin, her şeyin kaynağı olan
büyük iradeden ayrı olduğu
anlaşılmaması için böyle
buyurmaktadır. İnsanlara verilen seçme
hürriyeti ve hidayete emre kolaylığı
ancak olmuş ve her şeyi kuşatan bu
büyük iradeye bağlıdır.
Yaratıkların iradesinden söz edildiğinde
Kur'ân-ı Kerim'in hemen zikrettiği bu
metinlerle imanî anlayış ve onun
kapsadığı büyük hakikat varlık
alemindeki her şeyin Allah'ın iradesine
bağlı olup insanlara lütfedilen seçme gücünün, diğer her
türlü takdir ve tedbir gibi O'nun iradesinin bir parçası
olmasıdır. Bu irade meleklere lütfedilen emrolundukları
şeye kayıtsız şartsız uyma ve onları yerine getirme
kudretiyle aynıdır. O halde bu, açıklandıktan ve
öğretildikten sonra iki yoldan birisini seçme gücünün
insanlara verilmesi Allah'ın dilemesinden bir parçadır.
Bizzat hakkın ne olduğunu kavramaları, yardım ve
başarıyı ilâhî iradeden isteyip bu yolda alacakları ve
bırakacakları her şey hakkında o iradeye bağlanarak en
büyük iradeye sığınmaları için bu gerçeğin müminlerin
tasavvuruna yerleştirilmesi gerekir."
et-TEKVÎR SÛRESİ HAKKINDA SON SÖZ
Abese Sûresi Allah Teâlâ'nın "Kulakları çatlatacak
gürültü Kıyamet kopup geldiği zaman" buyruğuyla sona
ermişti. et-Tekvîr sûresi ise: "Güneş durulduğu zaman"
âyetiyle başlamıştır. Buna göre Abese Sûresi'nin sonuyla
24. Âyetteki "Bidanîn" Kelimesinin Farklı Okunuşu et-Tekvîr Sûresi'nin başlangıcı arasındaki ilişki son
( ‫ي‬
‫ (وما ع الغ بضنين‬âyetinin farklı okunuş şekilleri
derece açıktır. Dikkat çeken bir husus da şudur: et-Tekvîr
vardır. Birinci okunuşa göre son kelime ( ‫ ( ي‬ikinci
sûresi, "Sizden doğruluk isteyenler için" âyetiyle son
okunuşa göre ( ‫ ( ظ ي‬şeklindedir. Kelime "zı" harfiyle
bulmakta; el-İnfitâr Sûresi'nin baş taraflarında ise: "Ey
yazıldığında "suçlu" anlamına gelmektedir. Müfessirlerin insan! Keremi bol Rabbine karşı seni ne aldattı?" âyeti (el
çoğu ( ‫ )بض ي‬ve ( ‫ )بضظ ي‬kelimelerini birbirinden ayrı
-İnfitâr, 82/6
Sayfa 5
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-3/ SAYI– 25
REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Gençlerle Başbaşa
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Emîr’ul Mu’minîn
M. Metin Müftüoğlu (Kaplan) Hoca te siyasettir. Siyasetin varlığını kabul etmek bir iman meselesidir, siyasetten ve devlet yönetiminden bahsetmek de
Efendi’nin 2.7.2010 /Istanbul:
MÜDAFAA -SAVUNMA (2) ibadetten söz etmek gibidir. Binaenaleyh diğer ibadetler
dinden ayrı tutulduğu zaman din yarım kalacağı gibi,
devlet ve siyasette dinden ayrıldığı zaman din yarım kalaİslam dini ve Siyaset:
İslam, hem dindir hem devlettir, hem caktır!
ibadettir hem siyasettir. Bir başka ifa- Elhasıl İslam dininde cami ne ise, cami yönetimi ne ise
devlet de, devlet yönetimi de odur! Kur'an'da aile hukude ile; İslam hem dünyadır, hem ahirettir. Yani ahiretle ilgili hüküm ve mâlumatı getirmenin ku, miras hukuku, ticaret hukuku, ceza hukuku vesair
yanında dünya ile ilgili hüküm, emir ve yasakları da ge- hukukla ilgili ayetlerin sayısı çoktur!
tirmiştir. Daha başka bir ifade ile; İslam dini aynı zaman- Bizim dert ve davamız senelerce ihmal edilen, gündeme
da bir hukuktur, bir hukuk devletidir, fert ve aileyi, ticaret getirilmeyen İslam'ın gerçeklerini ve hakikatlerini ümmet
fertlerine tebliğ etmek ve duyurmaktır. Bu tebliğatımızla
ve sanayi, siyaset ve idareyi, savaş ve barışı, asayiş ve
ne devlet düşmanlığı yapıyoruz ne de millet düşmanlığı!
güveni, ikram ve cezalandırmayı ilgilendiren bir hukuk
Tebliğ ve telkinatımızı yaparken de ilmî ve fıkrî zeminde
sistemidir.
Elhasıl; İslam dininin ibadeti siyasettir, siyaseti de ibadet- kalıyor, kaba kuvvete baş vurmuyor, kışkırtma yoluna
tir. Bunlar içiçedir, bunları birbirinden ayırmak mümkün gitmiyor, terörist bir harekete teşebbüs etme niyyet ve
değildir. Öyle ki, ibadetsiz İslam olamayacağı gibi, siya- maksadını gütmüyoruz. Gütmemişiz de!..
setsiz de İslam olamaz. Buna dair Kur'an'da ve Sünnet'te „Kaynağımız Kur’an, örneğimiz Hz. Muhammed’dir!“
dediğimize göre, kendimizi n soyüzlerce ayet ve hadis vardır.
rumlu addedmişizdir ki, aslında
Keza; İslam dinini gereği gibi inöyledir, sorumluyuz. Yanlış din
celeyen dünyanın ilim, fikir ve
anlayışını tashih etmeye, noksansiyaset adamları da İslam dininin
ları ikmal etmeye başlamışızdır.
özünde ve yapısında devlet ve siyTebliğ yoluyla, telkin yoluyla
aset olduğunu kabul ve itiraf etbaşlamışızdır. Ve bu, başta hocamektedirler.
lar olmak üzere her müslümana
O halde müslüman, aynı zamanda
farzdır. Mü’min olmanın
bir iman meselesi olarak; ilim ve
vasıflarından biridir, aksi yönde
hukuk adamı da ilim ve fikir
kalmak münafıklık olur.
adamı olarak, İslam dinini böyle
Kur’an şöyle der:
bilecek, böyle inanacak ve böyle
„Mü’min erkekler ve mü’min
kabul edecektir.
kadınlar, birbirlerinin velisidirVe netice itibariyle diyebiliriz ki;
ler (dostlarıdırlar). İyiliği emreİslam dinini kabul edip, onun siyaderler, kötülükten men ederler,
sî ve devlet yönünü kabul etmemek ve İslam'ın devlet ve
namazı
kılarlar,
zekâtı
verirler, Allah’a ve Resulü’ne
siyasetinden söz edenleri suçlamaya ve cezalandırmaya
itaat
ederler.
İşte
onlara
Allah rahmet edecektir. Alkalkışmak bir çelişkidir. Bu İslam dinini bilmemenin
lah
veya kötü niyet taşımanın bir eseridir!
daima üstündür, hikmet sabibidir.“ (Tevbe, 71)
„Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerinİslam dini diğer dinlerle kıyaslanamaz!
dendir: Kötülüğü emreder, iyilikten men eder ve elleİslam dininde siyaset, devlet idaresi dinin bünyesinde
(yapısında) olup dinin kendisidir, yani siyasetin kaynağı rini sıkı tutarlar. Allah’ı unuttular. Allah da onları
Kur'an'dır! Kur'an iman ve ibadet meselelerini getirmenin unuttu. Münafıklar; işte yoldan çıkanlar onyanında devlet hukukunu, ceza hukukunu da beraberinde lardır.“ (Tevbe, 67)
Biz, münafıkların safında değil, mü’minlerin safında yer
getirmiştir. Bu itibarla İslam dininde din-devlet bütünlüğü vardır; Dini devletten, devleti dinden ayrı düşünmek almak için, mü’minler gibi, tebliğat ve telkinatımızı yapmak istiyoruz ve yapmaktayız. Ve bunun için yola çıktık
mümkün değildir. Bunlar ruhla beden gibi birbirini tamamlayan iki unsurdur. Namaz, oruç gibi ibadetler nasıl ve diyoruz ki, İslam dini bir bütündür; ibadetiyle, siyaseAllah'ın birer emri olup bunları dinden ayırmak mümkün tiyle, devletiyle bir bütündür.
olmadığı gibi devlet de, devletin siyaseti de Allah'ın bir
Hayatın her safhası, her hareketi hakkında hüküm getiremridir.
Öyle ki, müslüman İslam devleti varsa onu korumaktan, miştir. Ve bunun bir istisnası yoktur ve hak din de işte
budur. Bütün müslümanların böyle bilmelerini, böyle
yoksa onu kurmaktan sorumludur, namaz ve oruç gibi
inanmalarını, böyle yaşamalarını ve böyle anlatmalarını
sorumludur.
Bir başka ifade ile İslam dininde siyaset ibadettir, ibadet- Allah emretmiştir, farz kılmıştır.
Sayfa 6
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-3/ SAYI– 25
REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Suffa Mektebi
Temel Meseleler
a) Eğer bu fiiller Kur'an'daki bir mücmeli beyan veya bir
mutlakı takyid veya bir umûmu tahsis için sadır olmuş ise onun
vücub ve nedb bakımından hükmü beyan ettiğinin hükmü
Peygamberin Fiilleri
gibidir. Bu fiillerin beyan olup olmadığı ya meselâ: Rasûlullah
(s.a.) in namaz hakkında "Namazı benden gördüğünüz gibi
Peygamber (s.a.v.) in fiilleri üç
kılın", hac hakkında da "Hac hükümlerinizi benden alın"
çeşittir;
hadislerinde olduğu gibi sözle açıkça ifade buyurmasından
1-Fıtrî hareketleri:
veya beyana ihtiyaç duyulduğu sırada sadır olan ve beyan
Bunlar oturup kalkma, yeme, içme,
sayılabilecek fiillerde olduğu gibi karinelerden anlaşılır. Veya
uyuma, yürüme gibi insan olmanın gereği zat-ı âlilerinden sadır meselâ Rasûlullah (s.a.) ın hırsızın elini bilekten kesmesi "...
olan fiillerdir. Bunlar kendisi için mubah hareketler olduğu gibi onların elini kesin" ayetinin bir beyanıdır. Yine teyemmümde
ümmeti için de mubah hareketlerdir, dolayısıyle bunları
dirseklere kadar meshetmesi "... yüzlerinizi ve ellerinizi
yapmak ve bu davranışlarında Rasûlullah'a ittiba etmek bize
mesnedin" ayetinin bir beyanıdır.
vacib değildir. Ama meselâ sağ elle yemek gibi Mendup veya
Beyan vücub, nedb ve ibaha konusunda beyan edilene tâbidir.
Sünnet olduğuna dair hakkında delil varsa o şer'î bir hüküm
olur.
Dünya işlerindeki tecrübesi ve bilgisi gereği kendilerinden
b) Bu fiiller herhangi bir şeyi beyan için değil de müstakil
sadır olan ticaret, ziraat, harp idare etmesi, bir hastaya ilaç tarif vârid olmuşsa bakılır: Vacib veya nedb veya ibaha gibi bir
etmişi gibi hareketleri de bu
hüküm ifade ettiği biliniyorsa bunu
kabildendir, şer'î bir hüküm sayılmaz.
yapma konusunda ümmet de
Çünkü bunlar ilâhî vahy ile değil şahsi
Rasûlullah gibidir. Çünkü:
ictihad ve tecrübe ile yapılan fiillerdir.
"Peygamber size ne verdiyse onu alın
Bu sebepledir ki Bedir gazasında
size ne yasakladıysa ondan da sakının"
Rasûlullah (s.a.v.) orduyu muayyen bir
(Haşr,7) ve "Andolsun
yere yerleştirme yönünde görüş beyan
ki,Rasûlullah'da sizin için Allah'a ve
edince Habbab bin Münzir(r.a)
âhiret gününe kavuşmayı umanlar, için
kendisine "Ya Rasûlallah bu yer
en mükemmel bir örnek vardır"
Allah'ın sana gösterdiği bir yer midir
(Ahzab, 21) ayet-i kerimeleri bunu
yoksa kendi reyiniz veya harp ve
emretmektedir. Ayrıca ashab-ı kiram
taktik icabı mıdır? Rasûlullah(s.a.v.) :
pek çok olayda delil olarak
"Bu, görüş harp ve tatbik icabıdır"
Rasûlullah'ın fiilini esas alıyorlardı.
buyurdular. O zaman Habbab(r.a):
Meselâ Hz. Ömer Haceru'l-esved'i
"Konaklanacak yer burası değildir"
öpme konusunda şunu söylemişti: "Ey
diyerek su kaynağına yakın başka bir
taş, Vallahi iyi biliyorum ki sen
yeri işaret etti, ordu oraya indi.
kimseye zararı ve faydası dokunmayan
Rasûlullah (s.a.v.) Medine halkının
bir taşsın, Rasûlullah'ın seni öptüğünü
hurma ağaçlarını tohumladığını
görmeseydim öpmezdim".
gördüğünde onlara bunu
yapmamalarını tavsiye etti, onlar da
Şayet şer'î bir hüküm ifade ettiği
bıraktılar. O yıl hurmalar olmadı. Bunun üzerine Rasûlullah
bilinmiyorsa
bakılır:
Devamlı
olmaksı-zın bazan iki rekat
(s.a.v.) onlara "Siz dünyanızın işlerini daha iyi bilirsiniz"
namaz
kılması
gibi
insanı
Allah'a
yaklaştıracak şekilde ibadet
buyurdular.
sıfatı olduğu anlaşılırsa da bu o fiilin mendub olduğuna delâlet
eder.
Alış-veriş ve ziraat ortaklığı gibi kendisinde ibadet sıfatı
2- Sadece Rasûlullah'a ait olduğu sabit olan fiiller.
bulunmadığı anlaşılırsa ibâha (yapılması mubah) ifade eder.
Meselâ: Iftar etmeden oruca devam etmek, Kuşluk namazının, Âlimler nazarında râcih olan görüş budur. Çünkü bu fiilin ibâha
Kurban kesmenin, Vitir ve Teheccüd namazlarının ona vacib
ifade ettiği kesindir. Bunun üstünde (daha kuvvetli) bir hüküm
olması, dörtten fazla kadınla evlenme, bir davanın isbatında
ifade etmesi ancak delil ile olur, delil de yoktur. Bir başka
yalnız Huzeyme'nin şahitliğini yeterli görmesi Hasâis-i
izaha göre de Rasûlullah'ın onu yapması mendup olduğuna
Nebî'den (Rasûlullah'a mahsus fiillerden) sayılır. Bunların
delâlet eder. Çünkü bu fiilin mutlaka ibadet için yapılmış
hükmü şudur: Hasâisde Ra-sûlullah'a tabi olunmaz, kendine
olması gerekir, ibadet için yapılanın da en aşağı hükmü
mahsus sayılır.
menduptur.
ŞER'Î DELİLLER
İkinci Delil: SÜNNET-4
3- Yukarıda geçenlerin dışında olup dinî bir hüküm
kastedilen fiiller.
Bunlar uymamız istenilen fiillerdir. Bunların vücub, nedb veya
ibâha ifade edip etmediği aşağıdaki şartlarla anlaşılır:
Sayfa 7
MUHACIRUN DERGISI–
Özetle söylersek: Resûlullah'tan bir insan olması hasebiyle
sadır olan fiiller ve tecrübeleri, dünyevî işleri ve kendine
mahsus (hasâis-i Nebî) olan fiiller şer'î hüküm sayılmaz, ve
yapmamız emredilen bir sünnet değildir. Ama bunlar
Peygamber olma vasfıyla kendisinden sadır olup umumi olarak
hüküm ifade etmesi kastedilmişse bu, ümmetin uyması lazım
gelen şer'î bir hükümdür.
YIL-3/ SAYI– 25
REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Ebu Ensar
Fetva Köşesi
Sigaranın bid'at olduğunu söylemek ise hiç mümkün
değildir. Çünkü terim olarak "Bid'at"; sünnet karşıtı
Mutlak haramdır diyenlerin delillerine de pekçok yönden olarak, din koyucunun açıkça ya da dolayısı ile, sözlü ya
itiraz edilebilir. Meselâ:Sigaranın soğan-sarmısağa kıyas da fiili izni olmaksızın sahabeden sonra dinde görülerek
yoluyla haram görülmesi biraz önce açıkladığımız
ortaya çıkan eksiltme ya da fazlalaştırmalardır.
sebeplerden ötürü mümkün değildir. Sigaranın her
Sigaranın hiç kimse tarafından dinden bir hareket olarak
halükârda başkasına eziyet olacağı söylenemez. Bu il­
uygulanmadığı açıktır.
letten hareket edilirse başkalar ile hiç irtibatı
Gayri müslimlere benzeme konusunda yasak olan, onlara
olmayanlar, mescidlere beili bir özürden ötürü
has şeylerde onlara benzemeye çalışmaktır. Mubah olan
gitmeyenler ve özellikle de kadınlar için bir hükmün
geçerli olmayacağı sonucu ortaya çıkar ki, böyle muttarit şeyleri tenavülde benzeme sözkonusu değildir. Sigaranın
olmayan bir hükme itibar edilmez. Sigaranın maddesinin insanlar için zararlı olması iddiası eğer ispatlanırsa
pis olduğunu kimse söylememiştir. Yani üzerinde sigara bunu ciddiye almamak mümkün değildir. Ancak zararlar
arasında da mertebe farkı vardır ve haram olan
taşıyan birisi, necaset taşıyor değildir, dolayısı ile bu
zararlıların yanında mekruh olan zararlılar da
durum onun temizlik isteyen ibadetlerine, meselâ
bulunmaktadır. Helâlin ve haramın
namazına engel teşkil etmez. Gerçi
belli olduğunu, aralarında ise şüpheli
işaret edilen âyette Allah (cc)
şeyler bulunduğunu söyleyen hadis
"habis"in haram olduğunu
zaten haramların belli olduğunu
bildirmiştir. Ama soğan ve
söylemekle sigarayı haramlar
sarımsağın "habis" olan yönleri
cümlesinden bizzat çıkarmıştır. Çünkü
maddeleri değil, kokularıdır. Nitekim
naslarla belirlenen haramlar arasında
onlar için Hz. Peygamber'den "habis"
sigara bulunmamaktadır. İslâm
nitelemesini duyan sahabe "Haram
Halifesinin yasaklamış olduğu birşey,
kılındı! Haram kılındı!" diye ilân
eğer nasslarla sabit bir husus değilse
edince Hz. Peygamber: "Ey cemaat!
tabiî olarak "raiyyenin maslahatında
Allah'ın bana helâl kıldığı birşeyi
menuftur" ve bu yüzden de sırf kendi
haram etmek benim elimde değildir.
zamanını ilgilendirir. Bir başkası bir
Şu var ki, ben bu bitkinin kokusundan
başka hüküm ısdar edebilir. Bu defa da
hoşlanmıyorum" buyurmuştu. Sigaranın onlara
ona uymak zorunlu olur. Sigara Allah'a zikri ve kulluğu
benzediği yönü kokusudur. Binaenaleyh, "habis" olan
yönü de kokusu olmuş olur. Bu da aslını isti'mal etmenin bazı konularda zorlaştırsa dahi insanların mükellef
oldukları ibadetler öncelikle farzlar ve vaciplerdir.
haramlığını gerektirmez. Duman ve ateşle ilgili âyet ve
hadisler ise fıkıh usulü ilmi ile bilinen hiçbir delalet yolu Pekçok sigara içen kimseler ibadetlerini de tamıtamına
ile sigaranın haramlığına delalet etmezler. Öyle olsaydı yapmaktadırlar. Binaenaleyh, bu da bir haram sebebi
olamaz.
bu konuda âlimler arasında zâten ihtilaf olmazdı.
İslâm Fıkhı Açısından Sigara(3)
Sigaranın mutlak bir israf olduğu da tartışılabilir. Zira
hayatî ihtiyaç bulunmamakla beraber helâl gıdalardan
pekçok çeşidi ile telezzüz haram görülmemiştir. Meselâ
normal gıdasını alan bir insanın yanında sürekli ananas
gibi birşey bulundurup ondan zaman zaman alması
haramdır denemez. Sigara çoluk-çocuğun nafakasını
keserek içilirse bu durumda da haram olan sigara değil,
onların nafakalarını kısmak olur. Bunu kahvede çay
içerek de yapsa yine böyledir. Sigara da (eğer başka
delille haramlığı ya da mahzuru ispatlanamazsa) bu helâl
telezzüz araçlarından biri sayılabilir. Kaldı ki tiryakiler
için sigara ekmekten ve sudan daha öncelikli bir ihtiyaç
halini alabilir. Yine bu durumda abesle iştigal olmaktan
da çıkar.
Sayfa 8
MUHACIRUN DERGISI–
Mekruh Olduğunu Söyleyenlerin Delilleri
Haram ve mubah diyenlerin yanında sigaranın mekruh
oldu­ğunu söyleyen âlimler de vardır. Onlar da şu
delillere tutunurlar:
1- Sigaranın kokusu kerihdir. Binaenaleyh, pırasa soğan
ve sarımsağa kıyasla mekruh olması gerekir.
2- Kesin haram olduğunu bildiren deliller
bulunmamaktadır. Binaenaleyh, sigaranın hükmü şüpheli
bir konudur, şüpheli olan şeyleri yapmak ise en azından
mekruha götürür. Öyleyse sigaranın da mekruh olması
gerekir.
YIL-3/ SAYI– 25
REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Beyyineler
Cemaleddin Hocaoğlu
İMKÂNLAR ve HAMLELER; Mukaddime
Yeri ve göğü yaratan, cansız varlıkları meydana getiren ve
bu arada insan denen varlığa vücut veren, onu akıl gibi cevher ve duygularla mücehhez kılan, üstelik yanılma tehlikesine düşeceği yerde ona Sırat-ı Müstakim’i göstermek üzere
semadan kitaplar indirip tebliğ ve telkinatını da, tefsir ve
izahını da beşer cinsinden seçtiği mümtaz simalara, Peygamber ismi verilen vahye muhatap olabilecek kabiliyyetlere sahib ve her türlü insanî meziyyet ve ahlakî faziletlere
malik Resul’ler ve Nebi’ler gönderen Rabb’imize ne kadar
şükretsek yine de azdır.
İşte o peygamberlerden biri olan ve fazilet timsali son hal­
kayı temsil eden ve aynı zamanda eşref-i mahlukât ve eftal-i
mevcudât sıfatlarını da haiz, iki cihanın güneşi, Yaratan’ımızın sevgili kulu, habib ve edibi Hz. Muhammed’e ve
onun izinde giden ve bizlere örnek teşkil eden âl ve ashabına
salât ve selam ederiz!.
İmkânlar ve Hamleler:Bize düşen tek bir şey kalıyor; o da
Rabb’imiz tarafından bize verilen lütuf ve imkânIarı tanımak ve onları yerli ve yerinde kullanmak!.. Neden? Çünkü Mevlâ’mızın şaşmaz
kanunlarından birisi de şudur:,,İn’am ve
imkan, ihsan ve taltif; sonra da şükür ve
nimetbilir olma!..”
Bakınız Kur’an ne diyor: Allah, hiç bir
kuluna gücünün yetmediği bir şeyi teklif
etmez!” Ve etmemiştir! Önce göz-kulak,
dil ve dudak vermiş ve ondan sonra da
hesap ve kitabını sormuştur; akıl nimetiyle
onu mücehhez kılmış ve arkasından da
kadrini bilip bilmediğinin idrâki içinde
olup Olmadığının, icabını yerine getirip
getirmediğinin ve o istikamette hareket
edip etmediğinin hesabını soruyor!.. Ve işte bu cümleden
olarak; Kur’an-ı Kerim gibi bir Kitab’a sahip olmamızın
ötesinde ve üstünde Hz. Muhammed gibi bir Peygamber’e
de sahip olmaktayız ve bu noktadan hareketle ,,Kaynağımız
Kur’an, Örneğimiz Hz. Muhammed!” diyebilir; talimatı
Kur’an’dan, tatbikatı Peygamber’den alma hakikatını
söyleyebiliriz ve söylemekteyiz.
nekler vardır!..”
Allah Resulü de şöyle buyurur: ,,Benim sahabem yıldızlar
gibidir; hangisine iktida ederseniz hidayet bulursunuz!..”
Cemaat: İlahî kaynaklar var, ilahî nimetler var, ilahî örnekler var!.. Bütün bu ve bu nimetlerin yanında ve ötesinde
bizim bir şeye ihtiyacımız var: 0 da cemaat! 0 da var! Elhamdülillah bir cemaata sahibiz!.. Cemiyetsiz ve cemaatsız
değiliz! 70 senedir laik düzenin estirdiği kasırgalara, döndürdüğü dolaplara rağmen gerek Anadolu’da ve gerekse
Avrupa’da elhamdülillah bir cemaata sahibiz; hem öylesine
bir cemaat ki, bu cemaat Allah Resulü’nün dilinde şu ifadeyi
bulmaktadır:,,Benim ümmetimin içinden kıyamete kadar
bir cemaat eksik olmıyacaktır. Onlara muhalif ve muarızları zarar veremiyecektir; onlar hak çizgide olacaklar ve
hakkın temsilcisi olup (hakkı temsil ve tebliğ edeceklerdir).”
Nisab Tamam:Evet her şey tamam; artık eksiğimiz ve gediğimiz yoktur. Şimdi artık iş bize düşmekte, bütün bu nimetleri, bu imkanları değerlendirmekte ve nihayet Allah’ın bunca nimetlerinden başta yakın çevremiz olmak
üzere bütün dünya insanlığını faydalandırmak üzere yılmadan, yorulmadan faydalandırmaya gayret göstermeliyiz!..
Hizmet Önde Para Arkada:Evet bizim fabrikalarımız yoktur, çiftliklerimiz yoktur; belli
başlı herhangi bir gelir kaynaklarımız da
yoktur. Ancak cemaatlarımız vardır, hayır
sevenlerimiz vardır. Ve bunlar öyle kaynaklardır ki, masraf istemezler, işçilere ihtiyaç hissettirmezler. Ve fakat atalarımızın da
dediği gibi, ,,Damla damla göl olur; göller
taşar sel olur!..” Yeter ki bizler itimad telkin
edelim; yapacakları yardımların kuruşu kuruşuna yerine
gittiğine inandıralım!.. Ve bu arada hizmet önde, paranın
arkada olduğunu gösterelim! Zira bizim insanımız
kulağından ziyade gözüne inanmaktadır!..
Demek oluyor ki, maddi finans da tamam! 0 halde bize
düşen bir şey kalıyor: 0 da imkanları hakkıyla kullanmak ve
yapılması gereken hameleleri yapmaktır.
Gayret bizden, tevfik Rabb’ülâlemin’dendir!..
İlahî Nimetler:İmkânlarımızın biri de ilahî nimetlerin tevali Bizleri yoktan var eden, sayısız nimetleriyle terbiye ve taltif
itmesi! Hem öyle ki, o nimetler bizleri çepeçevre ihata
eden, Kur’an-ı Kerim gibi bir kitabı lutfederek bizlere
etmiştir; yaşadığımız dünya, nimetlerle doludur; maddisi de Hakk’ın yolunu gösteren yüce Mevlâ’ya hamd eder,
vardır, manevisi de! Bir kudsî hadis de şöyle buyurur:
şükrederiz. O’nun sevgili kulu ve son Peygamberi Hazreti
,,Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir kulaç
Muhammed’e (s.a.v.) ve Onun yolunda giden ve Hakk’ın
yaklaşırım; kulum bana bir kulaç yaklaşırsa, ben ona bir hakimiyyeti uğruna her fedakârlığa göğüs geren âline,
arşın yaklaşırım! Ve şayet o, bana yürüyerek gelirse, ben ashabına salât ve selam olsun!..
ona koşarak giderim!”
Ve işte müslüman olarak biz, böyle bir Rabb’e sahibiz! Yeter Yine Cenab-ı Hakk’a şükürler olsun ki küfrün hakim olduğu,
putperestliğin kol gezdiği, müslümanların paramparça
ki biz O’na yönelelim ve O’na tevekkül edelim!..
olduğu bir devirde bizlere iman bayrağını, İslam davasını ve
Örnekler: Allah Resulü bizim için birer örnektir. Keza Allah Tevhid sancağını taşıma, Hakk’ın hakimiyetini sağlama
Resulü’nden feyz alan ashab efendilerimiz de bizim için şaş- yolunda çalışma şerefini nasip etmiş ve bu uğurda bir takım
imkân1ar ve fırsatlar bahşetmiştir.
maz örneklerdir.
Cemaleddin Hocaoğlu (Kaplan)3 Cemaziyel-Evvel 1415 (7 Ekim 1994)
Kur’an şöyle der: ,,Allah Resulü’nde sizin için güzel örSayfa 9
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-3/ SAYI– 25
REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Islam/Ibadet
ISLAMIN RUKÜNLERIŞAHADET KELiMESi iLE ÇELiŞEN TUTUMLAR –(5)
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Said Havva
O'nun sünnetini kabul eder de ona aykırı hareketler
yaparsa O zaman fasık olur.
Görüldüğü gibi, devlet yetkililerine itaat etmemiz, onların
"bizden" olmalarına ve kendileri ile aramızda çıkabilecek 6- Şahadet davası ile çelişen başka bir tutum da yüce
anlaşmazlıklarda Allah 'ın kitabı il Peygamberimizin sün- Allah'ın indirdiklerinden başkası ile hüküm vermek
netine baş vurulmasına bağlıdır. Bu konuda Peygamberi- veya hükmetme yetkisini başkasına yakıştırmaktır.
Çünkü yüce Rabbimiz -C.C.- şöyle -buyuruyor:Allah'ın
miz (SAV) şöyle buyuruyor:Her hangi bir yaratılmışa,
indirdiği ayetlere göre hüküm vermeyenler ise Kafirlerin
yaratıcıya isyan ederken itaat edilemez. Itaat, yalnız Alta kendileridirler "(Maide,44)
lah'ın emrine uygun konularda olur.
Gerek sana ve gerekse senden öncekilere indirilen
Buna göre müslüman, yüce Allah yerine başka hiç; kimseye, ne nefsine ne şeytanına, ne bir kafire, ne bir sapığa, kitaplara inandıklarını ileri sürenleri görmüyor musun?
ne bir bid'atçıya ne bir fasık'a, ne bir haddini bilmeze, ne Bunlar karşı çıkmakla, tanımamakla emredildikleri
bir gafile ne bir sapık yol sözcüsüne ve ne de bizi AIlah'ın Tağutun hakemliğine başvurmak istiyorlar. Şeytan onları
emrinden başka başka bir düzene/rejime çağıran her han- koyu bir sapıklığa düşürmek istiyor.Onlara 'Allah'ın
gi bir kimseye itaat etmez, etmemelidir. Nitekim yüce Al- indirdiğine ve Peygamber'e geliniz' dendiğinde o
münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını
lah -c.c.- şöyle buyuruyor:Gördün mü O şahsi arzusunu
görürsün."(Nisa, 60,61)
ilah edinen kimseyi? (Casiye,23)
Eğer yeryüzünde yaşayanların çoğuna itaat edecek olur- Hayır, hayır! Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan
anlaşmazlıklarda senin hakemliğine başvurmadıkça sonra
san seni AIlah'ın yolundan saptırırlar.(Enam, 116)
da vereceğin karara,
Sakın O haddini bilmezlerin
gönüllerinde hiçbir burukluk
emirlerine itaat etmeyiniz.
Demokrasi denen yönetim biçimi de bu kategoOnlar yeryüzünde fesad
riye girer. Demokrasi, seçimle gelen bir meclisle duymaksızın, kesin bir
çıkarırlar, düzen getiremezveya başka bir kurumla temsil edilen "çoğunluk teslimiyetle uymadıkça mümin
olamazlar. "( Nisa, 65)
ler" (210)
egemenliği"dir. Bu meclis veya onun yerini tuO halde onların arasında
Eğer kafirlere itaat edersetan kurul, ya hiç bir kayıt ve şarta bağlı olniz, sizleri geride
maksızın veya bazı ülkelerde Anayasa ile sınırlı Allah'ın indirdiği ayetlere göre
hüküm ver, onların keyfi
bıraktığınız döneme çevirirolarak dilediği gibi kanun koymaya yetkili
ler,O zaman hüsrana uğsayılır. Anayasa ise başka hiç bir merciin emrine arzularına uyma, onların seni
Allah'ın indirdiği hükümlerin
rarsınız"(Ali Imran, 149)
bağlı kalmaksızın kendi gorüş ve düşüncelerini
bir kısmından bile
Eğer kendilerine kitab veriyansıtan çoğunluk tarafından ortaya konur.
şaşırtmalarından sakın, eğer
lenlerin bir kesimine itaat
Böyle bir şey, kanun koyma, helal etme ve haederseniz, sizleri iman ettikram kılma yetkisini doğrudan doğruya insanlara sana sırt çevirirlerse bil ki,
Allah, günahlarının bazısı
ten sonra şevirerek tekrar
vermektir ki, bu da Şirktir.
yüzünden onları cezalandırmak
kafir yaparlar"(Ali Imran,
istiyor. Kuşku yok ki, insanların
100)
çoğu fasıktır" (Maide,49)
Sakın şeytanın sözlerine uymayınız. O sizin açık dümanınızdır" (Yasin, 60)
Yukarıdaki ayetlerde sayılanlardan hangisine itaat eder- Öteyandan yüce Allah-c.c.-Münafıkları tanıtırken şöyle
buyuruyor:Bazı kimseler Allah'a ve Peygamber'e inandık
sen onu ilah edinmiş olursun. Onu ilah edinince de kafir
ve direktiflerine uymayı kabul ettik derler. Fakat bazıları
olursun. Nitekim yüce Allah -C.C.-şöyle buyuruyor:
Doğru yolu iyice belledikten sonra tekrar geriye (eski dö- bu sözlerinden sonra sırt çevirirler. Bunlar mü'min
nemlerine) dönenleri şeytan ayartmış, onlara çeşitli emel- değildirler. Aralarındaki davalarda Allah'ın ve
Peygamberin vereceği hükme uymaya çağırıldıklarında
ler aşılamışdır. Bunun sebebi şu ki, onlar Allah'ın indirbir bölümünün bu çağrıya yüz çevirdiğini görürsün.Eğer
diği hükümlerden hoşlanmayanlara bazı konularda size
davanın haklı tarafı iseler, Peygamber'e tam bir
itaat edeeeğiz' dediler.(Muhammed, 25,26)
Görüldüğü gibi, ayette sözü edilen kimselerin dinden dön- teslimiyetle koşa koşa gelirler. Acaba kalplerinde hastalık
müş olmalarının belirtisi, bu kimselerin Allah'ın indirdiği mı var? Yoksa Peygamber'in gerçekten peygamber olup
olmadığı hususunda kuşkulu mudurlar? Yoksa Allah'ın ve
hükümlerden hoşlanmayanların bazı emirlerine itaat etPeygamber'in kendilerine haksızlık edeceğinden mi
meleri olarak gösteriliyor.
Bu kategoriye giren bir başka tutum da Peygamberlerimiz korkuyorlar. Hayr, aslında onlar zalimdirler.
Aralarındaki davalarda Allah'ın ve Peygamberin vereceği
(SAV)´e itaat etmemektir. Çünkü Allah'a itaat etmenin
belirtisi, Peygamberimize itaat etmektir. Sebebine gelince hükme uymaya çağırılan mü'minlerin söyleyebilecekleri
tek söz Duyduk ve uyduk sözüdür. İşte mutlu sona erenler
bizler, Allah'ı ancak Peygamberimiz aracılığı ile
onlardır.Allah'a ve Peygambere itaat edenler, Allah'dan
tanıyabiliriz. Öteyandan Peygamberimize itaat etmek
korkup buyruklarım çiğnemekten kaçınanlar var ya, işte
demek O'nun sünnetine uymak demektir. Böyle olunca
O'nun sünnetini kabul etmeyen kimse kafirdir. Fakat eğer kurtuluşa erenler onlardır.(Nur, 47-52)
Sayfa 10
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-3/ SAYI– 25
REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Siyer/Davet
Sosyal Ve Ekonomik Boykot(2)
İbretler Ve Öğütler
Bu zalim ambargo, Resûlullah'ın ve Ashabının üç yıl boyunca karşılaştığı
sıkıntı ve şiddetin zirvesini teşkil eder. Okuyucu, Hâşim ve Muttaliboğulları
müşriklerinin, sıkıntılara katlanma konusunda müslümanlarla beraber olduklarını, Resûlullah'ı terketmeye razı olmadıklarını görmüştür.
Bu müşriklerden ve onların bu tür davranışlarından söz etmek istemiyoruz.
Zaten onları buna sevkeden âmil, akrabalık taassubu ve kendilerine de bulaşan
zilleti ortadan kaldırma duygusu olmuştu. Şayet onlar, Hâşim ve Muttaliboğullarının dışındaki Kureyş müşrikleri ile Hz. Muhammed'in arasından çekilmiş
olsalardı, bir fırsatını gözetip hemen Hz. Muhammed'i inanç ve dine bakmadan
öldürürlerdi.
Öyle ise onlar gönüllerinde besledikleri iki arzuyu birleştirmeyi tercih ettiler:
1. Arzu: Şirk üzerinde sebat ve Hz. Muhammed'in getirdiği gerçeğe karşı direnmekte ısrar etmek.
2. Arzu: Ister hak, ister bâtıl üzere olsun yakını, yabancının zulmünden ve
saldırısından korumaya çağıran hamiyyet duygusuna uymak.
Başlarında Resûlullah olmak üzere, müslümanları bu duruma sabretmeye zorlayan faktör; Allah'ın emrine uymak, dünyaya karşı âhireti tercih etmektir.
Onların nazarında dünya; Allah'ın rızasının yanında sözünü etmeye değmeyecek kadar basittir.
Bir kısım Islâm düşmanları şöyle derler: Hz. Muhammed'in da'vetinin ardında, Muttalib ve Hâşimoğulları milliyetçiliği yatmaktadır!Kureyş müşriklerinin müslümanlara karşı uyguladıkları boykottaki olumsuz tavırları buna delildir!
Aslında bu sözler açıkça bir safsatadır. Şeklen bile
olsa, herhangi bir mantık örgüsüne dayanmamaktadır.
Bu itibarla, bir yabancı elin Hz. Muhammed'e uzanmasında veya içeriden birinin ona kötülük yapmaya
kalkışmasında; câhiliyyet taassubunun, Hâşim ve
Muttaliboğullarını yeğenlerinin hayatını kurtarmaya
sevketmesi çok normaldir. Câhiliyyet hamiyyeti,
akrabalık duygusunun bu gibi bir taassuba sevkettiği vakit hiçbir prensibe, kaideye bakmaz. Bu konuda hak veya bâtıl ile etkilenmez. O, sadece bir
asabiyettir.
Şundan dolayı, Resûlullah'ın akrabalarında, görünüşe göre, iki tezat sıfatın
bulunması imkân dahilindedir. Bunlardan biri; Resûlullah'ın da'vetini inkar ve
da'veti küçümseme. Öbürü ise; diğer müşriklere karşı ona yardım etme.
Bununla birlikte, Resûlullah'ı korumalarının ardından, Peygamberimiz için ne
gibi bir fayda sağlanmıştır? Resûlullah'ın ve ashabının uğradıkları işkenceye,
onlar da uğradılar. Kureyş müslümanlara ilân ettiği boykotun aynısını, hiçbir
eksiltme yapmadan Hâşim ve Muttaliboğullarına da ilân etti.
Akrabalarının Resûlullah'ı korumaları, da'vetini korumak anlamına gelmez. Bu
himaye yalnızca onun şahsına aittir. Bu himaye, müslümanlar tarafından, düşmanın tuzağını bozma, kâfirleri yenme ve cîhad etme metodlarından biri gibi
kârlı bir iş yapma imkânına sahib olsaydı, şübhesiz ki bu, beğenilen bir gayret,
tutunulacak bir yol olurdu.
Resûlullah ve Ashabına gelince; onları bu dar boğazda tutan şey neydi, acaba?
Bu zor duruma katlanmanın ardından ne gibi bir sonucu umuyorlardı?
Hz. Peygamber'in risâletini, Ashabının ona inanmasını sol bir devrim olarak
yâni; fakir ve yoksulların zenginlere karşı ayaklanmaları olarak yorumlayan
kişiler, bu sorulara ne ile cevab verecekler?!
Soru şu: Mekke tüccarına ve Mekke'deki iktisadî faaliyetleri yürüten zenginlere
karşı duyulan kinin öncülük yaptığı ye açlığın ilham ettiği iktisadi bir devrimin, İslâm Da'veti olduğunu iddia etmek nasıl doğru olur?
Müşrikler, İslâm'a da'vetten vazgeçmek şartıyla, Peygamberimize, mal-mülk ve
başkanlık zaten teklif etmişlerdi. Resûlullah buna niçin razı olmadı? Resûlullah'ın ashabı, -madem ki gayeleri karınlarını doyurmaktır- Kureyş'in teklifini
kabul etmesi için niye Resûlullah'ı buna zorlamadılar?
Hiç sol bir devrimi yapanlar, ceplerine girecek paradan ellerine geçecek egemenlikten daha fazla birşey isterler mi? Hz. Peygamber'e ve ashabına, kavmiyle arasmdaki her türlü iktisadî ve içtimai münâsebet yolları kapatılmıştı. Ellerine geçecek ne bir ticari eşya, ne de; evlerine girecek herhangi bir gıda maddesi
bırakılıyordu. Hattâ ağaç yapraklarını yemeye kadar vardılar. Onlar yine bu
duruma sabrediyor ve peygamberler ini içtenlikle seviyorlardı. Bir lokma ekmek için içinde ihtilâl arzusu dalgalanan kişiler böyle mi yapar?
Sayfa 11
MUHACIRUN DERGISI–
B.Çobanoğlu
Hz. Peygamber ve ashabı Medine'ye hicret ederken, çeşitli mal ve mülklerini
bırakıp, Medine'nin yolunu tuttular. Mala karşı besledikleri arzuların tümünden
sıyrıldılar. Allah'a olan imanlarından, dolayı, bir karşılık beklemediler. Arkalarında bıraktıkları mülke, ter-kettikleri dünya malına hiçbir kıymet vermediler.
İslâm Da'veti'nin, bir lokma yiyecek için yapılan sol bir ihtilâl olduğuna, hiç
delil olur mu bunlar?!
Bazan bu kişiler kendi düşüncelerine, şu aşağıdaki iki mülâhazayı delil gösteriyorlar:
1— Hz. Peygamber'e Mekke'de inananların ilk grubu, genellik-le, fakirlerden,
kölelerden ve kimsesizlerden oluşmaktaydı. Bu durum, onların sıkıntılarını
gidermek için Hz. Muhammed.'e uyduklarını gösteriyor, yâni bir delildir. Bu
fakir müslümanlar, yeni dinin gölgesinde kendilerine daha iyi bir iktisadi
gelecek sağlayacaklarını umuyorlardı. Bu da, yine bir delildir.
2— Bu fakir müslümanlara, çok geçmeden dünyanın ufukları açıldı. Mal ve
servet, onlara âdeta koştu. Resûlullah'ın hareketi, bu gayeye varmayı hedef
edinmişti. Bu da bir delildir.
Bu kişilerin, bu iki varsayımla iddialarına delil getirdiklerini kavrayınca,
düşüncelerinin nasıl bir hayal mahsûlü olduğunu daha iyi anlarız.
Hz. Peygamber'in ilk arkadaşlarının, çoğunlukla fakir ve kölelerden olduğu
doğrudur. Fakat bu hakikat ile şu vehim ve hayal mahsûlü düşünce arasında
herhangi bir alâka veya münâsebet mevcut değil. Çünkü bir nizam halk arasında adalet mekanizmasını çalıştırmak da, zalim, mütecaviz ve gaddarların elini
kırmakta ise; hayatlarım zulüm ve gaddarlıkla
sürdürenlerin ona tavır alması hattâ harb açması
tabiidir... Çünkü bu şeriat onlara yağma ve beleş
kazanç yerine malî sorumluluk yüklemektedir.
Yine zayıfların ve ezilmişlerin böyle bir nizama
koşması tabiîdir. Hattâ sömürü ve vurgunculukta
hesabı olmayan her insanın da ona itibar etmesi
ka-çınılmazdır. Çünkü bu şeriat onlara yağma ve
vurgun değil helâlından nimet takdim etmektedir.
Yahut en azından, bu nizam o tip insanlara angarya ve fuzuli yük yüklemiyor da, ondan rağbet
ediyorlar...
Resûlullah'm etrafında bulunanların tümü, onun
hak üzere bulunduğunu, Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu kesinlikle kabul ediyorlardı.
Fakat Kureyş liderlerinin içinde, onun getirdiği
hakikati kabullenmeye engel teşkil edecek duygular vardı. Ama fakir müslümanların ise,
inandıklarına boyun eğmeye engel olacak duyguları yoktu.
Her araştırmacının anlayacağı bu hakikat ile, bu kişilerin iddiaları arasında bir
bağıntı var mı hiç?
Resûlullah'ın Islâmi da'vette takip ettiği stratejinin; müslümanların çeşitli servet
kaynaklarını ele geçirmelerini, kralların tahtlarına konmalarını, egemenliklerini
ellerinden almalarını, hedef edindiği hususuna gelince, - ki müslümanlann buna
daha sonra fiilen ulaştıklarını delil gösteriyorlar- vallahi, bu konu, doğu ile
batıyı birleştirmeye gayret göstermek gibi birşeydir. Bu ise imkânsızdır.
Müslümanlar, müslümanlıklarında sadık kalarak kısa bir zaman içinde, İran ve
Bizans topraklarını ellerine geçirmiş iseler; bu hiç onların, Bizans ve İran'ın
tahtını ele geçirmek maksadıyla müslüman olduklarına delâlet eder mi?
Eğer onlar, İslâmlıklarının arkasında, ne olursa olsun dünya nimetlerinden
birine kavuşmayı, gaye edinselerdi, elbette bu fetihler gerçekleşemezdi. Bu
fetihlerin mucize olacak bir tarafı da kalmazdı.
...Rıb'i bin Âmir, lükse boğulmuş çadırı küçümseyerek Rüstem'in yanına girmezdi. Mızrağının ucuyla, yerdeki halıya ve kıymetli yastıklara bas-mazdı.
Rüstem'e de: «Eğer İslâm'ı kabul ederseniz, sizleri serbest bırakacağız, mallarınızı ve arazilerinizi de size terkedeceğiz!» demezdi. Malı-mülkü, toprağı ele
geçirmek için gelen bir adam hiç böyle konuşur mu?
Gerçekten Allahü Teâlâ, tüm dünyanın mukadderatını onlara vermişti. Çünkü
onlar bunu hiç düşünmemişlerdi. Onların düşüncesi, yalnızca Allah'ın rızâsını
kazanmaya yönelikti. Eğer onlar, cihad ederken bu gayeleri hedef edinselerdi,
hiçbir şeye ulaşamazlardı.
Bunlarla ilgili mes'ele yalnızca Allah'ın kanununun gerçekleşmesiyle ilgilidir.
Bu konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor;«Biz de istiyorduk ki, o yerde, ezilmekte olanlara lütuf yapalım .onları hayırda önderler yapalım ve kendilerini (Fir'avun'un yerine) mirasçılar kılalım» (Kasas, 5).
Her akıl, bu kanunu, kolaylıkla kavrayabilir. Yalnız bir şartla. O da: bu aklı
taşıyan kişinin, herhangi bir arzu ve gayeye köle olmaktan bağımsız olması
lâzım.
YIL-3/ SAYI– 25
REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Hanımlar Köşesi
Kadın-Erkek eşitliği (4)
Yakın Geçmişten Günümüze Modern Kadın Anlayışı
Kadının toplumsal statüsü, 19. yüzyıldaki sanayi devrimiyle değişmeye
başlamıştır. Bu zamana kadar sokak ve meydanlara davet edilmeyen
kadınlar, sanayi devriminin yaygınlaşmaya başladığı dönemlerde
evlerinden çıkmaya ve seslerini duyurmaya başlamışlardır.
Acaba bunun nedeni neydi?
Kadınlar yeni yeni mi uyanmaya başlamıştı?
Yoksa bu uyanış kadınlardan değil de, kadınlann dışındaki bazı çevrelerden mi kaynaklanıyordu?
Meseleyi kendi dönemine ve dönemin gelişen şartlarına göre değerlendirdiğimiz zaman bu uyanışın kadınlardan değil, kadınları kullanmak isteyen dış çevrelerden kaynaklandığını görmemiz zor değildir.
Kadınları, kadın hakları adına sokaklara ve fabrikalara davet eden bu
çevreler, hiç şüphesiz ki bu daveti kadınlara bir değer verdikleri veya
kadınları kadın olarak önemsedikleri için yapmamışlardır. Bu çevreler
için önemli olan sanayi ve teknoloji putunun yücelmesi, üretimin artması ve kapitalist kasaların dolmasıdır.
Fabrikalarda çalışacak işçilerin, çok üstün vasıf veya becerilere sahip
olmasına da gerek yoktu. Çünkü üretimin maharet ve yetenek isteyen
yönünü, zaten makinalar yapmaya başlamıştı. İşçilerin fonksiyonu ise
bu makinalara yardımcı olmak, makinaların çalışmasını sağlamaktı.
Dolayısıyle işçinin vasıflı veya yetenekli olmasından ziyade, ucuz olması önemliydi, Bu
konuda sadece erkek işçilere yönelinse, yapılacak iş ne kadar basit olursa olsun, aile
sahibi olan erkeğe yine de asgari bir ücret
verilecekti. Şeytani zihniyete paralel olan
kapitalist zihniyet için, bu durum tabi ki cazip
değildi. Çünkü böyle bir durum, kapitalistlerin fabrikasında çalışacak olan bir
erkeğe, bu erke-ğin bakmakla yükümlü olduğu 3-4 kişinin nafakasını vermek demekti.
Oysa böyle olmamalıydı, bir kişinin emeğine
karşılık, 3-4 kişinin nafakası verilmemeliydi!.
Kapitalist sermaye, bir kişiye nafaka veriyorsa, bu kişinin emeğini mutlaka almalıydı.
Evlerde oturan,ev ve aile işleriyle uğraşan, nafaka için kocasının eline
bakan kadınlar, kapitalistler için bir hazıryiyici idi. Üretimine hiçbir
katkıları bulunmamasına rağmen, nafakayı yiyorlardı!.
Evlerin kapıları çalınmalı ve evlerde oturan bu hazıryiyiciler fabrikalara, üretim dünyasına davet edilmeliydi, Ve kapılar çalındı.. Ve kapılayı çalan bu adamı tanımaya çalıştılar.
Hemen kapılara yöneldiler, bu işverenin neden geldiğini sormak ve
nedenini, öğrenmek istediler!. Fakat kapıda patronu değil, patronun
uşakları olan yazarları, düşünürleri, sanat adamlarını gördüler. Hepsi
birden konuşmaya başlamışlardı;
Sayın hanımefendi!. Yıllarca ezilmekten, evlere hapsolunmaktan daha
bıkmadınız mı? Erkeklerin bu sömürüsüne daha ne kadar katlanacaksınız? Bunca ağır ev Işlerini yapmanıza rağmen sizlere değer veriliyor mu? Sizin erkeklerden neyiniz eksik, niye ikinci üçüncü sınıf insan muamelesine razı oluyorsunuz? Erkeklerle eşit olduğunuzu ispatlamanır ve hakları-nızı almanın zamanı gelmedi mi?...Uyanın.. Uyanın ey kadınlar!.
Kadınlar Şaşırmışlardı!.Ne diyordu, ne demek istiyordu bunlar?
Gerçi söyledikleri de doğru şeylerdi!. Erkeklerin otoritesi altında
yaşadıkları bir gerçekti. Evin bütün işlerini yapmalarına, çocuklarına
bakmalarına rağmen kocalarına bir türlü yaranamıyorlar, onların
birçok hakaretleriyle karşılaşıyorlardı. Kocalarından yedikleri dayaklarla kafası patlamış, gözleri morarmış olanlar, korku ve umudla
sordular; İyi ama nasıl, nasıl olacak bu?
Bekledikleri ve istedikleri soruyla karşılaşan kapıdakiler; Kocalarınızın despot hakimiyeti, kocalarınızın ekonomik gücünden kay-
Sayfa 12
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Misafir Kalemler
naklanıyor, Kocalannıza ekonomik bağımlılık ile özgür olamazsınız.
Bir an önce çalışma hayatına atılmanız ve ekonomik özgürlüğünüzü
kazanmanız gerekir. Erkeklerin yaptığı birçok işi, sizler de yapabilirsiniz...
Aralarından bazıları "Bizler kadınız, utanırız, korumamız gereken bir
iffetimiz, bir namusumuz var!" diyecek oldular. Kapıdakilerin cevabı
hazırdı; Namus ve utanmak da ne demek? Namuslu ve utanan bir köle
kalacağınıza, özgür olun. Ve kadınlar bu propaganda şaşkınlığı ile
kapitalist düzende yerlerini almaya başladılar.
Müslümanlar bütün meşru işlerine "Allah'ın adıyla" başlamalarina
karşın, bu zavallı kadınlar meşru veya gayrimeşru bütün işlerine
"Kadın hakları ve eşitlik adıyla" başlar oldular!.
Kadını böylesi bir kalkış noktası ile kullanan kapitalist mantığın,
kadın hakları konusunda ne derece dürüst ve samimi olduğu ise, kadınları getirdiği noktadan bellidir!. Meşhur bir mankene, büyük bir
işveren durumuna gelen kadına, üç-beş kadın sanatçıya bakarak, sakın ola ki "İşte özgür kadın bu" demeyin!. Çünkü bütün bunlar, çağdaş
özgür kadının kitlesel değil, istisnai bir durumudur. Yüzbinlerde bir
kadın bu konuma ulaşırken, kitleleri oluşturan ka-dınlar ise bambaşka
bir konumdadır.
Özgür denilen kadın kitlesi, kadınlıkla ve hanımefendilikle ilgisi olmayan ilimleri öğrenmek için yıllarca okula giden ve bir masada iki büklüm, evlerine gelince dört püklüm çalışan kadınlardan oluşuyordu!.
Özgür denilen kadın, kendi evinin hizmetçisi
olmaya isyan edip, yüzlerce eve hizmetçiliğe
giden kadınlardan oluşuyordu!. özgür denilen
kadın, kendi çocuğunu komşuya bırakıp,
başkalarının çocuklarına bakıcılığa giden kadınlardan oluşuyordu!.
Özgür denilen kadın, evindeki bir erkeğe
üstünlük sağlamak için, yazıhanelerde, dükkanlarda, işyerlerinde, pavyonlarda binlerce
erkek tarafından aşağılanan, kullanılan kadınlardan oluşuyordu!.
Özgür denilen kadın, manken veya artist olabilmek için evinden kaçan ve kaderin değil, kapitalist düzenin binbir cilvesi ile pezevenklerin
sermayesi olan kadınlardan oluşuyordu!.
Artık erkeğin karşısında boyunlannı bükmeden oturabilecekler, zorba
erkeklere karşı özgür ve eşit olduklarını söyleyebileceklerdi!.
Nitekim, sabahın karanlığında otobüs bekleyen, otobüsteki sarsıntı ve
sarkıntı ile fabrikaya giden, bütün bir gün makina ve, erkek homurtuları altında çalışan, yorgunluktan şaşkına dönen vücudunu itilipkakılan kalabalıklar arasından eve taşıyan, bir günde yapması gereken ev işlerini iki-üç saatte bitirme telaşıyla çırpınan, sofrayı toplayıp,
bulaşıkları yıkadıktan sonra kocasının karşısına oturan, bacak bacak
üstüne atabilmek için iki eliyle kaldırmaya çalıştığı bacağını, öteki
ayağının üstüne koyan kadın, gözlerini açmaya, dilini konuşmaya
zorluyarak kocasına "Ben artık özgür bir kadınım" diyordu!.
Bu zavallı kadın, acaba haklı mıydı? Özgürlük bu muydu ve o özgür
müydü?
Sorusuna cevap aramak için bir haline, bir kocasına baktı!. Kocası ise
bir eliyle karısının maaşını çerez olarak yerken, diğer elini ona uzatarak beklediği cevabı gayet açık bir lisanla ifade ediyordu.,
Bana bak kadın! Haddini bil. Kaç para maaş aldığın belli. Hem çalışan kadın yalnız sen değilsin. Vururum sana bir tekme, başka bir çalışan kadın alırım haa!.
Doğruydu kocasının söyledikleri!. Patrona cilve yapmadığı için maaşı
gerçekten azdı. Ayrıca çalışan kadın sadece kendisi değildi ki! Eşitlik
ve özgürlük adına çalışan ve çalışmaya talip olan yüzbinlerce kadın
yok muydu?
Sustu...
Modern ve çağdaş kadının açık bir sembolü olabilmek için doğrulmaya, yediği kazıklarla dik durmaya çalıştı!.
YIL-3/ SAYI– 25
REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Sohbetler/Düşünceler
KUR´ÂNDA GENÇLER VE GENÇLIK DEĞERLERİ(10)
Öğrenmede Tekrar
Ekonomistler paranın fazla el değiştirmesini, (günde 7-8
gibi) ekonominin sağlıklı ilerlediğinin göstergesi
sayarlar. Bunun gibi bilgi de el değiştirmeli, dalgalar gibi
yayılmalıdır.
Işte Suffa da bunu, öğretme amaçlı öğrenmeyi
görüyoruz. Karşılaştığında muhatabına selâm veren
sahabe, Hz. Peygamber şöyle buyurdu veya buyurmuş,
haberin var mı ? diyordu; evet veya hayır cevab sonucu
değiştirmiyordu. Öğrenilen bilgi, Hz. Peygamberden
alınan mesaj tekrar ediliyordu. Biliyoruz ki Thorndike
izafe edilen tekrar ve alıştırma ilkesi, öğrenmede bir
kanundur. Tekrar edilen bilgi unutulmaz, hatırlanır.
Günümüzün en önemli eğitim ve öğrenme
problemlerinden birisi budur. Öğrenilenin yeterince
tekrar edilmemesi, pekiştirilmemesidir.
Öğrenciye zorla bir şey öğretmek şüphesiz zordur. Kolay
öğrenme ve öğrenmede kalıcılık,
motivasyona bağlıdır.
Öğrenmenin gerçekleşebilmesi için,
öğrencinin, bireyin motive edilmesi
gerekir. Motive, (saik, güdü, dürtü)
öğrenmeyi harekete sevk eden
durumdur. Ihtiyac karşılandığında
fert rahatlar, bozulan organizma
dengelenir. Ihtiyaçlar doyum ve
davranışlarımızı etkileyen, belirleyen
ilk faktördür.
a) Ihtiyacın hissedilmesi,
b) Ihtiyac gidermeye yönelik davranış, çaba,
c) Ihtiyacın karşılanması, rahatlama.
Birinci aşamada organizma bir eksiklik hisseder ve bunu
ihtiyaç halinde yaşar. Bu ihtiyaç onu harekete geçirir ve
organizma ihtiyacı, eksikliği gidermek üzere bir
davranışta bulunur. Bu davranış ihtiyacı giderirse
rahatlama evresine girilir.
Işte günümüzde bu şekilde ifade edilen motivasyon,
Suffa da en üst düzeydeydi. Öğreticisiyle, öğreneniyle,
eğitim-öğretime katılan herkeste büyük bir heyecan,
büyük bir öğrenme arzusu vardı. Öğrenenin öğrenmek
için motive olması bir ölçüde öğretenin, ailenin ve
yöneticinin olumlu tutumuna da bğlıdır.
Etkin ve Aktif Dinleme
Aktif dinleme, öğrenmede önemli unsurlardan
dinlememe, günümüzün en önemli eğitim
problemlerinden birisidir.
Öğrenci öğretmeni, çocuk anne babayı , cemaat vaazSayfa 13
MUHACIRUN DERGISI–
Ibni Abdulhalim
hutbeyi, katılımcılar konferansı yeterince aktif olarak
dinlemiyor.
Aktif dinlemenin en belirgin özelliği, bilinçli bir biçimde
ve sürekli olarak geri bildirimde, geri iletimde
bulunmadır. Uyuyarak dinleme olmaz.
Aktif dinlemede, dinleyen konuşanın söylediklerini
açarak geri verir. Meselâ, tebessüm, onay, soru sorma,
aktif dinlemenin göstergesidir.
Suffa da aktif dinleme vardı. Çünkü onlar Hz.
Peygambere her şeyi soruyorlardı.
Askerlik yapanlar bilirler, erler komutanın emrini tekrar
ederler, özellikle acemilik döneminde. Böylece yanlış
anlamalar anında düzeltilir.
Misafiri gelen komutan görevli eri çağırır ve oğlum! Iki
Fruko getir der. Emir tekrar yapılmamıştır, gerek yoktur.
Er, 15 dakika sonra, soluk soluğa gelir ve ikisini
getiremedim komutanım der. Çünkü fruko yu kriko
olarak anlamıştır.
Etkin ve aktif dinleme, saygının bir göstergesidir.
Dinler gibi yapmak, dinler gibi
görünmek, eğitim-öğretimde
hiçbir anlam ifade etmez.
Hz. Peygamber konuşurken
orada bulunanlar sanki
başlarında kuş varmış gibi
dinlerlerdi. Bu çıt çıkarmadan
susmaktan kinayedir. Bu
davranış ona olan saygılarından,
öğrenme ve anlatılanlardan
yararlanma arzularından
kaynaklanıyordu. Onun sözlerine kulak verirler, kalpleri
de sözleriyle mutluluk ve sevince gark olurdu.
Günümüzde bilgi düzeyleri şöyle sıralanmaktadır:
Bilgi sahibi olma (bilgilenme) düzeyi. Ne?
Anlama düzeyi. Neden?
Bilgiyi kullanabilme. Beceri.
Bilgiyi yansıtabilme.
Suffa da öğrenilen, bilgi düzeyinde kalmıyor, uygulama
alanına konuluyor ve yansıtılıyordu.
Günümüzde saygı ve sorumluluk eğitimi çerçevesinde
öğrencinin iki görevi üzerinde durulmaktadır. Bunlar:
Öğrencinin birinci görevi, birinci sorumluluğu öğrenmek
ve yetinmek.
Öğrencinin ikinci görevi ise sınıf arkadaşlarının
öğrenmesine ve yetişmesine yardım etmektir.
Bir başka deyişle öğrenci öğrenme ve öğrendiklerini
arkadaşları ile paylaşmaktan sorumludur. Işte Suffa da
verilen de budur.
Bir hadisi şerife göre bilen öğretecek, bilmeyen
öğrenecek. Bilen öğretmek, bilmeyen öğrenmek
isteyecek. Aksi halde iki grup da sorumludur.
YIL-3/ SAYI– 25
REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Yarının Büyükleri
Müslüman Çocuğun Edebi
ISLAM DININDE AHLAKI GÖREVLER
Dinimiz aileye büyük önem vermiştir, aileyi meydana getiren
kimselerin karşılıklı görevleri üzerinde titizlikle durmuştur.
Aileler mutlu ve huzurlu olursa millet de güçlü ve kuvvetli
olur.
Ahlaki Görevlerimiz:
Islam Dininde Ahlâki Görevler Başlıca Beş Kısımdır:
1. Allah'a, Peygambere ve Kur´an'a karşı görevlerimiz.
2. Kendi şahsımıza karşı görevlerimiz.
3. Ailemize karşı görevlerimiz.
4. Vatan ve milletimize karşı görevlerimiz.
5. Bütün insanlara karşı görevlerimiz.
Şahsa ait Görevler: Insanın başkalarına olduğu gibi, kendine
karşı da birtakım görevleri vardır.
Bu görevlerden bir kısmı vücudu, diğer bir
kısmı da ruhuyla ilgilidir.
Her şeyden önce vücudu temiz tutmak, onu
hastalıklardan korumak.
Yapılacak işler sağlıklı olmamıza bağlıdır.
Beden terbiyesi; Namaz kılmak ve Oruç
tutmak, Müslüman'a sağlık dolu hayat kazandırır.
Ruhumuzu, kalbimizi ve gönlümüzü, yalan, gıybet ve iftira gibi, her türlü kötülüklerden arıtmak.
Yalancılık, dedikodu yapmak, başkasının
fenalığına çalışmak gibi kötü huylar, insan
ruhunu karartır; bu huylar zamanla kökleştikleri için de, bunların kötülüklerinden kurtulmak güçleşir.
Bu bakımdan ruhumuzu daima iyi duygularla beslemeli, onda
kötülükler barınmamalıdır.
Aklı ve zihni ilim, irfan nurları ile aydınlatmak, kalb'de yararlı
ve yüksek duyguları uyandırmak, Islam'da ilim ve marifet kazanmak.
Ailevi Görevler: Karı, koca, ana, baba ve çocuklardan meydana
gelen en küçük insan topluluğuna aile denir. Allah'a ve yaratıklarına karşı temel bilgiler, ana kucağında ve baba ocağında
öğrenilir. Büyüklere saygı, küçüklere sevgi, hep bu yuvada elde
edilir.
Memleket ve insanlık görevleri, ilk önce bu ocakta aşılanır.
Onun içindir ki, sağlam ailelerden meydana gelen bir millet,
her yönden ilerler ve diğer milletler içinde şerefli yere sahip
olur. Islam Dininde, aile mukaddes bir yuvadır.
Bu yuvanın varlığını sağlam bir şekilde devam ettirebilmesi,
karı-kocanın birbirlerine karşı olan vazifelerini yerine getirmelerine bağlıdır.
***
Bunları Biliyormusunuz?
Dört büyük melek hangileridir ve görevleri nelerdir?
Cevap :a- Cebrail; Vahiy getiren melektir
Sayfa 14
MUHACIRUN DERGISI–
b- Mikail; Tabiat olaylarının iradesi ile görevlidir
c- Israfil; Sura üfleyecek olan melektir
d- Azrail; Ölüm meleğidir, can alır.
Kendilerine Kitap verildiği Kur’an’ı Kerimde bildirilen peygamberler hangileridir ve hangi kitaplar kendilerine verilmiştir?
Cevap : a- Musa(a.s.); Tevrat
b- Davut(a.s.); Zebur
c- Isa(a.s.); Incil
d- Muhammed(s.a.v.); Kur’an
Kendilerine kitap indirilmeyip sahife verilmiş olan peygamberler ve kaç sahife verildiğini yazınız.
Cevap : a- Adem(a.s.) 10 sahife
b- Şit(a.s.) 50 sahife
c- Idris(a.s.) 30 sahife
d- Ibrahim(a.s.) 10 sahife
Hakikatler hakkında ilim elde etme vasıtaları yani Islam’da bilginin kaynakları
nelerdir?
Cevap : a- Sağlam duyu organları
b- Doğru haber
c- Akıl
Ilk peygamber Hz. Adem (a.s.)’dan Hz.
Muhammed Mustafa (s.a.v.)’e kadar gelen
peygamberlere bildirilen Allah’ın dininin
adı nedir?
Cevap : Islam.
Insanları iyiliğe yöneltmek için Allah
(c.c.)’ın peygamberleri vasıtasıyla bildirdiği emirler ve hükümlere ne denir?
Cevap : Din denir.
Insanların yaşayışlarında yapmaları ile emrolundukları, ilahi
yol ve umumi prensiplere ne ad verilir?
Cevap : Şeriat.
Inanç bakımından insanlar üçe ayrılır bunlar hangileridir?
Cevap : a- Mü’min b- Münafık c- Kafir.
Allah (c.c.)’e ve onun dinine kalbiyle inanıp, diliyle de
inandığını söyleyen ve inandığını yaşamaya çalışan insana ne
denir?
Cevap : Mü’min.
Inanmadığını açıkça söyleyen kimseye ne denir?
Cevap : Kafir.
Dili ile iman ettiğini söylediği halde kalbinden inanmayan
kişiye ne denir?
Cevap : Münafık.
Isyanda haddi aşan, zalim ve Allah (c.c.)’dan başka ibadet
edilen put ve ilahı olan sistemlere ne ad verilir?
Cevap : Tağut.
Allah (c.c.)’ın birliğini kabul etmeyen, ama ona inanan fakat
ondan başka varlıklarıda ilah kabul eden kimseye ne ad verilir?
Cevap : Müşrik.
YIL-3/ SAYI– 25
REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Basından Seçmeler
İslami Cephe ile IŞİD Çatışmasında 700 Ölü
12.01.2014 18:20
İslami Cephe ile IŞİD arasında çatışmalarda büyüyor.
Suriye'nin kuzeyinde Irak-Şam İslam Devleti IŞİD militanlarıyla İslami Cephe arasındaki çatışmalar devam
ediyor. Çatışmalarda, 700'den fazla kişinin öldüğü bildi-
rildi.
Suriye'de, Özgür Suriye Ordusu ve İslami Cephe ile IŞİD
militanlarına arasındaki çatışmalar sürüyor.
Türkiye sınırı yakınlarındaki Tal Abyad ilçesi IŞİD militanlarının eline geçti. Yine Türkiye sınırı yakınlarındaki
Idlib'e bağlı Sarakep'in büyük bölümünün ise İslami
Cephe'nin eline geçtiği, yüzlerce IŞİD militanın
kuşatıldığı haber veriliyor.
Sarakep'te İslami Cephe'nin yolda kurduğu bir kontrol
noktasında bomba yüklü araç patladı, İslami Cephe'nin
iki komutanı öldü.
Rakka kentinde de IŞİD militanları bir tren istasyonunu
ve bir kontrol noktasını ele geçirdi. İslami Cephe IŞİD
militanları arasındaki çatışmalarda şu ana kadar 700'den
fazla kişinin öldüğü bildiriliyor.
Çatışmalardan faydalanan Esed güçleri de, Nakarin kasabası ve çevresini gele geçirdi, Halep'e doğru ilerliyor.
Esed güçlerinin ülke genelinde ağır silahlarla gerçekleştirdiği saldırılarda 95 kişi hayatını kaybetti.
AA
Budist Rahipler Müslümanlara Karşı Güç Birliği Yapıyor ceklerini ifade ederek, bu tür şeylerin, toplumu mahvedeceği11.01.2014 20:25
Sri Lanka’da radikal Budist rahipler, tehdit olarak gördükleri
Müslümanlara karşı güç birliği yapıyor.
Sri Lanka’da radikal Budist rahipler, tehdit olarak gördükleri
Müslümanlara karşı güç birliği yapıyor.
Budist Bodu Bala Sena rahipleri, ülkede Müslüman azınlığa
karşı binlerce taraftarlar toplarken, rahipler, Müslümanların
Budist kadınlarla evlenmelerinin ve ülkeyi bölmelerinin yasaklanması çağrısında bulundu.
Rahiplerden 37 yaşındaki Galagoda Atte Gnanasara, ‘’Burası
Budist bir ülke, neden çok kültürlü bir toplum olarak adlandırmaya çalışıyorlar? Herkes, Budist kültürü şemsiyesi altında
yaşayamaz’’ dedi.
Öte yandan Sri Lanka’da çok sayıda kişi ve insan hakları
çalışanı, radikal Budistlerin eylemlerinden endişeli. Budist rahiplerin, Budizm’in adını kirlettiği ve toplumda ayrılıklara neden olduğu düşünülüyor.
Hükümet, nüfusun yüzde 10’unu oluşturan Müslüman azınlığı
savunmak veya korumak için çok nadiren adım atarken, Medya
Bakanı Keheliya Rambukwella, Müslüman karşıtı eylemleri,
‘’Çok kültürlü toplumda normal kabul edilen küçük gerginlikler’’ sözleriyle nitelendirdi.
Rambukwella, işlerin ciddileşmesi durumunda harekete geçeSayfa 15
MUHACIRUN DERGISI–
nin farkında olduklarını sözlerine ekledi.
Ülkedeki Müslümanlar ise temelsiz komplo teorilerinin hedefi
oldukları görüşünde.
Müslüman olmayanlara servis yapmadan önce yemeğin içine
tükürdükleri veya Budist kadınlara, kısırlaştıran kimyasallarla
kirletilmiş iç çamaşırları sattıkları yönündeki söylentilere dikkati çeken Müslümanlar, tüm bunların nedeninin ekonomideki
güçlü konumları olduğunu belirtiyorlar.
Müslümanların, büyük bölümünün Sinhali dili değil de Tamilce
konuşmaları nedeniyle Tamil isyancılarına karşı yürütülen savaşta askeri istihbaratta kilit rol oynadıkları biliniyor.
Colombo yerel konseyinin Müslüman üyesi Mucibur Rahman,
2009 yılındaki iç savaş zaferinden sonra, Budist Sinhali çoğunluğu, yeni bir hedef arayışında olmakla suçlarken, ‘’Hükümetin
bize sırt çevireceğini asla aklımıza getirmezdik’’ dedi.
Rahman, Sri Lanka Devlet Başkanı’nın Tamil isyancılara karşı
kazanılan savaştan sonra kendisine Sinhali Budist kahraman ve
kurtarıcı imajı yarattığını savundu.
Sri Lanka hükümeti söz konusu görüşü ‘’saçmalık’’ olarak
değerlendirirken, Bodu Bala Sena, ülkedeki Müslümanlara
karşı 2012 ve 2013 yıllarında düzenlenen saldırılarda rolü olduğunu inkar ediyor.
Sinhali çoğunluk üyesi bazı kişiler de Bodu Bala Sena’nın
tavrına şüpheyle yaklaşıyor.
İlk adı Susantha olan Sinhali bir işadamı, ‘’Bodu Bala Sena,
ülkeyi dinsel ve ırksal bir çatışmaya itiyor. Bazen, dikkatleri
ekonomi, sağlık ve eğitim gibi meselelerden başka bir yöne
çekmek için hükümetle anlaşma yaptıklarından şüpheleniyorum’’ yorumunu yaptı.
Sri Lanka’da Adalet Bakanı ve Colombo Belediye Başkanının Müslüman olduğu biliniyor. Her iki yetkili de olaylarla
ilgili açıklama yapmaktan kaçınıyor.
Ülkede 2012 ve 2013 yıllarında Budistler, onlarca camiye
saldırmış, Müslüman ürünlerin boykot edilmesi, başörtüsünün
ve helal gıdaların yasaklanması çağrısında bulunmuştu.
AA .
YIL-3/ SAYI– 25
REBIULEVVEL 1435 / OCAK 2014
‫قاأل مسطأل‬
‫علي‬
‫ل طسلم ‪ " :‬تم ت ك م يام ل ْل تتلطح اا تاس تم بااا ‪ :‬تاب‬
‫طسأو مسطْ "‬

Benzer belgeler