ziraat fakültesi dergisi - Gaziosmanpaşa Üniversitesi

Transkript

ziraat fakültesi dergisi - Gaziosmanpaşa Üniversitesi
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ
ZİRAAT FAKÜLTESİ DERGİSİ
Journal of the Agricultural Faculty
of Gaziosmanpasa University
ISSN: 1300 – 2910
CİLT: 21
SAYI: 2
YIL:2004
Sahibi
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Adına
Prof.Dr. Cevdet AKDAĞ
Dekan
Yayın Kurulu
Prof.Dr. Kemal ESENGÜN
Prof.Dr. Sabri GÖKMEN
Doç.Dr. Gazanfer ERGÜNEŞ
Doç.Dr. Zeliha YILDIRIM
Yrd.Doç.Dr. Metin SEZER
Yayına Hazırlayan
Dr. Murat SAYILI
BU SAYIDA HAKEMLİK YAPAN BİLİM ADAMLARI
Prof.Dr. Abdulkadir YAĞCIOĞLU
Prof.Dr. M. Emin TUĞAY
Prof.Dr. Ahmet ÖZÇELİK
Prof.Dr. Metin GÜNER
Prof.Dr. Alper DURAK
Prof.Dr. Mustafa ÇÖLKESEN
Prof.Dr. Ayten ONURBAŞ
Prof.Dr. Nihat ÖZEN
Prof.Dr. A.Zafer GÜRLER
Prof.Dr. Nuthullah ÖZDEMİR
Prof.Dr. Bahri KARLI
Prof.Dr. Sabri GÖKMEN
Prof.Dr. Bülent MİRAN
Prof.Dr. Sait GEZGİN
Prof.Dr. Cahit KONAK
Prof.Dr. Selahattin ERAKTAN
Prof.Dr. Canan ABAY
Prof.Dr. Serdar TEZCAN
Prof.Dr. Dursun EŞİYOK
Prof.Dr. Süeda ÇELİK
Prof.Dr. Ergün DEMİR
Prof.Dr. Yılmaz YILDIZ
Prof.Dr. Fahri YAVUZ
Prof.Dr. Zehra SARIÇİÇEK
Prof.Dr. Hasan YUMAK
Doç.Dr. Ali KASAP
Prof.Dr. İbrahim AKINCI
Doç.Dr. Celal TUNCER
Prof.Dr. İbrahim ÖRÜNG
Doç.Dr. Fatih KILLI
Prof.Dr. İ.Hakkı İNAN
Doç.Dr. Gülat ÇAĞLAR
Prof.Dr. Kamil ALİBAŞ
Doç.Dr. Hüseyin EKİNCİ
Prof.Dr. Kayıhan Z. KORKUT
Doç.Dr. İrfan ASLAN
Prof.Dr. Kazım ÇARMAN
Doç.Dr. Ö.Faruk TAŞER
Prof.Dr. Mahmut YÜKSEL
Doç.Dr. Zeliha YILDIRIM
Prof.Dr. Mahzar KARA
Yrd.Doç.Dr. Ali ECE
Prof.Dr. Mehmet KILINÇ
Yazışma Adresi
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanlığı
(Yayın Kurulu Başkanlığı)
60240 Taşlıçiftlik Yerleşkesi – TOKAT
Dizgi ve Baskı: GOÜ Matbaası, 60240 Taşlıçiftlik Yerleşkesi - TOKAT
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ DERGİSİ
YAYIN VE YAZIM KURALLARI
A. YAYIN KURALLARI
1. GOÜ Ziraat Fakültesi Dergisinde, tarım bilimleri alanında öncelikle orijinal araştırmalar ile
özgün derlemeler, kısa bildiri ve editöre mektup türünde Türkçe ve İngilizce yazılar yayınlanır.
2. Yapılan çalışma bir kurum/kuruluş tarafından desteklenmiş ya da doktora/yüksek lisans tezinden
hazırlanmış ise, bu durum ilk sayfanın altında dipnot olarak verilmelidir.
3. İlk başvuruda eser, biri orijinal ve üçü yazar isimsiz olmak üzere toplam dört kopya halinde,
imzalanmış “Telif Hakkı Devri Formu’’ ile birlikte Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Yayın Kurulu Başkanlığı’na gönderilmelidir.
4. Hakemler tarafından yayınlanmaya değer bulunan ve son düzeltmeleri yapılarak basılmak üzere
yayın kuruluna teslim edilen makalelerin basım ücreti ve posta giderleri makale sahiplerinden
alınır. Bu ödeme yapılmadan makalelerin son şekli teslim alınmaz ve basım işlemlerine geçilmez.
5. Basımına karar verilen ve düzeltme için yazarına gönderilen eserde, ekleme veya çıkartma
yapılamaz.
6. Yayına kabul edilen makalelerin son şekli, bir disket ile birlikte bir nüsha halinde
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayın Kurulu Başkanlığına iletilir. Yayın süreci
tamamlanan eserler geliş tarihi esas alınarak yayınlanır.Yayınlanmayan yazılar iade edilmez.
7. Bir yazarın derginin aynı sayısında ilk isim olarak bir, ikinci ve diğer isim sırasında iki olmak
üzere en fazla üç eseri basılabilir.
8. Dergide yayınlanan eserin yazarına 10 (on) adet ücretsiz ayrı baskı verilir.
9. Yayınlanan makalelerdeki her türlü sorumluluk yazar(lar)ına aittir.
10. Hakemlere gönderilme aşamasından sonra iki defa makalesini geri çeken araştırıcıların
makaleleri bir daha dergide yayınlanmaz.
11. Yukarıda belirtilen kurallara uymayan eserler değerlendirmeye alınmaz.
12. Hazırlanan makaleler, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi Yayın Kurulu
Başkanlığı, 60250 TOKAT adresine gönderilmelidir.
B. YAZIM KURALLARI
1. Dergiye gönderilecek eser, A4 (210 x 297 mm) boyutundaki birinci hamur kağıda üst 3.5, alt 2.5,
sol 3.0, sağ 2.5 ve cilt payı 0 cm olacak şekilde, makale başlığı, yazar ad ve adresleri, özet, abstract,
anahtar kelimeler ve keywords bölümleri tek sütun halinde; metin ve kaynaklar bölümü ise ortada
0,5 cm boşluk bırakılarak 7,5 cm’lik iki sütun halinde hazırlanmalıdır. Makaleler, Word 7 kelime
işlemcide, Times New Roman yazı tipinde ve tek satır aralığı ile yazılmalı ve makale toplam 10
sayfayı geçmemelidir.
2. Makale başlığı (Türkçe ve İngilizce) kısa ve konuyu kapsayacak şekilde olmalı, kelimelerin baş
harfi büyük olmak üzere küçük harflerle, 13 punto ve bold olarak yazılmalıdır. Yazar adları makale
başlığından sonra bir satır boş bırakılarak 11 punto ile kelimelerin baş harfi büyük olacak şekilde
yazılmalıdır. Yazar adları ortalı yerleştirilmeli ve ünvan kullanılmamalıdır. Adresler kelimelerin ilk
harfi büyük olacak şekilde adların hemen altında ortalı olarak 10 punto olarak yazılmalıdır.
Makalelerin metin bölümlerindeki ana başlıklar ile alt başlıklar numaralandırılmalıdır (1. Giriş, 2.
Materyal ve Metot, 3. Bulgular ve Tartışma, 3.1. Tane Verimi vb.).
Başlıklar paragraf başından başlamalı, kelimelerin ilk harfi büyük olmak üzere küçük harfle
yazılmalıdır. Tüm başlıklar bold olmalıdır. Başlıklarda üstten bir satır boş bırakılmalıdır. Parağraf
girintisi 0.75 cm olmalıdır.
3. Dergiye gönderilecek eser özet, abstract, giriş, materyal ve metot, bulgular ve tartışma, sonuç,
teşekkür (gerekirse) ve kaynaklar bölümlerinden oluşmalıdır. Makalelerin metin bölümleri tek satır
aralığında ve 11 punto olarak yazılmalıdır.
4. Özet ve abstract 200 kelimeyi geçmeyecek şekilde 10 punto ve bir aralık ile yazılmalıdır. Türkçe
yazılan makalelerde İngilizce, İngilizce yazılan makalelerde de Türkçe özetin başına eserin başlığı
aynı dilden yazılmalıdır. Beş kelimeyi geçmeyecek şekilde Türkçe özetin altına anahtar
kelimeler, İngilizce özetin altına da keywords yazılmalıdır.
5. Eserde yararlanılan kaynaklar metin içinde yazar ve yıl esasına göre verilmelidir. Üç veya daha
fazla yazarlı kaynaklara yapılacak atıflarda makale Türkçe ise ‘ark.’, İngilizce ise ‘et al.’
kısaltması kullanılmalıdır. Aynı yerde birden fazla kaynağa atıf yapılacaksa, kaynaklar tarih
sırasına göre verilmelidir. Aynı yazarın aynı tarihli birden fazla eserine atıfta bulunulacaksa, yıla
bitişik biçimde ‘a, b’ şeklinde harflendirme yapılmalıdır. Yararlanılan eserlerin tümü ‘Kaynaklar’
başlığı altında alfabetik sıraya göre numarasız ve 9 punto olarak verilmelidir.
Yararlanılan kaynak makale ise;
Avcı, M., 1999. Arazi Toplulaştırmasında Blok Öncelik Metodunu Esas Alan Yeni
Dağıtım Modeline Yönelik Bir Yaklaşım. Türk Tarım ve Ormancılık Dergisi, 23, 451-457.
Yararlanılan kaynak kitap ise;
Düzgüneş, O., Kesici, T., Kavuncu, O., ve Gürbüz, F., 1987. Araştırma ve Deneme
Metotları (İstatistik Metotları II). Ankara Üniv. Zir. Fak. Yay. No. 1021, 381 s., Ankara.
Yararlanılan kaynak kitaptan bir bölüm ise;
Ziegler, K.E. and Ashman, B., 1994. Popcorn. in: Specialty Corns. Edited Arnel R.
Hallauer. Publ. By the CRS Press, 189-223.
Yararlanılan kaynak bildiri ise;
Uzun, G., 1992. Türkiye’de Süs Bitkileri Fidanlığı Üzerinde Bir Araştırma. Türkiye I.
Ulusal Bahçe Bitkileri Kongresi, 13-16 Ekim 1992, İzmir, Cilt 2: 623-628.
Anonim ise;
Anonim, 1993. Tarım istatistikleri Özeti. T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik
Enstitüsü,Yayın No:1579, Ankara.
İnternet ortamından alınmışsa;
http://www.newscientist.com/ns/980228/features.html
olarak verilmelidir.
6. Çizelge halinde olmayan tüm görüntüler (fotoğraf, çizim, diyagram, grafik, harita vb.) şekil
olarak adlandırılmalı ve ardışık biçimde numaralandırılmalıdır. Her bir çizelge ve şekil metin
içinde uygun yerlere yerleştirilmeli, açıklama yazılarıyla bir bütün sayılıp üst ve altlarında bir satır
boşluk bırakılmalıdır.
Şekil ve çizelgeler iki veya tek sütun halinde verilebilir. Ancak genişlikleri, tek sütun
kullanılması halinde 15 cm’den, iki sütun olması durumunda ise 7.5 cm’den fazla olmamalıdır.
Şekil ve çizelge adları şekillerin altına, çizelgelerin ise üstüne, ilk kelimelerin baş harfi büyük
olacak şekilde küçük harf ve 9 punto ile yazılmalıdır. Çizelge ve şekil içerikleri en fazla 9 punto,
varsa altlarındaki açıklamalar 8 punto olmalıdır.
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
Bahçe Bitkileri Bölümü
Çarşamba Ovası’nda Bazı Bodur Taze Fasulye Çeşitlerinin Verimliliklerinin Belirlenmesi………...
S. H. MADAKBAŞ, H. KAR, B. KÜÇÜKOMUZLU
1
Bitki Koruma Bölümü
Tokat İlinde Bazı Yabancı Otlar Üzerinde Beslenen Yaprak Böcekleri (Coleoptera, Chrysomelidae)
H. ÇAM, T. ATAY
7
Gıda Mühendisliği Bölümü
Characterization of Recombinant Soyacystatin Expressed in E.coli………………………………….
Ö. AKPINAR, H. AN
15
Tarım Ekonomisi Bölümü
Dünya’da ve Türkiye’de Buğday Üretimi ve Uygulanan Politikaların Karşılaştırılması…...…….......
H. KIZILASLAN
23
Türkiye’de Süt Üretiminde İç Ticaret Hadleri ve Risk Analizleri…………………………………...
M. UZUNÖZ, Y. AKÇAY, K. ESENGÜN
39
İşlenmiş Süt ve Süt Ürünleri Sanayinde Süt Teşvik Pirimi Politikasının Analizi……………………
Z.G. GÖKTOLGA, O. KARKACIER, A. ÇİÇEK
49
Tarım Makinaları Bölümü
Bitki Gelişimi ve Enerji Ekonomisi Açısından Fotoperiyodik Aydınlatma Yöntemlerinin
Karşılaştırılması………………………………………………………………………………………
A. DENİZ, G. ERGÜNEŞ
56
Ülkemizin Tarımsal Mekanizasyon Düzeyinin Coğrafik Bölgeler Bazında Değerlendirilmesi……...
E. ALTUNTAŞ, H. DEMİRTOLA
63
Physical Principles of Vibration and Measurement Techniques……………………………………...
M. YILMAZ, O. TEKELİOĞLU, S. YILDIRIM, M. ÇETİN
71
Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü
Seraların Jeotermal Enerji ile Isıtılmasında Ortaya Çıkabilecek Çevresel Etkiler……………….…...
S. KARAMAN, A. KURUNÇ
80
Tarla Bitkileri Bölümü
Bazı Makarnalık Buğday Çeşitlerinin (T.durum Desf.) Erbaa Şartlarında Adaptasyonlarının
İncelenmesi……………………………………………………………………………………….......
F. SÖNMEZ, A.S. KIRAL
Tokat-Kazova Şartlarına Uygun Maltlık Arpa Çeşitlerinin Belirlenmesi…………………………….
N. KANDEMİR
86
94
Toprak Bölümü
Gediz Havzası Salihli Sağ Sahil Sulama Birliği Alanlarının Temel Toprak Sorunları…...…………..
M. USUL, İ. BAYRAMİN, O. DENGİZ, Y. YİĞİNİ
101
Eşmekaya Organik Topraklarının Fiziksel, Kimyasal, Morfolojik Özellikleri ve Sınıflandırılması…
O. DENGİZ, O.BAŞKAN
111
Zootekni Bölümü
Kanatlı Hayvan Beslemede Genetik Yapısı Değiştirilmiş Yem Maddelerinin Kullanımı…...……….
Ş. SARICA, K. KILINÇ
119
E.ALTUNTAŞ, H.DEMİRTOLA
Ülkemizin Tarımsal Mekanizasyon Düzeyinin Coğrafik Bölgeler Bazında
Değerlendirilmesi
Ebubekir Altuntaş1
1
Hilal Demirtola2
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Makinaları Bölümü, 60240, Tokat
2
Ziraat Mühendisi – GOÜ. Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarım Makinaları ABD, Tokat
Özet: Ülkelerin tarımsal mekanizasyon düzeyinin belirlenmesinde; traktör başına tarım alet-makina sayısı,
traktör başına tarım alet-makina ağırlığı (kg/traktör), işlenen alana düşen traktör gücü (kW/ha), 1000 ha
işlenen alana düşen traktör sayısı (traktör/1000 ha) ve traktöre düşen işlenen alan (ha/traktör) gibi işlenen
alan ile traktörün güç ve sayısal yoğunluğunu gösteren kriterler kullanılmaktadır. Bu çalışmada, ülkemizin
coğrafik bölgelerine göre, traktör ve tarım alet-makina varlığı incelenmiş, bölgeler bazında tarımsal
mekanizasyon düzeyi, Devlet İstatistik Enstitüsü’nün 2001 yılı istatistik verileri değerlendirilerek
belirlenmiştir. Buna göre, bölgeler açısından, Marmara ve Ege Bölgelerinde mekanizasyon düzeyi daha
yüksek, fakat Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde ise daha düşük düzeyde bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Coğrafik bölgeler, tarımsal mekanizasyon düzeyi
The Evaluation of the Agricultural Mechanization Level of Turkey According
to the Geographical Regions
Abstract: In determination of the agricultural mechanization level of the countries; the criteria such as the
number of the agricultural implement-machine per a tractor, weight of the agricultural implement-machine
per a tractor (kg/tractor), tractor power per cultivated land unit (kW/ha), tractor number per 1000 ha
cultivated land unit (tractor/1000 ha) and cultivated land per tractor number (ha/tractor) were used. In this
study, the tractor and agricultural implement-machinery inventory of Turkey were investigated according to
geographical regions. The agricultural mechanization level of the geographical regions were evaluated
according to 2001 year statistically values. The mechanization levels were found lower in East and Southeast
Anatolian region and higher in Marmara and Ege regions than the others.
Key Words: Geographical regions, agricultural mechanization level
1. Giriş
Tarımsal mekanizasyon; tarımsal üretimde
diğer tarım girdilerinin etkinliğini arttırmak,
ekonomikliğini sağlamak ve çalışma koşullarını
iyileştirme yönünden tamamlayıcı bir öğe
olmak üzere bir tarımsal üretim teknolojisidir.
Tarım işletmelerinde tarımsal mekanizasyon,
işletmenin teknik ve ekonomik yapısına bağlı
olarak farklı düzeylerde uygulanmaktadır
(Zeren ve ark.,1995).
Pahalı bir tarımsal girdi özelliğini de
taşıyan tarımsal mekanizasyonun girdi olarak
ülkemiz tarımındaki payının %52 olduğu
görülmektedir.
Türkiye’de
mekanizasyon
düzeyi 1965 – 1975 yılları arasında bağıl olarak
hızlı bir değişim göstermiştir. 1975 yılındaki
%171 oranındaki büyük artıştan sonra
1980’lerden itibaren bu oran azalmıştır
(Sabancı ve ark., 1988). 1985 yılında %63’lere
ve 1998 yılında ise, % 12’lere kadar
gerilemiştir. Bu azalışlarla
beraber tarım
makinaları sektörüyle ilgili tüm iş kollarında
büyük sıkıntılar yaşanmış ve bu sıkıntılar halen
yaşanmaktadır (Anonymous, 2001 c). Türkiye,
coğrafik yapısı, değerlendirilebilecek toprak ve
su kaynakları ile tarımsal üretim açısından
elverişli bir yapıya sahip olmasına rağmen
tarımsal üretimde ekonomik, teknolojik ve
doğal bazı engellerle karşılaşmaktadır (Erkmen
ve ark., 1990).
Ülkemiz bugünkü tarımsal mekanizasyon
düzeyini oluşturan kriterler açısından dünya
ortalamasının üzerinde olmasına rağmen, hızla
artan tarımsal ürün talebinin karşılanması için
mevcut üretim düzeyinin arttırılması ve verimin
yükseltilmesi
gerekmektedir.
Türkiye’nin
bölgelerine göre tarımsal mekanizasyon
düzeyinin planlanması; traktör ile tarım aletmakina parkının çeşitliliğinin arttırılarak etkin
hale getirilmesi ile sağlanabilir. Ülkemiz tarım
bölgelerinin makinalı tarım verimliliğine;
bölgenin arazi varlığı, şekli ve büyüklüğü, bitki
ve toprak cinsi, üretim sistemi, iklim, yetişmiş
iş gücü ve makinalaşma etkili olmaktadır
(Çalışır ve ark., 1991). Tarımsal mekanizasyon,
tarımda ana kuvvet kaynağı olan traktöre uygun
şekilde ve yeterli ekipmanın mevcut olması ile
amacına
ulaşabilir.
Ülkemiz,
tarım
67
Ülkemiz Tarımsal Mekanizasyon Düzeyinin Coğrafik Bölgeler Bazında Değerlendirilmesi
makinalarındaki gelişmeye rağmen mevcut
makinaların
ekonomik
kapasitede
çalıştırılamaması, yapılan masrafların artması,
makina parkının ekonomik süreler içerisinde
yenilenememesi gibi sorunlarla karşı karşıya
kalmaktadır.
Ülkelerin
mekanizasyon
düzeylerini
değerlendirmede, işletme alan büyüklükleri ile
traktör güç grupları arasında uyum olması da
gerekmektedir. Bununla beraber, traktörle
kullanılan alet ve makinaların sayısal
yoğunluğu da dikkate alınmaktadır. Ülkelerin
tarımsal
mekanizasyon
düzeyinin
belirlenmesinde; traktör başına tarım aletmakina sayısı, traktör başına tarım alet-makina
ağırlığı (kg/traktör), işlenen alana düşen traktör
gücü (kW/ha), 1000 ha işlenen alana düşen
traktör sayısı
(traktör/1000 ha) ve traktöre
düşen işlenen alan (ha/traktör) gibi işlenen alan
ile traktörün güç ve sayısal yoğunluğunu
gösteren kriterler kullanılmaktadır. Tarımsal
mekanizasyon düzeyi; kıtalar arasında, en
yoğun Avrupa kıtasındadır. Mekanizasyon
düzeyi olarak da kW/ha yerine özgül traktör
yoğunluğu
(traktör/1000
ha)
değerleri
kullanılmaktadır (Zeren ve ark., 1995).
Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) tarafından
belirlenen ülke traktör varlığı ve işletme
büyüklüğü değerleri günümüze kadar en yaygın
kullanılan veri kaynağıdır. Bunun yanında,
OSD (Otomotiv Sanayi Derneği) verilerinden
de yararlanılmaktadır (Sabancı ve ark., 1988).
Dünyada ise bu konuda en yaygın kullanılan
veriler FAO değerleridir (Sabancı ve Akıncı,
1994).
Bu
çalışmada,
ülkemizin
coğrafik
bölgelerine göre, traktör ve tarım alet makina
varlığı, DİE verilerine göre incelenmiş, bölgeler
bazında tarımsal mekanizasyon düzeyi 2001 yılı
istatistik verileri değerlendirilerek belirlenmeye
çalışılmıştır.
2. Tarımsal Yapı
Türkiye nüfusunun yaklaşık %35’i kırsal
kesimde yaşamakta ve tarımla uğraşmaktadır
(Anonymous, 1999). Türkiye’nin tarımsal
yapısında küçük işletmeler önemli bir yer
tutmaktadır. Ülkemizdeki küçük işletmelerin
büyük bir orana sahip olması; miras yoluyla
işletmelerin parçalanması, kırsal kesim
nüfusunun sanayiye yeterince yönelememesi ve
ülkemizdeki
sağlıksız
tarımsal
yapıyı
64
düzeltmeye yönelik olarak yapılan toprak
reformu çalışmaları sonucu, işletme sayılarının
artmış olmasına rağmen, tarımsal makinalaşma
oranının
tarım
bölgelerinde
işletme
büyüklükleri ile aynı düzeyde gelişmediği
görülmektedir (Erkmen ve ark., 1990).
Ülkemizde 2001 yılı DİE verilerine göre;
işlenen alan toplamı 18 087 544 ha, nadas
alanları 4 913 634 ha, sebze alanı 798 844 ha,
meyve, zeytin ağaçlarının kapladığı alan, bağ
alanı ve çay yetiştirmeye ayrılan alan 2 550
453 ha olarak görülmektedir (Anonymous,
2001 b). Ülkemiz tarım bölgelerine göre işletme
büyüklüklerinin genel dağılımı 1981, 1991 ve
2001 yılları için Çizelge 1’de verilmiştir. 2001
yılı genel tarım sayımı sonuçlarına göre, tüm
köyler ve nüfusu 25 000’den az olan il ve ilçe
merkezlerinde 6 189 782 değeri ile toplam hane
halkının, % 66.36’sı tarımsal faaliyetle
uğraşmaktadır.
2001 genel tarım sayımı sonuçlarına göre,
arazi kullanım biçimi coğrafik bölgelere göre
farklılıklar göstermektedir. Buna göre, Türkiye
genelinde tarla arazisi, toplam işlenen alanın
%22.78’sini oluşturmakta olup, en yüksek oran
Marmara Bölgesinde %30.16 ile en düşük oran
ise, % 13.79 ile Karadeniz Bölgesindedir.
Türkiye’nin örtü altı sebze üretimi oransal
olarak, Ege ve Marmara Bölgelerinde yoğun
bulunmaktadır. Nadas alanları, Orta kuzey ve
Orta güney Bölgelerinde %5.6 olan Türkiye
oranının iki katı değerinde, en düşük Akdeniz
Bölgesinde %1.87 oranındadır (Anonymous,
2001 a). Çizelge 1’e göre, 2001 yılı genel tarım
sayımı sonuçları incelendiğinde, 50 da’ dan
küçük işletme sayısı % 64.82 ve 100 da’ dan
küçük işletme sayısı ise % 83.35 oranındadır.
1981 yılı verilerine göre ise, 50 da’ dan küçük
işletme sayısı % 62.15 ve 100 da’ dan küçük
işletme sayısı ise % 82.39’dur. Türkiye’de,
1981-2001 yılları arasında, 20 yıllık dönem
içerisinde toplam işletme sayısında % 20.73,
tarım alanı sayısında ise % 22.70 oranında bir
düşüş gözlenmiştir.
İşletme büyüklüğü açısından 50 da’ dan
küçük işletme sayısı ve tarım alanında, yaklaşık
%15.77 oranında düşüş gözlenirken, 50-99 da
arası işletme büyüklüğü için işletme sayısı, %
31.85 ve tarım alanı sayısında ise, % 26.94
oranında bir düşüş gözlenmiştir. Buna karşın,
1000-2499 da işletme büyüklükleri için, işletme
sayısı artışı % 40.48 oranında, tarım alanı
sayısında ise, % 35.95 oranında bir artış
E.ALTUNTAŞ, H.DEMİRTOLA
gözlenmiştir. 2001 yılı istatistiklerine göre,
ülkemizin traktör parkı 948 416 adettir. Devlet
Planlama Teşkilatı (DPT) 8. kalkınma planına
göre, ekonomik park durumuna (traktör
ömrünün 15 yıl olduğu ve bunun üzerindeki
yaşta bulunan traktörlerin park dışında olduğu
varsayılarak yapılan hesaplamalara) göre 1990
yılı, 1995 yılı ve 1998 yılları için ülkemizin
mekanizasyon düzeyleri yıllara göre sırasıyla;
1.15 kW/ha, 1.07 kW/ha ve 1.22 kW/ha ile
ortalama güç değerleri ise, yıllara göre sırasıyla;
39.8 kW, 42.2 kW ve 43.2 kW olarak
belirlenmiştir(Anonymous, 2001 c). DİE
verilerinde ekonomik traktör parkı dikkate
alınmamaktadır. Dolayısıyla bu çalışmada
hesaplamalarda ekonomik traktör parkı dikkate
alınmamıştır.
3.Tarımsal Mekanizasyon Düzeyi
Türkiye genelinde işlenen arazi miktarı,
2001 yılı itibariyle 18.08 milyon ha olup,
traktör sayısı potansiyeli ise geçen yıllara göre
artmaktadır. Ülkemizdeki coğrafik bölgelere
göre işlenen alanlar ile traktör dağılımındaki
değişim Çizelge 2’de verilmiştir. Çizelge 2
incelendiğinde, traktör kullanımında bölgeler
arasında ilk sırayı İç Anadolu Bölgesi almakta
olup, bunu sırasıyla Marmara ve Ege bölgeleri
izlemektedir. En az traktör kullanımına sahip
bölgeler ise, Güneydoğu ve Doğu Anadolu
bölgeleridir. İşlenen alan yönünden ise, traktör
kullanımında olduğu gibi, ilk sırayı İç Anadolu
Bölgesi almakta olup, bunu sırasıyla
Güneydoğu Anadolu ve Marmara Bölgeleri
izlemektedir. En az işlenen alana sahip bölge
ise Doğu Anadolu Bölgesi’dir. İşlenen alan ile
traktör kullanımı birlikte değerlendirildiğinde,
Güneydoğu Anadolu Bölgesinin işlenen alana
oranla traktör kullanımının en düşük düzeyde
olduğu, buna rağmen Ege ve Marmara
Bölgesinde ise, işlenen alana göre kullanılan
traktör sayısı oldukça yüksek düzeydedir.
Ülkemizdeki traktör parkının iller bazındaki
görüntüsü de bölgesel açıdan verilen düzeyle
paralellik göstermektedir. İller düzeyinde en
çok traktör kullanımı olan Konya ili 44 701
adet traktörle birinci sırayı almakta, Konya’yı
sırasıyla, Manisa (44 073), Bursa (37 992),
Balıkesir (33 273) ve Samsun (32 154) illeri
izlemektedir. Sayılan illerimizin ülke traktör
parkı içerisindeki payı %20.26 olup oldukça
büyük bir orana sahiptir(Anonymous, 2001 b ).
DİE verilerine göre, traktörlerin güç
gruplarına ve yürüme organlarına göre
dağılımları, tekerlekli (2 ve 4 tekerlekli) ve
paletli
olmak
üzere
sınıflandırılmıştır.
Tekerlekli traktörler sırasıyla, 2 tekerlekli (1-5
BG ile >5 BG’lü), 4 tekerlekli olanlar (1-10
BG, 11-24 BG, 25-34 BG, 35-50 BG ve >50
BG’lü) ve paletli traktörler (1-25 BG, 26-40
BG, 41-60 BG ve >60 BG’lü) olmak üzere güç
gruplarına
göre
sınıflandırılmaktadır.
Ülkemizdeki
mevcut
traktörlerin
güç
gruplarının, 2 ve 4 tekerlekli ile paletli
traktörler için 2001 yılı için coğrafik bölgelere
göre dağılımları, Çizelge 3’de verilmiştir.
Çizelge 1. Genel tarım sayımlarına göre, işletme büyüklükleri ve tarım alanlarının değişimi (Anonymous, 2001 b)
İşletme büyüklüğü (da)
0-49
50-99
100-199
200-499
500-999
1 000-2 499
2 500-4 999
5 000+
İ.S.
T.A.
İ.S.
T.A.
İ.S.
T.A.
İ.S.
T.A.
İ.S.
T.A.
İ.S.
T.A.
İ.S.
T.A.
İ.S.
T.A.
Toplam (İ.S.)
Toplam (T.A.)
İ.S. : İşletme sayısı (adet)
1981
2 267 021
45 555 886
738 376
48 392 133
421 523
54 244 977
192 800
5 171 6340
24 785
16 762 086
2 500
3 507 951
373
1 214 931
159
4 779 514
3 647 537
226 173 818
Genel tarım sayımı
1991
2 659 738
51 889 612
713 149
46 750 693
383 323
49 216 633
173 774
46 487 432
24 201
14 982 201
10 266
13 856 622
1 930
6 538 082
441
4 789 427
3 966 822
234 510 702
2001
1 958 266
39 331 129
559 995
38 123 218
327 343
43 881 628
153 689
42 076 324
17 426
11 218 557
4 200
5 476 930
221
695 542
56
3 526 174
3 021 196
184 329 502
T.A. : Tarım alanı (da)
65
Ülkemiz Tarımsal Mekanizasyon Düzeyinin Coğrafik Bölgeler Bazında Değerlendirilmesi
Çizelge 2. Ülkemizin coğrafik bölgelerine göre işlenen alanlar ve traktör dağılımındaki değişim (Anonymous, 2001 a).
Bölgeler
İşlenen alan (ha)
Ülke oranı (%)
Traktör sayısı (adet) Ülke oranı (%)
İç Anadolu
5 622 736
31. 09
213 388
22. 50
Güneydoğu Anadolu
2 599 640
14. 37
46 956
4. 95
Doğu Anadolu
1 873 859
10. 36
49 756
5. 25
Marmara
2 041 026
11. 28
193 339
20. 39
Ege
1 955 938
10. 81
182 900
19. 28
Akdeniz
1 969 826
10. 90
111 288
11. 73
Karadeniz
2 024 519
11. 19
150 789
15. 90
TÜRKİYE
18 087 544
100.00
948 416
100. 00
Çizelge 3. Ülkemizin coğrafik bölgelerine göre mevcut tekerlekli ve paletli traktörlerin güç gruplarına göre dağılımları
(Anonymous, 2001 a)
Bölgeler
Traktör
İç
Güneydoğu
Doğu
Traktör tipi
Marmara
Ege
Akdeniz Karadeniz TÜRKİYE
gücü (BG) Anadolu
Anadolu
Anadolu
1-5
577
1
136
585
105
142
502
2 048
2 tekerlekli
%
28. 17
0. 05
6. 64
28. 57
5. 13
6. 93
24. 51
100
>5
570
0
448
1974
105
680
4 950
8 727
%
6. 53
0
5. 14
22. 62
1. 20
7. 79
56. 72
100
1-10
256
10
497
674
845
827
1 134
4 243
%
6. 03
0. 24
11. 71
15. 88 19. 92 19. 49
26. 73
100
11-24
2 866
40
772
4 695
4 995
1 740
4 847
19 955
%
14. 36
0. 20
3. 87
23. 53 25. 03
8. 72
24. 29
100
4 tekerlekli
25-34
13 252
720
3 936
15 034 16 239 12 705
12 647
74 533
%
17. 78
0. 97
5. 28
20. 17 21. 79 17. 04
16. 97
100
35-50
88 722
16091
18 699
92 452 97 661 60 521
76 306
450 452
%
19. 70
3. 57
4. 15
20. 52 21. 68 13. 44
16. 94
100
>50
107 131
27 970
25 211
77 912 62 890 36 581
50 403
388 098
%
27. 60
7. 21
6. 50
20. 07 16. 20
9. 43
12. 99
100
1-25
0
0
0
0
2
0
0
2
%
0
0
0
0
100
0
0
100
26-40
0
1
20
0
11
16
0
48
Paletli
%
0
2. 08
41. 67
0 22. 92 33. 33
0
100
41-60
0
0
24
10
45
111
0
190
%
0
0
12. 63
5. 26 23. 69 58. 42
0
100
>60
14
25
13
3
2
63
0
120
%
11. 67
20. 83
10. 83
2. 50
1. 67 52. 50
0
100
TOPLAM
213 388
44 858
49 756
193 339 182 900 113386
150 789
948 416
Çizelge 3 incelendiğinde, 2001 yılı
verilerine göre ülkemizde, 2 tekerlekli
traktörlerin toplam sayısı 10775 adettir. Bu
traktörler içerisinde 1-5 BG ve >5 BG’lü güç
gruplarına göre traktörlerin oransal dağılımı ise
sırasıyla, %19.01 ve % 80.99’dur. 2 tekerlekli
traktörler, Türkiye toplam traktör varlığının
%1.14’ünü oluşturmaktadır. Bölgeler bazında
incelendiğinde ise, 2 tekerlekli 1-5 BG’lü
traktörler, en fazla Marmara ve İç Anadolu
Bölgelerinde; >5 BG’lü traktörler ise,
Karadeniz
ve
Marmara
Bölgelerinde
bulunmakta, diğer bölgelerde ise, bu oranlar
daha düşük düzeydedir. En düşük değerler, her
iki traktör tipi için Güneydoğu ve Ege
Bölgelerinde bulunmaktadır.
66
4 tekerlekli traktör güç gruplarını oluşturan
1-10BG, 11-24 BG, 25-34 BG, 35-50 BG ve
>50 BG’lü traktörlerin toplamı 937 281 adet
olup, Türkiye toplam traktör yoğunluğunun %
98.83’ünü oluşturmaktadır. 4 tekerlekli
traktörlerin oransal dağılımı ise, 1-10 BG, 1124 BG, 25-34 BG, 35-50 BG ve >50 BG’lü
traktörler için sırasıyla; %0.47, %2.13, %7.95,
%48.06 ve % 41.41’dir. Bölgeler bazında
incelendiğinde ise, 4 tekerlekli 1-10 BG ve 1124 BG’lü traktörler, sırasıyla en fazla Karadeniz
ve Ege Bölgesinde bulunmaktadır.
Türkiye’de
kullanılan
küçük
güçlü
traktörlerin son derece yetersiz sayıda olduğu,
bahçe traktörlerinin %2.5’ler civarında olduğu,
fakat gelişmiş ülkelerde bu oranın %50’leri
aştığı görülmektedir (Kurtay ve Kut, 1995).
E.ALTUNTAŞ, H.DEMİRTOLA
25-34 BG ve 35-50 BG’lü traktörler,
sırasıyla en fazla, Ege ve Marmara Bölgelerinde
ve >50 BG’lü traktörler ise, sırasıyla en fazla İç
Anadolu, Marmara ve Ege Bölgelerinde
bulunmaktadır. 4 tekerlekli tüm grupları için en
düşük değerler, Güneydoğu ve Doğu Anadolu
Bölgelerinde bulunmaktadır.
Paletli traktör güç grupları içerisinde 1-25
BG, 26-40 BG, 41-60 BG ve >60 BG’lü
traktörlerin toplamı, 360 adet olup, Türkiye
toplam traktör yoğunluğunun %0.04’ünü
oluşturmaktadır. Paletli traktörlerin güç
gruplarına göre oransal dağılımı ise, 1-25 BG,
25-40 BG, 41-60 BG ve >60 BG’lü traktörler
için sırasıyla, %0.56, %13.33, %52.78 ve
%33.33’dür. Bölgeler bazında incelendiğinde
ise, 1-25 BG’lü paletli traktörler, sadece Ege
Bölgesinde bulunmakta olup, diğer bölgelerde
bu tip traktör hiç bulunmamaktadır
26-40 BG’lü paletli traktörler, sırasıyla en
fazla, Doğu Anadolu ve Akdeniz Bölgelerinde
bulunmakta olup, İç Anadolu, Marmara ve
Karadeniz Bölgelerinde bu güç grubunda paletli
traktörler bulunmamaktadır. 41-60 BG’lü
paletli traktörler ise, sırasıyla en fazla Akdeniz
ve Ege Bölgelerinde bulunmakta, İç Anadolu,
Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz Bölgelerinde
41-60
BG’lü
paletli
traktörler
bulunmamaktadır. >60 BG’lü paletli traktörler
ise, sırasıyla en fazla Akdeniz, Güneydoğu
Anadolu Bölgelerinde bulunmakta, Karadeniz
Bölgelerinde ise, paletli traktörlerden hiç
bulunmamaktadır.
Tarımımızda traktör park oranı, gerek
talebin yükselişi; tarımsal yapının iyileşmesi ve
tarımsal
nüfusun
azalması
ölçüsünde
gelişmektedir.
Tarımda
modern üretim
teknolojileri için ürün desenine bağlı olarak
bağ, bahçe ve sebze alanındaki mevcut
gelişmeler bu türe özgü traktör talebini
arttıracaktır(Evcim ve Keçecioğlu, 1994).
Çizelge 4’de 2001 yılı verilerine göre,
ülkemizin coğrafik bölgelerine göre tarımsal
mekanizasyon düzeyleri verilmiştir. Çizelge 4
incelendiğinde 2001 yılı verilerine göre,
ülkemiz coğrafik bölgeleri içerisinde 1 ha tarım
alanına düşen traktör gücü (kW cinsinden),
Marmara Bölgesi’nde 4.09 kW/ha değeri ile en
yüksek değerinde iken, Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’nde 0.78 kW/ha değeriyle en düşük
seviyededir. İç Anadolu, Güneydoğu ve Doğu
Anadolu bölgeleri Türkiye ortalaması değeri
olan % 2.27’nin altında bir değerde iken, diğer
bölgeler ise, bu değerin üzerindedir. Avrupa
Birliği ülkelerinde ise, birim alana düşen traktör
gücü 5-7 kW/ha düzeyinde olup ülkemizin iki
katıdan fazla değerdedir. 2001 yılı verilerine
göre ülkemizde özgül traktör yoğunluğu
(traktör/1000 ha) 52.43 seviyesindedir. Bölgeler
arasında traktör varlığı en çok olan İç Anadolu
Bölgesinde işlenen alanın fazlalığından dolayı,
güç değeri de 5. sırada kalmaktadır. Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nin güç değeri en düşük
düzeyde olup, bir traktöre düşen tarım alanı
yönünden en yüksektir. Marmara Bölgesinde,
traktör/1000 ha düzeyi, 10.56 değeriyle en
düşük düzeydedir.
Çizelge 4. Ülkemizin coğrafik bölgelerine göre tarımsal mekanizasyon düzeyleri (Anonymous, 2001 a)
Tarımsal mekanizasyon düzeyleri
Bölgeler
(kW/ha)
traktör/1000 ha
ha/traktör
İç Anadolu
1. 64
37. 95
Güneydoğu Anadolu
0. 78
18. 06
Doğu Anadolu
1. 15
26. 55
Marmara
4. 09
94. 73
Ege
4. 04
93. 51
Akdeniz
2. 44
56. 50
Karadeniz
3. 22
74. 48
TÜRKİYE
2. 27
52. 43
4. Bölgelerin Bazı Tarımsal Alet ve Makine
Varlığı
Ülkelerin mekanizasyon düzeyini belirten
önemli bir ölçüt de, bir traktör başına düşen
tarım alet ve makina varlığıdır. Ülkemizin
26. 35
55. 36
37. 66
10. 56
10. 69
17. 70
13. 43
19. 07
coğrafik bölgelerine göre traktör başına düşen
bazı tarım alet ve makinaları ile traktörsüz
kullanılan karasaban, hayvan pulluğu ve
biçerdöver ve selektör dağılımı, Çizelge 5’de
verilmiştir.
67
Ülkemiz Tarımsal Mekanizasyon Düzeyinin Coğrafik Bölgeler Bazında Değerlendirilmesi
Çizelge 5. Ülkemizin coğrafik bölgelerine göre traktör başına düşen bazı tarım alet ve makinaları ile karasaban, hayvan
pulluğu ve biçerdöver ve selektör dağılımı (Anonymous, 2001 a)
Bölgeler
Tarım alet-makina tipi
Kulaklı pulluk
Diskli pulluk
Kültüvatör
Toprak frezesi
Tırmıklar
Ekim makinası
Çiftlik gübre dağıtma
makinası
Çapa makinası
Kimyevi gübre dağıtma
makinası
Pülverizatör
Çayır biçme makinası
Orak makinası
Harman makinası
Tarım arabası
Balya makinası
Silaj makinası
İç Anadolu
0. 96
0. 16
0. 51
0. 03
0. 36
0. 57
Güneydoğu
Anadolu
0. 85
0. 21
0. 77
0. 02
0. 11
0. 43
9. 10-3
0. 09
2. 10-3
0. 06
3. 10-3
0. 03
0. 49
0. 39
0. 03
0. 11
0. 36
1. 06
4. 10-3
3.10-3
0. 28
0. 14
0. 04
0. 02
0. 17
0. 91
5. 10-4
1.10-3
Karasaban (adet)
Türkiye oranı (%)
Hayvan pulluğu (adet)
Türkiye oranı (%)
Biçerdöver (adet)
Türkiye oranı (%)
Biçerdöver/1000 ha
Selektör (adet)
Türkiye oranı (%)
8302
5.66
24952
9.39
5381
44.86
0.96
1421
38.64
26363
17.96
12856
4.84
429
3.58
0.17
441
11.89
0. 16
0. 34
0. 32
0. 32
0. 07
0. 21
0. 22
0. 27
0. 20
0. 02
0. 01
3. 10-3
0. 14
9. 10-3
0. 05
0. 07
0. 46
0. 04
0. 16
0. 17
0. 98
1. 01
0. 96
0. 95
0. 01
0. 02
6. 10-3
4. 10-3
3.10-3
0.01
0.01
2.10-3
Traktörsüz kullanılan bazı alet ve makinalar
33158
3624
12700
26823
22.59
2.47
8.65
18.28
19862
14717
69202
32843
7.48
5.54
26.05
12.36
77
2907
734
1488
0.64
24.24
6.12
12.41
0.04
1,42
0.38
0.76
204
635
248
319
5.55
17.26
6.74
8.67
(*): Kulaklı pulluk
Diskli pulluk
Tırmıklar
Ekim makinaları
Çapa makinası
Pülverizatör
Harman makinaları
Silaj makinaları
Doğu
Anadolu
0. 92
0. 07
0. 44
0. 01
0. 67
0. 10
Marmara
1. 12
0. 11
0. 40
0. 04
0. 92
0. 35
Ege
1. 09
0. 06
0. 25
0. 05
0. 72
0. 33
Akdeniz
1. 01
0. 12
0. 48
0. 05
0. 28
0. 24
Karadeniz
0. 92
0. 03
0. 40
0. 02
0. 73
0. 10
TÜRKİYE
1. 01
0. 10
0. 43
0. 03
0. 60
0. 33
1. 10-3
0. 09
2. 10-3
0. 27
2. 10-3
0. 29
7. 10-4
0. 04
1. 10-3
0. 14
0. 09
0. 10
0. 06
0. 10
0. 41
0. 89
6. 10-3
5.10-3
0. 31
0. 23
0. 04
0. 07
0. 24
0. 98
9. 10-3
6.10-3
35798
24.39
91243
34.34
978
8.15
0.48
410
11.15
146768
100
265675
100
11994
100
0.66
3678
100
: kulaklı traktör pulluğu, döner kulaklı traktör pulluğu ve ark pulluğu değerleri,
: diskli traktör pulluğu ve diskli anız pulluğu değerleri;
: diskli ve diğer tırmıklar, dişli tırmık ve karma tırmık değerleri;
: tahıl ekim makinası, kombine tahıl ekim makinası ve üniversal ekim makinası
: traktörle çekilen çapa makinası;
: kuyruk milinden hareketli pülverizatör,
: harman makinası ve sapdöver;
: silaj makinası ve mısır silaj makinası değerleri
Çizelge 5 incelendiğinde 2001 yılı
verilerine göre, ülkemizin coğrafik bölgeleri
içerisinde birim traktör başına düşen 1. sınıf
toprak işleme aletleri içerisinde kulaklı pulluk
oransal dağılımı yönünden tüm bölgelerimizde,
birim traktör başına birer kulaklı pulluk
düşmekte olup, en az Güneydoğu, Doğu
Anadolu ile Karadeniz Bölgelerinde %0.9
oranında bulunmuştur. Birim traktör başına
düşen 2. sınıf toprak işleme aletleri içerisinde
kültüvatörlerin oransal dağılımı, en fazla
Güneydoğu Bölgesinde, %0.70 oranında
bulunurken, diğer bölgelerimizde %0.40’lara
yakındır.
Birim traktör başına düşen ekim
makinalarının oranları en fazla İç Anadolu
Bölgesinde %0.57 oranında, en düşük Doğu
Anadolu
Bölgesinde
%0.10
oranı
düzeylerindedir. Birim traktöre düşen bakım,
gübreleme ve ilaçlama makinaları içerisinde
68
kimyevi gübre dağıtıcılarının dağılım oranları
en fazla, İç Anadolu Bölgesinde % 0.49
oranında, en az ise Karadeniz Bölgesinde
%0.09 oranında gözlenmiştir. Birim traktöre
düşen pülverizatör kullanım oranları en fazla, İç
Anadolu Bölgemizde % 0.39 oranında, en az ise
%0.07 oranında gözlenmiştir.
Birim traktör başına düşen hasat ve harman
makinalarının oranları içerisinde, çayır biçme
makinaları oranları en fazla Doğu Anadolu
Bölgesinde %0.20 oranında, en az ise, Akdeniz
Bölgesinde %0.003 oranında bulunmuştur.
Birim traktöre düşen harman makinalarının
oransal dağılımı, en fazla Doğu Anadolu
Bölgesinde %0.46 oranında en az ise Marmara
Bölgesinde % 0.04 oranında bulunmuştur.
Dolayısıyla,
Doğu
Anadolu
Bölgemiz,
hayvansal üretim potansiyeline bağlı olarak,
hasat ve harman makinaları kullanımında ön
sıraları almaktadır. Birim traktöre düşen balya
E.ALTUNTAŞ, H.DEMİRTOLA
ve silaj makinalarının oransal dağılımları ise
oldukça düşüktür. Birim traktör başına düşen en
önemli taşıma iletim aracı olan tarım arabasının
kullanım oranı, tüm bölgelerimizde yaklaşık
birim traktöre birer adet tarım arabası olacak
şekilde görülmektedir.
Tarımda teknolojik gelişmeyle beraber,
traktör ve tarım alet ve makinalarında gelişme
ve çeşitliliğin artmasına rağmen, traktörsüz
kullanılan karasaban ve hayvan pullukları,
ülkemizde hala her geçen yıl azalmasına
rağmen önemini korumaktadır. Karasaban ve
hayvan pulluğu kullanım oranları, 2001 yılı
verilerine göre toplamları sırasıyla 146768 ve
265765 adet ile en fazla Karadeniz Bölgesinde
sırasıyla, %24.39 ile %34.34 oranlarında
bulunmaktadır. Bu bölgemizi, karasaban
kullanımında, Doğu Anadolu Bölgesi, hayvan
pulluğu kullanımında % 26.05 oranıyla Ege
Bölgesi izlemektedir.
Biçerdöver
kullanımı
açısından
bölgelerimiz
incelendiğinde,
Türkiye
biçerdöver toplamı 11994 adet olup, Ege
Bölgesi, Türkiye ortalamasının % 44.86 oranı
ile ilk sırayı alırken, bu bölgemizi %24.24 ile
Marmara Bölgesi izlemekte ve en az kullanım
ise, %0.64 ile Doğu Anadolu Bölgesi
almaktadır. Biçerdöver sayısının işlenen alan
açısından
bölgelerimizin
durumu
incelendiğinde, biçerdöver/1000 ha oranları en
fazla 1.42 ile Marmara Bölgesinde ve bunu İç
Anadolu Bölgemiz 0.96 ile izlemekte olup, en
düşük oran ise, 0.04 değeriyle Doğu Anadolu
Bölgesinde olduğu görülmektedir.
Doğu Anadolu Bölgemizin mekanizasyon
düzeyinin belirlendiği bir çalışmada, bölgenin
doğal şartları ve çiftçini ekonomik durumunun
iyi olmaması, çoğu tarım alet ve makinaları
kullanımını
sınırlandırırken,
biçerdöver
kullanımı da bundan etkilenmiştir (Erkmen ve
Bastaban, 1988). Ülkemiz biçerdöver kullanım
ortalaması son yıllar itibariyle 0.66 değerinde
olup, Fransa’da 8.41, ABD’de ise 3.74
değeriyle
bizdeki
değerden
oldukça
yüksektir(Anonymous, 2001 c).
Ülkelerin
tarımsal
mekanizasyon
düzeyinin belirlenmesinde; birim traktör başına
düşen toplam tarım alet-makina sayısı ve
traktör başına tarım alet-makina ağırlığı
(kg/traktör) gibi kriterler de önemlidir.
Çalışmada, incelenen tarım alet ve makinaları
açısından birim traktör başına düşen tarım aletmakinası değerleri yaklaşık olarak ; Güneydoğu
Anadolu, Doğu Anadolu ve Karadeniz
Bölgelerinde 4 adet, diğer bölgelerimizde ise 5
adet olarak kabul edilebilir. Bu değerlere bağlı
olarak, birim traktör başına düşen tarım aletmakina ağırlığı (kg/traktör) ise yaklaşık bir
değer olarak; İç Anadolu Bölgesinde 3.5 ton,
Güneydoğu Anadolu’da 2 ton, Doğu
Anadolu’da 2.5 ton civarında , diğer bölgelerde
ise, 3 ton civarında olduğu söylenebilir.
Uluslararası düzeyde kabul gören sayı ise,
birim traktör başına 10 farklı tarımsal iş
makinası düşmesidir. (Zeren ve ark., 1995).
DPT’nın sekizinci beşyıllık kalkınma planı
araştırma raporuna göre, AB ülkeleri için birim
traktör başına düşen tarım alet ve makine
ağırlığı 12 ton olup, ülkemizde bu değerler 4.2
ton civarındadır. Dolayısıyla ülkemiz oldukça
geri durumdadır (Anonymous, 2001 c).
Akdeniz Bölgesinde özellikle Adana,
Hatay ve İçel İllerinde birim tarım traktörüne
yaklaşık 7 adet tarım alet ve makinası
düşmektedir. Traktör başına düşen tarım aletmakine ağırlığı ise, yaklaşık bu iller için
ortalama 4.5 ton civarındadır(Işık, 1996).
Altuntaş ve ark., (1997), yaptıkları
çalışmada, Türkiye’nin coğrafik bölgeler göre
mekanizayon düzeyini, sırasıyla, 1.64 kW/ha,
41.25 traktör/1000 ha ve 24.25 ha/traktör
değerleriyle bulmuşlardır. Buna göre, 1994 yılı
ve
2001
yılları
arasındaki
Türkiye
ortalamalarına
bakıldığında,
kW/ha
değerlerinde %27.75 oranında, traktör/1000 ha
değerlerinde %21.32 oranlarında artış olurken,
ha/traktör değerlerinde ise, %27.16 oranında
azalma gözlenmiştir.
5. Sonuç
Bu
çalışmada,
ülkemizin
coğrafik
bölgelerine göre, tarımsal mekanizasyon düzeyi
2001 yılı verileri incelenerek belirlenmeye
çalışılmıştır. 2001 genel tarım sayımına göre,
çeşitli işletme büyüklükleri ve tarım alanlarında
azalmalar görülmektedir. İşlenen alan ve traktör
sayıları değişimleri incelendiğinde, işlenen
alanlar % 1.54 oranında azalma görülürken,
traktör sayılarında %20.13 oranında artış
gözlenmiştir.
Bölgeler açısından İç Anadolu Bölgesi en
fazla traktör sayısına sahiptir. Traktör güç
gruplarına göre, bölgeler açısından 4 tekerlekli
traktörler,
toplam
traktör
varlığımızın
%98.83’ünü
oluşturmaktadır.
Tarımsal
mekanizasyon düzeyleri açısından, bölgelerimiz
69
Ülkemiz Tarımsal Mekanizasyon Düzeyinin Coğrafik Bölgeler Bazında Değerlendirilmesi
içersinde Marmara ve Ege Bölgeleri en yüksek
düzeyde, Güneydoğu ve Doğu Anadolu
Bölgeleri ise, en düşük oranlara sahiptir.
Ülkemizde son
yıllardaki
yaşanan
ekonomik sıkıntılar, traktör ve tarım alet ve
makinaları imalatçıları ve çiftçilerimizin alım
gücünü etkilemiştir. Ülke tarımındaki gelir
düşüklüğü, devlet tarım politikalarındaki üretici
ve üretimi
etkileyen faktörler,
tarım
işletmelerinin yapısal bozukluğu ortak makine
kullanımı ve işletme yapısına uygun traktörtarım alet-makinası ilişkisinin geliştirilememesi
ve ekonomik kullanımını yitirmiş traktör ve
tarım alet ve makinalarının mevcut varlığı gibi
nedenlerle tarımsal mekanizasyon düzeyi
gelişmesine
rağmen
istenen
düzeye
ulaşamamıştır.
Türkiye’nin mekanizasyon düzeyinin
istenilen ölçüde olmadığı görülmektedir. Bu
nedenle,
bölgeler
bazında
tarımsal
mekanizasyon düzeyini oluşturan kriterler
açısından bölgelerimize ve üretim desenlerine
uygun bir tarımsal mekanizasyon planlamasına
ihtiyaç
duyulmaktadır.
Bölgelerimizin
ihtiyacına uygun traktör parkı ile tarım alet ve
makinalarına sahip olması ve etkin kullanımı,
üretimi ve pazarlanması yapılabilmelidir.
Ekonomik yönden yetersiz durumda bulunan
bölgelerimizin
istenen
tarım
alet
ve
makinalarına
kavuşabilmesi
açısından
çiftçilerimizin ortak makine kullanımını
sağlayacak şekilde
bilinçlenmeleri, ayrıca
işletmelerin
küçük
işletmeler
halinde
oluşmasını
önleyecek
gerekli
kanuni
düzenlemelerin yapılması gerekli olmaktadır.
Kaynaklar
Altuntaş, E., Öğüt, H., Taşer, Ö.F., 1997. Ülkemizin
Coğrafik Bölgelere Göre Tarımsal Mekanizasyon
Durumu.,17. Tarımsal Mekanizasyon 17. Ulusal
Kongresi, 17-19 Eylül 1997, Tokat.
Anonymous, 1999. T.C. Başbakanlık D.İ.E. Haber
Bültenleri (3’er aylık dönem itibariyle 1998
GSMH Sonuçları) Web Sayfası http:/www.
die.gov.tr (Genel Tarım Sayımı.)
Anonymous, 2001 a. T.C. Başbakanlık D.İ.E. Web
Sayfası http:/www. die.gov.tr (Genel Tarım
Sayımı.)
Anonymous, 2001 b. Tarımsal Yapı (Üretim, Fiyat,
Değer), T.C. Başbakanlık D.İ.E., Ankara,
Anonymous, 2001 c. Tarım Alet ve Makinaları Sanayii,
Sekizinci Beş yıllık Planı Özel İhtisas Komisyonu
Raporu. Yayın No: DPT 2546-ÖİK : 562. Ankara.
Çalışır, S., Güney, M. Aydın, C., 1991. Konya
Bölgesinin Tarımsal Mekanizasyon Sorunları ve
Çözüm Önerileri. Tarımsal Mekanizasyon 13.
Ulusal Kongresi, 25 – 27 Eylül 1991, Konya.
Erkmen Y., Bastaban, S., 1988. Doğu Anadolu
Bölgesinin Tarımsal Mekanizasyonunun Sorunları
ve Çözüm Yolları. Tarımsal Mekanizasyon 11.
Ulusal Kongresi, 10-12 Ekim 1988, Erzurum.
Erkmen Y., Bastaban, S., Çelik, A., Öztürk, İ., 1990.
Türkiye’nin Coğrafik Bölgelere Göre Tarımsal
Mekanizasyon Sorunları ve Çözüm Olanakları, 4.
Uluslararası Tarımsal Mekanizasyon ve Enerji
Kongresi, 1- 4 Ekim 1990, Adana.
70
Evcim, Ü., Keçecioğlu, G., 1994. Avrupa Ülkeleri
Traktör Parkındaki Gelişmeler ve Türkiye ile
Karşılaştırılması. Tarımsal Mekanizasyon 15.
Ulusal Kongresi, 20-22 Eylül 1994, Antalya.
Işık, A., 1996. Çukurova Bölgesi tarım işletmelerinin
Tarımsal Yapı ve Mekanizasyon Özelliklerinin
Belirlenmesi Üzerine Bir Araştırma. 6. Uluslar
arası Tarımsal Mekanizasyon ve Enerji Kongresi
Bildiri Kitabı. S. 565-580, Ankara.
Kurtay, T., Kut, T., 1995. Küçük Entansif Tarım
işletmelerinin Mekanizasyonu ve Sorunları.
Tarımsal Mekanizasyon Kurul Toplantısı
Raporları, Eylül, 1995. Bursa.
Sabancı, A., Işık, A., Zeren, Y., 1988. Türkiye’de
Mekanizasyon Düzeyi Gelişimi ve Sorunları.
Tarımsal Mekanizasyon 11. Ulusal Kongresi, 1012 Ekim 1988, Erzurum.
Sabancı, A., Akıncı, İ., 1994. Dünyada ve Türkiye’de
Tarımsal Mekanizasyon Düzeyi ve Son
Gelişmeler. Tarımsal Mekanizasyon 15. Ulusal
Kongresi, 20-22 Eylül 1994, Antalya.
Zeren, Y., Tezer, E., Tuncer, İ.K., Evcim, Ü., Güzel, E.,
Sındır, K.O., 1995. Tarım Alet-Makine ve
Ekipman Kullanım ve Üretim Sorunları. Ziraat
Mühendisliği Teknik Kongresi Tarım Haftası 95
Kongresi, 9-13 Ocak 1995, Ankara.
jgfjgf
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2004, 21 (2), 86-93
Bazı Makarnalık Buğday Çeşitlerinin (T.durum Desf.) Erbaa Şartlarında
Adaptasyonlarının İncelenmesi
Fahri Sönmez
A.Safi Kıral
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Tokat Erbaa şartlarında 2000-2001 ve 2001-2002 yıllarında yürütülen bu araştırmada dokuz
makarnalık buğday çeşidi kullanılmıştır. Araştırmada tane verimi yanında başaklanma süresi, başaklanmaerme süresi, metrekarede başak sayısı, bitki boyu, başak tane sayısı, başak tane ağırlığı, bin tane ağırlığı ve
hektolitre ağırlığı gibi özellikler incelenmiştir. İncelenen karakterler bakımından her iki yılda da çeşitler
arasında önemli (P<0.05) farklılıklar bulunmuştur. İki yılın ortalamasına göre tane verimi 434.0-578.0 kg/da
arasında değişmiştir. En yüksek tane verimi Harran çeşidinde elde edilmiş ve bu çeşidi Sarıçonak, Yılmaz ve
Sham-I çeşitleri izlemiştir. Bu çeşitler yöre için ümitvar görünmekle beraber, ikinci yılda bütün çeşitlerde çok
yüksek oranda dönme görülmüştür. Elde edilen bulgulara göre, bölgedeki çalışmaların azot miktarı ve azot
verme zamanlarının birlikte kombine edilerek sürdürülmesinin yararlı olacağı kanaatine varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Makarnalık buğday çeşitleri, tane verimi ve verim komponenetleri
Investigation of Adaptation of Some Durum Wheat Cultivars (T.durum Desf.)
in Erbaa Conditions
Abstract: Nine wheat cultivars were used in this study which was carried out at the farmer fields in Erbaa,
Tokat conditions in 2000-2001 and 2001-2002. In this study, observations such as heading time and headingmaturity time, the number of spikes per square, plant height, number of grain per spike, weight of grain per
spike, grain yield, 1000-grain weight, and test weight were investigated. There were significant differences
between cultivars for all studied characters in both years. According to mean results of two years, grain yield
varied from 434.0 kg/da to 578.0 kg/da and the highest yield was obtained from cultivar Harran, and this
cultivar was followed by Sarıçonak, Yılmaz and Sham-I. These cultivars were found as promising cultivars
for this region, but all cultivars in second year didn’t produce vitreous grains. Results from this study
indicated that factors such as nitrogen levels and nitrogen application times should be combined together.
Keywords: Durum wheat cultivars, grain yield and yield components
1. Giriş
Ülkemiz tarımında en geniş üretim alanına
sahip buğday tarımında makarnalık buğday
üretimi % 20-30’luk bir paya sahiptir.
Makarnalık buğday üretiminin % 15-20’si
Sahil, % 25-30’u Güneydoğu Anadolu, ve %
50-55’i İç Anadolu ve Geçit Kuşağında
gerçekleştirilmektedir
(Uysal,
1999).
Makarnalık buğdayda verim ve kalite genetik
faktörler kadar çevre şartlarından da önemli
derecede etkilenmektedir (Sade ve ark., 1999).
Bu nedenle, dünyada ve ülkemizde ekim
alanları sınırlıdır. Bunun yanında, ekmeklik
buğdaya oranla daha zahmetli ve girdilerinin
daha yüksek oluşu bir başka olumsuzluktur. Bu
dezavantajların yanında, son yıllarda uygulanan
düşük fiyat politikaları nedeniylede üretim
ekmeklik buğdaya kaymaktadır.
Makarnalık buğdaylar sahil ve geçit
kuşakları dışında yazlık olarak ekilmekle
beraber, uygun ekolojilerde kışlık olarak
ekildiklerinde ekmeklik buğdaylarla rekabet
edebilecek düzeyde ürün verebilmektedirler
(Korkut ve Başer, 1993; Bilgin ve Korkut,
2000). Bugüne kadar farklı ekolojilerde
makarnalık buğdayla ilgili olarak bir çok
çalışma (Genç ve ark., 1987; Yürür ve ark.,
1987; Korkut ve Başer, 1993; Şener ve ark.,
1997; Öztürk ve Çağlar, 2001) yapılmış olup,
tane verimi ve incelenen karakterler
bakımından çeşitler arasında önemli farklılıklar
olduğu ve bu karakterlere ilişkin değerlerin
ekolojik şartlara göre önemli derecede farklı
oldukları belirlenmiştir. Çukurova koşullarında
bazı makarnalık buğday genotiplerinin tarımsal
özelliklerini araştıran Genç ve ark. (1987),
başaklanma süresinin 85-111 gün, başakta tane
sayısının 34.0-45.4, bin tane ağırlığının 44.156.8 g, hektolitre ağırlığının 79.5-83.9 kg, tane
veriminin ise 587-651 kg/da arasında
değiştiğini belirlemişlerdir. Şener ve ark. (1997)
ise Hatay koşullarında yaptığı bir başka
araştırmada çeşitlerin başaklanma sürelerini
107.2-123.5 gün, başaklanma-erme sürelerini
F.SÖNMEZ, A.S.KIRAL
39.8-48.5 gün, başaktaki tane sayılarını 42.964.8, başak tane verimlerini 52.1-67.7 g,
hektolitre ağırlıklarını 77.5-82.9 kg, tane
verimlerini ise 551-823 kg/da olarak tespit
etmişlerdir. Yılmaz ve Dokuyucu (1994)
tarafından
Kahramanmaraş
koşullarında
yürütülen diğer bir araştırmada çeşitlere ait
bitki boyları 91.3-99.1 cm, başak tane sayıları
35.0-50.0, bin tane ağırlıkları 33.7-44.9 g,
hektolitre ağırlıkları 78.8-82.5 kg, tane
verimleri ise 468-566 kg/da arasında
bulunmuştur. Diğer taraftan, Yürür ve ark.
(1987) tarafından Bursa koşullarında yapılan
araştırmada makarnalık buğday genotiplerinin
bitki boylarını 70.0-129.4 cm, bin tane
ağırlıklarını 25.8-46.3 g, tane verimlerini ise
230-408 kg/da arasında bulmuşlardır. Konya
şartlarında yapılan diğer bir araştırmada (Sade
ve ark., 1999), metrekaredeki başak sayısının
349.3-485.5, başaktaki tane sayısının 28.1-43.7,
başak tane veriminin 1.38-2.17 g, tane
veriminin 342.3-563.2 kg/da, bin tane ağılığının
38.9-46.1 g, hektolitre ağırlığının 79.09-81.6 kg
arasında değişim gösterdiği saptanmıştır.
Öztürk ve Çağlar (2001), bazı makarnalık
buğday çeşitleri ile ekolojisi biraz daha farklı
olan Erzurum da yaptıkları bir başka
araştırmada ise başaklanma süresini 70.2-86.7
gün, başaklanma-erme süresini 34.8-42.3 gün,
metrekaredeki başak sayısını 135-438, bin tane
ağırlığını 35.5-45.3 g, hektolitre ağırlığını 74.579.9 kg, tane verimini ise 68.4-175.6 kg/da
arasında bulmuşlardır.
Tokat ve yöresi tarımında buğday
yetiştiriciliği önemli bir yer tutmaktadır.
Tokat’ta kışlar nispeten sert geçmesine rağmen,
ilin kuzey-batısında yer alan Erbaa’da daha
ılıman bir iklim hakim sürmektedir. İklim
şartları elverişli olmasına rağmen Erbaa’daki
çiftçiler alternatif ürün, düşük verim, düşük
fiyat ve düşük kalite gibi faktörler nedeniyle
makarnalık
buğday
üretimini
tercih
etmemektedirler. Uygun çeşitler getirilmesi ve
çiftçinin
bilinçlendirilmesi
durumunda,
ekolojisi uygun olan bu yörede makarnalık
buğday yetiştiriciliği arzu edilen seviyeye
gelebilir. Bu çalışmada, Erbaa şartlarında
makarnalık buğday yetiştirme imkanlarının
araştırılması amaçlanmıştır.
2. Materyal ve Yöntem
Araştırma 2000-2001 ve 2001-2002 üretim
yıllarında Tokat ili Erbaa ilçesinde çiftçi
tarlalarında yapılmıştır. Deneme alanı toprakları
orta alkali (pH=8,50) toprak reaksiyonunda
olup, organik madde bakımından fakir (%
1.68), yarayışlı fosfor bakımından ise yeterli
(7.32 P2O5 kg/da) durumdadır. Tokat’ta ürün
yılını kapsayan Kasım, Aralık, Şubat, Mart,
Nisan, Mayıs ve Haziran aylarındaki aylık
ortalama sıcaklıklar bakımından deneme yılları
arasında Ocak ayı hariç, çok belirgin farklılık
olmamıştır (Çizelge 1). Buna karşılık, aynı
dönemdeki toplam yağış miktarı birinci yıla
göre daha fazla olmuştur. Ayrıca, ikinci üretim
yılında yağışın aylara dağılımı da daha düzenli
olmuştur.
Çizelge 1.Tokat iline ait bazı iklim faktörlerinin uzun yıllar ile 2000-2001 ve 2001-2002 yıllarındaki durumu (*)
Yağış (mm)
Ortalama Sıcaklık ( oC)
Uzun
20002001Uzun
20002001Yıllar
2001
2002
Yıllar
2001
2002
Eylül
17.9
19.6
18.8
17.9
20.4
11.4
Ekim
12.5
11.6
11.6
34.2
24.0
15.6
Kasım
7.1
5.6
7.4
50.1
0.2
73.4
Aralık
3.3
3.4
5.1
47.2
29.4
50.5
Ocak
1.3
2.6
-4.5
41.7
2.6
45.1
Şubat
2.9
4.9
4.1
33.4
35.6
20.4
Mart
7.1
11.3
9.3
40.2
19.3
29.2
Nisan
12.5
13.5
11.1
61.6
39.6
68.4
Mayıs
16.3
14.4
15.6
60.5
92.2
16.8
Haziran
19.6
20.2
18.8
40.6
5.6
57.6
Temmuz
22.0
23.6
23.2
10.5
1.0
37.6
Ağustos
21.7
23.3
21.4
7.1
1.2
11.2
Ort./Toplam
11.9
12.8
11.8
445.0
271.1
437.2
* Köy Hizmetleri Tokat Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü Kayıtlarından Alınmıştır
Aylar
Uzun
Yıllar
58.0
63.7
67.8
69.7
66.5
61.8
57.9
59.1
56.5
53.7
55.4
56.5
60.6
Nispi Nem
20002001
66.8
80.9
74.3
85.0
82.9
73.4
64.4
68.0
75.9
60.6
64.4
65.5
71.9
20012002
75.0
74.2
79.6
77.2
90.6
76.7
63.8
76.6
65.1
76.4
70.4
72.1
74.8
87
Bazı Makarnalık Buğday Çeşitlerinin (T.durum Desf.) Erbaa Şartlarında Adaptasyonlarının İncelenmesi
İki yıl süreyle yürütülen bu araştırmada
Altın, Altıntaç, Altıntoprak Amonos, Haran,
Kızıltan, Sarıçonak, Sham-I ve Yılmaz, çeşitleri
kullanılmıştır. Araştırmada parsel büyüklüğü
6.00 m x 1.20 m = 7.20 m² (20 cm aralıklı 6
sıra) olup, deneme, “Tesadüf Blokları Deneme
Planına”
göre
üç
tekerrürlü
olarak
yürütülmüştür. Ekimler metrekareye 400 bitki
hesabıyla 2000 yılında 25 Kasım, 2001 yılında
3 Aralıkta elle ekilmiştir. Ekimle birlikte her
parsele dekara 5 kg P2O5 (Triplesüperfosfat) ve
6 kg N (Amonyumsülfat) hesabıyla gübre
verilmiştir. Bitkiler sapa kalktıklarında tekrar
her parsele dekara 6 kg N (Amonyumsülfat)
verilmiştir (Sade ve ark. 1999). Genç ve ark.
(1987), Kırtok ve ark. (1988) gibi
araştırmacıların
izledikleri
yöntemler
kullanılarak her parsel için; bitki boyu,
metrekarede başak sayısı, başakta tane sayısı,
başak tane verimi, tane verimi, bin tane ağırlığı,
hektolitre ağırlığı, başaklanma süresi ve
başaklanma-erme süresi belirlenmiştir. Hasatta,
her parselin kenarlarından birer sıra, parsel
başlarından 0.50’şer metre kenar tesiri olarak
bırakılmış ve geri kalan bitkiler orakla hasat
edilmiştir. Üç gün süreyle kurumaya bırakılan
bitkiler
parsel
harman
makinesiyle
harmanlanmış ve elde edilen parsel verimleri
kg/da’a çevrilmiştir. Elde edilen sonuçların
deneme planına uygun olarak
COSTAT
programında varyans analizleri yapılmış ve
ortalamalar Duncan Testine göre (P<0.05)
gruplandırılmıştır.
3. Bulgular ve Tartışma
Araştırmada kullanılan çeşitlere ait
başaklanma süresi ve başaklanma-erme
süresine ilişkin değerler Çizelge 2’de
sunulmuştur. Çizelge den de görüldüğü gibi her
iki deneme yılında da başaklanma süresi ve
başaklanma-erme süresi bakımından çeşitler
arasında
önemli
(P<0.05)
farklılıklar
bulunmuştur. Başaklanma süresi 2001 yılında
119-138 gün, 2002 yılında ise 128-140 gün
arasında değişmiştir. İlk yılda en erken Altıntaç,
Kızıltan,
Yılmaz
ve
Altın
çeşitleri
başaklanırken, Amonos en geç başaklanmıştır.
İkinci yılda ise Sarıçonak en erken
başaklanırken, Amonos yine en geç başaklanan
çeşit olmuştur. Yılların ortalamasına göre ilk
olarak Yılmaz (126 gün), son olarak ise
Amonos (139 gün) çeşidi başaklanmış ve
çeşitler arasında görülen farklılıklar istatistiksel
olarak da önemli bulunmuştur. Çeşitlerden
Amonos çeşidinde başaklanma belirgin bir
biçimde uzun sürerken, diğer çeşitler ortalama
olarak yaklaşık aynı günlerde başaklanmayı
tamamlamışlardır. Farklı ekolojik şartlarda
yapılan araştırmalarda (Çölkesen ve ark., 1994;
Şener ve ark, 1997; Öztürk ve Çağlar, 2001) da
başaklanma yönünden önemli farklılık olduğu
bildirilmiştir.
Çizelge 2. Çeşitlerin başaklanma süresi, başaklanma-erme süresi ve metrekarede başak sayısına ait değerler*
Altın
Altıntaç
Altıntoprak
Amonos
Harran
Kızıltan
Sarıçonak
Sham-I
Yılmaz
Ortalama
Başaklanma Süresi (gün)
2001
2002
Ort.
120 c
137 c 128.5 bcd
119 c
136 d 127.5 de
128 b
131 fg 129.5 b
138 a
140 a 139.0 a
127 b
131 fg 129.0 bc
119 c
138 b 128.5 bcd
126 b
128 h 127.0 cde
129 a
130 g 129.5 b
119 c
133 e 126.0 e
125 b
134 a
Başaklanma-Erme Süresi (gün)
2001
2002
Ort.
37 a
38 f
38 b
38 a
39 e
39 ab
28 c
44 c
36 c
32 b
35 h
34 d
27 c
44 bc
36 c
33 b
37 g
35 cd
24 d
47 a
36 c
25 d
45 b
35 cd
37 a
42 d
40 a
31.3 b
41.3 a
M²de Başak Sayısı (adet)
2001
2002
Ort.
485.0 ab 658.3 a
572 ab
398.3 b
636.0 a
517 a-d
416.7 b
535.0 ab 476 cd
577.0 a
580.3 a
579 a
485.0 ab 650.0 a
567 ab
398.3 b
580.3 a
464 bcd
401.7 b
581.0 a
491 bcd
470.0 ab 612.0 a
541 abc
470.0 ab 433.0 b
452 d
455.7 b
585.1 a
*Aynı harfle gösterilen ortalamalar arasındaki fark P<0.05 seviyesinde önemsizdir.
Başaklanma-erme süresi 2001 ve 2002
yıllarında sırasıyla 24-38 ve 35-47 gün, yılların
ortalamasında ise 34-40 gün arasında değişmiş
ve çeşitler arasındaki farklılıklar istatistiksel
olarak da önemli (P<0.05) bulunmuştur
(Çizelge 2). Genel olarak ikinci yılda çeşitlerin
başaklanma-erme süreleri daha uzun sürmekle
birlikte, çeşitler değişen iklim şartlarından
88
farklı biçimlerde etkilenmiştir. Sham-I, Harran,
Sarıçonak
ve
Altıntoprak
çeşitlerinin
başaklanma-erme süreleri (24-28 gün) ilk yıl
diğer çeşitlerden önemli derecede kısa olmasına
rağmen, yağışın daha fazla olduğu ikinci yılda
daha uzun (44-47 gün) sürmüştür. İki yılın
ortalaması olarak değerlendirildiğinde en uzun
başaklanma-erme süresi Yılmaz, Altıntaç, Altın
F.SÖNMEZ, A.S.KIRAL
çeşitlerinde sırasıyla 40, 39 ve 38 gün olarak
belirlenirken, diğer çeşitlerde bu süre 34-37 gün
arasında belirlenmiştir. Her iki deneme yılında
da başaklanma-erme süresinin tekabül ettiği
Mayıs ve Haziran aylarında sıcaklığın
artmasının yanında yağışın da giderek düşmesi,
bitkiden ve topraktan su kaybını artırmıştır. Bu
durum, erken ve geç başaklanan çeşitlerin
yaklaşık olarak aynı tarihlerde olgunlaşmalarına
neden olmuştur. Bunun sonucu olarak, erken
başaklanan
hatlarda
başaklanmadan
olgunlaşmaya kadar geçen süre uzamış, buna
karşılık geç başaklanan hatlarda bu süre
kısalmıştır.
Başaklanma-erme
süresinin
çeşitlere göre önemli derecede değiştiği
Gebeyehou ve ark.(1982), Genç ve ark. (1987)
ile Knott and Gebeyehou (1987) tarafından da
tespit edilmiştir.
Metrekaredeki başak sayısı bakımından
çeşitler arasındaki farklılık hem 2001, hem de
2002 yılında istatistiksel olarak önemli
(P<0.05) bulunmuştur (Çizelge 2). Çeşitlere ait
metrekaredeki başak sayısı ilk yıl 398.3-577.0
arasında değişmiş ve en yüksek değer
başaklanması da en geç olan Amonos çeşidinde
saptanırken, en düşük değer ise Kızıltan
çeşidinde saptanmıştır. İkinci deneme yılında
metrekaredeki başak sayısı değerleri 433.0658.3 adet arasında değişmiştir. Bu yıldaki en
yüksek değer Altın çeşidinden elde edilmiş,
fakat sadece en düşük değere sahip Yılmaz
çeşidinden önemli düzeyde farklı olduğu
görülmüştür. Deneme yıllarının ortalamasına
göre ise, metrekaredeki başak sayısı 452-579
arasında değişmiş olup, en yüksek değer
Amonos çeşidinde saptanmış ve bu çeşidi
önemli olmayan farklılıklar ile Altın, Harran,
Sham-I ve Altıntaç çeşitleri izlemiştir. Son
sırada ise Yılmaz çeşidi yer almıştır. Genel
olarak metrekaredeki başak sayısı çeşitlerin
genotipik özellikleri yanında, yağış ve sıcaklık
gibi çevre faktörlerinden de önemli derecede
etkilenmektedir. Bu çalışmada, çeşitlerin
değişen iklim şartlarına tepkileri farklı
düzeylerde olmuştur. Özelikle ikinci yılda
toplam yağış miktarında meydana gelen artış
metrekarede başak sayısını da artırmıştır.
Makarnalık
buğday
çeşitleri
arasında
metrekaredeki başak sayısı bakımından önemli
farklılıklar olduğu Kılınç ve ark. (1996) ile
Sade ve Akçin (1994) tarafından da
bildirilmiştir.
Çeşitlere ait bitki boyu ortalamaları 2001
yılında 77.4-111.1 cm, 2002 yılında ise 77.0120.7 cm arasında değişim göstermiş ve çeşitler
arasındaki farklarda önemli (P<0.05) olmuştur
(Çizelge 3). 2002 Yılı yetiştiricilik açısından
daha uygun geçmiş ve bu farklılık ikinci yılda
Amonos ve Altıntoprak çeşitlerinde belirgin bir
biçimde görülmüştür. Yılların ortalamasına
bakıldığında,
çeşitlerin
ortalama
bitki
boylarının 77.2 ile 114.7 cm arasında değiştiği
ve çeşitlerin söz konusu karakter bakımından
önemli düzeyde farklı oldukları görülmektedir.
Her iki yılda da Altıntaç ve Amonos çeşitlerinin
dikkat çekecek kadar diğer çeşitlerden daha
uzun oldukları gözlemlenmiştir. Bitki boyunun
uzun olmasında çevre faktörlerinin etkisi
yanında genotip faktörü de önemli derecede
etkili olmaktadır. Benzer olarak yapılan bir çok
araştırmada (Şener ve ark., 1997; Çölkesen ve
ark., 1994; Yılmaz ve Dokuyucu, 1994) da elde
ettiğimiz bulgulara benzer olarak bitki boyu
bakımından genotipler ve yıllar arasında önemli
farklıklar bulunmuştur.
Çizelge 3 incelendiğinde, çeşitlerin
ortalama başak tane sayılarının 2001 yılında
33.3-43.3 arasında, 2002 yılında ise 42.0-53.0
arasında değiştiği ve çeşitler arasında önemli
(P<0.05) farklılıklar olduğu görülmektedir.
Çizelge 3’de görüldüğü üzere hem başak tane
sayısı, hem de başak tane verimi 2002 yılında
belirgin bir biçimde artmıştır. Çiçeklenme
dönemindeki yüksek sıcaklıklar ve düşük nem
şartları döllenmeyi aksatabilmekte ve başakta
tane bağlayan çiçek sayısını, buna bağlı olarak
da başak tane sayısını ve başak tane verimini
azaltmaktadır. Bu sebeple, birinci üretim yılının
daha kurak geçmesi, 2001 yılında başak tane
sayısının ve başak tane veriminin düşmesinde
en önemli faktör olmuştur. İki yıllın
ortalamasına göre de çeşitler arasındaki farklar
önemli bulunmuş ve başak tane sayısı 37.8-47.2
adet arasında değişmiştir. Yılların ortalaması
olarak başak tane sayısı bakımından en yüksek
değer Altıntaç çeşidinde elde edilmiş ve bu
çeşidi önemsiz farklılıklar ile Sarıçonak,
Harran, Yılmaz ve Altıntoprak çeşitleri
izlemiştir. Amonos ise çok düşük bir değer ile
diğer çeşitler arasında dikkati çekmiştir. Genç
ve ark. (1987), Sade ve ark. (1999), Şener ve
ark. (1997), Öztürk ve Çağlar (2001) gibi
araştırmacılarda başaktaki tane sayısının yıllara
ve
çeşitlere
göre
önemli
derecede
değişebildiğini tespit etmişlerdir.
89
Bazı Makarnalık Buğday Çeşitlerinin (T.durum Desf.) Erbaa Şartlarında Adaptasyonlarının İncelenmesi
Çizelge 3. Çeşitlerin bitki boyu, başak tane sayısı ve başak tane verimine ait değerler*
Bitki Boyu (cm)
Başak Tane sayısı (adet)
Başak Tane Verimi (g)
2001
2002
Ort.
2001
2002
Ort.
2001
2002
Ort.
Altın
80.7 de 83.0 de 82.9 de 33.3 d 46.7 abc 40.0 cd
1.82 b 2.50 bc 2.16 cd
Altıntaç
111.1 a 116.3 a 114.7 a 41.7 a 52.7 a
47.2 a
2.38 a
3.05 a 2.72 a
Altıntoprak
77.4 e
81.0 e
79.2 de 33.7 d 53.0 a
43.3 abc 1.88 b 2.81 ab 2.35 bc
Amonos
105.3 ab 120.7 a 113.0 a 33.7 d 42.0 c
37.8 d
1.85 b
2.16 c 2.01 d
Harran
84.7 de 87.7 cd 86.2 cd 43.3 a 45.3 bc 44.3 ab
2.30 a
2.32 c 2.31 bc
Kızıltan
98.0 bc 98.7 b
98.4 b
36.7 d 47.0 abc 41.8 bc
1.87 b 2.72 ab 2.30 bc
Sarıçonak
77.4 e
77.0 e
77.2 e
43.3 a 47.3 abc 45.3 ab
1.95 b 2.52 bc 2.24 c
Sham-I
80.7 de 83.3 de 82.1 de 37.3 bc 48.7 abc 43.0 bc
1.96 b 2.49 bc 2.23 c
Yılmaz
90.1 cd 92.3 c
91.2 c
40.3 ab 49.0 ab 44.3 ab
2.00 b
2.96 a 2.48 b
Ortalama
90.0
92.9
38.1 b 48.0 a
2.00 b
2.61 a
*Aynı harfle gösterilen ortalamalar arasındaki fark P<0.05 seviyesinde önemsizdir.
Çizelge 3’de görüldüğü üzere, her iki yılda
da başak tane verimi bakımından çeşitler
arasında önemli (P<0.05) farklılık meydana
gelmiş ve başak tane sayısı yüksek olan
çeşitlerin genelde başak tane verimleri de
belirgin bir şekilde yüksek bulunmuştur. Yıllar
ayrı ayrı ele alındığında en yüksek başak tane
veriminin hem 2001, hem de 2002 yılında
Altıntaç çeşidine, en düşük başak tane
veriminin ise 2001 yılında Altın, 2002 yılında
ise Amonos çeşidine ait olduğu görülmektedir.
Benzer durum yılların ortalamasında da
görülmektedir. Deneme yıllarının ortalamasına
göre, Altıntaç çeşidi diğer bütün çeşitlerden
önemli derecede üstün iken, Yılmaz,
Altıntoprak, Harran ve Kızıltan çeşitleri de
yüksek başak tane verimleri ile dikkate değer
bulunmuştur. Konuyla ilgili olarak yapılan bir
çok çalışmada (Yılmaz ve Dokuyucu, 1994;
Yağdı ve Ekingen, 1993; Sade ve ark., 1999,)
da bizim bulgularımıza benzer olarak, başak
tane verimi bakımından çeşitler arasında önemli
farklılıklar olduğu, başakta tane sayısı ve bin
tane ağırlığı yüksek olan çeşitlerin başak tane
verimlerinin de daha yüksek olduğu
bildirilmiştir.
Elde edilen tane verimi yıllara göre çok
farklı olmuş ve 2001 yılında ortalama 391.8
kg/da olan tane verimi 2002 yılında 613.7
kg/da’a yükselmiştir (Çizelge 4). İlgili
çizelgelerden de anlaşıldığı üzere, tane verimini
birinci derecede etkileyen metrekarede başak
sayısı, başak tane sayısı ve tane ağırlığı gibi
karakterlere ait değerler 2002 yılında daha
yüksek olmuş ve buna bağlı olarak da daha
yüksek tane verimi elde edilmiştir. Yıllar
arasında görülen bu farklılıklar deneme
yıllarındaki
yağış
farklılığından
kaynaklanmıştır. Hem ekim öncesi, hem de
90
yetişme dönemi içerisinde alınan yağış miktarı
ikinci deneme yılında daha fazla olmuştur
(Çizelge 1). Ayrıca, yağışın ayları dağılımı da
ikinci deneme yılında daha düzenli seyretmiştir.
İkinci yıl görülen bu farklılıklar, incelenen
bütün karakterler üzerinde olumlu bir etki
yapmıştır. Çünkü, bitkide kuru madde
oluşumunu sınırlayan önemli faktörlerden birisi
de sudur. Özellikle başaklanma öncesi meydana
gelen su stresi hem başakta tane bağlayan çiçek
sayısını, hem de tane ağırlığını olumsuz yönde
etkilemektedir. Diğer taraftan, başaklanma
sonrası görülen su stresi ise başaktaki tane
sayısından ziyade tane dolum süresini,
dolayısıyla da tane ağırlığını ve tane verimini
etkilemektedir (Genç ve Koç, 1988).
2001 Yılında ortalama tane verimi 298.3422.0 kg/da arasında değişmiş ve en yüksek
tane verimi 422.0 kg/da olarak Sarıçonak
çeşidinde elde edilmiştir (Çizelge 4). Fakat,
istatistiksel olarak yapılan değerlendirmede
Sarıçonak çeşidi sadece son iki sırada yer alan
Altın (336.7 kg/da) ve Altıntoprak (298.3
kg/da) çeşitlerinden farklı bulunmuştur (Çizelge
4). Diğer çeşitlerin tane verimleri ise
birbirlerine daha yakın olup, 400.0-418.7 kg/da
arasında değişmiştir. 2002 Yılında artan yağışa
bağlı olarak çeşitlerin
ortalama
tane
verimlerinde de belirgin artışlar görülmüş ve
tane verimi 494.3 ile 738.3 kg/da arasında
değişmiştir. Bu yılda en yüksek tane verimi
738.3 kg/da olarak Harran çeşidinde elde
edilmiş ve bu çeşidi 701.7 kg/da ile Sarıçonak
izlemiş fakat aralarındaki fark istatistiksel
olarak önemli olmamıştır. Diğer çeşitlerden
Sham-I, Altın, ve Yılmaz çeşitleri 600 kg/da’ı
aşan tane verimleri ile dikkat çekmişlerdir. Son
sırada ise 2001 yılının başarılı çeşitlerinden biri
olan Kızıltan yer almıştır. Çeşitleri iki yılın
F.SÖNMEZ, A.S.KIRAL
ortalamasına göre değerlendirdiğimizde, Harran
çeşidi 577.7 kg/da ile ilk sırada yer almış ve bu
çeşidi Sarıçonak, Yılmaz ve Sham-I çeşitleri
sırasıyla 561.8, 544.0 ve 506.0 kg/da tane
verimleri ile izlemişlerdir. Tane verimi
bakımından çeşitler arasında önemli farklılıklar
olduğu ve iklim şartlarındaki değişimlerin
çeşitlerin performanslarını önemli derecede
etkilediği şeklindeki bulgular, diğer bazı
araştırmacılar (Genç ve ark., 1987; Yürür ve
ark., 1987; Kılınç ve ark., 1996; Şener ve ark.,
1997; Sade ve ark., 1999; Öztürk ve Çağlar,
2001) tarafından da bildirilmiştir.
Çizelge 4. Çeşitlerin tane verimi, bin tane ağırlığı ve hektolitre ağırlığına ait değerler*
Tane Verimi
Bin Tane Ağırlığı
Hektolitre Ağırlığı
(kg/da)
(g)
(kg)
2001
2002
Ört.
2001
2002
Ört.
2001
2002
Ört.
Altın
336.7 b 609.7 c 473.2 bc 46.5 aba 50.9 c 48.7 cd 77.7 cde 76.0 ab 76.8 c
Altıntaç
416.0 a 582.0 cd 499.0 b
48.2 ab 53.9 b 51.0 b
81.2 b
76.0 ab 78.6 a
Amonos
400.0 a 544.0 de 472.0 bc 46.3 c
48.0 de 47.2 d
77.2 def 71.0 e 74.1 f
Altıntoprak
298.3 c 570.3 cd 434.3 d
47.8 ab 52.9 b 50.4 b
78.5 c
74.0 cd 76.3 cd
Harran
417.3 a 738.3 a 577.7 a
49.0 a
49.9 cd 49.5 bc 77.5 de 75.7 ab 76.3 cd
Kızıltan
418.7 a 494.3 e 456.5 cd 41.7 d
52.8 b 47.3 d
76.5 f
73.0 d 74.8 e
Sarıçonak
422.0 a 701.7 a 561.8 a
46.0 c
48.5 de 47.3 d
82.2 a
76.0 ab 79.1 a
Sham-I
403.0 a 609.0 c 506.0 b
44.0 cd 46.9 e 45.5 e
77.0 ef
75.0 bc 76.0 d
Yılmaz
414.3 a 673.7 b 544.0 a
48.6 ab 58.0 a 53.3 a
78.0 cd 77.0 a 77.5 b
Ortalama
391.8 b 613.7 a
46.6 b
51.3 a
78.4 a
74.8 b
*Aynı harfle gösterilen ortalamalar arasındaki fark P<0.05 seviyesinde önemsizdir.
Çeşitlerin bin tane ağırlığına ilişkin
bulgular Çizelge 4’de sunulmuştur. Her iki
yılda da çeşitler arasında belirlenen farklılıklar
istatistiksel
olarak
önemli
(P<0.05)
bulunmuştur. Yıllar itibarıyla karşılaştırma
yapıldığında, çeşitlerin bin tane ağırlıklarının
araştırmanın ikinci yılında daha yüksek olduğu
görülmektedir. İlgili bölümlerde de daha önce
ifade edildiği üzere, ikinci yılda vejetasyon
süresince düşen yağış miktarının fazla oluşu,
genel olarak denemede kullanılan çeşitlerin bin
tane ağırlıklarını artırmıştır (Kılınç ve ark.,
1996; Sade ve ark., 1999; Öztürk ve Çağlar,
2001). Araştırmada yer alan çeşitlere ait bin
tane ağırlıkları 2001 yılında 41.7 ile 49.0 g
arasında değişmiş ve en yüksek bin tane ağırlığı
Harran çeşidinde, en düşük ise Kızıltan
çeşidinde elde edilmiştir (Çizelge 4). 2002
Yılında ise çeşitlerin bin tane ağırlıkları 46.9 ile
58.0 g arasında değişim göstermiş ve bu yılda
çeşitlerin sıralanışı da değişmiştir. En yüksek
değer Yılmaz, en düşük değer ise Sham-I
çeşidinde elde edilmiştir. Yılların ortalamasına
bakıldığında, yine çeşitler arasındaki farkların
önemli olduğu Yılmaz, Altıntaç ve Altıntoprak
çeşitlerinin sırasıyla 53.3, 51.0 ve 50.4 g bin
tane ağırlıkları ile ilk sıralarda yer aldıkları,
Sham-I çeşidinin ise diğer çeşitlerden önemli
derecede düşük bin tane ağırlığına sahip olduğu
görülmektedir. Konuya ilişkin olarak yaptıkları
araştırmalarda Şener ve ark.(1997), Sade ve ark.
(1999) ile Öztürk ve ark. (2001) çeşitlerin bin
tane ağırlıklarının önemli derecede farklı
olduklarını rapor etmişlerdir.
Çeşitlere ait ortalama hektolitre ağırlığı
2001 ve 2002 yıllarında sırasıyla 76.5-82.2 ve
71.0-77.0 kg arasında değişmiş ve çeşitlere ait
değerler arasında farklılıklar istatistiksel olarak
önemli (P<0.05) bulunmuştur (Çizelge 4). İlk
yıl en yüksek hektolitre ağırlığı Sarıçonak ve
Altıntaç gibi çeşitlerde ölçülürken, en düşük
değer Kızıltan çeşidinde ölçülmüştür. Ortalama
ağırlığın düştüğü ikinci yılda sıralama değişmiş
ve Yılmaz, Altın, Altıntaç ve Sarıçonak gibi
çeşitler birbirlerine yakın değerler ile ilk
sıralarda yer almışlardır. Son sırada ise Amonos
çeşidi yer almıştır. Araştırma yıllarının
ortalamasına göre Sarıçonak ve Altıntaç ilk iki
sırada yer almış ve bu çeşitler istatistiksel
olarak da diğer çeşitlerden üstün bulunmuştur.
Son sırada ise Kızıltan çeşidi yer almıştır. Diğer
taraftan, toplam yağış miktarı ikinci yılda daha
yüksek olmasına rağmen bu yılda bütün
çeşitlerde hektolitre ağırlığı düşmüştür.
Özellikle Altıntaç, Amonos ve Sarıçonak
çeşitlerinde daha belirgin bir düşüş meydana
gelmiştir. Çizelge 4’de görüldüğü üzere 2002
yılında çeşitlerin bin tane ağırlıklarında önemli
artışlar olmuş ve muhtemelen tanelerin
hacimleri de artmıştır. Buna bağlı olarak da
ikinci yılda hektolitre ağırlığı düşmüş olabilir.
Benzer konularda yapılan araştırmalarda (Genç
91
Bazı Makarnalık Buğday Çeşitlerinin (T.durum Desf.) Erbaa Şartlarında Adaptasyonlarının İncelenmesi
ve ark., 1987; Yılmaz ve Dokuyucu, 1994;
Şener ve ark., 1997; Sade ve ark., 1999; Öztürk
ve Çağlar, 2001) da hektolitre ağırlığı
bakımından çeşitler arasında önemli farklar
olduğu ve bu karakterin yıllara göre önemli
ölçüde değişebildiği ortaya konmuştur.
Diğer taraftan, laboratuar testleri ayrıca
yapılmamakla beraber ikinci yıldaki tüm
çeşitlere ait tane ürünlerinde çok yüksek oranda
dönme olayı görülmüştür. Oysa, makarnalık
buğdaylarda en önemli kalite özelliklerinden
biri camsılıktır. Tanelerde görülen dönme, çeşit
özelliği yanında tanenin protein kapsamı ile
yakından ilişkilidir (Kün, 1988). Özellikle sarı
olum döneminin uzun sürmesi camsılık oranını
olumsuz yönde etkilemektedir. Zira tanedeki
proteinin yarısı döllenme öncesi, diğer yarısı ise
süt olum döneminde oluşmaktadır (Kün, 1988).
Bu araştırmada, başaklanma-erme süresi 2002
yılında yaklaşık 10 gün daha uzun olmuştur. Bu
durum, ikinci yılda tanede karbonhidrat
birikimini proteine birikimine oranla daha fazla
artırarak
tanelerdeki
protein
ağlarının
yırtılmasına, dolayısıyla tanelerde dönmeye
neden olmuştur.
4. Sonuç
İki yıl süreyle yürütülen bu araştırmada
tane verimi açısından olumlu sonuçlar alınmış
ve Harran, Sarıçonak, Yılmaz ve Sham-I
çeşitleri yöre için ümitvar görülmektedir.
Yöredeki ekolojik şartlar, tane verimi
açısından her ne kadar uygun görülse de,
dönme açısından risk taşımaktadır. Bu yörede
makarnalık buğday yetiştiriciliği hakkında daha
güvenilir
sonuç
elde
edebilmek
için
araştırmaların uzun süre devam ettirilmesi
yanında, dönme olayının daha iyi etüd
edilebilmesi için araştırmalarda azot dozu ve
azot
verme
zamanlarının
birlikte
değerlendirilmesine ihtiyaç varıdır. Zira,
yapılan araştırmalarda (Barutçular ve ark.,1999;
Tiryakioğlu ve ark., 1999) yüksek ve/veya geç
(çiçeklenme başlangıcı) verilen azot ile tane
protein oranında ve camsı tane oranında önemli
artışlar sağlanabildiği belirlenmiştir.
Kaynaklar
Barutçular, C., Genç, İ., ve Koç, M. 1999. Yerel ve güncel
makarnalık buğday çeşitlerinde dane kalite
özelliklerinin iki azot uygulamasında çukurova
koşullarında karşılaştırılması. Türkiye 3. Tarla
Bitkileri Kongresi, 15-18 Kasım, 1999, Adana, Cilt 1,
109-114.
Bilgin, O. ve K. Z. Korkut, 2000. Assestment of stability
parameters and yield stability levels in some durum
wheats
genotypes.
Agronomica,
Hungarica,
48(2):197-201.
Çölkesen, M., Öktem, A., Eren, N., Yağbasanlar, ve T.,
Özken, H. 1994. Çukurova ve Harran koşullarına
uygun ekmeklik ve makarnalık buğday çeşitlerinin
saptanması üzerine bir araştırma. Tarla Bitkileri
Kongresi, 25-29 Nisan 1994, İzmir, Cilt 1, 18-21.
Gebeyehou, G., Knott, D. R., and Baker, R. J. 1982.
Relationship among durations of vegetative and grain
filling phases, yield components and grain yield in
durum wheat cultivars. Crop Sci. 22:287-290.
Genç, İ., Kırtok, Y., Ülger, A. C., ve Yağbasanlar, T.
1987. Çukurova koşullarında ekmeklik (T. aestivum l.
em thell) ve makarnalık (T.durum desf.) buğday
hatlarının başlıca tarımsal karakterleri üzerinde
araştırmalar. Türkiye Tahıl Simpozyumu, 6-9 Ekim
1987, Bursa, 71-82.
Genç, İ. ve M. Koç. 1988. Tahıllarda Ürün Oluşumunun
Morfolojik ve Fizyolojik Esasları. Çukurova Üniv.,
Zir.Fak., Yardımcı Ders kitabı, No:8, 18-40.
Kılınç, M., Şener, O., ve Gözübenli, H. 1996. Hatay
koşullarında uygun makarnalık buğday (T.durum
Desf.) çeşitlerinin belirlenmesi. MKU Zir. Fak.
Derg., 1(1):125-138.
92
Kırtok, Y., Genç, İ., Yağbasanlar, T., Çölkesen, M., ve
Kılınç, M. 1988. Tescilli bazı ekmeklik (T. aestivum
L. em Thell) ve makarnalık (T.durum Desf.) buğday
çeşitlerinin Çukurova koşullarında başlıca tarımsal
karakterleri üzerinde araştırmalar. Çukurova Univ.
Zir. Fak. Derg., 3 (3):96-106.
Knott, D. R., and G. Gebeyehou. 1987. Relationships
between the lengths of the vegetative and grain filling
periods and agronomic characters in Three Wheat
Crosses. Crop Sci. 27:857-860.
Korkut, K. Z. ve İ. Başer. 1993. Bilir, S. makarnalık
buğdaylarda korelasyon ve path katsayıları üzerine
çalışmalar. Makarnalık Buğday ve Mamülleri
Sempozyumu, 30 Kasım-3 Aralık 1993, Ankara, 183187,1993.
Kün, E. 1988. Serin İklim Tahılları. Ankara Üniversitesi,
Ziraat Fakültesi Yayınları: 1032, Ders Kitabı: 299,
Ankara. 322 s.
Öztürk, A. ve Ö. Çağlar. 2001. Bazı makarnalık buğday
çeşitlerinin erzurum koşullarına adaptasyonu. Atatürk
Üniv. Zir. Fak. Derg. 32 (2):117-123.
Sade, B., ve A. Akçin. 1994. Farklı sulama seviyeleri ve
azot dozlarının makarnalık buğday çeşitlerinin
(T.durum desf.) verim ve verime etkili başlıca
karakterleri üzerine etkileri. Tarla Bitkileri Kongresi,
25-29 Nisan 1994, İzmir, Cilt 1, 26-31.
Sade, B., Topal, A., ve Soylu, S. 1999. Konya sulu
şartlarında yetiştirilebilecek makarnalık buğday
çeşitlerinin belirlenmesi. Türkiye 3. Tarla Bitkileri
Kongresi, 15-18 Kasım, 1999, Adana, Cilt 1, 91-96.
F.SÖNMEZ, A.S.KIRAL
Şener, O., Kılınç, M., Yağbasanlar, T., Gözübenli, H., ve
Karadavut, U. 1997. Hatay koşullarında bazı
ekmeklik ve makarnalık çeşit ve hatlarının
saptanması. Türkiye 2. Tarla Bitkileri Kongresi, 2225 Eylül 1997, Samsun, 1-5.
Tiryakioğlu, M., Barutçular, C., ve Koç, M. 1999. Güncel
makarnalık buğday çeşitlerinde geç dönemde
uygulanan azotun verim ve protein verimine etkisi.
Türkiye 3. Tarla Bitkileri Kongresi, 15-18 Kasım,
1999, Adana, Cilt 1, 139-144.
Uysal, F. 1999. Türkiye Buğday ve Arpa Çeşitleri
İtibarıyla Ekilişler ve Tohumluk Dağıtımları.
GKTAE, Eskişehir.
Yağdı, K. ve R. Ekingen. 1993. Güney Marmara ve Geçit
Bölgeleri için makarnalık buğday çeşitlerinin
geliştirilmesi. Makarnalık Buğday ve Mamülleri
Sempozyumu, 30 Kasım-3 Aralık 1993, Ankara.
Yılmaz, H. A. ve T. Dokuyucu. 1994. Kahramanmaraş
koşullarına uygun ve yüksek verimli makarnalık
buğday çeşitlerinin saptanması. Tarla Bitkileri
Kongresi, 25-29 Nisan 1994, İzmir, Cilt 1, 9-12.
Yürür, N. Turan, Z. M., ve Çakmakçı, S. 1987. Bazı
ekmeklik ve makarnalık buğday çeşitlerinin bursa
koşullarında verim ve adaptasyon yeteneği üzerinde
araştırmalar. Türkiye Tahıl Simpozyumu, 6-9 Ekim
1987, Bursa, 59-69.
93
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2004, 21 (2), 56-62
Bitki Gelişimi ve Enerji Ekonomisi Açısından Fotoperiyodik Aydınlatma
Yöntemlerinin Karşılaştırılması
Aytekin Deniz1
Gazanfer Ergüneş2
1
2
Ziraat Yüksek Mühendisi – Tarım il Müdürlüğü, Çorum
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Makinaları Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Bu çalışma, fotoperiyodik aydınlatma yöntemlerinden yararlanılarak, krizantem bitkisinin çiçeklenme
zamanının değiştirilmesi, bitki gelişimi ve enerji ekonomisi yönünden en uygun aydınlatma yönteminin tespit
edilmesi için yapılmıştır. Denemeler, tesadüf blokları deneme desenine göre üç tekerrürlü olarak, Çorum
İlinde yürütülmüştür. İncelenen yöntemler şunlardır; M1- Gün uzatma yöntemi (Gün batımından sonra 6,5
saat aydınlatma), M2- Geceyi bölme yöntemi (22. 00-02.00 arasında 4 saat aydınlatma), M3- Geceyi
kesintili bölme yöntemi (22. 00-02.00 saatleri arasında 15 dakika aydınlık, 15 dakika karanlık), M4- Kontrol
yöntemi (Aydınlatma yok). Araştırma sonuçlarına göre, bitki gelişimi yönünden M1 ve M2 en iyi sonuçları
vermiştir. Enerji ekonomisi de dikkate alınarak bir değerlendirme yapılacak olursa, M2 Yöntemi tercih
edilmelidir. Ancak, uygulamada büyük alanlarda yetiştiricilik yapıldığı düşünülürse, M3 de kullanılabilir.
Sonuç olarak, kapalı alanlarda yapılan bitkisel üretimde, bitki gelişimi için gerekli olan aydınlık ve karanlık
süreler yapay olarak ayarlanmak suretiyle yıl boyu ürün elde etmek mümkündür. Aydınlık süreyi sağlamak
için de M1 yerine M2 ya da M3'ün kullanılması enerji ekonomisi sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler : Fotoperyodizm, Fotoperiyodik aydınlatma, gün uzatma, kesintili aydınlatma, krizantem
Comparison of The Photoperiodic Lighting Methods in Plant Growth and
Energy
Abstract: The aim of this study is to change the blossom time of chrysanthemum plant and to determine the
optimum lighting method for the plant growth and energy economy by using the photoperiodic lighting
methods. The experiments were conducted according to randomized block design with three replications
under Çorum conditions. Rescarched treatments are as follows; M1-Day lengthening method (6,5 hours
lighting after the sunset), M2-Night break method (4 hours lighting between 22.00 - 02.00 hours), M3-Cyclic
night break method (15 minutes lighting and 15 minutes darking between 22.00 - 02.00 hours), M4-Controlling
method (No lighting). M1 and M2 methods gave better results based on the LSD test performed over the
treatment means. M2 method is better than the other method with regard to energy economy. However, we
need to know which one gives us the best result in the farming of large areas. Our results showed that M3
method had the optimum conditions in economic lighting in the farming of large areas. As a result, farming
in the large areas is possible by adjusting the lighting and darking times as artificial way through the year.
According to the optimum energy economy, the M2 or M3 Methods is useful.
Key Words : Photoperiodism, Photoperiodic lighting, day lengthening, cyclic lighting, chrysanthemum
1. Giriş
Bitkiler için ışık, bir enerji ve bilgi
kaynağıdır. Işık, bitkilerin fotosentezi gerçekleştirebilmesi için gerekli tek enerji olması
yanında, ışıklı ve karanlık sürelerin gün
içindeki uzunlukları nedeniyle, bitkilerin
mevsimsel değişimlerini sağlayan bir bilgi
kaynağıdır (Yağcıoğlu 1996).
Bitkilerde istenilen gelişmeyi kontrol
edebilmek amacıyla, gereksinim duyulan ışıklı
sürenin yapay olarak düzenlenmesi uygulamalarına "fotoperiyodik aydınlatma" adı verilir.
Fotoperiyodik aydınlatma uygulamalarında
amaç; elektriksel aydınlatıcılar yardımıyla günü
uzatıp (geceyi kısaltıp), bitki bünyesindeki
fitokrom kırmızı ötesi/fitokrom kırmızı (Fkö/Fk)
oranını uzun gün etkisi yaratacak kritik değerin
üzerinde tutabilmektir (Yağcıoğlu 1996).
Bitkilerde meydana gelen fotoperiyodik
tepkiler, fotokimyasal bir hormon sistemine
bağlı olarak ortaya çıkar. Bu sistemin aktif
unsuru "fitokrom" adı verilen bir pigmenttir.
Fitokromun birbirine dönüşebilen, fitokrom
kırmızı (Fk) ve fitokrom kırmızı ötesi (Fkö)
olmak üzere iki kimyasal formu bulunmaktadır.
Üzerine düşen ışığın kırmızı (660 nm dalga
boyu) veya kırmızı ötesi (735 nm dalga boyu)
bandında olmasına göre, bir kimyasal formdan
diğerine geçebilir. Fakat, fitokrom kırmızı
ötesinin fitokrom kırmızıya dönüşmesi için 735
nm dalga boylu kırmızı ötesi ışınlara mutlak
zorunluluk yoktur. Karanlıkta da fitokrom
kırmızı ötesi, çevre sıcaklığına bağlı olarak,
yavaş yavaş fitokrom kırmızı formuna dönüşür
(Kendrick ve Frankland 1978).
A.DENİZ, G.ERGÜNEŞ
Fotoperiyodik aydınlatma yöntemleri üç
grupta toplanabilirler (Anonim 1973 ve 1987;
Yağcıoğlu 1982 ve 1996):
a) Gün Uzatma: Aydınlatıcılar, gün batımından
başlamak suretiyle yeterli bir süre sürekli
çalıştırılırlar. Bu yöntem, lambaların, gün
doğumundan bir süre önce açılıp,
gün
doğumunda
kapatılması
şeklinde
de
uygulanabilir.
b) Geceyi Bölme: Bu yöntemde aktif fitokrom
kırmızı ötesinin, pasif fitokrom kırmızıya
dönme hızının çok yavaş olması nedeniyle;
aktif kimyasal yapıdaki fitokrom kırmızı
ötesinin karanlıkta da etkisini bir süre devam
ettirebilmesi,
yöntemin
temel
hareket
noktasıdır. Aydınlatıcılar, gece yarısı bir süre
çalıştırılırlar. Yöntemin uygulanmasında önemli
nokta, lambalar yakılmadan önceki ve
söndürüldükten sonraki karanlık periyodun;
Fkö/Fk oranının kısa gün etkisi yaratacak kritik
değere
inmesine
yetmeyecek
sürelerde
kalmasının sağlanmasıdır.
c) Geceyi Kesintili Bölme: Aydınlatıcılar gece
yarısı belirli bir süre içinde belli bir düzenle
periyodik olarak çalıştırılırlar. Bu yöntemde de
aktif fitokrom kırmızı ötesinin, pasif fitokrom
kırmızıya dönüş hızının çok yavaş olmasından
yararlanılır. Aktif fitokrom kırmızı ötesinin
karanlıkta da etkisini bir süre devam
ettirebilmesi, geceyi bölme yöntemi sırasında,
ışıkların sürekli yakılmayabileceği düşüncesini
doğurmuştur. Buna göre, geceyi bölme
aydınlatması süresi içinde, ışıkların belli bir
düzene göre yakılıp söndürülmesi de aynı
sonucu doğuracaktır.
Bu çalışmadaki amaç, fotoperiyodik
aydınlatma
yöntemlerinden
yararlanarak,
krizantem bitkisinin çiçeklenme zamanının
değiştirilmesi, bitki gelişimi ve enerji
ekonomisi yönünden en uygun aydınlatma
yöntemini tespit etmektir.
2. Materyal ve Metod
Denemelerde
materyal
olarak,
üç
fotoperiyodik aydınlatma yönteminin de etkili
olduğu, krizantem (kasımpatı) bitkisinin,
Chrysanthemum indicum hibritlerinden sekiz
haftalık olan Cream Daymark çeşidi
kullanılmıştır.
Denemeler, Çorum Hayvancılık Üretme
İstasyonu Müdürlüğü kampüs alanı içerisine
kurulan 8 m x 2 m'lik taban alanına ve 2 m
yüksekliğe sahip doğu-batı doğrultusunda
kurulmuş plastik tünel içerisinde 2001
sezonunda
gerçekleştirilmiştir.
Krizantem
çelikleri kuzey-güney doğrultusunda hazırlanan
sıralara dikilmiştir. Havalandırma ise, doğu ve
batı kenarlarına yapılmış kapıların açılıp
kapatılması ile sağlanmıştır.
Çalışmada, gün uzatma, geceyi bölme,
geceyi kesintili bölme aydınlatma yöntemleri;
bitki boyunu uzatmak için gerekli aydınlatma
gün sayısı ve harcanan elektrik enerjisi,
aydınlatma sonu ve deneme bitimindeki bitki
boyu ile çiçek sayısı, bitki yaş ağırlığı, sap çapı
ve kök uzunluğu kriterleri bakımından
incelenmiş, yöntemler birbirleriyle ve kontrol
uygulamasıyla karşılaştırılmıştır.
Denemedeki gözlem ve ölçümler aşağıda
belirtildiği şekilde yapılmıştır:
Aydınlatma gün sayısı: Yöntemlerde uygulanan
aydınlatma gün sayısı,
Bitki boyu: Toprak yüzeyinden itibaren en uzun
yaprak ya da çiçeğe kadar olan yükseklik (cm),
Çiçek sayısı: Parsellerde bulunan bitkilerdeki
açan çiçeklerin toplam sayısı,
Bitki yaş ağırlığı: Bitki çiçeklenme durumunda
toprak yüzeyinden itibaren kesilip tartılarak
bulunan ağırlık (gr),
Sap çapı: Bitki boyunun tabandan 1/3 'lük
kısımdaki sap çapı (mm),
Kök uzunluğu: Toprak yüzeyinden itibaren en
büyük kök uzunluğu (cm).
Deneme konuları şunlardan oluşmaktadır;
M1- Gün uzatma yöntemi
(Gün
batımından itibaren
6,5 saat aydınlatma)
(Kofranek 1980),
M2- Geceyi bölme yöntemi (22.00-02.00
saatleri arasında 4 saat aydınlatma) (Yelboğa ve
Özçelik 1991),
M3- Geceyi kesintili bölme yöntemi (22.0000
02. arasında 15’er dakika aydınlık-karanlık),
M4- Kontrol yöntemi (Aydınlatma yok).
Denemeler, tesadüf blokları deneme desenine
göre 3 tekerrürlü, zeminden 10 cm yükseklikte
hazırlanan 1 m x 0,4 m parsel boyutlarında
kurulmuştur. Bloklar arası mesafe 50 cm,
parseller arası mesafe ise 10 cm olup, şansa
bağlı olarak dağıtılmıştır. Her parsele 8 adet
olmak üzere toplam 96 adet köklü krizantem
çeliği 16 x 16 cm dikim mesafesiyle dikilmiştir
(Ertan 1982).
Köklü çeliklere, dikimden hemen sonra
uzun gün için ilave ışıklandırma yapılmaya
başlanmıştır. Fotoperiyodik aydınlatmada en
ideal lamba olması nedeniyle akkor telli lamba
61
Bitki Gelişimi ve Enerji Ekonomisi Açısından Fotoperiyodik Aydınlatma Yöntemlerinin Karşılaştırılması
tercih edilmiştir (Yağcıoğlu 1996). Aydınlatma
sisteminde, her parsel için 100 W gücünde
olmak üzere toplam 9 adet akkor telli lamba
kullanılmıştır. Her parselde ayrı sürelerde
yapılan aydınlatmadan diğer parsellerdeki
bitkilerin etkilenmemesi için gece peryodunda
aralarına kalın siyah perde çekilmiştir (Yelboğa
ve Özçelik 1991). Uygulanacak yöntemler için
3 adet zaman saati kullanılmış ve her zaman
saatine de 3 adet lamba bağlanmıştır. Lambalar,
toprak yüzeyinden itibaren 150 cm yükseklikten
asılmışlardır (Anonim 1973, Ertan 1982,
Yağcıoğlu 1982). Günlük ortalama sıcaklığı
16-20 oC, gece sıcaklığını da 12-16 oC'de
tutmak için elektrikli ısıtıcıdan yararlanılmıştır
(Hatipoğlu 1982). Aydınlatılan parsellerdeki
uzun gün uygulamasına, köklü krizantem
çeliklerinin
dikimi
ile
başlanmış
ve
parsellerdeki bitki boyu ortalaması 35 cm
oluncaya kadar devam edilmiştir. Aydınlatma
Çizelge 1. Toprak tahlil sonuçları
% Kireç
% İşba
PH
CaCO3
38 (Tınlı)
6.74
sonunda bitkiler, doğal kısa gün koşullarına
bırakılmış ve sap uzunluğunun 75 cm olması
beklenmiştir (Yelboğa ve Özçelik 1991).
Deneme yürütülürken yapılan ölçümlerde;
Bitki sap uzunluğu, sap çapı ve kök
uzunluğunun ölçümü için şerit metre ve 1/50
mm duyarlılığındaki kumpastan,
Bitki yaş ağırlığının ölçümü için 0.05 gr
duyarlılığındaki teraziden,
Ortam sıcaklığının ölçümünde elektriksel
termometreden,
Ortam havası oransal neminin ölçümünde
higrometreden,
Günlük en yüksek ve en düşük
sıcaklıkların ölçümünde ise maksimumminimum termo-metreden yararlanılmıştır.
Dikim öncesi toprak numunesi alınmış,
Köy Hizmetleri İl Müdürlüğü Laboratuarında
tahlil yaptırılmıştır. Sonuçlar Çizelge 1'de
verilmiştir.
% Total
Tuz
P2O5 kg/da
(Fosfor Asidi)
K2O kg/da
(Potasyum)
% Organik
Madde
0.7
4.503
78.21
1.66
4.5
Gübreleme; laboratuar önerilerine göre
yapılmış ve metrekareye 5 kg çiftlik gübresi,
60 gr 20-20-0 kompoze gübre kullanılmıştır.
Sulama; dikimden hemen sonra bir hafta
süresince üsten süzgeçli bir kovayla sık sık,
sonraki haftalarda toprağın nem durumu göre
2 ya da 3 günde bir tekrarlanmıştır.
Aydınlatmanın bitiminden itibaren çiçek
tomurcuğu oluşumunu teşvik etmek amacıyla
sulama araları biraz daha uzatılmıştır.
Yabancı ot kontrolü için herhangi bir
kimyasal ilaç kullanılmamıştır. Her hafta çıkan
yabancı otlar el ile kopartılarak ortamdan
uzaklaştırılmıştır.
3. Bulgular ve Tartışma
3.1. Sıcaklık ve Nem Değerleri
Yetiştirme dönemi süresince plastik tünel
içerisinde günlük ortalama sıcaklık, maksimum
ve minimum sıcaklık ve ortalama bağıl nem
değerleri ölçülmüş ve elde edilen değerlerin
aylık ortalamaları Çizelge 2'de verilmiştir.
Parsellere uygulanan; aydınlatma gün sayıları,
toplam aydınlatma süreleri ve harcanan elektrik
enerjisi değerleri Çizelge 3, Şekil 1 ve Şekil 2
de verilmiştir. Ayrıca, yapılan varyans analizi
sonuçları Çizelge 4 de yer almaktadır.
Çizelge 2. Yetiştirme dönemine ait sıcaklık ve bağıl nem değerleri
Ölçülen Değerler
Kasım
Aralık
Ocak
Şubat
Mart
Ortalama sıcaklık (0C)
12.25
15.50
17.50
18.25
19.75
Minimum sıcaklık (0C)
3.5
10.25
11.50
11.75
12
Maksimum sıcaklık (0C)
27
32
34
33
35
Ortalama bağıl nem (%)
65
63
57
60
48
62
A.DENİZ, G.ERGÜNEŞ
Çizelge 3. Parsellerde aydınlatma gün sayıları, aydınlatma süreleri ve harcanan elektrik
enerjisi ortalama değerleri
Aydınlatma yapılan gün
Toplam aydınlatma
Harcanan elektrik enerjisi
Uygulama
sayısı (adet)
süresi (saat)
(kWh)
M1
43.3
281.7
28.2
M2
50.7
202.7
20.3
M3
63.0
126.0
12.6
M4
0
0
0
Çizelge 3 incelenecek olursa, aydınlatma
yapılan gün sayısı en düşük uygulama 43.3 ile
M1’de daha sonra 50.7 ile M2’de ve 63.0 ile de
M3 uygulamasında görülmektedir. Benzer
durum toplam aydınlatma sürelerinde de
görülmektedir (Şekil 1). En fazla aydınlatma
281.7 saat ile M1 uygulamasında olup, onu
sırasıyla M2 ve M3 uygulaması 202.7 ve 126.0
saat ile izlemektedir. Harcanan elektrik enerjisi
değerleri de toplam aydınlatma sürelerine bağlı
olarak en düşük 12.6 kWh ile M3’de olup, onu
20.3 kWh ile M2 ve 28.2 kWh ile de M1
uygulaması izlemiştir (Çizelge 3 ve Şekil 2).
Çizelge 4. Aydınlatma gün sayısı ve toplam aydınlatma süresi için varyans analizi
Aydınlatma gün sayısı
Toplam aydınlatma süresi (h)
f değeri
1845.60
43.33
50.67
63.00
00.00
3.34
Toplam Aydınlatma Süresi (h)
M1
M2
Ortalama
M3
Değerler
M4
LSD değeri (% 1'e göre)
**
b
c
d
a
3785.90 **
281.67 d
202.67 c
126.00 b
00.00 a
10.20
350
300
281,7
250
202,7
200
126
150
100
50
0
0
M1
M2
M3
M4
Aydınlatma Yöntemleri
Şekil 1. Yöntemlere göre uygulanan toplam aydınlatma süreleri
35
Enerji Tüketimi (kWh)
30
28,2
25
20,3
20
12,6
15
10
5
0
0
M1
M2
M3
M4
Aydınlatm a Yöntem leri
Şekil 2. Aydınlatma yöntemlerine göre harcanan elektrik enerjisi değerleri
61
Bitki Gelişimi ve Enerji Ekonomisi Açısından Fotoperiyodik Aydınlatma Yöntemlerinin Karşılaştırılması
3.2. Bitki Gelişimine Ait Bulgular
Çiçeklenmenin habercisi olan tomurcuk
oluşumu, tomurcuklarda renk gösterme ile ilk
ve son çiçek hasadına ilişkin tarihler Çizelge 5'
de verilmiştir.
Çiçeklenmeyi tamamlayan parsellerde
bitkiler yerlerinden sökülmüş, su ile kök
kısımları yıkanarak toprağından temizlenmiş ve
ölçümler yapılmıştır. Yapılan ölçümlerle ilgili
varyans analizi sonuçları Çizelge 6' da ve çiçek
sayısı, bitki boyu ve yetişme gün sayısı
arasındaki ilişkiler de Şekil 3’de verilmiştir.
Çizelge 5. Tomurcuk oluşum, renk gösterme ve hasat tarihleri
Uygulama
M1
Tomurcuk oluşum tarihi
10 – 12 Ocak
Renk gösterme tarihi
13 – 16 Şubat
Hasat tarihi
28 Şubat - 05 Mart
M2
15 – 18 Ocak
15 - 17 Şubat
01 – 06 Mart
M3
25 – 28 Ocak
26 – 28 Şubat
15 - 25 Mart
M4
28 – 31 Aralık
25 - 30 Ocak
10 - 18 Şubat
Çizelge 6. Bazı özellikler için varyans analizi ile ortalama karşılaştırma sonuçları
Çiçek sayısı Bitki boyu Sap çapı
Bitki yaş
(adet)
(cm)
(mm)
ağırlığı (gr)
F değeri
37.50 **
685.80 ** 21.78 **
152.41 **
Ortalama
Kök uzunluğu
(cm)
0.47
Yetişme gün
sayısı
103.54 **
M1
40.67 a
81.03 a
5.46 b
162.44 a
15.53 a
111.67 b
M2
40.00 a
79.30 a
5.48 b
161.14 a
15.63 a
112.00 b
M3
37.33 a
75.47 b
5.65 b
146.84 b
15.33 a
128.67 c
M4
31.00 b
53.37 c
6.06 a
135.69 c
15.10 a
93.67 a
3.77
2.57
0.35
5.39
1.79
7.36
LSD değeri
(% 1'e göre)
120
100
80
60
40
20
0
M1
M2
M3
M4
Aydınlatma Yöntemleri
Çiçek sayısı
Bitki boyu
Yetişme gün sayısı
Şekil 3. Aydınlatma yöntemlerine göre çiçek sayısı, bitki boyu ve yetişme gün sayısı değerleri
Aydınlatma gün sayısı bakımından yapılan
analizde, aydınlatma yapılmayan M4 uygulamasından sonra, en uzun aydınlatma süresine
sahip M1 ikinci, M2 üçüncü, M3 de dördüncü
62
grubu oluşturmuştur. Bunlardan 35 cm 'lik bitki
boyuna en erken M1, sonra M2 ve daha sonra
M3 ulaşmıştır. Çalışmadaki aydınlatma
sürelerinin uzamasında, dikimden sonraki
A.DENİZ, G.ERGÜNEŞ
birinci ay içerisinde istenen sıcaklık
değerlerinin tam olarak sağlanamaması etkili
olmuştur.
Toplam aydınlatma süresi için yapılan
analizde; hiç aydınlatma yapılmayan M4 'ten
sonra sırasıyla M3, M2 ve M1 yer almıştır.
Günlük aydınlatma sürelerine bakıldığında
böyle bir sonucun çıkması doğaldır. Bitki
gelişimi dikkate alınarak aydınlatmaya son
verildiği için aydınlatma süreleri arasında
teorikte olması gereken enerji tasarrufu teoriyi
destekler yönde, fakat; beklenenden az
olmuştur. Günlük aydınlatma süreleri dikkate
alındığında M1'e göre M2 % 38.46 ve M3
%69.23, M2'ye göre M3 % 50 ve hiç
aydınlatma yapılmadığı için M4 de hepsine
göre % 100 ekonomik olmaktadır.
Bitki gelişimindeki farklılıklar değişik
sayıda aydınlatma gün sayısının geçmesine
neden olmuştur. Buna göre toplam aydınlatma
süresi
dikkate alınarak bir
oranlama
yapıldığında M1'e göre M2 % 28.04 ve M3
% 55.27; M2 'ye göre M3 % 37.83 daha fazla
enerji tasarrufu sağlamıştır.
En erken çiçeklenme ve hasat, istenilen
75 cm bitki boyuna ve çiçek sayısına sahip
olmamasına karşın M4 yönteminde, en geç
çiçeklenme ve hasat ise istenen bitki boyu ve
çiçek sayısı açısından yeterli sayılan M3
yönteminde olmuştur. Çiçek sayısı bakımından
yapılan varyans analizi önemli çıkmış, M1, M2
ve M3 ortalamaları farklı olmasına karşın
istatistiki yönden fark bulunmadığı için birinci
grubu, M4 ikinci grubu oluşturmuştur. Bu
sonuç, aydınlatma yapılan yöntemlerin çiçek
sayısı yönünden M4 'ten daha üstün olduklarını
ve aralarında da aydınlatma süreleri değişik
olmasına karşın fark olmadığı için enerji
ekonomisi yönünden en tasarruflu aydınlatma
yönteminin uygulanmasının daha yerinde
olacağını göstermektedir.
Bitki boyu yönünden yapılan varyans
analizi önemli çıkmış, ortalamalar dikkate
alındığında M1 ve M2 en yüksek bitki boyu ile
birinci grubu, M3 ikinci, M4 'te üçüncü grubu
oluşturmuştur. Fakat; M3 yönteminde bitki
boyları, M1 ve M2 'den daha kısa olmasına
karşın, literatürlerde belirtilen ve piyasada
istenen bitki boyu olan 75 cm' den büyük
olduğundan bitki boyu yönünden uygun kabul
edilmiştir (Yelboğa ve Özçelik 1991). Bu
nedenle M1 ve M2 kadar uzun olmasa da
istenen boy uzunluğunu sağladığı ve enerji
yönünden en tasarruflu yöntem olduğu için M3
yönteminin uygulanması burada da yerinde
olacaktır.
Sap çapı yönünden yapılan varyans analizi
de önemli çıkmış, ortalamalara bakıldığında
yapılan LSD testi sonucunda M4 birinci, M1,
M2 ve M3 ikinci grubu oluşturmuştur.
Toplanan literatürlerde sap çapı ile ilgili belirli
bir değer bulunmamaktadır. Fakat, bitki
gelişiminde kontrol edilebilecek bir değer
olduğu
düşüncesi
ile
ölçümleri
ve
değerlendirmesi yapılmıştır. Elde edilen
sonuçlar ise, bitki boyu uzadıkça sap çapının
biraz küçüldüğünü göstermiş ve en kısa bitki
boyuna sahip M4' te en büyük çap değerleri
elde edilmiştir.
Bitki yaş ağırlığı yönünden yapılan
varyans analizi önemli çıkmış, ortalamalar
açısından M1 ve M2 birinci, M3 ikinci ve M4
üçüncü grubu oluşturmuştur. Bu sonuç bitki
gelişimi iyi olan yöntemlerde bitkilerin daha
ağır olduğunu göstermektedir.
Bitki kök uzunluğu yönünden yapılan
varyans analizi önemsiz çıkmış ve tüm
yöntemler aynı grupta yer almıştır. Toplanan
literatürlerde kök uzunluğu ile ilgili belirli bir
değer
bulunmamaktadır.
Fakat,
bitki
gelişiminde kontrol edilebilecek bir değer
olduğu düşüncesi ile değerlendirilmiştir.
Yetişme gün sayısı yönünden yapılan
varyans analizinde yöntemlerin etkisi önemli
çıkmış ve M4 birinci, M1 ve M2 ikinci, M3 de
üçüncü grubu oluşturmuştur. M4 her ne kadar
yetişme gün sayısı yönünden erken yetişmiş
görünse de, elde edilen çiçekler ve bitki
gelişimi yönünden uygun değildir. M1 ve M2
yöntemleri arasında ise fark görülmemiştir.
Aralarındaki fark aydınlatma döneminde M2
yönteminin sağladığı enerji tasarrufu olmuştur.
M3 ise elde edilen çiçekler ve bitki gelişimi
yönünden M1 ve M2'ye yakın değerler
göstermiştir. Örneğin, bitki boyu açısından M1
ve M2 kadar olmasa bile 75 cm 'den uzun
bitkiler elde edilmiştir. Ayrıca, ilk aylarda
istenilen sıcaklık değerlerinin tam sağlanamaması, aydınlatma yapılan metotlar içinde
aydınlatma süresi en az olan M3'te bulunan
bitkilerdeki gelişmeyi olumsuz etkilemiştir.
Yapılan istatistiki analizlerden anlaşıldığı
üzere, bitki gelişimi yönünden M1 ve M2
yöntemleri en iyi sonuçları vermiştir. Enerji
ekonomisi
de
dikkate
alınarak
bir
değerlendirme yapılacak olursa, M2’nin tercih
61
Bitki Gelişimi ve Enerji Ekonomisi Açısından Fotoperiyodik Aydınlatma Yöntemlerinin Karşılaştırılması
edilmesi gerekir. Ancak, uygulamada büyük
alanlarda yetiştiricilik yapıldığı düşünülür ve bu
alanların aydınlatılması söz konusu olursa, en
ekonomik yöntem olması nedeniyle M3
yöntemi de
kullanılabilir seviyede sonuç
vermiştir.
4. Sonuç
Doğal şartlar altında uzun yaz günlerinde
vejetatif
gelişmesini
tamamlayan,
gün
uzunluğunun kısalmaya başladığı sonbahar
aylarında çiçek açan ve yılda bir ürün alınabilen
krizantem bitkisi, gün uzunluğunun kısa olduğu
kış günlerinde diğer çevre şartlarının da
sağlanması koşuluyla ek aydınlatma ile uzun
gün hissi verilerek vejetatif gelişmesi
tamamlattırılıp, sonra kısa gün şartlarına
bırakılarak
yetiştirilebilir.
Doğal
gün
uzunluğunun fazla olduğu yaz aylarında ise
vejetatif gelişmesini tamamlayan krizantemlerin
üzerleri ışık geçirmeyen kalın siyah bezlerle
örtülüp kısa gün hissi verilerek çiçek vermeleri
sağlanabilir. Yapılan denemeler, krizantem
bitkisinin
fotoperiyodik tepki gösterdiğini
ortaya koymuştur. Böylelikle yılda bir defa
çiçek elde edilen krizantemlerden, daha fazla
çiçek elde etmek ve yapılacak bir üretim
programlaması ile de yıl boyunca krizantem
üretmek ve piyasaya sunmak mümkün
olacaktır. Uygulanacak aydınlatma yöntemi ve
seçilecek uygun lamba tipiyle de, elde edilecek
enerji ekonomisi başarıyı artıracaktır.
Kaynaklar
Anonim, 1973. Lighting in Greenhouses. Grow Electric
Handbook 2. The Electricity Council, London.
Anonim, 1987. Lighting for Horticultural Production.
Grow Electric Handbook. The Electricity Council,
Warwickshire.
Canham, A.E., 1966. Artificial Lighting in Horticulture.
Centrex Publishing Comp., Eindhoven.
Ertan, N., 1982. Önemli Kesme Çiçeklerin Yetiştiriciliği,
Yıl boyu Kasımpatı Üretimi. Atatürk Bahçe
Kültürleri Araştırma Enstitüsü Yayın No:52, Yalova.
Hatipoğlu, A., 1992. Gül, Karanfil, Krizantem
Yetiştiriciliği ve Mezat Fiyatlarının Aylara ve
Yıllara göre değişimi, Izmir.
Kendrick, R.E., B. Frankland, l978. Phytochrome and
Plant Growth. Edward Arnold Pub. Lmt, London.
Kofranek, A., 1980. Cut Chrysanthemums Introduction to
Floriculture. Edited by Roy A. Larson Acad. Press,
NY.
62
Yağcıoğlu, A., l982. Bitkisel Üretimde Enerji Ekonomisi
Yönünden Fotoperiyodik Aydınlatma Teknikleri. 7.
Ulusal Tarımsal Mekanizasyon Semineri, İzmir.
Yağcıoğlu, A.,l996. Tarımsal Elektrifikasyon. Ege
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayın No:488.
Bornova- İzmir.
Yağcıoğlu, A.,1999. Sera Mekanizasyonu. Ege
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Ders Notu: 59/1. İzmir.
Yavuzcan, G., 1994. Tarımsal Elektrifikasyon. Ankara
Üniv.Ziraat Fakültesi Yayın No: 1342, Ankara.
Yelboğa, Ş. Ve A. Özçelik, 1991. Ülkesel Süs Bitkileri
Araştırma Projesi Sonuç Raporu. Antalya
Şartlarında Yıl Boyu Kasımpatı Yetiştiriciliği.
Seracılık Araştırma Enst. Müdürlüğü, Antalya.
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2004, 21 (2), 49-55
İşlenmiş Süt ve Süt Ürünleri Sanayinde Süt Teşvik Pirimi
Politikasının Analizi
Z.Gökalp Göktolga
Osman Karkacıer
Adnan Çiçek
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Bu çalışmada Türkiye’deki süt ve süt ürünleri sanayinde işlenmiş süt miktarına etki eden faktörlerin
analizi yapılmıştır. Özellikle 1987 yılından beri uygulanan süt teşvik primi politikalarının etkileri
incelenmiştir. Çalışmanın verileri 1973-2001 yıllarını kapsamaktadır. Kurulan modelde sanayide işlenmiş süt
miktarı bağımlı değişken; ihracat, ithalat, süt fiyatları, trend, süt teşvik pirimi değişkeni (kukla) ve istihdam
sayıları bağımsız değişkenler olarak alınmıştır. Bulunan sonuca göre; istihdam sayısının negatif, diğer
değişkenlerin ise bağımlı değişkeni pozitif yönde etkilediği görülmüştür. Ancak ithalat değişkeni önemli
bulunmamıştır. Çalışmadan elde edilen bulgular doğrultusunda, süt teşvik pirimi politikası uygulamalarına
devam edilmesi, hatta uygulanan süt teşvik primi miktarlarının daha da artırılması gerektiği hususunda
öneride bulunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Regresyon Analizi, Süt Teşvik Primi
The Analysis of Milk Incentive Premium Policy for Proceed Milk and Milk
Products Industry
Abstract: In this study, factors effecting the amount of milk used to manufacture the dairy products in
Turkey were analysed. Particularly, the effects of applied incentive premium policy was analysed since 1987.
Data used to estimate the model cover the period of 1973-2001. In the model, the amount of processed milk
in the industry was considered as independent variable. The dependent variables were the value of milk
product export and import, milk prices, trend, incentive payments as dummy variable and the number of
workers employed in the industry. According to the result, while the number of workers had negative effect,
the other variables had positive effects on the independent variable but export variable insignificant. The
results of the study suggest that milk incentive premium policy application should continue and milk
incentive premium should be increased.
Key words: Regression Analysis, Milk Incentive Premium
1. Giriş
Türkiye’de halen 9.7 milyon ton civarında
üretilen çiğ süt ağırlıklı olarak yoğurt, beyaz
peynir
ve
taze
kaşar
olarak
değerlendirilmektedir. Bu sütün büyük bir
kısmını da sokak sütü teşkil etmektedir.
Türkiye’de sokak sütçülüğü oldukça yaygındır.
Sokak sütçülüğü neredeyse bir sektör haline
gelmiştir. İstatistiklere göre üretilen çiğ sütün
yaklaşık % 40’ının kaynakta tüketildiği, %
60’ının ise pazara indiği belirtilmektedir.
Pazara inen sütün de % 45’i mandıralara, %
15’i modern işletmelere gitmektedir. Geriye
kalan % 40’lık bölüm ise sokak sütü olarak
satılmaktadır. Oysa gelişmiş ülkelerde üretilen
çiğ sütün % 90’ından fazlası modern
fabrikalara satılmaktadır (Anonim, 2001).
Türkiye’de süt ve süt ürünleri sanayinin en
fazla karşı karşıya kaldığı sorunlardan birisi
ham madde akışının yeterli ve düzenli
olmamasıdır. Süt sanayi, iç piyasadaki nüfus ve
tüketim artışını karşılayacak miktarda ve
kalitede ham madde sağlayamamaktadır. Çiğ
süt üretiminde mevsimlere göre arz-talep
farklılıkları bulunmaktadır. Süt üretiminin
%88,6’sını teşkil eden inek sütü üretimi
ilkbahar aylarında artmakta, koyun ve keçi
sütlerinin de üretime katılmasıyla arz fazlası
oluşmaktadır. Diğer mevsimlerde ise yetersizlik
söz konusudur (Açıkgöz, 2001).
Sektörde çok sayıda küçük işletmenin
olması, beraberinde kayıt dışı ekonomi ve
haksız rekabeti getirmektedir. Bu durum ise
devletin vergi kaybına uğramasının yanısıra
kontrolsüz üretim yapan küçük işletmelerin
halkın sağlığı ile oynamaları sonucunu
doğurmaktadır.
Süt üreticilerine Destekleme ve Fiyat
İstikrar Fonundan (DFİF) 1987 Mayıs ayından
itibaren belirlenen kriterlere haiz süt
işletmelerine satılan süt için, litre başına süt
teşvik primi ödenmektedir. Primin ödenmesinin
amacı, ticari pazarlama için üretim artışını,
işletmeleri
ilkel
mandıra
özelliğinden
İşlenmiş Süt ve Süt Ürünleri Sanayinde Süt Teşvik Primi Politikasının Analizi
uzaklaştırıp modernize olmasını ve büyük
kapasiteli, modern süt işleme tesislerinde daha
yüksek kapasite kullanımını sağlamak olmuştur
(Kıymaz, 2000).
Çizelge 1’de yıllar itibariyle süt teşvik
primi
için
yapılan
ödeme
miktarları
gösterilmiştir. Çizelge incelendiğinde reel
fiyatlarla en fazla ödemenin 1996 yılında
yapıldığı görülür. Süt teşvik primine yapılan
ödemeler 1996 yılından sonra reel olarak
azaldığı görülmektedir.
Çizelge 1’den gözlenen süt teşvik primi
ödeme miktarlarının reel olarak azaltılmasının
yanında litre başına süt teşvik priminin süt
fiyatına oranı da azalmaktadır (Yavuz ve ark,
2004).
Çizelge1: Türkiye’de Süt Teşvik Primi Ödeme Miktarları (Milyon TL)
Ödeme Miktarı
Ödeme Miktarı
YILLAR
(Cari Fiyatlar İle)
(1994 Yılı Reel Fiyatları İle)
1992
138 000
511 111
1993
96 000
213 333
1994
609 000
609 000
1995
1 825 000
986 486
1996
4 825 000
1 475 535
1997
6 425 000
1 081 650
1998
9 540 000
933 464
1999
10 000 000
639 386
2000
12 000 000
506 543
2001
12 000 000
337 363
Kaynak: Anonim, 1999, Türkiye Tarımında Sürdürülebilir Kısa Orta ve Uzun
Dönem Stratejileri, DPT, Elektronik Dosya.
Anonim, 2004 Tarım Bakanlığı İnternet Sitesi, www. tarim.gov.tr
Bu
çalışmada,
süt
teşvik
primi
uygulamaları ile süt ve süt ürünleri sanayinde
kullanılan süt miktarının nasıl etkilediğinin,
uygulanan bu politika sonucunda işlenmiş süt
miktarında ne kadar değişim yaşandığının
bulunması amaçlanmıştır. Ayrıca işlenmiş süt
miktarını etkileyen diğer faktörlerin işlenmiş
süt miktarına ne yönde etkide bulunduğunun
belirlenmesi çalışmanın bir diğer amacıdır.
Türkiye’de geçmiş yıllardan günümüze kadar
tarımda bir çok destekleme politikaları
uygulanmıştır. Uygulanan bu politikaların ne
derece etkin olduğunu ancak zaman içerisinde
görmek mümkündür. Bu tip çalışmalar zaman
içerisinde uygulanan politikaların ne gibi
sonuçlar verdiğini görmek açısından önemlidir.
Bu yönüyle çalışma özellikle politika yapıcılara
ve karar alıcı mercilere ışık tutucu bir nitelik
taşımaktadır.
Çalışma ile özellikle süt teşvik primi
politikalarının işlenmiş süt ve süt ürünleri
sanayinde kullanılan süt miktarı üzerine etkileri
analiz edilmiştir. Bu yönüyle çalışma bir
politika analizi niteliği taşımaktadır. Daha
önceki benzer çalışmalarda da çeşitli
politikaların analizi regresyon yöntemi ile
50
yapılmıştır. Bu çalışmaların bazıları aşağıda
verilmiştir.
Türkiye’de sığırcılık sektöründe uygulanan
ıslah ve destekleme politikaları etkinliğinin
analiz edildiği bir çalışmada Islah ve
destekleme politikalarının belirlenmesinde
regresyon analizi kullanılmıştır. Çalışmada
kullanılan veriler, 1960-2000 dönemine ait
yıllar itibariyle kültür ırkı ve melez sığırların
toplam sığır sayısına oranları, toplam süt ve et
üretimleri, sığır başına süt verimleri, sığır
başına karkas ağırlıkları, et ve süt fiyatları ve
yem fiyatları, et ve süt teşvik pirimi
uygulamaları ve damızlık kültür ırkı gebe düve
ithalatı kukla değişkenleri modele konulmuştur.
Toplam süt ve et üretimine sığır başına süt ve et
verimleri, süt ve et fiyatları ve 1972’den beri
uygulanan hayvancılık politikalarının etkileri
pozitif yönde, yem fiyatlarının etkisi ise negatif
yönde istatistiksel olarak önemli bulunmuştur
(Yavuz, ve ark., 2003).
Süt sektöründe uygulanan alternatif fiyat
politikalarının bölgesel etkilerinin analiz
edildiği başka bir çalışmada, son yıllarda
dikkate alınan iki alternatif sütçülük destekleme
politikasının bölgesel etkilerini analiz etmek
Z.G.GÖKTOLGA, O.KARKACIER, A.ÇİÇEK
için spatial bir denge modeli kullanılmıştır. Bu
politikalar, teşvik primi ve hedef fiyat/fark
ödemesidir. Her iki politika da, 1980
sonrasındaki trendin Türkiye’nin gelişmiş batı
bölgelerinde üretilen sütün payının daha büyük
bir oranda artmasına katkıda bulunmuştur.
Bölgeler arasındaki dengesizlik, süt teşvik
primi politikasına göre hedef fiyat politikası
altında daha fazla artmakta olduğunu
belirlemiştir (Yavuz ve ark, 2004).
Süt ve süt ürünlerinin ithal talebinin
incelendiği başka bir çalışmada, süt ithal
talebinin dünya fiyatlarından, hükümetlerin
hayvancılık programları ve politikalarından
etkilendiği belirlenmiştir. Türkiye süt ve
ürünleri ithal talebi, yurtiçi fiyatlar, kişi başına
milli gelir, gecikmeli ithal miktarı (t-1),
Amerikan doları (USD)–Türk lirası değişim
oranı (döviz kuru)’nun ve trend faktörünün bir
fonksiyonu olarak ele alınmıştır. Regresyon
analizi ile parametreler tahmin edilmiştir.
Araştırma bir zaman serisi analizi olup, veriler
1982- 1997 arası dönemi kapsamakta ve
yıllıktır. Türkiye’nin süt ve ürünleri ithal
talebinin en fazla kişi basına düşen milli gelir
düzeyi, yurt içi fiyatlar ve dolar (USD) döviz
kurundan etkilendiği belirlenmiştir (Karkacıer,
2000).
Ayrıca McCarthy, et al., 2002; Diven,
2001; Sanchez, et al., 2002 gibi çalışmalarda
çeşitli tarımsal politikaların incelemesi için
regrasyon
analizi
kullanılmıştır.
Bu
çalışmalardan özellikle araştırmanın yöntem
kısmında faydalanılmıştır.
2. Materyal ve Yöntem
Çalışmada kullanılan veriler Gıda ve
Tarım Organizasyonu (FAO), Devlet İstatistik
Enstitüsü (DİE), ve Devlet Planlama
Teşkilatının
(DPT)
hazırlamış
olduğu
istatistiklerden elde edilmiştir. Çalışmanın
verileri 1973-2001 yıllarına ait olup, 29 yıllık
zaman dilimi incelenmiştir. Süt teşvik pirimi
uygulamalarının etkisini görmek için kukla
değişkeni kullanılmıştır.
Regresyon analizi kullanılarak yapılan
çalışmada; kurulan modelin matematiksel kalıbı
doğrusal seçilmiştir. Çalışmada bir çok
fonksiyon tipi denenmiş ancak istatistiksel
testlerin ve çalışmada kullanılan değişkenlerin
istatistiksel önem seviyelerinde en anlamlı
sonuçları doğrusal kalıpta vermesi sebebi ile
doğrusal kalıp tercih edilmiştir.
Model genel formda aşağıdaki gibidir;
Yt = f(Emt , Ext , İmt, Mpt,, Tt, d)
Yt : Süt ve süt ürünleri sanayinde işlenen süt
miktarı (ton)
Emt: Süt ve süt ürünleri sanayindeki istihdam
sayıları (adet)
Ext : Süt ve süt ürünleri sanayindeki ihracat
değeri (1981=100 reel fiyatları ile)
İmt : Süt ve süt ürünleri sanayindeki ithalat
değeri (1981=100 reel fiyatları ile)
Mpt : Süt fiyatları (1981=100 reel fiyatları ile
TL/KG)
Tt : Trend faktörü (1,2,3,.....29)
D : Kukla değişkeni, süt teşvik pirimi
uygulanan yıllar için 1, diğer yıllar için 0.
(1973-86=0, 1987-2001=1).
Çalışmada bağımlı değişken süt ve süt
ürünleri sanayinde işlenmiş süt miktarıdır.
Sanayide işlenmiş süt içerisine; işlenmiş içme
sütü, yoğurt, peynir, tereyağı, süttozu,
dondurma ve diğer süt ürünleri girmektedir. Süt
ürünlerinin birbirinden farklı olması sebebi ile
hepsinin ortak ham maddesi olan süt miktarı
bağımlı değişken olarak alınmıştır. Bağımsız
değişkeni etkileyen faktörler ve modeldeki
durumu aşağıda belirtilmiştir.
Çalışmada istihdam durumu değişkeni, süt
ve süt ürünleri sanayinde verimliliği
etkileyebileceği
düşüncesiyle
modele
konulmuştur. Azalan verimlerden dolayı
gereğinden fazla işçi kullanılıyorsa katsayının
negatif, az kullanılıyorsa pozitif olması
beklenmektedir. Aynı zamanda süt sanayindeki
kullanılan istihdam sayıları ile bu sanayideki
kapasite miktarları arasında yakın ilişki vardır.
Zira istihdam sayılarındaki artış üretimdeki
artışa bağlı olarak kapasitenin artmasına neden
olacaktır. Dolayısı ile istihdam sayıları ile
kapasite arasında aynı yönlü bir ilişki söz
konusudur. Benzer değişkenlerin çoklu
doğrusallık problemi meydana getireceği
gerekçesi ile kapasite değişkeni modele
konulmamıştır.
Çalışmada kullanılan bir diğer değişken
ihracat değişkenidir. Süt ve süt ürünleri
ihracatının işlenmiş süt miktarını artırıcı yönde
etkilemesi beklenen bir gelişmedir.
İthalat değişkeni yerli üretime rakip olarak
düşünülerek
modele
konulmuştur
ve
katsayısının negatif olması beklenmektedir.
Fiyat değişkeni bir malın üretimini
etkileyen en önemli faktörlerden birisidir.
Ekonomik teorilerde malın fiyatı ile üretilecek
51
İşlenmiş Süt ve Süt Ürünleri Sanayinde Süt Teşvik Primi Politikasının Analizi
miktarı arasındaki ilişki aynı yönlüdür (arz
kanunu) bu yüzden değişkenin katsayısı pozitif
olarak beklenmektedir.
Trend değişkeni (T) modele, işlenmiş süt
ve süt ürünleri üretiminin seyrini izlemek için
konulmuştur. Trend değişkeni bir zaman
serisinin ana temayülünü ifade eder (Başar ve
Oktay, 2000). Kurulan modelde, trend
değişkeni modele konmadığı taktirde bir çok
değişken istatistiksel olarak anlamsız hale
gelmektedir. Bunun için trend değişkeninin
modelde önemli bir açıklayıcı değişken olduğu
sonucuna ulaşılmış ve zaman içerisinde
teknolojik gelişmeleri yansıtmak için modele
konulmuştur. Çoğu zaman trend değişkeni
bağımlı değişkeni etkileyen temel değişkenin
yerine geçebilir. Sözgelimi üretim kuramındaki
teknoloji böyle bir değişkendir (Gujarati, 1999).
Daha önceki benzer çalışmalarda da trend
değişkeni çeşitli modellere konulmuştur
(Lordkipanidze et al., 1996, Karkacıer, 2000,
Colyer, 2000).
Kukla değişkeni (d), süt teşvik pirimi
politikalarını temsil etmektedir. süt teşvik
pirimi uygulamasına 1987 yılında başlandığı
için, 1987 yılına kadar 0, 1987 yılından 2001
yılına kadar 1 şeklinde modele konulmuştur.
Daha önce Türkiye’de yapılmış bir çalışmada
da süt teşvik pirimi kukla değişkeni olarak
regresyon denklemine alınmıştır (Yavuz, 2003).
Kurulan modele başka değişkenler de
eklenerek (süt verimi , kapasite, sabit sermaye
yatırımları) denenmiştir. Ancak bu değişkenler
hem istatistiki açıdan anlamlı bulunmamış hem
de
diğer
değişkenlerin
anlamlarını
bozmuşlardır. Zaten ilerde de ifade edileceği
gibi kurulan modele spesifikasyon hataları için
testler
yapılmış
ve kurulan modelde
spesifikasyon hatalarının yapılmadığı tespit
edilmiştir.
Kurulan modelin doğrusal kalıpta olması
nedeniyle, modeldeki değişkenlerin elastikiyet
katsayılarının hesaplanmasında
e  b*
X
Y
formülü kullanılmıştır.
3. Bulgular ve Tartışma
Tahmin edilen işlenmiş süt üretimi
eşitliğine ait parametreler ve istatistiksel
sonuçlar Çizelge 2’de verilmiştir. Çizelgeden
de görüleceği üzere tahmin edilen eşitliğin
çoklu determinasyon katsayısı 0,849 olup,
52
işlenmiş süt üretimindeki değişimin %84,9’u
modele dahil edilen değişkenler tarafından
açıklanmaktadır. Tahmin edilen eşitliğin Fhesap
değeri 11,28 olarak hesaplanmış ve %1
seviyesinde
Ftablo
değerinden
yüksek
bulunmuştur. Çalışmada kullanılan verilerin bir
zaman serisi olması ve otokorelasyonun daha
çok zaman serilerinde ortaya çıkması nedeni ile
kurulan modelde otokorelasyon problemi
araştırılmıştır (Tarı, 1999). Durbin-Watson
testinde kararsızlık bölgesinde kalındığı için
Von-Neumann testi yapılmış ve %1 seviyesinde
otokorelasyon olmadığı belirlenmiştir. (Kritik
değerler 1,14 < 2,74 < 3,03).
Ramsey Model kurma hataları için genel
bir
sınama
önermiştir
(Ramsey,1969).
Ekonometrik bir modelin spesifikasyon
hatasına sahip olup olmadığını tesbit etmek için
Ramsey tarafından Reset testi önerilmiştir
(Akkaya ve Pazarlıoğlu, 1998). Bu çalışmada
kurulan
modelde
spesifikasyon
hatası
yapmamak için Ramsey Reset testi uygulanmış
ve bulunan yeni modelin F değeri (0,28)
anlamsız bulunduğu için kurulan modelde
spesifikasyon hatası yapılmadığına karar
verilmiştir.
Modelde eşanlılık sorunu olabileceği
düşüncesiyle hausman testi yapılmıştır.
Eşanlılık sorunu bazı değişkenlerin içsel
olmaları, dolayısıyla da bozucu terim yada hata
terimiyle
ilişkili
olmalarından
kaynaklanmaktadır (Hausman, 1976). Test
sonuçlarına göre elde edilen kalıntı (wi=1,09)
değerleri t sınamasına göre anlamlı değildir ve
bu yüzden eşanlılık problemi yoktur.
Tahmin edilen eşitlikteki değişkenlerin
herbiri student–t testine tabi tutulmuştur.
İstihdam değişkeni %1 önem seviyesinde,
ihracat değişkeni %1 önem seviyesinde, süt
fiyatları değişkeni %1 önem seviyesinde, trend
değişkeni %3 önem seviyesinde ve kukla
değişkeni %2 önem seviyesinde istatistiksel
olarak anlamlı bulunmuştur. İthalat değişkeni
%10 önem seviyesinden daha yüksek
bulunduğu
için
yorumunda
ihtiyatlı
davranılmıştır.
Tahmin edilen eşitlikte, ithalat değişkeni
dışındaki değişkenlerin, istatistiki testleri ve
önem seviyelerinin anlamlı çıkması bu
değişkenler hakkında yorum yapabilme imkanı
tanımaktadır.
Z.G.GÖKTOLGA, O.KARKACIER, A.ÇİÇEK
Çizelge2: Tahmin Edilen İşlenmiş Süt Üretimi Regresyon Eşitliğine İlişkin Parametreler ve İstatistiksel
Testler
Consta.
Emt
Ext
Coef. 2789326 -153,33 90,03
T
10,46
-5,83
2,99
P
(0,000) (0,000) (0,011)
St
266541 26,29
30,12
dev
İmt
Mpt
Tt
D
R-Sq
R-Sq
(adj)
F
-41,66
-1,67
(0,122)
20635
2,73
(0,018)
26809
2,36
(0,036)
165582
2,53
(0,026)
84,9%
77,4%
11,28
25,01
7547
11364
65377
Tahmin edilen eşitlikteki değişkenlerin
elastikiyet katsayıları çizelge 3’de verilmiştir.
Kukla değişkeninin elastikiyet katsayıları
hesaplanmamıştır. İstihdam sayısı değişkeninin
(Emt) elastikiyet katsayısı negatif bulunmuştur.
Elastikiyet katsayısının negatif olması süt
sanayinde
istihdamın
fazla
yapıldığı
anlamındadır. Fazla istihdam işyerindeki
VonReset
Neu
2
mann
2,74 0,28
verimliliği düşürerek işlenmiş süt miktarının
azalmasına neden olmaktadır. Emt değişkenin
elastikiyet katsayısının –0,236 olarak bulunması
%1 oranında
işgücü
kullanımı
artışı
yapıldığında % 0,236 oranında süt ve süt
ürünleri sanayinde işlenen süt miktarında düşüş
yaşandığını göstermektedir.
Çizelge3: Bağımsız Değişkenlerin Esneklik Katsayıları
Değişkenler
Elastikiyetler
Emt
-0,236
Ext
0,037
İmt
-0,040
Mpt
0,253
Tt
0,121
İhracat değişkeni (Ext) katsayısı pozitiftir.
Süt ürünleri ihracatındaki artış sanayide
işlenmiş süt miktarını artırmaktadır. İhracat
değişkeninin elastikiyet katsayısı 0,037 olarak
hesaplanmıştır. Bu katsayı süt ve süt ürünleri
ihracatının %1 oranında artırıldığında, işlenmiş
süt miktarının %0,037 oranında artırdığını
göstermektedir.
İthalat değişkeninin (İmt) elastikiyet
katsayısı
negatiftir.
Katsayının
negatif
bulunması, yurt dışından giren süt ve süt
ürünlerinin yerli işlenmiş süt ve süt ürünleri
üretimini azalttığı anlamına gelmektedir. İthalat
değişkenin elastikiyet katsayısı -0,04 olarak
hesaplanmıştır. Bu katsayı; yurt dışından yurt
içine giren süt ve süt ürünlerinin %1 artışı
halinde yerli işlenmiş süt ve süt ürünleri
üretiminin
%0,04
oranında
düştüğünü
göstermektedir. Student t testine göre İthalat
değişkeni anlamlı bulunmadığı için bu değişken
hakkında yorum yapılırken ihtiyatlı davranmak
gerekmektedir.
Reel süt fiyatları (Mpt) değişkeninin
katsayısı pozitif ve 1’den küçüktür. İşlenmiş süt
ürünleri ile süt fiyatları arasında aynı yönlü bir
ilişki vardır. Süt fiyatları arttığında işlenmiş süt
miktarı da artmaktadır. Fiyat elastikiyeti 0,253
olup inelastiktir. Bu katsayı süt fiyatlarının %1
oranında artması halinde işlenmiş süt
miktarında % 0,253 oranında artış olacağını
göstermektedir.
Trend (Tt) değişkeninin katsayısı pozitif
bulunmuştur. Trend değişkeni teknolojik
gelişmelerin işlenmiş süt üretimine zaman
içerisinde yaptığı katkıyı izlemek için modele
konulmuştur. Çalışma sonuçlarına göre;
teknolojik gelişmelerin işlenen süt miktarını her
yıl 26809 ton artırdığı görülmektedir.
Modelin son değişkeni kukla (d)
değişkenidir. kukla değişkeni süt teşvik pirimi
uygulamalarını temsil etmektedir. Modelde
kukla değişkeni pozitif katsayılıdır. Bu
Türkiye’de süt sanayinde uygulanan süt teşvik
primi uygulamalarının olumlu sonuçlar
verdiğini göstermektedir. Kukla değişkeninin bi
katsayısı teşvik yapılan yıllardaki üretim ile
teşvik yapılmayan yıllar arasındaki farkı
yansıtmaktadır. Buna göre, süt teşvik priminin
uygulandığı yıllarda süt teşvik priminin
uygulanmadığı yıllara göre işlenmiş süt
53
İşlenmiş Süt ve Süt Ürünleri Sanayinde Süt Teşvik Primi Politikasının Analizi
miktarında 165 582 ton artış olmuştur. 2001 yılı
verilerine göre sanayide işlenen süt miktarı 3
146 050 tondur (Anonim, 2004b). Süt teşvik
primi ile meydana gelen üretim artışı, 2001
yılındaki toplam işlenmiş süt miktarına oranı
%5,26’dır. Yani 1987 yılından beri uygulanan
süt teşvik primi politikaları, Türkiye’de modern
işletmelerde süt ve süt ürünlerinin işlenmesine
katkı sağlamış, ancak bu artış çok düşük oranda
kalmıştır.
4. Sonuç
Türkiye’de süt ve süt ürünleri sanayinin en
fazla yaşadığı sorunların başında bazı
dönemlerde
ham
madde
yetersizliği
gelmektedir. Türkiye’de süt ve süt ürünleri hala
çok büyük bir kısmı hiçbir kontrolden
geçmeden, gıda güvenliğine dikkat edilmeden
tamamen piyasada üreticiler ile tüketiciler
arasında alınıp satılmakta, bu durum ise halk
sağlığı açısından büyük riskler taşımaktadır. Süt
ve süt ürünleri sanayinde bir taraftan ham
madde sıkıntısı çekilmesi, diğer taraftan
üretilen sütlerin sanayi
dışında
gıda
güvenliğinden uzak bir şekilde pazarlanması,
hem sanayinin meydana getireceği katma değeri
azaltmakta, hem de halk sağlığının daha fazla
tehdit altında olmasına neden olmaktadır.
Türkiye’de denetimsiz üretilen sütlerin
azaltılarak, modern işletmelerde uzmanlar
gözetiminde üretilen işlenmiş süt ve süt ürünleri
üretiminin artırılması için alınması gereken
tedbirler araştırılmalıdır. Bu tedbirlerin başında
bu
konuda
düzenleyici
politikaların
oluşturulması ve oluşturulan politikaların
etkinliğinin araştırılması gelmektedir.
Süt teşvik primi gibi politikaların amacı
hem sanayie ham madde akışının düzenini
sağlamak hem de tüketicilerin sağlığını bozacak
riskleri azaltmaktır. Çalışmada özellikle süt
teşvik pirimi ödemelerinin sanayide işlenmiş
süt miktarını nasıl etkilediği analiz edilmiştir.
Ayrıca sanayide işlenmiş süt miktarını etkileyen
diğer değişkenler de analiz edilmiştir. Bu
değişkenler istihdam sayıları, ihracat, fiyat ve
trenddir. Tahmin edilen modele göre bu
değişkenler sanayide işlenmiş süt miktarındaki
değişimin %84’ünü açıklamaktadır.
Bulgular kısmında da değinildiği gibi;
Türkiye’de 1987 yılından beri uygulanan süt
teşvik primi uygulamalarının, sanayide işlenmiş
süt miktarını artırdığı sonucuna ulaşılmıştır.
Daha önce yapılmış bir çalışmada da süt teşvik
pirimi politikaları analiz edilmiş ve süt teşvik
politikalarının toplam süt üretimini olumlu
yönde etkilediği belirlenmiştir (Yavuz, 2003).
Bu iki çalışmanın sonuçlarına bakıldığında süt
teşvik priminin; hem toplam süt üretimini hem
de sanayide işlenmiş süt miktarını artırdığı
görülmektedir. Çalışmada işlenmiş süt miktarını
artırdığı tespit edilen diğer değişkenler süt ve
süt ürünleri ihracatı, süt fiyatı ve trend
değişkenidir. İstihdam değişkeninin ise işlenmiş
süt ve süt ürünleri üretimini azalttığı
belirlenmiştir. Elde edilen bu bulgular ekonomi
teorisi yaklaşımlarına uymaktadır.
Sonuç olarak, Süt teşvik primi uygulaması
modern işletmelerde süt ve süt ürünleri
üretimini artırmış, ama bu etki düşük düzeyde
(%5,26) bulunmuştur. Bu etkinin düşük
düzeyde olması, süt teşvik primi için ayrılan
payların Türkiye’deki enflasyon dikkate
alınarak
artırılmadığından
kaynaklandığı
söylenebilir.
İşlenmiş süt ve süt ürünlerinin pazarlama
olanaklarının
geliştirilmesi,
ihracatının
artırılması, daha fazla katma değer yaratılması
ve insan sağlığının korunması açısından, süt
teşvik politikalarının uygulanmasına devam
edilmeli hatta uygulanan süt teşvik desteği
miktarları daha da artırılmalıdır. Avrupa
standartlarındaki gibi üretilen sütün %90’ının
modern işletmelerde işlenmesi için bu gibi
politikaların uygulanması gereklidir.
Kaynaklar
Anonim, 1999, Türkiye Tarımında Sürdürülebilir Kısa
Orta Ve Uzun Dönem Stratejileri, DPT, Elektronik
Dosya, Ocak, 1999.
Anonim, 2001, Gıda Sanayi Özel İhtisas Komisyonu
Raporu, Süt Ve Süt Ürünleri Alt Komisyon Raporu,
DPT: 2636-ÖİK:644 , Ankara.
Anonim, 2004, Tarım Bakanlığı İnternet Sitesi, www.
tarim.gov.tr/
Anonim, 2004b, Food and Agricultural Organization
İnternet Sitesi, www.fao.org/
54
Açıkgöz, M., 2001, Süt Sanayiinin Ham Madde Sorunları,
Türkiye-Hollanda Besi Ve Süt Hayvancılığı
Sempozyumu,11-12 Haziran, Hilton, Ankara.
Başar, A., Oktay, E., 2000, Uygulamalı İstatistik 2, Aktif
Yayın Evi, ISBN:975-6755-08-3, Erzurum.
Colyer, D., 2000, A Comparison Of Annual, Quarterly
And Monthly Turkey Export Models, Southern
Agricultural Economics Annual Meeting, Lexington,
KY, January 29-February 2.
Z.G.GÖKTOLGA, O.KARKACIER, A.ÇİÇEK
Diven, J.P., 2001, The Domestic Determinants Of US
Food Aid Policy, Food Policy Volume 26, Issue 5,
Pages 455–474.
Gujarati, N.D., 1999, Temel Ekonometri, Çev: Ümit ve
Gülay Şenesen, Literatür Yayıncılık, ISBN: 9757860-99-9, İstanbul.
Hausman, J.A., 1976, Specification Tests in Econometrics,
Econometrica V: 46 P: 1251-1271.
Heltberg, R., Tarp, F., 2002, Agricultural Supply
Response And Poverty In Mozambique, Food Policy
Volume 27, Issue 2, Pages 103-124.
Karkacıer, O., 2000, An Analysis Of Import Demand For
Dairy Products In Turkey, Turkish Journal Of
Agriculture And Forestry, Tübitak, Volume: 24,
Issue:3, P:421-427, Ankara.
Kıymaz, T., 2000, Avrupa Birliğinde Ve Türkiye’de
Temel Ürünlerde (Hububat, Şeker Ve Süt)
Uygulanan Tarımsal Destekleme Politikaları Ve
Bunların Ham Madde Temini Açısından Gıda
Sanayiine Etkileri, DPT Uzmanlık Tezi, Mayıs
2000, Yayın No: 2504, Ankara.
Lordkipanidze, N., Epperson, E.J., Ames, C.W.G, 1996,
An Economic Analysis Of Import Demand For
Canola Oil In The United States, Dep. Of
Agricultural And Applied Economics University Of
Georgia, Athens, GA. 30602 Faculty Series 96-05,
University Of Georgia, Athens, GA 30602.
McCarthy, S., Matthews, A., Riordan, B., 2003,
Economic Determinants of Private Afforestation in
he Republic of Ireland, Land Use Policy V: 20 P:
51–59.
Ramsey, J.B., 1969, Test For Specification Errors In
Classical Linear Squares Regression Analysis
Journal Of The Royal Statistical Society, B Series,
V.31, 1969, P: 350-371.
Sanchez, R.M., Kraybill, D.S., Thompson, S. R., 2002, An
Economic Analysis Of Coca Eradication Policy İn
Colombia, AAEA Annual Meeting, July 28 – 31,
2002, Long Beach, CA.
Tarı, R., 1999, Ekonometri, Alfa Basım Yayım Ve
Dağıtım Yayınları, Yayın No: 609, ISBN 975-316264-2, İstanbul.
Yavuz, F., Akbulut, Ö., Keskin, A., 2003, A Study On The
Effectiveness Of Breeding And Support Policies In
Turkey's Cattle Sector, Turkish Journal Of
Veterinary And Animal Sciences, Tübitak,
Volume:27, Issue:3, P:645-650, Ankara.
Yavuz, F. Tan, S., Zulauf, C.R., 2004, Regional Impacts
of Alternative Price Policies for Turkey’s Dairy
Sector, Turkish Journal Of Veterinary And Animal
Sciences, Tübitak, Volume:28, Issue:3, P: 537-543,
Ankara.
Akkaya, Ş., Pazarlıoğlu, M.V., 1998, Ekonometri II, Erkan
Matbacılık, 2.Baskı,İstanbul.
55
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2004, 21 (2), 23-38
Dünya’da ve Türkiye’de Buğday Üretimi ve Uygulanan Politikaların
Karşılaştırılması
Halil Kızılaslan
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Bu araştırmada, Türkiye’de ve Dünya’daki tahıl üretim durumu incelenmiştir. Araştırma konusu
buğday ürünü olarak seçilmiştir. Dünyada ve Türkiye’de buğday ürününe ilişkin ekim alanı, üretim miktarı,
verim, ihracat, ithalat değerlerine ve fiyat seyirlerine yer verilmiştir. Araştırmada AB ve OECD Ülkeleri ile
tarım politikaları açısından karşılaştırmalara yer verilerek uygulanan destekleme politikaları
değerlendirilmiştir. Araştırma sonucuna göre, son yıllarda Dünya buğday üretiminde belirgin dalgalanmalar
yaşandığı görülmüştür. Bunun en önemli nedeni ise Dünya buğday üretiminde ilk sıralarda yer alan ülkelerde
yaşanan afetler sonucu üretimin azalması ve dolayısıyla ithalata yönelmeleri olarak açıklanmıştır. Türkiye’de
izlenen destekleme politikalarındaki istikrarsızlık nedeniyle üretimde ve verimde istenen başarı elde
edilememektedir. Türkiye ve Dünya şartlarına uygun, Türkiye’deki tarımsal yapı ve tarımsal sorunları esas
alan, Dünya Ticaret Örgütü ve Avrupa Birliği ile ilişkilerimizi göz önünde bulunduran bir tarım politikası
oluşturulmalı, modern ve güçlü bir tarım sektörü hedefine ulaşılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Buğday, Dünya Buğday Üretimi, Türkiye Buğday Üretimi, Avrupa Birliği, OECD
Wheat Production and Comparison of Applied Policies in Turkey and in the
World
Abstract:In this study, grain production statuses in Turkey and in the world were examined. The research
topic was chosen for wheat. Area of planting amounts of yield, productivity import-export values, and price
trend of wheat crop in Turkey and in the worl given in this study. In this research, supporting policies have
been considered by comparing agricultural policies at EC, OECD countries and Turkey. According to results,
definite fluctuations on wheat production has been seen in the world. The most important reason of this fact
is decreased production in countries which are in the first line in the production of wheat as a result of
natural disasters. Targeted production and yield has not been reached due to irradical supporting policies
followed in Turkey. Agricultural policies should be developed and it must be considering the relationship of
Turkey with EC and OECD countries, and it must be suitable to Turkey and world’s standards. In addition it
must be targeted to reach modern and powerfull agriculture.
Keywords: Wheat, wheat production in the world, wheat production in Turkey, European Community, OECD
1.Giriş
Tarım ülke halkının beslenmesi için
gerekli besin maddelerini sağlama görevini
yüklenmiştir. Her ülke, beslenme açısından
önemli ürünlerde kendine asgari bir yeterlilik
derecesi sağlama gayreti içerisindedir. Kendine
yeterliliğin sağlanabilmesi, ürün fazlalığı
verilmeden
yurtiçi
arzın
gereksinimi
karşılamasını gerektirir (Eraktan, 2001).
Dünya’nın ve Türkiye’nin neredeyse her
bölümünde üretimi yapılan buğday; gerek çok
büyük üretici kitlesini ilgilendirmesi, gerekse
insanların temel gıdası olan ekmeğin
hammaddesini oluşturması bakımından oldukça
önemli bir üründür.
Üretim açısından yaklaşık 4 milyon
işletmeyi başka bir ifade ile 15 milyon
civarında insanı, tüketim açısından ise
Türkiye’nin tüm nüfusunu ilgilendirmektedir.
Sayılan nedenlerden dolayıdır ki, dünyadaki
buğday üretim
teknolojisindeki gelişmeler
yakından izlenerek Türkiye’ye adapte edilmeye
çalışılmaktadır. Ancak, Türkiye’de oldukça
fazla çeşit olmasına rağmen buğdayda uygun
çeşit standardı, verim ve kalite sorunları henüz
tam anlamıyla çözümlenememiştir. Üretiminin
çok geniş alana yayılmış olması, kuru
koşullarda ve marjinal alanlarda bile üretimin
yapılması birim alandan elde edilen üretim
miktarını düşürmektedir.
Türkiye’de buğday tarımı, büyük ölçüde
kuru koşullarda yapıldığı için verim düşük ve
dolayısıyla buğday üreticisinin geliri de diğer
ürün üreticilerine göre daha azdır. Ayrıca bazı
bölgelerimizde buğdayın alternatifi hemen
hemen yoktur. Yani bu yörelerde zorunlu olarak
buğday-nadas
münavebesi
yapılmaktadır.
Bununla beraber polikültür tarımın yapıldığı
yörelerimizde de buğday veriminin fazla olması
Dünya’da ve Türkiye’de Buğday Üretimi ve Uygulanan Politikaların Karşılaştırılması
işçiliğinin daha az olması nedeniyle üretici
buğday ürününü tercih etmektedir. Türkiye’de
iç ve dış pazar isteklerine uygun buğday üretimi
yapılan bölgeler İç Anadolu ve Güney Doğu
Anadolu bölgeleridir. Ancak bu bölgelerde
verim diğer bölgelere göre oldukça düşüktür.
GATT, Gümrük Birliği Anlaşmaları ve alınan
ekonomik
kararlardan
sonra
tarımsal
destekleme politikalarına yenilikler getirilmiş
olup, destekleme alım kapsamına alınan ürün
sayısı sınırlandırılmış ve 1994
yılından
itibaren sadece hububat, şekerpancarı ve tütün
fiyat yoluyla desteklenmektedir. Ürün borsaları,
buğday ve diğer hububatın alım satımında
küçük bir rol oynamaktadır. 1993 yılında
borsalarda buğday, aktif olarak alınıp
satılmakla birlikte,
Türkiye genelindeki
borsalarda işlem gören toplam miktar, yurtiçi
üretimin
% 6,1’ini, pazarlanan miktarın ise
%9’unu oluşturmaktadır (Anonim, 2001).
Araştırmanın temel amacı, Dünya’da ve
Türkiye’de hububatta özellikle de buğdayda
üretim durumu ve uygulanan politikaların
değerlendirilmesidir. Bu amaçla Dünya’daki ve
Türkiye’deki buğday üretimi, tüketimi, verimi,
ihracat-ithalat
değerleri
incelenmiştir.
Uygulanan
destekleme
politikalarına
değinilerek, Türkiye ve diğer bazı Dünya
ülkeleri (özellikle Avrupa Birliği) arasında
tarım politikaları açısından karşılaştırmalara yer
verilmiştir.
2.Materyal ve Yöntem
Çalışma makro düzeyde olması nedeniyle
literatür
taramasına
yönelik
olarak
yürütülmüştür.
Çalışmanın
hazırlanması
sırasında konu ile ilgili olan kitap, dergi,
makale gibi çeşitli kurum ve kuruluşların
yayınlarının yanı sıra kongre ve sempozyum
bilgilerinin yer aldığı kaynaklarla birlikte;
Tarım Bakanlığı, Toprak Mahsulleri Ofisi,
Türkiye Ziraat Odaları Birliği, üniversiteler ve
diğer ilgili kişilerce yapılan çalışmalara yer
verilmiştir. Çeşitli bilgilere ilişkin istatistikler;
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Araştırma
Planlama ve Koordinasyon Kurulu BaşkanlığıAraştırma ve İstatistik Dairesi Başkanlığından
ve Toprak Mahsulleri Ofisinden elde edilmiştir.
Çalışmada literatür taraması yapılarak konuyla
ilgili veriler ortaya konulup değerlendirilmesi
yapılmıştır.
24
3.Araştırma Bulguları
3.1.Dünyada Tahıl Üretim Durumu
FAO verilerine göre, 1998-2003 dönemi
itibariyle, gerçekleşen dünya tahıl üretimi
değerleri Çizelge 1’de gösterilmiştir.
Çizelge’den de görüldüğü üzere 2003
yılında dünya buğday üretimi 557,31 milyon
ton, arpa üretimi 139,38 milyon ton, çavdar
üretimi 16,16 milyon ton, yulaf üretimi 26,18
milyon ton, mısır üretimi 635,71 milyon ton ve
pirinç üretimi de 584,98 milyon tondur. 208
milyon hektarlık ekim alanı ile buğday dünyada
en fazla ekim alanına sahip hububattır. En az
ekim alanına ise çavdar sahiptir. Çavdar gibi
yulaf ve arpanın da ekim alanları yıllar itibari
ile giderek azalmalar göstermiştir.
Ülkelere göre 2003 yılı dünya hububat
üretimi Çizelge 2’de gösterilmiştir. Üretimde
buğdayda ve arpada birinci sırada Avrupa
Birliği,
mısırda birinci sırada ise, ABD
bulunmaktadır.2003 yılında 86,10 milyon ton
buğday üreten Çin’de arpa üretimi 3,12 milyon
ton, mısır üretimi ise 114,18 milyon ton olarak
gerçekleşmiştir. Avrupa Birliği ülkelerinde
buğday üretimi toplamı 91,59 milyon ton iken,
arpa üretimi 47,21 milyon ton ve mısır üretimi
ise 34,07 milyon ton olarak gerçekleşmiştir.
Amerika Birleşik Devletlerinde ise buğday
üretimi 63,59 milyon ton, arpa üretimi 6,01
milyon ton, mısır 256,90 milyon ton olarak
gerçekleşmiştir. Türkiye ise, dünya buğday
üretimi içerisinde %3,41, arpa üretiminde
%5,74 ve mısır üretimi içerisinde de %0,35
oranında bir paya sahip bulunmaktadır.
3.1.1. Dünya Buğday Üretim ve Tüketim
Durumu
Çizelge 3’de dünya buğday üretimi ve
başlıca üretici ülkeler gösterilmiştir. Buğday
retiminde ilk sıralarda Çin Halk Cumhuriyeti,
Avrupa Birliği Ülkeleri, Hindistan ve ABD yer
almaktadır.
Çizelge 4’de dünya durum buğdayı üretimi
ve üretici ülkeler verilmiştir. Dünya durum
buğdayı üretimi toplam buğday üretiminin
ancak %6' sı kadardır. Üretimde ilk sırayı 2001
yılı itibariyle %24,2 oranında AB alırken, sonra
sırasıyla; %11,7 oranında Türkiye, %10.7
oranında ise, İtalya gelmektedir.
H.KIZILASLAN
Çizelge 1. Dünya Hububat Üretimine İlişkin Değerler
1998
Buğday
1999
2000
2001
Alan (ha)
219 625 630
211 964 973
212 206 487
214 719 701
213 485 144
208 132 956
Üretim(ton)
592 342 030
584 697 385
580 014 595
590 309 180
572 666 861
557 308 497
26 971
27 585
27 333
27 492
26 825
26 777
56 700 689
52 962 133
55 472 207
56 162 829
53 903 393
55 336 169
137 594 089
127 180 604
132 896 783
144 069 528
135 661 359
139 375 906
24 267
24 013
23 957
25 607
25 167
25 187
Alan (ha)
10 182 666
9 490 905
9 758 920
9 909 258
9 230 840
8 258 188
Üretim(ton)
20 819 829
19 968 895
19 971 448
23 343 842
20 919 286
16 157 698
20 446
21 040
20 465
23 558
22 662
19 566
Alan (ha)
13 407 218
12 911 740
12 815 176
13 102 692
12 464 944
13 000 405
Üretim(ton)
26 319 704
24 505 475
25 994 503
27 303 359
25 450 849
26 181 790
19 631
18 979
20 284
20 838
20 418
20 139
Alan (ha)
138 627 306
138 910 114
138 510 155
139 081 441
137 830 111
141 151 308
Üretim(ton)
614 354 923
605 203 834
589 355 356
614 751 705
604 407 521
635 708 696
44 317
43 568
42 550
44 201
43 852
45 037
Alan (ha)
151 998 271
157 175 931
154 996 427
151 696 922
147 589 246
150 938 100
Üretim(ton)
578 768 853
606 656 025
597 154 664
597 889 044
575 429 633
584 975 923
38 077
38 597
38 527
39 413
38 989
38 756
Verim(kg/ha)
Alan (ha)
Arpa
Üretim(ton)
Verim(kg/ha)
Çavdar
Verim(kg/ha)
Yulaf
Verim(kg/ha)
Mısır
Verim(kg/ha)
Pirinç
Verim(kg/ha)
2002
2003
Kaynak: http://faostat.fao.org/faostat/form?collection=Production .Crops.Primary.Crops.
Çizelge 2. Dünya’da Bazı Ülkelerde Hububat Üretimi (2003)(Milyon ton)
ÜLKELER
ÇİN
AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİ
HİNDİSTAN
ABD
RUSYA
KANADA
AVUSTRALYA
TÜRKİYE
UKRAYNA
ARJANTİN
DİĞER ÜLKELER
DÜNYA TOPLAMI
BUĞDAY
Üretim
%
86,10
15,44
91,59
16,43
69,32
12,44
63,59
11,41
34,03
6,11
23,56
4,23
24,08
4,32
19,00
3,41
3,85
0,69
12,40
2,23
129,79
23,29
557,31
100,00
ARPA
Üretim
%
3,12
2,24
47,21
33,87
1,28
0,92
6,01
4,31
17,95
12,88
12,33
8,85
7,33
5,26
8,00
5,74
6,80
4,88
0,57
0,41
28,78
20,64
139,38
100,00
MISIR
Üretim
%
114,18
17,96
34,07
5,36
14,70
2,31
256,90
40,41
2,11
0,33
9,59
1,51
0,32
0,05
2,20
0,35
5,48
0,86
15,50
2,44
180,66
28,42
635,71
100,00
Kaynak: http://faostat.fao.org/faostat/form?collection=Production .Crops.Primary.Crops.
Çizelge 3. Dünya Buğday Üretimi ve Başlıca Üretici Ülkeler (Bin Ton)
ÜLKELER
KANADA
ÇİN
HİNDİSTAN
PAKİSTAN
RUSYA
TÜRKİYE
UKRAYNA
AB
ABD
DÜNYA TOPLAMI
1996/97
8 200
113 000
64 555
19 700
37 800
16 300
16 500
79 700
35 611
571 315
1997/98
7 336
113 773
69 246
20 258
39 809
16 751
15 643
82 793
34 210
584 116
1998/99
8 077
114 701
63 707
21 284
34 838
16 886
12 819
88 210
37 579
585 792
1999/00
7 621
115 625
68 793
20 452
35 365
16 777
12 586
86 821
35 407
591 501
2000/01
8 215
113 895
66 426
20 500
35 158
16 700
11 355
91 518
36 339
589 421
2001/02
8 200
113 500
60 363
19 500
38 000
17 000
14 850
90 274
33 367
588 985
Kaynak: Anonymous, Fas USDA Grain World Markets and Trade, 2003.
25
Dünya’da ve Türkiye’de Buğday Üretimi ve Uygulanan Politikaların Karşılaştırılması
Çizelge 4. Dünya Durum Buğdayı Üretimi ve Belli Başlı Üretici Ülkeler (Milyon Ton)
ÜLKELER
İTALYA
FRANSA
YUNANİSTAN
AB
KANADA
ABD
TÜRKİYE
CEZAYİR
DİĞER ÜLKE.
DÜNYA TOPL.
1997
Üretim
%
3,7
12,3
0,9
2,9
1,4
4,6
7,2
23,8
4,4
14,6
2,3
7,6
4,0
13,2
0,5
1,7
5,8
19,3
30,2
100,0
1998
Üretim
%
4,8
13,1
1,5
4,1
1,4
3,8
9,2
25,1
6,0
16,3
3,8
10,4
4,0
10,9
1,5
4,1
4,5
12,2
36.7
100,0
1999
Üretim
%
4,0
12,5
1,5
4,7
1,0
3,1
7,4
23,1
4,3
13,4
2,7
8,4
3,8
11,8
0,9
2,8
6,5
20,2
32,1
100,0
2000
Üretim
%
4,2
12,3
1,6
4,7
0,9
2,6
8,9
26,0
5,6
16,4
3,0
8,8
4,0
11,7
0,6
1,8
5,4
15,7
34,2
100,0
2001
Üretim
%
3,5
10,7
1,4
4,3
1,0
3,1
7,9
24,2
3,1
9,5
2,3
7,1
3,8
11,7
1,4
4,3
8,2
25,1
32,6
100,0
Kaynak: Anonymous, International Grains Council (Grain Market Report ), 2003.
Buğday
üretimindeki
en
büyük
gerilemelerin Kuzey Amerika, Avrupa ve uzun
süren bir kuraklığın etkisinde kalan Çin’de
olacağı belirtilmektedir. Buna karşılık Güney
Amerika ve BDT ülkelerinde ise üretimde ciddi
artışlar olacağı öngörülmektedir (Aydoğuş,
Ege, Köse, 1997-1998, 1999). Çizelge 5’de
dünya buğday stok miktarı verilmiştir. Çizelge
5’de görüldüğü gibi, 2001/2002 dönemi
itibariyle en yüksek buğday stokuna %14,6
oranı ile ABD sahiptir. Bunu %10.0 oran ile
AB ülkeleri takip etmektedir. Stok miktarları,
sezon kapanış miktarlarını göstermektedir.
2001 / 2002 yılında arzdaki büyük düşüş ve
büyük düşüş ve kullanımdaki önemli artışa
bağlı olarak yıl sonu dünya buğday stoklarında
yaklaşık 22 milyon tonluk bir düşüş olmuştur.
Stok-kullanım oranının çok ciddi bir gerileme
yaşaması sonucu dünya fiyatlarının yükselme
eğilimine geçmesi tahmin edilmektedir.
Çizelge 6’da yıllar itibariyle dünya buğday
tüketimi ve başlıca tüketici ülkeler verilmiştir.
Çizelge 6’dan da görüleceği gibi, 2001/2002
dönemi itibariyle, %19,3 oranı ile Çin buğday
tüketiminde ilk sırada yer almaktadır. Bunu
%15.3 oranı ile AB ülkeleri ve %10,3 oranı ile
de Hindistan takip etmektedir.
Çizelge 5 . Dünya ve Bazı Ülkelerde Buğday Stok Durumu (Bin Ton)*
ÜLKELER
AVUSTRALYA
KANADA
AB
ABD
DİĞER ÜLKE.
DÜNYA TOPL.
1997/98
Stok
%
1 348
0,9
5 989
4,3
14 500 10,5
19 663 14,2
97 225 70,1
138 725 100,0
1998/99
Stok
%
1 868
1,4
7 435
5,4
18 022
13,1
25 744
18,8
84 104
61,3
137 173
100,0
1999/00
Stok
%
2 900
1,8
7 700
4,8
14 300
9,0
25 900 16,3
108 400 68,1
159 200 100,0
2000/01
Stok
%
3 800
2,6
9 200
6,2
14 700
10,0
23 800
16,1
96 100
65,1
147 600
100,0
2001/02
Stok
%
3 800
3,0
6 200
5,0
12 600 10,0
18 300 14,6
84 500 67,4
125 400 100,0
*Stok miktarları, sezon kapanış miktarlarını göstermektedir.
Kaynak: Anonymous, International Grains Council (Grain Market Report ), 2003.
Çizelge 6. Dünya Buğday Tüketimi ve Başlıca Tüketici Ülkeler(Bin Ton)
KANADA
1997/98
Tüketim
%
7 336
1,3
ÇİN
113 773
19,4
114 701
19,6
115 625
19,5
HİNDİSTAN
PAKİSTAN
RUSYA
TÜRKİYE
UKRAYNA
AB
ABD
DİĞER ÜLKE.
DÜNYA TOPL
69 246
20 258
39 809
16 751
15 643
82 793
34 210
184 297
584 116
11,9
3,4
6,8
2,9
2,7
14,2
5,9
31,5
100,0
63 707
21 284
34 838
16 886
12 819
88 210
37 579
187 691
585 792
10,9
3,6
5,9
2,9
2,2
15,1
6,4
32,0
100,0
68 793
20 452
35 365
16 777
12 586
86 821
35 407
192 054
591 501
11,6
3,5
6,0
2,8
2,1
14,7
6,0
32,5
100,0
ÜLKELER
1998/99
Tüketim
%
8 077
1,4
1999/00
Tüketim
%
7 621
1,3
2000/01
Tüketim
%
8 215
1,4
113
19,3
895
66 426
11,3
20 500
3,5
35 158
5,9
16 700
2,9
11 355
1,9
91 518
15,5
36 339
6,2
189 315
32,1
589 421
100,0
Kaynak: Anonymous, Fas USDA Grain World Markets and Trade, 2003.
26
2001/02
Tüketim
%
8 200
1,4
113 500
19,3
60 363 10,3
19 500
3,3
38 000
6,4
17 000
2,9
14 850
2,5
90 274 15,3
33 367
5,7
193 931 32,9
588 985 100,0
H.KIZILASLAN
Dünya buğday ihracatında yıllar itibariyle
3.1.2. Dünya Buğday İhracat ve İthalat
dalgalanmalar olmasına rağmen ortalama
Durumu
Dünya ticaretine konu olan buğday miktarı ihracat 100 milyon ton dolayındadır. Çizelgede
üretilen buğdayın yaklaşık %10’nu kadar verilen önemli beş ihracatçı ülke, toplam
olmaktadır. Çizelge 7’de dünya buğday ihracatı dünya ihracatının yaklaşık %88' sini
ve başlıca ihracatçı ülkeler
verilmiştir. oluşturmaktadır. 2001/02 yılı içinde belirtilen
Çizelge’de görüldüğü gibi, dünya buğday ihracatçı ülkeler dışında, Kazakistan, Hindistan,
ihracatında ABD söz sahibi durumundadır. Bulgaristan, Çin’de buğday ihracatı artan
ABD dünya buğday ihracatında 2001/2002 ülkeler olarak dikkati çekmektedir.
döneminde %26,6’lık bir oranla birinci sırada
yer almaktadır.
.
Çizelge 7 . Dünya Buğday İhracatı ve Başlıca İhracatçı Ülkeler(Bin Ton)
ÜLKELER
ABD
ARJANTİN
KANADA
AVUSTRALYA
AB
DİĞER ÜLKE.
DÜNYA
1997/98
İhracat
%
28 576
28,3
10 000
10,1
21 000
21,4
15 000
14,0
13 100
12,0
11 424
14,2
99 100 100,0
1998/99
İhracat
%
29 800
30,2
8 900
9,0
14 000
14,2
16 100
16,3
13 700
13,9
16 200
16,4
98 700
100,0
1999/00
İhracat
%
29 800
27,4
10 800
10,0
18 400
17,0
17 300
15,9
16 700
15,4
15 500
14,3
108 500
100,0
2000/01
İhracat
%
27 700 27,5
11 200 11,1
16 900 16,8
16 700 16,6
14 500 14,3
13 800 13,7
100 800 100,0
2001/02
İhracat
%
28 000 26,6
11 500 10,9
16 500 15,7
17 500 16,6
11 000 10,4
20 900 19,8
105 400 100,0
Kaynak: Anonymous, International Grains Council (Grain Market Report ),2003.
Çizelge 8’ de Dünya durum buğday
ihracatı ve önemli ihracatçı ülkeler verilmiştir.
Durum buğday ihracatına irmik ihracatı
dahildir. Çizelgeden de görüleceği gibi dünya
buğday ihracatının %6-7 sini durum buğday
ihracatı oluşturmaktadır.
Dünya durum
buğdayı ihracatında %56,5 oranında Kanada en
önemli ülke konumundadır. Bunu %18,8 oranla
ABD, %4,4 oranla da AB ülkeleri izlemektedir.
Dünya buğday ithalatı ve önemli ithalatçı
ülkeler verilmektedir. Buğday ithalatında ilk
sırayı yaklaşık % 45'lik payla Asya , ikinci
sırayı % 25'lik payla Afrika, üçüncü sırayı %
20'lik payla Amerika ve dördüncü sırayı ise
%10'luk payla Avrupa ülkeleri (Bağımsız
Devletler Topluluğu dahil) almaktadır.
Çizelge 8 . Dünya Durum Buğday İhracatı ve Başlıca İhracatçı Ülkeler(Bin Ton)
ÜLKELER
KANADA
ABD
AB
DİĞER ÜLKE.
DÜNYA
1997/98
İhracat
%
4 412
57,2
1 507
19,6
285
3,7
1 500
19,5
7 704 100,0
1998/99
İhracat
%
3 572
57,6
1 427
23,0
287
4,6
919
14,8
6 205
100,0
1999/00
İhracat
%
3 786
56,0
1 264
18,7
293
4,3
1 419
21,0
6 762
100,0
2000/01
İhracat
%
3 386 48,4
1 800 25,7
674
9,6
1 140 16,3
7 000 100,0
2001/02
İhracat
%
3 900
56,5
1 300
18,8
300
4,4
1 400
20,3
6 900
100,0
Kaynak: Anonymous, International Grains Council (Grain Market Report ),2003.
Ayrıca Çizelge 9'un incelenmesinden de
görüleceği gibi, buğday ithal eden ülkelerin
başında Brezilya, İran, Mısır ve Japonya
gelmektedir.Bu dört
ülke dünya buğday
ithalatının
yaklaşık
%25’lik
kısmını
oluşturmaktadır.
Türkiye’nin yıllar itibariyle buğday dış
ticaretini Çizelge 10’da verilmiştir. Çizelgeden
de görüleceği gibi, Türkiye’nin ihraç ettiği
buğday miktarı ve değeri yıllar itibariyle önemli
ölçülerde
dalgalanmalar
göstermektedir.
Türkiye özellikle son yıllarda yapmış olduğu
ihracatına karşılık önemli ölçülerde buğday
ithal eden bir ülke konumundadır.
27
Dünya’da ve Türkiye’de Buğday Üretimi ve Uygulanan Politikaların Karşılaştırılması
Çizelge 9 . Dünya Buğday İthalatı ve Başlıca İthalatçı Ülkeler(Bin Ton)
ÜLKELER
CEZAYİR
BREZİLYA
ÇİN
MISIR
HİNDİSTAN
IRAN
JAPONYA
G.KORE
DİĞER ÜLKEL.
DÜNYA
1996/97
3 800
5 900
2 700
7 000
4 000
7 000
5 900
3 300
55 600
95 200
1997/98
5 200
5 900
1 900
7 200
2 000
3 600
5 700
3 600
64 000
99 100
1998/99
4 500
7 300
800
7 400
1 200
2 500
5 700
5 000
64 300
98 700
1999/00
4 600
7 100
1 000
6 200
1 100
7 200
6 000
3 800
71 500
108 500
2000/01
5 000
7 400
2 00
6 200
100
6 300
5 800
3 000
66 800
100 800
2001/02
5 000
6 600
2 000
6 100
100
6 000
5 800
4 000
69 800
105 400
Kaynak: Anonymous, International Grains Council (Grain Market Report ) ,2003.
Çizelge 10. Türkiye’nin Buğday Dış Ticareti
YILLAR
1998
1999
2000
2001
2002
İhracat
İthalat
Miktar (Ton) Değer (Bin $) Miktar (Ton) Değer (Bin $)
1.109.347
163.366
1.720.825
232.101
1.864.702
190.525
1.613.025
185.897
1.782.048
196.308
963.668
126.143
1.117.969
136.225
346.827
49.621
55.173
9.750
1.097.766
148.010
İhracat - İthalat
Miktarı (Ton)
-611.478
251.677
818.380
771.142
-1.042.593
Kaynak:Anonim, İGEME Kayıtları, Çeşitli Yıllar.
3.2. Türkiye’de Buğday Üretim ve Tüketim
Durumu
Türkiye’de hububat üretimi, tarım
sektörünün olduğu kadar genel ekonominin de
temelini oluşturmaktadır. Hububatın insan
beslenmesinde temel gıda maddesi olarak
önemli bir yere sahip olması, milyonlarca
üreticinin yıllık gelirini sağlayan önemli bir
kaynak olması ve çok sayıda sanayi
kuruluşunun
ham
maddesi
olması
özelliklerinden dolayı ekonomik ve sosyal
yaşantımızda diğer tarım ürünlerine göre önemi
büyüktür. Türkiye’de hububat üretiminin
tarımsal gelire katkısı bitkisel ürün türleri
içerisinde en yüksek düzeydedir. Bu yönüyle
tarım ürünleri bakımından milli gelire katkısı da
büyüktür. Hububat dünyada da en çok tüketilen
ürün grubunu oluşturduğu için ihracat
yönünden de önem taşımaktadır. 1980’li
yıllarda %78,7’lik bir paya sahip olan tahıl
ekim alanları alternatif ürünlere yönelişle
birlikte
günümüzde
%73
düzeylerine
düşmüştür. Türkiye sahip olduğu iklim ve
toprak özellikleri bakımından bir çok ürünün
yetiştirilmesine uygundur. Bitkisel üretim tarım
sektörü içerisinde yaklaşık %65’lik bir pay ile
önemini korumaktadır (Anonim, 2000/a).
Türkiye’de buğday ekim alanı, üretim ve
verim düzeyindeki gelişmeler Çizelge 11’de
verilmiştir.
Çizelge 11. Türkiye’de Buğday Ekim Alanı, Üretim Miktarı ve Verimi
YILLAR
Ekim Alanı
(Bin Ha)
Üretim Miktarı
(Bin Ton)
Verim
(Kg/Da)
1996
9350
18515
198
1997
9340
18663
200
1998
9400
21000
223
1999
9380
18000
192
2000
9400
21000
223
2001
9350
19000
203
2002
9400
19500
208
2003
9400
19000
202
Kaynak: http://faostat.fao.org/faostat/form?collection=Production .Crops.Primary.Crops...
28
H.KIZILASLAN
Buğday üretimi Türkiye’nin hemen
her bölgesinde yapılmakta olup, tarla ürünleri
içerisinde ekiliş alanı ve üretim miktarı
bakımından ilk sırayı almaktadır. Ekili
alanların % 51’inde buğday ekilmektedir.
Türkiye’de buğday ekim alanlarında fazla
bir değişim görülmemekte olup, ekili alanlar 99,4 milyon hektar dolayında
değişim
göstermiştir.Yine, buğday üretimi 19 milyon
ton dolayında olup, bu üretim düzeyi buğday
talebini karşılayabilmektedir. Verim düzeyi ise,
dekara 200 kg dolayında seyretmektedir.
Buğday ekili alanların yaklaşık %19'unda(1.8
milyon
hektar)
makarnalık
buğday
yetiştirilmektedir.
Türkiye’nin buğday üretimi iç tüketimi
karşılamaya yeterlidir. Ancak bazı yıllar gerek
kötü hava koşullarından, gerekse süne ve kımıl
zararlıları dolayı buğday kalitesi düşmektedir.
Buğday
veriminde
en
önemli
faktörlerden biri kuşkusuz sertifikalı tohum
kullanımıdır. Türkiye’de buğday ekim alanları
dikkate
alındığında,
yıllık
tohumluk
gereksinimi 1.8 milyon ton dolayındadır.
Buğdayın kendine döllenen bir bitki olması
nedeniyle kullanılan tohumluğun 5 yılda bir
değiştirilmesi gerekmektedir. Dağıtılan tohum
miktarı yıllık gerekli tohumluk miktarının
ancak %29'unu karşılamaktadır (Anonim,
TMO, 2004).
Türkiye’de yıllar itibariyle buğday talebi
Çizelge 12’de verilmiştir. Türkiye’de artan
nüfusa paralel olarak buğday talebi de
artmaktadır. 2002 yılı itibariyle Türkiye’nin
buğday talebi yaklaşık 18.14 milyon tondur.
Çizelge 12. Türkiye’de Buğday Talebi
YILLAR
Buğday Talebi
(Bin Ton)
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
17165
17341
17545
17677
17891
17933
18136
Kaynak: Anonim, DPT Yıllık Programlar, Çeşitli
Yıllar.
OECD tarafından yapılan PSE (Üretici
Destek Eşdeğeri) ve CSE (Tüketici Destek
Eşdeğeri) hesaplamalarında kullanılan buğday
denge cetveli
Çizelge 13’de verilmiştir.
Çizelge genel olarak değerlendirildiğinde,
Türkiye’nin buğday toplam arzını oluşturan
unsurların toplam talebinin üzerinde olduğunu
göstermektedir. 2001 yılı itibariyle 22 904 bin
ton olan toplam arzına karşılık talep 17 382 bin
ton olarak gerçekleşmiştir. Ancak toplam
arzının içerisinde ithalat miktarının bu yıl
itibariyle artması dikkat çekicidir.
Çizelge 13.OECD (PSE-CSE) İçin Yapılan Buğday Denge Cetveli (Bin Ton)
YILLAR
1996
1997
1998
1999
2000
2001
Üretim
16650
16785
18900
16200
18900
17100
Kayıp
1332
1342,8
1512
1296
1512
1368
Net Üretim
15318
15442,2
17388
14904
17388
15732
İthalat
2149
2558
1785
2281
908
4838
Baş.Stoku
1037
1571
2255
3399
2526
2334
Toplam Arz
18504
19571,2
21428
20584
20822
22904
İnsan Tük.
13030
13000
13352
13000
13300
13100
Tohumluk
1683
1610
1631
1600
1650
1700
Hayvan Tük.
1050
1050
1150
1100
1100
1050
Toplam Tük.
15763
15660
16133
15700
16050
15850
İhracat
1170
1656
1896
2358
2438
1532
Toplam Talep
16933
17316
18029
18058
18488
17382
Yıl sonu Stoku
1571
2255,2
3399
2526
2334
5522
Kaynak :www.tarim.gov.tr/arayuz/5/icerik.asp?efl=üretim/ürün-raporları/ürün-index-2002.
(Not: ihracat, İthalat ve stok miktarları takvim yılına göre alınmıştır.)
29
Dünya’da ve Türkiye’de Buğday Üretimi ve Uygulanan Politikaların Karşılaştırılması
3.3.Dünyada ve Türkiye’de Buğday Fiyatları
Dünya’da ticarete konu olan ABD ve
Arjantin kaynaklı buğday fiyatları Çizelge 14’
de verilmiştir. Dünya buğday fiyatları arz talep ve stok durumuna göre yıllık, haftalık,
aylık olarak değişmektedir. Çizelgeden de
görüldüğü gibi, genel olarak kışlık sert buğday
fiyatları diğer buğday çeşitlerine göre ton
başına daha yüksek fiyata sahiptir.
Çizelge 14. ABD ve Arjantin Kaynaklı Buğday Fiyatları (FOB $/Ton)
BD No 2 Kışlık
ABD Kışlık
YILLAR
ARJANTİN Trigo Pan
Sert Buğday
Yumuşak Buğday
1990/91
118
112
85
1991/92
150
147
114
1992/93
143
142
124
1993/94
143
132
120
1994/95
157
145
136
1995/96
216
198
218
1996/97
181
158
157
1997/98
142
129
137
1998/99
120
100
118
1999/00
112
97
104
OCAK 2000
111
98
93
AĞUSTOS 2000
115
90
111
ARALIK 2000
130
105
109
MAYIS 2001
130
107
119
Ocak 2002
144
122
133
Nisan 2002
142
127
Kaynak: Anonymous, International Grains Council (Grain Market Report ) ,2003.
Çizelge 15’de buğdayın ABD Borsalarında
gerçekleşen fiyatları verilmiştir. Çizelgeden de
görüldüğü gibi, borsalar itibariyle fiyatlar
değerlendirildiğinde,
Amerika Minneapolis
borsasında fiyatların daha yüksek düzeylerde
oluştuğu görülmektedir.
Çizelge 16’da
Reuter Buğday fiyatları
verilmiştir. 2002 yılı dünya buğday fiyatları
önceki yıla göre % 10 dolayında bir düşme
göstermiştir.
Çizelge 15. ABD Borsalarındaki Buğday Fiyatları ( Dolar/Ton)
BORSALAR
9 Ocak 2001
20 Mart 2001
05 Nisan 2002
CHICAGO
86, 3
77 ,2
104
KANSAS CITY
108, 4
98 ,1
121
MINNEAPOLIS
124, 9
117 ,6
116
Kaynak: Anonymous, International Grains Council (Grain Market Report ),2003.
Çizelge 16. Dünya Buğday Fiyatları ($/Ton)
BUĞDAY ÇEŞİDİ
ABD 2 Nolu Sert Kırmızı
Arjantin Sert Ekmeklik
Avustralya Standart Sert
Kanada 1 Nolu Yazlık
ABD 2 Nolu Durum
Kanada 1 Nolu Durum
Kanada 2 Nolu Durum
NİSAN 2002
124,2
123,0
150,2
142,5
167,8
199,4
198,0
MAYIS 2002
124,2
121,0
151,7
142,5
-
Kaynak: Anonim, TMO Kayıtları, Çeşitli Yıllar.
30
HAZİRAN 2002
123,3
110,2
153,2
-
TEMMUZ 2002
123.3
154.7
-
H.KIZILASLAN
AB
tarafından
buğday
ticaretinde
uygulanan ihracat geri ödemeleri ve ithalat
vergilerinde DTÖ Tarım Anlaşması taahhütleri
doğrultusunda aşağıda belirtilen değişiklikler
olmuştur.
AB, üçüncü ülkelere hububat ve hububat
mamulü ihraç eden kurum ve kişilere Kasım
2001
yılından
itibaren
geri
ödeme
yapmamaktadır.
AB’de 16 Mart 2001 tarihi itibariyle,
yüksek kaliteli ve durum buğdaylarından vergi
alınmamaktadır. Ocak 2002 tarihinde orta ve
düşük kaliteli buğdaylardan alınan gümrük
vergisi miktarı orta kalite için, 1.19 Dolar/Ton
ve düşük kaliteli buğdaylardan içinse 2.4
Dolar/Ton iken 16 Ocak 2002 tarihinden
itibaren bu vergilerde sıfırlanmıştır.
Buğday, 1938 yılından itibaren (TMO )
devlet destekleme alımları kapsamında olup,
alım fiyatları Bakanlar Kurulunca belirlenerek
resmi gazetede ilan edilmektedir. Destekleme
alımlarında alıcı kuruluş olarak TMO
görevlendirilmektedir.
1938 -1988 yılları arasındaki hububat alım
politikasında hemen hemen hiç bir değişiklik
yapılmamıştır. Bir yıl geçerli olan baş alım
fiyatı açıklanmakta ve ödemeler peşin
yapılmaktaydı.
1988/89 alım sezonunda; baş alım fiyatı
yerine destekleme alım fiyatı ilan edilmiş, aynı
kararnamede asgari alım fiyat tespit yetkisi
TMO'ya verilmiştir.Ürün bedellerinin %50'si
peşin, %50'si iki ay içinde ödenmesi hükmü
getirilmiştir.
1990/91 alım sezonunda; destekleme alım
fiyatı ilan edilerek bu fiyatlara haftada 4
TL/Kg. ilave yetkisi ve asgari alım fiyat tespiti
TMO'ya verilmiştir.
1991/92 alım sezonunda; Destekleme
Temel fiyatı ve Üretici Destekleme Primi
şeklinde fiyatlar ilan edilmiştir. Üreticiden
alınan
ürünlere
miktar
sınırlaması
getirilmiştir(50 ton). Fiyatlara haftada 4 TL/Kg.
ilave yetkisi ve asgari alım fiyat tespiti TMO'ya
verilmiştir.Destekleme Temel Fiyatı ile Üretici
Destekleme Priminin yarısının peşin ödenmesi
kararlaştırılmıştır.
1992/93 alım sezonunda; Haziran ayından
başlamak üzere Ekim ayına kadar devam eden
ve aylar itibariyle değişen Destekleme alım
fiyatları ilan edilmiştir. İlk defa bu sezon
hububat satış fiyatları alım kararnamesinde
belirlenmiştir. Buna göre TMO tarafından
hububat satış fiyatları alım fiyatlarının asgari
%15 fazlası olarak tespit edilir hükmü
getirilmiştir.
1993/1994 alım sezonunda; 18 Temmuza
kadar geçerli Destekleme alım fiyatları ilan
edilmiş, 19 Temmuz dan itibaren Temmuz ayı
için ilave 50 TL/Kg. ve Ağustos, Eylül, Ekim
ayları için ise 100 TL/kg ’lık ilave ödeme
kararlaştırılmıştır.
Bu
dönemde
ayrıca
TMO'nun Umumi Mağazacılık Faaliyetlerinde
bulunulması kararlaştırılmış ve TMO hububat
satış
fiyatları
yine
kararnamede
belirtilmiştir.(Alım fiyatının asgari %15 fazlası)
1994/95 alım sezonunda; Destekleme alım
fiyatı, Destekleme Temel fiyatı ve Üretici
Destekleme Primi'nden oluşacak şekilde ilan
edilmiştir. İlan edilen fiyatlara Temmuz ayında
300 TL/Kg. Ağustos, Eylül, Ekim ve Kasım
aylarında 200 TL/Kg. ilave ödeme yapılması
kararlaştırılmıştır.
Umumi
Mağazacılık
Faaliyetlerine bu dönemde de devam edilmesi
kararlaştırılmış ve hububat satış fiyatları yine
kararnamede belirtilmiştir(Alım fiyatının asgari
%20 fazlası).
Ayrıca kaliteyi ve ihtiyaç duyulan
Makarnalık buğday üretimini teşvik etmek
amacıyla buğday fiyatları arasındaki parite
yeniden düzenlenmiş ve Anadolu Durum
Buğdaylarla(Makarnalık), Anadolu Kırmızı
Sert Buğdaylar arasındaki fiyat paritesi 1.4
olarak belirlenmiştir.
1995/96 alım döneminde ; Destekleme
alım fiyatına ilave olarak Temmuz ayında 300
TL/Kg., Ağustos, Eylül, Ekim ve Kasım
aylarında 500 TL/Kg. olmak üzere ek ödeme
yapılması
kararlaştırılmıştır.
Umumi
Mağazacılık Faaliyetlerine bu dönemde de
devam edilmiştir. Hububat satış fiyatları yine
kararnamede belirtilmiştir(Alım fiyatının asgari
%20 fazlası).
Ayrıca kaliteyi ve ihtiyaç
duyulan Makarnalık buğday üretimini teşvik
etmek amacıyla buğday fiyatları arasındaki
parite yeniden düzenlenmiş ve Anadolu Durum
Buğdaylarla(Makarnalık) , Anadolu Kırmızı
Sert Buğdaylar arasındaki fiyat paritesi 1.6
olarak belirlenmiştir. 1996/97 alım döneminde;
Destekleme alım fiyatına ek olarak Temmuz
ayında 500 TL/Kg., Ağustos, Eylül, Ekim ve
Kasım aylarında 800 TL/Kg. olmak üzere ek
ödeme yapılması kararlaştırılmıştır.
31
Dünya’da ve Türkiye’de Buğday Üretimi ve Uygulanan Politikaların Karşılaştırılması
1997/98, 1998/99, 1999/2000 ve 2000/01
alım dönemlerinde; Destekleme alım fiyatına
ilave olarak Temmuz, Ağustos, Eylül ve Ekim
aylarında 2000 TL/Kg. olmak üzere ek ödeme
yapılması
kararlaştırılmıştır.
Umumi
Mağazacılık Faaliyetlerine bu dönemde de
devam edilmiştir. Hububat satış fiyatları yine
kararnamede belirtilmiştir.
- Makarnalık buğday fiyatı olarak; 1987
yılına kadar I.Derece Makarnalık Buğday fiyatı,
1988 yılından sonra Anadolu Durum Buğday
fiyatı esas alınmıştır.
- Ekmeklik buğday fiyatı olarak; 1987
yılına kadar II.Grup Ekmeklik Buğday fiyatı,
1988 yılından sonra Anadolu Kırmızı Sert
Buğday fiyatı alınmıştır.
- 1986 yılında buğday alım fiyatlarında
kademeli alım sistemi uygulanmıştır.
- 1989, 1990 ve 1991 yıllarında buğday
alım fiyatlarında haftalık ödeme planı
yapılmıştır.
- 1992, 1993, 1994, 1995, 1996, 1997,
1998, 1999 ve 2000 yıllarında aylık kademeli
alım sistemi uygulanmıştır.
2001/02 döneminde TMO buğday için
alım fiyatı açıklamamış ve buğday fiyatları
serbest piyasada oluşmuştur.
TMO’nin yıllar itibariyle buğday alım
fiyatları Çizelge 17’de verilmiştir.
Çizelge’de görüldüğü gibi, son yıl
itibariyle en fazla fiyat artışı kırmızı ve beyaz
yarı sert ekmeklik buğday fiyatlarında
oluşmuştur. 2003 yılında 2002 yılına göre bu
çeşitlerde %46,5 düzeyinde bir artış meydana
gelmiştir.
Çizelge 17. Türkiye’de Toprak Mahsülleri Ofisi(TMO) Alım Fiyatları (TL/Kg)
BUĞDAY ÇEŞİTLERİ
I.MAKARNALIK BUĞ.
1.Anadolu Durum
2.Diğer Durum
II.EKMEKLİK BUĞ.
1.Beyaz Sert
2.Anadolu Kır.Sert
3.Kırmız Yarı Sert
4.Beyaz Yarı Sert
1999
2000
%’de
Artış
2001
%’de
Artış
2002
%’de
Artış
92.000
84.000
117.300
107.100
27,5
27,5
188.600
172.200
60,8
60,8
259.000
241.500
37,3 367.000
40,2 345.000
41,7
42,9
80.000
80.000
72.000
72.000
102.000
102.000
98.940
91.800
27,5
27,5
37,4
27,5
164.000
164.000
147.600
131.200
60,8
60,8
49,2
42,9
230.000
230.000
211.600
211.600
40,2
40,2
43,4
61,3
41,3
41,3
46,5
46,5
2003
325.000
325.000
310.000
310.000
%’de
Artış
Kaynak: Anonim, TMO Kayıtları, Çeşitli Yıllar.
Polatlı, Konya, Eskişehir borsaları esas
alınarak, borsada işlem gören Ekmeklik Sert
Buğday fiyatı Mayıs
2001 tarihinde
141.000-167.500
TL/Kg
arasında
gerçekleşirken, Mayıs 2002 tarihleri arasında
borsada işlem gören Ekmeklik Sert Buğday,
229.000-296.000 TL/kg arasında
işlem
görmüştür.
Çizelge 18’de 2003 yılı itibariyle yurtiçi
borsa fiyatları verilmiştir. Çizelgeye göre,
Polatlı borsasında en yüksek fiyat Mayıs 2003
yılında gerçekleşirken, diğer borsalarda tüm
buğday çeşitleri itibariyle en yüksek fiyatların
Haziran
2003
yılında
gerçekleştiği
görülmektedir.
Çizelge 18. Türkiye’de Buğday İçin Oluşan Borsa Fiyatları (TL/Kg)
BORSA FİYATLARI
30.05.2003
16.06.2003
20.06.2003
386.500
330.000
350.000
Polatlı (Ek.Kır.Sert)
347.400
358.306
354.275
Edirne (Kır.Yarı Sert)
333.823
364.461
334.550
Konya (Kır.Sert)
297.500
337.000
314.400
Eskişehir (Kır.Sert)
341.670
358.482
Çorum (Ek.Kır.Sert)
Kaynak: Anonim,TZOB, Buğday Çalışma Grubu Raporu, Sayı:1, Haziran 2003.
32
H.KIZILASLAN
3.4. Türkiye’nin Bazı Ülkelerle Tarım
Politikaları Açısından Karşılaştırılması
OECD (İktisadi İşbirliği ve Kalkınma
Teşkilatı) Ülke Raporu’nda Türkiye’de bazı
incelemelerin yapıldığı belirtilmektedir. Bu
incelemelere göre, Türk ekonomisi içinde tarım
sektörünün göreceli önemi azalmışsa da, hala
toplam üretimde ve istihdamdaki ağırlığının
diğer OECD ülkelerinden fazla olduğu
belirlenmiştir. Türk ekonomisinin bugün içinde
olduğu değişim sürecinin özellikleri, 1950 ve
1960’larda aynı süreci yaşayan birçok batı
Avrupa ülkeleriyle benzerlik gösterir. Bununla
beraber,
Türkiye’de
tarım
sektörünün
büyüklüğü, makro ekonomik gelişmelerin
tarıma etkisi diğer ülkelerde olduğundan daha
büyüktür. Bitkisel üretimdeki artış daha çok
ekili alanların genişletilmesi, ikinci ürün ve
nadas
alanlarının
daraltılması
yoluyla
sağlanmıştır. Ürün verimliliği Avustralya
seviyesinde,
fakat
Avrupa’daki
verim
oranlarının yarısı kadardır. Rapor’da yer verilen
konulardan biride Türk tarımının kronikleşmiş
bazı yapısal ve kurumsal sorunların ağırlığı
altında olmasıdır. Tarım işletmelerinin genel
özelliği küçük ve parçalanmış olmalarıdır.
Çoğunluk aile işletmeciliğidir ve eğitime
katılma oranı düşüktür (Anonim, 1994).
Ayrıca yine kalkınma planlarında Türkiye'
nin Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)' ne yönelik
yükümlülükleri ve Avrupa Birliği’ne üyelik
konusundaki gelişmeler çerçevesinde mevzuat
ve yapısal uyum için gerekli çalışmaların
tamamlanması hedef edinilmiştir. Son olarak,
tarım sektörüne yönelik olarak OECD
bünyesinde, Türkiye'nin de dahil olduğu Tarım
Bakanları düzeyinde yapılan değerlendirmeler
sonucunda, Türkiye' de tarıma yapılan desteğin
yüksek olduğu sonucuna varılmış ve bu
çerçevede tarım sektörüne yönelik bir reform
paketi hazırlanmıştır.
Bu reform paketinde de Tarımda Yeniden
Yapılandırma ve Destekleme Kurulu kurulması
kararlaştırılmıştır (21 Aralık 1999 ve 23913
mükerrer sayılı resmi gazetede yayınlandı,
ayrıca yine aynı Kurulun çalışma usulü ve
esasları da 23 Şubat 2000 tarihli ve 23973 sayılı
resmi
gazetede
yayınlanarak yürürlüğe
girmiştir). Bu çerçevede, tarım sektörünün
desteklenmesine
yönelik
finansmanın
sağlanması amacıyla da bir fon oluşturulmuş ve
tarım sektörüne yönelik tüm hizmetlerin tek
elden yürütülmesini hedefleyen bir kanun
tasarısı da hazırlanmıştır. Böylelikle hem AB
tarım politikalarına hem de tarım ürünleri
uluslararası
ticaretinin
serbestleştirilmesi
yolundaki girişimlere uyum sağlanmaya
çalışılmıştır. Diğer taraftan IMF' ye verilen
niyet mektubunda doğrudan gelir desteğinin
2000 yılında pilot uygulaması, 2001 yılında
ülke geneline yayılması ve 2002 yılında da tam
anlamıyla uygulanması hedeflenmiştir.
Türkiye’de vergi verenlerden tarıma
transferlerin seyri 3 ile 5 milyar dolar arasında
değişmektedir. Zamanla vergi verenlerin payı
giderek azalmıştır (Çakmak, Akder 1999).
Türkiye’deki tarım politikalarının amaçları
diğer OECD ülkeleriyle büyük benzerlik
içindedir. Fakat, Türkiye’nin ekonomik ve
demografik gelişme eğilimi göz önüne
alındığında, politika tercihlerinde ağırlık,
tarımsal verimin arttırılması ve gıda üretiminin
devamlı genişleyen iç pazarı karşılaması
yönünde
gelişmiştir.
Tarım politikaları
amaçlarının gerçekleşmesi için, esasta üretici
fiyatlarının desteklenmesine yönelik önlemler,
ticari tedbirler, tarım girdilerine sübvansiyon
verilmesi, altyapı yatırımlarına, özellikle
sulama yatırımlarına fon aktarılması gibi bir
dizi kararla da takviye edilmektedir. Tarım
politikaları ve bunlarla bağlantılı dış ticaret
önlemleri Türk çiftçilerini dünya fiyat
mekanizmalarının dışında tutmuştur. Yıldan
yıla büyük sapmalar gözlenmekle birlikte, son
yıllarda toplam destek seviyesinde genel bir
artış izlenmektedir. Türk tarım ürünlerinin
üretim değeri olarak sadece 2/5’ si için standart
üretici ve tüketici destek eşdeğeri (ÜDE ve
TDE) hesaplamaları yapılmıştır. Bu oran
OECD içinde en düşük olanıdır. ÜDE ve TDE
hesaplamalarının dışında kalan belli başlı
ürünlerin hemen hepsi
girdi
maliyet
indirimlerinden, bir çoğu da örneğin; fındık ve
tütün
gibi
destekleme
alımlarından
faydalanmaktadırlar (Anonim, 1994). Üretici
Destek Tahmini, belirli bir yılda uygulanan
tarım politikalarının sonucunda üreticilere
yapılan parasal transferlerin değerine ilişkin bir
tahmindir (Özkaya, Işın, Uzmay, 2000).
İnceleme dönemi süresince, her yıl ÜDE yüzde
oranlarıyla ölçülen toplam destekleme değeri,
OECD ortalamasının altında kalmıştır. Toplam
destekleme içerisinde asıl ağırlık pazar fiyatı
desteklenmesinde ve girdi maliyetlerinin
düşürülmesindedir. Buna karşılık doğrudan
33
Dünya’da ve Türkiye’de Buğday Üretimi ve Uygulanan Politikaların Karşılaştırılması
ödemeler pek önemli bir yer tutmamaktadır
(Anonim, 1994).
1999 yılında OECD ülkelerinde buğdayda
Üretici Destek Tahmini 21 483 milyon $,
ABD’ de 4 861 milyon $, AB ülkelerinde 12
556 milyon ECU ve Türkiye’de de 508,6
trilyon TL’dir. Mısırda ise bu değer, diğer
ülkelerin tersine ABD’de buğdayın değerinden
oldukça yüksektir. OECD ve AB ülkeleri ile
Türkiye’de Mısırın Üretici Destek Tahmini
Buğdayın Üretici Destek Tahmininin oldukça
altında gerçekleşmektedir (Anonim, 2000/b).
Çizelge 19’da bazı önemli göstergeler verilerek
Türkiye ve bazı dünya ülkeleri arasında
karşılaştırma yapılmıştır.
Çizelge 19. Türkiye ve Bazı Ülkelerde Tarım Sektörüne İlişkin Önemli Göstergeler
GÖSTERGELER
ABD
Toplam Nüfus (Milyon)
272
Tarım Nüfusu (Milyon)
6,6
Trm.Nfs.Top.Nfs. Oranı (%)
2,4
GSMH’da Tarımın Payı (%)
1,7
Tar. Dest. GSMH’ya Oranı(%) 1,1
Top.Destek Miktarı (Milyar$)
15
İşletme Büyüklüğü (Ha)
180
İstihdamda Tarımın Payı (%)
2,8
AB
374
18,5
4,9
1,9
1,4
45,5*
17,4
5
TÜRKİYE
64,5
22,5
34,4
14
1,4
2,9
5,9
45
MEKSİKA
94,3
24
25
4,6
1,4
18
180
23
BREZİLYA ROMANYA
160
22,6
32,8
9,7
20,5
43
9
16
18
5,9
24,5
36
ARJANTİN
36
4,1
11,4
8
8
Kaynak: Anonim 2000/b, “Türkiye’de Tarımsal Destekleme Politikaları-Türk Tarımının Sorunları ve
Reform Gereği”, T.C. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Yayını, Yayın No:5, Mayıs 2000, Ankara
(*)EURO Not: Türkiye için üreticiye ödenen destek miktarları esas alınmıştır.
Çizelgeden görüleceği gibi, tarımsal
nüfusun toplam nüfusa oranı ABD’de %2,4;
AB’de %4,9; Arjantin’de %11,4; Brezilya’da
%20,5; Meksika’da %25; Türkiye’de %34.4 ve
Romanya’da ise en yüksek oranla % 43
düzeyindedir. Tarımın GSMH’ da ki payı
Romanya ve Türkiye’de en yüksek düzeydedir.
ABD ve AB’de tarımın GSMH’ da ki payı
%1,7 ile %1,9’dur. İstihdamda tarımın payının
en yüksek olduğu ülke ise %45 ile Türkiye’dir.
Çizelge
20’de
özellikle
AB
ve
Türkiye’deki bazı göstergelerin karşılaştırılması
verilmiştir. Türkiye’deki toplam 27 milyon ha
olan tarım alanında işletme sayısı 4 milyon
dolayında iken; AB’de yaklaşık 134 milyon ha
olan tarım alanında işletme sayısı 7 milyon
dolayındadır. Tarımsal nüfus Türkiye’de 22,5
milyon iken AB’de 18,5 milyondur. GSMH’ da
tarımın payı %14 olan Türkiye’de tarımın
ihracattaki payı %11 ve ithalattaki payı da
%4,9’dur. Avrupa Birliğinde ise tarımın
GSMH’ da ki payı %1,9; ihracattaki payı %7,5
ve ithalattaki payı da % 10,5’tir.
Çizelge 20. Türkiye ve AB’ deki Bazı Göstergelerin Karşılaştırılması
GÖSTERGELER
TÜRKİYE
AVRUPA BİRLİĞİ
Toplam Tarım Alanı (1000 ha)
27 000
134 261
Toplam İşletme Sayısı (1000 adet)
3 967
7 370
Ortalama İşletme Büyüklüğü(ha)
5,9
17,4
Toplam Nüfus (Milyon)
64,5
374
Tarım Nüfusu(Milyon)
22,5
18,5
Tarımda İstihdam(Milyon)
9,4
7,4
Toplam İstihdamda Tarımın Payı(%)
45
5
GSMH’ da Tarımın Payı (%)
14
1,9
İhracatta Tarımın Payı(%)
11
7,5
İthalatta Tarımın Payı (%)
4,9
10,5
Kaynak: Anonim, 2000/b, “Türkiye’de Tarımsal Destekleme Politikaları-Türk Tarımının Sorunları ve
Reform Gereği”, T.C. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Yayını, Yayın No:5, Mayıs 2000, Ankara.
AB tarıma sağlanan desteklemelerle tarım
sektörünü istediği düzeye getirmeyi başarmıştır.
ÜDT içinde AB fiyat desteklemelerini
azaltırken zaman içinde ekilen alan ve hayvan
34
sayısına bağlı olarak yapılan ödemeleri
arttırmıştır. Türkiye ise yoğun olarak fiyat
desteklemeleriyle tarım sektörünü desteklemiş
ve zaman içinde bu yöndeki desteklemeleri
H.KIZILASLAN
artırmıştır. ÜDT açısından bir değerlendirme
yapıldığında ise, AB’de üreticiye yapılan
desteğin Türkiye’ den daha fazla olduğu
görülmektedir.
Ancak AB ile Türkiye’de üretici
fiyatlarında yapılan doğrudan karşılaştırmalar,
Türkiye’ deki bazı ürün fiyatlarının (buğday,
mısır, arpa, ayçiçeği, tavuk eti, yumurta, süt)
AB fiyatlarının üzerinde kaldığını bazılarının
ise yaklaşmakta
olduğunu (sığır
eti)
göstermektedir. AB’ de Agenda 2000
kapsamında fiyatların özellikle tahılda, süt ve
sığır etinde daha da aşağı çekilecek olması
Türkiye’nin AB’ ne üyeliğinde sorun
yaratabilecektir. Ancak AB’ nin fiyat
desteklemelerini düşürmesi üreticiye daha az
destek
uygulanıyor
şeklinde
yorumlanmamalıdır. AB fiyat desteklemelerini
doğrudan ödemelere kaydırmıştır. Bugün için
Türkiye'de iç desteklerde DTÖ Tarım
Anlaşmasında belirtilen gelişmekte olan ülke
sınırı olan
% 10 sınırına gelinmemiştir. Bu
nedenle fiyat yoluyla yapılan desteklemeleri
tamamen
kaldırma
zorunluluğu
bulunmamaktadır. Ancak Türkiye’ nin fiyat
desteklemelerini bu şekilde sürdürmesi DTÖ
tarafından belirlenen iç desteklemelerde % 10
sınırına yaklaşılması nedeniyle de başka
destekleme araçlarının kullanımını gerekli
kılabilecektir (Özkaya,Işın,Uzmay, 2000).
OECD tarafından hesaplanan bir başka
kavram ise Genel Hizmet Desteği Tahmini’ dir.
Bu kavram araştırma-geliştirme, tarım okulları,
kontrol hizmetleri, altyapı, pazarlama ve
tanıtım, kamu stokları ve diğerlerinden
oluşmaktadır. Genel hizmet desteklerinin
toplam desteklerdeki oranı incelendiğinde; AB’
de % 6 ile % 8 arasında değiştiği Türkiye’ de
ise 1993 yılında % 4 ile % 5 arasında iken bu
yıldan sonra % 30-31 düzeyine ulaştığı dikkati
çekmektedir. AB'de 1998 yılında bu desteklerin
içinde araştırma geliştirme (%22), altyapı
(%24), pazarlama-tanıtım (%26,9), kamu
stokları (%21) birbirlerine yakın oranlarda iken,
Türkiye'de 1993 yılından önce yer almayan
pazarlama ve tanıtım bu yıldan sonra toplam
desteklerin % 98' ini oluşturmuştur.
Türkiye'de genel hizmet desteklerinin
yükselmesinin nedeni bilindiği gibi Ziraat
Bankasının 1993 yılında pamuk primi
uygulaması
için
yapılan
harcamaların
sonucunda ortaya çıkan borç ve bunun üzerine
işletilen yüksek faizlerden kaynaklanmaktadır.
Bu değerler de Ziraat Bankasının görev zararı
alacağı olarak değerlendirilmesi sonucunda
oluşmuştur. Bu nedenle de bu değerlerin tarıma
yapılan toplam transferler hesabında dikkate
alınmasının yanlış olacağı da belirtilmektedir
(Yükseler, 1999). OECD tarafından yapılan
hesaplamada ise bu şekilde ortaya çıkan sonuç
tarıma
yapılan
transfer
olarak
değerlendirilmiştir. Bu nedenle de Toplam
Transfer Tahmini (TTT)’ nde son yıllarda bir
yükselme dikkati çekmektedir. Türkiye için
TTT’ nin GSYİH içindeki payı bakımından bir
değerlendirmeye gidildiğinde OECD ülkeleri
içinde en yüksek değere sahip ülke konumunda
olduğu görülmektedir. Bu oran Türkiye’ de %
10,7 iken AB’de % 1,4 düzeyindedir. Bu
verilere göre, gerçekten Türkiye’ de tarıma
yapılan desteklemelerin nispi olarak yüksek
olduğunu söylemek mümkündür. Ancak
Türkiye’ de ekonomik olarak aktif nüfusun %
45’i tarım alanında çalışmaktadır. Bu oran AB’
de % 5 düzeyindedir. Yine aynı oran
Almanya’da
%3,
İngiltere’de
%2,
Yunanistan’da % 21’dir. Böylelikle nüfus
bakımından bir karşılaştırma yapılmadığı
takdirde,
desteklemelere
yönelik
değerlendirmelerin anlamlı olmadığı dikkati
çekmektedir. Buradan anlamlı bir sonuca
varmak için tarımda çalışan başına yapılan
destek düzeyinin ortaya konmasının da gerekli
olduğu belirtilmek durumundadır.
Diğer yandan destekleme araçlarına
yönelik değişimler sadece AB' de değil diğer
ülkelerde de söz konusudur. Örneğin; Kanada'
da fiyat desteklemeleri artan bir şekilde
doğrudan ödemelere kaydırılmakta ancak bazı
ürünlerde (sütte) yoğun müdahalelere devam
edilmektedir. ABD' de benzeri durum söz
konusudur. Görüldüğü gibi gelişmiş ülkeler,
tarım dışı sektörlerin ulusal gelirdeki payının
yüksek olması nedeniyle kolaylıkla tarım
sektörüne kaynak aktarabilmekte ve destekleme
araçlarında
kısa
dönemde
değişikliğe
gidebilmektedir. Ayrıca tarım sektöründe
istihdam edilenler ülke nüfusunun küçük bir
bölümünü oluşturduğundan, tarımsal nüfus
başına destek yüksek olmaktadır.
Yine, AB ve ABD gibi gelişmiş ülkelerle
Türkiye arasındaki en önemli farklılıklardan
biri de kooperatifler olmaktadır. AB' de birçok
ürün % 100' lere varan oranlarda kooperatifler
tarafından işlenmekte ve pazarlanmaktadır.
Türkiye’de ise kooperatifçilik yaygın değildir.
35
Dünya’da ve Türkiye’de Buğday Üretimi ve Uygulanan Politikaların Karşılaştırılması
Kooperatifçilik küçük işletmelere büyük
işletmelerin sahip olduğu avantajları sağlayan
bir örgütlenme biçimidir. Ancak Türkiye’de
yeterince
devlet
tarafından
desteklenmemektedir. Tarımda yüksek katma
değer elde etmek için ürünün işlenmesi ve en
iyi şekilde pazarlanması gerekmektedir
(Özkaya,Işın,Uzmay, 2000).
Avrupa Topluluğu,
hububatta Ortak
Piyasa Düzenine geçilmesi kararını 1962
yılında almış ve karar 1967/68 üretim yılında
yürürlüğe girmiştir. Hububatta kampanya
dönemi 1 Temmuz da başlayıp takip eden yılın
30 Haziran'ında sona ermektedir. Avrupa
Birliği Komisyonu, hububat fiyatlarının tesbiti
konusunda ilgili kuruluşlarla görüştükten sonra
dünya hububat piyasası ve stokları, topluluk
piyasası ve stokları, üretim, tüketim maliyetleri
gibi faktörleri Ortak Tarım Politikasının
hedefleri çerçevesinde inceleyerek konseye
sunmaktadır.
Konsey tarafından fiyatlar
kampanya dönemi başında ilan edilir. Bu
fiyatlar Hedef, Müdahale ve Eşik fiyatlardır.
Birlikte hububatın üçüncü ülkelere ihraç
edilmesini sağlamak amacıyla firmalara, Birlik
limanında gerçekleşen fiyat ile düşük düzeyde
gerçekleşen dünya fiyatları arasındaki farka eşit
ihracat ödemesi(Refund) yapılmaktadır. İhracat
iadeleri FEOGA'nın (Avrupa Tarımsal Garanti
ve Yön Verme Fonu) Garanti Fonundan
karşılanmaktadır. Birlik içi ihracatta ise telafi
edici tazminat (Monetary Compensatory
Amounts) ödenmektedir. Genellikle Birlik
fiyatlarının, dünya fiyatlarından yüksek olması
nedeniyle; Birlik dışı hububatın iç pazarlara
Birliğin arzuladığı destekleme fiyatlarının
altında bir fiyatla girmesini önleyen Prelevman
adı altında bir vergi sistemi getirilmiştir.Bu
değişken bir Gümrük Vergisi özelliği
taşımaktadır. Diğer bir deyişle Prelevman,
Birlik üreticisine sağlanması öngörülmüş olan
tavan fiyatın bir türevini oluşturan Eşik Fiyat
ile en elverişli dünya CIF fiyatı arasındaki farka
karşılık gelen ve Birliğin bütün giriş
gümrüklerinde ithalatçıdan alınmakta olan bir
değişken vergi özelliğindedir. Birlik dış ticareti
lisansa bağlıdır. Bu lisans, Birlik içinde tesisin
yeri nerede olursa olsun istekliye her üye ülke
tarafından verilmektedir. Buradaki amaç, piyasa
fiyatlarının belli asgari seviyelerin altına
düşmesini önlemektir. Aynı zamanda hem
zorunlu hemde ihtiyari olarak yapılan müdahale
alımları ile Birlik üretimi, üçüncü ülkelerin
36
rekabetinden
korunurken,
sübvansiyonlar
vasıtasıyla dış satım kolaylaştırılmaktadır.
Birlik piyasasında fiyatlar, müdahale
fiyatlarının altına düşme eğilimi gösterirse üye
devlet tarafından görevlendirilen müdahale
kuruluşları devreye girer ve getirilen hububatı
müdahale fiyatından satın alır. Müdahale
kuruluşları tarafından alınıp stoklanan hububat
iç pazara ihale yoluyla satılmaktadır.OTP
reformunun tahıllarla ilgili en önemli özelliği
tüm tahıllara tek bir müdahale fiyatının
uygulanmasıdır. Çiftçi, ister buğday ister arpa
veya başka bir tahılı müdahale alım ajansına
getirdiği zaman kendisine yukarıdaki alım
fiyatlarından ödeme yapılmaktadır. Ancak bu
fiyatlar geçmişte uygulanmakta olan müdahale
fiyatlarından düşük olduğu için(örneğin
1992/93 yılındaki müdahale fiyatı ekmeklik
buğday için 165.55 ECU/Ton.idi.) aradaki fark
çiftçilere gelir telafi edici destek olarak
ödenmektedir.Bu destekten yararlanabilmek
için çiftçinin topraklarının bir kısmını(%15)
ekmemesi gerekmektedir.Ürün arzını yıl
boyuna yaymak için uygulanan aylık fiyat artış
sistemine 1994/95 pazarlama döneminde de
devam edilmiştir. Ancak 1994/95 yılında
garanti edilen aylık fiyat artışlarında %7.7 lik
bir azaltma öngörülmüştür. Yıllık kredi
faizlerindeki düşüş dikkate alınarak müdahale
ve eşik fiyatlar için aylık 1.16 ECU/Ton artış
tesbit edilmiştir. Hedef fiyatlarında ise aylık
artış
uygulaması
kaldırılmıştır.1995/96
döneminde buğday için 119.19 ECU/Ton
Müdahale fiyatı, 131.11 Hedef fiyat
belirlenmiştir.1992 yılında buğday için kabul
edilen 119,19 ECU/Ton müdahale fiyatı 1999
yılına kadar uygulanmış, 2000 yılında 110.25
ECU/Ton’a, 2001 yılında ve daha sonraki
yıllarda (2006 yılına kadar) 101.31 ECU/Ton’a
düşürülmüştür. Buna karşılık 1992 yılında
kabul edilen 54,34 ECU/Ton telafi edici
ödeme 1999 yılına kadar uygulanmış, 2000
yılında 58.67 ECU/Ton’a, 2001 yılında ve daha
sonraki yıllarda ( 2006 yılına kadar ) 63
ECU/Ton’a yükseltilmiştir (Anonim, 2001).
AB bütçesinin % 48,7' si tarım ürünleri
desteklerine, % 34,7' si ise, çoğunluğu kırsal
bölgelere yönelik olarak yapısal politika
önlemlerinde kullanılmaktadır. Dolayısıyla AB
bütçesinin % 83' ü tarım kesimine gitmektedir.
Eğer Türkiye AB üyesi olsaydı 1998 yılında,
başta çok sayıda tarım işletmesi nedeniyle AB
bütçesinden net olarak 7.423 milyar ECU katkı
H.KIZILASLAN
sağlamış olacaktır. Ancak günümüzdeki gelir
yardımlarının bugünkü şekliyle Orta Avrupa
ülkelerine aktarılmasının AB bütçesinde önemli
yük yaratacağı bildirilmiştir. İlk beş adayın AB'
ne girmesinin AB bütçesinde doğuracağı ek
yükün 12 milyar Euro olduğu belirlenmiştir.
Doğrudan gelir ödemelerinin fiyat düşürmek
için telafi edici olarak Orta ve Doğu Avrupa
Ülkeleri' nde kullanımları durumunda bu
ülkelerde fiyat düşüşlerinin aksine fiyat
yükselişleri
gerçekleşeceğinden,
önemli
problemler yaşanabileceği bildirilmiştir. AB'
nin , Ortak Tarım Politikası için bu tür fazladan
ödemelere razı olamayacağı hatta gelir
yardımlarının tamamen veya en azından kısmen
hem finansmanları hem de oluşturulmaları
bakımından
tek
tek
üye
ülkelerin
sorumluluğuna
bırakılmasının
gündeme
gelebileceği belirtilmektedir. Böyle bir durum
gerçekleştiği takdirde; ülke içi fiyatları
düşürücü ve doğrudan gelir desteğine bağlı
uygulamaların uluslararası ticarette
bir
karşılıklı üstünlük yaratma çabası olduğu da
tahmin edilebilecektir (Özkaya,Işın,Uzmay,
2000).
4.Sonuç ve Öneriler
Tahılların ülke ekonomisine katkısı çok
yönlü olmaktadır. Bu katkılar tarım arazilerinin
kullanılmasında, tarımsal üretimde, halkın
beslenmesinde, iç ve dış ticarette ve milli
gelirde kendini göstermektedir. Nüfus artış
hızının ve kişi başına tahıl tüketiminin yüksek
olduğu
Türkiye’de
üretim
miktarının
arttırılması, bunun için de verimi arttırıcı
tedbirlerin alınması kaçınılmazdır. Bu nedenle
toprak işleme, gübreleme, hastalık ve
zararlılarla
mücadele
gibi
yetiştirme
tekniklerinin iyileştirilmesi, ekolojik koşullara
ve yetiştirme tekniğine uygun kaliteli tohumluk
kullanımı, ürün kayıplarının azaltılması ve ürün
kalitesine göre fiyat saptanmasıyla kaliteli
üretim yapmaya yönlendirilmesi sağlanarak
üretim miktarı arttırılabilir.
Buğday, Türkiye için çok önemli bir
tarımsal ürün grubunu oluşturmaktadır. Bugün
dünyadaki ülkelerin büyük bir kısmı buğdayı
stratejik bir ürün olarak kabul etmekte, bu
yönde politikalar uygulamaktadır. Türkiye’nin
ihtiyaç duyduğu miktar ve özellikte buğday
üretiminin sağlanması için, işletmelerin
özelliklerini de dikkate alan bir destekleme
politikasına ihtiyaç vardır. Her ne kadar bu
yönde bir destekleme politikası izlense de,
politikalarda işletmelerin özelliklerinin ve iç
pazarın talebinin dikkate alındığının söylenmesi
güçtür. Bu nedenle kaliteli buğday üretiminin
desteklenmesi ve depolanarak pazara sunumu
konusunda politikalara ihtiyaç vardır. Avrupa
Birliğinin kuruluşundan bu yana tarımsal yapı
ve tarımın ekonomi içindeki yerinde önemli
değişimler yaşanmıştır. Bunda hem topluluğun
uyguladığı tarım politikası önlemleri hem de
topluluğun genişleme sürecinde yeni üye
ülkelerin katılımları etkili olmuştur. AB ve
Türkiye’de uygulanan tarım politikaları farklı
olduğu için tarımsal yapıda farklılık
göstermektedir. Türkiye’de tarımsal üretime
ayrılan alan AB’dekinin yaklaşık % 20’sidir.
Buna bağlı olarak da Türkiye’de, tarımsal
işletme başına düşen tarım arazisi AB’den çok
düşüktür. Türkiye ve Avrupa Birliği tarımında
verimlilik de çok farklıdır. Çoğu tarım
ürününde verimlilik AB’de Türkiye’nin 3-4
katıdır. AB tarımında büyük işletmeler tarım
arazilerinin büyük bir bölümünü kullanmakta ki
bu da AB tarımına büyük işletmelerin hakim
olduğunu göstermektedir. Türkiye’deki durum
ise bunun tam tersidir ve Türk tarımında küçük
aile işletmeleri hakimdir. Arazi tasarruf şekli
de AB ve Türkiye arasında farklılık
göstermekte, AB’de tarım arazilerinin büyük
kısmı kiracılık ve ortakçılıkla işletilirken
Türkiye’de mülk işletme daha yoğundur. Bu da
AB’de mülk işletmecilik dışındaki, kiracılık ve
ortakçılık gibi tasarruf şekilleriyle ilgili yasal
düzenlemelerin sağlıklı ve iyi işletildiğini
göstermektedir.
AB ile Türkiye arasında
tarımsal üretim değerinin bileşiminde de
farklılıklar vardır. AB’de toplam tarımsal
üretimde hayvancılığın yeri çok daha yoğunken
Türkiye’de
hayvancılık
daha
düşük
düzeylerdedir.
İşletmelerimizdeki
yapısal
bozukluk, örgütsüzlük ve pazar araştırmalarının
eksikliği üretim maliyetini artırdığı gibi, dış
rekabeti de güçleştirmektedir. Miras yolu ile
bölünmelerle küçülen işletmeler nedeniyle, bir
işletmenin arazisi
ortalama 5-6 parçadan
oluşmaktadır. Bu tarımsal yapı ve işletme
büyüklüğü ile tarımda istenilen ölçüde teknoloji
kullanılamamakta ve kullanılan girdilerden de
istenilen verimlilik sağlanamamaktadır. Bu
durum, çiftçilerimizin gelirini artırmadığı gibi,
tam tersine refah düzeylerini düşürmüş, böylece
köyden kente göçü hızlandırmıştır.
37
Dünya’da ve Türkiye’de Buğday Üretimi ve Uygulanan Politikaların Karşılaştırılması
Türkiye’de uygulanan fiyat politikası
üretici gelirlerini arttırmaktan çok, üretim
düzeyini koruma ve üreticiye belli bir fiyat ve
pazar sağlama amacına yöneliktir. Ayrıca
politikaların uygulama biçimleri arasında çok
önemli farklılıklar vardır. Topluluk’ ta tarımsal
ürünlerin çok önemli bir bölümünü fiyat
politikası uygulamaları ile sürekli korunmakta
ve yeni katılan ülkelerin
tarım ürünleri de
Ortak Tarım Politikası kapsamına alınırken,
Türkiye’de bu alanda belirsizlik yaşanmaktadır.
Toplulukta destekleme harcamaları içinde en
önemli yeri hayvancılık kesimi alırken,
Türkiye’de hayvansal ürünler, 1980 yılından
sonra
destekleme
kapsamından
çıkarılmışlardır.
Toplulukta
fiyat
düzenlemelerinin yanı sıra bazı ürünler ve
üreticiler
lehine
yardım
sistemleri
bulunmaktadır. Toplulukta tarım ürünleri dış
rekabete
karşı
değişken
vergilerle
korunmaktadır. Bu bakımdan, Türkiye’de tarım
politikalarını belirlerken, AB’nin Ortak Tarım
Politikasına (OTP) uyumunu da göz önüne
almak gerekmektedir. AB’nin Ortak Tarım
Politikası’nın dinamik bir yapıya sahip olduğu
ve reformlar çerçevesinde kendini yenilediği
de göz önünde bulundurularak, Türkiye’nin
AB’nin OTP’ye ve reformlarına uyumunu
gerçekleştirmesi gerekmektedir.
Kaynaklar
Anonim, DİE, Türkiye İstatistik Yıllığı, Çeşitli Yıllar.
Anonim, DPT, Yıllık Programlar, Çeşitli Yıllar.
Anonim, TMO Kayıtları, Çeşitli Yıllar.
Anonim, İGEME Kayıtları, Çeşitli Yıllar.
Anonim, 1994, “Ülke Tarım Politikaları ve Ticareti”,
OECD Ülke Raporu Türkiye, s:61-65, Paris, 1994.
Anonim, 2000/a,“Zirai ve İktisadi Rapor 1999-2000”,
Türkiye Ziraat Odaları Birliği, Yayın No:204,
Ankara, 2000.
Anonim, 2000/b, “Türkiye’de Tarımsal Destekleme
Politikaları-Türk Tarımının Sorunları ve Reform
Gereği”, T.C. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Yayın
No:5, Ankara, Mayıs 2000.
Anonim, 2001,“Buğday Raporu”, T.C.Tarım Ve Köy
İşleri
Bakanlığı
Araştırma
Planlama
Ve
Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Araştırma ve
İstatistik Dairesi Başkanlığı, Ankara, Nisan 2001.
Anonim, 2003, TZOB, Buğday Çalışma Grubu Raporu,
Sayı:1, Haziran 2003.
Anonymous, Fas Usda Grain World Markets and
Trade,2003.
Anonymous, International Grains Council (Grain Market
Report ), 2003.
Aydoğuş, O.,Ege, H.,Ertürk Y.E., Zöğ N., 1997,
“Buğday Durum ve Tahmin:1997/98”, TEAE
Yayını, Ankara, Aralık 1997.
38
Bu uyum sonucunda;
- Teknik ilerlemenin üretime yansıması ile
tarımda verimliliğin artırılması,
- Tarımda çalışan nüfusun refah düzeyinin
yükseltilmesi,
- Piyasalarda istikrar sağlanması,
- Ürün arz-talebinin dengelenmesinin
sağlanması,
- Tarım sektörünün milli gelire olan
katkısının artırılması,
Bilgi
ve
teknolojinin
üretilip
yaygınlaşabildiği bir ortamın sağlanması,
- Gıda güvenliği ve emniyetinin
sağlanması,
- Doğal kaynakların korunması ve
yaşanabilir
bir
çevrenin
oluşması
beklenmektedir.
Türkiye, gerekli reformları yaparak
tarım sektörünü güçlendirip, geliştiremediği
takdirde, AB’ne tam üyelik gerçekleştiğinde ve
tarım ürünleri serbest dolaşıma girdiğinde,
tarım sektörünün bugünkü yapısıyla AB ile
rekabet etmesi mümkün olamayacak ve Türkiye
tarım ürünlerinde AB’ne açık bir pazar haline
gelecektir.
Aydoğuş O., Ege, H., Ertürk Y., 1998, “Buğday
Tahmin:1998/99”, TEAE Yayını,
Ankara,
Temmuz 1998.
Aydoğuş O., Ege,H., Köse,N.,1999, “Buğday Durum ve
Tahmin:1999/2000”, TEAE Yayını,
Ankara,Haziran 1999.
Çakmak, E., H.,Akder H., 1999,“Dünya Ticaret ÖrgütüTarım Anlaşması’nın Yeni Görüşme Dönemi ve
Türkiye: Olanaklar, Kısıtlar ve Stratejiler”, TEAE
Yayını, Yayın No:34, Ankara, Aralık 1999.
Eraktan,G., 2001., Tarım Politikası Temelleri ve
Türkiye’de Tarımsal Destekleme Politikası, Uzel
Yayınları,ISBN 975-8437-01-1, İstanbul.
Özkaya T., Işın F., Uzmay, A., 2000, “Türkiye ve
Avrupa Birliği’nde Tarım Sektörüne Yönelik
Desteklemeler” Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Tarım Ekonomisi Bölümü, İzmir, 2000.
Yükseler, Z., 1999, “Tarımsal Destekleme Politikaları ve
Doğrudan
Gelir
Desteği
Sisteminin
Değerlendirilmesi”, Ağustos 1999.
Yararlanılan İnternet Adresleri:
http://tarim.gov.tr/arayuz/5/icerik.asp?efl=üretim/ürünraporları/ürün-index-2002..
http://faostat.fao.org/faostat/form?collection=Production
.Crops.Primary.Crops.
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2004, 21 (2), 7-14
Tokat İlinde Bazı Yabancı Otlar Üzerinde Beslenen Yaprak Böcekleri
(Coleoptera, Chrysomelidae)
Halit Çam
Turgut Atay
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Bu çalışmada, Tokat ilinde yabancı otlar üzerinde beslenerek önemli derecede zarar veren yaprak
böceklerinin (Coleoptera, Chrysomelidae) tespiti amaçlanmıştır. Bu amaçla yapılan çalışmada
Chrysomelidae familyasına bağlı altfamilyalardan, Chrysomelinae’ den 4, Clytrinae’ den 1, Criocerinae’ den
1, Alticinae’ den 2 ve Cassidinae’ den 1 olmak üzere toplam 9 tür tespit edilmiştir. Bu türlerden
Entomoscelis adonidis (Pall.) ‘ın Sinapis arvensis L., Gastrophysa polygoni (L.)’ nin Polygonum convolvulus
L. ve Rumex sp., Chrysolina herbacea (Duft.)’ nin Mentha spicata L., Phaedon cochleariae (F.)’ nin
Nasturtium officinale L., Clytra novempunctata Oliv.’ nın P. convolvulus L., Crioceris duodecimpunctata
(L.)’ nın Bryonia alba L., Chaetocnema tibialis (Ill.)’ in Chenopodium album L., Altica oleracea (L.)’ nın
Sangiosorba minor Scop. ve Geranium dissectum L., Cassida nebulosa L.’ nın C. album üzerinde beslenerek
zarar verdikleri tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler : Chrysomelidae, yaprak böcekleri, yabancı otlar, Tokat, Türkiye
The Leaf-Beetles (Coleoptera, Chrysomelidae) Feed On Some Weeds In
Tokat Province
Abstract: This study was carried out to determine the leaf-beetles (Coleoptera, Chrysomelidae) which causes
extensive damage on weeds in the vicinity of Tokat, Turkey. Total 9 taxa including 4 species of
Chrysomelinae, 1 species of Clytrinae, 1 species of Criocerinae, 2 species of Alticinae and 1 species of
Cassidinae were found to be destructive on different weed species. These species were; Entomoscelis
adonidis (Pall.) on Sinapis arvensis L., Gastrophysa polygoni (L.) on Polygonum convolvulus L. and Rumex
sp., Chrysolina herbacea (Duft.) on Mentha spicata L., Phaedon cochleariae (F.) on Nasturtium officinale
L., Clytra novempunctata Oliv. on P. convolvulus L., Crioceris duodecimpunctata (L.) on Bryonia alba L.,
Chaetocnema tibialis (Ill.) on Chenopodium album L., Altica oleracea (L.) on Sangiosorba minor Scop. and
Geranium dissectum L., Cassida nebulosa L. on C. album.
Key words : Chrysomelidae, leaf–beetles, weeds, Tokat, Turkey
1. Giriş
Kültür bitkilerinde üretimi etkileyen en
önemli faktörlerden birisi de yabancı otlardır.
Yabancı otlar kültür bitkileriyle aynı ortamda
yaşayarak onlarla su, besin ve ışık yönünden
rekabete girerler ve ürünün gerek kalitesini
gerekse kantitesini olumsuz yönde etkileyerek
dünyada her yıl 150 milyar dolar civarında ürün
kaybına neden olurlar (Döken ve ark., 2000).
Herbisitler yabancı ot kontrolünde en etkili
çözüm yolu olarak düşünülse de bu her zaman
istenilen sonucu
vermeyebilir.
Herbisit
kullanımının çevreyi kirletmesi, insan sağlığını
olumsuz etkilemesi, mevcut herbisitlere karşı
yabancı otların dayanıklılık kazanması ve
girdileri yükseltmesi gibi nedenlerden dolayı
yabancı otlarla biyolojik mücadele son yıllarda
gittikçe önem kazanmaktadır. Biyolojik olarak
yabancı ot kontrolünde amaç, yabancı ot
yoğunluğunu ekonomik zarar eşiğinin altında
tutmaktır.
Pratikte
istenilmeyen
otların
biyolojik kontrolü, faydalı bitki türlerine zarar
vermeden, üzerinde bulunduğu konukçu
bitkilere doğrudan veya dolaylı olarak zarar
veren yada zayıflatan doğal düşmanların
kullanılması ile gerçekleştirilmektedir (Zengin,
1997).
Yabancı otlarla biyolojik mücadele
yaygın olarak ABD, Avustralya, Kanada ve
İngiltere’ de uygulanmakta ve bu ülkelerde
yabancı orijinli 86 yabancı ot türüne karşı 192,
yerli türlere karşı da 33 organizmanın salımı
yapılmıştır (Rosenthal et al., 1984).
Yabancı otlarla biyolojik mücadele, ilk
olarak bir kaktüs türü olan Opuntia vulgaris
Mill.’ e karşı 1860’ lı yıllarda Dactylopius
ceylonicus Green (Hem.: Dactylopiidae)’ un
salınmasıyla başlamıştır. Diğer bir kaktüs türü
olan O. stricta Haw’ nın kontrolü ise A.B.D.’ n
den Avustralya’ ya getirilen Cactoblastis
cactorum
Berg (Lep.:
Pyralidae)
ile
sağlanmıştır (Rosenthal et al., 1984).
Tokat İlinde Bazı Yabancı Otlar Üzerinde Beslenen Yaprak Böcekleri (Coleoptera, Chrysomelidae)
Yabancı otların biyolojik mücadelesinde
kullanılan böcek kökenli etmenler içerisinde
Coleoptera takımının önemli bir yeri vardır. Bu
takımdan da Chrysomelidae familyası etmen
sayısı açısından önde gelmektedir. Konukçu
açısından da son derece zengin olan
Chrysomelidler Brassicaceae, Chenopodiaceae,
Cruciferae,
Fagaceae,
Polygonaceae,
Ranunculaceae ve Salicaceae gibi familyaların
türleri üzerinde hayat dönemlerini geçirmekte
ve
onları
değişik
oranlarda
zararlandırmaktadırlar. Bu familyadan 26 tür,
70 ülkede, 101 adet yabancı ot türüne karşı
denenmiş ve 48 türün bu böcek türleriyle
kontrolü sağlanmıştır (Kısmalı ve Madanlar,
1990). Chrysomelidae türlerinin konukçularıyla
ilgili olarak ülkemizde de çeşitli araştırmalar
yapılmış ve tespit edilen konukçuları Çizelge 1’
de verilmiştir.
Ülkemizde yabancı otlarla biyolojik
mücadele çalışmaları oldukça sınırlı sayıda ve
yapılan çalışmalar da sadece böcek kökenli
doğal düşmanların tespiti düzeyinde olup
önemli bazıları; Lodos (1971), Alptekin (1974),
Giray ve Nemli (1983), Cerman (1985), Önder
ve Karsavuran (1986), Karaat ve ark. (1986),
Gürsoy (1989), Kısmalı ve Madanlar (1990),
Uygun ve ark. (1994), Kedici ve ark. (1994),
Aslan ve Özbek (1995; 1999a; 2002), Civelek
ve Demirkan (1998) ve Aslan et al. (2003)
tarafından yapılmıştır.
Bu çalışmada, Tokat ilindeki kültür
bitkilerinde zararlı olan yabancı otlarda
beslenen Chrysomelidae türlerinin tespiti
amaçlanmıştır.
2. Materyal ve Yöntem
Çalışmanın ana materyalini Tokat ili ve
ilçelerinden ağırlıklı olarak 2003 yılının değişik
tarihlerinde imkanlar ölçüsünde gidilerek
toplanan Chrysomelidae familyası türleri ve
bunların üzerinde beslendiği yabancı otlar
oluşturmuştur. Ancak daha önceki yıllarda
toplanarak
G.O.P.
Üniversitesi,
Ziraat
Fakültesi, Bitki Koruma Bölümünde muhafaza
edilen çeşitli habitatlardaki yabancı otlardan
toplanan Chrysomelid türleri de çalışmaya dahil
edilmiştir.
Chrysomelidae familyasının yabancı otlar
üzerindeki beslenmeleri arazide ve laboratuarda
tel kafesler içinde izlenmiştir. Yabancı otların
teşhisleri bölümümüzdeki ilgili uzmanlarca,
böceklerin teşhisleri ise Doç.Dr. İrfan ASLAN
8
(Atatürk Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki
Koruma Bölümü - Erzurum) ve yazarlar
tarafından yapılmıştır. Çalışma konuyla ilgili
literatür bilgileriyle de desteklenmiştir.
3. Araştırma Sonuçları ve Tartışma
Yapılan
çalışmalar
sonucunda
Chrysomelidae
familyasına
bağlı
alt
familyalardan Alticinae’ den 2, Cassidinae’ den
1, Chrysomelinae’ den 4, Clytrinae’ den 1 ve
Criocerinae’ den 1 olmak üzere toplam 9 türün
değişik yabancı otlarda beslenerek bu bitkileri
önemli derecede zararlandırdıkları tespit
edilmiştir.
Altfamilya : Chrysomelinae
Entomoscelis adonidis (Pallas, 1771)
Dünyada; Batı Rusya, Çin, Sibirya,
Ukrayna, Kazakistan, Moğolistan, Orta Asya,
Orta ve Güney Avrupa, Iran, Suriye ve
Pakistan’ da bulunmuştur (Gruev, 1992).
Türkiye’de ise; Afyon, Ankara, Erzurum,
Eskişehir, İzmir, Kayseri, Konya, Nevşehir,
Sivas ve Yozgat’ ta rastlanmıştır (GülZümreoğlu, 1972; Tuatay ve ark., 1972; Kasap,
1988a; Aslan ve Özbek, 1999b).
Kasap
(1988a), bu türün Adonis
aestivalis L. (Ranunculaceae), Neslia apiculata
Fisch.
(Brassicaceae),
Verbascum
sp.
(Scrophulariaceae),
Lopidium
califolium,
Alyssum
lepidonotum
(Cruciferae)
ve
Sysimbrium sp. (Brassicaceae) üzerinde
bulduğunu ilk olarak kaydetmiştir.
Tokat ilinde yapılan çalışmalarda bu türün
erginlerine özellikle buğday, patates ve şeker
pancarı kültürlerinde sorun olan Sinapis
arvensis L. (Brassicaceae) üzerinde, yoğun
olarak Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarında
rastlanmıştır. Erginlerin özellikle bitkinin
yapraklarında beslendiği ve yer yer yaprakları
tamamen yedikleri gözlemlenmiştir.
Gastrophysa polygoni (Linneus,1758)
Dünyada; Avrupa, Iran, Kafkasya, Çin,
Kazakistan, Kore, Kuzey Afrika, Moğolistan,
Kuzey Amerika, Orta Asya ve Sibirya’da
bulunmuştur (Gruev, 1992). Türkiye’de ise
Ankara, Edirne, Erzurum, İstanbul, Kars,
Kayseri, Nevşehir, Samsun ’da rastlanmıştır
(Kasap, 1988a; Aslan ve Özbek, 1999b).
Asıl konukçusu Polygonum aviculare L.,
P. convolvulus L. ve Rumex sp. (Polygonaceae)
H.ÇAM, T.ATAY
olan bu tür, İtalya’ da Cynara scolymus L.,
Senecio aquaticus Hill. ve Silybum marianum
L.
(Asteraceae)
üzerinde
bulunduğu
belirtilmektedir. (Remaudiere, 1963 atfen
Kısmalı ve Madanlar, 1990). Ayrıca Wilcox
(1954), da bu türün Polygonum aviculare
üzerinde bulunduğu belirtilmektedir. Aslan ve
Özbek (1999a), türün P. convolvulus ve Rumex
sp. üzerinde bulunduğunu ve özellikle
yaprakları delik deşik ettiğini bildirmişlerdir.
Kısmalı ve Madanlar (1990)’ da bu türün ergin
ve larvalarını P. aviculare üzerinden
toplandığını
kaydetmektedirler.
Ayrıca
Campobasso et al. (1999), ise İtalya’ da Rumex
crispus L. üzerinde beslendiğini bildirmişlerdir.
Bu çalışmada G. polygoni erginleri
Ayçiçeği ve Şekerpancarı kültürlerinde sorun
olan P. convolvulus ve Rumex sp. üzerinden
Haziran-Temmuz aylarında yoğun olarak
toplanmış olup, özellikle erginlerin yapraklar
üzerinde oburca beslendiği görülmüştür.
Chrysolina herbacea (Duftschmidt, 1825)
Dünyada;
Batı
Sibirya,
Hindistan,
Kafkaslar, Orta ve Güney Avrupa’da
bulunmuştur (Gruev, 1992). Türkiye’de ise;
Ankara, Artvin, Bilecik, Bursa, Çankırı, Çorum,
Edirne, Erzurum, İstanbul, Kırşehir, Konya,
Nevşehir, Samsun, Sivas, Trabzon ve Yozgat,
da rastlanmıştır (Kasap 1988b; Aslan ve Özbek,
1999b).
Kasap (1988b), bu türün Mentha pulegium
L.ve M. spicata L. (Lamiaceae) üzerinde
oldukça fazla sayıda, Coronilla rostrata Boiss.
& Spruner (Fabaceae)’ da ise diğer ikisine
oranla daha az yoğunlukta bulunduğunu
bildirmiştir. Ayrıca Aslan ve Özbek (1999b), bu
türün M. longifolia L. ve sucul bitkiler üzerinde
bulunduğunu bildirmişlerdirler. Yine Vig
(1997), bu türün aynı şekilde sulak bitkilerde ve
Mentha türlerinde bulunduğunu kaydetmiştir.
Tokat ilinde ise bu tür M. spicata’ nın
üzerinden
Temmuz,
Ağustos
aylarında
toplanmış olup, ergin ve larvalarının bitkinin
yapraklarıyla oburca beslenerek bitkiyi yer yer
tamamen kuruttukları gözlemlenmiştir.
Phaedon cochleariae (Fabricius, 1792)
Dünya genelinde Avrupa, Kafkaslar,
Kazakistan, Orta Asya, Sibirya ve Türkiye’de
bulunmuştur (Gruev, 1992). Türkiye’de ise
Ankara, Erzurum, Kayseri, Kırşehir ve Niğde’
de bulunduğu bildirilmiştir (Tuatay ve ark,
1972; Kasap; 1988a; Aslan ve Özbek; 1999b).
Kasap (1988a), bu türün bir su bitkisi olan
Cardamine impatiens L. (Brassicaceae)
üzerinde
yoğun
olarak
bulunduğunu
bildirmektedir.
Tokat ilinde ise bu tür özellikle sulama
kanallarının tıkanmasına neden olan Nasturtium
officinale L. (Brassicaceae) üzerinden MayısHaziran aylarında toplanmış olup, ergin ve
larvalarının bitki üzerinde yoğun olarak
bulunduğu ve bu bitkinin yapraklarını tamamen
yedikleri gözlemlenmiştir.
Altfamilya : Clytrinae
Clytra novempunctata Oliver, 1808
Dünyada;
Kuzey
Afrika,
Avrupa,
Balkanlar, Orta Asya, Iran, Irak ve Rusya da
bulunmuştur (Medvedev, 1961; Tomov and
Gruev, 1975). Türkiye’ de ise; Amasya,
Ankara, Aydın, Denizli, Erzurum, Giresun, İçel,
İzmir, Manisa, Muğla, Niğde, Konya ve
Uşak’da rastlanmıştır (Gül-Zümreoğlu, 1972;
Kasap, 1987a; Aydın ve Kısmalı, 1990; Aslan
ve Özbek; 1998).
Kasap (1987a), bu türün Papaver spp. ve
Glaucium corniculatum Juss. (Papaveraceae)
üzerinden bulduğunu kaydetmiştir. Yine Aydın
ve Kısmalı (1990), türü Avena sp. (Gramineae),
Rumex sp. ve Verbascum sp. (Scrophulariaceae)
üzerinden bulduklarını bildirmişlerdir. Aslan ve
Özbek (1998) ise bu türün Berberis sp.
(Berberidaceae)
üzerinden
bulunduğunu
belirtmişlerdir.
Bu
çalışmada
C.
novempunctata
Polygonum convolvulus üzerinden Mayıs,
Haziran ve Temmuz aylarında fazla sayıda
toplanmış olup, yapraklarda oburca beslendiği
gözlemlenmiştir.
Altfamilya : Criocerinae
Crioceris duodecimpunctata (Linnaeus,
1758)
Dünyada; Güney Sibirya, Kazakistan,
Kırgızistan, Tacikistan, Iran, Avrupa ve
Bulgaristan’da bulunmuştur (Lopatin, 1977;
Gruev and Tomov, 1984). Türkiye’de ise;
Amasya, Erzurum ve Samsun’ da bulunmuştur
(Medvedev, 1970; Tomov and Gruev, 1975;
Aslan, 2000).
9
Tokat İlinde Bazı Yabancı Otlar Üzerinde Beslenen Yaprak Böcekleri (Coleoptera, Chrysomelidae)
Wilcox
(1954),
bu
türün
larvasının
Asparagus officinalis L. (Asparagaceae) ’ in
meyvesi üzerinde beslendiğini bildirmiştir.
Yine Vig (1997)’ de aynı şekilde bu türün A.
officinale üzerinde beslendiğini bildirmektedir.
Tokat ilinde ise bu türün erginlerinin
yoğun olarak Temmuz ayında Bryonia alba L.
(Cucurbitaceae)’nın
tespit edilmiştir.
yapraklarında beslendiği
Altfamilya : Alticinae
Chaetocnema tibialis (Illiger, 1807)
Dünyada;
Avrupa,
Fransa,
Güney
Almanya,
Alpler,
Güney
Polonya,
Çekoslovakya,
Batı
Rusya,
Romanya,
Yugoslavya ülkeleri, Bulgaristan, Yunanistan,
Kafkaslar, Orta Asya, Türkiye, Afganistan,
Kıbrıs, Iran, Irak, Israil, Ürdün, Kazakistan,
Suriye, Cezayir, Mısır, Akdeniz Adaları, Kuzey
Afrika, Fas ve Tunus’ da bulunmuştur (Gruev
1992).
Türkiye’ de; Ankara, Balıkesir, Erzurum,
Eskişehir, İzmir, İzmit, Kars, Konya, ve
Samsun’ da bulunmuştur (Medvedev, 1970;
Kısmalı, 1973; Gruev and Kasap, 1985;
Yıldırım ve Özbek, 1992; Aslan et al., 1999;
2003).
Kısmalı (1973), bu türün Portulaca
oleracea var. sativa D.C. (Portulacaceae).,
Spinacia oleracea L., Chenopodium album L.,
C. vulvaria L. Atriplex sp., Amaranthus albus
L., A. retroflexus L. (Chenopodiaceae),
Raphanus raphanistrum L., Sinapis arvensis
(Brassicaceae), Onobrychis sativa Lam.
(Leguminesae), Curpressus sp. (Pinaceae) ve
Ipomoea batatas Poir (Convolvulaceae)
üzerinde zararlı olduğunu tespit etmiştir. Aslan
ve Özbek (1999a) ve Aslan et al. (2003), bu
türün erginlerinin patates tarlalarının önemli bir
yabancı otu olan Amaranthus retroflexus’ un
yapraklarını tahrip ettiği ve bitkiyi yer yer
kuruttuğunu belirtmişlerdir.
Tokat’ da ise bu tür C. album, A.
retroflexus ve S. arvensis üzerinden Nisan,
Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarında
toplanmış olup, özellikle Şekerpancarı, Mısır
ve Patates kültürlerinde önemli derecede sorun
olan C. album üzerinde erginlerinin yoğun
olarak bulunduğu ve yapraklarda beslenerek
bitkiyi yer yer kuruttuğu gözlemlenmiştir.
10
Altica oleracea (Linnaeus, 1758)
Dünyada ; Avrupa’ nın tamamı, Türkiye,
Iran, Israil, Kafkaslar, Orta Asya, Çin, Kore ve
Japonya’ da bulunmuştur (Gruev, 1992).
Türkiye’ de ise; Ankara, Artvin, Erzurum,
Kayseri, Konya, Nevşehir ve
Sivas’ da
rastlanmıştır (Gruev and Kasap, 1985; Aslan et
al., 1999).
Cagán et al. (2000), bu türün Amaranthus
retroflexus ve A. caudatus L. üzerinde
bulunduğunu bildirmişlerdir. Campobasso et al.
(1999)’ da bu türün Convolvulus althaeoides L.,
ve C. arvensis L. üzerinde beslendiğini
kaydetmişlerdir.
Tokat’ da bu türün Temmuz ve Ağustos
aylarında
Sangiosorba
minor
Scop.
(Asteraceae) ve Geranium dissectum L.
(Geraniaceae)
üzerinde
yoğun
olarak
bulunduğu gözlemlenmiştir.
Altfamilya : Cassidinae
Cassida nebulosa Linnaeus, 1758
Dünya genelinde Avrupa, Doğu Sibirya,
Kuzey Çin, Kore ve Japonya’ da bulunmuştur
(Gruev, 1992).
Türkiye’de; Adapazarı, Artvin, Balıkesir,
Bursa, Çanakkale, Giresun, Gümüşhane, İzmir,
Kastamonu, Konya ve Tokat
illerinde
rastlanmıştır (İyriboz , 1935; Kısmalı and Sassi,
1994).
Campobasso et al. (1999), bu türün
Chenopodium album L. üzerinde beslendiğini
bildirmişlerdir. Yine Jıanqıng et al. (1999)’ da
bu türün Polygonum perfoliatum L.’un
yapraklarında beslendiğini kaydetmişlerdir.
Tokat ilinde bu tür bir çok kültürde önemli
derecede sorun olan Chenopodium album L.
üzerinden Nisan ve Mayıs aylarında bulunmuş
olup, özelikle yağmurlu havalarda erginlerin
yoğun olarak ortaya çıkıp bitkinin yapraklarıyla
oburca beslenerek, yaprakları delik deşik ettiği
gözlemlenmiştir.
H.ÇAM, T.ATAY
Çizelge 1. Ülkemizde Çeşitli Yabancı Otlar Üzerinde Tespit Edilen Chrysomelidae Türleri
Chrysomelidae Türü
Konukçu Yabancı Ot Türü ve Literatür
Altica anycrensis (Wse.)
Aphthona flava Guill.
A. nigriscutis Foudras
A. semicyanea All.
Chaetocnema tibialis (Ill.)
Epilobium angustifolia L. (Aslan ve Özbek, 1999a)
Euphorbia chamaesyce L. (Aslan ve Özbek, 1999a)
E. chamaesyce L. (Aslan ve Özbek, 1999a)
Iris germanica L. (Aslan ve Özbek, 1999a)
Amaranthus retroflexus L.Portulaca oleracea var.sativa DC
Spinacia oleracea L., Chenopodium album L.,C. vulvaria L.,
Atriplex sp., Raphanus raphanistrum L., Sinapis arvensis L.
(Kısmalı, 1973; Aslan ve Özbek 1999a; Aslan et al., 2003)
Mentha longifolia (L.) (Aslan ve Özbek, 1999a)
Hyascyamus niger L. (Aslan ve Özbek, 1999a)
Solanum dulcamara L. (Aslan ve Özbek, 1999a)
S. dulcamara L. (Aslan ve Özbek 1999a)
Anchusa italica Retz. (Aslan ve Özbek, 1999a)
Typha latifolia L. (Aslan ve Özbek, 1999a)
Anchusa orientalis (L.) (Aslan ve Özbek, 1999a)
Senecio jacobaea L., S. vulgaris L. (Aslan ve Özbek, 1999a)
Anchusa italica Retz. (Aslan ve Özbek, 1999a)
Plantago lanceolata L., P. major L. (Aslan ve Özbek, 1999a)
Anchusa orientalis (L.) (Aslan ve Özbek, 1999a)
Plantago lanceolata L., P. major L. (Aslan ve Özbek 1999a)
Brassica oleracea L., Raphanus raphanistrum L., Urtica urens L.
(Kısmalı, 1973)
Malva silvestris L. (Kısmalı ve Madanlar, 1990; Aslan ve Özbek, 1999a)
Carduus hamulosus Ehrh. (Aslan ve Özbek, 1999a)
Hyascyamus niger L. (Aslan ve Özbek, 1999a)
Crambe orientalis L. (Aslan ve Özbek, 1999a)
Convolvulus arvensis L., Sinapis sp. (Kısmalı and Sassi, 1994)
Matricaria sp. (Kısmalı and Sassi, 1994)
Convolvulus arvensis L. , Chenopodium album L. (Cerman, 1985;
Kısmalı and Sassi, 1994)
Convolvulus arvensis L. (Aslan ve Özbek, 1999a)
Cirsium acaule Scop. , Chenopodium sp. (Aslan ve Özbek, 1999a;
Kısmalı and Sassi, 1994)
Chenopodium album L. (Kısmalı and Sassi, 1994)
Convolvulus arvensis L. (Kısmalı ve Madanlar, 1990; Cerman, 1985)
Salsola sp. (Kısmalı and Sassi, 1994)
Mentha spp., Coronilla rostrata Boiss (Kasap, 1988b; Aslan ve Özbek,
1999a)
Hypericum perforatum L. (Aslan ve Özbek, 1999a)
Artemisia spp., Matricaria spp. ( Kasap, 1988b; Aslan ve Özbek, 1999a)
Mentha spp. (Aslan ve Özbek, 1999a; Aslan ve Özbek, 1999b)
M. piperita L., M. longifolia (L.) (Kısmalı, 1973)
Rosmarinus officinalis L., Brassica oleracea var. botrytis L. (Kısmalı,
1973)
Mentha pulegium L. (Kasap, 1988b)
Hypericum triquetrifolium Tura. (Alptekin, 1974; Kasap, 1988b)
Glaucium corniculatum (L.) , Mentha pulegium L., Salvia sp.
(Kasap, 1988b)
Vicia sativa L., Trifolium sp. (Kasap, 1988b)
Adonis aestivalis L., Neslia apiculata Fischer, Verbascum sp,
Sysymbrium sp. (Kasap, 1988a; Aslan ve Özbek, 1999b)
Glaucium flavum Crantz. (Kısmalı ve Madanlar, 1990)
Glaucium sp. (Kasap, 1988a; Aslan ve Özbek, 1999b)
Rumex spp., Polygonum spp. (Kasap, 1988a; Kısmalı ve Madanlar, 1990;
Aslan ve Özbek, 1999a)
Rumex spp., Polygonum spp. (Aslan ve Özbek, 1999a,b)
Dibolia occultans (Koch)
Epitrix caucasica (Heikertinger)
E. intermedia Foudras
E. pubescens (Koch)
Longitarsus anchusa (Paykull)
L. brisouti Heikertinger
L. exoletus (L.)
L. jocobaeae (Wat.)
L. linnaei (Duft.)
L. lycopi (Foudras)
L. rufulus (Foudras)
L. scutellaris (Rey.)
Phyllotreta crucifera Goeze
Podagrica malvae (Ill.)
Psylliodes chalcomerus (Ill.)
P. hyoscyami (L.)
P. sophia (Heikertinger)
Cassida fausti Spaeth and Reitter
C. hexastigma Suffiran
C. nobilis L.
C. subferruginae Schrank
C. rubiginosa Mueller
C. seraphina Menetries
Hypocassida subferruginea Schrank
Ischironota brisouti (Reitter)
Chrysolina herbacea (Duft.)
C. hyperici (Forster)
C. marginata (L.)
C. modesta coerulans (Scriba)
C. menthastri (Suffr.)
C. americana (L.)
C. coerulans (Scriba)
C. didymata (Scriba)
C. gypsophilae (Kuester)
C. sexpunctata Pan.
Entomoscelis adonidis (Palll.)
E. sacra (L.)
E. suturalis Wse.
Gastrophysa polygoni (L.)
G. viridula (DG.)
11
Tokat İlinde Bazı Yabancı Otlar Üzerinde Beslenen Yaprak Böcekleri (Coleoptera, Chrysomelidae)
(Çizelge 1’in devamı)
G. viridula caucasica Jolivet
Rumex spp., Polygonum spp. (Aslan ve Özbek, 1999a)
Colaphellus sophia Schaller
Sinapis arvensis L. , Descuiriana sp., Lepidium latifolium L.,
Sysimbrium sp. (Kasap, 1988a; Kısmalı ve Madanlar, 1990; Aslan ve
Özbek, 1999a)
Hyoscyamus niger L. (Kasap, 1988b)
Cardamine impatiens L. (Kasap, 1988a)
Ranunculus sp. (Kasap, 1988a)
Cardamine impatiens L. (Kasap, 1988a)
Lytrum salicaria L. (Aslan ve Özbek 1999a)
L. salicaria L. (Aslan ve Özbek, 1999a)
Cirsium sp., (Kısmalı, 1989)
Leptinotarsa decemlineata (Say.)
Phaedon cochleariae Fab.
P. pyritosus (Rossi)
Prasocuris junci (Brahm)
Galerucella calmariensis (L.)
G. pusilla (Duft.)
Dicladispa testacea (L.)
Hispa atra (L.)
Clytra valerianae Menetries
C. novempunctata Oliver
Labidostomis beckeri Wse.
L. propinqua Faldermann
L. mesopotamica Heyden
Smaragdina biornata (Lef.)
S. limbata (Steven)
S. xanthaspis (Germar)
Captocephala gebleri (Gebler)
C. unifasciata (Scop.)
Cryptocephalus fulvus Goeze
C. aureolus Suff.
C. hypochoerides (L.)
C. moarei (L.)
C. sericeus (L.)
C. violaceus Laicharting
Verbascum sp. (Kısmalı, 1989)
Euphorbia sp. (Kasap, 1987a; Aslan ve Özbek, 1999b)
Verbascum sp. , Avena sp.(Aydın ve Kısmalı, 1990)
Cardaria draba (L.) (Aslan ve Özbek, 1998)
Ranunculus constantinopolitanus (DC.) (Kasap, 1987b; Aslan ve Özbek,
1998)
Rumex acetosella L. (Aydın ve Kısmalı, 1990; Aslan ve Özbek, 1998)
Lopidium latifolium, Adonidis aestivalis L. , Anchusa spp., Ranunculus
spp. (Kasap, 1987a; Aslan ve Özbek, 1998)
Matricaria chamomilla L. (Aydın ve Kısmalı, 1990)
Rumex sp. (Aslan ve Özbek, 1998)
Cirsium sp. (Aslan ve Özbek, 1998)
Thymus sp., Matricaria chamomilla L., Cirsium sp. (Aydın ve Kısmalı,
1990; Aslan ve Özbek, 1998)
Artemisia spp. (Aslan ve Özbek, 1997)
Centaurea solstitialis L. (Aslan ve Özbek, 1997)
C. solstitialis L. (Aslan ve Özbek, 1997)
Hypericum sp. (Aslan ve Özbek, 1997)
Centaurea solstitialis L. (Aslan ve Özbek, 1997)
C. solstitialis L. (Aslan ve Özbek, 1997)
Teşekkür
Türlerin teşhisinde ve bazı kaynakların sağlanmasındaki yardımlarından dolayı Doç. Dr. İrfan
ASLAN’ a teşekkür ederiz.
Kaynaklar
Alptekin, H., 1974. Denizli İlinde Hypericum türlerinin
Yayılışı, Taksonomisi ve Biyolojisi Üzerinde
Araştırmalar. Gıda-Tarım ve Hay. Bak. Zir. Müc.
Gn. Müd. Arş. Es. Ser., 65s.
Aslan, İ. ve Özbek, H., 1995. Borçka (Karagöl) Orman
Fidan Üretim Alanlarında Problem Oluşturan Rumex
alpinus L. Bitkisi ile Mücadelede Gastrophysa
virudula caucasica Jolivet’ in Kullanılma Olanakları.
I. Ulusal Karadeniz Ormancılık Kongresi, 23-25
Ekim 1995 Trabzon, Cilt 3: 182-189.
Aslan, İ. ve Özbek, H., 1997. The Check-List of the
Subfamily
Cryptocephalinae
(Coleoptera,
Chrysomelidae) in Turkey. Atatürk Üniv. Ziraat Fak.
Derg. 28(2), 135-255.
Aslan İ. ve Özbek, H., 1998. Erzurum, Erzincan ve Artvin
İlleri Clytrinae (Coleoptera, Chrysomelidae)
Altfamilyası Türleri Üzerinde Faunistik ve
Sistematik Çalışmalar. Atatürk Üniv. Ziraat Fak.
Derg., 29(1), 58-78.
Aslan, İ., Gruev, B. and Özbek, H., 1999. A. Preliminary
Review of the Subfamily Alticinae (Coleoptera,
Chrysomelidae) in Turkey. Tr. J. of Zoology, 23
(1999), 373-414.
12
Aslan, İ. ve Özbek, H.,1999a. Erzurum İlinde Bazı
Yabancı Otlarda Beslenerek Önemli Derecede Zarar
veren
Yaprak
Böcekleri
(Coleoptera,
Chrysomelidae). Türkiye 4. Biyolojik Mücadele
Kongresi Bildirileri, 26-29 Ocak 1999, Adana, 7586.
Aslan İ. ve Özbek, H., 1999b. Erzurum, Erzincan ve
Artvin
İlleri
Chrysomelinae
(Coleoptera,
Chrysomelidae) Alt Familyası Üzerine Faunistik ve
Sistematik Bir Araştırma. Tr. J. of Zoology 23
(1999) Ek Sayı 3, 751-767.
Aslan, İ., 2000. Doğu Anadolu’da Criocerinae
(Coleoptera, Chrysomelidae) Altfamilyası Üzerinde
Faunistik ve Sistematik Çalışma. Türkiye 4.
Entomoloji Kongresi, 12-15 Eylül, Aydın, 511-522.
Aslan İ. ve Özbek, H., 2002. Erzurum Koşullarında
Cassida
rubiginosa
Mueller
(Coleoptera,
Chrysomelidae)’nın Biyolojisi ve Cirsium arvense
(L.) Scop.’nın Biyolojik Mücadelesinde Kullanılma
Olanakları. Türkiye 5. Biyolojik Mücadele Kongresi,
4-7 Eylül, Erzurum, 209-216.
H.ÇAM, T.ATAY
Aslan İ., Özbek, H. and Konstantinov, A., 2003. Flea
Beetles (Coleoptera, Chrysomelidae) Occuring on
Amaranthus retroflexus L. In Erzurum Provience,
Turkey and Their Potential As Biological Control
Agents. Proc. Entomol. Soc. Wash., 105(2), 441446.
Aydın, E. ve Kısmalı, Ş., 1990. Ege Bölgesi Clytrinae
(Coleoptera, Chrysomelidae) Altfamilyası Üzerine
Faunistik Çalışmalar. Türk entomol. derg., 14(1): 2335.
Cagán, L., Vráblová, M. and Tóth, P., 2000. Flea Beetles
(Chrysomelidae, Alticinae) Species Occuring on
Amaranthus spp. in Slovakia. JCEA, 1(1).
Campobasso, G., Colonnelli E., Kunutson, G.T. and
Cristofaro, M., 1999. Wild Plants and Their
Associated Insects in the Palearctic Region,
Primarily Europe and the Middle East. U.S.
Department of Agriculture, Agricultural Research
Service, ARS-147, 249 pp.
Cerman, Y. U., 1985. Samsun ve Çevresinde Tarla
Sarmaşığı (Convolvulus arvensis L.)’ na Karşı
Biyolojik Savaşta Esas Alınacak Fauna Tespiti. E.Ü.
Zir. Fak. Bit. Kor. Böl., Bornova, 37s (Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi).
Civelek, H. ve Demirkan, H., 1998. Marmara Bölgesi
Sanayi Yetiştirme Alanlarında Sorun Olan Canavar
Otu (Orobanche spp.) türlerinin Doğal Düşmanı
Phtomyza
orobanchia
Kaltenbach
(Diptera,
Agromyzidae) ile Bulaşıklığı Üzerinde Araştırmalar.
Türkiye II. Herboloji Kongresi, 1-4 Eylül 1997,
İzmir. 45-51.
Döken, M.T., Demirci, E. ve Zengin, H., 2000.
Fitopatoloji. Atatürk Üniv. Yayınları No: 729, Ziraat
Fak. Yayınları No:314, Ders Kitapları Serisi No:66,
Erzurum, 121-122.
Giray, H. ve Nemli, Y., 1983. İzmir İlinde Orobanche’ nin
Doğal Düşmanı Olan Phytomyza orobanchia Kalt.
(Diptera,
Agromyzidae)’
nın
Morfolojik
Karakterleri, Kısaca Biyolojisi ve Etkinliği Üzerinde
Araştırmalar. Bitki Koruma Dergisi, 7(3), 183-192.
Gruev, B. and Tomov, V., 1984. Fauna Bulgarica, 13,
Coleoptera, Chrysomelidae, Part I, Orsodacninae,
Zeugophorinae, Donaciinae, Criocerinae, Clytrinae,
Cryptocephalinae, Lamprosomatinae, Eumolpinae.
In Aedibus Academia Scientiarum Bulgarica, 220p.
Gruev, B. and Kasap, H., 1985. A List of Some Alticinae
from Turkey with Descriptions of Two New Species
(Coleoptera, Chrysomelidae). Dtsch. Ent. Z., N.F.,32
(1-3):59-73.
Gruev, B.A., 1992. Geographical of the Leaf Beetle
Subfamilies
Lamprosomatinae,
Eumolpinae,
Chrysomelinae, Alticinae, Hispinae and Cassidinae
(Coleoptera, Chrysomelidae) on the Balkan
Peninsula, Plovdiv Universty Press, p 510.
Gül-Zümreoğlu, S., 1972. İzmir Bölge Zirai Mücadele
Araştırma Enstitüsü Böcek ve Genel Zararlılar
Katoloğu, 1928-1969, I. Kısım. Türkiye Cumhuriyeti
ve Zirai Karantina Genel Müdürlüğü Yayınları,
Ankara, 48-52.
Gürsoy, O. V., 1989. Arthropod and Phytopathogen
Natural Enemies of Several Weeds in Turkey. Proc.
VII. Int. Symp. Biol. Contr. Weeds, 6-11 March
1988, Rome, İtaly.
İyriboz, Ş.N., 1935. Şekerpancarı Hastalıkları. Resimli Ay
Matbaası, İstanbul, 164s.
Jıanqıng, D., Weidong, F., Wu, Yun. and Reardon, R. C.,
1999. Insects Associated with Mile-A-Minute Weed
(Polygonum perfoliatum L.) in China : a Three-YearSurvey Report. Proceedings of the X International
Symposium on Biological Control of Weeds 4-14
July 1999, Montana State University, Bozeman
Montana, USA Neal R. Spencer [ed.]. pp. 225-231.
Karaat, Ş., Göven, M.A. ve Mart, C., 1986. Güneydoğu
Anadolu Bölgesinde Bazı Yabancı Otların Zararına
Yaşayan Böcek Türleri Üzerinde İlk İncelemeler.
Türkiye I. Biyolojik Mücadele Kongresi, 12-14
Şubat 1986, Adana, 186-194.
Kasap, H., 1987a. A List of Some Clytrinae (Col.:
Chrysomelidae) from Turkey (Part II) Clytra,
Smaragdina, Cheilotoma. Türk. entomol. derg., 11
(2) : 85-95.
Kasap, H., 1987b. A List of Some Clytrinae (Col.:
Chrysomelidae)
from Turkey Labidostomis,
Lachnea, Antipa, Coptocephala (Part I). Türk.
entomol. derg.,11 (1) : 41-52.
Kasap, H., 1988a. A List of Some Chrysomelinae (Col.:
Chrysomelidae) From Turkey. (Part II). Colaphellus,
Gastroidae, Phaedon, Prasocuris, Plagiodera,
Melasoma, Phytodecta, Phyllodecta, Timarcha,
Entomoscelis. Türk. entomol. derg., 12 (2) : 85-95.
Kasap, H., 1988b. A List of Some Chrysomelinae (Col.:
Chrysomelidae) From Turkey. (Part I). Leptinotarsa,
Crosita and Chrysomela (= Chrysolinae). Türk.
entomol. derg., 12 (1) : 23-31.
Kedici, R., Melan, K., Erçiş, A. ve Ural, H., 1994. Ankara
ve Çankırı İlleri Hububat Tarlalarındaki Önemli
Yabancı Otlarda Tespit Edilen Fitofag Böcekler ve
Bunların
Biyolojik
Mücadele
Yönünden
Değerlendirilmesi. Türkiye 3. Biyolojik Mücadele
Kongresi, 25-28 Ocak 1994, İzmir, 309-320.
Kısmalı, Ş., 1973. İzmir İli ve Çevresinde Kültür
Bitkilerinde Zarar Yapan Chrysomelinae ve
Halticinae
(Coleoptera,
Chrysomelidae)
Altfamilyalarına
Ait
Türler,
Tanınmaları,
Konukçuları, Yayılışlar ve Kısa Biyolojileri
Üzerinde Araştırmalar. E.Ü. Zir. Fak. Derg., 10(2):
341-378.
Kısmalı, Ş., 1989. Preliminary List of Chrysomelidae with
Notes on Distribution and İmportance of Species in
Turkey. I.Subfamily Hispinae Gemminger & Harold.
Türk. entomol. derg., 13(2) : 85-89.
Kısmalı, Ş. ve Madanlar, N., 1990. Chrysomelidae
(Coleoptera) Familyası Türlerinin Yabancı Otlarla
Biyolojik Mücadeledeki Rolü ve İzmir İlinde
Türlerin Durumu. Türkiye II. Biyolojik Mücadele
Kongresi Bildirileri, 26-29 Eylül, Ankara, 299-308.
Kısmalı, Ş. and Sassi, D., 1994. Preliminary List of
Chrysomelidae with Notes on Distribution and
İmportance of Species in Turkey. II. Subfamily
Cassidinae Spaeth. Türk. entomol. derg., 18(3) : 141156.
Lodos, N., 1971. Yabancı Otlarla Biyolojik Savaş ve
Yurdumuzda Tribulus terrestris L. (Demir dikeni,
pıtırak), Üzerinde Bulunan İki Faydalı Böcek Türü:
Microlarinus lareynii ve M. lypriformis (Coleoptera,
Curculionidae). E.Ü.Zir. Fak. Der., 8(2):55-74.
13
Tokat İlinde Bazı Yabancı Otlar Üzerinde Beslenen Yaprak Böcekleri (Coleoptera, Chrysomelidae)
Lopatin, I., 1977. Leaf- Beetles (Chrysomelidae) of
Middle Asia and Kazakhistan, Nauka, Leningrad,
268 p.
Medvedev, L. N., 1961. Obzor Palearktiçeskih Vidov
Roda Clytra Laich. (Col., Chrysomelidae). Entom.
Obozr., 40(3): 636-651.
Medvedev, L.N., 1970. A list of Chrysomelidae Collected
by Dr. W. Wittmer in Turkey (Coleoptera). Rev.
Suis. Zool., 77, 2(22): 309-319.
Önder, F. ve Karsavuran, Y., 1986. İzmir Çevresinde Çiriş
Otu (Asphodelus microcarpus Viv.)’ na Karşı
Uygulanacak Biyolojik Savaşta Capsodes infuscatus
Brul. (Heteroptera, Miridae)’ un Etkinliği Üzeride
Gözlemler. Türkiye I. Biyolojik Mücadele Kongresi
Bildirileri, 12-14 Şubat 1986, Adana, 270-279.
Rosenthal, S. S., Maddox, K. and Brunetti, K., 1984.
Biological Methods of Weed Control. Monography
No. 1, California Weed Conference, 88 p.
Tomov, V. and Gruev, B., 1975. Chrysomelidae
(Coleoptera) Collected by. K. M. Guichard in
Turkey, Greece and Yugoslavia. Univ. Plovdiv
“Paissi Hilendarski”, 13(4): 134-150.
Tuatay, N., Kalkadelen, A. ve Aysev, N., 1972. Nebat
Koruma Müzesi Katoloğu, 1961-1971. T.C. Tarım
Bakanlığı Zirai Mücadele ve Zirai Karantina Genel
Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 55-57.
14
Uygun, N., Koç, N.K., Uygur, N., Karaca, İ., Uygur, S. ve
Küsek, M., 1994. Doğu Akdeniz Bölgesi ÇayırMeralarındaki Yabancı Ot Türleri ve Doğal
Düşmanları Üzerinde Araştırmalar. Türkiye 3.
Biyolojik Mücadele Kongresi, 25-28 Ocak 1994,
İzmir, 321-330.
Vig, K., 1997. Leaf Beetle Collection of the Mátra
Museum,
Gyöngyös,
Hungary
(Coleoptera,
Chrysomelidae sensu lato). Folia Historico Naturalia
Musei Matraensis, 22:175-201.
Wilcox, J.A., 1954. Leaf Beetles of Ohio (Chrysomelidae:
Coleoptera). Bull. Ohi. Biol. Sor., 43, 8(3), 353-506.
Yıldırım, E. ve Özbek, H., 1992. Erzurum Şeker
Fabrikasına
Bağlı
Şeker
Pancarı
Üretim
Alanlarındaki Zararlı ve Yararlı Böcek Türleri.
Türkiye II. Entomoloji Kongresi, 28-31 Ocak 1992,
Adana, 621-635.
Zengin, H., 1997. Yabancı Otlarla Biyolojik Mücadele
Yöntemleri. Atatürk Üniv. Zir. Fak. Der., 28(3), 496514.
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2004, 21 (2), 101-110
Gediz Havzası Salihli Sağ Sahil Sulama Birliği Alanlarının Temel Toprak Sorunları
Mustafa Usul1
İlhami Bayramin2
Orhan Dengiz3
Yusuf Yiğini4
1
KHGM Ankara Toprak ve Gübre Araştırma Enstitüsü, Ankara
Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Toprak Bölümü, Ankara
3
KHGM Ankara Araştırma Enstitüsü, Ankara
4
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Toprak Bölümü, Çanakkale
2
Özet: Bu çalışma Gediz havzasındaki Manisa-Salihli sağ sahil sulama birliği alanında bulunan toprakların
önemli sorunlarının belirlenmesi ve yayılımlarını saptamak amacıyla yapılmıştır. Bu amaçla bölgede daha
önce yapılmış olan sayısal 1:5.000 ölçekli detaylı toprak haritası kullanılmıştır. Araştırma alanında yaygın
olarak % 85,4 ile Entisol ve % 14, 6 ilede Inceptisol ordoları bulunmaktadır. Analiz sonuçlarına göre, toprakların en önemli sorunları bor içeriklerindeki yüksek olması, tuzluluk, alkalilik ve drenajdır. Toplam alanın %
45,4 de bor problemi, % 61,2 de alkalilik ve tuzluluk sorunu varken %27,4’ünde kötü drenaj koşulları belirlenmiş ve yayılım alanları haritalanmıştır. Bu sorunların çözümüne yönelik önerilerde de bulunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Toprak haritası, bor, tuzluluk ve alkalilik
Basic Soil Problems of Irrigation Association’s Areas in Right Coast of Gediz
Basin-Salihli
Abstract: The aim of this research was carried out determination of soil problems of right side of the Gediz
Basin-Salihli. For this purpose, 1:5.000 scale digital basic soil map which was detaily prepared before was
used as material. Most part of the study area’s soil is Entisol (% 85,4) and rest of the it is Inceptisol (% 14,
6). According to labarotory results, It was determinated that the most important problems are high born
consantraction, salinity, alkalinity and drenage in study area. While % 45,4 of total area’s soil has born problem, % 61,2 of soils were effected by salinity and alkalinity. In addition that, It was found that 27,4 % of
study area has badly drenage. Futhermore, some necessary recommendations were given to solve these
problems in this study.
Key words: Soil map, born, salinity and alkalinity
1. Giriş
Bir toplumun ekonomik ve sosyal gelişimi,
doğal kaynaklarının zenginliğine ve bu kaynakların sürdürülebilir, etken ve bilinçli kullanılmasına bağlıdır. Bu doğal kaynakların en önemlilerinden birisi de topraktır. Toprak çeşitli süreçlerin etkisi altında çok uzun bir sürede oluşan dinamik ve kıt bir varlıktır. Bunu yapay
olarak artırmak mümkün olmadığı gibi doğal
oluşumunu da hızlandırmak imkansızdır. Bilindiği gibi toprak tarımsal üretimi artırmak için
birincil bir ortamdır. Bunun yerini uzun vadede
alabilecek bir ikamesi hemen hemen mevcut
değildir. Bundan dolayı bu üretim ortamını tanımak, muhafaza etmek ve zarar vermeden kalite ve karakteristiklerine uygun ürünlerin yetiştirilmesi, dengeli kullanılması ve planlanması
artan nüfusuın ihtiyaçlarını karşılamak için kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir.
Optimum bitki gelişimi için gereksinim
duyulan uygun toprak ortamının sağlanması
amacıyla, sulama ve drenaj beraberce yapılan
işlemlerdir. Dünyanın birçok bölgesinde bitkilerin uygun gelişimi için gerekli olan nem, yüzey
ve yeraltı sularından sağlanır.
Tuzlu ve sodyumlu toprakların orijinleri ile
ilgili Toprak Genesisi konusuna ait doğal nedenler dışında, sulama, tuzluluğu ve sodyumluluğu artırabilir. Artışın derecesi ise, sulama suyunun kimyasal bileşimi, miktarı ve toprak profilinden uzaklaştırılan drenaj suyu arasındaki
dengeye bağlıdır. Tuzluluk sorunu içermeyen
araziler, uygun olmayan su ve toprak yönetimleri nedeniyle, zamanla arzu edilmeyen düzeyde
tuz ve sodyum birikmesiyle verimsiz hale gelerek tarımda kullanılamayacak bir duruma dönüşebilirler (Sönmez ve ark., 1996).
Sulanan arazilerde tuz birikiminin başlıca
iki kaynağı vardır. Bunlardan birincisi sulama
suyu, diğeri ise yüksek taban suyudur. Sulamada kullanılan sular, içerdikleri tuzların cins ve
miktarına bağlı olarak çok değişik nitelikte olabilirler. Tuzlar, sulama sularında oransal olarak
daha düşük, ancak önemli miktarlarda bulunur-
Gediz Havzası Salihli Sağ Sahil Sulama Birliği Alanlarının Temel Toprak Sorunları
lar. Bu tuzların esas kaynağı ise kayaların ve
toprak zerrelerinin ayrışma ve parçalanma olaylarıdır. Bunlar içerisinde kireç, jips ve diğer
yavaş ayrışabilen toprak mineralleri vardır.
Bunlardan ayrışan tuzlar sularla arazilere taşınarak bitki kök bölgesinde birikirler. Çözünmüş
tuz konsantrasyonu 250 mg/l olan sulama suyu,
araziye yılda 100 mm uygulandığında, her yıl
hektara 2500 kg tuz taşınır. Eğer kök bölgesinden yağış veya yıkama ile uzaklaştırılamaz ise
toprakta tuzluluk sorunu zamanla kaçınılmaz
hale gelir (Sönmez ve ark., 1996)
Günümüzde dünyada birçok ülke, tuz etki
etmiş toprakların üretkenliğini artırmak ve
degredasyonu durdurmak amacıyla ulusal stratejiler geliştirmek için çaba sarfetmekte, fakat
alınan önlemler ne yazıkki her zaman sorunun
merkezine yönlendirilememektedir. Tuzlanma
ve alkalileşme halen arazi verimliliği üzerinde
büyük bir etkiye sahiptir ve artarak yaygınlaşmaktadır. Bununla beraber, tuz etki etmiş topraklarda, belirtilerden çok sebepler kontrol edilirse ve bu topraklarda uygun tarım ve yönetim
teknikleri uygulanırsa, üretimi sınırlandıran bir
çoğunun üstesinden gelinebilir (Munsuz ve ark.,
2001).
Toprak Sınıflandırması ve Fiziksel Arazi
Değerlendirilmesi yapılan Salihli Sağ Sahil Sulama Birliği alanının topraklarında karşılaşılan
toprak sorunları ve bunların birbirleri ile ilişkileri bu araştırmada ortaya koyulmaya çalışılmıştır.
2. Materyal ve Metot
Bu çalışma; 1/25000 ölçekli harita indeksinde İzmir-K20-c4, İzmir-K20-d3 ve İzmirK20-d4 paftaları içerisinde yer alan Manisa ili
Salihli ilçesinde Gediz ırmağının üzerindeki
Adala Regülâtöründen başlayıp, Çapaklı, Süleymaniye, Poyrazdamları ve Kemerdamlar
köylerinin güneyinden geçen sağ ana kanalının
güneyi; Karayahşi, Çayköy, Karapınar, Çavlı
köylerinin yine güneyinden geçen Gediz ırmağının kuzeyi; Marmara gölü ve bu gölün Gediz
ırmağına boşaltım kanalının doğusu ve Adala
Beldesinin batısı ile çevrili; 587106 ve 610943
doğu boylamları ile 4263293 ve 4275858 kuzey
enlemleri arasındaki toplam 10714,7 ha. alanda yürütülmüştür (Şekil 1) .
Şekil 1 Araştırma alanı yer buldur haritası
Usul ve Bayramin (2003) tarfından hazırlanmış olan sayısal 1:5.000 ölçekli detaylı toprak haritası materyal olarak kullanılmıştır (Şekil
2). Buna göre çalışma alanında 18 farklı toprak
serisi ve bunların pH, % tuz, bor konsantrasyonları, Değişebilir Sodyum Yüzdesi ve drenaj
fazları değerlendirmeye alınmıştır.
3. Bulgular ve Tartışma
Tamamı düz eğime (% 0-2) sahip, Gediz
ırmağının taşıdığı aluviyal depozitler üzerinde
oluşan ve sulu tarım yapılan çalışma alanı topraklarından horizon esasına, göre farklı serilerine ait toprak örneklerinde toprağın morfolojik
ve karakteristik özelliklerini belirleyici fiziksel
ve kimyasal analizleri Çizelge 3 de verilmiştir.
Salihli Sağ Sahil Sulama Birliği alanı toprakların Toprak Taksonomisine (Soil Survey
Staff,1999) göre en fazla Entisol ordosuna ait
topraklarla Inceptisol ordosuna ait topraklar yer
almaktadır. Toplam 18 adet seri bulunmaktadır
ve bu serilerden Kadı Mezarı serisi en küçük
alana sahip olup 185,0 ha (% 1,7) alan kaplamakta, Poyraz Ovası sersi ise toplam alanın %
11,3 (1207,7 ha ) ile en fazla alana sahiptir (Çizelge 1).
Çizelge 1. Araştırma alanıında bulunan toprak serilerinin alansal dağılımları ve sınıflandırmadaki yerleri
102
178,6
1,8
301,6
2,8
Çapaklı
249,2
2,3
Çayköy
516,0
4,8
Çavlı
475,6
4,4
Çökelek Tını
746,7
7,0
Dana Yolu
560,3
5,2
Çizelge 3 incelendiğinde bölge topraklarının en önemli sorunları yetersiz ve kötü drenaj
koşulları, tuz kapsamları, sodyum ve bor konsantrasyonlarıdır. Her bir serinin toprak özelliklerine bakıldığında; Adala serisi (profil No 17)
topraklarında baskın toprak tekstürü kumlu tındır. Profilde bulunan yüksek kum oranı nedeniyle hızlı hidrolik iletkenlik ve aşırı geçirgenlik göstermektedir. Toprak pH’sı profil boyunca
7,63-7,95 arasında değişerek hafif alkali sınıfa
girmektedir. Tuz miktarı bütün profil boyunca
% 0,076’nın altında olup tuzluluk problemi bulunmamaktadır. Değişebilir Sodyum Yüzdesi %
2,34-5,22 arasında değişmekte ve alt
horizonlara doğru bir miktar artış göstermektedir. Bor içeriği 0,64-1,84 ppm arasında değişerek orta borlu sınıfa girmekte ve yine alt
horizonlarda birikme üst horizonlardan daha
fazladır.
Bağırgan kili (profil No 6) serisi topraklarında baskın toprak tekstürü kil’dir. Toprak
pH’sı etkili kök bölgesi boyunca 7,61-7,81 arasında değişerek hafif alkali sınıfa girmektedir.
Tuz miktarı % 0,060- 0,089 arasında değişen
topraklar tuzsuzdur. Değişebilir Sodyum yüzdesi etkili kök derinliğinde % 0,88-2,49 arasında
değişerek kritik değerin altında kalmıştır. Bor
içeriği üst horizonlarda 0,01 ppm düzeyinde
iken 44-60 cm derinlikte birden 3,43 ppm seviyesine ulaşarak yüksek borlu seviyeye girmiştir.
Muhtemelen bu birikme horizondaki yüksek kil
içeriği ve kötü drenaj koşuları neden olmaktadır.
1007,2
Gediz
833,4
Kumu
Kadı
185,0
Mezarı
Karayahşi 1079,7
Ormanlık
243,4
Mevkii
Pazarköy
726,1
Poyraz
1207,7
Ovası
Tavuk
832,7
Çitliği
Yumurta
187,7
Tepe
Ordo
Alan
(ha)
Oran
(%)
58,9
9,8
Alan Oran
(ha) (%)
9,4
7, 8
1,7
10,1
2,3
6, 8
ENTISOL
1050
Seri Adı
Eldelek
14,6
Süleymaniye
Oran
(%)
26,5
3,1
Alan
(ha)
1562,4
333,8
Ordo
2849,4
Bağırgan Kili
Turtem
Çiftliği
Adala
Oran
(%)
INCEPTISOL
Alan
(ha)
ENTISOL
Seri Adı
6302,9
M.USUL, İ.BAYRAMİN, O.DENGİZ, Y.YİĞİNİ
11,3
7,7
1,8
Çapaklı serisi (profil No 14), Çavlı serisi
(profil No 10), Çayköy serisi (profil No 4), Çökelek Tını (profil No 7), Danayolu serisi (profil
No 8), Gediz Kumu serisi (profil No 18), Kadı
Mezarı serisi (profil No 15), Ormanlık Mevkii
serisi (profil No 13), Poyraz Ovası serisi (profil
No 2), Türtem Çiftliği serisi (profil No 12) ve
Yumurta Tepe serisi (profil No 16) topraklarında toprak pH’sı hafif alkali sınırları içersindedir. Tuz; Danayolu serisi topraklarında alt
horizonlara doğru artarak hafif tuzlu sınıfa girmektedir. Bu durum bu seri içerisinde yerleştirilmiş drenaj kanallarının kısmen tıkanmış olmasından ileri geldiği sanılmaktadır. Diğer toprak gruplarının tuz ve değişebilir sodyum yüzdesi de kritik değerlerin çok altındadır. Bor içeriği Çapaklı serisi topraklarının A horizonu,
Çökelek Tını serisinin C1 horizonu, Gediz Kumu serisinin C1 horizonu, Ormanlık Mevkii
serisinin Ap horizonu, Poyraz Ovası serisinin
Ap horizonu 1,21 -1,05- 1,83-1,31-1,14 ppm
ile orta borlu sınıfa girmektedir. Diğer
horizonlarda ise az borlu sınıf içersinde yer alır.
Eldelek serisi (profil No 9) topraklarının
pH’sı 7,50-8,50 arasında değişmekte, alt
horizonlara doğru inildikce pH hafif alkaliden
orta düzeyde alkali sınıfa ulaşmaktadır. Tuz A
horizonunda % 0,063 iken bu oran C1
horizonunda % 0,375 ile çok tuzlu sınıfa ulaşmaktadır. Değişebilir sodyum yüzdesi A
horizonunda % 1,1 iken C2 horizonunda %
12,52 ulaşmakta ve kritik sınır olan DSY 15
sınıra yaklaşmaktadır. Yine bor miktarı A
horizonunda 0,55 ppm iken C2 horizonunda
103
Gediz Havzası Salihli Sağ Sahil Sulama Birliği Alanlarının Temel Toprak Sorunları
5,84 ppm ile çok yüksek borlu sınıfa girmektedir. Toprak tekstürü ağır olmamasına (tınlı)
rağmen bu bitki gelişimini kısıtlayan etmenlerin
toprak profilinin alt horizonlarında birikmesi
yine sulama alanının tamamında olduğu gibi
drenaj kanalının sağlıklı bir şekilde çalışmadığını bize göstermektedir.
Karayahşi serisi (profil No 5) topraklarında
toprak pH’sı 8,27-8-70 arasında değişmekte ve
alt horizonlarda orta düzeyde alkali sınıfa ulaşmaktadır. Tuz miktarı hafif tuzlu, değişebilir
sodyum yüzdesi ise A horizonunda % 8,07 iken
alt horizonlarda % 19,06 değerine ulaşarak kritik sınır geçmektedir. Bor içeriği A horizonunda
6,1 ppm ve diğer horizonlarda ise 2-5,6 ppm
arasında değişerek çok yüksek borlu sınıfa
ulaşmaktadır. Bor miktarının muhtemelen bu
bölgede uygulanan sulama suyundan kaynaklandığı, yüsek sodyum miktarı ise yine diğer
serilerde olduğu gibi drenaj kanalından olduğu
sanılmaktadır.
Pazarköy serisi (profil No 1) topraklarının
pH değeri Ap horizonunda 8,22 iken bu değer
C3 horizonunda 9,21 değerine ulaşarak kuvvetli
alkali sınıfa girmektedir. Buna karşın değişebilir sodyum yüzdesi A horizonunda 16,59 iken
bu değer C3 horizonunda 52,90 değerine ulaşarak aşırı alkali değere ulaşmaktadır. Tuz değeri
yine A horizonunda % 0,160 iken bu değer de
C3 horizonunda % 0,510 değeri ile çok tuzlu
değere girmektedir. Bor içeriği horizonlar arasında düzensiz olarak 2,24 ppm ile 9,67 ppm
arasında değişmekte ve bu değerler ile çok yüksek borlu sınıfa ulaşmaktadır. Bu seri toplam
alan içerisinde kısıtlayıcı değerleri ile başattır.
Bu kısıtlayıcı değerler sulama şebekesinin kurulduğu aşamada seri topralarının bulunduğu
alanlardaki tuzluluk ve alkalilik durumlarının
ıslahının yapılmadan sulamaya başlanması ve
zamanla drenaj kanallarının tıkanarak tuzluluk
ve alkalilik problemlerinin yüksek değerlere
ulaşmasına neden olmuştur.
Süleymaniye serisi (profil No 11) ve Tavuk Çitliği serisi (profil No 3) topraklarının pH
değerleri Pazarköy serisinde olduğu gibi üst
horizonlardan alt horizonlara doğru artarak
kuvvetli alkali sınıfa ulaşmakta, değişebilir
sodyum yüzdeleri ise üst horizonlardan başlayarak artmış ve yüksek alkali sınıfına ulaşmıştır.
Tuz miktarı Süleymaniye serisinin alt
horizonlarında artarak orta tuzluluğa ulaşmıştır.
Tavuk Çitliği serisinde ise tuzluluk hafif tuzlu
sınıftadır. Bor içeriği Süleymaniye serisinde
yüksek borlu sınıfa girerken Tavuk çitliği serisinde bu oran çok yüksek borlu sınıfa girmiştir.
Yine burda da sorun drenajın yeterince sağlanamamasından ileri gelmektedir.
Çalışma alanının pH, tuz, Değişebilir Sodyum Yüzdesi (DSY) ve Bor içeriklerinin yayılım durumları Şekil 3,4,5,6 da verilmiştir.
Ayrıca çalışma alanı topraklarının sulandığı suyun ve drenaj suyunun genel durumu Çizelge 2 de verilmiştir. Çizelge 2’de de görüldüğü gibi sulama suyunun kalitesi T2A1 ile tahliyenin kalitesi ise T3A1 dir. Özellikle bor miktarının 1,25 ppm civarında olduğu gözlenmiştir.
Bu miktar yıllar itibarıyla topraklarda birikmenin sebebini ortaya koymaktadır. Tahliye kanalında borun 0,93 ppm olması sulama suyu kanallarından drenaj kanallarına alanın tamamında büyük kaçaklar olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca yine tahliye kanalında Sodyumun
7,25 me/l olması da ana tahliye kanalına şehir
kanalizasyonun karışmasından ileri gelmektedir.
Ana Kanal
7,33 0,558 1,16 0,26 2,22 2,57 6,21
Tahliye Kanalı 7,84 1,340 7,25 0,36 3,43 3,67 14,71
104
-
Tuz ve Alk. Sınıfı
SAR
BakiyeNaCO3 (me/l)
B (ppm)
SO4 (me/l)
Cl (me/l)
HCO3 (me/l)
CO3 (me/l)
Toplam Katyonlar
(me/l)
Mg (me/l)
Ca (me/l)
K (me/l)
Na (me/l)
EC (dS/m)
PH
Kanallar
Çizelge 2 Sulama suyu ve drenaj (Tahliye) suyu analiz sonuçları
3,55 0,80 1,85 1,25 - 0,74 T2A1
7,29 1,90 5,51 0,93 0,19 3,85 T3A1
M.USUL, İ.BAYRAMİN, O.DENGİZ, Y.YİĞİNİ
Şekil 2 Salihli Sağ Sahil Sulama Birliği Alanının Temel Toprak Haritası (Usul ve Bayramin, 2004)
105
Gediz Havzası Salihli Sağ Sahil Sulama Birliği Alanlarının Temel Toprak Sorunları
106
Derinlik
(cm)
Top. Tuz %
Çamurda
pH
Kireç %
O.M %
Kum
%
Silt
%
Kil
%
Bünye Sınıfı
Bor (ppm)
KDK meq/100
g
Değiş. Kat.
% Na
Değiş.Kat
%K
Değiş.Kat
% Ca
Değiş.Ka.
% Mg
1
1
1
1
2
2
2
2
2
2
3
3
3
3
3
3
4
4
4
5
5
5
5
5
5
6
6
6
6
6
6
6
Horizon
Profil No
Çizelge 3 Çalışma alanı topraklarının fiziksel ve kimyasal analiz sonuçları
Ap
C1
C2
C3
Ap
A2
C1
C2
C3
C4
Ap
A2
C1
C2
C3
C4
Ap
C1
C2
A1
A2
C1
C2
2C3
2C4
Ap
A2
Bw1
Bw2
C1
2C2
2C3
0-25
25-54
54-93
93+
0-26
26-41
41-60
60-75
75-125
125+
0-28
28-50
50-65
65-100
100-135
135+
0-26
26-63
63+
0-31
31-47
47-58
58-72
72-119
119+
0-20
20-44
44-60
60-79
79-104
104-124
124+
0.160
0.213
0.168
0.510
0.098
0.074
0.070
0.054
0.041
0,031
0.086
0.082
0.120
0.114
0.049
0.104
0.038
Eseri
Eseri
0.103
0.070
0.078
0.051
0.147
0.136
0.060
0.074
0.087
0.089
0.078
0.061
eseri
8.22
8.97
9.15
9.21
7.92
8.12
8.17
8.29
8.41
7,86
7.89
8.77
8.66
8.87
8.65
8.87
8.25
8.28
8.23
8.27
8.27
8.49
8.52
8.70
8.54
7.65
7.63
7.61
7.87
8.14
8.27
8.71
11.4
10.1
8.8
11.5
6.3
8.5
9.2
16.4
12.8
6,7
10.5
11.4
26.9
18.0
11.9
22.2
5.4
5.4
3.4
10.5
17.5
14.1
12.4
18.8
18.3
7.7
10.2
11.1
11.3
12.4
8.1
2.5
1.9
0.06
0.12
0.13
1.56
0.83
0.52
0.43
0.16
0,19
1.62
1.01
0.61
0.37
0.25
0.25
0.92
0.34
0.22
1.9
0.58
0.31
0.16
0.46
0.46
1.44
1.50
1.16
1.10
1.35
0.61
0.19
8.5
65.0
32.8
48.5
37,3
26,0
26,9
44,9
59,5
90,4
9,4
24,6
14,9
37,2
69,8
27,6
54,0
75,1
96,0
12,2
42,5
57,8
67,2
8,3
8,3
45,4
27,4
5,9
4,9
12,7
40,8
98,0
47,9
25,7
53.4
48,5
29,6
34,5
36,9
34,6
32,2
6,5
63,8
43,2
53,8
51,6
22,4
60,2
36,6
21,6
4,00
48,0
47,3
21,4
22,3
56,0
49,7
25,7
31,9
32,1
37,6
45,6
36,5
0,0
43,6
9,4
13,8
12,4
33,1
39,5
36,2
20,5
8,3
3,1
26,8
32,2
31,3
11,2
7,8
12,3
9,4
3,3
0,0
39,8
10,3
20,8
10,5
35,7
42,0
28,9
40,7
62,0
57,5
41,9
22,7
2,0
SiC
SL
SiL
L
CL
CL
CL
L
SL
S
SiL
CL
SiCL
SiL
SL
SiL
SL
LS
S
SiCL
L
SCL
SL
SiCL
SiC
SCL
C
C
C
SiC
L
S
2,24
9,67
6,42
7,66
1,14
0,09
0,29
0,46
0,81
0,76
0,19
2,04
3,29
4,43
2,17
3,16
0,01
0,06
0,11
6,1
2,33
2,53
5,59
3,28
2,04
0,01
0,01
3,43
0,11
0,11
0,8
0,62
25,50
15,19
13,54
15,27
23,90
27,92
24,68
17,26
13,61
8,17
23,84
23,78
27,78
17,22
13,57
16,54
13,96
11,05
7,24
28,57
28,21
16,54
15,82
35,06
33,12
29,56
30,60
37,80
37,70
35,25
25,71
10,99
16,59
47,95
40,94
52,90
1,79
1,25
1,58
1,74
3,02
3,46
1,58
10,02
21,79
31,93
17,70
31,09
2,26
1,84
2,93
8,07
8,16
14,10
11,05
19,06
16,35
0,88
1,40
1,28
2,49
5,30
7,43
4,17
7,76
5,14
4,39
3,47
8,84
5,03
7,42
8,99
8,97
10,59
4,29
8,26
6,70
8,27
6,62
7,88
3,49
2,65
1,95
6,70
4,06
5,57
3,94
3,94
4,14
2,96
4,22
3,27
2,47
1,68
1,46
0,82
57,23
36,24
33,84
29,38
56,54
53,81
51,45
49,83
45,79
60,93
60,06
34,87
21,60
21,69
38,79
29,10
63,34
62,07
62,13
40,61
20,71
24,38
28,84
16,92
22,02
40,74
48,78
46,30
40,74
28,17
24,01
46,82
19,30
7,26
7,72
10,14
24,26
30,73
40,26
37,34
33,11
21,91
33,79
33,24
31,07
33,60
22,76
26,08
26,95
24,47
27,15
41,16
63,23
56,31
56,71
46,56
42,18
36,61
33,65
48,34
50,34
46,70
58,17
39,81
M.USUL, İ.BAYRAMİN, O.DENGİZ, Y.YİĞİNİ
Profil No
Horizon
Derinlik
(cm)
Top. Tuz %
Çamurda
pH
Kireç %
O.M %
Kum
%
Silt
%
Kil
%
Bünye Sınıfı
Bor (ppm)
KDK meq/100
g
Değiş. Kat.
% Na
Değiş.Kat
%K
Değiş.Kat
% Ca
Değiş.Ka.
% Mg
Çizelge 3 (Devam)
7
7
7
8
8
8
8
8
8
8
9
9
9
9
9
10
10
10
11
11
11
11
11
12
12
12
12
12
12
13
13
13
13
Ap
C1
C2
Ap
A2
C1
2C2
2C3
2C4
2C5
A1
A2
C1
C2
C3
Ap
C1
C2
Ap
A2
Bw1
Bw2
C
Ap
A2
Bw
C1
C2
C3
Ap
C1
C2
C3
0-33
33-67
67+
0-25
25-44
44-63
63-87
87-112
112-150
150+
0-17
17-37
37-70
70-100
100+
0-20
20-48
48+
0-22
22-40
40-68
68-118
118+
0-30
30-52
52-71
71-88
88-97
97+
0-16
16-42
42-80
80+
0.060
0.066
eseri
0.070
0.068
0.060
0.100
0.089
0.127
0.136
0.063
0.192
0.375
0.150
0.052
0.080
0.070
0.065
0.076
0.086
0.165
0.350
0.330
0.056
0.042
0.106
Eseri
0.090
eseri
0.066
0.088
0.109
0.038
7.67
7.61
7.78
7.49
7.64
7.86
7.72
7.79
7.81
7.61
7.50
7.51
7.67
8.52
8.50
7.48
7.78
7.96
7.48
8.05
8.50
8.94
8.87
7.68
7.72
7.73
7.86
7.78
7.94
7.58
7.59
7.65
7.81
7.2
7.7
3.4
10.0
12.7
9.3
12.2
11.7
13.8
14.3
8.8
7.4
7.5
10.8
7.9
11.3
11.3
10.1
11.3
12.0
11.9
19.1
30.7
12.4
12.1
12.8
4.1
9.3
4.3
9.0
9.9
9.3
3.8
1.35
0.49
0.16
1.29
1.24
0.46
0.91
0.89
0.98
0.65
1.56
1.56
1.01
0.31
0.49
1.23
0.74
0.40
2.60
1.90
1.75
0.77
0.95
1.65
0.70
1.10
0.22
0.68
0.25
1.13
1.04
0.71
0.19
37,9
31,7
94,8
27,7
10,3
39,4
4,2
7,1
7,4
11,0
38,5
31,3
29,8
61,5
76,7
17,4
23,4
28,7
18,2
5,3
3,2
7,8
6,4
32,7
24,2
16,8
94,3
39,5
98,8
29,8
26,8
29,0
91,1
41,7
53,5
1,1
45,0
49,5
46,2
49,3
56,6
56,2
51,2
40,6
43,9
44,4
27,4
15,2
53,2
47,6
50,7
52,3
58,8
55,9
49,6
42,8
41,3
68,4
39,4
4,5
47,0
0,9
48,3
50,3
55,7
7,6
20,5
14,8
4,1
27,3
40,2
14,4
46,5
36,3
36,5
37,8
21,0
24,8
25,8
11,2
8,1
29,5
29,0
20,6
29,4
35,9
41,0
42,6
50,9
26,0
7,4
43,8
1,3
13,6
0,3
21,9
22,9
15,2
1,3
L
SiL
S
CL
SiC
L
SiC
SiCL
SiCL
SiCL
L
L
L
SL
SL
SiCL
CL
SiL
SiCL
SiCL
SiC
SiC
SiC
L
SiL
C
S
L
S
L
SiL
SiL
S
0,06
1,05
2,5
0,1
0,01
0,15
0,01
0,42
0,62
0,02
0,55
2,27
3,54
5,84
0,94
0,02
0,09
0,79
0,81
1,15
2,44
3,27
2,55
4,17
1,03
0,88
0,83
0,66
0,77
1,31
0,35
0,17
0,86
19,45
15,98
9,79
21,21
27,34
17,90
34,69
30,10
28,72
28,57
21,10
19,55
19,55
15,82
9,74
21,53
22,23
19,50
25,91
33,12
34,51
36,32
33,94
21,47
15,90
35,71
15,70
21,68
7,22
19,18
19,82
18,49
9,11
1,01
1,18
1,31
0,86
1,01
0,78
1,23
1,51
1,52
1,34
1,10
1,48
7,28
12,52
9,83
0,95
1,00
2,17
0,65
6,18
17,63
26,25
25,15
2,34
3,09
2,72
2,11
2,26
3,34
1,29
2,11
2,64
3,32
5,86
2,43
2,48
5,05
3,85
2,09
2,21
1,93
2,02
1,75
10,49
9,42
6,89
4,80
4,44
5,50
3,62
4,09
7,49
11,16
16,23
19,44
19,56
7,22
2,02
2,31
0,74
1,48
1,25
4,86
3,98
1,68
1,55
52,16
48,98
74,97
59,69
59,05
57,21
46,58
42,57
46,08
44,04
56,14
62,09
52,42
33,43
52,56
64,29
49,81
41,72
57,89
34,82
27,06
12,48
16,27
45,31
46,25
49,89
28,71
46,33
61,99
63,34
72,16
50,56
59,08
28,45
40,47
16,66
33,03
34,83
39,34
39,91
50,81
50,57
50,36
31,00
23,81
28,53
36,37
29,98
29,11
45,47
48,25
34,77
40,35
39,76
41,27
39,55
34,03
45,69
45,11
54,76
48,99
25,92
23,17
20,05
29,08
28,46
107
Gediz Havzası Salihli Sağ Sahil Sulama Birliği Alanlarının Temel Toprak Sorunları
108
Kireç %
O.M %
Kum
%
Silt
%
Kil
%
Bünye Sınıfı
Bor (ppm)
KDK meq/100
g
Değiş. Kat.
% Na
Değiş.Kat
%K
Değiş.Kat
% Ca
Değiş.Ka.
% Mg
Derinlik
(cm)
0-25
25-80
80+
0-20
20-41
41-65
65+
0-26
26-71
71-97
97-136
136+
0-21
21-46
46-88
88+
0-23
23-54
54+
Çamurda
pH
Ap
C1
C2
Ap
C1
C2
C3
Ap
C1
C2
C3
C4
Ap
C1
C2
C3
Ap
C1
C2
Top. Tuz %
14
14
14
15
15
15
15
16
16
16
16
16
17
17
17
17
18
18
18
Horizon
Profil No
Çizelge 3 (Devam)
0.061
0.053
0.056
Eseri
Eseri
Eseri
Eseri
0.139
0.058
0.078
0.060
0.060
0.037
Eseri
0.034
0.047
Eseri
Eseri
Eseri
7.60
7.70
7.48
7.48
7.57
7.54
7.60
7.53
7.81
7.77
7.72
7.68
7.63
7.63
7.69
7.95
7.48
7.82
7.87
7.7
10.1
10.9
5.8
7.2
8.3
4.7
10.9
11.9
13.2
7.8
8.3
9.6
9.2
10.4
8.6
2.7
4.0
2.9
1.07
0.86
0.46
0.92
0.52
0.55
0.43
1.47
0.68
0.58
0.57
0.52
0.95
0.58
0.55
0.71
0.83
0.16
0.01
39,9
28,9
49,9
60,2
70,7
74,2
93,9
11,1
14,8
11,0
42,2
35,9
61,1
86,2
76,2
60,6
91,7
99,8
99,8
38,3
37,8
28,0
32,5
24,9
19,5
6,1
66,7
68,0
57,7
44,3
48,6
24,5
10,3
17,6
30,6
7,2
0,2
0,2
21,8
33,5
22,9
7,4
4,3
6,4
0,0
22,2
17,2
31,3
13,5
15,5
14,5
3,6
6,2
8,9
1,1
0,0
0,0
L
CL
SCL
SL
SL
SL
S
SiL
SiL
SiCL
L
L
SL
LS
LS
SL
S
S
S
1,21
0,52
0,58
0,67
0,41
0,55
0,88
0,37
0,75
0,54
0,51
0,4
0,64
0,34
0,65
1,84
0,8
1,83
0,9
20,46
24,61
22,70
10,44
11,05
9,76
9,11
21,74
19,13
24,48
17,81
18,49
15,27
12,63
12,72
15,23
9,11
5,64
6,28
1,36
1,66
1,63
2,24
2,11
2,90
2,76
1,67
3,60
2,60
2,47
2,12
2,34
2,48
3,69
5,22
1,88
3,38
3,04
6,96
4,93
2,55
5,63
4,02
3,25
2,65
6,98
5,90
4,61
4,46
4,31
5,87
3,32
3,32
2,93
4,47
4,71
5,04
54,77
58,83
56,24
67,60
66,22
67,05
60,64
54,60
57,02
51,52
53,64
57,09
62,30
61,42
59,89
46,48
66,89
66,27
63,53
35,69
33,20
38,46
20,38
28,20
22,05
26,07
32,12
33,72
41,83
35,73
36,40
26,35
27,87
28,70
44,85
26,28
19,42
21,28
M.USUL, İ.BAYRAMİN, O.DENGİZ, Y.YİĞİNİ
Şekil 3 Çalışma alanı drenaj sınıfı dağılım haritası
Şekil 5 Çalışma alanı tuzlulukj sınıfı dağılım haritası
Şekil 4. Çalışma alanı bor sınıfı dağılım haritası
Şekil 6 Çalışma alanı alkalilik sınıfı dağılım haritası
109
Gediz Havzası Salihli Sağ Sahil Sulama Birliği Alanlarının Temel Toprak Sorunları
4. Sonuç ve Öneriler
 10714,7 ha. alanın tamamı Salihli Sağ Sahil Sulama Birliği tarafından sulanmaktadır. Sulama karık usulü ve salma sulama
sistemi şeklinde yapılmaktadır. Bu alanının
3683,5 ha (% 35, 2) kısmında Alkalilik,
2778,3 ha (% 26) kısmında Tuzluluk, 2941
ha (% 27,4) alanda kötü drenaj ve 4869,3
ha (% 45,4) alanda ise yüksek Bor problemi mevcuttur.
 Tamamen veya kısmen dolmuş olan drenaj
kanallarının bir an önce temizlenmesi gerekmektedir,
böylece
özellikle
alt
horizonlarda biriken tuzların yıkanması
sağlanacaktır.
 Pazarköy serisinde görülen bitkisel üretim
için aşırı toprak sınırlayıcı faktörlerin giderilmesi amacıyla, seri içerisinde ve etrafında bulunan drenaj kanallarının taban suyu
seviyesinin altında olacak şekilde derinleştirilerek bu alanlarda yeni bir ıslah planlaması yapılıp seriyi oluşturan toprakların
yeniden üretken hale getirilmesi sağlanmalıdır. Ayrıca diğer sorunlu toprak serilerinKaynaklar
Çağlar,K .Ö. 1949. Toprak Bilgisi.A.Ü.Zir. Fak. Yayını
No.10.Ankara.
Doğan, O., Denli, Ö. 1999. Türkiye’nin yağış-kuraklıkerozyon
indisleri
ve
kurak
dönemleri.
KHGM.Ankara Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü.Genel Yayın No : 215, Teknik Yayın No 60. Ankara.
IWMI and General Directorate Of Rural servıces; Turkey:
2000. Irrigation in basin context: The Gediz study.
olombo.
Sri
Lanka:
International
Water
Manegement Institute (IWMI) xvii, 124p.
Köyişleri Bakanlığı, 1971. Gediz ovası toprakları.
Topraksu Genel Müdürlüğü, Yayın No: 220, Raporlar
Serisi: 8.Güven Matbaası, Ankara.
Munsuz, N., Çaycı, G., Ok Sözüdoğru, S. 2001. Toprak
Islahı ve Düzenleyiciler. Ankara Üniversitesi Ziraat
Fakültesi Yayın No : 1518, Yardımcı Ders Kitabı
:471. Ankara Üniversitesi Basımevi. Ankara.
Olsen, S.R.,Cole,C.V., Watanebe, F.S., Dean, L.A. 1954.
Estimation of available phosphorus in soil by
extraction with sodium bicarbonate. USDA Circular
No.939 Washington DC.
Soil Survey Staff. 1993. Soil Survey Manual,
USDA.Handbook No:18 Washington D.C.
Soil Survey Staff. 1999. Soil Taxonomy. A Basic of Soil
Classification for Making and Interpreting Soil
Survey. USDA Handbook No: 436, Washington D.C.
110



de de etkin bir ıslah çalışması uygulanmalıdır.
Araştırma alanında dağılım gösteren serilerin topraklarındaki bor miktarının yoğun
olmasının sulama suyundan olduğu düşünülmektedir. Ana sulama barajı etrafındaki
kaplıca sularının baraja katılımı önlenmeli,
ayrıca artezyen sulaması yapılan alanlarda
sulama suyu kalitesinin tespit edilmesi gerekmektedir.
Çalışma alanının büyük bir kısmı olan
5257,4 ha da yetersiz drenaj bulunmaktadır. Bu alanlarda gerekli tedbirler alınmadığı taktirde, ileride mevcut 2941 ha olan
kötü drenaj koşulları taşıyan topraklara dahil olacaklardır.
Mevcut su yönetimi gözden geçirilerek
bitki gelişimini kısıtlayacak unsurların birikimini sağlayacak su yönetiminden kaçılarak etkin bir su yönetimi uygulanmalı,
bitki çeşitlerine göre su uygulamaları hesaplanarak sulama zamanı ve miktarını belirlemede teknolojik imkanlardan yararlanılmalıdır.
Sönmez, B., Ağar, A., Bahçeci, İ., Mavi, A., Yarpuzlu,
A. 1996. Türkiye çoraklık ıslahı rehberi. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü APK Daire Başkanlığı
Yayın No: 93, Rehber No: 12. Ankara.
Sönmez, B. 2003. Türkiye Çoraklık Kontrol Rehberi. 2.
baskı. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Toprak ve Gübre Araştırma
Enstitüsü Müdürlüğü Teknik Yayın No 33. 53-57 s.
Ankara.
Tarım Bakanlığı, 1960. Salihli – Manisa Ovası arazi
tasnif raporu. Topraksu Umum Müdürlüğü Toprak
ve Gübre Araştırma Enstitüsü. Toprak Etüt Raporu
No: 3.Ankara.
Tüzüner A. 1990. Toprak ve su analiz laboratuarları el
kitabı.Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı, Köy
Hizmetleri Genel Müdürlüğü Yayınları. Ankara.
Uzunoğlu, S. 1992. Toprak bünyesi ve analiz metotları.
Toprak ve Gübre Araştırma Enstitüsü.Yayın
No.184.
Usul, M., Bayramin, İ. 2004. Physical land evaluation
of Salihli right coast irrigation area. Soil Science
Society of Turkey, International Soil Congress
(ISC) on “Natural Resource Management for
Sustainable Development”. Page: 89.
Türkiye’de Süt Üretiminde İç Ticaret Hadleri ve Risk Analizleri
Türkiye’de Süt Üretiminde İç Ticaret Hadleri ve Risk Analizleri
Meral Uzunöz
Yaşar Akçay
Kemal Esengün
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Bu çalışmada; iç ticaret hadlerinin 1984-2001 döneminde tarım (özellikle hayvansal ürünler ve süt) ve
sanayi sektörlerinden hangisi lehine geliştiğini saptamak ve incelenen hayvancılık sektöründe önemli bir yere
sahip olan süt ürününde verim, fiyat ve brüt gelirlerinin seyirleri, dalgalanma dereceleri ve brüt gelirlerde
yıldan yıla görülen istikrarsızlığın hangi oranlarda verim ve fiyat bileşenlerindeki dalgalanmalardan
kaynaklandığını belirlemek amaçlanmıştır.
İç ticaret hadleri; net değişim ve gelir ticaret hadleri olmak üzere iki şekilde hesaplanmıştır. Verim, fiyat
ve brüt gelirdeki dalgalanmaların dereceleri, değişim ve tesadüfi değişim katsayılarının hesaplanması ile
ortaya konulmuştur. Serilere uygun trend modeli olarak üssel model kullanılmıştır.
Baz olarak 1987 yılı dikkate alındığında net değişim ticaret hadleri 1985-1990 döneminde süt
üreticisinin aleyhine ve 1990-1993 döneminde süt üreticisi lehine bir seyir izlemiştir. 1994 yılı krizi
nedeniyle düşüşe geçen iç ticaret hadleri 1998 yılında yeniden oldukça yüksek bir değere ulaşmıştır. Ancak
1999 yılı itibariyle tekrar düşüşe geçmiş ve şubat krizinin de etkisiyle 2001 yılında %95,28’e gerilemiştir.
Ayrıca incelenen dönemde gelir ticaret hadlerinde yıllık ortalama artış hızı pozitiftir.
Sonuçta, çiftçilerin gelirlerinde meydana gelen dalgalanmaların büyük oranda fiyat dalgalanmalarından
kaynaklandığı belirlenmiştir. Hayvan başına süt veriminin azlığı, kesif yem fiyatlarının yüksekliği hayvan
beslemede meraların ve kaba yemlerin yeterince kullanılmaması vb. faktörler süt maliyetlerini
yükseltmektedir. Süte uygulanan teşvik primi uygulamalarının yeniden düzenlenmesi ve ödemelerinin
düzenli olarak yapılmasının, süt üretimini artıracağı ifade edilebilir. Bunun için de ürün ve girdi fiyatları
arasındaki dengeyi koruyabilecek politikaların etkin bir şekilde uygulanmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: İç Ticaret Hadleri, Süt Üretimi, Risk Analizi
Internal Terms of Trade for Milk Production in Turkey and Risk Analyses
Abstract: This study aimed to determine which of the two sectors, agriculture (especially animal products
and milk) or industry improved internal terms os trade during the period of 1984-2001 and at what levels the
milk productivity which has an important role in the stockbreeding sector which was studied, the course of
price and gross incomes, fluctuating degrees, and inconsistency experienced in gross incomes year by year
are affected by the fluctuations in the productivity and price components .
Internal terms of trade were computed using two ways: net barter and income terms of trade. The levels
of fluctuations in productivity and gross incomes were determined by computing the coefficients of variation
and random variation. Exponential model was used as an appropriate trend model for the series.
Taking 1987 into consideration as the base year, the net barter and income terms of trade were not
favourable for milk producers during the 1985-1990 period but favourable during the 1990-1993 period.
Internal terms of trade which decreased due to the 1994 crisis reached a very high point again in 1998.
However, it declined again in 1999 and in 2001 it receded to 95.28 % under the influence of the February
crisis. In addition, the annual average increase rate was positive in income terms of trade in 1984-2001.
In conclusion, it was determined that the fluctuations occuring in the income of the farmers were mainly
due to the floats in prices. Milk production cost increases because of the factors such as insufficient milk
production per animal, high prices of thick feed, insufficient use of pastures and coarse food. It can be said
that rearranging of regulations of financial incentives for milk producers and regular milk Premium payments
will increase milk production. To that end, effective implementation of policies which will maintain the
balance between product prices and input prices is needed.
Key words: Internal Terms of Trade, Milk Proıduction, Risk Analysis
1. Giriş
Tarım sektörü Cumhuriyetin kuruluşundan
itibaren Türkiye ekonomisinin gelişmesinde
nüfus, istihdam, beslenme, hammadde temini,
GSMH ve dışsatıma katkısı nedeniyle önemli
bir
rol
oynamış
olup,
halen
ülke
ekonomisindeki önemi devam etmektedir.
46
Tarımın 2003 yılı itibariyle GSMH’daki payı
%11,8, toplam ihracattaki doğrudan payı %5,6;
ithalattaki payı ise %3,1’dir. Ancak tarıma
dayalı sanayilerin ihracatı da eklendiğinde bu
oran %48,0’e kadar çıkmaktadır (Anonim,
2003a). Tarım sektöründe istihdam edilenlerin
toplam istihdama oranı %35,9’dur. Tarımın
Türkiye’de Süt Üretiminde İç Ticaret Hadleri ve Risk Analizleri
GSMH ve toplam ihracat içindeki payı oransal
olarak azalırken, tarımdaki aktif nüfus ve
istihdamın yüksek düzeyde olması ve beslenme
ile doğrudan ilişkisi nedeniyle tarım, stratejik
önemini korumaktadır.
Hayvancılık sektörü; Türkiye’de ulusal
beslenmenin yanında ihracatın artırılması,
sanayiye hammadde sağlanması, bölgeler ve
sektörler arası dengeli kalkınmanın istikrar
içinde başarılması, kırsal alanda gizli işsizliğin
önlenmesi ve sanayi ve hizmetler sektörlerinde
yeni istihdam alanlarının yaratılması vb. gibi
önemli birçok sosyo-ekonomik fonksiyonlar
üstlenmiştir (Kutlu ve ark, 2003).
Tarım
sektörü
içinde
hayvancılık
faaliyetinin yeri, sanayileşmiş ve aynı zamanda
tarımda ileri olan ülkelere göre oldukça geridir.
Tarımsal üretimde hayvancılığın payı su
ürünleri
ve
ormancılık
hariç
%23
seviyesindedir. Türkiye doğal kaynaklar ve
ekolojik şartlar itibariyle süt hayvancılığına
elverişlidir. Ancak planlı dönemin başladığı
yıllardan itibaren hayvancılık sektörü bitkisel
üretim kadar teşvik edilmediği için gerektiği
hızda büyüyememiştir.
Tarım sektöründen tarım dışı sektörlere
kaynak aktarımının en önemli yolu tarımsal
kazançların vergilendirilmesidir. Ancak tarımda
etkin
bir
vergilendirme
yoluna
da
gidilmemektedir. Bununla birlikte iç ticaret
hadlerini tarım aleyhine çevirerek, vergi
etkisindeki bir fiyat politikası ile tarımı
vergileme imkanı bulunmaktadır. Ancak ticaret
sektörünün sanayi sektöründen daha güçlü
olduğu az gelişmiş ülkelerde iç ticaret
hadlerinin tarım aleyhine gelişmesi sonucu
yaratılacak kaynaklardan tüccar ve aracı
kesimin daha
çok yararlandığı
ifade
edilmektedir. Bu durumda yatırım, istihdam ve
üretimin artmaması olağan bir hal almaktadır.
İç ticaret hadlerinin tarım veya sanayi
lehine dönmesinin ülke ekonomisinin gelişme
yönü ve derecesi üzerinde önemli bir etkiye
sahip olduğu ifade edilebilir.
Ayrıca tarımın doğal karakteristiğinden
kaynaklanan
yüksek
verim
ve
fiyat
dalgalanmaları, tarımsal gelirde önemli ölçüde
istikrarsızlıklara sebep olmakta ve oluşan
dalgalanmaların şiddeti tarım üreticisinin en
önemli belirsizlik kaynağını teşkil etmekte,
üretici geleceğe yönelik yatırım ve kararlarda
risk ve belirsizlik ile karşı karşıya kalmaktadır
(Akçay ve ark., 2000).
40
Çalışmanın temel amacı; iç ticaret
hadlerinin uzun dönem içinde (1984-2001)
tarım (özellikle hayvansal ürünler ve süt) ve
sanayi sektörlerinden hangisi lehine geliştiğini
saptamak ve elde edilen sonuca göre, iç ticaret
hadlerinin tarımdan sanayiye kaynak aktarıcı
bir araç olarak kullanılıp kullanılmadığını tespit
etmek, incelenen hayvancılık sektöründe
önemli bir yere sahip olan süt ürününde verim,
fiyat ve brüt gelirin uzun dönem (1984-2001)
içindeki seyirleri, dalgalanma dereceleri ve brüt
gelirlerde yıldan yıla görülen istikrarsızlığın
hangi oranlarda verim ve fiyat bileşenlerindeki
dalgalanmalardan kaynaklandığını belirlemektir
2. Materyal ve Yöntem
Çalışma 1984-2001 dönemini kapsamakta
ve 18 yıllık verilerin değerlendirilmesini ele
almaktadır. Çalışmanın ana materyalini bu
dönemdeki veriler oluşturmaktadır. Veriler
DİE’den elde edilmiştir.
Çalışmada iç ticaret hadleri; net değişim ve
gelir ticaret hadleri olmak üzere iki şekilde
hesaplanmış ve yorumlanmıştır.
2.1. İç Ticaret Hadleri
Bağımsız çiftçiliğin ve küçük-orta ölçekli
üreticiliğin yaygın olduğu bir tarımsal yapıda,
çiftçinin eline geçen fiyatlarla, çiftçinin sanayi
kesimine ödediği fiyatlar arasında oluşan
makasın hareketleri, sanayi sermayesi ile çiftçi
arasındaki bölüşüm ilişkilerinin seyrini belirler.
Bu makas “iç ticaret hadleri” olarak
tanımlanmaktadır (Tanör ve ark., 1995) ve
sektörler arasındaki kaynak transferini ve
sektörlerin enflasyonist gelişmeden nasıl
etkilendiğini belirlemenin en iyi yolu iç ticaret
hadleridir (Mazgirt ve Uysal, 1996). Tarımın
ticaret
hadlerinin
bozulması,
bölüşüm
ilişkilerinin çiftçi aleyhine, sanayi sermayesi
(ya da sanayi ürünlerini pazarlayan ticaret
sermayesi) lehine döndüğü anlamına gelir.
2.1.1. Net Değişim Ticaret Hadleri
Çiftçinin yetiştirerek piyasaya arz ettiği
ürünler karşılığında eline geçen fiyatlar
indeksinin, çiftçinin kendi tüketim ihtiyaçları
veya tekrar üretimde bulunabilmek için satın
aldığı girdilere ödediği fiyatlar indeksine
oranıdır ve şu şekilde formüle edilir (Kip,
1981).
N= Pt / Ps
Türkiye’de Süt Üretiminde İç Ticaret Hadleri ve Risk Analizleri
N= Net değişim ticaret hadleri, Pt=
Çiftçinin eline geçen fiyatlar indeksi, Ps=
Çiftçinin
ödediği
fiyatlar
indeksi’ni
tanımlamaktadır.
Net değişim ticaret hadlerinin, tarım
sektöründeki ekonomik refah değişmelerinin
göstermek bakımından bazı eksiklikleri
bulunmaktadır. Birincisi, tarım ve sanayi
sektörleri arasındaki ticaret hacminde ortaya
çıkan değişmeleri kapsamaz. Net değişim
ticaret hadlerindeki bir yükselme reel tarımsal
gelirin kesin olarak arttığı anlamına gelmez.
Örneğin; tarımsal ürünlerin ticaret hadlerindeki
yükselme, tarım ürünleri satışının büyük ölçüde
daralması pahasına gerçekleşmişse, bu durumda
tarım sektörü belki de öncekine göre daha
düşük bir refah düzeyine inmiş olacaktır
(Çolakoğlu, 1986). İkincisi, bu tanım verimlilik
değişmelerini de yansıtmaktadır. Eğer ticaret
hadlerindeki düşmenin nedeni, örneğin tarım
kesiminde daha ileri tekniklerin uygulanışı
sonucu çiftçinin eline geçen fiyatlardaki düşme
ise, ya da sanayi kesiminde ileri teknik
kullanımı sonucu çiftçinin ödediği fiyatlardaki
düşme ise, bu, ülkenin bir refah kaybına
uğradığı anlamına gelmeyebilir (Kip, 1981).
2.1.2. Gelir Ticaret Hadleri
Fiyat değişmeleri sonucunda, tarım
kesiminin elde ettiği toplam kazanç veya
toplam kayıplar, sattığı ürün hacmine bağlıdır.
Gelir ticaret hadleri, tarım kesiminin sattığı
ürünler hacim indeksinin çarpımı yoluyla elde
edilir.
I= Pt / Ps *Qt
I= Gelir ticaret hadleri, Qt= Tarım kesiminin
sattığı ürünler hacim indeksi, Pt= Çiftçinin eline
geçen fiyatlar indeksi, Ps= Çiftçinin ödediği
fiyatlar indeksi’ni tanımlamaktadır.
Gelir ticaret hadleri, tarım kesiminin sattığı
mallara dayanan satın alma kapasitesindeki
değişmeleri gösterir. O yüzden bu tanımlamaya
“satın alma gücü indeksi” de denilebilir. Gelir
ticaret hadlerindeki bir değişme, net değişim
ticaret hadleri ve/veya tarım kesimini sattığı
mal hacmi gibi iki etkene bağlı olarak ortaya
çıkar. Bu etmenlerden birisindeki düşüşe
rağmen diğerinde daha yüksek bir artış olması,
ticaret hadlerinin yükselmesi sonucunu doğurur
(Kip, 1981).
Çalışmada kullanılan toptan eşya fiyatları
indeks sayıları DİE tarafından düzenlenip
yayınlanan tarım, sanayi ve hayvansal ürünler
46
indeks sayılarından oluşmaktadır. Kullanılan
indeks sayılarında 1987=100 esasına göre
hesaplamalar yapılmıştır. Burada tarım ürünleri
(genel) ve hayvansal ürünler karşısındaki iç
ticaret hadleri söz konusu olduğu için çalışmada
imalat sanayi genel indeksi kullanılması yoluna
gidilmiştir.
Sanayi indeks sayılarının alt bölümlerinde
yer alan sanayi ürünlerinin bir kısmı tarım
kesimi ile değişime konu olmayan mallar olsa
da çiftçinin satın aldığı mallara ödediği fiyatları
yansıtan bir indeksin hesaplamasındaki güçlük
karşısında kullanımı daha uygun görülmektedir.
Türkiye’de üretilen sütün 1984-2001
yıllarına ait üretim miktarları ve çiftçinin eline
geçen fiyatlarla ilgili veriler kullanılmıştır.
Fiyat serisinde “Çiftçi Eline Geçen Fiyatlar “
Toptan Eşya Fiyat Endeksi (TEFE) (1987=100)
kullanılarak deflate edilmiştir.
2.2. Risk Analizleri
2.2.1. Değişim Ölçüleri
İncelenen üründe, verim, fiyat ve brüt gelir
serilerinin mutlak değişim ölçüsü olarak bu
serilerin “standart sapmaları”, nispi değişim
ölçüsü olarak da standart sapmalar ve seri
ortalamaları yardımıyla hesaplanan değişim
katsayıları kullanılmaktadır. Mutlak değişim
ölçüsü olan standart sapma hesap edildiği
serinin ortalama etrafındaki dağılışını gösterir.
Standart sapma ne kadar büyükse dağılma o
oranda fazladır, kuvvetlidir denilebilir. Ancak
standart sapma, birimlerin büyüklüğüne de
bağlıdır.
Büyük birimlerden oluşan bir seride
dağılma şiddetli olmasa bile standart sapma
büyük çıkar. Bu durumda, incelenen ürünlerin
farklı değerlere sahip olan verim, fiyat ve brüt
gelir
serilerinin
dağılmalarının
karşılaştırılmasında standart sapma iyi bir ölçü
olmamaktadır. İncelenen üründe verim, fiyat ve
brüt gelir serilerinin mutlak değişimleri için bir
ölçü olmakla beraber, nispi değişimleri
hakkında bir fikir vermemektedir.
Verim, fiyat ve brüt gelir değişimleri
arasında mukayeseler yapabilmek için bir
oransal değişim ölçüsü olan “değişim katsayısı”
kullanılmaktadır. Değişim katsayısı formülle;
DK= S / x*100 şeklinde ifade edilebilir.
Burada “S” herhangi bir serinin standart
sapmasını, x ise aynı serinin aritmetik
ortalamasını göstermektedir.
Türkiye’de Süt Üretiminde İç Ticaret Hadleri ve Risk Analizleri
2.2.2. Tesadüfi Değişim Ölçüleri
Herhangi bir olayın belirli bir yıldaki
tesadüfi bileşen kıymetini tahmin etmek
mümkün değilse de bu tesadüfi bileşene ait
dağılımın parametrelerini (ortalama, varyans ve
standart sapma gibi) tahmin etmek mümkündür.
Zaman serilerinde tesadüfi bileşen sistematik
bileşen etrafında birtakım dalgalanmalar (yani,
beklenen değerler dışındaki sapmalar) şeklinde
görüldüğüne göre, tesadüfi bileşeni tahmin
edebilmek için önce sistematik bileşenin tespit
edilmesi gerekmektedir. Zaman serilerinin de
sistematik bileşeni (ve dolayısıyla bu
bileşenden sapmaları) ampirik olarak tayin
edebilmek için bazı alternatif yaklaşımlar
bulunmaktadır.
Çoğunlukla bilinen bir teknik trendlerden
sapma yöntemidir. Bu yöntemde, zaman
serisine ait sistematik bileşeni uygun bir trend
çizgisi ile ortaya çıkararak, bu trend etrafındaki
dalgalanmaların tesadüfi bileşeni temsil ettiğini
kabul etmektir. İkinci yöntem olarak, sistematik
bileşenin her yıl bir önceki yılla aynı olduğunu
kabul etmektir. Bu durumda tesadüfi bileşen,
eldeki verilerin birinci derece farkları
olmaktadır. Üçüncü yöntemde, sistematik
bileşen uygun bir hareketli ortalama ile tespit
edilmekte ve bu hareketli ortalamadan sapmalar
ise tesadüfi bileşen olarak kabul edilmektedir
(Kip, 1975).
Bu çalışmada “trendlerden sapmalar
yöntemi” kullanılmıştır. Bu yöntemde, zaman
serilerinin sistematik bileşeninin (teknoloji,
genel fiyat düzeyi, vs. ) doğrusal, polinomial
veya diğer şekillerde bir matematiksel
fonksiyonla temsil edilebileceği varsayılmakta
ve serilerdeki bileşeni ayrıldıktan sonra
tesadüfi bileşen ortaya çıkarılmaktadır. Verim,
fiyat ve gelir serilerinin tesadüfi değişim
ölçülerinin hesaplanabilmesi için bu serilere ait
tesadüfi
bileşenlerin
tahmin
edilmesi
gerekmektedir. Gerçek serilere ait değerler ile
trend değerleri arasındaki farkların (trenden
sapmalar) tesadüfi bileşeni vereceği varsayımı
altında; serilere ilişkin trend denklemleri üssel
olarak tahmin edilmiştir.
Doğrusal trend doğrusu dönemler itibariyle
sabit mutlak değişmeleri ifade ettiğinden ve
uygulamada pek çok durumda sabit mutlak
değişmelerden çok, dönem başına artış hızı
veya nispi değişmeler anlamlı olduğundan,
trend analizlerinde üssel model kullanılmıştır
(Korum, 1981).
42
Üssel trend denkleminin kapalı formu ; Y=
a*bt olarak ifade edilir (Akaya ve Pazarlıoğlu,
1995) ve açık formu lnY= lna + ln b (t) (Cillov,
1984) şekline dönüştürülebilir. .
Yıllık ortalama nispi artışları
(
r
)
hesaplayabilmek için;
r = (antilog b-1)*100
formülü
kullanılır (Akaya ve Pazarlıoğlu, 1995).
Verim, fiyat ve brüt gelir serilerine uygun
trendler tahmin edildikten sonra bu trend
çizgilerinin etrafında görülen verim, fiyat ve
brüt gelire ait sapma (dalgalanma) değerleri
hesaplanmıştır. Bunun için, süte ait verim , fiyat
ve brüt gelir değerleri (Yi) ile trend
denklemlerinden hesaplanan verim, fiyat ve
brüt gelir değerleri (Ŷi) arasındaki farklar (Yi Ŷi = ei) alınarak bakiye (residual) serileri
oluşturulmuştur. Bu değerler
incelenen
ürünlerin verim, fiyat ve brüt gelirlerinin
beklenen değerler (trend) dışındaki sapmalarını
yani tesadüfi bileşenlerini vermektedir.
Böylece, yıldan yıla ortaya çıkan verim, fiyat
ve brüt gelir
sapmalarından teknolojik
gelişmeler, genel fiyat düzeyi ve enflasyon gibi
faktörler nedeniyle beklenen verim, fiyat ve
brüt gelirdeki artış ve eksilişler, trend değerleri
ayıklanmış ve geriye doğal koşullar ve diğer
tesadüfi faktörlerden dolayı ortaya çıkan
dalgalanmaların sayısal değerleri kalmıştır.
İncelenen ürünlerin verim, fiyat ve brüt
gelirlerinin beklenen değerler dışındaki
sapmalarını, yani tesadüfi bileşenlerini temsil
eden bu bakiye (residual) serilerinden de
“tesadüfi değişim ölçüleri “ hesaplanmıştır
(Kip, 1975).
Çalışmada kullanılan değişim ölçüleri
regresyonun standart
sapması (standart
deviation of regression) istatistiği ile tesadüfi
değişim
katsayısı (coefficient of random
variation) olarak adlandırılan istatistiklerden
oluşmaktadır. Regresyonun standart sapması
trend
etrafındaki
dalgalanmaların
varyanslarından elde edilmektedir ve bir mutlak
değişim ölçüsü olarak kullanılmaktadır.
Regresyonun standart sapması istatistiğine ait
formül aşağıdaki gibidir:
n
 (Y
i
S yi 

 Y i )2
1
n2
M.UZUNÖZ, Y.AKÇAY, K.ESENGUN
Burada; Syi= i ürününün verim, fiyat veya
brüt gelirinin regresyon eğrisinden standart
sapması, (verimlerde kg/baş; fiyatlarda TL/Kg
ve brüt gelirde TL/baş’tır. )
Yi = i ürününün verimi (Kg/baş), fiyatı
(TL/Kg) veya brüt geliri (TL/baş)
Yi = i ürününün Yi’deki birimlerle verim,
fiyat ve brüt gelire ait regresyon tahminleri
n= gözlem sayısı ’nı ifade etmektedir.
Çalışmada incelenen ürünün verim, fiyat
ve brüt gelirlerinde beklenen değerler dışında
ortaya çıkan sapmalar arasında anlamlı
mukayeseler yapabilmek için “ tesadüfi değişim
katsayısı” kullanılmıştır. Bu katsayı aşağıdaki
şekildedir:
TDK
Syi
yi
*100
Burada; Syi = i ürününün verim, fiyat ve
brüt gelirinin regresyon eğrisinden standart
sapması, y i = i ürününün verim, fiyat ve brüt
gelirinin aritmetik ortalamasıdır. Tesadüfi
değişim katsayısı, regresyonun standart
sapmasının tersine yüzde şeklinde ifade
edildiğinden farklı birimlerle ifade edilen
dağılımların mukayesesinde kullanılmaktadır.
Ele alınan ürünün verim, fiyat ve brüt
gelir serilerinden ampirik olarak tahmin edilen
bazı dağılım ve değişim ölçülerinin, bu
ürünlerin verim, fiyat ve brüt gelirlerindeki
belirsizlik dereceleri hakkında bir fikir
verebileceği varsayılmaktadır. Süt ürününün bu
serilere ait aritmetik ortalama, varyans standart
sapma ve değişim (dalgalanma) katsayıları
yıllık veriler esas alınarak hesaplanmıştır.
Çalışmada sütün verim, fiyat ve brüt
gelirlerindeki belirsizlik iki çeşit “değişim
katsayısı” ile ölçülmüştür. Birinci yaklaşımda
değişim katsayıları, orijinal verim, fiyat ve brüt
gelir serilerinden hesaplanan toplam (yapısal+
tesadüfi)
varyanslara
dayanılarak
hesaplanmakta, ikinci yaklaşımda ise, değişim
katsayıları, bu serilere ait uygun trendlerden
sapmaların (sistematik bileşenlerinden tamamen
arınmış)
varyanslarından
hesaplanarak
belirsizlik ölçüsü olarak kullanılmıştır (Akçay,
1999).
Verim, fiyat ve gelir serilerinin tesadüfi
değişim ölçülerinin hesaplanabilmesi için bu
serilere ait tesadüfi bileşenlerin tahmin edilmesi
gerekmektedir. Gerçek serilere ait değerler ile
trend değerleri arasındaki farkların (trendden
sapmalar) tesadüfi bileşeni vereceği varsayımı
altında; serilere ilişkin trend denklemleri üssel
olarak tahmin edilmiştir.
3. Araştırma Bulguları ve Tartışma
3.1. Net Değişim Ticaret Hadleri
3.1.1. Toptan Eşya Fiyat Endekslerine Göre
Net Değişim Ticaret Hadleri
DİE tarafından düzenlenip yayınlanan
tarım, sanayi ve hayvansal ürünler kesimi
indekslerinden faydalanılarak toptan eşya
fiyatları endekslerine göre net değişim ticaret
hadleri hesaplanmış olup çizelge 1’de
verilmiştir. Çizelgede verilen 1984-2001 yılları
arasındaki 18 yıllık döneme ilişkin toptan eşya
fiyat
endeksleri
incelendiğinde
serinin
geometrik bir
şekilde değiştiği
göze
çarpmaktadır. Tarım kesimi indeksi 1984 yılına
göre 2583,76 kat, sanayi indeksi 3809,38 kat ve
hayvansal ürünler indeksi 2614,83 kat kadar
yükselme göstermiştir.
Sözü edilen indekslerin dönem içerisinde
kaçar kat arttıkları, bu indekslerin ilk ve son yıl
değerlerine göre hesaplandığı için dönem içinde
yıllık ortalama artış hızları hakkında bir fikir
vermemektedir. Bu yüzden indekslere orijinal
değerler itibariyle yarı logaritmik trend
denklemleri uygulanmıştır (Geometrik artış
gösteren indekslerin (Y) doğal logaritması
alındığında
seri
doğrusal
özellikler
gösterecektir.
Böylece
regresyonun
varsayımlarından biri olan “doğrusallık”
gerçekleşmiş olacaktır) (Çolakoğlu, 1986).
Ayrıca doğrusal trend doğrusu dönemler
itibariyle sabit mutlak değişmeleri ifade
ettiğinden ve uygulamada birçok durumda sabit
mutlak değişmelerden çok, dönem başına artış
hızı ya da nispi değişmeler anlamlı olduğundan,
regresyon
analizlerinde
üssel
trend
kullanılmıştır(Korum,1981).
43
Türkiye’de Süt Üretiminde İç Ticaret Hadleri ve Risk Analizleri
Çizelge 1. Toptan Eşya Fiyatları Endeks Sayıları (1987=100) ve Net Değişim Ticaret Hadleri (%)
Tarım
Sanayi
Hayvansal
Net Değişim Ticaret Net Değişim Ticaret Hadleri
Yıllar
(1)
(2)
Ürünler (3)
Hadleri (Tarım)(1/2)
(Hay.Ürünler) (3/2)
1984
44,8
39,8
44,2
112,69
111,01
1985
61,6
56,5
58,1
109,05
102,82
1986
77,1
74,9
77,1
103,02
102,98
1987
100,0
100,0
100,0
100,00
100,00
1988
144,0
181,5
147,9
79,33
81,49
1989
247,3
293,3
248,3
84,32
84,66
1990
421,9
430,8
404,8
97,93
93,96
1991
636,4
669,1
661,2
95,11
98,82
1992
1035,6
1068,4
1234,7
96,93
115,56
1993
1679,6
1672,9
1592,2
100,40
95,18
1994
3323,6
3837,8
3033,7
86,60
79,05
1995
7267,3
7040,6
6798,9
103,22
96,57
1996
12924,8
12083,5
9324,4
106,96
77,17
1997
23172,4
22060,6
14966,1
105,04
67,84
1998
44059,4
36263,1
29936,2
121,50
82,55
1999
61532,6
57369,5
53038,3
107,26
92,45
2000
83008,1
90723,9
82379,6
91,50
90,80
2001
115752,6
151613,5
115575,5
76,35
76,23
Kaynak: Anonim, 1996. DİE. İstatistik Göstergeler (1923-1995), DİE Yayınları No: 1883, ISBN
975-19-1396-9, Ankara.
Anonim, 2002b. DİE. Türkiye İstatistik Yıllığı 2001, DİE Yayınları No: 2690, ISBN 975-193179-7,DİE Matbaası, Ankara.
Buna göre ; Tarım = 1862,09*1,285t Sanayi =1905,46*1,288t
Hayvansal ürünler = 1698,24*1,279t
NDTH Tarım = 97,72*1,0001t
(r = %171,8)
Δt= 6 ay
1992=1
Yukarıdaki serilere ilişkin trend
denklemi yıllık ortalama artış hızı açısından
önemlidir. Buna göre tarım kesiminin ve
hayvansal ürünlerin net değişim ticaret
hadlerinde yıllık ortalama artış hızı %1 ile
oldukça düşük değerdedir. Fiyatlardaki
ortalama artış hızı tarım kesiminde %171,8 iken
hayvansal ürünler kesiminde %172,05 olarak
gerçekleşmiştir.
İç ticaret hadleri fiyat makasının
açılması oranında tarım lehine veya aleyhine
olabilir. Fiyat makası iki mal veya mal grupları
arasındaki fiyat hareketlerini gösteren bir
şekildir.Fiyat makasını oluşturan eğrilerin
gittikçe açılması tarım ya da sanayi lehine
fiyatların değiştiğini gösterir (Eraktan, 1988).
Net değişim ticaret hadlerinin indeks değerinin
100’ün üzerinde olması , net değişim ticaret
hadlerinin o endeksin temsil ettiği tarım kesimi
lehine, 100’ün altınsa olması ise aleyhine
olduğunu göstermektedir. Yani tarımın ticaret
44
NDTH Hayvansal Ürünler = 91,20*1,0008t
(r = %172,05)
Δt= 6 ay
1992=1
hadlerinin bozulması, bölüşüm ilişkilerinin
çiftçi aleyhine, sanayi sermayesi (ya da sanayi
ürünlerini pazarlayan ticaret sermayesi) lehine
döndüğü anlamına gelir.
1970’li yılların ortalarından başlayarak iç
ticaret hadleri sürekli olarak üreticinin aleyhine
gelişmiştir (Kip,1981; Çolakoğlu, 1986; Güçlü
ve Bilen, 1995). Özellikle 1980 yılı sonrası
uygulanan politikalar gereği tarım kesimine
yapılan desteklerin en aza indirilmesi, tarımdan
diğer sektörlere sürekli kaynak akışına neden
olmuştur (Kutlu ve ark, 2003). Baz yıl olarak
1987 dikkate alındığında, iç ticaret hadleri
1984-1987 yılları arasında 100’ün üzerinde
gerçekleşse de 1984 yılından 1987 yılına kadar
%12,69’luk bir azalma göstermiştir. 1988
yılında ise %79,33 oranına kadar gerileme
meydana gelmiştir. 1988-1993 yılları arasında
tarıma
yönelik
destekleme
politikaları
canlanmış, %21 oranında tarım lehine bir
düzelme meydana gelmiştir.
M.UZUNÖZ, Y.AKÇAY, K.ESENGUN
1984-1988
yılları
arasında
tarım
sektöründen sanayi sektörüne fiyat hareketler
yoluyla kaynak transferi yapıldığı söylenebilir.
1994 krizi nedeniyle tarımın girdi fiyatları
yaklaşık %14,00 oranında aşınmış ve iç ticaret
hadleri %86,60’a gerilemiştir. 1995-1998 yılları
arasında iç ticaret hadlerinde %18,28’lik bir
düzelme meydana gerçekleşmiştir.
1999 yılında iç ticaret hadleri %107,26’a
gerilemiş (aynı zamanda GSMH tarihin en
büyük gerilemelerinden birisi yaşanmış, tarım
sektörü katma değerinde de benzer bir gelişme
olmuş ve tarımsal gelirler %4,6 oranında
azalmıştır. Bu azalma çiftçilik ve hayvancılık
alt sektöründe %4,8 oranındadır. Ancak
hayvancılık
kesiminde
%4,2
büyüme
gerçekleşmiştir (Anonim, 2003a; Anonim,
2002b) ve 2000 yılında sanayi fiyatları %56,1;
2001 yılında %66,7 oranında artmasına rağmen,
tarım ürünleri fiyatları 2000’de %38,0; 2001’de
%42,3 oranında artmış ve çiftçiler reel gelir
kaybına uğramışlardır. Dolayısıyla şubat
krizinin de etkisi ile (Anonim, 2001) 2001
yılında iç ticaret hadleri %76,35’e gerilemiştir.
3.1.2. Çiftçinin Eline Geçen Fiyatlar
Endeksine Göre Net Değişim Ticaret Hadleri
İnek sütü için çiftçinin eline geçen fiyatlar
endeksi ve net değişim ticaret hadleri çizelge
2’de verilmiştir.
Endeksin ilk ve son yılına bakılarak 2001
yılında 1984 yılına göre 3611,5 kat artış
görülmektedir. Diğer yandan yıllık ortalama
artış hızını belirlemek için seriye uygulanan
trend denklemi şu şekildedir.
Yçefe = 2137,96*1,294t
(r= %264,73) Δt= 6 ay
1992=1
Yndth = 112,20*1,005t
(r= %173,19) Δt= 6 ay
1992=1
Sütün net değişim ticaret hadlerinde yıllık
ortalama artış hızı %1 ile oldukça düşük
değerdedir. Fiyatlardaki ortalama artış hızı ise
%173,19 olarak gerçekleşmiştir.
İnek sütü açısından hesaplanan net değişim
ticaret hadleri çiftçinin eline geçen fiyat
endeksinin sanayi fiyat endeksine oranlanması
sonucu elde edilmiştir.
1985 yılında %116,62 olan süt için iç
ticaret hadleri 1990 yılına kadar düşüşe geçerek
süt üreticileri aleyhine bir seyir izlemiştir. 1990
yılında 119,80 olan iç ticaret hadleri 1993
yılında %126,55 oranına ulaşmış bu dönemde
süt üreticisi lehine bir durum ortaya çıkmıştır.
1994 yılı krizi nedeniyle %20’lik bir düşüşle
108,00 değerine ulaşan iç ticaret hadleri 1998
yılında %144,78 gibi oldukça yüksek bir değere
ulaşmıştır. Ancak 1999 yılı itibariyle düşüşe
geçmiş ve şubat 2001 krizinin de etkisiyle 2001
yılında %95,28’e gerilemiştir.
Çizelge 2. Çiftçinin Eline Geçen Fiyatlar Endeksi ve Net Değişim Ticaret Hadleri (%)
Yıllar
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
Çiftçinin Eline Geçen
Fiyatlar (TL/kg)
82
135
158
205
341
566
1058
1673
2802
4340
8497
16661
28298
51110
107632
166573
221610
296144
Çiftçinin Eline Geçen Fiyatlar
Endeksi (1987=100)
40,00
65,85
77,07
100,00
166,34
276,10
516,10
816,10
1366,83
2117,07
4144,88
8127,32
13803,90
24931,71
52503,41
81255,12
108102,40
144460,49
Net Değişim Ticaret hadleri
(%)(*)
100,55
116,62
102,94
100,00
91,65
94,13
119,80
121,97
127,93
126,55
108,00
115,44
114,24
113,01
144,78
141,63
119,15
95,28
(*) Çiftçinin eline geçen fiyatların sanayi fiyat endeksine bölünmesi suretiyle elde edilmiştir.
Kaynak: Anonim, Çeşitli Yıllar a, Türkiye İstatistik Yıllığı, DİE Yayınları, Ankara.
Anonim, 2003b. DİE. Tarımsal Yapı 2001 (Üretim, Fiyat, Değer), DİE Yayınları
Yayın No: 2758, ISBN 975-19-3332-3, Ankara.
45
Türkiye’de Süt Üretiminde İç Ticaret Hadleri ve Risk Analizleri
3.2. Gelir Ticaret Hadleri
Tarımsal ürünlerin net değişim ticaret
hadlerinde tarım kesiminin sattığı ürünler
hacmine yer verilmemektedir. Oysa, fiyat
değişmeleri sonucunda tarım kesiminin elde
ettiği toplam kazanç veya uğradığı toplam
kayıp sattığı ürünler hacmine bağlıdır (Kip,
1981).
Çizelge 3’de gelir ticaret hadleri,
pazarlanan miktar endeksine ilişkin değerler
verilmiştir. Çizelgeden de görülebileceği gibi
1985’de 112,07 olan gelir ticaret hadleri
yaklaşık %20 oranında düşerek 1989’da
%92,54’e gerilemiştir. Ancak 1990 yılından
itibaren hafif dalgalanmalarla birlikte sürekli
süt üreticisi lehine olan gelir ticaret hadleri
1998’de %157,66 ile en yüksek değere ulaşmış
ancak daha sonra önemli bir düşüşle (şubat
2001 krizi etkisiyle) 2001 yılında %99,73’e
gerilemiştir
Çizelge 3. Pazarlanan Miktar Endeksi (1987=100) ve Gelir Ticaret Hadleri (%)
Süt Üretimi
Pazarlanan Miktarlar
Pazarlanan Miktar
Gelir Ticaret
Yıllar
(Bin Ton)
(Bin Ton) (*)
Endeksi (1987=100)
Hadleri (%)(**)
1984
7768
1475,92
95,78
96,31
1985
7794
1480,86
96,10
112,07
1986
8134
1545,46
100,29
103,24
1987
8110
1540,90
100,00
100,00
1988
8156
1549,64
100,57
92,17
1989
7973
1514,87
98,31
92,54
1990
7961
1512,59
98,16
117,59
1991
8617
1637,23
106,25
129,59
1992
8715
1655,85
107,46
137,47
1993
8904
1691,76
109,79
138,94
1994
9129
1734,51
112,56
121,56
1995
9275
1762,25
114,36
132,02
1996
9466
1798,54
116,72
133,34
1997
8914
1693,66
109,91
124,21
1998
8832
1678,08
108,90
157,66
1999
8965
1703,35
110,54
156,56
2000
8732
1659,08
107,67
128,29
2001
8489
1612,91
104,67
99,73
(*)Süt üretim miktarı ile pazarlama oranı (%19) (Anonim, Çeşitli Yıllar b) çarpımı sonucu elde edilmiştir.
(**)Pazarlanan miktar endeksi ile net değişim ticaret hadlerinin çarpımı suretiyle elde edilmiştir.
Kaynak: Anonim, 2002a. DİE. Tarım İstatistikleri Özeti (1981-2000), DİE Yayınları Yayın
No: 2527, ISBN 975-19-2984-9, Ankara.
3.3. Süte İlişkin Risk Analizi
Herhangi bir ürünün verim, fiyat ve
gelirindeki
dalgalanmalar
(tesadüfi
ve
öngörülemeyen değişim) üretici açısından iki
şekilde ele alınmaktadır. Birincisi uzun dönem
ortalamalarından herhangi bir sapmayı tesadüfi
olarak kabul etmeleri ki, esas olarak bu
yaklaşım bilgisizlik durumunu yansıtmaktadır.
İkincisi, üreticilerin, teknolojik gelişmeler, fiyat
değişmeleri gibi bazı teknik ve ekonomik
faktörlerin farkında olup, ürünün verim ve
fiyatında ortaya çıkan tesadüfi değişmeyi uzun
dönem ortalamasından bir sapma değil, verim
ve fiyat trendlerinden bir sapma olarak
düşünmeleri şeklindedir (Akçay, 1999).
Üreticinin geleceğe yönelik yapacağı yatırım
ve
vereceği
kararlarda
karşılaştığı
46
dalgalanmalar içerisinde verim, fiyat ve
gelirdeki dalgalanmalar en önemlileridir.
Verim ve fiyat dalgalanmaları, üreticilerin
ürün seçimindeki tercih ve kararları üzerinde
önemli bir etkiye sahip olmaktadır. Şiddetli
verim ve fiyat dalgalanmalarının olduğu
durumlarda üreticinin üretim fonksiyonu
hakkında önceden bilgi sahibi olmasına imkan
bırakmamakta ve üretici önemli bir risk ile karşı
karşıya
kalmaktadır.
Verim
ve fiyat
dalgalanmalarının etkileşimi sonucu ortaya
çıkan brüt gelir dalgalanmaları, verim ve fiyat
dalgalanmalarından daha önemli olmaktadır
Çünkü üreticilerin gelirlerinde meydana gelen
aşırı sapmalar, üretici ve ailesini zor durumda
bırakacak ve geleceğe yönelik etkin kararlar
almasını engelleyebilecektir (Sayılı ve Uzunöz,
1998).
M.UZUNÖZ, Y.AKÇAY, K.ESENGUN
Süt üretimine ait verim, fiyat ve brüt gelir
serileri için hesaplanan değişim ve tesadüfi
değişim ölçüleri çizelge 4’de verilmiştir.
Standart sapma ve değişim katsayıları,
üreticinin
verimindeki
dalgalanmaların
tamamını önceden görülemeyen veya tesadüfi
olarak
nitelediği
varsayımı
altında
hesaplanmıştır.
Çizelgeden de görülebileceği gibi verime
ilişkin değişim katsayısı (%9,70), tesadüfi
değişim katsayısından (%2,58) yüksek olmakla
birlikte değişim katsayısı düşük değerde
gerçekleşmiştir. Tersine bu katsayının yüksek
değerlerde olması ve değişmelerin hangi yönde
olacağının bilinmediği bir durumun tekrarı,
üreticiyi ileriye yönelik yapacağı üretim
planlarında çok zor duruma sokacak ve belki de
üretimden vazgeçmeye zorlayacaktır (Dilmen,
1984).
Çizelge 4. Verim, Reel Fiyat ve Brüt Gelir Serilerine İlişkin Değişim ve Tesadüfi Değişim Ölçüleri (1984-2001)
Seri
Verim
Reel Fiyat
Brüt Gelir
Verim
Reel Fiyat
Brüt Gelir
Standart
Sapma (S)
0,1417
27,34
63,2
Değişim
Katsayısı (DK)
Ortalaması ( y i )
(%)
0,03752469
1,46
9,70
24,92
230,17
11,89
40,4496
349,10
18,10
Serileri En İyi Temsil Eden Trend Denklemleri
Y= 1,455*1,00878 t
Y= 232,27*1,005 t
Y= 338,05*1,01424 t
Trendin Standart
Sapması (Sy)
1984-2001 Dönemi
Teknolojik ve ekonomik olaylardan
haberdar olan üretici için dalgalanmaların
şiddetinin yüksek olmaması gerekmektedir.
Nitekim süt üretimi için tesadüfi değişim
katsayısı, değişim katsayısından daha düşük
hesaplanmıştır. Bu durum üreticilerin bazı
olaylar (ekonomik ve teknik) hakkında bilgi
sahibi
olmaları
durumunda
riske
katlanabileceklerini göstermektedir.
Reel fiyat serisi için hesaplanan değişim
katsayısı
(%11,89),
tesadüfi
değişim
katsayısından
(%10,83)
daha
yüksek
bulunmuştur. Bu durum süt için uzun dönem
fiyatlarının takip ettiği trendin üretici tarafından
bilinmesi halinde, önceden görülmeyen tesadüfi
dalgalanmaların
yüksek
olacağını
göstermektedir. Reel fiyat serisinde değişim
katsayısının verim serisi değişim katsayısından
yüksek olması, üründeki riskin verim
dalgalanmalarından
çok
fiyat
dalgalanmalarından
ileri
geldiğini
göstermektedir. Ayrıca bu katsayıların yüksek
düzeyde olmaması bu ürünün destekleme
kapsamında olması ile açıklanabilir. Bilindiği
gibi Türkiye’de son yıllarda dikkate alınan iki
alternatif sütçülük destekleme politikası
bulunmaktadır. Süt teşvik primi ve hedef
fiyat/fark ödemesi politikalarıdır. Süt teşvik
primi uygulamaları 1987 yılında başlamış ve bu
Tesadüfi Değişim
Katsayısı (TDK) (%)
2,58
10,83
11,59
kapsamda üreticilere ürettikleri sütün kg’ı
başına fiyat teşviği yoluyla sabit ödeme
yapılmaktadır. Fark ödemesinde ise üreticiye
hedef fiyat ile piyasa fiyatı arasında oluşan fark
devlet tarafından ödenmektedir. Her iki politika
uygulamasının da Türkiye’nin süt üretimi
üzerindeki etkileri sınırlı kalmıştır. Örneğin
1990’lı yılların ikinci yarısında teşvik
primindeki artışlar süt fiyatlarındaki artıştan
daha az gerçekleşmiştir (Yavuz ve ark, 2004).
Dolayısıyla süt teşvik primi ödemelerinde bu
iki unsur arasındaki dengenin gözetilmesine
ihtiyaç duyulduğu söylenebilir.
Destekleme politikalarının çoğu zaman
yeterince ve amacına uygun bir şekilde
uygulanamaması, süreklilik göstermemesi gibi
nedenler
bu
politikaların
etkinliğini
azaltmaktadır. Uzun dönemli yapısal politikalar
yerine, kısa dönemli destekleme politikalarının
öne çıkarılmasının bununla ilgili problemlerin
çözümünü
engellediği ifade edilmektedir
(Kutlu ve ark, 2003).
Brüt gelir için hesaplanan değişim katsayısı
(%18,10), tesadüfi değişim katsayısından
(%11,59) daha yüksektir. Süt üretimi için brüt
gelir
riskinin
büyük
oranda
fiyat
dalgalanmalarından kaynaklandığı söylenebilir.
Süt üretiminin mevsimlere hatta aylara göre
değişmesi fiyatı da etkilemektedir. Ayrıca
depolama, taşıma, işleme tesisleri, girdiler,
pazarlama gibi nedenlerle fiyat etkilenmekte,
47
Türkiye’de Süt Üretiminde İç Ticaret Hadleri ve Risk Analizleri
bazı bölgelerde üretim artışları meydana
gelmekte, üreticiler sütlerini, buldukları fiyattan
satma zorunluluğu ile karşı karşıya kalmaktadır.
Üreticilerin komisyoncu, tüccar gibi kişilere
önceden borçlanmaları, depolama, muhafaza
güçlükleri de sütün değer fiyatını bulmadan
satılmasını zorlamakta, fiyat dalgalanmalarına
neden olmaktadır (Anonim, 2002b).
4. Sonuç
Bu çalışmada Türkiye’de süt üretimde 19842001 dönemi itibariyle iç ticaret hadleri ve risk
analizleri incelenmiştir.
Ortaya çıkan bulgular dikkate alındığında,
ele alınan dönem itibariyle iç ticaret hadleri
tarım lehinde bir seyir izlese de, genel olarak
süt üreticisinin reel gelirinde bir azalma
olduğunu söylemek mümkündür. Tarım kesimi
için çiftçinin eline geçen fiyatlar endeksine göre
iç ticaret hadleri incelendiğinde, çiftçilerin
fiyatlardaki değişmelerden süt üreticilerine göre
daha fazla etkilendiği söylenebilir. Son yıllarda
Kaynaklar
Akçay, Y., 1999. “Türkiye’de Sert Kabuklu Meyvelerde
Verim, Fiyat ve Gelir Üzerine Belirsizlik Analizleri
(1978-1997)”, Üçüncü Sektör Kooperatifçilik Dergisi,
Sayı: 125, ISSN 1300-1469, Ankara.
Akçay, Y., K. Esengün, H. Kızılaslan, M. Uzunöz, 2000.”
Türkiye’de Önemli Bazı Tarla Ürünlerinde İç Ticaret
Hadleri ve Belirsizlik Analizleri (1978-1998)”, Türkiye
IV. Tarım Ekonomisi Kongresi, Tekirdağ.
Akkaya, Ş., M.V. Pazarlıoğlu, 1995. Ekonometri I, Gözden
Geçirilmiş 3. Baskı, Berk Masa Üstü Yayıncılık, İzmir.
Anonim, Çeşitli Yıllar a. DİE. Türkiye İstatistik Yıllığı, DİE
Yayınları, Ankara.
Anonim, Çeşitli Yıllar b. DİE. Tarımsal Yapı ve Üretim, DİE
Yayınları, Ankara.
Anonim, 1996. DİE. İstatistik Göstergeler (1923-1995), DİE
Yayınları Yayın No: 1883, ISBN 975-19-1396-9,
Ankara.
Anonim, 2001. TUSİAD. Türkiye Ekonomisi 2001, TÜSİAD
Yayınları No: TÜSİAD – T 2001-12-316, Aralık 2001,
İstanbul.
Anonim, 2002a. DİE. Tarım İstatistikleri Özeti (1981-2000),
DİE Yayınları Yayın No: 2527, ISBN 975-19-2984-9,
Ankara.
Anonim, 2002b. TZOB. Zirai ve İktisadi Rapor 1999-2000,
Türkiye Ziraat Odaları Birliği Yayın No: 204, Ankara.
Anonim, 2003a. DİE. die.gov.tr, (Ekonomik ve Sosyal
Göstergeler).
Anonim, 2003b. DİE. Tarımsal Yapı 2001 (Üretim, Fiyat,
Değer), DİE Yayınları Yayın No: 2758, ISBN 975-193332-3, Ankara.
Cillov, H., 1984. İstatistik Metodları, İstanbul Üniversitesi
Yayınları No: 3235, İktisat Fakültesi Yayın No: 501,
Gür-Ay Matbaası, İstanbul.
Çolakoğlu, 1986. Türkiye’de İç Ticaret Hadleri, Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ekonometri
Bölümü (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara.
48
hem net değişim ticaret hadlerinin hem de gelir
ticaret hadlerinin düşme eğilimine girmesinin
süt üreticilerinin reel gelirlerinde de bir
gerileme yaşamalarına neden olduğu ifade
edilebilir.
Hayvan başına süt veriminin azlığı, kesif
yem fiyatlarının yüksekliği hayvan beslemede
meraların ve kaba yemlerin yeterince
kullanılmaması vb. faktörler süt maliyetlerini
yükseltmektedir. Süte uygulanan teşvik primi
uygulamalarının yeniden gözden geçirilmesi
(özellikle
ödenen
primlerin
düzeyinin
artırılması) ve ödemelerinin düzenli olarak
yapılmasının, süt üretimini artıracağı ifade
edilebilir. Bu tür nakdi ödemelerin amacına ve
gerçek kişilere ulaştırılması sağlanabilmelidir.
Süt üreticisi için olumlu gelişmelerin
sağlanabilmesi için, ürün ve girdi fiyatları
arasındaki dengeyi koruyabilecek politikaların
etkin bir şekilde uygulanmasına ihtiyaç
duyulmaktadır.
Dilmen, B., 1984. “Tarımsal Ürünlerde Belirsizliğin Etkileri:
Gaziantep İlinde Yetiştirilen Bazı Ürünlerin Belirsizlik
Analizleri”, MPM Verimlilik Dergisi, Cilt:13, Sayı:2,
Ankara.
Eraktan, G., 1988. Tarım Politikası II, Ankara Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Yayınları: 1038, Ders Kitabı: 301,
Ankara.
Güçlü, S., M. Bilen, 1995. “1980 Sonrası Dönemde Gelir
Dağılımında Meydana gelen Değişmeler”, Yeni
Türkiye Dergisi Sayı:6, Eylül-Ekim,1995, ss 160-171,
İstanbul.
Kip, E., 1975. “Türkiye ve Kuzeydoğu Anadolu Tarımında
Belirsizlik ve Ekonomik Etkileri, Atatürk Üniversitesi
Yayın No: 397 Erzurum
Kip, E., 1981. Tarımsal Ürünlerde İç Ticaret Hadleri, Atatürk
Üniversitesi Yayınları Yayın No. 580, Ziraat Fakültesi
Yayınları No: 263, Araştırma Serisi No: 174, Atatürk
Üniversitesi Basımevi, Erzurum.
Korum, U., 1981. İstatistiğe Giriş, Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayın No: 483, Ankara
Üniversitesi Basımevi, Ankara.
Kutlu, H.R., A. Gül ve M. Görgülü, 2003. Türkiye
Hayvancılığı; Hedef 2023 – Sorunlar, Çözüm Yolları ve
Politika Arayışları, Adana.
Mazgirt, İ., Y. Uysal, 1996. “Sektörel Fiyat Hareketleri ve İç
Ticaret Hadlerinin Gelişimi”, Türkiye II. Tarım
Ekonomisi Kongresi, Ayrı Basım, Adana.
Sayılı, M., M. Uzunöz, 1998. “Türkiye’de Önemli Tarla
Ürünlerinde Risk Analizleri ve Belirsizliğe Karşı
Alınacak Önlemler”, Türkiye 3. Tarım Ekonomisi
Kongresi, 7-9 Ekim, T.C. Ziraat Bankası Kültür Yayın
No: 35, Ankara.
Tanör, B. ve Ark., 1995. Türkiye Tarihi 5: Bugünkü Türkiye
1980-1995, Cem Yayınevi, İstanbul.
Yavuz, F., S. Tan ve C.R. Zulauf, 2004. “Regional Impacts of
Alternative Price Policies for Turkey’s Dairy Sector”,
Turkish Journal of Veterinary and Animal Science,
Volume: 28, Issue:3, p: 537-543, Ankara.
M.YILMAZ, O.TEKELİOĞLU, S.YILDIRIM, M.ÇETİN
Physical Principles of Vibration and Measurement Techniques
1
2
Mehmet Yılmaz1
Oğuz Tekelioğlu2
Saadettin Yıldırım2
Mustafa Çetin2
Celal Bayar University, Faculty of Engineering, Department of Mechanical Engineering, Manisa, Turkey
Gaziosmanpasa University, Faculty of Agriculture, Department of Agricultural Engineering, Tokat, Turkey
Abstract: On the fresh fruit transportation, excessive vibration may cause severe damage on fruits. To determine
effect of vibration on the quality of fruits, vibration mechanism should be carefully analysed on transports. In the
analysis of vibration phenomenon, which occurs during fresh fruits transportation, knowing the physical
principles of vibration and selecting the most proper sensors to measure and understand vibration characteristics
are very important. This paper investigates the physical principles of vibration and introduces most widely used
vibration detection sensors/techniques for vibration measurements on the fresh fruits transportation.
Key words: physics of vibration, vibration measurement techniques
Titreşimin Fiziksel Prensipleri ve Ölçme Teknikleri
Özet: Taze meyve taşımacılığında, aşırı titreşim meyve üzerinde ciddi hasara neden olabilir. Meyvelerin kalitesi
üzerinde titreşimin etkisini belirlemek için taze meyve taşıyan araçlar üzerinde titreşim mekanizması dikkatlice
incelenmelidir. Taze meyve taşımacılığı esnasında oluşan titreşim olayında titreşimin fiziksel prensiplerinin
bilinmesi ve titreşimin özelliklerinin ölçülmesi ve anlaşılması için en uygun sensörün seçimi çok önemlidir. Bu
makale titreşimin fiziksel özelliklerini inceler ve taze meyve taşımacılığında en yaygın olarak kullanılan titreşim
ölçme sensörlerini/ tekniklerini tanıtır.
Anahtar Kelimeler: titreşimin fiziği, titreşim ölçme teknikleri
1. Introduction
Mechanical
vibration
is
dynamic
phenomena, i.e. their intensity varies with time.
When the track is stationary and engine is
started, vibration usually occurs because of the
dynamic effects of manufacturing tolerances,
rolling and rubbing contact between machine
parts and out-of-balance forces in rotating and
reciprocating members. When the track, which
carries fresh fruits is mobile extra vibrations may
involve to the vibrations phenomena due to road
conditions. Although most of roads conditions
of Turkey are suitable for fruits transportation,
some road conditions are not well qualified.
Fruits are damaged during transportation from
agricultural production areas to other areas. In
practice, it is very difficult to avoid vibration
during fresh fruits transportation due to road
conditions. Therefore, to know the level of
damage on fruits due to road conditions,
vibration and shock measurements should be
carried out by suitable sensors/transducers.
Accelerometer transducers are used almost
all vibration measurements. In market, there are
many kinds of option on accelerometer
transducers. To measure real vibration and
shock effect on road conditions, the most suitable
sensor/transducer should be selected. In this paper,
most widely used vibration detection sensors are
introduced for vibration measurements on the fresh
fruits transportation.
2. Theory of vibration
Vibration is an oscillatory motion. A body is
said to vibrate when it describes an oscillating
motion about a reference position. Motion is a
vector quantity, exhibiting a direction as well as a
magnitude. By definition, the motion is not
constant but alternately greater and less than some
average values. The extent of the oscillation
determines the magnitude of the vibration and the
repetition rate of the cycles of oscillation
determines the frequency of vibration (Griffin
1994).
2.1. Periodic Vibration
Oscillatory motion may repeat itself regularly.
When the motion is repeated in equal intervals of
time T, it is called periodic motion. The repetition
time t is called the period of the oscillation, and its
reciprocal, f  1 , is called frequency.
T
73
Physical Principles of Vibration and Measurement Techiques
2.2. Spring-Mass System
Most vibratory responses of structures can
be modelled as single-degree-of-freedom spring
mass systems, and many vibration sensors use a
spring mass system as the mechanical part of
their transduction mechanism.
In addition to physical dimensions, a
spring mass system can be characterised by the
stiffness of the spring, K, and the mass, M, or
weight, W, of the mass. These characteristics
determine not only the static behaviour (static
deflection, d) of the structure, but also its
dynamic characteristics. If g is the acceleration
of gravity (Wilson 1999):
F  M .A
2.5. Forced Vibration
Forced vibration is the case when energy is
continuously added to the spring mass system by
applying oscillatory force at some forcing
frequency, ff. Two examples are continuously
pushing a child on a swing and an unbalanced
rotating machine element. If enough energy to
overcome the damping is applied, the motion will
continue as long as the excitation continues. Forced
vibration may take the form of self-excited or
externally excited vibration. Self-excited vibration
occurs when the excitation force is generated in or
on the suspended mass; externally excited vibration
occurs when the excitation force is applied to the
spring. This is the case, for example, when the base
to which the spring is attached is moving.
W  M .g
F W
K 
d
d
d
F W M .g


K K
K
2.3. Dynamics of a Spring Mass System
The dynamics of a spring mass system can
be expressed by the system's behaviour in free
vibration and/or in forced vibration.
2.4. Free Vibration
Free vibration is the case where the spring
is freely deflected and then released and
allowed to vibrate. Examples include a diving
board, a bungee jumper, and a pendulum or
swing deflected and left to freely oscillate. Two
characteristic behaviours of the system should
be noted. First, damping in the system causes
the amplitude of the oscillations to decrease
over time. The greater the damping, the faster
the amplitude decreases. Second, the frequency
or period of the oscillation is independent of the
magnitude of the original deflection (as long as
elastic limits are not exceeded). The naturally
occurring frequency of the free oscillations is
called the natural frequency, fn:
 
fn  1  K
2
M
78
1
  12  K .g W 
2
1
2
(1)
2.6. Displacement, Velocity, and Acceleration
The simplest form of periodic vibration is the
so-called harmonic motion which when plotted as a
function of time, is represented by a sinusoidal
curve (Broch 1980). Since vibration is defined as
oscillatory motion, it involves a change of position,
or displacement (Figure 1). Velocity is defined as
the time rate of change of displacement;
acceleration is the time rate of change of velocity.
2.7. Sinusoidal Motion Equation
The single-degree-of-freedom spring mass system,
in forced vibration, maintained at a constant
displacement amplitude, exhibits simple harmonic
motion, or sinusoidal motion. If the vibration has
the form of pure translational oscillation along one
axis only, the instantaneous displacement of the
particle (or body) from the reference position can
be mathematically described by means of the
equation:
t
 X sin 2 . f .t 
T
 X sin  .t  (2)
where   2f  angular velocity
x  X sin 2
X = peak displacement,
f = frequency,
x = instantaneous displacement,
t = time
M.YILMAZ, O.TEKELİOĞLU, S.YILDIRIM, M.ÇETİN
Figure 1. Phase relationships among displacement, velocity, and acceleration
As the velocity of moving particle
body) is the time rate of change
displacement, which is the derivative of
time function of displacement, the motion
also be described in terms of velocity.
instantaneous velocity, v:
v
(or
of
the
can
For
V   . f .D
where:
V = peak velocity
The acceleration (a) of the motion is the time
rate of change of velocity, the derivative of the
velocity expression:
dx
dt
 X cos .t 
 2 . f . X cos 2 . f .t
(5)
(3)
Since vibratory displacement is most often
measured in terms of peak-to-peak, double
amplitude, displacement D = 2X:
(4)
v   . f .D cos 2 . f .t
If we limit our interest to the peak
amplitudes and ignore the time variation and
phase relationships:
a
dv d 2 x

dt dt 2
  2 . X sin  .t 
 4 2 . f 2 . X  sin 2 . f .t 
(6)
and
A  2 2 . f 2 .D
(7)
73
Physical Principles of Vibration and Measurement Techiques
where:
A= peak acceleration
It can be shown that:
V   . f .D
Even though this quantity takes into account
the time history of the vibration over one period (T)
it has been found to be of limited practical interest.
A much more useful descriptive quantity which
also takes the time history into accounts, is the RMS
(root mean square) value (Figure 2):
A  2 2 . f 2 .D
X RMS 
V
D
. f
D
A
2 . f 2
2
It can be seen that the form and period of
vibration remain the same whether it is the
displacement, the velocity or the acceleration
that is being studied. However, the velocity
leads the displacement by a phase angle of 90
(/2) and the acceleration again leads the
velocity by a phase angle of 90 (/2). It can
also be seen that low-frequency motion is likely
to exhibit low-amplitude accelerations even
though displacement may be large. A further
descriptive quantity, which does take the time
history into account, is the average absolute
value, (Figure 2) defined as (Broch 1980),
X Average 
1 T
x dt
T 0
1 T 2
x t dt
T 0
The major reason for the importance of the
RMS-value as a descriptive quantity is its simple
relationship to the power content of the vibrations.
For a pure harmonic motion the relationship
between the various values is:
X RMS 

1
X Average 
X peak
2 2
2
A more general form of these relationships
may be given by:
X RMS  F f . X Average 
Ff 
X RMS
X Average
1
. X peak
Fc
X peak
Fc
X RMS
(9)
The factors Ff and Fc are called “Form-factor”
and “crest-factor”, respectively, and give some
indication of the vibrations being studied.
Figure 2. Example of harmonic vibration signal with indication of the peak,
the RMS and the average absolute value
78
(8)
M.YILMAZ, O.TEKELİOĞLU, S.YILDIRIM, M.ÇETİN
3. Measurement Techniques
3.1. Measuring Vibratory Acceleration
The types of sensor used to measure
acceleration,
shock,
or
tilt
include
electromechanical servo, piezoelectric, bulk
micro-machined piezo-resistive, capacitive, and
surface micro-machined capacitive. Each has
distinct characteristics in output signal,
development cost, and type of operating
environment in which it best functions.
Transducers designed to measure vibratory
acceleration
are called
accelerometers.
Accelerometers (acceleration sensors) are
available in a wide variety of sizes, shapes, and
performance characteristics.
Despite the different electromechanical
transduction mechanisms, all use a variation of
the spring mass system, and are classified as
seismic transducers.
3.1.1. Seismic Accelerometer Principle
The basic physical principle behind MassSpring system accelerometers used for
measuring acceleration is that of a simple mass
spring system (Figure 3).
Figure 3. Mass-Spring system used for measuring
acceleration
Springs (within their linear region) are
governed by a physical principle known as
Hooke's law. Hooke's law states that a spring
will exhibit a restoring force, which is
proportional to the amount it has been stretched
or compressed. Specifically, F=kx, where k is
the constant of proportionality between
displacement (x) and force (F). The other
important physical principle is that of Newton's
second law of motion which states that a force
operating on a mass which is accelerated will
exhibit a force with a magnitude F=ma.
Figure 3 shows a mass connected to a spring. If
this system undergoes acceleration, then by
Newton's law, there will be a resultant force equal
to ma. This force causes the mass to either
compress or expand the spring under the constraint
that F=ma=kx. Hence an acceleration a will cause
the
mass
to
be
displaced
by
x
m.a
or
k
alternatively, if we observe a displacement of x, we
know that the mass has undergone an acceleration
of a 
k .x
. In this way we have turned the
m
problem of measuring acceleration into one of
measuring the displacement of a mass connected to
a spring.
3.2. Accelerometer Types
The most common seismic transducers for
shock and vibration measurements are:
 Piezoelectric (PE); high-impedance output
 Integral electronics piezoelectric (IEPE);
low-impedance output
 Piezoresistive (PR); silicon strain gauge
sensor
 Variable capacitance (VC); low-level,
low-frequency
 Servo force balance
3.2.1. Piezoelectric (PE)
These sensors use the piezoelectric effects of
the sensing element to produce a charge output.
Specifically, when a pressure (piezo means
pressure in Greek) is applied to a polarised crystal,
the resulting mechanical deformation results in an
electrical charge. Because a PE sensor does not
require an external power source for operation, it is
considered self-generating. The "spring" sensing
elements provide a given number of electrons
proportional to the amount of applied stress. If a
sufficient force is applied to the piezoelectric
crystal, a deformation will take place. This
deformation disrupts the orientation of the
electrical dipoles and creates a situation in which
the charge is not completely cancelled (Figure 4).
This results in a temporary excess of surface
charge, which subsequently is manifested as a
voltage, which is developed across the crystal.
79
Physical Principles of Vibration and Measurement Techiques
is generally more fragile and has limited
bandwidth (Bruel & Kjaer 1982).
Piezoelectric measuring devices are widely
used today in the laboratory, on the production
floor, and as original equipment for measuring and
recording dynamic changes in mechanical
variables including shock and vibration.
Figure 4. A sensor based on the piezoelectric effect
Figure 4 shows a common method of using
a piezoelectric crystal to make a force sensor.
Two metal plates are used to sandwich the
crystal making a capacitor. As mentioned
previously, an external force cause a
deformation of the crystal results in a charge,
which is a function of the applied force. In its
operating region, a greater force will result in
more surface charge. This charge results in a
voltage
, where
is the charge
resulting from a force f, and C is the
capacitance of the device. In the manner
described above, piezoelectric crystals act as
transducers, which turn force, or mechanical
stress into electrical charge, which in turn can
be converted into a voltage. A common unit of
charge from a PE accelerometer is the
picocoulomb.
Because they are self-generating, PE
transducers cannot be used to measure steadystate accelerations or force, which would put a
fixed amount of energy into the crystal (a oneway squeeze) and therefore a fixed number of
electrons at the electrodes. Conventional
voltage measurement would give electrons
away. Energy would be drained and the output
would decay, despite the constant input
acceleration (Endevco TP No. 293)
Most PE transducers are extremely
rugged. The most common types of this
transducer are compression and shear designs.
Shear design offers better isolation from
environmental effects such as thermal transient
and base strain, and is generally more
expensive. Beam-type design, a variation of the
compression design, is also quite popular due to
its lower manufacturing cost. But beam design
78
3.2.2. Integral Electronics Piezoelectric (IEPE)
Many piezoelectric accelerometer transducers
include integral miniature hybrid amplifiers,
which, among their other advantages, do not need
noise-treated cable. Most require an external
constant current power source. Both the input
supply current and output signal are carried over
the same two-wire cable. The low-impedance
output of the IEPE design (Figure 5) provides
relative immunity to the effects of poor cable
insulation resistance, and stray signal pickup (PCB
Piezotronics 1985).
Figure 5. This IEPE accelerometer has an inverted
compression seismic system and an electronic module
in the connector.
Output-to-weight ratio of IEPE is higher than
with PE transducers. The sensitivity of IEPE
accelerometer transducers, in contrast to PR, is not
significantly affected by supply changes. Instead,
dynamic range, the total possible swing of the
output voltage, is affected by bias and compliance
voltages. Only with large variations in current
supply would there be problems with frequency
response when driving high-capacitance loads
(Endevco, 1995).
M.YILMAZ, O.TEKELİOĞLU, S.YILDIRIM, M.ÇETİN
A disadvantage of built-in electronics is
that it generally limits the transducer to a
narrower temperature range. In comparison
with an identical transducer design that does
not have internal electronics, the highimpedance version will always have a higher
mean time between failures rating (Wilson
1999).
3.2.3. Piezoresistive
A PR accelerometer (Figure 6) is a
Wheatstone bridge of resistors incorporating
one or more legs that change value when
strained. A piezoresistive material's resistance
value decreases when it is subjected to a
compressive force and increases when a tensile
force is applied.
reverse side of the glass, a seismic mass is
fabricated at the centre of the sensor die. This mass
behaves like a pendulum, responding to
acceleration and causing deflection of the
diaphragm. Anodic bonding attaches the silicon
third layer to the glass second layer. This final
silicon layer limits the travel of the seismic mass,
preventing the sensor diaphragm from being
damaged by excessive acceleration and serving as
a base to which the unit is attached (Wu and Ko.
1989).
Most PR sensors use two or four active
elements. Voltage output of a two-arm, or halfbridge, sensor is half that of a four-arm, or full
bridge. The response of strain gauges with higher
gauge factors is dominated by the piezoresistive
effect, which is the change of resistivity with strain
(Endevco 1978, Entran 1987).
3.2.4. Capacitance Technique
Capacitors are electrical components which
store charge. A simple capacitors is formed by
placing two metal plates in parallel with each other
as shown in Figure 7. The amount of capacitance
that a device such as this would exhibit is given by
, where k is a property of the material
between the two plates. Using this, if one knew k
and could measure capacitance, they would be able
to determine , the spacing between the plates.
Figure 7. A simple capacitor
Figure 6. The 3-axis silicon piezoresistive
accelerometer is shown from the top (a) and in a
cross-sectional view (b).
On the surface of the first layer of silicon,
three sets of Wheatstone bridges are separately
formed for use as detection circuits. Each
circuit consists of four piezoresistors made by
the semiconductor planar process. On the
reverse side is a thin silicon diaphragm
fabricated by anisotropic etching. The glass
layer is anodically bonded to the diaphragm
side of the first layer. By dicing from the
Variable Capacitance: VC transducers are
usually designed as parallel-plate air gap
capacitors in which motion is perpendicular to the
plates. In some designs the plate is cantilevered
from one edge, so motion is actually rotation; other
plates are supported around the periphery, as in a
trampoline. Changes in capacitance of the VC
elements due to acceleration are sensed by a pair
of current detectors that convert the changes into
voltage output (Wilson 1999). In a VC
accelerometer, a high-frequency oscillator
provides the necessary excitation for the VC
79
Physical Principles of Vibration and Measurement Techiques
elements. Changes in capacitance are sensed by
the current detector. Output voltage is
proportional to capacitance changes, and,
therefore, to acceleration. (Endevco- TP 296).
The sensor of a typical micro-machined
VC accelerometer is constructed of three
silicon elements bonded together to form a
hermetically sealed assembly (Figure 8).
drives or rebalances the mass back to the
equilibrium position. Servo accelerometer
manufacturers suggest that open loop instruments
that rely on displacement (i.e., straining of crystals
and piezoresistive elements) to produce an output
signal often cause non-linearity errors. In closedloop designs, internal displacements are kept
extremely small by electrical rebalancing of the
proof mass, minimising non-linearity (Wilson
1999).
The servomechanism (see Figure 9) was
primarily based on electromagnetic principles.
Force is usually provided by driving current
through coils on the mass in the presence of a
magnetic field. In the pendulous servo
accelerometer with an electromagnetic rebalancing
mechanism, the pendulous mass develops a torque
proportional to the product of the proof mass and
the applied acceleration.
Figure 8. An exploded view of a variable capacitance
accelerometer shows its primary elements.
Two of the elements are the electrodes of
an air dielectric, parallel-plate capacitor. The
middle element is chemically etched to form a
rigid central mass suspended by thin, flexible
fingers. Damping characteristics are controlled
by gas flow in the orifices located on the mass.
Disadvantages are the cost and size associated
with the increased complexity of the onboard
conditioning (Wilson 1999).
3.2.5. Servo (Force Balance)
Servo
accelerometers
are
used
predominantly in inertial guidance systems,
some of their performance characteristics make
them desirable in certain vibration applications.
All the accelerometer types described
previously are open-loop devices in which the
output due to deflection of the sensing element
is read directly. In servo-controlled, or closedloop, accelerometers, the deflection signal is
used as feedback in a circuit that physically
78
Figure 9. The servo force balance accelerometer
produces an output proportional to the force required
to maintain the mass in an equilibrium position.
Motion of the mass is detected by the position
sensors (typically capacitive sensors), which send
an error signal to the servo system. The error
signal triggers the servo amplifier to output a
feedback current to the torque motor, which
develops an opposing torque equal in magnitude to
the acceleration-generated torque from the
pendulous mass. Output is the applied drive
current itself, which, analogous to the deflection in
the open-loop transducers, is proportional to the
applied force and therefore to the acceleration.
Bias stability of these accelerometers depends
solely on the characteristics of the sensing element
(s), it is the feedback electronics in the closed -
M.YILMAZ, O.TEKELİOĞLU, S.YILDIRIM, M.ÇETİN
loop design that controls bias stability. In
general, they are designed for use in
applications
with
comparatively
low
acceleration levels and extremely low
frequency components (Wilson 1999).
4. Conclusion
The sensor/transducer types introduced in
this paper have many advantages and
disadvantages for any specific purpose use.
When the road conditions are considered, most
of the selection criteria such as frequency
response, acceleration level, noise free signal,
robustness, portability and usability are satisfied
by piezoelectric sensors for fresh fruits
transportation even though some of the other type
sensors can be adaptable. For more specific
purpose, to select right sensor, attention should be
given to sensitivity (mV/g), weight (small size is
recommended), shock limit and frequency
response characteristics.
References
Broch, J.T. 1980. Mechanical Vibration and Shock
Measurements, Brüel&Kjaer.
Bruel & Kjaer, 1982. Measuring Vibration
Endevco, TP No. 293. Chu, A., Zero Shift of Piezoelectric
accelerometers in Pyroshock Measurements.
Endevco, TP No. 296. Link, B., Shock and Vibration
Measurement Using Variable Capacitance.
Endevco, 1978. Instruction Manual for Endevco
Piezoresistive Accelerometers, #121.
Endevco, 1995. Isotron Instruction Manual, Endevco IM
31704
Entran, 1987. Entran Accelerometer Instruction and
Selection Manual. Entran Devices.
Griffin, M.J. 1994. Handbook of Human Vibration,
Academic Press. London.
PCB Piezotronics, 1985. Introduction to Piezoelectric
Sensors. March, PCB Piezotronics, #018.
Wilson, J.S. 1999. A Practical Approach to Vibration
Detection and Measurement: Part1: Physical Principles
and Detection Tech. February, Sensors.
Wu, P. and Wen H. Ko., 1989. Sensors and Actuators, Vol.
18:207-215.
79
S.H.MADAKBAŞ, H.KAR, B. KÜÇÜKOMUZLU
Çarşamba Ovası’nda Bazı Bodur Taze Fasulye Çeşitlerinin Verimliliklerinin
Belirlenmesi
Seher Yıldız Madakbaş
Hayati Kar
Beyhan Küçükomuzlu
Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü, Samsun
Özet: Bu çalışma 2002-2003 yıllarında Samsun Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü’nde bölgeye en
uygun bodur fasulye çeşitlerini tespit etmek ve performanslarını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Deneme
tesadüf blokları deneme desenine göre üç tekrarlamalı olarak yürütülmüştür. İki yıllık dekara verim
ortalamaları 1112.5-2278.7 kg arasında değişmiştir. 2002 yılında en yüksek verim 1847.7 kg/da Sima , 2003
yılında da 2905.3 kg/da ile Gina çeşidinden alınmıştır. İki yıllık bitki boyu ortalama değerleri 50.0-33.5 cm
arasında değişmiştir. Her iki yılda da en yüksek bitki boyu 47.3cm ve 52.6 cm ile Gina çeşidinde elde
edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Taze fasulye, Bodur, Verim,
Adaptation of Dwarfing Fresh Bean Varieties on Çarşamba Plain
Abstract:The study was carried out to determine some suitable fresh bean cultivars for Samsun-Blacksea
Agricultural Research Institute in 2002-2003 growing season. The research was designed
according to randomized block design with tree replications. Dwarfing fresh bean cultivars were examined
according to two year results from point of view fenologic and morfologic characteristics, and there were no
showed differences. The average yield of two years varied between 1112.4 and 2278.7 kg/da. The highest
yield was obtained from Sima as 1847.7 kg/da in 2002 and Gina as 2905.3 kg/da in 2003 .The average plant
lenght of two years varied between 33.5-50.0. Longest was Gina with 47.3 and 52.3 cm in 2002 and 2003
respectively.
Key words: Fresh bean, Dwarf, , Yield,
1. Giriş
Taze fasulye, insan beslenmesi ve
sağlığında önemli yer tutan ve severek tüketilen
bir sebzedir. Farklı şekillerde değerlendirilen
(taze, konserve, turşu, kurutularak) taze fasulye,
genel olarak ülkemizin her yöresinde rahatlıkla
yetiştirilmekte, halkın yaş sebze gereksinimini
karşılamada önemli bir yer tutmaktadır. Orta
Amerika kökenli bir sebze türü olan fasulye
dünyada çok geniş bir yayılım alanı bulmuştur.
2003 yılında dünyada taze fasulye üretimi
5.632.050 ton’dur. Bu üretimde Asya ve
Avrupa ülkeleri önemli bir paya sahiptir.
Dünyada en fazla taze fasulye üreticisi ülke
olan Çin’in üretimi yılda ortalama 1.950.000
ton’dur. Türkiye Çin’den sonra 514.000 tonla
2. sırada yer almaktadır (Fao, 2003). Ülkemizde
açık alanda taze fasulye yetiştiriciliğinin en
yaygın olduğu bölge, Orta Karadeniz
Bölgesi’dir. Sırık ve bodur çeşitler açıkta
yetiştirilmektedir. Burada üretilen taze fasulye
hem aynı bölgede tüketime sunulmakta hem de
diğer illere gönderilmektedir. Ülkemizde taze
fasulye üretimi iller bazında incelendiğinde
Samsun ili yılda ortalama 67.250 ton’luk bir
üretim değeriyle en önemli taze fasulye üretim
merkezi olarak 1. sırada yer alır (Anonim,
2001). Bu ilimizi sırasıyla Antalya, Hatay,
Bursa ve Aydın illeri izlemektedir.
Günümüzde taze fasulye yetiştiriciliği
artan tüketime bağlı olarak karlı olması
nedeniyle
büyük
önem
kazanmıştır.
Yetiştiriciler geniş alanlarda işçiliği ve masrafı
az
olan bodur formlu fasulyeleri tercih
etmektedir. Çarşamba Ovası’nda, üreticilerin %
66 ‘sının taze fasulye yetiştiriciliği yaptığı bir
anket çalışmasında belirlenmiştir (Üstün ve
ark., 1996). Tüketiciler de genelde Ayşe kadın
tipi fasulye çeşitlerini tercih etmektedir.
Çarşamba İlçesinde, erkenci olarak bodur
formlu fasulye çeşitleri ve sırık olarak da Ayşe
kadın özelliklerinde fasulye çeşitlerinin
üretimde kullanıldığı saptanmıştır (Apan,
1988).
Bu çalışmanın amacı bölgede yetiştirilen
ticari çeşitlerle bölgemize yeni giren fasulye
çeşitlerinin fenolojik ve morfolojik özelliklerini
ve verim değerlerini tespit etmektir.
2. Materyal ve Yöntem
Araştırmada, 14 bodur taze fasulye çeşidi
kullanılmıştır. Bu fasulye çeşitleri; Gina,
Karaayşe, Nadide, Romano, Sima, Sazova,
3
Çarşamba Ovası’nda Bazı Bodur Taze Fasulye Çeşitlerinin Verimliliklerinin Belirlenmesi
Sarısu, Tina, Volare, Yalova-17, Yalova-5,
Gerdan, Çağdaş ve Nassua’ dır.
Deneme 2002 ve 2003 yıllarında tesadüf
blokları deneme desenine göre 3 tekrarlamalı
olarak
Karadeniz Tarımsal Araştırma
Enstitüsü’nün Samsun/Gelemen’deki deneme
alanında yürütülmüştür. Parsel boyu 5m olan
4’er sıradan oluşmaktadır. Sıra arası 50 cm, sıra
üzeri mesafe 20 cm’dir. Tüm fenolojik ve
morfolojik gözlem ve ölçümler tesadüfi seçilen
20 bitki üzerinden yapılmıştır. Çalışmada çıkış
tarihi, ilk çiçeklenme, % 50 çiçeklenme, ilk
hasat ve hasat süresi gibi fenolojik özelliklerle,
bakla rengi, kılçıklılık, baklada beneklilik,
baklada tohum belirginliği, bakla uç şekli, bakla
boyu (cm), bakla eti kalınlığı (mm) , bakla eni
(mm), brakte uzunluğu(mm) ve brakte şekli gibi
morfolojik
özellikleriyle
çiçek
rengi
incelenmiştir (Şehirali, 1971., Anonymous,
1982; Gülümser ve ark., 1998; Güleryüz ve
ark., 2003). Verim ve bitki boyu değerleri SAS
istatistik analizine tabii tutulmuştur.
Deneme yıllarına ait bazı meterolojik
veriler Çizelge 1’de verilmiştir (Anonim, 2004).
Araştırmanın yapıldığı her iki yılda aylık
ortalama sıcaklık (0C) ve nispi nem (%)
değerleri benzerdir. Toplam yağış miktarı
(mm) değerleri aylara göre büyük farklılık
göstermektedir .
Birinci ve ikinci yıllar
arasında hasat sürelerinin bu kadar farklı
olmasının sebebi ikinci yıl meterolojik
değerlerin taze fasulye yetiştiriciliği için daha
uygun olmasındandır. İlk yıl hasat dönemi çok
fazla yağış yağması taze fasulyede bizim
bölgemizde yaygın olan kök çürüklüğü
etmenini artırmıştır. Bu durumda verimde
azalmaya neden olmuştur.
Çizelge 1. Deneme Yıllarına Ait Bazı Meterolojik veriler
Yıllar İklim Elemanı
Ortalama Sıcaklık (0C)
2002 Toplam Yağış (mm)
Nispi nem (%)
Ortalama Sıcaklık (0C)
2003 Toplam Yağış(mm)
Nispi nem (%)
Mayıs
19.3
10.9
74.2
16.2
54.7
78.4
Haziran
24.1
53.8
74.4
20.7
3.3
68.8
3. Bulgular ve Tartışma
3.1. Fenolojik Gözlemler
Araştırmadan elde edilen fenolojik veriler
çizelge 2’de verilmiştir.
2002 yılında ekim 8 Mayıs da yapılmış ve
çıkışlar 10-12 günde gerçekleşmiştir. Çeşitler
arasında ilk çiçeklenme süreleri 38-42 gün
arasında, % 50 çiçeklenme ise 42-50 gün
arasında değişmiştir. Çeşitlerden ilk olarak 51
günde Volare, Yalova-5, Gerdan, Çağdaş ve
Nassua’nın hasada geldiği görülmektedir. Gina,
Nadide, Romano, Sima, Sazova, Sarısu ve Tina
54, Karaayşe ise 58 günde hasada gelmiştir.
Bütün çeşitlerin ilk hasat ile son hasat tarihleri
arasındaki hasat süreleri 20-27 gün arasında
değişmiştir.
2003 yılında ise hava koşullarından dolayı
ekim 21 Mayıs da yapılmış ve çıkışlar 7-9
günde gerçekleşmiştir. Çeşitler arasında ilk
çiçeklenme 34-47 gün arasında ,% 50
çiçeklenme
ise
38-41
gün
arasında
gerçekleşmiştir.
İlk
hasat
süreleri
2
Aylar
Temmuz
28.8
79.9
73.5
23.7
37.3
72.5
Ağustos
27.6
14.3
73.3
24.1
3.4
72.9
Eylül
25.8
34.6
74.7
19.5
94.0
75.5
incelendiğinde Karaayşe çeşidi 55 günde ve
diğer çeşitlerin hepsinin 49 günde hasada
geldiği görülmektedir. Çeşitlerde hasat süresi,
Karaayşe’de 34, diğer çeşitlerde 41 gün olarak
tespit edilmiştir.
2002 yılında tohum ekiminin 8 mayıs da,
2003 yılında 21 mayıs da yapılması çıkış, ilk
çiçeklenme, % 50 çiçeklenme ve ilk hasat
tarihlerini etkilemiştir.
3.2. Morfolojik gözlemler
Bodur taze fasulye çeşitlerinde alınan
morfolojik gözlemler Çizelge 3’de verilmiştir.
Araştırmada bakla rengi Gina, Karaayşe,
Sarısu, Volare ve Nassua’da açık yeşil diğer
çeşitlerde Yeşil olarak belirlenmiştir. Çiçek
rengi Karaayşe, Volare, Sarısu, Sazova ve
Nadide de eflatun diğer çeşitlerde beyaz olarak
tespit edilmiştir. Çeşitlerin hiç birinde
kılçıklılık ve beneklilik belirlenmemiştir.
S.H.MADAKBAŞ, H.KAR, B. KÜÇÜKOMUZLU
Çizelge 2. Araştırmada Kullanılan Bodur Taze Fasulye Çeşitlerinde Fenolojik Gözlemler
Çeşitler
yıllar
Gina
Karaayşe
Nadide
Romano
Sima
Sazova
Sarısu
Tina
Volare
Yalova-17
YalovaGerdan
Çağdaş
Nassua
Çıkış süresi
(gün)
2002 2003
12
9
12
9
10
9
10
7
11
9
10
7
10
7
10
7
10
7
11
7
10
7
10
7
11
7
10
7
İlk çiçeklenme
süresi (gün)
2002
2003
39
34
42
47
38
34
39
36
39
35
38
34
38
34
39
34
39
34
41
36
38
36
39
36
39
34
39
35
%50 çiçeklenme
süresi (gün)
2002
2003
44
40
50
45
42
38
44
40
44
40
42
40
42
40
42
40
42
40
43
40
42
40
43
40
43
40
43
41
Ilk hasat
süresi (gün)
2002 2003
54
49
58
55
54
49
54
49
54
49
54
49
54
49
54
49
51
49
54
49
51
49
51
49
51
49
51
49
Hasat süresi
(gün)
2002 2003
24
41
20
34
24
41
24
41
24
41
24
41
24
41
24
41
27
41
24
41
27
41
27
41
27
41
27
41
Çizelge 3. Araştırmada Kullanılan Bodur Taze Fasulye Çeşitlerinde Bakla ve Brakte Özellikleri
Çeşitler
Yıllar
Gina
Karaayşe
Nadide
Romano
Sima
Sazova
Sarısu
Tina
Volare
Yalova-17
Yalova-5
Gerdan
Çağdaş
Nassua
Bakla rengi
2002
Açık
yeşil
Açık
yeşil
yeşil
yeşil
yeşil
yeşil
Açık
yeşil
yeşil
yeşil
Açık
yeşil
yeşil
yeşil
yeşil
Açık
yeşil
2003
Açık
yeşil
Açık
yeşil
yeşil
yeşil
yeşil
yeşil
Açık
yeşil
yeşil
yeşil
Açık
yeşil
yeşil
yeşil
yeşil
Açık
yeşil
Bakla boyu
(cm)
2002
2003
Bakla eni
kalınlığı (mm)
2002
2003
Bakla eti
Kalınlığı (mm)
2002
2003
Brakte uzunluğu
(mm)
2002
2003
12.2
12.7
14.8
14.1
7.5
4.6
4.5
4.1
8.9
8.5
13.7
12.5
7.8
5.5
-
-
11.3
9.9
11.5
11.5
11.9
12.5
12.4
12.3
12.3
14.2
12.4
9.2
14.3
13.8
14.3
9.1
6.3
6.0
6.5
7.5
5.8
5.4
6.1
7.3
5.7
4.9
5.2
-
4.9
5.8
4.9
4.5
Brakte şekli
2002
2003
Dar oval
Dar oval
-
-
Dar eliptik
Dar eliptik
Dar oval
-
Dar eliptik
Dar eliptik
Dar oval
Dar oval
9.1
9.3
13.7
13.5
8.5
6.2
-
-
-
-
10.6
12.9
11.6
12.0
13.5
14.9
14.5
13.9
6.8
8.3
4.7
6.2
5.1
5.0
5.0
4.2
Dar oval
Geniş oval
Dar oval
Geniş oval
10.1
10.8
10.2
12.1
7.4
4.4
4.5
4.3
Dar oval
Dar oval
10.9
11.2
11.3
11.6
12.3
12.4
13.2
13.7
14.0
13.3
14.2
15.6
7.3
6.7
6.4
6.0
5.9
5.3
4.5
4.2
5.4
4.0
4.2
4.9
Dar oval
Geniş oval
Dar oval
Dar oval
Geniş oval
Dar oval
11.9
13.8
13.8
13.5
6.3
5.4
5.2
4.3
Dar oval
Dar oval
Her iki yılda da tohum belirginliği
Karaayşe, Nadide, Sazova, Sarısu, Volare,
Yalova-17, Yalova-5 ve Nassua çeşitlerinde az
diğer çeşitlerde ise tohum belirginliği
gözlenmemiştir. Bakla uç şekli yönünden
yapılan incelemede Sarısu çeşidinde küt uç
diğer çeşitlerde ise sivri uç şekli tespit
edilmiştir. Tüm çeşitler bakla eti şekli
yönünden incelendiğinde Sarısu çeşidinde
geniş, Sazova da yuvarlak diğer çeşitlerde ise
dar eliptik
şekilleri belirlenmiştir. Brakte
şekilleri de dar oval, dar eliptik ve geniş oval
olarak tespit edilmiştir. 2002-2003 yıllarında
sadece Sarısu da orta derecede sırt şeklinde
kıvrılma tespit edilmiş diğer çeşitlerin
hiçbirinde kıvrılma tespit edilmemiştir.
Birinci yıl bakla boyu 8.9-12.9 cm arasında
değişmiştir. En uzun bakla boyu 12.9 cm ile
Volare çeşidinde, en kısa bakla boyu ise 8.9 cm
ile Karaayşe çeşidinde ölçülmüştür. Bakla eni
değerleri 9.2- 14.8 mm arasında değişip en fazla
bakla eni 14.8 mm ile Gina çeşitinde, en az
değer ise 9.2 mm ile Sazova çeşidinde tespit
edilmiştir. Bakla eti kalınlığı 6-8.5 mm arasında
değişmiştir. Bakla eti kalınlığı en fazla 8.5 mm
ile Sarısu çeşidinde, en az 6 mm ile Romano
çeşitinde ölçülmüştür. Brakte uzunluğu 4.2-5.7
mm arasında değişmiştir. İkinci yıl bakla boyu
8.5-13.8 cm arasında değerler almıştır. En uzun
bakla boyunu 13.8 cm ile Nassua, en kısa bakla
boyu ise 8.5 cm ile Karaayşe çeşitinde
ölçülmüştür. Bakla eni değerleri 9.1-15.6 mm
3
Çarşamba Ovası’nda Bazı Bodur Taze Fasulye Çeşitlerinin Verimliliklerinin Belirlenmesi
arasında değişip en fazla bakla eni değeri 15.6
mm ile Çağdaş, en az değer ise 9.1 mm ile
Sazova çeşidinde tespit edilmiştir. Bakla eti
kalınlığı ise 4.4-6.2 mm arasında değişmiş, en
fazla 6.2 mm ile Sarısu ve Volare çeşidinde, en
az 4.4 mm ile Yalova-17 de ölçülmüştür. Brakte
uzunluğu değerleri 4.0-5.8 mm arasında
değişmiştir. Brakte uzunluğu Karaayşe, Sarısu
çeşitlerinde her iki yılda ve Sazova çeşitinde ise
birinci yılda ölçülememiştir.
3.3. Verim (kg/da) ve Bitki Boyu (cm)
Değerleri
3.3.1. Verim
Bodur taze fasulye çeşitlerinde alınan
dekara taze fasulye verimi değerleri Çizelge
4’de verilmiştir.
Çizelge 4’de, birinci yıl çeşitlerin taze
fasulye verimleri 681.3-1847.7 kg/da arasında
değişmiştir. Dekara en fazla verim 1847.7 kg
ile Sima, 1652.0 kg ile Gina ve 1650.7 kg ile
Tina çeşitlerinden en düşük verim ise 681.3 kg
ile Karaayşe çeşidinden alınmıştır. İkinci yıl
dekara verim bakımından 2905.3 kg ile Gina
çeşidi ilk sırayı almış, 2761.7 kg ile Sazova ve
2463.3 kg ile de Yalova-17 çeşitleri takip
etmiştir. En düşük dekara verim 1289 kg ile
Sarısu çeşidinden elde edilmiştir. Her iki yılı
verim değerleri bakımından karşılaştırdığımızda
ortalamalar arasında fark olduğu tespit
edilmiştir. İkinci yıl iklim koşullarının taze
fasulye yetiştiriciliği için uygun gitmesi sonucu
hasat süresi uzamış ve bu durum verim
ortalamalarını etkilemiştir.
Çizelge 4. Araştırmada Kullanılan Bodur Taze Fasulye Çeşitlerinin Verim Değerleri (kg/da)
Verim (kg/da)
Çeşitler
Yıllar
Ortalama
2002
2003
Gina
1652.0a
2905.3a
2278.7a
Tina
1650.7ab
2459.3abc
2055.0ab
Yalova-5
1630.3abc
2410.0abc
2020.0abc
Sima
1847.7a
2175.3abc
2011.5abc
Nadide
1523.3bdc
2415.7abc
1969.5abc
Yalova-17
1343.7de
2463.3abc
1903.5bcd
Nassua
1404.3cde
2397.3abc
1900.8bcd
Sazova
969.0f
2761.7ab
1865.3bcd
Volare
1450.0bdce
2052.0bc
1751.0bcd
Çağdaş
1214.0e
2155.7bc
1684.8bcd
Gerdan
1354.7de
1957.7c
1656.2cd
Romano
865.3gf
2246.3abc
1555.8de
Karaayşe
681.3g
1932.3c
1306.8ef
Sarısu
936.0f
1289.0d
1112.5f
Ortalama
1323.03b
2258.6a
%cv
9.9
16.2
15.4
P< 0.05 Aynı harfle gösterilen çeşitler arasında fark istatistiki açıdan önemli değildir.
3.3.2. Bitki Boyu
Bodur taze fasulye çeşitlerinde bitki
boyunu değerleri Çizelge 5’de verilmiştir.
Çizelge 5’de, birinci yıl bitki boyunun
33.3-47.3 cm arasında değerler aldığı tespit
edilmiştir. Gina ve Çağdaş 47.3 cm ile ilk
sırayı almış bu çeşitleri 46.6 cm ile Sima ve
Gerdan, 46.3 cm ile Tina çeşitleri takip
etmiştir. En düşük bitki boyunu 33.3 cm ile
Romano çeşidi vermiştir. Araştırmanın ikinci
4
yılında bitki boyu değerleri 29.6-52.6 cm
arasında değişmiştir. En yüksek bitki boyuna
52.6 cm ile Gina, 46.6 cm ile Sima, 45.6 cm ile
Sazova ve 45.3 cm ile de Volare çeşitleri sahip
olmuştur. En düşük bitki boyuna ise 29.6 cm ile
Nassua çeşidi sahip olmuştur. Her iki yılı
karşılaştırdığımızda
ortalamalar
arsında
istatistiki açıdan bir fark olmadığı tespit
edilmiştir.
S.H.MADAKBAŞ, H.KAR, B. KÜÇÜKOMUZLU
Çizelge 5.Araştırmada Kullanılan Bodur Taze Fasulyelerde Bitki Boyu (cm)
Bitki boyu(cm)
Çeşitler
Yıllar
Ortalama
2002
2003
Gina
47.3a
52.6a
50.0a
Sima
46.6a
46.6ab
46.6ab
Tina
46.3ab
43.6bc
45.0bc
Çağdaş
47.3a
42.6bc
45.0bc
Volare
44.0abcd
45.3ab
44.6bc
Sazova
41.6cde
45.6ab
43.6bcd
Gerdan
46.6a
39.3bc
43.0bcd
Yalova-5
44.3abc
41.3bc
42.8bcd
Nadide
42.3bcde
43.0bc
42.6bcd
Yalova-17
40.0def
43.0bc
41.5cde
Karaayşe
36.0g
43.0bc
39.5de
Romano
33.3g
43.3abc
38.8de
Sarısu
39.3ef
36.0cd
37.6ef
Nassua
37.3f
29.6d
33.5f
ortalama
42.3a
42.6a
%cv
5.24
11.1
8.7
P<0.05 Aynı harfle gösterilen çeşitler arasında fark istatistiki açıdan önemli değildir.
14 çeşitle yapmış olduğumuz bu çalışma
sonucunda
yetiştirilen
çeşitlerin
karakterizasyonu yapılmış ve bakla boyu, bakla
eni, bakla eti değerlerinin her iki yılda çevresel
faktörlere göre değiştiği görülmüştür. Fakat
yıllara göre çok büyük farklılıklar meydana
gelmemiştir. Siddique ve Goodwin, fasulye
üretimi için en uygun gece-gündüz sıcaklık
farkının 50C civarında olması ve 210C de ise
bakla oluşumunun etkilendiğini bildirmişlerdir.
Farlow ve ark., gece- gündüz sıcaklık farkının
5-210 C’den fazla olması veya daha düşük
sıcaklık değerleri nedeniyle bu şartların
yarattığı
olumsuzlukların
baklaların
karakterizasyonu
sırasında
kendisini
gösterdiğini tespit etmişlerdir.Ayanoğlu ve ark.,
bitki boyu, dal sayısı, yaprak sayısı ve meyve
sayısının fasulyede verime etki eden önemli
unsurlar olduğunu belirtmişlerdir. Çağlar,
ılıman iklim sebzesi olan fasulyelerin
optimumu gelişme sıcaklığının 12-230C olduğu,
00C’nin altında zarar gördüğü, çiçeklenme
dönemindeki yüksek sıcaklıklarında çiçek
dökümüne neden olarak verimi düşürdüğünü
bildirmiştir.
4. Sonuç
2002 yılında en yüksek verimi Sima, Gina
ve Tina çeşitleri vermiş 2003 yılında ise bu
sıralama Gina , Sazova ve Yalova-17 şeklinde
gerçekleşmiştir.
Yapmış
olduğumuz
araştırmada Gina çeşidinin verim yönünden
yüksek performans göstermesi Çarşamba
Ovası’nda yapılan taze fasulye yetiştiriciliği
için bu çeşidin doğru bir seçim olduğunu ortaya
çıkarmıştır. Özellikle iklimin Taze fasulye
yetiştiriciliği için çok müsait olması ve ticari
olarak kapama bahçe şeklinde yetiştiriciliğin
yapılması Gina ve Tina,
çeşitlerinin bu
bölgede yetiştirilebileceğini ortaya koymuştur .
Kaynaklar
Anonymous, 1982. International Union for the Protection
of New Varieties of Plants. UPOV/TG/12/4,France.
Apan, H, 1988. Çarşamba İlçesinin Sebzecilik Durumu ve
Geliştirme İmkanları. O.M.Ü.Ziraat Fakultesi,
Samsun.
Ayanoğlu F., Engin M., 1995. bazı fasulye çeşitlerinde
farklı Ekim zamanlarının verim ve Verimle İlgili
karakterlere Etkisi Üzerine araştırmalar. Türkiye II.
Ulusal Bahçe Bitkileri Kongresi,3-6 Ekim- Adana,
241- 254.
Anonim, 2001. http://www.tarım.gov.tr/istatistikler
Anonim, 2004. Devlet Meteroloji İşleri Genel Müdürlüğü
Samsun İli Verileri, Samsun.
Çağlar, G. 1998. Kahramanmaraş Koşullarında İkinci ürün
Olrak yeşil Fasulye Yetiştiriciliğine Uygun yer ve
Sırık Çeşitlerin belirlenmesi Üzerinde Bir Araştırma.
II. Sebze Tarımı Sempozyumu, 28-30 Eylül-Tokat,
199-204.
5
Çarşamba Ovası’nda Bazı Bodur Taze Fasulye Çeşitlerinin Verimliliklerinin Belirlenmesi
Farlow,P.J., Byth,D.E., Kruger, N.S, 1979. Effect to
Temperature on Seed Set and In Vitro Pollen
germination in French beans (Phaseolus vulgaris).
Aust.J Agri. Res, 32 325-330.
FAO 2003. FAO. Statistics (www.fao.org/statistics)
Gülümser,A., Zeytun, A. 1998. Çarşamba Ovası’nda
Yetiştirilen Fasulye Çeşitlerinin Fenolojik ve
Morfolojik Karakterlerinin Tespiti Üzerine Bir
Araştırma. Ondokuz mayıs Üniversitesi Ziraat
Fakültesi Dergisi, 3(11), 83-98.
Güleryüz , M., Dursun , A. 2003. Erzincan’da Yaygın
Olarak Yetiştirilen “ Yalancı Dermason “ fasulye (
Phaseolus vulgaris) Populasyonunun Seleksiyon
Yoluyla Islahı. Türkiye IV. Ulusal Bahçe Bitkileri
Kongresi, Antalya, 350-352.
6
Sıddıque,M.A., Goodwın, P.B. 1989. Ingluence of
Growing Temperature on Vegetative Growth on
Yield of French Bean. Snap Beans Present Status in
the Developing World and Bibliography of research.
Şehirali, S. 1971. Türkiye de Yetiştirilen Bodur Fasulye
Çeşitlerinin Tarla Ziraatı Yönünden Önemli Başlıca
Vasıfları Üzerinde Araştırmalar. Ankara üniversitesi
Ziraat fakültesi. Yayın:474. Bilimsel Araştırma ve
incelemeler, 275, Ankara.
Üstün, A., Gülümser,A. 1996. Karadeniz Bölgesi’nin
Yaygın Ekim Sistemi Olan Mısır-Fasulye Karışık
Ekiminin İncelenmesi.O.M.Ü. Ziraat Fakültesi
Dergisi, 11, (2), 235-248, Samsun.
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2004, 21 (2), 94-100
Tokat-Kazova Şartlarına Uygun Maltlık Arpa Çeşitlerinin Belirlenmesi
Nejdet Kandemir
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Bu çalışma, Tokat ili Kazova bölgesine uygun maltlık arpa çeşitlerinin belirlenmesi amacıyla 2001-02
ve 2002-03 yetiştirme döneminde yürütülmüştür. Çalışmada yerli Tokak 157/37 ve Bülbül-89 çeşitleri
yanında Efes Pilsen A.Ş.’nin Türkiye genelinde değerlendirmeye aldığı 15 yabancı orijinli çeşit ve
Kanada’nın en önemli maltlık arpa çeşidi Harrington kullanılmıştır. Yağışın uzun yıllar bölge ortalamasına
yakın olduğu 2001-02 döneminde çoğu çeşit hektara beş tonun üzerinde verime, 50 g üzerinde 1000-tane
ağırlığına ve 68-70 kg civarında hektolitre ağırlığına sahip olmuş, aralarında yerli çeşitlerin de bulunduğu
bazı çeşitlerde ise ciddi oranlarda yatma görülmüştür. Yağışın oldukça az olduğu 2002-03 döneminde ise,
tane verimleri 3,0-3,5 ton civarında gerçekleşmiş, 1000-tane ağırlıkları 40-50 g, hektolitre ağırlıkları 67-69
kg civarında olmuştur. Yerli çeşitlerden Tokak 157/37 yatmanın olmadığı durumda yüksek verimli çeşitlere
yaklaşmış ve oldukça iyi kalitede tane ürünü vermiştir. Yabancı çeşitler içinde Anita, Lagoda, Prosa, Madras,
Asso ve Pacific bölgeye uygun çeşitler olarak görülmüştür. Ancak bölgenin maltlık arpa üretim
potansiyelinin tam olarak belirlenmesi için bu çeşitlerle bölgedeki başka ekolojilerde, daha detaylı malt
analizlerinin de yapıldığı, ilave çalışmalara gerek vardır.
Anahtar Kelimeler: Maltlık arpa, hektolitre ağırlığı, 1000-tane ağırlığı, yatma.
Determination of Malting Barley Cultivars Suitable for Tokat-Kazova
Conditions
Abstract: This study was conducted to determine suitable malting barley cultivars for Kazova plain in Tokat
province in 2001-02 and 2003-03 growing periods. Two Turkish cultivars, Tokak 157/37 and Bülbül-89, a
high quality Canadian malting barley cultivar, Harrington, and 15 other foreign cultivars evaluated by Efes
Pilsen malting company throughout Turkey were used. Most cultivars had grain yields over five tons per
hectare, 1000-seed weights of 40-50 g and test weights of 68-70 kg in 2001-02 period in which precipitation
during the growing period was similar to long term average. However, some cultivars including the two
Turkish cultivars seriously lodged in this year. In 2002-03 period, in which precipitation was seriously lower
than long term average, grain yields of most cultivars were around 3,0-3,5 tons per hectare, 1000-seed
weights 40-50 g, and test weights 67-69 kg. Turkish cultivar Tokak 157/37 had yields similar to high yielding
cultivars and quite good malting quality indications. Among cultivars of foreign origin, Anita, Lagoda, Prosa,
Madras, Asso and Pacific seemed to be suitable for the region. However, in order to fully establish the
malting barley production potential of the region, additional studies covering other ecologies of the region
and including detailed malt analyses are necessary.
Key Words: Malting barley, test weight, 1000-seed weight, lodging.
1. Giriş
Arpa Türkiye’de büyük ölçüde yem amaçlı
olarak yetiştirilmektedir. Maltlık arpa toplam
arpa
üretiminin
sadece
%
2,5’ini
oluşturmaktadır. Ne var ki bazı yıllarda
Türkiye’de yeterli miktarda kaliteli arpa
yetiştirilememekte ve ithalat yapılmaktadır
(Akar ve ark. 1999). Malt sanayi iç pazarın
ihtiyacını karşılamak ve aynı zamanda dışarıya
malt ihraç etmek için iyi kalitede maltlık arpaya
ihtiyaç duymaktadır (Başgül ve ark. 1999). Bu
nedenle maltlık arpa üretimi için daha iyi
ekolojiler ve çeşitler bulmak amacıyla
araştırmalar yapılması gerekmektedir.
Konya, Kazan ve Haymana şartlarında iki
yıl yürütülen bir çalışmada, Tokak 157/37
çeşidinin verimi 2,18-5,31 t/ha arasında
değişmiştir (Bozkurt, 1999). Bu değerler
Bülbül-89 çeşidinde 2,40-4,89 t/ha arasında
değişmiştir. Karadoğan ve ark. (1999), Isparta
şartlarında 1996-97 ve 1997-98 yetiştirme
periyotlarında, aralarında Tokak 157/37,
Bülbül-89 ve Angora’nın da bulunduğu 11
çeşidi incelemişlerdir. Tokak 157/37, Bülbül-89
ve Angora’nın tane verimleri 1996-97
döneminde sırasıyla 3,16, 3,31 ve 3,07 t/ha,
1997-98 döneminde ise 2,35, 2,79 ve 2,82 t/ha
olmuştur. Türkiye’nin doğu bölgelerinde
bulunan beş lokasyonda aralarında Tokak
157/37 ve Bülbül-89’un da bulunduğu yedi
çeşitle yapılan bir çalışmada Tokak 157/37 ve
Bülbül-89’un tane verimleri sırasıyla 1,13-4,01
ve 0,83-4,07 t/ha arasında değişmiştir (Ayçiçek
ve Olgun, 2002). Turgut ve ark. (1997) Büyük
N.KANDEMİR
Menderes Havzasında Bülbül-89’u da
içeren 15 arpa çeşidini 1995-96 ve 1996-97
yetişme periyotlarında değerlendirmişlerdir.
Bülbül-89’un tane verimleri bu yıllarda
sırasıyla 3,39 ve 4,26 t/ha olmuştur. Tüm bu
veriler, Türkiye’nin önemli üretim sahalarını da
kapsayan lokasyonlarda arpanın genelde
hektara dört tondan az tane verimine sahip
olduğunu göstermektedir.
Tokak 157/37 çeşidi toplam yağışın 400
mm üzerinde olduğu yıllarda büyük ölçüde
yatmakta ve ciddi verim kayıplarına
uğramaktadır (Akar ve ark., 1999). Araştırıcılar
Bülbül-89’un Tokak 157/37’ye nazaran
yatmaya daha dayanıklı olduğunu da
bildirmişlerdir. Arpada bitki boyu yatmayı
etkileyen en önemli özelliklerden birisidir
(Anderson ve Reinbergs, 1985). Tokak 157/37
ve Bülbül-89 çeşitlerinin boyları yapılan bazı
çalışmalarda sırasıyla 64,9-101,6 ve 65,0-96,6
cm arasında bulunmuştur (Karadoğan ve ark.,
1999; Bozkurt, 1999; Ege ve ark., 1992).
Akıncı ve ark. (1999) Diyarbakır şartlarında
Tokak 157/37’yi de içeren 10 çeşitle iki yıl
yürüttükleri çalışmada, bitki boylarının 62.894.2 cm arasında değiştiği 1996/97 yılında
yatmanın olmadığını, bitki boylarının 76.5106.1 cm arasında değiştiği 1997/98 yılında ise
uzun boylu çeşitlerin yattığını bildirmiştir.
Bilgin ve ark. (1999) ise 20 hat ve dört çeşitle
Tekirdağ’da yaptıkları bir araştırmada bitki
boylarının 92.7-117.6 cm arasında değiştiğini
ve tüm çeşitlerde % 30-65 arasında yatma
meydana geldiğini gözlemişlerdir. Bu sonuçlara
göre, normal şartlarda 100 cm üzerindeki
boylarda arpa bitkisinin yatacağı söylenebilir.
Genellikle 1000-tane ağırlığı olarak ifade
edilen tohum iriliği arpa tanesinde nişasta
miktarının bir göstergesidir ve 1000-tane
ağırlığı arttıkça nişasta oranı da artmaktadır.
Ayrıca, tohum iriliği ve malt ekstrakt yüzdesi
arasında olumlu ve önemli bir ilişki de
bulunmaktadır (Engin, 1989). Maltlık arpada
1000-tane ağırlığı 40 gramın üzerinde olmalıdır
(Atlı ve ark. 1989a). Tokak 157/37 ve Bülbül89 çeşitlerinin 1000-tane ağırlıkları Isparta
şartlarında 40,8-42,4 ve 38,5-44,2 g (Karadoğan
ve ark., 1999); Konya şartlarında 46,7-47,7 ve
38,2-41,6 g, Kazan şartlarında 34,8-36,8 ve
38,9-39,7 g, Haymana şartlarında 36,8-49,8 ve
27,7-41,8 g olarak bulunmuştur (Bozkurt,
1999). Bornova ve Menemen koşullarında
değişik yıllarda Tokak 157/37 çeşidinin 1000-
tane ağırlığı sırasıyla 37,4-43,8 ve 36,5-42,8g
arasında değişmiştir (Ege ve ark., 1992).
Önemli arpa üretim alanlarını da kapsayan
bölgelerden elde edilen bu veriler, Türkiye’de
üretilen arpaların kaliteli bir maltlık arpa için
tohum
iriliği
standartlarını
ancak
karşılayabildiğini açık bir şekilde ortaya
koymaktadır.
Arpa tanesinin bileşenleri arasında
yoğunluğu en fazla olan nişastadır. Bu nedenle,
hektolitre ağırlığı arpa tanesinin daha fazla
nişasta ve malt ekstrakt oranına sahip olduğu
anlamına gelmektedir (Engin, 1989). Maltlık
arpalarda hektolitre ağırlığının 66 kg’ın
üzerinde olması istenir (Atlı ve ark., 1989a).
Tokat 157/37 ve Bülbül-89 çeşitlerinin
hektolitre ağırlıkları iki yıl ortalaması olarak
Isparta şartlarında 62,3 ve 60,7 kg (Karadoğan
ve ark., 1999); Konya şartlarında 70,4 ve 67,3
kg, Kazan şartlarında 57,0 ve 65,0 kg, Haymana
şartlarında 68,7 ve 65,4 kg (Bozkurt, 1999)
olarak bulunmuştur. Atlı ve ark. (1989b) Tokak
157/37 çeşidini de içeren üç maltlık arpa
çeşidini Haymana, Polatlı, Altınova, Çorum,
Burdur, Afyon, Isparta, Edirne ve Tekirdağ
şartlarında
1979-1985
yılları
arasında
incelemişlerdir. Yıllar ortalaması olarak bu
lokasyonlarda hektolitre ağırlıkları 62,1-67,3 kg
arasında saptanmıştır. Bu sonuçlara göre
Türkiye’nin önemli maltlık arpa üretim
bölgelerinde üretilen maltlık arpaların hektolitre
ağırlıkları pek yüksek değildir.
Yeşilırmak nehri etrafındaki verimli
tarımsal üretim alanlarından birisi olan Tokat ili
Kazova bölgesi tarihsel olarak kaliteli arpası ile
ünlü olup “arpa çukuru” adıyla da anılmıştır
(Kopraman, 1986). Bölge, Anadolu platosunun
arpa üretimi yapılan çoğu alanları ile
karşılaştırıldığında nispeten ılıman kışlara
sahiptir
ve
kışlık
arpa
rahatlıkla
yetiştirilmektedir. Yağışın yıllık miktarı ve
mevsimlere göre dağılışı arpa için oldukça
elverişlidir. Uygun şartlarda yetiştirildiğinde
bölgede yüksek verimli ve kaliteli maltlık arpa
elde etmek mümkündür. Ancak maltlık arpa
üretimi için bölgeye bugüne kadar ilgi
duyulmamıştır. Bu çalışmanın amacı bölgenin
kaliteli maltlık arpa üretim potansiyelini ortaya
koymak ve bölge için uygun maltlık arpa
çeşitlerini belirlemektir.
95
Tokat-Kazova Şartlarına Uygun Maltlık Arpa Çeşitlerinin Belirlenmesi
2. Materyal ve Metot
Bu araştırma 2001-02 ve 2002-03
yetiştirme periyotlarında Tokat ili Köy
Hizmetleri Araştırma Enstitüsü deneme
alanlarında yürütülmüştür. Bu istasyon Orta
Anadolu Platosunda Yeşilırmak Havzasında
bulunan Kazova ovasında yer almaktadır.
Deneme alanları killi tın toprak yapısına, hafif
alkali toprak reaksiyonuna, düşük veya orta
seviyede organik madde, düşük tuz, orta
seviyede kireç, düşük seviyede P2O5 ve yeterli
seviyede K2O içeriğine sahiptir (Çizelge 1).
oluşmuştur. Sıra aralığı 30 cm olarak
uygulanmıştır. Buna göre her parsel 2,7 m2
olmuştur. Ekim miktarı 200 kg/ha olarak
ayarlanmıştır. Ekim elle yapılmıştır. Ekim
tarihleri birinci yıl 14 Kasım, ikinci yıl ise 6
Kasım'dır.
Parsellere triple süperfosfat ve amon-yum
nitrat halinde hektara 75 kg P2O5 ve 150 kg N
hesabıyla gübre uygulanmıştır. Fosforlu
gübrenin tamamı ve azotlu gübrenin yarısı
ekimle birlikte, azotun diğer yarısı ilkbaharda
sapa kalkma dönemi öncesi verilmiştir.
Çizelge 1. Deneme topraklarına ilişkin bazı fiziksel ve
kimyasal özellikler
Çizelge 3. Efes Pilsen A.Ş.’den getirilen çeşitlere ait bazı
özellikler
Organik Toplam
madde tuz
Kireç P2O5 K2O
Yıl
Tekstür pH (%)
(%)
(%) kg/ha kg/ha
2001-2002 Killi tın 7,90 1,81 0,029 10,9 34,4
376
2002-2003 Killi tın 7,93 1,35 0,034
8,7 27,5 1279
Araştırma bölgesinde yetişme periyodu
(Kasım-Haziran) uzun yıllar (38 yıl) ortalama
sıcaklığı 8,7 °C'dir (Çizelge 2). Deneme yılları
gelişme dönemi ortalama sıcaklıkları ise birinci
yıl 8,9, ikinci yıl ise 7,7 °C olmuştur. Uzun
dönem Kasım-Haziran toplam yağış miktarı
365,5 mm'dir. Birinci deneme yılında yağış
uzun yıllar ortalamasına yakın (361,4 mm),
ikinci deneme yılında ise uzun yıllardan önemli
ölçüde düşük (223,6 mm) olmuştur.
Çizelge 2. Uzun yıllar ve deneme yıllarına ait bölgedeki
hava sıcaklığı ve yağış miktarı
Top.
yağış
(mm)
Ort.
sıcak
(°C)
Dön.
01-02
02-03
65-03
01-02
02-03
65-03
11
73,4
33,8
46,7
7,4
6,9
7,0
12
50,5
25,0
45,9
5,1
-2,0
3,2
01
45,1
27,8
39,5
-4,5
5,5
1,3
02
20,4
21,8
34,7
4,1
2,0
2,8
Aylar
03 04
29,2 68,4
16,4 75,6
38,2 62,4
9,3 11,1
3,0 11,0
6,9 12,5
05
16,8
11,8
59,5
15,6
17,0
16,2
06
57,6
11,4
38,6
18,8
18,2
19,5
Top./
ort.
361,4
223,6
365,5
8,9
7,7
8,7
Çalışmada 18 çeşit incelenmiştir. Tokak
157/37 bölgede ve Türkiye'de yaygın olarak
yetiştirilen geleneksel çeşittir. Bülbül-89
nispeten yeni geliştirilen ve bölgede bir miktar
ekilişi olan bir çeşittir. Tokak 157/37 ve
Bülbül-89 fakültatif tip arpalardır. Harrington
çok yüksek maltlık kaliteye sahip yarı bodur
yazlık bir Kanada arpa çeşididir. Denemede
kullanılan diğer 15 çeşit Efes Pilsen Biracılık
A.Ş. tarafından sağlanmıştır. Bu çeşitlerin tescil
edildiği ülkeler ve gelişme durumları Çizelge
3'de verilmiştir.
Deneme tesadüf blokları deneme desenine
göre üç tekrarlamalı olarak kurulmuştur. Her
parsel 1,5 m uzunluğunda altı sıradan
96
Çeşit
Asso
Angora
Anita
Lagoda
Madras
Lambic
Opal
Orbit
Pacific
Pearl
Prosa
Sunrise
Avustralya
Vanessa
Barke
Tescil edildiği ülkeler
İtalya
Almanya-Fransa-Türkiye
Avusturya
Fransa
Almanya - Fransa
Fransa -Macaristan
İngiltere
Slovakya
İngiltere- Fransa
İngiltere
Avusturya - Fransa
Fransa -İngiltere
Avustralya
Almanya - Fransa -İngiltereLüksembourg
Almanya-DanimarkaFinlandiya-İtalya- Romanya
Lüksembourg -Hollanda
Sıra sayısı
2 sıralı
2 sıralı
2 sıralı
2 sıralı
2 sıralı
2 sıralı
2 sıralı
2 sıralı
2 sıralı
2 sıralı
2 sıralı
2 sıralı
2 sıralı
2 sıralı
Kışlık/yazlık
Kışlık
Kışlık
Kışlık
Kışlık
Yazlık
Kışlık
Kışlık
Yazlık
Kışlık
Kışlık
Yazlık
Kışlık
Bilinmiyor
Kışlık
2 sıralı
Yazlık
Yatma oranı her parselde yatan bitkilerin
oranının % olarak ifadesidir. Hasatta, kenar
tesiri atıldıktan sonra bir parseldeki bitkiler
orakla biçilmiş, gevşek demet halinde
kurutulmuş ve sonra harmanlanmıştır. Tohum
verimi, bir parselin harmanlanmış, havada
kurutulmuş
tanelerinden
hesaplanmıştır.
Çalışmada incelenen özellikler Kandemir ve
ark. (2000)’e göre belirlenmiştir.
Denemeden elde edilen veriler varyans
analizine tabi tutulmuştur. İki yıl arasında
toplam yağıştaki büyük farklılıkların verim ve
diğer özelliklere yansıması nedeniyle yıllar
birleştirilmeden ayrı ayrı analiz edilmiştir.
Yatma oranları Açı transformasyonuna tabi
tutulmuştur. Çeşitler Duncan çoklu karşılaştırma testine göre gruplanmıştır. Tüm istatistiki
analizlerde MSTAT istatistiksel analiz programı kullanılmıştır (Freed ve Eisensmith, 1986).
3. Bulgular ve Tartışma
Başaklanma süreleri çeşitlere göre birinci
yıl 146,7-167,0, ikinci yıl ise 152,3-168,0 gün
arasında değişmiştir (Çizelge 4, P<0,01).
Avustralya her iki yılda da en erken başaklanan
N.KANDEMİR
çeşit olmuş ve başaklanmaya yerli Tokak
157/37 çeşidinden birinci yıl 15, ikinci yıl 12
gün daha erken başlamıştır. Asso, Anita ve
Lagoda diğer erken başaklanan çeşitlerdir.
Barke her iki yılda da en geç başaklanan çeşit
olmuş ve Tokak 157/37 çeşidinden birinci yıl
beş, ikinci yıl dört gün daha geç başaklanmıştır.
Çeşitlere ait olgunlaşma süreleri birinci yıl
199,7-213,7, ikinci yıl ise 196,0-210,3 gün
arasında değişmiştir (Çizelge 4, P<0,01). Bir
diğer ifadeyle, çeşitler birinci yıl 18 Haziran-2
Temmuz arasında, ikinci yıl ise 7-21 Haziran
arasında olgunluğa ulaşmışlardır. Avustralya
her iki yılda da en erkenci olup, Tokak 157/37
çeşidinden birinci yıl dört, ikinci yıl üç gün
önce olgunlaşmıştır. Barke her iki yılda da
oldukça geç olgunlaşmıştır. Ortalama olarak
Haziranın ikinci yarısında tarlayı terk eden
arpa, Kazova’da sulama imkanının bulunduğu
şartlarda tarlada aynı yıl içinde ikinci bir ürün
yetiştirmeyi mümkün kılabilir.
Bitki boyları birinci yıl ikinci yıla nazaran
büyük ölçüde daha uzun olmuştur. Yerli çeşit
Tokak 157/37 ve Anita birinci (113,7 ve 106,7
cm) ve ikinci (88,0 ve 88,7 cm) deneme
yıllarında en uzun boy grubunda yer almışlardır
(Çizelge 4, P<0,01). Tokak 157/37 çeşidinin
bitki boyu diğer araştırmalarda aynı çeşitten
elde edilen değerlerden daha uzun olmuştur
(Ege ve ark., 1992; Karadogan ve ark., 1999;
Bozkurt, 1999). Buna göre, yağışın normal
olduğu yıllarda Kazova şartlarında arpa
bitkisinin boyu Türkiye'nin diğer pek çok
bölgesi ile karşılaştırıldığında daha uzun
olmaktadır.
İkinci deneme yılında hiç bir çeşitte yatma
gözlenmezken birinci deneme yılında bazı
çeşitlerde ciddi oranlarda yatma gözlenmiştir.
Tokak 157/37 ve Bülbül-89 parsellerindeki
bitkilerin
neredeyse
tamamı
yatmıştır.
Harrington, Sunrise, Vanessa ve Lambic
çeşitlerinde % 30-50 civarında yatma
görülmüştür. Opal, Orbit, Pearl, Barke, Prosa,
Lagoda, Asso, Angora, Pacific ve Madras
çeşitlerine ait parsellerdeki bitkiler ise % 10
veya daha az oranda yatmıştır. Kazova
şartlarında, bu çalışmanın birinci yılı gibi
normal yağış alan yıllarda arpa bitkisinin uzun
boylu olacağı gerçeği göz önüne alındığında,
Tokak 157/37 ve Bülbül-89 gibi çeşitler için
yatma çok önemli bir sorun olarak karşımıza
çıkmaktadır. Akar ve ark. (1999) 400 mm veya
üstünde yıllık yağış alan bölgelerde Tokak
157/37 çeşidinin yatmadan dolayı ciddi verim
kayıplarına uğradığını ifade etmektedirler. Bu
durumda, bölgede yaygın olarak yetiştirilen
Tokak 157/37 çeşidinin aslında bölge için
uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Bu çeşit bir
başka çeşitle değiştirilmelidir veya yatmaya
dayanıklılık yönünde ıslah edilmelidir. Tokak
157/37 çeşidinden yatmaya daha dirençli
olduğu belirtilen Bülbül-89 çeşidi (Akar ve
ark., 1999) en azından bu denemenin
yürütüldüğü şartlarda Tokak 157/37 ile benzer
yatma özelliklerine sahip bulunmuştur. Buna
göre, yatma Kazova şartlarında arpa çeşitlerinin
seçiminde dikkate alınması gereken en önemli
özelliklerden birisidir.
İncelenen çeşitlerin tamamı iki sıralı
olduğu için başakta tane sayısı bakımından
çeşitler arasında büyük farklılık bulunmamıştır
(Çizelge 4). Bu özellik bakımından sadece
birinci deneme yılında çeşitler arasında farklılık
vardır (P<0,01). Bu yıl, Pacific (30,3), Lambic
(30,1) ve Pearl (30,0) çeşitlerinde başakta tane
sayısı nispeten daha fazla iken, Avustralya
(22,6) ve Prosa (23,8) çeşitlerinde daha az
olmuştur. Tokak 157/37 ve Bülbül-89
çeşitlerindeki başakta tane sayıları aynı
çeşitlerin kullanıldığı Konya, Kazan ve
Haymana şartlarında yapılan çalışmadaki
değerlere benzerdir veya az bir miktar daha
yüksektir (Bozkurt, 1999).
1000-tane ağırlığı olarak ifade edilen
tohum iriliği yıllar arasında büyük ölçüde
değişiklik göstermiştir (Çizelge 4). Pek çok
çeşide ait 1000-tane ağırlıkları birinci deneme
yılında ikinci yıla nazaran daha yüksek
bulunmuştur. Birinci yıl Anita (55,2 g) en
yüksek 1000-tane ağırlığına sahip olup, bu
çeşidi Lagoda (54,4 g) ve Vanessa (53,2 g)
izlemiştir. Sunrise, Orbit ve Bülbül-89 bu
özellik bakımından en düşük değerleri
vermişlerdir. İkinci yıl ise Tokak 157/37 en
yüksek 1000-tane ağırlığına sahip olmuş (52,0
g) ve bu çeşidi Vanessa (49,0 g) ve Pearl (45,4
g) izlemiştir. Sunrise, Orbit ve Angora ikinci yıl
en düşük değerlere sahip olmuşlardır.
Çalışmamızda Tokak 157/37 ve Bülbül-89
çeşitlerinin 1000-tane ağırlıkları, bu çeşitlerle
Isparta (Karadoğan ve ark., 1999), Konya,
Kazan ve Haymana (Bozkurt, 1999) şartlarında
yapılan çalışmalarda elde edilen değerlerden
belirgin derecede yüksektir. Yine çalışmamızda
Tokak 157/37 çeşidinin 1000-tane ağırlığı bu
çeşidin Bornova ve Menemen koşullarında iki
97
Tokat-Kazova Şartlarına Uygun Maltlık Arpa Çeşitlerinin Belirlenmesi
yılda sahip olduğu 1000-tane ağırlığından da
ciddi şekilde yüksektir (Ege ve ark., 1992).
Tohum iriliği ile malt ekstrakt oranı arasında
çok güçlü bir ilişki olduğundan 1000-tane
ağırlığının yüksek olması tanede nişasta
oranının fazla olduğunu göstermektedir (Engin
1989). Atlı ve ark. (1989a) maltlık arpada 1000tane ağırlığının 40 gramın üzerinde olması
gerektiğini bildirmiştir. Yukarıda anılan
çalışmalarda bu değere ancak ulaşılmasına rağmen, çalışmamızın yapıldığı şartlarda incelenen
çeşitlerin büyük çoğunluğu her iki yılda da malt
üretimi için tavsiye edilen 1000-tane ağırlığına
sahip olmuştur. Uzun yıllar ortalamasına yakın
yağışa sahip olan birinci deneme yılı sonuçları
dikkate alındığında, bölgede maltlık arpada
oldukça yüksek 1000-tane ağırlıklarının elde
edilebileceği görülmektedir.
Birinci yıl çeşitlerin tane verimi ikinci
yıldan belirgin derecede daha yüksektir
(Çizelge 4). Çeşitlerin tane verimleri arasındaki
farklılıklar her iki deneme yılında da çok
önemli bulunmuştur (P<0,01). Birinci deneme
yılında en yüksek tane verimini hektara 5,64
ton ile Pacific sağlamış, onu her biri hektara 5,0
tonun üzerinde verime sahip olan Lambic,
Vanessa, Asso, Lagoda, Orbit, Angora ve
Sunrise izlemiştir. Tokak 157/37 birinci yıl en
düşük tane verimine sahip olmuştur (3,79 t/ha).
Harrington, Bülbül-89, Barke, Avustralya ve
Opal çeşitlerinin tümü oldukça düşük verimlere
sahip olmuşlar ve bu bakımdan Tokak 157/37
ile aynı grupta yer almışlardır. İkinci deneme
yılında, Lambic (3,79 t/ha) en yüksek verimi
sağlamış, onu Vanessa (3,64 t/ha), Anita (3,63
t/ha), Asso (3,61 t/ha), Orbit (3,59 t/ha) ve
Prosa (3,58 t/ha) izlemiştir. İkinci deneme
yılında, Barke, Angora, Opal, Avustralya ve
Bülbül-89 çeşitlerinin verimleri hektara üç
tonun altına düşmüştür. Denemede en yüksek
verimler çok erken (Avustralya) veya çok geç
(Barke)
olgunlaşan
çeşitlerden
değil,
olgunlaşmaları ekstrem olmayan çeşitlerden
elde edilmiştir. Diğer çalışmalarda elde edilen
verim değerleri dikkate alındığında, Kazova
şartlarında normal yağışa sahip olan yıllardaki
arpa
verimlerinin
Türkiye'nin
diğer
bölgelerindeki (Bozkurt, 1999; Karadoğan ve
ark. 1999; Ayçiçek ve Olgun, 2002) verimlere
eşit veya daha yüksek olduğu görülecektir.
Ancak yağışın düşük olduğu ikinci yıl bu
çeşitlerin verimleri diğer çalışmalarda elde
edilen verimlere yakındır. Bülbül-89 çeşidinin
98
birinci yıl verimleri Turgut ve ark.’ın (1997)
Büyük Menderes Havzası şartlarında 1995-96
ve 1996-97 periyotlarında elde ettikleri
verimlere benzerdir. 1991 ve 1992 yıllarında üç
arpa çeşidiyle Kazova şartlarında yapılan bir
araştırmada da hektara 4,2-5,5 ton gibi yüksek
tane verimleri elde edilmiştir (Tuğay, 1993). Bu
veriler normal yağış alan yıllarda Kazova
şartlarındaki yüksek verim potansiyelini ortaya
koymaktadır. Tokak 157/37 ve Bülbül-89
çeşitlerinin verimleri yatmanın olmadığı ikinci
deneme yılında en yüksek verimli çeşitten
istatistiksel anlamda farklı olmamıştır. Bu
nedenle, yatma problemleri düzeltildiği taktirde
bilhassa Tokak 157/37 olmak üzere yerli
çeşitlerinin Kazova şartlarında oldukça yüksek
verimler sağlayabileceği görülmektedir.
Birim hacimdeki arpanın ağırlığının bir
ölçüsü olan ve tanedeki nişasta oranı ile ilişkili
olan hektolitre ağırlığı değerleri, genel olarak
birinci deneme yılında daha yüksek olmuştur
(Çizelge 4). Çeşitlerin hektolitre ağırlıkları
bakımından her iki deneme yılında da önemli
farklılıklar tespit edilmiştir (P<0,01). Orbit
(70,8 kg) ve Avustralya (70,4 kg) çeşitlerinin
hektolitre ağırlıkları birinci yıl diğer çeşitlerden
belirgin derecede daha yüksek bulunmuştur. Bu
çeşitleri Barke, Anita, Prosa, Asso ve Madras
izlemiştir. Sunrise, Bülbül-89 ve Tokak 157/37
çeşitlerinin hektolitre ağırlıkları ise en düşüktür.
İkinci yıl, Orbit (68,9 kg) ve Avustralya (69,0
kg) yine oldukça yüksek hektolitre ağırlığına
sahip olmuşlardır. Ancak, birinci yılın aksine,
iki yerli çeşit Tokak 157/37 ve Bülbül-89
çeşitlerinin hektolitre ağırlıkları oldukça yüksek
olmuştur (sırasıyla 69,1 ve 68,4 kg). Sunrise ve
Angora çeşitlerinin hektolitre ağırlıkları ikinci
yıl en düşük olmuştur. Birinci yıl değerlerimiz
diğer çalışmalarda (Atlı ve ark., 1989b;
Bozkurt, 1999; Karadoğan ve ark., 1999) Tokak
157/37 ve Bülbül-89 çeşitlerinden elde edilen
sonuçlarla karşılaştırıldığında genellikle daha
yüksektir. Uzun yıllar ortalamasına göre
oldukça düşük yağışın gerçekleştiği ikinci
deneme yılında elde edilen sonuçlar ise bu
çalışmalarda bildirilen değerlere yakındır.
Arpada yüksek hektolitre ağırlığı daha fazla
nişasta ve daha fazla malt ekstrakt oranını ifade
etmektedir (Engin, 1989). Buna göre hektolitre
ağırlıklarına bakarak, Kazova şartlarında
yetiştirilen maltlık arpaların yüksek malt
ekstraktına sahip olması, yani yüksek kalitede
olması beklenebilir.
N.KANDEMİR
Çizelge 4. Kazova şartlarında 2001-02 ve 2002-03 gelişme dönemlerinde maltlık arpa çeşitlerinin verim, kalite ve
agronomik özellikleri
Çeşitler
Opal
Sunrise
Orbit
Pearl
Barke
Vanessa
Prosa
Harrington
Lagoda
Asso
Anita
Avustralya
Lambic
Angora
Pacific
Madras
Tokak 157/37
Bülbül-89
Başaklanma (gün)
2001-02
**
159,3 de
158,3 ef
162,0 bc
163,0 b
167,0 a
161,3 bc
160,7 cd
159,3 de
156,3 g
154,0 h
156,3 g
146,7 ı
160,0 cde
161,3 bc
157,0 fg
159,0 de
162,0 bc
162,0 bc
2002-03
**
161,3 fg
163,0 ef
165,0 bcd
166,7 ab
168,0 a
165,3 bc
164,0 cde
165,7 bc
161,3 fg
155,3 h
169,7 g
152,3 ı
164,3 cde
164,0 cde
163,0 ef
163,0 ef
164,0 cde
163,3 de
Olgunlaşma (gün)
2001-02
**
211,3 bc
209,7 cd
213,7 a
213,0 ab
213,0 ab
208,3 def
210,0 cd
208,7 def
208,7 def
210,0 cd
211,3 bc
199,7 h
209,0 de
207,7 ef
207,0 f
212,0 ab
204,0 g
210,0 cd
2002-03
**
199,7 fg
200,0 fg
202,3 cd
202,0 cde
210,3 a
201,0 def
202,0 cde
203,7 bc
199,3 fg
199,0 g
199,0 g
196,0 h
200,3 efg
200,3 efg
200,0 fg
202,3 cd
199,0 fg
207,0 b
Bitki boyu (cm)
2001-02
**
94,7 c-f
97,0 b-e
85,0 f
101,0 b-e
89,3 ef
106,7 ab
91,0 def
105,0 abc
98,0 b-e
96,0 b-f
106,7 ab
99,7 b-e
102,7 a-d
96,3 b-f
97,0 b-e
95,0 b-f
113,7 a
101,3 bcd
2002-03
**
77,0 c-f
71,7 e-h
66,3 h
76,3 c-f
67,7 gh
79,7 bcd
70,3 fgh
72,7 d-h
78,7 cde
86,3 ab
88,7 a
81,3 abc
75,7 c-f
74,7 c-g
77,3 c-g
70,0 fgh
88,0 a
82,3 abc
Yatma oranı (%)
2001-02
**
5,0 de
43,3 bcd
0,0 e
6,6 de
10,0 cde
40,0 bc
10,0 cde
53,3 b
0,0 e
0,0 e
16,7 b-e
11,7 b-e
33,3 bcd
3,3 cde
10,0 cde
0,0 e
100,0 a
96,7 a
Ortalama
155,2
180,7
209,3
201,7
98,7
76,9
24,4
** Aynı harfle gösterilen ortalamalar arasındaki farklılıklar % 1 seviyesinde önemli değildir. ÖD, Önemli değil.
2002-03
ÖD
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
Çizelge 4 (Devam). Kazova şartlarında 2001-02 ve 2002-03 gelişme dönemlerinde maltlık arpa çeşitlerinin verim, kalite
ve agronomik özellikleri.
Çeşitler
Opal
Sunrise
Orbit
Pearl
Barke
Vanessa
Prosa
Harrington
Lagoda
Asso
Anita
Avustralya
Lambic
Angora
Pacific
Madras
Tokak 157/37
Bülbül-89
Başakta tane sayısı
2001-02
2002-03
**
ÖD
26,7 a-e
24,8
28,1 a-d
22,9
26,5 a-e
23,3
30,0 ab
22,7
28,0 a-d
21,2
28,2 a-d
23,2
23,8 de
22,9
29,3 abc
23,6
29,3 abc
25,0
26,7 a-e
24,0
27,5 a-d
25,8
22,6 e
20,4
30,1 ab
24,1
27,4 a-d
23,1
30,3 a
24,2
25,6 b-e
23,5
24,9 cde
22,8
26,6 a-e
22,6
1000-tane ağırlığı (g)
2001-02
2002-03
**
**
50,8 bc
38,5 fg
40,3 h
32,4 h
42,6 gh
35,4 gh
49,6 bcd
45,4 bc
44,9 efg
44,4 cd
53,2 ab
49,0 ab
47,7 cde
41,1 def
46,4 def
43,5 cde
54,4 a
41,4 c-f
47,5 cde
40,0 ef
55,2 a
43,6 cde
50,0 bcd
40,8 def
47,4 cde
41,2 def
50,8 bc
36,2 g
50,0 bcd
41,1 def
49,7 bcd
41,4 c-f
50,3 bc
52,0 a
43,8 fg
44,7 cd
Tane verimi (t/ha)
2001-02
2002-03
**
**
4,68 a-e
2,89 bc
5,00 a-d
3,38 abc
5,23 a-d
3,59 ab
4,84 a-d
2,80 bc
4,95 a-d
2,62 c
5,44 abc
3,64 ab
4,78 a-d
3,58 ab
4,28 de
2,99 abc
5,25 a-d
3,23 abc
5,30 a-d
3,61 ab
4,99 a-d
3,63 ab
4,45 cde
2,90 bc
5,53 ab
3,79 a
5,04 a-d
2,80 bc
5,64 a
3,44 abc
4,52 b-e
3,25 abc
3,79 e
3,23 abc
4,41 de
2,99 abc
Hektolitre ağırlığı (kg)
2001-02
2002-03
**
**
67,0 c-f
64,7 e
64,3 f
61,6 f
70,8 a
68,9 ab
66,9 c-f
65,1 de
69,3 abc
65,7 cde
67,3 b-f
67,4 a-e
68,8 abc
67,8 a-d
68,3 a-d
66,4 a-e
67,0 c-f
65,0 de
68,8 abc
67,3 a-e
69,0 abc
66,1 b-e
70,4 ab
69,0 ab
66,5 c-f
65,4 de
67,9 a-e
62,2 f
66,1 c-f
66,6 a-e
68,3 a-d
67,0 a-e
65,3 def
69,1 a
64,9 ef
68,4 abc
Ortalama
27,3
23,3
48,6
41,8
4,90
3,24
67,6
** Aynı harfle gösterilen ortalamalar arasındaki farklılıklar % 1 seviyesinde önemli değildir. ÖD, Önemli değil.
Çalışmada incelenen çeşitler genel olarak,
Tokak 157/37 çeşidine benzer veya daha iyi
verim vermişlerdir. Ancak tüm özellikler
birlikte incelendiğinde bazı çeşitlerin bölge
şartları için daha uygun olduğu görülmektedir.
Kanada’nın en önemli maltlık arpa çeşidi olan
Harrington düşük verimi nedeniyle bölgeye
uygun değildir. Benzer şekilde Angora, Opal,
Pearl, Avustralya ve Barke çok düşük verimlere
sahip olduklarından uygun değillerdir. Barke
düşük verimi yanında geç başaklanmakta ve
hasat olgunluğuna ulaşmaktadır. Düşük verimine rağmen, Avustralya çeşidi, çok erken
66,3
olgunlaşmanın istendiği bazı özel ekolojiler için
düşünülebilir. Sunrise düşük hektolitre ağırlığına ve Tokak 157/37 oldukça yüksek yatma
oranına sahiptir. Lambic ve Vanessa da yüksek
oranda yattıklarından dolayı bölge için uygun
değildir. Orbit, düşük tohum ağırlığına sahip
olduğu için maltlık kalitesinde ciddi problemler
olabilir. Anita, Lagoda, Prosa, Madras, Asso ve
Pacific ise herhangi bir olumsuzluğa sahip
olmayıp, bölgede yaygın olarak ekilen çeşit
olan Tokak 157/37 ile karşılaştırıldığında
tatmin edici verimlere sahiptirler. Buna göre
99
Tokat-Kazova Şartlarına Uygun Maltlık Arpa Çeşitlerinin Belirlenmesi
çalışma sonunda, bu altı çeşidin bölge şartlarına
daha uygun olduğu görülmektedir.
4. Sonuç
Sonuç olarak, Kazova şartları maltlık arpa
üretimi için oldukça elverişlidir. Bölgede
yaygın olan ve yem amaçlı kullanılan Tokak
157/37 çeşidi yatma nedeniyle ciddi verim
kayıplarına uğramaktadır. Ancak yatma
probleminin giderilmesi durumunda bu çeşidin
verimleri çalışmada incelenen diğer çeşitler
kadar yüksek olabilir. Denemede incelenen
çeşitlerden altısı (Anita, Lagoda, Prosa, Madras,
Asso ve Pacific) oldukça yüksek verimlere ve
yeterli 1000-tane ve hektolitre ağırlıklarına
sahip olmuşlardır.
Maltlık arpa yemlik arpadan daha yüksek
fiyatla satılmaktadır ve bölgede maltlık arpa
yetiştirilmesi durumunda bölge çiftçisinin
gelirinde artış sağlanacaktır. Arpa tarımının
yaygınlaşması
Kazova
ve
Yeşilırmak
Havzasının diğer ekolojilerinde ikinci ürün
yetiştirilmesi
çabalarına
da
katkıda
bulunacaktır. Çalışmamızda Kazova şartlarında
arpa, tarlayı Haziran ortasında terk etmiştir.
Yeşilırmak Havzasında bulunan Erbaa Ovası
gibi bazı düşük rakımlı bölgelerde erkenci
çeşitlerin yetiştirilmesi durumunda ise arpa,
Mayıs ayı sonunda hasat edilebilir. Bu şartlar
altında, silaj amaçlı olarak üretilen çeşitli
ürünler yanında bölgede önemli bir ürün olan
patates dahi ikinci ürün olarak yetiştirilebilir.
Dolayısıyla arpa bölge çiftçisinin gelirini
artırmada çok yönlü katkılarda bulunabilir.
Bölgenin maltlık arpa üretim potansi-yeli
hakkında tam olarak karar verebilmek için
çalışmamız sonunda uygun olduğu belirlenen
çeşitlerle, bölgedeki diğer
ekolojilerde,
doğrudan malt kalite analizlerini de içeren ilave
çalışmaların yapılması faydalı olacaktır.
Kaynaklar
Akar, T., Avcı, M., Düşünceli, F., Tosun, H., Ozan, A.N.,
Albustan, S., Yalvaç, K., Sayım, İ., Özen, D. ve
Sipahi, H. Orta Anadolu ve Geçit Bölgelerinde arpa
tarımının sorunları ve çözüm yolları. Orta
Anadolu’da Hububat Tarımının Sorunları ve Çözüm
Yolları Sempozyumu. 8-11 Haziran 1999 Konya. s.
77-86. 1999.
Akıncı, C., Gül, İ. Ve Çölkesen, M. Diyarbakır
koşullarında bazı arpa çeşitlerinin tane ve ot verimi
ile bazı verim unsurlarının belirlenmesi. Türkiye 3.
Tarla Bitkileri Kongresi, 15-18 Kasım 1999 Adana,
Poster Bildiri, 405-410. 1999.
Anderson, M.K. ve Reinbergs, E. Barley Breeding. s.231268. Barley. Ed. D.C. Rasmusson. American Society
of Agronomy, No:26 in the Series Agronomy.
Madison, WI. 1985.
Atlı, A., Koçak, N., Köksel, H. ve Tuncer, T. Yemlik ve
maltlık arpada kalite kriterleri ve arpa ıslah
programlarında kalite değerlendirmesi. Arpa Malt
Semineri, Konya. s. 23-37. 1989a.
Atlı, A., Koçak, N., Köksel, H. ve Tuncer, T. Çeşit ve
üretim koşullarının arpa kalite kriterleri üzerine
etkisi. Arpa Malt Semineri 30 Mayıs-1 Haziran,
1989, Konya. s. 69-83. 1989b.
Ayçiçek, M. ve Olgun, M. Beş farklı lokasyonda yürütülen
denemelerle Doğu Anadolu Bölgesi için en uygun
arpa çeşit ve hatlarının belirlenmesi üzerine bir
araştırma. F.Ü. Fen ve Mühendislik Bilimleri
Dergisi 14:2:259-264. 2002.
Başgül, A., Engin, A., Özkara, R. ve Yücalan, T. Efes
Pilsen arpa geliştirme çalışmaları. Orta Anadolu ve
Geçit Bölgelerinde arpa tarımının sorunları ve
çözüm yolları. Orta Anadolu’da Hububat Tarımının
Sorunları ve Çözüm Yolları Sempozyumu. 8-11
Haziran 1999 Konya. Posterler s.602-607. 1999.
Bilgin, O., Korkut, K.Z. ve Başer, İ. İleri arpa hatlarında
bazı sap özellikleri ve yatmanın tane verimine
100
etkileri. Türkiye 3. Tarla Bitkileri Kongresi, 15-18
Kasım 1999 Adana, Poster Bildiri, 390-394. 1999.
Bozkurt, İ. Çevre Koşullarının Bazı Arpa Hat ve
Çeşitlerinin Tane Verimi ve Diğer Bazı Özellikleri
Üzerine Etkisi. Doktora Tezi. Gaziosmanpaşa Üniv.
Fen Bilimleri Enst. Tarla Bitkileri Anabilim Dalı
(Yayınlanmamış) 1999.
Ege, H., Sekin, Y. ve Ceylan, A. Ege Bölgesinde farklı
arpaların adaptasyon ve malt özellikleri üzerinde
çalışmalar. 2. Arpa Malt Semineri 25-27 Mayıs
1992, Konya. s. 168-162. 1992.
Engin, A. Biralık arpalarda önemli kalite özellikleri ve
bunların malt kalitesi üzerine etkileri. Arpa Malt
Semineri 30 Mayıs-1 Haziran, 1989, Konya. s. 3841. 1989.
Freed, R. ve Eisensmith, S.P. MSTAT - Statistical
Software for Agronomists. Agron. Abst. 1986.
Kandemir, N., B.L. Jones, D.M. Wesenberg, S.E. Ullrich,
ve A. Kleinhofs, Marker assisted analysis of three
grain yield QTL in barley (Hordeum vulgare L.)
using near isogenic lines, Molecular Breeding
6:157-167. 2000.
Karadoğan, T., Sağdıç, Ş., Çarkçı, K. ve Akman, Z. Bazı
arpa çeşitlerinin Isparta Ekolojik şartlarına uyum
yeteneklerinin belirlenmesi. Türkiye 3. Tarla
Bitkileri Kongresi, 15-18 Kasım 1999 Adana, Poster
Bildiri s. 395-400. 1999.
Kopraman, K.Y. Evliya Çelebi seyahatnamesine göre
Tokat Şehri. Türk Tarihinde ve Kültüründe Tokat
Sempozyumu, 2-6 Temmuz 1986. s.40. 1986.
Tuğay, M.E. Tokat yöresinde yürütülen arpa ve buğday
ıslahı araştırmalarının sonuçları. Gaziosmanpaşa
Üniv. Ziraat Fakültesi Dergisi 10:188-192. 1993.
Turgut, İ., Konak, C., Yılmaz, R., ve Arabacı, O. Büyük
Menderes koşullarına uyumlu ve yüksek verimli
arpa çeşitlerinin belirlenmesi üzerine araştırmalar.
Türkiye II. Tarla Bitkileri Kongresi, 22-25 Eylül
1997 Samsun. S. 80-83. 1997.
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2004, 21 (2), 111-118
Eşmekaya Organik Topraklarının Fiziksel, Kimyasal, Morfolojik Özellikleri
ve Sınıflandırılması
Orhan Dengiz
Oğuz Başkan
KHGM Ankara Araştırma Enstitüsü, Ankara
Özet: Bu çalışmayla Konya-Aksaray arasında bulunan Eşmekaya yakınlarında yaklaşık 1692,6 ha alanı
kaplayan organik toprakların bazı fiziksel, kimyasal ve makromorfolojik özellikleri belirlenmiştir. Elde
edilen verilere ve analiz sonuçlarına göre, organik toprakların oluşumları belirlenerek, seçilen profiller toprak
taksonomisine göre alt grup seviyesinde sınıflandırılmıştır.
Araştırma sonuçlarına göre bölgedeki organik toprakların; topografya ve hidrolojik şartlar tarafından
etkilenmiş olmaları ve taban arazide oluşmaları nedeniyle havza organik toprak niteliği taşımış oldukları
belirlenmiştir. Ayrıca çalışma alanında organik toprakların oluşumları üzerine olumsuz insan etkileri de
görülmüştür. Çalışma alanında 4 toprak profili açılmıştır. Bu profiller toprak taksonomisine göre Typic
Torrifluvent, Typic Haplofibrist, Typic Haplohemist ve Sapric Haplohemist olarak sınıflandırılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Organik toprak, Toprak oluşumu, Toprak Sınıflandırması, Eşmekaya Histosolleri
Phsical, Chemical, Morphological Properties and Classification of Eşmekaya
Organic Soils
Abstract: In this study the macromorphological, physical and chemical properties of organic soils of
Eşmekaya Town located between Konya and Aksaray provinces and covering approximatly 1692,6 ha were
determined. According to the results, organic material accumulation was affected by topographic, hydrologic
factors, and formed on flat area. Therefore, the study area has the properties of basin organic soils. In
addition, negative human impacts were observed on formation of organic soils in study area. Four soil
profiles were located and excavated in study area. According to soil taxonomy, these profiles were classified
as Typic Torrifluvent, Typic Haplofibrist, Typic Haplohemist and Sapric Haplohemist, respectively.
Key Words: Organic soil, Soil genesis, Soil classification, Histosolls of Eşmekaya
1. Giriş
Organik topraklar; anaerobik şartların
hakim olduğu iklim koşulları altında, organik
materyal birikiminin ayrışma derecesinden
yüksek olduğu her yerde oluşabilmektedirler
(Dam, 1971). Genellikle çıkışı bulunmayan,
topografik yönden düz ve çukur alanlarda,
devamlı yeraltı su kaynağının bulunduğu
eğimli yamaçlarda, eski göl kalıntıları ve kıyı
bataklıklarında yer alırlar (Dinç ve ark, 1987).
Önemli derecede topografyanın etkisiyle
oluşmuş organik depozitler havza (basin)
organik
topraklarını
oluşturmaktadır
(Fitzpatrick, 1972).
Organik
topraklar,
mineral
ana
materyalden farklı olarak su ile doygun ve
genellikle düşük sıcaklık şartlarında, bitkilerin
gelişerek artıklarının önemli miktarda biriktiği
yerlerde oluşmaktadırlar. Oluştukları alan için
herhangi bir özel iklim bölgesi mevcut değil ise
de özellikle bu topraklar, o0 derecenin
üzerindeki kuzey enlemlerinde en fazla yayılım
göstermektedirler (Pons, 1960). Organik
topraklar Soil Survey Staff –Soil Taxonomy
(1975)’e göre aşağıdaki gibi tanımlanmaktadır; Su
ile uzun süre doygun şartlarda bulunan veya
sonradan drene edildiğinde, eğer toprak % 60
veya daha fazla kil içeriyorsa % 18 veya daha
fazla, eğer toprak hiç kil içermiyorsa % 12 veya
daha fazla, eğer toprak % 0-60 arasında kil
içeriyorsa % 12-18 organik karbon içeren
topraklardır. Organik topraklar arasındaki,
fiziksel, kimyasal ve biyolojik farklılıklar,
oluştukları ortamın iklimsel, topografik,
hidrolojik, jeolojik ve botaniksel özelliklerinden
kaynaklanmaktadır (Everett 1983, Hobbs,
1986).
Dinç ve ark (1993), özellikle topografyanın
etkisinde oluşmuş dolayısıyla “Havza organik
topraklar” olarak tanımlanan İçel-Erdemli,
Antakya-Amik ovası ve Kayseri-Karasaz
organik topraklarını tanımlamışlardır.
Çaycı (1989), bitki yetiştirme ortamı
olarak kullanılabilirliğini araştırmak amacıyla
ülkemizin değişik yerlerinden 19 farklı organik
toprak almıştır. Araştırıcı organik materyallerin
genellikle ötrofik oluşumlu, botaniksel orijin
olarak otsu ve odunsu bitkilerden oluştuğunu ve
ayrışma derecelerinin yüksek olduğunu, bu
nedenle de pH, EC ve hacim ağırlıklarının
yüksek, buna karşın su tutma kapasiteleri,
Eşmekaya Organik Topraklarının Fiziksel, Kimyasal, Morfolojik Özellikleri ve Sınıflandırılması
organik madde kapsamları ve havalanma
kapasitelerinin düşük olduğunu belirtmiştir.
Çaycı ve ark (1998) bitki yetiştiriciliği
açısından en önemli kullanım potansiyeli olan
Bolu-Yeniçağa peatinin fiziksel ve kimyasal
özelliklerini belirleyerek, bitki yetiştirme
ortamlarında aranılan kriterler açısından
değerlendirmişlerdir. Ayrıca Dengiz ve ark (2004)
bu toprakların oluşumları ve sınıflandırmalarını
yaparak açılan beş profili Hemic medifibrist,
Typic medifibrist ve Hydric medifibrist olarak
sınıflandırmışlardır.
Özaytekin ve ark. (2001), Konya-Ereğli
civarında
bulunan
organik
toprakların
morfolojik
özellikleri,
oluşumları
ve
sınıflandırma çalışmasını yapmışlardır. Bu
bölgedeki
toprakların
taban
arazide
oluştuklarını, organik ana materyal birikiminin
özellikle topografya ve hidrolojik şartlar
tarafından etkilendiğini, ötrofik karakterde
olduğunu ve havza organik toprak özelliği
gösterdiğini tespit edip açılan dört profili Typic
sulfihemist, Fulvaquentic medihemist ve Fibric
medihemist olarak sınıflandırmışlardır.
Bu çalışmayla
Aksaray - Eşmekaya
civarında
bulunan
organik
toprakların
oluşumlarının yanı sıra morfolojik özellikleri ile
fiziksel ve kimyasal özelliklerinin tespit
edilerek sınıflandırılmaları amaçlanmıştır.
2. Materyal ve Metod
Araştırma alanı Konya-Aksaray karayolu
üzerinde, Konya’ya 100 km, Aksaray’a 50 km
uzaklıkta ve 1692,6 ha alan kaplamaktadır.
Eşmekaya nahiyesini içine alan araştırma
alanının doğusunda Sultanhanı kuzeyinde ise
Buget ve Eskil köyleri bulunmakta olup 540800
E-4236000 N, 540000 E - 4231800 N, 541100 E3. Bulgular ve Tartışma
3.1. Morfolojik özellikler
1 Nolu Profil:
Koordinat: 540825 E, 4231014 N
Yükseklik: 964 m
Konum: Taban arazi
Topografya: Düz
Eğim: % 0-2
Horizon
A1
A2
112
Derinlik
0-9
9-48
4224900 N, 544800 E - 4 225200 N, 545200 E4230300N koordinatları arasında yer almaktadır.
Düz ve düze yakın bir topografya’ya sahip olan
alanda eğim % 0-2 arasındadır. Tipik karasal
iklim özellikleri gösteren araştırma alanında
yıllık ortalama sıcaklık 11.8 0C, yıllık ortalama
yağış 313,2 mm, yılık ortalama buharlaşma ise
1086 mm dir. Buna göre çalışma alanının
toprak nem rejimi Aridic ve sıcaklık rejimi ise
Mesic’tir.
Araştırma alanının yakın çevresinde
gözlenen jeolojik birimler Paleozoik yaşlı
şistler ve kristalize kireç taşlarıdır. Bu birimler
güney ve güneybatıdadır. Depolama alanı ve
çevresinde yaygın birimler ise Neojen yaşlı
çökellerdir. Bunlar üstten aşağıya doğru kireç
taşı, konglomera, marn ve kil litolojisinde
sıralanır. Kireç taşları geniş bir yayılım alanına
sahiptir.
Araştırma alanında yoklama sondaları ile
organik değişimin en iyi yansıtıldığı yerlerden 4
adet profil çukuru açılarak horizon esasına göre
örnekleme
yapılmıştır.
Profillerde
makromorfolojik özelliklerinin belirlenmesi,
tanımlanması ve sınıflandırılması Soil Survey
Staff (1951-1999) da belirtilen esaslara göre
yapılmıştır. Alınan örneklerde fiber miktarı
Lynn ve ark, (1974), fiber miktarının arazide
belirlemesi ve kuru yakma ile organik madde
Dinç, 1974, yaş yakma (Jackson, 1958), hacim
ağırlığı, pH ve EC analizleri ve pipet yöntemi
ile tekstür, KDK ve değişebilir katyonlar (U.S.
Salinity Lab. 1954), hidrometre yöntemi ile
tekstür (Bouyocous, 1951), kireç (Hızalan ve
Ünal, 1966) ve sodyum prifosfat ile
ekstraksiyon edilerek filtre kağıdındaki renk
(Lynn ve ark, 1974) göre analiz edilmiştir.
Rutubet: Drenaj: Orta
Taban suyu derinliği: Yok
Bitki örtüsü: Seyrek doğal çayır
Ana materyal: Neojen yaşlı killi kireçli marn
Morfolojik Özellikler
Açık yeşilimsi kahverengi (2,5 Y 5/3, kuru), açık yeşilimsi kahverengi
(2,5 Y 5/4, nemli) kil tın; orta, orta granüler strüktür; ince yaygın, orta
kalın kökler; dalgalı, belirgin sınır.
Açık gri (2,5 Y 7/2, kuru), açık kahverengi (2,5 Y 6/2, nemli), kil; iri
ve orta kuvvetli granüler strüktür; az kalın, bol ince kökler; dalgalı
O.DENGİZ, O.BAŞKAN
C
48+
kesin sınır.
Killi kireçli marn ana materyal,
2 Nolu Profil:
Koordinat: 541071 E, 4231670 N
Yükseklik: 964 m
Konum: Taban arazi
Topografya: Düz
Eğim: % 0-2
Horizon
Oi
C
Derinlik
0-42
42+
Morfolojik Özellikler
Grimsi kahverengi (2,5 Y 5/2, kuru), açık yeşilimsi kahverengi (2,5 Y
5/4, nemli) çok az ayrışmış killi organik materyal; fiber içeriği toplam
hacmin % 55,7, beyaz filtre kağıdı üzerinde sodyum prifosfat
ekstraktının rengi mat sarı 10 YR 8/2, az plastik, yapışkan değil,
kireçli; dalgalı kesin sınır.
Killi kireçli marn ana materyal,
3 Nolu Profil:
Koordinat: 540959E, 4231966 N
Yükseklik: 954 m
Konum: Taban arazi
Topografya: Hafif ondüleli
Eğim: % 0-2
Horizon
Oa
Derinlik
0-12
Oe
12-51
C1
51-83
C2
83+
Derinlik
0-12
Rutubet: 51 cm den sonra nemlilik artmakta
Drenaj: Yetersiz
Taban suyu derinliği: 115 cm
Bitki örtüsü: Saz ve kamış
Ana materyal: Neojen yaşlı killi kireçli marn
Morfolojik Özellikler
Açık kahverengimsi gri (10 YR 6/2, kuru), grimsi kahverengi (10 YR
5/2, nemli) çok ayrışmış kil tınlı organik materyal; fiber içeriği toplam
hacmin % 8,7, beyaz filtre kağıdı üzerinde sodyum prifosfat
ekstraktının rengi koyu kahverengi 10 YR 2/2; orta orta granüler
strüktür; az plastik, az yapışkan, kireçli; dalgalı belirgin sınır.
Çok koyu grimsi kahverengimsi (10 YR 3/2, kuru), çok koyu grimsi
kahverengimsi (10 YR 3/2, nemli) kil ; fiber içeriği toplam hacmin %
24,2, beyaz filtre kağıdı üzerinde sodyum prifosfat ekstraktının rengi
açık yeşilimsi kahverengi 10 YR 6/4; masif strüktür; az plastik, az
yapışkan, kireçli; düz, kesin sınır.
Koyu kahverengi (10 YR 3/3, kuru) çok koyu grimsi kahverengi (10
YR 3/2, nemli) kil, masif strüktür; çok yapışkan, çok plastik; çok
kireçli; dalgalı, belirgin sınır.
Koyu grimsi kahverengi (10 YR 4/2, kuru) çok koyu grimsi
kahverengi (10 YR 3/2, nemli) kil, masif strüktür; çok yapışkan, çok
plastik; çok kireçli.
4 Nolu Profil:
Koordinat: 545288E, 4227656 N
Yükseklik: 1036 m
Konum: Taban arazi
Topografya: Ondüleli
Eğim: % 2-6
Horizon
Oa1
Rutubet: 30 cm den sonra nemlilik artmakta
Drenaj: Yetersiz
Taban suyu derinliği: 120 cm
Bitki örtüsü: Saz ve kamış
Ana materyal: Neojen yaşlı killi kireçli marn
Rutubet: 49 cm den sonra nemlilik artmakta
Drenaj: Yetersiz
Taban suyu derinliği: 110 cm
Bitki örtüsü: Saz ve kamış
Ana materyal: Neojen yaşlı killi kireçli marn
Morfolojik Özellikler
Grimsi kahverengi (10 YR 5/2, kuru kahverengi (10 YR 5/3, nemli)
çok ayrışmış kil tınlı organik materyal; fiber içeriği toplam hacmin %
113
Eşmekaya Organik Topraklarının Fiziksel, Kimyasal, Morfolojik Özellikleri ve Sınıflandırılması
Oa2
12-32
Oe1
32-49
Oaı
49-68
Oeı
68-86
C1g
86-104
C2g
104+
7,8, beyaz filtre kağıdı üzerinde sodyum prifosfat ekstraktının rengi
çok koyu grimsi kahverengi 10 YR 3/2; orta, orta granüler strüktür; az
plastik, az yapışkan, kireçli; düz belirgin sınır.
Çok koyu grimsi kahverengimsi (10 YR 3/2, kuru), koyu kahverengi
(10 YR 3/3, enmli) kumlu kil tın; fiber içeriği toplam hacmin % 6,3,
beyaz filtre kağıdı üzerinde sodyum prifosfat ekstraktının rengi çok
koyu gri 10 YR 3/1; orta orta granüler strüktür; az plastik, az
yapışkan, kireçli; dalgalı belirgin sınır.
Siyah (10 YR 2/1, kuru) çok koyu kahverengi (10 YR 2/2, nemli) tın,
fiber içeriği toplam hacmin % 36,5, beyaz filtre kağıdı üzerinde
sodyum prifosfat ekstraktının rengi çok koyu kahverengi 10 YR 2/2;
masif strüktür; yapışkan ve plastik değil; kireçli; dalgalı, belirgin sınır.
Kahverengi (10 YR 4/3, kuru), koyu grimsi kahverengi (10 YR 4/2,
nemli) kil tın; fiber içeriği toplam hacmin % 7,1, beyaz filtre kağıdı
üzerinde sodyum prifosfat ekstraktının rengi çok koyu grimsi
kahverengi 10 YR 3/2; az yapışkan, az çok plastik; kireçli; dalgalı,
belirgin sınır.
Siyah (10 YR 2/1, kuru) çok koyu kahverengi (10 YR 2/2, nemli) kil
tın, fiber içeriği toplam hacmin % 34,1, beyaz filtre kağıdı üzerinde
sodyum prifosfat ekstraktının rengi kahverengi 10 YR 4/3; masif
strüktür; az yapışkan ve az plastik; çok kireçli; düz, kesin sınır.
Çok grimsi kahverengi (10 YR 4/2, kuru), kahverengi (10 YR 4/3,
nemli) kil; masif; çok yapışkan, çok plastik; kireçli; yer yer renk
benekleri; dalgalı belirgin sınır
Çok mat kahverengi (10 YR 7/4, kuru), çok mat kahverengi (10 YR
7/3, nemli) kil; masif; çok yapışkan, çok plastik; çok kireçli; yer yer
renk benekleri.
3.2. Laboratuar analiz sonuçları
Açılan profillerden alınan toprak
örneklerinin bazı fiziksel ve kimyasal analiz
sonuçları Çizelge 1 de verilmiştir. Profillerde
organik madde dağılımına bakıldığında 1
nolu profilde en az (% 7,2 -12,1), 4 nolu
profilde ise en yüksek % 28,1 - 70,5 değerleri
arasında değişmektedir. Bunun nedeni; 1
nolu profilin bulunduğu alanın yakın
çevresinde yayılım gösteren arazilerde
pompaj sulama ile sulu tarımın yapılmasıdır.
Bu nedenle taban suyu aşağı çekilmiş ve bu
durum
mevcut
organik
maddenin
oksitlenerek organik toprağın mineral toprağa
dönüşmesine neden olmuştur. Buna karşılık
bataklık alanın orta ve doğu kesimlerine
ilerledikçe, insan etkisinin
azalması ile
birlikte taban suyunun yüzeye yaklaşmasına
bağlı olarak organik maddede artış
görülmüştür. Ayrıca derinlere doğru özellikle
C horizonunda ani bir organik madde
azalması olmaktadır. Profillerde hakim
tekstür kil ve killi tındır. Profillerin
çoğunlukla ağır bünyeli olması özellikle ana
materyallerinin killi kireçli marn ana
114
materyalli olmasından kaynaklanmaktadır. Bir
nolu profilin mineral toprağa dönüşmesi nedeni ile
fiber miktarı ve yanma kaybı analizleri
yapılmamıştır. Diğer profillerde ise, özellikle
derinlere doğru fiber miktarında bir artış olduğu
görülmektedir. Bunun nedeni alt katmanlarda
taban suyu nedeniyle oksidasyon şartlarının
yüzeydeki
kadar
etkili
olmamasından
kaynaklanmaktadır. Örnekler hacim ağırlıkları,
organik madde ve mineral madde kapsamlarına
göre değişiklik göstermektedir. En yüksek hacim
ağırlığı 1 nolu profilde (1,19-1,23 gr/cm3), en
düşük ise ayrışmanın en az oluğu 2 nolu profilde
Oi horizonunda görülmüştür. Tüm profiller çok
kireçlidir. Kireç özellikle yüzeylere göre
derinlerde daha yüksek seviyededirler. Bu durum
ana
materyalin
kimyasal
bileşiminden
kaynaklanmaktadır. Profillerin pH durumlarına
bakıldığında en yüksek 1 nolu profildir (8,128,47). Profillerde pH’nın 7’nin üzerinde olması
bölgenin jeolojik yapısı ve iklim özelliklerinden
kaynaklanmaktadır. Çevre arazilerin neojen yaşlı
kireç taşı ve bataklık tabanının kireçce yüksek
olması, özellikle yaz aylarında sıcaklığın yüksek
ve
yağışın
düşük
olması
dolayısıyla
O.DENGİZ, O.BAŞKAN
buharlaşmanın fazla olması, ayrıca pompaj
sulama ile tarımın yapılması (özellikle 1 nolu
profil civarı ) alt katmanlardan yüzeye doğru
bir iyon hareketine neden olmaktadır. Çizelge
1 de görüleceği üzere tüm profillerde Na+ ve
K+ iyonları derinlerden yüzeye doğru bir
birikim göstermiştir. Bu durum ayrıca EC yi
de etkilemiştir. KDK değerleri, organik
maddenin ayrışma derecesine ve organik
madde miktarına bağlı olarak profiller
arasında değişiklik göstermektedir.
3.3. Çalışma alanı topraklarının oluşumu
ve sınıflandırılması
Genel
olarak
organik
topraklar,
anaerobik şartların egemen olduğu alanlarda,
kısmen ayrışmış bitki ve hayvan artıklarının
yüzeyde birikimi sonucu oluşmuş bir toprak
şeklinde ifade edilmektedir (Fitzpatrick,
1972). Ülkemizdeki organik topraklar,
oluşum gösterdikleri
iklim koşulları,
topografya, botaniksel bileşim, birikim
sırasındaki su kalitesi ve orijini, oluşmuş
organik alanların hali hazırda drene edilip
edilmediği, eğer drene edilmiş ise bu
sahalarda uygulanan amenajman pratikleri
nedeniyle
büyük
değişiklikler
göstermektedirler (Usta ve ark, 1994).
Çalışmanın yapıldığı alandaki organik
topraklar, çukur kesimde gerek yağış
sularının gerekse de çevredeki akar suların
(Hacıhasan deresi) toplandığı, düz-düze
yakın eğimli, yer yer ondüleli bir
topografyaya sahip bir alanda yer almaktadır.
Buna karşın çalışma alanının doğusu ve
güneyi eğimde artış göstermekte, kuzey ve
batı kesimlerde ise eğimde fazla artış
görülmemektedir. Bu durum organik toprak
materyalinin birikiminde topografyanın önemli
ölçüde etkili olduğunu göstermekte ve
çalışma alanındaki organik toprakların havza
(basin) organik toprak özelliği göstermesine
neden olmaktadır. Bölgede suyun dağıldığı
alanların sürekli olmayışı, düzensizliği ve
taban suyunun mevsimsel farklılıklar
göstermesi organik birikim alanlarının
devamlılığını engellemiş ve farklılıkların
ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu durum
özellikle profil 1’ de açıkça görülmektedir.
Şekil 1’ de görüleceği üzere 1 nolu profilin
bulunduğu alanda bitki örtüsü seyrek ve
toprak yüzeyinin tuzlulaşma olmasına karşın
3 ve 4 nolu profillerin bulunduğu alanda
taban suyu seviyesi yüksek ve daha sık bitki
örtüsü bulunmaktadır.
Havza organik topraklarının oluşmasında,
iklimin sıcaklık, buharlaşma ve yağış faktörleri
jeogenetik oluşumda etkili olmaktadır (Dinç,
1974). Araştırma alanında, yaz aylarının kurak
geçmesi, yüksek buharlaşma ve tarımsal
faaliyetler, taban suyu seviyesinin alçalmasına
neden olmaktadır. Bu durum hem bitki gelişimini
sınırlandırmakta hem de mineralizasyonu
arttırarak
organik
madde
birikimini
sınırlandırmaktadır (Şekil 1). Araştırma alanı ve
çevresindeki arazilerin jeolojik birimleri Palaezoik
yaşlı şistler ve kristalize kireçtaşları ile Neojen
yaşlı kireç taşı, marn ve kilden oluşmaktadır. Bu
bölgeden akan akarsulara ilaveten yüzey sularıyla
da beslenen organik alandaki su rejimi organik
toprakların yayıldığı alanda yüksek Ca ve Mg
iyonları konsantrasyonuna neden olmakta ve bu
durum pH’nın > 7 olmasına neden olmaktadır.
pH’nın 7 den yüksek olması ve ötrofik çevresel
koşullar bölgede özellikle saz ve kamış türlerinin
gelişmesine imkan vermektedir.
Organik toprak horizonlarının morfolojik
özelliklerinin
tanımlanmasında
ve
sınıflandırılmasında fiber miktarı ve ayrışma
derecesi çok önemli kriterleri oluşturmaktadır
(Farnham ve Finney, 1965). Organik bitki
materyalinin ayrışma derecesine göre, organik
toprak horizonları fibric, hemic ve sapric olarak
ayrılmıştır (Soil Taxonomy, 1999). Her bir profil
için horizonlardan alınan toprak örneklerinin
morfolojik özelliklere ve analiz sonuçlarına göre
sınıflandırılmaları toprak taksonomisine (Soil
Taxonomy, 1999) göre yapılmıştır.
1 nolu profil organik maddenin oksidasyonu
ve mineralizasyonu sonucu özelliklerini yitirmiş
olup mineral toprak özelliğini taşımaktadır. Fakat
profil toprakları gelişiminin başlangıcında olması
nedeniyle Entisol ordosuna, profil içerisinde %
0,2 den fazla organik karbon olmasıyla Fluvent alt
ordosuna nem rejiminin aridik olması nedeniyle
Torrifluvent büyük grubuna ve Typic Torrifluvent
alt grubuna dahil edilmiştir. 2 nolu profil; ayrışma
derecelerinin az olması sonucu organik materyali
oluşturan bitkilerin botaniksel
orijinlerini
çoğunlukla korumaları, 100cm derinlik içerisinde
sulfidik materyal içermemesi nedeniyle Fibrist alt
ordosuna, sıcaklık rejiminin mesic olmasından
dolayı Haplofibrist büyük grubuna ve Typic
Haplofibrist alt grubuna dahil edilmiştir. 3 ve 4
nolu profillerin kontrol kesitinde yüzey altı
katmanlarında farklı kalınlıklarda olmak üzere
115
Eşmekaya Organik Topraklarının Fiziksel, Kimyasal, Morfolojik Özellikleri ve Sınıflandırılması
Profil 1’in çevre görüntüsü
Profil 4’ün çevre görüntüsü
Şekil 1. 1 ve 4 nolu profillerin çevre görünümleri
hemik toprak materyali baskındır. Bu nedenle
her iki profilde alt ordo seviyesinde Hemist alt
ordosuna girmektedir. Profillerde humilluvic ve
sulfidic materyallerin ve bir sülfirik horizonun
olmaması nedeniyle Haplohemist büyük
grubuna girmektedirler. Fakat alt gruplarda ise
3 nolu profil Typic Haplohemist iken 4 nolu
profil 25 cm den kalın bir sapric materyal
içermesi nedeniyle Sapric Haplohemist alt
grubuna dahil edilmiştir.
4. Sonuç

Araştırma alanında yayılım gösteren
organik topraklar “havza organik topraklar”
niteliğini taşımaktadırlar.

Yoğun pompaj sulama ile yapılan
tarımsal faaliyetler, çalışma alanın özellikle
batı kesimlerinde organik toprak gelişimi
üzerine olumsuz etki yapmaktadır.

Organik toprakların yapısı ve özellikleri
istenilen düzeyde olduğu taktirde; seracılıkta,
116
süs bitkileri yetiştiriciliğinde, mantarcılık,
sebzecilik, fide yetiştiriciliği vb. gibi alanlarda
iyi bir yetiştirme ortamı olduğu bilinmektedir.
Analiz sonuçlarına göre toprak profilleri bu
yönden incelendiğinde; 1 nolu profil yoğun
mineralizasyon
sonucu
organik
toprak
özelliğini kaybetmiştir. 2 nolu profilde organik
materyalin yeterince olgunlaşmamış olması
nedeniyle bu tür kullanımlar açısından uygun
değildir. Özellikle 4 nolu profilin bulunduğu
alanlar, gerek daha derin ve gerekse bazı
horizonlarında fazla miktarda fiber içermeleri
nedeniyle bitkisel üretimde bitki yetiştirme
ortamı olarak değerlendirilebilecek bazı
karakterlere sahip olmalarına ragmen, yüksek
pH ve olası tuzluluk nedeniyle kullanımları
sınırlıdır. Söz konusu alandaki organik
topraklar, ancak bazı iyileştirme tedbirleri
alındıktan sonra bitki yetiştirme ortamı olarak
kullanılabilir.
O.DENGİZ, O.BAŞKAN
Çizelge 1 Araştırma profillerinin bazı fiziksel ve kimyasal özellikleri.
Profil
I
II
III
IV
Horizon
O.M
%
A1
12,2
O.M
Yanma
Kaybı %
-
Fiber
%
pH
1:10
-
8,45
pH
0.01N
CaCl2
8,58
A2
7,1
-
-
8,47
C
1,2
-
-
Oi
67,8
71,4
C
3,3
Oa
44,7
Değişebilir Katyonlar
cmol/kg
Na+
K+
Ca++ Mg++
4,23
0,75 13,28 26,6
Kil
31,8
Tekstür
(%)
Kum
Silt
42,7
25,5
4,43
Hacim
Ağırlığı
gr/cm3
1,22
8,51
0,34
1,23
51,5
28,9
3,08
0,78
6,93
18,21
56,7
22,4
20,9
C
8,12
8,31
0,45
1,19
61,5
30,6
1,16
0,49
24,09
4,76
59,4
26,2
14,3
C
45,7
7,89
7,93
0,55
0,12
68,6
22,8
0,19
0,13
19,08
4,41
43,3
27,8
28,8
C
-
-
8,13
7,89
0,37
1,21
78,6
25,4
0,26
0,05
23,62
1,30
68,4
12,9
18,7
C
28,2
30,5
8,7
7,65
7,60
0,96
0,34
60,1
70,2
0,60
0,52
60,9
6,48
27,3
41,3
31,5
CL
Oe
39,7
42,2
24,2
7,87
7,38
0,94
0,23
64,3
61,5
0,82
0,12
53,44
7,93
41,6
29,3
29,1
C
C1
3,4
-
-
8,20
7,89
0,34
1,19
81,5
34,2
0,08
0,09
32,61
2,31
45,4
33,9
20,6
C
C2
5,2
-
-
8,07
7,79
0,52
1,22
76,6
35,8
0,13
0,05
35,14
1,38
52,9
26,8
20,2
C
Oa1
58,2
62,7
7,8
7,47
7,74
1,38
0,35
60,1
102,3
2,59
0,47
91,62
8,38
21,1
57,8
21,1
SCL
Oa2
46,8
49,3
6,3
7,69
7,56
1,26
0,31
61,5
93,8
1,40
0,12
66,06
27,12
27,5
47,2
25,3
SCL
Oe
70,5
62,4
36,5
7,57
7,56
1,48
0,13
42,6
114,3
1,46
0,19
85,14
27,61
22,1
42,6
35,3
L
Oa
ı
28,1
31,3
7,1
7,82
7,77
1,33
0,24
70,1
79,8
0,90
0,10
74,31
5,40
30,9
2,1
26,8
CL
Oe
ı
42,4
46,3
34,1
7,83
7,92
1,56
0,18
54,9
96,5
2,31
0,23
73,02
19,84
35,9
34,3
29,6
CL
C1g
4,9
-
-
8,01
8,06
0,92
1,20
74,9
38,4
0,07
0,13
33,81
5,31
47,1
26,3
26,6
C
C2g
2,9
-
-
8,18
8,14
0,55
1,24
77,2
33,5
0,09
0,08
29,23
3,18
40,1
32,8
26,4
C
EC
dS/m
CaCO3
%
KDK
cmol/kg
45,7
Sınıf
CL
117
Eşmekaya Organik Topraklarının Fiziksel, Kimyasal, Morfolojik Özellikleri ve Sınıflandırılması
Kaynaklar
Bouyoucos, G.J. 1951 A Recalibration of The
Hydrometer Method for Making Mechanical
Analysis of Soil Agron J.43: 434-438
Çaycı, G. 1989. Ülkemizdeki Peat Materyallerinin Bitki Yetiştirme
Ortamı Olarak Özelliklerinin Tespiti Üzerine Bir Araştırma.
Ank.Üniv. Fen Bilimleri Enst. Doktora Tezi
Çaycı, G., Baran, A., Kütük, C., Ataman, Y., Öztekin,
H., Dengiz, O. 2000. A Research on Reclamation
of Physical Properties of Bolu Yeniçağa Peat as
Plant Growing Medium. Proceedings of
International Symposium on Desertification.
Konya-Turkey.
Dam, D.V., 1971. Diagnosis and Reclametion of Peat
Soils. International Institut Voolland on Winnigen
Cultur Technih The Nederland.
Dengiz, O., Özaytekin, H., Çaycı, G., Baran, A.2004.
Genesis and Taxonomic Classification of
Yeniçağa-Bolu Organic Soils. International Soil
Congress on Natural Resource Management for
Sustainable Development, Erzurum-Turkey.
Dinç, U. 1971. Çukurova Bölgesi Organik
Topraklarının Jeogenesis Morfolojik Özellikleri ve
Sınıflandırması Üzerine Bir Araştırma.
Dinç, U., Kapur, S., Özbek, H., Şenol, S. 1987. Toprak
Genesisi ve Sınıflandırması. Ç.Ü Yayınları Ders
Kitabı 7.1.3.
Dinç, U., Şenol, S., Kapur, S., Atalay, İ., Cangir, C.
1993. Türkiye Toprakları Ç.Ü. Zir. Fak. Genel
Yayını No: 51 Ders Kitapları Yayın No: 12
Everett, K.R.1983. Histosols in L. Pwilding, N.E.
Smeek and G.F. Hall Pedojenesis and Soil
Taxonomy II. Soil Orders Elsever Amsterdam S:153.
Farnham, R.S., Finney, H.R. 1965. Classification and
Properties of Organic Soils. Adv. Agrom 17: 115162.
Fitzpatrick, E.A. 1972. Pedology A Systamatic
Approach to Soil Science. Oliver and Body. Ltd.
Edinburg, 306.
118
Hızalan, E., Ünal, H.1966. Toprakta önemli Kimyasal
Analizler. Ank. Üniv. Ziraat Fakültesi yayınları 278
Hobbs, N.B. 1986. Mire Morphology and the Poperties and
Behaviour of Some British and Foreign Peats. Q.J.Eng.
Geol-London 19:7-80.
Jackson, M.L. 1958. Soil Chemical Analysis. Prentice Hall
Inc. Englewood Cliffs, N.J., USA
Lynn, W.C., Mcknzie, W.E., Grosman, R.B. 1974. Field
Laboratory Test for Characterization of Histosols Their
Characteristies, Classification and USA. SSSA Special
Publication Series. Soil Science Society of America Inc
Publisher Madison, Wisconsin USA Number: 6 sf 11-20
Özaytekin, H., Karakaplan, S.2001. Konya-Ereğli Civarında
Bulunan Organik Toprakların Morfolojik Özellikleri,
Oluşumu ve Sınıflandırması. Selçuk Üniv. Ziraat Fak.
Dergisi Cilt: 12, Sayı: 27.
Pons, L.J. 1960. Soil Genesis and Classification of Reclaimed
Peat Soils in Connection Wet Initial Soil Formation, 7th
Intern. Congress of Soil Science Madison, Wisconsin
USA No: 28 S: 25-210.
Soil Survey Staff 1951. Soil Survey Manual U.S.Dept. Agri.
Hand Book No: 18
Soil Survey Staff 1975. Soil Taxonomy A Basis System of
Soil Classification for Making and Interpreting Soil
Survey USDA. Agri. Handbook 436.
Soil Survey Staff.1999. Soil Taxonomy. A Basic of Soil
Classification for Making and Interpreting Soil Survey.
USDA Hand Book NO: 436, Washington DC.
U.S. Salinity Laboratory Staff 1954: Diagnosis and
Improvement of Saline and Alkali Soils. Agri.
Handbook 60 USDA.
Usta, S., Sözüdoğru, S., Çaycı, G. 1994. Ülkemizdeki Bazı
Peat ve Peat Benzeri Materyallerin Kimyasal Özellikleri
ile Hümik ve Fulvik Asit Kapsamları Üzerine Bir
Araştırma. Ank. Ünv. Zir. Fak. Yayın No: 1380.
Ankara.
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2004, 21 (2), 15-22
Characterization of Recombinant Soyacystatin Expressed in E.coli
Özlem Akpınar1
Haejung An2
1
2
Department of Food Engineering Gaziosmanpasa University, Tasliciftlik 60250 Tokat Turkey
School of Pharmacy, University of Southern California, 1985 Zonal Ave, PSC B4, Los Angeles, CA 90089
Abstract: Recombinant (r-) soyacystatin was characterized for their inhibitory activity against papain and
compared to egg white cystatin. r-Soyacystatin expressed in E. coli was purified 4.33 fold as a recombinant
protein with phenyl-Sepharose and DEAE. Egg white cystatin was purified by using affinity
chromatography on CM-papain-Sepharose. The specific interaction of r-soyacystatin and papain was
detected on isoelectric focusing gel. Papain and r-soyacystatin formed a complex and the complex was
resolved in between pIs of cystatins and papain. Both cystatins showed high stability at the wide pH range
(pH 4-10), and the thermal stability of soyacystatin was comparable at the temperature range (0-100 0C).
The r-soyacystatin exhibited papain-like protease inhibition activity comparable to that of the egg white
cystatin, which could inhibit papain.
Key words: soyacystatin, egg white cystatin, proteolytic activity, protein, purification
E. coli Tarafından Sentezlenen Recombinant Soyacystatinin Karakterizasyonu
Özet: Rekombinant (r-) soyasitatinin papaine olan inhibitörü aktivitesi karakterize edilerek yumurta beyazı
sistatin ile karşılaştırılmıştır. E.coli de sentez edilen r-soyasistatin 4 phenyl-Sepharose ve DEAE kolonları
rekombinant protein olarak 4.33 kat saflaştırılmıştır. İsoelektirik fokus jeli ile papain ve r-soyasistatin
arasındaki spesifik interaksiyon tespit edilmiştir. Papain ve r-soyasistatinin bir kompleks oluşturduğu ve bu
kompleksin pI si sistatin ve papain pI lar arasında çözündüğü tespit edilmiştir. Her iki sistatinde geniş bir
pH aralığında (pH 4-10) stabilite göstermiş ve soyasistatinin termal stabiliteside yumurta beyazı sistatine
benzer bulunmuştur test edilen sıcaklıklarda (0-100 0C). r-Soyasistatinin papaine karşı olan inhibitör
aktivitesi yumurta beyazı sistatine benzer bulunmuştur.
Anahtar kelimeler: Soyasistatin, yumurta beyazı sistatin, proteolitik aktivite, protein, saflaştırma.
1. Introduction
Cystatins are potent inhibitors of cysteine
proteinases found in animal and plant tissues
and human biological fluids (Barret, 1981).
They inhibit cysteine proteinases such as
cathepsins B, H and L and several structurally
similar plant proteinases such as papain and
actinidin by making the reactive site of the
enzyme inaccessible to substrates and to the
thiol group reagents (Bjork et al., 1989, Nicklin
and Barret, 1984). They form tight reversible
complexes with the proteinases with the
dissociation constants typically in the nanomolar
ratio (Barret, 1981, Bjork et al., 1989).
Cystatin superfamily are grouped into four
different families based on their occurence,
sequence and structure similarity. Cystatin
family I, stefin, is known to have the smallest
molecular weight of ~11 kDa. It has no
intramoleculer
disulfide
bonds
and
glycosylation. Cystatins family II exist in the
secrata and tissues of mamalian and avian
origin. It has a molecular weight of ~13 kDa
with 2 disulfide bridges (Barret, 1981). Cystatin
family III, also called kininogens, has the
largest molecular weight of 70,000 consisting of
heavy and light chains and existing in mamalian
blood (Gournaris et al., 1984). Cystatins family
4, were recently discovered and found in plants
(Turk et al., 1997). They do not have a disulfide
bond like family I. However, their amino acid
sequence is closely related to cystatins of family
II. Cystatin from a plant source, therefore, is
classified as independent family referred to as
“phytocystatin” (Abe et al., 1992, Turk et
al.,1997). They have been identified in seeds,
leaves, roots and fruit (Rele et al., 1980, Rodis
and Hoff, 1984, Brzin et al., 1988, Olivia et al.,
1988, Rowan et al., 1990, Hines et al., 1991,
Lenarcic et al., 1992, Abe et al., 1994, Kimura
et al., 1995, Song et al., 1995, Botella et al.,
1996, Wu and Haard, 2000).
Phytocystatin shows a wide inhibition
spectrum against cysteine proteinases from plant
and animal origin. Abe et al. (1994) reported
Characterization of Recombinant Soyacystatin Expressed in E.coli
that corn cystatin inhibited various cysteine
proteinase, including cathepsins H and L and
papain. It also weakly inhibits cathepsin B.
Izquierdo-Pulido et al. (1994) reported that
cystatin isolated from rice was inhibitory against
heat activated arrowtooth flounder proteinase.
Recently, cystatins have received more
attention for their potential role in protecting fish
surimi proteins from proteolytic activities (Kang
and Lanier, 1999, Tzeng et al., 2001,
Jiang et al., 2002, Chen et al., 2002, Hsieh et
al., 2002). Surimi is minced fish meat that has
unique functionality such as gel forming ability,
water and oil binding properties (Tzeng et al.,
2001). These characteristics make surimi main
ingredient for wide range of seafood analogs
such as artificial crab. Alaska pollock has been
the species mostly used for surimi
manufacturing. Because of the maximized
annual catch of Alaska pollock and its relatively
higher price, some underutilized species have
been used to produce surimi such as mackerel,
arrowtooth flounder, hairtail, mackerel and
Pacific whiting. However, these fish species
suffer from high levels of endogenous protease
activity which causes soft texture (An et al.,
1996, Visessanguan et al., 2001). In the last few
years, Pacific whiting has been successfully
utilized in surimi production because of the large
availability in the U.S. Northwest cost and the
low price. On the other hand, Pacific whiting
suffers from post-mortem softening as a result
of hydrolysis of myofibrillar proteins by
endogenous proteinase, after the death of the
animal, becomes susceptible to autolysis by the
endogenous muscle proteinases. The degradation
of myofibrillar proteins causes adverse effects
on surimi quality and lowers the gel strength (An
et al., 1996). It was shown that cathepsin L was
the major source of proteolytic activity in
Pacific whiting surimi (An et al., 1994). In
order to alleviate the proteolytic activities of the
fish muscle, food grade protease inhibitors such
as egg white, potato powder and bovine plasma
protein (BPP) have been used in surimi
production but their use has been limited due to
their adverse effects on organoleptic properties
of surimi. It was reported that specific cysteine
proteinase inhibitors such as egg white cystatin
reduced the protease activity into a negligible
16
level without causing noticeable sensory defects
in surimi (An et al., 1994, Lee et al., 2000, Jiang
et al., 2002).
The objectives of this study are to purify
recombinant soyacystatin expressed in E. coli,
characterize
biochemical
properties
of
recombinant soyacystatin and compare the
inhibition efficiency of both of them against
papain.
2. Materials and methods
2.1. Materials
Kanamycin,
isopropyl
-D-thiogalacto
pyronoside (IPTG), papain, Sepharose 6B, Brij
35 (30% w/v), glycerol, N-benzoyl-L arginine-2naphthylamide (BANA), L-trans-epoxysuccinyl
leucylamido (4-guadino) butane (E-64),
dimethyl sulfoxide (DMSO), -mercaptoethanol
(
ME),
p-dimethylaminocinnamaldehyde,
tricine, ammonium sulfate (AS), dithioerythritol,
bovine serum albumin (BSA), low molecular
weight standards including aprotinin (6,500), lactalbumin (14,200), trypsin inhibitor (20,000),
trypsinogen (24,000), carbonic anhydrase
(29,000), gylceraldehyde-3-phosphate dehydro
genase (36,000), ovalbumin (45,000) and
albumin (66,000), were purchased from Sigma
Chem. Co. (St. Louis, MO). Iodoacetic acid
was obtained from Calbiochem (San Diego,
CA). Phenly-Sepharose 6 fast flow, DEAE
Sephorose fast flow, broad range of pI standards
including trypsinogen (pI-9.3), lentil lectinbasic band (pI-8.65), lentil lectin-middle band
(pI-8.45), lentil lectin-acidic band (pI-8.15),
myoglobin-basic band (pI-7.35), myoglobinacidic band (pI-6.85), human carbonic
anhydrase B (pI-6.55), bovine carbonic
anhydrase (pI-5.85),
-lactoglobulin A (pI5.20), soybean trypsin inhibitor (pI-4.55) and
amyloglucosidase (pI-3.50), were purchased
from Pharmacia (Piscataway, NJ). Premade
agarose gel for isoelectric focusing was
purchased from FMC Corp. (Rockland, ME).
Sodium caseinate was purchased from U.S.
Biochemical Corp. (Cleveland, OH).
IPTG solution were prepared as 1 M stock
solution in water and sterilized by filtration
through 0.2
m sterile Acrodisc (Gelman
Sciences, Ann Arbor, MI). The stock solutions
were stored at -20 0C until used. The stock
Ö.AKPINAR, H.AN
solution of synthetic substrates and E-64 were
prepared in DMSO and stored at -20 0C until
used.
2.2. Purification of Soyacystatin
Cloned E.coli containing soyacystatin gene
was donated by Dr. Hisashi Koiwa of Purdue
University. The recombinant cells were grown in
small scale in 5 mL LB broth with 50 g/L of
kanamycin overnight at 370C with vigorous
shaking. The following day it was inoculated
into a large media (250 mL LB broth with 50
g/L of kanamycin) and allowed to grow until
OD600 reached to 0.6 (generally 3-4 hours after
inoculation into a large culture). Finally, it was
induced with 0.4 mM IPTG (final concentration)
and incubated for 16 h at room temperature. The
cells were harvested by centrifugation at
4,000xg for 30 min using a Sorvall refrigerated
centrifuge SS-34 rotor (DuPont Co., Newtown,
CT).
r-Soyacystatin was purified by the method
of Koiwa et al. (1998). Harvested cells were
sonicated using Sonicor (Model UP-400) with
ultrasonic probe (Copiague, NY), in 10 mL of
10-fold diluted McIlvaine’s buffer (0.2 M
sodium phosphate, 0.1 M sodium citrate, pH 7)
in ice. Sonicated cell extract was used to purify
the recombinant soyacystatin using phenylSepharose and DEAE column with two step
purification. Sonicated cell extract was loaded
onto 2.5x25 cm phenyl-Sepharose column at
40C and equilibrated with 20 mM potassium
phosphate, pH 6, containing 20% saturated AS.
Elution was initiated with 15% saturated AS in
20 mM potassium phosphate buffer pH 6. When
A280 reading of the fraction started to decrease,
the elution buffer was changed to 10% saturated
AS in the same buffer.
Fractions were analyzed for protein
concentration by measuring A280 value and the
presence of cystatin band on SDS-Tricine
PAGE. The fractions which had a visible
cystatin band were combined. The sample was
loaded in 2.5x25 cm DEAE column 40C,
equilibrated with 10 mM Tris, pH 8.8. After
loading the sample, the column was washed with
10 mM Tris, pH 8.8, overnight and eluted with
the linear gradient of 0-0.4 M NaCl in10 mM
Tris, pH 8.8. The fractions which had a cystatin
band on SDS-tricine PAGE were combined. The
activity of combined fractions were analyzed for
inhibitory activity as in section “ inhibition
assay against papain”.
2.3. Purification of Egg White Cystatin
Egg white cystatin was purified according
to Anastasi et al. (1983) by using CM-papainSepharose column from twelve eggs. CMpapain-Sepharose column was prepared
according to the method of Axen and Ernback
(1971). Papain (100 mg) was activated with 2
mM dithioerythritol and 1 mM disodium EDTA
in 10 mL of 0.1 M sodium phosphate, pH 6, for
10 min at 200C and allowed to react with 10
mM iodoacetic acid. After activating Sepharose
resin with CNBr, the resin was washed with cold
500 mL of 0.1 M NaHCO3, pH 9.0. Activated
papain solution was stirred with the Sepharose
6B overnight at room temperature for coupling.
The resin was washed with 500 mL of 0.01
sodium acetate, pH 4.1, 400 mL of 0.1 M
sodium phosphate, pH 7.6, containing 1 M
NaCl; 200 mL of 0.1 M sodium phosphate, pH
7.6 containing 15 g/L glycine; 400 mL of 0.1 M
sodium phosphate pH 7.6 containing 1 M NaCl;
and finally 500 mL of 0.01 sodium acetate, pH
4.1.
Egg white cystatin was purified from
twelve eggs according to Anastasi et al. (1983).
The egg white was blended with equal volume of
0.25% (w/v) NaCl. The pH of the solution was
adjusted to 6-6.5 with 5 M sodium formate
buffer, pH 3. To remove ovomucin from the egg
white the solution was centrifuged at 2,100xg
for 30 min. CM-papain-Sepharose, 25 mL, was
equilibrated with 50 mM phosphate buffer, pH
6.5 containing 0.5 M NaCl and 0.1% Brij. The
centrifuged egg white solution was stirred with
the equilibrated CM-papain-Sepharose overnight
at 4 0C. The resin was washed with 50 mM
phosphate buffer, pH 6.5, containing 0.5 M
NaCl and 0.1% Brij until the A280 was less than
0.05. The CM-papain-Sepharose was packed
into 2.5x25 cm column at room temperature and
washed with 2 bed volumes of 50 mM
phosphate buffer, pH 6.5, containing 0.5 M
NaCl and 10% (v/v) glycerol. The bound protein
was eluted with 50 mM phosphate buffer, pH
11.5, containing 0.5 M NaCl and 10% (v/v)
17
Characterization of Recombinant Soyacystatin Expressed in E.coli
glycerol at room temperature. Fractions, 2 mL,
showing inhibitory activity against papain were
combined and the pH was adjusted to 7.4 with 5
M sodium formate buffer, pH 3.0.
2.4. Gel Electrophoresis
SDS-PAGE gels, 15%, were performed
according to Laemmli (1970) and 16.5% tricine
SDS-PAGE gel was performed according to
Schagger and Jagow (1987). Since soyacystatin
has a low molecular weight, Laemmli’s SDSPAGE system did not give good resolution;
therefore, tricine SDS-PAGE was used. The
samples were boiled for 5 min in the SDSPAGE treatment buffer (1:1, v/v) and applied on
15% and 16.5% polyacrylamide gels. The gels
were run under a constant voltage at 150 V, on
ice, using Bio-Rad Mini-Protean II unit (BioRad, Hercules, CA).
2.5. Protein Content
Soluble protein content was determined
according to Lowry et al. (1951) using bovine
serum albumin as a standard.
2.6. Isoelectric Focusing
Isoelectric focusing was performed in
premade agarose gels (FMC Corp., Rockland,
ME). The wicks were soaked in 1 M NaOH, as
a catholyte, and 0.5 M acetic acid, as an anolyte.
The samples were run under 25 W constant
power with 1000 V limit using a Thin-Layer
Isoelectric Focusing (Desaga Heidelberg).
Protein bands were stained with 0.1%
Coomassie Brillant Blue R-250 for 30 min and
destained in 25% (v/v) of ethanol and 9% (v/v)
of acetic acid for 3 min. The destained gel was
dried at 550C for 30 min. To estimate the
isoelectric point of the proteins a broad range pI
standards were used.
2.7. Temperature Stability
Both purified egg white cystatin, 0.364 g,
and soyacystatin, 0.266 g, were incubated in
the range of 0-100 0C for 30 min and
immediately cooled in ice. Residual activity of
heat treated sample were analyzed for inhibitory
activity against papain using BANA as a
substrate.
18
2.8. pH Stability
Both purified egg white cystatin, 0.364 g,
and soyacystatin, 0.266 g, were incubated
with McIlvaine’s buffer in the pH range of 4-10
at room temperature for 15 min and residual
inhibitory activity was assayed against papain
BANA as a substrate
2.9. Inhibition Assay Against Papain
Inhibitory activity of purified cystatins
against papain was measured by the method of
Abe et al. (1994) with slight modification. The
concentration of this enyzme was determined by
active site titration with E-64. The assay buffer
was 0.25 M sodium phosphate, pH 6, containing
2.5 mM EDTA. Papain solution, 20 g/mL,
was activated with 25 mM sodium phosphate,
pH 7 containing 20 mM -ME at 400C for 10
min. The assay buffer, 0.2 mL, was mixed with
0.1 mL of the activated papain. After
preincubation of the mixture with 0.2 mL of
inhibitor at 400C for 5 min, the reaction was
started by adding 0.2 mL of BANA and
incubated at 400C for 10 min. The reaction was
stopped by adding 1 mL of 2% (v/v) HCl in
ethanol and the color was developed by adding 1
mL
of
0.06%
(w/v)
pdimethylaminocinnamaldehyde
in
ethanol.
Reaction products were measured at 540 nm. A
blank was prepared by substituting cystatin
with water. The inhibitory activity was defined
as a decreased amount of BANA-hydrolyzing
activity per mL of inhibitor solution per hour.
One “unit” of inhibitory activity (U) was defined
as the changes in absorbance of 1.0 at 540 nm
per h.
3. Results and Discussions
3.1. Purification of Recombinant Soyacystatin
and Egg White Cystatin
r-Soya cystatin was purified from E. coli
overexpressing BL21 (DE3) pETNM8-103 gene
and its properties were compared to egg white
cystatin purified from egg white. The
recombinant cells were grown LB broth. After
IPTG induction, a high level of soluble rsoyacystatin was expressed as the major protein
component in E. coli BL21 (DE3) pETNM8-103
cells (Figure 1). The recombinant soyacystatin
Ö.AKPINAR, H.AN
was purified to electrophoretic homogeneity by
20-10% saturated ammonium sulfate, phenylSepharose, and 0-0.4 M NaCl DEAE
chromatograms. The purity of r-soyacystatin on
each of the purification step is shown on SDSPAGE (Figure 1). The molecular weight of rsoyacystatin was estimated to be approximately
11.2 kDa. As shown in Figure 1, the rsoyacystatins constituted a high percentage of
the total cell protein. Approximately 19.95 mg
of purified cystatin was obtained from 212.5 mg
of proteins of E.coli cells with a specific activity
of 15,341 U/mg.
The purification used
provided a simple purification protocol with a
high yield of r-soyacystatin, which indicated a
high potential for this protocol to be used in a
commercial application.
Egg white cystatin was purified by affinity
chromatography. For this study, CM-papainSepharose, which was effective in isolating
cystatin from numerous egg white proteins, was
used as the affinity media. By taking advantage
of the instability of cysteine proteinase in
alkaline conditions, the bound cystatin was
eluted from CM-papain-Sepharose by increasing
pH to 11.5. Egg white cystatin was purified
from 12 pooled egg whites and the pure egg
white
cystatin
is shown in Figure 2.
Approximately 5.10 mg of purified cystatin was
obtained from 29,700 mg of proteins of egg
white proteins with a purification fold of 240.
Papain had an isoelectric point of 9.5 (Figure 2).
This result is in agreement with the isoelectric
point of papain, 9.6 as reported by Sluyterman
and Graff (1972). Egg white cystatin had two
proteins with identical molecular weights. They
were separated as two bands by isoelectric
focusing with the pI’s of 5.8 and 6.6.
Soyacystatin also showed two isoelectric forms
on the isoelectric focusing gel at pI 5.6 and 6.0.
Brzin et al. (1990) reported that soybean
cystatin showed three major bands at pI 5.3, 5.5,
and 5.9 and two minor bands at 5.4 and 8.3. Our
results are in agreement with the native
isoelectric points of soyacystatin.
Cystatin and papain can form a complex
resulting in changes in the isoelectric points
(Anastasi et al., 1983). As seen in Figure 2, the
complex was resolved between the papain and
cystatin bands when papain and cystatin formed
a complex. The pI of papain and egg white
cystatin shifted to 8.82 and 9.20 as they formed
a complex with each other. The complex
between papain and soyacystatin was detected at
pI 9.05 and 8.82 (Figure 2). Also, both cystatin
complexes showed a weak band at 8.52.
M
M
1
2
3
4
Figure 1. Various stage of purification of recombinant
soyacystatin on SDS-tricine PAGE. (M) low molecular
weight marker (1) 5 l of uninduced recombinant
soyacystatin cell extract; (2) 5 g induced recombinant
soyacystatin cell extract; (3) 5 g ammonium sulfate
precipitated soyacystatin cell extract; (4) 5 g purified
recombinant soyacystatin
3.2. Isoelectric Points of Cystatins and Papain
Isoelectric points of both cystatins and
papain were determined by linear regression.
1
2
3
4
5
M
Figure 2. The complex formation of papain with
soyacystatin and egg white cystatin on the IEF gel. (M) A
broad range pI standards; (1) 1.04 g of egg white
cystatin; (2) 5.6 g of papain with 1.04 g of egg white
cystatin; (3) 5.6 g of papain; (4) 5.6 g of papain with
1.33 g of soyacystatin and (5) 1.33 g of soyacystatin;
(M) A broad range pI standards.
3.3. Temperature and pH Stability
The temperature stability of r-soyacystatin
was similar to that of egg white cystatin (Figure
3). After 30 min of incubation at 500C or above,
the inhibitory activity of r-soyacystatin was
gradually decreased. There was 70% activity left
after 30 min incubation at 50 0C.
19
Characterization of Recombinant Soyacystatin Expressed in E.coli
3.4. Inhibitory Activity of Purified Cystatins
Cystatins form a reversible tight binding
inhibitor papain-like proteinases (Nicklin and
Barret 1984, Bjork et al., 1989). The inhibitory
ability of r-soyacystatin was similar to that of
egg white cystatin. When 2.00 g of papain was
incubated with inreasing concentration of pure rsoyacystatin and egg white cystatin, the linear
concentration inhibition relationship were
observed. The inhibitory activity of cystatins
was dependent on dose when the ratio of
cystatins/papain was smaller than 1. No
significant increase in the inhibition ability was
observed when the ratio of cystatins/papain was
bigger than 1 (Figure 5). The results show that 1
molecule of r-soyacysyatin binds to 1 molecule
of papain coincides with that of native cystatin
family (Abe et al., 1987, Bode et al., 1988, Arai
et al., 1991, Abe et al., 1995, Tzeng et al., 2001,
Jiang et al., 2002).
20
120
Soya cystatin
Residual Activity (%)
100
Egg white cystatin
80
60
40
20
0
0
20
40
60
80
100
120
0
Temperature ( C)
Figure 3. Thermal stability of soyacystatin and egg white
cystatin. Egg white cystatin and soyacystatin were
incubated in the temperature range of 0-100 0C and
immediately cooled in ice prior inhibitory activity assay.
100
80
Residual activity (%)
Soyacystatin
Egg white cystatin
60
40
20
0
0
2
4
6
8
10
12
pH
Figure 4. pH stability of soyacystatin and egg white
cystatin. Egg white cystatin and soyacystatin were
incubated in McIlvaine’s buffer in the pH range of 4-10 at
room temperature for 15 min prior to inhibitory activity
assay.
120
Soyacys tatin
100
Residual Activity (%)
The effect of pH on cystatins stability was
assessed by preincubating cystatin solution at
arange of pH values, then assaying the
inhibitory activity at the optimum pH. pH
stability of both cystatins was tested by
incubating them at different pH values. Both
cystatins were relatively stable in the wide range
of pH although they belong to different cystatin
families (Figure 4). When the pH stability of egg
white and soyacystatin was compared,
soyacystatin seemed slightly more stable.
However, a dramatic decline of the inhibitory
activity at pH<4 was observed. As seen in
Figure 4, 50 and 55% inhibitory activity
remained in r-soyacystatin and egg white
cystatin after 30 min incubation at pH 3.
Egg white cystatin is reported to be heat
and pH stable protein (Fossum and Whitaker,
1968). The temperature and pH stability of rsoyacystatin was comparable to that of egg
white
cystatin.
The
most
interesting
characteristic in all four types of cystatin family
is that they can survive the extreme pH and high
temperature conditions which cause most
proteins to denature (Brzin et al., 1983, Barrett
et al., 1986, Izquierdo-Pulido et al., 1994, Tzeng
et al., 2001).
Egg white cys tatin
80
60
40
20
0
0,0
0,2
0,4
0,6
0,8
1,0
1,2
1,4
1,6
1,8
[Cystatin]/[Papain]
Figure 5: Inhibition profiles of r-soyacystatin and egg
white cystatin against papain. The [cystatins]/[cysteine
proteinase] was molar ratio.
Ö.AKPINAR, H.AN
4. Conclusion
Although cysteine proteinase inhibitors are
widely found in nature, their level in natural
sources is low and it is difficult and timeconsuming to isolate cysteine proteinase
inhibitors directly from natural sources. The
more versatile approach to get large amounts of
inhibitors is to produce these proteins into
bacterial expression system. During the past
few years many bioactive proteins had been
expressed in bacteria by using recombinant
DNA techniques.
Soyacystatin overexpressed in E. was easily
recovered in a form than egg white cystatin. It
revealed broad pH stability and temperature
tolerance and inhibition specifity similar to that
of egg white cystatin. According to data
obtained from this study, r-soyacystatin had
biological and physical properties comparable to
those of egg white cystatin. The data suggested
that producing r-soyacystatin can be useful and
economical for industrial application and
accountable to control cysteine protease related
softening in fish muscle.
Acknowledment
This research was done in Oregon State
University, Seafood Laboratory, Astoria, OR.
References
Abe, K., Emori, Y., Kondo, H., Suzuki, K. and Arai, S.
1987. Molecular cloning of a cysteine proteinase
inhibitor of rice (Oryzacystatin). J. Biol. Chem.
262, 16793-16797.
Abe, M., Abe, K., Masaharu, K. and Arai, S. 1992. Corn
kernel cysteine proteinase inhibitor as a novel
cystatin superfamily member of plant origin. Eur. J.
Biochem. 209, 933-937
Abe, M., Abe, K., Iwabuchi, K., Domoto, C. and Arai, S.
1994. Corn cystatin I expressed in Escherichia coli:
investigation of its inhibitory profile and occurrence
in corn kernels. J. Biochem. 116, 488-492.
Abe, M., Abe, K., Domoto, C. and Arai, S. 1995. Two
distinct species of corn cystatin in corn kernels.
Biosci. Biotech. Biochem. 59, 756-758.
An, H., Weerasinghe, V., Seymour, T.A. and Morrissey,
M.T. 1994. Cathepsin degradation of Pacific
whiting surimi proteins. J. Food Sci. 5, 1013-1017
An, H., Peters, Y.M., Seymour, T.A. 1996. Roles of
endogenous enzyme in surimi gelation. Treds in
Food Sci. and Tech. 7, 321-327.
Anastasi, A., Brown, M.A., Kembhavi, A.A., Nicklin,
M.J.H., Sayers, C.A., Sunter, D.C. and Barrett, A.J.
1983. Cystatin, a protein inhibitor of cysteine
proteinases. Biochem. J. 211, 129-138.
Arai, S., Watanabe, H., Kondo, H., Emori, Y. and Abe,
K. 1991. Papain inhibitory activity of oryzacystatin,
a rice seed cysteine proteinase inhibitor, depends on
the central Gln-Val-Val-Ala-Gly region conserved
among cystatin superfamily members. J. Biochem.
109, 294-298.
Axen, R. and Ernback, S. 1971. Chemical fixation of
enzymes
to
cyanogen
halide
activated
polysaccharide carriers. Eur. J. Biochem. 18, 351360.
Barrett, A.J. 1981. Cystatin, the egg white inhibitor of
cysteine proteinases. Methods in Enzymol. 80, 771780.
Barrett, A.J., Rawlings, N.D., Davies, M.E., Machleidt,
W., Salvesan, G. and Turk, V. 1986. Cysteine
proteinase inhibitors of cystatin superfamily. In:
Barrett AJ, Salvesan G, editors. Proteinase
Inhibitors The Netharlands Amsterdam: Elsevier
Science Publishers B.V
Bjork, I., Alriksson, E. and Ylinenejarvi, K. 1989.
Kinetics binding of chicken cystatin to papain.
Biochemistry. 28, 1568-1573.
Bode, W., Engh, R., Musil, D.J., Thiele, U., Huber, R.,
Karshikow, A., Brzin, J., Kos, J. and Turk, V.
1988. The 2.0 A X-ray crystal structure of chicken
egg white cystatin and its possible mode of
interaction with cysteine proteinases. EMBO J. 7,
2593-2599.
Botella, M.A., Xu, Y., Prabha, T.N., Zhao, Y.,
Narasimhan, M.L., Wilson, K.A., Nielsen, S.S.,
Bressan, R.A. and Hasegawa, P.M. 1996.
Differential expression of soybean cysteine
proteinase inhibitor genes during development and
in response to wounding and methyl jasmonate.
Plant Physiol. 112, 1201-1210.
Brzin, J., Kopitar, M., Turk, V. and Machleidt, W. 1983.
Protein inhibitors of cysteine proteinases. Isolation
and characterization of stefin, a cytosolic protein
inhibitor
of
cysteine
proteinase
from
polymorphonuclear granulocytes. Hoppe-Seyler’s Z
Physiol. Chem. 364, 1475-1480.
Brzin, J., Popovic, T., Drobnic-Kosoroc, M., Kotnik, M.
and Turk, V. 1988. Inhibitors of cysteine
proteinases from potato. Biol. Chem. Hoppe-Seyler.
369, 233-238.
Brzin, J., Ritonja, A., Popovic, T. and Turk, V. 1990.
Low molecular mass protein inhibitors of cysteine
proteinases from soybean. Biol. Chem. HoppeSeyler 371, 167-170.
Chen, G., Tang, S., Chen, C. and Jiang, S. 2002.
Overexpression of the soluble from of chicken
cystatin in Escherichia coli and its purification. J.
Agric. Food Chem. 48, 2602-2607.
21
Characterization of Recombinant Soyacystatin Expressed in E.coli
Fossum, K. and Whitaker, J.R. 1968. Ficin and papain
inhibitor from chicken egg white. Arch. Biochem.
Biophys. 125, 367-375.
Gounaris, A.D., Brown, M.A. and Barrett, A.J. 1984.
Human plasma a-cysteine proteinase inhibitor.
Purification
by
affinity
chromatography,
characterization and isolation of an active fragment.
Biochem J. 221, 445-452
Hines, M.E., Osuala, C.I. and Nielsen, S.S. 1991.
Isolation and partial characterization of soybean
inhibitor of coleopteran digestive proteolytic
activity. J. Agric. Food Chem. 39, 1515-1520.
Hsieh, J.F., Tsai, G.J. and Jiang, S.T. 2002. Improvement
of hairtail surimi gel properties by NADPH-sulfite
reductase, recombinant cystatin, and microbial
transglutaminase. J. Food Sci. 67, 3152-3158.
Izquierdo-Pulido, M.L., Haard, T.A., Hing, J. and Haard,
N.F. 1994. Oryzacystatin and other proteinase
inhibitors in rice grain: potential use as a fish
processing aid. J. Agric. Food Chem. 42, 616-622
Jiang, S.T., Tzeng, S.S., Wu, W.T. and Chen, G.H. 2002.
Enhanced expression of chicken cystatin as a
thioredoxin fusion from in Escherichia coli
AS494(DE3)pLysS and its effect on the prevention
of surimi gel softening. J. Agric. Food Chem. 50,
3731-3737.
Kang, I.S. and Lanier, T.C. 1999. Bovine plasma protein
function in surimi gelation compared with cysteine
protease inhibitors. J. Food Sci. 64, 842-846.
Kimura, M., Ikeda, T., Fukumoto, D., Yamasaki, N. and
Yonekura, M. 1995. Primary structure of a cysteine
proteinase inhibitor from the fruit of avocado
(Persea americana Mill). Biosci. Biotech. Biochem.
59, 2328-2329.
Koiwa, H., Shade, R.E., Zhu-Salzman, K., Subramanian,
L., Murdock, L.L., Nielsen, S.S., Bressan, R.A. and
Hasegawa, P.M. 1998. Phage display selection can
differentiate activity of soybean cystatins. Plant J.
13, 101-109.
Laemmli UK. 1970. Cleavage of structural proteins
during the assembly of the head of bacteriophage
T4. Nature 227:860-865.
Lee, J.J., Tzeng, S.S., Wu, J. and Jiang, S.T. 2000.
Inhibition of thermal degradation of mackerel
surimi by pig plasma protein and L-kininogen. J.
Food Sci. 65, 1124-1129.
Lenarcic, B., Ritonja, A., Turk, B., Dolenc, I. and Turk,
V. 1992. Characterization and structure of
pineapple stem inhibitor of cysteine proteinases.
Biol. Chem. Hoppe-Seyler. 373, 459-464.
Lowry, O.H., Rosebrough, N.J., Farr, A.L. and Randall,
R.J. 1951. Protein measurement with Folin phenol
reagent. J. Biol. Chem. 193, 256-946.
22
Nicklin, M.J.H. and Barrett, A.J. 1984. Inhibition of
cysteine proteinases and dipeptidyl peptidase I by
egg white cystatin. Biochem. J. 223, 254-253.
Olivia, M.L.V., Sampaio, M.U. and Sampaio, C.A.M.
1988. Purification and partial characterization of a
thiol proteinase inhibitor from Enterolobium
contortisiliquum beans. Biol. Chem. Hoppe-Seyler.
369, 229-232.
Rele MV, Vartak HG, Jagannathan V. 1980. Proteinase
inhibitors from Vigna unguiculata subsps
cylindrica. I. Occurrence of thiol proteinase
inhibitors in plants and purification from Vigna
unguiculata subsps cylindrica. Arch Biochem
Biophys 204:117-128.
Rodis, P. and Hoff, J.E. 1984. Naturally occurring
protein crystals in potato. Inhibitor of papain,
chymopapain and ficin. Plant Physiol. 74, 907-911.
Rowan, A.D., Brzin, J., Buttle, D.J. and Barrett, A.J.
1990. Inhibition of cysteine proteinases by a protein
inhibitor from potato. FEBS Lett. 269, 328-330.
Schagger, H. and Jagow, G.V. 1987. Tricine-sodium
dodecyl sulfate-polyacrylamide gel electrophoresis
for separation of proteins in the range from 1 to 100
kDa. Anal. Biochem. 166, 368-379.
Sluyterman, L.A. and De Graaf, M.J. 1972. The effects of
salts upon the pH dependence of the activity of
papain abd succinyl-papain. Biochim. Biophys.
Acta. 258, 554-561.
Song, I., Taylor, M., Baker, K. and Bateman, Jr.R.C.
1995. Inhibition of cysteine proteinases by Carica
papaya cystatin produced in Escherichia coli.
Gene. 162, 221-224.
Turk, B., Turk, V. and Turk, D. 1997. Structural and
functional aspects of papain-like cysteine
proteinases and their protein inhibitors. Biol.
Chem. Hoppe-Seyler. 378, 141-150.
Tzeng, S.S., Chen, G.H., Chung, Y.C. and Jiang, S.T.
2001. Expression of soluble form carp (Cyprinus
carpio) ovarian cystatin in Escherichia coli and its
purification. J. Agric. Food Chem. 49, 4224-4230.
Wu, J. and Haard, N.F. 2000. Purification and
characterization of a cystatin from the leaves of
methyl jasmonate treated tomato plants. Comp.
Biochem. Physiol. Part (C) 127, 209-220.
Visessanguan, W., Menino, A.F., Kim, S.M. and An. H.
2001. Cathespsin L: Predominat heat-activated
proteinase in Arrowtooth Flounder muscle. J. Agric.
Food Chem. 49, 2633-2640.
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2004, 21 (2), 80-85
Seraların Jeotermal Enerji ile Isıtılmasında Ortaya Çıkabilecek Çevresel
Etkiler
Sedat Karaman
Ahmet Kurunç
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Ülkemiz tarım sektöründe seracılık ekonomik açıdan önemli bir yere sahiptir. Ülkemizin
kalkınmasıyla birlikte artan enerji tüketimine bağlı olarak ortaya çıkan çevre sorunları konusunda toplumun
duyarlılığı hızla arttığından, günümüzde çevreye en az zarar verecek kaynak kullanımının seçimi, teknik ve
ekonomik etmenler kadar önemlidir. Jeotermal enerji kaynaklarının kullanımı önemli boyutlarda çevre
kirliliğine neden olabilir ve bu çevre kirliliği canlılara ve doğaya zarar verebilir. Seraların jeotermal enerji
kaynaklarıyla ısıtılması teknik ve çevre ile ilgili bir takım önlemler alındığı taktirde, ısıtma giderlerini en aza
indirecek ekonomik bir yetiştiricilik olanağı sağlamakla birlikte, sera alanlarımızın artmasına da yardımcı
olacaktır.
Anahtar kelimeler: Sera, jeotermal enerji, çevre kirliliği
Environmental Effects of Geothermal Energy Used for Greenhouse Heating
Abstract: In agricultural sector of our country, greenhouse enterprises have an important position from
economical standpoint. Since sensitivity of people on the subjects of environmental problems due to energy
consumption which rises with developments of the country were increased, nowadays, selection of source use
which will cause the least problems in the environment is important as well as technical and economical
factors. Use of geothermal energy sources can cause considerable environmental pollution and this may
detriment to living beings and the environment. If some technical and environmental precautions are taken,
the heating of glasshouses using geothermal energy sources will provide an economic cultivation in which
the heating costs is decreased to a minimum and will help to increase our greenhouse lands as well.
Keywords: Greenhouse, geothermal energy, environmental pollution
1. Giriş
Üretim harcamaları içinde ısıtmanın payı
% 60’lara kadar yükseldiğinden, seracılıktaki
başarı bu oranın düşürülmesine bağlıdır. Bunun
en etkin yolu ise doğal ısı kaynaklarından
yararlanmaktır. Nitekim son yıllarda seracılığın
yaygın olduğu diğer bir çok ülkede olduğu gibi,
Türkiye’de de jeotermal enerjiye talep giderek
artmaktadır. Bilindiği gibi jeotermal enerji
yerkabuğu içinde erişilebilir derinliklerde
geçirimli kayaçlar içinde yer alan, basınç
altında aşırı derecede ısınmış suların içerdikleri
ısı enerjisidir (Sevgican ve Eşder, 1984).
Dünyada jeotermal sıcak su kaynaklarının
bulunduğu bölgelerde bu kaynaklardan çok
yönlü olarak yararlanılabilmekte olup bu
kaynakların kullanım şekilleri arasında seraların
ısıtılması önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle
1980’lerde başlayan enerji krizinden sonra sera
ısıtmasında fosil yakıtı kullanan üreticiler
alternatif enerji kaynakları kullanmaya başlamış
ve jeotermal enerji bu dönemde daha da önem
kazanmıştır (Van de Break, 1989). Dünyada
jeotermal enerjinin seraların ısıtılması amacıyla
kullanıldığı ülkeler arasında ilk sıraları Çin,
Macaristan, İzlanda, İtalya Rusya, Tunus ve
ABD almaktadır (Lund and Freeston, 2001).
Ülkemizin kalkınmasıyla birlikte artan
enerji tüketimine bağlı olarak ortaya çıkan
çevre sorunları konusunda toplumun duyarlılığı
hızla arttığından, günümüzde çevreye en az
zarar verecek kaynak kullanımının seçimi,
teknik ve ekonomik etmenler kadar önemlidir.
Enerji sıkıntısı çekilen ülkemizde ucuz ve
yenilenebilir gibi olumlu özellikleri nedeniyle
doğal bir enerji kaynağı olan jeotermal enerji
kaynaklarının önemi her geçen gün daha da
artmaktadır (Oruç, 1994). Uzun ömürlülük ve
düşük maliyet etkenlerinin yanı sıra çevre
sorunları açısından da jeotermal enerjinin fosil
enerji
kaynaklarına
göre
tartışmasız
üstünlükleri
vardır.
Seraların jeotermal
kaynaklarla ısıtılması teknik ve çevre ile ilgili
bir takım önlemler alındığı taktirde, ısıtma
giderlerini asgariye indirecek ekonomik bir
yetiştiricilik olanağı sağlamakla birlikte, sera
alanlarımızın artmasına da yardımcı olacaktır
(Filiz ve Dorsan, 1998).
S. KARAMAN, A.KURUNÇ
Ülkemizin tektonik açıdan çok etkili bir
zon üzerinde bulunmasının yanında jeolojik ve
meteorolojik koşullarının da uygun olması,
ülkemize jeotermal enerji yönünden büyük
avantajlar sağlamaktadır (Yıldız, 1999). Maden
Tetkik Arama Enstitüsü tarafından yapılan
araştırmalara göre yurdumuzdaki jeotermal
enerji potansiyeli 31 500 MWth dolayında olup,
bu enerji potansiyeli 3 800 ton/saat sıvı yakıtın
yakılmasına eşdeğerdir. Ülkemizde dünya
standartlarına uygun olarak yüksek sıcaklıkta
(rezervuar sıcaklığı 180 oC’dan büyük, elektrik
üretimine elverişli), orta sıcaklıkta (rezervuar
sıcaklığı 70-80 oC arası, ısıtma ve endüstri
amaçlı) ve düşük sıcaklıkta (rezervuar sıcaklığı
70 oC’dan düşük ısıtma, kaplıca vb. amaçlı)
jeotermal enerji kaynakları bulunmaktadır.
Türkiye’deki mevcut yeraltı sıcak su
kaynaklarının
seraların
ısıtılmasında
kullanılması, ekonomik bir şekilde kışın
turfanda sebze tarımı yapılmasını sağlayacak
niteliktedir. Tarım ürünlerinin depolarda
muhafazasını sağlayacak soğukluğun bu enerji
ile üretilmesi söz konusu ise de, Türkiye’de
jeotermal enerjinin tarımda kullanılmasının
yaygın şekli, seraların ısıtılmasıdır. Seraların
ısıtılmasında sıcak sular ya doğrudan kalorifer
tesisatına verilmekte, ya da sıcak sular yardımı
ile hava ısıtılarak ısıtılmış hava seralara
verilmektedir (Oruç, 1994).
Özellikle Denizli, Kütahya, Simav, Afyon,
Kırşehir, Gönen, Erzincan, Şanlıurfa ve diğer
yörelerimizde bulunan jeotermal
enerji
kaynakları ülkemiz seracılığı için bulunmaz
birer fırsattır. Ülkemizin sahip olduğu 31 500
MWth jeotermal kapasite ile 150 000 dekar sera
alanının ısıtılabileceği belirtilmekte olup,
günümüzde 310 dekar sera alanının seranın
jeotermal enerji ile ısıtıldığı saptanmıştır
(Günerhan et al., 2000). En son uygulamalar
göz önüne alındığında, Türkiye’de jeotermal
enerji ile işletmeye açılmış merkezi ısıtma
sistemleri, termal tesis ve sera ısıtmalarının
toplam kapasitesinin 248 MWth (yaklaşık 40
000 konut eşdeğeri) olduğu tahmin edilmektedir
(Mertoğlu ve ark., 1996).
2. Jeotermal Enerjinin Çevresel Etkileri
Çağımızın en önemli konularından biri,
doğal enerji kaynaklarının çevre kirliliğine
neden olmadan verimli şekilde kullanılmasıdır.
Enerji kullanımı ve üretimi ile hava kirliliği
arasındaki ilişki tartışılamayacak kadar açıktır.
Hava kirleticileri havanın doğal bileşimini
değiştiren is, duman, toz, gaz, buhar ve aerosol
halindeki kimyasal maddelerdir. Bu kirlilik
yerel ve hükümetlere ait bütün kuruluşları
organik yakıt kullanımına karşı alternatif enerji
kaynaklarını aramaya zorlayacak boyutlardadır.
Her ne amaçla olursa olsun organik yakıtların
kullanımından kaynaklanan hava kirliliği, kabul
edilebilir sınırların çok üzerindedir. Jeotermal
merkezi ısıtma sisteminin kullanımı sonucunda,
fosil
yakıtların tüketimi
ve bunların
kullanımından doğan sera etkisi ve asit
yağmuru gazlarının yani CO2, NOx, SOx ‘in
atmosfere atımından dolayı meydana gelen
zararlı etkileri ortadan kaldırılarak ormanların
ve
bitki
örtüsünün
zarar
görmesi
engellenecektir. Gerekli önlemler alındığında
jeotermal kaynakların kullanımıyla temiz çevre
ve sağlıklı ortam ucuza sağlanmış olmaktadır
(Mertoğlu ve ark., 1994). Isısı alınan jeotermal
akışkan bileşimi bozulmadan re-enjeksiyonla
(geri basım) ana kaynağa verildiği taktirde
hidrolojik çevrim açısından da bir sorun ortaya
çıkmamakta ve rezervin yenilenebilirliği
sağlanabilmektedir (Karahan ve Kumsar, 1994).
Son yıllarda seraların ısıtılması amacıyla
jeotermal suların kullanımı sonucunda ortaya
çıkan atıkların çoğu kez yeterli önlem
alınmadan doğaya boşaltılması gittikçe artan
boyutlarda bir çevresel kirlilik sorununu
gündeme getirmektedir. Havası, suyu ve toprağı
bozulmuş ortamlarda yaşayan insan ve diğer
canlılar bu durumdan olumsuz yönde
etkilenmektedir. Bu atıklar besin zinciri ve
hidrolojik çevrim gibi yollarla, bir ortamdaki
kirlilik değerini de etkilemektedir (Karahan ve
Kumsar, 1994).
Özellikle eski tip jeotermal santrallerde
uygun planlama ve tasarımların yapılmaması
durumunda, çekilen akışkanın debisine ve
bileşimlerine bağlı olarak jeotermal enerjinin
kullanımı bazı çevre sorunlarına yol açmaktadır
(Eşder, 1981). Bunlar: (i) bitki ve hayvanlar
üzerinde olabilecek ekolojik olumsuz etkileri,
(ii) sülfürik asit (H2SO4), radon ve
yoğunlaşmayan diğer gazlar nedeniyle hava
kalitesi üzerine olan olumsuz etkileri, (iii)
sondaj kuyularının açılması sırasında meydana
gelen gürültü kirliliği, (iv) hatalı atık sistemi
tasarımları
sonucunda
yüzey
sularının
kirlenmesi, (v) arazi kullanımı üzerine
olabilecek olumsuz etkileri, (vi) sismik
aktiviteleri teşvik edecek doğrultudaki olumsuz
81
Seraların Jeotermal Enerji İle Isıtılmasında Ortaya Çıkabilecek Çevresel Etkiler
etkileri, (vii) yeryüzüne çekilen jeotermal
akışkanın su kaynakları ve ılıcalar üzerine
olabilecek olumsuz etkileri, (viii) arkeolojik ve
kültürel kaynaklar üzerine olabilecek potansiyel
olumsuz etkileri, (ix) mevcut ekonomik, nüfus
ve toplumsal yapı üzerine olabilecek olumsuz
etkiler olarak sıralanmaktadır. Bu sorunlar
arasında tarımsal açıdan en önemlisi hava, su ve
toprak kirlenmesidir (Karahan ve Kumsar,
1994). Ancak bu sakıncaların yerel koşullar
dikkate alınarak uygun planlama ve tasarımla
giderilmesi olasıdır (Kaya, 1994; Yıldız, 1999).
Jeotermal
sahalarda
oluşan
çevre
sorunlarına en iyi örneklerden birisi olarak,
Pamukkale yakınlarında bulunan Karahayıt
Kaplıcaları gösterilebilir. Herkesin bir kuyu
açarak kendi sorunlarını çözme eğilimini
sürdürdüğü bu bölgede, kızıl travertenleri
yaratan kaplıca suları yok olmuş, turizm
açısından çok önemli olan bu bölge büyük
sorunlarla baş başa kalmıştır (Arslan, 2003).
Jeotermal kuyuların çevre üzerine diğer bir
fiziksel etkisi de gürültüdür. Kuyularda
çalışılırken gürültü 120 dB'i aşabilir. Bu gürültü
düzeyi, susturucu olarak adlandırılan atmosferik
seperatörlerle 85 dB'e indirilebilir. Kuru buhar
kuyularında ise gürültünün azaltılması çok daha
zordur (Arslan, 2003).
Yeraltı
rezervuarlarından
büyük
hacimlerde akışkan çıkarılır ve yerine bir şey
konulmazsa, üst tabaka basıncı gözenekli
rezervuar kayacını sıkılaştırabilir. Bu da,
yüzeydeki arazide göçmelere neden olabilir.
Suyun çekilmesi veya yeraltına enjekte edilmesi
durumunda rezervuar kayacının gerilme
koşulları değişerek deprem oluşumu olasılığını
artırabilir. Büyük miktarda suyun yüksek
basınçla aktif faylara basılması durumunda da
sismik aktivite ortaya çıkacağından, bunlardan
kaçınmak gerekir. Ne kadar dikkatli olunsa da
çeşitli jeotermal sahalarda doğal mikrosismik
olaylar sık sık oluşur, fakat zarar verici
sarsıntılar
yok
denecek
kadar
azdır.
Yerkabuğundaki gerilimlerin küçük yerel
sarsıntılarla sık sık boşalımı, bu alanlar
üzerinde yüksek gerilimlerin yeteri derecede
toplanmasını ve böylelikle büyük depremlerin
oluşmasını önler. Bazı sahalarda atık suyun
rezervuara geri basımıyla göçme azaltılarak
doğal yapının korunmasına çalışılmaktadır. Bu
yüzden jeotermal alanlarda rezervuar basıncının
korunmasına önem verilmelidir (Arslan, 2003).
82
3. Jeotermal Enerjinin Kullanımından
Kaynaklanan Çevre Kirliliğinin Önlenmesi
Jeotermal sular kimyasal yapılarından
dolayı korozyon ve kabuklaşma gibi teknik
sorunlarla tuzlulaşma, kirletme, çoraklaşma gibi
çevresel sorunlar yarattığından, sera ısıtma
sistemlerinde
kullanılacağı
zaman
ısı
eşanjörlerinden
geçirilerek
kullanılmaları
gerekmektedir (Filiz ve Dorsan, 1998).
Sulamada kullanılmayan termal suların tarım
alanlarına zarar vermesinin önlenmesi için bu
suların
kullanıldıktan
sonra
ortamdan
uzaklaştırılması gerekir (Eşder, 1981). Termal
suların uzaklaştırılmasında kullanılan başlıca
yöntemler (Sevgican ve Eşder, 1984); (i) yüzey
su kaynaklarına boşaltmak, (ii) evaporasyon
havuzlarında bekletmek, (iii) buharlaşma
yoluyla çöktürmek veya kristalleştirmek ve (iv)
re-enjeksiyonla derin kuyulara enjekte etmektir.
Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de,
jeotermal
enerjinin
üretilmesi
ve
kullanılmasıyla ilişkili çevre sorunlarının
önlenmesi konusunda önemli gelişmeler
sağlanmıştır. Gelişen teknolojiye ve duyulan
ihtiyaca göre jeotermal atık suların içerisindeki
bazı kimyasal maddeler üretilerek akışkan
zararsız hale getirilebilmektedir. Jeotermal
akışkanlardan özelikle lityum asitborik, ağırsu,
amonyum tuzları, CO2 buzu vb. elde edilmesi
de mümkün olup maliyetleri düşürücü etkenler
arasındadır (Kaya, 1994). Türkiye’deki
jeotermal akışkanlardan teknik olarak yan ürün
kazanımları
olası
ise
de
ekonomik
görülmemektedir. Nitekim değerli yan ürünlerin
konsantrasyonu sularda yüksek olmayıp,
kimyasal arıtma yöntemi suyun tasfiyesinde
ekonomik bir yol değildir (Mertoğlu ve ark.,
1994). Türkiye’deki akışkanlardan sıvı
karbondioksit ve kuru buz dışında mineral
eldesi teknik olarak mineral kazanılması için
(örneğin; NaCl, KCl, CaCl2, B, PbSO4 vb.)
üretilen debinin en az 4500 t/h, toplam
çözünmüş katı miktarının da en az 10 000 mg/lt
olması gerekmektedir (Wahl, 1977). Ülkemizde
jeotermal kaynaklardan kimyasal madde
üretimine ticari anlamda Denizli-Kızıldere’de
40 000 ton/yıl kapasiteli CO2 fabrikasında
başlanmıştır (Öz, 1999).
Atık sular bazı durumlarda yüksek oranda
çözünmüş madde içerebilmekte olup bu
çözünmüş
maddeler
soğuma
etkisiyle
çökelirler. Bu nedenle jeotermal atık sular
genellikle
dinlendirme
havuzlarında
S. KARAMAN, A.KURUNÇ
çöktürülerek arıtılabilir. Atık sulardaki bu
çökeltiler,
kimyasal
olarak
reaksiyona
girmemeleri ve zehirli olmamaları nedeniyle
toprağa
gömülerek
kolayca
ortadan
kaldırılabilir (Arslan, 2003).
Termal suların yok edilmesinin bir yolu da
bu suların yeryüzü sularına karıştırılmasıdır.
Ülkemizde jeotermal enerji ile ısıtılan
seralarımızdan çıkan termal sular, çoğunlukla
böyle bir kaynağa ulaştırılmakta ve hatta seralar
bile bu kaynaklarla sulanmaktadır. Jeotermal
suların
seralarda
kullanıldıktan
sonra
yakınından geçen bir akarsu veya gölete
verilmesi içerdikleri H2S, bor, arsenik, florit ve
amonyak gibi bileşikler nedeniyle bu
kaynakların da tarımsal sulama özelliklerinin
yitirilmesine neden olmakta ve özellikle sularda
yaşayan canlılar bu atıklardan olumsuz yönde
etkilenmektedir. Ayrıca nehirlere boşaltılan
akışkan, nehir suyu sıcaklığının yükselmesine
yol açarak sulardaki ekolojik dengeyi
bozmaktadır. Söz konusu kaynaklardaki bu
sıcaklık yükselmeleri su ortamındaki kimyasal
ve biyokimyasal süreçlerin hızlanmasına neden
olmakta ve oksijen tüketimini artırmaktadır.
Sıcaklığın
artması
atmosferde
oksijen
kazanımını da olumsuz yönde etkilediğinden,
nehrin doğal arıtma yeteneği azaltılmaktadır
(Karahan ve Kumsar, 1994). Denize yakın bazı
jeotermal alanlarda, akışkan kimyasal yönden
deniz suyu karakteristiğindedir. Bu gibi
durumlarda atık suyun denize gönderilmesi bir
sorun yaratmamaktadır (Öz, 1999).
Seraların ısıtılmasında kullanılan jeotermal
suların özellikle göl ya da denizlere
ulaştırılması sırasında tarımsal alanlara sızma
yapmamasına da özen gösterilmelidir (Sevgican
ve Eşder, 1984). Ülkemizde Kızıldere (Denizli)
gibi kıta içi sahalarda yer alan jeotermal
sistemler için bu sorun özellikle önemlidir Söz
konusu bölgede bulunan jeotermal tesislerdeki
suyun büyük bir kısmının (% 80) Büyük
Menderes nehrine verilmesi sonucu, nehrin
kirlenmesinin yanında 200 km’lik bir zon
boyunca tarımsal faaliyetler ve üretim olumsuz
yönde etkilenmekte ve büyük bir enerji
potansiyeli boşa harcanmış olmaktadır (Atılgan,
1994). Bu yörede seracılığın gelişmesi
tartışmasız bu sorunun çözümlenmesine
bağlıdır. Çünkü bölgede tarım arazileri ve
seralar bu nehrin suları ile sulanmaktadır.
Benzer şekilde Aydın Germencik’teki seraların
ısıtılmasında kullanılan termal su atıkları da
Bozköy çayına bırakılmaktadır. Bunların
yanında Edremit Bostancı jeotermal alanındaki
doğal sıcak sular, sera ısıtılması gibi amaçlar
için kullanıldıktan sonra tarım alanlarının
sulanmasında değerlendirilmektedir. Kalitesi iyi
olan bu termal sular tarımsal alanlarda toprak
sıcaklığını yükselttiklerinden, erkenciliğe neden
olabilmektedir. Salihli Sart kaplıcalarındaki
termal suları tabak çayına boşaltılmaktadır. Bu
çay suyu ile sulanan çevre sebze ve meyve
bahçelerinde herhangi bir zararın gözlenmemiş
olması bu termal suların kalitesinin iyi
olduğunu göstermektedir (Sevgican ve Eşder,
1984).
Genellikle jeotermal sular, kimyasal
özellikleri bakımından yüzey sularından daha
farklıdır. Jeotermal sulardaki erimiş katyon ve
anyon çeşidi ve miktarı fazladır. Bunlardan
sulama açısından önemli olanlar; sodyum,
kalsiyum ve magnezyum katyonları ile klorür,
sülfat, bikarbonat ve karbonat anyonlarıdır
(Ergüden, 1996). Bir sulama suyunun kalitesi
içinde erimiş durumda bulunan maddelerin
konsantrasyonuna ve bileşimine bağlıdır.
Sulama suları ile toprağa verilen bu maddeler
zamanla toprakta birikerek, tuzlu toprakların
meydana gelmesine neden olur. Herhangi bir
suyun sulama amacıyla kullanılabilmesi için
eriyebilir tuz miktarı, sodyum oranı ve toksik
elementler olmak üzere üç ölçüt esas alınır
(Chhabra,
1996).
Suyun
sulamada
kullanılabilirlik ölçütlerinden üçüncüsü olan
toksik elementler içerisinde bor içeriği,
jeotermal suların tuzluluk ve sodyumluluk oranı
kadar önemlidir. Bor oranı yüksek olan bazı
jeotermal kaynaklar, tuzluluk ve sodyumluluk
oranı bakımından da sulamaya elverişli değildir
(Ergüden, 1996). Bu nedenle jeotermal suların
sulama
suyu
olarak
kullanılıp
kullanılmayacakları konusunda bir yargıya
varmak ve tarım topraklarında olası zararlara
neden olmalarını önlemek için bu suların
kalitelerinin belirlenmesi gerekmektedir. Söz
konusu suların kalitesinin saptanmasında
suların bor içerikleri, karbonat (Na2CO3)
miktarları, toplam tuzlulukları (elektriksel
iletkenlikleri) ve sodyum katyonlarının diğer
katyonlara oranı (SAR) üzerinde durulmalıdır
(Sevgican ve Eşder, 1984; Ergüden, 1996).
Bitkiler için gerekli etmenler arasında
bulunan borun noksanlığı kadar aşırılığı da
sorun yaratmaktadır. Toprakta bor fazlalığı
genellikle toprağın bor minerallerince zengin
83
Seraların Jeotermal Enerji İle Isıtılmasında Ortaya Çıkabilecek Çevresel Etkiler
ana materyalden oluşması, bor kapsamı yüksek
sularla sulama veya endüstriyel atıklarla
oluşmaktadır (Oruç, 1994; Chhabra, 1996).
Yapılan bir araştırmada, Aşağı Büyük
Menderes havzasının en önemli sulama kaynağı
olan Büyük Menderes nehrinin endüstriyel
atıklara
ek
olarak
Sarayköy-Kızıldere,
Germencik-Ömerbeyli jeotermal kuyularından
kaynaklanan atıklarla büyük ölçüde kirlendiği
ve gerekli önlemler alınmadığı taktirde havzada
yaklaşık 130 000 ha tarım alanının tuzluluk ve
bor kirlenmesi nedeni ile kullanılamaz hale
geleceğini belirtilmiştir (Batur ve ark., 1984).
Yine bu araştırma sonuçlarına göre bu
atıklardaki bor konsantrasyonu 20-36 ppm
arasında değişmekte olup, bu suların bor ve tuz
konsantrasyonları Büyük Menderes nehrinde
seyreltme sonucu oldukça azalmakla birlikte,
özellikle nehir debisinin düşük olduğu sulama
dönemlerinde bor kirlenmelerine neden
olmaktadır. Normal bitki gelişmesi için
gereksinim duyulan düzeyden daha fazla olan
bor düzeyleri, bir çok bitki çeşidi için zehirli
etki yapmaktadır. Sulama suyunda 1 ppm borun
duyarlı bitkilerde gözle görülebilir zehirlenme
belirtilerine yol açtığı ve 5 ppm borun ise
dayanıklı
bitkileri
bile
etkilediği
bildirilmektedir (Chhabra, 1996).
Seraların
ısıtılmasında
kullanılacak
jeotermal akışkanın debisi yüksek olacağı için
sisteme veya eşanjöre verilecek jeotermal
akışkanın doğaya bırakılması beraberinde bir
takım sorunlar getirmektedir (Kaya, 1994). Bu
sorunları ortadan kaldırmada en etkili yol
eşanjör kullanmak ve eşanjör yardımıyla
normal sulara bu sıcak suların ısılarını transfer
etmek ve ısısı alınan suyu tekrar yeraltına
basmaktır. Re-enjeksiyon olarak adlandırılan bu
yöntemle jeotermal sular tekrar yeraltına
verildikleri için hem çevre hem de rezervuar
parametrelerinin
korunması
ve
bu
rezervuarların
ömürlerinin
uzatılabilmesi
mümkün olmaktadır. Tarımı koruma, jeotermal
rezervuarın kapasitesini devam ettirme ve
yeraltında suyla ekstrakte edilen mineralleri
dolayısı ile oluşan kavitasyonları engelleme
gibi avantajları olan re-enjeksiyon yöntemi
dünyanın
her
tarafında
başarı
ile
uygulanmaktadır (Mertoğlu ve ark., 1994). Bir
çok ülkede yasalarla zorunlu hale getirilen reenjeksiyon uygulamalarının Türkiye’de de
yaygınlaştırılmasına
önem
verilmelidir.
İşletmeci açısından re-enjeksiyon masraflı ve
84
çevresel
bir
zorunluluk
olarak
değerlendirilmekle birlikte bu yöntem kaynağın
en iyi biçimde kullanılması için gereklidir.
Doğru re-enjeksiyon, kaynağın ömrünü
uzatabilir ve daha verimli enerji alınmasını
sağlayabilir (Öz, 1999).
Re-enjeksiyon için ilk akla gelen, üretim
sahasında üretim dışı kalan kuyularla
yapılmasıdır. Fakat böyle bir uygulama, sahada
hala üretim yapan kuyuların suyunu soğutmak
tehlikesi ile karşı karşıya gelmemize neden
olabilir. Diğer bir düşünce yine aynı sahada
mevcut kaynaklarda daha derin bir kuyu açarak
yer katmanlarındaki daha derindeki ısı
kaynaklarının beslenmesi düşünülebilir. Diğer
bir uygulama ise o sahadan biraz daha uzakta
sondaj açarak bu işlemin gerçekleştirilmesidir
(Atılgan, 1994). Jeotermal akışkanın tekrar
rezervuara geri gönderilmesinde; dikey ve yanal
üretim kuyusu,
kuyuları veya rezervuarı
olumsuz (sıcaklık, basınç) etkilemeyecek
uzaklıkta seçilmeli, yapılacak işin ekonomik
yönü düşünülmeli, re-enjekte edilecek akışkan
özellikle
entegre
kullanımlardan
sonra
düşünülüyor ise kimyasal yapısının da
korunmasına dikkat edilmelidir (Kaya, 1994).
4. Sonuç ve Öneriler
Jeotermal enerji kaynaklarının kullanımı
sonucu önemli boyutlarda çevre kirlenmesi
olabilir. Bu kullanımlar sonucu ortaya çıkan
çevre kirliliği canlılara ve doğaya zarar
verebilir. Jeotermal suların yakınlardaki akarsu
ve
göllere
verilmesi
yerel
ekolojiyi
etkileyebilir. Isının bu şekilde çevreyi
etkilemesi ve boşa harcanmasının önlenmesi,
kaynağın kullanım çeşitliliğini artırmakla olur.
Çevreye verilerek harcanan ısı, konut ısıtması
ya da proses ısısı olarak kullanmak amacıyla
kazanılabilir (Arslan, 2003).
Seracılık bakımından iyi bir ekoloji ve
mikroklimaya sahip yörelerde mevcut jeotermal
potansiyelin projeye dayalı olarak işletmeye
açılması, ülke ekonomisine büyük katkı
sağlayacaktır (Filiz ve Dorsan, 1998). Fosil
yakıtlara dayalı enerji üretimine karşı ucuz,
yenilenebilir, çevre açısından daha temiz ve
yerli enerji kaynağı olması nedeni ile jeotermal
kaynakların araştırılması ve geliştirilmesine
öncelik verilmeli, ayrıca bu sektör ile ilgili
yatırımlar özendirilmelidir (Mertoğlu ve
Başarır, 1995). Mevcut sera alanlarımızın
büyük bir kısmını jeotermal kaynaklarla ısıtma
S. KARAMAN, A.KURUNÇ
olanağımız olduğu gibi, jeotermal alanlara
yakın yörelerde seracılığın gelişimi hızla
artacak ve mevcut potansiyel oranında yeni sera
alanları kazanılacaktır.
Günümüzde enerji sorununun çözümünde
kullanılabilecek en iyi alternatif enerji kaynağı
olan jeotermal sistemlerin dikkatli bir şekilde
incelenmesi ile yapılan çalışmanın başarısı
önemli
ölçüde
artacaktır.
Jeotermal
değerlendirme yatırımları için jeotermal
rezervuar parametrelerini (basınç, sıcaklık vb.)
koruyarak rezervuarı etkin tutmak, beslemek ve
doğada herhangi bir çevre kirliliği yaratmamak
için yapılan bir uygulama olan re-enjeksiyon
kuyuları da üretim kuyuları kadar önemlidir. Bu
nedenle jeotermal arama ve geliştirme
faaliyetlerine re-enjeksiyon dahil edilmelidir
(Mertoğlu ve Başarır, 1995). Jeotermal
enerjinin geliştirilmesine, enerji politikasının
yanı sıra, çevre politikası açısından da önem
verilmelidir (Öz, 1999). Bir çok ülkede olduğu
gibi Türkiye’de de re-enjeksiyon yasalarla
zorunlu hale getirilmelidir.
Kaynaklar
Arslan, F. 2003. Jeotermal enerji.
http://www.msb.gov.tr/bulten/Bulten_17/Makaleler/
09Jeotermal Enerji.htm.
Atılgan, M. 1994. Jeotermal Kaynaklarda Reenjeksiyonun Önemi. Jeotermal Uygulamalar
Sempozyumu, 27-30 Eylül 1994, Pamukkale Üniv.,
Denizli, 56-60.
Batur, K., Şener, S., Özkara, M. ve Yeşilyurt, G. 1984.
Jeotermal atıkların Büyük Menderes Nehri’ne
karıştırılmasının Aşağı Büyük Menderes Havzasının
Tarımsal Yapısına Etkileri. Menemen Bölge
Topraksu Araştırma Enstitüsü Müd. Menemen.
Chhabra, R. 1996. Soil Salinity and Water Quality. A.A.
Balkema Publishers, Old Post Road Brookfield, VT,
284 s., USA.
Ergüden, Ş. 1996. Seferihisar-Balçova Jeotermal
Kaynaklarının Konut ve Sera Isıtılmasına Yönelik
Projelerin Değerlendirilmesi üzerine İncelemeler.
Ege Üniv. Fen Bilimleri Enstitüsü (Yüksek Lisans
Tezi), 45 s., İzmir.
Eşder, T. 1981. Türkiye Jeotermal Enerji Kaynakları ve
Seracılıktaki Önemi. I. Türkiye Seracılık Kongresi,
Etibank Matbaası, 81-108 Antalya
Filiz, M. ve Dorsan, F. 1998. Sera Isıtma Sistemlerinde
Alternatif Enerji Olarak Jeotermal Kaynakların
Kullanılma Olanaklarının Teknik ve Ekonomik
Yönü. 3. Ulusal Kültürteknik Kongresi Bildirileri,
20-23 Eylül 1998, Çukurova Üniv. Ziraat Fak.,
Adana, Genel Yay. No: 19, Cilt 2:
Günerhan, G., Koçer, G. and Hepbaşlı, A. 2000. Present
Status of Geothermal Energy in Turkey. GRC
Bulettin, Spring Isue.
Karahan, H. ve Kumsar, H. 1994. Jeotermal Enerjinin
Denizli’nin Merkezi Isıtılmasında Kullanılmasının
Çevresel
Etkileri.
Jeotermal
Uygulamalar
Sempozyumu, 27-30 Eylül 1994, Pamukkale Üniv.,
Denizli, 359-365.
Kaya, A. 1994. Jeotermal Enerji İle Isıtma. Jeotermal
Uygulamalar Sempozyumu, 27-30 Eylül 1994,
Pamukkale Üniv., Denizli, 95-101.
Lund, J.W. ve Freeston, D.H. 2001. Worl-Wide Direct
Uses of Geothermal Energy 2000. Geothermics, 30,
29-68.
Mertoğlu, O. ve Başarır N. 1995. Yenilenebilir, Ucuz ve
Kendi Öz Varlığımız olan Jeotermal Enerjinin
Türkiye’deki Uygulamaları ve En Son Gelişmeler. 5.
Türk-Alman Enerjisi Sempozyumu, İzmir.
Mertoğlu, O., Mertoğlu, M. ve Başarır, N. 1994. Jeotermal
Merkezi Isıtma Sistemlerinin Çevreye Müspet
Katkısı, Teknolojisi ve Ekonomik Değerlendirmesi.
Jeotermal Uygulamalar Sempozyumu, 27-30 Eylül
1994, Pamukkale Üniv., Denizli, 1-9.
Oruç, N. 1994. Büyük Menderes Havzasında Jeotermal
Enerji Üretimi ve Bor Kirliliği. Jeotermal
Uygulamalar Sempozyumu, 27-30 Eylül 1994,
Pamukkale Üniv., Denizli, 350-358.
Öz, E.Ş. 1999. Türkiye’de Çevre Dostu Jeotermal
Enerjiden Isıtmada Yararlanmanın Avantajları ve
Uygulama Örnekleri. Yıldız Teknik Üniv. Fen
Bilimleri Enstitüsü (Yüksek Lisans Tezi), 92 s.,
İstanbul.
Sevgican, A. ve Eşder, T. 1984. Jeotermal Kaynaklar ve
Sera. Ege Üniv. Ziraat Fak. Dergisi, 21 (1), 56-60,
Antalya.
Van de Break, N.J. 1989. New methods of greenhouse
heating, engineering and economic aspects of energy
saving in protected cultivation. Acta Horticulture,
245.
Wahl, E. 1977. Handbook for Geothermal Energy
Utilization, CA,USA.
Yıldız, İ, 1999. Jeotermal Su Kaynaklarının Türk
Tarımında Kullanılma İmkanları. Ziraat Müh.
Dergisi, 321, 56-60.
85
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2004, 21 (2), 119-125
Kanatlı Hayvan Beslemede Genetik Yapısı Değiştirilmiş Yem
MaddelerininKullanımı
Şenay Sarıca
Kürşad Kılınç
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Dünya nüfusundaki hızlı artış, insanların hayvansal protein ihtiyaçlarını arttırmaktadır. Et ve yumurta
gibi kanatlı hayvan ürünleri, insanların hayvansal protein gereksinimlerinin karşılanmasında önemli rol
oynamaktadır. Ancak, kanatlı hayvan beslemede kullanılan yem maddelerinin üretimindeki artış, dünya
nüfusundaki artıştan daha azdır. Bu problemi ortadan kaldırmak amacıyla, yem maddelerinin üretiminde
tarımsal biyoteknolojinin kullanımı her geçen yıl daha da önem kazanmaktadır. Bunun sonucu olarak; son
yıllarda, genetik yapısı değiştirilmiş yem maddelerine olan ilgi giderek artmıştır. Bu ürünler gelişmiş
ülkelerde üretilmekte olup, az gelişmiş veya gelişmemiş ülkelere ihraç edilmektedir. Türkiye’de de, genetik
yapısı değiştirilmiş ürünlerin ve tohumların üretimi ve çoğaltılması amacıyla ithalatına izin verilmektedir.
Genetik yapısı değiştirilmiş yem maddelerinin insan ve hayvan sağlığı ile çevreye olan etkilerine ilişkin ciddi
endişeler bulunmasına rağmen, Avrupa’da bu ürünlerin yetiştirilmesine devam edilmektedir. Bu durum, ithal
yem maddelerini kullanacak ülkelerde kanatlı endüstrisi için ciddi problemlere yol açacaktır. Bu nedenle
kanatlı karma yemlerinde genetik yapısı değiştirilmiş yem maddelerinin kullanılmasının insan ve kanatlı
hayvan sağlığı ile çevre üzerindeki etkilerine ilişkin daha fazla bilimsel araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Bu makalede, kanatlı hayvan beslemede kullanılan genetik yapısı değiştirilmiş yem maddeleri ve bu yem
maddeleriyle kanatlı hayvanlar üzerinde yapılan besleme çalışmaları ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Genetik yapısı değiştirilmiş yem maddeleri, kanatlı, gen transferi
Use of Genetically Modified Feedstuffs in Poultry Nutrition
Abstract: The rapid increase in the World population causes increase in animal protein requirements of the
people. Poultry products including poultry meat and egg have important role in supplying the animal protein
requirement. However, increase in the production of feedstuffs used in poultry nutrition is less than the
increase of the World population. In order to overcome this problem, the use of agricultural biotechnology in
feed production has been increasing year by year. As a result, genetically modified feedstuffs have received
more interest over the last few years. These products are produced in developed countries and exported to the
developing and undeveloped countries. Turkey also imports the genetically modified feedstuffs for
production and multiplication. Despite the public concerns on the safety of these stuffs for human and animal
health and the environment, production of genetically modified varieties in Europe continue to increase. This
can create serious problems in the future for poultry industry in countries dependent on imported feedstuffs.
Therefore, more feeding studies on the genetically modified feedstuffs and crops with various poultry species
in order to determine the positive and negative effects on the health of consumers, poultry and also on the
environment are needed. In this paper, feeding studies made on the genetically modified feedstuffs used in
nutrition of various poultry species have been reviewed.
Key Words: Genetically modified feedstuffs, poultry, gene transfer
1. Giriş
Dünya nüfusunun hızla artması, artan
nüfusun yeterli ve dengeli beslenmesi için
gerekli olan hayvansal ürünlere talebi
arttırmaktadır. Hayvansal ürünlerin üretiminin
arttırılması için, hayvan beslemede kullanılan
yem maddelerinin üretiminin de arttırılması
gerekmektedir. Dünya nüfusunun hızlı artışına
karşın, tarımsal alanların giderek azalması ve
tarımsal ilaçların aşırı kullanımı, bilim
adamlarını birim alandan daha fazla miktarda
ve daha kaliteli yem maddeleri elde etme
yönünde, modern biyoteknolojik çalışmalar
yapmaya yöneltmiştir. Modern biyoteknoloji en
yaygın şekilde bitkisel ve hayvansal üretimde
uygulanmaktadır. Özellikle son yıllarda
dünyada tarımsal biyoteknolojinin hızlı
gelişmesi
neticesinde
genetik
yapısı
değiştirilmiş yem maddeleri üretilmiş ve
piyasaya
sunulmuştur.
Biyoteknolojik
yöntemlerle, kendi türü haricinde gen
aktarılarak, belirli özellikleri değiştirilmiş bitki,
hayvan ve mikroorganizmalara “genetik yapısı
değiştirilmiş organizmalar” veya “transgenik
ürünler” denmektedir (Kefi, 2003). Transgenik
ürünlerin elde edilmesinde, çoğunlukla,
hastalıklara, zararlılara ve yabancı ot ilaçlarına
karşı dayanıklılığın artırılması, besin madde
Kanatlı Hayvan Beslemede Genetik Yapısı Değiştirilmiş Yem Maddelerinin Kullanımı
içeriklerinin iyileştirilmesi, besinsel olmayan
faktörlerin azaltılması ve depolama ömrünün
artırılması
gibi
özellikler
üzerinde
durulmaktadır. Özellikle son 10 yılda Dünya’da
ve Avrupa’da transgenik ürünlerin ekim
alanlarının artışına bağlı olarak üretimleri,
kullanımları ve pazarlanmaları önemli ölçüde
artmıştır (Chesson and Flachowsky, 2003).
2002 yılında, dünyada transgenik bitkilerin
ekim alanı, 2001 yılındakine oranla %12 artarak
58.7 milyon hektara ulaşmıştır. Böylece,
transgenik bitkilerin dünyada toplam ekim alanı
1996-2002 yılları arasındaki 7 yıllık dönemde
yaklaşık 35 kat artmıştır. 2002’de dünyada
transgenik ürünlerin toplam ekim alanının
%99’una ABD, Arjantin, Kanada ve Çin gibi
tarımsal ürün ihracatçısı ülkeler sahip olmuştur
(Chesson and Flachowsky, 2003). Transgenik
ürünlerin en fazla yetiştirildiği ülke olan
ABD’de, bu ürünlerin ekim alanı 42.78 milyon
ha’a ulaşmıştır. Gerek dünyada gerekse Avrupa
Birliği ülkelerinde ekim alanları giderek artan
transgenik ürünlerin çoğunluğunu soya, mısır,
pamuk, kolza gibi karma yem sanayinin ham
maddesi olan yem maddeleri oluşturmaktadır.
Başta ABD olmak üzere bir çok ülkede, hayvan
beslemede transgenik yem maddelerinin
kullanılmasıyla ilgili bilimsel çalışmalar hız
kazanmıştır. Üzerinde bilimsel çalışmalar
yapılan bu maddelerin çoğu gelişmiş ülkelerde
üretilmekte olup, gelişmemiş veya gelişmekte
olan ülkelere ihraç edilmektedir. Ancak, tüm
dünyada transgenik ürünlerin kullanılması
durumunda insan, hayvan ve bitkilerde tedavisi
zor veya hiç olmayan sağlık problemlerine yol
açacağına, çevreyi, biyolojik çeşitliliği ve
sosyo-ekonomik yapıyı ciddi olarak olumsuz
yönde etkileyeceğine ilişkin tartışmalar
yapılmaktadır. Bu alandaki belirsizliklerden
dolayı tarımsal biyoteknolojinin güvenilirliğine
ilişkin endişeler Avrupa’da transgenik ürünlerin
üretimine ve ticaretine önce ambargo getirmişse
de
sorun
etiketleme
zorunluluğuyla
çözümlenmiş; Cartegena protokoluna imza atan
87 ülke, 2004’ün Mayıs ayında, aynı yaklaşımı
benimsemişlerdir. Avrupa’da 19 Mayıs 2004
tarihinde ambargonun kaldırılmasından sonra,
Bt11 tatlı mısır ile yabancı ot ilacına dayanıklı
NK603’ün ve GA21’nin, sap kurduna dayanıklı
MON863 mısır çeşitlerinin pazarlanmasına izin
verilmiştir. Benzer şekilde, yabancı ot ilacına
dayanıklı soya ile sap kurduna dayanıklı Bt176
mısır çeşitleri de tescil edilmiş, gıda olarak
120
pazarlanan 7 kolza, 2 pamuk, 2 mısır da onay
almıştır. Bununla beraber Avrupa Birliği
üyeleri ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu,
Cartegena Biyogüvenlik protokolüne imza atan
100 ülkede transgenik ürünlerin çevreye bilinçli
salınımı ve pazarlanması konusundaki yasal
mevzuat çalışmaları halen devam etmektedir.
Ülkemizde transgenik yem maddelerinin ve
tohumlarının deneme amaçlı olarak ve sınırlı
bir şekilde üretilmesine izin verilmektedir.
Ancak, Türkiye’nin yem ham maddeleri
bakımından ithalatçı bir ülke konumunda
olması ve etkin bir tanımlama merkezinin
bulunmaması nedeniyle, ithal edilen soya,
mısır, pamuk, kolza vb. ürünlerin transgenik
olup olmadığı kesin olarak belli değildir.
Bu makalede, transgenik ürünlerin
avantajları ve dezavantajlarının yanı sıra,
hayvan beslemede kullanılan başlıca transgenik
yem maddeleri ile bunların kanatlı hayvan
beslemede kullanılmasıyla ilgili bilimsel
çalışmalar hakkında bilgi verilecektir.
2. Transgenik Ürünlerin Avantajları
Tarımsal biyoteknoloji uygulamalarının en
önemli amaçlarından biri, hızla artan dünya
nüfusunu beslemek amacıyla daha yüksek
kalitede, daha sağlıklı ve besin değeri yüksek
gıdalar üretmektir. Transgenik ürünlerin elde
edilmesine yönelik uygulamaların avantajları
aşağıdaki gibi sıralanabilir (Chesson and
Flachowsky, 2003; Kefi, 2003);
- Hastalık ve zararlılara karşı dayanıklı
genlerin aktarılmasıyla, hem ilaçlama
maliyetleri azaltılmakta, hem de bitki strese
girmeyeceği
için,
verimde
artış
sağlanmaktadır.
- Yabancı ot ilaçlarına dayanıklılığın
kazandırılması ile de, ilaçlama sayısı
azaltılmakta; ilaç uygulaması ile tüm
yabancı otlar ölürken, bitki canlı kalmakta
ve masraflar düşürülürken, verimde artış
sağlanmaktadır.
- Yem maddelerinin ham besin madde
içerikleri (amino asit, protein, yağ,
karbonhidrat, vitamin ve mineral madde)
arttırılarak, besleme değerleri önemli
derecede yükseltilmektedir.
- Söz konusu trangenik yem maddelerinin
kullanılmasıyla, elde edilen hayvansal
ürünlerin miktar ve kalitesiyle birlikte
bunların insan beslenmesinde kullanım
düzeylerinde de artış sağlanmaktadır.
Ş.SARICA, K.KILINÇ
-
-
Elde
edilen
ürünlerin
organoleptik
özellikleri iyileştirilmekte ve raf ömürleri
uzamaktadır.
Yem maddelerinin yapısında bulunan
antibesinsel faktörler ortadan kaldırılarak,
sindirilebilirlikleri arttırılmaktadır.
3. Transgenik Ürünlerin Dezavantajları
Transgenik
ürünlerin
üretimi
ve
kullanımının yaygınlaştırılmasının beraberinde
getirebileceği olumsuzluklar aşağıdaki gibi
sıralanabilir (Açıkgöz, 2003; Chesson and
Flachowsky, 2003; Kefi, 2003);
- Gen aktarımı sırasında, işaretleyici olarak
antibiyotiklere
dayanıklı
genlerin
kullanılması,
diğer
organizmalardan
hastalık yapıcı ve alerjik özelliklerin
taşınması ihtimali, transgenik ürünlerin
yapısında arzu edilmeyen biyokimyasal
maddelerin bulunma risklerini ortaya
çıkarabilir.
- Antibiyotiklere dayanıklılık genlerinin
insan veya hayvan vücuduna girmesi
sonucunda, direnç oluşması insan ve
hayvan sağlığı açısından tedavisi çok zor
olan veya mümkün olmayan hastalıklara
yol açabilir.
- Transgenik bitkiler, yetiştirildikleri çevrede
bitki sosyolojisini bozarak, doğal türlerde
genetik çeşitliliğin kaybına yol açabilir.
- Yabancı ot ilaçlarına dayanıklı transgenik
bitkilerin yetiştirildikleri alanlarda, bir
sonraki yıl ekilecek bitkiler, o yılki diğer
bir ürün için yabancı ot durumunda
-
-
-
olacaklarından
herbisit
kullanarak
mücadele zorlaşır.
Tarımsal biyoteknolojik uygulamalarla
genetik yapısı değiştirilerek çevreye
bırakılan mikroorganizmaların, ortama
hakim olmaları durumunda doğal denge
bozulur.
Virüslerden
elde
edilen
genlerin
dayanıklılık özelliklerinin diğer virüslere
aktarılması durumunda, istenmediği halde
virüs populasyonunda dayanıklılığı artırır
ve çevre için risk oluşturur.
Ayrıca,
zararlılara
dayanıklı
Bt’li
transgenik çeşitlerin, diğer faydalı ve zararlı
canlıları da etkilemeleri mümkün olur.
4. Transgenik Ürünlerin Elde Edilmesi ve
Başlıca Transgenik Yem Maddeleri
Son 10 yılda dünyada yoğun şekilde
üretimi
yapılan
transgenik
bitkilerin
çoğunluğunu hayvan beslemede de kullanılan
yem maddeleri oluşturmaktadır. 1997-2002
yılları arasında dünyada en fazla ekim alanına
sahip 4 transgenik ürün sırasıyla soya, mısır,
pamuk ve kolzadır. 2002 yılında dünyada
yetiştirilen 72 milyon ha soyanın %51’i,
34 milyon ha pamuğun %20’si, 25 milyon ha
kolzanın %12’si, 140 milyon ha mısırın %9’u
transgeniktir (Kefi, 2003).
2002’de dünyada toplam trangenik
ürünlere ayrılan ekim alanlarının %62’si soyaya
(36.5 milyon ha), %21’i mısıra (12.4 milyon
ha), %12’si pamuğa (6.8 milyon ha) ve %5’i
kolzaya (3.0 milyon ha) aittir (Çizelge 1).
Çizelge 1. Ürünler bazında dünya toplam transgenik bitki ekim alanları (1997-2002)1
Ekim Alanı (milyon ha)
Ürünler
1997 1998 1999 2000 2001 2002 Toplam İçindeki oranı (%)
Soya
5.1
14.5
21.5
25.8
33.1
36.5
62.0
Mısır
3.2
8.3
11.1
10.3
9.8
12.4
21.0
Pamuk
1.4
2.5
3.7
5.3
6.8
6.8
12.0
Kolza
1.2
2.4
3.4
2.8
2.8
3.0
5.0
Patates, balkabağı, papaya
<0.1
<0.1
0.2
<0.1
0.1
<0.1
Toplam
11.0
27.8
39.9
44.2
52.6
58.7
100.00
1
Kefi(2003)
2002 yılında üretimi yapılan transgenik
bitkilerin %75’ini yabancı ot ilacına
(herbisitlere) dayanıklılık özelliğine sahip
olanlar oluşturmuştur. Zararlı böceklere
dayanıklılık özelliğine sahip olan transgenik
ürünlerin, transgeniklerin toplam alanı içindeki
yeri 1998’de %28 iken, 1999’da %22, 2000’de
%18.8, 2001’de %14.8’e düşmüş ve 2002’de
tekrar %17’e yükselmiştir. Hem yabancı ot
ilacına hem de zararlılara dayanıklılık
özelliğine sahip transgenik ürünlerin toplam
içerisindeki payları 1998’de %1’den (0.3
milyon ha) 2002 yılında %8’e (4.4 milyon ha)
yükselmiştir (Kefi, 2003).
121
Kanatlı Hayvan Beslemede Genetik Yapısı Değiştirilmiş Yem Maddelerinin Kullanımı
Transgenik yem maddelerinin üretimi
yönündeki ilk biyoteknolojik uygulamalar;
zararlılara, yabancı ot ilaçlarına, hastalıklara ve
bunlardan herhangi ikisine dayanıklılık
kazandırma yönünde olmuştur. Ancak, son
yıllarda bunlara ek olarak yem maddelerinin
besin madde kompozisyonunun (amino asit,
protein, yağ, karbonhidrat, vitamin ve mineral
madde) iyileştirilmesi ve besinsel olmayan
faktörlerin azaltılması yönündeki çalışmalara da
ağırlık verilmektedir (Coon, 1998)
4.1. Herbisitlere Dayanıklılık
Herbisitlere karşı dayanıklılığı arttırmak
amacıyla, herbisid Roundup Ready geni soya ve
kolzaya aktarılarak, ilk kez 1996 yılında
tohumları kullanılabilir hale getirilmiştir.
Roundup Ready geninin, ABD’nin orta batı
bölgesindeki verim çalışmalarında, yabancı ot
kontrolünü artırarak soya veriminde %5 artış
sağladığı saptanmıştır. Kanada’da ilk kez
1996’da 50 bin dekar alana Roundup Ready
kolza ekilmiş ve 1997’de bu alan 500 000
dekara çıkartılmıştır. Yabancı ot ilaçlarına
(herbisitlere) dayanıklılık kazandırılan ve ticari
üretime sokulan soya, pamuk, mısır, kolza ve
çeltiğin yanı sıra, buğday ve şekerpancarına da
benzer özelliklerin kazandırılması yönünde
çalışmalar yapılmaktadır.
4.2. Böceklere Dayanıklılık
Bacillus thuringiensis’ten elde edilen Bt
proteini, mısır danesini sap ve koçan kurduna
karşı dayanıklı yapmak amacıyla, mısırın
DNA’sına aktarılmıştır. Bacillus thuringiensis
toprakta doğal olarak bulunmakta olup, ürettiği
bir proteinle böceklerin sindirim sistemini
olumsuz yönde etkileyerek, onları kontrol
altında tutmaktadır. Ayrıca, Bt geni aktarılarak
modifiye edilmiş mısır varyetelerinde ve diğer
tahıl danelerinde mikotoksin ve mikotoksin
problemleri
önlenmektedir.
Bacillus
thuringiensis geni aktarılarak elde edilmiş
transgenik bitkiler, sap ve koçan kurduna
dayanıklı mısır, yeşil ve pembe kurda dayanıklı
pamuk ve patates böceğine dayanıklı patates
olup, yakın gelecekte ayçiçeği, soya, kolza ve
buğdayda da benzer gelişmelerin kaydedilmesi
beklenmektedir.
4.3. Hastalıklara Dayanıklılık
Hastalıklara
karşı
dayanıklılığın
arttırılması amacıyla, hastalık yapan bir virüsün
122
DNA’sının bir kısmının bitki DNA’sına
aktarılması suretiyle, bitkide, hedef viral
hastalığa
karşı
bağışıklık
sistemi
oluşturulmaktadır. Şu anda patates, çeltik, mısır
ve tapiyoka’da viral bitki hastalıklarına
dayanıklılık arttırılmış olup diğer bazı bitkiler
için de, bu yöndeki çalışmalar devam
etmektedir.
4.4. Yüksek Yağlı Mısır
Yüksek yağ yönünde yapılan ıslah
çalışmaları sonucunda elde edilen ticari olarak
kullanılabilecek OPTIMUM® mısır varyetesinin
1997 yılında yaklaşık olarak 1 milyon dekar
alanda ekimi yapılmıştır. OPTIMUM® mısır
klasik mısırla karşılaştırıldığında %87 daha
fazla yağ ve %3.3 daha yüksek ham protein
içermektedir. Yüksek yağlı mısırın yüksek
proteini, embriyo artışına bağlı olarak embriyo
boyutunun artmasından kaynaklanmaktadır.
Yüksek yağ içeriğinden dolayı %60-65 daha
fazla tokoferol içerdiği ancak mineral
kompozisyonunun klasik mısırınkine benzer
olduğu bildirilmektedir. Bununla beraber
gerçek metabolik enerji içeriği klasik mısırdan
%4.5-6 daha fazladır.
4.5. Düşük Fitat Fosforlu Mısır
Düşük fitat fosforlu mısır çeşidi, ortalama
olarak %35 fitat fosfor ve %65 fitat olmayan
fosfor içermektedir. Düşük fitat fosforlu mısırın
besleme açısından üstünlüğü, tavuklarda
gübreyle daha az fosfor atılmasıdır. Gerçekten
de, bununla beslenen piliçlerde dışkıyla atılan
fosfor miktarı klasik mısırla beslenen
piliçlerinkinden yaklaşık %50 daha az, buna
karşın kemik külü daha yüksek bulunmuştur.
4.6. Düşük Oligosakkaritli Soyalar
Oligosakkarit düzeyini düşürmek amacıyla
%80 etanolle ekstrakte edilen soya küspesinin
gerçek metabolik enerji (TME) içeriği, %44
veya 48 düzeyinde ham protein içeren soya
küspesininkinden yaklaşık %20 daha fazladır.
Düşük oligosakkaritli soya küspesinin elde
edilmesiyle amino asit sindirilebilirliğinde
%3’lük artış, kuru madde sindirilebilirliğinde
ise %5’lik iyileşme kaydedilmiştir.
4.7. Yüksek Lizinli Soya
Tarımsal
biyoteknolojik
yöntemler
uygulanarak soyanın yapısında bulunan tripsin
inhibitörü ve lektin gibi antibesinsel maddeler
Ş.SARICA, K.KILINÇ
azaltılmaktadır. Soyanın besin madde içeriğinin
iyileştirilmesi yönünde yapılan çalışmalar
sonucunda, elde edilen yeni bir soya çeşidinden
%4.5 lizin içeren soya küspesi üretilmektedir.
Bunlara ilaveten, yüksek oleik asit veya
düşük linoleik asit içerikli ayçiçeği, soya ve
yerfıstığı çeşitleri kazandırılmış olup gelecekte
yüksek stearik asitli kolza elde edilmesi
yönünde çalışmalar yapılmaktadır.
5. Kanatlı Hayvan Beslemede Transgenik
Yem Maddelerinin Kullanımıyla İlgili
Yapılan Araştırmalar
Son yıllarda, hayvan beslemede özellikle
de kanatlı hayvan beslemede, besin madde
içerikleri
(amino
asit,
protein,
yağ,
karbonhidrat) arttırılmış ve besinsel olmayan
faktörleri
azaltılmış
transgenik
yem
maddelerinin kullanılmasıyla hayvanların besi
performanslarının iyileştirilmesini amaçlayan
bilimsel çalışmalar yapılmaktadır. Kanatlı
beslemede transgenik yemlerin kullanılmasına
yönelik pek çok çalışma yapılmasının nedeni,
bunlarda generasyonlar arası sürenin kısa ve
metabolizmalarının hızlı olmasıdır. Gerçekten
kanatlı
karmalarında
transgenik
yem
kullanılmasından kaynaklanabilecek etkiler,
kısa sürede ortaya çıkabilmektedir. Kanatlı
hayvan beslemede transgenik yem kullanılması
durumunda, besi performansı bakımından
klasik yem maddeleriyle aralarında önemli bir
farklılığın bulunmadığına ve bunun da söz
konusu
yem
maddelerinin
yapısındaki
rekombinant DNA’nın hayvanların sindirim
sisteminde parçalanmasından kaynaklandığına
ilişkin bilgiler bulunmaktadır. Transgenik mısır
veya soya içeren karma yemlerle beslenen
kanatlı
hayvanların
dokularında
hiçbir
rekombinant DNA’nın bulunmadığına dair
araştırma sonuçları bulunmakla beraber (Anon,
2001; Khumnirdpetch et al., 2001), broyler ve
yumurta tavuğu rasyonlarında transgenik yem
maddelerinin kullanılması durumunda bu
hayvanların karaciğer, dalak ve böbreklerinde
transgenik DNA’nın bulunduğunu ancak
yumurtada veya altlıkta bulunmadığını bildiren
çalışmalar da vardır (Einspanier et al., 2001;
Klotz et al., 2002). Bunlar kanatlıların
beslenmesinde transgenik yem kullanıldığında
hayvansal
dokularda
birikim
yapıp
yapmadığına
ilişkin
belirsizlikleri
ve
tartışmaları da beraberinde getirmektedir.
Ayrıca, kanatlı beslemede besi performansını
ve yemden yararlanmayı iyileştirmek amacıyla
transgenik yem kullanılması durumunda
rekombinant DNA’nın hayvansal dokularda,
dolayısıyla hayvansal ürünlerde birikmesine ve
bunları tüketen insanların sağlıkları üzerindeki
etkilerine ait aydınlatıcı çalışmalar yoktur.
Yan et al. (1987), %17 ham proteinli
yumurta tavuğu rasyonlarında klasik ve yüksek
yağlı OPTIMUM® mısır kullanımının etkilerini
araştırmak amacıyla yaptıkları çalışmalarında,
yüksek yağlı mısır içeren rasyonla beslenen
yumurta tavuklarında yemden yararlanmanın
iyileştiğini ve yumurta veriminin önemli
derecede arttığını saptamışlardır.
Noy et al. (1996), OPTIMUM® mısır ile
beslenen etlik piliçlerin karkaslarında oleik asit
içeriğinin önemli derecede arttığını ve bu
nedenle
karkasın
oksidasyona
karşı
dayanıklılığının yükseldiğini tespit etmişlerdir.
Brake and Vlachos (1998), etlik piliç
karma yemlerinde transgenik Bt mısır
(5506BTX) kullanımının erkek veya dişi
broylerlerin besi performansı ve karkas
parametreleri üzerine olan etkilerini klasik mısır
içeren
rasyonla
beslenenlerinkiyle
karşılaştırmak amacıyla 38 günlük bir çalışma
yapmışlardır. Araştırma sonuçlarına göre,
transgenik Bt mısır içeren karma yemle
beslenen etlik piliçlerde yaşama gücü ve canlı
ağırlık
bakımından
önemli
farklılıklar
bulunmamakla beraber, gögüs eti oranının daha
yüksek olduğu ve yemden yararlanmanın
önemli derecede iyileştiği saptanmıştır. Ayrıca
Bt mısırlı rasyonla beslenen erkek broylerlerin
yemden
yararlanmalarında
ve
canlı
ağırlıklarında dişilerinkinden önemli derecede
iyileşmenin sağlandığı; ancak, yaşama gücü
bakımından erkek ve dişiler arasında önemli
farklılıkların bulunmadığı bildirilmiştir.
Ash et al. (2000), yumurta tavuğu
rasyonlarında klasik soya küspesi ile Roundup
Ready soyanın etkilerini karşılaştırdıkları
çalışmalarında, yumurta tavuklarının sindirim
sisteminde soyanın yapısındaki transgenik
proteinlerin etkili şekilde parçalanmasından
dolayı tavukların karaciğer ve yumurtaları ile
dışkılarında
rekombinant
DNA’nın
bulunmadığını saptamışlardır.
Edwards et al. (2000), yüksek protein
içerikli transgenik soya (M703) ile klasik soya
küspesinin besin maddesi ve sindirilebilir
amino asit içeriklerini saptamak amacıyla beyaz
leghorn horozlarla yaptıkları çalışmalarında,
123
Kanatlı Hayvan Beslemede Genetik Yapısı Değiştirilmiş Yem Maddelerinin Kullanımı
transgenik
soyanın
sindirilebilir
lizin,
metiyonin, sistin, treonin ve valin içerikleri ile
TME değerinin klasik soya küspesininkinden
önemli derecede daha yüksek, buna karşın
NDF, yağ ve fosfolipid içeriklerinin daha düşük
olduğunu tespit etmişlerdir.
Mireles
et
al.
(2000),
broyler
rasyonlarında transgenik mısır ile klasik mısırın
kullanılmasının besi performansı üzerine olan
etkilerini
inceledikleri
araştırmalarının
sonucunda, transgenik mısır içeren rasyonla
beslenen broylerlerin canlı ağırlık artış ve
yemden yararlanmalarının klasik mısır içeren
rasyonla beslenenlerinkiyle benzer olduğunu
ortaya koymuşlardır.
Piva et al. (2001), Bt mısır içerikli rasyonla
beslenen broylerlerde canlı ağırlık artışının
daha yüksek olduğunu saptamışlar ve bunun Bt
mısırın
mikotoksin
içeriğinin
klasik
mısırdakinden
daha
düşük
olmasından
kaynaklandığını öne sürmüşlerdir.
Song et al. (2004), klasik mısırla 2 adet
yüksek yağlı transgenik Çin mısırının (CHOC1
ve CHOC2) amino asit yarayışlılıklarını
saptamak amacıyla yaptıkları çalışmalarında,
transgenik mısırların bu açıdan klasik
mısırınkine eşit veya daha yüksek olduğunu
kaydetmişlerdir.
Taylor et al. (2003a), broyler rasyonlarında
herbisit dayanıklılığı arttırılmış Roundup Ready
NK603 mısırla hem herbisitlere hem de
böceklere karşı dayanıklılığı arttırılmış
NK603xMON810’nın
kullanımının
besi
performansına ve karkas parametrelerine
etkilerini incelemek amacıyla 2 ayrı çalışma
yapmışlardır. Bu çalışmalarda, her iki
transgenik mısırla beslenen broylerlerin besi
sonu
canlı
ağırlıklarının,
yemden
yararlanmalarının, but ve kanat ağırlıklarının
klasik
mısır
içeren
rasyonla
beslenenlerinkinden farksız olduğu tespit
edilmiştir.
Taylor
et
al.
(2003b),
broyler
rasyonlarında böceklere karşı dayanıklılık
kazandırılmış mısır çeşidinin (MON863)
kullanılmasının besi performansı ile gögüs ve
but etinin su, protein ve yağ içeriklerini önemli
derecede etkilemediğini saptamışlardır.
6. Sonuç
Kanatlı hayvan beslemede klasik veya
transgenik yem maddelerinin kullanılması
durumunda besi performansı bakımından
önemli bir farklılık bulunmamakla beraber,
besin
maddesi
içeriklerinin
ve
sindirilebilirliklerinin daha iyi olduğunu
gösteren bazı araştırma bulguları mevcuttur.
Yine bazı araştırma sonuçları hayvansal doku
veya
organlarda
rekombinant
DNA’ya
rastlanmadığını kimileri ise bunun tersini
bildirmektedirler. Bu durum transgenik
maddelerdeki rekombinant DNA’nın hayvansal
doku
veya
organlarda
bulunup
bulunmamasının, transgenik ürünün çeşidine ve
çevre
koşullarına
bağlı
olduğunu
düşündürmektedir. Başka bir deyişle, aktarılan
genler aynı olsa bile her zaman aynı sonuçları
vermeyecek ve dolayısıyla genetik olarak
değiştirilmiş
organizmalar
farklı
çevre
koşullarında farklı özellikler gösterebilecektir
ki, bu da istenmeyen etkilerin ortaya çıkmasına
yol açabilir. Bu nedenle, yem sanayiinin
kullandığı ham maddeler bakımından ithalata
bağımlı olan Türkiye’de, bunların insan ve
hayvan sağlığı ile çevre üzerine etkilerini
inceleyebilecek
laboratuvarlar
kurulmalı,
gerekli yasal mevzuat oluşturulmalı ve daha
sonra da besin maddesi içerikleri ile yem
değerleri dikkate alınarak gerçekten ekonomik
olup olmadıkları saptanmalıdır.
Kaynaklar
Açıkgöz, N., 2003. Tarımsal Biyoteknolojiye SosyoEkonomik Yaklaşımlar. Tarım ve Mühendislik
Dergisi, 66-67: 62-68
Anon, A., 2001. No Traces of Modified DNA in Poultry
Fed on GM Corn. Nature, 409: 657.
Ash, A., Sheideler, S. E. and Novak, C. L., 2000. The Fate
of Genetically Modified Protein from Roundup
Ready Soybeans in the Laying Hen. Poultry Science
Assoc. Montreal, Quebec, Canada, August 18-20,
Suppl.1(Abstr.): 65-66.
Brake, J. and Vlachos, D., 1998. Evaluation of Transgenic
Event 176 “Bt” Corn in Broiler Chickens. Poultry
Science, 77: 648-653.
124
Chesson, A. and Flachowsky, G., 2003. Transgenic Plants
in Poultry Nutrition. World’s Poultry Science
Journal, Vol. 59, p. 201-207.
Coon, C., 1998. The Present and Future Utilization of
Biotechnology in the Feed Industry: A Poultry
Nutritionist’s Perspective. 4. International Feed
Congress and Exhibition. May 4-5, Kapadokya,
Turkey. p. 119-149.
Edwards, H. M., Douglas, M. W., Parsons, C. M. and
Baker, D.H., 2000. Protein and Energy Evaluation of
Soybean Meals Processed from Genetically
Modified High-Protein Soybeans. Poultry Science,
79: 525-527.
Ş.SARICA, K.KILINÇ
Einspanier, R., Klotz, A., Kraft, J., Aulrich, K., Poser, R.,
Schagele, F., Jahreis, G. and Flachowsky, G., 2001.
The Fate of Forage Plant DNA in Farm Animals: A
Collaboration Case-Study Investigating Cattle and
Chicken Fed Recombinant Material. European Food
Research and Technology, 212:129-134.
James, C., 2001. Global Review of Commercialised
Transgenic Crops: 2001. ISAAA Briefs No.24,
ISAAA, Ithaca, USA. (see http://www.isaaa.org for
annual update).
Kefi, S., 2003. Tarımsal Biyoteknoloji ve Biyogüvenlik.
Tarım ve Mühendislik Dergisi, 66-67: 69-79.
Khumnirdpetch, V., Intarachote, U., Treemance , S.,
Tragoonroong, S. and Thummabood, S., 2001.
Detection of GMOs in the Broilers that Utilized
Genetically Modified Soybean Meals as a Feed
Ingredient. Plant and Animal Genome IX
Conference, January, San Diego, USA (Poster 585).
Klotz, A., Mayer, J. and Einspanier, R., 2002. Degradation
and Possible Carry over of Feed DNA Monitored in
Pigs and Poultry. European Food Research and
Technology, 214: 271-275.
Mireles Jr., A., Kim, S., Thompson, R. and Amundsen, B.,
2000. GMO (Bt) Corn is Similar in Composition and
Nutrient Availability to Broilers as Non-GMO Corn.
Poultry Science Assoc. August 18-20, Montreal,
Quebec, Canada. Suppl.1(Abstr.): 65-66.
Noy, Y., Rand, N., Sommerfed, J. and Barzur, A., 1996.
Efficient Diet Formulation Using High Oil Corn.
Poultry Science, 75 (Suppl.): 135.
Piva, G., Morlacchini, M., Pietri, A., Rossi, F. and
Grandini, A., 2001. Growth Performance of Broilers
Fed Insect Protected (MON810) or Near Isogenic
Control Corn. J. Anim. Sci. 79 Suppl. 1/ J. Dairy
Sci. 84, Suppl. 1/ Poultry Sci. 80: Suppl. 1/ 54th
Annual Rec. Meat Conf. Vol. II, 320.
Song, G.L., Li, D. F., Piao, X. S., Chi, F., Chen, Y. and
Moughans, P. J., 2004. True Amino Acid
Availability in Chinese High-Oil Corn Varieties
Determined in Two Types of Chickens. Poultry
Science, 83: 683-688.
Taylor, M.L., Hartnell, G. F., Riordan, S. G., Nemeth, M.
A., Karunanandaa, K., George, B. and Astwood, J.
D., 2003a. Comparison of Broiler Performance when
Fed Diets Containing Grain from Roundup Ready
(NK603),
YieldGardx
Roundup
Ready
(MON810xNK603), Non-transgenic Control or
Commercial Corn. Poultry Science, 82: 443-453.
Taylor, M. L., Hyun, Y. , Hartnell, G. F., Riordan, S.G.,
Nemeth, M. A., Karunanandaa, K., George, B. and
Astwood, J. D., 2003b. Comparison of Broiler
Performance when Fed Diets Containing Grain from
YieldGard Rootworm (MON863), YieldGard plus
(MON810xMON863), Nontransgenic Control or
Commercial Reference Corn Hybrids. Poultry
Science, 82: 1948-1956.
Yan, Y., Parsons, C.M. and Alexander, D.E., 1987.
Nutritive Value of High-Oil Corn for Poultry.
Poultry Science, 66: 103-111.
125

Benzer belgeler

ziraat fakültesi dergisi - Gaziosmanpaşa Üniversitesi

ziraat fakültesi dergisi - Gaziosmanpaşa Üniversitesi tamamlanan eserler geliş tarihi esas alınarak yayınlanır.Yayınlanmayan yazılar iade edilmez. 7. Bir yazarın derginin aynı sayısında ilk isim olarak bir, ikinci ve diğer isim sırasında iki olmak üze...

Detaylı